SOLDAN ESİNTİLER KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT DERGİSİ
3
MART 2018
Düny aya g elmem maks at ne d e i d i: Bir sa dık d Aşık ost. Veyse l
SOLDAN ESİNTİLER
1
EDİTÖRDEN KADINLARIMIZ / NAZIM HİKMET İÇİMİZDEKİ BERLİN DUVARI / FERİDE SERİN DOĞANIN KONSERİ / RIFAT KORAY GÖKAN GELECEK KADINLARIMIZDA / ALİ ESMERAY ALİ EKBER EREN - SÖYLEYŞİ / AYSUN KAYA gece ve asude-siz / NURSEL ARAS NEYE MECBURSA ÖYLE YAŞAMAYI ÖĞRENİR İNSAN / AYSEL MENTEŞ KARDELEN VE MENEKŞE / YAŞAR UĞURLU KÜÇÜK BİR VİNTAGE MESELESİ / GALİP UÇAR AŞIK VEYSEL / SÜHEYLA GÜNEY AVCI AŞK YASAKSA / ZİYA YILDIRIM GÜNTEKİN MAVİ GÜLÜŞLÜ KATİ / NURSEN URAL HABER ŞİZOFRENİST DÜŞLER - DUYGUSAL YANSIMALAR / CİHANGİR ASLAN HAYATA SANATLA GÜLÜMSE / MİNE GÜLEŞKEN ASLAN FOTOĞRAF ŞİİR ÇEVRE BİLİNCİ / HAVVA AĞRAL ALTINI ÇİZDİKLERİMİZ SOLGUN ZAMANLAR / İKRAM GÜNEŞ ŞİİR BORNOVA BİZİM EVİMİZ / MİNE GÜLEŞKEN ASLAN KAFE BAYKUŞ - RÖPORTAJ UNUTULMAYANLAR ANTAKYA ÇARŞISI, BAHARATÇILAR VE YÜZÜK / EDİP YEŞİL MERHABA ABİ / MELİH ÜSTKANAT ETKİNLİK KEŞİF GÜNLÜĞÜ / SÜHEYLA GÜNEY AVCI KİTAP TANITIM AYIN KİTABI / ÜNSAL AKTAŞ ETKİNLİK / DİZELERİN RENKLERİ DUYURU REKLAM
2
SOLDAN ESİNTİLER
4 5 6-7 8 9 10-12 13 14 15 16-17 18-19 20 21 22-23 24-25 26-29 30-31 32-33 34-35 37 37 38 40-41 42-45 46-47 48-49 50-52 53 54-55 56 57 58 59-60
SOLDAN ESİNTİLER KÜLTÜR, SANAT, EDEBİYAT DERGİSİ Yayın Türü: Aylık Süreli Yayın Sayı: 2 - Mart 2018
issuu.com/soldanesintiler
Genel Yayın Yönetmeni Süheyla Güney Avcı Ünsal Aktaş
soldanesintiler
Editör Süheyla Güney Avcı Ünsal Aktaş
soldanesintiler soldanesintiler@gmail.com
Ankara Temsilcisi Aysun Kaya İzmir Temsilcisi Mine Güleşken Aslan Kapak Tasarım Ünsal Aktaş Dizgi - Mizanpaj - GrafikTasarım Ünsal Aktaş 0555 494 43 03 grafiktasarimm.reklam@gmail.com Soldan Esintiler eposta soldanesintiler@gmail.com KURULUŞ 2015 Soldan Esintiler Degisinde yayımlanan yazı ve şiirlerden yazarların kendileri sorumludur.
SOLDAN ESİNTİLER
3
EDİTÖRDEN Emek ve Kadın
Bundan 161 yıl önce 8 mart 1857 yılında greve giden New Yorklu kadın dokuma işçilerinin, 1917’de Şubat Devrimi’nin fitilini ateşleyen Petrogradlı kadın emekçilerin mücadele günü dünyanın bir çok yerinde binlerce kadın tarafından kutlanıyor. 8 mart emekçi kadınlar günü bir çok topluluk tarafından asıl içeriği yok sayılarak, medyadan topluma adına “kadınlar günü” denilerek amaçsız bir gün olarak enjekte edilmekte ve bu sebeple aslolan “emek ve mücadele” kısmı boş hale getirilmektedir. Dünya Emekçi Kadınlar Günü bir anma günü bir bilinçlenme, hak arama, mücedele etme günüdür. Bilincimize işlenmesi gereken bugünün hangi amaç ve şartlarda ne için bugünlere taşınmış olduğudur. Pek çok insan akşam türkü barda gündüz düğün salonlarında matine şekline getirerek kutlama yapar. Bu da emekçi bir kadının emeğinin yok sayılması, küçümsenmesi, 8 martı yaratanların önemsiz gösterilmesi demektir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmasını, kutlamaların başlamasından yıllar sonra, 1977 yılında kabul etti fakat kadınların mücadele günü olarak göstermekten geri durdu ve günün tarihçesine değinilmedi. Hala BM’nin internet sitesinde günün tarihine ilişkin bölümde, günün 8Mart 1857’de New York’ta ölen dokuma işçilerin anısına düzenlendiği yazılmamıştır. Bugün “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü” Türkiye’de ve pek çok ülkede emekçi kadınların mücadele günü olarak sokaklarda, meydanlarda binlerce kişi tarafından kutlanıyor. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü kutluyor 8 martı yaratanları saygı ile anıyoruz.. SÜHEYLA GÜNEY AVCI
4
SOLDAN ESİNTİLER
KADINLARIMIZ Ayın altında kağnılar gidiyordu. Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon’a doğru. Toprak öyle bitip tükenmez. dağlar öyle uzakta, sanki gidenler hiçbir zaman hiçbir menzile erişmeyecekti. Kağnılar yürüyordu yekpare meşeden tekerlekleriyle. ve onlar ayın altında dönen ilk tekerlekti. Ayın altında öküzler başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi ufacık, kısacıktılar ve pırıltılar vardı hasta, kırık boynuzlarında ve ayakları altında akan toprak toprak ve topraktı Gece aydınlık ve sıcak ve kağnılarda tahta yataklarında koyu mavi humbaralar çırılçıplaktı. ve kadınlar birbirlerinden gizleyerek bakıyorlardı ayın altında geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine. Ve kadınlar bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri, ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yarimiz ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar bizim kadınlarımız şimdi ayın altında kağnıların ve hartuçların peşinde harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi aynı yürek ferahlığı, aynı yorgun alışkanlık içindeydiler. Ve on beşlik şarapnelin çeliğinde ince boyunlu çocuklar oynuyordu. Ve ayın altında kağnılar yürüyordu Akşehir üstünden Afyon’a doğru. NAZIM HİKMET
SOLDAN ESİNTİLER
5
İÇİMİZDEKİ BERLİN DUVARI Nedir bu ön yargılardan çektiğimiz? Yok efendim Ayşe Hanım›ın kızı mini etek giyiyormuş, bu kız iyi yolda değilmişmiş. Ya da neymiş, komşumun oğlu küpe mi takıyormuş, yoksa bu çocuk gay mi? Mahalleye yeni taşınanlar da o bölgeden geldikleri için çok kabaymışmışlar... Saymakla bitmeyen bu ön yargılara günlük yaşamımızda sık rastlarız değil mi? Düşündüğümüzde bizim de ön yargılı davrandığımız anlar mutlaka olmuştur. Ön yargı, bir konu ya da kişi hakkında yeterli bilgi olmadan, o konu ya da kişi hakkında fikir oluşturularak değerlendirme yapılmasıdır. Ön yargı olumlu ya da olumsuz olabilir. Örneğin Akdeniz insanını cana yakın bulup, sevmemiz olumlu bir ön yargıdır. Derisinin renginden dolayı bir insana haksız tepkiler gösterilmesi ise olumsuz bir ön yargıdır. Günlük hayatımızda ön yargıyı çoğunlukla olumsuz tutum olarak algılarız. Özellikle insanlar karşılarındaki kişinin siyasi görüşü, cinsiyeti ya da dini inancı yüzünden ön yargılı davrandıklarında, ortaya çıkan ayrımcılık, adaletsizliğe yol açarak insanların yaşamlarını olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Birçok insan hayatının bazı dönemlerinde ön yargılı davranma hatasına düşmüştür. Bu hataya düşmesinde yetiştirilme şeklinin ve basın yayın organlarının etkisi büyüktür. Biz insanlar sadece bir gruba değil, bazen bir bireye karşı da ön yargılı olabiliyoruz. Bir kıyafet, bir konuşma bile bir anda karşımızdaki kişiyi haksız yargılamaya yol açabilmekte ve onun hakkında yeterince bilgi sahibi olmadan kolaylıkla değerlendirme yapabilmekteyiz. Hatta bunu cahil,kirli, tembel... gibi tek bir kelimenin içine sığdırarak bir haksızlığa imza da atabiliriz. Acele verilen bir karar, insanlarla ilişkilerimizde hata yapmamıza yol açabilir.
6
SOLDAN ESİNTİLER
İÇİMİZDEKİ BERLİN DUVARI Siyah beyaz olduğunu düşündüğümüz bir insan, belki de içinde gökkuşağını barındırıyordur ya da renkli olduğunu düşündüğümüz bir insanın içinde, kara bulutlar geziniyor olabilir. Bir insanı iyice tanımadan onun hakkında peşin hüküm vermek belki de çok güzel bir dostluktan mahrum kalmamıza neden olabilir. Ancak sabır, zaman ve hoşgörü ile harmanlanmış emekle insanları tanıyabiliriz. Özellikle empati kurmayı da biliyorsak. Hayatı sevmek ve onun tadını çıkarmak için ön yargılı olmayalım. Unutmayalım, Berlin Duvarı bile yıkıldı. Lütfen, biz de ön yargılarımızı yıkalım! FERİDE SERİN
Nehirler Boyunca Kadınlar Gördüm Bir gün sizin de yolunuz düşer memlekete Siz de görürsünüz bunları kadınlarda Ödevleri yenilmek olan hep Bıçakla kemik arasında Susmakla ağlamak arasında Yenilmek Kadınlar CEMAL SÜREYA SOLDAN ESİNTİLER
7
DOĞA’NIN KONSERİ
DOĞA’NIN KONSERİ – 54 Tuval üzerine akrilik 60/80 2010 RENKLER DANS EDİYOR, ŞARKI SÖYLÜYOR Rifat KORAY Gökan, çalışmalarında yeni bir soyut resim stili hedeflemektedir. … enigmatik bir ilişkinin sırlarını aramakta, bir yanda DOĞA diğer yanda İNSAN. Somut gerçek DOĞA ve onun gizemlerini soruşturan İNSAN. … doğayı ve onun SOMUT gerçeklerini, gözlem ve soruşturmaları sonucu oluşan SOYUT düşünceleri ve hayalleri ile bütünleştirerek görselleştirmek çabasında... Öğreti, sır, gizem dolu resimler Rifat KORAY Gökan’nın çalışmaları… İnsanlarla sağlıklı sanat ilişkileri, arkadaşlıklar kurmayı amaçlayan çalışmalar… İçerikleri ile “sizi çok seviyorum” demeye çabalayan çalışmalar... Rifat KORAY Gökan’ın resim çalışmaları…
8
SOLDAN ESİNTİLER
GELECEK KADINLARIMIZDA Düşüncem şudur ki: Dünyada ki kötü gidişat düzelecekse eğer; bu düzelme kesinlikle ve kesinlikle kadınlarımızın elinden olacaktır,ama hangi kadınlarımızın elinden olacaktır bu düzelme.Burası da çok önemli ! Erkeğe kayıtsız şartsız biat eden kadınların elinden mi Olacak? Yoksa kendini erkeğin hegemonyasından kurtarıp, kendi ayakları üstünde duran, kendi gücücünün farkına varmış öz güvenini keşfetmiş kadınların elinden mi olacak bu düzelme…? Tabi ki kendini erkeğin hegemonyasından kurtaran kadınlarımızın elinden olacak o güzel özgür günlerin gelişi. Daha kız çocuğu iken başlayan kadını itibarsızlaştırma kampanyalarını, yıkmak kolay olmayacak tabi ki ama unutmamak gerekir ki; her şey bir adımla başlar. Özgür olmak ya da köle olmak bir insanın kendi elindedir. Ya özgür bir benlik olacaksın, ya da köle. Sen seç? Evet, özgür benlik olmak zordur ve sıkıntılıdır; ama zincirleri ve sahibi yoktur. Uçsuz bucaksız bir evrenin içinde, sonsuz hareket etme ve düşünebilme, eyleme geçebilme özgürlüğü, bunların hepsi öz be öz senindir. Anaç bir misyon yüklendiğin için bu çok önemlidir. Çünkü hayat bir kadından başlar ve devam eder. Doğurup yetiştireceğin benlikleri de, aynı düşünce içinde büyütüp topluma faydalı özgür benlikler olarak kazandırabilme yetisi sendedir. Ama yok; efendim baş kaldıramam, her kadının bir sahibi, bir efendisi, olmalıdır diye düşünüp, eylemini biat etme yönünde kullanırsan; hem senin hem de toplum için sancılı süreci başlatmış olursun. Bundan sonra, hep bir efendin, bir sahibin vardır. Asla onun isteği dışında adımlar atamazsın! Aslında kendi haklarına ve yiyeceğin bir lokma ekmek için köle olursun. Zincirin ve sahiplerin vardır artık senin; ve yüklenmiş olduğun anaç misyon içinde, senin gibi köle benlikler üretirsin. İşte onun içindir ki senin yapmış olduğun bu tercih dünyanın kaderini iyi ya da kötü yönde etkiler. ALİ ESMERAY
SOLDAN ESİNTİLER
9
ALİ EKBER EREN SÖYLEŞİSİ 1956 yılında türkülerin harmanı olan Sivas’ın Divriği ilçesinin Sincan nahiyesinde doğdu. Sanat yaşamına bulunduğu yörenin türkülerini dinleyerek başlayan sevgili Ali Ekber Eren ile sanata dair keyifli bir sohbetimiz oldu. Aysun Kaya: -Sevgili Ali Ekber Eren ustam, öncelikle genel yayın yönetmenimiz Süheyla Güney Avcı, editörümüz Ünsal Aktaş İzmir ve Ankara temsilcikleri olarak Soldan Esintiler Kültür Sanat Edebiyat Dergisi adına bizimle bu söyleşide bulunduğunuz için size çok teşekkür ederiz. Ali Ekber Eren: -Rica ederim bende mutlu olurum, derginize ve sanata bir nebze olsun katkım olursa. Aysun Kaya: -Müziğe ne zaman başladınız? Etkilendiginiz bir sanatçı yada faktör oldumu? Ali Ekber Eren: -Sanat yaşamıma Sivas divriğili olmam sebebi ile yöre türkülerini dinleyerek başladım. Yani genel olarak semah ve deyişlerle başladım. Tabiki etkilendiğim sanatçılar oldu. İlk ustam ve ilham aldığım idolüm, babam ağa dayı olarakda tanınan İbrahim Eren›dir. 86 yıllık yaşamının 60 yılını bağlama atölyesinde geçirdi. O Sivas›ın yetiştirdiği en büyük ozanlardan biridir. Tabiki babamın yanı sıra Pir Sultan, Davut Sulari, Mahzuni Şerif, ve Ruhi Su›dan çok etkilenerek müziğe başladım. Aysun Kaya: -Bağlama virtüözü olduğunuzu biliyoruz. O zaman diyebilirmiyiz bu güzel sanat size babanız İbrahim Eren›den miras kaldı. Babanızın yolundan yürüdünüz. Ali Ekber Eren: -Dedim ya babam atölyede bağlama üretirken yanında çırak olarak çalışırdım, bana çalmasını öğretmesini istedim. Ve böylece ilk derslerimi rahmetli babam İbrahim Eren›den aldım. Daha sonrasında ise gelen ozanlardan parçalar öğrendim, öğrettiler. Aysun Kaya: -Sanat yaşamınız boyunca unutamadığınız pek çok şey olmuştur, en etkilendiğiniz neydi?
10
SOLDAN ESİNTİLER
ALİ EKBER EREN SÖYLEŞİSİ Ali Ekber Eren: -Tabiki oldu. Davut Sulari›nin bize konuk olduğu ve elini başıma koyarak dinleyen bir çocuk olduğum için ilerde çok büyük bir üstad olacağımı söylediği zamandır. Aysun Kaya: -Bir tarafta bir şarkı ile milyonlar kazananlar ve medyatik olanlar, diğer tarafta ise yıllarını sanat yapan üreten ama hakettiği değeri bulamayan sanatçılar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Ali Ekber Eren: -Sanat benim için bir düşünce ve eylem alanıdır. Bende sisteme isyanımı türkülerimle sözlerimle ve bağlamamla tepkimi göstererek anlatmaya çalıştım. Sanat araçtır, amaç olmamalıdır. Türküler sesli düşünceler ve kültürel değerlerimizdir, bir müzik üreticisinin kitlelere vereceği mesajdır. Yaşadığı çağın işlevini taşımıyorsa o kişi üreten değildir. (müzik üreticisi değildir) o yüzden bizim ürettiklerimiz para ile değerlendirilmemelidir. Sanatta kalıcı olmamızın sebebi de budur. Aysun Kaya: -Sayısız damga vurmuş albümler besteler film müzikleri ve peşinden MESAM. Mesam denetleme kurulu başkanısınız. Oldukça büyük bir yükümlülük. Mesam nedir neyi amaçlar? Ali Ekber Eren: -Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği MESAM, ilgili mevzuat uyarınca 11.08.1986 tarihinde kuruluş başvurusunda bulunmakla tüzel kişilik kazanmış olup, 08.12.1986 tarihinden bu yana faaliyetini sürdürmektedir. MESAM, ülkemizde kurulmuş olan ilk dört meslek birliğinden biri ve müzik eserleri arasında ilk meslek birliğidir. Müzik eserleri sahiplerinin(besteci, söz yazarı, aranjör ve editör) ve malî hakları kullanma yetkisini haiz kişilerin çıkarlarını korumak, 5846 sayılı Kanun ile tanınmış hakların idaresi ve takibini, alınacak ücretlerin tahsilini ve hak sahiplerine dağıtımını sağlamak amacıyla faaliyette bulunmaktadır.
SOLDAN ESİNTİLER
11
ALİ EKBER EREN SÖYLEŞİSİ
MESAM yabancı telif birlikleriyle imzaladığı temsilcilik antlaşmaları vasıtasıyla, yüzden fazla ülkede mekanik ve temsili alanda hem MESAM üyelerinin haklarını koruma altına almakta, hem de dünya repertuvarını Türk müzik kullanıcılarının hizmetine yasal olarak sunmaktadır. Birliğimiz aynı zamanda müzik, sinema, edebiyat, tiyatro ve plastik sanatlar alanında faaliyet gösteren eser sahiplerini temsil eden uluslararası besteci ve söz yazarları konfederasyonu CISAC›ın ve mekanik alanda uluslararası mekanik çoğaltım bürosu BIEM›in üyesidir. Aysun Kaya: -Sanatçı bir duruş ve tavır içerisinde olmalı mıdır? Müziğe gönül veren yeni nesil müzisyenler için tavsiye ve düşünceleriniz var mı? Ali Ekber Eren: -Önce üstadları dinlemeli, kitap okumalı. Okumayan insan sosyal olamaz, iyi bir sanatçı adayı Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan ve benzerleri gibi üstadları kılavuz olarak görmelidir ve irdelemelidir. Sosyal medyada ve özellikle ulusal kanallarda yozlaşmış bir kültür var, o yüzden biz korkmadan her yerde türkülerimizi haykırmalıyız. Aysun Kaya: -Sevgili Hocam, Soldan Esintiler Kültür Sanat Edebiyat Dergisi genel yayın yönetmeni, editörü, Ankara ve İzmir temsilcilikleri olarak çok teşekkür ediyoruz, sağolun var olun. Ali Ekber Eren: -Rica ederim. Yolunuz açık, okurunuz bol olsun. AYSUN KAYA / SOLDAN ESİNTİLER ANKARA TEMSİLCİSİ FOTOĞRAFLAR : PİR MUSTAFA
12
SOLDAN ESİNTİLER
gece ve asude-siz yüreğim ince susmalara gebe gece içimde bir kavak hışırtısı üşüyen neresi bilmediğim taaa parmak ucumda sızısı! oysa gülkurusu akşamlarında dudağına şifreli en sadık âşığın bendim saçlarımda bahardan kalma yarpuz kokularıyla uğurlarken karanlığı elimde mavi benekli bir kadeh vurulmuş kentlerden geçerdim dalgın gözlerle gülümseyerek ölüme penceresiz evlere uğrardım ilkin taş avlularda aynı uykulara uyanan asude bakışlı kadınlar vardı ellerinde gelincik şerbeti ilk kutsal yenilgilerini anlatıyorlardı küçük kızlarına hepsi de ölüme hayrandı cehennem kurmuşken en mahrem yerime kazanını cennetin faydası yok ayağa, diyorlardı başımı dizlerine dayayıp destina’nın eteğindeki ateşi anlatıyordum onlara aşkı ve kurtuluşu anlatıyordum ne çok biriktirdiğimiz var ne çok gömdüğümüz sus göm! sus göm! Sussss ma!
ey aşkın ve sevdanın tanrıçası kadın bakma cellatların öyle güçlü göründüğüne bağır artık bağır ki gök başlarına yıkılsın! son kavgadır bu dövmeli mor sesinle tanrıları çıldırtana dek gül! sen gül ki bükülü gülüşünden sahraya yağmurlar yağsın sen gül ki göğsüne mızrak saplı mezopotamya’dan kan yerine tütsülü şiirler fışkırsın sen gül ki dağlar türküsüne nehirler denizine çocuklar kendi ülkesine geri dönsün sonra... sonra büyük şehirlerden geçtim bir bir çırası sönerken doğu’daki evlerin aynalı çarşılar gibi ışıl ışıldı sokakları ve büyük şehirlerin küçülen dostluklarında ihaneti affedenleri gördüm aslında kendilerini affediyorlardı ihanet tasından su içtikleri için ahh! nefesimi soğuk aynalarda çürüten gece al göz kalemimi eline üşüyen yanağıma bir güneş çiz ve asmalardan toplayıp hüzünlü şarkılarımı eteğimin ucundan hayata düğümle beni! Nursel Aras Elma Ağacında Kör Kuşlar
SOLDAN ESİNTİLER
13
NEYE MECBUR KALMIŞSA ÖYLE YAŞAMAYI ÖĞRENİR İNSAN Kış aylarında güneşin ömrü kısa olur malum. Bir bakmışınız doğmuş, bir bakmışısınız yokmuş. Yine böyle kısa ömürlü bir günün sonunda, otobüsü kaçırmamak için alel acele dükkanı kapatıp sokağa çıktım. Yıldızlar ve ay yok ortalıkta, karalar bürünmüş gökyüzü, kuzeyden esen rüzgarın getirdiği ince yağmur taneleri düşüyor yüzüme. Koşar adım vardığım durakta her gün gördüğüm tanıdık yüzleri görünce, derin bir soluk aldım, binecek oldugum otobüs demek ki henüz geçmemiş. İnsanlarla içe içe yaşamaya alışmış sokak köpeklerinin rahat davranışları durakta bekleyen insanların yüzünde sevecen gülücükler bırakıyor. Kırmızı ışıkta bekleyen otobüsün numarasını görünce yolun kenarına yürüdüm. Dolu gelen otobüse bindim, oturacak yer olmadığı için yine ayakta kalmıştım. Koltuklara şöyle bir göz gezdirdim öğrenciler her zamanki gibi telefonlarıyla meşguldü. Annelik iç güdüsü yine devreye girdi, acıdım içten içe çocuklara.sabahın köründe evden çıkıp okuldu dershane deydi perişan oluyorlardı. Bunca çabaların sonunda bir çoğu işsizler ordusunun yeni fertleri olacaklardı . Ayakta yolculuk etmek zorunda kalınca yakınında koltuklarda oturanların sohbetlerine istemeden kulak misafiri olunuyordu. Sağ taraftaki oturan iki kadın çarşı pazarın pahalılığından bahsediyor. Sol tarafta oturan bakımlı bir kadın evdeki kediye aldığı ciğeri anlatıyordu. Yaşlı bir amca gençlerden şikayet ediyor. Gençler okul çıkışında gezmekten gelen yaşlılardan şikayet ediyordu. Üç beş durak sonra kırmızı ışıkta duran otobüsün ön koltuğunda oturan iki yaşlı adamda biri __kadına bak. Dedi yanındakine Ben ve bir çok kişi aynı anda dışarıya baktık. Büyük bir bez parçasıyla iki yaşlarındaki çocuğunu sırtına bağlamış bir kadın çöp bidonlarından bulduğu karton ve şişeleri pazar arabasının içine oturttuğu büyük bir çuvalı içine dolduruyordu. Yanında altı yedi yaşında bir erkek çocuk daha vardı. Hava soğuk ve karanlıktı. Hayatımda gördüğüm en iri ve heybetli kadındı. Kadının kağıt toplamasından çok daha ilgimi çekmişti kadının heybetli görüntüsü. Üstünden kaç ay geçti o kadının görüntüsü hala yağlı boya bir resim gibi gözümün önünde. Allah herkese taşıyabileceği kadar yük verir derdi annem. Nasıl yani derdim. Allah herkesin kilosu kadar mı yük veriyor. Şimdilerde ise, neye mecbur kalırsa ona göre yaşamayı öğrenir insan diyorum. kendisine ciğer alınan kediye ne kadar yaşam haklı verilmişse sokaktaki kediye de aynı yaşam haklı verilmiştir. İnanılan aksine, doğa herkese eşit davranmaktadır. Eşitsizliğe neden olan insanlardır. AYSEL MENTEŞ HAYPATİA
14
SOLDAN ESİNTİLER
KARDELEN ve MENEKŞE
İki çiçek var saygı duyduğum Biri kardelen, diğeri menekşe İkisinin de huyunu sevdiğim Biri eğilmez, biri aşıktır güneşe Önce kardelenden başlasam Menekşeyi aklımda saklasam Evrende yetkili hüküm olsam Soldurtmazdım onları güneşe Narin yapılı naziktir kardelen Kurtulmak ister üstündekinden Yardım diler Mevla Kerimden Bir kez bakmak için aşkı güneşe ‘’Dayanamazsın’’ der Yaratan Çıkma sakın karın altından Ölürsün çıkar isen oradan Sonra söz geçiremem güneşe Kardelen düşer aşkın harına Yanar da yanar güneş uğruna Söz geçiremez o deli gönlüne Bakacaktır bir kere aşkı güneşe İnce yapılı güzel kardelen Vazgeçer kendi kendinden Kurtulur üstünü örtenden Ve ölürken gülümser güneşe..! Bendim menekşeyi aklımda saklayan Menekşe koksun isterdim her yan Başka koku tanımazdı onu koklayan Kokusu yayılır, yerden ta güneşe
Çeşitleri çok olsa da menekşenin Yaban moru tercihidir onu bilenin Hele bir de dağlarda özgür yetişenin Hiç boynu bükülmez güneşe Menekşenin hası yabandaki morudur Asıl menekşe uzun ömürlü, bodurudur Menekşe de her canlı gibi ölümlüdür Ama ölürken bile bakmaz güneşe..! Eyy, bu şiiri yazan ölümlü insan Kardelen gibi sevdalı olmadıysan Menekşe gibi zalime dik durmadıysan Çek elini çiçeklerden engel olma güneşe..! YAŞAR UĞURLU
Ağır ağır ölürler okumayanlar, Müzik dinlemeyenler, Vicdanlarında hoşgörüyü barındırmayanlar... PABLO NERUDA
SOLDAN ESİNTİLER
15
KÜÇÜK BİR VİNTAGE MESELESİ Bu dönemin insanlarında; kendini farklı yetiştirmiş ve sürüden erkence ayrılıp, yolunu kendi seçip, “benim yolum bana doğru” mottosuyla ilerleyenleri tenzih ederim, eskiye özlem ya da eskiyi sömürme diyebileceğimiz yepyeni bir moda ortaya çıktı. Vintage modası. Kelime anlamıyla aslında İngilizce’den çevirdiğimizde bağbozumu manasındaki bu kelime, aynı zamanda eski zamanlarda, belli bir dönem moda olmuş ya da anlaşılmamış değerlerin ya da ürünlerin, tekrar gündeme gelip, onların bire bir aynısı olmasa da tekrar kullanılması olarak ele alınıyor. Aslında temelde “eski olduğu için güzel” kavramı üzerine kurulan bu akım, enteresan şekilde bazılarınca, gerçekten hakkı verilerek, geçmişin köşe bucakta anılarının saklanmış hallerinden modern dünyaya yeniden sunuluyor, bazılarınca ise ne yazık ki içi boş ve sadece gösteriş olsun diye kullanılıyor. Modern çağın hastalığı olan, kullan, havanı at, gözler üzerine odaklansın, gözden düşmeye başladığında yeniden çöpe gönder gibi bir döngü içinde Vintage Stili ne kadar var olabilecek bunu ileriki dönemde göreceğiz. Tabi girizgah bu kadar uzun olmasına karşın, ben güzel ülkemin 70’li yıllarının anlaşılamadığını, hatta o, onurlu insanların yaşadığı, hayatlarda bir gaye olan, mücadele ruhunun yaşadığı, kitapların da müziklerin de çok daha anlamlı olduğu; evet belki sokaklarda çatışmaların, gençlerin öldüğü ama haybeye değil inançları için öldüğü, o dönemi ülkenin belki Vintage Modasıyla tekrar yeşertebileceği ümidindeyim. Bir yanda da şu anki yirmili yaşlardaki neslin bu kadar birbirlerine çıkarla yaklaşıp, yalanlar söyleyip; bu yalanlar bilinmesine rağmen utanabilmez ve vicdanları sızlamazken, ben merkezli, hayli bencil, insanların bilgilerini ve sevgilerini sömürüp, hayatlarının odağını sadece gülmek, eğlenmek, kısa zevk ve heveslerle, cafe ya da barlarda vakitlerini öldürüp, sadece sanal oyunlar değil birbirleriyle de oynadıkları bir ortamda, sadece “yaşanmışlıkları var” diye bu Vintage Stilinin onurlu ruhunu nasıl yaşatabilecekleri de bende soru işareti. Düşünsenize, kendisinden iki, üç nesil önce, aşkın, sevginin gerçek ama çekinerek, emek vererek, dayanışmaya dayalı olduğu ve büyük ihtimalle emek emek bir sevginin yaşanmasına şahit olan elbiseler, şimdi çamaşır değiştirir gibi sevgili değiştiren, aşkın libido ve testosteron seviyesinin artışına göre var olup, düşüşüne göre aşk bitti şeklinde yorumlandığı bir nesilde nasıl anlam kazanabilir? Şarkı sözlerine bakarsak yahut o dönemler yazılmış kitaplara, içlerindeki gerçekçiliğe, hayallere, umutlara, hayal kırıklıklarına, acılara, yaşanmışlıkların sirayetleri olduğunu görüyoruz. Oysa şimdi; yine her satırımda ilk paragrafta bahsettiğim kişileri tenzih ederek, sadece Sabahattin Ali ünlü diye onun kitabıyla fotoğraf çektirip, sanki kitabı okuyormuş gibi yapanlar mı dersiniz? Yoksa içi boş eğitimler alıp, sahte hava atmalar mı dersiniz? Ne müziklerin, ne kitapların, ne de sanatın, hatta ne de modanın anlamını ve ruhunu bilmeden içi boş yaşıyorlarken, nasıl “vintage” kavramıyla yoğurabilecekler.
16
SOLDAN ESİNTİLER
KÜÇÜK BİR VİNTAGE MESELESİ Hayır suçlamıyorum! Sadece bir feveran ama haklı bir feveran. Belki de geç kalınmış bir feveran. Birilerine özenip, birilerini kıskanıp, küçük ve sakin ama kalıcı mutluluklar yerine genel geçer, insanı aşağılayan videolarda; sözde şaka yapılıyor, eğlenmeyi, olgunluğun bir erdem olduğunu değil, dinazorluk ve içi geçmişlik olduğunu düşünen bir yapılan haklı bir feveran bu. Bir de düşünün içi boş ama dışı hoş olsun benim olsun, keyfimi alayım, günümü geçireyim, oyalanayım, sömürebileceğim kadar sömürüp, artık sıkılınca ya da güldürmesi azalında; şaklabanlığı da yetmeyince tam tabiri, yollarım mantığındanki kişilerde, geçmişin o tertemiz yaşanmışlıkları “vintage” adıyla nasıl gerçek manasını bulabilir ki? Kısacası küçük bir vintage* meselesi aslında çok derin bir mesele ama umarım yirmili yaşlarda vintage diye giydikleri kıyafetlerin asıl sahipleri, ne zorluklara göğüs gerip, ne onurlu sevdalar, aşklar yaşayıp, dayanışmalarla yuvalarlar kurmuşken, yirmili yaşlarda bencil ve çocuk şımarıklığını, ergenlikten çıkmayan, sömüren kişilerde nasıl yaşayabilir ki? Cem Karaca’dan belki bir şarkının dizeleriyle bitirmeli yazıyı: Sevinçlerimiz bile artık mekanik Sevgisiz saygısız otomatik Bu şarkı birilerine çok geç artık Bu şarkı kirlenmiş bir çığlık *bit pazarına nur doğması bu olsa gerek. Geleceği kurar üretir dediklerimizin, patch yöntemiyle oradan buradan bir şeyler atıştırıp, harmanlaması sonucunda, ürettik zannedip geçmişe özlem duyacak kadar hiçbir şey olma ya da muasırını dahi sömüremeyip, ya da son zerre-i miskaline kadar sömürüp, elde bir şey kalmayınca geçmişi sömürmek için saldırma hali. Bazılarını ısrarla tenzih ederek…belki yazı sonrası, yazıya ilaveten Zülfü Livaneli’den Her şey Satılık şarkısını dinlemeli. Çok daha iyi anlaşılacaktır GALİP UÇAR
SOLDAN ESİNTİLER
17
AŞIK VEYSEL KARA TOPRAK
Dost dost diye nicesine sarıldım Benim sadık yarim kara topraktır. Beyhude dolandım boşa yoruldum Benim sadık yarim kara topraktır. Nice güzellere bağlandım kaldım Ne bir vefa gördüm ne faydalandım Her türlü isteğim topraktan aldım Benim sadık yarim kara topraktır. Her kim olursa bu sırra mazhar Dünyaya bırakır ölmez bir eser Gün gelir Veysel’i bağrına basar Benim sadık yarim kara topraktır. Türk halk ozanı Aşık Veysel’i 21 mart 1973 kaybettiğimizden beri kırk beş yıl geçti. Sevgi ve saygıyla anıyoruz. Aşık geleneğinin ülkemizdeki son temsilcisidir Veysel Şatıroğlu Köy Enstitüleri’nde saz hocalığı yaptı. Sade dil ve lirik bir söyleyişle şiirlerini söyleyen Veysel’in eserlerinde hayatın tüm renklerini görmek mümkündür. Eserlerinde hüzün ile sevinç; iyimserlik ile umutsuzluk iç içedir. Aşık Veysel’in bir çok eseri günümüze kadar ulaşmıştır. “Güzelliğin on par’etmez Şu bendeki aşk olmasa Eğlenecek yer bulaman Gönlümdeki köşk olmasa” Dizelerinde Aşık Veysel’in gönlündeki aşkın büyüklüğünü görüyoruz. Bu arada ilk eşi Esma’ya olan sevdası ve Esma’nın onu değilde bir başkasını sevip kaçması Aşık Veysel’in yaşadığı dramlardan biridir. Kızı Hayriye bu konuyu kısaca şöyle anlatır: “ Babamı 25 yaşındayken Esma adlı köyün çok güzel kızlarından biriyle evlendirmişler. Ondan bir çocuğu olmuş, ama anasının memesi ağzına tıkanıp ölmüş. Esma Hanım, evdeki yanaşmayla babamı bir başına bırakıp kaçmış. Babam, Esma’nın kaçacağını anlamış Esma Hanım’ın çorabının içine biraz para koymuş. İki sevgili Bafra’da bir çeşmenin başında serinlerken Esma Hanım çorabındaki kabarıklığı fark etmiş. Bakmış para... Hemen anlamış, parayı kaçarsa sefil olmasın diye babamın koyduğunu...”
18
SOLDAN ESİNTİLER
AŞIK VEYSEL
Hayatı boyunca Türkiye’nin neredeyse her yerinde ki aşıklarla tanıştı. Veysel Şatıroğlu yani Aşık Veysel’in eserleri arasında en çok sevilen ve günümüzde farklı sanatçılar tarafından yorumlanan “Ala Gözlü Benli Dilber”, “Uzun İnce Bir Yoldayım”, “Dostlar Beni Hatırlarsın”, “Kara Toprak” adlı eserleri farklı uyarlanarak, özellikle genç neslin gönlünü kazanmıştır. SÜHEYLA GÜNEY AVCI
Anlatamam derdimi dertsiz insana Derd çekmeyen dert kıymetin bilemez Derdim bana derman imiş bilmedim Hiçbir zaman gül dikensiz olamaz AŞIK VEYSEL
SOLDAN ESİNTİLER
19
AŞK YASAKSA
Gördüm dünyaya bir hal olmuş Uç kanadım bırakma beni darda Her yolun sonunda bir canım vurulmuş Delice sev yüreğim hakkım kalmasın yarda Ay gibiydi yüzün. Hep yalancı bir aydınlığa boğuyordun beni... Bir gün Güneş elini eteğini çekince mevsimlerden Deniz mavisini, bir yürek sevdasını bense seni kaybettim... Sen gidince hiç baharı suçlamadım Tek suçlu Hazan”dı Öyle yanlızlıklar düştü ki İstanbul”a bir daha ne şarkılarda, ne şiirlerde izine rastladım Bir haber ver. Ölüm yok ya!!! Yüreğim bedenime düşmanlık ediyor sanki Karmakarışığım Yüreğin istediğine ben karşıyım Benim istediğime yüreğim Boşlukta bir meydan muharabesine tutuştum Bu savaşı ben hiç istememiştim Hiç hazır değildim ben bu aşka Gülsem ağlamaya sayın Ağlıyorsam ölüyorum bunu bilin Oysa ne ağlamaya ne de ölmeye hazırım
20
SOLDAN ESİNTİLER
Henüz bıkmamıştım dünyadan, hayattan ve aşktan Ve o geldi Gece düşlerimi, gündüz gülüşlerimi çaldı Dokunamıyorum yasak diye Sevemiyorum yüreğim taş Bir yol var Bir yolu illaki var Ama ben bilmiyorum... Ölüm kahpeleşme gel artik O kadar direndim ki; banamısın demedi sensizlik. Hep yaktı, hep yıktı Senle de sensiz de vurdu sol yanıma Bazen hüzünlü şiirlere, bazen de şairi vurlmuş gecelere düştü ahlarım Ne duyan oldu, ne okuyan... Çocukluğumdan kalma ürkekliklerimin içine düştü aşk Elimin içi terliyordu yar bana bakınca Gözlerim ne kadar namussuzca baksa da Yüreğim hiç kaypaklaşmadı Hep namsluca sustu. ZİYA YILDIRIM GÜNTEKİN
MAVİ GÜLÜŞLÜ KATİ Sevgi denizinde Bebeklikten çocukluğa kulaç atar Dinleri ırkları renkleri ülkeleri Çikolata teniyle mavi gülüşüne teyelleyen Kati. Dedesinin “hoppa hoppa” çapanıyla Bir kuğu bir efe olur Poposunu kıvıra kıvıra Dizlerini vura vura Kutsandığı sevgiyle gözlerini topaç gibi döndüre döndüre Kara kıtanın alın yazgısını Çikolata teninde yırta yırta Mavi gülüşünü zeytin gözlerinden serpiştirir evrene. Oğlumun kızımın hiç gitmeyen kokusuyla Sınır ötesinde sınırsız sevgiyle bassam bağrıma Ben şarap kızılından Kati deli maviden gülse Kara kıta çocuklarının kara gülüşü değişir mi? İliği açılmamış şiirlerin heyecanıyla Kalple ben arasında lallaşır evrensel dilim Kar sıcaklığı düşer uyku dalında tüneyen gözlerime Yalnızlığıma biriken, odama sığmayan sevgiyi Kalp penceremden pırlatıp atarım yıldızlara Doğacak çocuklara göbek bağı olsun diye. Bugün dünyayı gülüşün en sıcak renginden boya Kati Yarın düşü kuran gece firari uykularımı mavi gülüşünden gün aydınlığı olarak alırım içeri. İyi ki doğdun Kati Savaşlarda doğmadan ölürken çocuklar Mavi gülüşüne nice nice mutlu yıllar NURSEN URAL
SOLDAN ESİNTİLER
21
HABER Şiirin siperinde bir garip şair; HASAN SEÇKİN “Mutluluğun Resmi “ 1980’li yıllarda başlayan ve 2017 yılında tamamlanan yaklaşık otuzbeş yılda demlenen öyküsüdür Hasan Seçkin’in. Yüreği sıcak bir insanla tanışmak, insanın yüreğini apayrı bir şekilde ısıtıyor. Onca yılın karanlığından bir aydınlık yaratmak elbette ki aydınlık beyinlerin işidir. Ve bu düşünceyle yola çıkıyor, soluğu İstanbul’un köklü ilçelerinden Kartal’da alıyoruz. Hasan abi’nin küçük sıcak dolu dolu atölyesine. Hasat’a Bence mutluluğun resmine küçük bir kare oluşturacak bir atölye burası. Hasat Sanat Atölyesinin duvarları sanatla dolu dolu, düşündüren sorgulayan, ve sorgulatan küçük ama kocaman bir dünya. Hasan abi bizleri kapıda karşılıyor tüm dost kalbiyle bizlere sarılıyor. Ve başlıyoruz sohbete, tabi kahve eşliğinde Mutluluğun Resmine bizler de katılıyoruz. Nazımın yaşama kavgaya ve aşka bakışı hala eksilmeden tartışmasız bir çok insanı etkilemiştir. Mutluluğun Resmi kitabının dördüncü sayfasında gözlerimiz bir cümleye takılı kalıyor ve bu bizi çok etkiliyor “Şiirin siperinde bir garip şair” 80’li yılların karanlığından gelen bu sıcak yürek 2017’deki ve bu süreçlerde ki tüm karanlıklara aydınlık olmaya devam ediyor ve elbette bilincimize ışık oluyor. Mutluluğun Resmini okurken eksik olanı görmek, eksik olanı özlemek ve tamamlamak duyguları depreşiyor beynimizde. Bunu ancak okurken yaşayabiliyoruz ve eksik olanı, dile getiremediklerimizin eksikliğini hissedebiliyoruz. Otuzbeş yılı aşkın bir süre ve yaşanmışlıklarla büyüyen gelişen bir şiir...
22
SOLDAN ESİNTİLER
HABER
Kahvelerimizi bitirip Hasat Sanat Atölyesinden çıkıyoruz. Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’ne doğru gidiyoruz “Mutluluğun Resmi” sergisine. İlk kez bir kitabın sayfa sayfa sergilendiğine şahit oluyoruz. Gerçekten harika bir görsel sunum. Sanatı sevenler sanatı sanatlaştırırmış. Hem sohbetimizi yapıyor hem de sergiyi geziyoruz. Aslında Mutluluğun Resmini orada okuyoruz. Bizleri sanata ve şiire doyuran güzel yürekli dost Hasan Seçkin’e konukseverliğinden dolayı teşekkürlerimizi sunuyoruz. Ve yolunuz Kartal’a düşerse mutlaka Hasat Sanat Atölyesine Hasan Abi’ye uğramanızı tavsiye ederiz. Sanatla Şiirle Sevgiyle mutlu kalın … SOLDAN ESİNTİLER Süheyla Güney Avcı Ünsal Aktaş 25.1.2018 Kartal / İstanbul
mutluluğun resmi yapılabilir mi, ah ustam için dışın rengarek umut ile dolmadan? Hasan Seçkin fotoğraflar Süheyla Güney Avcı Ünsal Aktaş
SOLDAN ESİNTİLER
23
Şizofrenist Düşler - Duygusal Yansımalar Güne düş ile başlamak Satır başlarından düşmek gibi Devrik cümlelerin arasında, virgül olmak gibi Yalnız olmadığını bilip,dostlarla düşünmek gibi Güne düşle başlamak, güne bir sıfır önde başlamak gibi… Çıkma vakti geliyordu. Beraberinde göze görünmez varlıkların sesleriyle çıkıyordu hastaneden. Bir dostu gelmişti onu almaya. Çıktılar hastaneden, hava soğuk ve karlıydı.Hafiften titredi, içi ürperdi. Hareketleri ağır, adımları seyrekti.Üşüyordu. İlaçlarda ağır geliyordu, düşünemiyordu hatta konuşamıyordu. İki kelimeyi bir araya getirse üçüncü gelmiyordu. Yemek yerken bile zorlanıyordu. Çevresinde onu seven değer veren arkadaşları vardı her ne kadar ailesinden uzakta olsa da kendini şanslı hissediyordu. Üç yıl olmuştu sevdiğinden ve sevdiklerinden ayrılalı. Ülkeden çıktığı ilk gün yakalanmış, sabaha kadar askerlerden dayak yemişti.Yol arkadaşları ile beraber on beş gün nezaretlerde kalarak kamp yerine varmışlardı. İki yıllık kamp hayatından sonra şimdi bulunduğu ülkeye gelmişti. Bir yanı mülteci bir yanı sürgündü. İki yanı ise hep asi. Her sabah hayal kırıklıkları ile uyanıyordu, ne kulağına sesler geliyor ne de görüntüler görüyordu. Onu bırakın doğru dürüst düşünemiyordu. Hareketleri git gide yavaşlıyordu. İlaçları içmek zorundaydı. Bir ara bırakmalıyım dedi. Lakin arkadaşları izin vermedi. Çocuk gibiydi. Kendi olamıyor, kim ne derse onu yapmaya çalışıyordu. Arkadaşları onun için aile gibiydi zaten başka kimsesi de yoktu. Derneğe gittiler, oturdular. Çaylar söylendi, sigaralar yakıldı.Yüzünde boş bir bakış, elleri titrek zor konuşuyordu. Öyle ki çayı bile iki eliyle tutup içebiliyordu. Düşünse düşünebilse çıkar bir yol bulabilirdi belki ama bilinç altından çıt çıkmıyordu. Oysa daha düne kadar dünyayı kurtarmaya çalışmış, doğa üstü varlıklar ile konuşmuş, hayvanlar ile bitkiler ile iletişime geçmiş, seçilmiş özel olmuş o da yetmemiş ilah olmuştu. Neydi yanlış olan; tüm bu duydukları gördükleri mi yanlıştı, onlar mı boştu. Basbayağı hissetmişti, görmüştü, duymuştu. Her şey bir kenara kimse onu tüm bu duyumsadıklarının yanlış olduğuna ikna edemezdi. Gitmeliydi evine yurduna dönmeliydi lakin hâlâ ülkesine dönmesi sakıncalıydı. Offf diyerek başını iki elinin arasına aldı. Bir müddet öyle kaldı. Gözlerini yumdu bir offf daha geçirdi içinden. Kafası yine bomboştu, düşünemiyordu. Sürekli elleri titriyordu.Arkadaşlarıyla doğru dürüst sohbet edemiyordu. En çok da bu yaralıyordu onu. Daha yaşanılır daha özgür,savaşsız, sömürüsüz bir dünya için yola çıkmıştı. Dostları ile hemfikirdi. Lakin onun dünyası görünmeyen varlıklar ile doluydu. Düne kadar savaş vermişti ama bugün ilaçlardan da olsa gerek düşünemiyordu. Gençliğin de parayla alırdı bu ilaçları kafa yapsın diye. Şimdi ise doktor istemeden veriyordu o da kullanıyordu. Çocukluğunda sokaklarda oynarken kim ne düşünür diye düşünüp dururdu. Büyüdükçe
24
SOLDAN ESİNTİLER
Şizofrenist Düşler - Duygusal Yansımalar fazla düşünmeye gerek olmadığını anlamıştı. Zamanla düşünmek bile zor gelmeye başlamıştı. Okulda öğretmenleri, evde annesi ve daha çok babası onun yerine düşünüyorlardı. Hani biraz büyüyüp serpilmeye başladığında ilk kez platonik olmayan bir aşkın elini tuttuğunda bu kez de sevdiği onun yerine düşünmeye başlamıştı. Boyuna posuna bakmadan kalın kitaplar okumadan girdiği devrim yolunda bile o kadar düşünür vardı ki ona korsan eylemlerde yüreğini avucuna alıp fırlatmak kalırdı zalimlerin suratına. Başkaları kısacası her şeyi o kadar çok düşünüyorlardı ki onun hiçbir şey düşünmesine gerek kalmıyordu. Ne zaman ki gülmeye başladı düşünmeye de başladı. Ilık bir nefeste gülerek geldiği bu dünyada bir tokat ile başlayan ağlama süreci hiç değişmedi. “Ne diyeyim seni seviyorum be ebem.’’ Diye geçirdi bir an aklından. Afacan bir çocuk, çalışkan bir öğrenci, sokakları mesken tutan bir serseri, kendini değiştirmeden dünyayı değiştirmeye çalışan bir devrimci ve bırakın dünyayı kendisi ile beraber kainatı değiştirmeye çalışan bir deli. Adıma adınıza ne derlerse desinler, başkalarının düşündüğü elbette önemlidir ama dinleseler de dinlemeseler de, benim de söyleyeceklerim var. Hem kendim hakkında hem de çevrem, yaşadığım dünya hakkında çünkü ben bir insanım ve bu yaşamın bir parçasıyım. CİHANGİR ASLAN
Vicdanlı insanlar, bir gün mutlaka kazanacaklar. HUGO CHAVEZ 5 Mart 2013
SOLDAN ESİNTİLER
25
HAYATA SANATLA GÜLÜMSE Merhaba dostlar.Yeniden bir aradayız. Zaman benim için hızla akıp gidiyor. Hızına yetişmeye çalıştığım bu süreçte sizlere her ay yeni bir sanatımızı anlatabilmek adına araştırmalar yapıyor, bu hazırlık sürecinde çok keyifli saatler geçiriyorum bende. Bu sayımız da rengarenk bir sanatımızdan bahsetmek istedim sizlere. Renklerin suda dansı diyebiliriz EBRU SANATI için... Var oluşu yüzyıllar öncesine dayanan ebru sanatı özel olarak hazırlanmış su üzerine, fırça darbeleri ve yardımcı aletlerle yapılan desenlerin, kağıt üzerine aktarılma işlemidir. Günümüzde güzel vakit geçirmek, kafa dağıtmak ve sanatsal ürünler çıkarmak isteyenler, hobi olarak ebru yapmayı deneyebilirler. Son derece görsel olan bu sanatı gelin daha yakından tanıyalım. Ebru sanatı görsel açıdan şölen haline gelen çok renkli ve değerli bir sanattır. Suyun üzerinde renk verme çalışmalarıyla yapılan süsleme sanatıdır ebru sanatı. Osmanlı döneminde uygulanan ebru sanatı, önemli bir iş koludur. Birçok kişiye kazanç sağlamıştır. Doğu topraklarından Avrupa’ya yayılmasıyla ebruya Avrupa’da, Türk kağıdı ismi verilmiştir. Tüm dünya üzerinde ilgi çekmiş, uygulanmış ve sevilmiş bir sanattır. Günümüzde ise belirli birkaç isim dışında ciddi anlamda bu işle uğraşan kişilerin sayısı azdır. Ebru Sanatının Tarihçesi Bu sanatın temel olarak hangi ülkede ortaya çıktığı net olarak bilinmemektedir. Bunun yanında doğu ülkelerinde süsleme amaçlı yapıldığı düşünülmektedir. Çeşitli İran kaynaklarında, Hindistan topraklarında meydana çıktığı belirtilmiştir. Diğer kaynaklara göre ise Türkistan’da Buhara kentinde ortaya çıkmış olduğu ve İran aracılığıyla Osmanlı’da tanındığı belirtilmiştir. Batıda ebru için Türk kâğıdı ve mermer kâğıdı gibi adlandırılmalar kullanılmaktadır. Ebru sanatının köklerinin 9. ve 10. yüzyıllara kadar gittiği varsayılır. Ancak düşünüldüğünde aslında kâğıdın bulunmasıyla beraber sanatın geliştiği anlaşılabilir. Türkistan topraklarında 16. yüzyıl başlarında İpek Yolu aracılığıyla İran’a ulaşması esnasında ebri olarak adlandırılan sanat, görünümüyle bulut kümelerine benzer şekiller ihtiva ettiğinden buluta nispet anlamına gelen bu Farsça kelime doğru adlandırılma özelliği taşır.
26
SOLDAN ESİNTİLER
HAYATA SANATLA GÜLÜMSE Avrupalı seyyahlar da ebru sanatını kendi ülkelerine ulaştırmıştır. Önce Almanya’da görülmüş ardından Fransa ve İtalya’ya yayılmıştır. Zaman içerisinde Amerika ve İngiltere’ye de ulaşan sanat, her ülkenin sanat anlayışı çerçevesinde şekillenmiştir. Belgelenmiş ilk ebru örneği, 16. yüzyıla aittir. Ebru sanatı konusunda kaleme alınmış Türkçe en eski eser, 1615 yılından sonra yazıldığı bilinen Tertib-i Risale-i Ebri’dir. Günümüzde tanınan ebru eserleri ilk defa Orta Asya ve Osmanlı toprakları üzerinde ortaya çıkmıştır. Osmanlı döneminde zamanın önemli iş kollarından bir tanesidir. Çeşitli kurslarda ilgi az olmasına rağmen eğitimi verilir. Ebru sanatının icra edilebilmesi için gerekli çeşitli malzemeler mevcuttur. Bu malzemeleri önceleri hazırlamak ve bulmak zorken; şimdilerde resim malzemeleri satan birçok dükkan da rahatlıkla bulmanız mümkündür. Kitre sayesinde yoğun hale getirilmiş suyun üzerine, özel olarak hazırlanmış boyalar aracılığıyla meydana getirilen desenlerin, kağıt üzerine nakledilmesi neticesinde yapılan bir süsleme sanatıdır. Görsel açıdan çok hoş renkler ve desenler meydana gelirken, evler için de çok değerli dekorasyon öğeleri oluşur. Ebru sanatında en önemli unsurlardan arasında; oda sıcaklığı, kullanılan boyaların ve fırçaların kalitesi yer almaktadır. Ebru tıpkı diğer sanat dalları gibi boş zamanların değerlendirileceği, stresi azaltmaya yarayan bir hobidir. Ebru sanatının da kendi içerisinde farklı çeşitleri bulunmaktadır. Bunlar; tüm ebru çeşitlerini yapmadan önce uygulanan battal ebru, tekne kenarlarına zıt oluşturulan çizgilerden oluşan gelgit ebru, helezonik yuvarlaklar içeren bülbül yuvası ebru, uç kısımları kıvrımlı şal ebrusu, taraklı ebru, hatip ebrusu ve çiçek ebrudur. Ebrular genelde kitap ciltlerinde, yazı kenarlarının süslemesinde, hat sanatında yazı zemini olarak kullanılmıştır. Günümüzün en önemli ebru sanatı icra edenler isimleri arasında Mustafa Düzgünman ardından gelen, Sacit ve Sami Okyay, Fuat Başar, Sabri Mandıracı, Sedat Altıngöz, İsmail Dündar ve Mahmut Peşteli bulunmaktadır. Ebru sanatı ve çeşitleri hakkında kısaca bilgi verdikten sonra gelelim yapılışına. Bunun için öncelikle tüm malzemeleri eksiksiz bir şekilde temin etmemiz gerekiyor. En önemli nokta malzemelerin kaliteli olması. Ne kadar iyi malzeme kullanırsanız, yaptığınız çalışma o kadar güzel olacaktır. Ebru sanatı için gerekli malzemeler ise şöyle; SOLDAN ESİNTİLER
27
HAYATA SANATLA GÜLÜMSE Kâğıt: Emici özelliği çok iyi olan ve parlak olmayan kâğıtlar kullanılmaktadır. Sıklıkla birinci kalite hamurlardan elde edilen kâğıtlar kullanılır. Su: Kitre, boy tohumu, deniz kadayıfı ya da salep gibi suyun yoğunlaşmasında etkili olan doğal malzemeler ile hazırlanır. Su kireçsiz, dinlendirilmiş olmalıdır ama musluk suyu iyiyse o da olabilir. Eski dönemlerde yağmur suyu kullanılmıştır. Toprak Boya: Sanatın icrası için kullanılan boyalar, topraktan hazırlanmıştır. Topraklar, ezilmiş, elekle elenmiş ve suda süzülmüştür. Böylece kullanıma hazır hale gelmiştir. Günümüzde ise ezilmeye hazır, toz boyalar kullanılmaktadır. Öd: Sıklıkla büyükbaş hayvanların safra keselerinden yapılmaktadır. Kese delinir ve içindeki öd süzülür. Kapta toplanan öd, benmari usulü kaynatılan suyun içinde 20 dakika bekletilir. Oluşan köpükler kaşıkla alınır. Kalkan balığının ödü de ebru için uygundur. Günümüzde bunlar hazır olarak satılmaktadır. At Kılı ya da Gül Dalı: Fırça yapımında kullanılmak üzere tercih edilen at kılları genellikle yaşça ilerlemiş atların kuyruklarından elde edilir. Ancak yele kılları da kullanıma uygundur. Fırçalarda gül dalının kullanılması, dalın esnek olması nedeniyle ve kolaylıkla küf tutmaması nedeniyledir. Tekne: İçerisine su ile karıştırılmış kitre konulan kap. Ebru sanatını yapmak için ilk etapta yukarıda saydığımız malzemelerin hepsi eksiksiz bir şekilde temin edilmelidir. İlk işlem teknenin içi kitreli su ile doldurulur ve uygun kıvama ulaşılmaya çalışır. Burada ilk başlarda ebru sanatı yapan sanatçılardan yani işi bilenlerden yardım alabilirsiniz. Ancak ideal olan 2 litre su içerisine 2 çorba kaşığı kitre konmasıdır. Bu karışım 2 gün bekletilir ve sonrasında tülbent ile süzülür. Hazırladığınız bu karışımı bir kap içerisine koyup istenilen zamanda kullanılmak üzere bir kenarda saklayabilirsiniz. Daha sonra toprak boya ile istenilen renk oluşturulur ve öd eklenerek karıştırılır. Bu işlem ise 15 gün ya da bir ay boyunca bekletmeye bırakılır. Bu kısımdan sonra ise
28
SOLDAN ESİNTİLER
HAYATA SANATLA GÜLÜMSE asıl zevkli olan bölüme geçilir. Ebru sanatı yaparken bilinmesi gereken en önemli detay, kaliteli malzemeler kullanmak ve bir çalışmayı tek seferde yapma şansınızın olduğudur. Gerekli malzemeleri hazırladıktan sonra önceden hazırlanmış olan kitreli su tekneye boşaltılır. Hangi renkler kullanılmak isteniyorsa fırça yardımıyla suya damlatılır. Her fırça damlasında renklerin suda farklı bir şekil oluşturacaktır. Son olarak kağıt teknenin üzerine örtülür ve tek seferde çekilerek kurumaya bırakılır. Ebru sanatı kişiye özel tasarımlar gibi bir kere yapılan, tekrarı, eşi benzeri olmayan, tekrarlanamayan eserlerdir. Çalışmaların tekrarının olmaması ebruya başka bir gizem başka bir güzellik ve değer katar. Ebru hayatımızda pek çok alanda kullanılabilir. Seramik objeler, ipek kumaşlar ve yüzeyi ebru tutan pek çok obje üzerinde uygulanabilir.Dekoratif olarak kullanıldığında objeler üzerinde yaşadığımız alanları güzelleştirirken ,ipek kumaşlar üzerine uygulandığında ise şal, fular, giysi gibi ürünler ile de şıklığımızı tamamlayan aksesuarlar haline dönüşebilmektedir. Renklerin sudaki dansı diye başlamıştık yazımıza umarım sizler de yazımızı okudukça bu dansın büyüsüne kapılmışsınızdır.Ebru sanatını tanıdıkça içinizde minik de olsa bir heyecan ,bir merak oluşmuştur.Aklınıza takılan her türlü soruyu, köşemizde görmek, okumak istediğiniz sanatları bizlere mail ile yazabilirsiniz. Bir sonraki sayımızda başka bir sanat ile yolculuklara çıkmak üzere sevgiyle kalın. Hayata sanat ile gülümseyin. MİNE GÜLEŞKEN ASLAN SOLDAN ESİNTİLER İZMİR TEMSİLCİSİ mine_papatya71@hotmail.com
SOLDAN ESİNTİLER
29
FOTOĞRAF
Leman Gölü, İsviçre/Lozan Foto: İsmail Şimşek
Bir İstanbul Masalı Gümüşsuyu Taksim / İstanbul Foto: Ünsal Aktaş
30
SOLDAN ESİNTİLER
FOTOĞRAF YILLAR GEÇİYOR Yıllar geçiyor ovaların üzerinde upuzun bulutlar, Ama artık bir daha geri dönmüyorlar. Artık avutmuyor beni eskiden başımı döndüren ne varsa: Masallar, çalgılar, oyunlar, boş inançlar. Çocuk alnıma dinginlik armağanı getiren şeyler. Anlamakta güçlük çekiyorum, oysa apaçık anlamları. Bugün boş yere sarıyorsun beni gölgelerinle. Gizemlerin saati, günün veda saati. Hayatın geçmişinden bir ses koparmak isterdim, Tekrar titreyesin diye sen, ruhum, onu duyunca. Elim dolaşıp duruyor boş yere lirin telleri üzerinde. Her şey yitip gitti gençliğin ufkunun arkasında Ama tek sözcük çıkmıyor zamanın güzel ağzından! Saatler, günler, aylar,yıllar yığılıyor arkamda. Bense gittikçe gömülüyorum dipsiz karanlıklara. Mihail EMINESCU
Mihail EMINESCU büstü Romanya / Köstence
Foto: ADRİANA DANİELLA SAFTA
SOLDAN ESİNTİLER
31
ŞİİR KENDİMİ İHBAR ETTİM GECEYE Ben ebe, hep kör ebe Ne geçtiğim yolları görüyorum Ne ufkum maviye gebe Bir işgal zamanı gecenin içinde Küf kokusu karışıyor külden uykularıma Vasat uykular demliyor İçimdeki cüzzamlı cüce Kaçak tatlardan uzak. Ruhumu düş artığı bir kadına bağışladım Ahir zaman neyime. Yönüm kayıp Sağım solum sobe Ah benim körlüğüm Yine tutsak bir Ay’ı ebele Bir işgal zamanı gece Kelimelerin beli kırık Batıyor dilime Kendimi ihbar ettim geceye Teslim oldum renklerin en körüne. Küfürlerden arta kalan sözcüklerle, Aslında hepimiz iliklerimize kadar(çok) yalnızız. NECLA BEKTAŞ
* * * * * O benim gözlerime, niye öyle, neden öyle, hangi öyle, nasıl öyle, bakmıştı ki, ben sağ elimle,kalbimi yoklamıştım... BİRHAN KESKİN
YÜREĞİMİZ TAŞTAN FARKSIZ Bu ilk mahşerimiz değil Uçurduk çocuksu sevinçleri Matem şiirleri yazdık gidenlere Açlık dayanınca kapıya Nuh’un gemisini Sabır denince Kuyunun dibindeki Yusuf ’u anımsadık Umut diyarına yolculadık Anka’yı Biz kahramansız yapamadık Büyüyemedik Bedenimiz kuru bir ağaçtan Yüreğimiz taştan farksız... SULTAN KARATAŞ
* * * * * VE AY DOĞUYOR Bir avuç leblebi, iki çürük elma, Taş toprak arasında. Bir kırmızı şarap, Türküler, şiirler içinde Anadan üryan soyunmuş, Zemheri soğuğunda incir ağaçları.. Güneş bir bahar sıcaklığında kayboldu, kaybolacak.. Yediveren gülüne dönüyor rengi Yeni sürgün veriyor sevda Uçurumun kenarında Kızıllaşıyor dağ, karanlık çöküyor Ve doğuyor ay... ASİYE YAŞARGÜN
32
SOLDAN ESİNTİLER
ŞİİR MELANKOLİ Hafif bir sızı düşer içime Düzenim bozulur düşlerim yıkılır Parmaklarımın ucuna çizgiler dokunur Çağırır beni sesin gel... Serseriliğimin geceleri büker dilimi Örtülen hasret büyünün yemini Yalnızlığın cama vuran sitemi Gözlerimde birikir melankoli... NURAY TUNÇ
* * * * * ÇİĞ DAMLAM Gökyüzünün bize bağışladığı Yağmurun öz kardeşi çiğ damlam… Ne tarlada sarı başakları ıslatmış, Ne dalında güzel duran kirazları Ne de koşmaya doyulmayan çimenleri. Doğada bir kırılganlık var, Tebessümü yarım evrenin… Boyun bükmüş çiçekler, Beyaz yaprağına yakışan Papatyalar küsmüş… Doğanın uyanışını sende görmüş Bu çiğ damlaları, Senin gözlerine düşmüş… NURSEV ESER YILDIRIM
BİR LİMAN İNŞA ET USTAM ! Zengin gemilere kucak açıp da Sandalımı geri çevirme sakın Şu garip gönlümü yoksul sanıp da Dalganın içinde devirme sakın Ve bana bir liman inşa et ustam İki sandal sığacak bir barınak Birine kimseler girmesin sakın Diğer yanı ise kendine bırak Ne zaman bunalır atarsa kafam Koşup geleceğim bir koy’um olsun Yüreğime isyan ederse tayfam Sana uzatacak bir kolum olsun Fırtına vurursa çıplak göğsüme Gövdeme taş düşse ateş saçarak Duvar örülse de her bir yönüme Bilirim ki beni bekliyor bir sığınak Dümenim kırılsa yelkenim yırtılsa Yönüm ol da sana yönelsin rotam Alamayacağım yüküm yığılsa Bir ucundan tut da yardım et ustam Bu liman öyle bir liman olsun ki Küreğim şahlansın sana çoşarak Bu liman öyle bir sevgi dolsun ki Derdi üzüntüyü bir bir kırarak Benim marifetim yetmez demeden Haydi ustam başla zaman geçmeden Deviriyor deniz zayıf sandalı Sıkı çek halatı dibe çökmeden YUSUF ZİYA LEBLEBİCİ
SOLDAN ESİNTİLER
33
ÇEVRE BİLİNCİ Pek çok insanda, çevre bilinci gibi bir yaşam donanımı yok. Çevrenin, dolayısıyla, insan yaşamının tahribatına yol açan, o etkenleri hem biliyoruz. Hem bilmiyoruz. Bilmek ve bilmemek noktasında kaldığımız bir alandır çevre konusu… Yurdumda ve dünyada insanlar, çevre denilince, beylik ve ezber noktada bir şeyler bildiğini düşünüyor. Faaliyet ve aktivite olarak, çevreci bir duruş, bu yaşam faunasında yaşayan herkesi ilgilendirirken, çok az bir kesimin çabasıyla sınırlı kalmaktadır. Çevreciliğe ciddi boyutta bakmak bir mecburiyettir. Bu alana, büyüteç tutmak için birkaç örnek sunacağım. Genel başlıklar olarak; susuzluk, hastalıklar, iklim değişikliği, canlılığın sonunu getirecek denli, tehlike, kötü son. Her gün doğaya atılan binlerce pet şişeleri düşünün. Doğada dört yüz yılda ancak kayboluyor. Muhteviyatında kanserojen bulunan plastik maddeler, ısı ve ışık gördükçe, deri, solunum ve doğa döngüsünün içine işliyor. Kanser, kalp solunum yolları, sinir sistemindeki harap oluş vs bunlar başkalarının suçu değil. Bizim suçumuz. Milyonlarca pet şişeyi, doğaya bıraktıktan sonra, kanserin bir kader olduğunu söylemek ne kadar doğru olur? Plastik bin yılda doğada kayboluyor. Binlerce yılı kirleterek geçiyoruz şu dünyadan. Karbontetraklorür; insan derisine işleyebilen, kanserojen bir madde. Kuru temizlemede Kullanılıyor. Karaciğer böbreklerin iflasına sebep olabiliyor.Yağ temizleme de kullanılıyor. Dioksan: Kozmetik sanayi ve deodoran yapımında kullanılır. Merkezi sinir sistemi, karaciğer ,solunum sisteminde olumsuz etkileri gözlenmiştir. Dimetilfenilizoanilin : Gıda renklendirme de kullanılan bir zehir. Benzidin: Boya ve plastik sanayinde kullanılır. Vs. Kirlilikte, kendi için de çeşitlilik gösteriyor. Hava, su, toprak, radyasyon, ses, ışık, besin kirliliği. Doğanın kendi döngüsü, artık eskisi kadar saf değil. Madencilikte, açığa çıkan asit ve kimyasal maddeler, asit yağmurları olarak üzerimize yağabilir. Hesapsızca ağaç kesimi, imar alanlarının açılması, sel ve toprak kaymasına neden olabilir. Işık ve ses kirliliği, stres, depresyon ve kalp damar hastalıklarını tetikliyor olabilir. Sanayi, maden, imar alanları, araç kullanımı, evsel atıklar, tıbbi atıklar, geri dönüşümün yeterli boyutta olmayışı, teknoloji ürünlerinin atık madde haline gelmesi, fosil yakıtların kullanılması, nükleer enerji kaynaklarının kullanılması, zirai ilaçların hesapsızca kullanılması, bilinçli olarak, denize veya doğaya kimyasal atıkların bırakılması, inşaat moloz artıklarının, kreç ve fayansların doğaya bırakılması, doğaya salınan gazlar, atık yağların lavabo aracılığıyla suya geçmesi…
34
SOLDAN ESİNTİLER
ÇEVRE BİLİNCİ Bütün bunlar canlılığa karşı birer tehdittir. Hem yaşamsal, hem ruhsal sağlığın ciddi boyutta zarar görmesi anlamına gelmektedir. Organik bir yaşam, hem yeterince inandırıcı değil hem oldukça pahalı. Çünkü organik yaşam denilen o ortam artık bir piyasa ve sektör alanıdır. Pamuklu kıyafetler, organik meyveler, ahşap evler sağlıklıydı. Ama çok az bilince ve duyarlılığa hitap eden sektörel bir alana dönüşmüştür. Ancak parası olanın, ulaşabildiği bir doğallık insan odaklı değil para odaklı bir yaklaşım. Uzun zamandır ekonomi döngüsünün, insanı kayıran, insanı gözeten bir yanı kalmadı. Bu çevre düşmanlığı, insanlığın kendisine dair bir düşmanlık değil midir? Bu konuda gerçekçi bir bilinç edinmek yerine, gündelik kazancı tercih etmek insanı tercih etmek değildir. Yurdumuzda insanların genel tavrı, bize bir şey olmaz. Çok lüks yaşamlarımız da, çok dezenfekte yaşamlarımız da hastalıklardan izole olduğumuzu düşünüyoruz. Doğa da dört bin yılda, yok olabilem cam gerçekten sağlıklı mı? Cam; deri yolu ile insana geçebilen, benziloksit ve naftilamin içeriği ile kanserojendir. Dokunduğumuz, plastikler, boyalı yerler,tiner, aspes (inşaat, gemi, uçak, ısı, ses izolasyon, kuyumculuk, teflon,boru, fırın kapaklarının contalar...300’e yakın alan.) Aspes: Akciğer zarı ve karın zarı , tümörler, gırtlak ve sindirim kanserleri… Çocuklarımızın eline verdiğimiz oyuncak, oyun odası, peluş ve kötü plastikler,… Hayatta farkında olmadan maruz kaldığımız ışınlar( bazen doğada atılmış kimyasal maddelerin bozulumdan açığa çıkar. Ve kan kanserine yol açabilir.) Renkli kırtasiye ürünler…. Parlak görünen gökdelen camları, çok temiz ve parlak görünen bulaşık makinesinden çıkmış tabak ve bardaklar, güzel kokan çamaşırlar temiz ama kimyevi bir zehirlenmenin sonucunda elde ettiğimiz sonuçlar. Kanser ve hastalık partükülleri ne bilincimize, ne zenginliğe bakar. İnsanı gözeten bilinci para kazanmanın çok ötesine koymak mecburiyetindeyiz. Çevre bilinci ezberlerin ötesinde insanlık bilincidir. HAVVA AĞRAL
SOLDAN ESİNTİLER
35
ALTINI ÇİZDİKLERİMİZ Bize hiçbir şey yapılmadı yalnızca tam bir hiçliğin içine koyulduk, çünkü bilindiği gibi dünyada hiçbir şey insan ruhunu hiçlik kadar baskı altına alamaz. Satranç - Stefan Zweig İnsanlar bir kere doğmazlar. Bu iş annelerinin onları doğurduğu gün bitmez. Fakat yeniden ve yeniden onları kendilerini doğurmaya mecbur eder. Kolera Günlerinde Aşk Gabriel Garcia Marquez Evet belki namuslu bir insansın, ama namuslu bir insanım diye övünülür mü hiç? Herkes namuslu olmak zorunda değil midir? Suç ve Ceza – Fyodor Dostoyevski Umutlarının öyle fazla coşmasına izin vermezsen, hayal kırıklığına uğramazsın. Gazap Üzümleri - John Steinbeck Sevgili Dost; Bir zarfı açmak kadar kalbi titreten ne vardır. Zarf mahremiyettir,mahrem olmasa da satırlar. Bir köşeye çekilinir, yalnız okunur mektuplar. Ali Ural - Posta Kutusundaki Mızıka İnsan üretmeden tüketen tek yaratıktır... Hayvan Çiftliği - George Orwell
36
SOLDAN ESİNTİLER
Bir kadın bana, “Seni seviyorum, çünkü zekisin, çünkü namuslusun, çünkü bana armağanlar alıyorsun, çünkü zamparalık yapmıyorsun, çünkü bulaşık yıkıyorsun,” derse, hayâl kırıklığına uğrarım; bu aşkta çıkarcı bir yan vardır. Şöyle bir cümle duymak kimbilir ne güzeldir: “Zeki olmamana, namuslu olmamana karşın, yalancı, bencil, alçak olmana karşın senin için deli oluyorum.” Milan Kundera – Yavaşlık Ama ben,ruhumun bütünlüğünde huzur bulacağım, çünkü yaşamımın bir anlamı olacak. Günbatımına bakıp bunun Tanrı’nın işi olduğuna inanabileceğim. Paulo Coelho Veronika Ölmek İstiyor. Etrafınıza şöyle bir göz gezdiriniz! Gerçek hayat denilen şeyin ne olduğunu, nerede olduğumuzu bilmiyoruz bile! Kitaplarımızı ve hayallerimizi elimizden alsalar, öylece ortada kalakalacağız. Neyi sevip nede nefret ettiğimizi bilemeyeceğiz. Etiyle, kemiğiyle gerçek birer insan olmak o kadar zor ki… Fyodor Mihailoviç Dostoyevski Yeraltından Notlar
SOLGUN ZAMANLAR
Solgun bir mevsimden, Yağmalanmış umutlar kalır geriye. Yamalı sevinçler, Buruşuk ümitler, Ve kocaman kederler kalır geriye…
Solgun bir mevsimden, Üşümüş gaflar kalır geriye. Hissiz hisler, İnatçı ayazlar, Keskin kokular kalır geriye…
Solgun bir mevsimden, Dağınık ruhlar kalır geriye. Şafaksız sabahlar, Bulutlu günler, Zifiri karanlık geceler kalır geriye…
Solgun bir mevsimden, Kırık canlar kalır geriye. Uğultulu yalnızlıklar, Çıplak sevdalar, Tutsak yasaklı şiirler kalır geriye…
Solgun bir mevsimden, Yırtık senfoniler kalır geriye. Ölü sevişmeler, Zir u zeber demler, Melodisi eksik besteler kalır geriye…
Solgun bir mevsimden, Kanadı kırık kuşlar kalır geriye…
Solgun bir mevsimden, Savrulmuş bakışlar kalır geriye. Güneşsiz tebessümler, Kokuşmuş öpüşmeler, Tanrısız sancılar kalır geriye… Solgun bir mevsimden, Bitimsiz hüzünler kalır geriye. Dolmuş bulutlar, Öfkeli rüzgarlar, Yara almış insanlar kalır geriye… Solgun bir mevsimden, Dağılmış düşler kalır geriye. Derin serzenişler, İnsafsız sessizlikler, Uçurtması yırtılmış çocuklar kalır geriye…
İKRAM GÜNEŞ
Oyun bitince, şah da piyon da aynı kutuya konur. Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
SOLDAN ESİNTİLER
37
ŞİİR BİLEMEDİM Kendimi arıyordum -Ki Yerde miydim? Gökte miydim? Su kesesinde cenin miydim? Bilemedim! Ne zaman geldim Ne vakit büyüdüm Tomoslarda yanan Zemheride üşüyen Ölen mi? Yaşayan mı? Ben miydim? Bilemedim! İnsanı insanlıkta Hayvanı dostlukta Doğayı canımda Bir de seni sevdim sen gibi Sende sevdin mi beni ben gibi? Bilemedim! Kendimi arıyordum –Ki Güneşin doğumuyla doğduğum yerdeydim Kendimi buldum kendi içimde Ben hiç büyümedim -Ki 12 Haziran 2017 Doğu’da erken doğan güneşe TURAN KARATEPE
BEN KÜÇÜKKEN okuldan kaçardım ben küçükken genelde bahar olurdu öyle boşuna değil değerdi kaçtığıma .. anamın iplerini çalardım uçurtma için deli gibi severdim hafif rüzgarı uçurtmam süzülürdü göklerde başım hep yukarıda onu seyrederdim gökyüzüne bakar maviye dalardım .. arada yağmur yağardı çocuğum umutlarım güneşi geri getirirdi genelde bahar olurdu demiştim ya turnalar gelirdi alay alay .. konun be turnalar konun derdim nereye gider bu turnalar hiç bilmezdim kimse bilmezdi .. eylül olurdu başa dert okul yine açılmış yine kaçış yine yine uçurtma .. ama eylül işte hüzün geri dönerdi turnalar katar katar öyle ağlardım ki içim yanardı gökyüzünü içsem kanmazdı susuzluğum .. okuldan kaçardım ben küçükken genelde bahar olurdu demiştim ya değerdi kaçtığıma ÇETİN AKYIL
38
SOLDAN ESİNTİLER
BURSA KİTAP FUARI 17 - 25 MART TÜYAP Bursa Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi
2. DENİZLİ KİTAP FUARI 30 MART - 8 NİSAN EGS Fuar Alanı DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ Dünya Tiyatrolar Günü 1961’de Uluslararası Tiyatrolar Birliği (International Theatre Institute) tarafından yaratıldı. Her yıl 27 Mart günü ITI merkezleri ve dünya çapında tiyatro grupları tarafından kutlanmaktadır. Pek çok ulusal ve uluslararası etkinlik kutlamalarda yer almaktadır. En önemli etkinliklerden biri, dünya çapında başarı kazanmış bir tiyatro oyuncusu, yönetmeni veya yazarın yazdığı evrensel bildirgedir. İlk bildirge 1962’de Jean Cocteau (Fransa) tarafından yazılmıştır. Ülkemizde tiyatro ile ilgili ilk ulusal bildiriyi, yaşamını Türk tiyatrosuna içtenlikle adamış olan Muhsin Ertuğrul yazdı.
SOLDAN ESİNTİLER
39
BORNOVA BİZİM EVİMİZ Bornova doğduğum değil ama doyduğum yer benim için.Yaşamımın en uzun soluklu durağı. Ailem ile yıllardır yaşadığım, kazandığım, paylaştığım, sevdiklerim ile bir dolu anısı olan benim güzel ilçem Bornova’m. En çok insanlarını sevdim Bornova’nın. Eski çarşıda kahve içip dostlarla sohbet etmek, mor salkımların duvarlarından sarktığı laventen köşklerinin arasında yürümek, parklarında her türlü sosyal yaşam ile iç içe olmak hayatı duyumsamak iyi ki yaşamak için Bornova’yı seçmişim dedirtir insana. Demem o ki; hayatta verdiğim en doğru kararlardan biridir Bornova. Bornova aşkı,Bornova sevdası demişken bu güzel ilçenin bir başka sevdalısı Altan Altın abimizin imzasını taşıyan BORNOVA’M MOR SALKIMLARIN MASALI kitabından bahsetmek istiyorum sizlere.Kitap 2017 başlarında İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı yayınlarından çıktı. 297 sayfa. Kitapta 19. Ve 20. Yüzyılın Bornova’sını belgeleyen 250’den fazla fotoğraf bulunuyor. Bornova tarihinin belli konu başlıkları altında sınıflandırılarak fotoğraf ve kartpostallarla anlatıldığı kitapta ayrıca Bornova ile ilgili gravürler ve tablolar da yer alıyor. Sevgili Altan Altın ile yaptığımız bir söyleşide kitabını şöyle anlatıyor bizlere. ‘’Bu kitap; ömrümü geçirdiğim hayatım boyunca bir anne şefkati ile beni sarıp sarmalayan ‘’birine bin katan’’ Bornova’ma olan aşkımın ilanıdır. Kitabı hazırlarken akademisyen bir tarihçi maharetiyle değil, bir aşığın sevdiğini tasvir etme dürtüsüyle hareket ettim.Bu kitabın hazırlık aşamasını ‘’kitap yazmak’’ olarak tanımlamak doğru olmayacaktır. Çünkü bu kitapta yapılan iş, Bornova ile ilgili bugüne dek zaten yapılmış olan yazılı araştırma ve çalışmalarla denk düşen Bornova fotoğraflarını bir araya getirmektir.’’ Bornova,17.yüzyıldan itibaren antik kaynakları rehber alan batılı araştırmacı ve gezginlerin ilgi odaklarından biri olmuştur. Osmanlı devrinde bu bölgenin verimli bir tarım bölgesi ve bunun yanı sıra yoğun bitki örtüsü nedeniyle bir sayfiye yeri olduğu bilinmektedir. Yeşili, bamyası, misket üzümü, domatesi, nar bahçeleri ve piknik alanlarıyla bilinen Bornova, tarihin akışı içinde kültürü konuk etmiş ve bu misyonunu halen sürdürmektedir. İzmir’in en eski yerleşimine ait kalıntılar Bornova sınırları içerisindeki Yeşilova Höyüğü’nde bulunmuştur. Bilinen en eski adı ‘’Birun-u Abad’’dır. Tarihin izlerini taşıyan evleri, kliseleri, laventen köşkleri ile pek çok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır Bornova. Bornova çok yönlü bir ilçedir aslında. Tarihe baktığımızda pek çok ilke imzasını atmıştır. Sarı köşkün bahçesine Atatürk’ün anısına Avusturya’lı heykeltıraş Heinrich Krippell’e yaptırılan Atatürk büstü konmuştur. Atatürk’ün yapılan ilk büstüdür bu aynı zamanda.
40
SOLDAN ESİNTİLER
BORNOVA BİZİM EVİMİZ Türkiye’nin ilk kadın Çevre ve Turizm bakanı Bornova’lı Işılay Saygın’dır. Türkiye’nin ilk kadın diş hekimi Bornova’lı Dr. Ayşe Mayda’dır. Türkiye’nin ilk kadın modacısı Bornova’lı Zuhal Yorgancıoğlu’dur. İzmir Barosu’nun ilk kadın Başkanı ve Konak belediye Başkanı Bornova’lı Avukat Sema Pekdaş’dır. Ege Üniversite’sinin ilk kadın rektörü Prof.Dr. Candeğer Yılmaz’dır. Türkiye’de kurulan ilk futbol kulübü Bornova’dadır. İlk atletizm yarışmaları Bornova’da düzenlenmiştir. Türkiye’nin ilk bisiklet yarışmaları Bornova’da oynanmıştır. Tenis ilk olarak Bornova’da oynanmıştır. En lezzetli şarapların yapımında kullanılan ve dünya literatürüne geçen misket üzümü dünyaya Bornova’dan yayılmıştır. Bornova, İzmir’in en büyük ilçelerinden ve Manisa iline komşu olan bir ilçesidir. Kış geldiğinde İzmir’liler kar görebilmek için Bornova’ya gelirler. Gerçekten ‘’Bornova Bizim Evimiz’’ dedirtecek kadar kendinizi burada rahat hissedersiniz. Sizi sarar sarmalar, anne sıcaklığı ile kucaklar. Öğrenciler çoktur Bornova’da. Ama her öğrenci kendini evinde gibi hisseder çünkü Bornova halkı Ege Üniversitesi kurulduğundan bu yana öğrencisine kucak açmış kendi evladı gibi sahip çıkmıştır. Batı Anadolu’nun verimli ovalarından elde edilen ürünlerin dağıtım noktası konumunda olan İzmir limanının 17.yüzyıldan itibaren uzun mesafe kervan ticaretini bünyesine çekmesi, kentte Türkler, Rumlar, Museviler, Ermeniler ile Osmanlı İmparatorluğunda yerleşen Avrupa kökenli toplulukları işaret eden laventenler tarafından belirlenen çok kültürlü bir Sosyo-Ekonomik ortamın doğmasına neden olurken, kentsel mekan ve mimaride bu çeşitlilik içerisinde şekillenmiştir. Geniş bahçeler içinde yer alan ve dış mekandan yüksek duvarlarla yalıtılan laventen evlerinde iki yanı servilerle kaplı uzun giriş yolları,korular, mermer havuzlar, sütunlu geniş verandalar, kuleler, kış bahçeleri, hayvansal ve bitkisel motiflerle işlenmiş yapı detayları, resimlerle dekore edilmiş yüksek tavanlı yemek salonları, ithal yapı malzemeleri vb. unsurlarla sahiplerinin sosyo-ekonomik gücünü dışa vuran ayrıcalıklı bir mimari yaratılması arzu edilmiştir. Whittal,Barry, Aliberti, Paterson, Paggy gibi aile adları ile anılan laventen köşkleri bunlardan sadece bir kaçıdır. Bornova’da yüzyıllardır farklı uygarlıklar farklı kültürler yaşamış, her biri kendinden bir iz bırakmıştır.Bu öyle bir izdir ki siz Bornova’lıysanız o ruhu içinizde taşırsınız. Bornova’da yaşayan büyüyen her çocuk adres bilgisinin yanına ‘’BORNOVA BİZİM EVİMİZ’’ yazar. MİNE GÜLEŞKEN ASLAN SOLDAN ESİNTİLER İZMİR TEMSİLCİSİ SOLDAN ESİNTİLER
41
KAFE BAYKUŞ Önünden sürekli geçip gittiğimiz fakat bir türlü vakit bulup içeriye giremediğiniz Kafe Baykuş’a uygun zamanı yakalayıp nihayet gidebiliyoruz. Sanki yıllardır bildiğimiz geldiğimiz sevdiğimiz bir yermiş havasında kuruluyoruz sandalyeye. Farklı salaş bir tasarım kullanılmış. Bir çok malzeme kitaplıktan sandalyeye kadar her biri el yapımı olduğu belli oluyor. Hani evinizin bahçesinde ki tahta iskemleye oturuyorsunuz diyebiliriz. Ve şöyle küçük bir hamle ile arkada ki kitap rafından mitolojik bir roman elime geçiyor. Ve onun yanında bir başka kitap. 1975 yılı 3. Basım orijinal Yılmaz Güney’in “Sanık” adlı kitabı elime geçiyor. Bu cafe bizi kendine bağlamaz mı şimdi? Hazine hazinedir... Çaylarımızı istiyoruz keyif dolu bir sohbet esnasında buranın sahibi olan Harun Korkmaz ile tanışıyoruz. Vakit ilerlemiş olduğu için bu anda ki sohbeti kısa kesip bir röportaj sözü alarak oradan ayrılıyoruz. Evet alınmış verilmiş sözler üzerine iki hafta sonra tekrar Kafe Baykuş’tayız. İki kitap delisi, çiçeği burnunda ki dergimize röportaj yapacak olmanın heyecanı içindeyiz ve gözümüz kitaplarda deli dolu kafe kitap hayallerimizi coşturuyoruz bir yandan tabiki. Gençler var bir tarafta, bir tarafta teyzeler öte masada ders çalışanlar. Harika bir ortam. Kimi sohbette kimi ders için kimi arkadaşıyla kaçamakta teyzelerde çaya gelmiş. Biz mi? Biz de röportaja geldik... Az sonra Harun bey kapıdan giriyor selam veriyor. Acaba unuttu mu? Diye aklımızdan geçerken masamıza geliyor hatır sormaya. Buyur ediyoruz masamıza. Güzel bir sohbeti var yani sıkılmadan saatlerce keyifle dinlenebilir. Ha bu arada biz kitap takasındayız, yani Harun beyin deyimi ile birer parçamızı buraya bırakıp başka birinin parçasını alıyoruz. Başka bir insanın dokunuşu anısı olan bir parçaya dokunmak inanılmaz heyecan verici. Ve tabiki adımıza dikilecek olan bir ağaç cabası. Bu ne diyeceksiniz şimdi? Merak etmeyin hikayede bunun cevabı var. -Evet hikayenin kahramanı olan Harun korkmaz kimdir? Kafe baykuş hikayesi nedir? Nasıl başladı bu hikaye? Harun bey biraz heyacanla cevaplıyor bu soruyu. -Aslında eşim olsa daha iyiydi. Biz bu röportajı eşimle yapıyor gibi düşünelim. Ben Kıbrıs’ta Türk dili Edebiyatı okudum. Antalya doğumluyum. Sonra da master yaptım. Tabi ki aktif sosyal hayatım oldu, çocukluğumdan beri sanat ve insan ilişkilerinin içindeydim. Bu süreç beni akademisyen olarak yönlendirdi. Sonra hayatımın onbir yılını üniversitede geçirdim. Kırbıs’ta çalıştım. Marmara Üniversitesind medya, sinema, tiyatro alanına
42
SOLDAN ESİNTİLER
KAFE BAYKUŞ geçtim. Sonunda İstanbul’da çalışırken eşimle hayalim bir cafe açmak oldu. Aslında bir çok insanın hayalidir bu cafe açmak. Ama hayal edildiği kadar hem eğlenceli hem de değildir. Herşey sizin tecihinize kalmış. Bir çok insan büyük paralar, güzel şirin insanlar hayali kurar cafe açarken, bu tamamen bir ütopyadır. -Onlar biraz ticari kısmını da hayal etmişler sanırım... -Bir çok insanın özellikle sinema sektöründekilerin hayalini sorduğumuzda cafe olarak cevap veriliyor. Adama soruyorsun bu nasıl gidecek böyle diye. Adam diyor ki abi Kuşadası’na gidip bir cafe açacağım. Aslında cafe açmak bir çocuk sahibi olmak gibi bir şeydir ilk etapta. Yani siz savunmasız bir çocuk sahibi oluyor onu besliyor ve insanlara doğru vitrinden sunmak zorunda oluyorsunuz. O çocuk sevilmeli ilgi görmeli, aslında konsept bu. Eğer aklınızda söyle bir şey varsa cafeyi açtım, üç beş masa koydum şeklinde burada satış mantığı yok. Çünkü Türkiye’de cafe kültürü 2007’den sonra değişmeye başladı. Yabancılar girdi, franchise girdi daha sonra. Türkiye bu franchise fikrini özümsedi ve kendi konseptini oluşturmaya başladı. -Peki Harun bey neden Baykuş ? -Baykuş olmasının özel bir nedeni tabi ki var. Eşimle bunu çok düşündük. Üniversitede akademisyenlik yaptığım sürede baykuşların Türk kültüründeki hurafe inanışları üzerine inceleme ve araştırmasını yaptım. Baykuş daha çok arap hurafeleri ile birlikte ülkemize Anadolu’ya uğursuz bir hayvan gibi giriyor. Oysa ki öz Türk kültürde baykuş tamamen bilgeliği, sanatı sembolize ediyor. Bunun yanı sıra Mimar Sinan baykuş sembolünü her yerde kullanmış. Mimar Sinan üniversitesinin figürünün baykuş olma nedeni ise güzel sanatların kapısının açılmış olması demektir. Aslında öz Türk kültüründe hatta Kızıl Derililerde bile Dünya’da doğa ile bütünleşen doğanın mistik güçlerine ulaşmaya çalışan tüm bakış açısında baykuş bulunur. İkincisi kendi uzmanlık alanımdan bakınca baykuş neden olmalıdır? Çünkü bu figür çok akılda kalıcı yapıya sahiptir. Bugün hangi eşyaya, bibloya dokunursanız dokunun baykuş figürüyle karşılaşırsınız, bu da akılda kalıcı bir ivme kazandırır. -Cafenin adıyla ilgili açıklamalarınızdan sonra merak ettiğimiz sokak kütüphanesi olayı. Bu civarda hiç yok gördüğüm kadarıyla hatta Türkiye’de hiç yaygın değil. Burada bunu oluşturmak ile ilgili neler anlatabilirsiniz? SOLDAN ESİNTİLER
43
KAFE BAYKUŞ Ve özellikle dikkat çeken kitap takas sistemi ile ilgili neler söyleyebilirsiniz ? -Yaygınlık denilirken cafeler burada çok fazla evet. Burayı açmaya karar verdiğimizde mahalleli bize ne yapıyorsunuz böyle, iki günde batarsınız dedi. Mahallenin yüzde sekseni bizim batacağımızı idda etti. Haklılar da yani burası sirkülasyonu olmayan bir yer. Günde beş-on kişi ya geçiyor ya geçmiyor ve genel olarak da cafeyi kimse dikkate almıyor. Üniversiteden yeni sitifa etmiş, cafeyi açmış düşünüyorum. Neye ihtiyacımız var burada? O zaman Türkiye’de sokak kütüphanesinin adı bile yok. Kimse bunun denememiş bile. İlk çalışmalarımızı yaptık sokak kütüphanesi adına, tabi ki ilgi çekti. Şimdi burayı tanıtmak için bir formata ihtiyacımız vardı. Kollektif bir paylaşım alanı oluşturabiliriz diye düşündük. Yani insanlar kendine ait bir parçayı burada bırakıp başkasına ait bir parçayı buradan almalıydı ve kitap böyle bir şeydi. Siz buradan sadece bir kitap almıyordunuz başka bir insanın da hikayesine dokunmuş oluyordunuz. -Bu çok güzel bir yaklaşım olmuş. Ben hiç bu açıdan bakmamıştım. Birinin parçasını alıp, kendi parçanı bırakmakla ilgili. -Türkiye’de sosyal anlamda sorumluluk; insanların çok free takıldıkları canları isterse yapıp istemezse yapmadıkları iş gibi davranmayanlardır. Sosyal sorumluluk gönüllülük esasına dayanır. Burada bir takım kuralllarımız var. Bunlardan birisi baykuşa bir kitap bırakmadan başka bir kitap alamazsınız ve ne kadar kitap getirirseniz getirin en fazla iki kitap alabilirsiniz. Bu da gerçekten kitap okumak için gelmiş olduğunuzu gösterir. “Bu arada sohbetimize Harun beyin eşinin gerçek bir kitap kurdu oluşu ile ilgili açıklamalarla devam ediyoruz. Bu durumda Kafe Baykuş eşime hediye gibi oldu diyor.” -Türkiye’de gerçekten içinde kitap barındıran bir çok cafe işletmesi var fakat sokak kütüphanesi temalı ilk cafe burası. -Cafenin kuruluş tarihi ve hedefi nedir ? -Cafe 2015 yılında kuruldu, rengarenk bir konsepti var ve kitap takas noktası olması da ayrı bir özellik. Bir başka özelliğimiz ise burada yabancı alfabenin kullanılmıyor olması. Menüye bakarsanız cafe yerine “kafe” waffle yerine “vafıl” kelimelerini kullanıyoruz. Aslında bu bir tepki yani Türkiye’de dejenere olmuş dile bir tepki. Bu bizim duruşumuzdur. Diğer bir özellik buraya istediğiniz hayvanla gelip oturup kahvaltınızı yapabilirsiniz. Kafe Baykuş nerede olursa olsun bu böyle olacak.
44
SOLDAN ESİNTİLER
KAFE BAYKUŞ Hayvanların korunup kollandığı bir yer olacak. Bir diğeri de kadın ağırlıklı çalışmaya önem veriyor olmamız. Ayrıca şunu da belirtmeliyim ki sokak kütüphanesinin en önemli özelliklerinden biri de her kültürden her siyasi görüşten materyallerin bir arada barınıyor olması. Buna özen gösteriyoruz.
-Cafeye gelen ziyaretçilerin yaş ortalaması nedir ? -Burası her yaştan insanların geldiği bir yer belki sizde dikkat etmişsinizdir. Bakın bunlar bizim müdavimlerimiz, 70-80 yaş arası teyzelerimiz. Buradaki aktiviteleri ve gençleri görmekten büyük bir keyif alıyorlar. Kafe Baykuşun yaş ortalaması açısından geniş bir yelpazesi var. Ayrıca kitap takas olayında da okuyucularımızın bilgilerini alıyoruz ve onlara kütüphanemize yapmış oldukları katkılardan dolayı ismine ağaç dikip sertifika veriyoruz. -Bu çok güzel değişik bir çalışma. Bu arada Harun beyin eşine yöneliyoruz ve soruyoruz. Az önce dört tane kitap okuduğunuzu öğrendik. İnsanlar bir kitabı okuyamazken, dört kitap hayatınıza nasıl sığıyor? -Aslında ben ruh halime göre yapabileceğimi yapmaya çalışıyorum. Yatmadan önce bir kaç sayfa okuyabileceğim bir roman, bir şiir kitabı veya farklı kitaplar oluyor. Yani aslında farklı kitaplar okuyorum. Kafe Baykuş’taki keyifli sohbetimizi çaylarımızla birlikte bitiriyoruz. Harun bey ve eşini bu farklı tasarım için tebrik edip başarılarının devamını dileyerek cafeden ayrılıyoruz. Bu arada Kafe Baykuş nerede mi? Kafe Baykuş Bakırköy İncirli caddesinde huzurun her anını içinizde hissedebiliceginiz zamanın durmasını istediğiniz sokak arasında çok şirin bir mekan. SÜHEYLA GÜNEY AVCI - ÜNSAL AKTAŞ SOLDAN ESİNTİLER İSTANBUL
SOLDAN ESİNTİLER
45
UNUTULMAYANLAR
HALİT AKÇATEPE Çocukluğumuzun ve gençliğimizin Güdük Necmi’si değerli sanatçı Halit Akçatepe’yi 31 mart 2017 tarihinde kaybettik. Yeri doldurulamaz sanatçımızı saygı ile anıyoruz. İyi ki hayatımıza dokundun Güdük Necmi...
EMRE SALTIK “Hasretinden aklar düştü saçıma Dağlar taşlar dayanmıyor acıma Hasretliğin ağır gider gücüme Ölesiye ölesiye özledim...” 1960 Tunceli Ovacık’ta dünyaya gelen halk müziğinin usta sanatçısı Emre Saltık 11 mart 2017’de aramızdan ayrıldı. Saygıyla anıyoruz. YUSUF HAYALOĞLU 1953 Tunceli doğumlu Yusuf Hayaloğlu’nu 3 mart 2009 yılında kaybettik. “Seni vefasız aşklara bırakıyorum Yüzümü kırılan bardaklarda ara Düşünme ben ne olurum Sanırım bi daha onarılmaz İncinen gururum” Saygı ve özlemle anıyoruz.
46
SOLDAN ESİNTİLER
UNUTULMAYANLAR TAYFUN TALİPOĞLU 1962 kars doğumlu Türkiye’nin Bam teline dokunan bir çok habere imza atan 21 mart 2017 de genç yaşta kaybettiğimiz gazeteci Tayfun Talipoğlu saygıyla anıyoruz.
SADRİ ALIŞIK Türk tiyatrocu, sinema oyuncusu ve komedyen. Bizler onu Turist Ömer karakteri ile tanıdık. Yeşilçamda birçok filmde başrol oynamıştır. 18 Mart 1995’te aramızdan ayrıldı. Saygı ve özlemle anıyoruz
SALAH BİRSEL Balıkesir’in Bandırma ilçesinde 1919 yılında dünyaya gelen şiir, deneme, eleştiri, günlük, roman, inceleme alanlarında eserler veren sanatçımız Salah Birsel’i 10 mart 1999 yılında İstanbul’da kaybettik. Anısına saygıyla.
SOLDAN ESİNTİLER
47
Antakya Çarşısı, Baharatçılar Ve Yüzük
Kuyumcu dükkânına gittim. Alışveriş için sanmayın! Bir dostumu ziyarete gitmiştim. Antakya çarşısı ünlüdür. Çok kültürlü, çok dilli, çok dinli yapısı kentin her noktasında derinlemesine hissedilir. Ayakkabıcılar çarşısı, baharatçılar çarşısı, kuyumcular çarşısı, demirciler çarşısı... Çarşı içinde çarşı, hepsi iç içedir. Tıpkı farklı din, dil ve kültürün iç içe geçtiği gibi... Her sokağında ayrı bir koku, ayrı bir renk, ayrı bir güzellik, zenginlik duyumsar insan. Baharatçılar çarşısına girdiğiniz anda Mağrip sokaklarının kokusu dalar içinize. Ciğerinizin soluduğu hava tarifsiz bir şekilde yüzünüzü gülümsetir. Hafif tebessüm eşliğinde bakarsınız, elinde çay tepsisi, yüzünde umarsız bir yüz taşıyan çocuğa. Memnundur halinden. Neşesi eksik olmaz gün boyu. Hele ki dükkânın önünde komşusuyla sohbete dalan esnaf, sanki başka diyarın sözcüklerini ödünç almıştır; tasarrufludur, kıymadan sözcüklere tane tane döküyor dilinden. Çay, kahve, kekik eşliğinde sohbetler... Yan yanadır aktar ile kuyumcu çarşısı. Dokuları ayrı olsa da benzerdir birbirlerine kokuları. Çoktandır girmediğim o kuyumcular çarşısına girdim. Diğer dükkânlara göre biraz daha ufaktırlar, kuyumcuların dükkânları. Yol boyunca gördüğüm dostlarla, tanıdıklarla ayaküstü sohbet, çarşının hemen girişinde de devam etti. Uzun zamandır karşılaşamadıklarımla karşılaştım. Ne güzeldir, insanın insana tanıdık olması. Sanki herkes, herkese tanıdık gibi bir yerlerden. Sanki herkes, herkes kardeş kokuyor. Hiç tanımadık birini lafa tutası geliyor insanın, çarşının tam orta yerinde. Ancak üç beş kişinin sığabildiği küçücük dükkânın önünde bekledim. İçerisi doluydu. Ziyaret ettiğim dostum beni görünce yer ayarlayıp hemen beni içeri aldı, oturttu döşekli sandığın üstüne. İçeride yüzük seçen müşterilere ve bana çay söyledi. Tıkış tıkış içerisi. Beş altı kişi olduk içeride.
48
SOLDAN ESİNTİLER
Antakya Çarşısı, Baharatçılar Ve Yüzük
Genç çocuklar ve aileleri anlaşılan nişan için yüzük bakınıyorlar. On dokuz yaşlarındaki kız ve annesi, nişanlanacağı genç, annesi ve babası. Dükkânda espriler dönüyor. Kahvelerin tuzlusundan, acısından yakınıyor gençler. «Dün ölecekti, tuzlu kahveden yavrum benim» diyor damadın annesi. Kızın annesi, «çok saçma gerçekten» diyor. Kahkahalar eşliğinde bilezikler, künyeler seçiliyor. Sıra yüzüklere gelmişti. Çayımı yudumluyor, bazen de ortak oluyordum sohbete. Yüzük kutusundan seçildi yüzükler. Kız bakıyor yüzüklere. Daldı uzunca. Genç erkek uyardı, “şu çok güzel” diyerek. Ancak kız, hala çok dalgın. Sessiz, sualsiz. Yüzüklere bakıyordu ancak aklı başka yerdeydi. Orada bulunanlar O›na yüzüğün güzelliğinden söz ediyordu. O, on dokuz yaşını düşünüyor olmalıydı. Onlar yüzük seçiyordu O›na. O, kendine bir hayat...
EDİP YEŞİL Foto: Edip Yeşil
Kadınlar sözleriyle değil, gözleriyle konuşur aslında. Bu yüzden onları anlamak için dinlemek yetmez, izlemek gerek yalnızca. Dostoyevski
SOLDAN ESİNTİLER
49
MERHABA ABİ… 1975 Yılı sonbaharı az geçe… Ankara o yıl sanki daha bir karlıydı… Yerler buz tutmuş, 200 kişinin yattığı uçak hangarından bozma bölük koğuşundaki üç tane atom tipi soba sürekli kömür beslenmesine rağmen ısıtmıyordu. Zaten iki kişilik ranzada üç kişi yatmak zorundaydık. Hela nöbetinden yeni gelmiş, rengi mora çalmış, soğuktan artık hissetmediğim ellerimi sobada ısıtabildiğim kadar ısıttım. Boxer tipi amerikan bezinden yapılmış asker işi donumun üzerine giydiğim yün içliği anacım alıp yanıma katmıştı. “iyi ki yanıma vermişsin anam” dedim. İçimden. Ertesi gün cumartesi, haftasonu tatili… Eğitim yok ama henüz yemin etmediğimiz için çarşı izni de yoktu. Kantine gitsem, uyduruk bir iş için seçerler diye, “en iyisi yazıhaneye gitmek” dedim. Muzo, ile Aron çoktan uymuşlardı. Onları uyandırmamaya dikkat ederek usulca yatağa girdim. Muzo “nasıl geçti hela nöbeti?” diye sordu. “Uyandırdım mı yoksa?” diye sordum. “yok, yok hem doğru dürüst uyku tutmadı hem de seni merak ettim” dedi. Muzo, İstanbullu baletti. Ardından, “gözün nasıl oldu dön bakayım” diye sordu. Gündüz, yemekhanede rütbesiz ama benden çok kıdemli suratı buldog köpeğine benzeyen asker bana seslenmişti “gel bakalım cikcik” Ben de, yanına doğru seri adımlarla gitmiş “buyur abi” demiştim. Bana, hiç cevap vermeden yerinden yavaşça kalkmış okkalı bir osmanlı yumruğunu gözümün ortasına koymuştu. Kendimi yerde buldum. Yerden kalkmadan sordum “abi ben sana ne dedim ki vurdun?”
50
SOLDAN ESİNTİLER
MERHABA ABİ… Hırlar gibi cevap Verdi “bak hala abi diyorsun!” “eeee ne diyeceğim?” “Komutanım diyeceksin ulan!” “Bana, bunu vurmadan söyleseydiniz ben size istediğiniz kadar komutanım derdim komutanım” dedim. Allahtan cevabımın içine sakladığım ince alayı farketmemişti. Yoksa, yaşamam mucize olabilirdi. Gözüme attığı yumruk öfkesini dindirmemiş, tüm gün hela nöbeti emri vermişti. Bildiğiniz helanın önündeki nöbet işte… Sıçmaya gelene selam çak, İşemeye gelene selam çak. Allahtan kaç kişi girdi çıktı diye hesap tutturmamıştı. Ama, daha ilk gelene selam çaktığımda beni bir gülmek almıştı. Kendimi tutamıyordum. “Dünyanın en mantıksız, en komik işi askerlik” diye düşünmüştüm. Haftasonları iyi geliyordu. Nöbetçi subayı, “bölük dağıl” emri verir vermez Mamak nizamiyesine doğru seyirtiyordum. Ne yaptığımı sadece Muzo ve Aron biliyorlar dı. Demir parmaklıklardan kolumu olabildiğince ileri uzatıyordum ki, kolum özgür olabilsin… Askerlik bana iyi gelmişti… Her koşulda bedenimin bir parçasına özgürlüğü tattırabilmeyi öğrenmiştim. Kah koluma, kah ayağıma… İnanmazsınız bir gün postalımı çıkarıp duvarın üzerine koymuştum. SOLDAN ESİNTİLER
51
MERHABA ABİ… “Alsancağı özlemiştir” demiştim içimden. Helada kepimi bile çalmışlardı. Düşünebiliyormusunuz? Heladasınız, doğal işinizi yapmaya çalışıyorsunuz, yandaki heladan duvarın üzerinden sadece sen usta askerden dayak yiyesin diye kepini çalıyor. İnsanlığın bitip saçma sapan hayat dersinin başladığı yerdeydim. Hayatımın en tutuklu, en hazin, en özlem dolu 662 gününü yaşamaya başlamıştım. Hem de 18 yaşımda… Yağmurdan kaçmıştım, Demirden doluya yakalanmıştım. Mamak Muhabere okulundan girdim. 662 gün sonra Bingöl 49. Piyade Tugayından çıktım. 662 Yıl yaşlanmıştım. Girdiğim gün elimde ve üzerimde ne varsa çıkarken de aynısı vardı. Çiçekli bir gömlek, kot pantolon, kırmızı pamuklu çoraplar, bej rengi HPuppies’lerim, elimde deri küçük bir valiz… İçimdeki keskin muhalif ve inatçı arnavut… Yani, koskoca ordu beni değiştirememişti. Ben kazanmıştım. Eyvallah abi… MELİH ÜSTKANAT Afyonkarahisar/26.02.2018
52
SOLDAN ESİNTİLER
ETKİNLİK
NEFESİMDEKİ SEN
Değerli Dostlarım, Rotary Kulüpleri 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için çok güzel bir proje hazırlamış. 14 isim: Nefesimdeki Sen” diyerek kadınlarımız için birer şiir okuyacak. Şiir okuyacaklardan biri benim. Tabii benim şiir okumamın bir haber değeri yok. Beni her zaman dinleme şansına sahipsiniz. Hiç bir etkinlik olmasa bile İzmir Milli Kütüphanemize bir kahve içmek için uğrarsanız ben size bir şiir okurum. Ama bu etkinlikte öyle isimler var ki onlardan her zaman şiir dinleme şansını bulamazsınız. Hele bu isimlerin hepsini bir arada dinleme fırsatını yakalamak neredeyse imkansız. Alfabetik sırayla şiir okuyacak isimler şöyle; 1- Aziz Kocaoğlu 2- Aziz Üstel 3- Ekrem Demirtaş 4- Hüseyin Mutlu Akpınar 5- Lütfi Demir 6- Rahmi Aşkın Türeli 7- Rebii Akdurak 8- Rengim Gökmen 9- Teyfik Rodos 10- Tunç Soyer 11- Uğur Dündar 12- Yaşar Ürük 13- Zekeriya Mutlu Bir de ben, etti 14 nefes.
Etkinlik ücretsiz ve halka açık. Bence tarihi şimdiden not edin. Sevgi ve saygılarımla...
Ulvi Puğ
8 Mart Perşembe Saat 20.00 İzmir Adnan Saygun Sanat Merkezi
SOLDAN ESİNTİLER
53
KEŞİF GÜNLÜĞÜ İnsanın adım attığı anda kendini farklı bir boyutta hissetmemesi imkansız, antik Yunan şehri Truva da. Binlerce yıl öncesinin mitolojik hikayelerinin kaynak kenti. Aşklara savaşlara konu olmuş tarihe tanıklık etmiş muhteşem bir alan. Marmara Denizi ile Çanakkale Boğazı ve Edremit körfezi arasında kalan TROAD veya TROAS olarak bilinen TROİA daha sonra fransızcadan dilimize TRUVA olarak geçmiş olan antik Yunan kentidir. Anadolu Yarımadasının kuzeybatı kesiminde, Çanakkale’nin yaklaşık 30 km güneybatısında, Çanakkale Boğazı’nın Ege Denizi’ne açıldığı noktadan 6 km kadar içerdeki Hisarlık denen yerde bulunan höyük tipinde bir yerleşmedir. Troya, M.Ö 3. ve 2. bin yıllarda canlı bir kültür kenti, yerleşik tarım topluluklarını yöneten bir krallığın merkeziydi. Daha sonra ki zamanlarda büyük bir yangın geçirdi. Bu yangının ünlü Troya Savaşının sonunda çıktığı düşünülmektedir. Kent sonra yeniden imar edildi. MÖ6. yüzyıl sonundan başlayarak bölgeye sırasıyla Persler, Büyük İskender, Selevkoslar, Pergamon Krallığı ve Romalılar egemen oldu. Kazılar sonucunda Troya’da üst üste kurulmuş, yedi ayrı kültürü temsil eden 4 mimari katın oluşturduğu 9 yerleşme keşfedilmiştir. Ve efsane Truva atı gerçekten görkemli bir güzellik. İşte truva atının efsane konusu; Tahmini 3200 yıĺ önce Troya kentinin barışsever ve cesur insanları, kralları, Priamos’un idaresi altında uzun yıllar barış içinde çok mutlu bir hayat sürmüşler. Tanrılar, bu mutluluğa tahammül edemeyip Troyalıların başına dert açmaya karar verirler. Kral Priamos’un karısı Hekabe çok kötü bir rüya görür. Rüyasında, karnından ateşler çıkmakta ve ateşin dumanı, bütün Troya surlarını sarmaktadır. Hekabe, bu rüyasını bir kahine anlatır. Kahinin yaptığı yorum, hiç de iç açıcı değildi. Ona göre, Hekabe, hamileydi ve doğacak olan çocuk, ilerde Troyalıların başına büyük dertler açacaktı. O yüzden bebek doğar doğmaz ölmeliydi. Buna inanan Kral Priamos, çocuk doğduktan sonra bir adamını bebeği öldürmek için görevlendirdi. Bebeği öldüremeyen Troya’lı onu o zaman ki adı “İDA” olan “Kazdağı”na götürur bırakır. Bir çoban bebeği bulur. Bu çocuk ilerde Troya’lıların başına birçok dertler açacak olan Paris’tir.
54
SOLDAN ESİNTİLER
KEŞİF GÜNLÜĞÜ O sırada Tanrıların yaşadığı Olympos dağında, ilginç bir kargaşa cereyan etmekteydi. Kral Peleus ile Deniz perisi Thetis’in evlenme merasimine kavga tanrıçası Eris, huzursuzluk çıkartır gerekçesiyle davet edilmemişti. Bu işe çok gücenen Eris intikam almaya karar verir. Üzerinde “EN GÜZELE” yazılı, altından bir elmayı, şölenin yapıldığı salonun ortasına bırakır. Doğal olarak bütün tanrıçalar, bu elmaya sahip olmak istediklerinden uzun tartışmalar olur. Sonunda 3 büyük tanrıça dışında diğerleri çekildiler. Ama Kudret tanrıçası Hera, Zeka tanrıçası Athena ve Aşk tanrıçası Afrodit elmaya sahip olmakta ısrar ettiler. Her üçü de tanrı Zeus’a giderek, onun hakemlik yapmasını istediler. Baba tanrı Zeus, onların hiçbirini gücendirmek istemediği için diplomatça davranıp, bu işlerden pek anlamadığını söyledi. Asıl amacı ise bu belayı Olympos’tan uzaklaştırmaktı. Onların Olympos’un tadını kaçıracaklarını anladığı için, hakemliği bir ölümlünün yapması gerektiğini söyledi. -Gidin diye gürledi Zeus -Irmakları bol İda dağına, orada Paris adında Troya’lı bir prens yaşamaktadır. Bu işlerden en iyi anlayan odur. Olaydan haberi olmayan Paris sürüsünü otlatmakla meşguldür. Üç kadın Paris’in karşısına çıkar ve etkilemek için her şeyi vaad ederler, bu tarihte yaşanan ilk rüşvet olayı olarak da kayıtlara geçer. Afrodit, çobana dünyanın en güzel kadınını vaad eder ve çobanın aklını alır elma Afrodit’e verilir. Bu duruma diğer tanrıçalar çok kızarlar. Bir süre sonra Paris, Sparta Kralı Menelaus’un genç ve güzel eşi Helen’e aşık olur Afrodit’in yardımı ile onu Truva’ya kaçırır bunun üzerine sinirlenen Kral Menelaus’un kardeşi Agamennon Truva’ya saldırır ve tarihteki büyük savaşlardan bir tanesi başlamış olur. Yıllar süren savaşlar Truvayı bitiremez ve Akalar bunun ancak hileyle olabileceğini düşünürler ve Truva Atı efsanesi başlamış olur. Tahta bir at, Troya surlarının önüne bırakılır Akalar geri çekilir. Akalıların kaçtığı zanneden Troyalılar atı içeriye alıp eğlenmeye ve zaferi kutlamaya başlarlar. İşte o anda Akalar’ın güçlü savaşçıları atın içerisinden çıkar ve bir an da her şey tersine döner. Kral ve oğlu öldürülür. Helen ise geri alınır. Tanrıçalar intikamını almıştır ve bu efsanede tarihe bu şekilde geçer. Görmeniz gereken harika bir kent olan Truva’dan etkilenmeden çıkamayacaksınız. SÜHEYLA GÜNEY AVCI
SOLDAN ESİNTİLER
55
KİTAP TANITIM
altındağ hüznün coşkusu / YAŞAR SEYMAN Altındağ’ı işlemek, bir coşku, bir ürkü, bir korku, bir heyecan, bir devinim ki!.. Arsız bir sevda oldu. İşledikçe nakışın zorluğunu kavrıyorum. Sordukça, araştırdıkça öğrenme susuzluğum kaleme, kâğıda, bakışa, yürüyüşe, düşünceye yansıyor. Bu yorgunluğun, bu devinimin dinginliğini, yine bu çalışmanın güzelliğinde, deyiminde, türküsünde, yıkayıp astığı renk renk çamaşırının seyrinde buluyorum. Altındağ için, “Altı dağ, üstü gök” diyor bir küçük kentsoylu aydın. Bazılarına da Altındağ, “gecekonduyu ve lümpenliği” çağrıştırıyor. Ben de yeni insan tipiyle gecekonduların çekirdeğini anlıyorum. Sevdaya uzaktan bakan kadınları, yanlışları bol kabadayılara öykünen çocukları, şişeye teslim olan kumarcıları, gençleri, küçük saksılarda bahçe özlemini gideren, buna karşın bir-iki odalı evlerinde yaşam coşkularıyla çocuk sayılarına çocuk katan, sevdayla sevinci ve acıyı paylaşan insanlarımı anlıyorum. BİLGİ YAYINEVİ 216 sayfa
YAŞAR SEYMAN
IŞIK ATLASI / NURAY TUNÇ Adını, hacıyatmazımın üzerine kazıdım, Unuttum, içinde gül açmayan bahçeleri NURAY TUNÇ NOKTÜRN YAYINLARI 96 sayfa
56
SOLDAN ESİNTİLER
AYIN KİTABI MARTI / ANTON ÇEHOV Değerli SOLDAN ESİNTİLER okurları Dünya Tiyatrolar Günü vesilesiyle dergimizin bu sayısında ayın kitabı olarak ANTON ÇEHOV’un Martı isimli eserini sizlere sunuyoruz. “Eğer bir gün hayatım sana gerekecek olursa gel ve al onu...” ANTON ÇEHOV / MARTI Rus edebiyatının önemli isimlerinden Anton Çehov Kırım’da dünyaya geldi. İlk hikayeleri 16 yaşındayken basıldı. Oyun yazıları ile ün kazandı. Dünya edebiyatında hatırı sayılır öncü yazarlardan biridir. Eserleri dünya çapında bir çok dile çevrilmiştir. Martı Çehov’un dört büyük tiyatro oyunundan ilkidir.Oyun Arkadina, Treplev, Nina ve Trigorin’in sanatsal ve romantik çatışmalarının etrafında geçer. Bir çiftlikte yaşayan orta ve aydın tabakaya mensup insanların yaşayış biçimlerini ve bu iki tabakanın üretimsiz hayatlarının ele alındığı bir yapıttır. Ayrıca karakterler arasındaki uyumsuzluk, anlaşmazlık ve iletişimsizlik oyunun diğer konularındardır. Basit bir kıskançlık olayı bu. Yeteneği olmayıp da hevesi olanların gerçek yeteneklere çamur atmaktan başka yapacakları bir şey yoktur çünkü. Ne denir, bu da bir çeşit avuntu işte! ANTON ÇEHOV / MARTI Sanatın evrensel gücünü referans alarak tiyatro perdelerinin bir bir kapanmaması için tiyatroya, sahne emekçilerimize sahip çıkılması gerektiğini düşünüyor ve Dünya Tiyatrolar Gününüzü kutlarım. Sanatla kalın... ÜNSAL AKTAŞ
SOLDAN ESİNTİLER
57
ETKİNLİK
DİZELERİN RENKLERİ
TÜRK edebiyatına önemli eserler kazandırmış şairlerin şiirlerinin farklı disiplinlerdeki sanatçıların eserlerine yansımasıyla oluşan “Dizelerin Renkleri” adlı sergi Folkart’ın desteğiyle 9 Şubat 2018 tarihinde Ankara’da ziyarete açılacak. Proje Direktörü ve Küratör: Fahri Özdemir
9 Şubat - 25 Mart 2018 CERMODERN / ANKARA
Namık Kemal / Asaf Erdemli Nâzım Hikmet / Ali Kotan Sabahattin Ali / Ercan Ayçiçek Rıfat Ilgaz / Fevzi Karakoç Bedri Rahmi Eyüboğlu / İbrahim Örs Fazıl Hüsnü Dağlarca / Halil Akdeniz Orhan Veli / Azat Yeman Melih Cevdet Anday / Hanefi Yeter İlhan Berk / Habip Aydoğdu Behçet Necatigil / Osman Dinç Cahit Külebi / Şahin Demir Rüştü Onur / Hasan Pekmezci Necati Cumalı / Emre Lüle Özdemir Asaf / Zafer Gençaydın Mücap Ofluoğlu / Umur Türker Arif Damar / Kemal Tufan Attilâ İlhan / İbrahim Çiftçioğlu Ahmed Arif / Filinta Önal
58
SOLDAN ESİNTİLER
Şükran Kurdakul / Sema Barlas Turgut Uyar / Taner Güven Muzaffer İlhan Erdost / Elif Aydoğdu Ağatekin Cemal Süreya / Zuhal Baysar Gülten Akın / Serpil Yeter Ahmet Oktay / Selçuk Fergökçe Kemal Özer / Ekrem Kahraman Hilmi Yavuz / Devrim Erbil Kemal Burkay / Reyhan Abacıoğlu Ülkü Tamer / Hayati Misman Metin Demirtaş / Metin Yurdanur Ataol Behramoğlu / Selim Karadana Refik Durbaş / Gören Bulut Hulki Aktunç / Şebnem Müderrisoğlu Hüseyin Ferhad / Mustafa Ağatekin Emirhan Oğuz / Ali Raşit Karakılıç Sunay Akın / Onay Akbaş Birhan Keskin / Havva Marta
REKLAM GRAFİK TASARIM VE REKLAM HİZMETLERİ *KARTVİZİT , *LOGO , *BROŞÜR , *AFİŞ , *POSTER , *BRANDA *FATURA , *İRSALİYE , *ADİSYON , *SİPARİŞ FİŞİ *KATALOG , *AMERİKAN SERVİS *TAKVİM , *DUVAR SAATİ , *DAVETİYE *ANTETLİ KAĞIT , *STİCKER(ETİKET) , *PLAKET *KUPA BARDAK , *MAGNET , *ZARF *CEPLİ DOSYA , *BLOKNOT , *BİLET *KİTAP , *DERGİ , *BÜLTEN , *GAZETE *E-DERGİ , *E-KİTAP , *E-BÜLTEN , *KİTAP DAMGASI , *MÜHÜR , *KAŞE *ÖĞRETMEN KAŞESİ *ÖDEV , *YILLIK , *İMSAKİYE *DOĞUM GÜNÜ KONSEPTİ *TSHİRT , *PROMOSYON ÜRÜNLERİ *ÖZEL GÜNLER İÇİN ÖZEL TASARIMLAR *KİŞİYE ÖZEL TASARIM YAPILIR ONLİNE TASARIM YAPILIR !!! BİR TELEFON KADAR YAKINIZ... DİJİTAL BASKI OFSET BASKI FOLYO BASKI HIZLI HİZMET !!! Detaylı bilgi için bize ulaşın Ünsal Aktaş Gsm: 0555 494 43 03 #WhatsApp Gsm: 0539 436 72 71 e-mail: unsal62aktas@gmail.com grafiktasarimm.reklam@gmail.com
ınstagram : @tasarim.grafik SOLDAN ESİNTİLER
59
REKLAM
KİTAP MI YAZIYORSUNUZ? DOSYANIZI YOLLAYIN KİTABINIZI BASKIYA HAZIRLAYALIM. GRAFİK TASARIM VE REKLAM HİZMETLERİ 0555 494 43 03 0539 436 72 71 grafiktasarimm.reklam@gmail.com ınstagram : tasarim.grafik
60
SOLDAN ESİNTİLER