9 minute read

Bölüm 17 Mesih’ in Dönüşüne ilişkin Vaateler

Mesih’in, kurtarış görevini tamamlamak için geri dönmesi Kutsal Yazıların doruk noktasıdır. İmanın çocukları Aden bahçesinden beri vaat edilen Kişinin gelmesini ve kendilerini yeniden Yitirilen Cennet’e kavuşturmasını beklemektedir.

Aden’de oturanların yedinci kuşağından gelen ve üç yüz yıl boyunca Tanrı’nın izinden gitmiş olan Hanok şöyle duyurmuştur: “İşte, Rab herkesi yargılamak üzere kutsallarının onbinlercesiyle geliyor” (Yahuda 14,15). Eyüp büyük bir sıkıntı çektiği gece şöyle dedi: “Ben bilirim ki, Kurtarıcım diridir ve sonunda toprağın üzerinde duracaktır... Tanrı’yı göreceğim ben. O’nu kendimden yana göreceğim. Gözlerim O’nu görecek ve bir yabancı gibi değil” (Eyüp 19:25-27). Kutsal Kitap’ın ozanları ve peygamberleri Mesih’in gelişini hep hararetli sözcüklerle dile getirdiler. “Sevinsin gökler, coşsun yeryüzü! Gürlesin deniz ve içindekilerin tümü! Bayram etsin kırlar ve üzerindekiler! O zaman Rab’bin önünde bütün orman ağaçları sevinçle haykıracak. Çünkü O geliyor! Yeryüzünü yönetmeye geliyor. Dünyayı adaletle, halkları kendi gerçeğiyle yönetecek” (Mezmurlar 96:11-13).

İşaya şöyle dedi. “O gün denilecek: “İşte, Tanrımız budur. O’nu bekledik, bizi kurtaracaktır. Rab budur. Onu bekledik ve kurtarışıyla sevineceğiz” (İşaya 25:9).

Kurtarıcı, öğrencilerine tekrar geleceğine ilişkin güvence vererek onları teselli etti. “Babamın evinde yaşanacak çok yerler vardır. Size yer hazırlamaya gidiyorum. Siz de benim bulunduğum yerde olasınız diye yine gelip sizi yanıma alacağım. İnsanoğlu kendi görkemi içinde bütün melekleriyle birlikte gelince, görkemli tahtına oturacak. Ulusların hepsi O’nun önünde toplanacak” (Yuhanna 14:2,3; Matta 25:31,32).

Melekler Mesih’in dönüş vaadini öğrencilere tekrarladılar: “Ey Celileliler, neden göğe bakıp duruyorsunuz? Sizden göğe alınan bu İsa, göğe çıktığını nasıl gördünüzse, aynı şekilde geri gelecektir” (Elçilerin İşleri 1:11). Pavlus şöyle bir tanıklıkta bulundu: “Rab’bin kendisi, bir emir çağrısıyla, baş meleğin seslenmesiyle ve Tanrı’nın borazanıyla gökten inecek” (1 Selanikliler 4:16). Patmosun peygamberi şöyle dedi: “İşte bulutlarla geliyor! Her göz O’nu görecek” (Esinleme 1:7).

O zaman kötülüğün uzun süreli yönetimi son bulacak: “Dünyanın egemenliği, Rabbimizin ve O’nun Mesihinin oldu. Ve O sonsuzlara dek egemenlik sürecek” (Esinleme 11:15). “Rab Tanrı bütün ulusların karşısında doğrulukla övgüyü öyle çıkaracaktır” (İşaya 61:11).

O zaman Mesih’in esenlikle dolu egemenliği kurulacaktır: “Çünkü Rab, onun çölünü Aden ve bozkırını Rab’bin bahçesi gibi etti. Orada sevinç, şükran, mutluluk ve ezgi sesi bulunacak” (İşaya 51:3).

Rab’bin gelişi, O’nun tüm gerçek izleyicilerinin ümidi olmuştur. Zulüm ve acıların arasında, “mübarek ümidimizin gerçekleş-mesini, ulu Tanrı ve Kurtarıcımız İsa Mesih’in yücelik içinde gelmesini bekliyoruz” (Titus 2:13). Pavlus dirilişin, Kurtarıcının dönüşüyle birlikte gerçekleşeceğine işaret etti; “Mesih’teki ölüler dirilecek ve Rab’bi havada karşılamak üzere dirilerle birleşecektir; “Böylece sonsuza dek Rab’le birlikte olacağız. İşte birbirinizi bu sözlerle teselli edin” (1. Selanikliler 4:17).

Patmos’taki sevgili öğrenci, “Evet, tez geliyorum!” vaadini işitti ve “Amin! Gel, ya Rab İsa!” diye karşılık verdi (Esinleme 22:20).

Kutsalların ve şehitlerin gerçeğe tanıklık ettiği zindanlar, kazıklar ve idam sehpaları imanı ve ümidi yansıtmaktadır. İmanlılardan biri şöyle diyor: “Kendi kişisel dirilişinin ve Mesih’in gelişinin güvencesini taşıyanlar ölümü hor gördüler ve onu aştılar ” Valdensler aynı imanı taşıdılar. Wycliffe, Luther, Calvin, Knox, Ridley ve Baxter Rab’bin dönüşünü imanla beklediler. Elçisel kilisenin, çöldeki kilisenin ve Reformcuların ümidi buydu.

Peygamberlik yalnızca Mesih’in ikinci gelişinin neden ve nasıl olacağını anlatmakla kalmaz, o günün yaklaştığını görebilmemiz için gereken belirtileri de sıralar. “Güneşte, ayda ve yıldızlarda belirtiler görülecek. Yeryüzünde uluslar denizin ve dalgaların uğultusundan şaşkına dönecek, dehşete düşecekler” (Luka 21:25) “Güneş kararacak, ay ışığını vermez olacak, yıldızlar gökten düşecek ve göksel güçler sarsılacak” (Markos 13:24-26). İkinci gelişten önceki belirtiler şöyle tanımlanıyor: “Büyük bir deprem olduğunu gördüm. Güneş, keçi kılından yapılmış siyah bir çul gibi karardı. Ay baştan aşağı kan rengine döndü” (Esinleme 6:12).

Yeryüzünü sarsan deprem

Bu peygamberliğin gerçekleşmesini 1755 yılında olan büyük depremde görebiliriz. Lizbon depremi olarak bilinen bu depremin etkileri, Avrupa’ya, Afrika’ya ve Amerika’ya kadar uzandı. Grönland’da, Batı Hindistan’da, Norveç’te, İsveç’te, İngiltere’de ve İrlanda’da hissedildi. Dört milyon metrekarelik bir alana yayılan etkisi oldu. Afrika’daki şok hemen hemen Avrupa’daki kadar şiddetli oldu. Cezayir’in bir kısmı yıkıldı. Büyük bir dalga İspanya ve Afrika kıyılarına vurarak kentleri yuttu.

Portekiz’in bazı dağları sanki temellerinden koparılmış gibi sarsıldı. Bazılarının dorukları zarar gördü; büyük kütleler koparak aşağıdaki vadilere düştü. Dağlardan alevler çıktığı da söylenmiştir.

Lizbon’da, yerin altından gelen bir yıldırım gürültüsü işitildi, hemen ardından kentin büyük bir kısmı şiddetli bir şokla yıkıldı. Altı dakika içinde altmış bin kişi mahvoldu. Deniz ilk önce geri çekildi ve karadan uzaklaştı; sonra da yüz elli metrelik dalgalar halinde geri döndü.2

Deprem tatil gününde oldu; kiliseler ve manastırlar insanlarla doluydu. Onların ancak bir kısmı kaçabildi. İnsanların dehşeti inanılmayacak boyuttaydı. Kimse ağlayamadı bile. Panik ve korku içinde oradan oraya koşturuyor, yüzlerine ve göğüslerine vurarak “Miericordia!” , “Dünyanın sonu geldi!” diye bağırıyorlardı. Analar çocuklarını unutarak çevrelerindeki haçlı heykellere koştular. Birçoğu korunmak için kilise binalarına girdi. Ama ne yazık ki sunaklara, heykellere ve rahiplere sarılanlar, onlarla birlikte yıkıma uğradı.

Güneşin ve ayın kararması

Yirmi beş yıl sonra peygamberlikte sözü geçen başka bir belirti - güneşin ve ayın kararması - daha gerçekleşti. Kurtarıcı Zeytin dağında öğrencileriyle konuşurken, “O günlerde, o sıkıntıdan sonra, güneş kararacak, ay ışığını vermez olacak” demişti (Markos 13:24). 1260 günlük - ya da yıllık - süre 1798’de son buluyordu. 25 yıl kadar önce, zulüm hemen hemen tümüyle son bulmuştu. Bu zulmün sonucunda güneşin kararması gerekiyordu. 19 Mayıs 1780 yılında bu peygamberlik yerine geldi.

Massachusetts’deki bir tanık olayı şöyle tanımlıyor: “Gökyüzünü kapkara bir bulut kapladı. Ufukta küçük bir ışık dışında ortalık tümüyle kararıverdi. Sanki bir yaz gecesi saat dokuzun karanlığı yaşanıyordu.

İnsanların zihinleri yavaş yavaş korku ve kaygıyla dolmaya başladı. Kadınlar kapılarda durup dışarıdaki koyu karanlığa baktılar, erkekler iş yerlerinden ayrıldılar. Marangoz gereçlerini, demirci çekicini, tüccar da kasasını bıraktı. Okullar boşaltıldı, korkan çocuklar evlerine koştular. Yolcular en yakındaki çiftliklere sığındılar. Her dudaktan ve yürekten “Ne geliyor?” sorusu yükseliyordu. Sanki ülkede bir kasırga esiyordu. Herkes bir şeylerin sonunun gelmekte olduğunu hissediyordu.

O karanlık sonbahar günü mumlar ve şömineler yakıldı. Tavuklar kümeslerine girdiler ve uyudular. Büyük baş hayvanlar birbirlerine sokularak uykuya daldılar. Kuşlar akşam ezgilerini söylüyordu. Yarasalar bile ortaya çıkmıştı. Ama insanlar akşamın gelip gelmediğini ayırt edemediler...

Birçok yerde kilise toplulukları bir araya geldi. Vaazların konusu Kutsal Yazıların peygamberlik bölümlerinde söz edilen karanlıkla bağlantılıydı. Saat on birden sonra karanlık daha da koyulaştı.4

Ülkenin bazı yerlerindeki karanlık o kadar büyüktü ki, insanlar mum yakmadan adım atamaz hale gelmişlerdi. Karanlıkta yemek yiyemiyor ya da günlük sıradan işlerini yapamıyorlardı.5

Kana bürünen ay

Gecenin karanlığı da en az gündüzün karanlığı kadar olağandışı ve dehşet vericiydi. Dolunay olmasına rağmen yapay ışık olmadan hiçbir şey seçilemiyordu. Karanlık o kadar yoğundu ki, neredeyse ışınların güçlükle geçtiğini görebiliyordunuz. Mısır’daki karanlığa benziyordu.6 Evrendeki her şeyi siyah örtülerle ört- seydiniz ya da her şeyin varlığına son verseydiniz, belki ancak bu kadar karanlık olurdu.7 Gece yarısından sonra karanlık ortadan kalktı. Ay ilk görülebildiği zaman kana bürünmüş gibiydi.

19 Mayıs 1780 günü tarihe ‘Karanlık Gün’ olarak geçti. Musa’nın zamanından beri hiç bu denli yoğun bir karanlık yaşanmamıştır. Görgü tanıklarının tanımlaması Yoel’in 2500 yıl önceki sözlerini andırıyordu; “Rab’bin büyük ve korkunç günü gelmeden önce güneş kararacak, ay kan rengine dönecek” (Yoel 2:31).

Mesih şöyle dedi: “Bu olaylar gerçekleşmeye başladığında doğrulun ve başlarınızı kaldırın. Çünkü kurtuluşunuz yakın demektir. Bunların yapraklandığını gördüğünüz zaman yaz mevsiminin pek yakın olduğunu kendiliğinizden anlarsınız. Aynı şekilde, bu olayların gerçekleştiğini gördüğünüzde bilin ki, Tanrı’nın Egemenliği yakındır” (Luka 21:28, 30, 31).

Ne yazık ki kilisede Mesih’e duyulan sevgi ve O’nun gelişine iman, soğumaya yüz tutmuştu. Tanrı’nın imanlı halkı Kurtarıcının gelişine işaret eden belirtilere karşı körleşmişti. İkinci geliş öğretisi göz ardı edilmişti. Özellikle Amerika’da neredeyse tümüyle ihmal edilip unutulmaya yüz tuttu. Aşırı bir para kazanma tutkusu, güç ve ün hırsı bu çağın düzenlerinin kaldırılacağı o önemli güne karşı insanları duyarsızlaştırdı.

Kurtarıcı ikinci gelişinden önce gerçekleşecek olan imandan dönüşe de dikkati çekti; “Kendinize dikkat edin! Yürekleriniz sefahat, sarhoşluk ve bu yaşamın kaygılarıyla ağarlaşmasın. O gün, üzerinize bir tuzak gibi aniden inmesin. Çünkü o gün bütün yeryüzünde yaşayan herkesin üzerine gelecektir. Her an uyanık durun, gerçekleşmek üzere olan bütün bu olaylardan kurtulabilmek ve İnsanoğlu’nun önünde durabilmek için dua edin” (Luka 21:34, 36).

İnsanlar çağın sonunda kendilerini bekleyen ciddi olaylara karşı uyanık olmalılar.

“Rab’bin o büyük günü ne korkunçtur! O güne kim dayanabilir?”, Gözleri kötüye bakamayacak kadar saf olan ve haksızlığı hoş göremeyen Tanrı’nın önünde insanlar o gün nasıl duracaklar? “Onların kötülüklerinden ötürü dünyayı ve suçlarından ötürü kötüleri cezalandıracağım.” “Rab’bin öfke gününde, altınları da gümüşleri de onları kurtaramayacak. Rab’bin kıskançlık ateşi bütün ülkeyi yakıp yok edecek. Rab ülkede yaşayanların hepsini korkunç bir sona uğratacak. Servetleri yağmalanacak. Viraneye dönecek evleri. Yaptıkları evlerde oturamayacak, diktikleri bağların şarabını içemeyecekler. Rab’bin Büyük Günü” (Yoel 2:11; Habakkuk 1:13; İşaya 13:11; Sefanya 1:18,13).

Uyanmaya çağrı

Tanrı Sözü, Rab’bin büyük günü için O’nun halkının tövbe etmesini ve kendisini aramasını beklemektedir: “Siyon’da boru çalın, kutsal dağımda boru sesiyle halkı uyarın. Ülkede yaşayan herkes korkudan titresin. Çünkü Rab’bin günü çok yaklaştı, geliyor. Karanlık, sıkıntılı bir gün olacak, bulutlu, koyu karanlık bir gün... Oruç için gün belirleyin, özel bir toplantı yapın. Rahipler, Rab’bin hizmetkârları, Tapınağın girişiyle sunak arasında ağlaşıp, ‘Ey Rab, halkını esirge’ diye yalvarsınlar. Rab diyor ki, ‘Şimdi oruç tutarak, ağlayıp yas tutarak bütün yüreğinizle bana dönün. Giysilerinizi değil, yüreklerinizi paralayın ve Tanrınız Rab’be dönün. Çünkü Rab lütufkâr ve merhametlidir’” (Yoel 2:1, 15-17, 12, 13).

İnsanların Tanrı’nın gününde durabilmesi için büyük bir reforma gerek vardır. Rab merhamet ederek halkını kendisi için o güne hazırlamaktadır.

Esinleme 14. bölümde dile gelen bir uyarıyı görüyoruz. Göksel varlıklar, Oğul yeryüzünün ekinini biçmeye gelmeden hemen önce üç yönlü bir bildiride bulunuyorlar.

“Bundan sonra göğün ortasında uçan başka bir melek gördüm. Bu melek, yeryüzünde yaşayanlara - her ulusa, her oymağa, her dile ve her halka - iletmek üzere sonsuza dek kalıcı olan Müjde’yi getiriyordu. Yüksek sesle şöyle diyordu: ‘Tanrı’dan korkun! O’nu yüceltin! Çünkü O nun yargılama saati geldi. Göğü, yeri denizi ve su pınarlarını yaratana tapın!’” (Esinleme 14:6,7).

Bildiri, ‘sonsuza dek kalıcı olan Müjde’nin’ bir parçasıdır. Müjdeyi vaaz etme görevi insanlara verilmiştir. Kutsal melekler yönetimde olabilirler, ama müjdenin asıl duyurusunu yapacak olanlar, Mesih’in yeryüzündeki kullarıdır. Tanrı Ruhunun ve Sözünün yönlendirişine açık olan sadık insanlar bu uyarıyı duyuracaklardır. Tanrı bilgisini, ‘gümüş kazanmaktansa onu kazanmak daha iyidir. Onun yararı altından daha çoktur’ diyerek aramaktadırlar. ‘‘Rab kendisinden korkanlarla paylaşır sırrını, onlara açıklar antlaşmasını” (Süleyman’ın Özdeyişleri 3:14; Mezmurlar 25:14).

Alçakgönüllü insanların verdiği bildiri

Bilgili teologlar Kutsal Yazıları titizlikle ve duayla araştırsalardı, zamanı bilebilirlerdi. Peygamberlikler onlara gelecekteki olayları gösterebilirdi. Ne var ki bildiri, alçakgönüllü insanlar tarafından verilmişti. Işık kendilerine yakınken onu aramayı göz ardı edenler karanlıkta kalırlar. Kurtarıcı şöyle duyurdu: “Ben dün-yanın ışığıyım. Benim ardımdan gelen, asla karanlıkta yürümez, yaşam ışığına sahip olur” (Yuhanna 8:12). Böyle bir kişiyi gerçeğe yönlendirmek için gökyüzünün ışığı hazır olacaktır.

Mesih’in ilk gelişinde Kutsal Kentin kahinleri ve Kutsal Yasa uzmanları ‘belirtileri’ görebilmeli ve vaat edilenin gelişini ilan etmeliydiler. Mika O’nun doğum yerini, Daniel de gelişinin zamanını açıklamıştı (Mika 5:2; Daniel 9:25). Yahudiler bilmeselerdi, mazeretleri hoş görülebilirdi. Onların cahilliği günahlı ihmalden kaynaklanıyordu.

İsrail’in ihtiyarlan dünya tarihinin en önemli olayı olan Tanrı Oğlunun geliş yerini, tarihini ve koşullarını büyük bir ilgiyle incelemeliydiler. İnsanlar, yeryüzünün Kurtarıcısını karşılamak için hazır beklemeliydiler. Ama Beytlehem’den gelen iki yorgun yolcu, kentin doğusundaki dar sokağı boydan boya dolaşarak boşuna kalacak yer aradılar. Onları karşılamak için hiçbir kapı açılmadı. Sonunda sığırlara ayrılan sefil bir handa yer bulabildiler. Dünyanın kurtarıcısı orada doğdu.

Melekler bu sevinçli müjdeyi kabul edip başkalarına da bildirecek kişilere ilan ettiler. Mesih kendisini alçaltarak kul özü almıştı. Kendisini günaha karşılık kurban olarak sunacaktı. Ancak melekler, En Yüce Olan’ın Oğlunun, insanların önünde alçaldığı zaman bile karakterine uygun düşen bir soyluluk ve yücelikle gö-rünmesini arzuladılar. Yeryüzünün büyük insanları İsrail’in başkentinde toplanıp O’nu karşılayacak mıydı?

Melekler, Mesih’i bekleyen topluluğa O’nu tanıtacak mıydı?

Bir melek yeryüzünü ziyaret ederek kimlerin İsa’yı karşılamaya hazır olduğuna baktı. Mesih’in gelişi çok yakın olduğu halde hiçbir övgü ezgisi duymadı. Melek seçilmiş kentin ve Tanrı huzurunun yüzyıllarca doldurmuş olduğu tapınağın üzerinde dolaştı. Orada da pek bir fark yoktu. Kibirli kahinler debdebe içinde kirli kurbanlar sunmakla meşguldü. Ferisiler insanlara yüksek sesle sesleniyor, sokak köşelerinde gösterişli dualar sunuyordu. Krallar, düşünürler, rabbiler ve başka herkes, insanların Kurtarıcısının görünmek üzere olduğundan habersizdi.

Göksel haberciler bu utandırıcı haberi vermek üzere göğe dönecekken sürülerini güden bir grup çobanla karşılaştılar. Onlar yıldızlı göklere bakarken Mesih’le ilgili peygamberliğin ne zaman gerçekleşeceğini düşünüyor, dünyanın Kurtarıcısının gelişini özlüyordu. Bu çoban grubu göksel bildiriyi almaya hazırdı. Birdenbire göksel yücelik tüm ovayı doldurdu. Meleklerden oluşan bir ordu gözle görünür oldu. Sanki tek bir meleğin taşıyamayacağı kadar büyük bir sevinç vardı. Hepsi tek bir ağızdan bir gün bütün uluslardan kurtulanların söyleyeceği şu sözleri duyurdular: “En yücelerde Tanrı’ya yücelik olsun, yeryüzünde O’nun hoşnut kaldığı insanlara esenlik olsun!” (Luka 2:14).

Bu Beytlehem öyküsü ne harikadır! İmansızlığımıza, gururumuza ve kendimize yeter oluşumuza nasıl da meydan okur. Zamanı yorumlama konusunda bizim de başarısız olmamamız ve ziyaret edildiğimiz günü bilmemiz için bizi nasıl da uyarır!

Melekler, Mesih’in gelişini sadece çobanların beklemediğini biliyordu. Tanrıtanımazlar arasında da O’nu arayanlar vardı. Doğunun zengin ve soylu bilgeleri Yakup’tan yükselecek olan yıldızı öğrenmişlerdi. Hem İsrail’i teselli ederek ulusları aydınlatacak hem de tüm yeryüzünü kurtaracak kişiyi hevesle bekliyorlardı (Luka 2:25,32; Elçilerin İşleri 13:47).

Gökyüzünün gönderdiği yıldız Yahudi olmayan insanları yeni doğan Kral’ın yanına götürdü.

Mesih ‘ikinci kez, kurtuluş getirmek için kendisini bekleyenlere görünecektir’ (İbraniler 9:28). Kurtarıcının doğuşunun haberi gibi ikinci geliş bildirisi de halkın din önderlerine teslim edilmedi. Onları gökyüzünden gelen ışığı reddetmişlerdi; bu yüzden elçi Pavlus’un tanımladığı grubun içinde yer almıyorlardı; “Ama kardeşler, siz karanlıkta değilsiniz ki, o gün sizi hırsız gibi yakalasın. Siz hepiniz ışığın oğulları, gündüzün oğullarısınız. Geceye ya da karanlığa ait değiliz” (1 .Selanikliler 5:4,5).

Sion surlarının nöbetçileri, Kurtarıcının gelişinin haberlerini ilk alan ve duyuran kişiler olmalıydılar. Ama insanlar günahları içinde uyurlarken onların rahatı yerindeydi. İsa kilisesini, gösterişli yaprakları olan kısır bir incir ağacı gibi gördü; değerli meyveden yoksundu. Gerçek alçakgönüllülük, tövbe ve iman ruhu eksikti. Gurur, şekilcilik, bencillik ve zulüm vardı. Kötü yoldaki kilise, zamanları gösteren belirtilere gözlerini yummuştu. Tanrı’dan ayrılmış, kendisini O’nun sevgisinden koparmıştı. O’nun koşullarına uymadığından, vaatlerinin gerçekleştiğini de göremedi.

Mesih’in sözde izleyicilerinden çoğu göğün ışığına çıkmayı reddetti. Eski Yahudiler gibi, Tanrı’nın kendilerini ziyaret ettiği zamanı anlayamadı. Rab onların yanından geçip giderek gerçeğini Beytlehemli çobanlara ve Doğulu Magiler gibi ışığı arayanlara gösterdi.

This article is from: