Poetika E- Dergi Sayı 2

Page 1

1


2


ÖYLE BİR GİTTİN Kİ KADIN

Resim Ufuk Silik

3


Öyle bir gittin ki kadın! Şimdi; Ardından okunan ağıtlara mı ağlamalıyım? Yoksa bir gün geleceğinin hayalinde mi kavrulmalıyım? Her defasında benliğimi katleden o hatıralarının Derin sularında intihar ederken kalbim Ben dünyanın sahteliklerine bürünüp İnsanları boş gülüşlerimle mi kandırmalıyım? Ne yapmalıyım kadın? Seni unutmalı mıyım? Tebessümün boş duvarlarda belirirken, O, ‘seviyor’ diyen papatyaları tek tek yakmalı mıyım? Kalbimi ne hâle getirdin be kadın! Cennet bahçesine çevirip siktirip gittin. Ne yapacağım ben bu cennette meleğimsiz. Güneşin doğuşunun tadı yok ki sensiz!

4


Giderken bizi bıraktın be kadın! Keşke bizi bırakacağına ardından bir iz bıraksaydın. Bir not yazsaydın mesela nereye gideceğine dair Yada bir neden yazsaydın neden gittiğine dair... Sessizliğini bırakıp gittin kadın. Oysaki her kızdığında bağırıp çağırırdın! Gel de bağır be kadın... Yeter ki gitme. Kadehimi sensizliğe değil gelişine kaldırayım Gidişinle harap etme. İnat etme kadın; inat etme. Meleğimdin oysa şeytan olup aşkı cehenneme çevirme! Susma kadın Biliyorum geleceksin. Diretme kadın Bir gün sende seveceksin Ve bir gün sende terk edileceksin. Terk edilmeden gel be kadın…

Ebru Yenicevardarlı

5


Fırsatsızlıklar içinde Aşk

6


Nasıl gidiyorsun öyle Ben gidemem mesela Geride, sevgi bırakarak gidemem. Nasıl sevmiştim seni oysa Sevmiştim işte tarifi yok Zaten aşk ta tarif istemez. Başlamamış bir ilişkinin ayrılığı olur mu? Oluyor işte ben tek başıma yaşıyordum o aşkı. Ne birlikte dinlediğimiz şarkılarımız vardı bizim Ne de oturup sohbet ettiğimiz yerler. Bazılarına tek şarkı acı verir Bana tüm şarkılar acı veriyor Tüm sokaklar acıtıyor beni. Acıtıyor çünkü Sokaklar “Sen” lerle dolu. Hiç birini sana benzemiyor Benzemiyor benzemesine ama İşte öyle özlüyorum ki seni, Sana az benzese içim bir hoş oluyor.

7


Düşünüyorum Hep seni düşünüyorum. Bazen sinirleniyorum, duvarları yumrukluyorum Ellerim kanıyor, kalbimin kanadığı gibi. Bu dünya intikam alıyor bizden Dünya sevenleri istemiyor, Sevgimizle öldürüyor bizi. Unutamıyorum seni Ama biliyorum Yavaş yavaş unutacağım seni İşte o zaman nefret edeceğim kendimden.

8


İlk sesini unutacağım mesela Sonra gülüşünü Bakışlarını Sonra bakmaya doyamadığım gözlerini Ve daha sonrada saçlarını. Bir bütün halinde unutamam seni, Yavaş yavaş unutacağım seni, Yavaş yavaş öleceğim, seni unuttukça.

Ufuk Silik

9


TerkedilmiĹ&#x;lik

10


Ben titreyen kelimelerimle vazgeçtim her şeyden.. İlişki yaşamaktan, varlığımı kanıtlamaktan sıkıldım artık. Koduğumun dünyasının yalan yanlış varlığından nefret eder hale geldim. Bazı küçük beyinlerin yaşamdan tat aldığını gördüm göreli, sözlerim değersiz, bütün önermelerim tutarsız. Yoklardı aslında, hiç yoktular. Zordu, çok zordu ! Yapmacık gülüşlerim bile soldu. Artık tanıyamıyorum aynadaki yorgun adamı. Kalbime tuzlu sular basıldı, hayata hiç tutunamadan bitiyorum işte. Ben, kurşuna dizilmiş hayallerimle gidiyorum buralardan. Hiç dönmemecesine! Bir sıfır gibi etkisezleştiğim bu hayatta, artık kimsem yok benim ! Bir ayakkabıya sürülen boya kadar yalnızım. Çok ayrı bir acı bu. Kimsenin açıklamasına kalkışamayacağı kadar zor başaramadıklarımın hikâyesi. Sanırım yine başa döndük. Kimse yok.HİÇ KİMSE ! Kaderime bir lise anısı ekleyecek, bir rüya hatırlatacak, unutturacak kimse yok mu? Sorularıma cevap olacak, beni incitmeyecek yok mu ulan! Asıl şimdi ölüyorum ben, o kadar inanmıştım ki size, kan ağlayan yapmacık suratlarınızdan başka ne var? Koca bir hiç, koca bir boş! Geçmişi savurarak geçin gidin önümden. İştelerime keşke aramayın.. Ne zaman isterseniz sizden artakalan enkazıma ana tema olabilirsiniz..

11


Bu dakikadan sonra korkun bir şairin yıpranmışlığından, tanrı tarafından ödül verilmiş nacizane bir beyin karmaşasından suratlarınızı donduracak yazıları hakedin, korkmayın. Unutulması gereken bir faili mechul yok gidişimde. Sadece, günahlar var, sözler var unutulan, hatıralar zinciri var halkası kırılan. Artık zihninizi kurcalayan paranoyalardan arının. Geçmişinizi kundaklayan tek bir adam var!Aynı yerde duran, o derin yok oluşa meydan okuyan. Yalnız, düşlerini kurşunlatan! Matemini tutması gereken bir adam!

Cemre Bükrük

12


Ah Be Kad覺n!

13


Çatlamış dudaklarından sızan kan damlalarıydı hayat, Aşka susamışlığından. Kaç adam biriktirmişti göz bebekleri? ve kaçı adamdı gerçekten? Kalbi kaç karattı? Biçilseydi değeri benimdi, şüphesiz. Ah be kadın! Tanrı'ya mı inanıyım? yoksa gözlerine mi? Ellerin bu cehennem vaktinin, sırat köprüsüydü. Tutsam cennetle müjdelenecektim. Ah be kadın! Neden eşsizsin bu hiçlikte? Bu hiçlikte neden her şeysin?

14


Yalnızlığı istesen bile; benimle yalnız ol. Ben seninle yalnızlığa bile varım. Simsiyah gecelerim var benim, ay ışığımsın sen. Her gün batan güneşlerim var, yakamozsun sen. Sen, ah sen varya sen, Hiçbir içkinin veremediği, sarhoşluksun. Giderken ölümümü fısıldasanda, melekler halt etmiş yansımanda. Tenine veda ettiğim zaman, önümde çırılçıplak kalakaldı şiir. Gidiyorum, bir daha yazmamak üzere.

Oğuzcan Yüce

15


5/1

16


altın değerinin insan değerinden daha büyük olduğu bu dünyada hayat gökdelen sahibi bir adamın sıkıntıdan hatta iki yüz seksen altıncı kattan atlayıp intihar etmesi kadar acıklı olabilir yalnızca kumar masasında kaybedilen milyarlar artık bir şey hissettirmiyor bana diğer tarafta nefesi kokanlar etleri kemiklerinde kaybolanlar bir dram filmi olur olsa olsa izlenecek gökdelen plazmalarında tek boyut beyinler beş boyut sinemalarda

Tuğçe Dilan Satar 17


BİR SABAH DAHA

18


Güneş bir tokat misali çarparken yüzüme Uyanmaya direttiğim o günlerden biri daha geldi işte. Gözümü açtığımda yoksan ne anlamı var uyanmanın? Sensiz bir sabah istemiyorum be kadın! Her günümde bin küfreder oldum Şükrettiğim nimetler yokluğunda zehir, Gülüşlerim keder, sensizlik ise dillerde ‘kader’ oldu. Adım beter oldu sayende Bu aşk gelişinle değil gidişlerinle doldu. Şimdi ise; Gelişine söver oldum gidişine hasret… Sen ‘aşk’ oldun benim ne olduğumu siktir et.

Ebru Yenicevardarlı

19


Bir Bilsen Jessica

20


Seviyorum sevgili Hem de nasıl seviyorum bir bilsen. Düşmanından intikam alan Biri gibi seviyorum seni.

Nasıl bekliyorum seni sevgili Hem de nasıl bekliyorum bir bilsen. Yeni doğmuş bir kuşun uçacağı ilk anı Beklemesi gibi bekliyorum seni.

Seni kaybetmekten korkuyorum Hem de nasıl korkuyorum bir bilsen. Kör bir adam, bastonu kaybettiği zaman nasıl korkuyorsa Bende seni kaybetmekten öyle korkuyorum sevgili.

21


Senin beni sevdiğini nasıl anlıyorum biliyor musun? Her gece rüyalarıma girip aklımdaki sorulara Cevap vermediğin zaman anlıyorum. Çünkü sorularıma cevap bulunca Seni kaybetmekten korkuyorum sevgili.

Ben seni kaybedersem aynı o kör adam gibi, Yolumu bulamam sevgili, Kaybolurum düş evrenimde.

Ufuk Silik | Yalanlar çok acıtıyor Jessica |

22


Senaryolar

23


Durdum ve düşündüm bugün. Baktım yaşadıklarımıza etraflıca. Sen kokusu işlemişken gömleğime, bir şey değişmeden, karanlıkken puslu gözlerde, tek kişilik yatağımda sağır kulaklarımla içtim senden vazgeçişlerimi.Kimsenin sahiplenemediği mevsimsiz yağmurlarımda ıslattığım sevinçlerim mutluluktan bihaberken, adeta buz dolu küvet çıktı gülümseyişlerim. Acıydı, hemde çok.. Kan vardı, bir avuç dolusu.. Soğuktu, yüreğimin hisleri alınmış gibiydi. Baştan aşağı 'SEN' eseriydim işte..Resimlerdeki masum gülüşlerimiz hiç kalmamış, bütün suretlerimiz bizbirimizden bağımsız defnedilmeye yeminli sanki., ışıksız paçavralara sarılmış senin, yüzüne yarım kalmış çelimsiz şiirlerim, ablukaya alınmış hislerim... Eskiden olan Morg adı yok şimdi, tadı var izdüşümlerimde..Senin başka tenlere değen narin gözlerin, benim sana infilak eden kelimelerim, bir bir devriliyor sana sur olan harflerim.. Hazin zamanlarda, beynimle savaşım hep içine çekti beni, kalbimin sınırları aşılmış, yalnız hissi sensiz.. Bir sokak köpeği bile uğramıyor. Sonrasızım...Bakışlarını anımsatan hiç bir sızı kalmadı, yağmalandı.. Cesetime gömdüm bıraktığın tüm katliamları. İşledim sabrın tüm kelimelerini.. Acıların kıvrımlarını ümitlerle besledim. Sol yanıma kefenimi koydum, konumu işledim uyudum. Beyaz, bembeyaz....Yok şimdi mekanın, başlı başına bütün şehirlerdesin. Biriktirdiğim kaldırım taşları arkamda koca bir dağ kaldı. Sen hangi masalın kaçıncı sonusun ? Bilmiyorum ! En çokta bu bilinmezlik acıtıyor canımı.Yan etki yaratıyor yokluğunda, Ardına bakmadan gidişlerin, nedensiz vazgeçişlerin..Senaryoları hep kendin yazdın, kendin oynadın.. İnfaz ettin her oyunca hislerimi, sana yazdığım şiirler çöpte. Sen benim kafiyem, redifimdin. Adresi meçhul gizli öznem.. Kendi fırtınasına tutunamayan bir adama aşık ettin kendini, belki doğru anlaşılamadın.. Yollar gitti ayakucumdan. Takatsizim..

24


Artık tamamlayamayacağım tek şey senin yokluğun. Yalnızlığı bir çamur gibi sıçrattın üstüme, yapıştı kirin. Sorgulamadan üstlendim suçunu. Alt tarafı ayrılıktı değil mi?

Cemre Bükrük

25


Olmayトアnca テ僕mテシyor

26


Kedi gibisin; sırnaşma öyle derdin be sevgili de, Dokuz canımı da verdim, engel olamadım ayrılığa. Kızıl cennetimdin sen benim, Zerre beyazın yoktu. Al yanakların sevaptı bana Bembeyaz yalanların, günah. Dudakların şarap kırmızı, yakar. İçemediğim halde yine bendim yanan? Bakma sen, Senden ayrı bin türlü dert başımda Olmadı, Çıkaramadım bir türlü yüreğimden. Bilmiyor muydum sevmediğini? Ne münasebet. Yüzsüzlüktü benimkisi, aldırma. Giderken de yaptığın gibi bakma ardına.

27


Sensiz geçen her dakikaya sövdüm, Zaman durdu, sensizlik akıp giderken. Gözlerim yaşlıydı belki Fakat sevgim, inadına genç. Eskimeyen aşkın; Arka koltukta unutulmuş bir çocuk gibi taze Ve bir o kadar da annesizlik korkusuyla çürümüş. Tanrı'nın dediği gibi değildi ! Cennet kıpkırmızıydı bende, cehennem bembeyaz. İnanmıyorum bu yüzden.

Oğuzcan Yüce

28


KİLİSE PAPAZI İLE SÖYLEŞİ

29


Dünyanın yuvarlaklığındansa Bu yuvarlak hareketler, Dünyanın düz olduğunu iddia edenler, Hepimizden zekiler. Keşke haklı çıksaydı En gerici kilise papazı; Siktir olup gitsem buradan Yollar dönüp dolaşıp, Yine bu karanlıkta boğulmuş yeri bulmazdı. Otur be sende bir yılların papazı, Bırak şu aforozu, endüljansı, Doldur en uzun ayinlik şarabını. Dünyanın günahını çıkarsan, İsa yeniden doğar mı?

30


Bırakın şu dogmatik yalanları, İnsan nasıl söyler, Kendi inanmadığını? Neden öldü insanlar savaşlarda? Belki de hepsi, Aşağılık bir otoritenin, Nüfus politikası. İnanmadığım için öldüreceksen beni, İnanıyorum derim. İstediğin yalanı, Kendi ellerimle veririm. Biliyorum sıktım biraz canını. Ama şarap söyletti doğruları. Bundandır bizim dinde, Şarabın yasak olması.

Tuğçe Dilan Satar

31


SEN O ADAM

32


Sen o adam… Evet, sen; Senin dudaklarında saklıydı yas! Bir hüzün tadı hâkimdi inceden… Hüzün bulaştırmıştın bana dudaklarında kaybolurken…. Sanki Sana yaklaşmak; Ümitsizlik çukuruna kendini usulca bırakmakla eş değerdi. Veyahut Sana yaklaşmak tüm günahları kabullenmekti. Ve ben yaklaşmıştım sana; sen benden uzaklaşırken… Ben sevmiştim seni! Sen kendi enkazında gömülürken… Bir mum yakmıştım ardından Tanrı’ya geri dönmen için yalvarırken… Ve Ben geri dönmeni beklerdim… Sen Azrail'le sevişirken...

Ebru Yenicevardarlı

33


Belki Umutsuzluktan Bir Umut DoÄ&#x;ar

34


Dayanılmaz bir hal almıştı her sabah doğup her akşam ölmek. Çok kötü bir durumdu. Cehennemi dünyada yaşamak gibi bir şeydi. Bir farkı vardı ama orada ateşle yakıyordular, burada umutla. İnsanı dünyada öldürmenin en kolay yolu onu bir umudun içine hapsetmekti. Her zaman ki gibi bu akşamda Azrail yine ziyaretime gelmişti. Onla her akşam oturup sohbet ederdik, nasıl bir ölüm bana yakışır diye. Kanlı sohbetlerimiz olurdu. Bazen kimse sevmiyor beni diye sitem ederdi. Aradan çıkışırdım “ben varım” diye. Sohbetimiz gece yarılarını bulurdu. Bazı geceler erken giderdi yanımdan, işi çıktığı için. Saygıyla karşılardım bu durumu. O gidince uyurdum bende. Artık sıkılmıştım, sabahları yeniden doğmaktan. Günahsız doğsam, onu unutmuş olarak doğsam bu durumdan şikâyetçi olmazdım. Sabah kalkıp üstümü giyindim, saçlarımı yaptım, parfümü mü sıktım, hani bir tabir vardır ya “damat gibi olmak” işte tam öyle olmuştum. Her şeyi göze almıştım, ailemi, okulumu ve en önemlisi de geleceğimi. Geçmişim çok iyi olmasa da geleceğim belki iyi olabilirdi. Tabi böyle düşünmek bile saçmaydı, ben ve geleceğim parlak olacak, gülünç bir durumdu. Yollun kenarında duran eve uzunca baktım, ama ev bana kısa bir bakış attı. Yolun düzüne doğru yürümeye doğru devam ettim. Gideceğim yere yaklaşmıştım, zaten uzak bir yer değildi. En üst kata çıktım. Manzarası güzeldi, denizi görüyordu. Her yer inşaat alanıydı. Birçoğunun temeli atılmış yarım bırakılmıştı. Sıkıntı yoktu yani ölmek için. İntihar etmek için her yer uygundu günümüzde. Çık sokağa atla bir arabanın önüne, öldün demek isterdim ama bazen sakat kalınıyordu. İşte tam da beni bu noktada sıkıntı basıyordu. Kimsenin benim yüzümden sıkıntı çekmesini istemezdim. Ölümden korkmazdım ama can çekişmek, ölümden kötüydü. Birilerine bağlı olduğunu hissetmek, çok kötü bir durumdu. Onun için sakat kalmaktan, can çekişmeden ölmem gerekiyordu. Bunun için çıktım bir inşaatın en üst katına.

35


Rahat on katlı bir inşaattı. Aşağıda demir kazıklar dimdik duruyordu, bana hadi dercesine. İçimden bir ses “belki daha iyisi”. Yok, olamazdı ondan daha iyisi olamazdı bu dünyada. Onun gibi bakan, onun gibi gülen, onun gibi beni kendisine bağlayacak kişi yoktu bu dünyada. Olmamalıydı yani. İnsanın geleceğini bir kişi için silmesi aptallık mıydı, yoksa aşk mıydı? Aslında aşk neydi? Mutluluk muydu? Sonucu yalnızlık olan bir serüven miydi? Yine o sanrılar başlamıştı. Sorular akşam olduğu gibi kafamı meşgul ediyordu. Ben ölmekten mi korkmuştum? Hayır, ölmek yaşamaktan daha kolaydı. Son bulmalıydı bu sorular. Bu işkence son bulmalıydı. O kadar hazırlık boşa gitmişti, sabah kalkıp üstümü başımı onun için giyinmiştim. Her zaman yaptım gibi akşam planımı kurmuştum. Yazsam roman olur denir ya, benim kurduğum planlarla romanlar basılır. Ama her zaman ki gibi sadece benimkiler planda kaldı uygulamaya geçmedi. Aslında buraya gelmeyecektim, bu inşaata çıkıp intihar etmeyecektim. Gidip konuşacaktım Katie ile. Ama o beni görmek istemiyordu. Evin penceresini beni görünce kapamıştı yüzüme. Duygularıma yine kapamıştı beni. Aslında dışarı gelse her şeyi söyleyecektim. Onu nasıl sevdiğimi. Eğer onun derslerini engellersem beni terk etmesi için ona fırsat vereceğimi. İlla birlikte olmanın çıkıp gezmek olmadığını, dakika başı mesajlaşmamamız gerektiğini. Evet, buydu işte beklide çağımızda ilişkileri bitiren olaydı bu mesajlaşmaktı. Kimse yüz yüze konuşmaya cesaret edemiyordu. Her şeyi mesaj atarak söyleyeceklerini zannediyordular. Artık sevdiğin kişiye ilk defa sevdiğini söylerken bile bunu mesajla yapıyorduk. Ama eskiler sırf bir birlerini görmek için evden kaçıp bir göl kenarında ya da bir sokak arasında veyahut bir parkta buluşurdular. Sırf birbirlerinin gözlerine bakıp “seni seviyorum” diyebilmek için.

36


Günümüzde cesaretsizlik başını almış gidiyordu kalplerde. Bazı şeyleri bayağılığa indiriyorduk. Beni de bu mesaj denen illet yakmıştı. En yakın dostum belirdi yanımda, inşaatın en süt katında. Ama bir değişikti yüz ifadesi gülüyordu, tavırları değişmişti. Acelesi var gibiydi. Sanki bana “hadi atla bekletme beni, daha çok işim var” der gibi bakıyordu. Dost dediğim kişi bile ölmemi istiyordu. Ne saçmalıyordum ben tabi öyle bakmalıydı, onun işi buydu. Bekletmeyecektim onu. Tüm cesaretimi toplayıp, kendimi demir çubukların üstüne bırakırken, geleceğimi Azrail’e emanet edecekken. Bir ses arkadan “dur beni geride bırakma” diye bağırdı.

Not: Hikâyenin Devamı Aslında bu sayıda olacaktı Bazı aksaklıklardan dolayı yayımlanamadı kusura bakmayın.

Ufuk Silik

37


Hayallerin PeĹ&#x;inde

38


Zrrrrrrrrrrrrrrr

Aman tanrım bu da ne. Eve saat 5 de girmiştim ve aksam 8 de gidecektim işe ve o sure zarfında uyumayı düşünüyordum ki saat 2 gibi bu lanet telefon sesiyle uyandım. Okkalı bir küfür savurduktan sonra açtım. Hattın diğer ucundaki ses Marian’ın sesiydi. Dün gece için teşekkür ediyor, eğer müsaitsem beni kahve içmeye çağırıyordu. Çok yorgundum, gitmek istiyordum ama. Bende kabul ettim. Ona karşı yavaş yavaş bir şeyler hissetmeye başlamıştım. Zeynep'in acısını tamamen unutabilmek için güzel bir fırsattı. Evinden aldım, güzel bir mekanda sohbet ederek atıştırdık. Geçmişten bahsettik. Anıları yad ettik. Ona Zeynep' den bahsettik. kurduğum her cümlede özlem kokuyordu buram buram. Gözlerim doldu havanın kararması gibi. Çok geçmeden sağanak yağış. Koşarak çıktım oradan arabama atladım ve Galata'ya gittim. 35’lik vodka aldım bir solukta bitirdim. Ben ne yapıyordum ? Marian ile konuştuğum her cümle sanki Zeynep'in cesedi üzerine bir bir hançer gibi saplanıyordu. 5 saatte üç paket sigara bitirdim. Saat 9 civarlarında eve gittim. Yanımda yeni bir vodka şişesiyle beraber. Hem içtim, hem ağladım. Ne yapmam gerektiği hakkında hiçbir bilgim yoktu. Zeynep ile birlikte 2 adet beyaz tshirt almıştık. Onu aldım elime kokladım, ağladım. Onu uğurlarken parçalanmış cesedine sarılı beyaz kefeni geldi aklıma. Antalya' da kendini sarp kayalıklara bırakmış, sonsuz ebediyete uzanmıştı. Böyle olması gerekmiyordu aslında. Dünyada en çok istediği şey biz kızımızın olmasıydı. Ve olmuştu da. Mavi gözleri, platin rengi saçları vardı. Henüz 2 aylıkken solunum yetmezliğinden ölmüştü. Annesinin de gittiği yere,

39


annesinden önce gitmişti. Zeynep sürekli rüyalarında uyanıyor, kızım beni çağırıyor diyordu. 3 hafta süren bu rüyalar sonunda dayanamadı ve kızımızın yanına gitti. Uyumaya çalışıyorum, ama uyuyamıyorum. Gözümün önüne hep Zeynep geliyor, kucağında kızımız. Yüzlerinde masum bir tebessüm. Belli ki mutlular, ama ben değilim. Kafamı bir türlü dağıtmam lazım. Bunu bir silahla yapmayı denedim, ama beceremedim. Arkadaşlarım beni psikoloğa yönlendirdiler. Bana yeni bir sevgili bulmamı önerdi ve bir de ilaç verdi. Anti depresan diyorlarmış halk arasında. İlaçlarımı içmeye başladım. 5 gündür gitmediğim çalıştığım gece kulübüne gittim. Marian olaylardan onlara bahsetmiş, haberleri olduğundan bana ses çıkarmıyorlardı. O geçen 5 günlük süre zarfında Marian ile hiç konuşmadım. Ta ki o akşama kadar. Bana bir şeylerin değişmesi gerektiğini, sürekli böyle yaşamamın imkânsız olduğundan bahsetti. Hep senin yanındayım, bu süreci beraber atlatabiliriz diyerek sözüne devam etti. Gece yarısına kadar içtik. İçtiğim içkilere karşı vücudum artık bağışıklık kazanmıştı sarhoş olmayı beceremiyordum. Saat 3 gibi Marian'ın kulağına eğildim ve dedim ki "Bu hayatı beraber sürdürmeye ne dersin?" Şok oldu. 4 dakika kımıldamadan o şekilde durduk. Sonra ani bir hareketle öptü beni. Çılgınlar gibi öpüsüyorduk. Dünya umrumuzda değildi. Gerisini hatırlamıyorum... Sabah kalktığımda yanımda Marian yarı çıplak halde yatıyordu. Oda dağılmıştı. Tabi ben de öyle. Hala uykum vardı. Dün geceyi hatırlamaya çalışırken yine uyuyakaldım. Gözlerimi tekrar açtığımda Marian yanımda yoktu. Telaşlandım! Yoksa o da mı gitmişti? Böyle bir şeyi daha kaldıramazdım diye düşünürken kapı açıldı ve elinde kahvaltı tepsisiyle Marian girdi içeri. Zeynep' den sonra küfür etmeden geçirdiğim ilk sabahtı. Mutluydum. Belki ilaçların etkisi, belki Marian'ın bilemiyorum. İlişkimiz böyle sürdü 1 yıl geçmeden Marian ile evlendim. Sorunlarım yoktu. Para biriktirmiştik.

40


Gece kulübünden ayrıldım ve kendimize küçük bir cafe açtık. Güzel, nezih bir mekandı. Bir sabah kalktığımda ilacımı bitmiş olarak gördüm, içemedim. İşe giderken alacağıma dair bir not yazdım. Evden çıkarken notu almayı unuttum, tabi ilacı almayı da. Günler geçiyordu olması gerektiği gibi. İlacımı almak aklıma bile gelmiyordu işlerin yoğunluğundan. Bir süre sonra sanrılar görmeye başladım. Zeynep ve kızımızı. Kızım büyümüştü. Saçları uzamış, annesi de onları örmüş. Çok tatlı bir gülümsemesi vardı. Aynı bebekliğindeki gibi. Beni çağırıyorlardı yine. Ama Zeynep' in yüzü asıktı. Bana bunu neden yaptın dedi. Cevap veremedim. Dondum kaldım.

Devamı 3. Sayımızda

Cemre Bükrük

41


Ben Değil Bu Dünya Fahişe

42


Yirmili yaşlarda, sarışın, kısa saçlı. Yanlış hatırlamıyorsam kahverengiydi gözleri, parlaktı. O ara bir konuşma geçti aramızda: -Size yardımcı olabilir miyim? -Hayır, teşekkür ederim. -Neden burada kalıyorsunuz? -Kalacak bir yerim yok. -Lütfen, izin verin yardımcı olayım size. -Çek şu ellerini lanet herif! Bir daha sakın bana dokunma! -Özür dilerim, gerçekten özür dilerim. Kötü bir amacım yok. Size kalacak yer ayarlayabilirim. -Benim hiç param yok. O adamla gittim. Ücret almayacağını sadece bana yardım etmek istediğini söyledi, inandım. Beni otel gibi bir yere götürdü. Bir anahtar verdi ve 228 numaralı odada kalacağımı söyledi. Anlayamadığım bir sıcaklıkla bakıyordum adama. Adı Cheslav’dı. Sanki yıllardır birlikteyiz gibi. Alışverişi yapıyordu, faturaları ödüyordu ve gidiyordu. 2 yıl kadar hep böyle oldu. Bir gün benimle konuşmak için yemeğe çıkarmak istediğini söyledi. Kabul ettim. Fazla lüks olmayan bir restorana girdik. Yemekler söylendi ve konuşmaya başladı: -2 yıldır birlikteyiz Katria, bunu biliyorsun. -Evet. -Artık seninle aynı evde kalmak istiyorum. -Nasıl yani? -Ben seni seviyorum Katria,

43


parkta gördüğüm günden beri hem de. Utanmıştım. Cheslav’ın son zamanlarda ki davranışlarından anlamam gerekti. Sürekli hediyeler alıyordu bana hatta bir akşam birlikte film bile seyretmiştik. Ben de seviyordum onu, evet bundan emindim. Gülümsedim, yıllardır ilk defa gülümsedim. Bu genç adam beni yeniden bağlamıştı hayata. O akşam yemeklerimizi yedik ve beni kendi evine götürdü. Başta kabul etmedim fakat korkmuyordum ondan. Israr edince de kırmak istemedim. Çok iyi davranmıştı bana, çok iyilik etmişti. Evine vardığımızda saat 12’yi biraz geçmişti. Müstakil, şirin bir evi vardı. Aylar geçmiş ve Cheslav’la evlenmiştik. Çok hızlı gelişti her şey, heyecanlıydık. Aşıktım ona, mutluyduk... Yıllar birbirini kovaladı. Bir gece evde Cheslav’ı beklerken kapı çaldı. Koşar adımlarla kapıya doğru ilerledim ve bekletmeksizin açtım. Amcam karşımdaydı. Kapatmak istedim kapıyı ama zorladı, içeri girdi. Kendisiyle gitmezsem, Cheslav’ı öldüreceğini söyledi. Ben her şeyi senin için yaptım. Bu pislik herif her şeyi yapabilirdi. Cheslav’a bir mektup yazdım ve masanın üstüne bırakıp amcamla evden ayrıldım. Ağladım, saatlerce hem de. Amcam beni bir barda çalıştırmaya başladı. Evet fahişeydim, fahişe ! Hayat becermişti beni, tüm duygularımı, tüm hayallerimi. Her gece zengin, şişman adamların yatağındaydım. Uyuşturucu bağımlısıydım artık. O barın elmasıydım ben, en değerlisi fakat bir o kadar da en karanlığı, bir kömür kadar karanlık.

44


Bir gün şef garson yanıma gelip amcamın öldüğünü söylediğinde, kahkahalar attım ! Hayatımı mahveden insan kenar mahallelerinin birinde gasp edilip öldürülmüştü. Ne acı ! 45 yaşına kadar çalıştım o barda. İşlerine yaramayınca bıraktılar beni. Sonra Moskova’ya döndüm, evime. Biriktirdiğim paralarla kendime tek katlı, bahçeli bir ev satın aldım. 20 yıl kadar bahçeyle uğraştım, müzikle uğraştım ama ne uyuşturucu bıraktı peşimi ne alkol. Şimdi genç adam sen hâlâ benim genç adamımsın. Sana olan aşkımı kalbime gömdüm, fazla acıtıyordu birtanem. Cheslav bunları okurken beni sevdiğini söyle, bunu hissedeceğimden eminim. Şimdi son kadehimi yudumluyorum. Birazdan ailemin yanına gideceğim, şerefine!

Oğuzcan Yüce

45


46


47


48


49


50


51


52


53


Ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın Ellerini bir tutsam ölsem Böyle uzak uzak seslenmese Ben bir şehre geldiğim vakit O başka bir şehre gitmese Otelleri bomboş bulmasam İçlenip buzlu bir kadeh gibi Buğulanıp buğulanıp durmasam Ne olur sabaha karşı rıhtımda Çocuklar pia'yı görseler Bana haber salsalar bilsem İçimi büsbütün yıldız basar Bir hançer gibi çıkıp giderdim Ben bir şehre geldiğim vakit O başka bir şehre gitmese Singapur yolunda demeseler Bana bunu yapmasalar yorgunum Üstelik parasızım pasaportsuzum Ne olur sabaha karşı rıhtımda Seslendiğini duysam pia'nın Sırtında yoksul bir yağmurluk Çocuk gözleri büyük büyük Üşümüş ürpermiş soluk Ellerini tutabilsem pia'nın Ölsem eksiksiz ölürdüm

Attila İLHAN

54


Attila İlhan 15 Haziran 1925’te Menemen’de doğdu. İlk ve orta eğitiminin büyük bir bölümünü İzmir ve babasının işi dolayısıyla gittikleri farklı kentlerde tamamladı. İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza Nazım Hikmet şiiri göndermesi nedeniyle 1941’de tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Üç hafta gözetim altında kaldı. İki ay hapiste yattı.

CHP ŞİİR ARMAĞANI’NDA İKİNCİLİK ÖDÜLÜNÜ KAZANDI Türkiye’nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazandı ve İstanbul Işık Lisesi’ne yazıldı. Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP Şiir Armağanı’nda Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle ikincilik ödülünü kazandı. 1946’ta mezun oldu.

İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Üniversite yıllarında Yığın ve Gün gibi dergilerde ilk şiirleri yayınlanmaya başladı. 1948’de ilk şiir kitabı Duvar’ı yayınladı.

1949 yılında, üniversite ikinci sınıftayken Paris’e gitti. Fransız toplumu ve orada bulunduğu çevreye ilişkin gözlemleri daha sonraki eserlerinde yer alan bir çok karakter ve olaya temel oluşturmuştur. Türkiye’ye geri dönüşünde sıklıkla başı polisle derde girdi. Bir kaç kez gözaltına alındı.

1950’Lİ YILLARDA ADINI DUYURDU 1951 yılında Gerçek gazetesinde bir yazısından dolayı kovuşturmaya uğrayınca tekrar Paris’e gitti. Fransa’daki bu dönem Attilâ İlhan’ın Fransızca’yı ve Marksizmi öğrendiği yıllardır. 1950’li yılları İstanbul - İzmir - Paris üçgeni içerisinde geçiren Attilâ İlhan, bu dönemde ismini Türkiye çapında duyurmaya başladı.

Yurda döndükten sonra, Hukuk Fakültesi’ne devam etti. Ancak son sınıfta gazeteciliğe başlamasıyla beraber öğrenimini yarıda bıraktı. Sinemayla olan ilişkisi, yine bu dönemde, 1953’te Vatan gazetesinde sinema eleştirileri yazmasıyla başlar. 1957’de askerliğini yaptıktan sonra sinema çalışmalarına ağırlık verdi. Ali Kaptanoğlu adıyla onbeşe yakın senaryo yazdı.

55


’YASAK SEVİŞMEK’ VE ‘AYNANIN İÇİNDEKİLER’ 1960’ta Paris’e geri döndü. Babasının ölmesiyle birlikte İzmir’e döndü. Sekiz yıl İzmir’de kaldığı dönemde, Demokrat İzmir gazetesinin başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yürüttü. Aynı yıllarda, şiir kitabı olarak Yasak Sevişmek ve Aynanın İçindekiler serisinden Bıçağın Ucu yayınlandı. 1968’te evlendi, 15 yıl evli kaldı.

1973’te Bilgi Yayınevi’nin danışmanlığını üstlenerek Ankara’ya taşındı. Sırtlan Payı ve Yaraya Tuz Basmak’ı Ankara’da yazdı. 81’e kadar Ankara’da kalan yazar Fena Halde Leman adlı romanını tamamladıktan sonra İstanbul’a yerleşti.

‘SEKİZ SÜTUNA MANŞET’, ‘KARTALLAR YÜKSEK UÇAR’ VE ‘YARIN ARTIK BUGÜNDÜR’ İstanbul’da gazetecilik serüveni Milliyet ve Gelişim Yayınları ile devam etti. Bir süre Güneş gazetesinde yazan Attilâ İlhan, 1993-1996 yılları arasında Meydan gazetesinde yazmaya devam etti. 1996 yılından beri köşe yazılarını Cumhuriyet gazetesi’nde sürdürmekteydi. 1970’lerde Türkiye’de televizyon yayınlarının başlaması ve geniş kitlelere ulaşmasıyla beraber Attilâ İlhan da senaryo yazmaya geri dönüş yaptı. Sekiz Sütuna Manşet, Kartallar Yüksek Uçar ve Yarın Artık Bugündür senaryosunu yazdığı dizilerdi.

2005 yılında İstanbul’da hayata gözlerini yumdu.

Edebi Kişiliği: Şiir anlayışının temellerini atarken İkinci Yeni’ye karşı cephe oluşturmuştur. Attila İlhan; gelenekten beslenen şiirini modern biçimlerle sunmayı, bireyin içindeki çelişkileri, duygusal çeşitlilikleri, toplumsal ilgilerle birleştirmeyi denemiştir. Yaşadığı hayat ve yazdığı şiirler de bunu başardığını açık bir şekilde göstermektedir.

Attila İlhan’ın şiirlerinde, denediği nazım şekillerinin faklılığının yanı sıra tema olarak çeşitlilik de dikkat çeker. Bu tema çeşitlemesinin içinde üzerinde duracağımız asıl tema, yalnızlıktır.

56


Attila İlhan da bir yalnızdır. Belki kalabalıklar içindeki bir yalnız belki de içindeki kalabalıktan kaçan bir yalnızdır. Attila İlhan, yalnızlığı bir çok şiirinde özel bir tema olarak işlemiş, birçok şiirinde de yalnızlığa özellikle değinmiştir: "yalnızlığın simsiyah panter... soğuk bir trenden inmiştiniz yalnızdınız... kim kurtulmuş çiftlerin ağır yalnızlığından biri öbürünün kazılmamış mezarı... çiftin çifte yalnızlığı en büyük rezillik vb." Attila İlhan , belki sayfalarca artırılacak yalnızlık dizeleriyle şiirlerine önemli bir tema eklemiştir. Şair, yalnızlığı anlatmakla birlikte şiirlerinin birço unda yalnızlığı çağrıştıran sözcüklere de yer vermiştir. "Gece, yağmur, karanlık, sessizlik, liman, ayışığı, soğuk vb." kavram ve nesne adları şairin şiirlerinde en çok karşılaşılan sözcüklerdir..

Attila İlhan’ın önemli bir yanı da bireyi, toplumu, tarihi, geçmişi ve geleceği bir şair duyarlılığı ile irdelemesidir. Attila İlhan, hangi temayı ele alırsa alsın her zaman kendi felaketini veya kendi kaderini anlatmamıştır. Yaşadıkları ve yazdıkları belki bir tarihin kalıntıları belki de geleceğin rastlantılarıdır. Yalnızlığı da bu çerçevede ele almıştır, şair. Bazen bir tren yolculuğunda karşılaştığı birinin yalnızlığını bazen de gemide gördüğü bir yalnızı anlatmıştır. Bunların en önemlisi elbette ki Attila İlhan’ın kendi yalnızlığıdır. Şair bu yalnızlığı "Sisler Bulvarı" adlı kitabındaki "tatyos’un kahrı" adlı şiirinde şöyle ifade eder:

"son yolcunun adı attila ilhan’dı miyoptu kısa boylu bir adamdı dostu yoktu yalnızlığı vardı"

Bu örneklerden yola çıkarak yazımızın çıkış noktasını oluşturan "otel yalnızlığı"na gelebiliriz. Attila İlhan "Emperyal Oteli" adlı şiirinde yine derin bir yalnızlığı, ayrılığı, yoksulluğu ve imkansız aşkı anlatır.

Şiirin, ilk bendinde şair: "ben hiç böylesini görmemiştim/ vurdun kanıma girdin itirazım var/ sımsıcak bir merhaba diyecektim/ başımı usulca dizine koyacaktım/ dört gün dört gece susacaktım..." dizelerine yer verir. Şairin asıl derdi bir hayalin gerçekleşmemesi, bir tasarının neticelenmemesidir." emperyal oteli’nde bu sonbahar/bu camların nokta nokta hüznü/bu bizim berhava olmuşluğumuz/ bir nokta bir hat kalmışlığımız/bu rezil bu Çarşamba günü/intihar etmiş kötümser yapraklar... onlar gibi değilsin sen başkasın/ bu senin gözlerin gibisi yoktur/ adamın rüyasına rüyasına sokulur... hiç kimse elimizden tutmuyordu/ ben hiç böylesini görmemiştim/ vurdun kanıma girdin kabulümsün"

57


Attila İlhan, "Emperyal Oteli" şiiri hakkında şiirin yer aldığı kitabın "meraklısı için notlar" bölümünde şunları söyler: "ünü pek yaygın bir şiirdir bu, edebiyat matinelerinde kimbilir kaç kere okunmuştur. yanlış aklımda kalmadıysa, işsiz ve yoksul iki gencin kısa aşk öyküsüdür, bu niyetle yazılmıştır, öyledir de." Bu cümlelerden de anlıyoruz ki Attila İlhan, toplumsal bir kimliktir. Milletin geçmişini, bugününü ve geleceğini önemsemiştir. Yaşanıldığından haberdar olduğu ve düşündüğü olayları da kendi tarihi veya talihi gibi anlatmayı başarmıştır. Bu şiirde toplumun yoksul kesimine mensup iki gencin imkansız aşkları, hayal kırıklıkları otel temasının yardımıyla sunulmuştur. Attila İlhan’nın şiirleri hakkında kapsamlı bir çalışma yapan Doç.Dr.Yakup Çelik de bu şiirin imkansız aşkı, hayal kırıklığını, yoksulluğu, büyük şehirlerin ayrılmaz bir parçası olan otel çevresinde işlediğini ifade etmiştir.

Attila İlhan’ın yalnızlığı kalabalık bir yalnızlıktır. Yalnızlık duvarına farklı renkteki boyalar rastgele serpilmiştir. Bunların içinde aşk, yoksulluk, Atatürk, Cumhuriyet, devrimler, Paris, etnik farklılıklar vardır. Şair, tüm bu çeşitlemelerin içinden ana bir rengi belli etmeye çalışır. "Emperyal Oteli"nde de kendi ifadesiyle "bir aşk öyküsü" anlatırken kahramanlardan birinin acısını, hayal kırıklıklarını, yoksulluğunu ve içindeki yalnızlığı da anlatır. "vurdun kanıma girdin, kabulümsün" ifadesi de aslında kabullenilmek zorunda kalınan bir hali vurgular. Şair farklı bir imge, akış ve donanımla farklı duyguları "Emperyal Oteli"ne sığdırmıştır.

Aşk; Attila İlhan'ın şiirlerinde ve hayatında büyük önem taşır. O, aşksız geçen bir hayatın boş olduğunu savunanlardandır. Aşk temi şiirlerinin çoğunda hakimdir ve bu aşk genellikle imkansız aşklardır. Zaten gerçek aşkın imkansız olduğuna inandığını söyler.Eğer bir aşk normal sürecini yaşar ve gelişirse aşklıktan çıkar, diyor

Yaşadığı imkansız aşkların iki sebepten doğduğunu belirtir. Birincisi hayatın getirdiği zorlukların aşkı imkansız hale getirmesi. İkincisi işin içine yolculukların girmesi. "Ayrılığın sevdaya dahil" olduğunun savunucularından biridir.

Şiir yazmaya başladığında aruz bilmeden olmaz diyerek 300-400 civarında gazel yazmıştır. Ayrıca "Aruzla iyi yazmış bir şairin yanyana sırala mısralarını nesir gibi, nesir olmaz." da demiştir.

58


Bize Ulaşmak ve Şiirlerinizi Göndermek İçin

https://www.facebook.com/poetika.dergi2?fref=ts Fecebook Sayfamız

https://www.facebook.com/poetika.dergi?fref=ts Kişisel Fecebook Profilimiz

https://twitter.com/PoetikaDergi

Twitter Hesebımız

59


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.