Palyaço Fanzin 2

Page 1

PALYACO

#2

DEMLENDİKÇE HAZIRLANAN FİKİR VE EDEBİYAT DERGİSİ

Gözlerde yaş yoksa, ruh gökkuşağına sahip olamaz.


• Beyaz adam küçücüktü ilk geldiginde ve oturmaktan bütün kemikleri sızlıyordu büyük teknesinde Beyaz adam kızılderililerin sundugu yiyeceklerle beslenip topraklarına uzandıgında büyüdü bulutlar arasında barıs içinde yasayan manitu yerine tapmamızı i stedigi de iskence görüp çarmıha gerilen bir ölüydü Beyaz adam özgürlük adına dev bir kadın heykeli dikti dogu denizinin kıyısına ve her gece altında dans ettigimiz yıldızları bayrak diye tutsak etti bir bez parçasına Beyaz adam özgürlük gibi adaleti de bir kadın heykeliyle simgeledi ama elinde terazi tutan zavallı kadın gözleri baglı olduğu için kendisine tecavüz edenin kim oldugunu göremedi... Sunay Akın




Kalmak İçin Bir Sebep…? -1Bir an için sustu ve düşündü; suratını buruşturdu ve kaşlarını çattı... kim olduğunu hatırladı , portmantodaki aynaya baktı; sadece ne kadar yalnız bırakıldığını gördü genç adam ve bundan nefret etti evden dışarı çıkarken. Son kez çıkıyordu o kapıdan. Adımlarını sanki hiçbir şey olmamış gibi atıyordu. Oysaki dizleri titriyor elleri uyuşuyor ve göğsü dar geliyordu artık yüreğine. Hiçbir şey söylemedi. Vücudunun iklimi çoktan yapraklarını dökmüştü. aylar boyunca sancılı bir şekilde. Kış geliyordu artık ve alaca karanlık bu kışın 3 ay sürmeyeceğini söylüyordu. Genişçe bir koridordan geçti ve apartmanın önündeki çöp kutusuna attı anahtarı. Her şeyi terk etmek bu kadar kolay mıydı? bütün bir hayatı geride bırakmak , en çok neyi özleyeceğini mi düşünürdü insan giderken yoksa hafızasını nasıl terk edeceğini mi ? Hangisi daha insancaydı? Hiçbir düşüncesine aldırmadı. bir karar almıştı ve bu sefer vazgeçmeyecekti. Kaybedişe bir bilet daha. Kimsenin bilmediği bir yer hayal ediyordu uzaklaşırken. her adım zincirler vursa da aşka kabullenmek daha kolaydı gittiğini. Ve ilk kez kolay olanı seçti. Yorgun bedeni zaten daha fazlasını kaldıramazdı. Yaşını sordu kendine ve tebessüm etti. Daha doğmadığını düşünmektense çoktan toprağın kokusunu usul usul içine çekemeye başlamıştı. Sahipsiz bir bedeni olsa ne yazardı ki ? Yüreğini zaten gümüş bıçağının kurbanıydı. Nefes almak ne kadar zor olsa da giderken yaptığı en iyi şeyin kırmızı odasını görmediği bir renge boyamak olduğunu düşündü. yeşile. Odasında yaşayacak başka bir adam asla kırmızının sahibi olmamalıydı. Bu başına gelebilecek en kötü ikinci şeydi. "............... sonun nerde .............."sustu ve yürümeye devam etti. bir sigara yaktı ve sigarasının karanfil kokusu açık havaya dağıldı........ sonun nerde....... "..........sus sadece uyan ..... insanlar zaten hiçbir şey olamamış gibi yaşıyorlar....." "...........sonun nerde........"

RustyNail


Kalmak İçin Bir Sebep…? -2Hiçbiri söylendiği kadar değerli değildi gözünde. Karşılaştıktan en fazla beş dakika sonra karşısındakinin kim olduğunu anlamaktan öte biliyordu genç adam. Saki yaşayan herkesle tanışmış ve her şeyin ayrımına varmış gibi bir tavrı vardı. Yüzü her zamanki gibi binlerce parçaya ayrılmış Maun ağacından iri ve görkemli bir masada tek başına oturuyordu. Gelecek olan kişinin ona ne getireceği ve ne götüreceği umrunun sınırlarını çoktan aşmıştı. O gün yaptığı en iyi seçimin o kafeyi seçerek kalabalıktan uzaklaşmış olduğunu düşünmek oldu.Uykusuzluktan kan tutmuş gözleri kimseleri görmüyordu zaten. İçimi keyifli birazda ağır bir kahve söyledi garsona. Eskiden olduğu gibi şekersiz ve sütsüzdü.Bütün güzellikler salt ve tadında olması gerekirdi ona göre fazlasını asla beklemedi. Genç kadın loş ışıklı kafenin kapını araladı ve biraz zorlanarak tarife uyan genç adamı aradı gözleri. Ona söylenen tek şey asla gülmeyen ve her zaman yarı ayık adamı bulmasıydı. Ve genç adamı farketti. Nasıl farkedilmezdiki. Duruşu bile taştan duvarların canını acıtıyordu. Bir an ürktü genç kadın. Genç adamın yüzünde aşkın neşter darbelerini görünce. ''kaderi kirletilmiş ama ruhu...'' diye söylendi içinden topuk sesleri boş kafede yankılanırken. Masanın önüne kadar ilerledi ve gözleri farkettiği ilk andan itibaren adamın üzerindeydi zaten. Merhaba dedi. Adam başını kaldırdı ve gözlerine baktı genç kadının. Kocaman bir çift siyah göz bu kadar anlamsız kalmamıştı hiçbir zaman bakışları karşısında. İçi boşaltılmıştı. Tüm hayatı gibi bomboş ve ruhsuz geldi aniden. Özür diledi ve sandalyeye astığı derisini alıp cebinden kahvenin parasını çıkarıp masaya bıraktı ve hızla yürümeye başladı. Genç kadın ne olduğunu anlamadan kapıdan çıkmıştı bile.Son günlerde yaptığı en iyi şey uzaklaşmaktı. Her şeyden ve her yerden. Kaçamadığı tek şey kendi gerçekliğiydi ama onu da zaten kabullenmişti. İronik olan bu kabullenişin ardından sürekli kendini kurtarmaya çalışarak can çekişmesiydi. hala neden nefes alıyorduki bedeni. Bıraksaydı ve o ince bağda kopsaydı ve yerini bulsaydı ızdırapları. Yürüdü yürüdü ve daha hızlı yürüdü; genç kadın aklından silinmişti bile. neden herşey bu kadar basit değildi ki ? Bir anlık bir unutuş aslında ne kadar huzur getirirdi ona. Ciğerlerine çektiği çürümüş hava her zaman acı verecekti ona. Tükenmesini sağlayacak son noktayı arıyordu. Tebessüm etti ve yaşını hatırladı...... "...........sonun nerde..........insanlar zaten hiç yaşamamış gibi yaşıyorlar. Her gün unutuyorlar az yada çok. Ne önemi var. adım bile fazla bu irin kaplı iğrençliğe"

RustyNail


rüzgarın savurduğu toz yağmurun sürüklediği kibrit çöpüyüm istemem geçmesin bu gece zaman sürüklesin hayat beni her gittiği yere boş bir bavul misali ... bir karıncayım ki kararımca ağır gelir omuzlarıma bu sevda yükü suyun erittiği kum ateşin yaktığı bir garip dalım. yangından geriye kül kalbimden geriye çöl kaldı duyguları tek tek yolunmuş bir meczubum ki; ardımda sevgimden bir mezar kaldı... yolunu kaybetmiş bir küçük çocuk kaptanı boğulmuş eski tekneyim. ve bilirim sert bir rüzgarda dibe vuracak dümenim, küpeştelerim yangından geriye kül kalır benden geriye bir şey kalmadı rüzgarın savurduğu toz yağmurun sürüklediği kibrit çöpüyüm Sylvan… Winston tüketim alt birimi


ölü bir yaprağım, sıradan bir ölüyüm aslında. ölü bir yaprağım sonbaharda makus kaderimle yüzleşmiş. güneşte pelteleşen şerbetin tadında, baharda kızıllaşan tomurcuklarla yaşadım. kokumu alamaması artık toprağın, hem de onun üzerinde derin uykularda rüzgara dayanıksız süpürülmüşlüğüm kuytulara ve karışmışlığım soğuk betonlara yadırgayışlarım arasında çıplak dallarımın gövdesine, serin uzanmışlığımızdan kalan son bir tebessüm bırakırken gururlu sararışlar arkasına saklanan bir ömrün sonunda daha en başta yavaş yavaş ne zaman döküleceğini bilmenin hüznü ve düşeceğim yere bakarak gözlerim ölümü,bilmez kimse gözlerimde ağlamakla oysa ki tutunacak dalım irkilmez kendi çıplaklığından korkmaz ve utanmaz mahremiyetini sergilemekten celladım rüzgar selamlarken beni,fısıldar kulağıma esintideki minör sesi. siyaha göklerin egemenliği ve güneş krallığının önünde sis perdesi hükümken masum bir korkudur üzerimize yağan damlacık demeti,kokusu toprakla... yıldırımlarla düşerken ve hayatın kendisiyken aynı zamanda yakarsa gaddar,acımasızca ve beslerse tüm şeffaflığıyla hatta küllerimden tabaka yada ölü yapraklardan cansa bana yere düşüşlerim teatral bir havada son kez canlansa gözlerinizin akında koparsa da dalında,ayrılamam dibinde yatarım diğer yapraklarla bir dahaki bahara büyütürken özlemi, serzenişlerde bu sonbahara ölü bir yaprağım,sıradan bir ölüyüm aslında. (ölümde yaşam gibidir!neden yaşadığını bilmezsin çoğu kez neden öldüğünü de.)

Turambar


NEYZEN TEVFİK (24 Mart 1879-28 Ocak 1953) Tevfik, 24 Mart 1879 pazartesi günü Muğla'nın Bodrum ilçesinde dünyaya gelmiş. Neyzen Tevfik'in çocukluğu Bodrum'da ailesi ile beraber geçmiştir. Neyzen Tevfik, daha sonraları hayatında önemli yer tutacak bazı olayları Bodrum'da yaşamıştır. Bunlardan biri Neyzen Tevfik'in Sara hastalığının sebebi ile ilgilidir. Neyzen yedi yaşında iken, Muğlalı Kel Mülâzım Hüseyin Ağa müfrezesinin kent çarşısında, eşkıyaların kesik başlarını halka gösterirken Neyzen Tevfik'de orada bulunur. Bu görüntü onun hayalinden silinmez ve Urla'da başlayacak olan Sara nöbetlerinin tetikleyicisidir. Neyzen Tevfik'in şiire olan ilgisi de Bodrum'daki çocukluk yıllarına rastlar. Dönemin gezgin saz şairlerinden "Leylâ İle Mecnun", "Tahir İle Zühre", "Arzu İle Kamber", "Ferhat İle Şirin"... gibi halk hikâyeleri Neyzen de şiire karşı olan ilginin başlangıcıdır. 1900 yılında, Gülistan Plâk Mağazasında bir plâk doldurma girişimi olur. Neyzen aşırı içkili olduğu için güçlükle doldurulan plâklar yine de basılıp piyasaya verilmiştir. 1949'da yayımlanan Azâb-ı Mukaddes'e yazdığı önsözde belirttiğine göre, "yüze yakın plâk" doldurmuştur. 1919 yılında, ilk kitabı Hiç'i yayınlanır. Cumhuriyet devrimlerine bağlı, onları savunan bir şairdir artık. Geçmişe, geçmişin kalıntılarına karşı acımasız bir savaşıma girişir. 1924 yılında, arkadaşı Hasan Sâit Çelebi'nin de yardımları ile yazdıklarını Azâb-ı Mukaddes adı altında forma forma yayımlamaya kalkışır. Ancak girişim başarılı olmaz. İki formadan sonra noktalanır. 1926 yılında Atatürk'le tanışır. 1927 yılında sara nöbetleri ve alkol yüzünden artık sık sık gideceği Toptaşı Tımarhanesi'nde tedavi görmeye başlar. 9 Mart 1946'da, basın yararına düzenlenen bir konserde çalar. Yaptığı taksimlerle izleyicileri büyüler. Konser öncesi neyini merak edenler, konser sonrası onu dinlemenin bir şans olduğunu dile getirirler. 1949 yılında, dostlarından İhsan Ada, Neyzen Tevfik'in eserlerini, onun gözetimi altında, Azâb-ı Mukaddes adı ile kitaplaştırır. 1951 yılında Onu Affettim adlı bir filmde önemli bir rolde gözükür. Ağlayan Şarkı adlı bir başka filmde oynar. 1952 yılında, arkadaşlarının ısrarı ile Şehir Komedi Tiyatrosu'nda jübilesi yapılır. 1930'larda İstanbul Belediye'sinin bağladığı yardım aylığını saymazsak Neyzen'in düzenli bir geliri hiç olmaz. Neyzen Tevfik'in söylenceleşen yaşamı 28 Ocak 1953'te son bulur. Bazı eserleri: “Kime sordumsa seni, doğru cevap vermediler; Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus! dediler... Künyeni almak için, partiye ettim telefon, "Bizdeki kayda göre, şimdi o meb'us!" dediler...” -------------------------------------------------------------“Üstüne alma fakat dinle samur kürkçüyü sen, Nasıl olsa kabahat sahibini terk etmez” -------------------------------------------------------------Ve Fıkraları: Tanidigi bir subayi ziyarete,kislaya gider.Subayin ricasi üzerine askerlere ney çalar.Sonunda aska gelip zeybek oynamaya durur.Pantolonun dügmelerini iliklemeyi unuttugunu gören erlerden biri " Efendi amca,edep yerin açikta kalmis " der.Neyzen oyunu kesip keserek ellerini kaldirarak Tanri'ya seslenir: " Çok sükür sana, nihayet karsima edebim oldugunu söyleyen bir kulunu çikardin "

“Hayliden hayli kalınlaştı yobazlık yeniden, Softalık zorlu anırtı ile aldı yürüdü. Kara bir kinle taassub pusudan çıktı yine, Yurdu şâhâne cehâlet yeni baştan bürüdü.” -------------------------------------------------------------“Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti, Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti!” -------------------------------------------------------------Yesilayci bir profesör, "içkinin zararlari" konulu bir konferans veriyormus.Konusmasinin bir yerinde dinleyicilere sormus: " iki kovadan birine raki digerine su doldurup bunlari bir esegin önüne koysak, esek hangisinden içer acaba " Dinleyiciler hep bir agizdan " Suyu " demisler. " Neden suyu içer" demis profesör, Neyzen hemen atilmis " Esekliginden " Kaynak: www.neyzentevfik.org


kızgınım gelmeyin üzerime!!! söyleyin gönderilmeyecek mektuplar listesine bunu da eklesinler... çünkü adresini unuttum hatıralarımın. beynimin hangi çıkmazında oturuyor aşk bilmiyorum. ya da hangi en uzun damarlarımda kalabalık kabalıklarıyla dans ediyor zehirli dostluklarım... mideme oturup duran sevgilerime söyleyin kapandı dükkan. yutamadığım tüm duygularım çekip gitsinler. masaları boş kalmalı hasretimin. sıcak bir çay içemesinler. iki laf edemesinler diye. belki bir kaç kuru yaprak olur müşterim, belki bir kaç yağmur damlası... yabancılar girip çıkmasın kalbime artık. söyleyim kepenk kapatma eylemi yapıyorum. protesto ediyorum kendi düşüncelerimi. söyleyin polislere kendimi zincirledim yalnızlık bayrağının direğine. kesmeye kalkışmasınlar kırarım kalplerini söyleyin. tüm ağaçlarını kestim beynimin. erozyon olsun istiyorum. beynim çöl olsun istiyorum. söyleyin çevrecilere benimle uğraşmasınlar... söyleyin postacılara taşınıyorum. bir adresim yok artık. evimi sırt çantamda taşıyorum. hiç bir yalan getirmesinler eski adresime söyleyin. kimseyi beni aramak zorunda bırakmak istemiyorum. mektup getirmesin yada hesabı görülecek arkadaşlıklar, açıklama yapılması gereken konularla başımı ağrıtmasınlar. artık açıklama yapmak istemiyorum. söyleyin gazetecilere adam olsunlar kırarım kalplerini. bütün eski fotoğraflarımı bir akıl hastahanesine bağışladım. huzurlu delilere deney yapılsın. anılarımı bir huzur evine... yaşlı insanlar huzursuz olmalılar. kitaplarımı en fakir sahafa sattım bedavaya. sattım hatıralarımı artık antikayla ilgilenmiyorum ve entrikayla. söyleyin yalan rüzgarına yalan yok artık dindi rüzgar. kırdırtmasınlar kalplerini... kırarım. söyleyin alacaklılarıma hiçbir borcumu ödemiyorum. ve borçlularıma alacaklarımı almıyorum. her şeyi bir başkasına havale ediyorum. defterimi dürdüm gidiyorum. Tık tık


taş kaldırımlarda, sarı sokak lambalarında, bir martının çığlığında, bir vapurun dumanında bulabilir beni arayanlarım. saklanmıyorum söyleyin. ortalardayım. bunalımların ortasındayım. çemberin ortasındayım. bir oyunun ortasındayım. söyleyin bitti artık! hiç bir şeyle ilgilenmiyorum. hiçbir şey istemiyorum. kırık dökük bir kalbim ben. sevginin ayaklarını kanatıyorum. ben bozuk bir makinayım kendi dişlerimi kırıp duruyorum. yeter! söyleyin gönderilmeyecek mektuplar listesine bunu da eklesinler... çünkü hiç bir yere göndermiyorum. ve gelmesin postacı üzerime... döverim alayınızı söyleyeyim... SYLVAN


Cennetin Bahçesinden Duyulan Ağıt

cesedimi küstahça örtsün günah kırıntıları tenime sarsın şehvetli kokusu ölümün. toprak niyetine ateşlere kazı beni. üzerime kötülük çiçeklerini serp. alevinle sula,büyüt ve alevinden yarat toprağını kızgın demirlere ek ki tohumlarını kara bir çelenk bıraksın mezarıma

gökle sevişir tek vücut gibi yerin yüzü evlenirler ebedi karanlığın saadetinde yedi göğün en altında mundarca çürüsün bedenim zifiri bir zebani açarken kilitli kapıyı ateşten tükürsün yüzüme gececil bekçileri okusunlar hükmü sol omzumda terazinin çöküntüsü çığlıklar yükselsin tinlerin raksına kulak veren müstehcen bir dua söyler gibi seslensin yaradana yalvaran diller tek tek kum sayar gibi zamanda görünen....... Turambar


- Hey Rust aç gözlerini ! - Henüz sabah olmadı ki hem uyanmak için bir sebep yok. Çık odamdan. - Bugünün ne (günü) olduğunu biliyor musun? Bugün doğum günün senin. - Öyle bir tarih hatırlamıyorum ben - Hadi savsaklanmayı bırakta kalk herkes seni bekliyor. - Lanet olsun kim beni bekliyor? - Görmek istediğin herkes bir arada ; hepsi seni bekliyorlar. - Şimdi beni iyi dinle yeşil peri, birincisi uyandırılmaktan nefret ederim ikincisi az önce söyledim bugün uyanmak için bir sebep yok olsaydı zaten uyanık olurdum ve üçüncüsü evime nasıl girdin adımı nerden biliyorsun? Şimdi cevapları ver ve defol odamdan - Senin hakkında gayet iyi uyarıldım ayrıca senin gibileri iyi bilirim en zor olan hep sizleri götürmektir ve bir idiot gibi uyuduğunuzu sanırsınız ya hala. Etrafına bak lütfen ne odandayız ne de evinde. - Bana yatağımdan kalkıp kafasını koparmam için bir kaç sebep ver tanrım ahh evet bir geri zekalı daha. - Rust .... Rustttt aç gözlerini Rustt ... seni götürmeye geldim. sen doğdun bu gün doğdun ve emin ol görmek istediğin herkes aşağıda seni bekliyor. Hadi kalk artık. istesen sana göstereyim, şurada duran senin beyinin parçaları evet otoyola dağılmış bir şekilde. Bir trafik kazası geçirdin. karşı şeritten gelen bir kamyonun altına girdin. arabanda yalnızdın ve senden başka kimsenin canı yanmadı. - Dediklerimi duymuyorsun galiba. Tanrı seninle dalga geçiyor galiba yeşil peri ben hala yatağımdayım ve trafik kazası da geçirmedim. Şimdi etrafına bak ve neden hala burada olduğunu düşün ve rahat bırak uyuyayım yoksa seni su cam fanusun içine tıkıp ev hayvanım yaparım. Marjilanlliğin son raddesi olurdu her halde. Ayrıca en az hayatım kadar traji komik. Şimdi defol odamdan. - Peki Rust seni öylece bırakıyorum inançlarınla kavrul burada görmeğe başladığın gün zaten beni haykırarak çağıracaksın. - Defol insan müsveddesi....Defol ... Ben henüz doğmadım..

RustyNail


Dogdugumda siyahtım Büyürken siyahtım Günese çıktıgımda siyahtım Korkunca siyahtım Hastayken siyahtım Öldügümde hala siyahtım Ve sen beyaz çocuk... Dogdugunda pembesin Büyürken beyazsın Güneşe çıktıgında kırmızı Üşüdügünde mor Korktugunda sari Hastayken yeşil Öldügünde grisin. Sen Simdi Bana Renklimi Diyorsun?


Palyaço’nun son sözü… Hep esrik olmalı insan. Tüm sorun burada; tek sorun budur. Zamanın omuzlarınızı çökerten ve sizi yere eğilmeye zorlayan o korkunç ağırlığını duymamak için, sürekli sarhoş olmanız gerek. Neyle? İster şarapla, ister şiirle, ister erdemle, bu sizin bileceğiniz iş. Ama kendinizden geçin . Örneğin kimi zaman bir sarayın merdivenlerinde, bir kuytunun yeşil otlarında, ya da odanızda, insanın içini karartan o yanlılık içinde uyanmışsanız, rüzgara, dalgaya, yıldıza kuşa, duvar saatine, kaçan her şeye, uğuldayan ve ses çıkaran her şeye, yuvarlanan ve şakıyan her şeye saatin kaç olduğunu sorun. Alacağınız yanıt hep şu olacak: “Saat sarhoş olma saati! Zamanın o kurban kölelerinden olmamak içi, içip kendinizden geçin; sürekli kendinizden geçin! Şarapla, şiirle, ya da erdemle, canınızın istediği bir şeyle.”

Charles Baudelaire Paris Sıkıntısı – Le Spleen de Paris

Deep not:Sarhoş olun dediysek de bokunu çıkartmayın. Adam gibi takılın selametle… P.F.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.