SOLDAN ESİNTİLER 7 KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT DERGİSİ TEMMUZ 2018
İnsan yalnızca söylediklerinden değil, sustuklarından da sorumludur.
aziz nesin
Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
1
>> 4 ÜNSAL AKTAŞ EDİTÖRDEN >> 5 HAYVAN KATLİAMLARINA DUR DE >> 6 SÜHEYLA GÜNEY AVCI TÜRKÜLERİN YANIK YERİ >> 7 - 10 UNUTULMAYANLAR / MADIMAK >> 11 AYDIN ÖZTÜRK ÇIĞLIKLAR BİLEKLERİMİ KESMEZDİ >> 12 - 13 HASAN SEÇKİN BENİM ŞİİRLERİM HÜSEYİN ASLAN BARIŞA GÜL >> 14 - 15 MİNE GÜLEŞKEN ASLAN SANAT VE ZANAAT >> 16 - 17 FERİDE SERİN FİLOZOFLARI ALKIŞLIYORUM >>18 - 19 UNUTULMAYANLAR >>20 - 21 ALEV MERSİN / BEKLERKEN SULTAN KARATAŞ YILDIZLAR VE MASALLAR >> 22 NURSEV ESER / SEVDAM AHMET NURİ BALABAN / GÖLGE YÜZLER >> 23 RIFAT KORAY GÖKAN BIR ŞEYLER ÖĞRENMEK İÇİN HAYDİ BİR ARAYA GELELİM / RESİM >> 24 - 25 HAVVA AĞRAL / AYDIN PORTRESİ >> 26 - 27 NURAY ŞENGİL / RESİM ALTINI ÇİZDİKLERİMİZ >> 28 - 29 ERHAN YILDIZ / GÖLGESİZLER >> 30 EDİP YEŞİL / ÇİÇEK KOKUYORSUN YUSUF ZİYA LEBLEBİCİ / İSTANBUL >> 31 ÜNSAL AKTAŞ /AYIN KİTABI >> 32 NURSEL ARAS / esrik masalım TURAN KARATEPE Ötün Horozlar Erken Ötün
2
SOLDAN ESİNTİLER
>> 33 UNUTULMAYANLAR >> 34 - 36 CİHANGİR ASLAN ŞİZOFRENİST DÜŞLER DUYGUSAL YANSIMALAR >> 37 ULUSLAR ARASI 6. İZMİR HEYKEL ÇALIŞTAYI >>38 - 40 NECLA BEKTAŞ GİTMİYORUM SEVGİLİM, SADECE ÖLÜYORUM >> 41 ÖZGE SÖNMEZ ACININ BAŞINDA DURUP GÜLDÜK İKRAM GÜNEŞ / MESELE İSMAİL ŞİMŞEK / ŞİİR >> 42 - 43 UNUTULMAYANLAR >> 44 - 45 AYSEL MENTEŞ / ŞİİR ÇETİN AKYIL / BEN SESİNDEN BİLİRİM ALİ ESMERAY / KEYFİMCE NURSEN URAL OMURUNA SARILI ELLERİM NURAY TUNÇ / OYALAMA NİYAZİ YANGIN YAŞAM DENİLEN ÇUKUR >> 46 - 48 MİNE GÜLEŞKEN ASLAN GERÇEK BİR DÜŞTÜR KURDELE NAKIŞI >> 49 ZİYA YILDIRIM GÜNTEKİN MAVİYDİ TAN YERİ ÜNSAL AKTAŞ / ŞİİR >> 50 - 56 JOSEF KILÇIKSIZ Dürtüler ve İstençlerle Kuşatılmış Ben >> 57 KADRAJA TAKILANLAR >> 58 - 59 SÜHEYLA GÜNEY AVCI KEŞİF GÜNLÜĞÜ >> 60 KİTAP TANITIM >> 61 UNUTULMAYANLAR >> 62 - 63 REKLAM
Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER KÜLTÜR, SANAT, EDEBİYAT DERGİSİ
Yayın Türü: Aylık Süreli Yayın Sayı: 7 - Temmuz 2018 Genel Yayın Yönetmeni Süheyla Güney Avcı Ünsal Aktaş Editör Süheyla Güney Avcı Ünsal Aktaş
issuu.com/soldanesintiler soldanesintiler soldanesintiler soldanesintiler@gmail.com
İzmir Temsilcisi Mine Güleşken Aslan Kapak Tasarım Ünsal Aktaş Dizgi - Mizanpaj - GrafikTasarım Ünsal Aktaş 0555 494 43 03 grafiktasarimm.reklam@gmail.com Soldan Esintiler eposta soldanesintiler@gmail.com KURULUŞ 2015 Soldan Esintiler Degisinde yayımlanan yazı ve şiirlerden yazarların kendileri sorumludur. Temmuz 2018
HER HAKKI SAKLIDIR COPYRİGHT C SOLDAN ESİNTİLER
SOLDAN ESİNTİLER
3
EDİTÖRDEN İnsan ruhunun bir parçası hayvan sevgisini tadana kadar uyanmaz. Anatole France Merhaba değerli Soldan Esintiler okurları. Dergimiz kültür sanat edebiyat dergisi olmasına rağmen asla kayıtsız kalamayacağımız bir vakanın yaşanması beni bu yazıyı yazmaya mecbur kıldı. Bu sayımızda sokak hayvanlarına karşı artış gösteren şiddete değinmek istiyorum. Son zamanlarda sosyal medyanın gücü ile gözler önüne serilen hayvan kıyımları duyarlı hayvan severlerin ayağa kalkmasına ve bununla beraber idareciler üzerinde baskı kurarak yaptırım gücünü ortaya koydu. Ama buna rağmen yasal boşluklardan kaynaklı bu vahşice olayların yaşanmaya devam etmesi yasaların hayvanları koruma ve sahiplenme noktasında yetersiz kaldığını gözler önüne seriyor. Bunun en son örneği geçtiğimiz ay Sakarya’nın Sapanca ilçesinde yaşandı. Yavru bir köpeğin 4 ayağı birden acımasızca kesilmiş halde ormanda bulunması Türkiye’de ve Dünyada yankı uyandırdı. Bu yavru köpek yapılan tüm müdahalelere rağmen yaşam savaşını kaybetti. Ve hafızalarda minik bedeni ve üzerindeki acıya rağmen insanoğluna bıraktığı son bakışı kaldı. Peki bu acımasızlık nereye kadar sürecek? Yasalar ağır yaptırımlarla neden güçlendirilmiyor? Bu vahşeti yapan kişiler kişilerin içlerinde ruhsal bir çürümüşlük olduğu ortada. Bu kişilerin toplum içindeki varlığı insanlar ve yeryüzünde yaşayan tüm canlılar üzerinde ciddi bir tehdit teşkil ediyor. Yetkililerin bu konu üzerinde ciddi çalışmalar yapması gerektiğini düşünüyoruz. Ve bir başka konu da sokak hayvanları için kapı önlerine bırakacağımız su ve mamalar kavurucu yaz sıcağında onlar için hayati önem taşıyor. Hayatımı tamamen hayvanlara yardım etmeye adamamın sebebi hali hazırda onlara zarar vermeye kendini adamış bu kadar çok insanın olması. Buddy Greyhound Bir sonraki sayıda buluşmak dileğiyle sevgiyle kalın. ÜNSAL AKTAŞ
4
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
#hayvankatliamlarınadurde
İnsan olmak mı istiyorsunuz önce hayvanların dili olun. Ünsal Aktaş Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
5
Türkülerin Yanık Yeri Boğazımda düğümlenir sözcükler Sivas düşer aklıma. Ülkem; kırık dökük bir sarmalın içinde dolanır. Halklarım vurulur, vurdurulur, birbirine kırdırılır öylesine. Sonra... Yine Sivas gelir aklıma yangın yeri Sivas!! Oyy Sivas! Türkülerin yanık yeri.. Gemerek’te tutuklanır Deniz Gözümün önünde canlanır darağacında isyancı sesiyle.. Sonra; Mazlum gelir ateşin içinde, düşmemek için avuçladığı direnciyle. Biter mi acılar ülkemde biter mi? Bitmez!! Yine her yer Sivas olur! Alev alev Sivas’ın içinden yanık türküler göğe yükselir.. Hasret’in sesi gelir ; “Sevgi gerçekten kuşun kanadında mı?” Duygularım karışır öfke mi? İsyan mı? Ağrılı inançlara isyan eden Hallac-ı Mansurun acısı yüreğimi dağlar bir anda. Diyarbakır’dan yükselir direnişin sesi İbrahim yoldaş ser’den geçer inançları uğruna. Yine Sivas! Yine türkülerin sesi yanık yanık Nesimi çağlar göklere; “Bozuldu dünyanın lezzeti tadı Gel göçelim gönül gidelim burdan Sevginin saygının kalmadı adı Gel göçelim gidelim burdan” Kızıldereye gider aklım
6
SOLDAN ESİNTİLER
Mahir’in yüreği siper olur yoldaşına Pir Sultan! Pir Sultan baş eğmez Hızır paşaya Erdal !! Erdal Pir Sultan olur, Mahir olur Mazlum olur, çocuk yüreği kocaman bir dağ olur.... Doymaz cellatlar cana, kana... Türkülerim yanmaz yine uzar göklere, yanık yüreklere Şiirler döşenir yanık türkülerin içine Ve biz; Biz ne çok ölmürüz yaşamak uğruna .. Törelerden, yasalardan, yasaklardan savrula savrula, Ne çok bulanır düşlerimiz kana. Ağıtlar yer eder anaların bağrına Ne çok yükselir türkülerimiz yana yana.. SÜHEYLA GÜNEY AVCI
Temmuz 2018
madımak
UNUTULMAYANLAR
Behçet Aysan Edebiyatımızın güvercin nefesli şairi Behçet Aysan kısa bir ömre yüzlerce şiir sığdırmayı başardı. 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta Madımak Otel’in yakılması sırasında yaşamını yitiren aydınlarımız arasındaydı. Duru ve içli şiirlerinden “sen bu şiiri okurken ben belki başka bir şehirde olurum kötü geçen bir güzü ve umutsuz bir aşkı anlatan rüzgarla savrulan kağıt parçalarına yazılmış dağıtılmamış bildiriler gibi uzun bir yolculuğa hazırlanan yalnız bir yolculuğa. çünkü beyaz bir gemidir ölüm siyah denizlerin hep çağırdığı batık bir gemi sönmüş yıldızlar gibidir yitik adreslere benzer ölüm yanık otlar gibi sen bu şiiri okurken ben belki başka bir şehirde ölürüm..” 2 Temmuz 1993 Anısına saygıyla
SEVMEYİ UNUTANLAR İÇİN sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler yalan her şey gibi aşklarınız da. yaşamı ölüm diye anlatıyorlar size yalanı gerçek diye. ne leylakların tomurundan haberiniz var ne önünüzden kara bir tabut gibi geçen geceden. sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler yalan aşklarınız da.
Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
7
UNUTULMAYANLAR
Metin Altıok Ateşlerin İçinden Sonsuzluğa Kanat Çırpan Şair: Metin Altıok “Sen yine de benden yana ferah tut yüreğini. Benim hüznüm yakasından eksik etmez çiçeğini..’’ Madımak öyle güzelliklere mezar oldu ki bunlardan biride Metin Altıok idi. 2 Temmuz 1993 Madımak yangınından ağır yaralı olarak çıkarılan Metin Altıok 9 Temmuz 1993 günü sonsuz yolculuğuna çıktı. “Heybesinde yılan İşaretleri, Baldıran zehiri Yüzüğünün içinde Ve yanında Kav taşıyan ben; Tekinsizim size göre İbret için yakılması gereken” Metin Altıok 9 Temmuz 1993 Anısına saygıyla
8
SOLDAN ESİNTİLER
madımak
Hasret Gültekin “Sevdalan Güneşe gel sevdiğim Güneşe Gel kurtul Ey akıl veren Tut tutabilirsen sevdalan sevdalanabilirsen ve hangi kainatsa o her şeye gücü yeten tut beni oraya götür Olayım gücü yetmeyen” 2 Temmuz 1993 günü Sivas Madımak otelinde gericiler tarafından yakılarak öldürüldü... Türküleri olan insanlar, o güzel insanlar yüreğimizin unutulmazlarından Hasret Gültekin anısına saygıyla Temmuz 2018
madımak
Asaf Koçak (karikatürist) “Bizim toplumumuzda bireylerin kendilerini sorgulamaları ve dönüştürebilmeleri kaygıları oldukça az. Sorgulamak yeterli değil mesele dönüştürebilmekte. En önemli olanın aynanın karşısına geçtiğimizde kendimize ateş edebilmeyi becermemiz olduğuna inanıyorum diyor.” 2 Temmuz 1993 Sivas Madımak otelinde gericiler tarafından yakılarak öldürüldü.. Anısına saygıyla
UNUTULMAYANLAR
Asım Bezirci “Zaman kalbimizde can vermiş gibi, En güzel renklerle süslenir mekân... Suda aksimizle, havuzun dibi “Hayat efsanedir” diyordu her an!” 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta 37 aydın ve sanatçıyla birlikte şeriat isteyenler tarafından Sivas Madımak Oteli’nde yakılarak öldürüldü. Anısına saygıyla
Cehennem dediğin, dal odun yoktur Herkes ateşini kendi götürür. PİR SULTAN ABDAL Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
9
UNUTULMAYANLAR
Günler Gelir Geçer Boşa Ağlama Gülüm Ağlama Yazılan Mı Gelir Başa Ağlama Gülüm Ağlama Bir Gün Kara Günler Biter Üzme Beni Artık Yeter Kavuşmamız Gelir Çatar Ağlama Gülüm Ağlama Yaktın Akarsuyu Yaktın Gurbetten Gurbete Attın Öldürmekten Beter Ettin Ağlama Gülüm Ağlama Muhlis Akarsu 2 Temmuz 1993 Sivas Madımak otelinde gericiler tarafından yakılarak öldürüldü. Türküler yanmaz diyoruz.. Anısına saygıyla
10
SOLDAN ESİNTİLER
madımak
Bozuldu dünyanın lezzeti tadı Gel göçelim gönül gidel burdan Sevginin saygının kalmadı adı Gel göçelim gidelim burdan Arifler azaldı kalmadı kamil Nerde eyhi sohbet nerde eyhi dil Her ne arar isen bir güruh cahil Gel göçelim gönül gidelim burdan Bari sen idrakın gerçekte düşün Dününden beter geliyor her günün Burda yeri kalmadı nesiminin Gel göçelim gönül gidelim burdan. Nesimi Çimen 2 Temmuz 1993 Sivas Madımak otelinde gericiler tarafından yakılarak öldürüldü.. Anısına saygıyla
Temmuz 2018
ÇIĞLIKLAR BİLEKLERİMİ KESMEZDİ Yılları düşünmezdim önceleri dönüp duran mevsimleri. koşmak bilyeli kaydırağımın sırtında, simsiyah asfaltta kayan mağrur çocukluğumdu. yaprakların sarısı hüzündü belki, ayaklarımın altında incinen. sarının titrek sesine, sokulup sarılmazdım önceleri. çiçeklere üzülmezdim, solacaklarına. avuçlarımı yakmazdı kopardığım sümbüller. şubatta günün, saçaklarda kılıç gibi sarkan buzunu, gecelerime yakıştırmazdım, uykularıma. nar gibi köpüren sobanın kollarında, daha duymamıştım, bir insan yenilgisi olduğunu soğuğun. eskiden içim üşümezdi ağustosta misafirlige giderdi ölenler, beklerdim. herşey inandığım bir gülüş kadar sıcaktı. güneş kızgıın kızgın eşinirken önceleri, damarlarıma kutuplar yürümezdi. çığlıklar bileklerimi kesmezdi, kanımla yazmazdım duvarlara veda mektubumu eskiden sadece leylekler göçerdi, turnalar. içim katarların geçişini beklemezdi göklerde içim kuşlara karışıp gitmezdi. limanlar yaşlanmazdı gidenlerin ardından. yollar uçurumlardan düşmezdi. önceleri, unutmak ölmekten daha uzak değildi. önceleri, kararan bir kent akşamına sokak lambaları gibi serpilmezdim. yalnız kalmazdım sokak lambaları gibi. sesime tellerin feryadı göçmemişti daha, önceleri çocuktum. AYDIN ÖZTÜRK Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
11
BENİM ŞİİRLERİM
benim şiirlerim, hece hece esrarlı bir bilmece değildir benim şiirlerim, satır satır okunup anlaşılsın diyedir ve size yürekten bir hediyedir... şiirim ki tutsak elimdir, lâl dilim ana sütü kadar temiz ve helâldir ve kökü, ta kadim topraklardan gelir aklımdan, vicdanımdan süzülerek ki size gönlümce emanet ederim... şiirim ki, yazılıncaya kadar benimdi bittikten sonra hepinizindir şimdi artık onlar silahındır, hazinendir yüreğinde sır gibi saklayıp yarına armağan edeceğin çocuklarına... benim şiirlerim bir hançer(e)dir hece hece, kelime kelime cümleten Nâzım Hikmet’ten öğrendiğim!... HASAN SEÇKİN
12
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
BARIŞA GÜL
Ne zamandır Göğün dirliğinden yana oldum Rüzgarda yan yatmış Bir göle yazdım kendimi Su kuşları okusun diye Bıçağın ağzında ayaz Dünyanın bütün çiçekleri üşüyor Sesimi tüketti dualar Bir kadın İyilik emziriyor çocuklara Uzun uzun dinliyorum Rüzgar alıp savuruyor beni Tutunuyorum o çocukların kirpiklerine Onca keder yaşıyorum Kış ne ki Bir gözüm Savaş için ağlıyorsa Barış için gülüyor Bir gözüm HÜSEYİN ASLAN
Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
13
SANAT VE ZANAAT Sanat ve zanaat Telaffuzu birbirine bu kadar benzemesine ve birçok kişi tarafından aynı anlamlara geldiği düşünülmesine rağmen aslında sanat ve zanaat aynı şeyler değildir. Birbirleri ile benzerlikleri olmasına karşın ikisi de farklı şeylerdir. Bu yazımızda sizlerle sanatın ve zanaatın ne anlama geldiğini paylaşarak, ardından sanat ile zanaat arasındaki farklara değinmek istiyorum. Öncelikle sanatın ne anlama geldiği ile başlayalım. Sanat insanların hayal dünyasında yer alan güzellikleri, duygularını, yaşadıklarını ya da hissettiklerini görsel, biçimsel ve sözel yöntemlerle ifade etmesidir. Şiirler, resimler, opera parçaları ya da heykeller sanat eserleri arasında sayılabilir. Günümüzde birkaç şarkısı olan kişilere de sanatçı denilmektedir. Ancak elbette bir sanat eseri ortaya çıkarmak ve sanatçı olarak anılabilmek bu kadar kolay değildir. İnsanların maddeye olan ihtiyaçlarını gidermek için yapılan, eğitim, beceri, deneyim ve ustalık gerektiren işlere ise zanaat denilmektedir. Mobilya ustalığı, ayakkabı ustalığı, kuyumculuk, terzilik, marangozluk, bakırcılık ve çömlekçilik zanaata örnek olarak verilebilir. El becerileri ve ustalıkları sebebiyle tarih boyunca önemli bir yere sahip olan zanaatkârların sayısı, seri üretimin bu denli arttığı günümüzde ne yazık ki azalmıştır. Sanat ve zanaat arasındaki farklar nelerdir diye soracak olursanız şöyle açıklayabiliriz. Sanat eserleri genellikle tektir ve eşi yoktur. Leonardo Da Vinci birden fazla Mona Lisa çizmemiş ya da Orhan Veli iki tane İstanbul’u Dinliyorum şiiri yazmamıştır. Zanaat eserleri ise birden fazladır ve istendiği zaman sayısı arttırılabilir. Hatta bir zanaatkârın yaptığı şeyi bir başka zanaatkâr da kolaylıkla yapabilir. Bu sebeple de zanaatta pek de fazla özgünlükten söz edilemez ve birbirinin tamamen aynı olan eserler seri bir şekilde üretilebilir. Dolayısıyla sanatta önemli kavramlar olan orijinal ve kopyadan, zanaatta bahsedilemez. Sanatta yaratıcılık önemli rol oynarken, zanaatta yaratıcılığa gerek yoktur ama eğitim ve ustalık önemli role sahiptir. Sanat eserleri kendine özgüdür ve her sanatçının kendine has bir tarzı vardır. Zanaatta ise aynı şeylerin sürekli olarak yenileri yapılır. Mesela Gaziantep’teki bakırcılara farklı senelerde gittiğinizde aynı ürünleri bulabilirsiniz. Çünkü zanaatkârlar ürünler satıldıkça tekrar yapmaktadırlar. Sanatçı eserlerini meydana getirirken hislerine göre hareket eder ve gerekirse eserini değiştirir. Zanaatkâr ise belirli bir plan ve program içerisinde eserlerini meydana getirir. Sanat eserlerinin yapılmasının ana amacı güzellik ve estetikken, zanaatçı eserini bir fayda sağlamak ve para karşılığı satmak için meydana getirir. Sanat eseri para için yapılmaz, ancak zanaat eserinin yapılış amacı para kazanmaktır. Zaten zanaatkârlık bir meslektir ve bu sebeple de zanaatçı doğal olarak para kazanmayı hedefler.
14
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
SANAT VE ZANAAT Tüm bu farklılıklara karşın sanat ve zanaat arasında benzerlikler de vardır. Bilinen en önemli benzerlik ise her ikisinin de yetenek gerektirmesi ve el emeği olmasıdır. Ayrıca hem sanat hem de zanaat beceri gerektirir ve yine her ikisinin de temelinde tasarı yatmaktadır. Bir kişinin zanaatkâr olarak adlandırılabilmesi için el becerisi gerektiren bir ürünü üretmesi gerekir. Yani böyle bir ürünün sadece satan ama üretmeyen kişiye zanaatkâr denilemez. Ahşap oyma ustası, kumaş boyacısı, taş ustası, terzi, demirci ve silah ustası zanaatkârlara örnek olarak gösterilebilir. Zanaatkârlık insanoğlunun ilk taş aletlerini yapması ile başlamıştır. Sanat anlık bir şöhret elde etme işi değildir ve bir kişinin sanatçı olarak anılabilmesi için kalıcı olması gerekmektedir. Sanatın beslediği konular, duyumsattığı hisler, aktarımdaki bütünsellik, tasarımdaki akılcılık, dinleyene, seyredene, okuyana düşünsel bir yol çizmektir. Örneğin; romanda, öyküde, hikâye de, şiirde kullanılan dilin akılcılığı, anlaşılırlığı, edebi dilin kullanıldığı üslup, dil bilgisinin sağlamlığı, sözcük zenginliği ve tabii ki tüm bunları kapsayan aktarım ustalığı yazıya lezzet katan unsurladır. Tıpkı görsel sanatların doğallığı yansıtması, müziğin tınısından algılanan melodinin, kişiyi rahatlatması, enerjisini boşaltmasına katkı sağlaması gibi. Sanat ve sanatçı bu yönde bir elçidir. Halk ve kültür arasında sağlam bir köprüdür. Kısaca sanat bir hassasiyettir. Öte yandan zanaatkârların ve yerel sanatçıların çok sayıda olması, geleneklere bağlı bir yaşam tarzı benimseme, küçük üreticileri ve girişimcileri destekleme, zanaat ve halk sanatları ile ilgili müzeler, yapılar, el sanatları atölyeleri gibi unsurlar, bilimsel, kültürel ve sosyal sanatsal etkinlikler düzenlemeleri, geleneksel sanatları özünü bozmadan yenilik katarak sunulması, etkileşime, yeniliğe ve öğrenmeye olan tutkuları zanaat ve zanaatçının var olmasına etki etmektedir. Sanatla zanaatın çakıştığı yerler olmakla birlikte ki bunlar yaratıcılık ve ustalığın bir arada olduğu durumlardır. Genellikle sanat ve zanaat her birinden rahatlıkla ayrılabilir. Ama nedense insanlar zanaatkâr olmak yerine hep sanatkâr olmayı tercih ederler. Bu da ayrım yapma işinde sıkıntılara neden olur. MİNE GÜLEŞKEN ASLAN
Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
15
FİLOZOFLARI ALKIŞLIYORUM İnsanoğlu var olduğu andan itibaren merak duygusu hayatını şekillendirmiştir. Bu merak onun yaşamını kolaylaştıran icatları bulmasını da sağlamıştır. Merakın mutlaka olması gereken bir alan daha vardır. Bu alan felsefe disiplinidir. Antik Çağdan günümüze değin felsefe insanların dikkatini çeken bir alan olmuştur. Felsefe, merakla bir soruyu sormakla başlar, sorulan her sorunun cevabının arkasından başka bir soru gelir. Soruyu kendine soran ve yine kendi cevaplayan kişiye ise filozof denir. Filozof bilgili değil, varoluş amacını soruşturarak kendi felsefesine ulaşan kişidir. Filozofların eserlerini anlamak ve yorumlamaya çalışmak aydınlanmaya giden bir yoldur. İnsanlığa ışık olan bu filozoflar kimler mi? Birçoğumuzun sadece isim olarak Facebook, Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinde, özlü sözlerinden tanıdığımız bu insanlar, insanlık tarihine önemli izler bırakmışlardır. Sokrates, Platon, Aristoteles, Thomas Aquinas, Rene Descartes, Francis Bacon, Spinoza, Locke, Hume, Kant, Rousseau, Nietzsche ve belki de en önemli filozoflardan bazılarıdır. Bu filozoflar felsefe alanlarında yaptıkları çalışmalarıyla, evrenin ve varlıkların oluşumu, insanın varoluş nedeni ve de birçok felsefi konuda düşünceler geliştirmişlerdir. Herkes felsefe okuyup, anlayabilir. Filozofların düşüncelerini içeren metinlere internet üzerinden ücretsiz bir şekilde ulaşabilirsiniz ya da kitapçıdan bir felsefe kitabı alıp bugün okumaya başlayabilirsiniz.
16
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
FİLOZOFLARI ALKIŞLIYORUM Elbette felsefe metinlerini ilk başta anlamak zor olabilir. Hayat tecrübemiz felsefeyi anlamada bize yardımcı olacaktır. Kimi zaman kendimize sorduğumuz “Hayatın anlamı nedir? ” sorusu bile felsefeye adım attığımızın bir göstergesidir. Felsefe; Mantıklı düşünme yeteneği kazandırır. Akıl yürüterek, eleştirerek, bireysel özgürlüğe giden yolu bulmamıza yardımcı olur. Analiz etme ve sorunları çözme becerimiz artar. Bencilliğe karşı, toplumsal bilincin gelişmesine katkıda bulunarak, insanların birbirleriyle yardımlaşmasını artırır. Yazma ve konuşma yeteneğini geliştirir. Kişilerin görüşlerini daha rahat ifade etmesini sağlar. Hurafenin ve ön yargının en büyük düşmanıdır. Tüm bu yararlarından dolayı felsefe, ders olarak okullarda okutulmaya devam edilmelidir. Ülkemizde felsefenin sevilip yaygınlaşması için okullarda ders saati olarak azaltılması yerine, artırılması gerektiğine inanıyorum. Çünkü ayrımcılığın karşısında biz insanların el ele verip, kardeşçe bir dünya yaratmamıza yardımcı olacak düşünce felsefeden doğacaktır. Hayatınızı güzelleştirmek istiyorsanız sizde felsefe okuyun. FERİDE SERİN
Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
17
UNUTULMAYANLAR RIFAT ILGAZ
“Yeşilin sarıya dönüşü korkutmasın seni Morarıp silinmesi maviliklerin Kırmızının akıp gitmesi damarlarından İşimiz kolay değil o denli Kargaların içgüdüsel ölmezliğine inat İnsanca ölebilmeli” Biz Rıfat Ilgaz’ı Hababam Sınıfının yazarı olarak tanıdık. Çağdaş, ileri görüşlü, yıllarca bizden kendisini uzaklaştırmaya çalışan yönetimlerden sonra, demokrasi yolunda ülkemizdeki gelişmeler Rıfat Ilgaz adını yeniden yücelttiyse de, Sivas Olaylarının acısına dayanamayan duyarlılığı 7 Temmuz 1993 günü aramızdan ayrılmasına neden oldu. Anısına saygıyla
18
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
UNUTULMAYANLAR
AZİZ NESİN
“Bilirsin günahları yazan melek soldadır.Hatta bundandır kalbin solda olması. Çünkü belki de aşk, yaşanılan en büyük günahtır.” Öykülerinde Türk toplumunu ayrıntılarıyla yansıtır, halk edebiyatının ana öğelerinden yararlanır, masal temasıyla ve mizah aracılığıyla günlük olayları, toplumsal aksaklıkları eleştirir. Türk edebiyatında çağdaş mizah yazarlığı tekniklerini geliştiren, genç mizah yazarlarının doğmasına yolaçan yazardır. 6 Temmuz 1995 Anısına saygıyla Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
19
BEKLERKEN
Zamana meydan okuyan İç içe evler arasında, üstüne karanlığın zehir gibi düştüğü dar sokaklara benzerim bu saatler; bu saatler, hayata çoktan siktiri çekmiş, bohem bir kadın geçer sokağımdan bakışlarım boşluğa dayalı.. büyük bir hazla ciğerlerine doldurduğu dumanı, küfür edasıyla çıkarıp içinden asar gökyüzü tavanına, ıslığını söyler rüzgarla bir. Çöp kutularından kaderimi çeken bir köpek, ganimettir diye sürükler ağzında, bir çöpçü süpürür arta kalan kemiklerimi. Yolların hiçbir yere götürmediği, yılların, yıpranmışlıktan başka şey vermediği öfkeye yenik bir adam, yol diye geçip üstümden saygısızca, tükürür suratıma hoyratça. Yoksulluğun kırıp döktüğü bir evde,
kibrit çöpüyle tutuşturulan gecede, mum alevinde erir dökülürüm. Bir pencere kırılır birkaç ev ötede, belki bir kalp.. sesi kulaklarımı delip geçer. Uzaklardan, ciğerlerimi parçalayan boğuk bir ses yankılanır; “ baba dövme!” Çocukluğum, kendine çekilir, ufaldıkça ufalanır içimde, yitik bir adres olurum haritalarda, tarifsiz bir ceset akıllarda! Aklımın tımarhanelerinde, binlerce yüz çığlık çığlığa, duvarlarımı tırmalar kanlı sesleriyle.. Bilmem nerden nereye, Şeyh Bedrettin isyanına karışır adım bir yerde, Serez’de asılırım. Bir paşa yetişir ellerimde, “Hızır” derler adına fetvayla geçirir ilmeği boğazıma Sivas’ta mızrağım vurur bam teline dünyanın, zulüm titrek bir ihtiyar olur dar açılarında dar ağaçların.. ALEV MERSİN
20
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
YILDIZLAR VE MASALLAR
çocuksu hikayelere kanıyorum bir gülüp bir ağlar ya insan kargalardan gülmeyi oğreniyorum yürürken ben tüm sokaklar Bağdat caddesi oluveriyor yürümeleri de oyun sanıyorum sek sek olur mu demeyin cadde ortasında hayatı sek yaşıyorum herşey koskocaman geliyor bazen insanlar minnacık Liliput oluyor dünya büyüyemedim galiba acılar battal sevgi ilaç insana ‘kötü amcalar’ da ölmedi gitti ne çok masal dinlemiştim gerçeği masaldan fırlayanlar kadar boşver diyor bir yanım kimi masallar gerçek kimi zaman
çocukken yıldızlar seçerdik gökyüzünden en parlak, kıpır kıpır olanından bazen sevdiğimiz olur, kayardı yıldızlar göğümüzün ışığı uçurtmalar gider oyunlar susardı ardından bulutlar çok yakın yeryüzüne bu adada ben de onlara dökseler ne varsa eteklerinden içimin incileri çağlayacak artık bir yıldız tutmayacağım sevdiklerim orda kalacak en siyah olanından bir imge yollayacağım haset olana en iyisi, en beyazı İyilerin olacak hem zaten sonsuzluğu yok sevmelerin bir de ‘iyi amcalar’ın varsın olsun sevgi hep olacak... SULTAN KARATAŞ
Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
21
ŞİİR SEVDAM
GÖLGE YÜZLER
Benim böyle masum durduğuma bakma, Suskunluğum sevdamın sancısındandır. Sığdıramadım ne göğe ne koca dünyaya Zor geldi hayat beraberliği taşıyamadım Hasretini sabrıma sıkıca dayadım. Sabrım kayıtlarda sabıkalı kaldı Sana olan sevdam dar ağacında asılı. İçime tutukladım seni, Çok uğraştım tahliyen için olmadı Prangalara bağladılar gardiyanlar, Bir ileri bir geri… Öyle bir tutanak ki sana yasaklandım. Fırtına öncesi sessizlik mi sendeki? Ağır ceza mı yedin? Beni sorarsan masum durduğuma bakma Suskunluğum sancıdandır. Aslında ben azılı bir katilim. Allah’ıma kitabıma yemin ederim ki; Kendimi binlerce kere öldürdüğüme şahidim. Gömdüler beni, ruhum ölü sevdam diri… El salladım gelmişime geçmişine, Giderken sevdamı da götürüyorum meçhule… Ey geçmişim! Türküler, ağıtlar yakın! Siz cihan parçası sevdalılar, Gözlerinizden öperim Kendinize iyi bakın… NURSEV ESER
22
SOLDAN ESİNTİLER
Sürgün yüreklerde yaşanır Aşk; ların en güzeli Sahibi olmayan sevdalardır Yüreği sarmalayan Bir sigara dumanı kadar içimizde Dokunamıyacak kadar uzağımızda İçmeden sarhoşu oluruz Sevdalandığımız yüreğin Balıkçının denize olan tutkusudur sevda Balık tutmak olsa da bahanesi Martıların uçmaktır sevdası Günlerce gökyüzünde kalması Kursakları balık dolu olsa da dönüşlerinde Sürgün yüreklerinse Geceleri uykuya hasretleridir sevda Uykusuz gözlerde yitik sevdalar olsa da Bir yangın yeridir duygularımızın evi Örselenmiş taşlaşmış olsak da kimi zaman Yitip gidene ağlamak değildir Aslında bütün serzenişimiz Giden gitmiş biz hala yaşıyoruz Bir başka gelenin yürek tadında Kimi siyah saçlı dost bakışlı Kimi sarışın mavi deniz gözlü Erkek olmuşuz yada kadın ne farkederki Onlar hayatımızın can suları Onlar hayatımızın GÖLGE yüzleri AHMET NURİ BALABAN
Temmuz 2018
RESİM BIR ŞEYLER ÖĞRENMEK İÇİN HAYDİ BİR ARAYA GELELİM – 134 Tuval üzerine akrilik 100x80 2018 Hayatım boyunca, tanıdığım her kişi ile her yerde her fırsatda sık sık bir araya gelip bilgi ve deneyim paylaşarak pek çok şeyi daha verimli bir şekilde öğrendim. Resmimdeki mavi renk, sonsuz bilgiyi ve kırmızı renk ise, tüm öğrenenlerin ateşli tartışmalarını tanımlamaktadır. Bu çalısmam, AIAPI Unesco (The International Association of Italian Plastics Arts– IAA AIAP Unesco’nun tüzel ortağı) nın düzenlelediği “İNSAN HAKLARI? #EDU” Uluslararası Çağdaş Sanat Sergisinde Türkiye’yi temsilen 23 Haziran - 23 Eylül 2018 tarihleri arasında sergilenecektir. 37 ÜLKEDEN 161 SANATÇI Konum: FONDAZIONE OPERA CAMPANA DEI CADUTI DI ROVERETO (Trento - İtalya) SANAT YÖNETMENI: Roberto Ronca http://aiapi.it/hr-edu-en RIFAT KORAY GÖKAN
Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
23
AYDININ PORTRESİ Yaşadığımız ülkenin nesnel gerçekliği ve sınırları içinde, gerçek aydın insanın bir resmini çizmek, içinde bulunduğu ortamın içine, o aydın insanı yerleştirmek, perkspektif olarak zor görünmekte. Resim sanatıyla, aydın insan olmak tarifini vermeye çalışırken, o resmin neye benzeyeceğini düşünüyorum. Aydın olmak, soyut bir kavram. Elle tutulan şey, aydın kişinin ürettikleriyle ölçülebilir. Ancak resmin derinliğinde ne var? Picasso’nun savaş karşıtı resmi, Dali’nin zaman tezahürü, post modern , fenomonoji bir algı ve ilüzyonu, künt bir duyarlılık, şovenist bir tutum, sınırlar ve tanımlar acımasızca bir döngü. Ancak, içinde yaşanılan dünya, konulan pek çok yaftaya yer yer oturuyor. Faucault’un denetimli toplum modellerinden, Toffler yeni dünya düzeni tanımına, küreselleşemeye, kaosa kadar, bu adlar, düzen tanımı dünyada karşılığını bulan düşünce düzenekleri olarak karşımıza çıkıyor. Düzen ve kurgular insan varoluşunu her koşulda etki altına almaktadır. Tanımlar dünyayı anlamamız için kullanılan sınırlı bir anlayış getirse de, anlamlandıra bildiğimiz oranda dünyanın ve insanın yanında olma çabası içine de girebiliriz. Aydın insan bu yardım elini uzatmayı deneyen düşüncenin insanı. Üretken, düşünen, düşündüğünü dizayn eden kişi. Aydın kişinin koyduğu bu tanımlar, ön görü ve kendi yerini de, resimdeki yerini de bulma çabasıdır aynı zamanda. Kendi koşullarının tahlili, çıkış yolunu bize tarif edebilir. Ülkemizde aydın olmak, ülkemizdeki aydın kişi kendine yer bulmak konusunda en zor ülkelerden biridir. Algılar, aydın insan modelini, gri tonlarda görmeye pek tahammül gösterir nitelikte değil. Örneğin, ülke değerleri ve arkaik bir muhafazadan söz edince, gerici bir yafta yemek söz konusu olabilir. Evrensel olmayı düşünen, batı taklitçisi, hain, bölücü yaftası yiyebilir. Çok manpülatif bir ortamda aydın insan kendini sağlıklı var edemeyebilir. Zaten Can alıcı soru, aydın insan, aydın kişi yetişiyor mu sorusu olabilir. İnsanlık kendine malik ve kendine sadık kalabildiği, özgün dünyasında bireysel donanımlarını paylaşabildiği noktada aydın insandır. Ülkemde bireyselleşmeyi bir içe dönüklük, ötekileşmeyi bir dışlanmak gibi kırılan algılar ağında görmek, göstermek isteyenler, aydın kişiliğin gölgede kalmasına sebep oluyor. Ülkemde korkmayan, bulaşmayan, akademik bir boyutta kendini zapt eden aydın kişi modelleri siyasi zamanlamayla doğru orantılı hareket etmeye çalışıyor olabilir. İşin Türkçesi aydın insan korkutuluyor. Sanat, iltifat göremediği yerde kaçacak, aydın kişi de, itham eden işaret parmaklarının gölgesinde küçük kalacaktır. Siyasetin gölge ettiği aydın kişilik, o itham eden parmaklara değmemek üzere aydın, parmaklıklar ardına düşmemek üzere aydın. Yarı bir aydınlık. Önünü göremeyen bir gençlik aydın olmaya heveslenir mi? Siyasetin bizden değilsen, onlardansın yaftası , dayatması ve taktiği, ülkemdeki insan modelinin dahi nevrini döndürmüş, düşünmekten korkan insanlar haline gelmesine sebep
24
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
AYDININ PORTRESİ olmuş olabilir. Düşünen insanı nerede bulacağız? Bir heykel var. Düşünen adam. Bizde akıl hastanesine koyuldu. Akıl hastanesinde düşünen adam heykelinin gerçeğinin bir modelini yapan kişi Kemal Künmat’tır. Heykelden istediği parayı alamayınca da heykel bir kolu eksik olarak yıllarca öylece kalmıştı. Ancak daha sonra hekim Mehmet Pişdar heykelin kolunu tamamlar. Ve bu heykeli tamamlayan doktorun sözlerini buradan birebir paylaşıyorum. “İnsanlar her taşa, toprağa meramını anlatabilmiştir. Fakat insana asla.” Aydın insan meramını anlatabilmiş mi? Sokrates’in baldıran zehrini bilerek içmesi de, meramını anlatamayan aydın kişinin çıkışsızlığına dair acı bir kesit. Arşimet’in bir asker tarafından kafasının kesilmesi de bir meramını anlatamama hikayesidir. Hikaye dedimse de, yaşanmış bir hikayedir. Arşimet Fizikçi, mühendis, matematikçi ve filozoftu. Bir gün toprağın üzerine kendince hesaplar yaparken ve bir şeyler çizmeye çalışırken, önünden bir asker geçer. Ve Arşimet buna karşın bir direniş gösterir. Sen ne yapıyorsun demeye kalmadan asker, Arşimet’in kafasını oracıkta keser alır. Dünyada farklı düşünüp, başka türlü düşünebilmenin cesaretine karşılık, bedeller hep ağır olmuştur. Nijerya’da dinsiz olduğunu söyleyenler akıl hastanesine kapatılıyor. Ülkemde Ahmed Arif ’in ve Neyzen Tevfik’in sonları da akıl hastaneleri olmuştur. Neyzen Tevfik yıllarca ülkesinden uzakta sürgünde yaşamak zorunda da kalmıştır. İsyan ettiği dönemde kendisine zulüm eden emniyet görevlisi, o dönemin adıyla zabit kişi kendisine ağır darpta bulunmuştur. Döndüğünde söz de düzen değişmiş, o da kutlamalara katılarak tehlikenin geçtiğini var saymıştır. Ancak aynı zabitten aynı darbı yine görmüştür. Tanım konulan toplum modelleri, ya da zamansal, dönemsel toplumsal değişimler ne olursa olsun aydın kişinin meramını diyecek pek kimsesi yoktur. Aydın kişinin portresi belki karanlık bir arka fon üzerine aydınlık derin çizgilerle dolu tarih yüzlü insanlar olarak karşımıza çıkacaktır. Bu cefanın insanı olmaya gönüllüyüz. SAYGILAR. HAVVA AĞRAL
Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
25
RESİM
Nuray Şengil’in “Gelincik Gülümseyişi” isimli 35x35 yağlı boya tablo çalışması.
26
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
ALTINI ÇİZDİKLERİMİZ İyice anlaşılıyor ki artık: Tersi ve Yüzü düz bir yolun başlangıç noktası değildir yalnız, her zaman dönülen, her zaman özlenen, her şeyi besleyen kaynaktır, ışığın fışkırdığı noktadır.
Aklınızı başınıza toplayın, ne yaptığınızı tartıp biçin, anlayın artık! Kim olduğunuzu düşünün! SAVAŞA KARŞI YAZILAR TOLSTOY
Tersi ve Yüzü - Albert Camus - Ara sıra bana kremalı börek için para veriyorsunuz, değil mi? - Sana her gün para verebilirim. Ama sen? - Sizden her gün para alamam. - Neden? - Çünkü kahvaltı edecek parası olmayan başka çocuklar da var. ŞEKER PORTAKALI Jose Mauro De Vasconcelos
Kendi yolunda yanlış yürümek, başkasının yolunda yanlış yürümekten yeğdir. İlkinde bir insansın, diğerindeyse bir maymundan farksızsın.
Kişisel değersizlik ve eleştiriye kapalılık insanın en iyiye ulaşmasını engelleyen iki büyük düşman bence. ÖLÜMSÜZ ŞARKI VİCTOR JARA
İnsanın ulaşabileceği şeyle, hayal gücü arasında, küçük ya da büyük her zaman bir uçurum vardır ve bu uçurum ancak tutkuyla aşılabilir. Kum ve Köpük Halil Cibran
SUÇ VE CEZA DOSTOYEVSKİ
Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
27
GÖLGESİZLER - Sana bir şey göstermek istiyorum. - Saat daha sabahın beşi... Ne oldu? -Gel. Güneş doğmadan dışarı çıkmalıyız. *** Daha dün bir şeylerin ters gittiğini hissetmişti. Yan komşunun küçük oğlu ona dikkatlice bakıyordu. Çocuğun gözlerindeki şaşkınlığı görmüştü. Oysa her şey normal gibi görünüyordu. Her gün aynı şeyler işte. Erkenden uyanır, günde sekiz on müşterinin geldiği hediyelik dükkânını açardı. Burada da satıştan çok sohbet edilirdi zaten. Geldiğinde, Ahmet usta kendi dükkânını çoktan açmış, kapının önünü süpürürdü. Sağdan soldan gelen arkadaşlarıyla ateşli tartışmalara girerdi sonra. Cevap veremediği soruları yiyince sinirlenir ve “Ülke kahve köşelerinde kurtarılmaz.” derdi. Canı sıkılınca da okkalı bir küfür sallar içeri girerdi. Kimse darılmazdı ondan. Hatta hep beraber kahkahalarla gülerlerdi. Akşama kadar böyle geçerdi. Dükkânı ilk kapatan yine o olurdu. “Siz ruhlara satış yapın. Ben gidiyorum.” Fırından aldığı üç ekmek ile evin yolunu tutardı. İşte her şey o an başladı. Kaldırımda yürürken çocukları gördü. Aralarında fısıldanıyorlardı. Kulak kabarttı onlara. - Vallahi bak. Ahmet gözleriyle görmüş. - Nasıl olur. Sallama oğlum. Ufak at da civcivler de yesin. - Arkadaş bana inanmazsanız Ahmet nah orada. Gidin ona sorun. - Ahmet doğru mu duyduklarımız. Gördün mü peki? Ahmet’in gözleri fal taşı gibi açık olduğu halde ona bakıyordu. “Allah Allah. Neden baktı ki şimdi bana” diye içinden geçirdi. Bir yandan da pantolonuna, gömleğinin arkasına bir göz gezdirdi. Bir şey yoktu oysa. Sonra diğer çocukların da gözlerinin üzerinde olduğunu fark ettiğinde korkmaya başlamıştı. Çocukların “anne” çığlıklarıyla koştuklarını da görünce korkusu iyice arttı. Arkasına son defa bakınca çocukların neden korkuyla kaçıştıklarını anladı. Başından ayakuçlarına kadar yayılan ince sızıyı fark hissetti. Neden diye düşünürken evine nasıl geldiğini bile anlamadı… Kadın adamın düşünceli halini çoktan fark etmişti bile. *** Oflaya puflaya uyandı. - Hadi çabuk çabuk… Kendisini dışarı atmıştı bile. - Ne oldu be. Söylemeyecek misin?
28
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
GÖLGESİZLER - Güneş doğmak üzere. Birazdan çok şaşıracaksın. Güneş yüzüne vurmaya başlamıştı bile. - Görüyor musun? - Neyi - Gölgemi. Kadın hayretler içinde kalakaldı. Ne yapacağını bilemeden dudağından bıçak gibi şu kelime çıktı: - Sen de onlardansın değil mi? - Kimlerden? - Gölgesizlerden… - Gölgesizler mi? Başkaları da mı var gölgesi olmayan? Ama senin… *** Sonra cinayet “öncesi” delil arayan bir polis edası ile evden çıktı. ( İşlenmiş bir suçtan sonra delil aranmamalı bence. Açık bırakılan bir kuyumcu dükkânı, kontağı üzerinde unutulan bir araba. İşleneceği suçun bir delili değil midir? ) - İşte biri daha geliyor. İçler acısı bir durum vardı ortada. Tüm insanlar işini gücünü bırakmış onu seyrediyordu. - Yok, gördünüz mü? Caddeyi hızla geçip kendisi anlayacak, yanında huzur bulabileceği birini aradı. Sonra hiç tanımadığı biri çıktı karşısına. Kırk yıllık dost gibi kucaklaştılar. Sohbet ettiler. Kahvede çay içtiler. Sokaklarda beraber dolaştılar. İsmini bile bilmediği bu insan ona tüm sırlarını anlattı. O da birini arıyordu sanki huzur bulacağı… - Geçen gün bir olay yaşadım. Ama ben haklıydım. Arabamla işime giderken yolda kaza yapan bir araç gördüm. Yaralı bir halde dışarıda ağlayan bir çocuk yardım istiyordu. Onlara yardım edemedim. İşime geç kalacaktım yoksa. Hem nasıl yardım edebilirdim ki? Ben doktor muyum? Haklı değimliyim ama? - Haklıydın tabi ki. Ben de sokak ortasında yavru bir kediyi ezdim…. Tokalaşıp ayrılacakları an ikisi de gözlerini birbirlerinden kaçırdı. Havaya bakıyorlardı. Belki de gölgelerinin yokluğundan bahseder diye korktular. Arkalarına bile bakmadan ayrıldılar. Acaba onun da mı yoktu… *** ERHAN YILDIZ
Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
29
ŞİİR ÇİÇEK KOKUYORSUN içinde çiçek açıyor çiçek kokuyorsun demet demet nergis… çocukların dağlardan yuvarlanarak topladığı gelincikler gibi kokuyorsun. Asi kenarında sepete sevgi giydiren papatyalar gibi… bir el bekleyen menekşeler gibi… gül gibi… kokuyorsun işte, bütün mevsimlerde. özledin mi memleketini? Silpiyus’un eteklerini, iki kişilik sokaklara bakan avluları… Asi nehrini? ya kıyısında olta atan çocukların yorgun bakışlarını? söyle bana özledin mi? gel hadi o zaman ilk otobüse atla gel yarına bırakmadan bugünü, atla gel. EDİP YEŞİL
İSTANBUL Nakış nakış işlediğim Göznuruyla beslediğim İnsanlara seslendiğim Bir türküsün sen İstanbul Sahillerde sularına Bu şaheser boğazına Denizinde balıklara Aşığım sana İstanbul Varoşlarda sokaklara Beyoğlu’ndaki barlara Nağme nağme tamburlara Güfteyim ben ah İstanbul Galata’nın tepesinde Kanat taksam gökyüzüne Kızkulesi çemberine Uçup gitsem ah İstanbul Balık ekmek, bir baş soğan Bir de sütü al aslandan Kadehlere şevk boğazdan İçsem seni ah İstanbul Marmara’da gördüm seni Yüreğimde bildim seni Nasıl sevmem güzelliği Sevdalıyım ah İstanbul YUSUF ZİYA LEBLEBİCİ
30
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
AYIN KİTABI Merhaba değerli okurlarımız. Yeni sayıyla birlikte bir ayın kitabı ile tekrar sizlerleyiz. Bu sayımızın ayın kitabı BARIŞ ÇÖREĞİ / FAKİR BAYKURT Fakir Baykurt dendiği zaman akla gelen ilk şey eğitimci bir yazar oluşudur. Edebiyatımıza unutulmaz eserler kazandıran Fakir Baykurt öykülerinde genellikle acıyı, yoksulluğu, köylüyü görünmeyen toplumsal sorunları gerçekçi bir dille kaleme almıştır. Köy demişken kendisi Köy Enstitüsü mezunlarındandır. Bir yazar dilsizi dile getirendir. Dilsizin acısını, öfkesini, anlatandır. İsteklerini anlatabilendir. Fakir Baykurt Bu cümle Fakir Baykurt’un Barış Çöreği kitabından altını çizdiğimiz bir cümle. Dilsizi dile getiren, duygulara tercüman olan, ağlatan, güldüren okuru kitabı okurken içine çeken yaşatan bir yazarın kitabını sizlere anlatmak kolay bir şey değil. Barış Çöreği; bürokrasinin çarkları arasında sıkışan ama içinde de bir umudu barındıran “sıradan insanı”, yaşadığı yerin atmosferiyle birlikte çarpıcı bir biçimde betimliyor. Gönlün sığdığı yere köy sığar. Fakir Baykurt Bizden önermesi sizden okuması sloganıyla bir sonraki sayıda yeniden birlikte olmak dileğiyle kendinize iyi bakın. Sevgiyle kalın. Edebiyatla kalın. Not: Kitabı okuyan okurlarımız soldanesintiler@gmail.com adresine bizimle düşüncelerini paylaşırlarsa sevinirim. ÜNSAL AKTAŞ
Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
31
ŞİİR esrik masalım
Ötün Horozlar Erken Ötün
eskiyen çatıların çarmıhında şarabî uykuların tuzunu yalarken saçları ağarmış kediler martısız kentlerin esrik ve mahzun çığlığına asıyorum yüzünü yorgun söğüt gölgeleri düşüyor omzuma sensizliğin ortasına yığılıyorum başımda bir ardıçkuşu
Ne çok yükselttiniz şu koca binaları Ormanların nefesini Denizin esintisini Kuşların sesini kestiniz Güneş bana gülümsemesin Ay ve yıldızlar selam vermesin diye Koca bir beton şehrin ortasında bıraktınız Yani; ömür biletimi Yarı açık cezaevine kestiniz.
oysa upuzun nehirler geçerdi ellerimizden içimizdeki ölülerin kan izlerini yıkayan çakır gözlü halayların çingene çocukları tanıdık korkularımıza ebruli çiçekler sunardı ve biz suçu iğde kokusuna yükleyip aymaz gecelerin sönen gamzelerinde upuzun öpüşürdük
Eskiden; beton kaldırımlar arasında Akasya, Selvi ağaçları yükselirdi Sabahın ilk ışıkları horozlarla selamlaşırdı Çocuklar serçelerin cilvesiyle uyanırdı.
kırlangıç yüreğime on iki ömür bağışlayan sevgili yorgun coğrafyalar geçiyorum sende masal çürüğü hüznüm kar topluyor temmuza şimdi rüzgâr zamanı nemrut’un göğsüne yaslanıp bir türkü söyle tanrı’ya, korkmasın gözlerini cebimde taşıyorum! NURSEL ARAS
32
SOLDAN ESİNTİLER
Ötün kuşlar ötün Ötün horozlar ötün Daha gür fısıldayın yılanlar Susmayın susmayın Daha gür Daha yüksek sesle ötüşün Ki sabah erken gelsin Vakit geç olmadan Uyuyanlar uyansın Uyansın uyansın Zihinler, akıllar Gözler, kulaklar uyansın Uyuyanlar bir daha uyumasınlar Zalimin elinde ölmesin Gericiliğin zifirinde boğulmasınlar Ötün kuşlar ötün Ötün horozlar erken ötün Uyuyanlar erken uyansın. TURAN KARATEPE
Temmuz 2018
UNUTULMAYANLAR Jean-Jacques Rousseau
“Vazifemizi menfaatlerimizle karşı karşıya getiren ve bizim faydamızı başkalarının zararlarında gösteren durumlardan kaçınılmalıdır. Çünkü böyle durumlarda,ne kadar erdemli bir insan olursak olalım farkında olmadan mağlup oluruz,ruhça adil ve iyi olduğumuz halde hareketlerimizde adaletsiz ve zalim oluruz.” 2 Temmuz 1778
Anton Çehov
“Anlamaya çalışma. Hayat böyledir işte.. Hep o kıyamadıklarımız kıyar size.”
Thomas More
Toplumların büyük çoğunluğunu genellikle fakir insanlar oluşturur. Bu insanlar o toplumu ayakta tutan ancak sefalet içinde yaşayan insanlardır. Toplumun zenginliklerini ise açgözlü insanlar yer, bu tür toplumlarda kimse mutlu olamaz. Bütün zenginliğin bir avuç açgözlü insanın elinde bulunduğu ve çoğunluğun sefalet içinde yaşadığı bir toplumda kimse mutlu olamaz. 6 Temmuz 1535
15 Temmuz 1904
Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
33
ŞİZOFRENİST DÜŞLER - DUYGUSAL YANSIMALAR Uykusuz bir gecede tek başına ama bir o kadar da kalabalıktı. Ev halkı uyumuştu. Sigara içiyor, televizyon seyrediyordu. Daha doğrusu televizyondan ona sesleniliyor o da dinliyordu. Konu yine siyasetti. Bir nevi açık oturumdu. Bir ara kendisini moderatör olarak gördü. Olabildiğince konuşma sırasını kimseye vermeyerek oturumu idare ediyordu. Birden sinirlendi. Gergindi. Huzursuz hissediyordu. Birden oturduğu yerden kalktı. Mutfağa gitti, ocağı açtı. Koklamaya başladı. Aklınca intihar edecekti. Abisinin evi beşinci kattaydı. Pek ala balkondan atlayabilirdi. Lakin o tüp gazı seçmişti. Biraz koklayıp içine çektikten sonra içeri salona geçti. Televizyon hala açıktı. Kendine kızdı biraz. Ne oldu beceremedin mi? Diye sordu kendi kendine. Tırstın mı, hadi ne duruyorsun at kendini aşağıya diye kendi kendine konuştu. Salonda bulduğu şarabı açtı. Kana kana su içer gibi şarabı içmeye başladı. Sesler duyuyordu. Tam balkona yönelmişti ki arkasından yengesi seslendi. Tüp gazı açık görmüş endişelenmişti. Dünden beri endişeli ve sıkıntılıydı yengesi. Bir gün önce abisi onu sokaklarda yarı çıplak vaziyette bulup eve getirmişti. Evde herkesin gözü onun üzerindeydi. İşin kötü tarafı artık atak geçirdiğini herkes anlamıştı. Yaşadığı doğaüstü olayların yansımasını yaşarken kendini gizleyebiliyordu. Lakin şimdi durum ciddiydi. Yengesinin ve komşuların yardımıyla hastanenin yolunu tutarken bu sefer durumun ne kadar ciddi olduğunun farkına varıyordu. Kendinden geçmişti. Sadece ayakta durabiliyor. Ne konuşabiliyor ne de konuşulanları anlayabiliyordu. Sinirleniyor herkese bağırıyordu. Etrafına saldırmaya başlamıştı. Psikiyatri aciline götürmüşlerdi. Hatırladığı tek şey tersten bir gömleği ona zorla giydirdikleriydi. Gömleği üzerindeyken yatağa yatırmışlar ayrı ayrı ayaklarını yatağa bağlamışlar o da yetmezmiş gibi vücudunu göğsünün üzerinden yatağa bir daha bağlamışlardı. Biraz kendine gelir gibi olduğunda debelendi olmadı, bağırdı sesi çıkmadı. İlaçlarında etkisiyle bağlı bir biçimde sabahı etmişti. Kalkamadı yerinden, biraz kıpırdayarak zorlanarak zar zor oturmayı başardı. Kendine gelmeye çalışıyordu. Çevresine bir grup toplanmıştı. Teker teker yüzlerine baktı. Hemen hemen hepsi tanıdık geliyordu. Neredeydi, ne yapıyordu, bu çevresine toplanmış insanlar kimdi anlamaya çalışırken ismi söylendi. Sonra çevresindeki insanlar konuşmaya başladı. Sanki ondan bahsediyorlardı ama o için için gülümsedi. Ne deseniz boş dedi siz benim dünyamda yoksunuz, siz benim hakkımda ne bilebilirsiniz ki. Bakırköy’e ilk yatışıydı. Almanya’daki hastaneye hiç benzemiyordu burası. Te-
34
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
ŞİZOFRENİST DÜŞLER - DUYGUSAL YANSIMALAR davisi devam ederken biraz daha iyi hissetmeye başlamıştı. En azından artık yatağa bağlı değildi. Kalkıp gezinebiliyordu. Taa kilitli kapının oraya kadar gidip bahçede, koridorlarda volta atıyordu. Yerler izmarit doluydu. Bir de izmarit toplayanlar vardı ki o da görülmeye değerdi. Voltaydı, izmaritti derken günler geçiyordu. Akrabaları, arkadaşları ziyarete geliyorlardı. Görüşe çıktığında kimi ağlamaklı kimi şaşkın insanlar görüyordu. Etrafında toplanmışlardı. Herkes bir şeyler söylüyordu. O ise konuşulanlardan hiçbir şey anlamıyordu. Kafasındaki davulcu ve zurnacı sürekli sesleri bastırmak için çalıp duruyordu. O kimseleri duymak dinlemek istemiyordu. Ziyaretçiler gitmiş volta atmaya kaldığı yerden devam ediyordu. Omuzlar çıkık, baş önde, gözler yerdeydi. Yaktı sigarasını derin derin içine çekmeye başladı. Volta atarken aklına eski arkadaşları geliyordu. Hafif bir tebesümle gülümsedi. Kafasında hala sesler duyuyordu. Hastanedeydi ve kendi kendine evet ben hastayım dedi. Almanya’da nasıl yattıysa ülkesinde de öyle yatıyordu. Farkı kapalıda kalmasıydı. Evet yattığı yere kapalı diyorlardı. Bahçe yasaktı. Kendilerine ayrılan bölüm dışında çıkılamıyordu. Açık bölümden bir artısı bile vardı. Kapalı da her yerde sigara içmek serbestti. Bağıranlar, çağıranlar, kavga gürültü ne ararsan vardı. Geldiğinde herkese atar yaptığı için olsa gerek kimse yanına yanaşmıyordu. Oysa ne çok ihtiyacı vardı konuşmaya. Çocukluğuna döndü bir an yine. İlk dayak yiyişini hatırladı. Dört arkadaştılar. Beraber geziyorlar, beraber oynuyorlardı. Yaşları on üç, on dört civarındaydı. Her zaman ki gibi gezmeye, mantar toplamaya çıkmışlardı. Güle oynaya koşarlarken üç beş kişi önlerini kesti. Bunlar sesini bile çıkartmazken, ne olduğunu anlayamadan, ortada hiçbir neden yokken kavgaya tutuşmuşlardı. Yanındaki arkadaşları ilk fırsatta kaçmaya başladılar. Tek başına kalmıştı. Ne yapacağını bilemedi. Ağlamaya başladı. Kaçan arkadaşlarına taş atıyor, kavga ettiklerini bir kenarı bırakmış kendi arkadaşlarının arkasından bağırıyor, onlara kızıyordu. O gün dayak yediğine değil, arkadaşlarının onu yalnız bırakıp kaçmalarına üzülüp ağlamıştı. Bundan sonra kavgadan kaçan hiç kimseyle arkadaş olmayacağım diye söz verdi kendi kendine. Açığa alınmıştı. Artık bahçeye çıkmak serbestti. Daha sakin daha rahattı. Eskisi kadar sesler de duymuyordu. İlk başlarda televizyon izlemekten kaçarken şimdi izleyebiliyordu. Artık ona seslenmiyorlardı televizyondakiler. Sürekli sorular sormaya başladı. İlaçların etkisi azalmaya başlamıştı. Artık düşünebiliyordu ama daha çok Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
35
ŞİZOFRENİST DÜŞLER - DUYGUSAL YANSIMALAR cevapsız sorular vardı kafasını kurcalayan. Öncelikle televizyondakiler nasıl oluyor da ona sesleniyor, adını söylüyor, onun söylemek istediklerini televizyondakiler söylüyorlardı. Beyninin bir oyunuydu bu farkındaydı. Ama nasıl bir oyundu, kaç kişi ile oynanıyordu yoksa sadece kendisi mi oynuyordu bu oyunu. Farklıydı. Evet ben farklıyım dedi. Normal insanlardan farklıyım diyerek volta atmaya devam etti. Bir süre sonra açık bölümden de taburcu olmuştu. Bir hastane macerası daha bitmişti. Taburcu olmuş ailesi ile evin yolunu tutmuşlardı. Kafası hafif dönüyordu. Sanki karıncalar kafasına yuva yapmış binlerce karınca kafasının içinde dolaşıyor gibiydi. Henüz çözememişti kendini neden ben dedi. Belki de bu bir ayrıcalıktı lakin ayrıcalık olsa belki bir üstünlük de olabilirdi. Olmalıydı da zaten. En azından o öyle hissediyordu. İlaçlar yoksa bu özelliği bastıramıyor, kontrol altına alamıyor muydu? Kafası karışıktı. Yıllardır uğraştığı, kendince çabaladığı siyasetten uzak durması gerekiyordu. Peki insan siyaset yapmazsa ne yapar dedi kendi kendine. Yapacak bir şey yoktu. Bir şekilde hayatına devam etmesi gerekiyordu. Karşısındakinden önce ‘’hastayım ben’’ diye söze başlıyordu. Niye çalışmıyorsun “hastayım ben’’, neden susuyorsun “hastayım ben’’, neden tutuk konuşuyorsun ‘’hastayım ben’’ şeklinde sohbetleri devam ediyordu. Neyin var kısmına gelince bipolarım ben diyordu. Şaşkın bakışların ardından bipoların ne demek olduğunu açıklıyordu. Manik defresif diyordu, duygu durum bozukluğu diyordu ama yine kimse dediklerinden bir şey anlamıyordu. Sabah geç kalkıyor, fazla konuşmuyor, gündüz birkaç saat gezdikten sonra hava kararmadan eve dönüyordu. Evde neredeyse kimseyle konuşmuyordu. Biraz televizyon seyrettikten sonra ilaçlarını alıp yatıyordu ki ertesi gün öğlen kalkıncaya dek. Her günü neredeyse birbirinin aynısı geçiyordu. İçinde bitmeyen bir sıkıntı vardı. Sanki yatınca biraz geçiyordu. Daha doğrusu yatınca hayal dünyasına dalıyordu. O bir zamanların seçilmişiydi. O özeldi, o ilahtı, o peygamberdi. Böyle özel seçilmiş biri nasıl oluyor da böyle bitkin, halsiz, isteksiz biri olabiliyordu. Aklındaki bu soruya cevap ararken yeniden uykuya dalıyordu. CİHANGİR ASLAN ESKİCİ
36
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
ULUSLAR ARASI 6. İZMİR HEYKEL ÇALIŞTAYI Malzemesi “Taş ve Bronz’’ olarak belirlenen, 6. Uluslar arası İzmir Heykel Çalıştayı’ nın teması ise ‘’İzmir ve Mitoloji’’ olarak belirlendi bu yıl. Etkinlik 28 Mart 2018 Çarşamba, 05 Kasım 2018 Pazartesi tarihleri arasında İnciraltı Kent Ormanı’nında gerçekleşecektir. Sanatçılar çalışmalarını, birinci kısım da taş malzeme ile 3 Eylül – 2 Ekim 2018, ikinci kısım da ise bronz malzeme ile 8 Ekim – 5 Kasım 2018 tarihleri arasında gerçekleştireceklerdir. Çalıştay süresince Güzel Sanatlar Fakültelerinin Heykel bölümü öğrencileri, sanatçılara asistanlık yapacaklar. Böylece heykel tıraşlar ve üniversite öğrencileri arasında dialog oluşacak, öğrenciler sanatçıların deneyim ve bilgilerinden yararlanacaklar. Çalıştayın İnciralltı Kent Ormanı’ n da yapılması ise her yaştan İzmir’ linin yapım ve yaratım süreçlerine dahil olmasını, ulusal ve uluslar arası sanatçılar ile ilişki kurmasını sağlayacak. Çalıştayın teması olan “İzmir ve Mitoloji’’ den bahsetmek istiyorum biraz da. Oluşum, gelişim ve devamlılık kültür ile doğa arasında bir ortak yaşamı gerekli kılmaktadır. İnsan doğası ile doğal insanlık, gezegenimiz üzerindeki tüm canlıların hayatta kalmasını sağlayan en önemli araçlar olarak belirginleşmektedir. Mitos bu bağlamda insanın zaaflarından söz eder, mitoloji de bu konu ile ilgili uyarılarla doludur. Mitos, insan ile doğa arasındaki aykırılığı ortadan kaldırır. Kültürün en eski beşiklerinden olan İzmir’ de oluştuğu, vücut bulduğu ve yaşadığı haliyle Mitolojiyi bir de heykel traşların gözünden görme fırsatı bulacağız bu süreçte. İzmir’ de, Herolotos’ un “en güzel gökyüzü ve en güzel iklimi’’ teşhis ettiği bu yerde bu uyarılara kulak vereceğiz… MİNE GÜLEŞKEN ASLAN / SOLDAN ESİNTİLER İZMİR TEMSİLCİSİ
Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
37
GİTMİYORUM SEVGİLİM, SADECE ÖLÜYORUM Geceyi üstüne örter gibi çarşafı kapadı üzerine. -Üşüyor, dedim. Geldiğinden beri tek sözcük etmemiş, öylece yatağın ucuna kıvrılmış, gözlerini yere, eski bir kilimin motiflerine sabitlemiş, ellerini bacaklarının arasına alıp sadece susmuştu. -Üşüyorsun, dedim fısıltıyla. Duymadı, duymak istemedi belki de. İncecik vücudu varla yok arasındaydı o çarşafın altında. Dayanılmaz bir istek duyuyordum ona sarılmak için.Ve biriktirdiğimiz tüm susmaların diyeti olarak haykıra haykıra ağlamak istiyordum. Onu bu gece bana getiren nedir diye düşündükçe beynimin duvarlarına karanlık çarpıyordu. Hızla pencereye açtım, rüzgarın kanatlarının yüzümü sıyırarak onun düzensiz soluğuna nasıl da karıştığını izledim. -Üşüyor, dedim. Gözüm yeniaya ilişti. Birçok şair dolunaya şiir yazmıştı, oysa yeniay o boşlukta asılı duruyordu ve boynumda bir ilmekle yarını orda asılı görüyordum. Belki de ezberlerimiz bir güzellikten, farklılıktan daha fazla yer kaplayarak insan idrakının yüzeyselliği ile dalga geçiyordur. Dolunayda, orada bir ölü gibi yatan sevgilinin suretini görmek yerine yeniayda kendi imhasını görmek daha gerçekçiydi belki kim bilir. Derin ve kısık bir ses böldü dağınık düşüncelerimi döndüm öylece yatıyordu orda varla yok arası. -Üşüyor, dedim. Ne olacağını bilmeden öylece yatağa diktim gözlerimi. Üzerine kapanıp haykıra haykıra ağlamamak için dayanılmaz bir istek ruhumu ele geçiriyordu. Oysa orada olduğunu bilmekle yetinmek zorundaydım.Y a yeniden giderse. Üşürüm. -O da üşüyor, dedim. Beraber dinlediğimiz şarkıları hatırlamaya çalıştım. Birçok ezgi, birçok söz bir boşluktan aşağıya gürültüyle düşüyor gibiydi ve ben onlara dokunamıyordum. Oysa daha iki pazar önce bu şarkıların birinde saatlerce susmuştuk. Omuzumda soluğunu duyduğum o gece bir şarkı fısıldamıştı kulağıma ama şimdi yoktu.Bir deprem olmuş ve tüm şarkıları enkazın altına hapsetmiş gibiydi.Ulaşmaya çalıştıkça dipte kalıyordum. -Üşüyor, dedim. Düşünmemelisin böyle şeyler, ben ağladıkça odanın ısısı düşüyor ve kesik kesik nefesi soğuğa karışıyordu. Dayanılmaz bir istek, varla yok arasındaki o görüntüye sarılmaya zorluyordu beni. Oysa orada öylece yatmasına bile razıydım. Anla ölüm arasına kurulmuş gibiydi zaman.Ay yer değiştirdikçe göğün yüzünde etime batan acının iğneleri sıtma nöbetine tutulmuş bir hasta gibi sarsıyordu beni.Sabah olmamalıydı.Ya yeniden giderse. Daha iki pazar önce burada bana sarılmış ama güneş doğunca karanlığa meyledip çıkıp gitmişti. Bir daha hiç aydınlıkla yüzleşmemiştim, güneşe husumetim bundan belki de. Artık bütün günler karanlık bir ölümdü. Masadaki bozuk saate ilişti gözüm, uzun zamandır orda ve ben varlığını ne çok zamandır unuttum bilmiyordum. Masa ahşap, ayağı kırık, saat bozuk, nefesi kesik kesik,orada işte varla yok arası bacaklarını bir cenin gibi karnına çekmiş, yatıyor. -Üşüyor, dedim.
38
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
GİTMİYORUM SEVGİLİM, SADECE ÖLÜYORUM Oysa oyuncak bebeklerden bir hastaneden bahsedecektim sana.Yolları hep çamur, mevsim hep sonbahar. Sarı, hazan, yağmur, hüzün diyecektim. Sonra bırak debelensin ruhum dedim usulca bir pervanenin kanatlarında,bu eski sargıda,bu eski surette yalnızlığı okumaktan bozuk bir imlaya benziyordum şimdi. Gereksiz, anlamı yok eden ve cümlelerden atılması gereken üstüne kara çekilmiş bir imla. Şimdi ordasın varla yok arası, kesik kesik soluğunla öylece yatıyorsun karanlığın içinde. Her defasında olduğu gibi yeniden sana doğru attım adımımı sen çağırmadın beni. Sen hiç çağırmadın beni. Ben hep içimde dayanılmaz bir istekle sana koştum. Hiçbir şey kalmamıştı aramızda sana göre, her şeyi tükettiğimizi söylüyordu gözlerin, bana ise hiç soluk kalmamıştı sen bunu söylerken. -Bir nefeslik daha kal, diyememiştim o sabah, sen usulca giderken. -Biraz daha kal ve dol göğsüme,diyememiştim. Ama şimdi burdaydın işte varla yok arası, kendine sarılarak öylece yatıyordun kesik kesik nefesinle. -Üşüyor, dedim, o haline uzun uzun bakınca. İkimizin hikayesine ne çok benziyor şimdi gece. Geçip gidecekti birazdan. Sesimi bir radyonun bozuk frekansına hapseder gibi fısıltıyla; -Peki ya sen, gidecek misin, diyorum güneş perdenin ardında karanlığı savarken. Perdeleri daha sıkı kapatıyorum gün girmesin içeri.Öylece yat orda istiyorum. İçerinin yeterince siyah giyindiğine inandığımdan sana dönüyorum.Yatağın ucunda oturuyorsun, bakışların yerde yine. İçimde sana koşmak için dayanılmaz bir istekle öylece kalıyorum. Kapıya doğru ayaklarını sürüye sürüye gidişini izliyorum. Ellerim benim değil sanki, ayaklarım benim değil. Hükmüm geçmiyor, uzanamıyorum, gelemiyorum sana. Bunu görür gibi elin kapının kolunda sakince dönüp bana bakıyorsun. Gözlerin bir karanlığın ardı, gözlerin ömrümün aydınlık yaması, gözlerin yeniayı içine hapsetmiş,gülümsüyorsun. Sesimi bozuk bir radyonun frekansına hapseder gibi hırıltıyla tek kelime dökülüyor dudaklarımdan; -Gidiyor musun? Öylece duruyorsun orda uzansam dokunacağım, koşsam sarılacağım.gülümsüyorsun. -Gidiyorum, diyorsun. Sesin bir öyküden geliyor sanki. Sesin bir öyküde bir çiçeği eziyor. Elimde çiçek ölüsüyle yarım öyküler anlatıyorum diğer elime o öykünün içinde. Avucumda tırnak izim birikiyor gidiyorsun. İki pazar önce gittiğin gibi gidiyorsun. Uzun uzun bakıyorum karanlığımdan aydınlığa doğru adım atmana, uzun uzun bir aşkın boşlukta savruluşunu izliyorum. -Neden geldin, yeterince gitmiş olmak için mi? Neden geldin? Neden bu kadar üşümüşken bana geldin? Gözlerin halen yeniay halen karanlığın ardı gülümsüyorsun. -Bu kabus benim kabusum, üzerime örtüp gittiğin kabus. Sen gidince iki pazar önce ben yeniaya bakarken bir ilmekti yaşamla aramdaki bağ. Uzun uzun günlerce bir ipin ucunda gözlerim yeniayda bekledim. Şimdi bana gidiyor musun diyorsun sevgilim? Ben iki pazar önce, wsen bir aşkı boşlukta savurup sırtını dönüp gittiğinde iliklerime kadar üşürken öldüm.Dedim ya bu benim kabusum ve ben ölürken orda öylece umarsız duran sendin. Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
39
GİTMİYORUM SEVGİLİM, SADECE ÖLÜYORUM Gidiyor musun diyecek kadar bile zaman tanımamıştın bana oysa. Bir ömrü yaşamamak neyse de sen bir yürekte hiç ısınmamış olmak ne demek biliyor musun sevgilim? Korkma gitmiyorum, ölüyorum sevgilim. Kapının çarpan sesiyle irkildim. Pencerenin önünde olmam gereken ben, onun az önce yattığı yerde yatıyordum. Loş odada onu aradım. Üşüyordum. İçimde sokaklara çıkıp deliler gibi koşma isteği duyuyordum. Çiçek ölüsü kokusu duydum. Perdeyi aralayan gün içeri dolalı çok zaman olmuştu. Neden olduğunu bilmediğim bir sebepten yorgundum. Ruhum sabaha kadar bir savaş meydanında defalarca kılıçlardan geçmiş gibi soluksuz ve yaralıydı. Bilmediğim bir şarkının sözlerini mırıldanırken yakaladım kendimi. Kötü bir rüyanın etkisinden kurtulmak için ne yapılırdı hiç öğretilmemiştim oysa.Yaşam tüm hızıyla akarken hemen karışmalıyım ona, rüyalar hatırlamamak içindir belki de. Koltukta duran o sefil ve hüzünlü paltoya değdi gözüm. Sanki doğduğum günden beri sadece bunu giymişim izlenimi veren o palto kendimden iğrenmem için yeterliydi bu sabah. İç cebime ne aradığımı şimdi hatırlayamadığım belkide hiç bir zaman bilmediğim o şeye ulaşmak için elimi götürdüğümde bir kağıdın soğukluğunu duydum. Gitmekle kalmak arasında kalır ya insan bazen soluksuz ve uzun uzun. Öylece bir ömür kadar uzun ve bir gençlik kadar hızlı akıp giden zamanlar geçti parmak uçlarımdan. İnsan kendinden ne kadar öteye gidebilirdi ki? Üstelik tüm yollar insanın beynindeydi ve dönüş hep kendineydi. Boğazımda bir hırıltıya karışan soluğumla ne olduğunu bilmediğim o sarı (hazin, hüzün, yağmur, sonbahar ve grup vakti) kağıdı çıkardım. İki cümleden oluşan bir mektuptu cebimde bir posta kutusunda ömrünü tüketmiş bir haber gibi bekleyen. Bazen uzun uzun düşünür ama tek cümleyle anlatırdık ya acıyı, işte ellerimin arasında duran uzun uzun çekilen bir acı bir cümleye sığdırılmıştı. -Gitmiyorum sevgilim,sadece ölüyorum. Umut ve bir yürekte gerçekten ısınmış olma şansı hızla kapıdan çıktı. Yaşanması mümkünken yaşanmamış bir aşkın boşlukta savruluşunu duydum. Ellerimi sakladım kendimden. En çok ellerimin kimsesizliği akıyordu gözlerimden. Ben kaybetmiştim, ben gerçekten kaybetmiştim… NECLA BEKTAŞ
40
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
ŞİİR ACININ BAŞINDA DURUP GÜLDÜK acının başında durup güldük saatleri söküyordu zaman hırsızı çocukları uçurtma kandırırdı eskiden şimdi hepsi kağıt para arsızı acının başında durup güldük mezarlara su taşıyan teyze uçmuş güvercinlere karışmış dediler biz ölülerle konuşur, dirilerle küsüşürdük acının başında durup güldük çerçeveli fotoğraflar kırılırdı eskiden biz bir mevsim oturup üzülürdük
MESELE Ve mesele çay değil kadın, Mesele, Denizin seyrinde, Gözlerinde aşkın koyusunu demlemektir... Ve mesele bahar değil kadın, Mesele, Kızıl gün batımlarında, Gamzelerinde umudun sıcaklığını hissetmektir... Ve mesele şiir değil kadın, Mesele, Dağınık sözcükler içinde, Yüreğinin imgesine rastgelmektir... İKRAM GÜNEŞ
gençler dijital sevgilere dönük acının başında durup güldük zeytin ağaçları ağlıyordu yurtsuzluktan kırk yıllık toprağı ufaladılar sonunda başımıza öldük sandık, bilmeden öldürdük ÖZGE SÖNMEZ
Bak gülüm; Dışarda bahar Yürekte aşk Kavgada umut var. Sarıl kavgaya Sakın korkma! Bahar dolsun Aşk dolsun Umut dolsun yüreğin. İSMAİL ŞİMŞEK
Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
41
UNUTULMAYANLAR KEMAL SUNAL En güzel repliklerden biri: “Yanında kızla bir cafeye gelirler, garsona döner: - bize iki ay çöreği iki ayran - ayçöreği yok beyefendi kıza dönerek: - çay içer misin? tekrar garsona: -iyi o zaman bize iki ay çöreği iki çay - ay çöreği yok beyefendi. tekrar kıza: - peki gazoz içer misin? içersin içersin.. tekrar garsona: o zaman bize iki ayçöreği iki gazoz - ay çöreği yok beyefendi -sizde de hiçbir şey yok canımm!!” Hani bir söz var Yaşar Kemal Ustanın. “O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler.” İşte Kemal Sunal’da o güzel insanlardan biriydi. 3 Temmuz 2000 anısına saygıyla
42
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
UNUTULMAYANLAR
ADNAN YÜCEL
“Aşksız ve paramparçaydı yaşam Bir inancın yüceliğinde buldum seni Bir kavganın güzelliğinde sevdim. Bitmedi daha sürüyor o kavga Ve sürecek Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! “ Aşkın ve kavganın şairi yürek sesimiz Adnan Yücel anısına saygıyla 24 Temmuz 2002
TOMRİS UYAR
“Sevgililik ya da aşk duygusu zamanla yara alabiliyor, örselenebiliyor, bitebiliyor. Bitmeyen tek aşkın gerçek ve lirik bir dostluk olduğunu Edip Cansever öğretti bana.” Türk edebiyatının en başarılı öykü yazarlarından biri olan Tomris Uyar’dı 4 Temmuz 2003 yılında kaybettik. Anısına saygıyla
Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
43
ŞİİR KEYFİMCE taş eridi kalbimi dinliyorum gözlerim açık kudurmuş köpek gibi salyalarını saçıyor deniz ak yeleli kısraklar dövüyor kayaları ıslak yüzünde kocaman ısırık izleri eriyor taşlar taşlar eriyor boğum boğum terleyerek birazdan geçecek biliyorum bu azgın deniz durulacak mavilik gelinliğini giyinip gelecek martı sesleri geliyor uzaktan duyuyorum çocuklar geliyor geliyorlar duyuyorum güneşi avuçlarında tutarak AYSEL MENTEŞ haypatia
*****
Bugün hiç sevmediğim şeyler yapmak istiyorum ağlamak gibi mesela, hem de hıçkıra hıçkıra, bardaktan boşalırcasına, sel-kıyamet koparırcasına. Ve satmak istiyorum dünyanın anasını; hem de bir liraya! Sonra da bütün meyhaneleri dolaşmak istiyorum, kendi kadehlerimi kendimle tokuşturup, bu şerefsiz dünyanın şerefine gardaş demek istiyorum. Meyhane dönüşü gecenin en zifirisinde, bütüüün’ apartmanların zillerine basıp basıp; kalkın ulan insanlık ölüyor siz uyuyorsunuz deyip kaçmak istiyorum... ALİ ESMERAY (aykırı nota)
BEN SESİNDEN BİLİRİM lakin ağlamak istemezsin bilirim içinin ateşi sönsün istemezsin bilirim sen türkü söyle o zaman ben sesinden bilirim ÇETİN AKYIL
44
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
ŞİİR OMURUNA SARILI ELLERİM Altın gülüşlü göğün altında Köpük köpük, titreyen gözlerin Dalga dalga vurdukça kıyıma Omuruna sarılır ellerim Yosunlu öpüşlerinden Ateşli ayak izlerin Yüreğimde eritirken anıları Dağ kokundan menekşeler geçerdim üzerime. Martılarla bölüştüğün sessiz çığlığın Yankılanırken menekşeden giydirdiğin eteklerimde Koya kurduğun dolunay sofasında Doldurdum kadehlerimizi şarapla Meze oldu zamandan koparılmış saatler Umutlarımız uzak ülke düşünde Deniz üstünde Yıldızlarla dans ederken Omuruna sarılı ellerim Özlemlerimizi Üşüyen yalnızlığın rüzgârından kundakladı İçimde titreyerek büyüyen ateşinde Süzüldüm ufuk çizgisine Sessiz çığlığından; yüreğime kanat taktığın düşlerime. NURSEN URAL
Temmuz 2018
OYALANMA Kasım gölgelerinden Kıyısına düşsün diye bahar Bir avuç doğurgan tohumum var Umut! Bereketi bilinir Mezopotamyanın Kır’ı da kıraçlığı da göğsünde emzirirken Fırat Salkımlanır heyecanı üstelik Ardında yarının... NURAY TUNÇ
*****
YAŞAM DENİLEN ÇUKUR Gözler yalanın rengiyle boyanmıştı. Akıyordu hüzünler sicim sicim şehrin sokaklarına... Köşe başları yalnızlıkların başkenti... Sokak satıcıları bağırıyordu sevdaların satışa çıktığını... Simit kokuları dağılıyordu evsizlerin burnuna... Soğukta titriyordu insanların eli zemheri ayazın gölgesinde... Yaşam özlemleri veriyordu. Gözler yenilmişti uykuya, yaşam denilen çukurda... NİYAZİ YANGIN SOLDAN ESİNTİLER
45
GERÇEK BİR DÜŞTÜR KURDELE NAKIŞI Her ay yeni bir sanat dalının yer aldığı köşemizden sizlere bir kez daha merhaba diyebilmenin mutluluğunu yaşıyorum. Dergimize gösterdiğiniz ilgi, heyecanımızı arttırmakta, sizler için en iyisini yapmak konusunda bizleri yüreklendirmektedir. Teknik bilgiler, uygulama aşamaları, renk kompozisyonlarıyla sizlere yeni fikirler vermek, özgün projeler yaratmanızı hedefleyen çalışmalarımız sizlerin ilgisiyle ivme kazanmaktadır. Bir toplumun el sanatları, o toplumun kültürünün ve tarihinin oluşturulmasındaki en belirleyici öğelerden biridir. Renklerin göz kamaştıran zerafetinin, bazen toprak, bazen gümüş tel, bazen de nakışlarla perçinlendiği, her biri rengarenk düşlere benzeyen geleneksel sanatlarımız. Atalarımızdan miras kalan geleneksel el sanatlarımızı bugün de yaşatmamız ve kendi el emeği göz nuru eserlerimizi meydana getirmemiz için çok güzel ve eğlenceli bir yol var bugün artık. Hobilerimiz. Geleneksel el sanatlarımız geçmişte kalmayacak. Bizler hobilerimiz yoluyla onları gelecek nesillere taşıyacağız ve her geçen gün daha büyük bir hızla küreselleşen ve küçülen dünyamızda, kaybolmamaları için elimizden gelen çabayı göstereceğiz. Böylece el sanatlarımızın göz kamaştıran zarafeti geleceğimizi de aydınlatacak. Kurdele nakışı; çeşitli yaprak ve düğüm şekilleri ile oluşturulan kurdelelerin renkleri ve kalınlıklarıyla da farklı görüntüler elde edilen bir işleme türüdür. İlk olarak nerede ve ne zaman başladığı bilinmemekle beraber ilk kurdele fabrikasının 1815’de Amerika’da açıldığını söyleyebiliriz. Günümüzde kurdele nakışı, kullanım alanlarının zenginliği, çalışmaların kolay ve zevkli oluşu, sonuca çabuk ulaşılması gibi nedenlerle yoğun bir ilgi görmektedir. Kurdele seçimi yaparken, nakışınızı nerde kullanacağınız çok önemlidir. Cam altında, çerçeve içinde kullanılması ile yelek, çanta gibi dış etkenlere açık yerlerde kullanılması farklıdır.
46
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
GERÇEK BİR DÜŞTÜR KURDELE NAKIŞI Kurdele nakışı çalışmalarında en önemli unsur desendir. İlk olarak yapmak istediğiniz ürüne uygun desen hazırlanmalıdır. Farklı kalınlık ya da farklı renkte kurdeleler kullanarak aynı teknikle değişik sonuçlar elde edebilirsiniz. Bu nedenle, kullanılan yaprak ve düğüm tekniklerini iyi öğrenmek, mantığını doğru kavramak çok önemlidir. Desenlerin çizimi sırasında karbon kağıdı ya da transfer kalemi kullanabilirsiniz. Oyalar, bilindiği gibi iğne, tığ, mekik, firkete vb. gereçlerle iplik, pul, boncuk kullanılarak, çeşitli düğümlerle örülerek yapılan şerit biçimindeki kenar süsü, düğüm tentenesi bir diğer adı ile danteli olarak tanımlanabilir. Başlangıç tarihi yüzyıllar öncesine dayanan, çeşitli anlamları ve duyguları içinde barındıran, ince bir zevkin ve ustalık isteyen bir emeğin ürünü olan oyalarımıza sahip çıkmak, değerlendirmek çok önemlidir. Elinizde bulunan oyalar ile ya da yeni hazırlayacağınız oyalar ile kurdele nakışlarınızı renklendirebilir, zenginleştirebilirsiniz. Kurdele nakışı iğne ile çalışılan bir sanattır. Kasnak üzerine kumaş germe tekniği ile çalışılan bir el işidir. Ayrıca dekoratif bir nakış çeşidir. Kurdele nakışın da ipek ve organze kurdelelerle, kesme, katlama, dikme yöntemleri kullanılarak çeşitli kompozisyonlar oluşturulmaktadır. Bu nakış türü kolay, çok fazla araç gereç gerektirmeyen çok güzel sonuçlar alınabilen bir nakıştır. Ayrıca öğrenilmesi çabuk ve kolaydır. Kullanım alanının genişliği de kurdele nakışı sanatının bir başka artı özelliğidir. Ayrıca evde çalışma rahatlığı tanıması ve temiz bir iş olması bu sanatın ilgi görmesine sebep olmaktadır. İpek kurdele nakışı çok eski yıllardan gelen adeta antika sayılabilecek zevkli bir sanattır. Günümüzde
Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
47
GERÇEK BİR DÜŞTÜR KURDELE NAKIŞI etkili, zarif, nostaljik ve çağdaşlık gibi özellikleri kazanmıştır. Organze kurdele kullanıldığı takdirde ise oldukça düşük maliyetlerle birbirinden güzel ürünler yapılabilmektedir. Kurdele nakışı, son günlerin en çok ilgi gören ve popüler olan uğraşılarının başında gelmektedir. Maharetli ellerin ürettiği birbirinden güzel, rengarek, pırıl pırıl ipek ya da organze kurdelelerle yapılan çiçek motifleri, iğnenin ve kurdelenin geçtiği her türlü zemine uygulanabilmektedir. Kurdele nakışı ile yapılan mis kokulu menekşeler, laleler, gelincikler, yemyeşil kırlar, ağaçlar, göğün bin bir renk tonları, şirin mi şirin bebekler, evler, hayvan figürleri ve daha neler neler işlendiği alanları sanki doğanın sihirli eli değmişçesine güzelleştirerek, zenginleştirmektedir. El sanatlarının göz bebeği kurdele nakışı dokunsan canlanacakmış gibi duran tablolara dönüşmektedir. Kurdele nakışının kullanım alanı çok geniştir. Bu nakış ile etek, pantolon, gömlek, elbise, mont gibi pek çok giysi süslenebilmekte, özellikle bebek giysilerinde bu nakışlar daha şirin ve göz alıcı durmaktadır. Kurdele nakışı ile masa, sehpa, yatak örtüleri, çantalar, tablolar panolar da yapılabilmektedir. Ayrıca kurdele nakışı, basit el nakışı ve boncuk süslemeleriyle farklı görünümler oluşturulmaktadır. Kısacası aklınızın, hayallerinizin sınırları nereye kadar uzanıyorsa, bu nakışı kullanmakta o kadar özgürsünüz demektir. Çiçek motifleri katmak istediğiniz her yerde kurdele nakışını kullanabilir ve ortaya çıkan güzel sonuç ile insan ruhuna yaşama sevinci veren görüntüler oluşturabilirsiniz. Kendinize zaman ayırabildiğiniz, ruhunuza iyi gelen çalışmalar yapabildiğiniz, rengarenk düşler kurduğunuz günler diliyorum sizlere. Her zaman ki gibi olumlu ve olumsuz her türlü görüş ve değerlendirmeleriniz, istekleriniz için mail adresimizi biliyorsunuz. Yaz tatilinin başladığı bu günlerde günün her saati yanınız da olan dergimiz ile keyifli okumalar diliyorum. Bir sonraki sayımızda görüşebilmek dileği ile sevgiler… MİNE GÜLEŞKEN ASLAN
48
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
MAVİYDİ TAN YERİ Bak yine güvercin taklaları izledi Adiloşş bebeler. Yansın şimdi Munzur Yansın deniz Yansın Ankara Sesim çıkarsa namerdim.. Bir elime bakma sadece İķi elimin içinde ölüme direnen çocuklar tutmuşum güneşe doğru. Sarıl babam Sarıl şiirlerime Belki özgürlük gelmez ama Kölelikte boynumuzu bükmez Tut elimden artık Birlikte gidelim tan yerinin mavisine.
Dostluk dediğin nedir ki... Cebindeki para... Altındaki araba... Kolundaki saat.. vs... Kim bakar gönül zenginliğine... Gönül zenginliği mi? O da ne ki? Boşver anlamazsın... ÜNSAL AKTAŞ
ZİYA YILDIRIM GÜNTEKİN
Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
49
Dürtüler ve İstençlerle Kuşatılmış Ben Nesnelere hiçlik vurdurup geriye yansıyanın fotoğrafını çekiyoruz. Gerçekliğin hiç olmadığı, hiç kurulmamış olduğu noktadan dünyaya doğrulttuğumuz fotoğrafın kadrajı kusursuz bir bakışa olanak tanıyor. Hitlerin Yalta’dan sonra Stalingrad’a saldırısı, çadırında ağırlanıp seçim kampanyasını onun parasıyla kotardıktan sonra Sarkozy’nin Kaddafi’ye saldırması, ailece tatilini Bodrum’da geçirmesinden Şam Emevi camisinde namaza uzanan süreçte aile dostu Esad’ın başına gelenler, mollalara karşı savaşan kahramandan rögarda yakalanan sefil adama uzanan çizgide Saddam’ın trajik hikayesi; buna benzer olaylardan esinlenen bir sanatçı atölyesinde “Juda’nın Öpücüğü“ adlı bir yapıt üzerine çalşmaktadır. Gerçek bir olaya dönüşen düş ürünü bir sanat eseri için yukarıda saydığım olaylar dizininden daha kusursuz bir kutsama töreni düşünülemezdi. Anlayacağınız, ihanetler için kutsama törenleri düzenlenen bir uzatmalı cinayetler çağındayız. Her gün gerçekliğin katli için kusursuz yeni bir cinayet kurgulanıyor. Oysa ki, cinayete kurban giden gerçeklik ile kurguların hayaletinin tekrar tekrar her gün birer yanılsama olarak bize geri döndüğünden haberimiz yok. Katil her defasında olay mahalline geri dönüp öldürdüğü kurbana otopsi yaptırıyor… Gerçeklik ile kurgu arasındaki sınır çoktan yıkılmış, dolayısıyla inandığımız anlamlar ve değerlere referans olarak verebileceğimiz ne bir gerçeklik ne de bir köken kalmış. Bir şizofren kadar dahi gerçeklikten pay almış değiliz. Kendi küçük yanılsamalar evrenine sıkışıp kalmış, didişip duran, simüle bir gerçeklik içinde yaşayan insanlık ailesi bu derin aymazlığından ne zaman uyanır, bilinmez. Sessiz gölgelerin arasından sıyrılıp ne zaman “adam“ olur, bilinmez. Peki gerçek denen şey ne? Farklı kombinasyonlarla kurulup bozulabilen bir görünüm mü? Gerçek, etrafında onu saran bir hayalgücü olmadan varolabilir mi? Entellektüeller somut çözümlemeler yapmak yerine öngörülerde bulunup çağın falına bakıyorlar. Edebiyatçıların çoğu hayatın metin altına entelektüel yükseklik atfederek metafora, aforizmaya ve imgeye boğuyorlar. Sonra bunun adına şiir, öykü, roman veya yazınsal yapıt diyorlar. Varoluşun sınırında kalmış olmanın verdiği azap verici duyguyu telafi etmek için yazıp çiziyoruz. Oysa sanat dediğimiz şey bir telafi etkinliği değildir. Hele hele dünyayı uzmanlaşmış çeşit çeşit dolayımlarla gösterme eğilimi hiç değildir.
50
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
Dürtüler ve İstençlerle Kuşatılmış Ben Bence bütün sorun, ürünü yapan kişinin, ürünün doğurduğu sonuçlarla ahlaki baglantısını koparmasıdır. Sanat yapıtı sahibinin entelektüel egosunu tatmin eden bir sofistikasyon (bilgiçleşme) aygıtına dönüştü. Bizi ortalama insandan ayırdığı için egomuzu okşayan bu bilgiçliğin aslında bizi tüketen, görmemiz gerekeni gölgeleyip örten tehlikeli bir yanı var. Oysa sanat yapıtının, farklılıkları yok eden kapsamlı şiddeti ve tahakkümü ifşa eden ve sürdürdüğümüz konforlu yaşantılarımızın bayağılığını açığa vuran bir işlevi olmalı. İçinde yaşadığımız ve gerçek olduğuna sonsuz bir inanç beslediğimiz dünyayı bize yadırgatmak gibi bir işlevi olmalı. Kendilerini çok ciddiye alan birçoklarının, yüzlerine taktıkları maskelerin ardına gizlenen koca bir hiçlikten ibaret olduklarını “ortalama zeka” ile bilgelik onlara göstermek zorunda. Dünya bir yanılsamalar cenneti ya da cehennemine dönüşüyor. Herkes biletleriyle popcornonu hazır etsin, gösteri başlamak üzere. Karnavala katılan herkesin elinde karanlıkta yanan bir mum var. İnsanlar tökezleyip düşsünler diye birbirlerinin silik mum ışıklarını söndürmeye çalışıyorlar. İnsanlar yabancılıkları, nefretleri, tiksintileri, alerjileri, iğrenmeleri, hayal kırıklıkları, bulantı ve bunaltıları, antipatileri, bıkkınlıkları, soğuklukları ve sevgisizlikleriyle çatışma eksenini sınıflar arası ya da toplumsal dokular arası bir perspektiften kopararak, görüntü evreninin kendi iç çatışmasına (iç patlama) dönüştürmüş durumdalar. Bedene dair her şey bir nehir gibi sürüklenip gidiyor. Zihnin bütün ürünlerinin rüya, sanrı ve yanılsamalardan ibaret olduğu bu modern çağda, insanın kişiliğine en çok zarar veren şey, bir gösteri izleyerek zaman geçirmektir. Kumarbaz birisine bir daha oynamaması koşuluyla her gün para verirseniz onu mutsuz edersiniz. Bir çoğumuzun derdi kazanmak değil oyun oynamanın keyfidir. Gösteri kendini yeniden yaratıyor ve sanat denen şey imgenin hayata kurduğu bir komploya dönüşüyor. Özne, gerçekliğin ve temsilin iç içe girdiği ve ondan kaçmanın artık neredeyse olanaksızlaştığı bir gösteri toplumunun figüranı olmayı redetmeli. Kendi içine bakmaktan kaçınmak için modern insan anlamsız bir telaş ve koşuşturmacanın akıntısına ihtiyaç duyar. Ama ister koşuşturmayı ister sakince oturmayı seçelim neredeyse her iki durumda da mutsuz olduğumuz duygusuna kapılıyoruz. Burada asıl sorun koşuşturmanın karşı savı olarak sakince oturmanın ileri sürülmüş olmasıdır. Oysa ki koşuşturmanın gerçek alternatifi, kalbin sav ve düsturlarının egemen olduğu bir dinginlik halidir. Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
51
Dürtüler ve İstençlerle Kuşatılmış Ben Gösteri ve görüntü toplumunun aldatıcı cazibesine ve baştan çıkarmalarına nasıl direnebiliriz? Dürtülerimizi ve eylemlerimizi yönetcek ilkeler edinerek. Nihai sığınağımız sağlam bir kişilik ve vicdan olmalıdır. Tabii bu sağlam kişiliğin bir erdemler bütününden oluşması gerekir. Dürüstlük, şeref, sıkı çalışma, özveri, kanaatkarlık, tutumluluk, şefkat, alçakgönüllülük, sadelik, bağımsızlık, sağgörü ve yüce gönüllülük gibi bir çok erdemi dağılmadan bir arada tutan çimento bence sevgidir. Almak değil vermeye dayanan sevgi insanı kavrayıp bir evren parçacığı gibi içine çeker. Savaş, şiddet ve barbarlık, izlenen haberin verildiği kanalın bir anda değiştirilmesine yani TV kumandasına ya da elektriklerin bir anda kesilip televizyonun kapanmasına kadar olan süre kadardır; tüm etkileri ve vahşeti oraya kadardır. Savaşın ve barbarlığın kendisinin değil, adeta yansımalarının bir önemi ve etkisi var. Televizyon, reklam, sinema, moda ve eğlence endüstrileri yoğun bir biçimde kurgusal bir evreni, simülasyonu, tekrar ve yeniden üretiyor. Gerçek yaşamın bir kenara itildiği bu dünyada, sanal olan simülasyonlar içerisinde dönüp duruyoruz. Peki bu imaj ve sloganların tersine çevrilerek sisteme geri döndürülmesi mümkün mü? Öznenin barbarlık karşısındaki ruhsal değişimi, tepkisi, sözde empatisi, ahlaklılığı ve erdemliliği ekran karşısında gördükleriyle sınırlı. Artık geçerli ahlâk, tüketim etkinliğinin ta kendisidir. Ahlaklılık ve erdemlilik tüketmekle sınırlı bir tutum. Birincil gereksinimler üzerine kurulu düzen -barınma, beslenme, giyinme- yerini ikincil türden gereksinimlerin tüketimine bırakmış. Maslow ihtiyaçlar hiyerarşisi maraz bir tüketim çılgınlığı içinde her defasında alt üst edilerek doğrulanmakta. Tüketmek birey için adeta bir zorunluluğa dönüşmüş. İnsani ilişkiler yerini maddelerle ilişkiye bırakıyor. Her birey marjinalleşme tehdidi altında tüketmeye hasretmeli, aksi taktirde toplum dışı kalmak tehlikesiyle karşı karşıya kalır! Marjinal konuma düşmek istemeyen her birey çalışma piyasasına uygun bilgi ve beceri birikimini her an güncellemek, giyim kuşamından genel kültürüne kadar her şeyine dikkat etmek, kısacası ana akım modayla birlikte ‹işin içinde olmak› zorundadır. Anlaşılan bir düşüncenin ciddiye alınması için toplumun arzu akışında yer alması gerekiyor.
52
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
Dürtüler ve İstençlerle Kuşatılmış Ben Kısacası, bencillik ve narsizmin yaygınlaşmasıyla birlikte kollektif eğilim ve niteliklerin kırılıp yayılması yüzünden bir arzu ve haz salgınıyla karşı karşıya kalmış bulunuyoruz. Özne, gerçekliğin hiç yontmadığı, sadece akması için arzunun davet edildiği bir algı biçimi aracılığıyla, arzunun ehlileşmediği düşlerde, gerçeklikle anlaşma kurmaya çalışıyor. Olası bu ilişki oysa ki bükülmüş bir gerçeklik algısını yeniden üretmekten başka bir işe yaramayacaktır. Temel itkileri Freudçu cinsellik, ekonomik paradigması sürdürülebilir büyüme, gereksinim fazlası üretim ve tüketim olan bir “phallus toplumundan” söz etmek mümkün. Kemiği, omurgası olmayan, eğilip bükülebilen, karnal (etçil/tensel) bir hipergerçeklik toplumu. Uygar insan sözümona, arzusunu hazza ulaştırmak gayesiyle, ekonomik sınırlar dahil tüm sınırlarını zorlayan, beklenti ve arzularını en yüksek duvarlara çarptırıp geri dönenlerden duyumsadıklarına göre yaşamını sürdürmeye odaklanmış insandır! Bu “tüketim” tutkuyla kendi kendini yakan ve harcayan kişidir! Oysa özne sahte kendilikler arasında boşuna kendi izini arıyor. Öznenin bir izi, bir gölgesi artık yok. Gerçekleri anlattığını ve gösterdiğini savlayan televizyon ve bilim karşısında izlerini ve gerçekliğini yitirmiş sayısal “ben” ler toplamıyız. Kendi benliğimizi yaşadığımızı sanıyor ve yeni teknolojilerin bize uygun gördüğü role, kimliğe bürünüyoruz. Bu “gerçek kendimiz yanılsamasını” gerçek kabul ediyoruz. Ekranlar, videolar, röportajlar arasında yalnızca başkaları tarafından görülmüş olanı gören ve yalnızca “sunulmuş paket gerçeği” tüketen gölgeleriz. Artık ne istediğimizi bilmiyoruz, ama bir başkasının istediğini isteyebiliyoruz. Bir parantezin içine sıkışmış kelimenin ana değil, yan/alt anlamlarıyız sadece. Kendi varoluşunu ileri sürmek artık olanaklı olmadığından, ne tam var olmayı becerebiliyoruz ne de tam anlamıyla var olmamayı. İlkel düzende beraber avlayan, pişiren, yiyen insanların yerini günümüz modern dünyasında istediğini istediği şekilde yaşayan, harcayan, yok eden bireysel ve bencil insan tipolojine bıraktı. İnce uygar kabuğu içinde o primat adeta bir orji sonrası sarhoşluğu içindedir… Tüketim toplumunun vardığı bu nokta, modernizmin insanlara vaat ettiği ütopyalarda yer alan gerçeklikle örtüşüyor. Ancak tüketmek de modernizmin kendi kendine vaat ettiği ütopyayı yok etme işlevini de başarıyla yerine getiriyor. Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
53
Dürtüler ve İstençlerle Kuşatılmış Ben Tüketim baştan çıkarmanın en ölümcül şekline dönüştü. Aşk ve romantik ütopyalar yerini geri dönülmez biçimde bir baştan çıkarmaya, tek gecelik ilişkilere, pornografinin bayağılığına, gövdelerin tepinmesiyle bedenlerin tüketimine bırakıyor. Fakat bedenlerimizi dahi nasıl kullanacağımızı belirleyen yaygın ve geri dönüşsüz bir iktidar var. Sınıf tabanlı çatışmalar, kimlik eksenli toplumsal hareketlere dönüşüyor. Kimlikler arası geçişkenlik hiç bu kadar zor olmamıştı. Oysa kimlik dediğimiz şey kim olduğunu bilmeyen varlığın sahiplenme takıntısıdır. Hiçbir niteliği olmayan bu varoluş etiketi uğruna kanlı savaşlar sürülüyor. Oysa ki, üzerine abartılı anlamlar yüklediğimiz değerler, bağlandığımız kimlik ve aidiyetler mutlak ve ebedi değiller. Sözde bir farklılık ve çoğulculuk söylemi altında yaşadığımızı savlıyoruz. Ne var ki bu çoğulculuk söylemi, aramızdaki farklılıkların ve farklı bir dünya düşünün yitip gidişinin üzerini örten bir maskeden ibarettir. Her geçen gün hayatlarımız daha da sıradanlaşıyor, bayağılaşıyor, aynılaşıyor. Bütüncül bir aynılığa doğru hızla evriliyoruz. İnsanın kollektife doğduğu aynılığın barbarlık olduğunun ayırdına hala varmış değiliz. Televizyon, reklam, sinema, moda ve eğlence endüstrileri yoğun bir biçimde tek tip kurgusal bir evreni, simülasyonu, tekrar ve yeniden üretiyor. Her gün maruz kaldığımız enformasyon bombardımanı, farklı anlam ve değere dair ne varsa silip süpürüyor. Tüm alışkanlıklar, aidiyetler, kimlikler, anlamlar ve çeşitlilik her geçen an biraz daha hız kazanan bir yapı bozumuna uğruyarak aynılaşıyor. Farklı siyasi parti ve görüşlerin gitgide ayırt edilemez hale gelmesi, sözümona bir çoğulculuk söylemi altında gündelik yaşamların dünyanın dört bir yanında birbirine gitgide bu kadar çok benzemesi işte bu yüzdendir. İdeolojilerin ve geçmişte uğruna mücadele edilen türlü kültürel, cinsel veya siyasal kimliklerin anlamını yitirmesinden sonra solculuktan, milliyetçiliğe, eşcinsellikten dindarlığa her türden kimlik ve aidiyet artık birer ‘imaj’a indirgenmiş olarak karşımıza çıkmakta.
54
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
Dürtüler ve İstençlerle Kuşatılmış Ben Kadın-erkek, sağcı-solcu, dindar-laik arasındaki ayrım ve kutuplaşmalar, bu kategoriler arasındaki sert pozisyonları daha da tahkim etti. Modernitenin paradigması, tüm anlam ve değerleri tüketim üzerinden aynılaştırıp çözerek yerine yenisinin koyulmasını neredeyse olanaksız hale getirmektedir. Cinsel, dinsel, etnik, sınıfsal ve ideolojik her türlü kimlik arasındaki geçişkenlik zorlaşmakla birlikte bu aidiyetler giderek birbirlerine daha çok benziyorlar. Politikanın, cinsiyetlerin, ekonominin ve estetiğin benzeştiği ve homolaştığı bir dünya bu… Hepimiz aslında kültürel anlamda eşcinseliz; düşüncelerimiz ve bedenimiz hybrid olanaklara kapalı, ruhumuz ama, melez bir yapıya sahip. Mesela sosyal medyayı kendimize bir rahatlık alanı yaratmak için kullanıyoruz ve arkadaşlarımızı sadece bize benzeyenler arasından seçiyoruz. Eşyalar ve görüntüler doygunluğuna erişmiş bir toplum düzeninde her özne, bir simülasyon evreninde karşılık geldiği görüntüsünü doldurmuş olmak adına, sosyal ilişkiler ile üretim-tüketim süreçlerine katılıyor. Sadece bize benzeyenleri seviyoruz; benzemeyenleri ise bize benzemeleri koşuluyla seviyoruz; ya da onları kendimize benzettikten sonra seviyoruz. “İdeolojik hemcinslerimiz” ile parti kuruyoruz. Sonrasında kurduğumuz iktidarlar aynı düşünceyi savunan, homojen ve ideolojik olarak steril bir bürokrasiden oluşuyor. Aile içinde çocuklarımızı kendimize benzetiyoruz. Benzemek istemeyenleri evlatlıktan red ediyoruz. Farklılıkları ezmek pahasına ulusal bir kimlik inşa ediyoruz. Bunun dışında kalanları vatan haini olmakla suçluyoruz. İnsanlar her gün tanrının varlığını sorgulatacak zalimlik ve vahşette öldürülüyorlar. Fakat tanrının öldüğünü gizlemeyi kendine şiar edinmiş bir diyanet var. Bu diyanet kendisi gibi düşünmeyenleri ve devlet dinini benimsemeyenleri aforoz ediyor. Okul, yeni gerçekliklerin, yeni olasılıkların ve başka dünyaların önünü aralayan bir yer olmak yerine tek tip insan üreten bir fabrikaya dönüştü. Her dönemin kendine özgü yazınsal bir topografyası ile karakteristik bir metaforu vardır. Örneğin Kafka’da şato, Dostoyevski’de yeraltı, Zola’da maden ocakları, Kerouac’ta yol, Balzac’ta (balo)salonu vb. gibi. Kanımca çağımızın topografyası AVM’ler, yüksek duvarlar ve libidodur.
Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
55
Dürtüler ve İstençlerle Kuşatılmış Ben Yaşadığımız şehirlerin pek çoğu, uygarlığın ve kültürün dibe çök(türül)mesiyle oluşmuş tortu kentleri, klitorik haz merkezleridir. Bu şehirlerde sistemin kodladığından başka türlü yaşamak da mümkün görünmüyor. Bu şehirler, reklam panoları ve dikey mimarisiyle imaj ve sloganlarıyla ruha biteviye şiddet uygulayan bir iktidar coğrafyası sunuyor. Çünkü şiddet sistemin meşruluk aracı olagelmiştir. Bakmayın siz göğe doğru bolca gökdelenin olmasına. Derine ve batışa doğru bir dikeyliğin şehirleri bunlar. Bir tür derin zamansallık anlamında, yanılsamalar ve mitler biçiminde de olsa kendini hissettiren eski uygarlık kadavralarının ve fosil kültürlerin yaydığı, rögarlarından kötü kokulu sızıntılar yayılan şehirler bunlar. Nefret, tiksinti, alerji, iğrenme, hayal kırıklığı, bulantı, antipati ve bıkkınlık duygularının çekim gücü alanında hangi uygarlıktan söz edeceksiniz? İnsanlar neyi istediklerinden çok neyi istemediklerinden daha eminler. Soğukluk, sevgisizlik, alerji duygusu, nefret, öğrenmeye direnç, intikam, yıkım ve topyekün red bu tepkisel boşalmaya yönelik paradigmanın bir parçasıdır. İstemiyorum, uzlaşmıyorum, kabul etmiyorum, reddediyorum o halde varım! İnadığımız idolojilerin sırtını yasladığı üretim, emek, sömürü olgularının iflas ettikleri iddia ediliyor. Fakat bu doğru bir sav değil. Çünkü dönüştürücü güçlerin devrimci enerjileri, psikolojik eksenli, iç çatışmacı bir paradigma tarafından absorbe edildiği için durum böyle görünüyor. Bu dünyanın savaş, şiddet, barbarlık, yoksulluk, açlık, varoluş bunaltısı, intihar, aşk, ihanet, ölüm, ayrılık, kavuşma, üreme cinneti, sömürü, ayrımcılık, ırkçılık, özgürlük, tutsaklık gibi kaçınılmaz zorunlulukları ve gerçekleri var. Dünya çılgın bir seyir aldığına göre, belki biz de dünyaya ilişkin çılgın bir bakış açısı edinerek bu kötücül olgularla baş edebiliriz. Fakat yola hayran birinin, bir yere varması mümkün müdür? Ölüm, devrim ve zaman dışında dünyayı ve hayatı şekillendiren başka kaçınılmazlar var mı? Bizi esir eden şeyleri üreterek özgürlüğe varmamız mümkün mü? Şiir bizi ölümden korur mu? Şiirden ve devrim düşünden daha iyi bir antidepresan var mıdır? Bu kadar imge, yanılsama ve simulasyon tadı veren başka bir şey var mıdır hayatta? Josef Hasek Kılçıksız, PhD öğrencisi Tampere Üniversitesi/Finlandiya Haziran 18, Fransa
56
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
KADRAJA TAKILANLAR
Bakacak Tepesi/Amasra Foto: Süheyla Güney Avcı
KOÇ MÜZESİ AYVALIK CUNDA ADASI Temmuz 2018
BALIKESİR EDREMİT - ALTINKUM SUYA YANSIMA Foto: Ünsal Aktaş
Foto: Mine Güleşken Aalan
SOLDAN ESİNTİLER
57
KEŞİF GÜNLÜĞÜ SAFRANBOLU YÖRÜK KÖY Batı Karadeniz’in muhteşem doğası ile başbaşa kalmak isteyenlere tavsiyemdir Safranbolu. Aslında Karadeniz başından sonuna bir doğa harikası. Karabük’ün tarihi ilçesi Safranbolu da şirin bir köy olan Yörük Köy’deyiz. Bu köy bir Bektaşi köyü. Köyün tarihi 11.yüzyıla dayanıyor. Köy hakkında bilgi almak için ilk adım köy meydanı oluyor. Yörük Köy meydanındayız ve bu meydanın Yörük beyinin çadırını ilk kurduğu yer olduğunu öğreniyoruz. Halk burada uzun süre çadır hayatı yaşadıktan sonra yerleşik hayata geçiyor. Bir rivayete göre de Safranbolu’daki Hacılar Obası Köyü Hacı, Davut Obası Köyü Davut, Yörük Köy de Hüseyin adlı üç kardeş Türkmen beyi tarafından kurulmuş olduğudur. Yörük Köyünde Bektaşi geleneklerinin izleri halen görülüyor. Köyün içerisinde dolaşırken bunları görebiliyoruz. Evleri ve evler içindeki yapılardan bazıları orjinalini koruyor. Fakat orjinale dayalı yapılmaya çalışılmış koruma işleminde bina ve tarihi yapıların dokusunun uyumsuz özensiz çalışılmış olanları da üzülerek gözümüze takılanlar arasıda.
Yörük Köyde dolanırken opera sanatçısı Leyla Gencer’in de evinin olduğu yere uğramadan geçmek olmaz. Bu arada tarihi dokusu bozulmadan korunan yerlerden biriside bu ev ve evin önünde sanatçının bir büstü bulunuyor. Yörük Köy de en yeni evin 90 en eski evin 450 yaşında olduğunu öğreniyoruz. Yolumuza 250 yaşındaki Sipahioğlu Konağı çıkıyor. Konak hala kullanılan bir konak. Sipahioğlu konağının bir miras davası için ikiye bölündüğünü anlatıyor konağın kendine ait kısmının sahibesi olan Filiz hanım. Konak haremlik selamlık olarak ikiye ayrılmış ve iki kardeş konağa iki farklı giriş oluşturmuş. Konakta halen eskiye dayalı devam eden gelenekler var. İç kısmını dolaşırken bunu görebiliyoruz. 250 yaşındaki konakta odalarda var olan mutfak banyo kısmı kiler ve Bektaşi geleneklerine uygun yansımalar bir tarihin içine yolculuğa çıkarıyor gidenleri.
58
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
KEŞİF GÜNLÜĞÜ
Köyde 140 tane ev var var ve sadece 35 tane ev de yaşanıyor. Köyün çamaşırhanesi uğradığımızda tarihi yapısının bozulmamış olduğunu görmek güzel. Burada köy halkı toplu halde çamaşırlarını ve çocuklarını yıkıyor. Buraya aslında yunak deniliyor. Yunağın ortasında bulunan göbektaşı 12 köşeden oluşuyor. Göbek taşının köşeden olmasının sebebi de köyün Bektaşi köyü olmasından kaynaklıdır. Yunakta önce çamaşırlar sonra da çocuklar yıkanıyor. Yunak aslında bir nevi hamam toplantı kız görme vb gibi konular için toplanma yeri görevini görüyor. Karadeniz’in güzel şirin bir köşesi olan Yörük Köy de sıcak bir hava ile karşılaşmak tabi ki ayrı bir güzellik. Harikulade Karadeniz köşesinden ayrılmak ise bir o kadar üzücü.. SÜHEYLA GÜNEY AVCI
Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
59
KİTAP TANITIM
UMUT SONATI İKRAM GÜNEŞ RESSE YAYINEVİ 176 SAYFA
ŞİİRİMİN RENGİ NİYAZİ YANGIN
niyaziyangin@gmail.com
60
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
UNUTULMAYANLAR
LEYLA ERBİL
FRİDA KAHLO
“Senin sevmediklerini de sevdim ben Diego. Neden sevmediğini anlamak için, onları… sevdim !!! Ya da sevmeye çalıştım… İçimdeki, sana dair olan öfkeyi dindirmek için yaptım belki. Öfkem dinmedi Diego.” 13 Temmuz 1954 Temmuz 2018
Hiç durmadan yaz, yaz yaz at bir köşeye, arkasını bırakma yazmanın. İşte benim tek sığındığım, tek avunduğum şiirlerden de umudum kesildi artık. Yaşamanın anlamı ne olacak artık, ölebilirim artık. “Tuhaf Bir Kadın” Türkiye PEN tarafından Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilen ilk kadın yazarımız Leyla Erbil’in Başlıca düşünce kaynakları Marx ve Freud‘tu. Yapıtlarında yaşama biçimlerine, değer yargılarına, evlilik, aile ve kadın cinselliğine sert, alaycı ve eleştirel tutumla yaklaştı. 19 Temmuz 2013 SOLDAN ESİNTİLER
61
REKLAM
KİTAP MI YAZIYORSUNUZ? DOSYANIZI YOLLAYIN KİTABINIZI BASKIYA HAZIRLAYALIM. GRAFİK TASARIM VE REKLAM HİZMETLERİ 0555 494 43 03 0539 436 72 71 grafiktasarimm.reklam@gmail.com ınstagram : tasarim.grafik
62
SOLDAN ESİNTİLER
Temmuz 2018
REKLAM GRAFİK TASARIM VE REKLAM HİZMETLERİ *KARTVİZİT , *LOGO , *BROŞÜR , *AFİŞ , *POSTER , *BRANDA *FATURA , *İRSALİYE , *ADİSYON , *SİPARİŞ FİŞİ *KATALOG , *AMERİKAN SERVİS *TAKVİM , *DUVAR SAATİ , *DAVETİYE *ANTETLİ KAĞIT , *STİCKER(ETİKET) , *PLAKET *KUPA BARDAK , *MAGNET , *ZARF *CEPLİ DOSYA , *BLOKNOT , *BİLET *KİTAP , *DERGİ , *BÜLTEN , *GAZETE *E-DERGİ , *E-KİTAP , *E-BÜLTEN , *KİTAP DAMGASI , *MÜHÜR , *KAŞE *ÖĞRETMEN KAŞESİ *ÖDEV , *YILLIK , *İMSAKİYE *DOĞUM GÜNÜ KONSEPTİ *TSHİRT , *PROMOSYON ÜRÜNLERİ *ÖZEL GÜNLER İÇİN ÖZEL TASARIMLAR *KİŞİYE ÖZEL TASARIM YAPILIR ONLİNE TASARIM YAPILIR !!! BİR TELEFON KADAR YAKINIZ... DİJİTAL BASKI OFSET BASKI FOLYO BASKI HIZLI HİZMET !!! Detaylı bilgi için bize ulaşın Ünsal Aktaş Gsm: 0555 494 43 03 #WhatsApp Gsm: 0539 436 72 71 e-mail: unsal62aktas@gmail.com grafiktasarimm.reklam@gmail.com
ınstagram : @tasarim.grafik Temmuz 2018
SOLDAN ESİNTİLER
63