Poetika E- Dergi Sayı 1

Page 1

0


1


2


Beyaz Pelerinli Kadın Gecenin karanlığında Kana bulanmış duygularımla Düşünüyorken yalnızlığı. Ve son sigaramı söndürürken Duygularım üstüne Siyah sis bulutunu yarıp Beyaz pelerininle çıkıyorsun karşıma. Sönmek üzere olan duygularımı Çekip çıkarıyorsun kalbimden. Bir köşeye kaldırdığım sevme duygusunu Yerleştiriyorsun bedenime. Allah’ın belası yalnızlığı Yolcu ediyorsun gecelerimden.

3


Bana gündüzleri hatırlatıyor Beyaz pelerinin, gündüzlerin sıcaklığını. Gülüşün var ya o gülüşün Bana erkekliğimi, sevebileceğimi hatırlatıyor. Ellerimi tutuşun, tenime değişin Bana aşk şiirleri yazabileceğimi söylüyor. Vücuduma hapsolmuş umutsuzluğu Bir hançer misali söküp alıyor gözlerin. Ve bana “canım” deyişin yok mu? İşte bunu yazamıyorum bile satırlarıma. Artık gecelerim sensin Sen ise gecelerimin tek anlamı.

Ufuk Silik

4


ASLINDA KÜÇÜK Ben sana kaç kere dedim, Yazarım bu gece durduramazsın diye. Bilirim beynim sussa, Konuşacak yüreğim. Ben sana kaç kere dedim, Beni öyle ağızlara sakız olmuş, Putlaşmış sözcüklere hapsetme diye. Yalnızlıkmış, aşkmış, sevdaymış… Gecenin koynunda büyüdüm ben, Ne bardağı be adam! Yağmurun sürahiden boşanmasında ıslandım. Alevin engin bir orman yok edeninde yandım,

5


Demirin tavında dövüldüm, Bir kaşık suda boğuldum. Ben sana kaç kere dedim, Kalbimde kiracı istemem ben, Ya yıkar, ya yakar diye. Ama dayanamadım işte. Öyle mağrur bakışı vardı ki içinde ki çocuğun, Kalbinin karanlık, Boş ıssız sokaklarında Kaybolmuşluğun… Ben de gece sütü emdim lakin Kaybolmadım o insan ağzı yapma putların içinde.

6


Ateşe verdim tabuları, Ve yanışını izledim; Sözde acıların, aşkların… Ben sana kaç kere dedim, Neden diye sorma. Bana kalsa seni içinde kaybettiğin çocuğun, Gözlerine hapsederdim. Bir de ondan izle isterdim, Kalbinin kaldırımlarında pazarladığın kadınları, İçinin kuytu köşesinde birlikte olduğun vücutları. Sen onu kaybetmişsin umarsızlığın rüzgârında. O putların en ücra köşesine atmış, En dikenli yalnızlıklarla dövmüşsün.

7


Ben sana kaç kere dedim, Anlamazsın sen diye. Sen o putlaşmış kadınlara bir parçanı verip, Aslında bu küçük çocuğu Yap-ma bozlara döndürmüşsün. Ve şimdi ceketi yırtık, ayakkabısı delik Bir dilenci gibi, Can kırıklarını toplamaya çalışıyorsun. Kendime en masum parçadan pay çıkardım. Küçük çocuğun kalbi bende, Olurda yap-bozu tamamlamak istersen, Uğra bana. Saçlarını rüzgârla tarayana.

Tuğçe Dilan Satar

8


İp Saat sabaha karşı. Duvarlar geliyor üzerime, Yağmur damlaları vuruyor cama. Sigara dumanı kaplıyor odayı, Düşünüyorum seni sebepsizce, Ama sen yoksun.

Sevmem gündüzleri bilirsin, İnsanlar sahte. Güneş sahte, Hayat sahte..

9


Sokuluyor yanıma günbatımı, O eşsiz rengiyle. Hayat buluyor aşk. İzliyorum günbatımını; Ama sen yoksun.

Eğer bir gün aramazsam seni, Eve gel, kapıyı kır ve içeri süzül. Ben odamda, boynumda ip, Seni bekliyor olacağım. Korkma! Sessizce yanıma sokul, Soğuk ellerimden tut; Tut ve öp beni fütursuzca. O bana yeter...

Cemre Bükrük

10


ÖZLÜYORUM JESSİCA '- Ne olmak istiyorsun?' dediler. '- Sadece bir mezar.' dedim.

Gözlerinde ki o şaşkınlık; Hiçbir şey bilmemelerinden kaynaklanıyordu.

Ne biliyorlardı ki onlar;

Ruhum mezara girmek için çırpınırken Toprağın üzerinde olmanın verdiği kâbusu...

Kim biliyordu ki?

Labirentin içinde kaybolan küçük kız misali; Bir oraya bir buraya sürüklenişimi...

11


Kim izliyordu ki?

Kelimeler dudaklarımdan süzülüp giderken Anıların gözlerimden birer birer akışını...

Kim hissediyordu ki?

Oysa hiç düşünmemiştim. Bir gün sana 'anı' diye hitap edeceğimi... Ah, Şimdi...

Ruhum bir hapishanede sanki, Kazmak istiyorum; Kaçmak istiyorum.

Senin toprağında bir mezar olmak istiyorum. Seni özlüyorum.

Ebru Yenicevardarlı

12


Hesap Lütfen Sevgimi ağzına kadar doldurmadım Kalbime döktüm hepsini, Taşmasın diye. Biz imkân doluyduk, Sen inkâr ettin ne varsa. Bıraktığın anılarınla git şimdi. Al karaladığın tüm hayallerimi, Al başkalı ellerini Ve sus artık. Al dudaklarına rağmen, kelimeler çirkin. Fahişe kalbinin odalarında, Tek gecelik kaldı gülümseyişlerimiz. Mutluluğumu, sevinçlerimi park ettim ciğerlerine. Nefes aldıkça sen, hepsi yeniden hayat bulacak

13


Ve her verişinde; Birer birer kaybolacaklar. Gözlerine sakladım geleceği; Her gözyaşında ölü doğacak umutlarım. Sensizlik söyledin bana en acılısından, Yiyemedim. Acısında değildim, Sensizliğe toktum fazlasıyla. Neyse ki sevginin karın doyurmadığını, Yediklerinden sonra anladım. Küflenmiş duygularının arasında, Ayran gönlünde mayalandım. Garson hesap lütfen, Aşkı kalsın. Bu kadına da bir taksi çağırın, Fazladan değerlerim sarhoş etmiş kendisini. Saat kaç olmuş; Sevgim nefretimi geçiyor. Zaman geldi, git artık Yollu yolunda gerek.

Oğuzcan Yüce

14


- Belki Umutsuzluktan Bir Umut Doğar -

Dayanılmaz bir hal almıştı her sabah doğup her akşam ölmek. Çok kötü bir durumdu. Cehennemi dünyada yaşamak gibi bir şeydi. Bir farkı vardı ama orada ateşle yakıyordular, burada umutla. İnsanı dünyada öldürmenin en kolay yolu onu bir umudun içine hapsetmekti. Her zaman ki gibi bu akşamda Azrail yine ziyaretime gelmişti. Onla her akşam oturup sohbet ederdik, nasıl bir ölüm bana yakışır diye. Kanlı sohbetlerimiz olurdu. Bazen kimse sevmiyor beni diye sitem ederdi. Aradan çıkışırdım “ben varım” diye. Sohbetimiz gece yarılarını bulurdu. Bazı geceler erken giderdi yanımdan, işi çıktığı için. Saygıyla karşılardım bu durumu. O gidince uyurdum bende. Artık sıkılmıştım, sabahları yeniden doğmaktan. Günahsız doğsam, onu unutmuş olarak doğsam bu durumdan şikâyetçi olmazdım. Sabah kalkıp üstümü giyindim, saçlarımı yaptım, parfümü mü sıktım, hani bir tabir vardır ya “damat gibi olmak” işte tam öyle olmuştum. Her şeyi göze almıştım, ailemi, okulumu ve en önemlisi de geleceğimi.

15


Geçmişim çok iyi olmasa da geleceğim belki iyi olabilirdi. Tabi böyle düşünmek bile saçmaydı, ben ve geleceğim parlak olacak, gülünç bir durumdu. Yollun kenarında duran eve uzunca baktım, ama ev bana kısa bir bakış attı. Yolun düzüne doğru yürümeye doğru devam ettim. Gideceğim yere yaklaşmıştım, zaten uzak bir yer değildi. En üst kata çıktım. Manzarası güzeldi, denizi görüyordu. Her yer inşaat alanıydı. Birçoğunun temeli atılmış yarım bırakılmıştı. Sıkıntı yoktu yani ölmek için. İntihar etmek için her yer uygundu günümüzde. Çık sokağa atla bir arabanın önüne, öldün demek isterdim ama bazen sakat kalınıyordu. İşte tam da beni bu noktada sıkıntı basıyordu. Kimsenin benim yüzümden sıkıntı çekmesini istemezdim. Ölümden korkmazdım ama can çekişmek, ölümden kötüydü. Birilerine bağlı olduğunu hissetmek, çok kötü bir durumdu. Onun için sakat kalmaktan, can çekişmeden ölmem gerekiyordu. Bunun için çıktım bir inşaatın en üst katına. Rahat on katlı bir inşaattı.

16


. Aşağıda demir kazıklar dimdik duruyordu, bana hadi dercesine. İçimden bir ses “belki daha iyisi”. Yok, olamazdı ondan daha iyisi olamazdı bu dünyada. Onun gibi bakan, onun gibi gülen, onun gibi beni kendisine bağlayacak kişi yoktu bu dünyada. Olmamalıydı yani. İnsanın geleceğini bir kişi için silmesi aptallık mıydı, yoksa aşk mıydı? Aslında aşk neydi? Mutluluk muydu? Sonucu yalnızlık olan bir serüven miydi? Yine o sanrılar başlamıştı. Sorular her akşam olduğu gibi kafamı meşgul ediyordu. Ben ölmekten mi korkmuştum? Hayır, ölmek yaşamaktan daha kolaydı. Son bulmalıydı bu sorular. Bu işkence son bulmalıydı. O kadar hazırlık boşa gitmişti, sabah kalkıp üstümü başımı onun için giyinmiştim. Her zaman yaptım gibi akşam planımı kurmuştum. Yazsam roman olur denir ya, benim kurduğum planlarla romanlar basılır. Ama her zaman ki gibi sadece benimkiler planda kaldı uygulamaya geçmedi. Aslında buraya gelmeyecektim, bu inşaata çıkıp intihar etmeyecektim. Gidip konuşacaktım Katie ile. Ama o beni görmek istemiyordu. Evin penceresini beni görünce kapamıştı yüzüme. Duygularıma yine kapamıştı beni. Aslında dışarı gelse her şeyi söyleyecektim. Onu nasıl sevdiğimi.

17


Eğer onun derslerini engellersem beni terk etmesi için ona fırsat vereceğimi. İlla birlikte olmanın çıkıp gezmek olmadığını, dakika başı mesajlaşmamamız gerektiğini. Evet, buydu işte beklide çağımızda ilişkileri bitiren olaydı bu mesajlaşmaktı. Kimse yüz yüze konuşmaya cesaret edemiyordu. Her şeyi mesaj atarak söyleyeceklerini zannediyordular. Artık sevdiğin kişiye ilk defa sevdiğini söylerken bile bunu mesajla yapıyorduk. Ama eskiler sırf bir birlerini görmek için evden kaçıp bir göl kenarında ya da bir sokak arasında veyahut bir parkta buluşurdular. Sırf birbirlerinin gözlerine bakıp “seni seviyorum” diyebilmek için. Günümüzde cesaretsizlik başını almış gidiyordu kalplerde. Bazı şeyleri bayağılığa indiriyorduk. Beni de bu mesaj denen illet yakmıştı. En yakın dostum belirdi yanımda, inşaatın en süt katında. Ama bir değişikti yüz ifadesi gülüyordu, tavırları değişmişti. Acelesi var gibiydi. Sanki bana “hadi atla bekletme beni, daha çok işim var” der gibi bakıyordu. Dost dediğim kişi bile ölmemi istiyordu. Ne saçmalıyordum ben tabi öyle bakmalıydı onun işi buydu. Bekletmeyecektim onu. Tüm cesaretimi toplayıp, kendimi demir çubukların üstüne bırakırken, geleceğimi Azrail’e emanet edecekken. Bir ses arkadan “dur beni geride bırakma” diye bağırdı.

Ufuk Silik

Devamı 2. Sayımızda

18


SEN BEN BİZ: İNSAN Ben aslında seni çok iyi tanıyorum. Bilmiyorsun ben aslında senim. Bugün sana süslü cümleler kurmayacağım. Okumak isteyene hayatımın boktan bir kesitini sunacağım. Bugün çok sevdiğim birinin artık uzaklara gittiğini öğrendim. Hep böyle olur zaten, hep her şey üst üste gelir. Bazı insanları sırf yanınızda olduğu için seversiniz. Sıcaklığını hissettiğinizden teniniz sever onu. Kimini ise her gün görmekten mutlu olursunuz. Onu da gözünüz sever. Kimileri de vardır ki ne görmüşsündür ne de sıcaklığını hissetmiştir teniniz, ama öyle bir benimser ki onu kalbiniz, sadece kelimelerine âşık olursunuz, size yazdıran tarafınız sever onu da. 'Hadi' deyiveresim geliyor, ben bıktım ebe olmaktan, önüm, arkam, sağım, solum, sobe, ortaya çıkmayan ebe!

19


Başlamışken üzülmeye, tüm "Aman buna da sonra üzülürüm, değmez şimdi ağlamaya" dediklerime de üzüleyim diyorum. İnsanların aşırı uçmuş hayalleri güldürüyor beni. "Hayat tozpembe hatta biz tuvalete bile gitmiyoruz, gitsek de pembe sıçıyoruz" havasında yaşayan insanları öldürüveresim geliyor. Hele bir gün onla bir gün bunla takılan çocuklara gönlünü kaptırmış arkalarından ağlayan kızlar var ya, "Canım salaksınız siz deyiveresim geliyor ki diyorum da... Bazen öyle boşlukta hissedersin ya kendini, eskiden, bir zamanlar işte, bilirsin olmuştur mutlaka sana da yalvaran birileri... Ne yapacağını bilemez onlara gidersin. Sonra ne yapıyorum ben diye anında bir U dönüşü yapar beynin, kalbinin keskin virajından.

20


Havuz problemlerindeki, havuzu alttan boşaltan o C musluğu var ya. Onu da sikeyim diyorum. Yok, yanlış anlama yalnızlıktan değil. Sanki ben o havuzu doldurmaya çalışan zavallı musluğum da, sen gel boşalt dur. Ulan C, gel de taşmakta olan şu kalbi bir boşalt Allah'a sen. Onu bunu boşver de, bence asıl ufuk çizgisi akıl ve kalbin birbirini yakaladığı yerde. Karar veremiyorsun işte hangisi olduğuna. Canın aslında çikolatalı puding isterken muzlu bir puding sunar hayat sana, öyle de puşt ya hani. Bilemezsin yesen mi geri mi çevirsen. Canın bir şeyler istiyor da "Yok güzelim, kalmadı o dediğin bizde, ama birkaç vakte kadar beklersen gelebilir" diye dalga geçer hayat senle genelde. Sende "Siktir orospunun evladı' der bir sigara yakarsın ama boş ver, marlboro da kalmamıştı zaten...

21


Hani filozof mu oldum ben yoksa şizofren mi bilemedim de, ben hayatın kapısında bekliyorum galiba hala. "Birkaç vakte kadar gelebilir" demişti ya alaylı gözlerle bacak bacak üstüne atarken, bekliyorum işte... Aslında ne kadar da iyi tanıyorum değil mi seni? Biliyorum evet.. Çünkü biz aynı filmi sonradan canlandıran aynı karakterleriz...

Tuğçe Dilan Satar

22


Hayallerin Peşinde “Solda, güneş yükseliyordu. Güneyeeee giderken”

Diye haykırırarak çalıyordu telefonumun lanet alarmı, evdeki sessizliği parçalarcasına. Apar topar alarmı kapattıktan sonra yatağımın köşesine oturdum usulca. Sigara paketinden bir sigara alıp yakana kadar ağzımdan onlarca küfür savurdum. Neden mi? Telefon alarmı yüzünden. Yaklaşık 271 gündür telefon alarmım bu. Nedenine gelirsek, o şarkı bizim en sevdiğimiz şarkıydı ve hayallerimiz vardı. Bir karavana atlayıp Akdeniz turu yapacaktık. Hiç dönmemecesine! Durumdan anlaşılacağı gibi, diğerleri gibi bu hayalim de gerçek olmadı. Güneşli güne küfürle başlamak gibisi yok. Ev sessiz, oda boş, sol yanım boş. Kahvaltı yapmak isteği gelmiyor içimden. Bir bardak acı kahve ve sigara ile geçiştiriyorum. Çayımın demini bile ayarlayamıyorum artık. Çok kilo aldım. Görenler de mutluluktan yemek yiyorum sanacak. Benim suçum yok bu konuda. Metabolizma meselesi. Sen gittikten sonra tün kıyafetlerimi değiştirdim. Çünkü çoğunu beraber almıştık. Gömleği her giydiğimde çektiğim acıya katlanmaktansa bir kenara atıp yenisiyle değiştirmeyi mantıklı buldum. Garipti. Hiç kimse karışmadı buna. Ama biliyorum izliyorsun uzaktan ve kızıyorsun benim zevksiz şeklimden. Bunları yazarken üzerimdekini bir hışımla çıkartıyordum ki elim sol yanıma çarptı.

23


Canın yanmamıştır umarım. Ağlamıyorum merak etme. Erkekliğime bok sürdürmedim. Öyle derdin ya hani. O gün bugün acı çekmedim senden sonra. Naçizane müziklerin, duman altı odamın verdiği psikolojinin elverdiği sürece unutmaya çalışıyorum seni. O kadar zor geçiyor ki günler. İnternet olmasa yandım. Bütün yemekleri oradan öğreniyorum. Her ne kadar benim yemeklerimi beğensen de elinin değmediği makarna bile zehir gibi geliyor bana. Bahçemdeki çardak yıkıldı yıkılacak. Sen gittikten sonra oraya da oturmadım. Canım çektiği zamanlarda oraya bir masa atıyorum, iki de kadeh. Geliyorsun biliyorum. İçtiğim rakı değil, hayalin sarhoş ediyor beni. Gözlerin tanıştığımız ilk günkü kadar güzel mi acaba. Öyledir eminim kıyamaz geçen zaman senin güzelliğini almaya. Hal kalmadı bende artık bedenim yoruldu. Ara sıra yürüyorum o sevdiğin sokakta. Önceden yaptığımız gibi.9 ay geçti ama orası değişmedi koca memlekette. Kimler geldi, kimler geçti. Deprem oldu, çok sular aktı üstünden ama o sokak senin bıraktığın gibi yerli yerinde kaldı. Ağır aksak bile olsa gidiyorum oraya vakit buldukça. Gözyaşlarım sayesinde yüzümün çizgileri derinleşti. Eskiden olsa bir bakan bir daha bakardı buralarda. Bilerek kızdırırdım seni, laf atardım kızlara. Nasıl da sinirlenirdin ama. Göz bebeklerin kocaman, yüzün kıpkırmızı olurdu sinirden. Ama merak etme kimse dönüp yüzünü bile çevirmiyor bana.

24


Yaşlandım sanırım, diyemiyorum da idare et artık. Pazar günleri geçiyorum genelde. Önce anneme, babama. Son olarak da seninle son oturduğumuz banka. Sohbet ediyorum seninle. Genelde ben konuşuyorum, sen dinliyorsun ama olsun ben böyle de mutluyum. Geçen insanlar neden bana karşı böyle bakıyorlar anlamıyorum. Hiç mi karşılıklı oturup konuşan çift görmediler! Bu konuşmalar genelde 1 saate yakın sürüyor. Bana kısa geliyor o süre zarfı ama seninle olmak bile mutluluk veriyor bana. Ne çok tozlanıyor duvardaki resmin. Saat başı temizlememe rağmen hep toz düşüyor üzerine. Kıskanıyorum onları. Belli ki çok sevmişler, sende kabullenmişsin onları. Olsun. İyi ol sen, iyi. Buralarda pek gün yüzü göremedin oralarda mutlu ol bari. O temiz yüreğinle cennetin locasında keyif sürüyorsundur eminim. Sana da o yakışır hayatım. Az kaldı galiba. Bende geleceğim oralara, biraz yandıktan sonra. Gözümde tütüyorsun. Kalp sıkışmalarım fazlaca arttı. Ve günler bu şekilde geçip gittiler yanımdan. Aradan 3 yıl geçti ve aynı düzen devam ediyordu. Artık bir şeylerin değişmesi gerektiğine inandım. Ömrümün sonuna kadar intihar eden eşimin arkasından yas tutup hayata kapanamazdım. Ve bir karar aldım. İstanbul a taşınıp, yeni bir iş bulacak, yeni insanlarla tanışacak ve yeni bir hayat kuracaktım kendime. 1 haftada eşyalarımı paketledim ve yola koyuldum.

25


Ulaşım, taşınma ve yerleşme işleri derken günler su gibi akıp gidiyordu. Derken bir gece kulübünde barmen olarak ise girdim. Tecrübem vardı. Tam 9 yıl önce 19 yaşında bodrumda küçük bir barda çalışmıştım. Yeni insanlar, yeni hayat derken yaşamın o klasik oyununa geldim. İstediğim oluyordu. Esimi unutuyordum yavaş yavaş. Gün içerisinde onlarca yeni insanla tanışmanın bunda bariz etkisi vardı. Kulübe sık sık gelen Marian ile aramda bir şeyler oluyor gibiydi. Marian benden daha iyi Türkçe konuşurdu. Rus olan babası ölünce, Türk annesi ile 8 yaşında Türkiye’ye gelmişlerdi. 20 yılda çok iyi Türkçe konuşur hale gelmişti. Bar çıkışlarında hep en sona kalırdı. Deli gibi içki içerdi ama hiç sapıttığını görmezdim. Uslu uslu terk ederdi kulübü. Ama bir gün onu hiç olmadığı kadar sarhoş gördüm. Normalin 3 kati içki içti o gece. Tam 40 dakikada tuvalette kusma evresi geçirirken yine en sona kalma geleneğini değiştirmemişti. Rica etti eve bırakmam konusunda. Kıramadım arabama bindi sendeleye sendeleye. Evlerimizin arasında 15 dakikalık mesafe vardı. Barda tüm içkiyi çıkaramamış olacak ki 2 kere de arabama kustu ve sızdı arabada. Uyandırmaya çalıştım uyanmayınca ben de anahtarı aldım çantasından evine kadar çıkarıp yatağına yatırdım ve çıktım gittim evden. O yatarken ki gülümsemesi hiç aklımdan çıkmıyor. Zrrrrrrrrrrrrrrrr

Cemre Bükrük Devamı 2. Sayımız da

26


SÖMÜRÜLMÜŞ HATIRALAR

Zihnimi esir alan o şarkı, Etrafımda dönüp duran bu insanlar, Gözlerimin önünden gitmeyen o eski hatıralar… Ve siktir etmek bu kadar mı zor diye sorarken kendime Ben zaten siktir etmişim diyorum oturduğum şu eski iskemlede… Hayatımın sömürülüşünü sigaranın söndürülüşü gibi yaşıyorum Birilerinin ellerinde çaresiz ve hissizce… İşkence değil miydi bu? Acıyı kalbimizde yaşatmak… Ruha yapılan en büyük günahtı belki de; Sevişirken ki o haz… Biz en büyük suçu işlerdik Kahkahalarımız da sakladığımız o gözyaşlarımızla…

Kapatın şimdi ışıkları; Kendi karanlığımda kaybolmak istiyorum.

Ebru Yenicevardarlı

27


BUGÜN YETERİNCE SEVDİM SENİ Aynı kalbin farklı yamaçlarından bakardık gökyüzüne Köşe kapmaca oynar gibi ‘aşk’ geldiğinde kaçışırdık. Ellerimiz hiç değmemişti birbirine Sensizliğin esintileri işlerken içime… Kaybettiğimiz bir şey kalmamıştı ardımızdaki aşktan başka. Korkularımızı yitirmiştik kalbin tenhalarında. Bekleyişlerimiz yoktu. Varlık ya da yokluğun bir önemi de kalmamıştı. Çünkü en kötü zindanlarda harap olmuş ruhlardık Yaşamdan ziyade ölümün kestirmelerinde otostop çekerdik. Gidişler sömürmüştü gelişleri! ‘Ben’ peşinde koşarken kaybetmiştik bizi Her neyse, Bugün yeterince sevdim seni.

Ebru Yenicevardarlı

28


Ben Değil Bu Dünya Fahişe Merhaba genç adam ! Şu an okudukların, yazmak istediklerimden ibaret sadece. Bembeyaz saçlarım ne gecenin karanlığına ışık ne geçmişimin karalanmışlığına. Bilmeni isterim ki, sen bu satırları okumaya çalışırken ben son paramla satın aldığım eroinimi soluyor olacağım. Etrafta havai fişekler patlıyor! Kırmızı şarap sever misin ? ‘Ahh, olamaz bu şarap benden de yaşlı olmalı.' Gözyaşlarıma engel olamıyorum. Bu duman sadece ciğerlerimi yakmıyor artık. Affedersin, uzun zamandır ne kalem aldım elime ne kâğıt. Harflere sövdüğünden adım kadar eminim. 'Adım neydi benim ? Ah evet ‘Katria’. Her şey ben 17 yaşındayken başladı

29


Babam, doğumuma 15 dakika kala trafik kazası geçirdi ve ‘merhaba’ diyemeden veda etti bana. Hastaneye yetişmek için çok hızlı kullanmış arabayı. Bir anlık bir şey işte, tırın altında can vermiş. Biliyor musun kaza olduğu sırada hayattaymış babam . fakat tır şoförü arkasına bile bakmadan devam etmiş. Alevlerin arasında kül olmuş babam, cennete giderken cehennemden geçmiş! Annemin psikolojisi alt üst olmuş, uyuşturucuya başlamıştı. Kollarını hatırlıyorum da şimdi delik deşikti. Mosmor gözleriyle izlerdi dünyayı. Dudakları sigaradan rengini yitirmiş, dişleri yarı dökük şekilde gülümserdi bana. 16 yaşındaydım onu kaybettiğimde. Komaya girmişti, çok fazla hatırlamıyorum ölümünü.

30


Amcam olayı öğrenir öğrenmez yanına aldı beni, cenazesine bile gidemedim. Tek akrabamız olan amcam Kiev’de bir pansiyon işletiyordu. Çok yakın sayılmazdık onunla. Odaları temizlemekle görevlendirmişti beni, arada diğer işçilere serviste yardım ediyordum. Kimsesiz kalmıştım, yapayalnız ne yapabilirdim ki ? 17 yaşına henüz girmiştim. 8 numarada Fransız bir adam kalıyordu. Amcam onun odasını temizlememi söylemişti. Akşam üzeri odasını temizlerken çekmecesinde beyaz, deri kaplı bir silah buldum ve bunu amcama söylemem gerektiğini düşündüm. Tam o sırada kapı kapandı. Adam içeri girdi ve bana sürekli bağırarak Fransızca bir şeyler söyledi. Kanım donmuştu sanki, kalbim göğsümü yırtarcasına atıyordu. Hemen odadan çıkmak istedim, izin vermedi. Çığlık attım defalarca, kimse duymadı. Ağzımı kapattı büyük elleriyle ve duvara yasladı beni.

31


Tırnaklarımı bileklerine geçirmiştim. Dişlerimi sıkıyordum, kendiminkini değil onun nefes alıp verişini duyabiliyordum sadece… Hayallerim birer birer terk ediyordu beni. Beyaz sayfamın ortasında tükenmez kalemle çizilmiş siyah bir nokta vardı artık. Hiç silinmeyecekti, izi daima diğer sayfalarda takip edecekti beni. O gece duş alıp yattım hemen. Ağlayamıyordum, unutmuştum ağlamayı ve artık o çocukça gülümsemelerimde yarı yolda bırakmıştı beni. Amcama söyleyebileceğimi hiç zannetmiyordum. Karanlık tüm ruhumu sardığı gibi, bedenimi de kaplamıştı artık. Sabah uyandığımda amcam dün geceyle ilgili sorular sormaya başladı. İyi de nereden haberi oldu?

32


Kim söyledi olanları veya kim gördü? Sorularının hepsini yanıtsız bıraktım. Akşam yemeğinden sonra mutfakta bulaşığa yardım ediyordum ki tam o esnada balkonda amcamla 8 numaradaki adamın bir şeyler tartıştığını duydum. Adamın söylediklerini anlıyordum, kesinlikle Fransızca konuşmuyordu. ‘Paramı ver‘ dedi amcam ve adam en sonunda ceketinin cebinden iki deste para çıkardı. Olanları anlamaya başlamıştım. Amcam öz kardeşinin kızını satmıştı. Nefret ediyordum ondan, o adamdan, bu pansiyondan her şeyden nefret ediyordum. İntihar etmeyi düşündüm, beceremedim.

33


Artık sadece ölümü bekliyordum. Tanrı’ya beni yanına alması için her gece yatarken dua ediyordum ve ardından geçmişime sövüyordum, anneme sövüyordum, babama sövüyordum. Neden yalnız bıraktılar beni? Neden vazgeçtiler benden? Bu kadar kolay mıydı anne? Hiç düşünmedin mi gerçekten beni? Bir sabah erkenden kalkıp pansiyondan kaçtım. Ne olacağı ve ne yapacağım önemli değildi. O pislik yuvasından, o piç kurularından kurtulmak istiyordum artık. Üç gece bir parkta sabahladım. Son gece bir genç kaldırdı beni.

Oğuzcan Yüce Devamı 2. sayımızda

34


35


İŞTE ÖYLE Hayat kadar bayat yürek kadar tazeydi anılar. Bilmedik bilemedik değerini ısıtmadı hiçbir avuç.

Kordu kör değildi zaman. Saf bir rüzgar biraz kıvılcım ve insan. İnsan; işte o zaman bir insan.

Önüne gelene bir tekme. Ben ve ben oturmuşuz bir köşede. Bir köşe ben ve ben işte öyle...

Mert Alagöz

36


Sen Gidiyorsun Sen gidiyorsun ya hani; Ben ayrılıkları üzerime alıyorum! Olur olmaz aklıma gelişlerinle, benden gidişini düşündükçe yokluğunda üşümeyeyim diye, Ayaklarım ellerim buz yerine yollarını kesecek. Sana varmayacak hiçbir yol! Yaktığım her sigaranın dumanı ayrılığa, Ayrılık sonrası virane olan halime tütecek Gözüme yokluğun kaçacak sonra ben ağlayacağım. Ama mazeretim var benim ağlamıyorum Diyerek sürüp giden bin bir çeşit mazeretim.

37


Sen gidiyorsun... Her sabah aynada yüzümde bulduğum seni dalgınlıklarımla kaybediyorum. Yüzüme bakacak yüzümde kalmıyor aynalarda'' Solduruyorum gülüşlerimde senle dolu geleceğimizi. Ve hücrelerime hapsettiğim ihanetleri beynimi kemirircesine, Kendimi Bitirircesine, Yani ölürcesine olur olmaz düşünüyorum Ölmenin sancısıyla yaşıyorum. Adıma yakıştıramıyorum yalnızlığı tek başıma Oysa biz seninle mutlu bir çifttik, Aslında ben kendimi sende hep çok seviliyor biliyordum. Demek biz birbirimizi bizliğe tamamlamamışız.

38


Yarına hep yarım kalmışız, Nice yangınlar söndürdü bu yürek '' Gözyaşlarından damla damla kan kusarken, Birde sen gelirken gitmelerinle hüsrana uğratma beni! Yıkıntılarıma, geceleri hıçkıra hıçkıra ağlamalarıma sebep olma güzelim. Sevdiğin kadar sevilirsin deme sakın bana! Ben hep sevilmediğim kadar sevdim. Buyüzdendir korkum aşkına. Ben ne sendeki muhteşemliği, Nede gözlerindeki özelliği sevdim. Yalnızca soluklandığım vakit bana nefes oluşunu sevdim Anlayacağın güzel kız ben sende dahi kendimi sevdim.

39


Seni seviyorum diye, Beni seviyorsun diye. Belki sana adamlığın tedavülden yok olduğu biranda geldim, Ama serseri diye seslendiğin adamlığımla geldim. İşte bu yüzdendir sana güzelim derken tüm gerçekliğimi öne sürmem. Ben Seni seviyor olacağım ; sen ne zaman sever beni diye düşler kurarken.

Savaş Tekemen

40


O DERECE Izdırapı bilenlerin bile hadi ya diyebildiği Anlatılabilirliğin ötesinde Anlatılmazlık mertebesinde O derece yani Anla bana çektirdiklerini Paspas bilir misin paspas Ayaklarının altına bak ta gör Yamyassı bir adam Bir cilası eksik O derece yani

41


Anla bana çektirdiklerini Sızım sızım sızlayan yara var ya O şekil içten ve kemirgen Dil yarası ile pekişen O derece yani Anla bana çektirdiklerini Ya yeter diyorum Yok sanki geber diyorsun Hadi dedikçe bir güzel siniyorsun O derece yani Anla bana çektirdiklerini Ama sıramı bekliyorum Senden sıra gelir mi onu da bilmiyorum Olmadı mı tabana kuvvet diyorum Boş ver kır kalemi , kes cezamı be güzel O derece yani Anla bana çektirdiklerini

GÖKHAN AKALIN

42


Sevdiğim Geceler zehir gibi yine bugün.. İçtiğim sigaradan beter geceler... Gözlerim kan çanağı... Alışılmıştan uzak bir gecedeyim bugün... İndirdim duvardaki saati... Zamanı durduruyorum senli günlere... Yastığım vermiyor ki huzur yokluğunda gözlerime.. Ah sevdiğim ah... Dokunsaydin şimdi yüzümün sana hasret yanına... Gecemi kalırdır yüreğimde... En güzel sabahları sermezmiydim pencerene... Yanlızlıklarını ve suskunluklarını hatta korkularını bana bırak... Ben güzel gülüşlerin gözlerin için yaşamaya yeminliyim...

43


Sevdiğim.. Dokunsana şimdi yüzümün sana hasret yanına... Ben sana dert değil derman olayim... Soluğum olurmusun nefesiz kaldığımda... Yağmurum olurmusun benim kuru toprağa döndüğümde.. Dalimdaki gülüm olurmusun dikenlerle can çekişirken.. Yanlizliğim bu gece suskunluğumu yendi... Ruhum dilime yenik düştü bu gece... Kalemim gönül sayıfama yetmedi tükendi... Sabahlar geceye büründü bugün yer gök zifiri karanlık... Bir tek SEN... Bitip tükenmeyen SEN oldun Dünyamda ömrümde yüreğimde sol yanimda nefesimde... Hayatım olurmusun ömrümün geri kalanında... Tepeden tirnağa sen doluyum bugün... Yüreğim hüzün sokağı... Güldüremiyorum asık suratımı yanlızlığında... Güneş doğudan doğsa bile. Gözlerim batıdan esen rüzgâra hasret... Sana hasret nefesine gülüşüne hasret... Ey yüreğimin Başkenti sevdiğim...

Ekrem Şen

44


45


46


47


48


49


1931 yılında, o zamanlar Tunceli’ye bağlı olan ve daha sonradan Erzincan’a geçen, Pülümür ilçesinde dünyaya gelen ve Dersim İsyanı nedeniyle, göç etmek zorunda bırakılan ailesiyle sürgüne gönderildi. 1947 senesinde Bilecik Ortaokulu’ndan, 1950’de de Haydarpaşa Lisesi’nden mezun olan Süreya, 1954'te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Maliye ve İktisat Bölümü'nü bitirmesinin ardından Maliye Bakanlığı'nda müfettişlik yapmaya başladı. Temmuz 1965’te görevinden ayrılarak 1961’de kuruculuğunu yaptığı Papirüs dergisini yeniden çıkarmaya başlayan Süreya o sırada hayatını, yaptığı Fransızca çevirileri sayesinde idame ettiriyordu.

50


1971 senesinde tekrar Maliye Bakalığındaki işine dönen Süreya 1978 yılında Kültür Bakanlığı'nda Kültür Yayın Kurulu Danışma Üyesi oldu. 1982 senesinin Şubat ayında müşavir maliye müfettişliğinden emekli olmasının ardından yayınevlerinde danışmanlık, ansiklopedilerde redaktörlük ve çevirmenlik de yapan Süreya, Papirüs'ü üç kez çeşitli aralıklarla çıkardı. Pazar Postası, Yeditepe, Oluşum, Türkiye Yazıları, Politika, Yeni Ulus, Aydınlık, Saçak, 15 günlük Yazko Somut ve haftalık 2000'e Doğru dergilerinde de köşe yazıları yazdı.1983 yılında, Orta Doğu İktisat Bankası yönetim kurulu üyeliği görevini üstlenen Süreya emekliliğinden sonra bir dönem, Oluşum, Türkiye Yazıları, Saçak ve Maliye Yazıları gibi dergilerin kültür-sanat bölümlerinde yöneticilik de yaptı.

51


İlk şiiri olan “Şarkısı-beyaz” Ocak 1953'te, Mülkiye dergisinde yayınlanan Süreya, şiire lisedeyken aruz denemeleriyle başlamasının ardından üniversite yıllarında serbest vezinle yazmaya yöneldi.

Şiirlerindeki şekil, muhteva ve anlatım özellikleri ile kısa sürede okuyucuların dikkatini çeken Süreya, 1950’lerin başında oluşan İkinci Yeni şiir akımına katıldı. Zamanla İkinci Yeni hareketinin önde gelen şairlerinden biri pozisyonuna gelen Süreya, şiirde anlamsızlığı savunan görüşleri benimsemedi; geleneğe karşı olmasına rağmen geleneğin yeniliklerini kullanmayı seçti. Doğu ve Batı şiirinin birbirini tamaladığı değil, birbirine karşı geldiği noktada yer almayı seçen Süreya, şiirinde cinselliği işlerken toplumsal ve etik değerlere de sırt çevirmemeye çalıştı.

52


Yazılarında sorunları çözümlemeye çalışmak yerine yeni sorular sorma üslubunu benimseyen Süreya, denemelerinde de kendi görüşlerini belirtmektense diğer şairlerin düşüncelerini incelerdi. Siyasal konulara da değinen Süreya’nın, Hürriyet Gösteri ve Milliyet Sanat’ta yayımlanan günlüğü, otobiyografi, anı ve deneme türlerinin bir sentezidir.

Üvencinka eseriyle, Arif Damar ile birlikte 1958 yılının Yeditepe Şiir Ödülü’nün sahibi olmaya hak kazanan Süreya’nın Göçebe adlı eseri ise 1966 Türk Dil Kurumu Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü.

53


Toplu şiirleri 1984 yılında Sevda Sözleri adı altında basılan Süreya, 9 Ocak 1990 tarihinde İstanbul'da hayatını kaybetti. Hayatı boyunca 4 kere evlenen ve 29 farklı evde oturan Süreya’nın bu yaşam tarzı şiir ve yazılarına da yansıdı. 4 Kasım 1989 imza tarihli miras yazısında, eşine bıraktığı iki halı, kütüphane, çiçeklerin tümü, büyük ayna, bütün kitaplarının telif hakkının yarısı, kendisini ve bütün notlarını eşine bıraktığını belirten Cemal Süreya adına, ölümünden sonra bir şiir ödülü verilmeye başlandı.

Süreya’nın hayatı ölümünden sonra Feyza Perinçek ve Nursel Duruel tarafından, 1995 senesinde, Cemal Süreya / Şairin Hayatı Şiire Dahil ve 1997’de de Cemal Süreya Arşivi adıyla iki kitap olarak yayımlandı.

54


Düzyazı Şapkam Dolu ÇiÇekle (1976) Günübirlik (1982) onüÇ Günün mektupları (1990, ö.s.; YkY 1998) 99 Yüz (1991; YkY 2004) 999. Gün / üstü kalsın (1991) Folklor Şiire Düşman (1992) uzat saÇlarını FriGYa (Günübirlik’in Yeni basımı: 1992) aYDınlık Yazıları / paÇal (1992) oluşum’Da Cemal süreYa (1992) papirüs’ten başYazılar (1992) Günler (999. Gün’ün Genişletilmiş basımı: YkY 1996) GüverCin Curnatası (Cemal süreYa ile konuşmalar: haz. nursel Duruel, YkY 1997; Genişletilmiş basım: YkY, 2002) toplu Yazılar i: Şapkam Dolu ÇiÇekle ve Şiir üzerine Yazılar (YkY 2000)

55


Şiir üverCinka (1958; YeDitepe Şiir armağanı) GöÇebe (1965; 1966 tDk Şiir öDülü) beni öp sonra Doğur beni (1973) sevDa sözleri (uÇurumDa aÇan ile birlikte toplu şiirleri: 1984) sıCak nal ve Güz bitiGi (1988; behÇet neCatiGil Şiir öDülü) sevDa sözleri (bütün şiirleri: 1990, ö.s; YkY 1995)

2. Sayımızda Atilla ilhan Sizlerle olacak 56


57


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.