5 minute read

Entelektüel

"İslam gerçeği yazarları bu ayetten tabiat kanunlarına uymanın da din olduğunu savunmuşlar. Bayraktar Hoca buna tepkisini hülasa şöyle dile getirmiş: “Eğer dedikleri gibi tabiat kanunlarına uymak bizatihi din ise buna ister istemez zaten herkes uyuyor. O halde herkes dindar ve Müslüman! O halde Allah’ın fasığa, dine uy demesinin ne anlamı vardır!” Haddizatında yazarların bu anlayışı günümüz seküler çağında İslam'ı tabiri caizse 'evcilleştirmek'. Yani dini kendilerine göre yeni baştan oluşturmak ve sanki dinde bozukluk, eksiklik varmış gibi onu düzeltmeye uğraşmak."

yazarların yaptığı büyük çelişkiden yakınmaktadır. Şöyle ki İslam Gerçeği yazarları “Türkiye şu an da sömürü sektörünün yaşatmak istediği kültürel ve hurafeye dayalı dincilik ile Kur’an’a dönüş düşüncesinin çeliştiği bir din atmosferini yaşıyor. Bu süreçte laiklik, Kur’an’a dönüş düşüncesinin önemli desteklerinden biri olabilir.” demektedirler. Lakin bunun ardından diğer paragrafta “...laiklik ve sekülerizm yüzünden yaratıcısını sürgüne göndermiş bir durumda yaşıyoruz.” demektedirler. Ve buraya dipnot olarak sekülerizmin din bakımından inançsız olduğunu da söylemektedirler. Bayrakdar hoca, yazarların çelişkilerle dolu bu ifadeleri için düşüncelerini şu şekilde ifade etmekte: “ Eğer gerçekten yazarların söylediği gibi, sekülerizm dinsizlik ise ve yine söyledikleri gibi laiklik ideal bir şey değilse o halde lakilik ile İslam’ı bağdaştırmaya çalışmanın mantığı nedir?”. Bu konuda ben de Bayrakdar Hoca’ya katılıyorum.

Advertisement

Şunu da eklemek istiyorum: Bir şeyin doğruluğundan emin isek ve onu savunuyorsak, aynı şekilde onun altını doldurabilmeli ve çelişkili ifade biçimlerinden kaçınmalıyız. Filhakika savunduğumuz şeyi kendi hayatımızda da uygulamamız elzemdir. Buradan hareketle kendimize bir ders çıkarabiliriz. Elhamdülillah Müslümanız, o halde Kur’an-ı Kerim’i hayatımızın merkezine koyarak hareket etmemiz ve onu yaşamamız elzemdir tıpkı Resulullah efendimiz gibi. Eşref-i mahlûkat sıfatına uygun olarak yaşamaya çalışan bireyler olmak dileğiyle. Vesselam.

kitap tenkitleri

EŞREF ŞAHIN

ENTELEKTÜELSÜRGÜN, MARJINAL, YABANCI EDWARD SAID, ILETIŞIM YAYINLARI ►

Edward W. Said’in tanıtmaya çalıştığımız kitabı, esasında 1948'de Bertrand Russel tarafından başlatılan Reith Konferanslarında, Said'in 1993 yılında yapmış olduğu konuşmaların deşifre edilerek kitaplaştırılmasından oluşmuştur. Kitapta “Entelektüelin Temsil Fikirleri”, “Milletlere ve Geleneklere Pes Etmemek”, ”Entelektüel Sürgün: Göçmenler ve Marjinaller”, “Profesyoneller ve Amatörler”, “İktidara Hakikati Söylemek”, “Tanrılar Hep İflas Eder” başlıkları altında Said, kimileri tarafından “fildişi kulenin müntesibi”, “burnu havada olan” entelektüelin hakikatte kim olduğunu, yaşadığı tecrübelerden, gözlemlerden, kimi düşün insanlarından -Sarter’dan Adonis’e, Vico’dan Fanon’a…- yapılan alıntılardan ve dünya siyasi tarihinde meydana gelen birtakım örnekler üzerinden sorgulamaktadır.

Edward W. Said “Entelektüel” adlı kitabının giriş kısmında “Entelektüelin bir görevi de insan düşüncesini ve insanlar arası iletişimi kıskacı altına alan klişeleri ve indirgeyici kategorileri kırmaktır” demektedir. Kitabı oluşturan konferansların genel çerçevesini bu cümlede bulabiliriz. Yazar kitabın ilerleyen sayfalarında entelektüelin kim olduğundan, sahip olması gereken ilkelerden ve bu ilkelerin gerektirdiği duruştan bir hayli bahseder. John Carey'e atıfta bulunarak entelektüelin misyonunun, yönteminin ne olması gerektiğini şöyle ifade eder: “Carey'in dediği gibi, bir bütün olarak kitle toplumu değildir entelektüelin meselesi; kamuoyunu biçimlendiren, onu

konformistleştiren, iktidardaki bir avuç çokbilmişe güvenmeyi teşvik eden uzmanlar, eş dost grupları, profesyoneller, düzen adamlarıdır onun meselesi…”

Said’e göre entelektüelin ne söylemeleri ya da ne yapması gerektiğini belirleyen hiçbir kural yoktur. Burada doğal olarak insanın aklına “Bu cümleyi yaşadığımız sosyal gerçeklik ile nasıl özdeşleştirebiliriz?” sorusu takılıyor. Said bunu da şöyle cevaplıyor: “Hepimiz bir toplumda yaşıyoruz; kendi dili, geleneği ve tarihi olan bir milletin mensuplarıyız. Entelektüeller bu fiili durumların ne ölçüde kölesi, ne ölçüde düşmanıdırlar? Aynı şey entelektüellerin kurumlarla (akademi, kilise, mesleki örgüt) ve zamanımızda entelijansiyayı olağanüstü ölçüde kendi saflarına katan dünyevi iktidarlarla olan ilişkisi içinde geçerlidir.” Wilfred Owen’dan yapmış olduğu bir alıntıyla “mürekkep yalamışların tüm halkı bir kenara itip/ devlete biat etmeleri”ni doğru bulmaz ve ekler “Nitekim entelektüelin asli görevi bence bu tür baskılar karşısında görece bağımsızlığını koruma arayışına girmektir. Entelektüeli sürgün ve marjinal olarak, amatör olarak, iktidara karşı hakikati söylemeye çalışan bir dilin müellifi olarak nitelememin nedeni de budur.”

Entelektüel, toplumu aydınlatma görevini yerine getirirken, sahip olduğu hakikatin farklı blokajlar sebebiyle toplumda makes bulmamış, olumlu değişim ve dönüşümlere kaynaklık edememesi sebebiyle derin bir ızdırap yaşar. Bu entelektüeli bulunduğu topluma ve yaşama yabancılaştırır. O bir şeyleri değiştirmek istemesine rağmen bu imkânlara set çeken güçlü toplumsal otoritelerin oluşturduğu ağ karşısında kendini çok güçsüz hisseder. Ayrıca bu otoritelere bilerek ait olmamak, kimi zaman kimsenin farkında olmadığı dramatik durumlara şehadet eden bir tanık rolüne mahkûm olmak anlamına gelir. Said entelektüelin alın yazısını böyle resmeder. Bununla beraber bu tanıklık hiç de monoton ve renksiz bir faaliyet değildir. Zira Foucault'nun, deyimi ile amansız bir vukufu, alternatif kaynakları taramayı, gömülmüş belgeleri gün ışığına çıkarmayı, unutulmuş tarihleri diriltmeyi gerektirir tanıklık etmek... Aslında bu tanıklık faaliyeti entelektüelin metodolojisini ortaya koyduğu, umursamazlıktan nasibini almamış bir süreci ortaya çıkarır.

Yazar bundan sonra şu soruşturmayı açar: Bir şekilde bilgi ile içli dışlı olan herkes entelektüel olarak kabul edilebilir mi? Aslında bununla ilgili türlü tanımlar vardır. Mesela Antonio Gromsci, “Bütün insanlar entelektüeldir ama toplumda herkes entelektüel işlevini görmez” der ve ekler “Kapitalist girişimci kendisi ile birlikte sanayi teknisyeni, ekonomi-politik uzmanını, yeni bir kültürün, yeni bir hukuk sisteminin oluşturucularını vb. yaratır.”

İşte tüm bu kişiler organik entelektüellerdir. Diğer tarafta Julien Benda'nın entelektüelleri, insanlığın vicdanı olan süper yetenekli, ahlaki donanımları gelişkin, filozof krallardan oluşan bir avuç insan olarak gösteren tanımı vardır. Benda’ya göre gerçek entelektüeller, “Özünde pratik amaçlar gütmeyen faaliyetler yürüten, bir sanat ya da bir bilimle ya da metafizik spekülasyon ile ilgilenmekten, özel ve manevi avantajlara sahip olmaktan keyif alan, yani bir bakıma şöyle diyen kişilerdir: “Benim krallığım bu dünyanın krallığı değil.” Entelektüel sahip olduğu direniş bilinci ile maskeleri düşürür. Bu nedenle o dinleyicilerini mutlu etme derdinde olmaz. İşin özü sıkıntı verici, aykırı, hatta keyif kaçırıcı olmaktır. Fakat bu hiç de kolay bir şey değildir. Zira entelektüel her zaman yalnızlık ile saf tutma arasında bir yerde durur. O madun statüsüne sahip olduğu düşünülen zayıf insanların ve temsil edilmeyenlerin safına aittir. Entelektüel romantik idealizm peşinde de değildir. Entelektüel’in yarım doğrulara ya da basmakalıp fikirlere pabuç bırakmamak için sürekli tetikte bulunma hali, insanı pek sevilen biri yapmasa da onu diri tutup zenginleştirmektedir.

Diğer taraftan entelektüel kim değildir? gibi bir soru sormak ona yüklenebilecek negatif imajları da açığa çıkaracak ve onun kimliğinin daha belirgin hale gelmesine önemli bir katkı sunacaktır. Said’e göre entelektüel, “profesyonelizm” denilen tutuma sahip olmayandır. “Profesyonelizm” ile kastedilen şey, bir entelektüel olarak yaptığını bir geçim kaygısı ile sabah dokuz ile akşam beş arasında yaptığınız bir şey olarak düşünmeniz, denizi bulandırmamanız, kabul edilmiş paradigmaların ya da sınırların dışına çıkmamanız, pazarlanabilir ve öncelikle de "presentable" olmak uğruna kendinizi "aman bir tatsızlık çıkmasın da" diye düşünen, apolitik ve nesnel biri haline getirmenizdir.

Ayrıca bir entelektüel için içselleştirdiği takdirde en üst düzeyde yozlaştırıcı olan, entelektüelin hayatını biçimsizleştirecek, öldürücü zihinsel alışkanlıklar vardır. Bu zihinsel alışkanlıkların oluşturduğu davranış biçimlerini Edward W. Said şöyle dile getirir: Fazla politik görünmek istemezsiniz; adınızın oyunbozana çıkmasından korkarsınız; patronunuzdan ya da bir otoriteden onay almanız gerekir; dengeli, nesnel, ılımlı biri olarak kazandığınız ünü korumak istersiniz; kendisine fikir sorulan, danışılan biri, bir yönetim kurulu ya da prestijli bir komite üyesi olmak, sorumlu vasatlar arasından ayrılmamak gibi bir umudunuz vardır; günün birinde bir şeref payesi, büyük bir ödül, hatta belki de bir elçilik kapma peşindesinizdir... Yazara göre tüm bu alışkanlıklar tutkulu bir entelektüel hayatı tahrip eden, aktif ve ahlaklı bir entelektüel hayatın karşısındaki en büyük tehditlerdir.

Özetle entelektüel; bilgiye ihanet etmeyen, küf kokulu anlaşmalara gitmeyen, sürgün ve marjinal olmayı kabullenmiş, doğru hayatı yanlış yaşamayan, kimseden medet ummayan, uzmanlaşmaya teslim olmayan bir amatör, bireysel sesi ve mevcudiyeti olan bir avangard, narsist ve teşhircilik eğilimi bulunmayan, sadece inandığı değerlere dayanan, gelişime açık, iflah olmaz ölçüde bağımsız bir ruhtur.

This article is from: