SOLDAN ESİNTİLER OCAK 2018

Page 1

1 SOLDAN ESİNTİLER KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT DERGİSİ OCAK 2018

m: , u r yo rdum i i. v se n vu tım. tımı ü gib i tim kola yat sıkın ütün e k e t a ç e ml arınd erind ez i rı ve e M arl nel erm kıla Çın isha y gid n şar e p i ha bir ş etim Hiç mlek T me ME K İ MH I Z NA

Nazım Hikmet 116 yaşında


EDİTÖRDEN NAZIMCA - SÜHEYLA GÜNEY AVCI ŞİZOFRENİST DÜŞLER CİHANGİR ASLAN AH BİR BİLEBİLSEM ALİ ESMERAY / ŞİİR BİR NEFESLİK DAHA KAL NECLA BEKTAŞ / ŞİİR

4 5-6 7 8 8

ŞÜKRÜ ERBAŞ / RÖPORTAJ AYSUN KAYA

9 - 10

KEŞİF GÜNLÜĞÜ / BALAT SÜHEYLA GÜNEY AVCI,

11 - 12

LAVİNİA ÖZDEMİR ASAF BANA BİR ŞEY SÖYLE Sufizan TURAN KARATEPE /ŞİİR

13 14

SUSAM SOKAĞI ÜNSAL AKTAŞ

15

8.10 VAPURU CEMAL SÜREYA

16

EL SANATLARI MİNE GÜLEŞKEN ASLAN

17 - 18

KİTAP ÖNERİ REKLAM TANITIM

19

BAŞKALDIRIYORUZ SÜHEYLA GÜNEY AVCI

20

MUSTAFA’YI TERKETMEK EKİN SU YİĞİT BİR MÜDDET ALEV MERSİN / ŞİİR ÖĞRENDİM SULTAN KARATAŞ / ŞİİR DÜÜNÜRKEN İSMAİL ŞİMŞEK / ŞİİR ZAMANA VE MEKANA ÇETİN AKYIL / ŞİİR

21 - 22 23 23 23 24

UNUTULMAYNLAR UĞUR MUMCU METİN GÖKTEPE AYBERK ATİLLA

25

AYIN KİTABI GÜNEŞ ÜLKESİ / TOMMASO CAMPANELLA

26

HAYATIN SEMBOL DİLİ HAVVA AĞRAL

27

RÖPORTAJ YAŞAR SEYMAN

28 - 33

ALTNI ÇİZDİKLERİMİZ

34

DÜŞ NİHAT YILDIZ / ŞİİR AŞK_I İSTANBUL ASİYE YAŞARGÜN / ŞİİR

35

SÖYLEYİŞİ GELİN TANIŞ OLALIM

36-38

SÖZLÜK YAŞAR UĞURLU / ŞİİR BU SON OLSUN AYSEL MENTEŞ / ŞİİR

39

MİNİK PARMAKLAR

40

FOTOĞRAF

41

REKLAM

42 - 43


SOLDAN ESİNTİLER KÜLTÜR, SANAT, EDEBİYAT DERGİSİ Yayın Türü: Aylık Süreli Yayın Sayı: 1 - Ocak 2018

issuu.com/soldanesintiler

Genel Yayın Yönetmeni Süheyla Güney Avcı Ünsal Aktaş Editör Süheyla Güney Avcı Ünsal Aktaş Ankara Temsilcisi Aysun Kaya İzmir Temsilcisi Mine Güleşken Aslan Kapak Tasarım Ünsal Aktaş

soldanesintiler

Dizgi - Mizanpaj - Tasarım Ünsal Aktaş 0555 494 43 03 grafiktasarimm.reklam@gmail.com Soldan Esintiler eposta soldanesintiler@gmail.com KURULUŞ 2015 Soldan Esintiler Degisinde yayımlanan yazı ve şiirlerden yazarların kendileri sorumludur.

soldanesintiler soldanesintiler@gmail.com


EDİTÖR

DOSTLARA MERHABA ... Yeni bir yıla yepyeni umutlarla özgür ve güzel yaşamlarla girmeniz, hayata dair her güzel şeyi tutkuyla güneşin sofrasında tatmanız dileğiyle, barışa hasret olmayacak kadar barış dolu bir dünya diliyorum” Değerli okurlar ve Soldan Esintilere katkı sunan birbirinden güzel insanlar ve en güzeli “Soldan Esintiler” hikayesinin oluşumunda yola birlikte ilk adımı attığımız, aynı zamanda isim babası olan değerli dostum Ünsal Aktaş’a ve O’na bu oluşumda ilham kaynağı olan “esintiye” teşekkürlerimi sunuyorum. Yüreğimizin kıvrımları arasına düşmüş ve en ücra köşesine sıkışmış duygular vardır. Kimi zaman kilit vurduğumuz, kimi zaman unuttuğumuz kimi zamanlar da ise özgürce savurduğumuz. Vurunca tellerine, notaları içli içli yankılanır hani... Dokununca şiirlerin dizelerinde kayboluruz hani. Soluk almayı unutturan bir roman gibi çıldırır yürek atışın ya da gözyaşına boğulduğun hikayeler vardır. Bazı anlar da bir dostun sohbetini bulursun sayfaları çevirirken. Bazı anlar olur ki asi bir militan olursun devrimci bir şairin coşkun mısralarında. Çayını alır düşlerini canlandırır dalarsın aralara... Yeter ki soldan esen her duygu sevmeye duyarlı olsun. Biz sevdamızı, inancımızı, kavgamızı sanatın kollarında büyümeye bıraktık, büyüsün ve mavi çizgilerini evrene yaysın diye. Yürek sunmak özeldir güzeldir. Yürekten esen yürekten yaşanan hayata dair ne varsa bırakın Soldan Esintilerin sayfalarına dağılsın. Kiminin saçlarına kiminin gözlerine kiminin gülüşüne. Ama en çokta gülüşüne savrulsun ki hep beraber eselim soldan soldan... Süheyla Güney Avcı

4

SOLDAN ESİNTİLER


NAZIMCA

SÜHEYLA GÜNEY AVCI

Aşk koca bir dünyaya yayılarak dileğince yaşanan hissedilen bir duygu olsaydı, Nâzım usta parmaklıkların ardında küçücük bir dünya da kocaman aşkları yaratamaz ve yaşayamazdı. Ustanın bir sözü vardır. Beni çok etkileyen “Sevmek, sevdiğin kişiyle birlikte olmak değildir unutma! Çünkü aşk; onunla yaşamak değil, onu yaşamaktır aslında.” bu sözler tam da az önce söylemek istediğimin en güzel özetidir. Aşka aşık yaşamak var diyorum tıpkı Nâzım usta gibi... Nâzımca sevmek Nâzımca şiire dökmek hayatı, duyguları ve ölümsüzleşmek şiirlerin dizelerinde. Ölümsüzleşirken yeni doğacak aşklara umut ışığı olmak... Nâzımca... Bir çok kadın Nâzım Hikmet’e şiirlerinde ilham kaynağı olmuştur. Mesela çocukluk aşkı Sabiha Hanım için: “Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki; Çok sevdiğim başına yemin ediyorum ben, Koyu bir çiçek gibi gözlerin kapanırken, Bir dakika göğsünün üstünde olsa yerim Ömrümü bir yudumda ellerinden içerim. Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki.” dizelerini yazmıştır. Aşkı ve kıskançlığı kelimelere dökerek yaşamıştır. Yani yine Nâzımca aşkın, Nâzımca kıskançlığı dizelerde buluşmuştur. Aşklarına bu denli düşkün olan Nâzım Hikmet Ran’ın vatan sevdası tartışılmaz. Siyasi düşünceleri yüzünden defalarca tutuklanmış hapse girmiştir. Romantik Komünist büyük aşkı Piraye ile bu tutuklamalar yüzünden yıllarca evliliğini ertelemek zorunda kalmıştır. En güzel şiirlerini Piraye için yazmıştır. Çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerinden biri olan Nâzım Hikmet Ran’ın Türk Edebiyatına kattığı eserler eşsizdir. Sanatı eserleri ve siyasi hayatı belleklerimizde en güzel haliyle yer etmektedir. Vatan haini demişler Nâzım Ustaya... Evet vatanı satanlara karşı çıkan bir hain. Düşünün ki bir insan, üstelik dönemin iktidarının korktuğu bir insandır O. Her türlü baskı ve zulüm yıldırma politikası uygulayarak hayatına kastedilir Nâzım’ın. Hastadır ve askerlikte verilmiş raporu vardır. Buna rağmen iktidar tarafından ısrarla askere çağrılır Nâzım usta. Aslında amaçları bir komünisti yok etmek öldürmektir tıpkı Sabahattin Ali gibi... Nâzım Hikmet 17 haziran 1951 günü ülkeden kaçar ve 25 temmuz 1951’de vatandaşlıktan çıkarılır. O artık vatan hainidir hemde vatanına şiir yazan bir hain: “ Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet. Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.” Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla, bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson’un

SOLDAN ESİNTİLER

5


NAZIMCA

SÜHEYLA GÜNEY AVCI

66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira. “Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.” Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim. Vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa, ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa, vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, ben vatan hainiyim. Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla : Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.” (28 temmuz 1962) Bir Mavi gözlü dev geçti hayatlara dokunarak. Aşklara, ihanetlere, vatan hainlarine, satılmışlara dokunarak. Kimi korktu bu dokunuşlardan kimi ise Nâzımca dokunuşlara aşık oldu...Kimileri var ki güneşi zaptetmeye koştu Nâzım’ın dizeleri ile: “Akın var güneşe akın Güneşi zaptedeceğiz Güneşin zaptı yakın!!” Şairliğinin ötesinde yıllarca güneşe hasret kalmasına neden olan siyasi düşünceleri ve bunu anlatan dizeleri; Sevdalınız komünisttir, on yıldan beri hapistir, yatar Bursa kalesinde. Hapis ammâ, zincirini kırmış yatar, en âlâ bir mertebeye ermiş yatar, yatar Bursa kalesinde. Memleket toprağındadır kökü, Bedreddin gibi taşır yükü, yatar Bursa kalesinde. Yüreği delinip batmadan, şarkısı delinip batmadan, cennetini kaybetmeden, yatar Bursa kalesinde. (29.ocak.1947) Doğum günün kutlu olsun “ROMANTİK KOMÜNİST” 15 ocak 1902 Hazırlayan: Süheyla Güney Avcı

6

SOLDAN ESİNTİLER


ŞİZOFRENİST DÜŞLER

CİHANGİR ASLAN - ESKİCİ

duygusal yansımalar… Merhaba dostlar; Sizlere buradan yazmaya çalışacağım. Artık ne olursa, o an aklıma ne gelirse, yazarken ne hissedersem. Bir kuralı, bir düzeni olmamalı. Laf lafı açmalı. Zaten dostlar arası sohbetler de öyle olmaz mı? Ben Cihan. Zaman zaman Cihangir oluyorum. Çiko oluyorum. Eskici oluyorum. Ama her birini aynı bedende, tek beyinde toplayan benim. İyi de aslında ben kimim? Bir de Şizo var. Şizo ile yıllar sonra tanıştık. Tek tek anlatacağım bunları size. Yirmi beş yaşında bir delikanlıydı.Yol arkadaşlarıyla beraber güzel bir dünya özlemi içerisindeydiler.Derken arkadaşlarıyla buluştuğu bir ortamda bazı şeylerin eksik gittiğini fark etti. Yanlış şeyler vardı. ve acilen düzeltilmeliydi. Bu eksikler neydi, nelerdi bir bir sıraladı. Oturdu yazmaya başladı. Saatlerce, günlerce yazdı, çizdi, karaladı. Sonunda insanlığından utanır hale geldi. Ülkesinde ve dünyanın hemen hemen heryerinde zulüm kol geziyordu. Savaşlar tüm hızıyla devam ediyordu. İyilik meziyet olmuş, kötülük alışkanlık olmuştu. Aynaya baktı sonra. Bu gördüğüm insan olamaz dedi. Sonra çevresindekilere baktı onlarda da insanı göremedi. Evet insanlık ölmüştü. Derken o da ölmeye karar verdi. Kalbi yenik düşmek üzereydi. Kurban olmak istiyordu. Belki biri çıkarda kurban ederse insanoğlu biraz silkinirdi. Lakin öyle olmadı. Ölmedi, ölemedi. Denedi denedi olmadı. Belki de başka bir yol daha olabilir diye düşünürken; insanların başka bir gezegenden gelen ve dünyaya yerleşip cennetvari bir hayat sürmeye çalışan varlıklar olabileceği kanaatine vardı. Belki de kendi seçilmiş olabilirdi. Neticesinde kendi hikayesiydi. Neden olmasın, evet evet seçilmişti.Derken bir toplantı yapıldı. Dünyanın tüm ileri gelenleri bir araya gelmiş kardeşlik ve barış ortamını nasıl sağlarız diye düşünürlerken, söz almadan ayağa kalktı. Tek yol var diye bağırdı. Elinizi vicdanınıza koyun ve yüzleşin kendinizle. Çıkarın maskelerinizi. Unutmayın ki siz insanlar dünyaya cennet diye geldiniz. ‘’Çocukların gözlerindeki saflık bitmeden burayı cennete döndürebiliriz. Ama o saflık solarsa her şey için çok geç olacak’’dedi.

SOLDAN ESİNTİLER

7


ŞİİR AH BİR BİLEBİLSEM Ah bir bilebilsem hangi dil deki insanların en çok sevine bildiğini Bir kahkahanın hangi lügat ta ki insana daha çok yakıştığını Ya bebek çığlıklarının hangi dildeki annenin daha az yüreğini yaktığını Hangi dilde söylenmiş türküler daha güzeldir acaba? hangi dildeki insanların ağıtları daha çok acıtıp anlatır acıyı Kimlerin diyarlarda güneş daha güzel doğar kimlerin yurdunda daha güzel batar kutuplardaki soğuklar hangi dildeki insanı daha az üşütür Ansızın patlayan bir bomba daha çok hangi diyardaki insanların canını alır ölümün yüzü hangi dilde ki insanlar için daha acı gelir ve hangi dildeki insanlar daha çok bakarkör olur ah bir bilebilsem... ALİ ESMERAY

8

SOLDAN ESİNTİLER

BİR NEFESLİK DAHA KAL Bir nefeslik daha kal Kederinde mağrur Ve direncinde destan Memleket karası gözlerinle Biraz daha kal İnançlı ve isyana gebe Harman yeri şenliğine eş gülüşünle Tütünümün son dumanı gibi Acı bir çığlık ol, dol göğsüme Bir nefeslik daha kal Başakların boynu eğilmemişken henüz Buğday tenli umudumun hatırına Saçları kınalı yeni gelinin Tülbendindeki iğne oyasının sabrına Saklamadan Sakınmadan gözlerini Bir nefeslik daha kal Uzayıp giden düz bir ovanın yeşili Teslim olduğundan beri siyah bir bozkıra Ve zulüm dayandığından beri kapımıza Günün rengi silindi fotoğraflarımızdan Bilirim seni saklamak zor kentlerin grisinde Ama bir nefeslik daha kal Dol göğsüme NECLA BEKTAŞ


ŞÜKRÜ ERBAŞ RÖPORTAJI

AYSUN KAYA

Hayatı şiire dönüştürürken yazdıklarınız doğrudan yaşadıklarınız mıdır? Hayatın içinde savunduğunuz şeyleri sadece yazarak mı savunursunuz, eylemli olarak da yer alır mısınız hayatın içinde? Önce, insanın bütün yazdıklarını birebir, eylemli olarak yaşamasına olanak yok. Sonuçta şair, yazar, sanatçı da insanlar içinde bir insandır ve yaşayabileceği duygular, gerçeklikler, insan halleri, bütün insanların yaşadıklarını içeremez, o kadar çeşitli olamaz. Doğrudan kendi yaşadıkları olmasa da, eğer kişinin oluşturduğu yaşama değerleri, etik ve ideolojik değerler, bütün bir dünyanın derdiyle dertli olacak bir değerler toplamıysa, tanık olduğu bütün yaşantıları, acıları, hevesleri, yaşayan kadar bir içtenlikle dile getirir elbette. Bunu şöyle de ifade etmek mümkün: öyle bir hayat kurabilmişseniz kendinize, bir süre sonra yazdığınız her şey, doğrudan sizin yaşadıklarınız olup çıkıyor. Ben, sosyalist bir dünya düşüncesini, dünyanın bütün mazlum haklarının yanında yer almayı çok erken yaşlarda benimsedim ve bütün bir hayatımı bu değerlerin hayat geçmesi mücadelesi içinde geçirdim. Toplantılar, yürüyüşler, basın açıklamaları... kendini sosyalist soldan tanımlayan her yapının yanında, içinde, yönetiminde görev aldım. Tabii ki bir şair için aslolan yazdıklarıdır ama yazdıklarına kaynaklık eden hayatı hiç mi hiç ıskalamadan... Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz, desek... Çok soruldu, çok söyledim. Bu soruyla her karşılaştığımda tuhaf bir yorgunluk hissediyorum artık. Yaşama biçimi olarak, yaşama felsefesi olarak, kendi çıkarlarından başka hiçbir değeri önemsemeyen, bilmeyen, sevmeyen, saymayan “köylülük” dediğimiz sosyal bir sınıfın, biraz ağır bir dille sorgulanıp reddedilmesidir şiirin meramı... Asıl meramı ise “kentlilik” nedir, nasıl olmalıdır; çağdaş bir dünyada insanların başka insanlarla, halklarla, kimliklerle, doğayla, kültür-sanat-bilim ve daha pek çok insan üretimiyle kurduğu ilişki nasıl olmalıdır sorusunu insanların gündemine taşımaktır birazcık. Bana, milyonluk kentlerde gerçek anlamda kaç kentli yaşıyor, kim cesaretle söyleyebilir? Şiiri görünen anlamıyla algılarsanız, gidip köylerde yaşayan insanları öldürmeyi isteyen bir hastayla karşılaşırsınız. Şiirin derdi, tıpkı çağdaş bir dünya isteyen insanların dertleri gibi çok daha fazla derinlerde yatar. Azıcık zahmet edip görmek gerekir. Sanatçı ve toplum arasındaki ilişki nasıl olmalıdır? Sanatçı her şeye rağmen muhalif mi olmalı? Uzlaşma mümkün müdür toplumla? Sıkıntılı bir soru, sıkıntılı bir ilişki... önce, sanatçı dediğimiz kişi toplumun dışında bir varlık değil. Toplumun akıl hocası değil. Toplumun rehberi, kılavuzu değil. Yaşadıklarının nedenleri üzerine düşünen, başkalarının acısını canında duyan, başka kaderlerinin sorumluluğunu gönüllü olarak üstlenen, bunu da yazı, resim, müzik ve benzeri yollarla insanlara sunan bir insandır. Toplumun bir heves ve keder yoldaşı demek daha doğru geliyor bana. Toplum tarafından kabul görür veya görmez. Hatta zaman zaman suçlanır, aforoz edilir. Bu, yaptıklarını yapmaktan yine vazgeçirmeyecektir onu. Bu bir varoluş halidir çünkü.

SOLDAN ESİNTİLER

9


ŞÜKRÜ ERBAŞ RÖPORTAJI

AYSUN KAYA

Eğer sanatçı, bilim insanı ya da filozof, yaşadığı toplumun, devletin normlarıyla uyuşur, uzlaşırsa bütün yaratıcı gücünü yitirecektir. Muhalefet etme, yaratıcı düşüncenin özüdür. Kastım elbette, şu içi boşaltılmış, “karşıyım karşı, her şeye karşı” gibi bir hastalıklı muhalefet değildir. İnsan toplumla, yaşadığı gerçeklikle uzlaşırsa, mukayese etme, eleştirme, soru sorma, yanıt arama, yeni bir dünya tasavvuru kurma gibi sanatın ve bilimin mayasını oluşturan niteliklerini kaybeder. Bu nedenle sanatçı, bilim insanı, düşünür toplumsal normlarla çatışarak ancak soluk alabilecektir. Şiirlerinizde ezilen halkların acılarını daha çok görüyoruz. Kapitalist bir dünyada ulusların kaderlerini tayin hakkı nasıl olacaktır. Sınıf mücadelesi hakkında neler düşünüyorsunuz? Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, en temel yaşama hakkıdır, en temel insan hakkıdır ve bütün zamanların öncesinde, ötesinde bir haktır. En liberal, en muhafazakar insanın dahi kekelemeden savunacağı bir varoluş hakkıdır. Hangi toplumsal sistem içerisinde yaşıyorsak yaşayalım, bizi hangi cehennem kuşatmış olursa olsun, bu hakkın hayata geçeceği bir yol, yöntem bulunacaktır elbette. Kapitalist bir dünyada bence çok daha acil bir görevdir bu hakkı savunmak. Belki, çok daha inceltilmiş mücadele biçimleri gerekecektir ama her durumda savunulacak bir haktır. İki insan arasındaki en basit ilişkinin bile son çözümlemede sınıfsal bir karakter taşıdığına inanırım ben. Kaldı ki büyük toplumsal olaylar, sorunlar, ilişkiler... neredeyse tamamen bu köken üzerine kuruludur. Ancak , sanat yaparken, şiir yazarken, ikide bir “yaşasın sınıfsal mücadelemiz” diye bağırmaya gerek yoktur. Sanat, dile getirdiği ve çağrıştırdığı gerçekliği, rüyayı, çağrışımlar yoluyla duyurur bize. Bizi, acısına hayal gücümüzle, imgelem gücümüzle götürür. Biz o çağrışımdan, o sisler, tüller ardına çekilmiş ve bizden biraz emek isteyen sözlerden, kalbimizi ve aklımızı kullanarak bambaşka gerçekliklere varırız. Uzar gider bu konu, en iyisi burada kesmek... AYSUN KAYA SOLDAN ESİNTİLER DERGİSİ ANKARA TEMSİLCİSİ 14 TEMMUZ 2015

10

SOLDAN ESİNTİLER


KEŞİF GÜNLÜĞÜ

SÜHEYLA GÜNEY AVCI

BALAT

Keşif günlüğü spontane bir şekilde aklımıza geldi. Nereden nasıl başlayacağımızı bilmeden anlık düşüncelerimizden fırlayan yer Balat oldu. Neden bilmiyoruz ama yıllardır sahilinden geçip içine girmediğimiz Balat, Haliç kıyısında İstanbul’un Fatih ilçesine bağlı bir semt ve tam bir tarih yatağı. Gizli gizemli sahilden bakınca anlam yüklemediğimiz içine girince çıkmak istemediğimiz küçük bir tarih yığını. Aslında Balat’ın girişini yanlışlıkla Fener’den yaptık. Yunanca “saray” anlamına gelen devşirme bir isim olan Balat’ı gördüğümüzü sandık ve bu tarih kokusunun küçük bir islam ülkesi görünümü bir an kendimizi arap ülkelerinde hissetmemize neden oldu. Tam olarak içinde olduğumuz yerin Fener olduğunu sonradan öğrendik. Farklı bir görüntü, Arapça tabelalar İslamiyet’e uygun giyisi satan mağazalar, terzi ve dikim evleri, sokaklarda dolaşan insanlar, yayın evleri, fırınlar, müzik evleri yanından geçtiğimiz dükkanlarda çalan ilahiler Balat burası mı dedirtti tabi ki. Bu arada Fener doğal olarak ilgimizi çekti. Az ilerde önce kilise sonra Fener Rum Erkek Lisesi (Kırmızı Lise) olduğunu öğrendiğimiz tarihi yapının fotoğrafını çekme isteğimiz vardı. Bunu çekebilmenin tek yolu da “Şeyh El-Hac Hafız Seyid Mehmet Murat Efendi” tarafından yapılan mesnevi hanenin bahçesine girmemiz gerekiyordu. Girdik tabi ki fotoğraflarını da aldık. Fenerle Balat’ın ortasında kalan araya sıkışmış Museum cafe ilgimizi çeken noktalardan biri oldu. Otantik görünüşüyle bir cafe çay evi olması hoştu. Osmanlı döneminde Musevilerin yerleşim yeri olan Balat’ın renkli evleriyle, varlığını sürdürmeye çalışan mahalle kültürüne hala sahip olduğunu görmek hoş bir durumdu. Fener bitiminden Balat’a girerken gördüğümüz “Balat’a Hoşgeldiniz” yazısı inanılmaz hoşumuza gitmişti. Bir başka şehre kavuşmuş gibi anında değişen görsellikler insanlar dükkanlar yazılar ve bir çok şey hoşumuza gitmişti. Balat’a girdiğimizde açlığımızı tarihi taş fırının lezzetli simitleri ve anasonlu minik atıştırmalıklarıyla geçiriyoruz ve bir çay molası ihtiyacımız oluyor . Sıcak ve otantik havasıyla Tahta Minare çay evine büyük bir rahatlıkla kuruluyoruz. Tarihin görkemli havası yansıyor belleğimize. Şimdi derdimiz Balat’ın renkli evlerini görmek ve tarihe tanıklık eden evlerin havasını solumak. Çay molasında tüm sohbetimiz buna dair oluyor. Balat’ın diğer ilginç yanıda bir çok yeri antikacılarla dolu olması. Aklımıza gelecek her türlü antikayı burada bulabiliriz. Gözlemlediklerimizin hepsi olmasa da bir kısmı objektifimize takılıyor. Mutlaka uğramamız gereken antikacılar ve Balat’ın içinde bizi cezbeden bir sahaf gözümüze takılıyor. Buranın bir adı yok, heyecanla yürüyoruz dükkana doğru ama malesef kapalı olduğu için içeri girmek mümkün olmuyor. Sahafın kapısında bir tanıdıkla karşılaşmış gibi bizi mutlu eden şey bu resim oluyor.

SOLDAN ESİNTİLER

11


KEŞİF GÜNLÜĞÜ

SÜHEYLA GÜNEY AVCI

Merdivenli yokuştaki renkli Balat evleri muazzam bir görünüme sahip. Çevredekilerden insanların bu merdivenlerde oturup kitap okuduğunu öğreniyoruz. Sakin dinlendirici bir sokak bir zamanlar Musevi ve Rumlara ev sahipliği yapmış olan bu semti daha sonra Osmanlı dönemindeki sanayileşme yüzünden varlıklı Musevi ve Rum ailelerin Fener ve Balat’ı terk edip Beyoğlu ve Boğaza yerleşmelerine neden olmuştur. Cumhuriyet döneminde ise burada yapılan fabrika ve atölyeler yıkılmış, elbette tarihi dokusunda da bozulma olmuştur. Buna rağmen Fener Balat sanatçı ve fotoğrafçıların uğrak yeri olmasından vazgeçilmemiştir. Çorbacı Çeşmesi sokağındaki evler, Merdivenli Yokuş Balat Kültür Evi antikacılar sahaflar ve mutlak uğrak noktası olan Tahta Minare çay evi ve çayla birlikte içinize çektiğiniz tarihin kokusu. Ne diyelim? Haliç sahilinin kıyısında Balat Kahvesinin yanındaki kapıdan girin içeri artık... Süheyla Güney Avcı

12

SOLDAN ESİNTİLER


LAVİNİA

ÖZDEMİR ASAF

LAVİNİA Sana gitme demeyeceğim Üşüyorsun ceketimi al Günün en güzel saatleri bunlar Yanımda kal Sana gitme demeyeceğim Gene de sen bilirsin Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim İncinirsin Sana gitme demeyeceğim Ama gitme Lavinia Adını gizleyeceğim Sen de bilme Lavinia ÖZDEMİR ASAF

28 OCAK 1981 SAYGI VE ÖZLEMLE ANIYORUZ

BUNCA BOŞ KONUŞAN ARASINDA DİLSİZ OLMAK ENGEL DEĞİL DEVRİMDİR . ÖZDEMİR ASAF SOLDAN ESİNTİLER

13


ŞİİR

Sufizan TURAN KARATEPE

BANA BİR ŞEY SÖYLE Benim için bir şarkı söyle Kalbimi hasta eden aşkın ilacı olsun Bir şarkı söyle benim için Sabah bülbülleri kıskansın için için Ya da... Benim için bir şiir yazsın şairler Damarlarımda kanım çekilsin Aşka susamış dudaklar sevişsin Beni... Beni adımla, mahlasımla Şairliğime set vuran egomla gebertsinler. Benim için bir türkü söyle Biraz Neşet’ten bozlak essin Biraz Mahsuni’den dert öğrensin Güneyden, doğudan ağıtlar essin Kuzeyden gözlerime ağır sisler insin Öyle bir tını olsun ki; Ege gibi efelensin Trakya’dan yanık Ömer ses versin Emperyal güçler Çanakkale’den geçemesin Mehmetçikler Hektor’un intikamını almış desinler. Bana bir şarkı söyle Sonbahar, hüzünlü gazeller döksün ki; Rüzgârla dans eden saçlarına şiir yazan yüreğimin özlemiyle Neruda, Şili’li güzellerin koynundan uyansın Nazım, Moskova’dan hasretle Anadolu’ya, çınarın gölgesine gelsin Abidin’in fırçasından akan renkler mutluluktan sevişsinler.

14

SOLDAN ESİNTİLER

Bana bir türkü söyle Kalbim mest olsun Öyle bir imge bul ki Tanrı bile gülümsesin Ölmeden ölen savaş artığı karagözlü çocuklar Özgür bir dünyayla özgür doğsunlar Tiranlar, şiirlere, türkülere secde etsinler. Söyle; insanlık için bir türkü söyle Franco’nun faşist kurşununda can verirken Garcia Sevgiye açık kalsın balkon kapıları Taa ezelden beri Haykırırken türküler, şiirler Lanetleniyordu despotizmin naraları Adaletin ırzına geçerlerken Kendi zulmünde boğuluyorlardı zalimler. Söyle... Sen yine de benim için bir şeyler söyle... İster üfür, İster küfür olsun Yeter ki hasetçiler, Güneşin kızına aşık bu kalbimi gebertmesinler. Sufizan TURAN KARATEPE


SUSAM SOKAĞI

ÜNSAL AKTAŞ

Yedisinden yetmişine efsane olmuş bir program vardı hatırlar mısınız? Susam Sokağı; 80’li, 90’lı yıllarda çocukların, ve yetişkinlerde özellikle annelerin izlediği, eğitici yönünü ön planda olan, gerek sosyal yaşam, gerek aile içindeki yaşamda ilişkilerin, saygının, sevginin, hoşgörünün, kişisel gelişimin önemini vurgulayan tabiri caizse bir okul niteliğinde bir programdı Susam Sokağı… Hele o jenerik müziği yok mu… hala aklımdan çıkmıyor… zaman zaman mırıldanırım… Evlerimize konuk olan bu sokağın sakinleri kimlerdi? Dilerseniz hatırlayalım. Yaşam alanı bir küfeden ibaret olan Kırpığı unutmak ne mümkün… Peki ya Minik Kuşu… Adının minik olduğuna bakmayın… dev bir cüssesi olduğu kadar, kocaman bir yüreği vardı Minik Kuşun… Sokağın diğer sakinleri; Manav Zehra Teyze Berberi Gitarıyla çocukları neşelendiren abilik eden Hakan Abi Zeynep Abla Sürekli didişip duran, ama birbirlerinden asla vazgeçemeyen Edi ile Büdü Muhabir Bay Kurbağacık Kurabiye Canavarı Piyano çalan, işler yolunda gitmediğinde kafasını piyano tuşlarına vuran Bay Müzik Pembe burnu ve incecik sesiyle Açıkgöz Ve daha nice karakter… Zaman o kadar çok şey çaldı ki hayatımızdan, Susam Sokağını hatırladıkça kendime hep şu soruyu soruyorum. Ne çok şey kaybetmişiz… Duygularımızı, dostluklarımızı, saygıyı, sevgiyi, hoşgörüyü, hissetmemeyi… Bazen internetten Susam Sokağı’nı izliyorum… geçmişe yolculuk ediyorum. Ve diyorum ki televizyonda bugün yayınlansın oturur izlerim… Ve tüm anne babalara naçizane tavsiyemdir… Susam Sokağı’na arşivlerden ulaşın, çocuklarınıza izletin… Sevgiyle kalın….

SOLDAN ESİNTİLER

15


8.10 VAPURU Sesinde ne var biliyor musun? Bir bahçenin ortası var. Mavi ipek kış çiçeği Sigara içmek için Üst kata çıkıyorsun. Sesinde ne var biliyor musun? Uykusuz Türkçe var İşinden memnun değilsin, Bu kenti sevmiyorsun, Bir adam gazetesini katlar. Sesinde ne var biliyor musun? Eski öpüşler var, Banyonun buzlu camı, Birkaç gün görünmedin Okul şarkıları var. Sesinde ne var biliyor musun? Ev dağınıklığı var İkide bir elini başına götürüp, Rüzgarda dağılan yalnızlığını, Düzeltiyorsun. Sesinde ne var biliyor musun? Söyleyemediğin sözcükler var Küçücük şeyler belki Ama günün bu saatinde Anıt gibi dururlar. Sesinde ne var biliyor musun? Söylenmemiş sözcükler var.. CEMAL SÜREYA 9 Ocak 1990 SAYGI VE ÖZLEMLE ANIYORUZ

16

SOLDAN ESİNTİLER

CEMAL SÜREYA


HAYATA SANATLA GÜLÜMSE

MİNE GÜLEŞKEN ASLAN

Merhaba sanat sever dostlar; Ben Mine, ben de sizlerden biriyim bir farkım yok aslında. Sadece çok meraklıyım, araştırıyorum, öğreniyorum, uyguluyorum ve tüketirken bir yandan da üretiyorum… Bu bilgilerimi Soldan Esintiler dergimizde sizler ile paylaşmak istiyorum… Her sayımızda farklı bir el sanatımızı ele alacağız… Beraber öğreneceğiz, güzel paylaşımlar yapacağız… El sanatları diyoruz… Peki nedir bu el sanatları? Uygarlık tarihimizin her döneminde insanoğlu, korkularından ve sıkıntılarından kurtulmak ya da ihtiyaçlarını karşılayabilmek için çeşitli nesnelerden faydalanmıştır. İşleme, süsleme gibi daha çok el emeği ile yapılan ve incelikle işlenen eserlerdir. Güzel sanatların bir kolu olan el sanatları göz nurunun , ince zevkin , uzun sabrın, gönüllerde yatan düşüncelerin sanat olarak ortaya dökülmesidir. Bu sayımız da size ipek böceğinden , ipek böceği kozasından ve bu kozadan yapabileceğimiz güzel tasarımlardan bahsetmek istiyorum. Birden aklıma geldi de pek çoğumuz çocukluğumuzda ipek böceği beslemişizdir ayakkabı kutularının içinde. Onlara ellerimiz ile dut yaprağı yedirmiş, dut yapraklarını yerken çıkardıkları sesi dinlemiş ve ne kadar hızlı büyüdüklerini izlemişizdir saatlerce. O yıllarda benim için sadece sorumluluğunu üstlendiğim bir arkadaş olan ipekböceği şimdilerde benim için çok daha fazla anlam ifade ediyor. Kozadan çiçeğe bir sanat yolculuğundan bahsetmek istiyorum sizlere. Tırtılın kendini hapsettiği kozayla başlayan süreç dokuma tezgahın da son bulurken; çarşaf,nevresim, çeşitli nakışlı örtüler, peştamal gibi geleneksel ürünlere dönüşüyor. Minicik bir böcek, milyonlarca yıldır yeryüzünde bulunan en sağlam ipliği üretir. Bu böceğin yumurtaları bir yıl uyuyarak can almayı bekler.Yeni doğanlar ise kısa sürede ilk ağırlığının 10.000 katına çıkarak mucizevi bir gelişim gösterir. Binlerce yıldır insanların ‘’en güzel ve narin’’ olarak, değerlendirdikleri, nadide kumaşların dokunduğu bu ipliği üretmek için kendini ördüğü bu kozanın içine hapseder. Eğer kendi haline bırakılırsa 2 – 3 hafta içinde kelebek haline gelerek ördüğü kozayı parçalar dışarı çıkar. Koza parçalanır ve kullanılmaz hale gelir. Bu yüzden kozayı parçalamadan kozalar sıcak suya atılır tırtıl öldürülür. Böylece ipek kozası elde edilir… İpek böceği kozasını hobi malzemeleri satan işletmelerde bulabilirsiniz… Beyaz veya renk renk boyanmış halde paketler içine satılmaktadır kozalar. Yapacağımız çiçek çalışmasına göre renk seçimi yapabiliriz. Kozalar makas yardımı ile kesilir ve içinden ölü böcek çıkarılır. Makas darbesi kozanın çeşitli yerlerinden vurularak farklı şekillerde keserek çiçek, yaprak, dal vb. şekiller elde edilir. Bu şekiller çeşitli motifler yapılarak kullanılır. Şimdi örnek bir çiçek çalışması anlatmak istiyorum sizlere. Kullanacağımız malzemeler; Koza, sivri uçlu makas, yapıştırıcı, çiçek teli, kağıt çiçek bandı, koza ütüsü ve çiçek tohumu. Bu malzemelerin hepsini hobi malzemesi satan yerlerden ve tuhafiyelerden bulabilirsiniz. Fotoğraflar yardımı ile kozadan çiçek yapımını sizlere anlatmak istiyorum. Kozayı elimize aldığımızda dikey yada yatay olarak kesebiliriz. Kozamızı kestikten sonra koza ütüsü ile ütüleyip üzerine bastırarak düzelterek kozamızın şekil almasını sağlayabiliriz.

SOLDAN ESİNTİLER

17


HAYATA SANATLA GÜLÜMSE

MİNE GÜLEŞKEN ASLAN

Bu yaptığımız ütüleme işlemi ile çiçeğin şekli daha doğal olarak şekillenecektir. Ufak bir tavsiye olarak şunu söyleyebilirim. Doğadan esinlenmek çalışırken önümüze yapmak istediğimiz çiçekten bir tane koymak çok daha gerçekçi ve doğal çiçekler yapmamıza yardımcı olacaktır.

Kozamızı kesip hazırladıktan sonra çiçeğimiz için tohum kısmını oluşturacak parçaya geliyor. Hazır çiçek tohumları kullanabileceğimiz gibi boncuk ve çiçek teli yardımı ile kendimiz de tohum oluşturabiliriz. Tohum kısmına sardığımız çiçek teli aynı zamanda çiçeğimizin iskeletini de oluşturacaktır. Çiçek için olan kağıt bandı ile bu telin üzerini sararak sap görünümü elde edebiliriz. Kozadan hazırladığımız çiçeğimizin yapraklarını tohum kısmı ile birleştirmemiz gerekecektir. Yaprakların tam ortasından telimizi geçirerek tutkal ile yapıştırıp sabitlenmesini sağlamalıyız. Çiçeklerimiz için kozadan yaprak yapabileceğimiz gibi yapma çiçek yapraklarını da kullanabiliriz. Çiçeklerimizin arasına ilave edebilmek için boncuk ve telden yapacağımız parçalar buketimize ışıltı katacaktır… Tek tek hazırladığımız farklı çiçeklerimiz ile çiçek buketleri hazırlayabiliriz…minik vazolarda evimize renk katacaklardır…Yada beyaz kozalardan gelin çiçeği, gelin tacı, damat yaka çiçeği hazırlayabiliriz. Nakış ile beraber kozalarımızı işleyebiliriz… Bu nakışları tepsi, pano, örtü vb. pek çok yerde kullanabiliriz… artık bu bizim yaratıcılığımıza hayal gücümüze kalmış bir şey sanırım… Umarım bu bilgi paylaşımı ile sizlere faydalı olabilmişimdir.Bu sayfamızda amacımız farklı el sanatlarını sizler ile buluşturabilmek. Sizlerin de katılımı istek ve talepleri doğrultusunda her sayımızda farklı bir konuyu ele alacağız. Sorularınızı ve isteklerinizi mail yoluyla bizlere iletebilirsiniz. Sevgiyle kalın… Bir sonraki sayımızda görüşebilmek dileği ile… Mine Güleşken Aslan SOLDAN ESİNTİLER DERGİSİ İZMİR TEMSİLCİSİ mine_papatya71@hotmail.com

18

SOLDAN ESİNTİLER


KİTAP TANITIM

AYKIRI NOTA ALİ ESMERAY Aslında; insan doğduğu enden itibaren Hep kendine doğru yol alır. Kimi yolun başında rastlar kendine, kimi Yolun ortasında, kimide yolun sonunda. Kendine rastlayan insan şanslıdır. Kendine rastlamayanlar ise hep başka Benliklerin tutsağı olmuşlardır. Fikirleri yoktur, felsefeleri yoktur. Köle gibi yaşarlar ve köle olarak ölürler. Mutlu olmak için insan once kendini Keşfetmelidir. Kendinin farkına varmalıdır. Çünkü mutluluk ve başarı orada gizlidir. TUNÇ YAYINCILIK Sayfa Sayısı: 160

AKSAK HAYAT AYSEL MENTEŞ Uzun savaşların ardından yorgun düşmüş bir halk... Kuraklık ve açlıkla mücadele etmeye çalışan köylüler... Bulaşıcı hastalıklar ve açlıktan ölen çocuklar... Ve 1940’lı yıllardan günümüze uzanan, engelli bir ailenin muhteşem öyküsü... Aysel Menteş’in büyülü kaleminden... PERON YAYINCILIK 268 SAYFA

SOLDAN ESİNTİLER

19


BAŞKALDIRIYORUZ Hınçla, dirençle, umutla Tarihin çöplüğüne gömmek istercesine köleliğini, Kirli paslı zincirlere saldırdı kadın. Karanlık dehlizlerden isyanla, özgürlüğe koşan adımlarıyla. Ölümmüydü korkusu bunca zaman? Oysa ki eklenen her zincir halkasında, Binlerce ölüm binlerce tükeniş yokoluş vardı. Beşbin yıllık direnişin birde zaferi olmalıydı. Ezilmisliğin zulümlerin Beşbin yıldır bedel ödeyenlerin türküleri yayılmalıydı. Varoluşun tükenişine başkaldırarak Zincirleri zulmün boynuna takmalıydı. Binlerce yılın ötesinden geliyoruz, Binlerce... Yeni doğumların ışığın da Yenilmemek adına kurban ettiğimiz Zindanlar da ölüme yatırdığımız Çırılçıplak teşhirlerden utanmadan Yokoluşunu zafer saydığınız bedenimizle Yana yana, Küllerimizden doğa doğa , Asice kaldırdığımız başımızla . Bilincimizle, Bilincimizden yayılan isyanımızla Utanmadan Eğilmeden Binlerce yılı yarınlara taşıyarak, Korkularınızdan doğan zulme inat Karların altından. Güneşin kızılından. Binlerce Binlerce yılın ötesinden geliyoruz. Baharlaşan kadınların direnciyle, inancıyla kucaklaşarak, Dimdik korkusuzca bilenerek geliyoruz. Hadi durdur uslandır bizi... Hadi sustur!

20

SOLDAN ESİNTİLER

SÜHEYLA GÜNEY AVCI Bitimsiz sevdalar yükledik ölümün avuçlarında , Acıları kundakladık taşıdık sırtımızda , Sancılı gülüşlerle harmanlı yaşamları , Korkmadan çekinmeden yaktık ağıtlarımıza. Dilimiz de dans eden sloganlarımızla. Beşbin yılın bedelini almaya İsyanımızı özgürlüğe kata kata Karanlık kuytulardan sıyrılarak Tarihin satırlarını yeniden yazmaya geliyoruz. Susmadan uslanmadan dirençle Dünyaya baş kaldırıyoruz...

Kızılırmak kıyısında gün batımı ... FOTO: Süheyla Güney Avcı Gün batımı gibisin yüreğime batan, battıkça aydınlatan. ... Süheyla Güney Avcı


Ekin Su’nun Dünyası

EKİN SU YİĞİT

MUSTAFAYI TERKETMEK Televizyondaki film artık onu memnun etmiyordu. Sabahın yedisinden beri oturduğu koltuk bile sıkılmıştı her gün gördüğü oyunculardan. Bıkkınlıkla bir sonraki filme geçti. Mustafa’yı terk etmek istiyordu. Bu istek üç ay önceki o yağmurlu gecede çıkmıştı yumurtadan; Nilgün’le buluştuğu günün gecesinde, eve geldiğinde. İki yıldır yaşamlarındaki son müzik olan kedileri Turkuaz uyuyordu. Daha iki aylıkken kapıya koşup gelen herkesi selamladığını hatırlıyordu kedinin, aradan geçen iki yıl onu da yormuştu. Anahtarlarını bırakıp salondaki tek ışığa yöneldiğinde görebilmişti Mustafa’yı ancak. Karanlıkta oturmuş, çıt çıkarmadan bakıyordu ekrana. Yavaşça yerde uyuyan Turkuaz’a eğildiğinde “Ben geldim.” cümlesi dökülüvermişti ağzından. “Görebiliyorum.” demişti Mustafa cevaben. Bir an için sesini çıkaramamıştı adamın, irkilmişti. Sonrasında fark etmiş, utanarak bakışlarını yere sabitlemişti. Ardından kendini savunma ihtiyacı hissederek “Turkuaz’la konuşuyordum.” demişti yavaşça. Gerçekten kediye mi söylemişti cümlesini yoksa kanepede sessiz ve sert bakışlarla oturan sevgilisine mi bozulmuştu hatırlamıyordu, bir süre sonra hatırlamak istemedi zaten. Üç aydır resim yapamıyordu. Tuvalleri yarım kalmış fırça darbeleriyle kaplı olmaktan pek mutlu değillerdi, zira kadın da öyle. Kendini çok zorlamış, zorlamış ama tek bir renk bile hissedememişti şarkılarda. Bunun için Mustafa’yı suçluyordu. O gece, onda maviyi kaybettikten sonra başlamıştı sancılı kâbusları. Aşklarının sarıldığı sıcacık mavi, onun en değerli rengiydi. Ama Mustafa, onu da yok etmişti donuk gözleriyle. Zavallı maviyi can çekişirken görüyordu kâbuslarında, ona ulaşmaya çalışıyordu ama tuvali uzaklaşıyordu ondan debelendikçe. Ve hep aynı şekilde sonlanıyordu kâbusu; maviyi hapsedip ondan kaçıran tuval, Mustafa’nın siyah bakışlarıyla süslenmiş bir çerçeve şekline bürünüyordu. Ağlıyordu çerçeve. Renklerini kaybettiğinden beri evden çıkmamıştı. Televizyona kayıtlı filmleri tekrar tekrar izliyordu her gün. Bazılarının repliklerini bile ezberlemişti: “Tamamen bir yabancı olduğunu fark edene kadar birisiyle zaman geçirmek ne kadar da acı.” Yanı başında düzenli nefes alışlarıyla Turkuaz uyuyordu ve hava bugün de huysuzdu. Mustafa’yı terk etmek istiyordu. Bu istek öyle büyüktü ki dalgalarla yarışırdı. Öyle gürültülüydü ki sesini bastırabilecek hiçbir şarkı yoktu ezberinde. Ve siyahtı, mavisini yutan tuvalin dönüştüğü çerçeve kadar koyuydu rengi. Ama cesaret edemiyordu bir türlü. Rüzgârın sesini dinleyip hayal kurduğu zamanlarda bile devamını getiremiyordu fantezisinin. Yüzüne fırçalarını fırlatıp siyah öfkesini Mustafa’nın hiçbir zaman hislerini tam olarak belli etmeyen, tepkisiz gözlerine akıtmak istiyordu. Böylece tek

SOLDAN ESİNTİLER

21


Ekin Su’nun Dünyası

EKİN SU YİĞİT

başına taşımayacaktı bu duyguyu. Buydu fantezisi, tabii canlandırabilseydi. Senaryosu bir fikir olarak duruyordu sadece, ne zaman bir filmden sıkılıp gözlerini kapatsa hayalinde bir türlü kâğıda dökmeyi başaramadığı ucuz bir paragraf şeklinde. Ve o da erteliyordu Mustafa’yla hayali yüzleşmesini. Onun yerine, o sırada izlemekten bunaldığı filmi istediği şekilde yönlendiriyordu, tıpkı şimdiki gibi. Gözlerini yumuyor ve ekrandaki kadın oyuncu uyuşturucuyu bırakıveriyordu. Saçlarını kesip kahverengiye boyuyor, şarkıcı olmaya karar veriyordu. Uyuşturucunun vücudunu ele geçiren o soğuk hissini hatırlamıyordu bile, bunun sebebiyse antika radyosunda duyduğu, tesadüfen o saatte ve sadece o istasyonda yayınlanan bir “Beş yüz bin dolar ödüllü ve albüm sözleşmeli yarışmamıza katılma şansı! Sadece kahverengi saçlılar ve uyuşturucu kullanmayanlar içindir.” cümlesiydi. Böylece oyuncu, doğal sarı saçlarına kıyıyor ve yıllardır bırakmaya çalıştığı uyuşturucudan nasıl da çabucak kurtulduğunu düşünerek heyecanlanıyordu. Balkona çıkıyor, son ses bağırarak “Eureka! Buldum! Uyuşturucu bağımlılıklarını birkaç dakikada yok edecek bir yol buldum: Antika radyolar ve kahverengi saçlar!” diyordu. Küçük hayal dünyasında yarattığı alternatif sahneleri siyah beyazdı, yine de orijinalinden daha iyi olduğu fikrindeydi kadın. Turkuaz esneyerek uyandığında, onun uyuşturucusunun Mustafa olduğunu düşündü. Kendi yazdığı sonun aksine yüksek doz kokulu bir ölümle sonlanan filme baktı ve ağlamaya başladı. Turkuaz yavaşça bakıyordu ona, uykulu olmasaydı kucağına gelip onu teselli edeceğinden emindi kadın. Turkuaz severdi onu, bir tek o renkliydi bu evde. Mustafa’yı terk etmek istiyordu. Bir de saçlarını kahverengiye boyamak, filmdeki oyuncuya yakışmıştı. İstese birikimlerini alıp gidebilirdi bu evden. Hemen şimdi, en yakın markete gidip saç boyası alabilir ve hiçbir şey demeden kaybolabilirdi sokaklarda. Mektup yazmasına da gerek yoktu, ardından bir tek kedi ağlardı. Belki onu da alırdı kadın, beraber hiç dinlenmeden Balkanları gezerlerdi. Mavisini geri alabilir miydi, bilmiyordu ama yeni maviler yakalayabilirdi gökyüzünde. Tek yapması gereken Mustafa’yı terk etmekti. Anahtar kapı kilidinde döndüğünde sıyrıldı düşüncelerinden kadın. Sessizce salondan görünen dış kapıya baktı. Onu izledi; ayakkabılarını çıkarışını, anahtarını asışını ve çantasını yere bırakışını. “Ben geldim.” Mustafa salona ilerleyip Turkuaz’ı gözleriyle yoklarken iç çekti kadın. Gözyaşlarını sildi ve televizyona döndü. “Görebiliyorum.” Ekin Su Yiğit

22

SOLDAN ESİNTİLER


ŞİİR BİR MÜDDET Bir müddet kendim dışında herkes olabilmeli, her işi yapabilmeli, her şeyi yaşayabilmeliyim. Akşam yatağa girenle, sabah yataktan kalkan aynı ben olmamalı. Sıkıyor değişmeyen herşey, aynı ben’ler, aynı teraneler.. değişmeli yüzler, isimler, şehirler, rüzgarlar.. bir müddet, ama bir müddet biraz çoban, biraz dilenci, biraz çöpçü, işçi, köylü olmalıyım. sıkılabilirim insan olmaktan, tanrı olmalıyım bir müddet. Azca ayık, çokça ayyaş olmalıyım. Bir müddet sataşmalıyım herkese; geceyi kodeste geçirmeli, sabahı çöp kutularında bulmalıyım. Akıl akıl işi değil, yitirmeliğim bir müddet. Deniz diplerinde yaşamalıyım mesela, bir müddet gökyüzünde, yeryüzünde olduğu gibi. Bir müddet duvarları yıkıp, karşı yakasına geçmeliğim hayatın, ortaklık teklifinde bulunmalıyım Hades’e, yeraltı krallığı için. Çok değil, BİR MÜDDET. ALEV MERSİN

ÖĞRENDİM ‘Dilsiz’lerin gözlerinden öğrendim Çaresizliğin hüznünü Çamurlu sokaklardan Yürümelerin hasını Sonra Sapanla vurulan kuşun yarasını Acının yuvasından Kanaviçelere işlenen nakışa Dökülen bir damla yaştan öğrendim... SULTAN KARATAŞ

DÜŞÜNÜRKEN Düşünürken seni Seni ve memleketi Bir sigara daha yakarım. Bir sigara üstüne, Bir şiir daha yazarım Bir şiir üstüne. Uyku tutmaz gecelerde Düşlerim seni, Seni ve memleketi. Ne yalnızlığım kalır Ne hasretim Ne de uzaklığım. Büyür sevdam Büyür kavgam Aşk olur Özgürlük olur çoğalırım. İSMAİL ŞİMŞEK

SOLDAN ESİNTİLER

23


ZAMANA VE MEKANA dedem kurmuş bu değirmeni sert rüzgarların yekpare taşların üstüne babam burda görmüş anamı çuvaldaki unlar beyaz anam undan beyazmış .. beni eline alınca anam önce onu sonra değirmeni görmüşüm aşık olmuşum anama değirmene sevmişim rüzgarları asi suları sevmişim sevmişim ekmeğimize un döken dev yekpare taşları .. oynamışım, seyretmişim katar katar turnaları yağmurlarda çıplak ayak gezmiş koklamışım içime çekmişim içmişim özgürlüğü ders almışım yavrusunu doyuran leyleklerden kırlangıçlardan yürümüşüm yürümüşüm menderes boylarında sanki kardeşçesine söğütlere sarılıp sarmaşan sarmaşıklar içinde .. çabucak bitivermiş çocukluk büyümüşüm kaşla göz arası sonrasını nasıl anlatsam nasıl desem yanmadan yanmadan bilmem bilmem ki ..

ÇETİN AKYIL

rüzgarların önüne dev beton binalar gerilip medeniyet denilmiş dün su içilen nehirlerin rengi asitli kara çamura kesilmiş kadir kıymet bilmezler arasında su sesi para sesine yenilmiş .. böyle döner hep bu devran derken birileri dönmez dönmez deyip yağmurlarla yüz yıkayıp dağlara bulutlara yaslanmışım içim dışım olmuş sıkmışım sol elimi meydanlarda duymamak için direnen kulaklara ses olmuşum dert edinmişim bu dünyayı kendime öte dünyaya inat zaman gelmiş ateşimi külle örtmüşüm zaman gelmiş, arasına acı koyup yekpare taşların kendimi öğütmüşüm düşmüşüm düşmüşüm kendi elimden kendimi tutmuşum ... zulüm dayanınca kapıya zaman o zaman değil demeden beklemeden ve nerede bu yağmurlar demeden ve korkmadan, ve sevdayla, ve türküyle ve kendi sesimle anla beni beni anla .. şiir olmuşum dizelere şeker olmuşum bebelere gül olmuşum bülbüllere kavga olmuşum direnenlere insan olmuşum halden bilene ÇETİN AKYIL

24

SOLDAN ESİNTİLER


UNUTULMAYANLAR

“Kaplanın sırtında hüküm sürenler, bir gün o kaplana yem olmaktan kurtulamazlar.” UĞUR MUMCU Saygı ve özlemle anıyoruz Araştırmacı -Yazar 22 Ağustos 1942-24 Ocak 1993

“BU YÜREK HİÇ SUSMAYACAK” METİN GÖKTEPE Saygı ve özlemle anıyoruz. Evrensel Gazetesi Muhabiri 10 Nisan 1968-8 Ocak 1996

AYBERK ATİLLA Türk tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu 21 Ocak 2017 Saygı ve özlemle anıyoruz

SOLDAN ESİNTİLER

25


AYIN KİTABI

GÜNEŞ ÜLKESİ / TOMMASO CAMPANELLA

“Güneş ülkeliler bencilliğin amacını ortadan kaldırmakla onu yok etmişler ve yerine ortak yaşama sevgisini koymuşlardır.” Güneş Ülkesi sosyalizm üzerine tasarlanan bir ülkenin tanımını anlatır. Ülkede özel mülkiyet yoktur ve herşey ortaklaşadır. Çocuklar evler ortaktır. Güneş Ülkesinin başında hem filozof hemde başrahip olan bir hükümdar vardır. Güneş Ülkelilere göre özel mülkiyet toplum yararına değil kişi yararınadır ve buda bencilliği getirir. Güneş Ülkesin de dayanışma bilinci ve topluma yararlı olma isteği vardır. Ülkede Hoh en büyük yönetici ve baş rahiptir. “Güç,Akıl,Sevgi” adında üç eşit yetkide yardımcısı vardır. Güneş Ülkesinde herkes hem zengin hemde fakirdir. Okuduğumuz kitap 1500’lü yıllarda sosyalizme göre tasarlanmış ülkeyi anlatır. Tomasso Campanella düşünceleri yüzünden hayatının 27 yılını hapiste geçirmiş “Güneş ülkesi” kitabını da burada yazmıştır. Kitabın ana fikri; Umut asla kaybedilmemeli,mutluluk ve sevgi daima paylaşılmalı. Paylaşmayı bilgiyi kardeşliği öğrenmenin en önemli konu olduğu anlatılıyor. “Keyifli okumalar diliyoruz”

26

SOLDAN ESİNTİLER


HAYATIN SEMBOL DİLİ

HAVVA AĞRAL

George Steiner bir kitabında tragedya öldü mü diye sorgulamaktadır. Aslında burada tiyatronun tarihsel bir skalasını dökümlemeyi pek düşünmüyorum. Sadece başka bir şeye vurgu yapabilmek için Steiner'den başladım. Tragedya; deheşt , korku , tedirginlik ve acıma duyguları uyandıran tiyatro eserleri. Peki hayatımızda bu duygular kesik midir? Tam tersi acıma, korku duyguları, tedirginlik ve olumsuzluklar aritmetik ve hatta neden sonuç bağlamında nerdeyse sonsuza bölündü. Çoğaldı. Bazı filozoflar tanrıyı öldürdü. Bazıları, matemetik, metafizik vs ile mit olanı diriltmeyi denedi. Hayat matematiği ve totolojik diğer hesaplamaları, mite ve mistisizme yoramayacak kadar gerçek acıma ve korkularla dolu... Ortadoğu'da domino taşları gibi birbirini tetikleyen devrim ve darbe devinimlerini düşünün. O ateşten coğrafyada yığınla korku, acıma ölüm... Tüm bu tragedya mit olan bir tanrıdan çok , mit öğesi taşımayan tanrıların azabından kaynaklanır. Özünde petrol, kimya, silah, iktidar hırsı olan tanrısallıklara... Bir günde yüzlerce hatta binlerce kadın ve çocuğun öldürüldüğü, para hırs tanrılarının, kalantor azraillari o coğrafi parçanın kendine yarattığı kendi kaderi... İşin en acımasız boyutu ve paradoskal olan mit olanın bu tanrılarla kader birliği etmesi... Dünyanın en son evrildiği ve algılattığı sembol tanrıları, çok uluslu şirketler, para fonları, dünya bankası , silah ve enerji kaynakları ... Bütün bunların hızlı mübadelesi ve devinimi arasında masumiyetlerin yok edildiği de bir gerçek. Halbu ki bir de hayatın sembol dili vardır. Freud bunu içinde yaşadığımız doğa ile açıklamaktadır. Özellikle de ağaç yaşamın tüm sembollerinde bir yer kağlar. Ağaç düşünce, beyin, kök salmak, yaşatmak gibi anlamlarla doludur. Pek çok eski medeniyet ağacı sembollerine katmıştır. Yaratılış efsanesinde ağaç semboldür. Ve sinema Avatar filmi ağacı yaşamsal bir bütünlük anlamında, sembol dilinde açıklamaya çalışırken, sanal bir dünyanın üzerinden kurgulanmıştır. Pahalı yapım pek çok filmde olduğu gibi Avatar da tesadüfi bir prodüksiyon değildir. Filmdeki güçlü varlıklar belki de geleceğin insan modeli. Filmde güçlü bir kimyasal elektirk doğaya hükmetmektedir. Doğaya hükmetmek konusunda kendi doğasını kullanma paradoksunu işler. Gerçek dünyada yarattığımız yapay trageyadan, sanal dünyada, kendi doğamızla kendimizi kurtaıyoruz. Evet sadece bir kurgu. Ancak vücudumuzdaki kimyasal elektrik gerçeğimiz. Öyle filmlerde olduğu gibi doğaya hükmetmeye yaramıyor. Bizi yaşatmaya, duyumsatmaya, var etmeye yarıyor. Canlılığımız, kanımızın içinde dolaşan in organik partiküllerin devinimleri sonucundamümkün olabilmektedir. Sodyum, potasyum, klorür, azot ve en önemlisi oksijen. Bir insan öldüğünde, kaslara, iç organlara ve hücrelere oksijen gitmediği için ölüm olayı gerçekleşmiştir. Ağacın olmadığı yerde oksijen azlığından ölebiliriz. Vücuda oksijen yeterince gitmediğinde ağrılar çekebiliriz. Bu içinden geçiyor olduğumuz yaz ayında aşırı sıcaklardan Fransa'da 700 kişi öldü. Hindistan'da 1118 ölüm... Ağaç ısıyı emerdi halbu ki ve insanlığa yaşam sunacaktı. Vücudumuz petrolle çalışmıyor. İktidar hırsı iç organları besleyen bir şey mi? Hayır... Hayatın sembol dili başka. Biz macrocosmosun bir parçasıyız. Ayrı davrandıkça zararını gören biz olduk... HAVVA AĞRAL

SOLDAN ESİNTİLER

27


YAŞAR SEYMAN RÖPORTAJI Merhabalar Yaşar Hanım. Soldan Esintiler Dergisinin İstanbul kadrosu, genel yayın yönetmenimiz, editörümüz ve Ankara temsilciliğimiz olarak size çok teşekkür ediyoruz. Sizin hakkınızda merak edilen çok şey var. Açıkçası benim de çok merak ettiğim şeyler var. Bunları sormak istiyorum.Öncelikle Türkiye’de kadın olmak zor. Hem kadın, hem politikacı, hem sendikacı, hem de bu kadar güzel eserler üreden bir kadın olmak daha da zor. Bunu nasıl başardınız? Teşekkür ederim, hoşgeldiniz. Bir kere, bir kadına hayır demem söz konusu değil.Çünkü bir kaç kimliğimi siz de söylediniz ama kadın hakları savunucusu olmak benim en önemsediğim kimliklerimden biri. Yani, ne bir kadına hayır diyebilirim, ne de Sol’a hayır diyebilirim. Sol için yaşam adamış insanlardan biriyim. Bir kadınım. Bir arkadaşım bunu çok güzel söylüyor. Fatma Cesur diyor ki, yaşar bir taşla bir kaç kuşa ateş ediyor diyor. Ben de bir taşla bir kaç kuşa alkış tutuyorum. Ateş etmeyeyim kuşlara diye kendi kendime söylüyorum. Bir taşla bir kaç kuşa ellerimle, alkışla ses vermeye çalışıyorum. Aslında yaptığım uğraşların hepsi de insana dayalı. Objektifi, insan olan uğraşlar.Sendikacılıkta, insan emeğini savunmak siyaset de insan yaşamını daha güzelleşmesine katkıda bulunmak, yazmak da insan kaynaklı. Yani yine insan odaklı. O nedenle insan, yani biz iş yaşamına başladığımız zaman hep onu söylüyorum, personel müdürlükleri vardı, şimdi insan kaynakları var. Ben Hacı Bektaş Veli’nin bir sözü vardı, çok severim, “Okunacak en güzel kitap insandır” der. Yani insan benim için, her insan bir dünyadır, bu dünyaya yolculuk etmek, gerek toplumsal uğraşımım ile, gerek kalemim ile yolculuk etmeyi çok seviyorum. Her insan bir dünya ise ne çok dünya ile buluşuyoruz anlamında. Önce sendikacılık ile başladım. Sonra 90’lı yıllarda kadın hareketi gelişti ve her dünyada bir

28

SOLDAN ESİNTİLER

AYSUN KAYA sözcüsünü buldu, sendikal dünyada da beni buldu. Artık ben nereye gidersem gideyim bana şunu söylediler. Çalışan kadınların sorunlarını sordular. Hatta ben bir genel kurulda çıkıp 3 yıl sonra dedim ki, arkadaşlar dedim, ben %90 erkeklerin oyu ile seçildim, siz beni seçtiniz bana destek oldunuz ama ben kusura bakmayın, siz sanki bir kadın hakları sözcüsü de seçtiniz, ben her yerde kadın hakları konuşuyorum. Sizin haklarınızı varsaymıyor değilim ama bu dünyada da ben çalışan kadınların sesi oldum bir anlamda dedim. Hatta bir anımı size söyleyeyim, hiç bir yerde bunu söylemedim, yani bir yazılı metne dönüşmedi. İstanbul Kadıköy’de bir spor salonunda bir siyasi partinin kadın hakları etkinliğindeyiz. Bir baktım sağımda Prof. Aysel Çelikel, solumda Prof. Türkan Saylan, ortada da ben. Genç bir sendikacıyım. Sağım profesör solum profesör. Şöyle baktım Türkan Saylan’a dedim ki hoca ben şimdi ne konuşacağım, sağım profesör solum profesör. Bana dedi ki sen toplumsal bir lidersin. Şimdi çıkar fırtına gibi esersin. Biz seni fırtınanla tarlaya tohum ekeriz dedi. Şu güzelliğe bakar mısınız! Ve aradan bir kaç yıl geçti, bir gün rahmetli Duygu Asena beni aradı, dedi ki, Kadınca Dergisinin başındaydı Duygu Asena biliyorsunuz, biz dedi bu ay bir soruşturma yaptık, daha ünlü daha bilinirliği yüksek kadınlara cadılarını sorduk. Sen kimin cadısısın biliyor musun, hayır dedim. Türkan Saylan’ın cadısısın sensin. Sadece Yaşar Seyman diye yanıt verdi dedim. Ne kadar büyük bir onur, ne kadar büyük bir sorumluluk. Sendikal şeyde dediğim gibi kadın hakları ile buluştum. Bir umman, bir yudum almak çok zor. Yani koca bir okyanus kadın hakları. Zaten siyasi bilimcimiz yüksek demiştim ya, zaten o bilinçten dolayı dünya kadın hareketini de yakınen izliyorduk. Yani hani nasıl Che’nin Fidel Castro’nun, bütün devrimcilerin, nasıl işte doğdukları yerleri, mücadelelerini, nasıl Pablo Neruda’nın şiirleri ile yürüdüğümüzü biliyorsak, kadın aktivisitlerini de, yani dünyayı


YAŞAR SEYMAN RÖPORTAJI değiştiren kadınları da mücadelesini örnek aldığımız kadınlar da vardı. Sonra gün geldi sanki bunlar bana yetmedi. Bir de yazarak destek olmaya başladım. Ve hepsi, hayatın bana getirdiği şeyler. Hayatın içinde. İşte sol dünya görüşünün sempatisi ile oluşan bir alana girdim. Sonra kadın hakları, o alanda kadın sendikacı yoktu o yıllarda. Şimdi de genç, çok yetenekli eş başkan, genel başkan, genel sekreter, çok kıymetli kadın sendikacılar var. Onların bir ablası olarak onlarla o kadar göneniyorum ki, o kadar muhteşem şeyler yapıyorlar ki. Ama benim olduğum zaman da yoktu. Ben yıllarca Başkent Ankara’da tek kadın sendikacıydım, profesyonel. Şimdi genel başkanlar var, genel sekreterler var, eş başkanlar var. Bunlar benim sevincim, bunlar benim mutluluğum. Yazmak da böyle oluştu. Erkek sendikacılar sadece sendikacılık yapmak ile yetindiler. Ben bununla yetinemedim, çalışan kadınların sorunlarını yazmaya başladım. Zaten eylemlerdeydik. 89 Bahar eylemleri, ardından Zonguldak direnişi, Tekel direnişi... Bütün bu direnişlerde yer alan, yürüyen, KESK’in örgütlenmesinde yer alan, susma sustukça sıra sana gelecek sloganını onlar gibi ağız dolusu haykıran, tazyikli sudan, biber gazından payına düşen alan biriyim ben. Bunlar benim ödüllerim. Sonra siyaset de bu şeyin bir... Siyasi bir ailede doğdum ben. Babam Altındağ’da 45.000 nüfuslu bir mahallenin muhtarıydı. Çok yoruldum diye eve geldiğinde annem ona takılırdı, “ne yaptın, taş attın, kolun mu yoruldu” der ya Anadolu kadınları, o da böyle derdi. “Ne demek taş attım da kolum mu yoruldu, 45.000 nüfus Doğunun kaç ili haberin var mı” diye böyle bir övünürdü. Kaç ili Doğunun, bu kadar insanın derdi ile sıkıntısı ile uğraşıyorum, devlet ile halk arasında sıkışmış durumdayım, sen bunun yorgunluğunu nasıl anla-

AYSUN KAYA yacaksın derdi. Mesela babam muhtar seçildiğinde ben ilkokulu bitirmiştim. O yıllarda Kızılay aş evine yoksul insanlar, muhtardan kağıt alarak gidiyorlardı ve onların verdikleri yemek ile karınlarını doyuruyorlardı. Böyle bir uygulama vardı. Muhtardan, bu yoksuldur, kimsesizdir, bir ilmühaber alıyor, onu götürüp aşevine veriyor ve yemeğini alıyor, Kızılay aşevinden. Şimdi düşünün, ben halk ile ilişkileri de o zaman öğrendim. Halk ile diyaloğu o zaman öğrendim. Çünkü şöyle bir şey vardı, gelecek bir insana, nasılsınız hoşgeldiniz dediğiniz zaman mesafe koyuyorsunuz. Adam zaten yoksul, zaten ezilerek geliyor. Onun size yaklaşması, utanarak, sanki kendi kusuruymuş gibi, oysa ülkeyi yönetenlerin kusuru. Kendi kusuru gibi görüp ezik büzük geliyor. Ben artık nasılsınız yerine, nasılsın amca hoşgeldin demeye başladım. Böyle hayatın her alanında, mesela büyük bir şansımızdı. Babam hiç müzik aleti çalmayan bir insandı ama evine Aşık Veysel, Aşık Mahsuni, Neşet Ertaş, Davut Sulari, Musa Eroğlu, böyle değerler gelirdi. Arif Sağ, bunlar çok büyük değerler. Bir de şöyle bir huyu vardı, mutlaka o masaları, bizim o şeyleri dinlememizi isterdi. Oradan öğrendiklerimizi şimdi ben yazar olarak onlara çok şey borçlu olduğumu görüyorum. Siyasetçi olarak da birine yanıt vermek gerekirse oradan yanıtlar veriyorum. Sendikacı olarak da insanları sevmek, emek savunmak, hayatımın en büyük onuru. Bunlar, her biri başka uğraş. Özenle yapmaya çalışıyorum. Bakıyorum, sendikacılığımda da çok ödüller aldım. Mesela Avrupa’nın en başarılı kadın sendikacısı seçildim. Çok büyük ödül. Ülkem AB üyesi değilken, Atina’da Cumhurbaşkanı’nın olduğu bir salonda, Avrupa’nın en başarılı kadın sendikacılarından biri seçildim. Yazar olarak çok büyük ödüller aldım. İlk kitabım akademi ödülleri aldı. Bu yıl dil derneği

SOLDAN ESİNTİLER

29


YAŞAR SEYMAN RÖPORTAJI onur ödülü aldım. Çok büyük ödüller aldım. Eserim devlet tiyatrolarında sergilendi. Tamam, mütevazi engin gönüllü olmak lazım. Hem örgütsel yaptığım işlerde bir emeğim taçlandırıldı, hem de bireysel, yani yazarlık bireysel bir eylem, orada da taçlandırılıyor. Bu kadar yıl geçti, hala sloganım 2017 yılı sloganım şuydu, Koş Yaşar Koş. Anneme bir demokrasi armağan edemeden bu dünyada göçtü. Şiddet gündem, her gün 5 tane kadın ölüyor günde. O kadar üzülüyorum ki. Yani dünyanın en büyük şairi bizim, Nazım dünyanın en güzel şiirlerini kadınlara yazmış. Yani ne bileyim Hacı Bektaş Veli 13.yy, kadınlarınızı okutun demiş. Ondan sonra gelen Atatürk, kadını hep çok önemsemiş. Hem seçme hem seçilme hakkını vermiş. 5 Aralık Seçme ve seçilme hakkının yıl dönümü ve onu şey yapacağız. Buna karşın, bu kadar sevginin, insan sevgisinin yoksulluğu, geldiğimiz son AKP yönetimi, ne yazık ki söyleyeceğim, edebiyat konuşuyoruz ama bir sendikacı olarak şunu söylemek zorundayım, iktidarları döneminde kadınlar çalışma yaşamından adeta uzaklaştırıldı. Eve tutsak bırakıldı, kadınlar için hiç olumlu gelişmeler gerçekten yaşanmadı, görmüyoruz. Hep torba yasalara, kadın hakları torba yasalara atılarak gaspedildi, kadınların her şeyine karışılır oldu. Çocuk sayılarına, kullandıkları ruja, giysilerine vs. her şeylerine karışır oldular. Oysa kadın bir dünya, oysa kadın değişimin ve dönüşümün en önemli dinamiği. Yani sürekli bir mücadele. Sendikacılık da yoruluyorum bir başka bir yorucu alana dalıyorum. Yazmak da çok yorucu bir eylem. Ustalarımız bize hep şöyle demişti, bir sayfa yazmak için bin sayfa okumak lazım. Şimdi bakın ülkeyi yönetenlere kaç sözcük ile konuşuyorlar. 300 sözcük ile konuşuyorlar. Gülünç! Kendi dillerinden Türkçe’den haberleri yok. Türkçe’nin güzelliğinden hiç yararlanmıyorlar. Çünkü bir çatışmacı dil kullanıyorlar. Çünkü bir şiddet dili kullanıyorlar. Çünkü ötekileştirmek peşindeler. Oysa ülkemiz bir kültür bahçesi. Bütün halklar, bütün kültürler, bütün inançlar bir arada ne kadar güzel. Ne kadar çoğaltıcı. Hep onu söylüyorum ben. Aklı akla katmak, çoğalarak yürümek. Mesela ben bütün panellerimi şöyle bitiriyorum, diyorum

30

SOLDAN ESİNTİLER

AYSUN KAYA ki, ben bir kitap bitirdiğimde kendimi dünyanın en güzel kadını duyumsuyorum. Ben bir kitap bitirdiğimde çoğalıyorum. Güzelleşiyorum ben bir kitap bitirdiğimde. Bu sözler bana ait. Mesela örgütlülük için bir sözüm var, bir çok sendikacı arkadaşımın kulağında küpe, BirGün yazarı Doğan Tılıç bey, İspanya’da ödül alırken, diyor ki bizim ülkemizde bir kadın sendikacı var, örgütlülüğü şöyle anlatıyor, bir kelebek kadar ömrüm olsa örgütlü yapılarda tüketirim. Bütün sorunlarımızın kaynağı örgütsüzlük diyor. Onu ben bir genel kurulunda söylemiştim. Bir kelebek kadar ömrüm olsa örgütlü yapılarda tüketirim. Kuşkusuz bu bir ironi ama çok inandığım bir ironi. Kelebeğin ömrü çok kısa yani, o kadar kısa bir ömrüm bile olsa... Çünkü ben örgütsüz kendimi ifade etmeyi bilmiyorum. Benim rahmetli annem, hiç okula gitmemiş bir kadındı. O şöyle övünürdü, insanlar mutlaka bir başarısı görünmüyorsa da onu dillendirirler. Yani bizim ülkemizde de başarılar çok görülmüyor. Daha çok kıskançlık ile başarılar gölgeleniyor. Hatta barikatlar kuruluyor. Şimdi bunu anlattıktan sonra bir tanımımı anlatayım barikatlar ile ilgili. Annem hep şöyle övünürdü, ben çok iyi bir ev kadınıyım. Çünkü okula gitmemiş, çok iyi bir anneyim, çok iyi bir ev kadınıyım. Beni taşın önüne koyun ben orada bir ev kurarım. Yani bir ev kurarım ve o evim hep konuklarımla dolar taşar. Evde bin kişiyi ağırlayan annem sokakta bin kişi ile başedemezdi. Ama evin lideriydi. O ortamın başarılısıydı. Ben de öyle bir kadının kızı olarak hep şöyle diyorum, beni dağın başına koyun, dağ taşı örgütlerim. Tek bildiğim örgütlülük. Çünkü örgütlülük mutluluktur. Ben hep çalışan kadını şöyle tanımlamıştım 90’lı yıllarda. Bu tanım artık benim künyeme kazınmış bir tanım oldu. İki iş verenli, iki mesaili, dört vardiyalı. Dört vardiyalının açılım da şöyle, ev - eş - iş - çocuk, sonuçta yorgun ve mutsuz çalışan kadın, demiştim. Örgütlü olmak gerçekten mutluluk. Evde demokrasi başlarsa çalışan kadının vardiyası azalır. İş yerinde demokrasi varsa çalışan kadının vardiyası azalır. Ülkede demokrasi varsa, çocuğunu rahatlıkla kreşe bırakır. Bütün bunlardan kurtulur ve bu tanımı bilen televizyoncu kadınlar bir gün kadınlar, bir gün


YAŞAR SEYMAN RÖPORTAJI Balçiçek İlter programında sormuştu, peki Yaşar hanım çalışan kadını tanımlıyorsunuz bir de Yaşar Seyman’ı tanımlayın bize, Yaşar Seyman tanımı ne? Hiç düşünmeden hemen şunu söylemiştim, ben dikenli tellerde açan bir kır çiçeğiyim, yara bere içinde kalsam da açıyorum. Kır çiçekleri fışkırır biliyorsunuz. Kardelen de çok güzeldir gerçekten. Çünkü şöyle hayata başladım, bir gecekondu mahallesinde büyüdüm. Bir dağ köyünde okumak için, göç ile ailesinin geldiği bir gecekondu mahallesinde büyüdüm. Altındağ’ın sokaklarından yola çıkmıştık. Caddeyi tanıdık, bulvarı tanıdık. Oh dedim, bulvara kadar çıktık çok şükür. Bir de baktım ki dünya otobanda koşuyor. Bunu bir de hava yolu var, bir de deniz yolu var. Oh deme şansın yok Yaşar, sen bulvarı tanıdın da kızım dünya otobanda koşuyor. Onun için koş yaşar koş diyorum. Yazarak koş, sendikacılık yaparak koş, siyaset yaparak koş, kadın haklarını savunarak koş, insan haklarına önem vererek savunarak koş. Size şunu da sormak istiyorum. Neden Benazir Butto ve bunu size bir sınıftan da soruyorum, çünkü ben sizin kitabınızı aldığımda 23 kişilik bir sınıfa verdim. Okumuşlar çok beğenmişler. Onlar da soruyorlar neden Benazir diye?

AYSUN KAYA ilk Başbakanı. Bu çok kolay bir şey değil. Türkiye’yi örnek almışlar, bunu zaten izah ediyorlar. Onların ilk kurucu lideri Muhammed Ali Cinnah, Atatürk’ü örnek alan bir lider. Bunu tarih de yazıyor. Babası başbakan fakat Pakistan’da olmasına karşın çok donanımlı yetiştiriyorlar Benazir’i. Harvard, Oxford’da okuyor, mücadele ediyor. Ben Benazir’i yazarken, bizim diğer İslam ülkelerinden ayıran en önemli özellik, bizim demokratik laik bir Cumhuriyet olmamız. Laiklik şu anda Orta Doğu’da İslam ülkeleri içinde laiklik ışıldıyor. O ışıltı bize aittir. Benazir Pakistan’da Başbakan olduğu zaman bütün dünyanın gözü Pakistan’a ve Benazir’e dönüktü. Şimdi dünya Pakistan’ı terörle anımsıyor. Dost ülke, kardeş ülke, tekrar ışıltılı demokratik bir ülke olmasını, ben de çok arzuluyorum. Bir de sevdim, güzel bir kadın, renkli bir kadın, mücadeleci bir kadın. Hiç yılmadan, kadın kimliğini hiç reddetmeden o coğrafyada kırmızı ojeleri, kırmızı ruju... Ben hiç kırmızı oje ve ruj kullanmazdım, Benazir’i yazdıktan sonra kullanmaya başladım. Yani hiç rujumun rengi kırmızı değildi, kırmızı ojeyi bende hiç kimse görmedi ama son 2 yıldır Benazir’i yazdıktan sonra, yani kadın kimliğini de reddetmeyen mücadeleci, yer yer ona eleştirilerim de oldu. Pakistan’da kadın haklarında çok ileri şeyler yapmadığını sitem ettim. Öldüğü için sitemlerim eleştirilerim adeta kulağına fısıldarcasına, incitmeden oldu. Kitap, Türkiye’de çok büyük bir ilgiyle karşılandı. Size de teşekkür ediyorum. Bakın sadece okumakla kalmamış, 23 kişiyi Benazir ile tanıştırmışsınız. O 23 değil, onlar annelerine babalarına sormuşlardır. Her yazar kitabını över anlamında asla değil. Öyle bir düşüncem yok. Benazir, gerçekten bir başucu kitabı olmalı bence.

Ölümünden 7 yıl sonra yazdım ve bu anlamda mütevazi olamaycağım, Benazir yeniden dünyanın ve Türkiye›nin gündemine geldi. Benazir bir kere kadın hakları savunucusu olunca dünyadaki bütün kadın liderleri izliyorsunuz fakat Benazir Pakistan’da ilk defa Başkbakan olduğunda, rahmetli babam, o zaman dış politika haberler radyolarda dinleniyordu, babam şöyle demişti bana, bak bir kadın isterse her şey olur, o sizin kadar şanslı değil çünkü onun bir Atatürk›ü de yok demişti. Bu babaTürkiye’de anlatmak istediğiniz bir kadın mın sözü. Aynen hiç katmıyorum. var mı? Yazmak isteseydiniz kimi yazardınız?

Bir parantez açıyorum. Bu sözü de sorduÜlkemizin çok başarılı kadınları var.Sanatın lar, babasının kendisine söylediği bu cümlelerden her alanında... Toplumsal mücadelede... Özellikle yola çıkarak mı? bilim dünyasında çok kıymetli kadınlarımız var. Evet bu cümle beni çok etkilemişti. Bena- Ben, yine biyografik roman yazmak istiyorum ama zir’in bir de şöyle önemli yanı vardı, islam ülkesinin bir başka kadın. Ne yazık ülkemizde değil. Behice Boran’ı yazmak isterdim. Türkan Saylan yazıldı.

SOLDAN ESİNTİLER

31


YAŞAR SEYMAN RÖPORTAJI Halide Edip Adıvar yazıldı. Daha mücadeleci, insan mücadelesi veren çok değerli kadınlar var, onlardan birini yazmak isterim. Ben kadına şöyle bakıyorum kadının türküsün yazarken Almanya’da 2003 yılında, Kadının Türküsü’nün metin yazarıydım şöyle düşünmüştüm; 1- Dünyayı değiştiren kadınlar, 2Simge kadınlar. Dünyayı değiştiren kadınlara örnek Marie Curie, Florence Nightingale gibi, Maria Montessori eğitimin annesi... Bir de simge kadınlar, Rahibe Teresa, Eva Peron, Frida... bunların hepsi simge kadın. Bir de ben şeyi çok önemsiyorum, kendini yeniden yaratan kadınları. Yani kadın olarak doğmakla yetinmeyip kendini yeniden yaratan kadınlar var. onları yazmak istiyorum. Dünyanın her yerinde var bu kadınlar. Bazen hiç bizim tanımadığımız, popüler kültürün ürünü olmayan çok mücadeleci kadınlar var. Bizde de artık kadınlar kendi projelerini yazıyorlar. Mesela Türkan Saylan yazıldı, ben kadınlara güveniyorum. Kadınlara çok umut besliyorum. Çünkü ben değil, aslında akıllı dünya da kadınlara güveniyor. Bakın başaran siyasi partilere, şirketlere herkese soruyorlar, başarının sırrı! Başarının sırrı diyor kadınlarla çalıştık diyor. Nasıl yani? Mesajlarımızı önce kadınlara aktardık, çünkü mesajı en iyi alan ve aktaran kadındır diyor. Kadın yaşamın rengi aynı zamanda. Mesela bir baba evi terkedip gittiğinde evin ışığı sönmüyor. Ama anne evi terkedip gittiğinde evin ışığı sönüyor. Bakın bu çok önemli.Çünkü anne, çocuklarına hem anne hem baba oluyor, hem mücadele ediyor. Yani bir kadın isterse yeni yaşamlar kurabilir. Hayatı daha güzel kılabilir. Ama yeter ki siz ona içtenlikle yaklaşın. Mesela ben çok istiyorum bütün şehirlerimize kadın eli deyse. Şehirlerimiz o kadar yoruldu, o kadar hırpalandı, artık şehirlerimize ihanet ettiklerini bile söylüyorlar. Bu kadar hırpalanan yorulan kırılan dökülen şehirlere bir anne şefkati lazım, bir kadın elinin değmesi lazım. Kadınlar çok daha sıcak yönetebilirler kentleri. Çevremizin doğamızın herkesin demokrasiye sevgiye ihtiyacı var. Çok yoruldu insanlar. Çağımız savaşlar, terör, patlayan bombalar, ansızın bizden koparılan yaşamlar... Bakın iki insan, Nuriye Gülmen ve Semih hoca, işten atıldılar, iki eğitimci işini istiyor.

32

SOLDAN ESİNTİLER

AYSUN KAYA 6 aydır tutuklular. Ne hale getirdik, ne hale soktuk insanları tanınmaz hale soktuk. Güneşi özledim diyor Nuriye. Böyle bir zulüm olabilir mi? Biz bunu nasıl yapabiliriz. Ansızın bir twitten dolayı insanlar gözaltına alınıyor. Yani insanlar artık tutuklanıyorlar. İnsanlar düşüncelerinden dolayı tutuklanmamalılar. Tabi ki düşünce özgürlüğü olmalı. Tabi ki sanatçılar muhalif olacaklar iktidara karşı. Sanatçı zaten muhalif demektir. Kral çıplak diyendir sanatçı. Ne diyecek tabi ki kral çıplak diyecek. Ben kadınlara ve gençlere çok güveniyorum. Ben sizin bu sözcüğünüzü özel olarak paylaşmak istiyorum, ayrı bir şekilde. Hem dergide hem kendi sayfamda. Buna ilişkin sanatçılar kral çıplak diyebilendir. Gerçek sanatçı onlardır. Tabi ki! Sanatçı kral çıplak diyecek. Muhalefet edecek. Düşüncesini söyleyecek, düzen ile buluşabilir mi sanatçı. Yönetenlerin kuklası olabilir mi? Deyin bunları, çok değil. Sanatçılar kral çıplaktır diyebilendir Sanatçı kendi sözü olandır, fırçası olandır, kalemi olandır, sesi olandır. Başkasının sözcüsü, tetikçisi değildir. Sanatçı üretendir. Üreten insandır sanatçı. Yaratandır, yeni dünyalar kurandır, yeni hedefler gösterendir. Sormak istediğimiz sorulardan birtanesi de Türk edebiyatında ve sanatında kadının yerini bulduğunu düşünüyor musunuz? Yani gerçek anlamda, bir şair kadının, yönetmen, yazar, gerçek anlamda yerini bulduğunu .... Evet düşünüyorum, mesela Gülten Akın’ın şiirlerini herkes çok seviyor. Çok önemli kadın yazarlarımız var. Edebiyatta da kadına bakışımız giderek değişti. Son yıllarda çok başarılı kadın yazarlar var dünyanın tanıdığı. Mesela Ece Temelkuran, benim çok sevdiğim bir kalemdir. Çok yetenekli, bir kaç dile eserleri çevrildi. Mesela Sevgi Özel’in Uğur Mumcu’su çok güzel bir biyografik kitaptır. Çok önemli kalemlerimiz var. Dil olarak, yazım olarak, sinema... Sinemadaki yönetmenler çok önemli. Handan İpekçi, Yeşim Ustaoğlu, bunlar çok önemli


YAŞAR SEYMAN RÖPORTAJI yönetmenler. Çok kıymetli kadınlar var. Her alanda çok kıymetli kadınlar var. Geçen gün TAKSAV’ın şeyine gittik, Suna Kan geldi, Berfin Aksu var, yeni keman sanatçısı, Suna Kan ona şunu söyledi, bundan daha büyük bir şey olabilir mi, dedi ki seni hep dinliyorum çok güzel şeyler çalıyorsun. Bu gün de muhteşemdin, bundan sonra ne çalacaksın merak ediyorum. Bir ustanın bunu söylemesi muhteşem bir şey. Mesela benim kitaplarım Bulgarca’ya çevrildi, İngilizce’ye çevrildi, Urduca’ya çevriliyor... Bunlar çok şey. Bir de biz popüler kültürün ürünü değiliz. İyi ki de değiliz. Popüler kültürün ürünü olmak hiç istemem. Çünkü onlar yaratıp hemen yok edebilirler. Benazir 4. baskıyı bitirdi hala duymayanlar var. Çünkü işte,sen - ben - bizim oğlan misali devam ediyorlar hayata. Onun için ben de Soldan Esintiler ya da bir dergi ya da ne bileyim tirajlara hiç bakmadan sesimi kitleler ile paylaşmak isteyen herkesin başımın üstünde yeri var. Oya Baydar çok önemli bir kalemdir. Adalet Ağaoğlu, rahmetli Sevgi Soysal... hani yaşayanları söylüyorum şimdi. Tezer Özlü’yü çok severim, muhteşem bir kalemdir kadın olarak. Hani şu da olabilir, herkesin kendi sevdiği ya da kendisi gibi düşünen insanları alması, tanıması

AYSUN KAYA sevdiğimiz insanlar öldüğünde, ben kişisel olarak öyleyim, hem ağlarım hem gülerim. Yani hem şuramda bir yanık vardır, bir acı vardır... Hem onu bir yerimize saklarız, onun ile anılarımızı gülümsetir bizi... Evet bir anda gelir ve ağlarken hüznün coşkusu deyince.. Oradaki insanların yaşamı hüznün coşkusudur. Küçük şeylerden büyük sevinçler yaşayan. Acılardan da büyük acılar yaşayan, ikisini birbirine karan, ağlarken gülebilen... Hüznün coşkusu çok önemli bir kavramdır. Benim de yaşamımın özetidir aslında. Bakın size sır verdim. Biraz da beni anlatan bir şey. Ben çok teşekkür ediyorum bize zamanınızı ayırdınız.

Röportaj AYSUN KAYA SOLDAN ESİNTİLER ANKARA TEMSİLCİSİ

Evet! Onlarla da iletişime geçeceğiz, özellikle kitap tanıtımlarda... Devlet Tiyatrolarının sahnelediği, Hüznün Coşkusu adlı eseriniz var. Hüzün ve Coşku neydi diyor? Yani neden hüzün ve coşku? Altındağ hüznün coşkusu. Benim de yaşamımın özeti gibi. O şuradan geldi, mesela o insanlar imece usulü yaşayan insanlar. Birbirine destek olan insanlardı. Bir gecekondu yıkımının acısın paylaşan bir düğünün sevincini birlikte paylaşan bir cenazenin acısını paylaşan, tekrar bir başarıyı birlikte kutlayan insanlardı. Hüzün ve coşku iç içeydi. Yani zaten bir başına sürgit hüzün de olmaz sürgit coşku da olmaz. İkisi birbirini tamamlayan aydınlık ile karanlık gibi. Aslında şey gibi olabilir mi, mesela biz çok

SOLDAN ESİNTİLER

33


ALTINI ÇİZDİKLERİMİZ Yoksuldu evleri ama her santimetre karesinde bir kadın ve bir erkeğin emeği görünüyordu. Her köşesinde pek çok zenginin kıskançlık duyacağı insanca bir sıcaklık vardı. ÖLÜMSÜZ ŞARKI / VİCTOR JARA Ben sadece kendimi tedavi etmek için yazıyorum, insan denilen yaratıkların arasında yaşama gücünü tekrar bulabilmek için. HUZURSUZLUK / ZÜLFÜ LİVANELİ Sorunlarını, bütün sorunlarını çözümlemiş toplumlar henüz yok. Sanatçı hangi toplumda olursa olsun bu sorunları bulup çıkarmakla görevli kişidir. KARARTMA GECELERİ / RIFAT ILGAZ Bir kitabı okurken geçen iki saatin ömrümün bir çok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım. KÜRK MANTOLU MADONNA / SABAHATTİN ALİ Basit ruhlu bilgisiz insanlar kendilerini aşan ince bir sözün değerini ve önemini anlamazlar. DENEMELER / MONTAİGNE

34

SOLDAN ESİNTİLER

Öldürmek hırsızlığı cezalandırmak için çok ağır, hırsızlığı önlemek içinse çok hafif bir cezadır. Her çalan ölümü hak etmedikten başka, açlıktan ölmemek için çalan adama en korkunç işkenceleri de yapsanız yine çalar. UTOPİA / THOMAS MORE Kötülük her yerdeydi ve kimse nedenini bilmiyordu! Bilinmeyen bir yerde, bir örümcek gibi oturuyor; ördüğü görünmez ağlar yaşamı sımsıkı sarıyor ve bu ağın güçlü düğümleri her yerde hissediliyordu. BENİM ÜNİVERSİTELERİM / MAKSİM GORKİ Dünyada en gidersiz, en kolay iş öğüt vermektir. Bu insanın kendi kendisine değil de başkalarına verilirse daha kolay olur. Bence, en ucuz kara gün dostluğu budur. ADALET SITMASI / HASAN İZZETTİN DİNAMO Yolda ambar gibi bir yerde barınan bir baba ile oğula rastlarlar. Adam açlıktan ölmek üzeredir. Bebeği öldüğü için emziremeyen Rose, memelerinden süt sağar ve ölmek üzere olan adama içirerek onu kurtarır. GAZAP ÜZÜMLERİ / JOHN STEİNBECK


DÜŞ Gün bitiyor,güneş batıyor dağların ardında Yakamozlar vuruyor rengarenk sulara Bir gemi görüyorum,düşümde Ağır düşüncelerle yürüyor Ege’nin sularında İçinde,koyun koyuna insanlar Kağıt oynayarak zaman öldürüyorlar Kağıtların talihi kime güler.. Eller,ayaklar çıplak Yüzler yorgun Umut şarkıları söylüyorlar Gökte yüzüyor sulara şavkıyan ay Ulaşıyorlar bir kıyıya Toprağa dayalı dizler Göğe kaldırılan yorgun eller Birden bir ağıt yükseliyor,pişmanlık veren “Ülkem,ülkem..yıkımlar içinde ki ülkem.” NİHAT YILDIZ

AŞK_I İSTANBUL Piyerre Loti’den seyretmek Muhteşem, eşsiz Haliç’i. Sıcak çay yudumlarken, Daldım hayal rüzgârına, Kaptırdım kendimi, Sensizliğin denizine. Gözlerimden döküldü bir bir Hatıralar.. Dağları aşıp koşup gelişin Yedi tepeli şehre. Seni yaşamak ne bahtiyarlık! Saray burnu anlatsın bizi Solumuzda galata, Sağda kız kulesi, Muhteşem boğaz köprüsü, Deniz mavi, dalgalar sessiz Çayımı yudumluyorum sensiz.. Muhteşem şehir Tarih kokuyor, içinde sen Senin kokun Sinmiş sokaklara. Aynı yerlerde geziyorum. Bir umut olur ya Gözler karşılaşır belki… ASİYE YAŞARGÜN

Yazdığı şiirlerinin yanında kendi yaptığı resimlerle begeni toplayan Nihat Yıldız’ın Düş isimli çalışması... “Göçmenlerin umuda yolculuğunu anlatıyor. Bu resmi bir gazetede görmüştüm beni çok etkiledi, oradan esinlenip çizmistim.” Nihat Yıldız

SOLDAN ESİNTİLER

35


SÖYLEŞİ GELİN TANIŞ OLALIM Aysun: Aranızda müthiş bir uyum var. Sanatçının arkasındaki kadroda, ışıklandırmada, emeği geçen herkeste müthiş bir uyum görüyoruz. Bunu nasıl başardınız? Bu kadar insan. Sanatçılar biraz kaprisli olur. Sizde böyle bir kapris yok. Bu oyunda görev aldığınızda neler hissettiniz? Oyun özel bir oyun çünkü… Ekip: Aramızdaki uyumu şöyle anlatabilirim. Müzikal bir sunum bu bence. Arkada değiliz aslında. Aysun: Kesinlikle değil. Ekip: Yer olarak arkada olabiliriz ama tamamen bütün. Biz zaten görünmek için orada olmuyoruz, yerimiz orası sadece. Ses çıkarmak için, sesleri duymak için karanlıkta olmamızın da açıklaması o. Orada ne ben Cem’im, ne Taylan Taylan, ne Metin abi Metin abi. Bizim çıkardığımız seslerin, biz sesin bir tık ötesine geçip komple bir bütüne dönüştürmeye çalıştığımız için oyunun amacı bu olduğu için doğal olarak da bunu başarmış oluyoruz. Yani birisinin üste olması birisinin kendisini göstermeye çabalaması bu oyuna aykırı olan bir şey. Oyunun kendisinin içerisindeki anlatısında yok biz oyunun anlatısında bunu yapmış olsaydık oyun olmazdı. Aysun: Şimdi ben hocama da anlattım. Videoları seyrederken tek başınayım ve şöyle bir manzara düşünün. Ayağa kalkıyorum alkışlıyorum, selamlama ihtiyacı hissediyorum. Sanırım o duyguyu sahnede karşı karşıya olmayan insanlara bile veriyorsanız o enerji çok büyük demektir. Emek zaten çok büyük. En çok merak edilen şeyde bunu nasıl yakaladınız? Bu uyumu yakalamak zor. Ekip: Kendi açımdan bunun bir cevabı da şöyle. Ben kadroya sonradan dahil oldum Taylan ile beraber. Taylan izledi mi bilmiyorum ama ben oyunu iki kere izledim zaten bağlamacı arkadaş varken. Oyunu karşıdan izlemek oyunun anlattığı şeyi biraz daha görmenize sebep oluyor. Diğer türlü arkadaşlar arkada böyle yapmıyorlar . Ben kendi adıma bu oyunun bana kattığı, ilk sorduğunuz soru, hissettiğimiz şey zaten ben oyundan çok etkilenerek keşke ben burada olsaydım diye hayal ettiğim bir şeyin içerisinde buldum kendimi. O açıdan yani ben bu oyunu hep böyle tarif ediyorum. On yıl sonra bile orada biz vardık diyebileceğimiz bir oyunun içinde var olduğumuzu biliyorum. Bir on yıl sonra böyle olacak. Aysun: Böyle bir sözün üzerine herhalde başka bir şey söylenemez çünkü bazı şeyler vardır ya izi kalır hayatınızda. Bazı filmler,bazı oyunlar,bazı müzikler onun gibi bir şey. Ekip: Müzikal anlamda bütünlüğü nasıl buradaki sazların hepsi otantik. Renk olarak otantik sazlar aslında. Bunları normalde biz tek ses üzerine de çalabilirdik yurttan sesler mantığı ile. Şimdi biz bunu örgü gibi oluşturduk. Her gün her defasında yeni bir örgü geliyor üzerine. Aysun: Nakış gibi işleniyor. Ekip: Çünkü her defasında ön taraftaki oyuncu farklı oynadıkça farklı şeyler buluyoruz. Yeni şeyler keşfediyoruz. Mesela işte nefesli sazda Eren başka bir ses basarken, ben başka bir sesle Eren’e ritim ona göre, o bastığımız kompozisyona göre yürüyor. Aslında hepimiz farklı dilleri konuşuyoruz o an elimizdeki enstrümanlarla aslında farklı dilleri konuşmaya çalışıyoruz. İlk çalışma sürecindeki yaptığımız işle şu an ki bugün gösterdiğimiz iş arasında dağlar kadar fark var. Burada şunu yapalım mı, o an yapalım

36

SOLDAN ESİNTİLER


SÖYLEŞİ mı demiyoruz yani bazen de oyunda deniyoruz. O an ne istiyorsak halk ozanına bir kez çaldırdığınızda enstrümanı bir dakika sonra çaldırdığınızda başka bir şey duyarsınız. Başka bir his duyarsınız bu da onun gibi bir şey. Bizde o an ne hissediyorsak o an o enerji yansıyor seyirciye ondan dolayı beklide birazda seyirciye sıcak geliyoruzdur. Söylediğimize bir ek otantik sazlarla çok sesli müzikal bir oyun ortaya koyuyoruz aslında. Bu sazları kendi hayatımızda çok fazla kullanma şansımız yok. Aysun: Şöyle bir ek yapabilir miyim? Müzik evrenseldir. Dilini bilmenize gerek yoktur. O ruhu yakalarsınız. Sizde o evrenselliği yakalamışsınız. Yani herhangi bir ülkeye gitseniz bile bunu Türkçe yapıyorsunuz ama karşınızdaki insanın bunu anlamasına gerek yok o şeyi yakalamış verilen o enerji o evrensellik yakalanmış. Ekip: Hani kullandığınız müzikleri nereden buldunuz dediler bize. Ben o cümleyi duyduğum zaman ilk kez gurur duymaya çalıştım. Aysun: Yani iyi bir şey yapmaya çalışıyorsunuz. Şöyle söyleyebilirim bizim özellikle ekibe soru sormamız gerekiyor, arkada olanlar çok fazla görünmez ama hani ayrıntılar detaylarda gizlidir diye bir cümle var. Mükemmel bir kadro, mükemmel bir çalışma. Ben seyirci olarak sanat tutkunu olarak hepinize teşekkür ediyorum.Tapınmak istiyorum.Şimdi ısrarla söylüyorum ben sizi videolardan seyrediyordum tek başıma. Kalkıp alkışlıyordum, tapınıyordum geri dönüp tekrar izliyorum. Tekrar tapınma ihtiyacı. Ekip: Bence her videoda heyecanlar parça parça. FIRAT TANIŞ Aysun : Bu oyun size teklif edildiğinde oyunu okuduğunuzda ne hissettiğiniz? Ben mutlaka olmalıyım çünkü ülkedeki kutuplaşmayı anlatan bir oyun diye veriliyor ve her şeyden geçmişten günümüze bütün bize verilmek istenen mesajları sahnede görüyorsun. Bunu gördüğünüzde ne dediniz yani ben bu oyunda oynamalıyım yani kesinlikle olmalıyım. Fırat Tanış : Yani aslında bu oyunu birlikte tasarladık biz Semih Çelenk ile. Onun da bir evveliyatı var ama yani Semih hocanın ortaya getirdiği oyun bambaşka. İlk daha önceki bizim tasarladığımızdan daha özgün daha güzel bir şey oldu yani bunu oynar mısın böyle bir rol var gibi bir teklif olmadı. Böyle bir fikir var ortada Semih hocam bunu nasıl birlikte var edebiliriz. Aysun Kaya: Harmanlayabiliriz. Muhteşem bir şey oldu.Tabi bizler bunu bilmediğimiz için. Fırat Tanış : Tabi Semih Çelenk çok değerli bir kalem. O burada değil. Burada mı yoksa o kalbimizde. Aysun Kaya : Sanatsal anlamda diziler var, filmler var, müzik var üstüne bir de müzik aleti çalma var ondan sonra hem eş hem babasınız. Fırat Tanış : Resim var. Aysun : Hani bak onu bilmiyordum. Resim var. Fırat Tanış : Bunlarla ben ilgiliyim. Yaptığımızı söylemek çok zor. Hakikaten burada bu kadar enstrüman var, enstrümanist var . Bu kadar insanın içinde bakıpta bende enstrüman çalıyorum demek zor. Ben ilgiliyim yani. Aysun: Sorumu aslında şöyle tamamlamak istiyorum affınıza sığınarak. Şimdi sinema var, dizi var, müzik var, şarkı söylüyorsunuz, tiyatro yapıyorsunuz, yazı yazıyorsunuz, resim de varmış hem baba hem eş, utanmıyor musunuz bu kadar çok şeye sahip olmaya demek geliyor içimden. Çünkü insanlar bir şeye asılıyorlar.Sanat adına bir şey yapmak için ortaya çıktıklarında günümüzde gelen sanat anlayışı aslında bu. Bir şeye sarılıp oradan yukarı tırmanma en son bağlanmak gibi. Sizin o kadar çok geliştirdiğiniz ve şurada bir ayrıntıyı atladım özür diliyorum tevazuyu yani insanların gözüne sokmadan yapıyorsun. Bunu bu ekipteki ortak çalışmadaki gibi göze sokmadan. Evet. Tevazu bunu nasıl başarıyorsunuz?

SOLDAN ESİNTİLER

37


SÖYLEŞİ Fırat Tanış : Biz bir şey başarmıyoruz. Bir kasıtla bir şey yok. Ben böyle sorulardan korkarım yani hiç bilmiyorum hakikaten çünkü gerçekten nasıl olduğunu. Aysun : Peki nasıl tanımlardınız? Fırat Tanış kendisini anlatsaydı. Kendinizi anlatsaydınız, anlatmak isteseydiniz sanatçı olarak. Fırat Tanış : Herkese göre başka biriyim. Aysun : Kendinize göre? Fırat Tanış : Başka. Aysun : Hayatımda yaptığım en kısa roportaj olacak bu. Fırat Tanış : İnsan nasıl tanımlayabilir kendini bilmiyorum. İnsanın kendini tanımlayabileceğini zannetmiyorum yani herkese göre başka biridir. Yani kızıma göre bir babayım. Burada ekip arkadaşlarımla birlikteyim. Beni televizyonda izleyen biri için karısını döven adamım. Yani öyle herkes için başka biriyim yani. Sizin için az önce saydığınız şeyleri yapan biriyim. Mesela ben hiç öyle biri olduğumu zannetmiyorum ama size göre öyle biriyim başkasına göre başka biriyim. Aysun : O zaman son bir soru sormak istiyorum size. Teklif edilse de oynasam dediğiniz, canlandırmak istediğiniz bir rol, bir karakter var mı? Fırat Tanış : Biyografi olabilirdi. Aysun : Bu biyografi içerisinde özellikle olmak istediğiniz bir isim var mıdır? Türkiye’de olabilir, dünyada olabilir. Ben bunu oynasam dediğiniz biri? Fırat Tanış : Orhan Veli. Aysun : Neden ? Fırat Tanış : Çok güzel çünkü. Güzel bir biyografi. Güzel bir hikayesi var. Aysun : Oldukça dramatik. Fırat Tanış : Evet. Aysun : Peki eklemek istediğiniz bir şey var mı? Biz Ocak ayında başlıyoruz yeni yayınımıza. Fırat Tanış : Hayırlı uğurlu olsun. Her şey gönlünüzce olsun, inşallah. Aysun : Her şeyi sanat, edebiyat ve kültür adına yapmak istiyoruz. Biraz yükseltenlerin yanında yer alıp biz de o değirmene taş atmak su taşımak işte onu bizde yapmak için çıktık yola. Teşekkür ederiz bize zaman ayırdığınız için. Fırat Tanış : Biz teşekkür ederiz. Estağfurullah ne demek. Aysun : Bu sıcacık sohbetiniz için. Çünkü korka korka geliyoruz sanatçılarla röportaj yaparken. Genelde göz göze gelmeyen arkadaşlar da oluyor o zaman ne yapacağımızı bilemiyoruz. Eren Erdoğan : Kaval, Balaban Sitar Sertaç Şanlı : Perküsyon Mehmet Taylan Ünal : Kabak Kemane, Cura Cem Erdost İleri : Baglama, Kopuz, Cura Metin Bozkurt : Tonmaister Hamit Demir AYSUN KAYA / SOLDAN ESİNTİLER ANKARA TEMSİLCİSİ FOTOĞRAF: EKİN SU YİĞİT

38

SOLDAN ESİNTİLER


ŞİİR SÖZLÜK Ben bir sözlüktüm insan elinde Bütün sözleri içime atar gizlerdim Eğer bir yetkim olsaydı elimde İlk sayfama ‘’insan’’ yazar giderdim Savaşı sokmazdım hiç bir sayfama Silah yazdırmazdım, dayasalar kafama Barış yazdırırdım bütün yapraklarıma Ne kadar savaş varsa siler giderdim Hiç bir zaman ağlatmazdım çocukları Çocuk gülüşüne boyardım uçurtmaları Uçurtma ile düşürürdüm tüm uçakları Uçurtma kuyruğuna şiirler yazar giderdim Aşksız gönülle olmazdı hiç alakam Sevda aşktan alır mı hiç intikam Var mıdır aşktan daha yüce bir makam Sevgiyi aşkın kucağına koyar giderdim Ben bir sözlüğüm, kâğıttandır yüzüm Derdim insandır, insanadır sözüm Eğer insan için hedefse özüm Kendimi yalımlara atar, yanar giderdim..! Yaşar Usta’m meyletmez insan kıyana Umudunu kesmez, bırakır yarına Yarın da olmazsa kalsın divana O divanın kapısına Hakk yazar giderdim..! YAŞAR UĞURLU

BU SON OLSUN Bu son olsun yüreğim; Sokak kedilerinden, Gökyüzünün mavisinden, Bir çocuğun, gülen yüzünden. Karanlığı içen güneşten, Saçlarımı savuran rüzgardan, Başka bir şeyi seversen Seni göğsümden söküp atacağım. Bu son olsun yüreğim; Bir daha benden öte tutarsan birini, Olur olmasa verirsen değeri Yıkıp viran edersen ocağımı aşımı, Çeşme gibi akıtıp durursan gözümün yaşını, Seni göğsümden söküp atacağım. Bu son olsun yüreğim; Her yüze gülene kapı açarsan Yalana ihanete hainliğe susarsan, Zoru görünce bırakıp kaçarsan, Pire için yorgan yakarsan, Seni göğsümden söküp atacağım. Bu son olsun yüreğim; Asi bir nehir gibi çağlarsın, Başını taşlara vura vura ağlarsın, Yeter çektiğim elinden Kazan gibi kaynar durursun, Yoruldum peşinden koşmaktan Seni göğsümden söküp atacağım. AYSEL MENTEŞ

SOLDAN ESİNTİLER

39


“MİNİK PARMAKLAR” Yeşim Demirelli önderliğinde başlatılan; Bahadır Çakmak Murat Kara Betül Karaaslan Ali Esmeray Bayram Çinkil Turan Karatepe Aysel Menteş Mükremin Yollu Burak Yılmaz Mihrican Acar Suat İnan ve ayrıca Denizli Pamukkale internet cafenin sahibi Meryem Hanım ve diğer duyarlı dostların desteği ile ivme kazanan “MİNİK PARAMAKLAR” projesi kampanyası için MUŞ şehrimizde tespit edilen bir köy okulundaki minik kuzucukların ihtiyacı olan ilk malzemeler yerine ulaşmıştır. Bu kampanyaya sunulacak her bir destek aydınlık yarınlar için büyük bir adımdır. Ve bu adımların hız kesmeden daha da çoğalmasını ümit ediyoruz. Destek için irtibat DAMLA KÜLTÜR VE SANAT MERKEZİ İstasyon caddesi polis evi karşısı apaydın iş merkezi / MUŞ MUHATTAP: DENİZ SİNAN BULAŞIKÇIBAŞI.

40

SOLDAN ESİNTİLER


FOTOĞRAF

ÜRGÜP PERİ BACALARINDAN GÖRÜNÜM FOTO: SÜHEYLA GÜNEY AVCI

İSTANBUL YEŞİLKÖY SAHİLİ GÜN BATIMI FOTO: ÜNSAL AKTAŞ

SOLDAN ESİNTİLER

41


GRAFİK TASARIM VE REKLAM HİZMETLERİ *KARTVİZİT , *LOGO , *BROŞÜR , *AFİŞ , *POSTER , *BRANDA *FATURA , *İRSALİYE , *ADİSYON , *SİPARİŞ FİŞİ *KATALOG , *AMERİKAN SERVİS *TAKVİM , *DUVAR SAATİ , *DAVETİYE *ANTETLİ KAĞIT , *STİCKER(ETİKET) , *PLAKET *KUPA BARDAK , *MAGNET , *ZARF *CEPLİ DOSYA , *BLOKNOT , *BİLET *KİTAP , *DERGİ , *BÜLTEN , *GAZETE *E-DERGİ , *E-KİTAP , *E-BÜLTEN , *KİTAP DAMGASI , *MÜHÜR , *KAŞE *ÖĞRETMEN KAŞESİ *ÖDEV , *YILLIK , *İMSAKİYE *DOĞUM GÜNÜ KONSEPTİ *TSHİRT , *PROMOSYON ÜRÜNLERİ *ÖZEL GÜNLER İÇİN ÖZEL TASARIMLAR *KİŞİYE ÖZEL TASARIM YAPILIR ONLİNE TASARIM YAPILIR !!! BİR TELEFON KADAR YAKINIZ... DİJİTAL BASKI OFSET BASKI FOLYO BASKI HIZLI HİZMET !!! Detaylı bilgi için bize ulaşın Ünsal Aktaş Gsm: 0555 494 43 03 #WhatsApp Gsm: 0539 436 72 71 e-mail: unsal62aktas@gmail.com grafiktasarimm.reklam@gmail.com

ınstagram : @tasarim.grafik 42

SOLDAN ESİNTİLER


TİYATRO KAMERA ÖN HAZIRLIĞI YARATICI DRAMA YARTICI YAZARLIK DİKSİYON BALE JİMNASTİK DANS MODERN DANS - LATİN - TANGO - ROMEN - ORYANTAL ZUMBA - URBAN - HİP HOP HALK OYUNLARI HALAY - HORON - ZEYBEK - MİSKET TRAKYA KARŞILAMASI MÜZİK GİTAR - KEMAN - BAĞLAMA PİYANO - ŞAN - SOLFEJ - RİTİM - ÇELLO KLARNET - SAKSAFON - NEY - YAN FLÜT RESİM - FOTOĞRAF SATRANÇ

Güzel Sanatlar Lisesi ve Konservatuvara Hazırlık Eğitimi Ferit Selim Paşa Caddesi Yavuz Sk. No: 7 Bahçelievler / İST. Tel: 0212 642 02 83 www.maviduslersanat.com

SOLDAN ESİNTİLER

43


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.