Akademinin Mikropolitikası Proleterleştirme Düzenekleri ve Özgürleşme Olanakları Üzerine Bir Deneme
Oğuz Karayemiş
anafor
Dixi et salvavi animam meam.*
*Lat. S繹yledim ve ruhumu kurtard覺m.
İçindekiler Önsöz......................................................................................... 5 Mikropolitika Nedir? ................................................................. 7 Mikropolitikanın Nesnesi ........................................................ 11 Yabancılaşmayı Yeniden Düşünmek ve “İdeolojinin Eleştirisi”16 Akademinin Biçimlendirici Süreçleri ve “İdeolojinin Eleştirisi 2” ................................................................................................. 21 Akademinin Bir Takım Proleterleştirme Düzenekleri.............. 23 a) Sınavlar, Ödevler, Makaleler, Tezler ve Genel Olarak Değerlendirme Düzenekleri .................................................... 25 b) Kredi ve Burslar: Akademide İşin Dayatılmasının ve İşçileştirmenin Temel Mekanizmaları ..................................... 27 c)
Evler ve Yurtlar: Cinsiyetlendirme Düzenekleri ............... 29
Proleterleştirme Düzeneklerinin İşleyişinin Soyut Çizgileri .... 30 Sermayenin Aksiyomatiği Akademide Nasıl İşler? .................. 32 Proleterleştirme Düzeneklerinin İçinde-Ötesinde-ve Karşısında: Çeşitli Kaçış Çizgileri ................................................................ 34 1
a)
Öğrenci Evleri, Ev İçi Paylaşımlar vs. ................................ 36
b) Anarko Gruplar ve Ortak Öğrenim Deneyimi Olarak Atölyeler.................................................................................. 37 c) Bloglar, Açık Kaynak Kodlu Paylaşım Alanları, İnternet Siteleri ..................................................................................... 38 d) Akademisyenlerin Kaçış Çizgileri...................................... 38 Sonuç: Kaçış Çizgilerinden İtibaren Akademik Proleterleştirme Düzeneklerini Aşındıran Bir Özgürleşme Politikasını Düşünmek Mümkün mü?.......................................................................... 41 Kaynakça ................................................................................. 45
2
3
4
Önsöz
Bu çalışma, ne akademide olup biten her şeyi kuşatacak şekilde son sözü söylemeye çalışmakta ne de başımıza gelenin hakikatini bulmak iddiasındadır. Hele hele, sıkıştığımız bu mengeneden kurtuluşun reçetesini sunmayı aklından bile geçirmemektedir. Sadece deneysel bir iyi niyetle, kısmi bir bakış açısından, olup biteni “bir de şöyle görmeyi” önermektedir. Akademiye, bilginin üretimi ve paylaşımına dair sorunları olan, dertli kimselere bir parça bile faydası olursa işlevini yerine getirmiş sayılmalıdır.
5
.
6
Mikropolitika Nedir?
Mikropolitika ile makropolitika arasındaki ayrım, nesneler, saha genişliği vs. konusunda bir ayrım değildir. Mikropolitika da, tıpkı makropolitika gibi bir ve aynı nesneler, yani birey, aile, sınıf, toplum, devlet vs. üzerinde uygulanır. Saha genişlikleri, kapsamları arasında hiçbir fark yoktur (Guattari, 2009, s. 155). Mikropolitika daha ziyade, makropolitikadan bir bakış açısı farkı olarak ayrışır. Makropolitikada her şey, şeyleşmiş, sabitlenmiş, oluşmuş haliyle ele alınır: Birey, aile, cemaatler, toplum, devlet gibi kategoriler, ilişkisel oluşumlar olarak değil, şeyler, sabit nesneler olarak ele alınırlar. Oysa mikropolitikada bütün bu mevhumlar, kendi oluşumsallıklarına iade edilerek, daima oluşmakta olan, asla tamamlanmamış olan etkiler, onlar
7
üzerinde etkide bulunan toplumsal ilişkilerin, çatışmaların ürünü olarak görülürler (Guattari, 2009, s. 155). Dolayısıyla, mikropolitik bakış açısı bir fetişleştirme eleştirisidir, marksist fetişleştirme eleştirisini sürdürür ve ona eklemlenir. Fetişleştirme, tarihsel-toplumsal ilişkilerin yani bir toplumu kuran farklandırıcı ilişkilerin, mücadele süreçlerinin göreli ve geçici sonucu olan bir takım mevcudiyetlerin (para, işçi, meta, iktidar, cinsiyet, ırk vs.) şeyleşerek, kendi oluşumsal süreçlerini gizlemeleri, gizemli ve mutlak biçimler olarak kendilerini sunmalarıdır. Fakat fetişleştirmeden olmuş bitmiş bir şeyi anlamamak kaydıyla… Fetişleştirme sürmekte olan bir süreçtir. Holloway, bu konuyu tartıştığı bir makalesinde şöyle der: Mutlak olarak kabul ettiğimiz görünüşte
sabit
olan
fenomenler
(para,
devlet,
iktidar: “onlar oradalar, her zaman oradaydılar, her zaman da olacaklar, insan doğasının kendisi bu değil mi?”) artık kızgın, kanlı savaş meydanları olarak görünürler… …saklı olan 8
mücadelenin
görünmezliği
fiziksel boyutla alakalı değildir, daha
ziyade
ona
bakma
biçimimizdeki kavramlarım bir sonucudur. (Holloway, 2011, s. 55) Holloway’in kendi tartışmasında da sürdürdüğü fikir şudur: İşçi sınıfı, kapitalist, öğrenci, kadın, erkek vs. gibi kategoriler, sosyolojik bir grubu değil, içlerinden geçen çatışmaları ve mücadeleler (iktidar ilişkisi tam da bu demektir) tarafından göreli olarak anlık bir imge olarak üretilen etkileri adlandırır. Örneğin sınıf (veya emek/sermaye) ilişkisi, atomcu bir tasavvurun sunduğu gibi işçi ile kapitalist arasındaki bir ilişki değil, sermayenin ve iktidarın biçimlendirici müdahaleleri ve ondan kaçan, ona direnen, onun içinde-karşısında-ve ötesinde olan direnişler arasındaki ilişkidir. Bu çatışmalarda, işçi işçileşir, kapitalist kapitalistleştir ve bu tarihsel olarak tamamlanmış değil, modern toplumlarda her an işlemekte olan bir süreçtir. Böyle bir bakış açısı, bizi toplumsal iktidar ve sermaye oluşumlarının etkisi olarak kurulan hazır bulunan öznelere (işçi, kadın, eşcinsel, halk vs.) tözsel bir hakikat atfından kurtarır. 9
Politik mücadelenin açısından, mikropolitik analiz, eninde nihayetinde bu öznelliklerin üretimi süreçlerinin denetimi yoluyla işleyen kapitalizme (patriyarkaya, ikili-çift-cinsiyet rejimine, sömürgeciliğe vs.) karşı devrimci eylem ve tasavvurun nirengi noktasına dönüşür. Artık sorun, kapitalist toplumsallığın özneleştirme kiplerine karşı bir mücadeleye dönüşür. İşçilerin kendini işçileştiren sermaye ve iktidar oluşumlarının yaşamları üzerindeki denetimini (yani işçiliğin bizzat kendisini) red ve bizzat ortaklığın, özyönetimin ve otonominin bugünden inşası olarak komünizmin güncelliği… Komünizm bu bağlamda, işçilerin, emeğin vs. gelecekteki iktidarı sorunu değil, yaşamın özyönetimi ve yaşamsal1 olanakların kolektif olarak burada ve şimdi yaratımına dair güncel bir soruna dönüşür. Son olarak, mikropolitika, gerçekliğin her düzeyde kurulumuyla (öznelliğin sınıfsal, cinsel, ırksal vs. üretimi, metanın üretimi, toplumsal
ilişkilerin
biçimlerinden
kaçan
üretimi)
bu
özgürleşmeci
kurulumun olanakları
baskıcı keşfetme
gayesiyle ilgilenir. Dolayısıyla, mikropolitikada bizzat analiz Yaşamsal olandan kastımız, biyolojik ihtiyaçlar değil bilakis artık “ihtiyaç ekonomisini” aşar bir şekilde kavranması gereken biyolojik, semiyotik, imgesel vs. öğelerdir. Komünist sorun, bu öğelerin üretiminin denetimini üretken kolektiflerin özyönetimine, paylaşımı ise herkese bırakma sorunudur bir yerde. 1
10
kolektif bir politik müdahale haline gelir. Çünkü artık analizden beklentimiz basitçe bize hakikatin doğru bir imgesini oluşturması değil, bilakis kendini hakikat, gerçek olan olarak sunan şeyin kurulmuşluğunu göstererek, başka kuruluşların imkânını
açacak
geleceğin
güçlerini
keşfetmemize
yol
vermesidir. Mikropolitika sayesinde analist-uzmanlar ile pratisyen-militanlar2 arasındaki ayrım ortadan kalkar. Analitik özne-grup, politik eyleminin bütün veçhelerini kolektif bir tarzda üreten ve hiyerarşikleşmeye karşı sürekli mücadele eden bir oluşumdur.
Mikropolitikanın Nesnesi
Mikropolitika, toplumsal sahanın her ölçeğinde arzunun işleyişi ile ilgilenir. Arzuyu, Deleuze ve Guattari Anti-Ödipus’ta gerçekliği toplumsal olarak üreten birey-ötesi sentezler olarak tanımlarlar:
Sosyalist hareketi biçimlendiren ayrımların, özellikle bürokratik parti örgütlenmelerinin katı çizgilerle ayırdığı parti/kitle, entelektüel/halk vs. gibi ikiliklerin bağrında tam da bu vardır. 2
11
Arzu üretiyorsa gerçeği üretir. Arzu
üretkense,
sadece
gerçekliğin tarafında öyledir ve sadece gerçekliği üretir. Arzu, kısmi nesneleri, akımları ve bedenleri faaliyete geçiren ve üretim birimleri olarak işleyen pasif Gerçek
sentezlerin ise
bir
tümüdür. sonuçtur,
bilinçdışının öz-üretimi olarak arzunun pasif sentezlerinden köken alır. (Deleuze & Guattari, 2012, s. 44) Yukarıda da dendiği üzere, arzunun toplumsal işleyişi, gerçekliğin üretim sürecinden başka bir şey değildir. Öznelliği üretimi, sınıflaştırılması, cinsiyetlendirilmesi, ırklandırılması vs. bir takım sözcelerin, pratiklerin, duygulanımların, beden parçalarının, göstergelerin, davranışların, yani her türden semiyotik ve semiyotik olmayan öğenin ilişkiye sokularak, bizzat arzu tarafından sentezlenerek tutarlı kılınması anlamına gelir. Erkekliğin oluşumundan anlamamız gereken şey, bir toplumda, 12
belli bir anda, erkekliğin bir tür soyut diyagramını oluşturan, kodlanmış ve aşırı-kodlanmış bir dizi öğenin bir bedeni biçimlendirmek üzere bir araya gelmesidir (assemblage). Bir bebek bedenini erkek haline getiren şey, libidinal aktivitenin, bu soyut diyagramı belli iktidar oluşumlarının (aile, tıp, din, eğitim vs.) zoruyla kat ederek, bu diyagram tarafından çizilmiş çizgilerden (sünnet, askerlik, “milli olmak”, evlenmek vs.) geçerek bu öğeleri kendi öznelliğine arzunun pasif sentezleri aracılığıyla eklemlemesidir. Penis biyolojik bedenin libidinal faaliyetinin merkezi haline gelirken, “erkekler ağlamaz” gibi sözceler, çatık kaş gibi mimim-göstergeler, sert ve köşeli beden hareketleri, sert bir konuşma tarzı, çeşitli endişe ve korkular (psikanalizin yanlış bir şekilde evrenselleştirdiği hadım kompleksi gibi) vs. birbirlerine eklemlenerek, bilinçdışı üretim süreçlerini daima aynı şeyi tekrar ve tekrar üretecek şekilde bastırır; bu birey-öncesi tekilliklerin oluşturduğu organizma bilinçdışı üretim sürecinin şablonu haline gelir. Dolayısıyla, öznelliğin üretimi, bu birey-öncesi tekilliklerin öznelliğin oluşumuna dâhil edilmesidir. Arzu bireysel değildir. Yine başka bir yerde Deleuze, arzuyu şöyle tanımlayacaktır:
13
Bence arzu bir yoksunluktan oluşmaz,
ne
de
doğal
bir
verilmişliktir; o ancak işleyen heterojen
öğelerin
bir
düzenlemesidir; yapının ya da tekvinin aksine, arzu süreçtir; duygusallığa
karşıt
olarak
duygudur; öznelliğe karşıt olarak vakadır [heacceity] (bir günün, bir
mevsimin,
bir
yaşamın
bireyliği); şey ya da kişiye karşıt olaydır. (Deleuze, 2006, s. 161) Fakat mikropolitik bakış açısının özgünlüğü tam olarak yine de burada değildir. Onun özgünlüğü, arzuyu radikal olarak yoldan çıkan bir şey olarak, onu sabitlenmiş bir öznellikte (kimlikte) kısılıp kalmaktan daima kaçan, oluşturduğu bileşim tarafından mutlak olarak bastırılamayan bir şey olarak tanımlamasıdır. Guattari’nin deyimi ile, “…doğası gereği arzu her zaman ‘tabiyetinden sapmaya,’ ‘yoldan çıkmaya’, doğru yoldan ayrılmaya meyyaldir.” (Guattari, 2009, s. 159) Eğer öznelliğin sabit niteliklerle üretilmesine kodlama dersek, arzunun daima 14
kodlamadan kaçan bir yanının olduğunu söylemeliyiz. Deleuze, Foucault ile kendilerinin topluma bakış tarzını açarken tam da mikropolitikanın bu doğa farkını şu sözlerle ortaya koyar: Bir toplum, kendisiyle çelişmez; fakat
öncelikli
toplumun
ya
olan da
şey,
toplumsal
alanın ilk önce toplumun bütün taraflarından kaçmasıdır; kaçış çizgileri kronolojik
önceldir
(“öncellik”
olmasa
bile)…
…Çünkü kaçış çizgileri öncel belirlenimlerdir; toplumsal
alanı
çünkü
arzu
işler
kılar;
kendisini hem bu düzenlemeler tarafından üretilmiş bulan hem de bu düzenlemeleri tıkayan ya da ezen iktidar dispozitifleridir. (Deleuze, 2006, s. 160, 161) Görüldüğü
üzere, mikropolitik bir
analiz,
müdahalede
bulunduğu toplumsal sahanın oluşumlarını, bu oluşumlara içkin çatışmaları ve biçimlendirme süreçlerini, bu süreçlerden kaçan, 15
onlar tarafından mutlak olarak kodlanamayan, kapılamayan kaçış çizgilerinden itibaren düşünür. Hiçbir sınıflaştırma, cinsiyetlendirme, ırklaştırma vs. mutlak değildir. Daha da ötesinde bu süreçlere yönelik ilgi, bu süreçlerden sapan farklılaşmaları ve olanakları keşfetmeye odaklanmıştır.
Yabancılaşmayı Yeniden Düşünmek ve “İdeolojinin Eleştirisi”
Mikropolitik bir perspektif, çoğunlukla –özellikle ortodoksiler tarafından- özcü bir tarzda anlaşılan yabancılaşmayı yeniden tanımlamayı mümkün kılar. Yabancılaşmanın tanımı genellikle, bilinç/maddi etkinlik, ideoloji/hakikat, üstyapı/altyapı gibi ikikutuplu kavram setlerinin oyunuyla anlaşılagelmiştir. Oysa bu ikilikler,
fazlasıyla
Kartezyen
bir
idealizmin
gizlice
sürdürülmesinden başka hiçbir şey değildir. Sözcelerin, imgelerin, yansıtmanın,
duyguların, temsilin,
fikirlerin, ifade 16
arzuların
etmenin
üretiminin
terimleriyle
ele
alınmasıdır. Oysa bu tarz bir bakış açısı, bu ikilikler oyununu kat eden arzu fenomenlerini görmezden gelir. Deleuze’ün bir söyleşide dediği gibi: İdeolojinin yanılsama olduğunu öne sürmek hâlâ âdetten. Bir tarafa altyapıyı –yani ekonomik olanı,
ciddi
koyuyorsunuz,
meseleyi– öte
tarafa
ideolojinin de parçası olduğu üstyapıyı; böylece ideolojideki arzu
fenomenlerini
reddediyorsunuz.
Arzunun
altyapı içerisinde nasıl işlemekte olduğunu, ona nasıl yatırım yaptığını, nasıl katıldığını ve bu anlamda arzunun iktidarı ve baskıcı
sistemi
örgütlediğini
nasıl görmezden
gelmenin en iyi yolu bu. Biz ideolojinin yanılsama olduğunu (veya
birtakım 17
yanılsamaları
ifade eden bir kavram olduğunu) söylemiyoruz. Biz diyoruz ki ideoloji
yoktur,
bu
yanılsamadır. Marksizmin
bir
Ortodoks ve
Komünist
Parti3’nin ideolojiye dört elle sarılmasının sebebi de budur. Marksizmin
ideolojiyi
diline
pelesenk etmesinin altındaki saik, yeni bir baskıcı iktidar örgütlenmesi
olan
yaşananları
SSCB’de
daha
iyi
saklayabilmekti. İdeoloji yoktur, sadece iktidar örgütlenmeleri vardır
–
yeter
örgütlenmesinin, ekonomik
ki
iktidarın
arzu
ile
altyapının
birleşmesinden oluştuğu kabul edilsin. (Deleuze, 2014)
3
Fransız Komünist Partisi, y.n.
18
Altyapı ve üstyapı arasında, birinin diğerini temsil ettiği (ve herkesin meşrebince bir diğerini önemsediği4) bir ayrım tesis etmek
yerine,
sınıflaştırmanın,
cinsiyetlendirmenin,
ırklaştırmanın vs. sözcelerin, davranış tekrarlarının, imgelerin, bedenin
bölgelerinin
erojenleştirilmesinin
vs.
analizi
yapılabilmelidir. Bu analiz, sözcelerin, imgelerin, duyguların, fikirlerin, zevk ve hazların vs. de cisimsiz ama maddi üretimler olarak kabul edildiği bir materyalizm olacaktır. Bunların üretimi ise, meta üretiminin bağlılaşık bir parçası olarak kabul edilmelidir. Bir beden, arzunun sentezleyici faaliyeti, tekrarlı biçimlenmelerde kıstırarak sabit bir özne, kimlikli bir mevcudiyet olarak üretilir. Bir erkek olmak demek, bir bedenin libidinal etkinliğinin birçok düzenek, pratik, şiddet vs. yoluyla penisinde kıstırılması, bu penisin bedenin herhangi bir öğesi olmaktan çıkartılarak, toplumsal bir iktidar biçimlenmesinin göstergesi olarak fallus haline getirilmesi ve nihayetinde bu fallusun da, bütün yaşamsal etkinliğin despot-göstereni olarak
Ortodoks Leninizm, büyük oranda kendini altyapı üzerindeki bir vurguyla ayırt ederken, akademik Marksizm daha ziyade ideolojiyi merkeze almıştır. İkisi de aynı ayrımının iki koludur. Bir tarafta, kapitalist süreçler ekonomik bir indirgemeye maruz kalırken, diğer yandan buna yönelik haklı bir eleştiriden, politikanın göreli özerkliğine varılmaktadır. Birincisi kaba materyalist bir zorlama iken, ikincisi Hegelci bir sinizme dönüşmektedir. 4
19
kurulması sürecinden başka bir şey değildir. Öyle ki bedensel düzeydeki tatbik etmeler, sözce düzeyindeki eklemlenmeler ve semiyotik biçimlendirmeler birbirine karışırlar ve birlikte etkirler. Burada yine de süreç terimi vurguludur. Zira, erkek bir olmuş bitmiş mevcudiyet, bütünlük değil; erkek haline getiren iktidar müdahalelerinin (bir bedene içkin hale geldiklerinde bile) daima başka cinsiyet-oluşlarla, başka arzularla, kaçış çizgileri ile vs. kesintiye uğrayan sürekliliğidir. Bir erkek ancak, istatistiki olarak bir erkektir. İçinde değil ama, tam da erkeksi içselliğinden
dışarıya,
başka
arzu
konumlarına,
başka
öznelliklere doğru kaçan arzu yatırımları (kaçış çizgileri) tarafından kat edilmektedir. Yabancılaşmayı bu kısmi fikirlerden itibaren bir daha düşündüğümüzde, onu artık bir öze vs. yabancılaşma olarak tarif edemeyiz. Yabancılaşma artık, öznelliğin üretiminin koşulları üzerindeki özdenetimin kaybı olarak anlaşılmalıdır. Yabancılaşmayı aşma sorunu da bir öze dönüş, özün bulunuşu vs. değil, “kendimizi yapmamızın” otonomisini sağlama sorunudur. Bu sorunların hiçbir yanı ideolojik değildir. Çünkü bilinç ve temsillerle değil, bilinçsiz/bilinçdışı üretim süreçleriyle, arzu yatırımları ve bastırma/baskı süreçleriyle ilgilidir. 20
Biz böylece tanımlanan yabancılaşmaya, Bernard Steigler’i takip ederek “proleterleşme” diyeceğiz. Bu kavram artık basitçe ekonomik bir ilişkiyi değil –çünkü basitçe bir ekonomik ilişki diye bir şey yoktur-, yaşamın kolektif özdenetiminde yaşanan kaybı anlatacak (Stiegler, 2012, s. 50 vd.). Biz de proleterleşmeyi, sadece
işçileşme
anlamında
değil,
cinsiyetlendirmeyi,
ırklaştırmayı vs. de kapsayacak bir anlamda kullanacağız. Bu anlamda, erkekleşmiş biri de kendi yaşamının cinsel veçhesinin üretiminin
özdenetimini
kaybetmek
anlamında
proleterleşmiştir.
Akademinin Biçimlendirici Süreçleri ve “İdeolojinin Eleştirisi 2”
Akademiye dair sorun da “ideolojikleştirmeden” nasibini almıştır. Akademiye dair sorunu ideolojinin terimleri (temsiller, bilinç, farkındalık vs.) ile düşünmeye devam ettiğimiz müddetçe, akademide iktidarın işleyişini de görünmez kılmaya devam ediyoruz. Deleuze, yukarıda da alıntıladığımız söyleşinin devamında şöyle der: 21
Mayıs
1968’de
solcular,
hocaların burjuva ideolojisinin temsilcileri
oldukları
gerekçesiyle özeleştiri vermeleri için onca zaman harcadı. Oysa bu aptalca ve akademisyenlerin mazoşist
dürtülerini
tetiklemekten
başka
işe
yaramıyor. Tartışma lehine, ya da kamu önünde yapılan o büyük
ideoloji
karşıtı
itiraf
lehine, rekabete dayalı sınav sistemine karşı mücadele bir yana
bırakıldı.
Bu
arada
muhafazakâr
hocalar
iktidarlarını
yeniden
örgütlemekte çekmediler.
hiç Eğitimle
sıkıntı ilgili
problem bir ideoloji problemi değil,
iktidar
örgütlenmesi
problemi: eğitimsel iktidarın, bir 22
ideoloji gibi görünmesine sebep olan bir özelliği vardır ama bu tamamen yanılsamadır. Hâlbuki ilkokullarda iktidar dediniz mi bunun
bir
çocukları
anlamı
etkiler.
vardır, (Deleuze,
2014) Bir akademisyen demokrat, solcu, komünist, anarşist vs. olabilir elbette. Ders içeriklerini buna göre düzenleyebilir de. Lakin akademik iktidar, sınav mekanizmaları, bireyselleşmiş ödev ve tez süreçleri, mevzuatlar, akademik kurullar vs. düzeyinde ve yoluyla işler. Akademik iktidarın bu işleyişine iştirak edildiği sürece ideolojik tutumlar –önemsiz olmasalar da-, akademik iktidar hususunda pek de fark üretmez.
Akademinin Bir Takım Proleterleştirme Düzenekleri
Bu
bölümden
itibaren,
akademide
işleyen
bir
dizi
proleterleştirme düzeneğini sınıflaştırma, cinsiyetlendirme, sömürgeleştirme vs. gibi çizgileri itibariyle, sermaye ve iktidar 23
oluşumları tarafından işletildikleri haliyle incelemenin imkânını tartışacağız. Akademik aygıtın eklemlendiği daha büyük iktidar oluşumları ve ayrım çizgileri (patriyarka, sömürgecilik, ikili-çift cinsiyet rejimi vs.) ile sermayenin aksiyomatik5 işleyişi arasındaki ilişkileri sorunsallaştırmayı deneyeceğiz.
Aksiyomatik, kodlama ve üstkodlamanın aksine, belli bir akım –bedenler, sözceler, metinler, sesler, harfler vs.- üzerinde içeriğin düzenlenmesine ve yerliyurtlulaştırılmasına gerek duymayan; bilakis kodsuzlaşmış, yersizyurtsuzlaşmış akımlar üzerinde, onları niceliksel bir bağlantıyla yakalayarak işleyen sermayenin işlemidir. Bu işlem, birlikte ölçülemez tekilliklere, birbirine indirgenemeyen farklara ortak bir ölçü, niceliksel bir eşdeğerlik dayatarak işler. Örneğin, Kapital’de tartışılan ilksel birikim tam da bunu anlatır: Kapitalizmin oluşumu, en temelde iki yersizyurtsuzlaşmış, kodsuzlaşmış akımın, topraktan koparak (serf olmaktan çıkarak) proleterleşmiş işçi akımının ve yine sabit zenginlik kaynaklarından (toprak, maden vs.) koparak yersizyurtsuzlaşmış sermaye akımlarının olumsal karşılaşmasının sonucudur. Bu karşılaşmadan, “işçi” ve “kapitalist” figürleri doğmuştur. Bu kodlama değil (zira artık erkek, kadın, şu aileden, bu aileden, şu milletten, bu milletten vs. önemsizdir) daha ziyade meta ilişkisinin niceliksel mübadele işlemi tarafından üretilen aksiyomatik bir ilişkidir (Marx, 2013, s. 686 vd.). Aksiyomatiğin akademide yerine getirdiği (ECTS, notlama, puanlama vs. yoluyla) işlevi daha detaylı tartışacağız. 5
24
a) Sınavlar, Ödevler, Makaleler, Tezler ve Genel Olarak Değerlendirme Düzenekleri
Sınavlar, bir eğitim kurumunda, toplumsal açıdan bütünüyle kolektif süreçler tarafından üretilmekte olan enformasyonun üretken
bedenini
Değerlendirme
(genel
düzenekleri
zekâ6), her
bireyselleştirirler.
şeyden
önce,
bir
bireyselleştirme, öğrenim deneyiminde olası her tür kolektif olanağı ortadan kaldırma düzeneğidir. Bunu tam da, her bir ders için enformatik malzemenin öğreniminin sorumluluğunu bireysel bir sorumluluk haline getirerek, bu ölçmenin neticesini farklı aşamalara geçiş için bir ölçü haline getirip, rekabet ortamı sağlayarak yaparlar. Ayrıca sınavlar, tam da bu ölçme edimiyle, her bir öğrenim deneyiminin kendi tekilliğinde bambaşka bir tarzda eklemlenecek olan enformatik ürünlerin çokluğuna ortak bir ölçü dayatır (aksiyom), tekilleşmeye izin vermez veya tekilliği uyumlulaştırır. Onların içeriklerini önemsizleştirerek, salt
Bu mevhumdan, özellikle çağımızda, basitçe insanların ortalama bilişsel kapasitesi anlaşılmamalıdır. Genel zeka, daha ziyade, siber ağları, bilgisayar işlemcilerini, kablosuz iletişimi vs. yani insani olmayan bir sinir sistemini de eklemlemiş bulunan güncel siber-kolektif sinir sisteminin bilişsel kudretini anlatır. 6
25
niceliksel
bir
veriye
indirger:
Puanlar,
ortalamalar,
karşılaştırılabilir ölçünün her türü. Akademik değerlendirme süreçleri (puanlama), öncelikle metinleri, enformasyonu vs. kodlar ve ayrımlar oluşturur. Bu süreçler, bilinçsiz bir şekilde (değerlendirenin bilinçli tercihleri hesaba
katılmasa
bile),
sömürgeleştirmenin,
cinsiyetlendirmenin ve ayrıcalıkların dağılımının hizmetindedir. Türkiye özelinde, ikinci dil olarak Türkçe öğrenen Kürtlerin, akademik başarı kazanma şansları ister istemez zayıflar. Bir akademik aygıt olarak sınav düzeneği, ne kadar dile önem vererek
icra
olmayanların
edilirse, (hem
dışlayıcı
okuma,
sonucu
hem
anadili
yazmadan
Türkçe kaynaklı
problemlerle) elenmesidir. Değerlendirme süreçleri bu yüzden, hem sömürgeci ilişkiler tarafından üretilmiş öznellikler arasındaki ayrıcalıkların dağılımını sağlarken, hem de bu ayrıcalıkların üretimi ile bu öznellikleri pekiştirir. Bu süreçler, bir tür turnike sistemi olarak (her tür metaforun ötesinde) işler: Tanımlanmış prestij göstergelerine, yani dilbilgisinin “doğru” bir kullanımına, terminolojinin “yerinde” kullanımına, alandaki “önemli” referanslara vs. sahip olan metinleri geçirirken, diğerlerini eler, durdurur. 26
Sonuç olarak değerlendirme süreçleri üçlü bir eklemlemeyle işler: Üretken güçleri bireyleştirirken, üretimi bireyselleştirir 7 (üretimin siber-toplumsallığının, üretken güçlerin anonimliğinin aleyhine); yaratımları ortak bir ölçüye vurarak, öğrenim deyimini sermayeleştirir8 (sözcelerin icrasının ve öğrenim deneyiminin tekilliğinin, ortak bir ölçüye vurulamazlığının aleyhine) ve nihayetinde de akademiye eklemlenen, akademiyi oluşturan başka iktidar oluşumlarının -sömürgecilik, patriyarka vs.- dışlayıcı aygıtı olarak işler.
b) Kredi ve Burslar: Akademide İşin Dayatılmasının ve İşçileştirmenin Temel Mekanizmaları
KYK’nınkiler başta olmak üzere, kredi ve burs bir öğrencinin geçiminin sağlanmasının en önemli unsurlarından biridir. Fakat
Sorumluluklarının bireyselleşmesini, özellikle kredi/burs mekanizmalarıyla ve gelecek kaygısıyla da birleşerek depresyonu yaşamın olağan hali haline getirmiştir. 8 Puanlama hem akademisyenler, hem de öğrenciler için, çalışmalarını akademik sermayeye dönüştürerek, bu sermayenin birikimi yoluyla akademik kariyerleri için yatırıma dönüştürür. 7
27
burslar ve krediler iki ayrı yoldan, hem okul işini hem de okul sonrası esnek ve güvencesiz çalışmayı dayatırlar. Burs düzeneğinin işleyişi okul işini dayatmak üzerine kuruludur. Burslar, öğrencilerin geçimliklerinin önemli bir bölümünü oluşturur ve bir öğrencinin burslarının kesilmesi demek onun okul dışı işlerde de (ya da daha yoğun) çalışmak zorunda kalması demektir. Bir insanın biyopsişik yeniden üretimi için gerekli olan ihtiyaçlarının her an kesilme tehdidi altındaki burs biçimiyle verilmesi demek, bu yeniden üretimi gerçekleştirmek zorunda olan kişinin, bursun dayattığı koşullara razı olması demektir. Burslar öznelliğin üretiminin biyopsişik öğelerinin denetimi yoluyla,
öğrencinin
öğrenim
hayatını
biçimlendirme
otonomisini ortadan kaldırır: Dersler, ödevler, sunumlar, tezler vs. herhangi bir sekteye uğramaksızın zamanında ve ölçütlere uygun bir tarzda yapılmalıdır. Kredi ise, daha ziyade borçlandırma düzeneğinin bir parçasıdır. Borçlu
öznelliğin
üretimini
gerçekleştirir.
Öğrencinin
borçlanması (sadece KYK değil, kredi kartı vs. üzerinden de) onun giderek daha kötü şartlarda işleri çok daha düşük ücretlere kabul etmesi demektir. Borçlandırma da, insanlara bir yaşam vererek gerçekleşir: Bütün beyaz yakalıların gönlünde 28
olan orta sınıf yaşamı, onları bu yaşam standartlarına yönelmek üzere giderek daha fazla krediye yönlendirirken, bu krediler de paradoksal olarak kullananın giderek daha ağır bir tarzda proleterleştirilmesine sebep olur. Öğrenci düzeyinde hele akademisyen düzeyinde bugün başımıza gelen bundan başka nedir ki? Ev sahibi, araba sahibi olmak isteyen, güzel bir tatile çıkmak, sinemaya gitmek isteyen bizlerin başına gelen tam da budur.
c) Evler ve Yurtlar: Cinsiyetlendirme Düzenekleri
Öğrencilerin yoğun yaşadığı kentlerde ev sahipleri, emlakçılar, özel yurtlar,KYK vs. yönetmelikleri aracılığıyla işleyen bir takım biçimlendirici süreçler bedenlerin ikili-çift-cinsiyet rejimi uyarınca cinsiyetlendirilmesi ve patriyarkal ayırcalıkların dağıtımı ile cinsiyetlerin sabitlenmesi için müdahalede bulunurlar. Yurtlarda kadın ve erkek giriş saatleri arasındaki ayrımcı farklar, ev sahiplerinin ve emlakçıların kadın ve erkeklere farklı davranması, “kızlı erkekli” yaşanan (veya misafirlerin girip çıktığı) evlere hükümet düzeyine uzanan 29
müdahalelerin gerçekleştirilmesi bu düzeneğin parçasıdır. Ayrıcalıkların, zevklerin ve hazların sabitlenmesi olmaksızın, arzunun belli bir cinsiyet konumunda sabitleştirilmesi mümkün değildir. Ev ve yurtların resmi ve gayri resmi kural ile uygulamaları, cinsiyet ayrıcalıklarını sabitler, cinsiyetleri üretir ve yeniden üretir.
Proleterleştirme Düzeneklerinin İşleyişinin Soyut Çizgileri
Bu düzeneklerin analizinden iki soyut çizgiyi, bu düzenekleri kat eden iki icra tarzını ayırt edebiliriz. Bir yanda bireyleştirme çizgisi. Bireyleştirme, temelde bu düzeneklerinin ilk temel etkisidir. Kuruluşu ve öğelerinin yaratımı itibariyle tamamıyla kolektif bir varlığa sahip olan öğrenim deneyimi, bu düzeneklerin
biçimlendirici müdahaleleriyle bireysel bir
deneyime dönüşürken, gayri maddi emeğin öznesi de bireyleşir. Kendi küçük odasında, etüt salonunun ucuz masasında vs. kendi akademik kariyeri için diğerleri ile yarışarak çalışır hale gelirken, kafelerin, barların içinde ucuz işgücüne, kredi kartı bağımlısına vs. dönüşür. Bireyleşme arttığı oranda, giderek daha yoksun, 30
giderek daha yoksul hale gelir. Depresyonun öznelliğimizin ayrılmaz bir parçası haline gelmesinde çağdaş öznellik üretimini karakterize eden bu aşırı bireyselleşmeyi görmek mümkündür.9 İkinci çizgi ise sınıflaştırıcı çizgidir. Bireyleştirilerek kurulan öznellikler aynı zamanda çeşitli ayrım çizgilerine (gelir, cinsiyet, cinsel yönelim, ırk vs.) göre oluşturulmuş gruplara, şeyleşmiş kategorilere yerleştirilirler. Birey, erkek, heteroseksüel, Türk, orta sınıf vs. haline gelir. Bireyleştirme ile sınıflaştırma bir ve aynı düzeneklerinin işleyişinin sonucudur. Çağımızda bunlar çok esnek ve incelikli süreçlere
dönüşmüş
durumdadır.
Kapitalizm
açısından
herhangi bir kimliğin kendiliğinden aşındırıcı etkisi yoktur. Özellikle de “işçi sınıfının”. Yeterki işçi olarak kalmaya devam etsin, onu işçileştiren süreçleri sorguya açmasın, kendi öznelliğini sorunsallaştırmasın ve bambaşka olanakları harekete geçirmeye kalkışmasın. Sendika, eşcinsel evliliği, kadın hakları,
Fakat bireyselleştirmenin eleştirisinden kimlikli cemaatlerin homojenleştiriciliğinin ve aidiyet hissinin olumlanmasına varılamaz. Biz burada, ne bireye ne de kimlikli bir cemaate indirgenemeyecek (iki kendine özdeşlik tarzı, aynı özdeşliğe kapanma), kendine özdeş olamayan tekilliklerin birbirlerine ve ortak bir şeye indirgenemez bir ortaklığını düşünüyoruz. Yani, ortaklığın önden tanımlanmadığı, açık süreçlerle işleyen, aidiyet hissine değil birlikte farklılaşmaya çağrı yapan ortaklık. 9
31
Kürt ulus-devleti, bunların hepsi kabul edilebilirdir kapitalizm açısından. Yeter ki kapitalist süreçlerin ötesine geçen arzuları tetiklenmesin. Dolayısıyla bir üçüncü çizgi daha belirtilmeli, bu sermayenin aksiyomatik işleminin çizgisidir.
Sermayenin Aksiyomatiği Akademide Nasıl İşler?
Sermayenin temel işleminin, birbirlerine indirgenemez akımlar arasında bir nicel ortaklık tesis etmek olduğunu söylemiştik. Bu soyutlamadan hareketle, iki tekillik arasında nicel eşdeğerliğin kurulduğu ve böylece ölçülemez olanların ölçülebilir kılındığı her sürece “sermayeleştirme” diyebiliriz. Bu bizi parasermayenin ötesinde, prestij-sermaye, entelektüel sermaye vs. gibi yeni kavramları üretmeye muktedir kılar. Kodlamaların aksine, sermayenin aksiyomatiği, içerikleri homojenleştirmez, sıraya dizmez, farkı ortadan kaldırmaz. Bunun yerine farkları sabitler, onlardaki radikal unsurları tüketir, diferansiyel olarak eklemler ve nicel eşdeğere içerir. Para-sermayenin hareketinde bu işlem, her bir tekil yaratımın “soyut emek” tarafından ölçüldüğü kapitalist üretime denk gelir. Öyleki, her bir farklı ve 32
fark üretici etkinlik alanında (bahçıvanlıktan, bilgisayar mühendisliğine, keyifle kitap okumaktan sevişmeye vs.), üretilen farklar, sermaye tarafından “soyutlanır” ve soyut emek olarak ölçülebilir evrensel eşdeğer kurularak, ona indirgenir (soyut emek en başta, yani para fakat ayrıca zevk-eşdeğeri, ECTS vs.). Akademi
sathında
sermayeleştirme
işlemlerini,
disiplin
toplumuna ait akademik aygıtı parçalayarak bir tür ortak mübadele rejimi olan ECTS sistemini dayatılmasında görebiliriz. ECTS sistemi, kolektif öğrenim süreçlerinin evrensel bir eşdeğerliğini kurma teşebbüsüdür. Keza, değerlendirme süreçleri de, öğrencinin üretimini daha küçük ölçekte olmakla birlikte sürekli olarak sermayeleştirir. Yine akademik kariyerin inşası, çeşitli prestij göstergelerinin varlığını gerektirir ve insani ilişkilerin (tanışıklıkların vs.) sermayeleştirilmesini dayatır: Kimlerin size referans olduğu, sizi yazılarınızda kimlere referans verdiğiniz, metinlerinizde hangi kavramların, terimlerin adını andığınız, hangi panellerde konuştuğunuz, kaç adet yayın yaptığınız
vs.
çalışmalarınızın
burslara
hak
fonlanmasına;
kazanmaktan,
akademik
lisansüstü
öğrenime
geçmenizden, doçent olmanıza vs. ölçüt haline gelir. 33
Proleterleştirme Düzeneklerinin Karşısında: Çeşitli Kaçış Çizgileri
İçinde-Ötesinde-ve
Kısmi olarak da olsa, proleterleştirme düzeneklerinin ve onları işleten iktidar oluşumları ile sermayeleştirme süreçlerinin krokisini oluşturmayı denedik. Fakat henüz, bütün bu işlemlerin üzerinde işlediğini iddia ettiğimiz kaçış çizgilerine, bütün kapma aygıtlarından kaçan, taşan, onun tarafından mutlak olarak temellük
edilemeyen
direnişlere
ve
yaratıcı
süreçlere
değinmedik. Başlarda
değindimiz
biçimlendirici
kaçış
süreçleri
çizgileri
arasındaki
ile ilişkiyi
toplumlarımızın anlamak
için
Holloway’in, fetişleştirme üzerine tartışmasında, toplumsal üretken kudretlerin sermaye karşısındaki konumunu anlatmak için kullandığı ve bu sayede fetişleştirmeyi bir oldu bitti (fetişizm)
olarak
sermayeleştirmelerin,
değil
ama
bir
işçileştirmelerin, 34
süreç
olarak,
metalaştırmaların;
mutlak olarak sermayeleşmeyen, işçileşmeyen, metalaşmayan bir malzeme üzerinde işleyen bir mücadele ilişkisi olarak düşünmesini mümkün kılan üçlü kavramı ödünç alıyoruz. Ona göre emek fetişleşmiş bir biçimdir ve kapitalizm tarafından tüm eylem ve etkinliklere bir soyut ölçü olarak dayatılan emek tarafından içerilemeyen tüm bu eylem ve etkinlikler, onun deyimi ile eyleyişler emeğin “içinde, karşısında ve ötesindedir” (Holloway, 2011, s. 63). Kaçış çizgileri, Holloway’in bahsettiği mutlak olarak temellük edilemeyen ve kapitalist süreçlerin ontolojik önceli olan eylem ve etkinliklerin, yaratıcı süreçlerin ve en mühimi arzu yatırımlarının
vs.
Deleuze
ve
Guattari
tarafından
kavramsallaştırılmış şeklidir (Deleuze & Guattari, 2014, s. 585, 586). Kaçış çizgileri, düzeneklerin katmanlaştırıcı etkilerini, sabitelerin oluşumunu, sermayeleştirme süreçlerini daima bertaraf eden, altını oyan ve aksiyomatik olarak eklemlenebilir bir fark değil ama bambaşka olana dair bir kopuş imgesi üretebilen her tür sözce, pratik, ilişkilenme, sorunsallaştırma vs. hareketleridir. Çizdiğimiz üç soyut çizgi açısından bunlardan kaçmakta olan belli birkaç pratiği öne çıkarmaya çalışalım.
35
a) Öğrenci Evleri, Ev İçi Paylaşımlar vs.
İlk sırayı, vakti zamanında AKP hükümetin de saldırdığı öğrenci evlerindeki ortaklaşmacı ilişkiler almayı hak ediyor. Öğrenci evlerinde yaşam, yiyeceklerin, içeceklerin, müziklerin, filmlerin (özellikle
Türkiye’de
korsanlığın
imkânı
sayesinde)
vs.
paylaşıldığı; bir tür ortak yaşam deneyiminin, nüve halinde bir dayanışmanın işlediği bir yaşam sunar. Öğrenci evlerindeki paylaşım tarzı, öğrencileri hem okul-sonrası işlerde çalışmaktan görece korurken (ihtiyaçların görece komünal giderimi sayesinde); hem de akademik düzeneklerin yarattıkları bireyleştirici etkinin sonucu olan depresyon konusunda da terapik bir etki yerine getirir. Nihayetinde de okul-işinin, bütün dayatmalara rağmen bireyselleşmeyip görece kolektif bir şekilde işleyebilmesinin de önünü açar: Sınav öncesi oluşan “birlikte çalışma grupları”, tam da sınavların bireyselleştirici etkisiyle tam bir antagonizma oluşturan bir kaçış çizgisidir.
36
b) Anarko Gruplar ve Ortak Öğrenim Deneyimi Olarak Atölyeler
Burada anarko gruplardan bahsederken, basitçe kendilerini anarşist olarak tanımlamışların kapalı devre gruplarından değil ama akademik öğrenim deneyiminin hiyerarşisi ve aktarım tarzının pasifleştirici etkisi yerine; ilgili oldukları sahalardaki üretimleri birbirlerine aktarmaya çalışanların, birlikte bazı dertleri ortaklaştıranların vs. oluşturdukları her tür otoöğrenim deneyimi kastediliyor. Bunlar akademik alanın sınırlarında ürerler ve ikili bir kaçış çizgisi çizerler: Bir yandan, akademide edinilmiş
olan
enformasyonu
prestij-sermayesine
ve
entelektüel sermayeye dönüştürmek yerine, herkesin kullanıma açma ve birlikte işletme biçiminde bir işleyiş yaratarak, akademiden dışarıya doğru bir kaçış çizgisi çekerler. Diğer yandan da, akademinin düşünsel konformizminin ötesinde, yeni sorunsallarla, insanların dertleriyle teması sağlayarak, dışarıdan akademiye doğru sorunsallaştırıcı bir kaçış çizgisi çekerler.
37
c) Bloglar, Açık Kaynak Kodlu Paylaşım Alanları, İnternet Siteleri
Bloglar,
academia.org
gibi
alanlar,
fraksiyon.org,
dünyaninyerlileri.com vs. gibi internet siteleri vs. akademik düzeydeki çeviri ve yazı üretimini, orada kazanılmış bilişsel, enformatik, duygulanımsal yetenekleri vs. ücretsiz ve akademik olarak prestij-sermayesine dönüşmeksizin ortak kullanıma veren bir başka kaçış çizgisi hattı oluştururlar. Yazıların, çevirilerin vs. bu akımı, hakemli dergilerin, büyük yayınevlerinin vs. kışkırtıcı sermayeleştirme hareketinden kurtulan başka bir paylaşım tarzı oluşturur. Ayrıca siber uzamda, karşılaşmaların, birlikte çalışmaların, fikirsel bulaşmaların vs. yoğunlaşmasını sağlar.
d) Akademisyenlerin Kaçış Çizgileri
Şüphesiz, akademinin akademisyenler ve öğrenciler olarak ikiye bölündüğünü
ve
iktidarın
akademisyenlerde
olduğunu
düşünmek iktidarı biçimlendirici bir ilişki olarak, öznellikleri ve 38
konumları üreten toplumsal ilişkiler olarak düşünmek değil; onu ele geçirilebilir bir “şey” olarak düşünmek demektir. Oysa akademide bölünmeler hiç de bu kadar basit ve steril değildir. Bilakis… Akademisyenliğin, biçimlendirici düzenekleri icra etmeyi (ideolojileri ne olursa olsun) gerektirdiği açık. Fakat bu, o biçimlendirici süreçlerin akademisyenlere aşkın olduğunu söylemek değildir. Aksine, borçlandırma, işin dayatılması vs. gibi mekanizmalar akademiyi her düzeyde kat ederler ve her düzeyde insanı proleterleştirirler. Bugün kaç akademisyen, gerçekten ders saatlerini, içeriklerini belirleyebiliyor? İlk kaçış çizgileri, kısmi bir sabotaj anlamına da gelen; mevzuat, kural ve kurulların gerektiği gibi işletilmeyerek öğrencilere nefes almalarını sağlayacak şekilde oluşturulan boşluklar üretilmesidir.
Disiplin
yönetmeliklerinin
işletilmemesi,
işlemesinin yavaşlatılması; notlama rejiminin esnetilmesi vs. Bu sayede hem okul-işinin dayatılması bir nebze olsun zayıflarken, hem de akademisyenler ile öğrenciler arasında ikili ayrımların ötesine geçen yeni ilişkiler tesis olur. Ayrıca, akademisyenlerin kendi bilişsel işlerinden kaçtıkları, onları dönüştürdükleri bir çok farklı tarz bulunabilir. Örneğin, zorunlu bir “Üniversite Yaşamına Giriş” dersinden bir 39
ayrımcılıkla mücadele dersi çıkarmak böyle bir kaçış çizgisi çekmektir. Keza, akademisyenler ile öğrenciler arasında kurulan dostluklar, akademisyenler ile akademinin dışarısı arasında kurulan
çapraz
ilişkiler
vs.
akademik
biçimlendirici
düzeneklerden kurtulan başka tür oluşumlara gebedir.
40
Sonuç: Kaçış Çizgilerinden İtibaren Akademik Proleterleştirme Düzeneklerini Aşındıran Bir Özgürleşme Politikasını Düşünmek Mümkün mü?
Akademide özgürleşmeci/komünist/otonomist bir politika ilk olarak
kaçış
ampirik/pratik
çizgileri
dediğimiz
araştırılmasından
otonomi
eğilimlerinin
başlamak
zorundadır.
Düzeneklerin biçimlendirerek sakladığı bu “geleceğin güçleri”, bambaşka bir gelecek arzusunu tetikleyen eğilimler, çağdaş üretim tarzının sınıfsal bileşimi olan gayri-maddi emeğin neye muktedir
olduğunun
da
deneysel
bir
araştırılmasıyla
keşfedilebilir. Burada otonomiyi artık, bir talep, akademinin devlette özerklik talebi olarak okumak otonomi fikrini son derece zayıflatmak olur (klasik Kantçı otonomi imgesi). Sorun basitçe böyle ortaya konamaz, zira devletin merkezi organlarının denetimi ortadan 41
kalksa bile, ne akademideki iktidar oluşumları (mevzuatlar, kurullar, düzenekler aracılığıyla işleyen) yerinden edilmiş olur, ne de sermayeleştirme işlemekten kesilir. Dolayısıyla, otonomi eğilimleri, sınıflaştırmaya, cinsiyetlendirmeye, ırksallaştırmaya vs. direnen, onun ötesinde yeni olanakları harekete geçirmeye çalışan bütün ortaklaşmacı çabalardır. Bu şekilde tanımlandığında, sorun doğrudan boyut değiştirir: Çağımız gayri-maddi emek tarafından karakterize edilen ve kapitalist süreçlerin öznelliğin üretimi düzeyinde işlediği bir çağ olduğu
oranda,
duygulanımların,
bilişsel
ürünlerin,
enformasyonun vs. üretimi tüm bir toplumun sorunu haline gelir. Zira siber ağlar, duygular, sözceler vs. herkesin (ortak olan) ve hiç kimsenindir (mülkiyet haline getirilemez, ya da henüz getirilemez olan). Yatay otoöğrenim süreçleri, üretimde özyönetim deneyimleri, borçlandırılmaya direnen paylaşım ve dayanışma
tarzlarının
moleküler
akımlarını,
fetişleşmiş,
sabitlenmiş vs. moler oluşumları parçalayacak tarzda işletme sorunudur otonomi sorunu. Karar süreçlerinin yataylaşması ve sermayeleştirilemeyen
(ortak
tekilliklerin
bilgilerin,
üretimi:
bir
ölçüye metinlerin,
vurulamayan) çevirilerin,
deneyimlerin vs. Bireyleşme ve sınıflaşma olarak kendine 42
özdeşleşemeyen, sabitlenemeyen, farklılaştırıcı süreçlere açılan öznelliklerin üretimi. Nihayetinde otonomi sorunu, akademide de ne olacağımıza ve neyi nasıl yapacağımıza hep birlikte, yerinden karar verme sorunudur: Ders içeriklerinden, iletişim biçimlerine varana… Sonuç olarak üçlü bir taktik çizebiliriz: Bir yandan, akademide öğrenim
deneyimini
ve
özneleri
üreten
biçimlendirici
süreçlerin, bu biçimlenmeden kaçan otonomi eğilimleri, ortaklaşma tarzlarının bakış açısından analizi; bir kolektif analiz pratiğinin inşa edilmesi. Bir analitik-grubun kuruluşu... İkinci ve bununla bağlantılı olarak, bu eğilim ve biçimlerin akademide işleyen proleterleştirme düzeneklerini işlemez hale getirecek tarzda yoğunlaştırılması. Nihayetinde yine bu iki adımla mütekabil olarak, biçimlendirici süreçleri, kurulan öznelliklerin öz-yıkımını ve bambaşka bir öğrenim ve üretim deneyimini üretmeye
yol
verecek
şekilde
sorunsallaştırılması,
kavramsallaştırılması. Böyle bir politik taktiğin, hakikati önden içerip deklare etmekle değil; toplumsal alandaki gerçek arzu yatırımları ve eğilimlere dayanarak, onları keşfederek ve işler hale getirerek kurulabileceği açıktır.
43
44
Kaynakça Bonefeld, W., (2011)., "Sermaye, Emek ve İlksel Birikim: Sınıf ve Kuruluş Üzerine", Kolektif, Emek Tartışması içinde, (Ö. Yalçın, Çev., s. 99-135), Otonom Yay. Deleuze, G., (2006, Şubat), "Arzu ve Zevk", Conatus, 157-165. Deleuze, G. (2014). Kapitalizm: Çok Özel Bir Hezeyan. (E. Gen, Çev.) Haziran 22, 2015 tarihinde http://www.eskop.com/skopbulten/kapitalizm-cok-ozel-birhezeyan/2199 adresinden alındı Deleuze, G. & Guattari, F., (2012), Anti-Ödipus, (F. Ege, H. Erdoğan, & M. Yiğitalp, Çev.), BS Kitap. Deleuze, G. & Guattari, F., (2014), A Thousand Plateaus, (B. Massumi, Çev.), Londra: Bloomsbury. Guattari, F., (2005), "Anlam ve İktidar", Kolektif, & P. D. Durak (Dü.) içinde, Terimden Anlama (P. D. Durak, Çev., s. 93113).
Multilingual.
www.kavramveduyum.com:
http://www.kavramveduyum.com/2015/01/anlam-veiktidar-felix-guattari.html adresinden alındı
45
Guattari, F., (2006, Kasım-Şubat), "İktidar Oluşumlarının Ayrılmaz Bir Parçası Olarak Sermaye" Conatus(6), s. 145157. Guattari, F. (2009), "Everybody Wants To Be a Fascist", F. Guattari, Chaosophy içinde, (D. L. Sweet, J. Becker, & T. Adkins, Çev., s. 154-176), Los Angeles: Semiotext<e>. Guattari, F. (2014), Kaçış Çizgileri, (I. Ergüden, Çev.), Otonom Yay. Holloway, J., (2011), "Sınıf ve Sınıflaştırma: Emeğe Karşı, Emeğin İçinde ve Ötesinde" Kolektif, Emek Tartışması içinde, (Ö. Yalçın, Çev., s. 49-67), Otonom Yay. Marx, K., (2013), Kapital (Cilt I), (M. Selik, & N. Satlıgan, Çev.), Yordam Kitap. Stiegler, B., (2012), Politik Ekonominin Yeni Bir Eleştirisi İçin, (E. Koytak, Çev.), MonoKL Yay.
46