13 minute read

Bölüm 6 Ölümle yüzleşen iki Kahraman

Kutsal Kitap dokuzuncu yüzyıla kadar Bohemya diline çevrilmişti. Tapınma toplantıları Bohemya halkının dilinde yapılıyordu. Ne var ki VII. Gregor, bu halkı köleleştirmeye kararlıydı. Bohemya dilinde tapınma toplantısı yapılmasını yasaklayan bir bildiri yayınlandı. Papa, ‘her şeye gücü yeten Tanrı’nın, tapınmanın bilinmeyen bir dilde yapılmasından hoşlandığını’ dile getirdi. Ancak Gökyüzü, kilisenin korunması için gerekeni sağlamıştı. Zulmün sürüklediği birçok imanlı (Valdensler ve Albijenler) Bohemya’ya geldiler. Gizlice ve gayretle çaba gösterdiler. Böylece gerçek iman korunmuş oldu.

Bohemya’da Huss’dan önce kilisenin çürümüşlüğüne işaret eden başka insanlar vardı. Ancak hiyerarşinin korkuları uyandırılmış ve müjdeye karşı zulüm başlatılmıştı. Bir süre sonra Roma’ya ait tapınma biçimini bırakanların yakılacağı duyuruldu. Ama imanlılar. Tanrı yolunun zaferine bağlı kalmaya devam ettiler. Ölmekte olan bir imanlı şöyle peygamberlik etti: “Halkın içinden birisi çıkacak. Kılıcı da yetkisi de olmayacak. Ama ona karşı duramayacaklar ” Gerçekten de Roma’ya karşı tanıklık ederek ulusları harekete geçirecek olan birisi çıkmak üzereydi.

John Huss’un mütevazı bir ailesi vardı ve babasının ölümüyle erken yaşta yetim kalmıştı. İmanlı olan annesi, en değerli varlığın Tanrı korkusu ve eğitim olduğunu düşünüyordu. Bu mirası oğluna da bırakmak için çaba gösterdi. Temel eğitimini bir taşra okulunda gören Huss, Prag’daki bir üniversite tarafından burslu olarak kabul edildi.

Huss üniversitedeki hızlı gelişimi nedeniyle kısa zamanda fark edildi. Kibar ve cana yakın yapısı nedeniyle genel bir kabul gördü. Roma Kilisesinin içten bağlılarından biriydi ve kilisenin vaat ettiği ruhsal bereketleri içtenlikle arıyordu. Üniversitedeki çalışmaları bitince rahipliğe atıldı. Hızlı bir ilerleme gösterdiği için kralın sa-rayında görevlendirildi. Aynı zamanda üniversitede profesör oldu ve daha sonra rektörlüğe atandı. Burslu öğrenci, artık ülkesinin gururu haline gelmişti ve adı tüm Avrupa’da tanınıyordu.

Daha sonra Huss’la çalışacak olan Jerome, ona İngiltere’den Wycliffe’in yazılarını getirdi. Wycliffe’in öğretişleriyle iman etmiş olan İngiltere kraliçesi bir Bohemya prensesiydi. Kraliçenin etkisiyle reformcunun işleri Bohemya’da oldukça yayılmıştı. Huss reformların yanında yer alan bir yaklaşım içindeydi. Kendisi o zamanlar bunu bilmiyordu, ama Roma’dan çok uzaklara çıkan bir yola girmişti.

Huss’ı etkileyen iki resim sıralarda İngiltere’den gelen iki yabancı vardı. Bu adamlar eğitimliydi; ışığı almışlar ve Prag’da yaymaya gelmişlerdi. Kısa sürede sesleri kısıldı, ama amaçlarına ulaşmak için başka bir çareye başvurdular. Vaiz oldukları gibi aynı zamanda sanatçıydılar. Bir halk meydanına gelerek iki resim yaptılar. Biri Mesih’in, ‘alçakgönüllü bir Kral’ olarak eşeğin üstünde Kudüs’e girişini temsil ediyordu (Matta 21:5). Mesih’in arkasından gelen öğrenciler, çıplak ayaklıydılar ve üstleri başları perişan görünüyordu. Öteki resim ise bir papalık geçidini temsil ediyordu. Papanın zengin giysileri ve üç tacı vardı; süslü bir ata binmişti. Arkasından borazancılar, kardinaller ve rahiplerden oluşan ihtişamlı bir alay geliyordu.

Resimlerin çevresinde kalabalıklar toplandı. Resimlerin anlamını çıkartamayan kimse yoktu. O sıralarda Prag’da büyük bir yas ilan edildi ve yabancıların oradan ayrılması gerekti. Ama resimler Huss’ın üzerinde derin bir etki yaratmıştı. Huss, Kutsal Kitap’ı ve Wycliffe’in yazılarını daha yakından incelemeye başladı.

Huss henüz Wycliffe’in savunuculuğunu yaptığı tüm reformları kabul etmeye hazır değildi. Ancak papalığın gerçek karakterini gördü; gururu, hırsı ve hiyerarşinin çürümüşlüğünü reddetti.

Prag’a yasak geliyor

Bu haberler Roma’ya ulaştı ve Huss, Papanın huzuruna davet edildi. İtaat etmek ölmek anlamına gelecekti. Bohemya kralı, kraliçesi, üniversitesi, soylular sınıfı ve hükümet görevlileri birleşerek Papaya dilekçe sundular. Huss’ın Prag’da kalmasını ve vekaleten cevap vermesini rica ettiler. Papa ise Huss’ı yargılayarak Prag ken-tine yasak koydu.

O çağda bu ceza büyük bir dehşet yarattı. Halk Papaya Tanrı’nın bir temsilcisi olarak bakıyor, Onun cennetin ve cehennemin anahtarlarını elinde tuttuğuna, yargılama yetkisine sahip olduğuna inanıyordu. İnanışa göre Papa yasağı kaldırmadıkça ölenler cennete giremeyecekti. Bütün dinsel toplantılar durduruldu. Kiliseler kapandı. Evlilik yemini kilisenin dışında yapılmaya başlandı. Ölüler tören yapılmaksızın çukurlara ve tarlalara gömüldü.

Bütün Prag karıştı. Geniş bir kitle Huss’ı reddederek Roma’ya teslim edilmesini istedi. Reformcu fırtınayı dindirmek amacıyla bir süre için kendi köyüne çekildi. Ancak gayretlerine ara vermedi; kırsal kesimlerde dolaşarak istekli kalabalıklara vaaz vermeye devam etti. Prag’daki heyecan dinince Huss, Tanrı’nın Sözünü duyurmaya yeniden başladı. Düşmanları güçlüydü, ama hem kraliçe ve hem de birçok soylu onun dostuydu. Yanında olan çok sayıda kişi vardı.

O zamana dek Huss tek başına gayret gösteriyordu. Ama bu kez ona Jerome de katıldı. Her ikisi de ölene dek birlikte gayret göstereceklerine dair sözleştiler. Sağlam bir karakter açısından Huss, daha üstün niteliklere sahipti. Kendi değerini doğru algılayabilen Jerome ise büyük bir alçakgönüllülükle Huss’ın öğütlerine boyun eğmeyi seçti. El ele veren bu iki kişi sayesinde reform hızla yayıldı.

Tanrı bu iki seçilmiş insanın zihinlerini yüce ışığıyla aydınlatmaya devam etti. Onlara

Roma’nm büyük yanılgılarını gösterdi. Ama dünyaya verilmesi gereken ışığın tümünü henüz almamışlardı. Tanrı insanları, Roma Katolikliğinin karanlığından yavaş yavaş çıkartıyor, onlara dayanabilecekleri kadar ışık tutuyordu. Uzun zamandan beri karanlıkta kalan bir kişinin birdenbire güneşin tüm ışığıyla yüzleşmesi gözlerine zarar verecektir. Aynı şekilde Tanrı da, insanların dayanabileceği kadar ışığı yavaş yavaş sağlamaktaydı.

Bu arada kilisede bir ayrılık patlak verdi. Üç papa üstünlük için mücadeleye girişti.

Onların çatışması Hıristiyanlık dünyasında kargaşa yarattı. Birbirlerine yalnızca lanet okumakla yetinmeyen papalar, işi asker ve silah satın almaya kadar götürdüler. Bunun için gerekli olan parayı sağlamak için de kilisenin armağanlarını, görevlerini ve bereketlerini satışa sundular (Ek’e bkz.).

Huss din adına yapılan yanlışlara giderek artan bir cesaretle karşılık veriyordu. İnsanlar

Hıristiyanlığı saran yoksunlukların sorumlusu olarak artık açıkça Roma’yı suçluyordu. Prag kanlı bir çatışmanın eşiğine gelmişti. Önceki çağlarda olduğu gibi Tanrı’nın ‘İsrail’i sıkıntıya sokan’ hizmetkarı suçlandı (1.Krallar 18:17). Kente yeniden yasa konuldu, Huss da kendi köyüne çekildi. Gerçeğin tanıklığını yapmak üzere canını vermeden önce Hıristiyanlığın tümüne seslenmesi gerekiyordu.

İmparator Sigismund, Constance’da (güney Almanya) genel bir konsey toplanmasını istedi. Birbirine rakip olan üç papayı konseye çağırdı. Pek güçlü bir karakteri ve politikası olmayan Papa XXIII. John, Sigismund’un isteğine karşı koyacak cesareti göstermedi (Ek’e bkz.). Konseyin başlıca amaçlarından biri, kilisedeki ayrılığa son vermek ve ‘sapkınlığın’ kökünü kazımaktı. Diğer papalarla birlikte John Huss da çağrılmıştı. Papalar delegelerini gönderdiler. Papa John, oldukça kuşkuluydu; hem papalık tacını küçük düşüren hem de koruyan kötülüklerin hesabını verecek olmaktan korkuyordu. Buna rağmen Constance kentine büyük bir debdebe ile girdi. Hem kilise çevresi hem de saraylılar grubu kendisine eşlik ediyordu. Başının üzerinde dört kilise görevlisi tarafından taşınan altın bir sayvan vardı. Kardinallerin ve soyluların gösterişli giysileri çarpıcı bir görüntü oluşturuyordu.

Bu arada Constance’a yaklaşan başka bir yolcu daha vardı. Huss arkadaşlarıyla onları son kez görüyormuş gibi vedalaştı. Yolculuğun kendisini kazığa götürdüğünü hissediyordu.

Gerçi hem Bohemya kralının hem de İmparator Sigismund’un resmi güvencesiyle yola çıkmıştı. Ama yine de ölüm olasılığına karşı hazırlık- lıydı.

Kraldan güvence

Arkadaşlarına yazdığı bir mektupta şöyle diyordu: “Kardeşlerim, ...Kraldan aldığım güvenceyle sayısı kalabalık olan ölümlü düşmanlarımla karşılaşmaya gidiyorum... İsa Mesih sevdikleri için acı çekti; O’nun izinden giden bizlerin de aynısını yaşadığımıza şaşalım mı?... Bu yüzden sevgililer, benim ölümüm O’nu yüceltecekse, çabuk öleyim diye dua edin.

Öyle ki tüm sıkıntılarımda bana sadakatle destek olsun. Tanrı’ya dua edelim; öyle ki müjdenin tek bir gerçeğinden bile ödün vermeyip kardeşlerime iyi bir örnek olabileyim. ”

Başka bir mektupta Huss, kendi hatalarından alçakgönüllülükle söz ediyordu; “zengin giysilerden ve boş işlerden zevk aldığı zamanları anımsattı.” Ardından şöyle ekledi: “Zihnini Tanrı’nın yüceliği ve canların kurtuluşuyla meşgul et, mal ve mülk varlığıyla değil. Canından çok evini süslemekten kaçın ve kendini ruhsal gelişime ada. Yoksullara karşı inançla ve alçakgönüllülükle yaklaş. Kendini zengin şölenlerde heba etme ”

Constance’da Huss’a tam bir özgürlük tanındı. İmparatorun güvencesine Papanın kişisel koruma güvencesi de eklenmişti. Ancak tekrarlanan vaatlere rağmen Reformcu, kısa zamanda Papanın buyruğuyla tutuklandı ve iğrenç bir zindana atıldı. Daha sonra Ren ırmağına bakan sağlam bir kaleye yerleştirilerek tutsak olarak kapatıldı. Papa da aynı kaleye götürüldü.5 En aşağılayıcı suçlardan, cinayetten, zinadan ve kilisenin mallarını satmaktan mahkum olmuştu. Dolayısıyla papalık tacını yitirdi. Diğer papalar da azledildi ve ardından yeni bir papa seçildi.

Papanın kendisi Huss’ın rahipleri sorumlu tuttuğu suçlardan çok daha büyüklerini işlemiş olmasına rağmen Papayı azleden konsey Huss’ı da ezmeye kararlıydı. Huss’un tutuklanması Bohemya’da büyük öfke yarattı. Kendi güvence kararını hiç istemeden çiğneyen İmparator, Huss’a karşı yürütülen işlemlere de karşı koydu. Ancak Reformcunun düşmanları, “Sapkınlıkla suçlanan kişiler imparatorlar ve krallar tarafından güvence altında olsalar bile, inancımız sapkınlığa hoşgörüyle davranmaz” gerek-çesiyle tartışına çıkardılar.6

Karanlık ve nemli bir zindanda hastalanıp zayıf düşen Huss, sonunda konseyin huzuruna çıkarıldı. Zincirlere vurularak daha önce kendisine koruma güvencesi veren imparatorun önüne getirildi. Gerçeği ödün vermeden savundu ve çürümüş hiyerarşiyi protesto etti. Kendisine, öğretilerinden dönmemesi durumunda öleceği söylendi. O da şehit olmayı seçti.

Tanrı’nın lütfu ona destek oldu. İdamdan önceki haftalarda gökyüzünün huzuru içini doldurdu. Bir arkadaşına şöyle yazıyordu: “Bu mektubu zindandan yazıyorum. Yarın büyük olasılıkla idam edileceğim. İsa Mesih’in yardımıyla yakında gökyüzünde buluştuğumuzda

Tanrı’nın bana karşı ne denli merhametli davrandığını öğreneceksin. Beni denenmelerin ve zorlukların içinde O’nun nasıl desteklediğini anlayacaksın. ”

Önceden görülen zafer

Huss zindanda gerçek imanın zaferini önceden görmüştü. Bir gece rüyasında Prag’daki kilisenin duvarlarına yaptığı Mesih’in resimlerini Papanın ve rahiplerin sildiğini gördü. “Bu görüm onu rahatsız etti; ama ertesi gün birçok ressamın bu resimlerden çok daha fazlasını, çok daha parlak renklerle yaptığını gördü. Kalabalıklarla çevrilmiş olan ressamlar, ‘Papalar ve rahipler gelirse gelsin; artık kimse bunları silemeyecek!’ diye bağırıyorlardı” Reformcu daha sonra şöyle dedi: “Mesih’in benzeyişi asla silinmeyecek. Onlar bunu yok etmeye çalıştılar; ama benden çok daha iyi vaizler gelip daha iyilerini yapacaklar. ”

Huss son bir kez konseyin önüne çıkarıldı. İmparator, prensler, saray görevlileri, kardinaller, piskoposlar, rahipler ve geniş bir kalabalık bir araya gelmişti.

Son kararının ne olduğu sorulduğunda Huss, sözlerini geri almayı reddetti. Verdiği güvenceyi utanmazca çiğneyen krala gözlerini dikerek şöyle dedi: “Burada bulunan imparatorun verdiği güvence ile kendi isteğimle konseyin huzurundayım. ” Sigismundun yüzü kıpkırmızı kesildi. Herkes gözlerini ona çevirmişti.

Bunun ardından hüküm verildi ve aşağılanma töreni başladı. Kendisine bir kez daha fikrinden cayması öğütlenen Huss, insanlara dönerek şöyle cevap verdi: “Bunu yaparsam, hangi yüzle gökyüzüne bakarım? Müjdenin gerçeğini ilan ettiğim bu halkın yüzüne nasıl bakarım? Hayır; onların kurtuluşu, ölüme teslim edilen benim şu zavallı bedenimden çok daha değerlidir.” Aşağılanma töreni uyarınca Huss’ın rahiplik giysileri üzerinden birer birer çıkartıldı. Her giysinin çıkartılışında bir lanet okunuyordu. Sonunda Huss’ın başına kağıttan yapılmış piramit şeklinde bir piskoposluk tacı geçirildi. Tacın üzerinde cinleri temsil eden korkutucu resimler vardı. Tepesinde de ‘Sapkınların Başı’ yazıyordu. Bu sırada Huss şöyle dedi. “Ey İsa, benim için dikenli bir taç giyen senin uğruna ben de bu utanç tacına seve seve razı olurum ”

Huss kazıkta can veriyor

Huss ölüme götürüldü. Dev bir alay onu izliyordu. Ateşin yakılması için tüm hazırlıklar tamamlandığında kendisine bir kez daha yanılgılarını reddetmesi öğütlendi. Huss, “Hangi yanılgılarımı reddedecekmişim?” diye sordu, “Ben kendimi hiçbir yanılgıdan sorumlu tutmuyorum. Tanrı şahidimdir; yazdığım ve öğrettiğim her şey insanları günahtan ve mahvoluştan kurtarma amacını gütmüştür. Bu yüzden yazdığım ve öğrettiğim her şeye sevinçten coşarak kanımla tanıklık edeceğim. ”

Alevler Huss’ı sardığında “Davut Oğlu İsa, bana merhamet et” diye ezgiler söylemeye başladı ve sesi sonsuza dek kesilene kadar böyle devam etti. Huss’ın ve ondan hemen sonra da Jerome’un ölümünü tanımlayan ateşli bir katolik şöyle dedi: “Düğün şölenine hazırlanır gibi ateşe yaklaştılar. Acı çığlıklar işitilmedi. Alevler yükselirken ilahiler söylemeye başladılar; ateşin yoğunluğu onları susturamadı. ”

Huss’ın bedeni yanıp tükendiğinde külleri toplanıp Ren ırmağına atıldı ve bir tohum gibi okyanusa kavuşarak dünyanın tüm ülkelerine dağıldı. Henüz bilinmeyen diyarlarda gerçeğe tanıklık ederek bol meyve verecekti. O salondaki sesin yankıları gelecek çağlarda işitilmeye devam etti. Huss’ın yaşamı işkence ve ölümle yüzleşen çok sayıda insanı cesaretlendirdi. Onun idamı Roma’nın hain zalimliğini gözler önüne serdi. Gerçeğin düşmanları, yok etmeyi amaçladıkları gerçeği aslında yaymış oldular.

Ne var ki gerçeğe tanıklık etmesi gereken bir kişinin daha kanı dökülmeliydi. Jerome, Huss’a cesaret ve kararlılık kazandırmıştı. Tehlikeye düştüğünde yardıma koşacağını söylemişti. Sadık öğrenci devrimcinin tutuklandığını haber alır almaz, vaadini yerine getirmeye hazırlandı. Herhangi bir güvencesi olmadan Constance’a gitmek üzere yola koyuldu. Oraya vardığında Huss’a herhangi bir yardımı dokunmadan kendini tehlikeye atacağını anladı. Kaçmaya çalışırken yakalandı ve zincire vurularak konseye çıkarıldı. Soruları yanıtlamaya çalışırken insanlar, “Bunu da ötekiyle birlikte yakın!” diye bağırıyordu.13 Bir zindana atılarak su ve ekmekle karnını doyurmaya başladı. Oradaki sıkıntılar hastalığa kapılmasına neden oldu ve yaşamı tehlikeye girdi. Düşmanları onun ölerek ellerinden kurtulacağını anlayınca, daha az şiddetli davranmaya başladılar. Zindanda bir yıl kadar kaldı.

Jerome konseye teslim oluyor

Huss’a verilen güvencenin çiğnenmesi büyük bir öfke fırtınası yaratmıştı. Bu yüzden konsey, Jerome’u yakmak yerine onu geri döndürmeye karar verdiler. Ya inancını reddedecek ya da kazıkta ölecekti. Hastalık, tutukevi koşulları, sıkıntılar ve gerginlik yüzünden zayıf düşen Jerome, Huss’ın ölümü ve arkadaşlarından ayrılmanın verdiği üzüntüyle direncini yitirdi. Katolik inancına bağlılığını yeniden dile getirdi. Wycliffe’i ve Huss’ı suçlayan kon-seyin eylemini - ancak onların savunduğu ‘kutsal gerçekler’ dışındakabul etti.14

Ne var ki zindanda tek başına kaldığında ne yaptığını açıkça gördü. Huss’ın cesaretini, bağlılığını ve kendi inkarını düşündü. Kendisi uğruna çarmıha göğüs geren Efendisini düşündü. İnkar etmeden önce acılarında Tanrı iyiliğinin güvencesiyle teselli buluyordu, ama şimdi keder ve kuşku içini kemirip duruyordu. Roma’yla tam bir zeminde anlaşabilmek için başka konularda da geri çekilmesi gerekecekti. Yürümeye başladığı yol onu eninde sonunda tümüyle imandan çıkaracaktı.

Jerome tövbe ediyor ve yeniden cesaret buluyor

Jerome bir süre sonra yeniden konseyin önüne çıkarıldı. Önceki teslimiyeti yargıçları tümüyle tatmin etmemişti. Canını kurtarmasının tek yolu gerçekten tümüyle ödün vermekti. Ne var ki o, imanını savunmaya ve kardeşinin ardından alevlere atılmaya karar-lıydı.

Önceki sözlerini geri aldı ve ölümün eşiğindeki bir kişi olarak kendisine savunma fırsatı verilmesini istedi. Rahip yardımcıları kendisine yöneltilen suçlamaları kabul etmesi ve onaylaması için ısrar ettiler. Jerome bu zalim adaletsizliğe karşı koydu. “Beni üç yüz kırk gün boyunca korkunç bir zindana tıktınız” diye konuştu; “şimdi de önünüze çıkarıp can düşmanlarıma kulak veriyor ve beni dinlemeyi reddediyorsunuz... Adalete karşı günah işlememeye dikkat edin. Bana gelince, ben cılız bir ölümlüyüm. Benim hayatımın küçük bir önemi vardır. Adaletsiz bir hüküm vermeyin derken kendimden çok sizin için konuşuyorum. ”

Jerome’un ricası yerine getirildi. Yargıçların huzurunda diz çökerek Kutsal Ruh’un düşüncelerini kontrol etmesini diledi. Gerçeği saptıracak ya da Efendisini küçük düşürecek bir söz söylemekten kaçınıyordu. O gün Rab’bin şu vaadi gerçekleşti: “Sizleri mahkemeye verdikleri zaman, neyi nasıl söyleyeceğinizi düşünerek kaygılanmayın. Ne söyleyeceğiniz o anda size bildirilecek. Çünkü konuşacak siz olmayacaksınız, Babanızın Ruhu sizin aracılığınızla konuşacaktır” (Matta 10:19,20).

Jerome bir yıl boyunca zindanda kalmıştı; göremiyor ve oku- yamıyordu. Ama sözleri öyle açık ve güçlü bir şekilde dile geldi ki, sanki zindanda hiç durmadan Kutsal Kitap çalıştığı sanılabilirdi. Dinleyicilerine adil olmayan yargıçlar tarafından suçlanan uzun bir imanlı listesi sıraladı. Mesih’in kendisi de doğru olmayan bir mah-keme önüne çıkarılarak kötülükle suçlanmıştı.

Jerome tövbe ettiğini duyurdu; şehit olan Huss’ın masumluğuna ve paklığına tanıklık etti. “Onu çocukluğumdan beri tanıyorum”, dedi, “adil ve pak bir kişiydi; masum olmasına rağmen haksızca suçlandı...Ben ölmeye hazırım. Düşmanlarım ve sahte tanıklar tarafından hazırlanan işkencelerden yılmayacağım. Bu kişiler bir gün, kimsenin asla aldatamayacağı yüce Tanrı’nın önünde hesap verecekler.”

Jerome şöyle devam etti: “Gençliğimden beri işlediğim günahlar içinde bana en çok yük olanı ve acı vereni bu yerde işlediğim günahtır. Wycliffe ve kutsal şehit John Huss için verilen hükümleri onaylamam benim en büyük günahımdır. Evet. Bunu yürekten itiraf ediyorum ve dehşetle anıyorum. Ölüm korkusu yüzünden onların öğretilerini reddettim. Bu yüzden her şeye gücü yeten Tanrı’nın günahlarımı ve özellikle bu en korkunç olanını bağışlamasını diliyorum.”

Daha sonra yargıçlara işaret ederek şöyle dedi: “Siz Wycliffe’i ve John Huss’ı mahkum ettiniz... Ben de onların savunduğu çürütülemeyen gerçeklere inanıyorum ve bunları ilan ediyorum.”

Sözleri kesildi. Küplere binen ruhban sınıfı bağırmaya başladı; “Başka kanıta gerek var mı? Sapkınların en inatçısı gözümüzün önünde duruyor!”

Jerome kopan fırtınadan etkilenmemişti. “Ölümden korktuğumu mu sanıyorsunuz?” diye bağırdı, “Beni ölümden de korkunç bir zindanda bir yıl tuttunuz... Bir Hıristiyana karşı yaptığınız bu korkunç barbarlığa hala hayret ediyorum. ”

Tutukevi ve ölüm

Yeniden patlayan öfke karşısında Jerome alelacele hapse konuldu. Ne var ki sözleri, bazı kişileri derinden etkilemişti. Bu kişiler onun canını kurtarmayı bile düşünüyordu. Yüksek yönetim sınıfından bazı kişiler Jerome’ı ziyaret ederek konseye boyun eğmesini istediler. Karşılığında parlak ödüller vaat edildi.

“Kutsal Yazılara göre yanlış olduğumu kanıtlayın. Ben de sö-zümden dönerim.”

Onu ayartmaya çalışanlardan biri, “Kutsal Yazılar mı?” diye sordu. “Her şeyi onlara göre mi değerlendireceğiz? Kilise Kutsal Yazıyı yorumlamadıkça onu kim anlayabilir?”

Jerome, “Kurtarıcımızın müjdesi, insanların geleneklerinden daha mı çok imana layıktır?” diye karşılık verdi.

Bir başkası şöyle bağırdı: “Dinden çıkmış adam! Sana bu kadar çok yalvardığım için tövbe ediyorum. Seni gerçekten de İblis yönetiyor. ”

Jerome, Huss’ın canını verdiği yere götürüldü. Coşkuyla ezgiler söylüyordu; yüzü sevinç ve esenlikle aydınlanmıştı. Onun için ölüm artık dehşetini yitirmişti. Cellat ateşi yakmak için arka sına geçtiğinde Jerome şöyle dedi: “Önüme geçip yak. Korksam, burada olmazdım.”

Jerome’un son sözleri bir duaydı; “Rab, her şeye gücü yeten Baba, bana merhamet et ve günahlarımı bağışla. Çünkü senin gerçeğini her zaman sevdiğimi biliyorsun. ” Bu şehidin külleri de toplanıp Huss’ın külleri gibi Ren’e atıldı. Tanrı’nın ışığını taşıyanlar, böylece yok edildi.

Huss’ın idamı Bohemya’da büyük bir öfke ve dehşet fırtınası yaratmıştı. Tüm ulus onu gerçeğin sadık bir öğretmeni olarak ilan etmişti. Konsey cinayetle suçlandı. Huss’ın öğretileri öncekinden de büyük bir ilgi odağı haline geldi. Birçok kişi ortaya çıkan imanı kabul etti. Papa ve İmparator bu akımı yok etmek için birleştiler. Sigismund’un orduları Bohemya’ya karşı harekete geçti.

Ama bir kurtarıcı çıkıyordu. Bohemyalıların önderi olan Zis- ka, kendi yaşıtları arasındaki en yetenekli generallerden biriydi. Tanrı’nın yardımına güvenen halk, karşı karşıya geldikleri en güçlü ordulara direndiler. İmparator Bohemya’yı tekrar tekrar işgal ettiyse de her seferinde geri püskürtüldü. Huss’ın izleyicileri ölüm korkusunu geride bırakmışlardı; kimse onlara karşı duramıyordu. Cesur Ziska öldü, ama bazı açılardan daha yetenekli bir önder olan Prokopiyus onun yerini aldı.

Papa, Huss’ın izleyicilerine karşı bir haçlı seferi ilan etti. Bohemya’ya karşı dev bir kuvvet oluşturuldu, ama yenik düşürüldü. Başka bir haçlı seferi daha ilan edildi. Avrupa’nın papalığa bağlı tüm ülkelerinde insan, para ve savaş donanımı yığınağı oluşturuldu. Papalık bayrağı altında kalabalıklar toplanıyordu.

Dev kuvvet Bohemya’ya girdi. İnsanlar onlarla karşılaşmak için toplandı. Her iki ordu da aralarında bir ırmak kalana dek birbirine yaklaştı. “Haçlıların gücü daha üstündü; ama ırmağı geçmek ve Huss’ın izleyicileriyle karşılaşmak yerine, oldukları yerde kalıp sessizce bu savaşçılara bakmaya başladılar. ”

Düşman birdenbire gizemli bir dehşete kapıldı. Tek bir darbe bile vurulmadan o dev kuvvet kırıldı ve görülmeyen bir güç tarafından darmadağın edildi. Huss’ın izleyicilerinden oluşan ordu, kaçanların peşine düştü. Zafer kazananlar büyük bir ganimete kavuştular. Savaş Bohemyalıları yoksullaştıracağı yerde zenginleştirmişti.

Birkaç yıl sonra yeni bir Papanın yetkisiyle başka bir haçlı seferi ilan edildi. Büyük bir ordu Bohemya’ya girdi. Huss’ın izleyicilerinden oluşan ordu, düşmanı ülkenin içine doğru çekti.

Prokopiyus’un ordusu savaşmak için ilerlemeye başladı. Yaklaşan kuvvetin sesi işitildiğinde, daha Huss’ın ordusu ortada yokken, haçlılar paniğe kapıldılar. Prensler, generaller ve askerler silahlarını kaldırıp atarak hızla kaçmaya başladılar. İş bitmişti. Zafer kazananların eline yine büyük miktarda ganimet geçti.

Savaşa susamış, eğitimli bir ordu, tek bir darbe bile indirmeden zayıf ve cılız bir ulusu savunanların önünde ikinci kez dağıldı. İşgalciler her iki durumda da doğaüstü bir dehşete kapıldılar. Midyanlıların ordusunu Gideon’un ve üç yüz kişilik ordunun önünde kırdıran Tanrı, bu kez de elini uzatmıştı (Bkz. Hakimler 7:19-25; Mezmur 53:5).

Diplomasinin oyunu

Papalık önderleri sonunda diplomasiye sığındılar. Bohemyalıları yeniden Roma’nm eline düşüren bir ödün verildi. Bohemyalılar Roma’yla barış koşulu olarak dört madde belirlediler. (1) Kutsal Kitap özgürce duyurulacak. (2) Kilisenin tüm üyeleri Rabbin Sofrasından ekmek ve şarap alma hakkına kavuşacak. Tapınma sırasında ulusun ana dili kullanılacak. (3) Ruhban sınıfı tüm laik görevlerden ve yetkiden uzaklaştırılacak. (4) Suç davalarında, halk da ruhban sınıfı da mahkeme önünde eşit muamele görecek. Papalık yetkilileri bu dört maddeyi kabul ettiler; ama bunları açıklama hakkının Papaya ve İmparatora ait olması gerektiğini dile getirdiler.20 Roma, savaş yoluyla kazanamadığını, gerçekleri çarpıtarak ve hile yaparak kazandı. Tıpkı Kutsal Kitap yorumunu kendilerine bağladıkları gibi bu maddelerin yorumunu da kendi amaçları doğrultusunda çarpıtacaklardı.

Bohemya’da geniş bir kitle, özgürlüklerinin tehdit altına girdiğini görerek anlaşmaya yanaşmadılar. Ayrılıklar ve bölünmeler oldu. Soylu Prokopiyus can verdi ve Bohemya’nın özgürlüğü son buldu.

Yabancı güçler Bohemya’yı yeniden işgal etti. Müjdeye bağlı kalanlar kanlı bir zulümden geçirildi. Ama kararlılıkları sarsılmadı. Mağaralara ve oyuklara sığınarak Tanrı’nın Sözünü okumak ve O’na tapınmak için bir araya geldiler. Farklı ülkelere gönderilen haberciler aracılığıyla Alp dağlarında Kutsal Yazının özüne sadık kalan ve Roma’nın putperest çürümüşlüğünü reddeden eski bir topluluğun varlığını öğrendiler.21 Büyük bir sevinçle

Valdens imanlılarıyla ilişki kurdular.

Müjdeye sadık kalan Bohemyalılar, zulüm gecesi boyunca nöbet tutarak gözlerini sabırla sabaha diktiler.

This article is from: