6 minute read

İslam Gerçeği Kitabı Üzerine / Aleyna Gündüz

kitap tenkitleri

ALEYNA GÜNDÜZ

ISLAM GERÇEĞI KITABI ÜZERINE MEHMET BAYRAKDAR, FECR YAYINLARI ►

Evvela siz değerli okurlara tenkid edeceğim kitabın yazarını hülasa tanıtarak söze başlamak istiyorum. Mehmet Bayrakdar Hoca, İslam düşünce felsefesinin yanı sıra İslam bilim tarihi ve Batı düşünce tarihiyle ilgilenen önemli bir düşünür ve yazardır.

1995 yılında Ankara’da hükümet tarafından belli başlı ilahiyatçılara 'İslam Gerçeği’ adlı bir kitap yazdırılmıştı. Bu kitapta insanın din ile olan ilişkisi ve günlük hayatta İslam’ın boyutu konuları ele alınmıştı fakat yetkin bir biçimde değildi.

Bu kitap üzerine Mehmet Bayrakdar Hoca bir tenkid kitabı mahiyetinde 'İslam Gerçeği Kitabı Üzerine' adlı kitabını yazmıştır. Mehmet Bayrakdar, ‘İslam Gerçeği' kitabında mantıksal çelişkiler, fikri tutarsızlıklar, bilgi yanlışlıkları ve konuyla ilgisi olmayan ayetler tespit etmiştir. (Yazarımız bunu önsözünde de ifade etmektedir.) Yazar aynı zamanda kitapta yapılan bu hataları eleştirmekte ve böylece toplumun İslam dinini doğru ve yetkin bir şekilde anlamasına olanak sağlamaktadır.

Bayrakdar Hoca evvela kitabın adını eleştirerek tenkide başlamıştır. Ona göre kitapta ilahiyatçı yazarların kendi yorumlarıyla İslam'ı anlatmalarından dolayı kitaba “İslam Gerçeği” adının verilmemesi gerekirdi.

Çünkü bu kitabı okuyan insanlar, İslam’ı istedikleri şekilde yorumlayabilecekleri hissine kapılabilirler. Bu du

rum insanların İslam'ı rölatif bir din olarak görmelerine neden olabilir. Böylece bir konuda herkes menfi çıkarlarına göre hareket eder. Müşterek bir din anlayışı sağlanamayabilir.

İslam Gerçeği kitabı yazarları, Hz. Peygamber’den sonra İslam dininin yozlaştırıldığını ve bu nedenle tarikatların ve mezheplerin din haline geldiğini söylemişlerdir. Ve aynı zamanda Hz. Peygamber’den sonra henüz ‘Kur’an Müslümanlığına erişilemediğini de söylemişlerdir.

Sözde ilahiyatçı dediğimiz bu yazarlar, aynı zamanda hurafelerin asıl dinin yerine geçtiğinden, bu nedenle de İslam'ın asıl hüviyetini koruyamadığından ve ilmi anlamda gelişemediğinden yakınmaktadırlar. Bunun çözümünün ise akıl ile Kur’an’a dönüş olduğunu ifade etmişlerdir. Demokrasi ve laikliğin (!) Kur’an’a dönüşte önemli desteklerden olabileceğini de savunmuşlardır.

Bayrakdar Hoca, sözde ilahiyatçıların tespit ettiği bu durumun aslında geçmişten günümüze sürekli tekrar edilen ve yeni pazarlanmış gibi önümüze sürülen fikirler olduğunu ifade etmekte ve bu fikirler yüzünden İslam'ın tarihi önemini kaybettiğini söylemektedir. Bu nedenle de insanlar maddi, manevi her türlü sorunlarının nedenini dinden uzaklaşma olarak görüyorlar ve çareyi Kur’an’a dönmekte buluyorlar. Ama ilk olarak yapmaları gerekenin zihinlerini onarmak olduğunu unutarak Kur’an’a yönelmeye çalışıyorlar. Bu durum da tam tersi yönde etki ediyor insanlara. Çünkü zihin onarımı olmadan Kur’an’ın anlaşılması zordur. Fayda sağlamayabilir. İsmet Özel'in de dediği gibi: “Eğer bir şey onarılacaksa bu önce zihniyet onarımı olacak.”

Bayrakdar Hoca kitapta “Kim ne derse desin, kim ne iddia ederse etsin, onların iddiaları iddia olarak bizi ilgilendirmiyor. Bizi esas ilgilendiren husus, zihniyet yapılarımızdaki çelişkiler, tutarsızlıklar ve çarpıklıklardır.” diyerek düşüncelerini tasdiklemekte. Zihniyet kavramıyla hurafeler konusunu bağdaştırabiliriz. Bayrakdar Hoca’ya göre İslam’ın hurafeler yüzünden yıkıldığını söylemek genel anlamda yanlıştır. Haddizatında İslam Müslümanların akli düşünme ve bilimsel düşünmeyi zaman içinde yitirdiklerinden batmıştır.

Zihniyetimizin onarımını ertelediğimizden dolayı tefekkür gücümüz ve sorumluluk bilincimiz zayıflamıştır. Cahit Zarifoğlu'nun dediği gibi “Yükümüz ağır, sorumluluk duygumuz ise zayıf.”

Bayrakdar Hoca zihniyet problematiğimizle ilgili olarak şu sözleri de sarf ediyor: “Allah bize inayetiyle tecelli eder; biz de insanımızın, geçmiş ve geleceğimize olabildiğince tenkitçi bir zihniyete sahip olarak tecelli etmesini sağlayalım. Dünyanın ve henüz tarih olmayan zamanın aktörü olmaya çalışalım.” Bu sözlerden de anlayacağımız gibi zaman tarih olmadan yani iş işten geçmeden veya kıyamet gelmeden bizim insanlara ümmet bilincine sahip bireyler olarak örneklik teşkil etmemiz gerekmektedir.

Yazar, kitapta ikinci aşama olarak 'özel eleştiriler' adlı bölüme geçiyor.

Bu bölümde İslam Gerçeği kitabında konuların gerek ele alınış biçimlerini gerekse de yazarların yaptığı açıklamaları tutarlılıkları yönünden eleştiriyor.

Sözde ilahiyatçı yazarlar “Kur’an’ın anladığı manada din” diye bir ifade kullanmışlar İslam Gerçeği kitabında. Bayrakdar Hoca ise buna karşılık olarak “Kur’an anlamaz, anlatır.” diye tepkisini göstermekte kitabında. Sonuç itibariyle Kur’an bir şahıs değil ki vahyi anlasın. Kur’an zaten vahyin kendisidir.

Bir başka konu ise İslam’ın, sadece duygu-inanç-ibadet topluluğu olarak lanse edilmesi. Bu konuda Bayrakdar Hoca, İslam’ın maddi, manevi anlamda bir müessese olduğunu dile getirmiştir. Tahsin Görgün Hoca’nın da dediği gibi “İslam medeniyeti, Hz. Peygamber’e ittibaa edenlerin oluşturduğu bir müessesedir.”

Bir diğer mühim konu sözde yazarların “Hz. Peygamber kendi anlayışına göre dini örnek uygulamalarla açıklamıştır, fakat onun örnekliği bugün Müslümanları için bağlayıcı olmayacaktır.” demeleridir. Bayrakdar Hoca buna biraz sert bir tepki göstermiştir. Ve düşüncelerini şu sözleriyle dile getirmiştir. “Bu durum Hz. Peygamber’i dışlamak ve O'nun sünnetine hiçbir değer vermemekten başka nasıl izah edilebilir ki? Eğer Hz. Peygamber örnek alınması gereken bir kimse değilse, bu herhangi bir Müslüman’ı Hz. Peygamber’den üstün tutmak değil midir? Yani bu herhangi bir Müslüman’ın din anlayışının İslam olacağını mı demek istiyor?”

Bunun üzerine Bayrakdar Hoca sünnetin önemine işaret ederek “Keşke her konuda O'nun yaşayan (fiili) sünnetine uyulsaydı. Kaybedişimiz, bu sünnete uyduğumuzdan değil, aslında uymamış olmamızdandır.” demektedir.

Bir diğer önemli mesele ise İslam Gerçeği yazarlarının İslam'ı şu şekilde tanımlamaları: “İslam; barış, güven, huzur, mutluluk ve esenlik ifade eden 'silim ve selam' kökünden türemiş olup bu nötr kavramların insanlar tarafından eylem ve aksiyona dönüştürülmesidir.” Bayrakdar Hoca bu tanıma 1992 Bosna Hersek katliamını örnek göstererek başlamakta ve yazının sonunda ise “O zaman herkesin güven, huzur, barış ve esenlik anlayışı İslami ise İslam'a ne gerek var?” diyerek tepkisini göstermektedir.

Bayrakdar Hoca’ya bu noktada katılıyorum ama bu konuya yaklaşımı biraz eksik kalmış. Çünkü 'nötr kavramlar'ı sadece bir örnekle açıklamış. Halbuki şu şekilde açıklasa daha anlaşılır olabilirdi: Aslında yazarlar burada nötr kavramların insanlar arasında olan ilişkiler sonucu ortaya

çıktığını değil de hazır olarak hayatın içinde bulunduğunu ve insanların sonradan bu kavramları hayata geçirdiğini savunuyorlar. Bu nötr kavramlar eğer kendiliğinden yeryüzünde var olsaydı Allah zaten insanoğluna cenneti hazır olarak bahşetmiş olurdu. Yani cehenneme de gerek kalmazdı. Haddizatında İslam Gerçeği yazarları bu tanımı yaparak aşkın olanın yani Allah’ın işine karışmış oluyorlar. (Haşa)

İslam Gerçeği yazarlarının yaptığı en büyük hatalardan biri de Allah’ın insanı terbiye ettiği kitap olan Kur’an’daki bir ayeti çarpıtarak yanlış anlamlara sürüklemeleri. Âl-i İmrân suresinin 83. ayetinin meali şöyledir: “Allah’ın dininden başka bir din mi arzu ediyorlar? Oysa göklerde ve yerde kim varsa ister istemez O'na teslim olmuştur. O'na dönecektir.”

İslam gerçeği yazarları bu ayetten tabiat kanunlarına uymanın da din olduğunu savunmuşlar. Bayrakdar Hoca buna tepkisini hülasa şöyle dile getirmiş: “Eğer dedikleri gibi tabiat kanunlarına uymak bizatihi din ise buna ister istemez zaten herkes uyuyor. O halde herkes dindar ve Müslüman! O halde Allah’ın fasığa, dine uy demesinin ne anlamı vardır!” Haddizatında yazarların bu anlayışı günümüz seküler çağında İslam'ı tabiri caizse 'evcilleştirmek'. Yani dini kendilerine göre yeni baştan oluşturmak ve sanki dinde bozukluk, eksiklik varmış gibi onu düzeltmeye uğraşmak. Modern medeniyetin dini zaten tabii teolojidir. Yani tabiat kanunlarına uymak. Bu durumda da yazarların İslam'ı modernist anlayışla bağdaştırmak ve dinin etki gücünü köreltmek gibi amaçları olduğu sonucuna da varabiliriz.

Bayrakdar Hoca hiçbir konuda İslam Gerçeği yazarlarına katılmıyor değil. Katıldığı noktalar da var. Bunlardan birisi de kendi tabiriyle “Arap İslam’ı, Fransız İslam’ı olamaz” İslam gerçeği yazarlarının şu sözü üzerine Bayrakdar hoca bunları söylüyor: “İslam kelimesi, bir dinin özel adı olduğu için Arap İslam’ı, Fransız İslam’ı vs. denmesi uygun olmaz.” Çünkü hakikat biriciktir ve aşkın olanın sanat eseri biriciklikle önem kazanır. Bir benzeri daha olamaz. Dolayısıyla İslam dini de tektir, birden çok değildir. Sadece insanların İslam’ı anlayışı ve yaşayışı kültür faktöründen dolayı farklı olabilir.

Bayrakdar Hoca kitabın son kısımlarında, İslâm Gerçeği yazarlarının bahsettiği İslâm'ın temel konularına ve meselelerine değinmekte. Aynı zamanda yazarların bu konulardan bahsetme üsluplarını da eleştirmektedir. Bu konular ve meseleleri şu şekilde sıralayabiliriz: Boşanma ile ilgili ayetlerin yanlış anlaşılması, miras konusu, kadın erkek şahitliği meselesi, başörtü meselesi, hırsızlığın cezası meselesi, yüz değnek cezası, şura konusu, Allah’ın siyasi ve hukuki hükümleri.

Bayrakdar Hoca, İslam Gerçeği yazarlarının kimi konuları yanlış anladıklarını ve yanlış ifade ettiklerini, kimilerinde çelişkiler olduğunu belirtmekte ve bu konu ve meseleleri tenkid etmektedir.

Bayrakdar Hoca son olarak laiklik konusunda ve sekülerizm konusunda

This article is from: