7 minute read

8. Türk Tarihinin Başlangıcı Meselesi

8. TÜRK TARİHİNİN BAŞLANGICI MESELESİ

Türk tarihini nasıl ele almalıyız? Herhalde, en önemli mevzularımızın başında gelmektedir. Zira bir milletin tarihini öğrenmek, medeni hayatını anlamak için, öncelikle kendi yazdıklarını ele almak gerekmektedir. Tabi, bu husus öncelikle geniş bir alana yayılmayan, farklı birçok millet ile münasebeti hasmane veya dostane olmayan milletler için geçerlidir. Dolayısı ile bu bahsettiğimiz husus yüzünden Türk tarihini, İngiliz, Alman veya Fransız milletlerinin tarihi gibi ele alamayız. Bundan dolayı, Türklerin tarihi ele alınırken, biraz önce belirttiğimiz gibi, sadece kendi dilinde yazılan eserlerle yetinmek mümkün değildir. Bu yüzden, münasebet içinde bulunulan diğer milletlerin eserlerinde de Türklerle ilgili kayıtlara bakmak gerekmektedir. Günümüz devletlerine bakarak belli başlı devletlerin nasıl meydana geldiğini tahmin edebiliyoruz. Çünkü birçoklarının tarihi, aynı coğrafyada gözümüzün önünde oluşmuştur. Aynı coğrafyada genişleyip daralan bu milletlerin tarihini kronolojik olarak tespit etmek de kolaydır. Oysa Türk tarihi için bu da mümkün değildir. Özellikle, Türklerin henüz göçebe olduğu devirlerden başlayarak, nerede ise Orhun kitabelerine kadar yazılı belge ve eser bırakrnamalarından dolayı, Türklerin tarihini kronolojik olarak da tespit etmek bir hayli zordur.

Tüm bu olumsuz tablolara rağmen, tarihin mitolojik, yani destanlarla ifade edilen dönemlerinde ortaya konulan bilgiler belki günün şartlarında ihtiyaçları karşılamaya yetmekte idi. Ancak, günümüzde bu bilgilere hala takılıp kalmak pek mümkün olmamalıdır. Zira on dokuzuncu yüzyılın sonlarında başlayan Asya Türk tarihine yönelik çalışmalar neticesinde, günümüzde genç Türk bilim adamı adayı Türklerin başta Çince ve Rusçaya vakıf olmaya başlamaları ve bu dillerdeki ilk el kaynakların kullanılmaya başlaması ile Türk tarihinin bilinmeyen dönemleri usul usul da olsa aralanmaktadır. Bu belgelerin sahada yapılan çalışmalar ile ve arkeolojik buluntularla desteklenmesi neticesinde de sadece tarihimiz değil medeni seviyemiz ile ilgili de bilgiler ortaya çıkmaktadır. Bugün dünya tarih biliminin ortaya koyduğu bilgileri ele alarak yaptığımız bir tasnifte vatan, millet ve devlet tarihlerinin varlığını görüyoruz. Bunları örnekleriyle şu şekilde açıklayabiliriz; 1. Birçok millet coğrafyayı vatan yaparak, o coğrafyayı yüzyıllar boyu muhafaza etmekle bir vatan tarihi oluşturmuşlardır. Sözgelimi Fransız tarihini değerlendirmek istediğimizde, vatan tarihinden başka bir tarih usulü görmek mümkün değildir. Bundan dolayı da, aynı coğrafyada oturan bu insanlara Fransız denmiştir. Zaten onlar da, Gol, Latin yada German olduklarını iddia etmezler. 2. Bazı topluluklar için millet tarihi şeklinde değerlendirilebilir ki Arapların tarihi böyledir. Zira vatanlarının sınırları değişik kalmakla beraber, Araplar uzun asırlar boyu devletsiz kalmışlar, ama milli varlıklarını muhafaza etmeyi başarmışlardır.

3. Bazı milletler için ise devlet tarihi olup, en iyi örnek İngilizlerdir. Çünkü İngilizlerin ülkelerinin dışına çıktıkları zaman, kültür olarak İngiliz kalmakla birlikte, bazı değerlerini kaybetmişler, İngiliz' den başka bir isim taşıyan İngilizler ise, esas varlıklarını ana devletlerinde korumayı başarabilmişlerdir.25 Geniş bir coğrafyaya yayılan Türkleri bu tasniflere koymak bir hayli güçtür. Çünkü ilk yazılı tarih eserlerimiz devlet müesseselerini her şeyin üstünde görerek onu din ile eşdeğer gördüklerinden, umumiyetle yazdıkları tarihleri bahsettikleri memleketlerin veya milletlerin ismine izafe etmemişlerdir. Onlar, devleti iktidar makamında bulunan hanedanın ismine izafe ettikleri gibi, memleketi de o yüksek şahsiyetin ismiyle isimlendirmişlerdir. Devleti teşkil eden veya devlete tabi olan insanları da o sülalenin adı ile yad etmişlerdir. İktidar makamında bulunan hanedanın düşmesini de büyük bir olay şeklinde değerlendirdikleri gibi, devletin yıkıldığını da zannetmişlerdir.26 Özellikle Anadolu coğrafyasında kurulan Devlet-i Al-i Selçuk ve Devlet-i Al-i Osman buna en iyi örnek olarak değerlendirilebilir. Oysa millet aynı millet, memleket de aynı memlekettir. Burada dikkatimizi çeken bir başka hususta şudur. Anadolu Selçuklu devletinin inkırazından sonra oluşan beylikler döneminde, Bilecik ve yöresinde kurulan ve daha Türkün bir cihan devleti olan Osmanlı devletinin yazıcıları Anadolu' daki diğer ecnebi memleketin kısımlarından sayacak kadar dalalete düşmüşlerdir. Bunun en büyük örneği, Osmanoğulları ile Karamanoğulları arasındaki münasebetlerden dolayı Osmanoğlu'nu bizim padişah şeklinde değerlendirirlerken,

25 Atsız, Türk Tarihinde Meseleler. lstanbul, 1980, s.9 26 Yınanç, Mükrimin Halil, Milli Tarihimizin Adı, İstanbul, 1969, s. l 1.

Türkçenin bayraktarlığını yapan Karamanoğullarını ecnebi saymışlardır. 27 Peki, bu durum ne zaman değişmiştir. Şüphesiz millet olduğumuzun anlaşılması ve devletimize tabi Türk olmayan unsurların milliyetçilik yapmaya başlamaları ile biraz geç olsa da, bu hususun bizim aydınlarımız tarafından da değerlendirilmeye başlaması neticesinde, tarihimize Türk tarihi denilmeye başlanmıştır. Türk tarihi deyince de, Kafkasya, Irak, Suriye, İran, Rusya, Hindistan, Türkistan, Moğolistan, Balkanlar, Afrika ve Çin' de devlet kuran ve hükumet tesis eden bütün Türk kavmine mensup illerin ve ulusların tarihi akla gelmelidir.28 Bu yapılırken de, temel noktalarda sıkıntı çekmemek ve kavram kargaşalığına düşmemek için XI. yüzyıla kadar Türkistan' da geçen tarihimize doğu Türklüğünün tarihi; Malazgirt zaferinden sonra akın akın Anadolu'ya gelen Türklerin oluşturduğu tarihi ise Batı Türklüğünün tarihi olarak değerlendirmekte fayda vardır. Bir başka husus ise tarihimizin başlangıcı hususudur. Çünkü ne Genel Türk Tarihinin ne de Anadolu Türk tarihinin başlangıcının belli olmaması sıkıntıdır. Burada belki belge ve bilginin olmadığı devirlerin bilinmemesi yadırganmayabilir. Ama, çok iyi bilinen çağlarda kurulan devletle ilgili farklı fikirler varsa, bu husus da ayrı bir değerlendirme konusu olmalıdır. Nitekim altı asır hüküm süren Osmanlı Devleti ile ilgili olarak, 2009 yılının son aylarında ortaya atılan bazı bilgiler, sadece kafaları karıştırmakla kalmıyor, her şeyiyle dünyaya nizam veren ve örnek olan bu devletimizi onca belgeye rağmen tartışıyorsak, hakkında pek belge ve bilgi bulamadığımız devletlerimizi ne yapacağız. Bu tür

27 Ymanç, a.g.e., s. 14. 28 Yınanç, a.g.e., s. 17.

tartışmaları biz yaparsak, düşünce ve felsefeleri Türk muhalifliği ve düşmanlığı çizgisinde kalanlar da, bazı boylarımızın Türklük dairesi dışında tartışılmasına başlarlar ki, o zaman 24 Oğuz boyunun her biri bir millet gibi, ya da başka bir millet gibi değerlendirilmeye başar ki, bu konuda Rusya' da son yıllarda çıkan bazı eserlerde Başkırt Türklerinin, Türklük dairesi dışında değerlendirildiğini ibretle görmekteyiz. Kanaatimizce, küçük hesaplar ve düşünceler için, elimizde kesin belgeler yoksa tartışmamamız gerekmektedir. Bu durum

Türklüğün medeniyet ve kudret bakımından üstün olduğu devirlerde zafiyet sebebi olmamıştır. Ama medeniyet ve kuvvet üstünlüğü Avrupalılara geçince denge bozulmuştur. İçimizde de azınlıkların zaman içinde iktisaden ve eğitim bakımından gittikçe güçlenmeleri, dengenin bozulmasını hızlandırmıştır." Şüphesiz tarihimizin bir diğer önemli problemi ise, özel adların imlası meselesidir. Ama bunların bir kısmında ortaklık olması pek zor gözükmektedir ki, bunların başında d-t harfleri gelmektedir. Ahmed, Mehmed, Mahmud isimleri d ile mi t ile mi yazılmalıdır. Burada herhalde bu isimlerin muhatabı olan tarihi şahsiyetlerin yaşadıkları devir ve kullanılan alfabe ile yazım şekli baz alınmalıdır. Bunlar Arap harfiyle yazılmışlar ise genelde d harfiyle biterler ki, bu durumda Latin harfleriyle yazılmaları da d harfiyle olmalıdır. Ancak, cumhuriyet dönemi ve 1928 sonrası kullanılan Latin alfabesi ve imla kuralları çerçevesinde değerlendirilecek yeni dönem şahıs isimlerinde ise, kanaatimizce Türk Dil Kurumunun imla kılavuzuna uygun yazılmalıdır. Bir başka sıkıntımız da tarihe ideolojik yaklaşımlarımızdır. Gerçi bu her zaman yapılmış ve yapılacaktır. Fakat bunun Türkiye' deki kadar kitleler seviyesinde bir bölünme meydana

29 Akyol. Taha, Tarihten Gelecege, Ankar-a, 1983, s. 57.

getirmesi her yerde görülen hadiselerden değildir. Bu bölünmenin çeşitli sebepleri vardır. Özellikle, objektif tarih araştırmalarının yapılmayışı büyük bir bölünmenin hem sebepleri, hem de sonuçları arasında sayılabilir. Sebep olarak ele alındığında bu hem yanlış düşüncelere yol açmakta, hem yanlışların farkına varıldığında çok şiddetli sübjektif tepkiler oluşturmaktadır. Sonuç olduğu zaman ise, tarih iktidar elitlerinin meşruiyeti için bir dayanak haline gelmektedir.'0 Diğer yandan Milli tarih cereyanları milliyetçilik hareketleriyle gelişirler. Çünkü insan nasıl aile kökünü bulduğu zaman kendini belli ve bağımsız bir hüviyete sahip olarak görürse, milletler de milli tarihlerinin eseri olarak kendilerinin bağımsız, milli özelliklere sahip varlık bütünleri olduklarını iddia etmektedirler. Milliyetçiliğin doğuşu bir bakıma milli tarihin doğuşu demektir; bazen bu tarih objektif gerçeklerden çok efsanelerden ve hülyalardan ibaret olsa bile, daima aynı fonksiyonu görmektedir. Zaten tarihin yorumu daima milli birliğin pekiştirilmesi gibi bir gaye göz önünde tutularak yapılmaktadır." Galiba milli tarih hususunda da herhalde kantarın topunu fazla kaçıranlardanız. Çünkü çok fazla milli tarih yapıyoruz. Sadece son zamanlarda değil, baştan beri. Örneğin materyalizmin Türkiye'ye gelişi 1960'lardan sonra ama milli tarih kutsallarla dolu durumdadır. Tarihe yönelik belli bir bakış vardır ve olmalıdır ama bu bakışın dışına çıkmak kutsalı kirletmek gibi anlaşılmaktadır. Hem milli tarih görüşü hem onun reddi olarak ortaya çıkan tarihi materyalizm. Şimdi bizde yüzden fazla üniversite var ve bu kadar da tarih bölümü var ama hepsi Türk tarihiyle uğraşıyor. Türk tarihi dışında bu bölümlerde çalıştığımız alan olmadığı gibi yurt dışına lisan üstü eğitim için

30 Güngör, Erol, Dünden Bugünden Tarih-Kültür-Milliyetçilik, lsıanbul, 1995, s.13. 31 Güngör. E., Kültür Detışmesi ve Milliyetçilik, İstanbul, 1994. s. 74-75.

gönderilen öğrencilerimizin de büyük bir çoğunluğu Türk tarihi çalıştığı gibi, hep yadırgadığım husus bu tezlerin Osmanlı arşiv kaynaklarına dayalı olup, batılı meslektaşlarımıza sanki servis görevi ifa etmekteler. Şimdi diyelim ki Avrupa Birliğine gireceğiz, ama Avrupa tarihi yok. YÖK ile birlikte Avrupa ve

Amerika tarihleri ders olarak okutuluyor, ama Avrupa tarihi hususunda bir iki istisna hariç başta bu dersi verenler olmak üzere oturup eser yazan da yok. Dersi verenler, okuyor, öğreniyor ve anlatıyor. Halbuki araştırma yapan kurumların, grupların olması ve hatta yukarıda ifade ettiğimiz Avrupa doktoralılarımızın bir kısmı tezlerini bu sahalarda yazmalılar. Milli tarih sınırlarını açıp bu tarihin dışında kalmış olan bu coğrafyadan gelmiş geçmiş Roma'yı, Bizans'ı ondan sonra çevre bölgeleri ve kültürleri araştıran, örneğin, Balkan tarihi, Rusya tarihi, Uzak doğu tarihi gibi alanlarda araştırma yapan tarihçilerin olmaması bizi iyice bu ideolojik sınırların içine hapsetmektedir. Bizde üniversite hocalığının esas olup, hocalık dışında sadece araştırma yapan kurumların olmayışı ayrı bir sıkıntımızdır. Çünkü hem batı da hem de eski Rusya coğrafyasında bilim Üniversite dışında, akademiler de veya benzeri kurumlarda gerçekleştirilmektedir. 32 Sonuç olarak, yazmayı sevmeyen bir neslin torunları olarak, torunlarımıza bırakacağımız en önemli miras, tartışılmayacak belge ve bilgilere dayanan bir tarih olmalıdır. Bundan dolayı geçmiş tarihimizde yaşanılan sıkıntıları ortadan kaldırmanın birinci yolu, yaşanılan devirde oluşan tarihin belgelerinin gelecek nesillere sağlıklı aktarılması ile söz konusudur. Yukarıda belirttiğimiz problemlerden kurtulmak için tarihimize sahip çıkmalı ve yazmalıyız.

32 Genç, Mehmet, "Tarihsel Sosyoloji Üzerine': Tarihsel Sosyoloji (Haz. Elisa· beth Ôzdalga). Ankara, 2009, s. 84.

This article is from: