Serzeniş Fanzin No: 2

Page 1

serzenÄąĹ&#x; . fa n z in

N2 19

O 02


Çizim: Murat KARAÇİZMALİ



Yazı - Çizim: Gülsün BUDULGAN

KAMBUR BEBEKLER Bir bebek çizmeyi denemiştim, başka hiçbir bebeği karşıma almadan ve henüz güneş yüzünü gözüme doğurmadan. Kalemim serbestti. Yola girdiğimde bebeğin ellerimin içerisinde evrimleştiğini gördüm. Milyonlarca yıl sürmüş gibiydi. Boynu incelmiş ve uzamıştı, beynini taşıyamayacak kadar hasarlıydı. Çünkü o yaşanmış olan yanılgıların ve hiç yaşanmamış sevapların sonucuydu. Sırtından yeni hayatına başlamaya karar verdi. Belki de geç değil diye düşündü ve denedi. Kürek kemiği boynundan hemen sonra sabırsızlıkla yükseldi. Ardından umutsuzca tüm bu olanların kendi hatası olmadığının bilincine vararak kamburunu boşlukta serbest bıraktı. Onu sevdi. Geniş kamburunun altında ki kalçasına yöneldi. Küçüktü, dairesel ve pürüzsüzdü. Hatasız ve yaratıcısızdı. Kendiliğinden var olmuştu. İçindeki kurucuyu görene dek bu böyleydi. Leğen kemi-

ği sevimsiz ve şekilsizdi ama belliydi. Yönetiyor, tutuyor ve bağlıyordu. Evrende amacıyla yer tutuyordu ve bu şimdiden mide bulandırıyordu. Kol ve bacakları olmaması gereken kas ve dokularla doluydu. Olması gerekenden az damarlara sahipti. Damarları vücudunun içerisinde bağımsızdı. Gözleri dışardan bir gözmüş gibi seyrediyordu. Yaşlanıyor muydu? Oluşumunu devam ettiren moleküler bir yapı gibi hareket halindeki ellerini beynine götürdü. Düşündü, bu çok uzun sürdü. Bedeninin durmaya niyeti yoktu. Beynin ise düşünmeye vakti... O yapının içerisinden beynini çıkarıp görmek istedi. Vücudunda ve gözünün görebildiği hiçbir yerde durağan bir yer yokken, kafatasındakinin sabit olduğundan emindi. Kızdı ona! Orada öylece duramazdı. Çünkü gerisinde hiçbir şey durmuyordu. Yetersizliğini anladı. Kendisine, geçmişine ve geleceğine çare bulamadan, henüz daha doğmadan…



Geleceği ürküntüyle bakıyorum, Tasayla bakıyorum geçmişe. İdam öncesinde bir suçlu gibi Bir can dostu arıyorum çevremde. Bir kurtuluş habercisi gelecek mi? Anlatmaya yaşamın önemini, Amacını umutların ve tutkuların; Bana neler hazırladığını söylemeye Ve neden acımasızca karşı çıktığını böyle Gençlik umutlarıma, Tanrı'nın. İyiliğin, kötülüğün, aşkın ve umutların Yeryüzünde ödedim kefaretini; Bir başka yaşama başlamaya hazırım Susuyor ve bekliyorum: Zamanı geldi. Geride benden bir iz kalmayacak Karanlık ve soğuk kuşatacak Benim yorgun ruhumu; O, ham bir yemiş gibi, özsudan yoksun. Soldu fırtınalarında yazgının Yaşamın kızgın güneşi altında kavruldu. Mihail Yuriyeviç Lermontov (Gelecege Ürküntüyle Bakıyorum)


ร izim: Murat Karaรงizmali


LSD TÜRKÜ ve

YAZI: Merve GÖÇER ÇİZİM: Murat KARAÇİZMALİ


Savaş birçok insanı, görüşü ve sanat dalını etkilemektedir. Kitlelerin tek bir ağızla istemediği şeyleri ifade etmeye en yaklaştığı zamanlarsa, hep bir ağızdan şarkılar söyledikleri sırada olmuştur dersek, zannediyorum çokta abartmış olmayız. 2. Dünya Savaşı sonrası büyük bir buhran dönemi geçiren Amerika ve İngiltere toplumunda da tam olarak bahsettiğim durum yaşanmaktadır. Savaş sonrasın da yorulmuş gençlerin, anarşist bir duruş olarak benimsedikleri yol, psychedelic rock müziğin doğuşunu sağlamıştır. Gençler büyük festivallerde ağızlarında barış nidalarıyla, lsd veya başka uyarıcı maddeler kullanarak bu müziğin harmanlamasını ve bütün dünyada bir akım olmasını sağlamışlardır. Psychedelic rock; blues rock, prograssive rock ve etnik müzik arasında köprü oluşturmaktadır. Kökleri batı müziğine dayansa da melodileri hint müziği etkileri taşımaktadır. Tarzın babası bir dönem John Lennon’un İsa peygamberden bile daha popüler olduklarını iddia ettikleri The Beatles grubudur. 60’ların hippi gençlerini etkisi altına alan festival ruhundan dolayı Jimi Hendrix gibi sanatçıların veya Jeffirson Airplane gibi grupların çıkardığı da düşünülmektedir. Bu çabuk yayılan müzik akımının Türkiye’ye gelmesi de çok geç olmamıştır ve hemen benimsenmiştir. Amerikan müzik grupları yeni bir tarihe sahip oldukları için Hint müziğinde ki etnik tınıdan etkilenmişlerdir. Ancak bizim buralarda akım hemen benimsenmiş ve genç müzisyenler halk ozanlarının eserlerini batı ve doğunun birçok enstrümanıyla harmanlamışlardır. Pscyhedelic rockın çıkış noktası ülkemizde de şaşmamıştır ve halk ozanlarımızın eserlerinin de konusunu oluşturan halkın mağduriyetini anlatan şiirler batı müziğiyle harmanlanıp yeni nesile aktarılıyor ve çok üretken bir dönem yaşanıyordu. Ne yazık ki o yıllardan çokta uzun olmayan bir zaman sonra yasadığımız darbe dönemlerinden dolayı birçok kayıt yakılıp yok edilmiştir. Kayıtlanmış ve evrenselleşmiş sanatçılarımızın eserleri hariç birçok kayıt o dönemlerde kaybolmuştur. Bize de Erkin Koray, Barış Manço, Selda Bağcan, Moğollar ve birkaç güzel isim kalmıştır.



ร i

zim

:M

ura

tK

ara

รงiz

ma

li


Yazı: Buğrahan BUL

ASLA BÜYÜYEMEYECEK BİR ÇOCUK: İqbal MASİH

83 yılında Pakistan'ın kuzeyinde, Lahor/Muridke’de doğan İqbal, çocukların emeklerinin sömürülmesinin yasal olabildiği bir dünyaya gözlerini açtı. Çok fakir bir ailede dünyaya gelen İqbal, yıllarca ortak kaderi paylaşacağı diğer akranları gibi yaklaşık 7 dolar civarı bir paraya karşılık halı üreticilerine işçi olarak satıldı. Günlük 3 cent kazanıyor ve çalıştığı aletleri de kiralamak zorunda kalıyordu. Günde 14 saat çalışıyordu. Tahtanın üzerinde uyuyor ve gelişmesini yavaşlatmak için çok az yemek veriliyordu. İqbal bunların hiçbirine alışmadı. Olanları kabul etmiyordu. Defalarca kaçmaya çalıştı ve 10 yaşına geldiğinde başardı. Dışarı çıktığında Yüce Mahkemenin çocuk köleleri yasakladığını öğrendi. Arkadaşlarını da kurtarmak istiyordu ama özgürlüğü çok sürmedi. Polis tarafından yakalanıp tekrar fabrikaya gönderildi. Dışarıdayken öğrendiği çocuk işçiliğine karşı kampanya başlatan Bonded Labor Liberation Front (BLLF / Emeğin Serbestleşmesi için Birleşik Cephe) örgütüne ulaşmak istiyordu. Diğer çocuklara döneceğine söz vererek kaçtı. Örgütün lideri ile


iletişime geçtikten sonra yalnız da değildi artık. Haklı olduğunu biliyordu ve bunun herkes tarafından bilinmesini istiyordu. Örgüt liderinin yardımıyla evraklarını tamamladı ve arkadaşlarını kurtarmaya gitti. Köle olarak çalıştığı fabrikaya geri döndüğünde artık bir kahramandı. “Korkmayın. Her şeyi öğrendim. Benimle gelin. Sizler özgürsünüz “diye bağırdı fabrikaya girerken. 5 yaşında görünen, çalışma şartları ve yetersiz beslenmeden dolayı kamburu çıkan ufak tefek bu çocuk ilk gün kendisiyle birlikte 34 çocuğu özgürlüğüne kavuşturdu. Artık önüne geçilemez bir hareketlenme başlamıştı ve devamında ülkenin her yerinde çocuk işçiler özgürlüğüne kavuşuyordu. Kimseden korkmuyor, kendini çok iyi ifade edebiliyordu. İqbal bir anda hakkın sembolü haline gelmişti. İqbal artık özgürlük demekti. Amerika’da birçok konuşma yaptı. Kalabalıklardan çekinmiyor, insanları ikna edebiliyordu. Ülkesinde 4 yıllık bir okula başladı ve bu okulu 2 yılda bitirdi. Artık gelişemiyordu ve hastalıkları baş göstermişti ama yapması gerekeni çok iyi biliyordu. Korkmuyordu, çünkü yıllarca yeterince korkmuştu. “Şimdi işler değişti. Eskiden ben patronlarımdan korkuyordum. Şimdi onlar benden korkuyor” diye açıklıyordu durumunu. Bir gün Amerika’dan ülkesine henüz döndüğü sırada köyünde soru işaretleri ile dolu bir cinayete kurban gitti. Öldüğünde henüz 12 yaşındaydı.

İqbal gibi nice çocuk dünyanın birçok yerinde, gerek köle gibi çalıştırılıyor gerek sokaklarda dilendiriliyor. Çocukluğun çocukluğa benzediği bir dünya dileği ile... Ahmet Telli’nin de dediği gibi: “Zulme direnmektir hayat”


ÇİZİM: Merve Özpürçüklü


ÇİZİM: Merve Özpürçüklü


Yal n kola ızlık i ş yla ştır leri ır

içh , n a ş a tıl Çünkü ka azanamaz. nk bir zama ed üş r ş dü ıştı an rp l o ça i ml ere e Ön l, y ği


Tuhaf… Beni m için çok tuhaf

Insanın kendi kararlarıyla ilgili bu, kendi kararlarının kendisinin önüne geçmesiyle

.



ร izim: Murat Karaรงizmali


Kitaplarını toparladı. En çok bu ağır gelmişti ona sanki. Öyle değildi. Her şey çok ağır geliyordu. “4 yıl” diyordu içinden. Daha az ya da daha çok olsa bu kadar üzülmeyecekti belki de. İçinde yeniden başlamak için küçük bir umut bırakan ama aynı zamanda geçmişi anlamsızlaştıran bir yanı vardı bu sürenin. Bu arada kalma hali onu hareketsiz kılıyordu. ‘Huzursuzluğun Kitabı’ nı eline aldığı sırada omzunda bir el hissetti. Hala tanıyordu bu eli. Hala sevgilisi olan kadının eliydi. Bu evden çıkmadıkça sevgilisi olarak kalacağını düşünüyordu. Bu yüzden olabildiğince ertelemişti bu durumu. Yüzünü dönmek istemiyordu sevgilisine. Acıma ve vicdan duygularıyla karşılaşmak, umudunu canlı tutsa da onun merhametine muhtaç olduğunu görmek, içinde ona söyleyemediği öfkesini alevlendiriyordu. “İstediğin bir kitap var mı” diye anlamsız bir soru sordu. Sonra da içini “Neden onun sevgisine muhtacım” sorusu kemirdi. Hiçbir şey söylemedi sevgilisi. Koltuğa oturup onu izledi. Mert de izlendiğini bildiğinden çalışmayı bırakıp önündeki sigara dumanı sinmiş duvarın sarı rengine daldı. Birbirlerine bakmıyorlardı ama birbirlerini görüyorlardı. Birbirlerine baktıklarında gördükleri şeyin bir yalandan ibaret olduğunu bildiklerinden, hislerinin vurdumduymazlıklarına teslim olmuşlardı. Mert, içinde bulunduğu bu sessizlikte, arkadaşının bir yıl önce özel bir günlerinde içsinler diye Fransa dan onlara hediye getirdiği şarabı hatırladı. Koşarak mutfağa girdi.


saraptan yaratilmis, , saskinlik , ,

Yazı: Özgür Elmas Çizim: Merve Özpürçüklü

Arjin, sessizliğin bu kadar zamansız bozulmasına öfkelendi bir an. Mert elinde iki kadeh ve şarapla gelince bu öfkesi şaşkınlığa dönüştü. Bu öfkeden yapılmış şaşkınlıktan olsa gerek “Şimdi mi içeceğiz” dedi. Mert cevap vermeden önce açtı şarabın ağzını. Bardağa, bu şarabın özel olduğunu göstermek için özenle doldurdu şarabı. Arjine uzatırken de onun ne kadar güzel olduğunu düşündü. Neden böyle olmak zorundaydı? Aşklarının ömrünün bittiğini söylemişti Arjin. Aşkın ömrü bitebiliyorken bencilliğin ömrünün bitmemesine de öfkeliydi. Bencillik sonsuza kadar varlığını sürdürebiliyorken aşkın hep bir ayağı çukurdadır. Yaşamın bile bir ömrü varken ölümün sonsuzluğunu düşünmek, yaşama bencillik etmek demek değil midir? Bu soruların hiçbirini Arjine soramadı Mert. Madem aşkın ömrü vardı, onda neden bitmemişti. Bardaklarını “ayrılığa” kaldırdılar. İki bardak birbirine çarpıp şarabı uyandırdı derin uykusundan. Gözlerini birbirlerinden ayırmadan içtiler şaraplarını. Bakışlar yakmıyordu canlarını. Doğrulardı onları yerden yere vuran. Neden bu şarabı daha önce içmediklerini düşündüler. Özel bir günde içmek için bekletiyorlardı bir yıldır. Hep bulundukları an’dan daha özel bir an olabileceğini düşündüklerinden açmamışlardı bu şişeyi. Ayrılmaya karar vermeselerdi, hep daha özel bir günü bekleyen şarap varlığını sonsuza kadar sürdürecekti belki de. Ne var ki aşkın ömrü şarabınkinden kısaydı. Uzun zaman sonra ilk defa şaşırdılar…


..

Sıır .

Bir gece şiir dağıttık, şehrin bütün meyhanelerine. Geceyi biz ulaştırdık sabaha, her yudumda bir şairi andık. Bu coğrafya ne çok şair doğurmuş, Sabaha karşı masadan bir hayli sarhoş kalktık. Bir şairle kol kola çıktık, Şehrin bütün meyhanelerin, bütün kapılarından. Karanlık sokaklarda aydınlığı aradık. Şiirden konuştuk bolca, yazmanın kederinden. Bir de kadınlardan – insanın, dünyanın ve kavganın yarısıCevapları, bilcümle tüm anlattıkları; Savruldu gecenin karanlığında. Bir hayli geçti üstünden, Aylar, birkaç da yıl. Şiirlerimi sordum bu kez Cevapları, şimdi, aydınlıktı Şimdi ben, niye, neye, neler yazıyorum? Neler anlatıyorum dünyaya? Aylar oldu görmedim daha, Alabildiğine masmavi göğü. Aylar oldu tek başımayım, Bir parça kâğıt, Tükenmiş bir düzine kurşun kalemle. Şimdi, güze direnen bir çiçektir yüreğim.

Engin Deniz ATLI


.

Serzenis .

Omuzunda; İskenderiye kütüphanesini taşıyan kadınlardansın Gözlerinde Nil’i saklayanlardan İyi kadınsın vesselam. Emektar memelerinde Fransız devriminin ateşini taşıyorsun Vebadan sonraki ilk temiz süte sahipsin 1700’lerde Cadıların yakıldığı çağda ateş Nuh’un yardığı deniz Yusuf ’u saklayan kuyu İbrahim’in kurban oğlu İsmail, Kurban olmasın diye inen kuzu Mecnun’a Leyla Fuzuli’ye sabırsın Hayyam’ın şarabı, Neyzen’in Ney’i Belki de Muhammed’i saklayan ağların mimarı örümcek Amerika’nın tanklarına ilk taşı fırlatan al yanaklı, Baldırı çıplak latin kadınsın. Missouri'de fahişeler sokağında Bakire kalabilmiş tek kadın. Ya da Meryem belki bilemiyorum. Velhasıl kelam; iyi ki varsın...

Ferdi YILMAZ


ÇİZİM: Aylin Erdem


ÇİZİM: Merve Özpürçüklü



ร izim: Murat Karaรงizmali


k e k r E a d z ı m B a S, ı n u s n u Bul 98 senesi… Yıllar sonra benim fikir dünyamın oluşumunda büyük bir rol oynayacağından habersiz yeni taşındığımız mahallenin dehlizlerini keşfetmeye çalışıyorum. Burası geldiğimiz muhite göre baya bir renkli. Apartmandaki hayatımızda edindiğimiz birçok alışkanlığımız değişti. Gece geç saatlere kadar sokakta oynamalar, her sabah farklı bir komşuda yapılan kahvaltılar… Ben çocukluğumun bu yeni macerasının heyecanı ile sınırlarımı öğrenirken, annemse 91’den beri çekmecede tozlanan diplomasını çıkarmış, çekirdek ailemizi bir arada tutmak adına yıllarca sürecek olan mücadelesinin temellerini atmakla meşgul. Bilen bilir 80’lerin sonunda açılmaya başlayan sağlık kabinleri 90’larda epeyce popüler hale geldi. 2000’lerin Yazı: Bugrahan Bul sonunda tıp merkezleri ellerinde kapitalizmin Çizim: Nihan Karadeniz baltası ile çıkıp gelene kadar da yurdum insanı bu küçük esnafla halletti ufak tefek dertlerini. Annemde epey bir zaman bu pazar sayesinde ailemizi ayakta tuttu. Bambaşka bir insan olmuştu artık. Daha dalgındı. Benim üzerimdeki kontrolü azalmaya başlamıştı sanki. Ailemizin değişmeye başladığı açıktı ama babamın işsiz kalmasıyla yaşadığımız bu radikal değişikliğin annemin halet-i ruhiyesi üzerinde ki ettiklerini anlamam epeyce bir zamanımı aldı. Babam yeni hayatımızı benimsemiş olacak hiç çalışmıyor ve evin bütün geçim yükünü annemin tek başına omuzlamasına seyirci kalıyordu. Annemde yaşadığı yerin erk egemen dünyasına alışmış olacak sesini çıkarmadan gece gündüz, yağmur çamur demeden çalışıyordu. Çocukluğu kenar mahallede geçmiş insanlar için taşrayı tecrübe etmiş olmak, sonralarında Anadolu’da var olmanın ne demek olduğunu anlamalarında büyük kolaylık sağlayacaktır diye düşünüyorum. Özellikle taşrada kadın ve erkek arasındaki sosyal hiyerarşi söz konusu olunca Anadolu kocaman bir laboratuvara dönüşüyor sanki.


Annemin de yıllarca boyun eğdiğini düşündüm bu hiyerarşiye. Çünkü ne birbirlerini doğrayan cankilerle uğraşırken sesi çıktı ne de ocak ayının tan ayazında, sabah karşı yetmiş yaşında bir adamın sondasını sökmeye giderken. Ancak sonra anladım ki annemin sessizliği erk egemen dünyaya boyun eğdiğinden değil de iki küçük evladı içinmiş. Bunu da bir gün neden boşanmadığını sorduğumda “oğlum en azından benim başımda bir erkek, sizin başınızda bir baba vardı” cevabını alınca anladım. Burası taşra, burada yabancı bir kadınsan bir erkeğin korumasını reddetmenin bedeli, tüm erkeklerin düşmanlığı ile boğuşmaktır.* Meğerse annem yıllarca yalnız başına mücadele etmiş bu gerçekle. Tam burada “Babalar alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır” cümlesini şöyle değiştirmek istiyorum: “Anneler alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır” *Arzu Çur, Taşraya Bakmak, haz. Tanıl Bora (İstanbul: İletişim Yayınevi, 2016). 117.


YAZI: Merve ÖZPÜRÇÜKLÜ ÇİZİM: Nihan KARADENİZ

Bitsin Dediğimizde Sadece O An Bitiyor

İYİ AMA BİZ ÖLMEDİK Kİ HALA?


“An bitebilirken anlar topluluğunu nasıl bitirir

insan bir kelimeyle?”

Bak şimdi öyle olmaz; Uçamayan bir balık bile kalmadığında, Filler kulaklarını kullanıp uçmaya başladığında, Dünyada fakirlik bittiğinde, İnsanlar bina dikmek yerine ağaç dikmeyi seçtiklerinde, Tüm insanlık bisiklet sürmeye başladığında, Bende seni sevmiyor olacağım. Ama şu an seni seviyor olmam bunların gerçekleşmediğine delalettir. Ve bi’gün o köşeyi döndüğümde ilerde sen olabilirsin. Ve belki ağır çekimde bana koşup sarılırsın. Sarılmasan da kabul, karşımda olman yeterli bir eylem olur. Ve sen karşımdayken tüm gitmeler kalmaya dönüşür. Alıp gitme ellerimden ellerini. Havalar soğuk olur. Kimse sevemez ben gibi, yüzünde gözlerini.. Gel gitme, Gülmelerin başka olur… Gel etme gitme. Sol yanımsın. Buralar karanlık olur. Ve bakarsan şimdi pencerenden aşağı gönlüm bi’ hoş olur.


ÇİZİM: Aysun Metin


1. Atlasları getirin! Tarih atlaslarını! En geniş zamanlı bir şiir yazacağız 2. Harbi karşılık verecek ama herkes Göğünde kuş uçurtmayan şu üç soruya: 3. Bir, Yeryüzünde nasıl dağılmıştır Tarihi düzünden okumaya ayaklanan çocuklar? 4. İki, Daha yavuz bir belge var mıdır ha Gerçeği ararken parçalanmayı göze almış yüzlerden? 5. Üç, Boğaziçi bir İstanbul ırmağıdır Nice akar huruc alessultanlarda bayraksız davulsuz? 6. Nerede kalmıştık? Tarihe ağarken üç ağır yıldız Sürünerek geçiyor bir hükümet kuşu kanatları yoluk 7. Çocuklar! ile bile muhbirler! ve bütün ahali! Hep birlikte, üç kez, bağırarak, yazınız 8. Kurşunkalemle de olabilir Yort Savul!

“Uğurlar Olsun”


facebook.com/groups/kfanzin

Adana


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.