Palaspandıras 22

Page 1

22

PALASPANDIRAS

1


palaspandıras’ın her zaman netten çıkmasını istedik. Kolayca ulaşılabilir, yeni medyanın tüm imkanlarından yararlanabilen, iletişime her an açık bir yayın olması gerektiğini savunduk. bu fikir sevilmedi, hep basmamız gerektiği söylendi. zaten netten çok kişiye ulaşabildiğimizi, esas alanın net olduğunu söyledik. fakat şimdi şunu anladık; netteki okuyucularımızın büyük çoğunluğu bastığımız birkaç sayıdan dolayı nette aranmışlar. yirmi ikinci sayıyla birlikte, bundan sonra net yayınıyla palaspandıras’ı matbu olarak da çıkarmaya karar verdik. öyle olsun.

iletişim için. twitter.com/ppalaspandiras papafanzin@gmail.com twitter.com/heygiynas oguzcanonver@gmail.com issuu.com/papafanzin abdulkadirgiynas@gmail.com 2


PORSELEN YAPIMINDA KULLANILMAYAN ŞEYLER KAOLIN: çipil gözlü meleği klee’in; uyandırıyor tüm uzuvlarımı taşa vuruyor elini “tık tık” metafizik kabuğunu soyuyor taşın hani şu ellerinden ilki pilavoğlu hanın ahşap kapısında ikincisi kapının bittiği yerde: taşta sana bir şeyler anlatıyor pergelin ayaklarını zorlayarak bedende başlayıp, çarşafta biten ve yoğunlaşmamızı zorlaştıran birşeyler. denedin, binlerce defa olduğu gibi terler içinde kaldın, ağladın yeterince göksel bir şemale kavuşmadığında her şey; yoruldun, yorulursun. doğru renge tünemediğinde uzviyet küsersin, sonra bir hınçla yerinden doğrulursun. 3


KUVARS: ademoğlu esner, banyo kutsal, ekmek esmer lütfu zeytine dokunulsun ister bütün bunlara dede birkaç bir bardak ılık su ekler “motor susuz kalmıştır” cümlesiyle geceyi kast eder uyandın mı? kalp, akılla; akıl uzviyetle çarpışmadan az önce “uzuvlu” cümlenin ilk akla getirdiğinden daha mühimi, fallik olan patikadan sapmadan kalbi ileriye iten şeylerin toplamı gibi ama şu da var, tüm gece ayı dağın ardına yollamış zihnin artık ihtiyacı yoktur yeni bir panayıra ya da yeni bir paket alka seltzer’e 4


FELDISPAT: çipil gözlü melek; işin bitti mi, eğleştin mi, başka işlere vaktin var mı? apartumanın bodrumuna çağırıyorum beni bir ahşap zürafa görüyorsun evine alıyorsun cam önüne koyuyor güneşle besliyorsun endüstri devrimi uyandırmıyor seni, uyandırmayacak bu ahşap zürafadan farkın, ateşle imtihanın diğerlerine nazaran ateşe dayanıklı ama kırılgansın sahi kırılgan mısın? üzülme sakın; zaten taş yeterince kiracısıdır her şeyin. Ufuk Akbal 5


Kara çalı I Ölümden acı bir tat kaldı üzerinde dikenlerin can almanın buzlu camlarında izledim silüetlerin silinişini salgıladığım zevklerle beraber öğle vakitleri, sokaklar sessiz ve uyku budur artık geri dönüşsüz şiirim Bacaklarımla aramda kan var, küf ve mantar uyandım beri sevemiyorum artık şuihtimal benini ölülere duyduğum saygı genzime akıyor Ne kaldı üstünden geçmedik hafiflerken yerküre yerçekimsiz arzunun yasasına sığınıp ne çok basmadık şeker ve üflenmedik toz bıraktık! Tat kaçırdı tepinen ayaklarımız ve şimdi bizim için beslenip kıçımızın eyerlendiği yabanın üzerinde yavan ve kamçılarla dehlediğimiz arzu sürünmenin nal izleriyle dolarken derisine biz demek yasak ediliyor bize bencil bir şangırdamayla içeri buyur ettiğim herkesten özür dilenip, def ediliyor Oysa bilselerdi mişli geçmemiş şimdiki zamanların dinmemiş asidini; yadsımalı tekerrürlerle dönerken dingili tekerimizin, tangırdayan on yıl işte öyle fokurduyor kaburgalarımda 6


On dokuz aralık bıraktım gezinirken Paris’in sokaklarında kalbimin on dokuz kapısını araladım on dokuz kez sanki ihanet, ensest ve serseri kibir sokulsun diye gözyaşlarını içine akıtmanın saadetini keşfetti! ölülere duyduğum saygı, yeni cinayetlere azmederken hem de... Kilolar verdim topak topak ki sevmiyordum kendimi kemiklerimi saran tombul etler içinde, çirkindim ve ruhumdaki zayıflığın çarpılmış suretini düşürüyordu sanki gövdeme; anatomimin merkezini çarpıtarak önce özlüyor sonra arzudan tiksiniyordum inzivada bir öyle bir böyle olup tam ortalarında, uçlara en uzak yerde tutuyordum soluğumu sadece görüyor ve hatırlıyordum; yalnız bunlar bozmuyordu dengemi, ta ki gören ve hatırlatan şatosunun hendeğinde kaynayan asit zihnimde milim milim ilerleyene dek Ey anı isteyenler! Önce geçmiş ve nihayet gelecek de alınırken ellerimden, yine ansız bir sızıya dönüşüyor zaman geçmişsiz ve geleceksiz sadece bir hiçsiniz bu uğulduyor içimde bir Hiç! Ve bir hiç olduğunuz için geçmişsiz ve geleceksiz! Sadece anlamaktan tiksinmeyenler için: doğaya esaretle hürleşen bir nesil ve kendi doğaları terk ettiğinde onları, akılda kalan kurbanın suretidir 7


Al suret! Arsız suret! Yüzsüz ve sanki süt değil de zehir emmiş kurbağa suret! Hayalarda, kasıklarda, apış arası, meme ve iç lağım kanallarında birikmiş hoyrat ama kuş şakırmış gibi şaklayan kırbaç; tek tanık ve yalancı şahit suret içimdeki iltihap, bendim, bendi, ben ve benağacağhh. Bendi o anlata anlata bitiremediğim ıstırap! Cehennemin unutturmadıklarıyla unutulan cennetlere duyulan matem, ben... İyi okuyun, daha büyük cehennemlerle diner ancak yarım cehennemin acısı Ah sevişirken ki halim, senden tiksinmeyen tiksindiriyor beni. Senden tiksinmek ve seni kışkırtmak arasında ensesiz bir enişte yahut amca veya benden taşıdığın koca parça ne kadar da çirkin! Girmişler aramıza ve artık imkânsızken dönmek o günahsız ıslaklığa, sırtımız görülür görülmez kazınmış adlarımız onların karanlığındaki listeye, meğerse... 8


II Duru suyumuzda çapak çapak kabarırken binlerce baloncuk ipi yeğlemiştik öldürmek için, mantıksız kin olmak istediğimiz şeye karışmıştı ilkin ve sona yaklaşan gözlerde çapak çapaktı dirim Artık hiç kıymeti kalmamıştı masumiyetin. Gerçek çirkin ve duymaya alıştığımız her söz bizi öldüren bir zehir; öfke ve kin karşısında her şey çaresiz beklerdi hükmünü gelip bizi de yıkacak selin saati bekleniyor; evlerde tahtaların insafına bırakılmış nice hayatlar şarap fıçılarına sarılmayı düşlüyor; tek şey umuluyor hayattan: biraz biraz daha kabarcık, yerçekimine karşı bir kaç masum baloncuk daha geberesiye gebermeyi arzuluyor yadsımalı tekerrürün çıkık çivisi 9


III Haydi dağılın evlerinize artık, sesler başladı siz de bilin küçük insanlar gibi neyi bildiğinizi akşam oldu mu tahsilat başlar, yatağınızdan çıkmadan bekleyin sorgucuyu, gözleriniz tavanda on dokuz aralıktan pencereler çarpana dek zihninizde yapamayacaklarınızı düşünerek feragat edin yapacaklarınızdan çünkü zehirli bir ırmaktır artık yaşam Gelip soracaklar size, sorulmaktan korkmayın haydi bakalım itiraf edin, göğüs kafesinizdeki asansör nasıl da çiziyor geçmişinizi sesler susunca sizin de içinizde hırlıyor bir köpek haydi yemleyin onu gizli gizli, sırtını okşayıp sakinleştirin ve öyle koyun kafanızı yastığaitin kokusundan bulduğu sessiz köşede karanlıktan kolyeler takılmış en güzel sineye! sizin de içinizde bir köpek, köpek olduğu için uluyup uluduğu için benzerken bir köpeğe, bir çıkıp üç inin sizin de içinizde asit ve damlası yeryüzünün sadece istiyor diye getirin sonunu hayatın; istediniz diye siz de ta içinizden çıkarıverin o ıslak köpeği gizli ininizden biraz da köpek siz olsun, siz o köpek Haydi, haydi diyorum size zihninizin çarkı çatladı çabuk toparlayın eşyaları şaklat kırbacını arabacı bu dünyada şiir uykusuz yazılıyor yalnız ve ayıkken yalnız beynin bir damarı patlayıp şakak zonklatırken haydi kaçın yakalanmadan sıvazlayacak organ arayan ellere! Çünkü bu ülkede şehirler yalnız pazar sabahları şehre benzer; yani hepiniz nihayet uyumuşken; şuuraltınız bile Ah kalbim! Seni savunanlar incitti hep seni 10


V Devamı da var! Bitmedi kendi içimde kendime kaldırdığım kırbaçların şak şuk inen sesleri her şeyin yüzüne ki onlar bir otomobil markasına ilham olabilir, ,rüzgârı yaran bir ses taklidi, böylece para edip midemize inebilir şöyle de seslenebiliriz kendimize kadavra kadavra kadavra hepsi kadavra ya da şöyle özetlenebilir tüm bunlar: suistimal ettiğiniz benler kanseri tetikler kanser burada belirtili nesne-belgeçli gelgeç-; ve gayet net açık ve saçık belirtiyor tdk tetikleyen ben, sıfat ise bilfiil çekimlenmiş ve Arabistan çöllerinden göçen bir dil ama ne yazık o da suistimal edilmiş kamçılar beni biraz delirtiyor belki ya da buna ben artık deliliği sömürüyorum da denebilir... yeter ki söylemedikleriniz getirsin sizi sağ salim evinize sahi ne ara çıkmıştınız? Çıkıp kendinizi ne ara saymıştınız döneceğinizi bile bile; hâlâ o küçük eski hilelerle 11


VI Kamçı diyordum o kadar da önemli olmayabilir gelip gitmeli anlamları arasında ikinin önce düzden ve sonra tersten aynı sonuca ulaşmak - Derivative losyonları, meselapek çokları için sağlama olabilir, sağlıklı işlem yürüttü kafalarınız, size tebrikler sunulabilir ama pek sağlıksız bulanlar tanıyorum bunları önce düzünden gidip sonra tersinden gelip hiç kımıldamayan biriyle aynı mesafeyi almak gibi din kitaplarına merak salmak ya da ermiş birilerini hafife almak ve meşrebini mahalle ablalarının donunda sallandırmak için yanıp tutuşan terli bıyıklar aslında tüylenmiş birer vicdan olabilir ne kötü ne çirkin ne eciş ve bücüş ama yine de bir vicdan; yolunmuş tavuğun çıplak budunda kalmış tüyler gibi bir vicdan, kaynar suda o da kaynar gider denilen erkeğin tüylü vicdanı, çükün vicdanı, tıraş edilen apış arası vicdanı, ama yine de bir vicdan! taş kalpliler ve merhamet sultanları kadar şarap ve viski, ot ve hot-zot kadar kendini kesen bıçağı başka boyunlara uzatmak gibi daha isminin hakaret mi yoksa abanılası bir bekâret mi olduğu belli olmayan aklın arkasında tetik bekleyen tilkilerin uğrak mekânı severken tiksinilen ve hep istenen, hayata gelinen ve pişman edilen yer, o ilk aralık ah benim zavallı dimağ’m. Ah çüklerle bezeli bağışıklık sistemim, çük oligarşisi, seni yıkmak ister kimi bense batmak istiyorum sana, çünkü senle katlanmışım hayata Barış Yıldırım 12


13


biz ömrümüzü ikna üzerine böyle günümüze taşıyoruz. Şiirde öznelerle ilişki kuramazsak yani kendimiz gibilerle ortaklaşa korumaya çaba gösterdiğimiz bir hitap alanı açmayı başaramazsak kendimize varlık dairesinde bir oda edinemeyeceğiz. Bu varlık odası olmadan da yazdığımız şey ne şiir olacak ne de birileri için bir anlam ifade edecek. İyi şiir denilince aklımıza gelen şey tam olarak bu hitap alanıyla yazdıklarımızın kesişmeyi başarabildiği alanda vuku buluyor. Hitap yani karşı karşıya olunan kişiye söylenen söz, söyleyiş. Biriyle karşı karşıya olduğun yer dostluk ve düşmanlık üzerinden çeşitlenir. Kendin gibilerle bir amaç uğruna aynı yola çıktığında yan yana olduğun gibi ‘karşı karşıya’ da gelirsin, örgütlenmen gerekir ya da başka yollardan gelen seninle ‘aynı yolun yolcusu’ olmayan biriyle kesiştiğinde illaki hitap etmen; duruma göre ya orta yolu bulman veya kavga etmen gerekebilir. Bu yüzden ben kimim? kimle aynı yoldayım?, kime karşıyım? gibi sorular paranoyanın konusuna girmez. Bu sorular varlık dairesinde bir oda edinmek için düşünülen esas olarak kime, nasıl hitap ettiğini, nihai olarak senin varlığını tayin eder. Hitap alanını var edebilmiş şiir (mimari şiir) bu yüzden varlıkla yani anlamla ilişki kurabilirken hitap alanı olmayan şiir (dekoratif şiir) modern dünyanın en basit şekliyle konformizmin, kelime oyunlarının, edaların, güzel söyleyişlerin, haz verme peşinde koşmanın şiirdeki yansımaları olmak zorunda kalıyor. Türk şiiri en başından beri bir hitap şiiri olmuştur; övgüye hitap Methiyeler, allaha hitap Münacaat, peygambere hitap Naat, ölüye ve ölüme hitap Mersiye, düşmana hitap Hicviye, kendine hitap Fahriye. 14


Bu gelenek daha sonra sürekli olarak farklı modern formlarda kendini inşaa etmiştir. Türkçe başlı başına hitap dilidir. Yabancı dillerden kelimeler alınır ama fiiller mutlaka Türkçe olmalıdır. Dil, sürekli hareket halinde ve hızlıdır. Farsça ve Arapça gibi müzikaliteye öncelik vermekten çok uzun yıllar sürmüş göçebe yaşamın etkisiyle sürekli bir devinim, sürekli bir yolda olma halini içerir. ‘Like’ kelimesi Türkçeye girebilir ama fiil halinde mutlaka like’lamak gibi türkçeleştirilerek kullanılır. Bu nedenlerden ötürü varoluşla derdi olan şair, yazdığı dilin doğal yapısına uyum sağlamalı, o dilin başlıca özelliklerini göz ardı etmemelidir ki zaten konuşmak kelimesinin kökü koymak, kendini koymak’tan geliyor. Konuşmadan şairin kendi varlığını ortaya koyması mümkün değil. Türk şiirinin yakın geçmişine baktığımızda sadece somut şiirin kendine has bir hitap alanı oluşturabildiğini görüyoruz. 2000ler somut şiiriinin en karakteristik özelliklerini gördüğümüz birkaç şairden bahsedelim. Ahmet Güntan Parçalı Ham.’ın devamı önce [Parçalı] [Ham] Drülütt. ve sonrasında [ PARÇALI ] [ HAM ] Hitaplar şeklinde geldi. Kitabın ismindeki Drülütt başlı başına bir hitap ünlemi. Hitabın başlatıcısı olarak ey gibi, ah gibi. Sonrasında ise hitap, şiirin yapısını iyice belirlemeye başlayıp şiirlerin ismine dek varlığını yükseltiyor. Güntan’ın yeni şiir kitabının adı [ PARÇALI ] [ HAM ] Hitaplar. olursa pek şaşırmayız. Ulus Baker’in Kant için söylediği ‘Kant’tan sonra herkes, bir anlamda hep Kantçıdır.’ sözünü uyarlarsak : Parçalı Ham’dan sonra herkes, bir anlamda hep Güntancıdır. (…)Elimi bağlasan, ağzımı bağlasan, gözlerimi örtsen, sana bir şey anlatmaya çalışırım(…) 15


(…) seni dipten çıkaracak eli bekleme Tokilerden Çiçek Yiyen Osman Bey, o el artık sana gökten uzatılmayacak, cebini doldurduktan sonra secdede dikkatli ol, bozuk paralar dökülmesin pantolon cebinden ya da git namazını arka sırada kıl ben para görmeyeyim (…) Barış Özgür Parçalı Ham sonrası dönemin şairleri arasında yalaka ve yeni çıkacak olan blitzkrieg kitaplarıyla konuşma dilini en belirgin kullanan hitap alanını en sağlam kurmuş şair olarak dikkati çekiyor. Bu şiirlerde acılarını konuşarak dindirmeye çalışıp dertlerini konuşarak çözmeye çabalayan bir şair görüyoruz. Sonuçta ev sahibinizle, sevgilinizle bir sorun yaşadığınızda onlarla önce konuşmayı denersiniz, ev sahibine gidip deneysel bir metin sunmaz, sevgilinize imgeler, kavramlarla dolu bir söylev vermezsiniz. Dert varsa yol, yol varsa yoldaş, yoldaş varsa uğruna savaşılacak bir dava vardır dert yoksa kime olduğu belli olmayan güzel söyleyiş, tüm kötülüklerin anası konformizm, havada uçuşan huysuz imgeler… Barış Özgür’ün davası varlıkla, kadınlarla, kendisiyle, islamla, siyasetle. Bu dertlere baktığımızda bunların tümüyle aynı derecede savaşmanın ancak büyük bir öfkeyle mümkün olabileceğini görebiliyoruz. Öfkeyle sökülen bu konuşma sadece şairin değil bizim çözülüşümüz, daha büyük bir çözümlemenin işareti gibi. “siktir et görme ben de bakmadım zaten başımı kaldırıp saklamadım yaramı gururla allah yazar öyle eğdirir başını salya sümük tükürürsün asfalta biriktikçe tükürürsün tükür yürüdüysem sana değil ya yürüdüysem onlar kaldılar diye yoksa yürümedim ihaneti” “ tuttun bu saati buldun satırlar başlatacak satırlar tutturdun tuttum uzun tuttum başlangıçları açıklayarak neden karşımdasın ey okuyucu neden karşımdasın neden elinde elimde olmayan bu satır “ 16


Madde şiirin Efe Murad’ı getirdiği yer konuşma oldu. Son dönem şiirlerinde bolca seslenen dert anlatan bir Efe Murad görüyoruz. Efe şimdiye değin yayınladığı şiir kitaplarından sonra yakın zamanda Duvar ve Palaspandıras’ta okuduğumuz şiirlerinde belirgin olarak konuşmaya yaklaştığını hitap alanı oluşturmaya çalıştığını gösterdi. ‘‘her şey bıraktığın kadarıyla yeniden başlayacak bırakabilmeyi bırakmaya çalıştığında, sana dünyanın kapıları aralanacak aynı şeyleri görüyorsun demek, çakralar aynı her şey senin içinden geçecek, olana bırakacaksın’’ ‘‘canın çıkmış senin ruhun ölmüş, pörsümüş nefes alamıyorsun işte’’ Kadın şairler başlı başına şiirlerini hitap üstüne kuruyor. Aslı Serin, Selcan Peksan, Sevinç Çalhanoğlu ve halen iyi şiir yazan diğer kadın şairlerin ortak özelliği kadın dilini şiirde hitap olarak var etmek ve karşısındakiyle konuşmak. “ sen burda bekle kapılar beklesin bi beş dakika bi beş dakka daha uyusam bu rüya bitecek” Aslı Serin ‘‘iyiliğe hitap etmesini bilmiyoruz ‘kimsenin suçu değil bu, kader oyunu’ 14 milyon kez indirildi’’ Sevinç Çalhanoğlu ‘‘üzgünüm barış, sana eskiden olduğu gibi sarayımdan seslenemem’’ Selcan Peksan 17


Diğer yanda hitap alanı bulamayan ruhunu konformizme satmış bir şiirle karşı karşıyayız. Bu şiir okuyucusunu da mecrasını da kendisini de sosyal medya üzerinden kuran hitabın yerini şakayla, ironiyle, şiir ortamı kavgalarıyla, popülist siyasetle doldurmaya çalışan bir şiir. Bu yüzden ister istemez varlık dairesinin dışına düşüyor. Ne Türk şiirine ne Türkçeyle bağı doğal olmayan sentetik bir yapı. Neoepik Genişlemeyen daralmayan bir hitap alanı hitap alanı değildir. Çünkü hareket yoktur değişim yoktur. Devinim olmadan bu süreçler bir anlam ifade etmez. Neoepik şiir kendine hitap alanı bulup sonrasında bu alanı kendi mülkleri belleyerek hitaplarını sanallaştıran iki üç mekana sıkışan, konuşmadan ve yoldan çıkıp monoloğa dönüşen bir şiir haline geldi. Bu yüzden doğallığını yitirdi, ne mimari olabildi ne dekoratife dönüştü. Hem dekoratifçilerin hem mimaricilerin sevmediği düşman olduğu bir yere sıkıştı, bu sıkışmadan kurtuluşu yanına iktidarı almaya çalışarak gösteren neoepik sonunda popülist şiire evrildi. Hitapsız şiiri Sentetik yani Dekoratif olarak düşünebiliriz. Bu dekoratif şiir oldukça yavan ve yapay. Mimari yapı, doğal alan üzerinde inşaa edilir, Dekarasyon ise o bina içini yapılandırarak konformist, kapitalist bir zihin kurar. Şiir için de aynısının geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Somut şiir, Mimari yapı gibi doğal tıpkı Türkçenin Türk şiirinin doğal akışına uygun, hitap alanını kendiliğinden var eden bir şiir. Dekoratif şiir ise yapay, sentetik zihinlerde Ikea kültürünü temsil eden bir şiir. Bu durumda mimari şiirin aralığının, varlık açısından yerelleştirilmiş nesnel kendiliği oluşturan içerik uğraklarından bir şekilde çözülüp ayrılan ya da onlarla birleşen yeni uğrakların sürekli derecelenişi yoluyla ve sadece bu yolla kavranabileceğini söyleyen bir şiir bilincine sahip olmasının bizi hakiki şiire ne kadar yaklaştırdığını görebiliyoruz. Kısaca söylersek dekoratif şiirin biçimi ne hitabın içeriğidir ne de bu içeriğe şu ya da bu şekilde eklenen bir yeni içerikler karmaşasıdır. Oğuzcan Önver 18


f-a-n-z-i-n Fanzini, dergiye tercih ettim çünkü fanzin ferahtır. Kolaylaştırır. Dergiciliğin gereksiz yüküne katlanmadan, yani; resmi zırvalarla uğraşmadan, periyodik bir zamana hapsolmadan, konularını sınırlandırmadan, para puldan uzak, işini halledebilirsin. Bir dergi çıkarmaktansa, “FANatic magaZINE” yani, RADİKAL BİR DERGİ çıkarmayı yeğlerim. Türkiye’de fanzin nedir diye bakınca yirmi-otuz yıldır çıkmış bini geçkin fanzinle karşılaşıyoruz. Peki, bu kadar fanzin nereye gitti. Neden fanzinin ne demek olduğunu bile öğretemeden gittiler. Bir fanzincilik kültüründen söz edebilir miyiz? Büyük şehirlerdeki fanzin çevrelerinden, “fanzinci” çevrelerden bahsedersek… Şöyle bir bakınca anladığım şu; fanzinciliğin ilk fanzinlerle oluşan kültürü, geleneğe dönüşmüş. Yirmi yıl önce çıkan fanzin neyse aşağı yukarı şimdiki fanzin de o. Bununla birlikte ortamı da dönüşmeyip nesilden nesile aynı çevreden geçmiş. Ne yayılabilmiş, ne dönüşebilmiş. Dönüşemediği için yayılamamış ya da. Şiiriyle, kolajıyla, çizimiyle, öyküsüyle, fikriyle aynı kalmış. Fanzinlerin dönüşememesini iki şeyle kolayca açıklayayım. Birincisi; fanzinler çıkışı itibariyle (türkiye’nin ilk fanzinleri) ne radikal bir dergi olsun diye, ne de kolaylıklarından faydalanıp işimizi rahat yapabilelim deyu çıkmış. Bir İstanbul çevresinin yaşam tarzını, fikrini, sanatı aracı edip fotokopi yoluyla, yüksek sesle konuşma kolaylığından doğan fanzinler, o çevrelere yakın çevrelere de ilham oldular ve kendini özgürce, fütursuzca ifade etmek isteyen herkes fanzin çıkarmaya başladı. Fanzinciliğin kutsallarından bunu anlayabiliriz; fotokopi(kolaylık), özgürlük(sansürsüz), amatörlük(sanatın hunharca kullanılan bir araç olması). Fanzin, fanzinci olmak için çıkarılırdı. 19


Fanzincilik, “olmazsa olmazlarıyla” muhafazakârlaştı. Sanatın canlılığını sürdürdüğü dergilerle, yayınevlerine atıp tutup söven fanzinler dönüşen işlerle baş edemeyeceğini görünce kaçmayı tercih etti. Dergi vs. çevrelerden tamamen soyutlandılar. Sadece birbirlerini okudular, benzer işler ürettiler. Zaten fanzincilik de öyle takılan bir şey olmadığı için bu fazla konuşulmadı… Yazıya fanzin türlerinden (şiir, ideolojik, futbol, fotoğraf, yerel vs.), fanzincilik hastalıklarından, güncel fanzinlerden, öncü fanzinlerden, belki Dünya fanzinlerinden bahsederek devam edecektim fakat bütün bunların detaylıca işlendiği bir sayı fikri aklımı çeldi. Bu kısım giriş mahiyetinde yine burada dursun. Görüşmek üzere. Abdulkadir Gıynaş 20


21


ölülerin defni. ölüm üzerine tıbbi çeşitlemeler yaptım darlığın hevesleriyle farklı dünyaların cinayet hiç kuşkusuz uğraşı ölüm ancak üçgeninin ölümle sonlanan ilişkiye yükselmesidir. bu bölgedeki mezar duvarlarında bir kraliçeye yeniden doğumuyla tılsımlı reçeteler tahta tabutlar bulunur. mezarlık ittihaz olunan yerlerden başka yerlere ölü defni memnudur. mezarlıkların etrafı behemehal duvarlarla tahdit edilir. hıfzısıhha kanunu, onuncu bap, mezarlıklar, ölülerin defni. geri dönüşümsüz nedenle solunum durdu yapay solunuma başlanmazsa oksijensizliğe bağlı yetersizlik dakikalar içinde meydana kendini getirtir. ölüm süreci, ölüm minnacık parçalar halinde böyle hangi aşamayla gerçekse birinde bilinç kaybı bir başkasında solunum biter diğerinde ayrılık gelir bu küçük ölümler esas ölümün yerini alarak onu ortadan kaldırır oysa onun tek iyiliği bir kez gelecek olmasıydı yaşama ihtimali olmayan çok ağır nevrozlu hasta korteks—spinal kord—beyin sapını içeren tüm santral sistemin ölümü tüm reflekslerin motor aktivitesinin durması beyin sapı işlevini yitirdiyse yapay solunum bir hafta sürer bilemedin iki hafta 22


ölümü kesinleşmiş kişinin yakınları süratle bilgilendirilir. ölümü kesinleşmiş kişi tüm insanlar yani depresan ilaç kullanımı eşliğinde koma—apne nedenleri elenir, klinik muayene tekrarlanır, kesin karar verilir. iki defa ölmek önce beyin sonra beden 2500 yıldır istek bulunulsa bile hiç kimseye öldürücü zehir vermeme veya tavsiye etmeme yemini etmiş şaire canlandırma uygulamayınız buyruğu yazık günah bırak ölsün. ötenazi gönüllü—gönülsüz farketmez eski yunanca Euthanasia sözcüğü [Eu: tatlı, güzel]; [thanosos: ölüm] tatlı, rahat ölüm ölümcül doz ilacın alımı bileklerin rahatlatılması ipin duvarla asılısı. üzgün yaratıklarını yaşamdan kurtarması için ölümü yolluyorsun. bu yüzdeki solgunluk, bedenin ruha yaklaşması kanımızla birlikte duracak. Oğuzcan Önver 23


BU SENE DE BEN ÇIKTIM ‘‘yiyemiyorsan gargara yap’’ Ben kimim la. Bu sene de ben çıktım hahaha. Bakalım seneye hangi talihli var sırada. Biz hiç bitmeyiz birimiz bitse öbürümüz çıkar. Geçen bir yazı okudum. Haşmet ve ben. Allah’ım ne kadar komik bir yazıydı ya. O kadar komik bir yazıydı ki öldüm gülmekten. Sadece ben de değil herkes birbirine bu yazıyı işaret edip kahkahayı koy veriyordu. Hakan abi de çok güldü. Gözlerinden yaş geldi. Beraber güldük hatta. Elele tutuşup güldük ha güldük. Lan ne komik bir yazıymış hay allah diyerekten. Hakan abi resmen altına sıçtı. Halbuki ikimiz de eşek hoşaftan ne kadar anlarsa espriden o kadar anlayan adamlarız bu yazının neyine bu kadar çok güldüysek. Hakan abi daha çok güldü. Bence erenle haşmet abiler de gülmüşlerdir. Yazı mı komikti, anlatılan şey mi. Tabi biz hakan abi (haşmet ve ben abi de diyebilirim ha aslında kısaca hahaha) yazı komik deyince hemen o görüşte birleştik. Yazı komik yoksa bunların hakan abiyle uzaktan yakından alakası bile yok. Hakan abi komik değil ki. Gerçi bir keresinde hakan abinin ‘‘aslında ben standupçı olabilirim ha. Bir şey yapmama gerek yok öyle çıkıp ilkokulda parmak kaldırmama olayımdan başlayarak kahramanlık hikayelerimi anlatsam yeter. Herkes yarılır anasını satayım. Valla kapalı gişe oynarım ha. Yırtarım lan aslında’’ dediğini hatırlıyorum. Ben de yazıyı gülmekten sonunu zar zor getirdikten sonra. Dedim ben niye bunun üzerinden kendime bir vazife çıkarmıyorum ki. Hakan abinin götünü yalamak için bundan iyi fırsat mı olur. Sana ne ki sana fikrini soran oldu mu diyen olursa da bana zaten hiç kimse bir şey sormuyor ki ben zurnanın zırt deliğiyim, niye sorsunlar. Ben zaten hep kendim konuşuyorum derim. Şimdi öncelikle anladığımız bir şey var ki bu yazıyı yazanla Mehmet davut aynı kişi. Ayrıca şunu da bilmemiz lazım Mehmet davut ve Mehmet molla aynılar. Bunların oturması, kalkması her şeyleri aynı. Bir de maaşsız var. Bunların hepsi aynı adam. Fayrap dergisinden bazı arkadaşlarıma sorduğumda onun için ‘‘ hep kendinde, eşinde, dostunda, daracık çevresinde gördüklerini yazıyor. Halbuki biraz da götünden uydurması, görmediklerini yazması lazım. 24


Ayrıca çok eşsiz benzersiz bir insan o, anlattıklarını bir tek kendi yaşıyor. Halkın mesela götüne biz su sıçradığını hiç zannetmiyoruz. Ayrıca şiirlerinin hiç birinde ekmek ya da fener geçmemesi çok büyük bir eksiklik’’ dediklerini anımsıyorum. Ben maaşsızı okuduğum zaman ilk bölümle ikinci bölümü yazan kişinin aynı kişiler olduğunu hemen anladım. Bu haşmet ve ben yazısını yazan kişiyle de aynıydı. Çünkü yazının altında yazan isim maaşsız ve mehmet molla kitaplarının üzerinde yazan isimdi. Bu tespitler elbette ki beni türk eleştiri tarihine tek başına geçirecek nitelikte tespitler. Bundan sonra iş zaten atıp tutmaya, yazarı yerin dibine batırmak için var gücünle sallamaya bakıyor. Bir kere ben, beni bu kadar güldüren bir yazıyı niye kötülüyorum, ha doğru ya hakan abiye yaranmak için. Bu çocuğun şiirleri geleceğe kalmaz ben size söyleyeyim çünkü geleceği fayrap tayin ediyor. Adamların hepsi Hanefi bir kere. Tabii ki onlar tayin edecek ya ne sandınız. Ayrıca hepsi metrobüse biniyor ve halkı çıplak gözleriyle görebiliyor. Siz belki hayatınızda halk görmemişsinizdir, adamlar resmen onların arasında. Çünkü halk yalnızca belirli bölgelerde yaşar. Mesela hakan abilerin orada var. Ben bazen canım halk görmek istediğinde oraya gidiyorum. Sakin huzurlu bir yer. Mesela bu dünyada borçlu baba gören bir tek hakan abiyi biliyorum ben. Siz elinizi sıcak sudan soğuk suya bile sokmuyorsunuz allah bilir. Allah bilir bir giydiğinizi de bir daha giymiyorsunuzdur. Neyse. Demem o ki ben çok cesur bir insanım. Cesaret göt ister. Cesaret şöyle oluyor rastgele birini seçip kesin yargı cümleleriyle onu kötülüyorsun. Cümle kesin yargı içeriyorsa doğrudur. Herkes yer. Yani hüseyin cönktürk olsun. Artık eser gürson mu olur kafanıza göre istediğiniz değeri harcayabilirsiniz. Herkes yer dedim de aklıma geldi külyutmaz hoca triplerinde ikide bir onu yemiyoruz bunu yemiyoruz diyip duruyom içimden yiyemiyorsan gargara yap demek geçmiyor diyemem kendi kendime hahaha. Fayrapın sitesinde neoepik övmenin Japonya dergisinde oranın şairlerini övmenin ne kadar cesaret istediğini tahmin edersiniz.

25


Keşke diyorum cesaretim böyle bölünmese de onu tek istikamete kanalize edebilsem. Versem sırtımı fayrapa ohh. Cesaretimin tavan yaptığı yerdir. Zaten hakan abi birini sildi mi ona ‘‘senin adam olmadığını zaten ben en başından, seni görür görmez anlamıştım’’ lafını ilk diyen ben oluyorum. Kendimi neoepikçi de ilan ettim, bu da şeye benziyor, ikinci dünya savaşında almanya yerle bir olmuş sonra 1955te malın biri de çıkmış demiş ki ben naziyim. Benim ki de o hesap biraz hahaha işin şakası. Bu arada ben felsefeden de çok iyi anlarım zaten hakan abiyle ben her bir zikten anlıyoruz. Hakan abiyi her fırsatta kral yaparım ondan sonra da istersen allahı eleştir. Allah, allahımız ama son zamanlarda düşüş var iyice klişeye yaslanır oldu. Bazı şiirleri o kadar yavan ki bunları editör ben olsam yayınlamazdım. Bunları benden başka kimse cesaret edip yazamıyor çünkü çarpılacaklarından korkuyorlar. Bir dakka şimdi allah eleştirilemez mi. Ben de seviyorum ama putlaştırılmasına karşıyım. Vs. Vs. not: Bu yazıyı enayi gibi 14 aralıkta yazdım halbuki 10-12 gün daha sabretseydim kendimi yıl sonunda çıkan olaylardan cesaret almakla suçlayabilirdim ne güzel. tüh. Mehmet Davut Özdal 26


FOSİL Persona taştan bir uzuv görünür dağların ağaran saçlarında imara açılmış kalbin cürmünden gözdeki karara hayatımızdaki salıncaktan geriye geçit vermeyen kördüğümle tanımlanan o metal yorgunluğu taşları bir geyik gibi kokladıkça zaman kumu kısır sanır tuzu ezber bilir çatallanan bir gizle aynalaşır uzam ve terminal yolcu gider yedi uyurlara karışır bütün peronlar Gizemi kalmamış avluların evlerin tekdüze kederinde Kapital’den habersiz kedilerle sevişiyor dantel ölüleri ve camekân kendini vavlı bir geminin uzun süren cümlesiyle siyah beyaz bir çıktının ırsî malzemesinde mezuralarda kalır imgesi çocukluğun: fonda kuşlar, dildeki sis, uzağını yitirmiş bakışlar mevsiminden önce yağan sentetik alaşımı tenin, törenin Artık defne dalından bir taçla girilmeyen cilalı aş devrine fosil yataklarından uğurlanmaktalar sustuğumuz kadar kefen uyuduğumuz kadar derin. Seyhan Kurt 27


Ali Özgür Özkarcı söyleşi. ‘‘Modern Türk şiiri seslenmeyi önemseyen, hitapçı bir şiirdir.’’

1’e 2 kitabında ilk iki kitabın bir arada basıldı. Bugünden baktığında o şiirleri nasıl değerlendiriyorsun? İlk kitabım, Kırbaç okurların erişemediği bir kitap oldu. Dağıtımı çok iyi yapılmadı çünkü yayınevi benim kitabı bastıktan sonra kapandı. Ayrıca kitap baskı hatalarıyla doluydu. Genç bir şairin ilk kitapları ekseriyetle şanssızlıkla malul olabiliyor. Ben de bundan nasibimi aldım. Geriye baktığımda, ilk kitabımın belli handikapları vardı. Arkadaşlarla sohbet ederken ilk kitabım için “benim ilk toplu şiirlerim” diye dalga geçtiğim bile olmuştur. Bu yüzden ilk kitapta birbirlerine doku olarak uymayan kimi şiirleri, 1’e 2’ye almadım mesela. Yamuk ile uyumlu olabilecek şiirler bu kitaba girdi. Amacım, burada bir yönelime işaret etmekti. Elbette yeknesak bir dizgisellikten bahsetmiyorum. Dönüşen, kendi üstüne düşünen bir ilerleyişten, bir arayışlar manzumesinden söz ediyorum. Bu yönelim neydi? Bu yönelim şiirde gözlemin arttığı, ikinci yeni şiirinden arta kalan bakiyeyle hesaplaşan, şiirden edayı olabildiğince çıkartan bir yönelimdir. İmgeci belagatçiliğe karşı bir duruş da diyebiliriz. Çabam, imgenin kendi dönüşümüne ve yeniden üretilebilir olduğuna değil, ekseri kendinden önceki şiirin dil atmosferiyle oyun oynayan şiire karşı bir alan yoklamasıydı. Diğer bir açıdan ise, Türkiye’de siyasi şiirin artık gözardı edildiği bir dönemde, “siyasilik” ve “şiir” bağlantısına yoğunlaşmaya çabaladım. Tersine bir yol izlediğimin farkındayım. Güncel eğilimlerin ve mevcut beğeninin dışında, özü yeniden hatırlatan klişeci siyasi belagat değil yolunu arayan güncel bir şiir üzerine düşündüm hep. 28


Neticede, imgeci belagatçılık, toplumcu/toplumsal şiirin oldukça içindeydi. Son 30 yılın şiirinde, güncellikten uzak duran şairin biricik özerkliğinden başka hayata bulaşmadığı modern lirik şiirin varyasyonları hâkimdi (Elbette güncel eğilimlerin tersine önemli şiirler de oldu bu dönemde). Ayrıca siyasi şiirin nosyonu daha çok lirizme yakın toplumcu lirik bir seyirden ibaretti. Bu şiir kendisini toplumcu gerçekçilik üzerine kurmak istese de; gerçekçiliği, somutu, gözlemi ve güncelliği ıskalayan aslen “lirik” toplumcu bir şiirdi. Bu nedenle ben siyasi şiirle olan bağımı lirik toplumcu şiirde olmayan şeylerin üzerine şekillendirmeye gayret ettim. Yeni bir toplumsallaşma şiirde nerelere varabilir, bunun üzerine yoğunlaştım, bunu yazmaya çabaladım. Ama şunu çok net biliyoruz ki, sadece şiirle varılacak bir konum değil bu. İçinden geçtiğiniz dönemin bir tespitini yapmanız gerekiyor. İdeolojik olarak ve buna bağlı estetik konum tespiti bu nedenle elzem. Ben buna ilk yazımda “romantiklik” demiştim. Daha çok devrimci romantik bir kanalın açılması ve bunun beslenmesi gerektiğinin üstünde durdum. Kaldı ki toplumculuk, sadece bilinen anlamıyla “sosyalist gerçekçilik”ten neşet etmiş “toplumcu gerçekçilik”ten ibaret değildir. Toplumculuğun biçimleri, birden fazla ideolojik alana yayılabilir, kendini var edebilir. 29


Tam burada mı başladı, eleştiri yazmaya yoğunlaşman? Bu işin sadece şiirini yazmakla kalmadın, aynı zamanda eleştirel yaklaşımda da bulunup Cetvelle Çizilmiş Dağınıklık adlı kitabında bir araya getirdin. Son 30 yılın şiir siyasetine yakından baktın. Peki, eleştiri bunun neresinde? Bir şairin hem şiir üzerine düşünmesi hem de yeni yollar araması ancak eleştiriyle mümkün. Ana merkez edebiyat, enikonu “duygu”larını aktaran bir edebiyatı önemser. Popülerleşme aygıtı böyle ilerler. Çok satan romanda da bunu görürsünüz. Bir şiirden neden hoşlanıldığı da duygu yoğun olup olmamasına göre tasniflenir. Nedense, bunun biçimsel aracı olarak “lirik” şiir görülüyor. Ama bir şiir “lirik” bile olsa, arkasında mutlaka bir düşünce vardır. Şiir, eninde sonunda bir düşüncedir. Madem düşünce ana parametremiz, eleştiri de tam bunun merkezinde değil mi zaten?! Diğer bir nedense, şiir eleştirisinin veya edebiyat eleştirisinin, birkaç örnek dışında, tarihe ve dönemlere eğilmekten imtina etmesi. Bir şairin yanı başında akıp giden tarihle konuşmaması mümkün değil. Öyle veya böyle. Ama mümkün değil. Bu nedenle, CÇD’ye bir dönem okumaları kitabı demek daha doğru. Bir de eleştiri oldukça kuntlaşmıştı. Mesela, roman eleştirisi pek öyle değil. Frankfurtçu ve psikanaliz merkezli bir Nurdan Gürbilek eleştirisi yerli yerinde, sapasağlam duruyor. Ama genel itibariyle, bence artık sönümlenmiş yapısalcılık eleştiride hâlâ egemen. Son 20 yıl kadar değil, ama egemen. Cetvel’i biraz da böyle okumak lazım, metodolojk farklılık olarak.

30


160. Kilometre Aralık’ta 3 kitap yayımladı. Kitaplar hayırlı olsun. Yayınevi işleri nasıl gidiyor? Kolay olmuyor. Ama yılmıyoruz. Şimdiye değin, sadece 160. Kilometre’den 44 kitap yayımlamışız. Bu, 3 yıllık bir yayınevi için hiç fena sayılmaz. Piyasa koşullarının hâkim olduğu bir dünyada/ülkede, bizim gibi merkezde değil de, onun etrafını saran bir yayınevi için direnmek kolay değil. Sonuçta bu da romantik bir kalkışma aslında. Hayatın çarkları başka bir yönde ve tepenizdeyken, sizin aksi istikamette başka bir hayat, başka bir yayıncılık yapmak mümkün demeniz, bu romantikliğe içkindir. Şiir varsa direnmek var, direnmek varsa şiir de olacak. Yolumuza devam ediyoruz. Bunu söylemek bile güzel. Şu aralar yazdığın şiirler, şiir kitaplarını nasıl ayırıyorsun bunlar birbirinin devamı olan şiirler mi yoksa? Her kitapta yaklaşık olarak benzer bağlamlar olduğu görülse de, her kitabımın bulduğu ve ona yoğunlaştığı bir biçimsellik muhakkak vardır. Misal 2015’te çıkacak son şiir kitabımda daha epik-lirik bir biçim denemeye çabaladım. Oysa Köstebek inadına daha düzünden, daha güncel bir yerden konuşmaya çalışıyordu. En basit biçimde tarif edebileceğim ayrım bu. Kendi yazdığım üzerine konuşmak yerine, eleştiri yazmak daha ayartıcı açıkçası. Duvar’da yenilikler görüyoruz özellikle kapakla başlayan bu değişim devam edecek mi? Hayır, devam etmeyecek. Biz derginin boyutunu büyüterek daha aksiyonel, güncelliğe daha fazla yaklaşan bir çizgiye çekmek istedik dergiyi. Duvar ne zamandır bulunmayan bir “eski”yi teslim ediyor. Romantik bir eskilik bu. Klişe bir eskilik değil ama… Bir dönüşü muştuluyor. İçinde bulunduğumuz çağın içeriksizliğine karşı içeriğe, toplumsallaşmadan uzak duran şiire ve edebiyata ve disiplinlerarası meselelere eğilme gayretinde. Ne kadar becerebileceğiz, bunu zaman gösterecek. 31


Duvar için, Post- ekspres’le bir edebiyat dergisinin sentezi olmaya çalışıyor diyebiliriz. Gerçi Post-ekspres de kalmadı ama. Zaten bu sorunlu ve zor bir alan. Doldurmak o kadar da kolay değil. Duvar dergisinin hem edebiyata hem kültüre hem gövde/emek politikalarına paralel bakmaya çalışan, mütevazı bir kalkışma olduğunu söylemek yeterli kanımca. Genç şairler ve yaptıkları hakkında neler düşünüyorsun? 80’den 2000’e kadar bir analiz yaptın. 2010’dan sonrası için ne düşünüyorsun? Bu kuşak sana ne hissettiriyor? 2010 sonrası kuşak aniden zuhur etti. Dergileriyle birlikte çıkageldiler. Özellikle bu kuşağın çıkış olarak seçtiği yayıncılık e-dergi, e-fanzin veya fanzincilik şeklinde oldu. Bu dönemin ihtiyacına tekabül eden şey bu olsa gerek. Ancak fanzinin çizdiği itiraz kültürü merkezin dışında durma eğilimi gibi özellikler, bu dönemde çıkan bütün fanzinler ve yayınlar için söylenemez. Neticede genç şairlerin çıkardığı dergiler aslen ikiye ayrılır. Birileri merkezin görmesi için yayıncılık yapmaya çalışırlar. Diğer bir dergi tipolojisi de, kendi şiirinin önünü açmak isteyen, aynı zamanda şiir üzerine düşünen, çıkardığı yayınlarla kendini sürekli yeniden kuran dergiciliktir. Açıkçası 2010 sonrasını da incelerken de bu ayrımı hep aklımda tutuyorum. Bunun dışında 2010 sonrası şiirde daha çok muhatabın belirsizliği söz konusu. Oysa modern Türk şiiri seslenmeyi önemseyen, hitapçı bir şiirdir; ya bunu lirik şiirde olduğu gibi sessel formasyonlarla yapar ya da modern Türk şiirinin kodu olan siyasi şiire içkin olan güncelliğin yeni biçimlerini şiire dahil ederek yolunu çizer. Bu kuşakta elbette dikkati çeken şairler var. Nasıl bir şiir yazacaklarını açıkçası merak etmiyor değiliz. Bir taraftan da beğendiğimiz genç arkadaşlarımızın ilk kitaplarını çıkarma hevesindeyiz. Ama 160. Kilometre’nin mesafeli olmaya çalıştığı bir tür sit-com şiirinin bu kuşak içerisinde olduğunu söylemem gerekir. 32


Bu kuşağın genel eğilimleri üçe ayrılıyor. Ama yazılan şiirde asıl dikkati çeken, iki şiir görüşü. Bir yanda 2000’ler kuşağındaki deneysel somutçuluğa, anti lirik şiire eklemlenenler, diğer yanda modern lirik şiiri, imgeci belagatçiliği yeniden dönüştürenler olarak ikiye ayırmak gerekiyor. Tuhaftır, her ikisi de güncel. Ama imgeci belagatçilik bu sefer ironik şiir üzerinden yeniden kendini kuruyor. Aslen eğlenceli/hazcı bir şiir bu. Üçüncü akım ise malumunuz. Ana akım şiir. Abi bu Adanalılık durumu nedir ya? Yerellik şiirden dışlanan bir şey değil miydi? Sen kapak arkana “Adanalı!” yazmışsın, hayırdır? Bakıyoruz, son 15 yılda Adana’dan çok şair çıkıyor, çok dergi çıkıyor. Atarlı şiirle Adanalılık arasında bi bağ var mı? Kapak arkasını ben yazmadım. Asla da öyle bir şey yapmam:). Bir atarı vardır Adanalıların ama, en azından bunu söyleyebilirim. Zaten modern Türk şiirinde üç damar var. İstanbul bir temsil olduğu için, onu herkesi kapsayan bir mahfil olarak görmek lazım. Bir de Adanalı ve İzmirli şairler var tabii. (Gülüyor).

33


34


mutlak ötekine yönelmek. dışlar kaybı eller sallanırken ellerin görünümü göz aç kapa aç görünüm öteki bilir benden çok öteki görür sallanır öteki sallanır uzun yıllar geçip biri talihsizliklerden bahsederse eğer bilecektir yüz aynada sen ve ben kader çok güçlü olsa da aşırı eziyet bozacak seni karşıma geçip çektiğiniz ıstırapları anlatabilsen keşke bugünkü yüzüm yandan yandığından önüme düşen şeylere bakamıyorum başkalarına anlatımdan faydalanmak ellerin aynada yok onlar olamaz da sürekli hareket ivme değil bu ne diyorsun öyle sanarak aşağıdan yukarı çıkmak zormuş ya palavra aşağıdan yukarıya çık bakalım içinden bahsetme herkese sonra bırakılabilir yüce isimlerini teker teker topladın ve gerçeği gizlemek sorunu bu aşırı eziyet öyle her şey benim kaderimle değişemez senin dualarınla öfkesi geçecek ve katlandıkların seni üzmüyorsa şimdi bunları hak etmiş olduğun gerçek acı çeken sen acının kendisinden daha önce tükeneceksin onarılmaz bir yara olan ruhu esirgemek; seni ölüme alıştıran ellerini denetlemek yakıldığın yığın beni ayırdı buradan balsamlar döktüm göğsüne sonra iç içe geçen kolların kolların ucu sonrası yok aynı bunalımla birbirine karışmak korkusu 35


terk ederken genç bıraktığımız sen aynı olmayacaksın değişecek gözlerin değil ama ellerin büyüyecek burada hiçbir şey tek parçadan ibaret değildir aslında bu işi yapamayacak kendine orada bakacak kadar güzel bir nesne oluşturamayacaksın bir emri işaret eder gibi algını çöz yık karşımda, seyretmek ve bilmek kendini bu gördüğüm duru genç kucak açarak büyü yapacak bir oyun vardı hakkında şüphen varsa övgüne izin ver şimdi kehanet buluyorum ve uyarıyorum şahsına tapınmadığıma inanma sakın oraya gidip gelirken ağır bir cezaya layık olduğunu kabullendim daha ağırına dayanamazsın buluyorum yine ölümden sonra yaşayan duygun varsa seni korkutsun şevkinden akarken ölüm sonrası duygun varsa sen mahvoldun Gupse Ceren Geçalp 36


tamam tamam geçti bişeyim yok sınır ihlali yaptığçin yaylım ateşine tutulan avangart silahlının aslında sadece panik olması acı gerçeği ve sınır ihlaliçin değil ortaya gereksiz neo-tripler koyması ve belki bi tutam kendini doğru ifade edememesi hasebiyle ateşe tutulduğunu anlayarak kendine kızması akabinde her zaman yaptığı gibi geçmişini şugününü geleceğini sorgulaması sonra hiç doğmamış olmak düşüncesinin güzelliğiyle ne olursa olsun güzeldi o denizlerle pilakilerle narlarla topraklarla mislerle şakalarla iyilerle güzellerle kokularla gökkuşağı manzaralarıyla yağmurlarla lallalla yaşanan bu hayatın karşılaştırılması sonunda hayatın bi adım öne çıkmasıyla yaylım ateşine tutulması ve bazen ne yapacağını hiç bilememek fikrinin bazenlikten geneldeliğe terfi ettiğini görmesinin üzerine süslü cümleler kurmaktan sıkıldığını fark etmesi ama başka çarenin olmadığının da farkına varması ama yine cümlelerin de çare olmadığının farkına vararak yalnız öleceği düşüncesinden ürkmesi öleceği düşüncesinden ürkmesi baca içindekilerden sıkılıp itinayla beyin kiralanır fikrini arzu etmesi evde öylece oturmuş gerilimler icat edip cesurcularla dövüştürürken herkesten sıkılması sıkılmazlıklar uydurması uydurmaların eserleşmesi falan filanlaşması son tahlilde bunların da bi boka yaramiycağı bilgisiyle selamlaşması keşke post-rockçı olsaydım gökyüzünde yaşardım ne güzel pişmanlığı ya da keşke ressam olsaydım da resim yaparken kulağımı kesmeseydim oh iyi ki kesmedim bak ne güzel kulağım var süper ya sevinçliliği ya da galaksiyi otostopla veya triportörle veya neşeli ayaklarla neşeli orman evleri konaklamalarıyla gezseydim pişmanlığı ardından okunan kitaplar psikolojiler kendi kendine psikanalizler freud’un aradan çekilmesi freud’dan sıkılması her şeyden vazgeçmesi aslında vazgeçmek istememesi ama yüzünü eline ulaştırdığı hissi ve birden aniden çöken üşengeçlik boşvermişlik dev yalnızlık hislerinin ağır basması sonra kendini suçlayarak kaybedeni oynamanın yolun kolayı ve aslında gıcığı olduğunu düşünmesi titreyip kendine gelmesi taburcu olması canavar gibi atak tetik canlı kanlı savaşkan dövüşken yeri gelince barışkan hissetmesi düzelmeye iyicillenmeye inanması sonra yine bi şeyler olması sonra hep bi şeyler olur çünkü cümlesinin var olması tam olarak hangi gün hangi saat hangi yıldan sonra böyle oldu 37


evet yani böyle tam da böyle oldu diye düşünmesi düşünerek bir sonuca ulaşamiycağını fark ederek düşünmeye siktir çekmesi düşünüp de dünyayı mı kurtardık lan sanki gerçeğiyle yüzleşmesi düşündük evet düşündük çünkü benliğimiz etrafında düşündük kendi sefil hayatlarımızdan bir şey oldurabilir miyiz etrafında düşündük bencilliğiyle yüzleşmesi ama sonra dünyadaki her şeyin bencil olduğunu çünkü benin gencil olduğunu hatırlaması bundan bi şiirinde bahsettiğini ya da bahsedeceğini hatırlaması yazmanın aslında kendine kötü geldiğini daha mutsuz yaptığını çakozlaması ama işte başka çarenin de olmaması ya da taksim meydanına çıkıp ey düşüncesiz sevgisizler sizin yüzünüzden sincaplar da gitti karameller de eridi utanın lan utanın sizin yüzünüzden herkes yürüyen bir cansız sevgisizlik mankeni diyerek hepsinin suratına suratına portakalla vurması çok da kıyamaması ama sitemden de geri kalmaması fikrini bi gün gerçekleştireceğinin sakin huzuru çünkü insanlarla yapamaması aslında yapıyormuş gibi görünmesi gülümsemesi aslında güzel de gülümsemesi yani zorlarsan uzaktan bahtiyar bile sandırabilecek stilde gülümsemesi istese bi uyumlu gibi takılabileceğini bilmesi ama bazen durup durup gelen mormızı serkeş uçurumlar yüzünden onlardan kaçmak istemesi aslında kendinden kaçmak istemesi ama bunun imkansız olduğu bilgisi sonra işte insan akışkan alışkan ve unutkandır sözünü kanıtlayarak kendini umutlu sanması bir başka ruha yüzünü gömerek orada dünyayı insanları bilinci unutmayı ve diğer ruha da unutturmayı arzulama çabası ama sen bir beyin mi bir kalp mi bir güzellik mi bir sevgili mi bir hasta bakıcı mı arıyorsun olm sorusunun karşısına geçip saatlerce soruyu izlemesi sorunun şefkatli bakışlarına sarılması cevabını ikisinin de bildiğini bilmesi cevaplamaması yüksek sesle cevaplarsa bunun zayıflık olarak algılanacağını bilmesi sonra dünyalar savaşlar cinayetler kötü insanlar berbat inanışlar kötü kitap kutsallıkları kötü senaryolar kötü domatesler kötü kokulu mendiller kötü hormonlar martıdan yapılan kötü tavuk dönerler yolu uzatan sigaralı kötü şoförler kötü kalpli patronlar kötü cerrahlar ulan bu siktiğimin galaksisinde hiç kimseye güvenemeyecek miyiz biz lanlar insanlardan ağır tiksindiği ve bunu hayatında sevgisizce uyguladığı halde yardımsever ve hümanistmiş gibi sanallaşmaya banalleşenler beklentiyi karşılamayan antrikotlar açlıktan kemikleri sayılan aşırı afrikalılar şüpheci dudaklar tırsık halklar suskun halklar 38


halkların denyoluğu ulan bu siktiğimin galaksisinde hiç kimseye ceylan sevgisi at saygısı aşılayamayacak mıyız lanlar varken insanın bu kadar kendi içine girerek dünyayı benliği üzerinden yönetmesinin kötü fikrinden utanması kendini fazla önemsememek için ne yapacağını bilememesi en büyük lanetimiz kendimizi aşırı önemsememiz bilgisi ve dünyanın aslında dev bir çaresizlik heykeli olduğunun ayırdına vararak her gün o heykelin karşısına geçerek kimselere göstermeden biraz utanarak biraz sıkılarak ama başka hiçbir çaresi olmayarak yaşına göz dikmesinin ardından yapılan tahlil sonucunda çıkan göz eritrositlerine sövdükten sonra yeter ya bu hiddetli sulu sepkenler git bi çay koy diyen içsesin seninle işimiz var eklemesinin üzerine yeter şartta umutsuzluk cesaret tiksintin yoksa tüm bu sızlanmalarını bir şeye dönüştür yabanmersini şalvar endoplazmik retikulum tamir merkezi madonnacı dükkânı filan ya da işte canın ne istiyorsa belki o zaman bişeyleri unutursun bilincinin üzerine onların da bi boka yaramiycağını söylemesi ve bunu daha önce de söylediğini artık kendini tekrar etmeye başladığını anlaması sonra gerçekten bilememesi yani laf ola beri gele bilememesi değil harbi bilememesi gibi bir şey yani sayıklaması ardından bunların dell marka bir bilgisayarda countier new fontuyla 10 punto olarak bir word dosyasına yazılıyor olması ondan sonra da işte şu an büyük ihtimalle elinizde tuttuğunuz küçük ihtimalle dizinizde minimal ihtimalle koltukta ya da yatakta sabitlemeye çalışıp sabitleyemeyip sinir olduğunuz bir kitapta veya akıllı telefonda ya da ekranda filan yer alacak küçük intiharlardan biri olması ve aslında birilerini suç ortağı yapmanın tansiyonları tik takları sükûtlandırması katillerin maktûllerin bir görgü tanığına ihtiyacı olması kafka isteseydi kendi yakardı di mi çözümü ve dünyanın en müthiş yazarının hiç ama hiç kimse tarafından tanınmamış tanınmayacak birinin olduğuna öldüğüne inanması yani işte bunları bilmiyormuş gibi davranarak aptalları millet yerine koymayın lanlanması ama işte insanın o derin aczini zaaflarını filan anlaması kendini onlardan ayırma terbiyesizliğine asla düşmeyecek olması sonra işte bu şeysiyi balkondan atlayan bir 19. yüzyıllı fransızın ruhuna yazması ama aslında işte bunların 21. yüzyıllı bazı memetler ahmetler necdetler zeynepler aslılar leylalar tarafından okunacak olması gerçeği 39


ama aslında onların okuyacak olmasının da bi müddet can sıkıntısı azaltıcı bir etkisinin olduğunu yadsımaması ama küçük bi müddet hıhılaması gibi tıpkı yani aslında az çok tahmin etmesi ama buna da anlam verememesi yoksa vermesi mi galiba karşılıklı olarak iki kişi sıkılmanın tek kişilik sıkılmalardan daha merhemli olacağını düşünmesi ah işte yine o kronik sulara girdiğini fark etmesi sonra niye sorulmadan böyle şeyleri anlatmayı seçtiğini kendine sorması sonra demesi ki sizin hayatı başka bir şeye dönüştürecek farklı yetileriniz endişsizlikleriniz ya da hayatı çeşitli sebeplerden ötürü yani şimdi bunları burada tek tek yazarsak ohoo sabah olur ben o kadar disiplinli bir yazıcı değilim sıkılırım kalkar giderim dönerim ekşisözlük açar biraz oyalanır oradan da bir klişeyi gerçekleştirmeler filan arif olan penaltı yaptırır yani başka bir şeye dönüştürmeye ihtiyaç duymazlıklar vardır ama sıfır ihtiyaç sıfır eksiklik bilinçsizliği hiç doğmamış olmak gibi ya da benzeri işte ve bu onlara mutlu kapalı ketum sakin relaks yaymış mis olabil şansı tanıyabilir ama bazılarının anlatmaktan başka çaresi olmaz çünkü onlar ancak tüm bu saçmalıklardan anlatarak anlatarak derken yazarak zorunlu yazıcıların hiçbiri anlatmayı sevmez anlatmaktan nefret edenler de vardır kurtulabilir hayır kurtulamazlar da biraz rahatlarlar hayır rahatlamazlar da işte böyle bi 3 saniyelik kolonyal ferahlık belki neyse amaan yani anlatmaktan başka çaresi olmamayı ve aslında bu anlatmalar aslında tekil bir şeydir şey derken her anlatmak bir şeydir ve kendi kendine gittikçe biraz işte çok değil ferahlanır ama şeylemeyi yani anlatmayı böyle ulvi kutsi bir şeymiş gibi gösterenlere gıcık oluyor oluşum oluyor oluşum da ne sikim bir laf oldu böyle sözün doğruluğunu yıpratmaz yıpratmamalı çünkü yeterince yıprandık ve robotlar ve dinozorlar arasındaki su savaşını mantıksız bulan insanlarla aynı bardaktan sushi yemek baydı biraz başka kırlara çöl götürmeli başka çöllerde motor yağı icat etmeliyiz artı orta avrupa yaylalarında nick cave taklidi yaparak tom waits bekleyen ama aslında saçları aşık mahsuni şerif renginde olan gdo savaşçılarının arasına karışıp yani ee yeter biraz da diğerleri için hastane odalarında sayıklayan güzel gözler şili sahillerinde boylamasına yatan 4 milyon mavracı japondan korkan çekik tam bu esnada bir telefon gelir ve of kaptırmış yazıyodum ne telefonu demeden çünkü bazılarına denmez böyle konuşulur birkaç laf her daim alınganlık yapabilecek bir şeyler bulabilen bir düşünce sistemi yine bulur karşıdaki bir şeyler 40


söylerken o içinden olmayacak olmayacak olduramıyorum ben bu işleri çaresi yok bu işin gibi birtakım eczanesizlikler içevurur bi yandan da karnının acıktığı hissi saat de ne öğlen ne akşam bi şeyler söylesem mi dışardan ya da geçiştirsem mi ikilemi filan ama sonra kaldığı yerde devam edeyim en iyisi finali gözsüzler derneğinin filmini çeken kompleksiz bir japon balığı deli danalar çatlamış diller beslenmeme çantasında yüz olanlar için hayatımızı feda ederek belki kurtuluruz bu kendini aşırı önemsemelerden dinlemelerden sessiz duvarlardan kafalardan ve sivrisinek vızıltısı arı sokması at tepmesi öküz şottorlaması gibi sevimsiz suratlardan akabinde bu kadar depresif yazdığı için biraz yine kendine kızması hep kendine kızması sonra sınır ihlali yaptığçin yaylım ateşine tutulan avangart silahlının aslında sadece panik olması acı gerçeği ve sınır ihlaliçin değil ortaya gereksiz neo-tripler koyması ve belki bi tutam kendini doğru ifade edememesi hasebiyle ateşe tutulduğunu anlayarak kendine kızması akabinde mutfağa gidip iki anamur muzu üç neresiz mandalinası yiyerek bitakım şu an hatırlamadığı şeyler düşünmesi banyoya girip kan kontrolü yapması dönüp su içip yaklaşık 14 adımda salonumsaya geri gelmesi terlemesi üşümesi ve bakır terlik içine saklanan yavru kedinin yaşatılamayıp ölmesi üzüntüsünün gözlerinin önüne gelmesinin ardından birliğine geri dönmesi battaglia ve retrogartta bu iki kelimeyi google’da bulması elbet işlerin kebap olması oh siz böyle rahat rahat ne güzel lan böyle gitti bitti o devir hepiniz avangart olacaksınız hepimiz birden saldırıcaz ya hep beraber ölürüz ya da hep beraber yaşar oluruz destansı konuşması uvv alttan müzik şıftırması yaylıların gazı ve koşarak saldıran dev bir ordunun çıkardığı toz duman arasında kaybolmuş bir kara tayın ağlaması ailesinin onu araması ama ne yaptılarsa bulamaması bi yandan da işte çeşitli silah ok düşünce sesleri olmazsa olmazları eşliğinde kan birikintilerinin ortalıkta varoluşması üzerine herkesi ne yapıyoruz muhteremler telaşı sarması bu ne ya hadi hep beraber güneye gidip sahile sarılalım biraz korsan ehlileştirip hindistan cevizi ağaçlarının kökenlerinden çünkü herkesin hindistan cevizi kökenli bi tanışı vardır korunmasız kaleler inşa ederiz biraz mantıklı olabilir miyiz lütfen ama serzenişleri 41


eşliğinde herkesin el ele kol kola sanki geç gelmiş bir bayrammışçasına mutluluk sarılmalarının iki saniye sonrasında yine akıllarına başka başka durdurucu o şeylerin gelmesi gitmemesi dünya heykelinin karşısını dikilip sonra hep birlikte işte çeşitli kanyonlu üzüntülere dev çaresizlikler eklenmesi gözlerin yorulmaması kaynağın kurumaması yani maalesef yapacak hiçbir şey yok olması Çağrı Çığ Sığırcı

42


SİLİNDİR kesilirken kurbanlığın bacaklarını tuttum banyodan sonra saçlarımı havluyla kuruttum giyinirken başımı tişörtün koluna soktum daha yeni yemiştim yemeği, toktum kapı uzakta diye duvardan atladım herkesin bayramını mesaj çekip kutladım saat 1’e geliyor henüz yatmadım gelen geçti konan göçtü eskiden bizim okuldaki bir çocuğun soy ismi döldöştü piyasada dalga var judoda ukemi futbolda kendini atma aldatmak için hakemi herkes farklı bir iş için kullanır arko kremi aldığımız her nefes rabbın lutfu keremi eskiden polo şeker vardı deliğini kapattılar şimdiyse bisküvi rondo bilgisayarın ekranı birdenbire dondo ekmeğini çiğneyen adam su içti ve yutkundo önemli olan kendi nefsinle yaptığın jetkundo molla derki istatistik dersi biraz zordu ümraniyede gezinirken bir taksici özlem düğün salonunu sordu tvde musa eroğlunun kızını gördüm aynı musa eroğluna benziyordu evlerinin önünde ters dönmüş bir terlik yar uzanmış plates yapar elinde lastik silindirin hacmi= taban alanı çarpı yükseklik Dün yağmurluydu bugünse günlük güneşlik Mehmet Davut Özdal 43


Bittabi Nevroz

Sevinç Çalhanoğlu’yla anladığınla ayrılacaksın. ilerici ölçünün yanlışı kalacak yitirme tehlikesi geçirdiğinde değil, şiirde düzelir şiiri bırak, kirli suyu temizleyip el yordamıyla karanlıkta hazneye akıtarak kararlılığı gece yarısı ondan vazgeçeceksin iyi bir çaresizlik örneği olmayacak, vazgeçemezsin ondan, o halde gitmeli. gitmeli ve taklit etmeli fesatlarını mezili iki günlük topraktan yaratılmış eşin o ıkı gunluk kısıyı secdi sozde gecen seneden berı benı sevıyormus geçip gelmek için, her şeyini alacak olmanın her şey yeniden başlayacak diyeceksin deli oğlanı içine alıp anahtarı yuttuğunda deli oğlanı odaya kitlemen gerekecek. öfkeyi bastırman bana gösterişli geliyor debdebeyle giriyorsun tamam, bütün vücudum mesken tanık kanmak istediğim, başkasının kucağında uyanmak ve açtığında hiç beklemediğin bir an istediklerin bir bir gerçek olacak. Efe Murad 44


45


simbiyosis Gel başparmağımı kıralım Yeri ayrı olmasa beceremezdik Bir bir bir eklemlerini söküp Kemikleri ortasından vakit alsın Sinir uçları tırnak çekip kas dokuları Lif lif liğme liğme kan ve tazyik içinde Hani o bize kavrayarak kurmayı öğretmişti. Sonra ey başparmağı olanlar diyelim Sen varsan biz yok biz varsak ben yok Komensal parazitlik icat edeceğiz başparmağımız var Avın potansiyeline güvenerek ölmemesini sağlamak Mutluabizme inanarak bu gücü taşımak sana negatifi kavramak verildi. Tükenmeyen örüntüleriyle yeniden yeniden kuşatan paranoya kuruntukuruntukuruntukuruntukuruntukuruntu kuruntukuruntukuruntukuruntukuruntukuruntu kuruntukuruntukuruntukuruntukuruntukuruntu kuruntukuruntukuruntukuruntukuruntukuruntu hiç boşluk bırakmayınca kendi boşluk oluyor Programlanmış hücre ölümleri: Bazı hücreler embriyonik dönemde dokular arasında boşluklar oluşturabilmek için ardışık bir biçimde intihar etmeye başlar. Komensal dört parmak başparmağın beraber eline inandığında o tokat avucumuzun içinde olacak. Mahmut Sefa İpek 46


47


48


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.