PALASPANDIRAS
20
‘Okur bulamamayı, bir anlamda şiirin satışına bu kadar kafa yormayı, okura müşteri muamelesi yapmayı pek anlamıyorum. İyi şiir, iyi metin okurunu mutlaka bulur.’
iletişime ihtiyaç: papafanzin@gmail.com oguzcanonver@gmail.com abdulkadirgiynas@gmail.com twitter.com/ppalaspandiras twitter.com/heygiynas
1
üzgünüm barış şiiri “yarimi ellere verin, sevdamı yellere verin” siz gidin ben arkadaşlarımlayım demiştim yatılı okulun ilk günüydü daha babam annem kardeşim boy sırasında ilk intikamım farkında bile değilim ama neyden daha aramızda beş metre ya var ya yok siz gidin demiştim sanki bin kilometre boyunca arkadaşlığı koyarak aramıza sonra sırasıyla arkadaşlığa karşı aşk aşka karşı şiir şiire karşı allah intikam üzerine intikam koyamadım bir türlü hizaya tuttum devirdim ne varsa yürümeye başladığımdan beri ayaklar altına alarak aynı amatörlüğüyle sarsaklığımın bir yer arayarak tutunacak
bir şey kalmayana kadar elimde avucumda avucumdan başka tekvando derdi mehmet molla ah keşke öyle olsa yanarlı dönerli bir tekme havada benim de hayalimde aşağı yukarı böyle bir şeydi her sarılışım intikamla halbuki biraz kopuk ıslak et parçası haşur huşur yırtık kağıtlar hep kız kokusu tırnaklarımın arası avucumda avucumdan başka bir yumruk olmuşlar artık ne kadar yumruk sallarsan salla allaha tükeneceksin barış avucun açılacak ne kadar sıkarsan sık dökülecek ne varsa topladığın peşinden bir çığ yığılacak ne kadar sessiz olsan da ağzını açacak bir bıçak dümdüz olana kadar tırmandığın ne varsa ne kadar yalvarırsan yalvar görmen gerekmiyor artık biliyorsun anne ne olur biraz televizyon daha ne olur beyler ışıklar yarım saat daha açık sevgilim ne olur biraz daha söz çok az daha kal ne olur bir mısra daha birkaç saat daha geç yatsam allahım ne olur çok erken daha bütün konusu intikam sandığım hayali beşiklerin hepsi aynı küçük çocuğun sarsılışı düşmemek için biraz daha gözlerimi karanlıkta dört açıp bir oraya bir buraya uzanışım ben de avuçlarımı rahat bıraktım yerler kayarken her iki ayağımı sağlamca yere basıp ahmet abinin dediği gibi
2
3
dimdik gerinerek yukarıya kimse kalmayana kadar aramızda ne bir arkadaş ne aşk ne şiir ne anam babam gözlerimi kapatıp allaha baktım ama hala bir alacakaranlık tepemde bir spot seyircilerin fısıltıları kulağımda hayranlıklarını ve tebriklerini bildiren bir uğultu meğer başından beri bütün bu inşaat bu yükseliş ve kalkınma bu aydınlıktaki inat daha büyüğü bu bendeki sarsılmanın belde çapında ve belediye kasaba büyükşehir ve metropol ulusal ve uluslararası dünya çapında bir çığ gibi alkışlarla herkesin kendi avucunu kendi avucuna vurarak ertelemeye çalıştığı perdenin kapanmasını
4
üzgünüm barış perde kapanacak bir numarası yok kimsenin son sahnedeki pozunun kimse sarılmayacak alkışlamak dururken kendini çırpınırken yumruğunu boşluğa savurarak kendinin kendine çarpmasını engellemek için gene kendinden almış olacaksın alabileceğin tek intikamını durmadan kendini kendine çarparak bir ayağında ölüm bir ayağında hayat kayıp duracak boşuna sorup durma hangisinde hangisi oğlum barış çöz şu yumruğunu ailenin arkadaşlığın aşkın ve şiirin kucaklaşarak uyuduğu sönmeden o en son ocağa doğru yürü gene de yıkılışının yıkılışını seyirciler seyrede dursun olsun batık da olsa bir avucun uzananlara uzatacak kaldır ayağını ayağının altından fırlat ey artık şu üzgün adımını at Barış Özgür
6
belirli bir özne olarak üzgünüm barış şiiri üzgünüm barış, sana eskiden olduğu gibi sarayımdan seslenemem bereketli düzlüklere iniyorlar açlıktan meydanlarda çekirdek çitleyip korunmasız sürülerin korunmasız yavrularından bahsediyorlar akbabaların gölgeleri ürpertiyor koca koca ovaları ailenin arkadaşlığın aşkın ve şiirin kucaklaşarak uyuduğu ovaları gel kuzulara sarılarak koruyalım derdim ama üzgünüm barış sana eskiden olduğu gibi sarayımdan seslenemem zorlu yaşam koşulları, tükenen nesiller, kayıtsızlık, intikamsızlık ve düşüş kayıtsızlık, intikamsızlık ve serengeti kadar bile güvenli değil hiçbir yer çünkü uzun menzilli gözleri var biliyorsun, yola dizlerimin üstünde koyulduysam sebebini mazur görme, mazur görmesin seyirciler de şaraplarını yudumlasınlar, önce nezaketen kadehlerini tokuştururken, çın çın çın, sessizlik lütfen, bu mühim gecenin mühim konuşmasını yapmak üzere dizlerinin üzerinden, aaa yok canım daha neler, hah hah ha ne kadar kibarsınız, hepinize ayrı ayrı ve teker teker, sağlığınıza, şerefinize beyler, gözlerimi dikiyorum doğruca gözlerinize nezaketen nezaketen nezaketen biz kendimizi bir sevelim de varsın spotlar bir yansın bir sönsün tepemizde
7
üzgünüm barış, bilinen evrenin hiç değilse simülasyonunda yer bulalım isterdim ama reytingleri düşükmüş, romantik akşam yemeklerini konu alan vahşi yaşam belgeselleri yine revaçta yine revaçta sırf bu yüzden kan kaybediyorum, avuçlarım ve dizlerim sürünmekten parçalanmış kayıtsızlık, intikamsızlık ve düşüş kayıtsızlık, intikamsızlık ve başıma üşüştüler bunu biliyorsun sahne buz kesiyor çıt çıkmıyor taş ki taş bu bölgenin avcıları ne bir arkadaş ne aşk ne şiir tanımıyorlar, ok yaramdan kan damlıyor ve sadece terliyor muydum yoksa? sarayımdan hiç çıkmamalıydım, pencereden seslenmeliydim, ey halkım ve barış, üzgünüm çok üzgünüm, bu kimin oyunuysa, perdeyi kapatabilir artık Selcan Peksan
8
[ PARÇALI ] [ HAM ] Hitap 5. Dübele hitap. GEL BANA, SANA, KENDİNE HİÇBİR ŞEY HATIRLAMADAN DÜZBAKMASINI ÖĞRETEYİM. Çok mu istedin her şeyi birbirine kaskatı tutturmayı? Omurgayı tek tek açmadan öyle dimdik durmayı? Bir eklemin ilk kez hareket etmesindeki hayreti unutmayı? Sonra, yıllardır yaşadıklarımızın üstünden atlaya atlaya [ BA ] Bomboş Alana varıyoruz, orada, tam ortada, bize yapılan bütün kötülüklerin anasını görüyoruz, [ PA ] Parlak Aydınlığın sardığı büyük - çok büyük - bir anıt. [ KB ] Kutsal Bağlantı, Dübel, bu sensin işte, [ US ] Uygarlığın Sabitleyicisi, [ BA ] Büyük Arayüz, [ EH ] Erotik Humma.
9
DEDİM TUTAR MISIN? DEDİ ÖZÜMDÜR. DEDİM SAĞLAM MISIN? DEDİ SÖZÜMDÜR. İçinde yaşanılan şey [ bir toplum ] bir şeyin [ bir düşüncenin ] akıllarda kalmasını istiyor, o şeyi ( düşünceyi ) kaybolma ihtimalini sıfıra indirerek tutturmak istiyor, küçük bir bağlantı şeyi [ bir vida ] buluyor, o bağlantı şeyinin ( vidanın ) sağlamlığına güven duymayacak kadar bir geçmişe sahip olduğu için o bağlantı şeyi ( vida ) ile işbirliği yapacak başka bir şey [ bir arayüz ] arıyor, adı Dübel, [ SS ] Sebepler Silsilesi, o sensin, gözün aydın, o uzak ışıklar bile göz kırpmıyor artık, toplum diz çökmez, ben çökerim, [ ŞS ] Şeylerin Sabitliği dediğimiz şey. [ DB ] DÜBELCİ BAŞI, KAFANDA EŞİT ARALIKLARLA AÇILMIŞ ONLARCA DELİK, HEPSİNİN İÇİNDE BİRER [ ÇV ] ÇELİK VİDA VAR. Vidalarla yatıyor, vidalarla kalkıyorsun. [ TN ] Tutarlılık Nöbetçisi, öldüğün gün nöbet biter, beklemez [ ZB ] Zehirli Bilgiler, sızar [ KK ] Kavrayan Kuleye. Ne diyordu Michael Pollan, Simetri, bir yerde meseleye ilişkin bir bilgi olduğuna dair şüpheye mahal vermeyen bir işarettir, demiştim, kapat [ SA ] Sevgi Açlığını vahşi bir hayvan gibi kafese, bak o son vida fazla geldi, çatladı yıkıldı kule, bodruma attığın [ MKY ] Masum Kalma Yetisi bir umut olarak açıkta kaldı. AŞILAMA M.Ö. 2000’LERDE ÇİNLİLER TARAFINDAN BULUNMUŞ. Demek ki bir Çinliymiş ilk katili her zaman başa saran [ BÇ ] Büyük Çelişenliğin. Ama yine de bak ben sana bir sır vereyim, aşının altından kesersen ilk düşünce tekrar yeşerir.
10
[ BK ] BAYBURT’UN KAVAKLARI, SİZE BİR SORUM VAR. [ ÇK ] Çine’nin Kayalarını kim oydu? Ne oldu da [ BM ] Bayburt’un Moru, Gümüşhane’ye varınca pembecik oldu? [ AT ] Antep’in TOKİ’sine ilk dübeli rafık mı vurdu? Ne bozar alışılmış düzeni yoksulluktan başka? Varlık yalnız düşüncede savaşır sanma, sende insan nüfusundan fazla bakteri yaşıyor gayri aldanma. [ DG ] Dübellerin Gücüne kanma inanma, tamamen insansız bir yer, seni ancak toprağın karanlığında bekler. DÜBEL, FİZİKSEL UZAKLIĞI YOK EDER. Yanımdakinin beynini ben taşırım hep, yan masanın dübeli ben olurum, biri konuşuyorsa o konuşan benim - hep, bana vida ile ilişkiyi kesmiş bir dübel gösterebilir misin?
BENİM KİMLİĞİM 1000 + 59 YILDA OLUŞTU [ DB ] DÜBELCİ BAŞI, ÇÜNKÜ BİZ HER ŞEYİ BERABER YAPANLARDANDIK. Uykumda bir inleme duydum, uyandım, içim acıdı o inleyene, kimdir kim bilir, rüyadır dedim, işte bu, anlamaya aracı olan kısayol, fedakârlık istemeyen yabancı madde. Yüreğim geçmiş biraz, yine duydum iniltiyi, meğer kendi burnumdan geliyormuş. Kimmiş meğer, dübel - değilim ki ben, dübelsizim, çabuk düşüyor kafama çakılan çiviler, ama bitmiş olanı çabuk görürüm, tutmuyor bende yârdan gelen güzel haber, rüzgâra karşı karnımı çeker ayakta direnirim, bak işte onlar [ DSGÖ ] Davranışlarının Sonrasını Gören Ölüler, [ SSDDB ] Sembol Sümbül Dünyasının Doğal Bekçileri. [ DB ] Dübelci Başı, tarihi tümden kucaklayamazsın, kimse tam olarak kucaklayamaz an içinde biriken kaygı miktarını, [ Bana ] hiç kimse [ Matt Ridley hariç ] Madagaskar açıklarında yaşayan, 300 milyon yıl önceki atalarına tıpatıp benzeyen coelacanth balığının evrilmeyerek bazı kuralları bozduğunu söylemedi. SİZ BU ÇİLECİLİĞİ ELBET YAHUDİLERDEN ÖĞRENDİNİZ. Ne kadar uğraştım biliyor musun bu çilecilikten kurtulmak - kötüyü dışarı - iyiye yer açmak için. [ Siz çilecileri seversiniz, bunu biliyorum ] [ BM ] Büyük Mücadelenin bütün sırrı elimden alınmış gibiyim, ama biliyorum şu an [ Eİ ] Elipsin İçindeyim, her şeyi duyuyorum, hayır, birisine söylediğim an bitecek olanın peşinde koşmam. [ DB ] Dübelci Başı, hayat sana güzel, kendimi daha sonra yalanlaştıramayacağınız çıplaklıkta bırakmak isterdim, ama sizin bunun için kimyasallara ihtiyacınız var, sigara dumanlı odalardan [ DT ] Dürtüş Tıpıştısı geliyor, çünkü ben aranıza çok düzbakış soktum.
11
12
BARIŞ ÖZGÜR’E KISA HİTAP. İyileşmek gerek Barış, bunu böyle kalamayız. [ DABV ] Dübel Arayan Büyük Vidayı bu işe karıştırma, madem yerimizi [ YD ] Yeşil Dünyadan öğreneceğiz, kan bulaştı [ kabul ] topladığımız [ MP ] Masum Pamuğa - yırtılan elimizden, öyleyse [ KT ] Kaynayan Toplumda bize ancak deney yol gösterecek, bunu böyle bitireceğiz. Benim Ezop’um babamdı. Bir gün Ağustos böceğini göstermişti bana Latince adını söyleyerek, Bu dedi, iki üç ay yaşayıp ölmek için iki hafta toprağın karanlığında bekliyor. Bilgi masalı değiştiriyor, görüyor musun? Niye susmaktan korkup gevezeleştiğimi anladım sonunda, karşımdakinin kafasındakileri okumamak için. Kişisel bir dil mümkün değildir diyor Wittgenstein, bunu böyle bağlıyız, [ EA ] En Azına duyduğumuz istek.
13
[ GT ] GELENEKSEL TARIMCI GİBİ DÜŞÜN, İŞİNİ BİLEN [ YE ] YAŞLI EKİNCİ GİBİ, GELECEĞİ MERAK EDEN BİR KÖYLÜ GİBİ -DÜŞÜN, YA TUTMAZSA, YA BİR ŞEY [ BİR MİKROP, BİR VİRÜS ] GELİR, YA BU YENİ TOHUMUN VERECEĞİ MAHSUL ZAYIF ÇIKARSA, YA BÖCEKLER SARARSA TARLANI, YA MANTARLAR ELİNDEN ALIRSA, YA DOSTLAR DÜŞMAN OLURSA. [ EZ ] Ekinci Zekası [ DS ] Dübelin Sabitliğini yener, yeni bir tür ekin dikerken tarlanın bir kenarında eskisinin hayatta kalmasına dikkat eder, onun dübeli basittir, [ TT ] Tahta Takoz, kolayca çıkar, - çünkü istemem ben de geri dönemeyecek kadar kıyıdan açılmayı. Kalpten bağlantı, [ HV ] Hakiki Vatan.
Ahmet Güntan
14
imge gelinlik boğazını temizleyişindeki ses duydukça keskin kan kokusu alıyor insan önünde güvendiği yavaşlayınca günlük bir cuma eğilmesidir uçucu taş heyecandan böyle saymaya siyah top kumaşlardan alt katlıyor göz kalk hesabını öde dönmeyi oturanlardan bildiğini söyle dalağını ip tutmuyor rastgele çevirdiler yolunu tekmil buz satsak kimi erimek bizi yükseltir boğazına cesaret parmak yut ısır dayanır dayanır çünkü Çingene hem bol hem seyreltme hazçavuşu benim aklım çırakların tatil fikrinde sana göğsümün banyoda su ile papatya olduğunu göstermedim sana istersen parlaklığı dirseklerimden çektiğimi külleri konuşunca gölge inanmıyor makine ve öküz bir gün çiftleşsin insanın farkını gö
Serkan Gezmen
15
azdanallah asla bizim olamayacak bir şeyin galibiyetine öfkeleniyoruz. bizim olamayacak ve bizde olamayacak bir şey üstelik. alınamaz bile. ancak verilebilir.di. geçti. zaten ölmüşüz şu saaten sonra neyin tesellisi sör? aynı isimde bir başka erkek olmazdı ben senin içtiğin sigarayı nasıl içeyim gittiğin bara nasıl gideyim kızım yattığın bütün adamları tanıyordum sana masumiyetini koru demedim aynı odada geçen günler saatler sonrası duvarda iz kalacaktı komik olma hayatını sikiyorsun senin arzularının en yücesi sana vaad edilen değil yani senin yarattığın bizatihi vaad ama sen benim nelere bulaştığımı aslında neyin savaşını verdiğimi bilmiyorsun. çok aptalsın kaç tane kadın sana benim gibi sarılıyor allasen bu insanlar sarılmasını bile bilmiyor. en büyük yalan ve dolasıyla günah rüyalar hakkında söylenendir. gerçek olmadığını varsaydığımız bir şeyin üzerine yalan söylemek bunu bir düşün. şiirlerin kupkuru öfken bile gelmiyor somut şiir seni öldürür bu katışıksız renksiz ifadesiz kiniklik dehaya dahil olan hiçbir şeyi teğet dahi geçmez. şu dişlerim var ya şu dişlerim sözlerimi rahatsız ediyor bir daha söylicem komik olma hayatını sikiyorsun.
Oğuzcan Önver
16
felaketin yanında koşmak*
*hızlı değişen ekonomi ve savaş sırasında gelecek üzerine şiir yazmaya çalışmayı tasvir etmektedir. öfke dediğin hınç dediğim nefret dediğin artık sıkmaya başladıilerlemeye karşılık durunca ilkel olmuyorsun içinden taa içinden. kollarına alabilseydin onu //her şey açık ve meydanda. kramp. trafik kazalarının çoğu araba-intiharı olduğunu biliyor muydunuz? herkes sizin gibi ölümünü şova çevirmiyor. intiharını ölüme çeviriyor. işçi sınıfından iğrenenler //bu insanlar onları öldürmek istiyor. parasızlıktan utanç tacizlerinizden yüzünüz yanmıyor bu biraz fazla gözlerim yeterli ışığı asla alamayacak. yok ebenin örekesi. bu ülkenin burjuva isyankar şairleri. en azından kendileriyle fazla dertleri yok. başkasının yüzünün eğilmezliğinde/dikliğinde [anlam] kaza içindeki bir kişi değildir. normalde, bir kişiyiz. buradaysa, tam tersine sen, sensindir. bu anlamda yüzün "görülmediğini" söyleyebiliriz. yüz dönüşemeyendir. o içerilemeyendir [kapsamdışı] //sizi öteye taşır. düşüncenizin kuşatacağı bir içeriğe.
Oğuzcan Önver
17
UTKU ÖZMAKAS SÖYLEŞİ.
Genç yaşta dönemin genç şiirinin fotoğrafını çekmek gibi zorlu bir işe (Şiirimizde Milenyum Kuşağı) giriştin. Ne zorun vardı? Çok isabetli bir soru. (Her söyleşinin klişesini ilk elden harcayayım dedim.) Aslında fotoğraf değil, beyin tomografisiydi çektiğim. Ortada bir sıkıntı vardı çünkü. Neyse, buraya geliriz. Başından başlayalım; başlangıcın da başına, yani yüzeye dönelim: Benjamin, “Hikâye Anlatıcısı” başlıklı o müthiş zengin metninde şöyle der: “Hikâye dinleyen kişi, hikâye anlatıcısının misafiridir.” “Misafir”, düşünce tarihinin başından beri, kutsal kitaplardan fabllara kadar verimli bir metafor olmuştur: Bir yandan haris, öte yandan dost; bir yandan öğrenci, öte yandan öğretmen; sonuçta “tekinsiz”. Eleştiri, bir tür misafirlik deneyimidir. Tabii, müşfikliğe pek müsaade etmeyen bir misafirlik… O nedenle Benjamin’in yazısının kulağımı terk etmeyen son tümcesini de anımsatmam gerek, en azından yazılarını çok sevdiğim Derrida’nın misafirperverlik üzerine yazdığı çarpıcı yazısının hatırına: “Hikâye anlatıcısı, dürüst adamın kendisiyle yüzleştiği kişidir.” Kısacası, eleştiri ancak gerçek bir yüzleşme olduğu ölçüde bir misafirlik deneyimidir; yoksa alt-orta sınıftan gelenlerin iyi bildiği birtakım ritüellerin canlandırması olduğu sürece, ancak piyasanın talep ettiği, basın bülteninden hallice yazılara dönüşür.
Şiirimizde Milenyum Kuşağı da işte böyle gerçek bir yüzleşmeydi. Şiir uzun süre sonra ilk kez gündemini kendisi belirliyordu, tartışmalar romancılardan ithal edilmemişti, şiirin malzemesi/ zemini olamayacağı düşünülen şeyler hızla şiirsel alana sokuluyordu ve sonuç olarak müthiş bir dönüşüm gerçekleşiyordu. İşte, böyle bir ortamda olup biteni anlama ihtiyacıyla başladığım, sonra da anladığımı anlatmaya çalıştığım bir kitaptı ŞMK. Zaten bu nedenle eleştirel dozunu biraz kısıp –alaylı tarzda– edebiyat sosyolojisi sesini açmam gerekmişti. Kulağımı bir de tersten tutarak anlatmam gerekirse, eleştiri tarihimizde şiir yazmadan şiir eleştirisi yazan isimlerin sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor. Şiir yazanlar zaten teknik değil, duygusal bir itiraz getiriyorlardı. Oysaki –belleğim Adam Phillips bir tümcesini tahrif ediyor sanırım– “İletişim krizleri, iletişim araçlarını değiştirmeyi gerektirir.” Şiirin araçları değişmişti ve ona yaklaşmak yerine, bildik muhafazakâr reflekslerle yeni olan hiçbir gerekçe sunulmadan reddediliyordu. Eleştirmenler riske girmeyi göze almıyordu. Bu nedenle bir yandan dönemi anlatmaya çalışırken, öte yandan da şiir tarihimizde genç şairin ve dolayısıyla yeninin paradoksal konumunu tespit etmeye çalışmıştım. İşte, zorum buydu. Lafı çok uzattım, kusura bakmayın. Yukarıda anlattığım durumu somutlamak için tek bir örnek vereyim. ŞMK çıktıktan sonra Şiir Defteri’nde şöyle denmişti mesela: “(…) bir dönem şiirini bir tek eğilim etrafında şekillendirme çabası (…).” O zaman bunu söyleyen arkadaşların Mehmet H. Doğan’ı İkinci Yeni üzerine yazmakla, Orhan Koçak’ı Metin Kaygalak’tan sonra kimseyi görmemekle eleştirdiklerini de görmek isterim. Hiç böyle yazılar yazmadılar. Sizce de ilginç değil mi?
Şiirin bağnazları babadan oğula nesil midir? Eğer öyleyse, zamanında Turgut Uyar’a gerici diyenlerin nesli bugün nerede, ne yapıyor? Horkheimer’ın çok sevdiğim bir tespiti var: “Gelenek, onaylamak istediği ilkenin ardındaki konsensus’un ekonomik ya da siyasal yönden güçlü olduğunu gösterir. Karşı çıkmaya kalkışanları önceden uyarır.” Bu tespit şiir için de aynen geçerlidir. Anlamadığını, onaylamak istemediğini hipotetik olarak güç yüklediği bir sopayla “uyarır” bazıları. Sopanın adı değişebilir; “gelenek”, “pedagoji”, “teknik”, “özgünlük”, “ödül” olabilir mesela. Sonuçta Uyar’ın şiire getirdiğini anlamayanlar, o zaman “gericilik” sopasını kullanmışlardı; bugün başka bahane bulurlar. Konu edebiyat, özel olarak da şiir olduğunda elimizdeki tek ilişki eşitliktir. Eşitlik de, varılacak bir yer değil, en başından kabul etmemiz, üzerinden hareket etmemiz gereken zemindir. Bu nedenle Turgut Uyar’a o gün parmak sallayanlar, bugün de anlamak yerine kanaatlerinden ördükleri bir hataya bükmeye çalışıyorlar şimdiyi. Günümüzde şiirin durumunu iyi tahlil edemeyenlerin bir kısmı olup bitene lirik bir baraj dikmeye kalktı; başka bir kısmıysa “Gençler beni okudu mu ki, ben onları okuyayım?” gibi kofluğunun kokusu uzaktan alınan saçmalıkları fikir diye önümüze atmaya kalktı. Sonuç olarak yeniyi yakalamaktan aciz olanlar, en başta eşitlik darasını göz ardı edenler ve konformistlerden çıkar.
2000’lerde ne oldu abi? Mevzu ne?
19
Çok fazla şey. Zaten bunun esaslı bir tarihi yazmak gerekiyor (bkz. son soru).
Peki, komikçi şairleri nasıl değerlendiriyorsun? O twitter personalarını filan? Facebook ve twitter hesabım yok. Eskiden arada bir twitter’a bakıyordum. Birkaç ay önce ani bir kararla bu kötü alışkanlığımı da bıraktım. :) Bu nedenle de nesnesine dışarıdan bakan her kişininki gibi biraz şematik olacak yargılarım: Bu mecraların fikir üretmeye müsait olmadığını, hızın kanaatten başka bir şeye müsaade etmediğini söylemek bile klişe artık. Altı boş sataşmalardan, fikirsizlik ıkıntılarından sıkılıyorum. Bir şeyler okumak için insanın yalnız kalması gerekir; yalnızlığa cesareti olmayan, görünürlük aşkıyla her şeyi kendine malzeme edebileceğini düşünen, konuşmaya cesaret bulamayıp başkasının, bazen de personaların arkasına sığınan tipleri gördüm; bu ucuzluğu kaldıracak kadar geniş değil mezhebim.
Genç şairler hakkında İkinci Yeni şairleri hakkında yazdığın denli kapsamlı yazılar yazmıyorsun. Neden? Bazı eleştiriler bazı yaşları mı bekliyor? :) Evet. :) Genç şairler sürekli kitaplarıyla ilgili yazılmasını bekliyorlar ama ortada yazılacak bir malzeme var mı diye düşünmüyorlar. Herkes kendi kitabını biricik görür elbette; ama on tane genç şairin ilk kitabını alıp arka arkaya okuyunca işin rengi değişiyor. Ayrıca, çevrimini tamamlamış bir şair üzerinde düşünmek daha kolay; örneğin on kitabı olan bir şair hakkında yazmaya kalktığınızda elinizde daha çok veri oluyor. Öte yandan, çok daha kişisel ve geçerli bir gerekçem var: Okumayı, yazmaktan daha çok seviyorum. Bu nedenle de bir metin bende iç basınç oluşturmadığı sürece kendimi yazmak zorunda hissetmiyorum.
Felsefecisin aynı zamanda. Felsefi Şiir tezini nasıl yorumluyorsun?
20
Bizim bölümde bazı arkadaşlar zamanında “Kant Ar-Ge” diye bir şey kurmaya kalkmışlardı. “2003 model Kant mı yapacaksınız?” diye makarası yapılınca vazgeçmişlerdi. 2000 model varoluşçuluğa ihtiyacımız yok.
Bir yandan da geçtiğimiz on yıl manifestolar dönemi gibi olmuş. İyisi de var kötüsü de var. “Bu çağda manifesto mu yazılır”cılığa yazılmadan, Madde Şiir, Parçalı Ham, Bozuk Şiir vd. manifestoların içeriklerini nasıl buluyorsun? Bunlara tek tek ve verimleriyle birlikte bakmak lazım ama genel çerçevede kalırsam manifestolarla ilgili kafama takılan iki konu var: Bir, zamanla şairinin ayağına dolanması. Örneğin, Bâki Ayhan T. vazgeçti bile. Bakalım, Ahmet Güntan ne zaman vazgeçecek? İki, manifestoların artık sanki bir doktora yeterlilik sınavına cevap veriyormuş gibi yazılması. Bakın, Efe Murad ve Cem Kurtuluş’un Madde Manifestosu şiir konuşmak istemiyor. Felsefi açıdan boşluksuz bir metin yazmaya çalıştılar ve sonunda da kendi iddialarının altında ezildiler. Zamanında ikisi için de “madde şiiri terk etmeleri gerek” diye yazmıştım; oraya doğru gidiyorlar. “Maddeyi yapılandırmak” diye kavramsallaştırdıklarına yıllardır “bağlam kurmak” deniyor; Freud’dan beri var. (Bunu, parmak sallayan bir öğretmen edasıyla “olmaz, böyle şey” demek ya da sahte ve yanıltıcı bir özgünlük tartışması açmak için söylemiyorum; aksine, yalnızca bayrak diktikleri adanın kaynaklarının zaten büyük oranda tüketildiğini düşündüğüm için söylüyorum.) İddiasında daha ısrarcı olan Efe oldu; ama onun da artık –başta onu eleştirmek üzere kullanılan ama aşırı kullanım sonucu amacını yerine getirmeyen her kavram gibi kullanana karşı bir mızrağa dönüşen– “okunmazlık abidesi” lafının arkasına sığınıp her yazdığını şiir sanmaktan vazgeçmesi lazım.
Şiirin okur bulamamasını şairlerin tekniğe fazla yönelmesine bağlayanlar var. Bir eleştirmen olarak senin gördüğün manzara nedir? Okur bulamamayı, bir anlamda şiirin satışına bu kadar kafa yormayı, okura müşteri muamelesi yapmayı pek anlamıyorum. İyi şiir, iyi metin okurunu mutlaka bulur.
Deneycilik aslında bir gerçekçilerin gerçekçisi olma cehdi midir?
21
Burada cevapları ben veririm. :)
Akademi delikanlıyı bozar mı? Eleştirmenliğini törpületme ihtimalini ensende hissediyor musun? Hissediyorsan nasıl bir önlem alıyorsun? Akademi sadece zaman kullanımımı etkiliyor benim; yoksa yaptığım işleri birbirinden ayırmıyorum. Örneğin, derste Platon’un “mağara”sını anlatırken Turgut Uyar’ın “gece gece gece…” deyişi arasında eleştirel bir bağlantı kurmadan duramıyorum; Marx anlatmak için Osman Konuk şiirlerini kullanıyorum (Felsefeye Giriş dersinde Marx anlattığım için dekanlığa şikâyet edilmek gibi komik bir hikâye de burada duruyor); Bilge Karasu’nun mirası olan bir dersi veriyorum dönem dönem, adı “Felsefede Metin Okuma Yazma”. O derste “Nasıl yazı yazılmaz?”ın örneği olarak şairlerin birbirlerinin kitapları hakkında yazdıkları yazıları okutuyorum. Kısacası, zihnimde öyle kompartımanlar olmadığı için sorun yaşamıyorum. Aksine, sistemli bir felsefe eğitiminin hiçbir kurama, kavrama, yaklaşıma, içgörüye katılığı içinde yaklaşmamayı öğretmek gibi bir faydası var. Bu da, şüphe kanallarını sürekli açık tutan bir şey.
Şiir gibi eleştiri yazan büyük eleştirmenler var. İnsan meylediyor bir yerde. Bu bir tuzak mıdır eleştirmen için? Açıkça adını koyalım, Orhan Koçak’ı kast ediyorsunuz. Evet, Koçak müthiş bir dil işçisi, metinleri çoğu zaman Türkçe lezzeti almak için bile okunabilir; ancak –henüz üzerine hakiki bir eleştirel bakış yönetilmemiş– bu eleştirmenin dilinin bende yarattığı bazı soru işaretleri var. Koçak, sanki bütün tümcelerini gölgesi sadece kendi üzerine düşsün diye yazıyor. Örneğin, Bahisleri Yükseltmek bunun müthiş bir örneği. Alain Badiou’nun “bahis” tartışmasının izini Uyar’ın şiirinin kılcal damarlarında arıyor ve okurunu pek çok çıkmaz sokağa sokuyor, sonra da sırtını dönüp gidiyor. Koçak’ın dili o kadar kıvrak ki, okur çoğu zaman bunu fark etmiyor. Horkheimer olsa “aldatıcı üslup saydamlığı” derdi buna muhtemelen. Üslubu yüzünden Koçak’ın gizli gizli şiir yazdığını düşünmeden edemiyor insan. Toparlayayım: Evet, eleştirmenin edebi bir dille yazması gerekir; ama nesneyi gözden kaçırma pahasına değil.
Önemsediğin, takip ettiğin genç şairler kimlerdir?
22
Şiirimizde Milenyum Kuşağı’nda adını saydığım şairler artık “genç” kategorisinde sayılmıyorlar. Bu nedenle onları geçiyorum. Soruyu ikiye böleyim: Gücümün yettiğince hemen her şairi (bir ara okuyup beğenmediklerimi dahi) takip etmeye çalışıyorum. Eskiden beri alışkanlığımdır, bir dergide “Ustaların Seçtikleri” benzeri bir köşe varsa ilk önce oradaki şiirleri okurum. Son dönemde ne yazdılar diye merak ettiklerimse şöyle: İsmail Aslan, Mehmet Davut Özdal, Belya Düz, İlker Şaguj, Rıdvan Gecü, Burak Demiryakan, Ufuk Akbal, Elyesa Koytak, Abdulkadir Gıynaş, Oğuzcan Önver, Melek Avcı, Didem Gülçin Erdem, Liman Maketbıçak, Murat Çakır, Yavuz Türk, Barış Yıldırım.
Şiirimizin geleceğine dair öngörülerin var mı? Turgut Uyar ziyadesiyle kurcalandı; çevremdekilerle konuşuyorum, “Sırada kim var?” diye. İki arkadaşım dışında herkes “Edip Cansever” dedi; ben de o iki arkadaşım gibi oyumu İlhan Berk’ten yana kullanıyorum. Önümüzdeki yıllarda Berk şiirini ve getirdiği olanakları “yeniden” keşfedecek gibi geliyor bana genç şairler.
Önümüzdeki yıllara dair tasarıların nelerdir? Yeni albüm var mı? :) İki tane birden var ama ikincisinden söz etmeyi tercih ederim: 2000’ler Sözlüğü yazıyorum. 2000’lerde çıkan kitapları, dergileri, şairleri, ödülleri, polemikleri içeren kapsamlı bir çalışma. Tabii, nihayete ermesi için öncelikle önümde duran akademik bazı zorunlulukları yolumdan çekip zaman yaratmam gerekiyor.
23
Nesneler durağan söylevlerdir. Dünyada var olan her nesne kendi içinde bir anlam taşır. ''Readymade'' kavramı sanat tarihine Marcel Duchamp ile girmiş ve sonrası dönemler içinde kullanılmaya devam edilmiş bir disiplindir. Hata Devam Ediyor ve Bitkiben kitaplarıyla tanıdığımız Ömer Şişman, 5 Eylül 2014 tarihinde, editörlüğünü sürdürdüğü 160.Kilometre Yayınları websitesinden ''12 Taş'' adlı bir şiir yayınladı. Şiir, bir sert-zemin üzerine üçer üçer dizilmiş oniki taştan oluşuyor. Taşların herbiri yapısal-biçimsel ve boyut olarak birbirinden farklı. Bu görsel dizginin aklıma getirdiği şey: 12 x ∞ = ? Anlam, insanın kendi dimağı içinde uzuvlanan bir şeydir. Şeydir. 12 Taş, oniki ayrı çağrışım alanı yaratabileceği gibi bir bütün olarak da çağrışabilir. O, bir ŞEYdir. Şey, bir felsefi terimdir. İslam öğretisindeki sonsuzluk ve vahdet-i vücut kavramlarını da içinde taşır. Şey, hiçbir şeydir. Hiçbir şey olabileceği gibi her şeydir de aynı zamanda. Bu bağlamda, Ömer Şişman'ın 12 Taş şiiri insanın kendi anlamlar kümesi içinde konumlayabileceği bir yapı taşıyor. Sevgili okur, anlamlandırma. Anlamlandırma. Anlamlandırma. Anlam ara. Çünkü 'arayış' kendi varlığını insanın zıhnî güzergahında evrimleyerek yaratır. Çünkü '12 Taş' bir şiirdir. İçinde kavramsal sanatı, görsel öğreti ve parodiyi, anıyı ve dünyada nesneler dışında konsantre olabilecek başka bir yaratının olmayacağı fikrini taşıyan bir şiir. Görmek için okumak gerekmiyor. Bazen her şey için sadece hatırlamak yeterlidir. Geleceği bile. Rahman Yıldız
24
UKTE Kuytu yerlerim bir harabenin çocukluk sancıları konumu gereği rayların okunmamış uysallığında bir kartpostal bugün neyse gölgelenen aşk ümit serenad ve akşamdan kalan kamyonlar, isli lokanta avuntuları Bugün ben biraz yalnızım biraz dansla karışık tiryaki biraz yasağa meyilli söylüyor şarkılar dudaklarımın rütbeleriyle bandaj ile kolluk arasında uluorta gidip gelirken anlıyoruz oyunun köşebaşlarındaki azbilinmeyenli denklemi erkendi geç kalınan ibresi ümitle değişen ikindilerin kelimeler kadarının şizofreni boşalmış bir kadastro hızında kârla karışık yağmur, karla karışık çeyiz rezervleri sıfırlanır, arınır gibi örtünürken zaman üstüne geceleri taşları nasıl severseniz ölüm o kadar derin narkotik bir provadan yeni bir hayat teorisine hiçbir üniteden ders çıkarmıyor kan ve oyuncak ve Tanrı nöbetlerinde zakkuma yaslanan kayıtsız yüreğim doyasıya terk etmek ölesiye bir şiiri kalpazan tutarlılığında aşkın naklen resmî geçidi incirin bitip tükenmediği, tanzim satış mağaralarında
25
Elimin taşrasında bunca güvendiğim işaretlerle feodal bir muayenenin atlasında kaldım bağışlanır bir yıkıntıda çırılçıplak bir bedenin bitkisel ruh ambarında etiği senin kemiği benim seçilmişlerin likiditesinden arta kalarak içimde ölümsüz bir paryayla geçeceğim sizin çağlarınızdan siyahî bir anlatının kurşun işlemez debisinden Dönebilsem şuracıktan şu örselenmiş hayatın önsözünden Beni oku o mağrur dansında bütün sayıklamalarımın kiremit kanatlı bir meleksin oku şehrin çözülmüş jartiyerlerini madenî sabahlar askılarda kurumaz sevişmeler uyandığımda batık bir geminin kadîm ıssızlığında uyandığında faili belli bir kalp ağrısıyla.
Seyhan Kurt
26
Yatay Kardeşi Kozmozun okşanmış vardın, sinirlerin havasız kalmıyordu bayılmıştın omuriliğine ve bayılma organlarına sevincin son yemeğinden kalktığın karanlığın titrekti, aydınlığını ilaçladın sana ağlama verilmemişti, nasıl ağladın o gün herkesten uzak, kendine çok yakın bir çökeltide adına bizzat gönderdiğin çelenklerle o sivri zekânla nasıl ağlayabildin onun sana yetmesi gerekti. kader kısıktır bazen yine dikey olsana sen bırakmazsın bırakma kozmozun dikey kardeşi kendine acımanın altındasın artık tavan basık haklılık kodesine gelmiş bulundun sana bir yatay kardeş bulundu meraklanma ıslah etmek için sana haklılık verdiler yola getirememişlerdi seni haklı kıldılar artık bekleyensin.
Baran Çaçan
27
ARKADAŞLAR DAĞILMIYORUZ Burnum kanayıncaya kadar toprağa baktım: biz kimsesiziz. Ben toprağın tam alnına kör kederden bir kavrayış bıraktım. Konuşuyorlardı, Zeynep diyorlardı. Ben vallahi Zeynep meynep değildim. Yerde zorlu bir ifade, onu da aldım. Bir cebim de ah olsaydı böyle varlıklar için, Ve olsaydı eşik tozum, kül sepetim, gül bitim. Dünyanın ilk gününü satın alırdım, para bulsaydım, Aramız beş dakikaya inerdi, kaybolmasaydım. Ne ben anlatabildim ne kimse kulak verdi. Ben dünyanın göz ucunda morluk olarak kaldım. Mucizeden sayıyorum hem varoluşumu, Bilinsin ki sınandım da yokluklar tarafından. Öyle kaybolmalıydım ki parçamı bulmasınlar, Dam altlarına sığınsın arayanlar korkudan, Ol kaybıma makul sebepler sunsunlar sudan: “Belki zaten hiç yoktu da” desinler Sesimi bastırsınlar, hep şarkı söylesinler. Bunları boş verelim, ben kör kuyu sen duvar Çaya yeni su çektim, henüz geceye çok var.
Neslihan Altun
28
O Hapı Aldın mı Almadın mı? her şey bıraktığın kadarıyla yeniden başlayacak bırakabilmeyi bırakmaya çalıştığında, sana dünyanın kapıları aralanacak aynı şeyleri görüyorsun demek, çakralar aynı her şey senin içinden geçecek, olana bırakacaksın mektupların zamansız olduğu yerde, anlam devirleri galip gelip yaz bende bıraktıklarını sen çöz benim için. mücerret içine, kimyaları bileşenlerinin sadece altında bir et değil, bir deri bir kemik senden bir anka, tekrar tutup yenileyebilmeyi her şey geçtiği gibi olsun, her şey içine işlediği gibi kalsın içimizde yer edenleri unutmak için. bir şair düş olmalı kıracak kalıplarından başka hiçbir şey olmamalı ya ayaklarına kapanacak ya saçından tutup sürükleyecek kendi içine doğduğu, sokabilmeli kendi kendini aldatmak sadece bedensel bir şey mi kötü alışkanlıklarına dönmeyi aklından bile geçirme. hem aldatmanın hem aldatılmanın korkuya dönüştüğü aldatmadan korkanlar arasında aldatabilmekten korkanlarla nefsini siktiğimin tahribatı aklına kimin yüzü geliyorsa sen ORADASIN vücutlarına hapsolmuşlardan aldığın intikam var içine boşalanların ağzına soktuğun tabanca aldatınca değişir, içinde bulursa seveni seven yetersiz olabilecek ve belki de sevilmeyebileceğinden, hep kendinle sikiştiğini görüp kollarında genişleyecek rüyaların aldatışını bildiğin birini nasıl terk edebilirsin.
Efe Murad
29
Çocuklar İçin Gerilla Saati Doğan Hayyam’a antibiyotiklerini unut içeceğine hiç yoktan moli kattığımı biliyorsun onu içerken seni daha çok seveyim, sen de beni sev kendi pisliğimiz içinde yüzüyoruz her şeyi tek kelimede denizanası toplayacak sev beni, antibiyotiklerim, karanfil yağı ve tütün dünya olmadığın bir yerde, prensesler gibiyim işte anlık şeylerin suyunu çıkarmak için seni bekliyorum, Allah iyi gelir nirvanaya mı ulaşacaksın lan yavşak eskiye eskide yaşanmışlıkların açmak için, çevrime dahil edebilmek salyalı başka bir vücudu öpmek için dünyeviliğin sahiciliğinden kaçmak ağrılarına sür onu, kesif koku damağını kaplasın zencefil çayları ısıt, içine bal ve limon koy sonsuza kâdir, durmadan ettiğin dualar nefes almak gibi, uyurken bile eksenimize giren emareleri bildiğimiz gözler denen, dünyanın içine girerek kaybolup kör düğümü seç hayvani dünyada hiç kimse bizi bilmeyecek.
Efe Murad
30
İçinde Bul Kendini canın çıkmış senin ruhun ölmüş, pörsümüş nefes alamıyorsun işte biraz kof mutluluk deyip pekmenleri attığında duyguları birbirine karıştıran vicdan orospusu hallerin deli danalar sikmiş seni, kopmuşsun düz duvara tırmandığın günler bitmiş sana masumiyetini koru demiştim.
Efe Murad
31
iskif daha başka nasıl çıldırılırla alakalı devlet seni bir sabah boğazlayacaklar, morfin yara kapatmaz ağlamanın gözlere zararları sana televizyonda anlatılacak gizli gizli sevmenin söylemenin zararları yaranın üstüne bir yara eklenince yeni bir yaran olmuş olmayacak biriktirdiğin ne varsa bir gün büyüyecek. büyüyecek. büyüyecek. aynanın karşısında boşluksun, suya bak. yankın altından tentürdiyot akan nehirlerle başa çık rabbinden bir hira iste. her gün ilk duamı devlete ve hale sövmekle ediyorum bazen dedem içinse bir melek. kaygının ve bir tülü şiir yazamamanın yavşaklığı büyük ay yazamıyorum ay mermi çok büyük ay canım kayıyor yazdığım hiç şeyler o sabahın boşluğunu hatırlatmıyor yalnız, ne güzel boşluktur, cama dayanıp ağlamanın ağlamanın boşluğunu hatırlatmıyor. alnımdaki silahın devlet köpeklerinin hıncın. boşluğunu. bir boşluk bulsam hemen yanına yerleşirdim. bir bahçe bulsam hemen kin büyütürdüm çünkü rab dağları ben üzgünüm diye mi yarattı. (tam burada söylenecek) 'ya bu kez ölenleri görmeliysek' hatırlanacak şeyler yaratılmıştı , sen onlara kendini ekledin (şiirdeğişiyor) bir gün hatırlatılmıştı kalbin geri dönüş yollarında olduğu hatırlatılmıştı pornonun kıyısında durduğun, üzülmenin geleceği hatırlatıldı allah hatırlattı allah hatırlattı. sen unuttun. daha başka nasıl delirilirle alakalı devlet oysa arkasında şehir olmayan bütün dağların ardı cennettir bir şeyler gelecek olanla paylaşılır, radyo uyurken kapanır, yara kapanmaz. sana sövmen için bir kaç saniye veriyorum sevgilim, sen bildirim değilsin. kımılda. *kamera kayıtlarına baktım yazarken ışık kuşanmıyorum çocuklar yapboz olmak için fazla küçükler.
Ferhat Dönmez
33
binbir direkt heykelin savunması (bir heykelin kopukoldu türkiye’de usul ve iptidai teknikler; İ..SA..BET..Lİ OLDU) hakkımızda hayırlısı ne iSeO uzuvvvvlar başkalanınca kırıldı 12milimetre 12milimetre çok taze çıtır çıtır anlatmak açılmanın yarısı sanıyor her köşe yazarı bir bilinç seviyesi için biraz fazlası bilgeliği taşıyan bu buğulu ligte: kanadımı kırdılar uçamadım anne savaşa soktular koşturdum... kendini bilmezler bazı çoğunlukta olarak kendilerini bilememeye (hatta bir bilmeme mücadalesi içinde) devam ederken sloganlar çok atılası keskin dişliler (haklı) dar alanda şah ve krallığı mat iki ayrı anlayış birbirini yeterince yorduktan sonra ıstırap kaldı. kolları yana açkın bir heykelin canım ama bu kollar neden bu kadar açkın saçkın akıcılığın ucube zarifliğin tanrıların elverişsizliği gibi üstelik zaafların var itirafın çok ağır ne olduğunu anlatamıyorsun bu çizgili üslup içinde talihin dört yanın çıplaklığın ardına kadar açılmış sonsuz bir şiir hazinesi sen gel dikil en geniş muammayı yakala
34
açıl sussam açıl böyle böyle kirleniyor emniyeti şimdimiz niyet eller sakın o l a ki arkamızda bırakırız iyi şeyler de dönüşte alırız hatta unutmam bir seferinde diye başlarsa heykel mektupları çocuk değil canavar bu yerliler istanbul doğru yöne akmıyordu derler ‘kimsenin suçu değil bu’ uyuşukluk - hassa uyuş - razılık iyiliğe hitap etmesini bilmiyoruz ‘kimsenin suçu değil bu, kader oyunu’ 14 milyon kez indirildi oyun çok basit akdeniz heykeli’nin mutlu prens’e dövündüğü yerdeyim, yine de level atlatacak bütün kaynaklarımı tükettim, katık zamanlar kutsallığını yitirmiş her protest/oya itirazımdır. ne olacak bu gelişimimizi etkileyen şehirlerin ortasında atılan en iyi 100 çığlık _tarihteki rolü her birimizin_ ne olacak ,,,şüphesiz ki izi sürülemeyen namussuz marazi heykellerin vardı bir bildiği : herkes bir yerlerinden kırdı onları çoktan. sahip olduğumuz meziyet hor çatırdıyor enstantane değerleri istanbulun
Sevinç Çalhanoğlu
35
zafersiz çıkış stratejik olarak kişiliğe kasıt sistematik değil bilgi üstünlüğü imkans:z bu yüzden bir yandan uyuşturuncularken nadnay rib haince bir yöneyöntem gerektirir mücadele düşmanı sev önce izin ver düşman olmaktan yorulsun isanın kastettiği bu tc başka mevzu ona düşman diyen sen değilsin o kendi öyle olduğunu sanıyor aç da kalır o susuz uykusuz da gecesiz krizler kriz konuşmaz sen sustu sanırsın izler süslenir yamanır ve içeri girer :pöyle iyi kalbin çok güzel affaniyetliyim
harita vardı ne kadarı aklında kaldı şekilsizleştirdin iye leştirdim sonra çöp sonra tekrar sonra ee dön şimdi psikoloji biyoloji ve lojistik üstünlük kurduğun tek konu \gerill-me Ậ çukur değil düştün sadece/ özlediğin dağlara yakışmıyorsun vayrılıssız nereye kadar dört kilo üç yüz gram orada POS makinesi ve kurye olmayacak sır değil bildiğ:n tam da bu yüzden “zaman tıpkı ses ve ışık gibi bir enerji titreşimi şeklidir ve onlarda olduğu gibi farklı frekans seviyeleri vardır”
yine de nankörlük ettin ona küfür ettin yine roller giyindin roller i bitirmeden rolsüzlüğü rol edindin “coaster, ağaç dAllarının” kurgularım d.l.k.d.Ş.K raydan çıkıyorum mantık güçleri çelişki de bir çeşit enerji titreşimi şekli
Selahattin Uçsuz