Komünizmin Güncelliği ve Aciliyeti
Oğuz Karayemiş & Evren Yurttaş
dünyanın yerlileri/xwecîhen dinyayê
i
ii
içindekiler
önsöz -vi-
sorunsal ortaklık ve komünist pragmatik: serbest bir deneme oğuz karayemiş -1-
ekim devrimi’nin yıl dönümünde leninizm’in aciliyeti evren yurttaş -11-
iii
iv
Önsöz Burada bir araya getirilerek basılan iki makale çok basit ve temel bir şeyi göstermeyi hedeflemektedir: Komünizm, gerçektir, işlemektedir, oradadır. Fakat onun gerçekliği, ona musallat olan sermayenin parazit varlığı tarafından sürekli olarak yok edilmektedir. İki yazarın, kavramsal mekanizmalarını birlikte kurarak algıya getirmeye çalıştıkları gerçeklik, sömürünün ve tahakkümün dünyasının karmaşık yollardan gizemlileştirdiği, yok etmeye meylettiği eylemin ve ortaklaşmanın gerçek koşullarının bu hazır ve nazır varlığıdır. Bu varlık, sermayenin işleyişiyle servete dönüştürülmektedir. O halde komünizm, vardır, hareket halindedir, Marx ve Engels’in deyimiyle “gerçek hareketten” başka hiçbir şey değildir. Fakat bu, huzurla onun zuhur edişini beklememiz gerektiğini anlamına gelmez. Bilakis, onun bir hareket ve eylemler çokluğu olarak varlığı daha fazla, daha yoğun, daha güçlü harekete geçirilmeyi ister, huzura getirilmeyi arzular. Burada isteyen, bizden başkası değildir. Fakat insanlık olarak ya da işçiler olarak biz değil, işçileşmeye direnen insani ve gayri-insani tüm üretken canlı güçlerin çokluğu olarak biz. Okuru kendi bizi üzerine düşünmeye ve şimdiden oradaki komünizmin yaşayan, gerçek varlığını keşfe çağırıyoruz. Öyleyse olsun! Dünyanın Yerlileri v
vi
Sorunsal Ortaklık, Komünist Pragmatik: Serbest Bir Deneme
Oğuz Karayemiş
Giriş 1.
2.
Şüphesiz komünizm tarihi1, hareketin kendi gelişim çizgisi boyuncu birçok yenileme ile örülüdür. Bu yenilemeler kendisini çoğunlukla, bizzat bir “yeniden-“, “-e dönüş”, “hakiki …” olarak tanımlamış ve belki de özellikle en güçlü yenilemeler kendini bir tür tarihsel alçakgönüllülükle(!) mevcut olanın, “hakiki” olanın, “sahih” ve orijinal -hem “kökensel”, hem de biricik olmak anlamında- olanın “keşfi”, sağlamlaştırılması, “sapmalar” karşısında “savunulması” olarak sunmuştur. Denebilir ki, komünizm tarihinden bir tür yorumsama, yeniden yorumlama -hem metinlerin, hem mücadelelerin, hem tutumların, hem sapmaların- eylemleri çıkartılırsa geriye neredeyse pek az şey kalır. Yine bu tarihin öğrettiği, bu tarihin tarih yazımının öğrettiği diğer unsur, komünist tarihin ilerlemeci süreklilik değil ama tarihsel bağlamlılık, koşullara görelilik, çok parçalılık gibi özellikler gösterdiğidir. Roma’da ayaklanan köleler ile Paris Komünü’nün komünarlarının, Ekim Devrimi’nin Sovyetleri ile Rojava’nın kantonlarının bir ve aynı ölçüler ile yargılanamazlığı, bunların ortak-bir-ölçüye-vurulamazlığıdır. Her bir komünist mücadele, yalnız ve yalnız kendi koşulları ile anlaşılabilir, eleştirilebilir.
Burada basitçe “Marksist” komünizmi değil ama, bölümlenmiş, katı çizgilerle ayrışmış, ayrıcalıkların ve dışlanmaların oyununun yapısallaşmış olduğu bütün toplum ve topluluklarda ortaya çıktığı oranda, bütün ortaklaşmacı -komünalist/komünist- mücadeleleri kast ediyorum. 1
1
3.
Bu tarih son olarak bize, her bir komünal girişimin, kendi farkına haiz olduğu, her şeyin her seferinde farklı olduğu, ancak ve ancak kendi farkıyla var olduğudur. Bizzat komünist arzunun kendisi, ortama -bununla bütün bir koşullanmış tarihsel bağlamı kast ediyoruz- bir farklılaştırıcı, her şeyi yerinden eden, alt üst eden bir öğe olarak, saf fark, kendinde fark olarak ortaya çıkar. Ve ortam olarak düzenlenmiş, sıkıca belirlenmiş, sınırlanmış mümkünlerin yerine, yeni ve bambaşka mümkünlerin yaratılmasını gerektirir. Bu yüzden bir devrimin mümkün olmadığı, fakat bizzat devrimin yeni bir mümkünler yaratımı olduğu söylenmelidir.
Ortaklık2 Sorunu, Sorunsal Ortaklık 4.
5. 6.
2
Komünizmin teorik tarihini kat eden bir özne sorunu vardır. Gerçekten yaratıcı teorisyenlerden ziyade ikinci ve üçüncü sınıf tilmizler, bürokratlar, kopyacılar tarafından bu özne, çoğunlukla donuk bir sınıf imgesinde kavranmıştır. Daha doğrusu kapitalist öznellik üretiminin ürünü olan sınıflaştırılmış insan varlığı, olduğu gibi devrimin tözsel, ebedi, mutlak öznesi olarak da tanımlanmıştır. Öyle ki, “resmi” Marksist tarihçi ve teorisyenler komünizm tarihini, modern 19. yy işçi sınıfının imgesinde tasarlanan bir özne-sabitesi üzerinden tekrar kurarlarken, hem bir anakronizm (örneğin “Bedreddin İsyan’ı başarısız oldu çünkü işçi sınıfı yoktu”) gerçekleştirmiş hem de şimdiyi esir alan bir dogmatizme yol açmışlardır (bilhassa komünizmin, feminist, sömürgecilik-karşıtı hareketler, ekoloji mücadeleleri ile ilişkisini tayin etmede). Karışan şey, kapitalist işleyişin öznesi ile devrimin öznesi ya da daha mikropolitik bir dille söylenirse, üretilmiş öznellik ile özneleşme deneyimidir. Kapitalist öznellik üretimi süreçleri, yaklaşık bir soyutlamayla iki tür öznellik “formu” sunarlar: Bir yandan, kapitalizm-öncesi öznellik formlarının kapitalist-yeniden-ikamesi olan kimlikli cemaatler. Şüphesiz kimlik modern bir kurulumdur. Fakat kapitalist gelişim tarafından kapılarak yeniden işletilen kısmi arkaik kodlara dayanır (ulus, ırk, cinsiyet, “hemşehrilik” vs.). Kapitalizm kimlikleri, kapitalist öznellik üretiminin asli yanı olan büyük yersiz-yurdsuzlaşma hareketinin telafisi olarak inşa eder. Zira asli olarak kapitalist öznellik üretimi, ne ırk, ne cinsiyet, ne soy, ne köken biçiminde hiçbir bütünleştirici ve kodlayıcı (yahut üstkodlayıcı) biçim tanımaz, bunlara müracaat etmez. Aksine o, keskin
Cemaat, komünite.
2
bir biçimde parçalayıcı, köksüzleştiricidir. Sermayeye bağımlı olan ve sınırı sermayenin içkin sınırı olan bu radikallik, asıl olarak bireyi, uç noktada bireyselleşmiş bir varoluşu üretir. 7. Öznelliğin üretimi, basit bir performans, ideolojik kodlama, kültürel kurulum ve toplumsal inşadan bambaşkadır. Bütün bu kuramsal konumlar, sinik konumlardır ve dünyanın beden/zihin olarak ikiye bölündüğü kör bir düalizmi sürdürürler. Oysa öznellik, genetik kodlar, besin zincirleri, dijital iletişim, her tür gösterge vs. gibi son derece karmaşık ve çoğul öğeyi bir araya getiren, karmaşık süreçlerle üretilir. 8. Radikal bir şekilde köksüzleşmiş birey ile onun radikal köksüzlüğünün kapitalist telafisi olan kimlikli cemaatler. Bunlar birbirini dışlamaktan çok, birbirini kapitalist öznellik üretimi aracılığıyla tamamlarlar. Taraftar grupları, kahvehane ortamı, askerlik arkadaşlığı, kadın günleri, dini cemaatler, giderek milliyetçilik vs. gibi her türden kimlik merkezli ortaklık (benzerlik, aynılık, önden-verili bir aidiyet ile tanımlanan ortaklık), kapitalizmin yoğun bireyleştirici etkisinin kapitalist telafisidir. 9. Fakat bu durum, kimlikli cemaatlerin mutlak olarak gerici özellikler sergileyeceği anlamına gelmez yine de. Ulusal kurtuluş hareketleri başta olmak üzere, görünürde birçok kimlik-merkezli oluşum belli bir anlamda kapitalist şiddetin sonucu olan depresif bireyselliği aşacak bir öznel çıkış etkisi, olanağı da yaratır, yaratabilir. Daha da geniş bir perspektiften, aşırı bireyselleşmenin, köksüzleşmenin yarattığı yalnızlık hissiyle baş etmenin de bir mecrası olabilirler. Ve şüphesiz her tür faşist oluşumun, nihayetinde modern toplumlarımızda sömürdüğü bir ruh halidir, bireysel yalnızlaşma ve kayıp hissi. 10. Devrimin öznesi tartışması, ne yazık ki yukarıdaki gibi anlaşılan bir şekilde, kimlik-merkezli bir noktada tıkanmıştır: sınıf. Sınıf, bir kapalı kolektif olarak tözselleşmiş haliyle, özellikle sendikalar ve önderlik-parti3 tarafından biçimlendirilecek homojen bir kitle olarak anlaşılmıştır. Buradaki akıl yürütme şöyledir: Kapitalizm altında bir işçi sınıfı vardır, bu sınıf henüz kendi çıkarının farkında olmamakla beraber kapitalizmi yıkacak bir potansiyeli taşır ve burjuvazi ile çelişki halindedir (kendinde sınıf). Bu kendinde sınıf, sendikalar dolayımıyla
Formülasyonun Leninist versiyonunun “öncü-parti” olduğunu biliyorum. Fakat terminolojik bir sürekliliği kaybetme pahasına, öncülük ile önderlik arasında birincisi lehine olumlu bir anlamı korumak için, “önderlik-parti” terimini tercih edeceğim. Bununla, Leninist terminolojide “kendi-için sınıf” denilen öznelliğin bilinçli yönlendiricisini, yani Bolşevik tarzıyla “parti”yi anlıyorum. 3
3
11.
12.
13.
14. 15.
16.
mücadele ede ede kendini bir sınıf olarak tanımaya başlar ve nihayetinde önderlik-partinin yönlendirici etkisiyle patlayıcı bir devrimci güce, kendi-için-sınıfa dönüşür. Bu noktada biri tarihsel bir belirlenim olduğu, bir diğeri ise tarihdışı bir dogma olmaya meylettiği oranda iki şeyi dikkatle birbirinden ayırmak şarttır. İlki, Lenin’in teorik analizinin ve buna bağlı politik müdahalesinin tarihsel yaratıcılığıdır. Lenin için devrimin öznesi tartışması, donuk, dogmatik ve saf teorik bir tartışma, bir kalıp üretme ve ona tutunma meselesi olmamıştır. Lenin, kendi çağının güncel sınıf-bileşimini dikkatle analiz ederek, devrimci bir öznelliği, yeni bir militan tipini yaratmaya girişmiştir. Bu açıdan devrimin öznesi tartışmasında Lenin’in konumu, daha ileride detaylandıracağımız “komünist pragmatiğe” aykırı olmak bir yana, onun en ayrıcalıklı uygulamalarından biri olarak ele alınmalıdır. Şimdilik asıl mühim olan nokta, tarihdışı bir dogmaya dönüşen bir şablon-üretimidir: baş olarak temsil edilmiş, kendisi işçi sınıfının en ileri çıkarlarını temsil eden bir önder kadronun merkezinde kimlik olarak biçimlendirilmiş bir sınıf tasavvuru. Leninizm (Lenin’den ayrı olarak) bu merkeziyetçi-baskıcı kimlik şablonunu sürdürdü. Leninizm’in göreli eleştirel devamı olan Troçkizm ise günümüzdeki sahte tabancılığı ve steril politik doğruculuğu ile sadece bu kavrayışı biraz daha “liberalleştirdi”. Devrimci mücadele asıl olarak bir öznellik mücadelesidir. İnatla ayrılması gereken şey, -eğer Badiou’nun terminolojisini dikkatle kullanırsak- durumun öznesi ile olayın öznesidir (ya da Deleuze’ün ayrımıyla, tarihin öznesi ile olayın öznesi). Bu ayrım son derece teknik, belki de saf spekülatif gelebilir. Oysa göründüğünün aksine, son derece varoluşsaldır. Ortaklığın kurulumunun sözleşmeci ve/veya tözcü biçimleri, daimi olarak despotik bir belirlenim sunmuştur. Oysa komünist özneleşme, komünal ortaklaşma deneyimi, bir töz-söküm deneyimidir. İlk türde ortaklık, cemaat, üyelerini bir aynılık ilkesiyle biçimlendirir, kendinde farklılaşmış ve farklılaşmakta olan varoluşsal süreçleri bastırır. Oysa komünist ortaklaşma, bir aynılık ilkesi-biçimine yaslanmaz. Şimdi bizim “sorunsal ortaklık” olarak sunmak istediğimiz bu ortaklık tarzı, bir biçim değildir. Herhangi bir şeyi biçimlendirmez. Bilakis kapitalist ve arkaik bütün biçimleri söker ve biçimlenmemiş bir maddeyi, bir virtüel -gücül, belirle-
4
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
nimsiz ve mümkün- olanaklar çokluğunu özgürleştirir. Bu sayede, ilkelere, sözleşmelere, tanınmaya yer vermez ama sorunlara, varoluşsal sorunsallaştırmalara yer açar. Bir varoluşsal sorunsallaştırma, öznelliğin her düzeyinde, kurulmuş, önden-belirlenmiş her şeyin, yaratıcı öznel süreçleri -göstergelerin, bedenlerin, jestlerin vs. üretimi- yeniden harekete geçirmek üzere sökümüdür. Bir öz-yıkım sürecidir. 68, Gezi, Rojava, Ekim Devrimi, Paris Komünü, Kronştad İsyanı böyle sorunsallaştırma süreçleridir ve böyle sorunsallaştırma süreçlerine bağlıdırlar. Olayın öznesinin varoluş tarzı, sorunsal ortaklıktır. Olayın öznelerinin sorunu nereden geldikleri ve kim veya birlikte-kim oldukları değil, ile-birlikte ne olabilecekleridir. Sorunsal ortaklık şimdinin geçmişe bağlı tutarlılığını ve belirlenimliliğinin yıkımından doğar ve geleceğe açılan bir güncellikte ilişkilendirdiklerini ortak bir kendini-yaratım için özgür bırakır. Sorunsallaştırmalar, insan varlığını belirleyen tüm varoluşsal yönlere yayılır ve bulaşabilirler: Irk, cinsiyet, sınıf, cinsel yönelim, hatta bizzat insanın türsel varlığının kendisi. Komünist bir özneleşme deneyimi, bu yüzden katiyetle sınıf-merkezli olamaz. O herhangi bir merkezi hedeflemekten ziyade, sınıflaştırıcı, cinsiyetlendirici, sömürgeleştirici kapitalist süreçleri bertaraf ederek, tüm yönlere yayılır, tüm yönlere doğru merkezsizleşir. Komünist mücadele bu yüzden, tarih boyunca kendisinin içine doğduğu ortamın ürünü olan insan tip(ler)ine itiraz olarak yükselmiştir: Boyun eğdirilmiş, köleleştirilmiş, düzene uyumlulaştırılmış, aşağılanmış olan. Komünist mücadele, dogmatik ortodoksların sunmaya çalıştıklarının tam aksine, tam da bu yüzden çoğuldur. Zira komünal arzuların patlamasının, hangi varoluşsal düzeyde bir sorunsaldan hareketle gerçekleşeceği, nerede gerçekleşeceği asla kestirilemez. Ve bu sorunsallaştırma tek-yönlü ve tek-boyutlu olamaz. Sıçrar, yayılır, genişler, bulaşır, yeni sorunsallaştırmaları tetikler. Bir önden-gösterim olarak Gezi, görece kente ve ekolojiye dair bir sorunsalın dinamiti ateşlemesiyle ne büyük bir isyan hareketinin patlayabileceğini gözümüzün önüne sermişti. Herhangi bir noktada oluşan bir öznel kristalin, gerekli dengesiz ortamı bulduğunda her yöne doğru büyük bir kristalleşme sürecini başlatabileceğini gösteren kimyasal süreçler, analojinin çok ötesinde özneleşme süreçleri için de düşünebilirler. Ve öncülüğün de bundan başka hiçbir anlamı yoktur. Öncülükte bilinç ve bilinçlendirme unsurunun önemi, Leninist 5
modelin bize sunduğundan çok daha farklı bir işlev yerine getirir. Oysa özneleşme süreçlerinde öncüler, daha ziyade bilinçsiz süreçlere bağlanırlar ve toplumun bilinçsiz alanındaki yatırımların baskıcı mekanizmalardan özgürleşmesini sağlarlar. Ama “farkında olmaksızın”, kast edildiğinde bile. 24. Elbette Gezi’nin sorunsallaştırıcı dalgası, rahatlıkla ekoloji ve kentten, cinsiyete, cinsel yönelime sıçrarken iki düzeyde ciddi bir tıkanıklık yaşadı: Sınıflaştırma ile sömürgeleştirme. Bu yüzden hareket, önce bir orta sınıf hareketi, ardından da beyaz Türk hareketi olarak “tanımlanıp”, kapılabildi. Böyle bir hareketin “öncülerinin” ilk elde karşılarındaki sorun, büyük oranda sosyalizm tarafından kuru dogmatikliğe dönüştürülmüş bu alanlara dair sorunları yeni bir tarzda ifade etmenin ve eklemlemenin bir yolunu bulmaktır. Komünist Pragmatik 25. Ama bu yol nasıl bulunacak? Komünizmi ilkelerin, tözsel öznelerin, dümdüz edilmiş bir tarihin parçası olarak gördüğümüz müddetçe, elimizde sadece despotik-bürokratik bir yorumlama çerçevesi kalacaktır. Oysa komünizm, önden-verili hakikatlere yaslanan bir grup rahibin başkaları-adına çerçeve ve program oluşturma çabası asla değildir. 26. O halde komünizm nedir? 27. İnsanları ayrıştıran, katı çizgilerle bölümleyen bir dünyada, herhangi bir ayrıcalıksız noktadan başlayarak ortaklaşma olanaklarını zorlamaktır. Soru şudur: Keskin bir şekilde ayrışmış bir toplumda, sermayenin dayattığının ötesinde yeni bir yaşam hep birlikte ve tek tek nasıl kurulabilir? Hep birlikte, zira komünist müdahale ortaklıktan ayrı düşünülemez. Tek tek, zira öyle veya böyle yeni bir yaşamın yaratımı herkesin kendince katılımı olmaksızın düşünülemez. 28. Pragmatik, daimi olarak bağlamsal ve sorunsal olan bir mücadeleyi anlatabilecek, verili olguların, teorik çerçevelerin, metinlerin kurulu hakikatine dogmatik bağlılığı değil de, yeni hakikatlerin olaya bağlı yaratımını hedef alan/almış olan bir hareketin en tam “yöntemidir”. 29. Fakat pragmatik “yöntem”, serbest bir yöntem, kelimenin klasik, yani net sınırlarla belirlenmiş anlamında yöntem-olamayan bir yöntemdir. Hatta bu anlamda bir karşı-yöntemdir. 30. Pragmatik doğrulama ve yorumlama prosedürlerine değil ama işleme olanaklarına dayanır. Geçmişten-doğru değil, geleceğe-doğrudur. 31. Eğer olayların varoluşu, biçimlendirilmiş bir dünya açısından yıkıcı ve sorunsalsa, olaya bağlı ve olaya-doğru bir yöntem olarak pragmatik de, bir kolektif 6
32.
33.
34.
35.
sorunsallar üretme, iletme, bulaştırma sanatıdır. Lenin bunu biliyordu, Leninizm bunu unutturdu ve Lenin de bu unutuşun suç ortaklığını yaptı. Aksi takdirde Kronştad anlaşılmaz kalır. Yani pragmatik, dertlenme, dert üretme ve dertlendirme sanatıdır. Varoluşumuzun depresifliğine olduğu kadar, kendimizden duyduğumuz uyuşuk memnuniyete de bir saldırıdır, bu saldırının burada ve şimdi üretimidir. Komünist pragmatik öyleyse, güncelliği eşeleyen bir artçı edimdir. Bizi katı bir biçimde sabitleyen süreçlerin analizidir ve bir analiz olarak bu süreçlerden artanı ortaya çıkarma, bu süreçlere sığamayan, bunlardan kaçıp kurtulan öznel artıkları toplama, bir araya getirme sanatıdır. Ve ancak bunlara yaratıcı bir ifade verme, yeni ilişkileri yaratma yoluyla öncü edimdir. Bu bir ilkeler çerçevesinin program olarak yaratımından ziyade, bulaşıcı tavırların, yeni dostlukların, sınıflaştırılamayan üretim tarzlarının, kapitalist-olmayan paylaşım ilişkilerinin burada ve şimdi yaratımıdır, zorlanmasıdır, oldurtulmasıdır. Komünist pragmatik müdahaleler, toplumsal alanın herhangi bir noktasında, herhangi bir yöne doğru gerçekleş(ebil)irler. Mültecilerle dayanışma evi, “Bombalara Karşı Sofralar”, Matematik Köyü, işgal evleri, üniversitede not paylaşımı, okuma grupları, birlikte yaşanılan öğrenci evleri, kooperatif topluluklar, anarko festivaller ve kamplar vb… Hepsi henüz bir sorunun billurlaşmadığı bir alanda, yeni sorunsallar yaratma etkinliklerinin neticeleridir. Toplumda, yaşamımızda, gerçekliğimizde tahammül edilemez bir şeylerin varlığının ilanına yaslanırlar. Pragmatik müdahale, işte bu ilan etmenin bizzat kendisidir. Ortaklık bir tahammül edilemezliğin, varoluşsal/yaşamsal bir sorun olarak ilanının yarattığı olaya bağlı kalarak oluştuğunda bu bir sorunsal ortaklığa, hadi öyle diyelim, hemdertliğe dönüşür. Bu noktalarda insanlar bir ilkeye, bir kimliğe, bir biçime ait olmaktan ziyade -bunların hepsi yürürlükte olsa bile-, bir dert tarafından sürüklenme, bir sorunsalı büyütme, bu sayede karşılaşma ve herkes ile-birlikte dönüşme hissine sahiptir. Sorunsal ortaklık, bir pragmatik cemaattir. Kolektif olarak sorunsalı genişletme, varoluşsal dönüşümleri tetikleyecek yeni sorunsallar icat etme ve bu sorunsallara cevap verecek yeni yaşam tarzları yaratma çabası, eski ve önden-verilmiş çerçevelerden taşar. Fakat elbette bu geçmişten ve başkalarından öğrenilemeyeceği anlamına gelmez. Bilakis bizzat pragmatik bize böyle bir işlevselciliği sunar. Komünist pragmatik, hakikaten işleyen komünal dene-
7
yimler, araçlar, donanımlar, ifadeler, ilişkiler üretmekle ilgilidir ve tarihsel deneyimlerle ilişkisi de, böyle işleyen mekanizmaları kendi için kullanışlı kılmaktır. Sonuç 36. Öyleyse komünizm, bir ilkeler ve soy şeceresi, bir parti teşkilatına bağlılık değildir. O, asıl olarak her yönden ayrıcalıkların ve dışlamaların oluştuğu her toplumda ortaya çıkan bir arzunun adıdır. Ve arzu olarak o, bütün yaratıcılığı ile kendine sadık bir pragmatiktir, pragmatik bir eylemler, yaratımlar çokluğudur. Faili, doğduğu ortam tarafından üretilmiş olan herhangi bir bütünsel özne (sınıf, komünistler, parti) değil, kendi yaşamlarının böylece biçimlendirilmesini reddederek ortaklaşa ve tek tek yeni yaşam olanaklarını keşfe ve yaratmaya çıkan herkestir. Bir komünist, komünar olmak, öyleyse, bu herkesten herhangi biri olmak, bu çabayı yaratmaya ve ifadeye koyulmak demektir. 37. Böylece komünizm, bir kimlik aidiyeti (bu kimlik sınıf dahi olsa) üzerinden değil, bir dert ortaklığı üzerinden harekete geçer. Eğer ki “sorunsal ortaklık” kuru kalıyorsa, hemdertlik deyin. Bunlar yalnızca kelimeler. 38. Sermayenin sınırsızca yaşamın her alanına derinlemesine yayıldığı bizimki gibi toplumlarda, sermayenin biçimlendirici işleyişinin öznel süreçleri, yani arzu, bedenlerimizin üretimi, ilişkilerin üretimini tamamen sarmalaması her zamankinden daha çok kapitalizmi kırılgan kılıyor. Kapitalist denetim mekanizmalarının şeytani inceliği, aynı zamanda bir korkunun, denetimi elden her an elden kaçırmakta olan bir toplumun korkusunun da ürünü ve semptomudur. Bir ve aynı “olgu” içinde, yaşam kapitalizm tarafından sarmalandıkça, giderek daha büyün bir oranda insan yaşamın üretimi faaliyetinin ince işçisi haline geliyor. Ve geleneksel olarak küçük-burjuva sınıf olarak tasvir edilegelmiş emek grupları (temelde entelektüel ve biyopolitik emek grupları, akademisyenler, doktorlar, mühendisler, “beyaz yakalılar”, teknisyenler, sanatçılar vb.) hızla ve sert bir şekilde işçileştiriliyor. Sosyal bilimciler tarafından haklı olarak “orta sınıf” olarak görülen bu gruplar ve özellikle onların en geniş alt dilimi, borçlandırmalar tarafından emek-yoğun bir şekilde, esnek çalışma adı altında işe koşulmuştur. Üniversiteler ise tam bir borç batağı ve yoksulluk yuvasından başka hiçbir şey değildir. 39. Dolayısıyla, komünizm toplumun her noktasında, herkes için her zamankinden daha fazla olarak hakiki bir olanağa dönüşürken, karşıtı olan faşist-despotik oluşumlar ve baskıcı hükumet biçimleri de sahneyi dolduruyor. Ve böyle 8
bir saldırganlık da, her yönünden çatlaklar oluşan bir toplumun kırılganlık ifadesinden başka bir şey değil. İşte tam bu noktada komünizm, salt teorik, spekülatif, kitabî bir tartışma değil, bıkmış, usanmış, dışlanmış, artık yaşamına ve kendine tahammül edemeyen herkes için yeni yaşam olanaklarını şimdi ve burada yaratmaya girişmek demektir.
9
10
Ekim Devrimi’nin Yıl Dönümünde Heterodoks Bir Leninizmin Aciliyeti
Evren Yurttaş
“Modernitenin büyük siyasetçileri arasında, devletin “sönümlenmesi” ve “yok oluşu” sorusunu ortaya koymayı başarabilen sadece Lenin olmuştur.” Antonio Negri, Lenin Üzerine 33 Ders
Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu karanlık politik durum hepimizi için aşikâr. İçinden geçtiğimiz karşı-devrimci momentte neler yapılabileceği üzerine taktik ve stratejiler belirlemek göreviyle karşı karşıyayız. Burada Lenin ve bir yöntem olarak Leninizmin bize sağlayabileceği olanaklar, özellikle Harvey’in bir söyleşisinde dikkat çektiği “kapitalizmin ayna imgesi olmayan bir devrimci hareket inşa etmek” (Harvey & Risager, 2016) açısından tartışılmaya çalışılacak. Bir Yöntem Olarak Leninizm Lenin çoğunlukla sosyalist ve anarşist hareket tarafından parti merkezli bir sınıf siyasetinin figürü olarak alımlanıyor. Anarşistlerin -ve günümüz özgürlükçü akımlarının- şeytani -ki tamamen haksız da sayılmaz elbette- Lenin imgesi, sosyalist gelenek tarafından taşınmış olan önderlik-kitle şablonu tarafından belirlenmiş durumdadır. Biz böyle bir 11
Lenin algısından kopmanın sadece mümkün olduğunu değil, aynı zamanda zorunlu olduğunu da iddia edeceğiz. Burada sorun, tıpkı diğer komünist figürlerde -ki aralarına rahatlıkla Kropotkin, Bakunin vs. de eklenebilir- de olduğu üzere, düşünme tarzı veya yöntem ile, bu tarzın kendi bağlamında bir zamanlar ulaşmış olduğu sonuçları birbirinden ayırmaktadır. Peki Lenin açısından bu düşünme tarzı ve/veya yöntem neye tekabül etmektedir? Negri’yi izleyerek bunun öncelikle somut duruma kesin olarak bağlı bir analizi işletmek olduğunu söyleyeceğiz. Negri, Lenin Üzerine Otuz Üç Ders isimli derslerinde hem Ekim Devrimi’nin seyrini hem de bu seyre yön veren Lenin külliyatına dair yaptığı derin okumada, bu analiz ve müdahalenin üç katmanlı olduğunu söyler (Negri, 2015): Öncelikle çağdaş sınıf bileşiminin (Marx’ın teknik ve politik bileşim dediği) analizi (Negri, 2015). Ardından bu sınıf bileşimine bağlı olarak politik örgütlenme biçimlerinin araştırılması ve nihayet bu örgütlenme biçimlerinin sınıf bileşimine karşı döndürülmesi, yani devrimci müdahale. Kabaca özetlersek, çağının sınıf bileşimi açısından Leninist devrimci müdahale de (nihayetinde karşı-devrimci SSCB devletine dönüşene kadar) bu çizgileri izlemiştir. Lenin, kol emeği ile entelektüel emeğin ayrıldığı bir sınıf bileşimi bağlamında, ustabaşıların, teknikerlerin vs. halihazırda sendikal hareketlerin doğal öncüsü olarak göründüğü bir sınıf bileşimine sahip olan geç kapitalistleşmiş bir toplumda yaşıyordu. Buradan çıkardığı sonuç ise, işçi sınıfını komünizme getirecek yolun, sınıf bileşimine uygun bir şekilde kurulmuş partinin öncülüğünde iktidarı alması ve kapitalizmin biçimsel tahakküm döneminde sosyalizmden geçerken ona önderlik etmesiydi. Günümüz sosyalist hareketi, büyük oranda Lenin’in kendi tarihsel bağlamında ortaya çıkardığı bu analitik sonuçları, ortodoks bir bağlılıkla sahiplenmiş ve şablonlaştırmıştır. Sosyalist solun geniş yelpazesindeki çoğu örgüt, kendi ayaklarını bastığı zemindeki çağdaş sınıf bileşimini ve onun analizine bağlı devrimci çıkış olanaklarını araştırmak yerine, “nesnel” gerçekliğin kendi “öznel” tasavvuruna uymasını beklemektedir. Bu bekleyiş, sadece yerel düzeyde değil, küresel düzeyde de iki farklı ve bağlantılı sonuca yol açmıştır: Birincisi, sosyalist hareketin anakronik ortodoksluğu, kapitalizm karşıtı mücadeleleri komünist sözlükçeden, komünist bir tahayyülden ve mücadeleden soğutmuş, toplumsal hareketleri tepkisel bir anarşizmin kudretsizliğine itmiştir. Birincisiyle bağlantılı ikinci sonuçta, bu toplumsal hareketlere tepki veren kapitalist karşı-devrime onları şiddetle boğmak kadar, “içererek aşmak” için de cesaret vermiş, hem söylemsel hem de pratik açıdan onların liberal demokrasinin içinde kapsanabilmesi için zemin hazırlamış-
12
tır. Harvey, ayna-imgeden bahsederken tam da bunun altını çizmektedir. Küresel mücadelelerin 2000’ler sonrası dalgası, içine girdiğimiz karşı-devrimci momentte hayal kırıklığıyla malûl bir geri çekilme yaşamaktadır. Leninizmin Tarihsel Temelleri Sosyalizm, kapitalizmin henüz biçimsel bir tahakküm kurabildiği bir dönemde, emek-zamana bağlı “adaletsiz” bir eşitlik fikrinden türemişti. Kapitalizmden çıkış sorunu, böylece üretici güçleri “kapitalizmden henüz çıkmış” bir toplumda, bir tür yarı-devlet, “devlet olmayan devlet” aracılığıyla komünizme giden yolu hazırlayan işçi sınıfının “biçimsel” eşitlik dönemi olacaktı. Marx, kapitalist biçimsel tahakkümü, Kapital’in ilk cildinde, “Dolaysız Üretim Sürecinin Sonuçları Üzerine” isimli bölümde şöyle tanımlar: Her şeye karşın her change [değişme] ile birlikte emek sürecinin, gerçek üretim sürecinin gerçek tarzında daha baştan özsel bir değişme kesinlikle meydana gelmez. Tersine sermayenin emek süreci üzerinde boyunduruğunun [tahakkümünün y.n.] -sermayenin bu boyunduruğundan önce var olan, eskiden değişik olan üretim süreçleri ve başka üretim koşulları temelinde biçimlenmiş olan mevcut bir emek süreci temelinde- meydana geldiği yerlerde, sermayenin verili, mevcut bir emek sürecini, yani örneğin zanaat emeğini, küçük, bağımsız kırsal ekonomiye uygun düşen tarım tarzını boyunduruk altına alması eşyanın tabiatı gereğidir. Geleneksel ve sermayenin kumandası altına aldığı bu emek süreçlerinde değişimler meydana gelirse bu değişkeler, sermayenin verili, geleneksel emek süreçleri üzerinde daha önceden kurulmuş boyunduruğunun tedricî sonuçlarından başka bir şey olamaz. İşin yoğunlaşması ya da emek sürecinin süresinin uzaması, işin daha süreli ve ilgili sermayecinin gözü önünde daha düzenli hâle gelmesi, gerçek emek sürecinin kendisinin, gerçek çalışma tarzının karakterini kendi başına değiştirmez. Dolayısıyla bu, yukarıda gösterildiği gibi, kapitalist üretimin devamında gelişen ve değişik üretim amillerinin ilişkileriyle aynı zamanda bu emeğin türünü ve bütün emek sürecinin gerçek tarzını devrimcileştiren kapitalizme özgü üretim tarzıyla (büyük 13
ölçekli emek vb.) büyük bir karşıtlık oluşturur. Bu sonuncusuna karşıt olsun diye, şimdiye kadar irdelemiş olduğumuz emek süreci üzerindeki (daha sermaye ilişkisinin devreye girişinden önce gelişmiş olan bir çalışma tarzı üzerindeki) sermaye boyunduruğuna sermayenin emek üzerindeki biçimsel boyunduruğu diyoruz. Emek zamanı uzatarak artık emek elde etmek için kurulan bir zorlama ilişkisi olarak sermaye ilişkisi -kişisel hakimiyet ve bağımlılık ilişkilerine dayanmayan, düpedüz değişik iktisadi işlevlerden kaynaklanan bir zorlama ilişkisi- her iki tarzda ortaktır; ama kapitalizme özgü üretim tarzı, zorla artık değer elde etmenin başka tarzlarını da bilir. Buna karşılık, var olan bir emek tarzı, yani emeğin üretici gücünün verili bir gelişme düzeyi ve bu üretici güce uygun düşen bir emek tarzı temelinde artık değer yalnızca emek-zamanın uzatılması yoluyla, yani mutlak artı değer tarzında üretilebilir. Sermayenin emek üzerinde biçimsel boyunduruğunda tek artık değer üretme biçimi budur. (Marx, 2013, s. 783, 784) Biçimsel tahakküm, kapitalist gelişmenin endüstriyel üretimi henüz tam olarak hâkim kılamadığı, eski üretim tarzlarıyla ilişkinin dışsal (biçimsel) bir kapma ilişkisi olduğu ve salt emek-zamanın arttırılışına dayanan bir mutlak artı-değer rejiminin işlediği bir bağlamdır. Sosyalizm, emek-zamanına dayalı sınıf mücadelesi ilişkilerinin (sendikal mücadelelerin) doruk yaptığı, bunların devrimci içeriğinin ve radikalliğinin doruk noktasında olduğu bir bağlamda, işçi sınıfının devrimci çıkışı için formüle edilmiştir. Zira kapitalist değerlenme emek-zamanı üzerinden tahakküm kurduğu ve üretim sürecinin henüz yeterince endüstriyelleşmemiş/makineleşmemiş olduğu bir durumda, bu gelişmeyi kapitalist-olmayan ve devrimci bir tarzda yürütmenin, bu sayede komünizme (sınıfsız, emek-zamanına bağımlı olmayan, hakiki eşitliğin toplumsallığına) erişmenin yolu sosyalist dolayımdan geçmekti. Leninist Pragmatik Lenin, Marx’ın bu analizini, kendi bağlamında (Çarlık Rusya’sı) tekrar yorumlayıp, kendi somut analitik araştırmalarıyla da besleyerek devrimci bir stratejiye dönüştürmüştür. Rus işçi sınıfının, Çarlık uzamındaki göreli zayıflığı, köylülüğün nüfus olarak yoğunluğu gibi koşullar, Leninist devrimci stratejiyi bir önderlik piramiti kurmaya itmiştir: İşçi sınıfı köylülerin, işçi sınıfının en bilinçli öncüleri ise doğrudan bir parti örgütünde işçi sınıfının 14
önderliğini oluşturmalıydı. Bu stratejinin başarısı ve başarısızlıkları bizi o kadar da ilgilendirmiyor bugün için. Fakat bu kısımda sadece, eğer tekrar edilebilir bir özü varsa, Leninizmin özünün, mutlak pragmatiklik, koşulların, öznel güçlerin ve nesnel koşulların; yani güncel sınıf bileşiminin, onun politik ifadesinin analizinden hareket eden bir strateji geliştirme pragmatiğinin olduğunu göstermek gereklidir. Lenin, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP) içindeki örgütlenme tartışmasından (bunun için Ne Yapmalı, İki Adım İleri Bir Adım Geri gibi kitaplarına bakılabilir) itibaren, öncelikle parti örgütünün üyeliğine sadece parti disiplinine mutlak olarak bağlanmayı isteyenlerin alınmasını savunmuştur (profesyonel militanlık). Bu profesyonel militan öznelliğin devrimci kuruluşu, hiç kuşkusuz yukarıda gösterdiğimiz sınıf bileşimine dayanıyordu. Bu sınıf bileşimi, makineleşmenin göreli düşük seviyesi ile birlikte, profesyonel işçi figürü olarak bir öznellik figürünü yaratmıştı. Profesyonel militan olarak devrimci öznelliğin inşası stratejisi, parti ile sınıfın ilişkilerini, sınıfın yerel mücadeleleri arasındaki ilişkileri kavramsallaştırarak diğer bölgelere aktaracak bir gazetenin çıkarılması gereğini göstermiştir. Parti bakımından işçi sınıfıyla ilişki, öncülük olarak tanımlanırken, bu öncülüğün pragmatiği daimi olarak, ister ulusal ister uluslararası olsun, yerel sınıf mücadeleleri arasında enformasyon aktarımı ve tercüme faaliyeti ile belirlenmiştir. Gazete yalıtılmış kalan mücadeleler arasında bir enformasyon ağı kurmaya, fakat bununla kalmayarak en alt düzeydeki ücret mücadelelerinden başlayarak, toplumsal mücadelelere içkin eğilimleri algılanabilir kılmaya adanmalıdır. Bu sayede “sınıfın en ileri unsurları”, profesyonel işçi öznelliğinin en devrimci kesimleri parti örgütü tarafından dönüştürülerek eklemlenmelidir. Bu eğilim okuma, yani aracılık çalışması, hem sınıf bileşiminin analizini hem de bu bileşimin aldığı politik yeniden bileşimin saptanması ve partinin örgütlenmesi için temeldir. Leninist pragmatik, örgütün inşasını bu enformasyonun üretilmesine ve dolaşımına bağlayacak kadar ileri gider. Ne Yapmalı’da, örgütü gazetenin önüne koyanlarla tartışırken şöyle diyecektir: İyi eğitilmiş güçlü yerel örgütler olmadan, en kusursuz biçimde örgütlendirilmiş olsa da, bütün Rusya için en iyi gazete hiçbir işe yaramaz. Bu, tamamen doğru. Ama bütün sorun şu ki, güçlü siyasal örgütleri eğitebilmek için, bütün Rusya’yı kapsayan bir gazeteden başka araç yoktur. (Lenin, 2016, s. 174) Görüldüğü üzere, dağınık durumdaki mücadeleleri ve örgütleri eklemleme sorunu başından itibaren Leninist pragmatiğin temel sorunudur. Kendiliğindenciliğe karşıt olarak, Leninizm bir tür “icatçılıktan” ayrı olarak düşünülemez. Biz burada kendiliğindenciliğe 15
karşı, klasik terminolojideki “bilinçli iradeciliği” değil, icatçılığı çıkarmayı daha uygun buluyoruz. Zira sorunun pratik mevzi, hâlihazırda toplumsal mücadelelerin sunduğu mücadele biçimlerini, araçları, örgütlenme ve özneleşme tarzlarını kutsamak değil (“ayna imgeye” takılıp kalmamak), bu kolektif yaratım süreçlerini yeni kavramlarla, araçlarla, iletişimlerle sürekli besleyerek, onları radikalleştirmek, eklemlemek ve kapitalizmden çıkış için örgütlemektir. Ve bu icatçılık, hem kendiliğindencilikten, hem de bilinçli iradecilikten farklı olarak bilinçsiz süreçleri ve kolektif yaratımı da (baş-gövde ilişkisi olarak temsil edilmiş parti-kitle ilişkisindeki hiyerarşiyi de feshetmeye yarayacak şekilde) hesaba katmayı sağlar. Guattari, Leninizmin bu yanını netlikle çizecektir: Bu türden bir hedefe cevap vermeye başlayabilecek olan tek şey, egemen yinelemeleri ve yerleşik iktidar katmanlaşmalarını bozan yersizyurtsuzlaşmış akışların ekonomisini yeniden yönlendiren başka türdeki semiyotikleşme makinelerinin yaratılmasıdır. Lenin böyle bir yaratının gerekliliğini anlamış olanlardan biridir; sosyal demokrat, ekonomikst, hümanist ya da anarşist söylemin etkisizliğinin bilincine varan Lenin, bütün enerjisini devrimci makinenin yepyeni bir türünün inşasına adadı. Sosyal demokrasiye karşı mücadelesini esasen örgütlenme sorunlarına yöneltti; programatik ayrılıklar, bir anlamda, eski sendikal ve sosyal demokrat pratiklerden bu öncelikli kopuşa bağımlılığın içinde olup bitmiş gözükmektedir. Böylece, Bolşevik partisi birincil görev olarak kendine, işçi sınıfının özgül bilincinin dayanağı olarak yeni bir militan türünü yetiştirmeyi ve mevcut politik, ekonomik, polisiye, sendikal sosyal demokrat aygıtlarla cepheden çatışacak bir tür savaş makinesi oluşturmayı belirledi. bunun için, bu makine, göstergeler, sloganlar bulup çıkartacak, yeni bir işçi avangardını diyagramatik tarzda semiyotikleştirecek ve Asyatik despotizm içinde hâlâ derinden kök salmış bulunan Rus köylülüğünün devrimci yersizyurtsuzlaştırılmasını başlatacak çapta olmalıydı. (Guattari, 2014, s. 143) O halde, Leninist pragmatik, sadece kapitalizmden kopuşla değil, aynı zamanda da verili muhalefet biçimlerinden kopuşla da tanımlanmak durumundadır. Bir sınıf bileşimi, salt kapitalist süreçlerin öznellik üretimi aygıtlarıyla değil aynı zamanda uysallaşmış, 16
anakronik ve sinik muhalefet biçimleriyle de tanımlanmalıdır. Dolasıyla, Lenin’in deneyciliği ve pragmatiği öncelikle verili taşlaşmış muhalefet odaklarıyla sert bir mücadele içinde de anlaşılmalıdır. Yeni özneleşme olanakları yaratmak demek, sadece kapitalist öznellik üretimi süreçlerinden kopmak değil, mücadelenin, muhalefetin, örgütlenmenin ve militanlığın yeni biçimlerini de icat etmek demektir. Sermayenin Gerçek Tahakkümü Leninist pragmatiğin boyutlarını sergiledikten sonra, onun tekrardan yaşam bulması için somut durumumuzun, bizim çağımızın kapitalizminin soyut çizgilerine geri dönmek durumundayız. Lazzarato’nun gösterdiği gibi: Şüphe yok ki, Leninizmin yarattığı öznellik üretimi araçlarını (parti, işçi sınıfının öncü olarak kavramsallaştırılması, “profesyonel militan” vs.) mevcut sınıfın bileşimine uyarlamak mümkün değil. Guattari’nin Leninist deneycilikten muhafaza ettiği şey, yöntem: “sosyal demokrasiden” kopma ve öznelliğin örgütlenme kipleri etrafında mevzilendirilecek yeni siyasi yenilikçilik aygıtlarının inşası ihtiyacı. (Lazzarato, 2014) Dolayısıyla, Leninizmin bizim için işleyebilmesi, somut durumumuzu, kendi güncelliğimizi ne kadar dikkatle analiz ettiğimize bağlıdır. “Leninizmin Tarihsel Temelleri” bölümünde Marx’tan uzun bir alıntı yaptığımız kapitalist tahakküm tartışması, biçimsel tahakkümden ibaret değildir. İlerleyen sayfalarda, Marx kapitalist eğilimin analizini yaparak, gerçek tahakkümü tanımlar: Sermayenin emek üzerinde gerçek boyunduruğu, mutlak artık değerden farklı olan göreceli artık değer geliştiren bütün biçimlerde geliştirilir… …Sermayenin emek üzerinde gerçek boyunduruğuyla birlikte üretim tarzının kendisinde, emeğin üretkenliğinde ve sermayeci ile işçi ilişkisinde tam <ve sürgit ilerleyen ve yinelenen> bir devrim meydana gelir… …Sermayenin emek üzerinde gerçek boyunduruğunda, daha önce tarafımızdan irdelenmiş ve emek sürecinin kendisinde meydana gelmekte olan bütün changeler [değişmeler] devreye girer. Emeğin toplumsal üretici güçleri, büyük ölçekli emekle birlikte de, bilim ile 17
makinelerin dolaysız üretime uygulanması geliştirilir. (Marx, 2013, s. 796) Teknolojinin, bilimin ve makinelerin üretim sürecine girmesiyle birlikte, emek sürecinin niteliğinde önemli bir değişme yaşanır. Marx, makinelerin üretim sürecinde neden olduğu bu değişimi şöyle açıklayacaktır: Emek aracı, sermayenin üretim sürecine alındıktan sonra, çeşitli başkalaşmalardan geçer, bunların sonuncusu makine ya da daha çok bir otomat tarafından, devindirici bir güç tarafından kendi kendine harekete getirilen otomatik makine sistemidir (makine sistemi: otomatik sistem, makinelerin en tam ve en uygun biçimidir ve makineleri bir sistem haline getirir); bu otomat çok sayıda mekanik ve akılcı organlardan meydana gelir, böylece işçilerin kendisi yalnızca onun bilinçli [kol, bacak gibi] üyeleri olarak belirlenir. Makinede ve daha çok makinelerde otomatik bir sistem olarak, emek aracı kullanım değerine göre, yani maddi varlığa göre, sabit sermayeye ve genel olarak sermayeye uygun bir varlığa dönüşmüştür, sermayenin doğrudan emek aracı olarak üretim sürecine alınmış olduğu biçim, sermayenin kendisi tarafından konmuş ve ona uygun biçimde alıkonmuştur. Makine hiçbir bakımdan tek işçinin emek aracı olarak ortaya çıkmaz. Kendine özgü nitelikleri, emek aracında olduğu gibi, işçinin nesnele aktarılabilen etkinliği değildir; bu etkinlik, daha çok, onun yalnız makinelerin işinin, eyleminin ham malzemeye aktarılması – gözetmesi ve onu arızalardan koruması biçiminde vardır. İşçinin -organ olarak- becerisi ve etkinliği ile canlandırdığı, dolayısıyla kullanılışı onun ustalığına bağlı olan alette olduğu gibi değildir. Aksine, işçi için beceriye ve güce sahip olan makinenin kendisi ustadır, işçinin besinlerden tükettiği gibi, kömür, petrol vb. tüketen (yardımcı maddeler) makinen kendisinde etkin, mekanik yasalarda ve kendi sürekli öz hareketinde kendi ruhuna sahiptir. Etkinliğin salt bir soyutlanması ile sınırlı işçi etkinliği, her yönü ile, makinenin hare18
keti yoluyla belirlenmiş ve düzenlenmiştir, tersi söz konusu değildir. Yapısı gereğince, bir otomat olarak, istenilen tarzda hareket etmeye, makinenin cansız organlarını zorlayan bilim, işçinin bilincinde yoktur, tersine, onun üzerinde, makine yabancı güç olarak, bizzat makinenin gücü olarak etki yapar. (Marx, 2013, s. 158) Teknik makinenin üretim süreçlerini ele geçirmesi, kapitalist üretimin makinesel süreçlerini daha fazla görünür hâle getirir. Megamakine olarak kapitalist makine, teknik makinelerin, bilimsel fonksiyonların, istatistik verilerinin, canlı insan uzuvlarının, fiber optik kabloların, dijital göstergelerin vs. çokluğunu kendi bileşimine katarken, kapitalist süreçleri tüm bir toplumsal uzama yayar. Jason Read, gerçek tahakkümün bu niteliğine dair şu tespiti yapacaktır: Sermaye, bilimi, teknolojiyi, topluluğa mal olmuş bilgileri devreye soktukça, giderek sermayenin kendisi üretkenmiş gibi görünmeye başlar. Böylece öznellik, en azından toplumun kuruluşu ve servetin oluşumu, yani 1. Bölüm’de “toplum etkisi” olarak adlandırdığım şeye dair öznel inançlar ve algılar anlamındaki öznellik, bütünüyle sermaye tarafından şekillendirilmiş gibi görünür. Marx aynı zamanda, emeğin işbirliği ve toplumsal güçleri geliştikçe kapitalist üretim tarzının giderek toplumsal bilgi, işbirliği ve iletişime bağımlı geldiğini öne sürer. Servet bundan böyle fabrikanın kapalı mekânlarında işe koyulan bedenler tarafından değil, toplum çapına yayılan bilgi, iletişim ve etkileşim tarafından üretilmektedir. (Read, 2014, s. 176) O halde gerçek tahakkümün özü, öncelikle kapitalist işin fabrika duvarlarını aşarak toplumsallaşmasıdır. Bu toplumsallaşma ile birlikte, sermaye bütün bir toplumsal ilişkileri ve öznelliği üretiyormuş gibi görünür. Fakat aslında bu toplumsallaşma, sermayeye antagonist bir figürün, yeni bir öznellik figürünün doğumudur. Toplumsal İşçi, Prekarya ve Yeni Proleterleşme Biçimleri Bu figür(leri) nereden tanıyoruz? 2000’ler sonrası küresel düzeyde ortaya çıkan toplumsal hareketlerden öncelikle. Gezi, Occupy Wall Street, Arap Baharları, Rojava, Öfkeliler vs. gibi çok çeşitli ve farklı coğrafyalara yayılmış hareketler bu öznel figürlerin ve 19
yeni özneleşme tarzlarının kendini ifade ettikleri laboratuvarlardır. Fakat bu hareketlerin başarılarından ziyade, başarısızlıklarının nedenlerini soruşturmak özellikle önemlidir. Öncelikle kısaca bu özneleşme biçimlerinin sermaye ile olan ilişkilerini kabaca görelim. Bunun için uç noktada bir örnekten hareket etmek faydalı olacaktır: Web 2.0. Zira Web 2.0 bugün kapitalist değerlenmenin ve üretimin paradigmatik örneği ve sermayenin en büyük düşlerinden birinin, yani en düşük maliyetle en yüksek artı-değer üretme ütopyasının gerçekleşmiş hâli gibidir. Türkçe’de yakın zamanda yayınlanan Telekomünist Manifesto’dan bir pasaj alalım: Web 2.0, yatırımcıların, özgür yazılım hareketinin teknik yeniliklerinin üzerinde karşılığı ödenmeyen kullanıcılarca üretilmiş değeri cebe indirdikleri ve P2P teknolojinin merkezsizleşme potansiyelinin kökünü kazıdığı, girişimci kapitalistin cenneti olarak ortaya çıkmıştır. (Kleiner, 2016, s. 10) Facebook, Twitter, Youtube gibi Web 2.0’ın “mucizeleri”, kullanıcılarının ürettikleri içerikler, yer bildirimleri vs. üzerinden, kullanıcılarını proleterleştirmekte ve servetlerini bu şekilde üretmektedirler. Bu sitelerin işletilmesi için gereken sunucu maliyetleri çok düşüktür ve kapitalist artı-değerin üretimi bu şirketlere neredeyse hiçbir şeye mâl olmamaktadır. Bu ücretlendirilmeyen iş, günümüz kapitalizminin uç noktadaki fenomenidir. Bu uç noktadan ücretli işe doğru gidildikçe, kendini bu uça yakınsayan figürlerle karşılaşılacaktır: Prekarya, toplumsal işçi vs. Türkiye’de KHK düzeniyle sertleşen, kamu işinin de dahil olduğu bir güvencesizleştirme saldırısı, Türkiye proletaryasını da giderek daha ağır koşullarda prekaryalaştırmaktadır. Küresel düzeyde de, Avrupa’da yeni transpasifik anlaşmalarla, Avrupa proletaryasının sahip olduğu sosyal güvenceler de saldırı altındadır. Bugün Leninist Olmak Ne Anlama Gelebilir? Aşırı derecede hareketli, toplumsal etkileşimi yoğun, esnek bir emek-gücü (burada sadece insani canlı emeği değil -zira emek-güçleri insani bileşenlere indirgenemez-, bütünüyle akıllı telefonların, bilgisayar teknolojilerinin, estetik biçimleri, her türden göstergeyi vs. de düşünmeliyiz), kendisini kapitalist değerlenme süreçlerinden çektiği, devletle karşı karşıya geldiği anda devasa bir yaratıcı kudreti de serbest bırakmış oldu. Sermayenin işe koştuğu yaratıcı güçlerin ufak bir parçasının dahi ondan ayrılmasıyla ne kadar sarsıldığını görmüş olduğumuz gibi, hem de sermayenin ne derece büyük bir yaratıcı gücü işe koşmuş olduğunu da gördük. 20
2000’ler sonrası toplumsal hareketlerin başarıları, bize çağdaş sınıf bileşimi, yani öznellik üretimi hakkında derin fikirler veriyor. Bu alanda çalışan, bu alanı analiz eden koca bir külliyat birikti, birikiyor. Leninist stratejik düşüncenin önemi de özellikle bu noktada beliriyor. Hareketler, kapitalizmin gerçek tahakkümü döneminde, sermayenin öznellik üretimi süreçlerini temellük etmesi sonrasında, sınıf bileşiminin politik ifadesine dair çok fazla veri yaratsa da, bu politik ifadenin sınıf bileşimine karşı döndürülmesi, yani kapitalizmden çıkış noktasında zayıf kaldı. Bu zafiyetin analizi ve sınıfın politik ifadesinin devrimci bir sürece evrilmesi için gerekli stratejik yolun inşası bugün Leninizmin aciliyetini belirleyen en önemli işarettir. Leninizmi devlet ve egemenlik merkezli bir şablon olarak değil de, komünizmin inşası için devlete karşı bir politik ufuk olarak göreceksek eğer, komünizmin inşası için hâlihazırda verili somut koşulları düşünmek ve bu somut koşulları kapitalizme karşı döndürmek zorundayız. Proleterya Diktatörlüğü Lenin (ve Marx) proletarya diktatörlüğünü, işçi sınıfının özyönetimci bir devrimci girişimi olarak anlamışlardı. Paris Komünü’nden temellenen bu perspektif, sovyetik Rus Devrimi tarafından da tamamen doğrulanmıştır. Fakat, biçimsel tahakküme özgü olarak tanımlanmış bulunan proletarya diktatörlüğü, azılı gerçek tahakküm döneminde, emeğin mutlak olarak toplumsallaştığı bir bağlamda ne anlama gelir? Proletarya diktatörlüğünün politik içeriğini belirleyen en önemli yanı “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi” ya da sermayenin temellük ettiği üretim araçlarının, yeniden ortak olana dahil edilmesidir. Öznelliğin teknoloji, bilim ve iletişimsel süreçlerin sermaye tarafından temellük edilmesiyle kazandığı yeni koşullar altında, devrimci mülksüzleştirme de konumunu değiştirir. İşin toplumsallaşması ve fabrika duvarlarını aşmasıyla birlikte, komünizmin nüveleri de toplumsallaşır. Bu toplumsal işçinin hakimiyetinde yeni bir çağdır. Negri Yıkıcı Politika kitabında bunun altını şöyle çizer: Toplumsal işçi, sömürünün eleştirisini iletişim eleştirisi aracılığıyla geliştirmiştir. Üretim, aslında toplumsaldır ve giderek daha da toplumsallaşmıştır. Üretken elbirliği baştan aşağı toplum yoluyla yayılır; doğaları gereği tamamen toplumsal olan üretken ağlara nüfuz eder. Tam da toplumsal olan üretim kendine özgü merkezini iletişimde, enformasyon süreçlerinde ve iletişimsel yapının alanlarında bulur. Ancak, sermayenin tahakkümü altında, iletişimin işleyiş ve biçimleniş tarzı aynı zamanda mülksüzleştirme tarzıdır. Bu 21
yüzden, iletişim üzerinde denetim sağlamayı amaçlamak (yani iletişimin yeniden temellükünü arzulamak) toplumsal üretim ve sömürü ilişkilerini doğrudan etkilemektir. (Negri, 2006, s. 76) Eğer ki proletarya diktatörlüğü, sermayenin temellük ettiğini yeniden kendine ait kılma ise, bu temellükün enformasyon ve iletişim yoluyla yoğun olarak toplumsallaştığı bir toplumda, kendinin kılma mücadelesi de devletin dolayımından geçmeyen, kati bir doğrudan “sürekli devrim” biçimini alır. Toplumun herhangi bir noktasından başlayabilecek devrimci süreçler, her yöne doğru yayılım gösterecektir. Proletarya diktatörlüğü bir egemenlik tarzı olmaktan çıkarak, komünizmin kurucu eyleminin çoğul ve moleküler süreci haline gelmiştir. Öznellik üretimini özyönetimci bir perspektifle kendinin kılma mücadelesi, bu şartlar altında, iletişim ve enformasyonun doğrudan ortaklaştırılması aracılığıyla yeni özneleşme biçimlerinin sürekli yaratımı mücadelesine dönüşür. Hareketlerin son 20 yılı bunu fazlasıyla kanıtladı. Bir yöntem olarak Leninizmi sürdüreceksek eğer, öncelikle toplumsal hareketlerin meydan işgalleri, yeni diller, yeni iletişim tarzları, internetin farklı ve yaratıcı kullanımı aracılığıyla gerçekleştirdiği eylemliliği proletarya diktatörlüğünün gerçek koşulu olarak tanımlayabilmeliyiz. Aksini düşünmek, kör ve batıl bir ortodoksluğa saplanmak ve bu hareketlerin gerisinde kalmaktır. Komünizm Sosyalizme Karşı Proletarya diktatörlüğünün doğrudan toplumsal ve moleküler bir hareketi tanımladığı koşullarda, komünizm ve sosyalizm arasındaki ilişki de değişir. Fakat sorun sadece öznel koşullarda bir değişimden ibaret değildir. Proletarya diktatörlüğünün niteliğindeki değişime sermayenin gerçek tahakkümü yol açtığı gibi, komünizm ile sosyalizm arasındaki ilişkinin değişimine de aynı nesnel koşullar yol açmıştır. Sosyalizm biçimsel tahakküme ve onun en büyük niteliği olan mutlak artı-değer rejimine dayanan kapitalist aşamadan komünizme geçiş için bir aracı evre olarak tanımlanmıştı. Sermayenin değerlenme süreci, kapitalist işin zamanına, yani emek-zamana dayandığı için ve metanın değişim değeri emek-zamanla ölçüldüğü için, sosyalist evre herkesin çalıştığı kadar almasıyla tanımlandığı oranda (Marx’ın da Gotha Programının Eleştirisi’nde dikkatle gösterdiği gibi) kapitalist hak ve adalet anlayışının dar ufkunda kalır ve “özünde eşitsiz bir hak” anlayışına yaslanır: “Bu eşit hak, eşit olmayan emek için eşit haktır.” (Marx, 2002, s. 29). Sosyalizm, emek-zamanın ölçülebilirliği üzerine
22
temellenmiş ve salt niceliksel eşitliğe dayandığı oranda, emek tarzları arasındaki niteliksel ayrımları görmezden geldiği için aşikâr (fakat sermayenin biçimsel tahakkümü evresinden komünist çıkış için) zorunlu bir adaletsizlik sunar. Fakat sermayenin gerçek tahakkümü ve emek-zamanının, kapitalist değerlenme için bir zemin olmaktan çıkmasıyla birlikte sosyalizm aşılmıştır. Bu aşma profesyonel işçinin 19. ve 20. yüzyıl boyunca süregiden iş saati mücadeleleri neticesinde elde ettiği kazanımlara bağımlıdır. Biçimsel tahakkümden gerçek tahakküme geçiş, temelde sermayenin iş saatlerini uzatarak elde ettiği mutlak artı-değeri, karşı karşıya kaldığı sınıfın antagonist mücadelesi yüzünden elde edemediği koşullarda, sömürü oranlarını arttırmak için kendi bünyesine dahil ettiği teknoloji ve bilimsel gelişmeler yoluyla yaşanmıştır. Nispi artı-değer üretimi, sosyalizmi koşullayan emek-zamana bağımlı eşitlik idesini ve sosyalizmin dayandığı profesyonel işçi figürünü geçersiz kılar. Üretim bandıyla gelen fordist üretimin kitlesel işçisi ve 68 ve sonrası fabrikaları terk ederek, işin ve iş disiplinin reddi mücadeleleriyle belirmeye başlayan post-fordizme özgü toplumsal işçi figürü, kapitalist komuta ve değerlenmeyi toplumsallaşmaya ve kılcallaşmaya zorlamıştır. Yaşadığımız somut koşullar açısından, toplumsal hareketlere sosyalizmi dayatmak tatsız ve bön bir anakronizm değilse eğer, gerici ve karşı-devrimci bir tutuma dönüşür. Nispi artı-değer üretiminin emek-yoğun süreçleri devreye soktuğu ve ücretlendirilmeyen toplumsal emeği emek-yoğun üretim aracılığıyla işe koştuğu bir toplumda, emek için ölçü bulunabileceği ve niceliksel zaman ölçümünün devrimci bir politik çıkış olduğu düşünülemez. Bugün komünizmin doğrudan ve karşıdan kurulumu için hakiki koşullar verilidir. Son mücadele döngüleri de bunu öğretmektedir. Her nerede bir isyan hareketi doğmuşsa, bu hareketler el yordamı ile yeni bir yaşamı burada ve şimdi kurmaya yönelmişlerdir. Çağdaş proletaryanın sahip olduğu yaratıcı kudret, kolektif deneyimleri daimî olarak komünal biçimlere yöneltmektedir. Ayna İmgeden Kurtulmak Olarak Leninizm Harvey’in incelikli tespitine geri dönelim. Bugün haklı olarak toplumsal hareketler tarafından yüceltilen yataylık, her tür hiyerarşinin reddi, ağ biçimlilik gibi özellikler, aynı zamanda kapitalist iş süreçlerinin örgütlenmesinin, yeni öznelliğin üretim tarzının birer yansımalarıdır. Fakat bu özellikler, salt kutsandığı ve tepkisel bir anarşizmde zayıf bir şekilde yitip gittiği oranda, kapitalizm için bir tür geri besleme noktasına dönüşürler. Bu hareketlerin liberal kapılmasında fazlasıyla aşikardır. Sermaye, kendisine karşı isyanı içermeye özellikle devrimci hareketin bu zafiyeti sayesinde muktedir olabilmektedir. 23
Leninizmin yaşayan ve Lenin’i bizim çağdaşımız kılan yanı, onun bu ayna imgeyi aşan bir militan öznellik üretme, yani stratejinin son uğrağına verdiği aşırı değerde bulunur: Öznelliğin politik ifadesini, öznelliğe karşı döndürmek, yani onu kapitalizmden çıkış için devrimci bir stratejiye dönüştürmek. Küresel düzeyde sağın yükselişi, faşizmin yoğunlaşması gibi içine girdiğimiz dönemi belirleyen koşullarda, eğer öyle dememize izin verilirse Leninist görevimiz, sahip olduğumuz öznel kudretleri, komünizm için örgütlemeyi öğrenmektir. Bu görev, görünür toplumsal hareketlerin reformist taleplerinin ötesine nasıl geçebileceğini düşünmeyi zorunlu kılıyor: Gelmekte olan toplumsal çalkalanmaya hazırlanmak, onu önceleyen toplumsal hareketlerin sunduğu somut fenomenlerden hareketle hakiki eğilimleri saptamak ve bu eğilimleri komünizm için eklemlemek. Bizim gibi komünistler, yeryüzünde kapitalizmin kötücül egemenliğinin sonuçları olan ekolojik tahribat, incelikli sömürü biçimleri, savaşlar, ırkçılık, ataerkil tahakküm, borçlandırma, kılcal gözetim ve denetim biçimleri, heteroseksizm vs. gibi her düzeyde ortaya çıkan karmaşık sorunlarla uğraşmakla mükelleftir. Ve özellikle de toplumsal hareketlerin bu sorunlarla baş etme tarzlarını kavramsallaştırmak, küre-düzeyinde ortaya çıkan hareketler arasında bu kavramsallaştırma aracılığıyla deneyim aktarımında bulunmak ve bu hareketlerin arasında iletişim aracılığı yapmakla. İnternet aracılığıyla yeni bir enternasyonalin koşulları oluşmuştur. Yeni bir komünist enternasyonali, internetin ve iletişim ortamlarının aracılığıyla kurmak, aracılık çalışması yapmak bugünün en büyük Leninist görevidir. Komünistler artık kendilerini “önderler” (profesyonel militan) olarak kuramazlar ve günümüz öznelliğinin temsilciğine ve “bilinç aşılayıcılığına” soyunamazlar. Zira, komünist olmak bugün için ayrıcalıklı ve özel hiçbir konumu ifade etmez. Bugün toplumsal hareketlerin kavramsal dokusu, kolektif süreçler tarafından üretilmektedir. Dolayısıyla herhangi biri olarak komünistler, aracılık çalışması yapmak dışında hiçbir özel konuma sahip değildir. Ve bu perspektiften, aracılık çalışması gerçekleştiren herkes komünisttir. (Bu noktada sadece internetteki yoğun tercüme faaliyetini, bu faaliyetin “militanı” çevirmenleri hatırlamak yeterli olacaktır) 4. Yeni bir militan figürü çoktan eyleme geçti ve onun faaliyetini küresel ve yerel düzeydeki mücadelelerde analiz etmek, örgütlemek ve eklemlemek için veriler önümüzde uzanıyor. En azından bugün için yeni bir komünist pratiği örmeyi dert edinen herkes için başlangıç koşulları elimizdedir.
4 Burada
harcadıkları emeklerinin karşılığını asla tam veremeyecek olduğumuz sendika.org, dunyadanceviri.org, isyandan.org gibi onlarca sitede yürüyen hummalı çalışmayı işaret etmek gerekir.
24
Karanlık bir döneme giriyor olsak da, bu aynı zamanda alttan alta kaynaşan bir yer altı hareketi kurmak, iletişim olanaklarını yoğunlaştırmak, saha araştırmaları yapmak ve somut koşulları analiz etmek için bir fırsata dönüştürülebilir. Eğer ki kavramlar, basit temsiller değil de yaşamsal önemde işleyen araçlar olacaksa, kavramlar yeni duyumsama, deneyimleme, düşünme olanaklarının yaratımına hizmet edecekse, yapılması gereken işçiliğin önemi de anlaşılmış olur. Kapitalist işin doğasını, öznellik üretiminin çağdaş biçimlerini algılanabilir kılmak için alet çantamızı ve kavramsal çerçevelerimizi yenilemeye, hareketlerden hakikaten öğrenmeye fakat tepkisel bir anarşizmin popülist kutsanmasına düşmeden bu hareketlerin sunduğu olanakları radikal bir şekilde değerlendirmeye ihtiyacımız var. Leninizmin aciliyetini doğrulayan ve onun stratejik yöntemini, sosyalist ortodoksiden kurtararak kendimizin kılmayı zorunlu kılan, bu ihtiyaçlarımızdır.
25
Kaynakça Guattari, F. (2014). Kaçış Çizgileri. (I. Ergüden, Çev.) Otonom Yay. Harvey, D., & Risager, B. S. (2016, Eylül 13). David Harvey ile röportaj: Neoliberalizm siyasal bir projedir. (O. Karayemiş, Çev.) Kasım 17, 2015 tarihinde https://goo.gl/uZqp1B adresinden alındı Kleiner, D. (2016). Telekomünist Manifesto. (A. Temizaşık, Çev.) İstanbul: Alternatif Medya Derneği. Kasım 19, 2016 tarihinde https://goo.gl/U9ptlr adresinden alındı Lazzarato, M. (2014, Haziran 03). Mevcut Krizde İtaatsizlik ve Politik Özneleştirme. (N. Hikmet, & R. Dikbaş, Çev.) Kasım 21, 2016 tarihinde SaltTxt: https://goo.gl/d7EoWG adresinden alındı Lenin, V. İ. (2016). Ne Yapmalı. (M. Erdost, Çev.) Ankara: Sol Yayınları. Marx, K. (2002). Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi. (B. Erdost, Çev.) İstanbul: Sol Yayınları. Marx, K. (2013). Grundrisse (Cilt II). (A. Gelen, Çev.) Ankara: Sol Yayınları. Marx, K. (2013). Kapital (Cilt I). (M. Selik, & N. Satlıgan, Çev.) Yordam Kitap. Negri, A. (2006). Yıkıcı Politika: 21. Yüzyıl İçin Bir Manifesto. (A. Sarı, Çev.) İstanbul: Otonom Yayıncılık. Negri, A. (2015). Lenin Üzerine 33 Ders. (N. Uskan, Çev.) İstanbul: Otonom Yayıncılık. Read, J. (2014). Sermayenin Mükropolitikası: Şimdiki Zamanın Tarihöncesi ve Marx. (A. D. Temiz, Çev.) İstanbul: Metis Yayınları.
26
27