![](https://static.isu.pub/fe/default-story-images/news.jpg?width=720&quality=85%2C50)
4 minute read
Bölüm 19 Büyük Hayal Kirikliğinin Nedeni
Tanrı’nın işleyişi, çağdan çağa her büyük reformda ve inanç akımında çarpıcı bir benzerlik gösterir. Tanrı’nın insanlarla uğraşma ilkeleri hep aynıdır. Günümüzdeki önemli akımların geçmişte benzerleri vardır. Önceki çağların kilisesi de kendi çağımızın kilisesi için bize ders verir.
Tanrı yeryüzündeki hizmetkarlarını kurtuluş müjdesini duyurmaları için Kutsal Ruh aracılığıyla yönlendirir. İnsanlar Tanrı’nın elinde bir araçtırlar. Her birine, ve ilen görev oranında ışık teslim edilir. Ancak hiç kimse, kendi çağındaki tanrısal tasarının tüm anlayışına erişememiştir. İnsanlar O’nun adında taşıdıkları bildiriyi tümüyle kavrayamazlar. Peygamberler bile kendilerine emanet edilen esinleri tümüyle kavrayamadılar. Bunların anlamının çağdan çağa açıklanması gerekiyordu.
Petrus bu kurtuluşa ilişkin şöyle diyor: “Siz bağışlanacak olan lütuftan söz etmiş olan peygamberler, bu kurtuluşla ilgili dikkatli incelemeler ve araştırmalar yaptılar. İçlerinde olan Mesih’in Ruhu, Mesih’in çekeceği acılara ve bu acıların ardından gelecek yüceliklere tanıklık ettiğinde, Ruh’un hangi zamanı ya da nasıl bir dönemi belirttiğini araştırdılar. Şimdi size de bildirilen gerçeklerle kendilerine değil, size hizmet ettikleri onlara açıkça gösterildi” (1.Petrus 1:10-12). Hıristiyanlık çağında Tanrı halkı için ne büyük bir ders! Kutsal Tanrı adamları, daha doğmamış kuşaklar için verilen esinleri dikkatle inceleyip araştırdılar. Peygamberliklerin anlaşılamayacağım iddia eden dünyasal kayıtsızlıkla bu adamların yaklaşımı arasında ne büyük bir fark var!
Tanrı kullarının zihinleri bile sık sık gelenek ve sahte öğretiş yoluyla öylesine körleşir ki, Söz’ün açıklamalarını ancak kısmen kavrayabilirler. Mesih’in öğrencileri, Kurtarıcı kendileriyle birlikteyken bile, İsrail’i evrensel bir imparatorluk haline getirecek olan ve yaygın bir şekilde kabul edilen Mesih kavramına sahiptiler. Mesih’in çekeceği acıları ve ölümünü önceden bildiren sözlerini anlayamadılar.
“Zaman doldu”
Mesih onları öğrencilerini şu bildiriyle gönderdi: ‘“Zaman doldu’ diyordu, ‘Tanrı’nın Egemenliği yaklaştı. Tövbe edin, Müjde’ye inanın!’” (Markos 1:15). Bu bildiri Daniel 9’daki peygam-berliğe dayanıyordu. Altmış dokuz haftanın sonunda Önder Mesih’in ortaya çıkışı gerçekleşecekti. Öğrenciler de Mesih’in tüm dünyayı yönetmek amacıyla Kudüs’te bir egemenlik kurmasını beklediler.
Kendilerine emanet edilen bildirinin anlamını yanlış kavradılarsa da ilan ettiler. Bildirilerinin Daniel 9:25’e dayandığını bilmelerine rağmen, sonraki ayette Mesih’in ‘kesilip atılacağını’ görmediler. Onların yüreği, dünyasal bir imparatorluğun yüceliğini gözlüyordu; bu yüzden anlayışları körleşınişti. Tam Efendilerinin Davut’un tahtına çıkacağı zamanı görmeyi umarlarken, O’nun tutuklandığını, kırbaçlandığını, hor görülerek çarmıha mahkum edildiğini gördüler. Öğrencilerin yüreği ne büyük bir ümitsizlik ve acıyla doldu!
Mesih vaat edilen zamanda gelmişti. Kutsal Yazı bütün ayrıntılarıyla gerçekleşmişti. Tanrı’nın Sözü ve Ruhu, Oğul’un tanrısal görevine tanıklık ediyordu. Ancak öğrencilerin zihinleri kuşkuyla bulandı. İsa gerçekten Mesih olsaydı, böyle bir kedere ve hayal kırıklığına kapılacaklar mıydı? Mesih’in ölümü ve dirilişi arasında kalan Sept gününün ümitsiz saatlerinde onlara işkence eden soru işte buydu. “Halime sevinme, ey düşmanım! Düşsem de kalkarım. Karanlıkta kalsam bile Rab bana ışık olur.
Rab’be karşı günah işlediğim için, O’nun öfkesine dayanmalıyım. Sonunda davamı savunup hakkımı alacak, beni ışığa çıkaracak, adaletini göreceğim... Karanlıkta ışık doğar doğrular için, lütfeden, sevecen, dürüst insanlar için... Körleri bilmedikleri yoldan getireceğim; bilmedikleri yollarda onlara kılavuz olacağım; karanlığı önlerinde ışık ve iğri yerleri düz edeceğim. Bu şeyleri yapacağım ve kendilerini bırakmayacağım” (Mika 7:8,9; Mezmurlar 112:4; İşaya 42:16).
Öğrencilerin duyurduğu bildiri doğruydu; “Zaman doldu, Tanrı’nın Egemenliği yaklaştı.”
‘Zamanın’ - Daniel 9’daki altmış dokuz haftanın - sonunda Mesih, Yahya tarafından vaftiz oldu ve Ruh tarafından meshedildi. ‘Tanrı’nın egemenliği’ onlara öğretil-diği gibi dünyasal bir imparatorluk değildi. Bu egemenlik, ‘bütün önderlerin Rab’be boyun eğip hizmet ettiği’ sonsuz egemenlik de değildi (Daniel 7:27).
‘Tanrı’nın egemenliği’ sözleri hem lütuf egemenliğini hem de yücelik egemenliğini ifade etmektedir. Elçi şöyle diyor: “Bu ne-denle merhamete ermek ve gerektiğinde bize yardım edecek lütfa kavuşmak için Tanrı’nın lütuf tahtına cesaretle yaklaşalım” (İbraniler 4:16). Bir tahtın varlığı, bir egemenliğin varlığını gösterir. Mesih, ‘Göklerin Egemenliği’ terimini, insanların yüreklerinde lütfun işleyişini belirtmek için kullanmıştır. Yücelik tahtı ise, yüceliğin egemenliğini gösterir. (Matta 25:31,31). Bu egemenlik gelecekte gerçekleşecektir. Mesih’in ikinci gelişiyle başlayacaktır.
Kurtarıcı can verirken, “Tamamlandı” diye bağırdığı zaman, Aden bahçesindeki günahlı çifte vaat edilen kurtuluş, gerçekleşmiş oldu. Daha önce Tanrı’nın vaadiyle var olan lütuf egemenliği kurulmuş oldu.
Dolayısıyla - öğrencilerin ümitlerini yıkan - Mesih’in ölümü, aslında bu ümidin sonsuza dek yerine geleceğinin güvencesiydi. Onlarda büyük bir hayal kırıklığı yaratmış olsa da inançlarının doğru olduğunun kanıtıydı. Onları çaresizlik içinde bırakan olay, aslında Tanrı’nın tüm çağlardaki bağlılarına ümidin kapısını aç-mıştı.
Öğrencilerin İsa’ya duydukları saf altın sevgiye, bencilce hırslar karışmıştı. Gözlerini taht, taç ve yücelik bürümüştü. Yüreklerindeki gurur ve dünyasal yücelik açlığı, Kurtarıcı’nın, Egemenliğin gerçek doğasına ve yaklaşan ölümüne yönelik sözlerine kulak tıkamalarına neden oldu. Bu yanılgılar, onları düzeltecek olan gö-revle son buldu.
Öğrencilere diri Rab’bin yüce müjdesi emanet edildi. Böylesine acı bir deneyim yaşamları onları bu göreve hazırlamıştı.
İsa dirilişten sonra öğrencilerine Emmayus yolunda göründü; “Musa’nın ve tüm peygamberlerin yazılarından başlayarak, Kutsal Yazıların hepsinde kendisiyle ilgili olanları onlara açıkladı. İsa’nın amacı ‘peygamberlik sözlerinin onlar için daha büyük bir kesinlik kazanmasıydı” (Luka 24:27; 2.Petrus 1:19). Bu yüzden Rab, yal-nızca kendi kişisel tanıklığına değil, Eski Antlaşma’nın peygamberliklerine de değindi. Bu bilgiyi öğrencilerine verirken ilk adım olarak onları ‘Musa’nın ve tüm peygamberlerin yazılarına’ yönlendirdi.
Ümitsizlikten güvenceye
Öğrenciler öncekinden de kesin bir şekilde, yasada Musa’nın söz ettiği ve peygamberlerin yazdığı kişiyi buldular. Belirsizlik ve ümitsizlik, güvenceye ve katıksız imana dönüştü. Öğrenciler mümkün olabilecek en sıkı sınavdan geçtikten sonra Tanrı sözünün zaferle başarıya ulaştığını görüyorlardı. Bundan sonra imanlarına kim dur diyebilirdi? En keskin acıda güçlü bir teselli buldular. “Gemi demiri gibi sağlam ve güvenilir bir ümide” kavuştular (İbraniler 6:18, 19).
Rab şöyle diyor: “Halkım bir daha utandırılmayacak.” “Göz- yaşlarınız belki bir gece akar, ama sabahla sevinç doğar” (Yoel 2:26; Mezmurlar 30:5). Diriliş gününde bu öğrenciler Kurtarıcılarıyla karşılaştılar ve O’nun sözlerini dinlerken yürekleri yandı. İsa göğe alınmadan önce onlara, “Dünyanın her yanına gidin, Müjde’yi bütün yaratılışa duyurun” dedi ve sonra, “Her an sizinle birlikteyim” diye ekledi (Markos 16:15; Matta 28:20).
Pentikost gününde, vaat edilen teselli edici indiği zaman imanlılar, göğe alman Rab’bin varlığıyla sarsıldılar.
Öğrencilerin bildirisinin 1844 bildirisiyle kıyaslanması
Mesih’in ilk gelişinde öğrencilerin deneyimi, ikinci gelişini duyuranların deneyimine benzer. Öğrenciler, “Zaman doldu, Tan- rı’nın Egemenliği yakındır” diye nasıl vaaz ettilerse, Miller ve dostları da Kutsal Kitap’taki son peygamberlik döneminin dolduğunu, yargının yakın olduğunu ve sonsuz egemenliğin kapıda durduğunu duyurdular. Öğrencilerin zamana ilişkin vaazları, Daniel 9’daki yetmiş haftalık süreye dayanıyordu. Miller ve dostlarının bildirisi ise Daniel 8:14’teki 2300 günün sona erdiğini duyurdu. Yetmiş haftalık süre bunun bir parçasıydı. Her iki vaaz türü de aynı peygamberlik döneminin farklı bir kısmının yerine gelmesine dayanıyordu.
İlk öğrenciler gibi William Miller ve dostları taşıdıkları bildiriyi tümüyle kavramamışlardı. Kilisede uzun süreden beri var olan bir yanılgı, peygamberliğin önemli bir unsurunun doğru yorumlanmasına engel oldu. Bu yüzden onlar, kendilerine emanet edilen Tanrı bildirisini duyurduysalar da, anlamını yanlış kavradıkları için hayal kırıklığına uğradılar.
Ne var ki Tanrı, yargı uyarısının olduğu gibi duyurulmasına izin vererek tasarısını gerçekleştirdi. Bildiri aracılığıyla kiliseyi sınadı ve pakladı. İnsanların yürekleri dünyada mıydı, yoksa Mesih’te ve gökte miydi? Dünyasal hırslarını reddetmeye ve Rab’bin gelişini karşılamaya hazır mıydılar?
Hayal kırıklığı, uyarıyı alan imanlıların da yüreklerini sına- yacaktı. Tanrı’nın Sözüne duydukları güveni yitirecekler miydi? Yoksa yeryüzünün alaylarına, gecikmeye ve hayal kırıklığına katlanacaklar mıydı? Tanrfnın işleyişini hemen anlamadıkları için, O’nun Sözündeki açık tanıklıkla desteklenen gerçekleri bir kenara mı bırakacaklardı?
Bu sınav, Kutsal Kitap’ın kendi kendini yorumlamasına izin vermek yerine insanların yorumlarını kabullenme tehlikesini ortaya koymaktadır. İmanın çocukları Söz’ü daha sıkı çalışmalı, imanlarının temelini daha dikkatle incelemeli, Hıristiyan dünyasında ne denli yaygın bir şekilde kabul edilirse edilsin Kutsal Yazıya uymayan her şeyi reddetmelidir.
Denenme zamanında karanlık görünen şeyler, daha sonra açıklanacaktır. Yanılgılarından kaynaklanan sınava rağmen ‘Antlaşmasındaki buyruklara uyanlar için Rab’bin bütün yollarının sevgi ve gerçeğe dayandığını’ öğrendiler (Mezmur 25:10).