Bendeki Sonbahar – Portre fotoğrafçılığı – Fotoğrafın doğuşu – Algılayıcılar – Akılda Kalanlar Ödemiş Fotoğraf Gönüllüleri ücretsiz dergisidir. 2014/2 Ocak
Fotoğraf: Zuhal Yarışkan
“ÖFOG’lu olmak: Küçük Menderes havzasının kültürel mirasını, insan zenginliğini ve doğasını fotoğraf sanatı yoluyla anlatmak; hayatımızı sürdürdüğümüz Ödemiş'i yaşanır kılmak, fotoğraf sanatı anlamında üretmek ve paylaşarak farkındalığı artırmaktır.” Levent Aybars Özdemir
Bu sayıda… Bendeki Sonbahar İçimizden biri “Nezihe UZUNKOL” Yayın Yönetmeni Harun ÖKENEL Yayın Kurulu Levent Aybars ÖZDEMİR Nezihe UZUNKOL Serkan ŞİNAR
Portre Fotoğrafçılığı
Safiye ÖZÇELİK Cemile COŞKUN Erdal GÖKSENİN İbrahim KOCA Yaşar GÜNAYDIN Bülent DURTAŞ
Fotoğrafın doğuşu Akılda Kalanlar
İmtiyaz Sahibi Ödemiş Fotoğraf Gönüllüleri’dir.
Algılayıcı
İkinci Sayı Üzerine… Ne mutlu bize ki ikinci sayımızı da çıkardık. Düzenli bir dergi olabilme yolunda ikinci adımımızı atmış olduk. Bizim için zorlu bir süreçti ilk sayıyı çıkarmak ancak bundan sonra çok daha zorlu bir süreç var önümüzde. Dergimizi aynı tutarlılıkla devam ettirebilmek… Aynı amatör duygularla çalışmak ve dergimizi profesyonel bir çizgiye taşımak en büyük gayemiz. ÖFOG olarak amatör ruhumuzu her zaman yaşatmaya çalışıyoruz bunu dergimize de yansıtmaya çalışıyoruz. Bu ruh Fotogari ile birlikte sizlere ulaşırsa asıl o zaman hedefe ulaşmışız demektir. Türkiye’nin birçok yerinden okurumuz oldu ilk sayıdan. Tabi ki amacımız her geçen sayı daha çok okura ulaşabilmek, gördüklerimizi onlarla da paylaşabilmek. Bunun birinci kuralı her yönüyle dolu bir dergi olmak. Elbette birçok eksiğimiz var ve bunları sizlerle, sizlerin geri dönütleriyle aşacağız. Bu sayıda sonbaharı seçtik kendimize. Sonbaharın sarı rengini, kışa atılan ilk adımı, hüznünü yansıtmaya çalıştık fotoğraflarımıza. Bülent Durtaş’ın kaleminden dökülenlerle birlikte anlatmaya çalıştık kendimizce sonbaharı.
Harun Ökenel
15 Aralık Pazar günü ÖFOG proje grubuyla Gölcük ve Bozdağ’da kış temalı fotoğraf çalışmaları yapıldı. Hem çalıştık hem eğlendik
ÖFOG Dönem toplantısı ve Proje grubu 3 Aralık 2013 Salı akşamı ÖFOG Aralık ayı toplantısı yapıldı. Toplantıda yapılacak geziler kararlaştırıldı. Birgi’de yapılacak olan sergi ve fotoğraf sunumu hakkında Yaşar Günaydın grubumuzu bilgilendirdi. ÖFOG proje grubu olarak sunumlar ve sergilerle sizlerle olmaya devam edeceğiz.
ÖFOG’ta yılbaşı coşkusu 30 Aralık Pazartesi akşamı yapılan fotoğraf seminerinden sonra yapılan partiyle ÖFOG üyeleri yeni yılı coşkuyla karşıladı.
Bülent Durtaş
Hakan Ökenel
BENDEKİ SONBAHAR Bülent Durtaş Sonbaharı bu kadar farklı kılan nedir hiç düşündünüz mü? İnsanı bu kadar kendine yaklaşırken uzaklaştırmasının sebebini sorguladınız mı hiç? Sizleri bilemem ama ben çok sorguladım. Ve her sonbaharda kendime sorduğum bu soruların cevaplarının her defasında farklı farklı olmasının nedenlerini de sorguladım. Sonbahar, tüm yaşanmışlıkların, hayal kırıklıklarının, özlemlerin, pişmanlıkların, vazgeçişlerin, ayrılıkların, kaçışların, pencere önlerinde saatlerce sıkılmadan duruşların mevsimi... Şiirlerin daha bir anlamlı olduğu ve yeni şiirlere gebe dillerin, yüreklerin, sancılı doğumlarının zamanıdır sonbahar. Bu mevsimi her zerresinde hissedip de şiire bulaşmayan dil var mıdır acaba? Ben olduğunu düşünmüyorum. SONBAHAR, şiirlerin başkenti. Tıpkı yazlık kıyafetler gibi yazlık ve laçka hisler de bir bir kaldırılır dolaplara bu mevsimde. Kalın kıyafetler gardıroplarda yerini
Levent Aybars Özdemir alırken, birkaç hüzün kırıntısı, bir desibeli bile olmayan sessizliğin çığlığı, bir kaç telaşlı adım ve bir bavul dolusu melankoli de alıverir yerlerini kalp odacıklarında. Doğa renkli giysilerini soyunurken bir yandan da ağır ağır giyinmeye başlar yas giysilerini. Şatafatlı ve bir o kadar da davetkâr makyajını
silmeye kararlıdır doğa… Sokaklar mütemadiyen boştur ve top oynayan çocukların sesleri de kapalı kapılar ardındadır artık. Ne olduğu anlaşılamayan hoppa yaz şarkılarının da sesi kısılır bu mevsimde. İnsanoğlu çeker elini doğanın eteğinden. Eee yas tutana saygımız vardır evelallah. SONBAHAR... Yaslı gönüllerin başkenti.
pervasızlığından, cesaretinden, yüzsüzlüğünden mahrum oluşundandır sonbaharın. Sözler sahibine ulaşamaz, gözler ise görmek istenene kolay kolay kavuşamaz bu mevsimde. Ama yine de vardır aşk ve böylesi bile âşık olabilene kardır. SONBAHAR… Dilsiz aşkların başkenti.
Cemile Coşkun Bu mevsimde ya aşık olursun yada aşık kalırsın. Ortası yoktur bunun. Aşksız kalmak saygısızlık gibidir sonbahara. Madem bir kalbin var madem insansın ve madem aşk var tüm heybetiyle, öyleyse aşk ateşine yanaşmalı ve yanmalısın o ateşte. Kimi zaman sadece kendin yanarsın ve kimse bilmez anlamaz yandığını. Hiç duman çıkmaz bu ateşten hiç bir yanık yarası da belli olmaz. Yanan aşkın evidir çünkü. Yanan kalbindir. Platonik aşktır bu. Nedense bu mevsim bu tür aşklara daha müsaittir. Belki de yazın, o
Yazın o şımarık yolculuk yapma hevesi gözünü başka bir yola diker bu mevsimde. Bu yol hem çok yakın hem çok uzaktır insanoğluna. Gâh geniş düzlükler vardır bu yolda gâh çetin yokuşlar. Gâh gül yaprakları serilidir gâh cam kırıkları. Bu yola çıkmak herkesin harcı değildir. Cesaret ister bu yolculuk ve bir o kadar da yalnızlık. İşte bu yolculuğun bileti bu mevsimde kesilir. Tek kişilik ve kalp kenarından. İnsanın kendine yaptığı yolculuktur bu. Heybendeki yaşanmışlıkları ve yaşanamamışlıkları
götürürsün kendine. Sen götürürsün de beğenilenler alınır beğenilmeyenler olduğu gibi kalır yerinde. Bir bardak demli çaya güzel anıların katık edildiği iş çıkışı sohbetlerinin mekânıdır sonbahar. Sokaklarda közlenmiş kestane kokusu, pencere kenarında hazırlıksız yakalanılan rüyasız öğle uykusu, sıcak sarılışlardan arta kalan anne kokusudur sonbahar… Rüzgârın eşsiz melodisiyle dans eden yaprakların sahne zamanı, göçmen kuşların göç kararı, yeşile meydan okuyan sarışın renk cümbüşünün zamanıdır sonbahar. İç çekişlerin katmerlendiği en içli mevsim, gelmeyeceği bilindiği halde gelmesi beklenenin ketum sessizliğidir sonbahar. Radyoda Sezen Aksu'nun sesinden dokunsan ağlayacak kıvamda “Seni kimler aldı, kimler öpüyor seni. Dudağında dilinde ellerin izi var…” Kelimeleridir sonbahar... SONBAHAR… Yaralı nağmelerin başkenti.
Elini uzatsan dokunabileceğin kadar gerçek olan ama hiçbir zaman gerçekleşemeyecek küstah anılar vardır insan zihinde. İşte o anıların en arsız zamanıdır sonbahar. Dinleyip de duyamamanın bakıp da görememenin arayıp da bulamamanın tokadıdır sonbahar. Yalnızlığın vücut bulacak kadar palazlandığı, sırnaşık sözlere tahammülün azaldığı, azla yetinilip çoğun aranmadığı, bir vardır bin yoktur sonbahar. SONBAHAR... Yalnızlığın başkenti.
Çaldı yine kapımı yüzsüz sonbahar Ellerim üşüyor yüreğimde har Firar etsem de kaçış yok bu talandan Her sokak başında bir SEN var.
Erdal Göksenin
S e r k a n Ş i n a r
Harun ÖKENEL
Söylemiştim size sonbaharı hissedip de dili şiire bulaşmayan var mıdır diye? Benim dilim bulaştı. Tükürsem olmuyor yutsam olmuyor… Sonbaharı hissedebilmeniz dileğiyle…
Bülent DURTAŞ
Serkan Şinar
İbrahim Nabi Oruç
Hüseyin Bilgi
Mustafa Uslu
Nagihan Ăœge
Nilgün Gacaroğlu
Özen Bıldır
Özlem Özulus
Safiye Özçelik
Harun Ökenel
İçimizden biri...
Nezihe UZUNKOL
1964 yılında Ödemiş'te doğdu. 1986 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil Tasarımı Bölümü'nden mezun oldu. Uzun süre tekstil sektöründe tasarımcı olarak çalıştı. Daha sonra fotoğrafçılık alanına da yöneldi. Çektiği fotoğraflar çeşitli sergi ve koleksiyonlarda yer aldı. Halen çalışmalarını Ödemiş'te sürdürmektedir.
Nezihe UZUNKOL’un fotoğraflarından karma olarak seçilmişlerdir.
Nezihe UZUNKOL
PORTRE Bir kimseyi karakteristik özellikleriyle okuyucuya tanıtmak amacıyla yazılan edebi yazılara portre denir. Burada kişinin sadece dış görünüşünün (boyunun, yüzünün, giyinişinin, hareketlerinin) anlatıldığı portreye FİZİKİ PORTRE, iç dünyasının (alışkanlıklarının, duygularının, fikirlerinin, zayıf taraflarının) anlatıldığı portreye RUHİ PORTRE denir. FİZİKSEL PORTRE
Kişinin dış görünüşünün anlatımı
RUHSAL PORTRE İç dünyasının, duygularının, alışkanlıklarının, zayıf taraflarının, fikirlerinin anlatımı
İletişim ve Doğal Poz Portre fotoğrafçılığında ilk dikkat edilmesi gereken nokta fotoğrafı çekilen kişiden izin alınması gerektiğidir. Hatta onun kişilik özelliklerini ortaya çıkarmak için onunla diyalog kurun. Havadan, sudan da olsa birşeyler söyleyin ve onun kişiliği hakkında ip uçları elde etmeye çalışın. Uygun bir fon ve ışık altında onun fotoğrafını çekmek istediğinizi söyleyin. Bunu yapmaktaki amacınızı anlatın. Büyük olasılıkla kabul edecektir ve çaktırmadan çekeceğiniz bir fotoğraftan çok daha iyisi ortaya çıkacaktır.
PORTRE Fotoğrafta bir anlatım dilidir. Fotoğraftaki mesajı kompozisyon kuralları çerçevesinde en doğru biçimde fotoğrafa bakan kişiye anlatmamız gerekir. Mesaj ilginç olmalı,bir görevi ve evrensel boyutları olmalı.
İşe yakın arkadaşlarınızdan ve akrabalarınızdan başlayabilirsiniz, hem onları zaten tanıyor olduğunuzdan hangi özelliklerini vurgulamak istediğinizi bilirsiniz.
- Böylece fotoğrafa üçüncü boyut etkisi verilmiş olur. Fotoğraf aslında iki boyutludur ancak alan derinliği , ışık ve gölgelerle verilen detayla üç boyutlu hale gelir.
Portre çekimin anahtarları - İnsan fotoğrafı çekerken, modelimizi diğer objelerden ayırmalıyız, mümkün olduğunca açık diyafram kullanarak arka planı bulanıklaştırın.
-
Birden fazla model kullanmak, tek model kullanmaktan daha güzel sonuçlar verir.
-
Hatta kişileri yaptıkları işle görüntüleyebilirsiniz. Örn. Çocuk fotoğrafı çekerken birden fazla çocuğu birlikte oynarken çekmek en iyi sonucu verecektir.
-
Kişileri yaptıkları görüntüleyin.
işlerle
- Modelinizin rahat olmasını sağlayın. Siz ne kadar rahat davranırsanız, modelinizde rahat olacaktır. Rahatlık ve doğallık güzel bir fotoğraf ortaya çıkaracaktır.
- Her zaman odaklanmanız gereken nokta gözlerdir. Eğer gözler net olmazsa fotoğrafta net görünmeyecektir. Ayrıca göze yapılan netleme duygunun da öne çıkarılmasını sağlar. Modele çok yaklaşmak kadar ondan çok uzaklaşmakta uygun değildir.
- Doğrudan objektife bakılması fotoğrafın amacına göre belirlenecek bir tercihtir. Mutluluktan öfkeye kadar birçok duyguyu açığa çıkaran ağız hareketleri de çok önemlidir. Bu nedenle fotoğrafçı iyi bir yönlendirme ile uygun ifadeyi ortaya çıkarmalıdır. - En iyi bakış başın dönük olduğu bakıştır.
- Yüzde ifadeyi doğrudan etkileyen unsurlar gözler ve ağızdır. Gözler bakış yönleriyle de fotoğrafın atmosferini tamamen değiştirebilirler. Genellikle yana, fazla yukarı ve fazla aşağı bakışlar kaçamak bir ifade verdikleri için tercih edilmez. En iyi bakış başın dönük olduğu yöne doğru olandır.
- Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, kişinin yüz ve vücut hatlarının hoşa gidebilecek ölçüler içinde fotoğrafa yansıması fotoğrafçılıkta ‘FOTOJENİK’ olarak tanımlanmaktadır. - Bu özellikler çok az kişide söz konusudur. Bu nedenle fotoğrafçının bu ölçüleri en ahenkli duruma getirerek, açıyı seçebilmesi gerekmektedir. - Fotoğrafçının amacı: Modeli en iyi biçimde görüntülemektir. - Fotoğraf, teknik ve anlam güçlü olduğunda başarıya ulaşır.
Dikey
KADRAJ (ÇERÇEVELEME) Fotoğraf makinesinin vizöründen görünen görüntüye kadraj denir. • DİKEY KADRAJ – Tek model ile çalışırken her zaman daha güzel sonuçlar verir. • YATAY KADRAJ- Birden fazla model fotoğrafı çekerken kullanılmalı.
Yatay Kadraj
Kadraj
• YAKIN PLAN – Sadece başın çerçeveyi doldurduğu fotoğraflardır.
Yarım Boy
Yarım boy fotoğraflarda görüntüye dâhil olan kolların katı duruşlar sergilemesini engellemek gerekir.
• YARIM BOY-Vücudun dizden yukarı kısmını kapsayan fotoğraflardır.
Özellikle yarım kalmış bir hareketi çağrıştıran duruşlardan kaçınmak ve ellere bir dinleniş duruşu vermek yerinde olur.
Erkeklerde kolların bir yere dayatılması, kadınlarda ise; diz üzerinde serbest duruşu genellikle tercih edilen çözümlerdir.
• TAM BOY – Vücudun tamamının kadraj içerisinde yer aldığı fotoğraflardır.
Tıpkı insanlar gibi canlılarında portresi olabilir.
- Hatta portre
•Vücudun portredir.
bazı
kesitleri
de
- NETLİK
diğer
cansız nesnelerinde fotoğrafları olabilir.
ve
ARKA
PLAN
Portre çekimlerinde arka plan ararken leoparlı desenli duvarlardan ya da kan kırmızı fonlardan uzak durun. - Arka planın daha temiz, mümkünse koyu renkte ve bulanık olması ilginin ön tarafa yönlendirilmesini destekler.
- Özellikle yüz hatları ve ifadenin verilmeye çalışıldığı çalışmalarda ön taraftan daha aydınlık ve daha renkli bir fon ilgiyi dağıtacaktır. Karışık desenli, alacalı ve parlak renkli fonlar yüz hatlarını olumsuz. etkiler
PORTRE’DE IŞIKLANDIRMA Açık havada iseniz, sabahın ilk saatleri ile akşamın son saatleri portreyi en iyi gösteren ışıklara sahiptir. Çünkü bu saatlerde gün ışığı daha yumuşaktır. Yataydır ve daha sıcak renktedir. Mum ışığında güzel bir portre çekebilirsiniz. Sert öğle güneşi altında çekim yapmamalısınız. Çünkü tepe ışığı olumsuz gölgeler oluşturarak ifadeyi değiştirecektir. Cephe ışığı da derinlik duygusunun kaybolmasına yol açtığı için uygun bir aydınlatma şekli değildir. Flaşın da olur olmaz kullanılması istenilen etkiyi vermez.
- Açık renkler daha yakın, koyu renkler daha uzaktaymış gibi algılanırken, sıcak renkler çabuk, soğuk renkler daha zor algılanır. Bu nedenle soğuk renkli ve koyu bir fon en doğru sonucu verecektir.
Tek ve ideal bir aydınlatma şekli bulunmamasına rağmen; • Yarı cephe ışığı ile yanal ışık kullanımının diğerlerinden daha iyi sonuç vereceği bilinir. • Direk ışık yerine yansıyan ışık, sert ışık yerine yaygın ışık daha iyi detay verecektir.
Yan ışıklandırma
Çapraz ışıklandırma
- Genel olarak yetişkin erkek fotoğraflarında sert bir aydınlatma, bayan fotoğraflarında ise yumuşak aydınlatmanın tercih edilmesinin nedeni: Erkek yüzünde çekici bulunan çizgi ve kırışıkların vurgulanması, buna karşın bayan yüzlerinde bu tür izlerin gizlenmeye çalışılmasıdır.
Nezihe UZUNKOL Yan ışıklandırma
FOTOĞRAF VE ÜSLUP Üslup kelimesinin sözlük anlamına
ki, eşimizin sevdiğimizin hatta
baktığımızda tarz ve stil olarak
evcil hayvanlarımızın
görmekteyiz. Ben biraz daha
fotoğraflarını defalarca
fotoğrafla ilişkisi üzerinde
çekmişizdir. İçinde
yazmaya çalışacağım.
bulunduğumuz çağ teknoloji
Günümüz insanının yaşam içinde bir şekilde ilgili olduğunu görürüz fotoğrafla, iç içe gibidir, hangimiz çocuğumuzun bebekliğinden itibaren fotoğrafını çekmemişizdir
çağıdır, ister anı, ister belge, ister diğer şekillerde, fotoğraf teknolojiye en iyi uyum sağlayan eylemdir. Bu eylem gözümüzün fiziksel olarak ulaşamadığı bir yere ulaşmasıdır.
Ara Güler
Gabriel Brau
farklılıklar zenginliği artırdığı gibi
Fotoğraf basılı olarak ortaya
sanat ürünlerinde de farklılığı
çıktığı zamanlardan bu yana
doğurur. Sanat bilim değildir.
toplumu eleştirmeye ve yorum
Bilim evrensel ama sanat yerel
yapmaya yönlendirmiştir. Diğer
kalmak durumundadır.
bir deyişle fotoğraf ve sanat,
Fotoğrafı üretenlere bakarak
dünya kaderine ve insan
fotoğraflar hakkında bilgi sahibi
yaşamına tanıklık eder. Fotoğraf
oluruz, ama mutlaka kişinin
anı yakalar, sanat ise, geçmişi ve
sanat geçmişine ve bilgi alt
geleceği sezdirmekle topluma
yapısına mutlaka bakmak
yön göstericidir.
durumundayız. Nasıl ki kişiler
Dünya üzerinde farklı
fiziksel görünümleri itibarıyla
coğrafyalarda yaşayan
birbirlerinden farklı iseler,
toplumların sorunları, kültürleri,
fotoğrafa bakış açıları da biçem
yaşam tarzları farklıdır, bu
olarak farklıdır, işte bu farklılıklar
(bakış, görüş, üretim, yaşam
beyinler, bilgi birikimi ve
tarzı, dünya görüşleri) kendilerine
toplumsal sanat kaygısını taşıyan
ait ÜSLUP‘larını yaratır.
insan kalitesinin artmayışıdır.
Üslup; fotoğrafçının konuyu kendine göre belirleyerek anlatım biçimidir.
Bilgi taşımayan ya da bilgiye dayanmayan kararlar sonucu çekilen fotoğraflar, estetik sonuç yerine yoz sonuçların çıkmasına
Fotoğraf teknolojisi son zamanlarda çok hızlı gelişmiş olmasına rağmen, fotoğrafdaki sanatsal kalite aynı hızda gelişmemektedir, buna sebep, gelişmiş teknoloji gelişmiş
neden olacaktır. Günümüzde çoğu kişi fotoğraf çekerken kişiliklerini oluşturan yeni yöntemler aramak veya klasik yöntemleri uygulamak gibi bir kaygı taşımıyorlar birkaç yarışmada ödül aldıklarında kendilerine fotoğraf sanatçısı diyebilmektedirler. Fotoğraf genelde hem sanatsal uygulama olarak kendine alan açabilen hem de haberi bilgi ve tanıklık iletebilen özelliklere sahiptir, o yüzdendir ki, fotoğrafçı kendi üslubunu oluşturmalı ve objektif, tarafsız olabilmelidir.
Millie Quis
Levend Aybars Özdemir
Sevdanın altın halkası Bir kuyumcunun usta ellerinde işlenir pırlanta taşı; Yüzük olur parmağına dolanır, geleceği insanın. Bir altın halkanın sevda dokunuşunda ya da inler kor ateşinde bekleyişlerin. Çekiç altında bir sihirli el dokunur Umut olur, Yarın olur, Bir masal olur. Sevim Karaman Fotoğraf: Erdal Göksenin / Sadekâr atölyesi / İzmir
FOTOĞRAFIN DOĞUŞU İnsanoğlu binlerce yıldan beri çevresinde gördüklerini bir biçimde çizmek, görüntülemek gereğini duymuştur. Resim, insanların çevrelerinde gördüklerini, doğada var olanları kaydetme ve gelecek kuşaklara aktarmanın bir yoluydu. 1800’lü yılların ilk çeyreğinde görüntüleri kaydetmenin bir başka yolu geliştirildi. Bu, insan gözünün görebildiği her şeyi kusursuz bir biçimde, aynı insan gözünün gördüğü gibi, iki boyutlu bir yüzeye doğru perspektifle aktarabiliyordu. Bir araç, bir başka deyişle, fotoğraf makinesi kullanılarak görüntüleri kaydetmenin yolu fotoğraf olarak adlandırıldı. Fotoğraf ortaya çıktığı 1830’lu yıllardan günümüze kadar yaşamlarımızı hep derinden derine etkiledi ve yaşamımızın her döneminde yerini hep aldı. Neredeyse doğumdan ölüme kadar fotoğrafı hep kullanıyoruz. Gündelik yaşamdan, haberden, bilimsel araştırmalara, sağlıktan, diğer
insanları tanımaya kadar fotoğraf hep var. Fotoğrafları anlayabilmek için de onu teknik ve içerik olarak iyi tanımak gerekiyor. İnsanlar binlerce yıldan beri gördükleri nesneleri değişik biçimlerde görselleştirmeye çalışmışlardır. Mağara resimlerinden, günümüzde çeşitli biçimlerde oluşturulan görüntülere gelinmiş ve bu süreç neredeyse tüm tarihsel dönemlere yayılmıştır. Sanatçılar veya görselleştirme işiyle uğraşanlar, oluşturdukları görüntülerin gerçeğe benzemesi için çalışmıştır. Fotoğraf insanlara bu olanağı mükemmel biçimde sağlamış ve gerçek gibi olanın üretilmesi fotoğrafın bulunması ve kullanılmasıyla birlikte gerçekleşmiştir. Günümüzde yaşamımızın ayrılmaz bir parçası olan fotoğraf ve fotoğraftan türeyerek yine yaşamımızda yoğun biçimde yer alan sinema ve televizyonun temelinde “görüntü” vardır. Fotoğraf,
görüntüyü optik, mekanik ve kimyasal yollar kullanarak elde etmenin ilk biçimidir. Görüntünün nasıl oluşturulabileceği İlk Çağ’dan beri biliniyordu. İlk Çağ’da oluşturulan görüntülerle ay ve güneşin hareketleri izlenebiliyor, oluşturulan bu görüntüler bir anlamda bilimsel çalışmalarda kullanılıyordu. M.Ö 5. Yüzyılda Çinlilerin bu teknikle görüntü elde ettikleri bilinmektedir. M.Ö 4. yüzyılda Aristo, karanlık bir mağaraya küçük bir delikten giren ışığın, mağaranın karşı duvarında ters bir görüntünün oluşmasını izlemişti. M.S. 9 yüzyılda, Arap bilginler gümüş ve gümüş tuzlarının güneş ışığı altında kaldığı zaman karardığını biliyordu ve bu konuda çalışmalar yapıyordu. 1490’lı yıllarda Leonardo da Vinci, resim ve çizimlerde doğru perspektif elde edebilmek için karanlık odanın (Camera Obscura) kullanılması gerektiğini notlarında belirtmiş
ve çizimlerini yapmıştı. Camera Obscura, 1500’lü yıllarda resim yapma amacıyla kullanılmaya başlandı. Camera Obscura taşınabilir bir görüntü oluşturma aracıydı. (Camera=Oda, Obscura= Karanlık) Camera Obscura karanlık bir kutudan veya odadan başka bir şey değildir. Bir yüzünde küçük bir delik vardır. Bu delikten geçen ışık ışınları, karşı duvarda / karşı yüzeyde ters bir görüntü oluşturur. 1820’lerde Fransız bilim insanı Joseph Nicéphore Niepce (7 Mart 1765 - 5 Temmuz 1833) ilk kez bir aygıt aracılığıyla oluşturulan görüntüyü, iki boyutlu bir düzlem üzerine kaydetti. Niepce, kurşun kalay alaşımlı bir plaka üzerini bir tür asfaltla (bitümen) kaplamış ve yaklaşık sekiz saatlik bir pozlama sonucunda ilk
Daguerre
fotoğrafı elde etmişti. 1839 yılında ticari anlamda başarılı bir sistem geliştirecek olan Jaques Louis Daguerre ve Niepce 1827 yılından itibaren birlikte çalışma kararı aldılar. Daguerre bir ressamdı ve Camera Obscura’yı o dönemde birçok ressamın yaptığı gibi resim yapmakta kullanıyordu. Daguerre gümüş iyodür ile yaptığı görüntü kaydı çalışmaların sürdürdü ve çalışmalarında oldukça ilerledi. Elde ettiği sonuçları 19 Ağustos 1839 tarihinde Fransız Bilimler Akademisi aracılığıyla duyurdu ve bu buluşun adı “Daguerrotype” olarak anılmaya başlandı. Daguerrotype görüntüleri şöyle oluşuyordu: Bakır bir levha gümüş bileşikleriyle kaplanıyor ve iyot buharıyla gümüş iyodür haline getiriliyordu. Camera Obscura
kullanılarak bu levha pozlanıyordu. Pozlama sonrasında karanlık bir odada cıva buharı kullanılarak görülebilir hale getiriliyordu, daha sonra görüntünün sabitleşmesi için, bugün de saptama banyosu olarak kullanılan hiponun (sodyum hiposülfit veya potasyum metabisülfit) içinde tutuluyordu. Hipo, levha üzerinde pozlanmamış, bir başka deyişle kararabilecek gümüş bileşiklerinin levha üzerinden akıp gitmesini sağlıyordu ve pozlanmış görüntü levha üzerinde sabit olarak kalıyordu. Bu yöntemin zayıf tarafı elde edilen görüntünün bir tane olmasıydı. Bir başka deyişle çoğaltma olanağı yoktu. Ayrıca cıva buharı insan sağlığını ciddi bir biçimde etkiliyordu. Fotoğraf sözcüğün ilk kez 1800’lerin ilk yarısında, 1839 yılında Sir John Herschel tarafından kullanıldı. Fotoğraf sözcüğü eski Grekçeden gelir. İki farklı sözcüğün birleşmesiyle oluşmuştur. Foto=Işık, Grafi= Çizmek. Bundan da anlaşılabileceği gibi fotoğraf, ışıkla yazma işidir. Işık varsa fotoğraf da vardır. Işık yoksa fotoğraf da olmayacaktır. Fotoğraf, 19. yüzyılın en önemli buluşlarından biridir, günümüz iletişim ortamlarının
ve araçlarının önemlileri arasında yer alır. Görüntünün bir "aygıt" kullanılarak, iki boyutlu bir yüzey üzerine kaydedilmeye başlanmasının üzerinden yüz yetmiş yıldan fazla geçti. Fotoğraf üzerine çalışmalar yalnızca Fransa’da yapılmıyordu. Eş zamanlı olarak İngiltere’de de çalışmalar vardı.
W. H. Fox Talbot William Henry Fox Talbot da bu yönde çalışmalar yapan bir ingilizdi. Fox da gümüş nitrata batırılmış kâğıtları pozlayarak, Tablotype adını verdiği bir yöntemle görüntüler elde ediyordu. 1839 yılında ışığa duyarlı kâğıtları icat ettiğini kamuoyuna duyurdu. Yukarıda adı geçen ve fotoğrafın isim babası olan Sir John Herschel Talbot’un yakın arkadaşıydı. Herschel’de bir bilim adamıydı ve bugün de saptama (tesbit banyosu-hipo) olarak
kullanılan sodyum tiyosülfatın görüntülerin sabitleştirilmesinde kullanılabileceğini buldu. Fox Talbot’un, Daguerre’in çalışmalarından farkı, Daguerrotype görüntülerinin tek olması, bir başka deyişle çoğaltılamaması, Talbot görüntülerinin ise elde edilen negatif görüntü kullanılarak çoğaltılabilmesiydi. Talbot 1844 yılında ilk fotoğrafçılık kitabı olan “The Pencil of Nature, Doğanın Kalemi’ni yayınladı.
fotoğrafçılar gitti, egzotik ülkelere ilişkin fotoğraflar satılan metalar haline geldi.
Ortaya çıkışı veya resmi olarak tescil edilişinden sonra, 1840'lı yılların başlarında fotoğraf yaygınlaşmaya başladı. Bu yıllardaki fotoğrafçıların hedef kitlesi, pahalı olduğu için yağlı boya portrelerini yaptıramayan orta sınıftı. O yıllarda yağlı boya portreler yaptırmak soyluluğun sembolüydü ve üst sınıflara ilişkin bir eylemdi. Takip eden yıllarda duyarkatlara ve objektiflere ilişkin çalışmalar devam etti, fotoğraflarda detaylar arttı, kalite yükseldi, pozlama süresi azaldı. Bu gelişmeler fotoğraf makinalarını gezginlerin en önemli yol arkadaşları haline getirdi. Özellikle Fransa ve ingiltere başta olmak üzere dünyanın her yanına
Fotoğrafın ortaya çıkışından hemen sonra 1846 yılında Meksika-Amerikan Savaşı’nın fotoğraflandığı bilinmektedir. Bu savaş sonrasında, Kırım Savaşı (1853 1856) Fotoğraflandı. Fotoğraflar Roger Fenton ve yardımcıları tarafından çekilmişti. Fenton, Kırım Savaşı’nda 3604 adet fotoğraf çekti. Bu fotoğraflar sergilendi ve fotoğraf albümleri oluşturuldu. Kırım Savaşı Fenton dışında birkaç fotoğrafçı tarafından da fotoğraflanmıştır. Fotografik görüntünün gerçeği olduğu gibi yansıttığı düşüncesi o yıllardaki kamuoyunu ve politik görüşleri de etkiledi. Fotoğrafın büyük gücü ve iletişim boyutu anlaşıldığı zaman ise bulunuşunun üzerinden henüz yirmi yıl
Roger Fenton
geçmişti. Kırım Savaşı sonrasında Amerikan İç Savaşı (1861-1865) fotoğraflandı. 1870'li yıllarda pozlama süresi de birkaç dakikadan 1/25 saniyeye düştü, duyarkatlar (emülsiyonlar) gelişti, hassaslaşmış, fotoğraf makinelerinin optik ve mekanik aksamları gelişti. O günlere dek fotoğrafçının çekim anından hemen önce kendisinin imal ettiği ıslak duvar katlı fotografik levhalar yerine atölye ve fabrikalarda üretilmiş, kuru, kullanım ve taşıma kolaylığı sağlayan hazır emülsiyonlu fotoğraf levhaları üretilmeye başlandı. Bunlar "güzelliği elde etmenin yeni araçları" olarak tanıtıldı, fotografik olanaklar gelişti. 1881 yılında George Eastman bir şirket kurarak kuru cam filmleri imal etmeye başladı.
Bu şirket 1888 yılında KODAK adını alacaktı ve dünyanın en hızlı gelişen fotoğraf ve film şirketlerinden biri olacaktı.
1888 yılında Kodak firması film, banyo ve baskı ücreti içinde olan, 100 adet filmi bulunan fotoğraf makinelerini piyasaya sürdü. Bu fotoğraf makinelerini, " düğmeye basın, gerisini bize bırakın" reklam sloganıyla satıyordu, bu yıllardan sonra fotoğraf geniş kitlelere mal oldu. Fotografik görüntüler sanat çevrelerinde de tartışmalar açtı, resim gibi değildi, resimden daha mükemmel biçimde perspektifi ve görüneni aktarıyordu.
Fotoğrafın ilk otuz yılında ve takip eden dönemlerde, kimi fotoğrafçılar negatifler üzerinde oynayarak, fotoğraf üzerinde dokular oluşturarak,
fırça darbelerinin benzerlerini yaratmaya çalışarak "resim gibi" olanı yakalamaya çalıştılar. Artistik arayışlara girdiler. Fotoğraf sanat olma yolunda hızla ilerledi. “Günümüzde halâ sanat mıdır değil midir?” tartışmalarının ortasında tüm ihtişamıyla varlığını sürdürmektedir. İnsanoğlu var olduğu sürece fotoğraf da varlığını sürdürecektir demek çok da abartılı bir söylem olmayacaktır bu durumda.
Bülent DURTAŞ
www.ofogder.tk
Ayhan SÖZEN
Bayram AKÇADAĞ
Bülent DURTAŞ
Bülent DURTAŞ
Çetin ÖZKAN
Çetin ÖZKAN
Erdal BİÇERLİ
Erkan ALKAN
Fatih UYGUN
Feral TÜRKYILMAZ
Feridun KARAGÖZLÜ
Hülya ÖZDEMİR
Hasan Uรงar
Hasan Uร AR
Hüseyin BİLGİ
İbrahim KOCA
Levend Aybars ÖZDEMİR
Murat ACAR
Murat ACAR
Oğuzhan ADANAR
Okan TERZİOĞLU
Özlem ÖZULUS
Türkan CEYLAN
Seyit Ali GEÇİCİ
Turan DÖNER
Turan DÖNER
Zuhal YARIŞKAN
NOT: Akılda kalanlar, facebook grubumuza Aralık ayı içerisinde yüklenen fotoğraflar arasından HARUN ÖKENEL tarafından seçilmiştir. Fotoğraflarınızın bu köşede yer www.facebook.com/groups/ofog.35/ grubumuza yükleme yapabilirsiniz.
alması için adresinden
FOTOĞRAF MAKİNESİNDE SENSÖR (ALGILAYICI) Dijital devrimin en büyük farklılığı görüntünün kimyasal bir ortama değil, sayısal bir ortama kaydedilmesidir. Artık görüntülerimiz gren dediğimiz milyonlarca kimyasal noktacığın hâkimiyetinden çıkıp, piksel dediğimiz elektronik noktacıkların kontrolü altına girdi. Fotoğraf makinelerimizde filmin yerini alan ve görüntüyü oluşturan pikselleri üzerinde bulunduran alana sensör dendiğini hepimiz biliyoruz. Peki, sensörlerin özellikleri nelerdir? Görüntü sensörde nasıl oluşur? CCD, CMOS, X3 Foveon teknolojisi ne demektir? Bu sayımızda bu soruların cevaplarını bulmaya çalışacağız.
En basit şekilde tanımlamak gerekirse SENSÖR; dijital fotoğraf makinelerinde görüntüyü kaydederek işlemciye gönderen ve üzeri ışığa duyarlı piksellerden oluşan alandır. Sensör dijital makinelerimizin en önemli parçalarından biridir ve makine almadan önce dikkat etmemiz gereken önemli unsurlardandır. Elde ettiğimiz görüntünün büyüklüğü ve kalitesi sensörün özelliğiyle doğrudan ilintilidir. PİKSEL Piksel İngilizce PICture ELement, yani resim öğesi) sözcüklerinden türetilmiştir. Dijital görüntünün en küçük öğesi ve sensör üzerinde görüntüyü oluşturan çok sayıdaki küçük ışık noktacığıdır.
Pikseller o kadar küçüktür ki boyutları mikronla ölçülür. Mikron metrenin milyonda biridir. Sivri uçlu bir kalemle oluşturduğumuz bir noktanın 500 mikron olduğunu düşünürsek mikronun küçüklüğünü daha iyi kavrayabiliriz. Bir piksel 2 ile 10 mikron arasındadır. Dolayısıyla her sensörün üzerinde bulunan pikseller eşit büyüklükte değildir. Üstelik bu kadar küçük noktacık üzerine sabit kırmızı, yeşil veya mavi filtre yerleştirilir. Bu renkler sanki bir satranç tahtasının üzerindeki her bir karede kırmızı yeşil veya mavi renkten biri gelecek şekilde dizilir. Bu sensör üzerindeki piksellerin bir milyon tanesine megapiksel diyoruz. Bir fotoğraf makinesi alırken önce kaç megapiksel olduğuna
bakıyoruz ama neden? Megapikseller sensörün üzerine son derece düzenli olarak dizilmiş milyonlarca pikselin adıdır. Deklanşöre bastığımız an saniyenin binde biri gibi kısa zamanda o milyonlarca piksel elektronik devreler yardımıyla renklerle yüklenirler ve o renklerin milyonlarcası bir araya gelerek görüntüyü oluşturur. Makinemizin 5 MP olması sensörümüzün 5 milyon pikselden oluştuğunu gösterir. Sensör üzerindeki tüm pikseller aktif değildirler. Toplam piksel sayısının %95 i aktif pikseller olup gerçek görüntünün kaydında kullanılır. % 5’lik kısım ise aktif olmayan piksellerdir. Bunların bir kısmı üretim hatalarında bir kısmı da sensör içindeki yapılan kayıt dışındaki işlemler için kullanılır. Sensörlerde aydınlık bir görüntü yüksek, karanlık bir görüntü ise düşük elektrik yükü ile tarif edilir. Bu yöntem ile kaydedilen görüntü sadece siyah beyaz
fotoğraf oluşturur. Renkli görüntüyü oluşturmak için dijital fotoğraf makinesi sadece ışık seviyesini değil ayrıca her renk ışığın da miktarını ölçer. SENSÖRÜN BÜYÜKLÜĞÜ Sensörün büyüklüğü ne kadar fazla ise görüntünün kalitesi ve büyüklüğü de o kadar fazla olur. Sensörlerin iki tür büyüklüğü vardır. Birincisi MP açısından büyüklüğü ikincisi ise fiziki olarak büyüklüğüdür. Fiziki olarak aynı büyüklükte olan iki sensörden biri 8, diğeri 10 MP büyüklüğünde olabilir. Fotoğrafın oluşması ve görüntü kalitesi açısından bu ikisinin arasındaki farkı yorumlamak son derce zordur. Elimizde 8MP’lik fotoğraf çeken biri kompakt diğeri DSLR, iki makine olsun. İkisi de aynı boyutta çekiyor. Neden daha fazla para verip DSLR makine alayım ki? diye düşünenler olabilir. Kompakt makinelerin sensörleri DSLR’lere göre
oldukça küçüktür. Diğer makinede 8 milyon piksel daha geniş bir alana dizilmiştir yani piksel boyutları daha da büyüktür. Büyük boyutlu sensörün pikselleri daha büyük olduğu için üzerine düşen fotonları (ışığı) daha kolay ve doğru bir şekilde yakalayıp ölçer. Küçük piksellerde enerji dağılımından kaynaklanan ısı fazlalığı ve dar alanda piksel sayısının artması piksel başına düşen ışık miktarını azaltacağından kumlanma etkisi (noise) daha fazla olacaktır. Sensörlerin ikinci büyüklüğü fiziki büyüklükleridir. Dijital teknolojinin en çok zorlandığı alanlardan birisi de yıllardır film boyutu olan 24x36mm boyutunda sensör üretemiyor olmasıydı. Yeni nesil makinelerde bu sorun aşılmaya çalışılıyorsa da sistemin hâlâ çok pahalı olması nedeniyle bende dâhil birçoğumuzun full frame adı verilen 24x36 mm boyutlu sensöre
geçmesi uzun zaman alacak gibi görünüyor. SENSÖR ÇEŞİTLERİ Sensörlerde piksel sayısı kadar elektronik devre vardır ve devrelerin kullanımı belli bir enerji gerektirir. Bu enerji karşılama durumuna göre dünyada sensörler iki şekilde üretilmiştir. 1-CCD (Charge Coupled Device) 2CMOS(Complemantary Metal Oxide Semiconductor) Son dönemlerde yeni nesil 3x Foveon sensörler de yaygınlaşmaktadır. Dünyada CCD sensörler daha yaygındır. Nikon bu tür sensörleri kullansa da son ürettiği D2 modelinde CMOS sensöre geçmiştir. Canon ise CMOS sensörün öncülüğünü yapmaktadır. Hayatımıza yeni giren Foveon X3 ün öncülüğü ise Sigma'ya aittir.
Bu sensörlerin arasındaki farkı özetle şu şekilde açıklayabiliriz; CCD sensörler piksellerdeki voltaj bilgisini algılayıcının dışındaki bir ünitede inceler. Çip dışında yaptığı incelemenin gerektirdiği ekstra enerji tüketiminin pil ömrünü kısaltmasını da değişik piller üreterek çözmeye çalışmaktadır. CCD’ler CMOS a göre 100 kat daha fazla enerji tüketir. Bu nedenle de daha fazla ısınır ve bu da daha fazla noise oluşmasına neden olur. CMOS sensörlerde ise bu işlem çipin üzerinde incelenir. Bu da daha az enerji kullanımı demektir. Az enerji pillerin daha uzun süre kullanılabilmesini sağlar ve az enerji az ısı oluşturacağı için CMOS sensörler daha az noise üretir. FOVEON X3 SENSÖR X3 algılayıcısı tıpkı renkli film gibi farklı 3 ayrı renkli katmana sahip ve her bir katman bir renge duyarlı. En önde
mavi, sonra yeşil, en arkada da kırmızıya duyarlı katman bulunur. Renk ve görüntü değerlerini bu üç ayrı katmana saklayabilir. Piksel biçimleri kare değil altıgen şeklindedir. Foveon X3 algılayıcısı, renkleri olduğu gibi algılarken, çözünürlüğü de üst seviyede tutuyor. Geleneksel algılayıcılardan farklı olarak her dört algılama hücresi birlikte çalışıp ortak bir renk oluşturuyor ve bu renkler her bir piksele ayrı ayrı atanıyor. Bu nedenle Foveon X3 renk konusunda ciddi bir avantaja sahiptirler. Bu sayımızda, sürekli duyduğumuz fakat içeriği hakkında kafa karışıklığı oluşturan sensörlere yer verdik. Umarız bu yazımızdan sonra bu konuyu daha iyi kavrayabilmişizdir. Bir sonraki sayımızda daha farklı bir konuyla tekrar buluşmak dileğiyle… Işığınız bol olsun!
Bülent DURTAŞ
Bitmeden…
Fotoğraf: Harun ÖKENEL