06 enternasyonal

Page 1

ÜÇ AYLIK SOSYALİST DÜŞÜNCE DERGİSİ

Güz | 2010 -

1


ÜÇ AYLIK SOSYALİST DÜŞÜNCE DERGİSİ ALTINCI SAYI 2010 GÜZ

Sahibi ve yazı işleri müdürü Atakan Çiftçi (Enternasyonal Yayıncılık) Yönetim yeri Caferağa Mah. Sarraf Ali Sok. Saraçoğlu İş Hanı No: 36/17 Kadıköy - İstanbul 1 yıllık abonelik Yurtiçi: 25 TL • Yurtdışı: 25 €

Her türlü haberleşme ve abonelik talebi için e-posta ve web adresimiz mesafedergisi@gmail.com www.enternasyonalyayincilik.net Baskı Estet Ajans Matbaacılık Merkezefendi Mah. Fazılpaşa Cad. 4. Zer San. Sit. No: 16/26 Topkapı - İstanbul Fiyatı: 6.00- TL

2

Sosyalist Düşünce Dergisi


ÜÇ AYLIK SOSYALİST DÜŞÜNCE DERGİSİ ALTINCI SAYI | 2010 GÜZ

İçindekiler

Mesafe Yusuf Barman C.Sava/M.Yakın Der.: Oktay Orhun UBK Yusuf Barman Max Schatman Belge Sedat D.

Bu Sayı Günümüzde IV. Enternasyonal’in İnşası Yeniden İnşa Dinamikleri ve Ortodoks Troçkizmin Alanı Dün, Bugün: Enternasyonalizm Chavez’in V. Enternasyonal Çağırısı Üzerine IV. Enternasyonal Tarihçesi IV. Enternasyonal Kuruluş Kongresi Kararları-Önsöz LIT-CI Kuruluş Tezleri Yugoslavya Deneyimi ve Kaderini Tayin Hakkı

Güz | 2010 -

5 8 20 36 48 51 67 71 87

3


4

Sosyalist Düşünce Dergisi


Bu sayı

Bu sayı

Mesafe’nin 6. (Güz) sayısının dosya konusu enternasyonalizm. Bu sayımızda siz okurlarımıza, enternasyonalizmin ideolojik ve politik temellerini, IV. Enternasyonal’i ve onun kuruluş sürecini ve evrimini, temel tezlerini, politik-programatik yönelimlerini tanıtan bir sayı hazırlamaya çalıştık. Kuşkusuz enternasyonal bir tarihçe sunmanın ya da okuyucuyu bir belge-bilgi manzumesiyle buluşturmanın ötesinde bir amacımız var. Üzerine konuştuğumuz şey yaşayan Marksizmdir! Bu sayımızda sosyalizmin, devrimin ve bunların ayrılmaz bir parçası olan enternasyonalizmin güncelliğinden bahsediyoruz. Sosyalizm ve enternasyonalizm birbirine kopmaz bağlarla bağlıdır. İşçi sınıfının ve onun önderliğinde tüm insanlığın kurtuluş öğretisi olarak sosyalizm gerçek anlamına ancak enternasyonalizmle ulaşır. Enternasyonalist olmayan bir sosyalizm anlayış ve pratiği bizatihi sosyalizm tasavvuruna vurulmuş en büyük darbedir. XX. yüzyıl, bu anlamda, sınırsız, sınıfsız, sömürüsüz bir dünya hayalinin, üstelik sosyalizm adına, yerle bir edildiği korkunç ve yıkıcı olaylara sahne olmuştur. Biri diğerinden koparıldığında geriye kalanın, her ikisine de karşıt ama onların kimliğine bürünmüş yeni ve düşman bir anlayış olması kaçınılmazdır. Tam da bu nedenle, Marx ve Engels’ten bu yana, diğer bir ifadeyle en başından itibaren, enternasyonalizm, devrimci Marksizmin en önemli, en temel, en ayırt edici niteliklerinin başında gelmiştir. Nitekim bugün de, enternasyonalizm, 150 yılı aşkın sosyalist mücadele tarihini, teorik ve pratik anlamda, tüm ideolojik, politik, örgütsel var oluşlar temelinde tanımlayabilmenin kilit unsuru olmaya devam etmektedir. Kuşkusuz enternasyonalizm sadece temel bir teorik-politik anlayış değildir, aynı zamanda bir politikörgütsel var oluş pratiğidir. Hiç şüphe yok ki sosyalizm ile enternasyonalizmin birbirinden kopmazlığının en yüksek ifadesi de işçi sınıfının dünya partisidir. Bu nedenle de geçmişten bugüne, dünyada ve Türkiye’de, herhangi bir politik geleneğin, akımın, çevrenin sosyalizm anlayışının temel göstergeleri enternasyonalizm ve dünya partisi teori ve pratiği olmuştur, olmaya devam etmektedir. Troçki’nin, “Sol tüm dünyada sadece beş kişi kalmış olsa bile, bunların görevi bir ya da birkaç ulusal örgütle birlikte bir uluslararası örgüt inşa etmek olurdu” demesi tam anlamıyla bu enternasyonalizm geleGüz | 2010 -

5


Bu sayı neğinin bir ifadesidir. Devrimci Marksist geleneğin bu yorulmaz duvarcı ustası, çağının pusulasını yitiren tüm unsurlarına karşın devrimci Marksizm bayrağının bugünlere ulaşmasını sağlamıştır. Sınırlı kapsamlı bir dergi sayısında enternasyonalizmin ve tüm enternasyonallerin tam bir dökümünü yapmak, bilançosunu çıkarmak olanaklı değil; ayrıca böyle bir girişim Mesafe’nin tek başına üstlenebileceği bir görev de olamaz. Dolayısıyla dosya konusu olarak enternasyonalizmi ve IV. Enternasyonal’i kendi tarihimizle ilintili olarak, yani kendisini IV. Enternasyonal’i “yeniden inşa etmeye” adamış ortodoks Troçkist eksen üzerinden irdelemeye çalıştık, bunun belgelerini tekrar gündeme getirdik. Kuşkusuz bu eksenin dışında, sosyalist devrimin dünya partisi olarak uluslararası bir örgütlenme için faaliyet gösteren başka –Troçkist, Troçkizan ya da merkezci- akımlar da var. Dosyada bu akımları ele almamamız, onların bunu hak etmediğine değil, Mesafe’nin sınırlılığına işaret eder. Yusuf Barman, “Günümüzde IV. Enternasyonal’in İnşası” başlıklı yazısında tam da bu konuya, Enternasyonal’in parçalanmışlığına, onun nedenlerine ve ama öte yandan mutlak inşa zorunluluğuna el atıyor. Yeniden inşa sürecinin sınıf hareketi ve bilinciyle olan ilişkisini; öte yandan, neoliberal dönemde Sol hareketin içine sürüklendiği parçalanma ve yeniden oluşma süreçleriyle olan bağıntısını araştırıyor. Bu bağlamda, “önderlik bunalımının” günümüzde “önderliğin inşası bunalımına” dönüşmüş olduğunu belirtiyor. Bu noktalardan hareketle de IV. Enternasyonal’in yeniden inşasının hangi politik eksenden geçebileceğine, geçmesi gerektiğine ilişkin düşünce ve önerilerini dile getiriyor. Cemre Sava ve Murat Yakın, “Yeniden İnşa Dinamikleri ve Ortodoks Troçkizmin Alanı” başlıklı makalede, yukarıda değindiğimiz “bizim tarihimizin eksenini” mükemmel bir biçimde sergiliyorlar. Devrimci Marksizm için sınıf mücadelelerinin ve politik süreçlerin tarihi, “kendi başına konuşan” olguların toplamından ibaret değildir, olamaz. Tarihi değerlendirirken, onun diyalektik açıklanmasına referans oluşturan ideolojik, felsefi ve politik kavramları ve hatta “hedef” tanımlamalarını harekete geçirmemiz, olguları bu gerçeklik-referans bağlamları arasında gidip gelerek tekrar ve tekrar değerlendirmemiz gerekir. Sava ve Yakın, işte bu yöntemle devrimci bir Enternasyonal için uğraş veren ortodoks Troçkizmi kendi alanıyla birlikte inceliyorlar ve onun kendi başına bir bilançosu olmasa bile, böyle bir bilançoya zemin hazırlayacak malzemeyi sunuyorlar. Ama her bilanço geleceğe ışık tutmak zorunda olduğundan, Sava ve Yakın da makalelerini “yeniden inşanın” kriterleri çevresinde örüyorlar. Oktay Orhun’un derlediği, “Dün, Bugün: Enternasyonalizm” başlıklı makale, enternasyonal inşasının ardında yatan ideolojik ve politik kriterleri, referans noktalarını sergileme amacını taşıyor. Yazının ilk satırı, “Enternasyonalizm, daha ortaya çıkışından itibaren Marksizm’in temel ilkelerinden biri, hatta en önemlisi olagelmiştir” tespitiyle başlıyor. Dünden bugüne Marksizm ve sosyalizm adına gerçekleşen sapmalar düşünüldüğünde bu temel ilkenin öneminin tersi bir ilgisizliğe mahkûm edildiğini belirtmek gerekiyor. Adlarında komünizm, sosyalizm gibi ifadeler yer alan ama program ve eylemlerinde enternasyonalizmin izi dahi bulunmayan partilerin varlığı ise sosyalist hareketin gerçek bir fotoğrafını sunuyor. Tam da bu anlamda yazıda, “Nasıl bir enternasyonal?” sorusuna karşılık gelen şu satırların ayrı bir önemi var: “Ama bilinmesi gerekir ki, inşa edilecek Enternasyonal, yeni bir uluslararası örgüt olacaktır. Tüm kirlenmişliklerden arınmış, revizyonist ve reformist sapmaların bulaşmadığı ve bulaşamayacağı yeni bir Enternasyonal, bir dünya partisi olacaktır. O gün LeninistTroçkistler, yeryüzüne şöyle sesleneceklerdir: İşte, Sosyalist Devrimin Dünya Partisi! İşte, IV. Enternasyonal!” Evet, ama IV. Enternasyonal nedir? Nasıl bir tarihe sahiptir? Yusuf Barman, “II. Dünya Savaşı’ndan LIT-CI’nin Kuruluşuna: IV. Enternasyonal Tarihçesi” yazısında bu soruları kapsamlı bir şekilde cevaplıyor. Barman’ın 1990’lı yılların ortasında hazırladı6

Sosyalist Düşünce Dergisi


Bu sayı ğı bu çalışma kendi ifadesiyle, “içerdiği politik kavrayış ekseni ulusal ve uluslararası düzeylerde devrimci parti inşası çalışmalarının omurgasını oluşturmuştur”. Barman, Mesafe için yeniden gözden geçirdiği bu yazının nitelik ve önemini şu satırlarla ifade ediyor: “Bu metin, IV. Enternasyonal’in kapsamlı ve belgeli bir tarihi olma amacını ve iddiasını taşımamaktadır. Böyle bir tarih çalışması elbette bir politik tarihçiler grubunun hazırlayacağı çok daha ayrıntılı, kaynaklara dayalı ve bütün yorumları kapsamaya çalışan bir yapıt olabilir. Buna karşılık aşağıda yayımladığımız metin, bugün Mesafe’nin ardında yatan enternasyonalist kavrayışın ana hatlarını aktarıyor olması açısından önem taşıyor.” Mesafe bu sayısında bir dizi belgeye de yer veriyor. “IV. Enternasyonal’in Kuruluş Kararları Önsözü” ve “LIT-CI Kuruluş Tezleri”. Bu belgeleri hem IV. Enternasyonal’in hangi koşullar altında ve hangi gerekçelerle kurulduğunu göstermesi hem de Türkiye’de az bilinen LIT’in, hangi temeller üzerine kurulduğunu sunması açısından çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Kuşkusuz bu önem sadece tarihsel bir önem değil aynı zamanda yaşayan Marksizmin süregiden temel rotasını göstermesi açısından da vazgeçilmez değerde. Sedat D., “Yugoslavya Deneyimi ve Kaderini Tayin Hakkı” başlıklı yazısının temel amacını, “Yugoslavya deneyimi çerçevesinde ulusların kendi kaderini tayin hakkını tanımak ile siyasal demokrasi arasındaki ilişkiyi incelemek” şeklinde belirtmekte. Günümüz Türkiyesi’nde Kürt sorununun çözümüne ilişkin olarak “demokratik konfederalizmden” Katalonya (İspanya) otonom yönetim biçimine kadar değişen yelpazede yer alan farklı –ya da benzer- önerilerin tartışıldığı bir süreçte, Sol hareketin pek de el atmamış olduğu, Balkanlar’daki karmaşık ulusal sorunun –sorunların- bilinmesi, değerlendirilmesi önem taşımakta. Nitekim, Sedat D. de yazısından beklentisini, “Umuyoruz ki Yugoslavya deneyimini ele almak pek çok güncel konuya da açıklık getirmeyi kolaylaştıracaktır” diyerek ifade ediyor.

Mesafe’nin 7. (Kış) sayısında yeniden buluşmak dileğiyle…

Güz | 2010 -

7


Dosya

Günümüzde IV. Enternasyonal’in İnşası

Yusuf Barman

Troçki’nin, 1938’de kaleme aldığı Kapitalizmin Can Çekişmesi ve Dördüncü Enternasyonal’in Görevleri – Geçiş Programı adlı belgeye neden, “Bütününde dünya politik durumu, esas olarak proletarya önderliğinin tarihsel bunalımıyla belirlenmektedir”1 cümlesiyle başladığını devrimci Marksistler olarak oldukça iyi biliriz. Onun ifadesiyle, Proleter devriminin ekonomik önkoşulları, genelde kapitalist düzende ulaşabileceği en yüksek olgunluk düzeyine erişmiştir. İnsanlığın üretici güçleri duraksamakta, yeni buluş ve teknik gelişmeler refah düzeyinin yükselmesini sağlayamamaktadır Tüm kapitalist sistemin içinde bulunduğu toplumsal bunalım koşullarında, konjonktürel bunalımlar kitleleri giderek ağırlaşan yokluk ve acılarla karşı karşıya bırakmaktadır... Burjuvazinin kendisi de bir çıkış yolu görememektedir. Son kozu faşizmi oynamak zorunda kaldığı ülkelerde bugün gözü kapalı ekonomik ve askeri yıkıma sürüklenmektedir. Tarihsel olarak ayrıcalıklı ülkelerde, yani burjuvazinin halen belirli bir dönem için ulusal birikimden fedakârlık ederek demokrasi lüksünü kabullenebildiği ülkelerde (İngiltere, Fransa, ABD, vs.) sermayenin bütün geleneksel partileri irade felcine varan bir şaşkınlık içerisindedirler... Tarihsel koşulların sosyalizm için “olgunlaşmadığına” ilişkin lafazanlıklar ya cehaletin ürünü ya da bilinçli bir aldatmacadır. Proleter devrim için gerekli nesnel önkoşullar sadece olgunlaşmakla kalmayıp, neredeyse çürümeye yüztutmuştur.2 Troçki bu belirlemelerden hareketle, “Önümüzdeki tarihsel dönemde sosyalist devrimin gerçekleşmemesi halinde bütün insanlık kültürü bir yıkım tehditi 1 Kapitalizmin Can Çekişmesi ve Dördüncü Enternasyonalin Görevleri (Geçiş Programı), Eleştiri Yayınevi, İstanbul, 1980, s. 149. 2 A.g.e., s. 149-150.

8

Sosyalist Düşünce Dergisi


Günümüzde IV. Enternasyonal’in İnşası altındadır” sonucuna ulaşır ve “Şimdi artık herşey proletaryaya, yani esas olarak proletaryanın devrimci öncüsüne bağlıdır” der. Onun bu tespitlerine karşılık, o döneme proletaryanın kitlesel önderlikleri, yani II. Enternasyonal’in sosyal demokrat partileri ile III. Enternasyonal’in Stalinist komünist partileri, kitleleri sürekli olarak frenlemekte ve burjuva düzeninin sınırları içinde tutmaktadırlar. Sosyal demokrasi için, emperyalist olanlar da dâhil olmak üzere, ülkelerin ekonomik ve toplumsal koşulları, Stalinistler için ise özellikle politik koşulları sosyalizm için “olgunlaşmamıştır”; dolayısıyla kapitalizm korunmalı ve krizden çıkmasına yardımcı olunmalı, bu amaçla burjuva rejimi “demokratik” temellerde korunmalıdır. İnsanlığın geleceği ve proletaryanın tarihsel ve acil görevleri ile onun önderliklerinin gerici karakteri arasındaki bu çelişki, Troçki’nin dediği “proletarya önderliğinin tarihsel bunalımına” yol açmıştır. III. Enternasyonal’in, 1920’lerin ortalarından itibaren Stalinist bürokrasinin denetimi altına girmesiyle birlikte giderek yozlaşması, Moskova rejiminin dış politika aracı haline dönüşerek proletaryanın seferberliklerini bürokrasinin emperyalizmle pazarlığının unsurları haline getirmesi, burjuvaziyle ittifak politikaları aracılığıyla devrimci kalkışmalara ihaneti ve nihayet 1933’te Almanya’da rejimi Nazizmin ellerine teslim etmesi, o döneme değin komünist hareket içinde Uluslararası Sol Muhalefet olarak mücadele eden Troçki ve yoldaşlarının, III. Enternasyonal’in geri dönülmez şekilde yozlaştığı ve böylece proletaryanın derinleşen önderlik krizinin aşılabilmesi için IV. Enternasyonal’in inşa edilmesi gerektiği sonucuna ulaşmalarına neden olur ve 1938’de yeni dünya partisinin kuruluşu gerçekleştirilir. Hedef, dünya proletaryasına Bolşevik-Leninist geleneğin devrimci stratejisini ve taktiklerini sahiplenen; sadece burjuvaziye ve emperyalizme karşı değil, ama aynı zamanda karşıdevrimin saflarına geçmiş sosyalist ve Stalinist komünist partilere karşı da mücadele eden; “öğreti, program, gelenek ve kadrolarının karşılaştırılmaz kararlılığı bakımından güçlü” bir önderlik kazandırmaktır. Proletaryanın mücadele tarihinde yepyeni bir dönem açılmıştır. Bugün, IV. Enternasyonal’in kuruluşundan 72 yıl sonra, bu dönemin hangi aşamasındayız? II. Enternasyonal’in sosyal demokrat ve sosyalist partileri artık sadece burjuvaziyle ittifak yapan hain işçi önderlikleri olmaktan çıkıp evrimlerinin son noktasına ulaşmışlar ve emperyalizmin ve neoliberalizmin bizzat en kararlı savunucuları ve uygulayıcıları haline dönüşmüşlerdir. Stalinist bürokrasi ise sırf kendi ayrıcalıklarını koruyabilmek için kapitalizmin inşasına geçmiş, ama Berlin duvarını yıkan kitlelerin ayaklanmaları sonucunda politik iktidarını da yitirmiş, ideolojik-politik bir akım olarak tasfiye olmuş durumdadır. Buna karşılık dünya proletaryası IV. Enternasyonal kurucularının vaat ettikleri yeni devrimci önderliğe kavuşabilmiş midir? Ne yazık hayır; ve sorun da buradadır. IV. Enternasyonal bugün hâlâ çok zayıftır ve hemen hiçbir ülkede işçi ve emekçi yığınların kitlesel önderliğine yükselememiştir. Üstelik kendi içinde parçalanmış ve birçok uluslararası merkeze ve akıma ayrılmış haldedir. Bu anlamda, proletaryanın tarihsel önderlik bunalımı halen sürmektedir. Hareket noktamız bu gerçekliktir. Bolşevik-Leninist geleneğin bugün içinde bulunduğu bu durumun kuşkusuz pek çok öznel ve nesnel açıklaması var. Devrimin en gelişkin olduğu Avrupa’da proletaryanın özellikle Almanya, İtalya ve İspanya’da aldığı ağır yenilgiler; II. Dünya Savaşı’nın kitlelerin tüm enerjisini yok edici derecedeki tahrip gücü; Stalinist bürokrasinin savaştan güçlenerek çıkması sonucunda dünya devrimci süreçlerini engelleme ve ezme yeteneğini koruması; savaşın üretici güçler üzerinde yarattığı tahribat sayesinde kapitalizmin yeni bir büyüme dönemine girmesi; önderlik bunalımının sürmesinde etkili olan nesnel koşulların bazı önemli başlıklarıdır. Öte yandan IV. Enternasyonal’in kurucu kadrolarının önemli bir bölümünün Stalinist cellatların elinde ve bütün bir savaş boyunca kıyıma uğraması; savaş sonrasında dünya partisinin yeniden inşasını üstlenen genç kadroların hataları ve içine sürüklendikleri oportünizme varan sapmalar; bunun yol açtığı bölünmeler sonucunda Troçkizmin işçi sınıfı içinde kökleşmesinde giderek Güz | 2010 -

9


Günümüzde IV. Enternasyonal’in İnşası daha fazla güçlük çekmeye başlaması; bu güçlüğün, devrimci Bolşevik örgütler üzerindeki yabancı sınıf baskılarını daha da etkili hale getirmesi… vb. dünya partimizin bugünkü zayıf ve parçalanmış durumunun açıklanmasında ele alınması gereken öznel noktalardan bazılarıdır. Bununla birlikte, neoliberalizmin XXI. yüzyıl başında başlattığı çok büyük ölçekli saldırının işçi sınıfı hareketi ve Sol akımlar üzerinde yarattığı ideolojik ve politik sonuçların (daha doğrusu çarpılmaların) doğurduğu bazı çok daha temel sorular var: İçinde bulunduğumuz yeni “çağda” artık IV. Enternasyonal’e, hatta işçi sınıfının bir “Enternasyonal”e ihtiyacı kalmış mıdır? Stalinizmin yıkılmasıyla birlikte IV. Enternasyonal’in varlık nedeni de yok olmamış mıdır? Eğer bir Enternasyonal’den söz edilecek olsa bile, bunu artık dünya devriminin partisi olarak değil de, bütün muhalif toplumsal hareketlerin bir tür ortaklığı olarak anlamak gerekmez mi? Proletaryanın dünya devrimi ve sosyalist devrimin dünya partisi Leninist-Troçkist kavrayışlarını doğrudan sorgulayan ve tabii neticede bu mücadele stratejilerinin reddine varan bu tür soruları ciddiye almazlık edemeyiz; çünkü ne yazık ki, benzeri anlayışlar emekçi yığınlar ve akımlar arasında önemli bir taraftar kitlesi bulmuş durumda. Dolayısıyla önümüzde, sadece sosyal demokrasiye ve bürokratik önderliklere karşı değil, ama aynı zamanda Sol hareket içinde hiç de azınlık sayılmayacak kesimleri etkileyen, toplumsal hareketçi ve liberal sol olarak tanımlayabileceğimiz akımlara karşı ideolojik ve politik mücadele verme görevi bulunuyor. Sınıf Mücadelesi ve Bilinci Eskiden Stalinistler Tek Ülkede Sosyalizm anlayışlarını haklı göstermeye çalışırken, Troçkizmin Sürekli Devrim kuramının dünya devrimiyle ilgili tezini, “tüm dünyada aynı anda, eşzamanlı devrim” istemekle suçlarlardı. Bugün ise artık, bırakın tek bir ülkede sosyalizm kurmayı, sosyalizme geçişin bile Stalinist bürokratik önderlikler altında ne tip çarpılmalara uğradığını, sonuçta emperyalizmle uzlaşmayla ve kapitalizmin yeniden inşasıyla sonuçlandığını görmeyen kalmadı (tabii bakmasını bilen gözler için geçerli bu). Troçki’nin “Devrim ulusal arenada başlar, uluslararası arenada sürer ve dünya arenasında son bulur”3 belirlemesinin bir kehanet olmadığı, Lenin’in “Avrupa devrimi yardımımıza yetişmezse mahvoluruz”4 çığlığının ne denli haklı olduğu ve Bolşeviklerin III. Enternasyonal’i inşa etmelerinin ardında yatan “dünya devrimi için dünya partisi” kavrayışının zorunluluğu, Stalinist, Maocu, Titocu, Enver Hocacı, hatta Kastrocu bürokrasiler tarafından yönlendirilen tek ülkede sosyalizmin inşası deneylerinin sonuçlarıyla birlikte ele alındığında, çok daha berrak bir biçimde ortaya çıkıyor. Ama sorun bitmiş değil. Bütün bu gerici, bürokratik önderliklerin kitleler üzerindeki politik etkisi ve denetimi son derece zayıflamış, hatta pek çok ülkede tamamen dağılmış olmakla birlikte, devrimci ve Sol akımlar arasında dünya devriminin partisi olarak Enternasyonal’in inşası kendiliğinden bir biçimde yeni bir itibar ve güç kazanmış olmadı. Tersine, neoliberal saldırı işçi ve emekçi kitlelere üst üste darbeler indirdikçe, bu darbeler Sol harekette yaygın olan tek ülkede sosyalizm anlayışına da yeni biçimler kazandırdı ve sonuçta karşımıza, Nasırcı “kapitalist olmayan yol” tezlerini anımsatan “yurtsever solculuk”tan, proletaryanın artık eskisi gibi tanımlanabilecek bir sınıf olmaktan çıktığı savından hareketle toplum dokusu içinde her gün onun yerini alabilecek yeni bir “muhalif” kesim keşfetmeye çalışan “gökkuşağı” hareketlerine ve cemaat sosyalizmini savunan halkçılara kadar değişen bir yelpaze çıktı. Bütün bu eğilimlerin ortak paydası, emperyalizmin saldırıları karşısında tek ülkede sosyalizm kavrayışlarının her iki bileşenini de (tek ülke ve sosyalizm) ileri sıçratmak yerine daha da geriye çekmek, dünya devriminden ve Enternasyonal’den iyiden iyiye uzaklaşmak oldu. 3 Lev Troçki, Sürekli Devrim, Yazın Yayıncılık, İstanbul, 1976. 4 V.I. Lenin, Collected Works, c.27, s. 98.

10

Sosyalist Düşünce Dergisi


Günümüzde IV. Enternasyonal’in İnşası Bunu nasıl açıklamamız gerekir? Neden Stalinist imparatorluğun çöküşüyle birlikte IV. Enternasyonal’in Bolşevik-Leninist geleneği güçleneceği yerde ulusal solculuk ve “anti-sistem” hareketçilik yaygınlaştı? Bu sorunun yanıtını sadece neoliberal ideolojik saldırının gücünde ve Stalinist ve sosyal demokrat ideolojilerin halen sürmekte olan atalet etkisinde arayamayız. Sorun büyük oranda, işçi sınıfı bilincinin dünya ölçeğinde bir genel dağınıklık sürecine girmesi ve yabancı sınıfların dünya görüşlerinin etkisine çok daha açık hale gelmesinde yatıyor. Bu ise, işçi sınıfı hareketinin aldığı darbelerle yakından ilintili. Leninizm, işçi sınıfının devrimci bilincinin örgütlü ifadesidir. İşçi sınıfının devrimci bilinci ise sınıf mücadeleleri içinde, kitlelerin seferberlik ortamında nesnel gelişme ortamına kavuşur; öncü birlikler halinde kristalleşebilme olanaklarına ulaşır. Buna karşılık sınıf seferberliklerinin durulduğu, geri çekildiği dönemlerde; proletaryanın kendisini ayrı bir tarihsel ve toplumsal küme, sınırları üretim süreçleri ve ilişkileri içinde işgal ettiği yer ve işlevle tanımlanmış ve sınırlanmış, diğerlerinden ayrı bir sınıf olarak görebilmesinin koşulları zayıflar, erir ve proletarya tekil emekçilerden oluşan, iç toplumsal, ekonomik ve siyasi bağları dağılmış “kendiliğinden” bir kitleye dönüşebilir. Böyle bir durumda Bolşevik-Leninist propagandanın elde edebileceği kazanımlar en aza iner. Kabul etmek gerekir ki son 20-25 yıldır dünya işçi sınıfı ciddi bir gerileme, sınıf hareketi bir bütün olarak bir dağılma sürecinden geçmektedir. Bu kuşkusuz proletaryanın Nazizm ve faşizmin darbeleri altında aldığı tarihsel yenilgi ölçeğinde bir çöküntü değil; ama Reagan ile Thatcher’in 1980’lerin başlarında açtıkları neoliberal saldırı savaşı, önce ABD’de hava trafiği kontrolörlerinin ve ardından İngiltere’de maden işçilerinin uğradıkları yenilgilerle birlikte dünya işçi sınıfı hareketinde sürekli bir mevzi yitirme dönemi başlatmıştı. Ardından Stalinist bürokrasilerin açıktan kapitalizmin yeniden inşasına girişmeleri, bunların çoğunun ellerindeki monolitik iktidarı yitirmeleri üzerine eski işçi devleti referanslarının yok olmasına yol açmış; bu sürece bağlı olarak kapitalist ülkelerdeki Stalinist komünist partilerin eriyip dağılması ve bu dağılmanın sendikalar üzerinde yaratığı merkezkaç etkiler de sınıfın örgütlü mücadeleye olan inancını derinden sarsmıştı. Böyle bir ortamda Avrupa Birliği’nin bir emperyalist proje olarak kendini işçi sınıfı karşısında güçlendirmesi zor olmamış ve Avrupa proletaryasının II. Dünya Savaşı sonrasında elde ettiği tüm ekonomik, toplumsal ve demokratik kazanımları geri alma ve yok etme planını başarıyla yürürlüğe koyabilmesini olanaklı kılmıştı. Türk milliyetçiliğinin Kürt halkı üzerinde süren baskılarını, İsrail Siyonizminin Filistin halkına uyguladığı sistematik katliamı, ABD emperyalizminin Afganistan ve Irak saldırılarını, vb. de bu çerçeve içinde açıklamamız gerekir. Bu süreç elbette düz bir hat üzerinde ve Pentagon’da hazırlanmış şeytanca bir planın kusursuzca uygulanması biçiminde gelişmedi. Sınıf mücadeleleriyle, ayaklanmalarla, devrimlerle ve direnişlerle dolu bir tarih olarak yaşandı ve halen de yaşanmakta. Ama en önemli grevleri yenilmiş, örgütleri güçten düşmüş, kısmi başarıları kapitalist sistem ve burjuva demokrasisi içinde eritilmiş, önderlerinin büyük bölümü açıktan karşı devrim kampına geçmiş, tarihsel kazanımları bir bir geri alınmış bir sınıfın zihin karmaşasına ve bilinç bulanıklığına sürüklenmesi için bütün koşulların oluştuğunu söyleyebiliriz. Bunun Sol hareket ve Troçkist akım üzerinde yarattığı etkileri de görebilmemiz gerekiyor. Politik Sarkaç Troçki bir politik hareket olarak merkezciliği, devrim ile reformizm arasında sıkışan bir konum olarak tarif eder, ama bunu yaparken de merkezci akımların bu iki kutup arasında ne tarafa doğru salındıklarının önemine işaret eder. Bolşevik-Leninist partinin inşasında, sola doğru salınan merkezciliğe uygulanacak taktikler ile sağa doğru evrilen merkezi akımlar karşısında alınacak tavır arasında fark olacağını söyler. İçinde Güz | 2010 -

11


Günümüzde IV. Enternasyonal’in İnşası bulunduğumuz durumda işçi sınıfı ve sol hareket içindeki “yeniden kümelenme” süreçlerini incelerken bizim de bu politik sarkaç etkisine dikkat etmemiz gerekiyor. Önce bir politik olguyu anımsayalım: Sınıflar mücadelesi asla kalıcı önderlik boşluğu tanımaz. Herhangi bir sınıf bir önderlik krizi yaşamaya başladığında, o mevkiye talip pek çok grup, akım ve program çıkar. Hatta bir sınıfın önderliğini bir başka sınıfa ait bir parti bile üstlenebilir. Küçük burjuva bir parti olarak doğan Nazizmin Alman emperyalist burjuvazisinin önderliğini ve sözcülüğünü üstlenmesi bunun en çarpıcı örneklerinden birisidir. Bu durum, işçi sınıfı için de geçerlidir. Bir yandan, işçi aristokrasisinin içinden yükselip küçük burjuvazinin saflarına katılan, örneğin sendika bürokratları ve burjuva işçi partilerinin parlamenterleri; öbür yandan doğrudan küçük burjuva halkçılığının ifadesi olarak kümelenen akımlar, örneğin gerilla örgütleri, ulusalcı partiler, hatta uhrevi çevreler, vb. emekçi yığınların seferberliklerini kendi denetimleri ve önderlikleri altına sokabilirler. Yukarıda değindiğimiz neoliberal saldırı karşısında işçi sınıfının, her bakımdan zayıflayan örgütleri ve bilinciyle birlikte içine sürüklendiği dağılma ve gerileme ortamında, yabancı sınıfların ideolojilerinin ve programlarının proletaryanın içine sızabilmesi ve onu etkilemesi de kolaylaştı. İşçi sınıfı hareketi içinde 60 yılı aşkın bir süre boyunca önemli bir politik egemenlik kurmuş olan Stalinist ideolojinin ve onun çeşitli politik ifadelerinin dağılıp sahnenin gerisine düşmesi, çalışan yığınlar arasında burjuva demokrasisi hayallerinin yaygınlaşmasına; kendini “özgürlükçü” (liberter) olarak tanımlayan küçük burjuva bireyci kavrayışların güçlenmesine; politika ve parti düşmanlığının, bunlara güvensizliğin artmasına zemin hazırladı. Öte yandan geleneksel sosyal demokrasinin neoliberal kampa katılmasıyla, sol sosyal demokrat alternatifler kuruldu; kapitalizmin (yıkılması değil) insanileştirilmesini, emperyalizmin (yok edilmesi değil) denetim altına alınmasını hedefleyen programlar icat edildi. Komünist partiler amblemlerindeki Stalin resimlerini yok ederken, pek çok “silahlı mücadele” savunucusu gerilla, kıyafetini üzerinden çıkardı. Partiler adlarını değiştirdi, militanlar “sivil toplum” örgütlerine dağıldı. Proletarya diktatörlüğü savaşçıları, insan hakları savunucuları, çevre korumacıları, kültür elçileri, ifade özgürlüğü gözlemcileri haline geldi. Proletaryanın sosyalizm mücadelesinde kendi çevresinde ve önderliği altında birleştirmesi gereken toplumun bütün ezilen ve sömürülen kesimleri, kendi başlarına birer “toplumsal hareket” olup işçi hareketini de kendi düzeylerine indirgedi. Politik sarkaç, ağır bir gülle gibi soldan sağa doğru salındı ve kendisiyle birlikte bütün bir Sol hareketi de sürükledi. Sorunu IV. Enternasyonal’in mevcut zayıflığı açısından incelediğimizde, bu sürecin en önemli sonuçlarından birinin, onun Bolşevik-Leninist hareketi de ciddi biçimde etkilemiş olduğunu görebilmemiz gerekiyor. Dünya Troçkizmi bu döneme zaten büyük yaralarla girmişti. 1960’larda savunulan gerillacı çizginin altında yatan “yeni öncü” kavrayışını henüz aşamamış; Avrupa komünizminin etkisiyle geliştirilen “sosyalist demokrasi” programının kışkırttığı kendiliğindenci ve konseyci yönelişlerin üstesinden gelememiş; “entrizm” taktiği adına sosyal demokrasi içine hapsedilen devrimci kadroları bu zindandan çıkaramamış; devrimci propagandayı kitle mücadelelerine müdahale aracı haline getirememiş, dolayısıyla partilerinin çoğunu propagandist sektler olmaktan kurtaramamış; proleterleşmeyi başaran partiler çevrelerini kuşatan sosyal demokrat ve Stalinist tecridi yaramamış; “önce tek ülkede güçlü parti, sonra Enternasyonal” diyen ulusal Troçkizmin sekterliğini yok edememiş haldeydi. Bu koşullarda, küresel neoliberal saldırı ve dünya işçi hareketindeki gerilemenin IV. Enternasyonal üzerindeki tahrip edici etkisi de ağır oldu ve akımımız yepyeni bir evreye büyük sorunlarla birlikte girmek durumunda kaldı. Stalinist bürokrasinin Sovyetler Birliği’ni kapitalist restorasyona sürüklemekte olduğunu daha 1930’ların ortalarında Troçki açıklamıştı. Bu nedenle de IV. Enternasyonal akımı için SSCB’nin ve diğer işçi devletlerinin yıkılarak kapitalizmin yeniden inşası12

Sosyalist Düşünce Dergisi


Günümüzde IV. Enternasyonal’in İnşası na yönelmeleri şaşırtıcı olmadı. Ama bürokratik diktatörlüklerin kitle ayaklanmalarıyla yıkılması bir dizi farklı yoruma neden oldu. Kitlelerin Stalinist iktidarlara karşı isyanını kapitalizmin ve burjuva demokrasisinin inşasına yönelik bir seferberlik olarak gören kesimler, bu seferberlikleri “gerici”, işçi devletlerinin yıkılmasını işçi sınıfı için “tarihsel bir yenilgi” olarak tanımladılar. Oysa Stalinist bürokrasi çoktan, daha bu seferberlikler başlamadan önce işçi devletini yok etmiş ve kapitalizmin inşasını başlatmıştı. Kitleler ise, bu inşayı gerçekleştiren bürokratik diktatörlüğe karşı, kapitalizmin inşasının yol açtığı sefalete ve yoksulluğa karşı ayaklanıyorlardı. Dolayısıyla, IV. enternasyonal’in bu kesimleri, eski işçi devletlerindeki kitle seferberliklerinin ve demokratik devrimlerin niteliğini ve önemini kavrayamadı, bu mücadelelere gerekli program ve taleplerle müdahale edemedi. Bir başka kesim ise, gene aynı tespit yetersizliği ve yanlışıyla, ama bu kez apayrı bir uçta konumlandı. Onlar için ise, bürokrasinin kapitalizmi yeniden inşa girişimine karşı kitleler işçi devletini savunmak ve bürokratik diktatörlüğün elinden kurtarmak için seferber olmuşlar ve proleter demokrasisini yeniden inşa etmek için politik bir devrim başlatmışlardı. Bu nedenle de kaçınılmaz ve kendiliğinden biçimde Troçkist programı savunacaklar, Sovyet kurumlarını canlandıracaklar (veya yeni organlar kuracaklar) ve bunun için kendi başlarına yeni bir Bolşevik-Leninist parti inşa edeceklerdi. Tabii ki bu beklentiler gerçekleşmedi, zira kitlelerin karşısındaki ne işçi devletiydi, ne devrimci isyanlar işçi devletinin bürokrasiden arındırılmasına yönelik politik devrimlerdi, ne de işçi sınıfının Leninist partisinin kendiliğinden biçimde doğmasının olanağı vardı. IV. Enternasyonal’in bu kesimleri de Doğu Avrupa’daki devrimci sürece doğru bir program ve örgütlenme temelinde müdahale edemedi. Yeni dönemde Sol hareket içinde başlayan “reorganizasyon” süreci de tam olarak kavranamadı. Sarkacın salınım yönü ve devasa ağırlığı doğru belirlenemedi. Pek çok ülkede Stalinist ideolojiden kopan eski komünist parti kalıntılarının sosyal demokrasiye, merkezci akımların da reformizme sürüklendikleri görülemediği gibi, bu çevrelerle ittifaklar ve birleşmeler sonucunda Leninist partinin inşa edilebileceği sanıldı. Ama bu olmadığı gibi, bu akımların Troçkist partiler üzerindeki basıncı sonunda IV. Enternasyonal yeni bölünmelere ve kayıplara uğradı. Bazı Troçkist örgütler ise, hâlâ “yeni öncü” kavrayışıyla reformist ve merkezci akımlara yaklaşabilmek adına programlarını onların “duyarlılıklarına” uyumlu kılmaya yöneldi ve proletarya diktatörlüğü ve sosyalizm için savaşan değil, “anti-kapitalizm” için uğraşacak toplumsal hareketlerin toplamından oluşan partiler ve “yeni tip cepheler” kurmaya giriştiler ve böylece yeni parçalanmalara neden oldular.5 “Uzun süreli entrizm” uykusundan uyanmaya karar veren çevreler sosyal demokrat partilerden çıkarken, geride pek çok önder kadro ve militan bırakmak zorunda kaldılar. Faaliyetlerini fabrikalarındaki mücadelelerle, parti inşasını ise kendi ülkeleriyle sınırlayan ulusalcı Troçkistler de kendilerini ne kadar yalıtırlarsa yalıtsınlar bu dalgadan kurtulamadılar ve işyeri dışındaki sınıflar mücadelesine ve Enternasyonal’in inşasına katılmak isteyen militanlarınca terk edildiler. Chavez’in “XXI. Yüzyıl Sosyalizmi”nde, emperyalizmle sürtüşen ulusal kapitalizmin ve Bonapartist rejimin ötesine taşan bir sosyalist ve anti-emperyalist ışık gören bazı Troçkist partiler ise, enternasyonalist önderlerinin onlarca yıl içinde biriktirdikleri proleter devrimci mirası kısa sürede çarçur edebildiler. Özetle, neoliberalizmin ideolojik ve politik saldırısı, sosyal demokrasinin iyiden iyiye karşıdevrim kampına yerleşmesi, Stalinizmin çözülüp dağılması ve işçi hareketinin krize sürüklenmesi, Troçkizmi de derinden etkiledi, yabancı sınıf eğilimlerinin IV. Enternasyonal’in içine kadar sızmasına yol açtı ve onun proletaryanın önderlik krizinin derinleştiği bir ortamda güçlü bir seçenek olarak ileri atılmasını engelledi.

5 Bu tip parti ve cephe girişimlerine ilişkin olarak, bak. Yusuf Barman, “Leninist Parti: XXI. Yüzyılda Ortodoks Olmak”, Mesafe, sayı 3, Kış 2010. Güz | 2010 -

13


Günümüzde IV. Enternasyonal’in İnşası Yeni Dönem Yukarıdaki tablo karanlık gözükmekle birlikte, dünya kapitalizminin son iki-üç yıldan beri yaşamakta olduğu derin yapısal kriz, proletarya ve emekçi halkların geleceği açısından olasılıklarla ve dolayısıyla da umutlarla dolu yeni bir aşama başlatmıştır.6 Bir anlamda neoliberal politikaların son sınırlarına dayanmakta olduğunu görebiliyoruz. Bu politikalar esas olarak emekçi yığınların ve dünya halklarının XX. yüzyıl içinde elde etmiş olduğu kazanımları burjuva demokrasisi içinde “barışçıl” yöntemlerle, bizim “demokratik gericilik” diye adlandırdığımız stratejiye dayalı olarak geri almaya yönelikti. Bu, 30 yıla yakın bir süre boyunca son derece karmaşık ve bileşik bir süreç olarak gelişti. SSCB’de ve Doğu Avrupa’da bürokratik diktatörlüklerin yıkılması ve Çin’de bürokrasinin iktidarda kalmayı becererek (elbette baskılar ve katliamlar sayesinde) kapitalizmin inşasını başlatması, bu eski işçi devletlerinde emekçi yığınların elde etmiş olduğu kazanımları tümden yitirerek müthiş bir yoksulluk içine sürüklenmelerine yol açmakla kalmadı. Bu sayede burjuvazi dünya kapitalist emek pazarına 1,5 milyarın üzerinde yeni proleterler katarak, sınıf mücadelesinde referans oluşturan Batı ülkelerindeki işçi kitlelerinin yaşam koşullarında da köklü bir bozulmaya yol açtı. Şirketlerin yatırımlarını neredeyse köle emeği düzeyinde ucuz işgücü deposu olan bu ülkelere yöneltmesi, işletmelerini buralara taşımaya başlaması, geleneksel ve ileri sanayi ülkelerindeki proletaryanın arasında işsizliğin yaygınlaşmasına, böylece sendikaların da zayıflamasına neden oldu. Bu sürecin azgelişmiş yarısömürge ülkeler üzerindeki etkisi ise, bu ülke burjuvazilerinin dünya pazarlarında rekabet edebilmek ve emperyalist sermayeyi kendi bölgelerine çekebilmek için, kendi işçi sınıfları üzerindeki sömürü oranlarını artırmaya, dolayısıyla da zaten sefalet düzeyinde olan yaşam koşullarını daha da kötüleştirmeye yönelmeleri oldu. Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu aracılığıyla bu ülkelerin daha da yüksek oranlarda borçlandırılması ve ekonomileri üzerindeki emperyalist denetimin yoğunlaştırılması da “barışçıl karşıdevrim” saldırısının bir parçası olarak işledi. Bu arada bu ülkelerden, özellikle Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinden “kuzeye” yönelen kitlesel emek göçleri, Batı Avrupa ve ABD işçi sınıflarının özellikle ayrıcalıklı kesimlerinin çıkarlarının törpülenmesi için kullanıldı. Böylece burjuvazi bir taşla iki kuş vurmuş oldu: Hem ileri ülkelerdeki emekçilerin kazanımlarını elinden aldı hem de onların arasında ırkçılığın ve yabancı düşmanlığın yaygınlaşması, böylece işçi sınıfının bölünmesi için gerekli zemini hazırlamış oldu. Bütün bunlar kapitalizmin kendi iç çelişkilerinin yıkıcı sonuçlarını bir süre geciktirmesine karşın, tümden ortadan kaldırmasını elbette sağlayamadı. Ve 2000’lerin sonlarında bir anda emperyalizmin bağrında patlak verip tüm dünyayı saran kriz, burjuvazinin artık zamandan daha fazla çalamayacağını açığa çıkardı. Ama önümüzde açılan bu yeni dönemi kesinlikle mekanik bir biçimde, “kriz geldi, işçiler ayaklanacak, kapitalizm son bulacak” tarzında ele alamayız. Çok açık ki, krizin ilk aşamasında hemen bütün ülkelerde bir ilk mücadeleler dalgası kabarmış olmakla birlikte, bir yandan devletlerin bankalara ve şirketlere yoğun kredi ve yardım aktarımları, diğer yandan reformist ve bürokratik önderliklerin burjuvazinin yardımına koşması sonucu bu dalga geri çekildi. Ama şimdi ikinci, belki de birincisinden çok daha önemli ve belirleyici yeni bir dalganın kabarmakta olduğunun tüm işaretleri var. Bağımsız sendikal örgütlenme ve grev haklarının bulunmadığı Çin’de bürokrasi artık milyonlarca işçinin birbiri ardına grevler örgütlemekte olduğunu dünya kamuoyundan gizleyemiyor. Guandong’da Honda işçilerinin iki hafta süren grevi, Şangay yakınlarındaki KOK Makine işçilerinin kolluk kuvvetleriyle girdiği şiddetli çatışmalar, Çin emekçi yığınlarının referans oluş6 Krizin niteliği, Mesafe’nin Güz 2009 tarihli 2. sayısında etraflıca incelenmişti.

14

Sosyalist Düşünce Dergisi


Günümüzde IV. Enternasyonal’in İnşası turan mücadelelerinden yalnızca birkaçı. Üstelik bu mücadeleler Vietnam, Kamboçya, Filipinler gibi ülkelere de yayılmakta. Bangladeş’te yaklaşık 4 bin küçük atölyede çalışan 800 bin konfeksiyon işçisinin Ağustos sonlarında gerçekleştirdiği grev ise, bölgenin ne denli şiddetli direnişlere doğru sürüklendiğine işaret ediyor. Avrupa’da da başta Yunanistan, Fransa, İspanya, Almanya ve İtalya olmak üzere bir dizi ülke grev ve genel grevlerle sarsılıyor. Bunları tek tek sayıp toplamından bir “devrimci durum” belirlemesi çıkaramayız elbette. Ancak bu mücadelelerin bir iki özelliğine işaret etmemiz gerekiyor. Avrupa Sendikaları Konfederasyonu’nun 29 Eylül’ü “Kemer Sıkma Politikalarına Karşı Avrupa Eylem Günü” olarak ilan etmiş olması, sendika bürokrasisinin yaygınlaşan grev ve direnişlerin basıncına dayanmakta güçlük çektiğine işaret etmekte. Aynı güçlüğün bir başka örneği ise, İspanya’da Sosyalist Parti (PSOE) eğilimli Genel İşçi Birliği (UGT) ve İşçi Komisyonları (CC.OO) sendika konfederasyonlarının bizzat bu partinin iktidarına karşı genel grev düzenlemek zorunda kalmaları oldu. Proletarya reformist önderliklerden uzaklaştıkça, sendika bürokrasilerinin seferberlikler karşısındaki denetim gücü de zayıflamakta. Bu durum, devrimci Marksizmin parti inşasında yeni olanaklar yaratmaktadır. Bu mücadelelerin ikinci bir özelliği ise, dile getirilen taleplerin ve çözüm önerilerinin kendiliğinden bir biçimde Troçkist program doğrultusunda evrildiğidir. Kriz ve toplumsal kaos, geçiş taleplerine acil bir nitelik kazandırmaktadır. Özel bankaların mülksüzleştirilmesi ve kredi düzeninin devletleştirilmesi, iş saatlerinin kısaltılarak mevcut işlerin tüm işçiler ve işsizler arasında paylaştırılması, dış borçların ödenmemesi gibi proletaryanın iktidarını gerektirecek geçiş taleplerinin kitlelerce savunulmaya başlaması, IV. Enternasyonal’in inşasında yeni imkânlarla dolu bir süreç başlatmıştır. Ancak tabii ki bu durum, Troçkist partilerin “kendiliğinden” biçimde inşasını getirmez. Bolşevik-Leninistlerin kitle seferberliklerine aktif müdahaleleri, reformist ve bürokratik önderliklere karşı sistemli mücadeleleri, proletaryanın öcüsünü devrimci program çevresinde birleştirecek eylem birliği, birleşik cephe gibi taktikleri kararlı biçimde ve yeterli esneklikte uygulamaları olmaksızın, devrimci parti ve Enternasyonal’in inşası mümkün değildir. Kaldı ki, yeni dönem devrimci partinin inşasında devrimci Marksizmin aşması gereken yeni güçlükler de üretiyor. Örneğin, geleneksel reformist ve bürokratik önderliklerden boşalan alanları “neoreformist” diye adlandırabileceğimiz akımlar doldurmaya çalışmaktadır. Bu, Almanya (Die Linke), Fransa (Front de Gauche), İtalya (Rifondazione Comunista) gibi ülkelerde eski sosyalist ve Stalinist akımlardan geri kalan kesimlerin işçi ve emekçi kitlelerin desteğini talep eden yeni partiler kurması veya seçim ittifakları oluşturması biçiminde gelişebiliyor. Latin Amerika’da ise ulusalcı sol akımlar, Chavez ve onun Bolivarcı hareketini kendilerine politik eksen olarak almakta ve kitlelerin antiemperyalist duyarlılıklarını Bonapartist rejimleri desteklemek için seferber edebilmektedirler. Üstelik bu oluşumların bazılarına, Troçkizmin mirasından uzaklaşan, ama bu arada kendileriyle birlikte önemli sayıda samimi devrimci militanı da neoreformist saflara sürükleyen “radikal sol” çevreler de katılabilmektedir. Bu açıdan devrimci Marksistlerin önünde, kitle mücadelelerine devrimci program doğrultusunda müdahalenin yanı sıra, reformizmin yeni sürümlerine ve bunların kitle örgütleri içindeki bürokratik uzantılarına karşı ideolojik ve politik mücadele verme görevi de durmaktadır. IV. Enternasyonal: Herkesi Kapsayan Bir “Hareket” mi? Stalinist sol bugünkü dağılma sürecine girmeden bile önce, bizzat kendisinin yüzlerce parçaya ayrılmış olduğuna bakmadan, Troçkizmi yekpare olmamakla karalamaya çalışır, “iki üç Troçkist bir araya gelse, hemen bir Enternasyonal kurarlar” diye eleştirirdi. Troçkizmin bölünmüşlüğü bir gerçek ve bunun hangi dinamikler içinde gerGüz | 2010 -

15


Günümüzde IV. Enternasyonal’in İnşası çekleştiğine yukarıda çok genel hatlarıyla değindik. Kuşkusuz IV. Enternasyonal’in tarihi konusunda pek çok çalışma ve eleştirel tahlil bulunmakta ve bunların hepsinde yararlanacağımız, ders çıkarılması gereken noktalar var. Ama bu noktada bizi asıl ilgilendiren, neden farklı Troçkist grup ya da akımların kendi başlarına bir uluslararası örgütlenmeye yöneldikleri. Biz bu eğilimi bir “uluslararası fraksiyonculuk salgını” olmaktan ziyade, “ulusal Troçkizme” olan tepkinin bir ürünü olarak görüyoruz. Proletaryanın dünya ölçeğinde bir sınıf olması ve her ulusal ya da yerel devrimin dünya devriminin bir parçasını oluşturması, devrimci Marksizmi daha başından itibaren uluslararası bir akım olmaya yönlendirmiş, proletaryanın devrimci partisine de böylece uluslararası bir nitelik kazandırmıştır. Bu anlamda proletaryanın Bolşevik-Leninist partisi daha başından itibaren bir dünya partisi olarak inşa eder ve her ulusal devrimci parti kendisini Enternasyonal’in o ulusal sınırlar içindeki seksiyonu olarak kurar ve geliştirir. Troçkistler bu anlamda ulusal sosyalizme karşı enternasyonalist devrimci kavrayışın sürdürücüleri ve uygulayıcılarıdır. Devrimin ve Leninist partinin bu enternasyonalist kriterinden hareketle, aralarındaki diğer ayrılıklar ne olursa olsun, tüm Troçkist akım ve partileri “IV. Enternasyonal hareketinin” bileşenleri, bugün dağınık haldeki Enternasyonalimizin yarınki yeniden inşacıları olarak kabul edebilir miyiz? Varsayımsal olarak söyleyecek olursak, başarılı bir konferans ve kongre süreciyle tüm akımlar ya da bunların çoğunluğu bir araya getirilebilir mi? Sınıf mücadelelerinde açılan yeni dönem böyle bir olasılığa zemin hazırlayabilir mi? Sanırız bu tip bir öneri ya da beklenti, bizzat Troçki’nin 1905 Rus devrimi sonrasında Menşevikler ile Bolşevikleri tekrardan aynı parti çatısı altında kaynaştırma hayali kadar gerçeklikten uzak kalır. Belki çok farklı bir dönemin bir o denli farklı gerekçelerinden ötürü, ama aynı derecede hayalci. Ve bu bizim “benden başka Müslüman yok” tarzı sekterliğimizden değil, bizzat çeşitli “Troçkist” –ya da eski Troçkistakımların kendi tercihlerinden, kendi yönelişlerinden ötürü böyle. Her şeyden önce proletaryanın dünya partisi olarak IV. Enternasyonal’in inşasından uzaklaşmış, bu Bolşevik-Leninist gelenekten kopmuş akımlar var. Bunların başında, on yıllarca IV. Enternasyonal’i temsil ettiğini ileri süren, ama Stalinizmin dağılmasının ardından devrimci partilerin ve Enternasyonal’in karakterinin değiştiğini söyleyerek, proletaryanın dünya partisi yerine toplumsal akımların uluslararası dayanışmasını inşa etmeye yönelen Pablo-Mandel çizgisindeki Birleşik Sekreterlik geliyor. Bir zamanlar onlarca ülkede binlerce militanı bağrında toplamış olan bu akım günümüzde “çeşitli türden Troçkistleri, liberterleri, devrimci sendikacıları, devrimci ulusalcıları, sol reformistleri”7 bir araya getirmeye çalışan bir ortak kampanyalar koordinasyonunu olmaktan öteye geçmiyor. Bu eğilime, Nahuel Moreno’nun önderliğinde inşa olan ve 1980’lerde dünya Troçkizminin on binlerce militanlı en büyük partisi haline gelen MAS’ı (Movimiento al Socialismo) ve Uluslararası İşçi Birliği’ni (LIT – Liga Internacional de los Trabajadores) bölen ve bir süre sonra da Chavez’in “Bolivarcı” akımına iltica eden MST (Movimiento Socialista de los Trabajadores) ve onun önderliğindeki “Yenden Gruplaşma” akımı da katılmış durumda. Ve yine aynı tutumun, İngiltere’deki SWP (Socialist Workers Party) ve onun önderliğindeki “Uluslararası Sosyalist Eğilim” akımınca da paylaşıldığını belirtebiliriz. Bu akımları artık “dünya Troçkist hareketinin” parçaları olarak görmeye çalışmak, bizzat kendilerinin reddettiği bir sınıflandırma girişimi olur. Bu yelpazeyi daha da genişletirsek karşımıza, kendilerini IV. Enternasyonal olarak adlandıran ama “I. Enternasyonal tipi” yeni bir uluslararası örgütlenme öngören “Lambertçi” dünya akımı; reformist işçi partilerine “derin entrizm” stratejisinden bir 7 “Role and Tasks of the Fourth International – Draft Resolution for the 16th World Congress”, International Viewpoint, Mart 2009.

16

Sosyalist Düşünce Dergisi


Günümüzde IV. Enternasyonal’in İnşası türlü kopamayan ve bugün Chavezci hareketin saflarına katılmış olan “Uluslararası Marksist Eğilim”; kendilerinin dışındaki her eğilimi Leninizm düşmanlığı olarak gören Spartakistler ve V. Enternasyonalciler, gibi bir dizi uluslararası akım ve fraksiyon çıkmakta. Öte yandan Latin Amerika’nın ötesine geçmekte oldukça güçlük çeken “Troçkist Fraksiyon”, “IV. Enternasyonal’in Yeniden Kuruluşu İçin Koordinasyon”, “Uluslararası İşçi Birliği”, “İşçilerin Enternasyonal Birliği” gibi uluslararası merkezleri; “İşçi Enternasyonali İçin Komite” ve “Enternasyonalist Komünist Birlik” gibi Avrupa merkezli akımları da bu tabloya ekleyebiliriz. Bütün bunlara, bu uluslararası merkezlerden hiçbirine dahil olmayan ama ulusal Troçkizme düşmemek için bir araya gelen parti ve grupların oluşturdukları pek çok enternasyonalist fraksiyonu da eklersek, ulaşacağımız görüntüyü, genel bir “Troçkist hareket” çerçevesi içine yerleştirmemizin olanağı kalmaz. Bu görüntü, birincisi, programatik, taktik ve hatta bazı durumlarda stratejik olarak birbirinden kopmuş ve bir konferans veya kongreyle tekrar birbirine yapıştırılmaları mümkün olmayan radikal sol akımların oluşturduğu bir parçalanmışlık tablosudur. İkincisi, yukarıda değindiğimiz “politik sarkaç” ne yazık ki bu listenin bazı unsurları açısından soldan merkeze ve oradan da sağa doğru, yani sürekli devrim programı ve IV. Enternasyonal’in inşasından, “anti-kapitalist sosyal hareketçiliğe” ve “yeni tip uluslararası koordinasyon” anlayışlarına doğru seyretmektedir. Üçüncüsü, bu parçalanmışlık hali pek çok ulusal örgütü uluslararası akımlardan yalıtarak güçlü bir biçimde ulusal Troçkizme doğru itmekte ve IV.’ün inşasının önüne yeni politik engellerin çıkmasına neden olmaktadır. Ama bütün bu olumsuz dökümü yaparken bir gerçeğin, devrimci komünist Enternasyonal’in inşası açısından bütün bu olumsuzluklardan belki de çok daha önemli bir olgunun altını çizmemiz gerekir: her ne kadar bu parçalanmışlık halinin sebebi ve/veya sonucu da olsalar, bütün bu akımlar içinde binlerce, on binlerce devrimci komünist, Troçkist militan bulunmaktadır. Bunlar yaşamlarını insanlığın kurtuluşuna adamış, faaliyetlerinin devrimciliğine samimiyetle inanmış kadın erkek, yaşlı genç, proleterler, emekçiler, öğrenciler, sıradan çalışan insanlardır. Bu devrimci militanlar ordusunu dışlayan hiçbir durum tespiti, tahlil ve öngörü geliştirmek mümkün değildir, böyle bir girişim gerçekçi olmaz. Bütün bu unsurları dikkate aldığımızda, Troçki’nin sözünü ettiği “devrimci önderlik krizi”nin günümüzde “devrimci önderliğin inşasının krizi” haline dönüşmüş olduğunu söyleyebiliriz. O halde sorunumuz, bu krizin üstesinden nasıl gelebileceğimizdir. IV. Enternasyonal’in Yeniden İnşası Neden “yeniden” inşa diyoruz? Anımsayacak olursak, I. Enternasyonal gerek Paris Komünü’nün yenilgisinin Avrupa işçi sınıf mücadeleleri üzerindeki olumsuz tarihsel etkisinin, gerekse merkezinin ABD’ye taşınmasının yol açtığı yalıtılmışlığın sonucunda bizzat Marx’ın istemiyle lağvedilmişti. Gerçekte, proletaryanın en güçlü olduğu kıtada, Avrupa’da, işçi hareketinin yeni ve devrimci komünist bir eksen üzerinde kurulabilmesi için I. Enternasyonal’in tarihe gömülmesi gerekiyordu. II. ve III. Enternasyonaller ise sosyal demokrat revizyonist ve Stalinist çürümeye uğrayarak devrimci işçi hareketinin dışına düştüler, emperyalizme eklemlenerek devrimci proletaryanın karşısına dikildiler (III. Enternasyonal –Komintern- daha sonra bizzat Stalin’in emriyle “kapatıldı”). Troçki’nin önderliğinde kurulan IV. Enternasyonal ise, ne bu tür bir yalıtılmışlık içinde, ne de tüm dağınıklığına ve bazı bileşenlerinin sağa kaymakta olmasına karşın, emperyalist cepheye ricat ederek burjuvazinin saflarına katılmış durumdadır. Kaldı ki IV. Enternasyonal’in programı, başlangıçta Marksizmin mirasını taşımakla ve propaganda etmekle sınırlıyken, bugün devrimci işçi hareketinin yeniden kurulabilmesi Güz | 2010 -

17


Günümüzde IV. Enternasyonal’in İnşası için her zamankinden daha geçerli ve zorunlu hale gelmiştir. Yeni gelişmekte olan sınıf mücadeleleri döneminde Geçiş Programı pek çok yönüyle emekçi yığınların Acil Programı haline dönüşmektedir. Dolayısıyla, birincisi, Enternasyonal’in inşasında devrimci Marksistleri yönlendiren kriter program konusudur. İnsanlığa “Sosyalizm ya da Barbarlık” ikileminin dışında bir başka seçenek bırakmayan emperyalist çağın aşılması ancak Geçiş Programı’nda öngörülen dünya sosyalist devrimiyle olanaklı hale gelecektir. Kapitalizmin böyle bir devrimle yıkılmaksızın, kendi iç dinamikleriyle emperyalist çağın ötesine sıçramış olduğunu iddia eden programlar ne denli “yeni enternasyonallerden” söz ederlerse etsinler, devrimci Marksizm için IV. Enternasyonal’in proletarya diktatörlüğü programı ve mücadele yöntemi halen geçerliliğini korumaktadır ve Enternasyonal bu program temelinde inşa edilmeye devam edecektir. İkincisi, IV. Enternasyonal’in yeniden inşasını bir “kuruluş momenti” olarak almıyoruz. Troçki’nin IV. Enternasyonal’in kurulması karşısında kuşku duyanlar için söyledikleri, sadece bir devrimci ajitasyon değil, devrimci Marksizmin mücadele yöntemidir: Ama kuruluşunu ilan etmenin zamanı gelmiş midir?.. diye diretiyor kuşkucular. Bizim bu soruya yanıtımız, Dördüncü Enternasyonal’in “ilan edilmeye” ihtiyacı olmadığıdır. O, yaşamakta ve mücadele etmektedir. Zayıf mıdır? Evet, halen genç olması nedeniyle safları kalabalık değildir. Ama bu kadrolar geleceğin güvencesidir. Yeryüzünde bu kadroların dışında adını gerçekten hak eden tek bir devrimci akım yoktur. Enternasyonal’imiz halen sayıca zayıfsa da, öğreti, program, gelenek ve kadrolarının karşılaştırılmaz kararlılığı bakımından güçlüdür. Bunu bugün kavrayamayanlar bir kenara çekilsin. Yarın bu daha da belirgin olacaktır.8 Troçki’nin bu söyledikleri bugün için de geçerlidir. IV. Enternasyonal’in yeniden kurulmuş olduğunun ilan edilmesine ihtiyacı yoktur. Onlarca parti, yüz binlerce militan dünyanın her yerinde Geçiş Programı’nı yaşama geçirme mücadelesi vermektedir. IV. Enternasyonal’in bugün “tek bir dünya partisi” bünyesinde toplanmamış olması, onun inşasının durduğu anlamına gelmez. Üçüncüsü, devrimci Marksizmin mevcut dağınıklığı, IV. Enternasyonal’in pek çok uluslararası merkez ve akım halindeki parçalanmışlık durumu bizleri korkutmuyor. Başında da söylediğimiz gibi, parçalanmalara yol açan nesnel koşullar değiştikçe, IV. Enternasyonal’in yeniden inşasının öznel öğeleri de yeni bir düzleme sıçramaktadır. Politik süreçlerdeki pek çok ayırt edici öğe, yeni birlik olanaklarının da koşullarını hazırlamaktadır. Doğu Bloku’nun dağılmasıyla birlikte dünya politik durumunun içine sürüklendiği yeni evre, emperyalizmin Afganistan ve Irak saldırıları, neoliberalizmin dünya politikaları, Chavezcilik biçiminde gelişen ulusalcı sol ya da “XXI. yüzyıl sosyalizmi”, kapitalizmin son yapısal krizi, vb. gibi küresel olgular karşısında alınan tutumlar, sadece Troçkizm değil tüm dünya Sol hareketi içinde yeni ayrım çizgilerinin oluşmasına neden olurken, aynı zamanda IV. Enternasyonal’in inşasında birleştirici stratejik konular haline dönüşmekte, diğer ayrılık noktalarını taktiksel farklılıklar düzeyine itme eğilimi göstermekte. Bu durum, IV. Enternasyonal’in yeniden inşası açısından yeni bir canlı ideolojik ve politik tartışma süreci başlatmıştır. Ama tekrar edelim: Bu tartışma süreciyle “yeniden kuruluşun ilan edileceği” bir uluslararası birleşme konferansı veya kongresine ulaşılacağını hayal etmiyoruz; sadece bütün bu tartışmaların Geçiş Programı’nın güncellenmesine, devrimci Marksizmin uluslararası mücadelelere müdahale olanaklarının artmasına ve böylece uluslararası merkezler arasındaki inşa işbirliklerine ve dinamiklerine katkıda bulunacağını düşünüyoruz. Ve nihayet dördüncüsü, ve belki de en önemlisi, Enternasyonal’in bir dünya partisi 8 Troçki, a.g.e., s. 216.

18

Sosyalist Düşünce Dergisi


Günümüzde IV. Enternasyonal’in İnşası olarak ulusal ve uluslararası ölçeklerdeki sınıf mücadelelerine müdahale içinde inşa edilebileceğidir. Geçiş taleplerinin emekçi yığınlar arasında yaygınlaştırılması, onların öncülerinin IV. Enternasyonal’in programı etrafında örgütlenmesi, bu seferberlikler içinde işçi sınıfı hareketinin ulusal ve uluslararası ölçeklerde ve devrimci temellerde yeniden örgütlenmesine katkıda bulunulması, IV. Enternasyonal’in inşasının temel dinamikleridir ve bu, içine girmekte olduğumuz yeni dönemde daha da önemli hale gelecektir. Kitle seferberliklerine müdahale temelinde inşa stratejisi, Enternasyonal’in ileri sıçramasını da olanaklı kılabilecek pek çok taktik gerektirebilecektir. Nasıl bir ulusal devrimci parti tek bir merkezi çekirdeğin doğrusal büyümesi sonucunda inşa edilemezse, Enternasyonal’in inşasını da devrimci Marksist akımların ulusal ya da uluslararası ölçekteki birleşmeleri olmadan düşünmek olanaklı değildir. İşçi ve emekçi kitlelerin mücadelelerine sunulacak devrimci program ve onun bu mücadeleler içine taşınması yöntemi çevresinde kurulacak eylem birlikleri ve devrimci birleşik cepheler, önümüzdeki dönemde yeni bir önem kazanacak ve hatta yeni biçimler alabilecektir. Özetle, gerçekçiyiz, ama kötümser değiliz. Gerçek olan, yeni bir sınıflar mücadelesi dönemine IV. Enternasyonal’in dağınıklığı ve zayıflığı koşulları altında giriyor olmamız. İyimseriz, çünkü “öğreti, program, gelenek ve kadrolarının karşılaştırılmaz kararlılığı bakımından” gücümüzün farkındayız. Troçki’nin dediği gibi, “Sol tüm dünyada sadece beş kişi kalmış olsa bile, bunların görevi bir ya da birkaç ulusal örgütle birlikte bir uluslararası örgüt inşa etmek olurdu”9.

Eylül 2010

9 Troçki, Escritos, c.I, 1929-1930. Pluma, s. 994–995. Güz | 2010 -

19


Dosya

IV.’in Yeniden İnşası:

Yeniden İnşa Dinamikleri ve Ortodoks Troçkizmin Alanı

Cemre Sava-Murat Yakın

Tarihimizdeki dönüşümlerin tümü, sınıflar mücadelesindeki ve dünya politikasındaki büyük gelişmelerin derin yansımalarından kaynaklanmıştır. Genel anlamda proleter kökenli olmayan ve işçi sınıfının büyük devrimci seferberlikleri içinde yetişmemiş önderlikler üzerinde ağır tahribatlara yol açan bu büyük gelişmeler, nihayetinde bölünme ve birleşmelerimizin olduğu kadar ilerleme ve gerilemelerimizin de kaderini tayin eder.1 Nahuel Moreno Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez’in 19-20 Kasım 2009 tarihinde gerçekleştirilen PSUV (Venezüella Birleşik Sosyalist Partisi) kongresinde yapmış olduğu Beşinci Enternasyonal’in kurulması çağrısı geniş bir “Sol yelpaze”de karşılık buldu. Bu sorunu heyecan verici bir gelişme olarak gündemlerine alan sol yelpazenin bileşenleri arasında Meksika’yı 60 yıldır Bonapartist bir baskı rejimiyle yöneten Kurumsal Devrimci Parti’nin, Küba’da kapitalizmin yeniden inşasını bizzat üstlenen Küba Komünist Partisi’nin, Nikaragua, El Salvador ve Ekvator’daki eski gerillacı akımların, Portekiz’de Sol Blok’un, Almanya’da Sol Parti ve Fransa’da Sol Parti’nin yer alması hiç şaşırtıcı değil. Bu akımların ortak paydası, burjuvazinin dolaylı ajanları olarak oynadıkları rolle, işçi sınıfının devasa kalkışmalarını tarumar eden Stalinizmin, sosyal demokrasinin ve silahlı reformizmin kılıç artıkları olmaları. Venezüella’da gelişmekte olan yeni burjuvazinin ulusalcı eğilimini kendine cisimleştiren Chavez’in “Beşinci Enternasyonal” çağrısıyla heyecanlanan kesimlere Dördüncü Enternasyonal (DE) saflarında Birleşik Sekretarya gibi akımların da katılımı 1 Nahuel Moreno y Mercedes Petit, Nuestra experiencia con el lambertismo, Colección Inéditos de Nahuel Moreno, s. 125.

20

Sosyalist Düşünce Dergisi


Yeniden İnşa Dinamikleri resmi tamamlamakta. Bu çağrı gündeme geldiğinden beri artık var olmayan(!) DE’nin tarihin saygın sayfalarında yerini alması gerekliliğine, güçlerin daha yığınsal ve “kapsayıcı” bir platformda bir araya getirilmesinin elzem olduğuna dair tartışmalara tanık olunmakta. Bu, içerikten yoksun ve sinik eğilimin temsilcileri açısından bir enternasyonalin politik ve metodik bir sürekliliğin temsilcisi olması zaruri değil. “Radikal demokrasinin” temsilcileri açısından, tartışma bir kez tarihsel ve programatik bağlamından kopartıldığı için DE’nin yeniden inşası çizgisi, bu kesimler için anlaşılmaz ve kabul edilemez bir ısrarcılığın/sekterliğin göstergesine indirgenmekte. Bu nedenle Lenin, Troçki gibi önderler, kapanmış bir çağın romantik, saygın ve artık geride bırakılması gereken figürleri olarak tarih müzesindeki seçkin yerlerini almalı, geçiş programı anlayışı, bürokrasiye karşı mücadele, proletaryanın devrimci diktatörlüğü, taktikler, stratejiler ve ilkeler bütünü sorunu umarsız bir sessizlikle geçiştirilmelidir. Tarihin ilerletici gücünün sınıf mücadeleleri olduğuna dayalı çizginin yerine, söylem yoluyla bir araya getirilmiş çeşitli toplumsal kimliklerin “radikal demokrasi” yolundaki mücadelelerini oturtan bu anlayış özünde bir özgürleşme projesi olduğu tezlerine yaslansa da sosyalizmden ziyade liberalizme yakın durmakta. Görüleceği gibi, 2008 krizinin etkisini tüm yakıcılığıyla hissettirdiği, sınıf hareketinin geleneksel mücadele yöntemleriyle yeniden dünya sathında belirleyici bir güç olarak kendini göstermeye başladığı koşullarda, gerici önderliklerin kitle denetimi açısından etki ve alanlarının daralmış olması, doğrudan enternasyonalist ve devrimci bir önderlik inşasının gerekliliğini savunanların önünü açmış değil. Neoliberalizme tepki olarak açığa çıkan hareketlerin Chavez türü ulusalcı üçüncü yol projelerinden, proletaryaya atfedilen rolü artık yeni toplumsal kesimlere ve bu kesimlerin her birinin ittifakından çıkacak sinerjiye yedekleyen radikal demokrat kavrayışa geniş ve dağınık bir kümeyle karşı karşıyayız. Öte yandan DE’nin bugün oldukça zayıf ve parçalanmış olduğu bir gerçek ve bu gerçek bir dizi nedene dayanmakta. Öncelikle DE, kendisinden önceki enternasyonallerden farklı olarak dünya devriminin yükseldiği bir aşamada değil, sosyal demokrasinin ve Stalinizmin ihanetleri sonucu dünya işçi sınıfının ard arda yenilgiler aldığı bir dönemde devrimci Marksist geleneği ve sürekliliği yaşatabilmek amacıyla inşa edilmişti. Karşı devrimci önderliklerin tüm saldırılarına karşın, DE bu görevi yerine getirmiştir. Dahası tarihsel gelişmelerin ışığında bütünüyle doğrulanan ve halen gerçekleştirilmeyi bekleyen bir program anlayışına sahiptir. Önümüzdeki dönemde gerçekleşmesi muhtemel devrimci seferberliklerin zaferinin ve burjuvazinin nihai olarak mülksüzleştirilebilmesinin yegâne garantisi bu programdır. Yeni Bir Enternasyonal İçin Mücadele Troçki hayatının en büyük eseri olarak değerlendirdiği DE’yi 1938 yılında inşaya giriştiğinde günümüzde de kimi kesimlerce paylaşılan ağır eleştirilere maruz kaldı. Sınıf hareketinin karşı karşıya bulunduğu derin politik karmaşa ve ağır yenilgiler döneminde son derece zayıf güçlerle ve özellikle de Stalinizm gibi etkin bir aparat karşısında başarı şansı yok denecek kadar azdı. DE’nin adeta başarısızlığa/etkisizliğe mahkûm doğduğunu iddia eden birçok kesim açısından yeni bir enternasyonal, ancak sınıf mücadelesindeki şiddetli alt üst oluşların bir ürünü olabilirdi. Oysa Troçki’ye göre DE, zaten sınıf mücadelesinin tanık olduğu en muazzam alt üst oluşlardan birinin kaçınılmaz sonucu olarak inşa edilmekteydi; Zira DE, bir yanda Faşizmin diğer yanda Stalinizmin varlığıyla belirlenen en büyük karşı devrimci sürecin bir ürünüydü. 2 2 Lev Toçki, “Dördüncü Enternasyonal’in Bayrağı Altında”, Geçiş Programı, Kardelen Yayınları: İstanbul, 1992, s. 47. Güz | 2010 -

21


Yeniden İnşa Dinamikleri Stalinist tahribatın sonucu olarak Bolşevik Parti’nin çöküşü neredeyse eşzamanlı olarak Üçüncü Enternasyonal’in (ÜE) çözülüşünü beraberinde getirmiştir. ÜE’nin başta en güçlü seksiyonu olan Alman Komünist Partisi olmak üzere hiçbir ulusal partisi bu yozlaşmaya karşı, zamanında Bolşevik Parti’nin İkinci Enternasyonal’in çöküşü karşısındaki rolünü üstlenme kapasitesini gösteremeyecekti. Ekim Devrimi’yle taçlanan enternasyonalist devrimci bir önderlik inşası çizgisinin aldığı bu ağır yenilgi 1933 yılından itibaren en korkunç sonuçlarına ulaştığında, Troçki yaşamının en belirleyici tutkusuna dönüşecek sonuca ulaştı; Bolşevik mirasın üzerinde yükselen yeni bir devrimci önderliğin inşası. Zira dünya partisi olmaksızın ne ulusal devrimci önderliklerin ne de iktidarın zaptını hedefleyen büyük devrimci işçi partilerinin gelişmesi mümkündü. Bir konuyu açıklığa kavuşturmakta yarar var, Troçki DE’nin inşasına girişirken hareketin geniş yığınlar karşısındaki izole konumunun bilincindeydi. Ne var ki, bu konumun kısa süre sonra değişebileceğini öngörmekteydi. Ona göre DE kurulmamış olsa, Bolşevik metodolojiyi referans alan devrimci örgüt ve program anlayışının tüm izleri Stalinizm ve faşizm tarafından kesin olarak silinecekti.3 Onu hayalcilikle suçlayan pek çok kesimin aksine, tarih, sınıflar mücadelesindeki dengeleri tümüyle dönüşüme uğratacak, dünya çapında bir savaşın yaklaşmakta olduğunu olanca berraklığıyla tespit etmiş olan Troçki’yi haklı çıkartmıştır. Unutmamak gerekir ki, onu eleştirenlerin sıklıkla önemsizleştirmeye özen göstermesine karşın, Troçki hiçbir zaman yeni enternasyonalin kitlesel bir etki kazanmasını oluşacak dengelerden hareketle otomatikleştirme eğiliminde olmamıştır. II. Dünya Savaşı’nın ardından, faşizmin yenilgiye uğratılması dünya tarihinde o güne dek tanık olunmuş en devrimci dönemlerden birine yol açmışsa da bu DE’nin değil, Ekim Devrimi’nin ve faşizme karşı mücadelenin itibarını kendiyle özdeşleştiren Stalinist bürokrasinin etkinlik kazanmasına zemin sunmuştur. Bu yeni gerçeklik, DE’yi uzun yıllar boyunca yalnızca izolasyona değil, aynı zamanda marjinalliğe sürükleyecek nesnel bir faktöre dönüşecektir. Yeni önderliğin hataları da bu nesnel faktöre eklenen öznel öğeler olmuştur. Savaşın ardından oluşturulan yeni önderliğin izleyeceği çizgi, kuruluş yıllarında kısa süreceği beklenilen bu kitlelerden uzak görünümü değiştirmek bir yana daha da derinleştirerek, DE’nin devrimci programını kitlelerle buluşturma girişiminin birkaç on yıl daha ileri atılmasına yol açtı. Hareketin uzun yıllar içine kapanmasına neden olan zayıflığın sebebi ise “Revizyonizm”di. Elverişsiz koşulların ve giderek alan kazanmaya başlayan karşı devrimci aparatların ağır basıncı altında deforme olmaya, devrimci Marksist ilkelerden çok izlenimci ve adaptasyoncu (uyarlanmacı) tutumlar geliştirmeye eğilimli bir önderlik çizgisi, hareketi on yıllar sürecek ve kimi kesimlerce bıktırıcı olarak tarif edilen bir parçalanmalar, tahrifatlar – Komünist Partiler içinde derin uyuma taktikleri, önce gerillacı ve ardından Avrokomünist akımlara uyarlanma çizgisi, proletaryanın devrimci diktatörlüğü çizgisinin programdan çıkartılarak “sosyalist demokrasi” ilkesinin sahiplenilmesi- silsilesinin içine sokacaktı. Aslına bakılırsa, Troçki’nin ölümünün ardından oluşan yeni DE önderliği -Michel Pablo, Ernest Mandel- savaş sonrası devrimci seferberliklerde Komünist partiler saflarında toplanan kitleler karşısında marjinalce tutumlar geliştirmediler. Aksine niyetleri marjinallikten kopmaktı. Ne var ki, bu amaca Troçkist programla çelişen bir yönelişle ulaşmaya giriştiler. Tüm Troçkistleri Stalinist önderlikleri yönlendirmek üzere komünist partilere katılmaya çağırdılar. Bu çizgi zirve noktasına 1953 yılında Doğu Almanya işçi sınıfı Stalinist bürokrasi yönetimine karşı ayaklandığında vardı. İşte o an Pablo 3 Lev Troçki, Savaş ve Dördüncü Enternasyonal, http://www.marxists.org/turkce/trocki/1934/ haziran/10.htm.

22

Sosyalist Düşünce Dergisi


Yeniden İnşa Dinamikleri ve Mandel önderliği politik ve objektif açıdan kitlelere karşı bürokrasinin hükümetinin yanında yer aldı. Uluslararası Troçkist hareketi yol ayrımına getiren 1952 Bolivya Devrimi sırasında da Troçkizm marjinal bir konumda değildi. Aksine, gelişen devrimci süreçte DE, Bolivya seksiyonu POR (Devrimci İşçi Partisi) geniş yığınlar nezdinde etki kazanmıştı. Dahası yüz binden fazla silahlı işçi ve köylüden oluşan devrimci milisler üzerinde hayati bir belirleyiciliğe sahipti. Ne var ki Pablo ve Mandel’den oluşan DE önderliği bir kez daha kitlelere ulaşabilmek adına Troçkist programın dışında arayışlara yöneldi. DE önderliği utanç verici bir biçimde burjuva MNR hükümetine eleştirel destek verdi. Bu tutum, Troçkizmin bir devrim esnasında yüzleştiği ilk ihanet olarak tarihe yazılacaktı. Nitekim 1979 Nikaragua devrimi sırasında da devrimci Troçkizm kendi alanını yaratmayı başarmıştı. Diktatör Somoza’ya karşı FSLN önderliğinde ayaklanan yığınlar yeni bir devrimci seferberliğe yol açtığında Moreno önderliğindeki Bolşevik Hizip, FSLN’ye politik değil ama askeri destek şiarıyla Simon Bolivar Uluslararası Tugayları’nı örgütlemeye girişti. Sosyalist devrimi ilerletmek ve DE’yi bu ülkede inşa etmek doğrultusunda çarpışmalara katılan Tugay, ele geçirdiği kentlerde sendikalar ve sınıf hareketinin burjuva çizgiden bağımsızlaşmasına önayak olacak mücadele organları kurmaya, karşı devrimcileri cezalandırmaya giriştiğinde FSLN önderliğiyle zorunlu bir çatışma açığa çıktı. Troçkist devrimciler FSLN önderliğince tuzağa düşürülüp Panama’daki işkence evlerine gönderildiğinde Amerikan SWP önderliği ve BS çoğunluğundan bir delegasyon, aşırı solcu olmakla itham ettikleri kendi yoldaşları yerine FSLN önderliğine politik destek sunmak üzere başkent Managua’ya bir delegasyon yollamaktaydı. Tüm bu örneklerde görüleceği üzere, Michel Pablo ile başlayıp Ernest Mandel önderliğine süreklilik içeren bir marjinallikten kopuş arayışını teslim etmek gerekir. Ne var ki, bu yönelim tarihsel bir düzlemde Troçkist programdan kopmak pahasına mümkün olabilmiştir. Kitle hareketinden uzak kalmamak adına o hareketlere yön veren karşı devrimci aparatlara teslimiyet/uyarlanma çizgisi, yıllar içerisinde evrim geçirerek kristalize olmuş; dahası, hareketi, devrimci hatta süreklilik arz eden, değişik deneyimlerin harmanlandığı, birleşik ve enternasyonalist bir önderlik inşasından yoksun bırakmıştır. Ortodoks Troçkizmin Kaynakları Uluslararası Troçkist hareket, faşizm ve Stalinizm gibi son derece güçlü aparatlar karşısında proleter devrimci programı yaşatabilmek için kahramanca bir savaş yürüttü. Dünya savaşı sona erdiğinde ise bizzat Troçkist hareket tarafından ön görülmüş devrimci yükseliş dalgası yeni enternasyonalin yerine Stalinist aparatın önünü açmıştı. Hareketin bir süre daha yığınlardan izole olmasına yol açacak bu nesnel etmenin yanı sıra, kendisini ancak Bolşevizm ile özdeşleştirerek ayakta kalabilecek Stalinizmin, Bolşevik mirasın yaşayan son büyük temsilcisi Troçki’yi daha savaşın başında 20 Ağustos 1940 tarihinde alçakça katletmiş olması, DE’yi yeni yükseliş sürecinde belirleyici bir güç olmaktan alıkoyacak öznel bir darbe anlamı taşıdı. Savaş sonrası dönemin başlıca Troçkist önderlerinden Arjantinli Nahuel Moreno’nun ifadesiyle Troçki’nin önderliğinde DE devasa bir kafa –Bolşevik mirasın yaşayan son büyük temsilcisi- ve kadrolarının zayıflığı düzeyinde bir cüce gövdesiyle doğmuştu. Ne var ki, önderliğinde ilk muzaffer işçi devletinin ve işçi ordusunun lideri Troçki bulunmaktaydı. Troçki’nin ölümüyle başlayan gerileme, Dört açısından niteliksel önemdeydi. O dünya devriminin sevk ve idaresine ait yarım yüzyıllık bir tecrübenin kristalize olduğu bir kişiydi ve onun yokluğu Dört açısından, yarım yüzyıllık bir gerileme anlamına gelmekteydi. Güz | 2010 -

23


Yeniden İnşa Dinamikleri Ölümünün ardından Dört, başlangıç noktasına, neredeyse sıfır noktasına geri döndü. Görece zayıflığı, mutlak bir zayıflığa dönüştü. Aşırı derecede zayıf ama anıtsal bir önderliğe sahip bir uluslararası örgütten, baştan ayağa, her düzeyde zayıf bir örgüte dönüştü.4 Stalinizmin yol açtığı ihanetler ve hayal kırıklıkları dünya işçi hareketinde derin bir paralizasyona yol açmıştı. Bolşevizm deneyiminden etkilenen geniş bir öncü kuşağın faşizme karşı mücadele ve savaş koşullarında imha olmasının sınıf belleğinde uzun yıllara yayılan bir tahribata/kopuşa yol açması kaçınılmazdı. Bu tahrip edici koşullar altında başta Martin Monat, Marc Bourhis, Abraham Leon, Pietro Tressso, Arpen Tavityan, Julian Casanova, Marcel Hic olmak üzere sınıf mücadelesi deneyimine sahip, yüzlerce DE önderi, Avrupa’daki direniş mücadelesinin örgütlenmesine girişti. Yeraltı mücadelesinin en yetkin deneyimlerini sunan örnek savaşımlarıyla sabotaj eylemlerinden, grevlere, partizan savaşından, parti inşasına geniş bir yelpazede etkin olan bu kadroların savaşta eşsiz tecrübeleriyle birlikte yitirilmeleri, DE’nin sonraki inşa yıllarına damgasını vuracaktı. DE’nin bu zorlu ilk yıllarında, James P. Cannon önderliğindeki Amerikan Sosyalist İşçi Partisi (SWP) ya da Çin’de Chen Duxiu ve Vietnam’da Ta Thu Thau gibi aynı zamanda kendi ülkelerindeki Marksist hareketin kurucuları görünümündeki önderlerin etrafında kümelenen işçi öncülerinin dışında, DE partilerinin önderliklerinin profilini büyük ölçüde zayıf, entelektüel marjinaller, işçi sınıfına yabancı sektörler oluşturmaktaydı. II. Dünya Savaşı sona erdiğinde bugün Ortodoks Troçkizm olarak adlandırdığımız politik kapsamın da sınırları nesnel açıdan belirginleşmeye başlamıştı. Yeni yükseliş dalgasıyla beraber DE’de program ve önderlik inşası açısından yeni bir gerçeklikle yüzleşecek, hareket sonraki 60 yıla damgasını vuracak bir yol ayrımının eşiğine gelecekti. Kuşkusuz bu süreç birdenbire yaşanmadı. Aksine çeşitli evrimlerden geçerek, metodolojik farklılıkların kristalize olduğu bir zeminde somutlandı. Hareketin Avrupa merkezli partilerinin 1944 ve 46 yıllarında gerçekleştirdikleri konferansları dışarıda bırakırsak dünya ölçeğinde dağınık durumdaki DE’ci güçlerin, savaş sonrası gerçekliğe programatik yanıtlar geliştirmek amacıyla yeniden bir araya gelmeleri 1948 yılını buldu. Savaş sonrası dönemde marjinalliğin ve yükselişe geçmekte olan Stalinist ve küçük burjuva kökenli karşı devrimci aparatların basıncı altında türlü politik deformasyonlara yatkınlık kazanan Batı Avrupa merkezli yeni önderliğin yol açacağı tahribatın etkileri günümüze dek sürdü. Başta Amerikan SWP’si olmak üzere izolasyon koşullarına adeta içgüdüsel bir tepkiyle sınıf hareketine yönelen bir dizi Latin Amerika partisinin eşitsiz ve bileşik bir seyir halinde geliştireceği dinamik günümüzde Ortodoks Troçkizm olarak adlandırılan akımın ana kaynaklarını oluşturdu. Akımın belirleyici yönü, Fransız PCİ, Amerikan SWP, Arjantin PST örneklerinde görüleceği gibi sınıf hareketinde kalıcı mevziler kazanmış partilerden oluşmasıyla belirleniyordu. İngiliz WRP ve Pierre Lambert öncülüğündeki Fransız kökenli OCİ gibi sınıf seferberliklerinin yoğunlaştığı bazı etaplarda DE içinde devrimci Troçkist bir önderlik ve çizgi geliştirme mücadelesine yakınlaşan kesimler olduysa da bu hedef doğrultusunda kalıcı bir mücadele hattı asla örülemedi. Pablo -Mandel revizyonizmi 50’li yıllardan itibaren, enternasyonali derin ve süreklilik arz edecek bir krize sokarken, aynı zamanda buna karşı gelişen güçlü bir direnişin temellerini de atmış oldu. Ne var ki, bu mücadele açığa çıktığı ilk andan itibaren uluslararası bir merkezden, dahası sınanmış bir önderlikten yoksun olarak doğdu. Bu durumun belirleyici sonuçları olacaktı. Giderek etkinlik kazanacak revizyonist tahribata karşı mücadele, ulusal, bölgesel ve parçalı bir karakter arz ediyor, ileriki yıllarda 4 Nahuel Moreno, “LIT-CI Kuruluş Tezleri, Tez: 10”, Mesafe, sayı: 6.

24

Sosyalist Düşünce Dergisi


Yeniden İnşa Dinamikleri SWP örneğinde görüleceği gibi ulusal Troçkist eğilimler taşıyordu. 1953 yılında o güne dek işçi hareketindeki ağırlıklı pozisyonu ve militan mücadele kavrayışıyla, en prestijli Troçkist partilerin başında gelen Amerikan SWP’sinin Pablocu revizyonizme karşı açtığı bayrağın etrafında Fransız seksiyonu PCİ -Enternasyonalist Komünist Parti- ve bir dizi Latin Amerika partisinin toplanmasıyla önemli bir imkân da doğmuş oldu. Ne var ki, Pablo önderliğinin karşısında oluşturulan ve o dönemdeki Troçkist hareketin yüzde 80’ini saflarında toplayan UK (Uluslararası Komite) ufku ulusal basınçlarla sınırlanmış SWP’nin etkisiyle yükseliş halindeki karşı devrimci aparatlara yönelik uyarlanmacı/tasfiyeci bir eğilim taşıyan Pablo önderliğine karşı basit bir birleşik cephe kimliği taşımanın önüne geçemedi hiçbir zaman. UK, DE’yi Troçkist metodoloji ve işçi sınıfı devrimciliği temelinde yeniden inşa edebilmek için ihtiyaç duyulan sağlam ve merkezi bir uluslararası önderlik rolünü üstlenemezken, Latin Amerika partileri, SWP’nin değişik ulusal Troçkizmlerin toplamından oluşan federal bir uluslararası merkez anlayışına karşı sistematik bir mücadele verecekti. Latin Amerika: Uzun Yürüyüşün Merkezi DE içinde revizyonist çizgiye karşı gelişen direnişin, eşitsiz ve bileşik gelişiminin en canlı deneyimleri 50’li yıllardan itibaren başta Arjantin olmak üzere bir dizi Latin Amerika ülkesinde yaşanmaya başladı. Nahuel Moreno’nun 1943 yılındaki ilk politik metni olan “Parti” broşüründe ifade ettiği, “Dün olduğu kadar bugün de acil görevimiz, proletarya öncüsüne yaklaşmak ve bizi bu hattan oportünistçe uzak tutmaya dönük tüm girişimleri reddetmektir” çizgisinde somutlaşan bir dinamizm içten içe gelişmekteydi. Marjinal Troçkizme bir tepki olarak Moreno’nun etrafında 1944 yılında bir araya gelerek GOM (Marksist İşçi Grubu) saflarında harekete geçen bir avuç işçi militan Buenos Aires barlarına gömülmüş durumdaki bohem Troçkizmden nihai olarak koptu. Ülkenin o dönemdeki başlıca işçi mahallelerinden Villa Pobladora’ya yerleşen grup, 80’li yıllara gelindiğinde dünya Troçkist hareketinin hem en güçlü partisi MAS’ı (Sosyalizme Doğru Hareket) inşa etmiş hem de SWP’nin üstlenemediği zorlu görevi üstlenerek, Latin Amerika’dan Avrupa’ya revizyonizme karşı devrimci Troçkist ilkelerde direnen sektörlerin uluslararası ölçekte bir araya getirilmesini sağlamıştı. Moreno tarafından kurulan ilk yapılanma olan GOM 1944-48 yılları arasında enternasyonalizm açısından o dönemdeki Troçkist hareketin genel özelliklerini paylaşmaktaydı. Hareket, tüm dünyadaki sınıf mücadelelerini destekliyor ve dahası DE’yi sahiplendiğini vurguluyordu. Ne var ki bu el yordamıyla atılan ilk adımlarda GOM’un fiilen DE’nin inşasının bir parçası olduğu söylenemezdi. Bu panaroma Moreno’nun 1948 yılında delege olarak DE’nin ikinci dünya kongresine katılmasıyla köklü bir biçimde değişti. Bu aşamayla birlikte Moreno’nun çabalarının merkezine, yalnızca bir ya da bir dizi ulusal parti inşa etmek yerine tüm ulusal devrimci partileri bir devrimci program ve önderlik inşası çizgisi doğrultusunda bağrında toplayacak bir enternasyonal inşa etmek çabası oturdu. 1956 yılında Moreno önderliğinin Peronizmin hâkim olduğu Arjantin sendikaları içinde, MAO (İşçi Birliği Hareketi) aracılığıyla sınıf hareketinde elde ettiği güçlü mevziiler, akıma kıta ölçeğinde diğer partileri devrimci Troçkist ilkeler doğrultusunda uluslararası bir önderlik çabasında bütünleştirebilmenin koşullarını yarattı. 1957 yılında kurulan SLATO (Ortodoks Troçkizmin Latin Amerika Sekreterliği) etkisi kıtanın ötesine taşacak bir dinamik yaratarak sonraki 30 yıl boyunca ortodoks Troçkizmin sürekliliğini garanti altına alacaktı. 50 yılı aşkın mücadele deneyimi boyunca Moreno’nun DE içinde karşılaştığı ayrışmalar, güçlükler ve hatta iftiralara karşın, başka pek çok Troçkist önderin yolunu tutup, deklarasyoncu bir üslupla kendi enternasyonalciğini kurmaya girişmemiş olması, Güz | 2010 -

25


Yeniden İnşa Dinamikleri onun metodik kavrayışını açığa çıkartan bir örnek olarak vurgulanmayı hak ediyor. Moreno, Peronizme ve Stalinizme teslim olan, dahası SSCB’nin ABD’ye bir atom bombası atması türü çağrılarıyla DE’nin tüm itibarını iki paralık eden J. Posadas önderliğindeki grubun 1951 yılında DE önderliğince resmi Arjantin seksiyonu olarak tanınması karşısında DE’den kopmayı gündeme almadı. DE’nin bölünmesiyle, Pablo önderliğinin Stalinizme adapte olmasına karşı direnen Troçkist güçlerin Amerikan SWP’si önderliğinde 1953 yılında oluşturduğu Uluslararası Komite’ye (UK), akımıyla katılan Moreno, on yıl boyunca tek bir dünya kongresi gerçekleştirmediği halde bu komiteden de kopma çağrısında bulunmadı. 1963 yılında DE güçleri bir kez daha birleştiğinde, Moreno geçmiş dönemin her iki sektörce de sağlıklı bir bilançosunun çıkarılmamış olması nedeniyle muhalefet geliştirdi. Bu yerinde tutuma karşın ve üstelik bilanço talebi asla gerçekleştirilmeyecek olsa bile, bir yıl sonra kendi akımına bu uluslararası çerçevenin dışında kalmamak gerekçesiyle Birleşik Sekretarya’ya (BS) katılma çağrısı yaptı. 1969 yılına gelindiğine DE 9. Dünya Kongresi, pratikte Troçkizmle tüm bağlarını kopartmış olan gerillacı PRT‘yi (El Combatiente) Arjantin resmi seksiyonu olarak onayladı. Moreno yine DE’den kopma girişiminde bulunmadı. Zira DE’nin uzlaşmaz bir savunucusu olarak onu devrimci bir programla tahkim etmenin mücadelesini vermekteydi. Nahuel Moreno, devrimci hayatı boyunca yalnızca bir kez, 1979 yılında -yani Pablocu ve Mandelci önderliklere karşı ortodoks Troçkist ilkelerden hareketle verilen mücadele dolu 30 yılın ardından- kopma çağrısında bulundu. Zira Nikaragua Devrimi’nin DE açısından da bir dönüm noktası olduğu bu dönem, yol ayrımını kaçınılmaz kılmıştı. BS çoğunluğu, Nikaragua devrimine aktif olarak katılan ve seferber haldeki yığınlar arasından, bağımsız bir sınıf politikası ve DE’nin bu ülkedeki inşası yolunda mücadele eden ve tam da bu nedenle FSLN önderliğinin tepkisini çeken Troçkist devrimcilere karşı FSLN önderliğini desteklemeyi tercih ederek uyarlanmacı çizgisini zirveye taşımış oldu.5 Kritik Eşik: 1980’ler Moreno önderliğindeki Ortodoks akım, bu gelişmeler karşısında DE’nin inşası çizgisinden değil ama BS önderliğinden kopmuş oldu. Bir kez daha yeni bir DE “ilan etmek” yerine Troçkizmin devrimci ilkelerini sahiplendiğini ilan eden diğer uluslararası akımlara yöneldi. Güçlerin Lambertizm ve BS’den kopan kimi sektörlerle birleştirilmesi sonucu önce 5 DE içinde Ortodoks hattı savunan ve Moreno’nun önderliğinde Bolşevik Hizip adıyla örgütlenen sektörler Nikaragua Devrimi karşısında FSLN önderliğine politik değil ama askeri destek çizgisini benimsemişlerdi. Ülkede yaşanan iç savaş karşısında sosyalist devrimi ilerletmek için Simon Bolivar Uluslararası Tugayları (SBUT) adlı birlik oluşturuldu. SBUT çoğunluğu Kolombiya, Panama, Ekvator, Bolivya, Arjantin ve Şili’den gelen 1500 gönüllü devrimciden oluşmakta ve finansal gücünü gerçekleştirilen politik kampanyalar ve sendikaların yardımlarından almaktaydı. İleriki yıllarda kendi yoldaşlarına karşı FSLN önderliğine destek politikasına girişen DE/BS önderliği bu tugayların içi boş bir propaganda aracından başka bir şey olmadığını ve gerçekte asla çarpışmalara girmemiş olduğu yalanını ileri sürecekti. Gerçekte Tugay, yalnızca başkent Managua’nın FSLN birlikleriyle kurtarılmasına katılmamış, dahası güney cephesinde belirleyici roller üstlenerek, Bluefields kentini de kurtarmış, burada devrimci program doğrultusunda sınıf yönetim organları ve sendikalar kurmaya girişmişti. Başlangıçta bizzat FSLN önderlerince Managua’da alkışlarla karşılanan Tugay üyelerinin BS’nin de desteğiyle tutuklanarak sınır dışı edilerek Panama’daki işkence tezgâhlarına yollanışının ana gerekçesi tam olarak buydu. Gelişmeler uluslararası Troçkist hareketi politik/programatik ve moral düzeyde geri dönüşsüz bir yol ayrımına taşıdı.

26

Sosyalist Düşünce Dergisi


Yeniden İnşa Dinamikleri Comite Paritario (İkili Komite) ve ardından 1980 Aralığı’nda Cİ(Cİ) (Dördüncü Enternasyonal Uluslararası Komite) kuruldu. Moreno açısından bu birleşmenin en hassas noktasını programatik ortaklık sorunu oluşturmaktaydı. Hangi düzeyde yaşanırsa yaşansın tüm birlik süreçlerinde belirleyici olan sorun programdır. Tarihin üst düzeyde kanıtladığı üzere, Geçiş Programı’nı, Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresinin çizgisini ve sürekli devrim tezini kâğıt üzerinde savunuyor olmak yeterli değildir. Zira, akımımız içinde yüzleştiğimiz tüm revizyonist önderlikler bu tekstlere sadık olduklarını ileri sürmüşlerdir. Bu nedenle zorunlu görev, yukarıdaki temellerden hareketle Troçki’nin ölümünden sonra yaşanmış yeni fenomenlere yanıtlar geliştirebilecek devrimci bir program oluşturmaktır; Bolşevik değil, Stalinist bürokratik önderlikler (Mao, Tito, Ho Şi Min, Kim il Sung ve Doğu Avrupa’da Kızıl Ordu gibi) ya da küçük burjuva milliyetçi önderlikler tarafından (Castro gibi) burjuvazinin mülksüzleştirildiği ve işçi devletlerinin yaratılmasına yol açan devrimlerin zaferi gibi. Böyle diyoruz zira, Pablo’dan Mandel’e dek saflarımızda yaşanan revizyonizme kaynaklık eden ve kaçınılmaz olarak bu karşı devrimci aparatlara teslimiyete yol açan koşulları bu süreçler yaratmıştır.6 Tarih Latin Amerika ve Avrupa’da üstün bir güç konumuna erişmiş Ortodoks Troçkist hareketi ödüllendirecek gibidir. Zira 1980 yılında dünya devrimci süreci açısından her şey mümkün görünmektedir. Nesnel durum kitlesel devrimci Troçkist partiler inşa edebilmek için son derece elverişlidir. İran’da hem Sovyet bürokrasisi hem de ABD emperyalizmi tarafından desteklenmekte olan Şah rejimi devrilmektedir. Nikaragua’da Somoza diktatörlüğü alaşağı olurken Sandinist devrim zafere ulaşmıştır. İspanya’da Franco diktatörlüğünün son bulmasına yol açan devrimci krizin ardından, monarşi rejimi düzeni tesis etmekten uzaktır. Aynı yıl yalnız Polonya’nın değil tüm Avrupa’nın en büyük sendikası olan Solidarnosc’un ikinci kongresi gerçekleştirilir. Bu kongrede, bürokrasi karşıtı devrimci sol ve sosyalist eğilimler sosyalist bir programla ve üretim araçları üzerindeki devlet mülkiyetine sahip çıkarak demokrasi için mücadele temelindeki kararların zafere ulaşmasını sağlarlar. Söz konusu çizginin temsilciliğini Ortodoks Troçkizmin saflarında yer alan işçi önderi Edmund Baluka üstlenmektedir ve Nahuel Moreno, Troçkist hareketin tarihinde Stalinist bürokrasiye karşı politik devrim çizgisinin en somut deneyimlerini yönlendirmektedir. Ne var ki aynı sektörler, küçük bir oy farkıyla sekreterlik seçimlerini kaybederler. Sendika sekreterliğine Lech Walesa ve ekibi geçecektir. Bu dönemde, emperyalizm, kilise, Kremlin ve POUP7/Jaruzelski arasında kilit önemde görüşmeler gerçekleştirilir ve kontrollü bir geçiş konusunda anlaşmaya varılır. Polonya’daki bürokrasi -tıpkı diğer meslektaşları gibi- kapitalist restorasyon sürecinin inceliklerini öğrenmeye başlamışlardır. Bir yandan askeri aygıt işçi hareketi üzerinde korkunç bir şiddet uygularken, diğer yandan Walesa’ya ikinci kongre kararlarına ihanet etmesi ve böylelikle sürecin kapitalizme ve burjuva demokrasisine doğru yönlendirilmesine önderlik etmesi için fırsat sunulacaktır. Bu durumun sonuçları Polonya’nın ötesine taşacak, dünya işçi sınıfının bilincinde ağır tahribatlara yol açarak etkisini neoliberal dönem boyunca sürdürecektir. Emperyalizm bürokrasiye koltuk çıkarak ölümcül bir işçi devrimi tehdidini bir süreliğine daha savuşturmayı başarmıştır. Öte yandan Pierre Lambert yönetiminin 1981 yılında Fransa’da iş başına gelen sosyalist Mitterand hükümetini destekleyerek sosyalist partiye entrizm kararı almasıyla Ortodoks Troçkizmin inşası açısından tarihi bir fırsat da kaçırılmış olur. Böylece Lambert’in Fransız destekçileri hızla sosyal demokrasinin ve sendikal bürokrasinin 6 Coleccion Ineditos de Nahuel Moreno, Ediciones Crux Buenos Aires Argentina, “Nuestra experiencia con el Lambertismo”, Nahuel Moreno, Mercedes Petit, 1986, s. 134-135. 7 Polonya’daki Stalinist Birleşik İşçi Partisi. Güz | 2010 -

27


Yeniden İnşa Dinamikleri uydusu haline gelecektir. Nahuel Moreno, bu yozlaşma karşısında bir yıl gibi kısa bir sürede on binden fazla militanı saflarına toplamış olan Cİ(Cİ)’den ayrılarak kendi akımıyla birlikte Ocak 1982 yılında LIT-CI’yi (Liga Internacional de los TrabajadoresCuarta Internacional - Uluslararası İşçi Birliği-Dördüncü Enternasyonal) inşaya girişir. Bu inşaya güç verenler arasında Lambertçi hareketten ayrılarak LIT-CI’ye katılan Venezüella’dan MİR, Peru’dan POMR gibi akımlar vardır. LIT-CI’nin Kuruluşu: Uyarlanmaya ve Oportünizme Karşı Mücadele İftira, tecrit, tuzaklar, işkence, hapis ve cinayet… IV. Enternasyonal düşmanlarından tüm bunları görmüştür. O, tüm bunlara rağmen ayakta kalmayı başarmıştır, bundan sonra da düşmanlarına rağmen var olmaya devam edebileceği gibi. Bugün başta programıyla, yüce amaçlarıyla, uğruna mücadele ettiği davaya bitmez tükenmez güveniyle silahlanmaktadır. Yarınsa gücü milyonların gücü olacaktır, programı milyonlar için çağdışı sosyal düzenin acılarından ve iğrençliklerinden kurtulmanın tek yolunu sunacaktır.8 IV. Enternasyonal Kuruluş Kararları broşürüne 1939’da yazılan önsöz bu cümlelerle sonlanırken, devrimci Marksizm yolunda uzun ve meşakkatli bir yola çıkılır. Kısa bir süre sonra düşmanları en ölümcül politik hamlelerinden birini yaparak Troçki’yi katledecek; ama bu cümlelerde de dile getirildiği gibi IV. Enternasyonal düşmanlarına rağmen var olmaya devam edebilecektir. Bir yandan karşı devrimci aygıtların darbelerine, diğer yandan kendi içinden sivrilen revizyonizm ve oportünizme karşı verilen mücadele boyunca çokça kan kaybedecek, zayıflayarak etkisizleşecek, fakat temsil ettiği gelenek ve dayanak aldığı program tarihsel olarak doğrulanarak güçlenecek, ve tüm bunlar yeniden inşa görevinin aciliyetini arttırmaya devam edecektir. Bu aciliyete, buraya kadar aktardığımız sürecin hem ürünü hem de onun sonuçlarıyla mücadelenin aracı olarak Ocak 1982’de Nahuel Moreno tarafından kurulan LIT-CI9 yolu ile cevap verebilmek amaçlanmış; ve LIT-CI 40 yılla yakın inişli çıkışlı deneyimi boyunca –yazının ilerleyen bölümünde dile getireceğimiz belli önemli eleştirilerimize rağmen- bu hedef doğrultusunda revizyonizme, onun uyarlanmacı eğilimlerine ve oportünizme karşı mücadelenin somutlandığı politikaların ve pratiğin taşıyıcısı olmuştur. Moreno’nun Kuruluş Konferansı’ndaki konuşması da bu gerçekliğe işaret etmektedir: …bu konferans dünya çapında etkisi olan, eski Bolşevik Hizip tarafından oluşturulmuş ve çoğunluğu eski CORCI’den olmak üzere başka kökenlerden gelen yoldaşların varlığı ile zenginleştirilmiş ve de güçlendirilmiş olan bu yegâne Troçkist akımın varlığını yansıtan bir politik gerçektir. Her yeni gerçek gibi bu da bir bileşimin ürünüdür. Biz güçlü de olsak güçsüz de olsak, geçmişimizde başarılar kadar hataların sorumluluğunu da taşıyor olsak Troçkizmin uzlaşmaz savunusu için çarpışan yegâne örgütlü Troçkistler isek bu durumda bugün bu toplantıda cevap vermemiz gereken ilk soru bu olmalıdır. Öncelikle, bu toplantının niteliğini ve önemini tanımlamak ile başlamalıyız. Lefebvre’nin diliyle konuşursak10, Ortodoks Troç8 “Dördüncü Enternasyonal Kuruluş Kararları-Önsöz”, Mesafe sayı: 6. 9 LIT-CI, Bolşevik Hizip’in ve Lambertizmin iki önemli önderi olan Peru’dan Ricardo Napuri ile Venezuela’dan Alberto Franceschi’nin katılımıyla toplanan uluslararası bir toplantının sonucunda oybirliği ile kendisini yeni bir enternasyonal örgütün Kuruluş Konferansı haline dönüştürmeye karar vermiştir. Tüzüğü ve kuruluş tezleri bu konferansta kabul edilmiştir. (Ayrıntılı bilgi için bknz: Alicia Sagra – “A biref outline of the history of LIT-CI”, www.litci.org) 10 Lefebvre’nin Mantık eserindeki, “Bilgi, gerçektir” cümlesine atıf.

28

Sosyalist Düşünce Dergisi


Yeniden İnşa Dinamikleri kizm ifadesini bu toplantıda bulan bir gerçektir.11 LIT-CI’nin uyguladığı politikaların ve pratiğin bel kemiğini ise bu kongrede DE’nin inşa stratejisini dile getiren Kuruluş Tezleri oluşturmaktadır. LIT-CI’nin kuruluşunun ve 40 yıllık deneyiminin devrimci Marksizm yolundaki ayırt edici politik niteliğinin dayanak noktası bu tezlerdir. Moreno tarafından kaleme alınmış, enternasyonal bir örgütün ve önderliğin inşasına duyulan ihtiyaçtan yola çıkan bu tezler öncelikle şu tespiti yapar: “Dünya sosyalist devriminin temel objektif ihtiyacı, -bürokratik değil- enternasyonal devrimci bir önderliğe duyulan temel sübjektif ihtiyaçta somutlaşmaktadır.”12 Fakat bu önderliğin inşa süreci bir dizi nesnel ve öznel etkiler tarafından belirlenmektedir. II. Dünya Savaşı’nın getirdiği büyük yıkım, bunu takiben bir dizi ülkede kapitalizmin mülksüzleştirilmesi ile kurulan yeni bürokratik işçi devletleri… Karşı devrimci aygıtların güçlenmesi, ama aynı zamanda krizlerinin başlaması, Castrocu gerillacılık ve Maoculuğun kitleler için birer çekim gücü haline gelmesi, burjuva ve küçük burjuva milliyetçi hareketlerin gelişmeye başlaması vb nesnel etkiler; DE geleneğinden gelen belli kesimlerce sınıf mücadelesinde yaşanmış her büyük gelişme karşısında bu süreçlerin bürokratik veya milliyetçi önderliklerine yönelik uyarlanmacı ve bunun sonucu olarak vardıkları tasfiyeci eğilimlerle birleştiği noktada enternasyonal devrimci bir önderliğin inşası yolunda bir dizi engel oluşmuştur. Pablo’nun Stalinizme ve milliyetçi hareketlere yönelik uyarlanmasını, Birleşik Sekreterlik’in Castrocu gerillacılığa yönelik uyarlanması izlemiş, ardından, Lambert’in sosyal demokrasiye uyarlanması ile yüzleşilmiştir. LIT-CI, işte tüm bu uyarlanmacı eğilimler karşısında bürokratik ve milliyetçi önderliklerle mücadele çizgisinde diretmenin ve direnmenin sonucunda oluşmuştur. Moreno bu durumu şöyle ifade eder: Eğer LIT-CI’yi kurmazsak bu Birleşik Sekreterlik’te, Pablo’nun etrafında veya Lambert’in etrafında yapılanmış olan uluslararası revizyonizmin örgütlü olacağı ama bizim yani Ortodoks Troçkistlerin örgütlü olmayacağı anlamına gelecektir. Bu revizyonizmin zaferini ve kendi yenilgimizi kolaylaştırmanın başlıca yolu olacaktır çünkü bizim revizyonist düşmanlarımızı ve de büyük bürokratik aygıtları bozguna uğratmak için merkezi bir örgüte sahip olmaktan başka çıkar yolumuz yok.13 Bundan hareketle, LIT-CI, Kuruluş Tezleri’nde ortaya koyulan, demokratik merkeziyetçilik temelinde işleyen bir enternasyonal örgütün olmazsa olmazlığı tespitiyle, Dördüncü Enternasyonal’in yeniden inşası stratejik hedefi ile yol almıştır ve elbette bu yol, bu hedef doğrultusunda o ana kadar alınan tüm yollardan daha kolay olmamıştır. 1985’teki Birinci Kongre’de yapılan “dünya çapında devrimci bir durum” tespiti LIT-CI için yeni bir taktiği gündeme getirmiştir: asgari bir program etrafında Birleşik Devrimci Cephe. Moreno, Dünya Durumu Üzerine Tezler başlıklı metninde (1984) Enternasyonal’in programını ve bu programla Birleşik Devrimci Cephe arasındaki bağı şu sözlerle anlatır: Kitlelerin Enternasyonal’ini inşa etmek için programımız, emperyalizmin, burjuvazinin ve bürokrasinin “sömürülenler ve sömürücüler arasında barış” karşıdevrimci programına dayanan kutsal ittifakına karşı, asgari bir devrimci programdır. Bu programın bütün ekseni sınıf mücadelesidir, başta yanki emperyalizmi olmak üzere, tüm dünyadaki ayrıcalıklı bürokrasi ve sömürücülere karşı 11 Nahuel Moreno’nun LIT-CI Kuruluş Konferansı’ndaki Konuşması (1982). 12 N. Moreno, “LIT-CI Kuruluş Tezleri”, Mesafe, sayı: 6. 13 Moreno’nun LIT-CI Kuruluş Konferansı’ndaki Konuşması (1982). Güz | 2010 -

29


Yeniden İnşa Dinamikleri dünyanın bütün sömürülenlerinin kesin zaferine dek sürecek amansız mücadele. Bu program, ulusal, uluslararası ve dünya ölçeğinde, devrimin zafer programıdır. Asgaridir; çünkü tümüyle Troçkist bir program değildir; dünya devrimi aşamasında, kitlelerin devrimci hedeflerinin birkaç noktasını sentezler. Ve bu nedenle de, program, bu hedefler için bilinçlenmeye başlayan öncünün özerk akımlarıyla Birleşik Devrimci Cephe’yi sağlamak ve kitleleri, onların önderliğini kazanabilmek için önerilir.14 Bu taktiğin de bir ürünü olarak, 1987’de İngiltere’de Bill Hunter’ın grubu ile Paraguaylı bağımsız genç Troçkist bir grup LIT-CI’ye katılır.15 LIT-CI, kuruluşundan itibaren bir dizi politik kampanya örgütler ve sürdürür. İlk kampanyasını ise Malvinas krizinde İngiltere’ye karşı Arjantin’in zaferi için gerçekleştirir. Bu kampanya ile birlikte bir yandan İngiliz ve Amerikan emperyalizmine karşı mücadele verirken, bir yandan da Güney Amerika’da yükselen anti-emperyalist sürece müdahale eder. Bu müdahalede elbette LIT-CI’nin en güçlü seksiyonu olan Arjantin partisi (MAS)’nin payı belirleyicidir. Arjantin’de diktatörlüğün 1982’de çöküşünden sonraki durum MAS’ın kitleler içinde etkiye sahip bir partiye dönüşmesi için fırsat sunduğu için LIT-CI yönetimi bu ülkedeki faaliyeti öncelik verir.16 Kitle mücadeleleri ve seçimlere katılım süreçleri içinde MAS, Arjantin solunun en güçlü partisi haline gelir. Arjantin tarihinde ilk defa bir Troçkistin bir parlamento üyesi seçilmesini ve hükümete karşı 100 bin kişilik bir muhalefet eyleminin örgütlenmesini sağlar.17 Ancak, bir yandan da LIT-CI’nin bir Latin Amerika partisi olmanın ötesine geçmesi hedeflenmektedir. Ne var ki, bu hedef, Arjantin’deki sınıf mücadelesinin keskinleşmesi ve diğer seksiyonlarda belirleyici değişimlerin yaşanmaması nedeni ile Moreno’nun ölümüne kadar geçen süreçte gerçekleştirilemez. Öte yandan bu süreç (1982-1987), canlı bir inşa döneminin yanı sıra, gerillacılığa karşı mücadele, birleşik devrimci cephe anlayışı, slogan ve taleplerin önemi, işçi kitle partileri, sınıf seferberliği içinde devrimci partinin inşa edilmesi gibi temel metodolojik konularda bir netliğe ulaşılmasını sağlayarak, sonraki dönem adına ideolojik ve politik mevziler oluşturur.18 Fakat yine de Moreno’nun ölümü ilerleyen süreç için oldukça olumsuz bir etkiye neden olacaktır ve 1990’larda LIT-CI ciddi bir kriz yaşayacaktır. Alicia Sagra bu krize ilişkin tespitini şu sözlerle belirttir: “Moreno hayatta dahi olsa muhtemelen LIT-CI bu krize girecekti; çünkü krizin nesnel sebepleri çok güçlüydü… Fakat şüphesiz ki eğer Moreno hayatta olsaydı krizin gelişimi farklı olurdu ve çok daha az kayıp verirdik.”19 Moreno yoktu… Ve LIT-CI bu krizle bu öznel faktörün etkisinde baş etmeye çalışacaktı. MAS Krizi: LIT-CI’nin Gücü, Güçsüzlüğüne Dönüşüyor Arjantin’deki devrimci durumun yükselişi ile birlikte bu partinin önderliğinde gelişen oportünist eğilimler doğrudan LIT-CI’yi etkilemeye başladı.20 Bir yandan önderlik yetersizliği öte yandan gelişen devrimci süreç Arjantin partisini “iki uçlu bir oportünizm”e 14 Moreno, “Dünya Durumu Üzerine Tezler”, 1984 15 Alicia Sagra, “A brief outline of the history of LIT-CI”, www.litci.org. 16 A.g.e. 17 A.g.e. 18 Yusuf Barman, “Enternasyonal Yönelişimiz”. (On beş yıl önce Yusuf Barman tarafından ortodoks Troçkizminin o dönemdeki bildirgesi olarak hazırlanan bu metin özgün haliyle hiçbir basılı yayın organında yayımlanmadı, ama pek çok metnin ve makalenin hazırlanmasına çerçeve ve temel oluşturdu.) 19 Alicia Sagra, a.g.e. 20 Barman, a.g.e.

30

Sosyalist Düşünce Dergisi


Yeniden İnşa Dinamikleri itti.21 Bu oportünizmin bir ucu, seçimci bir çizgiye varıyor; ancak 1987 seçimlerinde parlamentoya sokulan iki milletvekili başarısının yarattığı etki altında saklanıyordu. Oysa bu başarı, tüm parti faaliyetlerini seçim kampanyaları doğrultusunda odaklayarak, seçim kampanyalarını da oy toplamak hedefine yönelterek gerçekleştirilmişti. Diğer yandan, Parti, Komünist Parti ile ittifaka girerek Halk Cepheci bir konuma doğru ilerliyordu. Tüm bunlar seçim sonrası patlak veren kitle eylemleri karşısında hazırlıksız ve cevapsız kalınmasına neden oldu. 22 Bu hatanın bilançosu çıkarılmadan, oportünizmin ikinci ucuna da savrulan bir çizgiye kayıldı: MAS önderliği ülkede devrimci bir bunalımın başladığı tespitini yapıyor ve partinin önüne acil görev olarak iktidarı ele geçirmeyi koyuyordu.23 Bu hedef mevcut kadrolarla, yeni perspektif doğrultusunda yeniden örgütlenmeyi beraberinde getiriyor ve böylece zamanla bürokratik yöntemlere başvuran bir Bonapartist önderlik yaratılıyordu. LIT-CI önderliği bu sürece müdahale edemiyordu; çünkü önderliğin belkemiğini esas olarak Arjantinliler oluşturuyordu. Arjantin MAS’ı, yalnızca LIT-CI’nin en güçlü seksiyonu değildi, aynı zamanda merkez gücü olmuştu ve bu andan itibaren LIT-CI’nin güçsüzlüğünü sergiliyordu. Temmuz 1989’da toplanan LIT-CI’nin II. Dünya Kongresi, bu “hayaller”in doğrultusunda, Arjantin’de acil bir Ekim devrimi ve dünya ölçeğinde benzer devrimler öngören bir karar kabul etti. Ancak gerçeklik tamamen farklıydı: Arjantin’de iktidar ele geçirilemeyeceği gibi, bunun olabilirliğini kanıtlayan bir politik süreç yaşanmayacaktı. Dünya ölçeğinde ise, 1987’de başlayan Doğu Avrupa devrimleri, MAS önderliğinin öngördüğü gibi “Ekim devrimleri” değil, “Şubat devrimleri”ne benzer bir süreç izleyecekti.24 Kriz bu aşamada patlak verdi. Uluslararası Yürütme Komitesi Temmuz 1991’de, MAS önderliği ve onun ağırlığındaki Uluslararası Sekreterliğin izlenimci, maceracı, halk cepheci ve Ulusal Troçkist eğilimlerini eleştiren bir “Antitez” dokümanı kabul etti. Ardından, Uluslararası Sekreterlik’te değişiklik yaparak eski çizgiden uzaklaşma yolunda önemli bir adım attı. Aynı dönemde toplanan MAS Kongresi’nde önderliğin çizgisi oportünist sapma olarak belirlendi ve yeni bir önderlik seçildi. MAS ve LITCI’deki bu sapmaları düzeltme ve yeniden inşa girişimlerine, Morenist Eğilim olarak örgütlenen eski MAS önderliği ise son derece olumsuz bir tepki verdi. MAS içinde bir kopma hareketi örgütledi ve parti binalarını işgal ederek tüm malzemelere el koydu, pek çok yerde şiddete başvurdu ve devrimciler arasında geçerli olmayan yöntemler uyguladı. Bunun sonucu, Morenist Eğilim, MAS ve LIT-CI önderliğince “parti düşmanı, küçük burjuva sapma” olarak tanımlanarak, LIT-CI’den ve bulundukları tüm seksiyonlardan ihraç edildi.25 Böylelikle kriz doruk noktasına ulaştı. Ancak elbette yaşanan bu kriz LIT-CI’ye ve MAS’a özgü değildi. Tersine, tüm sol örgütleri etkileyen bir süreçten geçilmekteydi. Emperyalizm, bir yeni silah olarak demokratik gericilik politikasını kullanıyordu ve bunla hem dünya çapındaki devrimci süreçlerin önünü tıkamayı başarıyor hem de solun çoğunluğu üzerinde bir tahribat yaratıyordu. Bu tahribat çoğunluk için sosyalizm hedefini ve iktidar mücadelesini terk etmek anlamına geliyordu. MAS’ın işçi sınıfı içinde inşayı terk eden seçimci oportünizmi de bu durumun bir ürünüydü.26 1992’de toplanan IV. Dünya Kongresi’nin önünde artık yeni bir görev vardı: LIT21 A.g.e. 22 A.g.e. 23 A.g.e. 24 A.g.e. 25 A.g.e. 26 Alicia Sagra, a.g.e. Güz | 2010 -

31


Yeniden İnşa Dinamikleri CI’nin yeniden inşası. Enternasyonal karşı karşıya bulunduğu sorunları şu başlıklarla somutlamıştı: Son üç yıla egemen olan hareketçi anlayış aşılmalı, dünyanın içine girdiği yeni evre teorik ve politik olarak analiz edilmeli, bu temelde yeni bir program belirlenmeli ve bir bütün olarak Enternasyonal bir yeniden inşa sürecine sokulmalıydı. Fakat bütün bu sorunların kongre süresi içinde çözümlenemeyeceği gerekçesi ile IV. Kongre, belirli bir analiz ve tartışma sürecinden sonra yeni bir dünya kongresi toplanmasına karar verdi.27 Ve Temmuz 1994’te düzenlenen 5. Dünya Kongresi’yle birlikte LIT-CI’nin yeniden inşa süreci başladı. Bu aynı zamanda teorik, politik ve metodolojik planda bir geleneği geri kazanma süreciydi.28 LIT-CI’nin Yeniden İnşası LIT-CI yeniden inşa perspektifinin damgasını vurduğu 5. ve 6. Dünya kongreleri arasındaki süreç, aynı zamanda ciddi nesnel koşullarla belirlenmekteydi. Bunlar arasında, Meksika’daki Chiapas mücadeleleri, Bosna’daki gelişmeler, Avrupa’da yükselen seferberlikler ve dahası Brezilya partisi PSTU’nun kaydettiği ilerlemeler sayılabilir… Bosna’ya işçi yardımı kampanyası, merkez yayın organı Correo İnternacional’in uzun bir aradan sonra yeniden düzenli yayınlanır hale getirilmesi ve İşçi Enternasyonali adlı merkezle “Girişim Komitesi” kurulması harekete hem bir yandan canlılık taşımış hem de Küba, Bosna, Güney Amerika ve Doğu Avrupa’daki gelişmeler üzerine merkezileştirici analizlerin yapılabilmesi olanaklı olmuştu. Hareket bir yandan Ortodoks Troçkist saflarda yaşanan dağınıklığı aşabilmek için birleşik cephe taktikleri uygulayarak yeniden bir referans olabilme çabasına girişirken, diğer yandan sınıf mücadelesinin yeni merkezleri görünümü kazanan Ortadoğu, Kafkasya ve Latin Amerika gibi bölgelerde inşayı olanaklı kılabilecek girişimlere yöneliyordu. Öte yandan LIT-CI’yi 90’lı yıllar boyunca bir fetret döneminin eşiğine getiren nesnel gelişme ve basınçların belirleyici etkisinden sıyrılabilmek kolay olmayacaktı. 80’li yıllarla birlikte başlayan neoliberal dalganın siyasi, ekonomik ve toplumsal planda yol açtığı alt üst oluşun basınçlarına sağlıklı yanıtlar geliştirebilmek zorlu bir görevdi. Panorama, Moreno’nun Ortodoks Troçkist hareketi merkezi bir uluslararası örgütte bir araya getirme çabalarının yoğunlaştığı dönemden farklılıklar arz ediyordu. Pek çok Troçkist parti ve kadro bu döneme damgasını vuran zihinsel kaosun etkisiyle çoktan barikatın karşı tarafına geçmişti. 90’lı yıllar boyunca LIT-CI’yi parçalanmanın eşiğine taşıyan oportünist dalganın yol açtığı yıkımın sayısal bilançosu, binlerce kadro düzeyinde unsur ile onlarca ulusal örgütün kaybını ortaya koymaktadır. LIT-CI’nin yeniden inşası görevi, akımın, ikinci, üçüncü ve hatta dördüncü düzeydeki önderlerinin ellerinde kalmıştır. Moreno’nun ölümünün ardından bir yandan tasfiyeci dalgaya karşı koyabilmek ve diğer yandan da yeni bir önderlik inşa etmek için neredeyse başlangıç noktasına dönmek gerekmiştir. Ortodoks Troçkist akımı var eden tartışmaların ve yöntemlerin tabiri caizse yöntemsel klasiklerin yeniden kuşanılmasını gerektiren bu süreçte, hareketi yeniden uluslararası bir örgüt olarak toparlamayı olanaklı kılan bu kadroların süratli sınıf mücadelesi gelişmelerine devrimci programatik yanıtlar geliştirebilmeleri ve örgüt içi tartışmaların demokratik bir işlerlikle sürdürülmesine uygun bir zemin sağlamaları eşitsiz bir seyir izler. Bu durumun izlerini 7. Dünya Kongresi’nde bulmak mümkün. LIT-CI Uluslararası Sekreterliği (US) bu kongreye sunduğu uluslararası durum dokümanında, “SSCB’nin yıkılması dünya işçi sınıfı adına büyük bir yenilgi oluşturmuş, bu yenilgi emperya27 Barman, a.g.e. 28 Alicia Sagra, a.g.e.

32

Sosyalist Düşünce Dergisi


Yeniden İnşa Dinamikleri lizmin önündeki en büyük engel olan işçi devletlerini ortadan kaldırmış ve böylece emperyalizm “küreselleşme” politikalarıyla yarı-sömürge ülkeleri rahatça yeniden sömürgeleştirebilme olanağını elde etmiştir” tespitinden hareket ederek, o güne dek Stalinist bürokrasiye, biri “ilerici”, öbürü “gerici” ikili nitelik atfeden Mandelistleri andıran bir hat geliştirir. Gerçekte o dönemde, bu kongreye sunulan US tezlerinin iddia ettiği gibi yalnızca dünyada emperyalizmin başıboş, frensiz küreselleştirme ve sömürgeleştirme saldırılarına ve başarılarına değil, giderek şiddetlenen ve derinleşen bir devrimci seferberlikler sürecine tanık olunmaktadır. Diğer yandan, Latin Amerika’da emperyalizmin pek çok ülkeyi yeniden sömürgeleştirme yolunda ciddi mesafeler kat ettiğini ileri süren Tezler, karşımıza politik egemenliklerini yitirmiş sömürgeler tablosu çıkarmaktadır. Üstelik bu sömürge tanımını 19. yüzyılın “komprador burjuvazi” ve “sömürge valisi” figürleriyle gerçekleştirmektedir. Dahası doküman bunun emperyalist aşamanın içinde “yeni bir döneme” tekabül ettiğini, bir önceki yarı-sömürgeler dünyasından “nitel” olarak farklı olduğunu iddia etmektedir. Diğer yandan Latin Amerika’da bir fenomen haline gelecek Hugo Chavez, Evo Morales ve Raphael Correa önderlikleri gibi ulusalcı hükümetlerin oluşması olgularının yeniden sömürgeleşme tezleriyle ciddi çelişkiler arzettiği kısa sürede açığa çıkacaktır. Oysa Ortodoks Troçkist akım ve Moreno, emperyalizmin yarı-sömürge ve bağımlı ülkelere yönelik politik saldırısını tanımlamak amacıyla geliştirdiği son derece etkin bir kavram kullanmaktadır: demokratik gericilik. ABD emperyalizmi Vietnam’da aldığı yenilginin etkisiyle ve başta Latin Amerika olmak üzere pek çok ülkede kurulmasına öncülük ve yardım ettiği askeri diktatörlükler ile Bonapartist baskı rejimlerinin yükselen kitle hareketleri karşısında giderek zayıflaması gerçeği karşısında, 1970’lerin sonlarından itibaren yarı-sömürge ve bağımlı ülkelere yönelik işgal ve askeri darbe politikalarından uzaklaşarak denetimli burjuva demokrasilerinin kurulması uygulamasına yönelmiştir. Bu politikayla kitlelerin demokratik muhalefeti emperyalist merkezlere bağımlı burjuva önderliklerin çevresinde toplanmış, sınıf mücadelesinin yükselişi engellenebilmiş ve kurulan burjuva demokratik rejimlerin (Bonapartist özellikler taşımakla birlikte) sayesinde kitle önderlikleri kapitalist rejimin içine çekilmiştir. 2000’lerin başında ABD’nin Afganistan ve Irak işgalleriyle başlayan yeni saldırısı ve buna karşı Ortadoğu’da gelişen kitle mücadeleleri bu kez yeni bir sorunsalı beraberinde getirir; İslamcı hareketler karşısında devrimci tutum. LIT-CI önderliği ABD emperyalizminin saldırganlıklarına karşı bu ülkelerin savunusu ve emperyalizmin askeri ve politik yenilgisi doğrultusunda sağlıklı pozisyonlar geliştirerek başarılı bir sınav verse de, Uluslararası Sekreterlik’in konuya ilişkin dokümanları, emperyalist saldırıya karşı İslamcı akımlarla işbirlikleri konusunda ve bir bütün olarak İslamcı akımın emperyalizm karşıtı konumu hakkında ciddi bir tartışmanın doğmasına yol açar. İslamcı hareketlere yönelik yanlış tahlil ve tespitler, Pakistanlı devrimci Marksistleri Taliban hareketine katılmaya davet etmeye, Lübnan’da “tüm iktidar Hizbullah’a” sloganını ileri sürmeye varan hatalara neden olur. Dünya durumunun analizine ilişkin “aşamalar” tespitleri, LIT-CI’nin inşasının Latin Amerika’ya odaklanması gibi noktalar, bu dönemde tartışma yaratan diğer konu başlıklarıdır. Ne var ki, tüm bu tartışmalara damgasını vuran olgu, büyük tarihsel olayların sınavından geçmemiş ve dolayısıyla hatalar yapması pek muhtemel olan LIT-CI önderliğinin, tartışmaları demokratik bir zeminde ele almaktansa, idari tedbirlerle sorunları “çözme” yöntemine girişmiş olmasıdır. Bu tutumun sonucu, enternasyonal içerisinde eleşirel havanın boğulması ve önderliğin hatalı politik tutumlarına müdahele imkanlarının giderek azalmasıdır. Bunun bir diğer sonucu ise, aralarında bugünkü UBK bileşenlerinin de bulunduğu, Ortodoks Troçkist geleneğe samimi olarak bağlı birçok kesimin ve kadronun, Enternasyonal’den uzaklaştırılması, birçok seksiyonun Güz | 2010 -

33


Yeniden İnşa Dinamikleri tahrip olması ve/veya imha olmasıdır. 8. ve 9. Dünya Kongreleri, LIT-CI’nin yeniden inşasının tamamlandığı ve artık uluslararası inşa açısından yeni bir evreye sıçrandığı tespitiyle belirlenir. Söz konusu iki DK arasındaki dönemde Latin Amerika’daki halk cephesi karakteri taşıyan küçük burjuva önderliklere karşı ilkeli pozisyonlar geliştirilir. Haiti ve Lübnan’a yönelik BM işgaline, Filistin ve Irak direnişlerine yönelik destek kampanyaları, Venezüella, Bolivya, Brezilya gibi ülkelerde işten çıkartılan mücadeleci işçi önderlerinin –uluslararası sendikal ilişkilerin seferber edilmesi suretiyle yeniden işbaşı yapmalarını sağlamaya dönük kampanyalar- etkinlik alanını genişletmiştir. UİT-Cİ ve CİTO’nun kimi sektörleri gibi 90’lı yıllarda yaşanan alt üst döneminde hareketten kopan bir dizi akım yeniden LIT-CI saflarına katılmışlardır. Hareketin bir toparlanma evresine girmesi bir olumluluğa işaretse de, Ortodoks Troçkist hareketi 40 yıllık bir mücadele ve metot birikimiyle bir uluslararası güç haline dönüştüren Moreno önderliğinin etki alanının yeniden elde edildiğini iddia etmek fazlasıyla iyimser olur. Bunun başlıca nedeni, sınıf mücadelesinin çetrefilli sorunlarına anında devrimci yanıtlar geliştirebilecek pekişmiş devrimci önderliklerin, bizzat Moreno’nun ifade ettiği gibi ancak uzun zaman dilimleri içinde ve büyük seferberlikleri yöneterek açığa çıkacak, sınanacak ve pekişecek olması gerçeğidir. IV. Enternasyonal’in Yeniden İnşası Günümüzde LIT-CI, uzun ve yıpratıcı bir dağınıklık dönemini geride bırakarak Ortodoks Troçkizmin sürekliliğini temsil eden başlıca uluslararası merkezlerden biri konumuna erişmiştir. Ne var ki, Ortodoks Troçkist hareketin 50’li yıllardaki konumunu fazlasıyla andıran eşitsiz, bölgesel ve parçalı görünümü karşısında bu güçleri uluslararası bir program ve önderlik çatısında derleyebilecek bir referans konumuna eriştiğini söylemek henüz mümkün değil. Son yıllarda aralarında Uluslararası Birlik Komitesi (UBK) oluşturan Türkiye’den İşçi Cephesi ve İspanya’dan Lucha İnternacionalista örneğindeki gibi Latin Amerika’dan Avrupa’ya bir dizi irili ufaklı akımın benzer yöndeki çabalarına tanık olunmakta. Bu parçalı ve fakat dinamik süreç aynı zamanda Ortodoks Troçkist hareketin önünde açılmakta olan alanın genişliğine de işaret etmekte. Daha önce LIT-CI saflarından çatışmalı bir biçimde ayrılan bir dizi Ortodoks Troçkist partinin bugün yeniden LIT-CI saflarına katılmış olması örneğindeki gibi umut verici adımlar atılabildiyse bu, daha üst düzeyde bir kümeleşmenin ve önderlik inşasının pek ala önümüzdeki dönemde de olanaklı olabileceğini göstermektedir. Dahası, bu dinamiğe uygun zemin sunan nesnel alametler, 2008 yılından itibaren yaşanan ekonomik bunalım koşullarında dünya düzeyinde yaygınlaşan sınıf seferberlikleriyle daha da bir belirginleşmeye başlamıştır. Ortodoks Troçkist anlayışın önünde geçmiş birikimlerin ışığında doldurulması gereken bir alan belirmeye başlamıştır. Ne var ki bu kritik eşikte bir dizi olumsuz etmenin aşılması gerekecektir. Özetle, kendini bu akıma yakın tanımlayan partilerin Moreno önderliğinin 1982’de Ortodoks Troçkist hareketi bir araya getiren güçlü ve dinamik koşullardan henüz yoksun olduğunu vurgulamak gerekir. Uluslararası önderliğe sahip bir Bolşevik enternasyonal örgütlenme altında bir araya gelmemiş bir ulusal parti hangi güce sahip olursa olsun kaçınılmaz olarak her defasında daha fazla hatanın içine gömülecek dahası, geçmiş deneyimlerin berrak bir biçimde gösterdiği üzere hataların hatası olan “Ulusal Troçkizm” hastalığının pençesine düşecektir. Ulusal Troçkizm bir süre sonra kaçınılmaz olarak güçlü karşı devrimci aparatların basıncına maruz kalmayı, DE’nin reddedilmesini oportünist ya da sekter tutumlar eşliğinde yok oluşu beraberinde getirir. Henüz üstesinden gelinememiş bir dizi politik sorun Ortodoks Troçkist akımınparçalanmış bir görüntüye sahip olmasına yol açmakta. Özellikle Latin Amerika ve 34

Sosyalist Düşünce Dergisi


Yeniden İnşa Dinamikleri Avrupa’da yoğunlaşan UBK girişimi29 deneyimleri yeni IV. Enternasyonalcikler ilan etmekten çok, daha üst düzeyde birleşme koşulları olgunlaşana dek ulusal Troçkizm hastalığına karşı geliştirilmiş sağlıklı refleksler olarak okunmalıdır. Gerici önderliklerin kitle hareketi üzerindeki denetimini kırmaya dönük mücadele önümüzdeki süreçte programatik ve örgütsel anlayış düzeyinde ayrışma ve yeniden bütünleşme ihtiyacını dayatacaksa bu ancak DE’nin kuruluş döneminde bizzat Troçki’nin önerdiği yönteme dayanarak olanaklı olabilir; yani dünya düzeyinde sınıf mücadelelerinin başlıca odaklarına yönelik sorunlara politik yanıtlar geliştirmek, devrimci bir program ve politika ihtiyacına yönelik politik çalışmayı derinleştirmek, yürütülecek ortak faaliyetlerin ve tartışmaların yeni yakınlaşmaların ve birleşmelerin kapısını açacağını öngörerek bu süreci derinleştirmek. Her türden sınıf mücadelesine müdahale ederek, kitle seferberlikleri içinde devrimci partiyi inşa çabasına girişmiş ve bu seferberliklerin öncüleri karşısında karşı devrimci, reformist ve toplumsal hareketçi önderliklere karşı uzlaşmaz bir savaşım yürütmekte olan Ortodoks Troçkist akımlar bir yandan da sınıf mücadelesinin ortak sorun ve ihtiyaçlarından hareketle eylem birliklerinden birleşmeye uzanan bir arayış içindedirler. DE’yi devrimci temellerde yeniden inşa etmeye dönük stratejik hedefin gerçekleştirilebilmesi için uygun koşulların oluşması, büyük ölçüde Ortodoks Troçkist hareketin krizini aşmasıyla doğru orantılı olacaktır. O halde Nahuel Moreno’nun, Troçkist akımların yüzleştikleri krizlerin aşılabilmesi için “Her zamankinden fazla Marksist olmak, daha fazla işçi sınıfına sarılmak ve her zamankinden fazla enternasyonalist olmak”30 şiarı “her zamankinden fazla” güncelliğini korumaktadır.

29 Bu girişim, LIT-CI’nin aktardığımız bugünkü koşullarına yönelik değerlendirmesini “bürokratik bir önderlik anlayışı ve politik ve metodolojik açıdan hatalı bir süreç” tespiti odağında yapmaktadır. DE’nin yeniden inşası yolundaki bu engelin giderilmesi ve sahip olduğu programatik ve örgütsel mevziilerden ötürü bu inşadaki motor güçlerden biri olan LIT-CI’nin dönüştürülmesi hedefi ile UBK’yı oluşturmuştur. UBK Kuruluş Deklarasyonu’nda, LIT-CI ve seksiyonlarına ve diğer tüm enternasyonal devrimci güçlere, “uluslararası önderliğimizin IV. Enternasyonal’i 30’lu yıllarda inşa etmek için kullandığı araçları temel alarak” güç birliği çağrısında bulur. Bu güç birliğinin üç temelde sürdürülmesi öngörülür: a. Ortadoğu ve Latin Amerika başta olmak üzere, emperyalizme karşı işçi sınıfının ve halkların mücadelesini körüklemeye dönük farklı kampanyalar yürütmek ve dünya sınıf mücadelesinin temel sorunlarına ortak yanıtlar geliştirmek. b. Bu faaliyetlerin sıcaklığıyla, IV. Enternasyonal’in ve tüm dünyadaki Troçkist partilerin inşasına dair temel politik sorunları tartışmak. c. Bu faaliyetlerin ve yürütülecek tartışmaların yeni yakınlaşmaların ve birleşmelerin kapısını açacağını öngörerek bu süreci derinleştirmek. (“UBK Kuruluş Deklarasyonu”, Ekim 2009, İşçi Cephesi, http://iscicephesi.net/enternasyonal/619-ubk-kurulus-deklarasyonu) 30 Marxismo Vivo, Edicion Especial 2007, Instituto Jose Luis y Rosa Sundermman; Martin Hernandez: “A 20 Anos de su muerte, algunas reflexiones sobre el ‘morenismo’”, s. 17. Güz | 2010 -

35


Dosya

Dün, Bugün: Enternasyonalizm

Bu yazı, 1995 tarihli “Enternasyonal Yönelişimiz”1 başlıklı metin ve dönemin Enternasyonal Bülten dergisinde yayımlanmış diğer makaleler ile çeşitli belgelerinin Oktay Orhun tarafından derlenip güncellenmesinden meydana gelmiştir.

Tarihsel Zorunluluğu Enternasyonalizm, daha ortaya çıkışından itibaren Marksizm’in temel ilkelerinden biri, hatta en önemlisi olagelmiştir. Marx ve Engels, Komünist Manifesto’da bütün ülkelerin işçilerini birleşmeye çağırırken bunu yazınsal ya da sembolik anlamda yapmamışlar, tam tersine devrimci proletaryaya, ulusal partilerin yanı sıra uluslararası bir parti kurmanın zorunluluğunu anlatmışlardır. Çünkü, “Bir dünya pazarı yaratma eğilimi, ‘sermaye’ kavramının kendisinde doğrudan bir veri olarak vardır” (Marx). Sermaye uluslararası niteliktedir ve kapitalizm ortaya çıktığı andan itibaren hızla ulusal sınırları aşarak dünya ölçeğinde bir ekonomik sistem haline gelmiştir. “Kapitalizmin evrensel-tarihsel eğilimi, ulusal sınırları yıkması, ulusal özellikleri yok etmesi ve ülkeleri asimile etmesinde yatar. Her geçen on yılda giderek daha güçlü olarak kendini hissettiren bu eğilim, kapitalizmin sosyalizme dönüştürülmesinin de en büyük itici güçlerinden biridir” (Lenin). Sermayenin kendi özünde bulunan bu özellik, kapitalizmin egemenliğini tarih sahnesinden silecek olan proletarya için de geçerlidir. Modern proletarya, yerel ya da ulusal bir sınıf değil, uluslararası bir sınıftır. Dolayısıyla, “Emeğin kurtuluşu ne yerel, ne de ulusal bir sorundur; modern toplumun var olduğu bütün ülkeleri kapsayan ve çözümü için en ileri ülkelerin teorik ve pratik birlikteliğine bağlı olan bir toplumsal sorundur” (Marx). Bu nedenle, “farklı ülkelerin proleterlerinin ulusal mücadelelerinde, her türlü milliyetten bağımsız olarak tüm proletaryanın ortak çıkarlarına işaret edip bunları öne sürmeleri” (Marx) gerekmektedir. 1 On beş yıl önce Yusuf Barman tarafından ortodoks Troçkizminin o dönemdeki bildirgesi olarak hazırlanan bu metin özgün haliyle hiçbir basılı yayın organında yayımlanmadı, ama pek çok metnin ve makalenin hazırlanmasına çerçeve ve temel oluşturdu.

36

Sosyalist Düşünce Dergisi


Dün, Bugün: Enternasyonalizm “Proletaryanın kurtuluşunun ilk koşullarından biri, en azından önde gelen uygar ülkelerin birleşik eylemidir” (Marx). Bu demektir ki, sosyalizmin nihai zaferini, yani Dünya Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Federasyonu’nu gerçekleştirecek olan sosyalist devrimler, ulusal değil, uluslararası bir devrim süreci olarak algılanmalıdır. “Dünya pazarını yaratmış olan büyük sanayi, yeryüzündeki bütün halkları ve özellikle de uygar halkları öylesine birbirine bağlamıştır ki, her halkın başına gelecekler, bir ötekine bağlıdır... Komünist devrim, bu yüzden, hiç de salt ulusal bir devrim olmayacaktır; bu, bütün uygar ülkelerde, yani en azından İngiltere, Amerika, Fransa ve Almanya’da aynı zamanda yer alan bir devrim olacaktır” (Engels). “Sosyalizm (…) ileri kapitalist gelişme aşamasına ulaşmış ülkelerin proleterlerinin birleşik eylemine bağlıdır”; “Kapitalizm uluslararası bir güçtür ve dolayısıyla tek bir ülkede değil, ancak bütün ülkelerde kazanılacak bir zafer aracılığıyla bütünüyle imha edilebilir” (Lenin). “4. Dünya Kongresi, proleter devrimin hiçbir zaman tek ülke sınırları içinde muzaffer olamayacağını, ancak uluslararası ölçekte ve dünya devrimine ulaşarak zafer kazanabileceğini bütün ülkelerin proleterlerine hatırlatır” (3. Enternasyonal, Belgeler). “Sosyalist devrim, ulusal sınırlar içinde başlar, uluslararası arenada gelişir ve dünya ölçeğinde tamamlanır” (Troçki). Kapitalizmin, dünya ölçeğinde var olan ekonomik bir sistem olduğu, proletaryanın ulusal ya da yerel değil uluslararası bir sınıf olduğu, insanlığın kurtuluşunun ancak proletaryanın önderliğinde gerçekleşecek sosyalist devrimle mümkün olduğu ve bu devrimin ise ulusal arenada başlayıp, uluslararası arenada gelişerek ancak dünya ölçeğinde nihai zafere ulaşabileceği… proletarya enternasyonalizminin temelinde yatan bu ilkeler, içinde bulunduğumuz emperyalist çağda da tüm geçerliliğini korumaktadır. 19. yüzyılda İngiltere, Fransa, Almanya, Amerika gibi ülkelerde hızla gelişen kapitalizm, günümüzde tüm dünyayı tek bir pazar içinde bütünleştirmiştir. Marx ve Engels zamanında en azından bu ülkeleri kapsaması gereken sosyalist devrim, Lenin, Troçki ve Moreno’nun tanık olduğu kapitalizmin emperyalist çağında, artık “dünya devrimi” karakterini kazanmıştır ve bu karakter, insanlığın “barbarlık” ile toplu yok oluşa sürüklenmesinden kurtulmasının yegâne yolu olarak mutlak bir zorunluluktur. Bu ilkelerden hareket eden devrimci Marksistler ulusal devrimciler olarak değil, her zaman dünya devrimcileri olarak faaliyet göstermişler ve işçi sınıfının uluslararası önderliği olan Enternasyonal’in inşasını önlerindeki temel görevlerden biri olarak algılamışlardır. “Eğer Komünist Sol, tüm dünyada yalnızca beş kişiden oluşuyor olsaydı bile, bir ya da birkaç ulusal örgütün yanı sıra mutlaka bir enternasyonal örgüt kurmak zorunda kalırdı. Temeli ulusal örgütlerin oluşturduğunu ve Enternasyonal’in de bunlara bir çatı işlevi gördüğünü düşünmek yanlıştır. Bunlar arasındaki ilişki tümüyle değişiktir. Marx ve Engels, komünist hareketi 1847’de bir uluslararası dokümanla ve uluslararası bir hareket inşa ederek başlatmışlardır. Aynı şey I. Enternasyonal’in kuruluşunda tekrarlanmıştır. Aynı yol, III. Enternasyonal’in hazırlanmasında Zimmerwald Solu tarafından izlenmiştir. Bugün bu yolun izlenmesi, Marx’ın zamanındakinden çok daha zorunlu hâle gelmiştir. Elbette bugün, emperyalizm çağında bir devrimci proleter eğilimin şu ya da bu ülkede gelişmesi mümkündür, ama yalıtılmış tek bir ülkede ayakta kalması ve gelişmesi olanaklı değildir. Böyle bir eğilim, oluşumunun daha ikinci gününde uluslararası ilişkiler, bir uluslararası platform aramaya başlar, çünkü ulusal politikanın bir garantisi de ancak bu yol üzerinde bulunabilir. Uzun yıllar kendini ulusal sınırlar içinde hapseden bir eğilim, kendisini kaçınılmaz olarak çürümeye mahkûm eder” (Troçki). “Ulusal gerçekliklerin tâbi olduğu bir dünya ekonomisi ve politikası var olduğu müddetçe işçi hareketinin en önemli görevi dünya partisinin inşası olmaya devam edecektir” (Moreno). Enternasyonal Deneyimleri Tüm bu tarihi zorunluluklardan hareketle, ilk uluslararası proleter örgütü olarak I. Enternasyonal (Uluslararası İşçi Birliği, 1864-1872) kuruldu. “I. Enternasyonal Marx’tan Güz | 2010 -

37


Dün, Bugün: Enternasyonalizm kendileriyle işbirliği yapmasını talep eden çeşitli ülkelerin sendikalarının yöneticileri tarafından kuruldu. O sırada İngiltere’de diğer ülkelerden gelenlerle birlikte sefalet içinde yaşamlarını sürdürebilecek ücretler almakta olan çok sayıda Alman göçmen işçi bulunuyordu. Bu durumun yol açtığı ucuz işgücü İngiliz işçilerinin işsiz kalmasına neden oluyordu. Benzer durumlar Fransa’da da söz konusuydu. Sonuçta bu ülkelerin işçilerinin yöneticileri bir araya gelip ortak sorunlarının çözümünün uluslararası bir örgütlenmeden geçmesi gerektiğini keşfettiler” (Moreno). Bu sayede, işçilerin sermaye düzenine karşı gerçekleştirecekleri devrimci mücadelelerin uluslararası örgütlemesinin temeli atılmış oldu. II. Enternasyonal (1889-1914) ise, kendisinin “utanç verici bir biçimde dağılmasına yol açan oportünizmin güçlenmesi pahasına yayılan proleter hareketin uluslararası örgütüydü” (Lenin). “II. Enternasyonal varlığını sürdürmeye devam ediyor, ama o gerçek bir Enternasyonal olmaktan ziyade kapitalist sistemin savunucusu sosyal demokrat partilerin bir federasyonundan başka bir şey değil” (Moreno). “Fiilen 1918’de, oportünizme ve sosyal-şovenizme karşı yıllar boyu –özellikle de savaş sırasında– verilen mücadelenin bir dizi ülkede komünist partilerin doğmasına yol açtığı bir zamanda ortaya çıkmış olan Üçüncü Enternasyonal, resmi olarak, 1919 Martı’nda Moskova’daki Birinci Kongresi’nde kuruldu. Bu Enternasyonal’in belirleyici özelliği, Marksizm’in gereklerini yerine getirmesi, sağlamlaştırması ve sosyalizm ile işçi sınıfı hareketinin yıllar boyu süren ülkülerinin gerçekleştirilmesi tarihsel görevini yerine getirmesidir” (Lenin). “Yeni Uluslararası İşçiler Birliği, değişik ülkelerin proleterlerinin, kapitalizmi yıkma, proletarya diktatörlüğünü kurma ve sınıfların tümden ortadan kaldırılmasına ve komünist toplumun ilk evresi olan sosyalizmin gerçekleşmesine yönelecek bir uluslararası Sovyetler Cumhuriyeti’ni kurma hedefiyle girişecekleri ortak eylemleri örgütlemek için kurulmuştur” (3. Enternasyonal, Belgeler). I. Dünya Savaşı’nın bitiminde kurulan III. Enternasyonal, o güne dek “proletarya enternasyonalizmi” düşüncesinin ulaştığı en yüksek aşamayı ifade eder. “Komünist Enternasyonal’in seçtiği hedef: her türlü aracı kullanarak, gerekirse silah elde, uluslararası burjuvaziyi yıkmak için ve devletin tümden yok oluşuna geçiş aşaması olarak uluslararası bir Sovyet Cumhuriyeti’ni kurmak için mücadele etmektir. Komünist Enternasyonal, proletarya diktatörlüğünü, insanlığa kapitalizmin vahşetinden kurtulma imkânı veren biricik yol sayar. Ve Komünist Enternasyonal, Sovyet iktidarını bu proletarya diktatörlüğünün tarihsel olarak verilmiş biçimi olarak görür… Komünist Enternasyonal, zafere daha çabuk ulaşmak için, kapitalizmi ortadan kaldırma ve komünizmi yaratma amacıyla mücadele eden Emekçiler Birliği’nin sıkı merkezi bir örgütlenmeye sahip olması gerektiğini bilir. Komünist Enternasyonal gerçekten, fiilen, bütün dünyanın birleşik komünist partisi gibi olmalıdır. Ayrı ayrı ülkelerde çalışan partiler, sadece onun tekil seksiyonları olmak durumundadırlar” (3. Enternasyonal, Belgeler). III. Enternasyonal, ilk dört kongresinde, milliyetler ve sömürge sorunundan tarım sorununa, parlamentarizm meselesinden işçi sovyetlerine kadar birçok konuya ilişkin –günümüzde güncellenmek kaydıyla– hâlen doğruluğu son derece kesin olan ilkeler belirledi. Ne var ki, III. Enternasyonal, ilk dört kongresinin ardından hızla yozlaştı. İlk dört kongrede alınan tüm kararlar zaman içinde geçersiz kılındı. Enternasyonal, dünya devriminin partisi olmaktan çıktı, ona bağlı partiler de Stalinist bürokrasinin basit birer elçiliği haline geldiler. Stalinist “tek ülkede sosyalizm” anlayışının III. Enternasyonal’de yol açtığı bu tahribata ve çürümeye karşı uzun süre mücadele eden Troçki önderliğindeki Bolşevik Leninistlerin başını çektiği “Uluslararası Sol Muhalefet”, 1933’te Almanya’da faşizmin iktidara gelişinde Stalinizmin oynadığı rolden hareketle son derece önemli tespitler gerçekleştirdi: • Stalinizm, artık tümüyle karşıdevrimci bir nitelik kazanmıştır. III. Enternasyonal fiilen artık yok olmuştur. Yeni bir Enternasyonal’in “Sosyalist Devrimin Dünya Partisi” olarak, IV. Enternasyonal’in ve buna bağlı ulusal seksiyonların örgütlenmesine girişilmelidir. 38

Sosyalist Düşünce Dergisi


Dün, Bugün: Enternasyonalizm • Emperyalizm çağına damgasını vuran şey, üretici güçlerin gelişiminden ziyade yıkıcı güçlerin gelişiminin temel belirleyen olmasıdır. Bu bağlamda tekniğin ilerlemesi, bir bütün olarak üretici güçleri geliştirememekte, aksine yoksulluğu derinleştirmekte ve yeni emperyalist savaşlar yaratmaktadır. • Bu çelişkiler, yirminci yüzyılın başından itibaren krizler, savaşlar, devrimler ve karşıdevrimler çağını başlatmıştır. • Sınıf mücadelesi ve devrim, bu çağda dünya ölçeğinde bir boyut kazanmıştır. Bu çağda tüm olaylar, ulusal değil uluslararası ölçekte ve dünya devrimi ya da karşıdevrimi diyalektiği içinde kavranmalıdır. • İnsanlığın krizi, proletaryanın önderlik krizine indirgenmiş durumdadır. Proletarya bu önderlik krizini çözümleyene kadar insanlık, giderek ağırlaşan bunalımlara sürüklenmekten kurtulamayacaktır. Bu elbette ezilen ve sömürülen kitlelerin kısmî başarılar elde edemeyeceği, dünya devrimi sürecinde yeni mevziler kazanamayacağı anlamına gelmez. Ancak bu kazanımlar emperyalizmin derinleşen bunalımıyla birlikte giderek daha kaygan hâle gelir ve bir yandan da çıkmaza sürüklenen dünya burjuvazisinin karşıdevrimci iştahını kabartır. • Dünya proletaryasının önderlik krizi, sınıf bilincinin düzey düşüklüğüyle açıklanabilecek soyut, öznel bir olgu değil; proletaryayı burjuvaziyle ve emperyalizmle ittifaka sokan reformist ve bürokratik önderliklerin varlığından kaynaklanan somut, nesnel bir durumdur. Bütün Stalinist ve küçük burjuva milliyetçi önderliklerin hepsi doğrudan ya da dolaylı olarak emperyalist karşıdevrimin çıkarına hizmet etmişlerdir. • Bu tip önderliklerin ihanetinin temelinde iki toplumsal neden yatmaktadır: Birincisi, işçi sınıfının içinde aristokrat bir katmanın oluşması, ki işçi örgütlerinin bürokratlaşmasının kaynağıdır; ve ikincisi, Ekim Devrimi’nin kazanımları üzerinde büyüyen ayrıcalıklı bir bürokrasinin ortaya çıkması ve parti çıkarlarının sınıf çıkarlarının üzerinde yer almasıdır. Karşıdevrimci aygıtlar içinde en tahripkâr olanı Stalinizmdir, çünkü tekelinde tuttuğu işçi devleti sayesinde ayrıcalıklarını sınırsız ölçekte geliştirmiş ve bunun sayesinde dünya işçi sınıfının başına çöreklenmiştir. • Bütün küçük burjuva ve bürokratik akımlar, özellikle de Stalinizm, “tek ülkede sosyalizm” ve emperyalizmle barış içinde birlikte yaşama “teorisi” ya da “ideolojisi”ne dayanır. Bunlar bürokrasinin ya da Stalinist kast sisteminin dünya devrimini bloke etmek ve ezmek için kullandığı temel silahlardır. • Stalinist, “tek ülkede sosyalizm” ve “emperyalizmle barış içinde birlikte yaşama” teorisine gerçekten karşı olan devrimci kuram, Sürekli Devrim Kuramı’dır. İlk formüle edildiği biçimiyle (Rus Devrimi’nden önce) bu kuram, geri ülkelerde demokratik ve sosyalist görevlerin karşılıklı ilişkisini ve demokratik devrimin gerçekleştirilmesinde proletarya diktatörlüğünün rolünü ortaya koymuştur. İkinci kez formülasyonunda da, tek ülkede sosyalizmin inşa edilebileceği yolundaki Stalinist “kuram”a bir yanıt getirmiş ve yalnızca geri ülkelerde değil, herhangi bir ülkede iktidarı ele geçiren proletaryanın üstlenmekle yükümlü olduğu görevleri belirlemiştir. Bütünlüğü içinde Sürekli Devrim Kuramı’nın temellerini, uluslararası sosyalist devrimin dinamikleri, iktidarı ele geçirebilmesi için işçi sınıfının ve müttefiklerinin devrimci seferberliği anlayışı, emperyalizmin tüm dünyada yenilgiye uğratılabilmesi için proletarya diktatörlüğünün inşası ve ulusal devletlerin devrimci yöntemlerle yıkılması ve sosyalizmin dünya ölçeğinde inşa edilebilmesi amacıyla Dünya Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Federasyonu’nun kurulması ilkeleri oluşturur. • Sosyalizmin hedefi, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin yok edilmesi, ücretli emek ve sermayenin ortadan kaldırılması ve devlet ile toplumsal sınıfların yok oluşuna giden sürecin harekete geçirilmesidir. Burjuvazinin egemenliğini kırabilmek için proletaryanın öncelikle, kapitalist üretimin tekelci düzeye ulaşmış kesimGüz | 2010 -

39


Dün, Bugün: Enternasyonalizm lerini mülksüzleştirmesi gerekir (yani dünya pazarını denetleyen uluslararası finans kapitalle ilişkili tüm sermaye sektörlerinin mülksüzleştirilmesi). Mülksüzleştirmede hangi tempoyla ve nereye kadar gidileceği, proletarya diktatörlüğünün belirleyeceği bir taktik sorundur. Ancak her durumda devrimin görevleri yalnızca finans kapitalin ve burjuvazinin ya da toprak ağalarının mülksüzleştirilmesiyle sınırlı değildir. Asıl hedef sosyalist devrimi ulusal sınırlardan uluslararası arenaya taşımak, emperyalizmi dünya ölçeğinde yenilgiye uğratmak ve sosyalizmin dünya ölçeğinde nihaî zaferi için tüm ulusal sınırları yok etmektir. • Proletaryanın önderlik krizinin üstesinden gelinebilmesi için, en önemli görev, her ülkede proletarya desteğine sahip devrimci Marksist partiler inşa ederken bir yandan da Sosyalist Devrimin Dünya Partisi’ni, yani IV. Enternasyonal’i inşa etmektir. Bu partiler, ancak kitle mücadeleleri içinde tüm bürokratik ve küçük burjuva milliyetçi önderliklere karşı amansız bir savaş vererek inşa edilebilir. Bu önderlikler, Geçiş Programı’nda öngörüldüğü gibi, bazı istisnaî durumlarda tabanın baskısıyla burjuvaziden koparak ileri ya da devrimci mücadelelere doğru kaysalar ve hatta bir işçi-köylü hükümeti kurma noktasına gelseler bile, onlara karşı bu mücadele kesintisiz sürdürülmelidir. • Stalinist bürokrasinin karşıdevrimci karakterini sergileyen en iyi örnek, SSCB’deki hükümettir. Bu hükümet, SSCB’yi kaçınılmaz bir ekonomik, sosyal, politik ve kültürel yıkıma sürüklemektedir. Bürokrasi ve onun rejimi, tarihteki ilk işçi devletinin temellerini her gün biraz daha yıkmaktadır... Derin bir çöküş sürecindeki bu işçi devletini bu tarihsel krizinden kurtaracak olan tek şey, devrimci Marksist partinin başını çekeceği bir politik devrim olabilir. Bu politik devrimin hedefi, devrimci Marksist modele dayalı proletarya diktatörlüğünü yeniden inşa edebilmektir. • SSCB’de bürokratik kasta karşı gerçekleştirilecek olan politik devrim, dünya proleter devriminin ve tüm dünyada kitle hareketlerini denetimleri altında bulunduran Stalinist, sosyal demokrat ve küçük burjuva milliyetçi önderliklere ve onun yozlaşmış III. Enternasyonal’deki temsilcilerine karşı verilen mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır. • Bütün bu sayılanlar Geçiş Programı’nda ve onun yönteminde içkin olan ilkelerdir. Geçiş Programı, proletaryanın iktidarı ele geçirme ve devrimci diktatörlüğünü kurma yolundaki seferberliğinin programıdır. Bu program kitleleri içinde bulundukları bilinç düzeyinde kavrar ve onları sürekli bir devrimci seferberlik içinde daha üst bilinç düzeylerine sıçratmayı hedefler. Devrimci Marksist partilerin inşası ve Dördüncü Enternasyonal de ancak bu sürecin bilinçli birer ifadesidir. Bolşevik-Leninistler bu tespitleri gerçekleştirip yeni bir Enternasyonalin inşasına girişirlerken Stalinist III. Enternasyonal ise, 1943’te kendini emperyalist müttefiklerine kurban ederek fesih kararı aldı. Bu kararı alırken şu gerekçelerden hareket etmişti: “Dünyadaki ayrı ayrı ülkelerin tarihi, gelişim yollarının farklılığı, toplumsal yapılarının farklı, evet hatta karşıt nitelikte olması, toplumsal ve siyasal gelişimlerinin düzey temposundaki farklılık, nihayet işçilerin bilinçlilik ve örgütlülük derecesindeki farklılık, aynı zamanda, her ülkenin işçi sınıfının önünde değişik görevlerin bulunmasına yol açıyor... Komünist Enternasyonal’in Birinci Kongresi’nce işçileri bir araya getirmek için seçilen ve işçi hareketinin yeniden doğuşunun başlangıç döneminin gereklerine uygun düşen örgütlenme biçimi, işçi hareketinin tek tek ülkelerdeki büyümesi ve onların görevlerinin karmaşıklaşması ile birlikte gitgide eskidi, evet hatta ulusal işçi partilerinin daha fazla güçlenmesinin önünde bir engel haline geldi” (Üçüncü Enternasyonal, Belgeler). Görüldüğü gibi, burada da Stalinizmin “ulusal sosyalizm” kavrayışı, eşitsiz gelişim “teorisine” dayandırılmıştır. Oysa eşitsizlik ancak, bileşik bir gelişme dinamiğinin bir öğesidir. “Çeşitli ülkelerin eşitsiz ya da düzensiz gelişmesi; bu ülkeler arasındaki giderek artan ekonomik bağları ve karşılıklı bağımlılığı sürekli olarak ‘bozar’ fakat hiçbir durumda yok etmez. O ülkeler ki dört yıllık iğrenç katliamdan sonra, 40

Sosyalist Düşünce Dergisi


Dün, Bugün: Enternasyonalizm hemen ertesi günü birbirleriyle kömür, ekmek, yağ, pudra ve pantolon askısı mübadele etmek zorunda kalmışlardır” (Troçki). Eşitsiz ve Bileşik Gelişme Yasası, Sürekli Devrim Teorisi ve Enternasyonalizm, devrimci önderlik ilkelerinin temelinde yatar. Bolşevik-Leninistler, tüm bu tespitlerin ve yoğun çabaların sonucunda 1938 yılında yeni bir Enternasyonal kurdular. Bu atılım, dünya devrimci Marksist hareketinin en büyük başarılarından biri oldu. IV. Enternasyonal, geçmiş mücadele ve deneyimleri reddetmiyor tersine, onları sahiplenip kendi içinde geliştiriyordu. Özellikle III. Enternasyonal’in ilk dört kongresi, onun başlıca dayanağı idi. Bu süreçte, gözden kaçırılmaması gereken nokta, IV. Enternasyonal’in işçi sınıfının son derece büyük yenilgiler almakta, uluslararası gericiliğin doruğa ulaşmakta olduğu bir dönemde, akıntıya karşı ilerleyerek kurulmuş olduğudur. Bu nedenle inşa sürecinin ilk aşamalarında, sınıf mücadelesinin sıcak ateşi içerisinde büyük partiler yaratabilme koşulları nesnel olarak söz konusu olmamıştır. Yine de proletaryanın, Stalinist, sosyal demokrat, emperyalist ve faşist güçlerin elbirliğiyle, sürüklendiği olumsuz gidişattan kurtarılabilmesi, devrimci güçlerin dağılmasının engellenmesi ve devrimci bir direniş hattının inşa edilebilmesi için IV. Enternasyonal’in kurulması mutlak bir zorunluluktu. Kaldı ki, bu direniş mücadelesi, Stalinist bürokrasinin her gün biraz daha yıkıma uğrattığı Ekim Devrimi’nin kazanımlarının korunması mücadelesinin de ayrılmaz bir parçasıydı. Bu amaçlar ve yeni görevler yüzünden tüm devrimci Marksistlerin dünya işçi sınıfı mücadelelerinin, özellikle de Ekim Devrimi’nden sonraki tüm derslerini içeren bir program etrafında birleştirilmesi gerekiyordu. Marksizmin bütün bu kazanımlarının, işçi sınıfının ve onun öncüsünün politik hafızasından uluslararası sosyalist devrim görevini silmeye çalışan Stalinizmin ve tüm öbür karşıdevrimci aygıtların saldırılarına karşı korunması gerekiyordu. Bu nedenle de, devrimci bir dünya programının (Geçiş Programı) üzerinde sağlam bir enternasyonal örgütün kurulması kaçınılmaz ve zorunlu bir görevdi. IV. Enternasyonal olmasaydı, her ülkedeki öncü, o ülkenin ulusal koşullarının belirleyici eğilimlerine terk edilmiş, proletaryanın mücadelesinin tarihsel boyutunu (dünya devrimi) kaybetmelerine izin verilmiş ve Stalinizmin ve sosyal demokrasinin revizyonist ve bürokratik saldırılarına karşı direnebilmelerinin koşulları zayıflatılmış, hatta yok edilmiş olacaktı. Marksizmin ve Bolşevizmin tüm kazanımlarının korunabilmesi, Stalinist tek ülkede sosyalizm teorisine karşı mücadelenin sürdürülebilmesi ve tüm revizyonist ve reformist politikalara (Üçüncü Dönem politikaları, Halk Cephesi politikaları, vb.) karşı, devrimci hattın korunabilmesi ancak IV. Enternasyonal’le mümkün olmuştur. IV. Enternasyonal’in kurulmasını zorunlu kılan ve ona hayat veren ilkelere bakıldığında, tümünün hâlâ geçerli olduğu ve öngörülerinin tarih tarafından doğrulandığını görebiliriz. Emperyalist kapitalizm hâlâ tüm dünyayı egemenliği altında tutmaktadır ve insanlığı toplu yok oluşa sürüklemektedir. İnsanlığı bu uçurumdan geri çevirebilecek yegâne çözüm hâlâ proletaryanın önderliğinde gerçekleştirilecek sosyalist devrim ve bu devrimle birlikte sınıfların ve devletlerin yok oluşu sürecini başlatacak olan sosyalizmin inşasıdır. Buna karşılık proletarya bu görevi yerine getirebilmesini olanaklı kılacak bir önderliğe sahip değildir. Kuruluş ilkelerinde öngörüldüğü üzere, Stalinist bürokrasi, SSCB’yi ve II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan öbür deforme işçi devletlerini yıkıma sürüklemiş ve kendi ölümcül krizini nihaî noktasına ulaştırmıştır. Ancak buna rağmen işçi hareketi üzerindeki reformist ve bürokratik kontrol tümüyle yok olmuş değildir. 1989 yılı ile birlikte Stalinist partiler çözülüp dağılmış olmakla beraber, çeşitli kılıklar içinde kitle hareketi üzerindeki denetimini korumaya ve onu burjuvaziye ve emperyalizme bağlamaya devam etmekte, işçi hareketi için yeniden “umut” haline gelmeye çalışmaktadır. Sosyal demokrasi de, emperyalist kriz koşullarında burjuvazinin emekçi yığınlar üzerindeki saldırısının ajanlığını yaparak, kitlelerin nezdinde, “saygınlığını” büyük bir erozyona uğratmakla birlikte, çalışan yığınların bilincine egemen olan demokratik yanılsamalardan yararlanma gayreti içindedir. Öte yandan, Güz | 2010 -

41


Dün, Bugün: Enternasyonalizm Stalinist ve sosyal demokrat aygıtların, özellikle partilerin çözülmesinden yararlanan küçük burjuva milliyetçi akımlar önderlik boşluğunu doldurabilmektedir. Dolayısıyla, proletaryanın içinde bulunduğu önderlik krizi hâlâ sürmekte, üstelik günümüzde derinleşerek daha şiddetli bir karakter kazanmaktadır. Bu açıdan devrimci Marksistlerin her türden reformist, bürokratik ve ulusalcı akıma karşı mücadelesi hâlâ çok ciddi bir önem taşımaktadır. Kısacası, çağımızın (emperyalist kapitalizm çağı) ve yaşadığımız dönemin (reformist, bürokratik ve ulusalcı önderliklerin egemenlik dönemi) temel özellikleri sürmektedir ve bu çağın ve dönemin temel programı olan Geçiş Programı bir yöntem olarak tüm geçerliliğini korumaktadır. Bu da IV. Enternasyonal’in temsil ettiği değerler ve ilkeler ile program anlayışının varlık nedenlerinin tüm gücüyle sürdüğünü gösterir. Ama tüm bunların yanında Troçki’nin ölümünden sonra, II. Dünya Savaşı’nın ardından IV. Enternasyonal bünyesinde, birçok revizyonist sapma gerçekleştiğini unutmamak gerekir. IV. Enternasyonal’in kuruluşunu izleyen yıllar boyunca, dünya devrimci yükseliş sürecinde pek çok ayaklanmalar ve devrimler yaşanmış, bu arada çeşitli ülkelerde Devrimci Marksizm’in önderliğinde olmasa da burjuvazi mülksüzleştirilmiştir. Ne var ki, bütün bu devrimci atılımlara rağmen IV. Enternasyonal sürekli bir güçsüzlük ve kriz içinde kalmıştır. IV. Enternasyonal içinde ortaya çıkan bütün revizyonist sapmaların üzerlerinde taşıdıkları ortak özellikler üzerinde durmak yerinde olacaktır: • Revizyonist sapmaların tümü, Enternasyonal’in güçsüzlüğünün doğrudan ya da dolaylı sonuçları idi. Bunun sebebi ise ulusal partilerin kitle mücadelelerine önderlik etme ve öncüleri kendi parti çatısı altında birleştirebilme kapasitesinden yoksun olmasıyla ilişkiliydi. • Ulusal partilerin önderliklerinin proleterleşememesi ve bu yüzden sınıfa yabancı akımlardan kolayca etkilenebilir olmaları diğer bir etkendi. • İlk iki sebebe bağlı olarak, güçsüzlüğü aşmak için geliştirilen taktiklerin birer stratejiye dönüşmesi başlıca revizyonist kopuşların doğmasında sebep oldu. Yani, kendi programında, yönteminde ve örgütsel kavrayışında ısrarlı bir parti inşa faaliyeti yerine, kitle hareketini etkileyen bürokratik veya küçük burjuva akımların örnekleri takip edilmiş, onlara uyarlanılmış olması IV. Enternasyonal’i çöküş bunalımına sürükledi... 1951 yılına gelindiğinde, revizyonizmin IV. Enternasyonal üzerindeki tahribatı öyle bir boyuta gelmişti ki, devrimci Marksistlerin önüne yeni bir görev dikilmiş bulunmaktaydı: “IV. Enternasyonali Yeniden İnşa Etmek”. Aslında bu görev daha 1940’lardan itibaren “inşayı devam ettirmek” biçiminde devrimci Marksistlerin önünde duruyordu. Dönemin genç ve deneyimsiz önderlikleri ile yukarıda belirtilmiş olan sebepler bunun gerçekleşmesini mümkün kılmadı. Buna karşın, IV. Enternasyonal’in kuruluşunda temsil ettiği değerler ve ilkelerle program anlayışını savunan devrimci Troçkist önder Nahuel Moreno idi. Bolşevizmin, IV. Enternasyonal geleneğinin, Moreno tarafından yaşatıldığını söylememizin nedeni, yürüttüğü çok değerli örgütsel faaliyetlerden ziyade, Bolşevik yönteme sarsılmaz bağlılığı ve her renkten revizyonizme karşı yürüttüğü uzlaşmaz mücadelelerdir. Nahuel Moreno önderliğinde, 1979 yılında başlatılan girişim sonucunda, 1982’de kurulan Liga Internacional de los Trabajadores-Cuarta Internacional (LIT-CI; Uluslararası İşçi Birliği-Dördüncü Enternasyonal) kuruldu. Ne yazık ki, LIT-CI de, geçmiş deneyimlerin kaderini paylaşmaktan kurtulamadı. Moreno’nun ölümünden sonra, dönemin dünya konjonktürünün basıncına (Avrupa’da reformist akımların yani Avro-Komünizm’in güçlenmesi, bürokratik diktatörlüklerin çöküşü…) karşı, devrimci bir politik hat geliştirmekte yetersiz kalan LIT-CI, güncel durumlarla ilgili politik tahlillerde yalpalayarak –içinde taşıdığı tüm devrimci dinamiklere karşın– yaşadığı politik krizlerin etkisiyle, çeşitli kopuşlar yaşadı ve paramparça olmanın eşiğine geldi. Bugün 42

Sosyalist Düşünce Dergisi


Dün, Bugün: Enternasyonalizm ise dünya proletaryasının, kendi ulusal devrimci işçi partileri seksiyonlarının temsil edildiği, devrimci Troçkist bir enternasyonalin yeniden inşa çabaları, çeşitli kollardan sürdürülmekle birlikte, proletaryanın ihtiyacı olan bu Enternasyonalin, yani Sosyalist Devrimin Dünya Partisi’nin inşası, bütün yakıcılığıyla, hâlâ dünya işçi sınıfı mücadelesinin en önemli gündem maddesini teşkil etmektedir. Günümüz Günümüzde yeni bir proleter enternasyonalinin inşa sürecini belirleyecek olan iki temel dayanak vardır: • Enternasyonal’i meydana getirecek, seksiyonlar halinde örgütlenmiş, BolşevikLeninist partiler; • Bu partilerin, mücadele anlayışlarını dayandırdıkları devrimci Marksist kuram ve bu kuramın kaynaklık ettiği bir program... Marksizmin tüm mezar kazıcılarının tersine, bugünkü süreç, mevcut gelişmeleri açıklayabilen yegâne kuramı, Sürekli Devrim Kuramı’nı haklı çıkarmıştır, çıkarmaktadır. Dünyanın bugün yaşamakta olduğu kaos, emperyalizmin saldırganlığı ve kapitalist sömürünün vahşeti içerisinde sürüp gitmektedir. Afganistan ve Irak’taki işgal sürmektedir. Afrika’da halklar birbirlerine düşürülmekte, insanlık barbarlığa sürüklenmektedir. Çin’den, Brezilya’dan ve dünyanın birçok ülkesinden köle işçilerin haberleri gelmektedir. Göçmen işçiler, sefalet içerisinde yaşamakta, üstüne üstlük bir de ırkçı yasalara ve saldırılara maruz kalmaktadırlar. 850 milyondan fazla kişinin yani her yedi kişiden birinin yeterli derecede beslenemediği dünyamızda, yaklaşık 1 buçuk milyar insan, günde 1 dolardan az gelirle yaşamaya çalışmaktadır. İşte bu tablonun ışığında, devrimci Marksizmin ortaya koyduğu gibi, dünyanın ezilen ve sömürülen kitlelerine gerçek, demokratik, toplumsal ve ekonomik özgürlükleri sağlayacak, insanlığı tam bir maddi ve manevî kurtuluşa ulaştıracak olan yegâne güç işçi iktidarıdır. Buna karşın geleneksel sosyal demokrat, Stalinist ve küçük burjuva milliyetçi önderliklerin çözülmüş olması ve emperyalizmle bütünleşmeleri, kitleler üzerinde egemen olan reformist ve popülist ideolojilerin gücünü yitirmiş olduğu anlamına gelmediği gibi bu önderliklerden boşalan yeri devrimci Marksizmin doldurmuş olduğunu söylemek de mümkün değildir. Özellikle 1989’dan itibaren yaşanan çöküşlerle birlikte “Troçkizmin saatinin çalmaya başladığı” doğrudur; ama bu mekanik olarak değil, tarihsel bir içerikle kabul edebilir. Çünkü Troçkizm, dünya proletaryasına ve emekçi kitlelerine henüz yeterince güçlü, kabul edilebilir bir önderlik alternatifi sunabilmiş değildir. Tam da bu nedenledir ki, küçük burjuva sol-milliyetçi gruplar, bilinç karmaşası içindeki kitleleri kısmen ve geçici olarak da olsa peşlerine takabilmektedir. Bununla beraber, burjuva partiler yeni bir demokratik, reformist ve popülist söylemle, emekçi yığınlardaki ideolojik karmaşadan yararlanabilmektedirler. Üstelik mevcut politik boşluğu doldurmaya, yeni sağ ve faşist partiler de adaylıklarını koyabilmektedirler. Dünya proletaryasına ve emekçi yığınlarına henüz bir alternatif sunamıyor olmakla birlikte Troçkizm, işçileri, emekçileri, yoksul köylüleri ezilen halkları ve tüm insanlığı emperyalist kapitalizmin toplu yok oluş tehlikesinden uzaklaştırıp komünist bir dünyayı yaratabilecek yegâne politik güç olma özelliğini sürdürmektedir. Dolayısıyla, devrimci Marksizmin önündeki en acil sorun, Leninist-Troçkist tarzda örgütlenmiş, kitleleri emperyalist kapitalizme karşı seferber edebilecek, onların bu seferberliğini Sürekli Devrim perspektifiyle Dünya Sosyalist Devrimi doğrultusunda yönlendirebilecek, proletarya diktatörlüğünü yaşamsal kılacak, Dünya Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Federasyonu’nun kurulmasına öncülük edebilecek Dördüncü Enternasyonal’i yani Sosyalist Devrimin Dünya Partisi’ni yeniden inşa etmektir. Bu hedefe ulaşabilmek (bir Enternasyonal inşa edebilmek) için 150 yılı aşkın süredir, mücadele yürütülmüştür ve bu süreçte uluslararası örgütlenmeye dair nasıl ilerlenmesi gerektiğini gösteren Güz | 2010 -

43


Dün, Bugün: Enternasyonalizm beş büyük deneyim yaşanmıştır. Bunlar; I. Enternasyonal, (işçi sınıfının uluslararası örgütlülüğünü muhafaza ettiği için 1914 öncesi) II. Enternasyonal, Komünist (III.) Enternasyonal, IV. Enternasyonal ve son olarak da IV. Enternasyonal’in yeniden inşa çabası olarak LIT-CI. Ne var ki, sınıf mücadelesindeki değişimlerin ve bununla beraber önderliklerde görülen sapmaların sonucunda, bugün itibarıyla, tüm olumlu girişimlere karşın, devrimci bir dünya partisi bulunmamaktadır. Bu boşluk işçilerin dünya ölçeğindeki en büyük zayıflığını oluşturmaktadır. Devrimci Marksistler açısından belirleyici olgu, tek tek ulusallıkların tâbi olduğu, uluslararası bir ekonomik, toplumsal ve kapitalist sistemin varlığıdır. Marx, proletarya enternasyonalizmini masasının başında oturarak değil, bu nesnel gerçekliğe bir yanıt olarak geliştirmiştir. Aynı şekilde, Lenin’in bu enternasyonalizme bir dünya partisiyle somutluk kazandırması şans eseri olmamış, emperyalist kapitalizme en etkili şekilde karşı koymanın bir gereği olarak bu zorunluluk kendini dayatmıştır. Bugün, dünyanın herhangi bir ülkesindeki devrimin kaderi, her zamankinden çok daha fazla uluslararası gelişmelere bağlıdır. İşçilerin, mücadelelerini birleştirmek ve aralarında bir uyum sağlamak gibi acil bir gerekliliği gündeme getiren bu gerçeklik, Stalinizmin işçi sınıfı üzerindeki on yıllara yayılan hegemonyanın yok ettiği enternasyonalist bilinci yeniden oluşturmayı zorunlu kılmaktadır. Dünya partisinin yeniden inşası faaliyeti ve devrimci önderlik bunalımını çözme mücadelesi, devrimci Marksist analizin en temel tespitini esas almalıdır: Kapitalizmin çürüme çağında, kapitalist üretim ilişkileri insanlığın üretici güçleri önünde mutlak birer engel haline gelir. Çünkü bunlar, çürüyen kapitalist üretim ilişkilerinin çerçevesini aşamamış, geçtiğimiz on yıllarda yaşanan önemli teknolojik ve bilimsel gelişmeler –ki üretici güçlerin gelişimi açısından son derece önemli unsurlardır– kitlelerin yaşam standartlarını yükseltmeye değil, üretici güçlerin iki önemli bileşeninin, insan ve doğanın tahribatına hizmet etmiştir. Ekolojik felaketler, eski çağlara ait hastalık ve felaketlerin yeniden hortlaması, otomasyonla birlikte gelen büyük tensikatlar, açlıktan ölmemek için uluslararası yardıma muhtaç birçok ülke insanı... Bunlar, kapitalist sistemin can çekişme evresinin kendini gösterdiği olgulardır. Emperyalist kapitalizmin, II. Dünya Savaşı sonunda yaşanan büyük devrimci yükselişten kurtulabilmesinin nedenlerinin başında, Stalinist bürokrasinin Avrupa’daki bir dizi ülkede işçi sınıfını dizginlemesi ve devrimin zaferini engellemesi gelmektedir. Bu durum, başlıca emperyalist ülkelerde uzun bir göreli istikrar döneminin yaşanmasına yol açmıştır. Stalinizm ve sosyal demokrasinin desteğini alan burjuvazi iktidarını koruyabilmiş, ancak büyük bedeller ödemek zorunda kalmıştır; bu bedel –işçi sınıfı hareketinin geriye düşmesi ve ülke kapitalizmlerinin yeniden inşası pahasına– kitleler açısından çok önemli bir kazanım sayılması gereken “sosyal devletler”in oluşumudur. Emperyalist ülkelerdeki bu görece uzun kapitalist genişleme dönemi, özellikle eski sömürgelerde, savaşları ve giderek artan sefaleti beraberinde getirmiştir. Fakat artık, II. Dünya Savaşı’nın ardından yaşanan ekonomik patlama bitmiş ve “üçüncü dünya” olarak dile getirilen ülkelerin aşırı sömürüsü emperyalistlere yetmemeye başlamıştır. Emperyalist kapitalizm, kâr oranlarındaki düşüşü önlemek için sömürü düzeyini tüm dünya ölçeğinde arttırmayı zorunlu görmektedir. Bugün emperyalizm, gelişmiş kapitalist ülkelerde dahi, işçi mücadelelerine reformlarla yanıt vermek şöyle dursun, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi geçmiş mücadeleler sonucunda elde edilmiş kazanımları bile bir bir ortadan kaldırmaya çabalamaktadır. Kapitalistler, “sosyal devlet anlayışı” olarak tanımlanan uygulamaları ortadan kaldırmayı zorunlu görmekte, işçiler üzerindeki kapitalist sömürü tüm dünyada daha da belirginleşmektedir. Emperyalizm, bürokratik diktatörlüklerin çöküşü ile birlikte işçilerin bilincinde oluşan bulanıklığı neoliberal planların uygulanması yönünde kullanmayı becermiş, kendini işçilere muzaffer ve yenilmez bir güç gibi sunabilmiştir. Fakat bu günümüzde değişmekte, Latin Amerika başta olmak üzere, yavaş yavaş işçiler ve ezilen kitleler sokakları yeniden kazanmaya başlamaktadır. Bugün, kapitalizmin üstünlüğü yönünde sürdürülen kampanya eski ihtişamından çok uzaktadır. Artık, sadece ekonomik 44

Sosyalist Düşünce Dergisi


Dün, Bugün: Enternasyonalizm değil, aynı zamanda politik bir kriz de herkesin görebileceği berraklıkta yaşanmaya başlamıştır. Bunu gizlemenin bir çabası olarak, hayalî düşmanlar, kaynağı belirsiz bir terörizm ve göz boyayıcı yalanlar, burjuvazi ve onun gerici basını tarafından pervazsızca savrulmaktadır. Mücadeleyi emperyalizme karşı yönlendirecek devrimci bir önderlik yaratılana dek yükselmekte olan hareket, kapitalizmin değirmenine su taşımaya devam edecek olan reformist önderlikler tarafından her zaman boğulacaktır. İşçi sınıfının geleneksel bürokratik ve parlamentarist önderlikleri (reformistler ve eski Stalinistler), emperyalizmin işçi sınıfı içindeki ajanları olduklarını kanıtlar biçimde, burjuvazi ile iç içe geçmiş, adım adım devlet ve hükümetlere entegre olmaya başlamışlardır. Ancak, ulusal ve uluslararası ölçekte devrimci bir önderliğin gerçekleşmesi Leninist partilerin inşasına bağlıdır. Bu da ancak işçi sınıfı devrimcilerinin, işçilerin kapitalizme karşı verdikleri küçük ya da büyük tüm mücadelelerde yer alması; reformist ve hain önderliklere karşı savaşması ve kitle hareketi önderliğini hedeflemesi ile başarılabilir. Uluslararası düzeyde devrimci bir işçi partisinin yeniden inşası çabasının merkezî görevlerinden biri, bu türden mücadelelerde yer almak, bunları desteklemek, uluslararası düzeyde birleşmelerini ve gelişmelerini sağlamak olmalıdır. Bugün bir kez daha net bir biçimde görülüyor ki, “sosyalizmin öldüğü” yönündeki kampanyaların yaratmış olduğu, işçi ve kitle hareketindeki kafa karışıklığı yavaş da olsa silinmeye başlamıştır. Bu arada şu önemli noktaya değinmek gerek: Tüm bu kafa karışıklığı döneminde, bu sürecin bir parçası olarak devrimci Marksist hareketin belli kesimleri, temel teorilerin “artık işe yaramaz” olduğunu; “yeni yaklaşımların gerektiği”ni; “sınıf mücadelesinin modasının geçtiği”ni; dolayısı ile “yeni bir sendikacılık anlayışı” çerçevesinde; yani sınıftan değil, “sivil toplum”dan yola çıkarak düşünmek gerektiği ve esas sorunun “bireysel özgürlüğü savunmak” ve “insanî eylemleri desteklemek” vb. olduğunu söylemekteler. Nihayetinde, bu kesimlerin ihtiyacı olan, sendikalardan proletarya diktatörlüğüne kadar her şeyi “yeniden düşünmek”tir; bu nedenle de, kapitalizmin yeni evresi olarak adlandırdıkları mevcut döneme ilişkin “yeni bir program” geliştirmek gerektiği yönünde bir önerme ile hareket etmektedirler. Evet, o vakitler büyük değişimler yaşanmıştı: II. Dünya Savaşı’nın ardından kurulan dünya düzeni yerini bir başkasına terk etmişti; tüm bir Stalinist bürokrasi, açıktan açığa ve kitlesel bir biçimde kapitalizmin restorasyonuna yönelmişti ve bu süreç Doğu Avrupa’daki yaşam standartlarının, kitlelerin kültürel düzeylerinin iyice gerilemesine yol açmakta idi; yeni devletlerin doğmasıyla birlikte Avrupa haritasında önemli değişiklikler gündeme gelmişti; işgücünün örgütlenişinde yeni biçimler doğmuştu, vb. Fakat bu değişimlerden hiçbiri kapitalist egemenliğin özüne aykırı değildi. Bu bağlamda, “küreselleşme” olarak adlandırılan şey, yeni bir kapitalist çağa delalet etmemektedir. Bunlar Lenin tarafından emperyalist çağa ilişkin olarak tarif edilen beş özelliği geçersiz kılmamakta, tam tersine güçlendirmekte ve en yüksek ifadesine kavuşturmaktadır. Bu anlamda, bizi her şeyi “yeniden gözden geçirme”ye zorlayan yeni bir çağdan bahsetmek mümkün değildir. Lenin tarafından tarif edildiği biçimiyle, krizler, savaşlar ve devrimler tarafından belirlenen, kapitalizmin can çekiştiği emperyalist çağı yaşamaya devam ediyoruz. Teori, Program ve Örgütlenme Modeli Yukarıda belirtilen nedenlerledir ki, IV. Enternasyonal’i inşa ederken temel alınacak bir teoriye, programatik ve hatta parti modeline hâlihazırda sahip olunduğunu düşünmemek için bir neden yok. III. Enternasyonal’in ilk dört kongresini, burada emperyalizme, kapitalist devlete, demokrasi ve reformizme ilişkin; iktidarın ele geçirilmesi ve proletarya diktatörlüğü sorunlarına ilişkin; köylülük, kent yoksulları ve ezilen kitlelerin mücadelelerinde işçi sınıfının önderlik rolüne ilişkin; Sovyetlere ve sendika faaliyetine ilişkin; parlamentarizme ilişkin ve nihayet birleşik işçi cephesi taktiklerine ilişkin olarak tarif edilen tüm stratejik ilkesel temeller bugün de geçerliliğini koruyor. Güz | 2010 -

45


Dün, Bugün: Enternasyonalizm Aynı şekilde, Geçiş Programı’nı ve IV. Enternasyonal’in 1938’de gerçekleştirilen Kuruluş Kongresi’ni, Bolşevik geleneğin devamcısı ve Stalinist bürokrasiye karşı verilen mücadelenin en ileri ifadesi olarak savunmak pekâlâ mümkün. Öyle ki, bu mücadele, dünya devriminin yenilgisi ve Sovyet devletinin yalıtılmış olarak kalmasıyla birlikte, ilk işçi devletinin siyasi iktidarına el koyan ve Komünist Parti’yi de III. Enternasyonal’i de yozlaştıran karşıdevrimci bir siyasi akıma karşı verilmiştir. Bu noktada şunu belirtmek gerekiyor: Ne Troçki, ne de IV. Enternasyonal’in diğer öncüleri, Geçiş Programı’nı tamamlanmış bir program olarak görmüştür. Gerçekte tamamlanmamış bir program olarak Geçiş Programı’nın güncelleştirilmesi ve sınıf mücadelesinin deneyimleri ile zenginleştirilmesi zorunludur. Dahası, Geçiş Programı’nın kaleme alındığı tarihte (1938) bile, programa iktidarın ele geçirilmesi ve sosyalizme geçiş sorunlarının işlendiği bölümlerin eklenmesi gerekiyordu. Bunu bizzat Troçki’nin kendisi dile getirmiştir: “Program, tamamlanmış bir program değildir... Programın başlangıç kısmı da tam değildir. Birinci bölüm tam bir ifade olmaktan ziyade sadece bir çıtlatmadır. Programın son kısmı da tam değildir; çünkü o kısımda, sosyal devrimden, ayaklanma ile iktidarın ele geçirilmesinden, kapitalist toplumun diktatörlüğe, sosyalist toplumdaki diktatörlüğe dönüştürülmesinden söz etmiyoruz” (Troçki). Geçiş Programı, tarihsel perspektifi içinde kapsamlı olarak ilk kez Nahuel Moreno tarafından güncellenmiştir. Aynı zamanda, IV. Enternasyonal’in Bolşevik-Leninist geleneği onun sayesinde, devrimcilere örnek teşkil eden militan mücadelesinde sürdürülmüştür. Moreno’nun gerçekleştirdiği güncelleme sayesinde, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından gelişen büyük değişimler, devrimci Marksizm içinde açıklanabilmiştir. Bugün de aynı şekilde, programın güncelleştirilmesi ve zenginleştirilmesi gereği acil ve yakıcı bir görev haline geldiğini kabul etmek gerekir. Fakat bu, tekrar etmek gerekirse, tüm programı değiştirme değil, bir güncelleştirme, geliştirme ve tamamlama faaliyeti sorunudur; çünkü Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresinde ve Geçiş Programı’nda ortaya konan temel noktalar tarih tarafından bütünüyle doğrulanmıştır. Bolşevik-Leninist parti kuramı, bir dizi eşitsizlik içinde sürüp giden sınıf mücadelelerinin tek bir merkezî iktidar programı çerçevesinde toplanmasının zorunluluğunu gösterir. Ulusal parti bunu kendi etkinlik alanını oluşturan ülke sınırları içinde yaparken, Enternasyonal de dünya devrimci sürecini evrensel ölçekte birleştirmeye çalışır. Ve her ulusal devrim dünya devriminin bileşik bir öğesi olduğu sürece –ki bu emperyalist çağın çıplak bir gerçeğidir– ulusal partiler de Enternasyonal’in birer seksiyonu olmak durumundadır. O halde, Bolşevik-Leninist parti kuramında örgütsel bir ilke olan demokratik merkeziyetçilik nasıl farklı düzeylerdeki sınıf mücadelelerinin bir politik program çerçevesinde birleştirilmesinin bir aracı ise, uluslararası ölçekte de mücadeleler Enternasyonal’in demokratik merkeziyetçi çerçevesinde bütünleştirilmelidir. Demokratik merkeziyetçilik, Stalinist partilerdeki, bürokratik merkeziyetçiliğin karşıtıdır. Parti içi tartışmada ve politikaların oluşturulmasında en geniş demokrasiyi, eylemde ise en katı disiplin ve merkezîliği ifade eder. Demokratik merkeziyetçilik, gerek doğru politikaları oluşturmak, gerekse, emperyalizm, ulusal burjuvaziler ve bürokrasi gibi güçlü düşmanlarla baş etmek açısından bir zorunluluktur. Bu anlamda Enternasyonal, ulusal bir örgüt için, bir “çatı” ya da “federatif bir örgütlenme” değil, ulusal devrimin de bir parçası olduğu uluslararası devrimin dünya partisidir. Bu açıdan, “İşe ulusal partilerden başlamak gerekir,” diyen her ulusalcı anlayış, kaçınılmaz olarak Stalinist tek ülkede sosyalizm anlayışına vararak çürümeye mahkûmdur. Bunun tam karşı kutbu da Enternasyonal’in inşasında bir tehlike doğurur: Uluslararası önderliğin ya da Enternasyonal içindeki bir partinin tüm diğer ulusal partilere kararını dayatması tehlikesi... Böyle bir durum, Enternasyonal’in bürokratik bir yozlaşma sürecine girmiş olduğunu gösterir. “Bu yüzden, Uluslararası önderliğin ulusal partilere ne yapmaları veya hangi politikayı uygulamaları gerektiğini dikte etmesine karşıyız (...) Bununla birlikte ulusal özgüllükleri inkâr etmemek gerektiğini de özellikle ilave etmek gerekir” (Moreno). 46

Sosyalist Düşünce Dergisi


Dün, Bugün: Enternasyonalizm Bir diğer vurgu, Enternasyonal’in siyasal bağımsızlığıdır. Siyasal bağımsızlığını her zaman ve her koşulda muhafaza ederek mücadele edecek olan Enternasyonal, modern sınıf savaşımları tarihi boyunca işçi sınıfı tarafından geliştirilen tüm geçerli mücadele yöntemlerini savunmak durumundadır. Bununla beraber, küçük burjuva grupların, bireysel terörizm, gerillacılık gibi kitlelerden yalıtılmış eylemlerine sınıf hareketinin yerine ikame etme çabalarına da karşı çıkması zorunludur. Bu yöntemleri kullanan grupların burjuvazinin saldırılarına karşı savunulması gerekse de mücadele yöntemlerini reddetmek kaçınılmazdır. Bu reddiye ahlâkî değil siyasi temellere dayanmaktadır. Marx’ın dediği gibi, “İşçi sınıfının kurtuluşu, onun kendi eseri olacaktır”. Fakat bunu gerçekleştirmesi, işçi sınıfının iktidarı kendi eline almasına bağlıdır ki, bu iktidarla kendi geleceğini kendisi belirleyecektir. İşçiler, emekçiler ve yoksul köylüler adına konuşma meraklısı bürokratların, “atfedilmiş sıfatların” ya da şeflerin aksine, işçilerin kendi kararlarını kendilerinin almaları gerektiği vurgulanmalıdır, bu ise ancak onların öncü partisi ile mümkün olabilir. Sonsöz Devrimci Marksizm, işçi sınıfı hareketlerindeki diğer bütün politik akımlarının faaliyetlerinden farklı olarak, dünya gerçekliğinin daha geniş, daha derin kuramsal görüşü üzerine kurulmuştur. Devrimci Marksizmde “teori” akademik, bürokratik, felsefî, burjuva ve reformist görüşlerden tamamen farklıdır. Teori, hiçbir zaman sınıf savaşımından ayrı düşünülmemelidir. Devrimci Marksizm için “teori” militan bilimidir, bilgiden faydalanarak gerçekliği değiştirmek niyetiyle geçekliğe müdahale etmek demektir. Bu bağlamda enternasyonalizm, metnin tümümde vurgulandığı üzere, mevcut gerçekliğin, sürekli devrim kuramının, militan mücadelenin zorunlu ifadesidir. Bugün işçi sınıfının en büyük zayıflığı, ulusal ve uluslararası platformdaki birlik sorunudur. Proletaryanın “kendisi için” bir sınıf olması, ancak ve ancak bu zayıflığı aşması ile mümkün olabilir. Ve yine ancak o zaman tarihi değiştirme, sosyalist devrimi gerçekleştirme gücüne kavuşabilir. İşçi sınıfının, emekçilerin, yoksul köylülüğün ve ezilen halkaların kurtuluşu buna bağlıdır. Aksi takdirde, insanlığın toplu yok oluş tehlikesinden kurtulması mümkün değildir. İşte bu bağlamda inşa etmesi gereken ulusal partilerinin yanı sıra, bir Enternasyonal’e de ihtiyaç olduğu ortadadır. Bu uluslararası örgüt, ancak, III. Enternasyonal’in ilk dört kongresi; IV.’in temsil ettiği değerler, ilkeler ile program anlayışı ışığında inşa edilebilir. IV. Enternasyonal’in yeniden inşası Troçkizm’in gelenek sorunudur ve bu bağlamda ilkeseldir. Hele ki bugün dillendirilen tüm o V. Enternasyonal anlamsızlıkları içerisinde bu ilke ayrı bir önem kazanmıştır. Ama bilinmesi gerekir ki, inşa edilecek Enternasyonal, yeni bir uluslararası örgüt olacaktır. Tüm kirlenmişliklerden arınmış, revizyonist ve reformist sapmaların bulaşmadığı ve bulaşamayacağı yeni bir Enternasyonal, bir dünya partisi olacaktır. O gün Leninist-Troçkistler, yeryüzüne şöyle sesleneceklerdir: İşte, Sosyalist Devrimin Dünya Partisi! İşte, IV. Enternasyonal! İnşasına girişilen yeni Enternasyonal, devrimci Marksizmin programında özünü; Leninist-Troçkist militanlarının sonsuz çabalarında gücünü bulacak olan işçi sınıfın yegâne uluslararası örgütü olacaktır. Dünyanın dört bir tarafında milyonlarca militan, hep bir ağızdan burjuvaziye meydan okuyacaktır; savaş naraları sürekli devrim olan işçiler, emekçiler, yoksul köylüler ve ezilen halklar, emperyalist kapitalizme meydan okuyacaklardır... Hep bir ağızdan sesleri, fabrikalarda, tarlalarda ve meydanlarda yankılanacaktır: Ya Barbarlık, Ya Sosyalizm! Ya Emperyalist Yok Oluş, Ya Enternasyonalist Kurtuluş!

Güz | 2010 -

47


Dosya

Chavez’in V. Enternasyonal Çağırısına İlişkin UBK Deklarasyonu

Burjuvaziden bağımsız, devrimci bir işçi enternasyonali için tarih IV. Enternasyonal’in yeniden inşası görevine çağırıyor!

Uluslararası Birlik Komitesi

Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez’in, 19–20 Kasım 2009 tarihlerinde Caracas’ta gerçekleştirilen Venezüella Birleşik Sosyalist Parti (PSUV) Kongresi esnasında düzenlenen Dünya Sol Partiler ve Hareketler Toplantısı’na katılan 26 ülkeden 40 kadar grubun temsilcilerine hitaben, V. Sosyalist Enternasyonal’in kurulması çağrısında bulunması geniş bir yankı uyandırdı. Chavez, Marx’ın öncülük ettiği I. Enternasyonal’in (1864–76), Engels’in kuruluşuna katıldığı II. Enternasyonal’in (1889), Lenin’in eseri olan III. Enternasyonal’in (1919–43) ve nihayet Troçki’nin önderliğinde inşa edilen IV. Enternasyonal’in (1938) artık “var olmadıklarını” belirtiyor. Chavez’e göre “mevcut kriz karşısında, emperyalizme ve kapitalizme meydan okuyabilecek, gerçekten sol bir sosyalist” dünya örgütünün kurulması gerekli ve yeni Enternasyonal PSUV’un çevresinde inşa edilebilir. Bu amaçla yeni örgütün içeriğini, programını ve biçimini belirlemek üzere bir Hazırlık Komitesi’nin kurulması gündeme gelmiş durumda. Proletarya açısından enternasyonal, daima sosyalist devrimin dünya partisi olageldi. Öte yandan, PSUV’un uluslararası toplantısına katılan ve Chavez’in çağrısını şimdiden coşkuyla selamlayan politik yapıların karakteri aynı zamanda hem “yeni enternasyonal’in” sınırlarını çiziyor, hem de son 20 yıldır dünya sol hareketlerine egemen olan ve burjuva liberal ideolojik kasırganın sonuçlarını tartışmaya yer bırakmayacak şekilde ortaya koyuyor. 48

Sosyalist Düşünce Dergisi


Chavez’in V. Enternasyonal Çağırısı Ulusal burjuva sektörü temsil eden bir “kumandan” ve partisinin (PSUV) önderliğinde bir “enternasyonal” proletaryanın uluslararası devrimci partisine dönüşmek bir yana, bizzat gerçek bir işçi sınıfı enternasyonalinin örgütlenmesinin önünde engele dönüşecektir. Bu nedenle Chavez’in, “enternasyonaline, işçi devletini imha edip, Çin işçi sınıfını neredeyse kölelere dönüştüren ve kapitalizmin hizmetine sunan Çin Komünist Partisi’ni, halkın sefaleti pahasına özelleştirmeleri ve liberal ekonomik politikaları hayata geçirerek ülkeyi emperyalist sistemle bütünleştirme uğraşındaki Arjantin Adalet Partisi’ni ya dada halkı ve demokratik kurumları 60 yıllık Bonapartist bir baskı rejimiyle yöneten Meksika Kurumsal Devrimci Partisi’ni davet etmesi bir tesadüf değil. İşte bu karşı devrimci örgütlerin temsilcileri şimdi canı gönülden alkışlıyor Chavez’in söylevlerini. Diğer yandan Bolivya, El Salvador, Nikaragua ve Ekvador’da iktidarda bulunan milliyetçi partilerin temsilcileri öneriyi açıkça destekliyor. Küba’da işçi sınıfının kazanımlarını adım adım tasfiye eden “reformların” uygulayıcısı Küba Komünist Partisi temsilcisi öneriyi mükemmel olarak niteliyor. “Avrupacı”, yani (Sosyalist bir Avrupa’nın değil) Avrupa emperyalizminin kurumlarına katılma yanlısı partiler arasında Portekiz’de Sol Blok, Almanya’da Sol Parti ve Fransa’dan Sol Parti öneriyi olumlu bularak tartışmaya açıyor. Sözü geçen partilerin hemen tümünün ortak özelliği, burjuvazinin dolaylı ajanları olarak oynadıkları rolle, işçi sınıfının devasa seferberliklerini imha eden Stalinizm’in, sosyal demokrasinin ve silahlı reformizmin kılıç artıkları olmaları. Bu listeye başta IV. Enternasyonal Birleşik Sekreterliği olmak üzere bir dizi Troçkist akımın da ilgiyle yaklaşmakta oluşu çerçeveyi tamamlamakta. O halde tartışmayı berraklaştırmakta yarar var; bize göre bir enternasyonalin inşası basitçe rakamlar sorununa indirgenemez. Devrimci bir Enternasyonal her şeyden önce bir program ve örgütsel, taktiksel ve stratejik metodlar bütününe dayanır. Chavez’in, tüm sosyalist parti ve hareketleri çevresinde bir araya getirmeyi hedeflediği Bolivarcı hareketinin programı, dünya sosyalist devriminin programı değil, Venezuela’da gelişmekte olan yeni (militarist) burjuvazinin ulusalcı kaygılarının bir ifadesidir. Venezuela’daki rejimin, Kolombiya destekli emperyalist bir saldırıya maruz kalması durumunda, IV. Enternasyonal güçleri şüphesiz Venezuela emekçilerinin saflarında emperyalizme karşı mücadele edecektir. Ama bu tehdit karşısında Chavezci burjuvazinin ABD’ye karşı bir “anti-emperyalist cephe” oluşturabilmek adına yeni bir Enternasyonal çağrısı yapmasının, dünya işçi sınıfını aldatmaya yönelik bir girişim olduğunu görmezden gelemeyiz. Enternasyonal, dünya devriminin partisidir. Dünya devriminin Venezuela’daki somutlanışı ise, bu ülkede tüm burjuvazinin mülksüzleştirilmesinden, burjuva devletin yıkılarak yerine işçi demokrasisine dayalı proletarya diktatörlüğünün kurulmasından, üretimin ve dağıtımın işçilerin denetiminde merkezi olarak planlanmasından geçmektedir. Bu programın önündeki en büyük engel bugün, grevleri bastıran, grevci işçileri ve sınıf sendikacılarını katleden Bolivarcı rejimdir. Kendi ulusal devrimi önünde bürokratik, militarist bir engel olan bu burjuva rejiminin, proletarya adına yeni bir Enternasyonal çağrısında bulunması, ulusalcılığın işçi sınıfının dünya mücadelesine indirebileceği en büyük darbelerden bir haline dönüşebilir. IV. Enternasyonal’in bugün oldukça zayıf ve parçalanmış halde olduğu doğru. Birçok nedenden ötürü... Herşeyden önce IV. Enternasyonal, daha öncekiler gibi dünya devriminin yükseldiği bir aşamada değil, sosyal demokrasinin ve Stalinizm’in ihanetleri sonucunda dünya işçi sınıfının ardı ardına yenilgiler aldığı bir dönemde devrimci Marksist geleneği canlı tutabilmek amacıyla kurulmuştu. Stalinizm’in tüm saldırılarına, ihanetlerine ve cinayetlerine karşın IV. Enternasyonal bu görevini yerine getirmişGüz | 2010 -

49


Chavez’in V. Enternasyonal Çağırısı tir, halen de getirmektedir. İkincisi, IV. Enternasyonal, kendinden önceki tüm enternasyonallerin Leninist parti ve Troçkist sürekli devrim anlayışlarında somutlanan devrimci geleneğinin sürdürücüsü olmuş ve halen de olmaktadır. IV. Enternasyonal’in Geçiş Programı, dünya proleter devriminin programıdır ve halen gerçekleştirilmeyi beklemektedir. Bu program gerçekleştirilip aşılmadığı sürece, IV. Enternasyonal var olmaya devam edecektir. Lucha Internacionalista ve İşçi Cephesi tarafından oluşturulan Uluslararası Birlik Komitesi güçleri açısından, IV. Enternasyonal’in programı, emperyalist çağda dünya sosyalist devrimi uğruna mücadele edilmeyi hak eden yegâne Marksist program olmaya devam etmektedir. Ocak 2010

50

Sosyalist Düşünce Dergisi


Dosya

II. Dünya Savaşı’ndan LIT-CI’nin Kuruluşuna

IV. Enternasyonal Tarihçesi

Yusuf Barman

Bu metin, IV. Enternasyonal’in kapsamlı ve belgeli bir tarihi olma amacını ve iddiasını taşımamaktadır. Böyle bir tarih çalışması elbette bir politik tarihçiler grubunun hazırlayacağı çok daha ayrıntılı, kaynaklara dayalı ve bütün yorumları kapsamaya çalışan bir yapıt olabilir. Buna karşılık aşağıda yayımladığımız metin, bugün Mesafe’nin ardında yatan enternasyonalist kavrayışın ana hatlarını aktarıyor olması açısından önem taşıyor. Bundan 15 yıl önce hazırlanan bu belgenin içerdiği politik kavrayış ekseni ulusal ve uluslararası düzeylerde devrimci parti inşası çalışmalarının omurgasını oluşturmuştur. Metni, üzerinde yaptığımız çok kısmi bir-iki düzeltmeyle birlikte aynen aktarıyoruz. II. Dünya Savaşı Sırasında Troçkizm Troçki’nin Ağustos 1940’ta bir GPU (dönemin Stalinist gizli polisi) ajanınca öldürülmesi, 1938’de kurulmuş genç IV. Enternasyonal’i iyice zayıflatan büyük bir darbe olmuştu. Stalinist bürokrasi yalnızca Troçki’yi katletmekle kalmadı, başta İspanya ve Fransa (Troçki’nin oğlu ve IV. Enternasyonal’in önderlerinden Lev Sedov da dâhil) olmak üzere yüzlerce, SSCB’de ise binlerce Laninist-Bolşevik’i sistematik biçimde yok etti. 1939-1941 savaş yılları da Troçkist hareketin zayıflığına katkıda bulundu. Nazi’lerin Fırtına Birlik’leri, savaştan kısa bir süre önce Paris’ten New York’a taşınan Uluslararası Merkez ile Avrupa seksiyonları arasındaki haberleşmeyi hemen hemen tmüyle yok etti. Alman seksiyonu Nazilerce tümüyle tahrip edildi. Belçika’da birbirinin ardına görev üstlenen iki merkez komitenin tüm üyeleri Nazi işgal kuvvetlerince kurşuna dizildi. Hollanda ve Norveç seksiyonları da benzer akibetlere uğradı. Yunanistan’da ise hemen hemen Güz | 2010 -

51


IV. Enternasyonal Tarihçesi tüm Troçkist önderler ve önde gelen militanlar Stalinistlerce katledildi. İtalyan seksiyonu iktidara gelen Mussolini’nin faşist güçlerince ezildi. Fransız ve İngiliz seksiyonları felçleştirilmişti. En güçlü parti olan Amerikan SWP’sinde (Sosyalist İşçi Partisi) ise, savaşta SSCB’nin savunusunu reddeden yüzde 40’lık bir kadro, James P.Cannon’ın önderliğindeki parti yönetimine karşı güçlü bir hizip mücadelesi veriyordu. Durum buydu, ama birçok parti bir anlamda savaş sırasındaki yaşam mücadelesinden başarıyla çıktı. Hatta bazı partiler savaş sırasındaki yeraltı direniş mücadeleleri sırasında yeni kadrolar kazanacaklardı. Savaştan hemen sonra, 1943’te Avrupa’da görülen sınıf mücadelesi yükselişi de, Troçkist partilerin bu yeni güçlenişine katkıda bulunacaktı. Savaş sırasında Avrupa seksiyonlarının yeniden inşası görevini IV. Enternasyonal’in genç önderleri üstlenmek durumundaydı. Bu, son derece güç bir görevdi ve ancak adım adım ilerliyordu. Belçika’da, Leon Lesoil ve Abraham Leon gibi yetenekli önderlerin ölmüş olmasına karşılık seksiyon 1941’den itibaren tekrar güçlenmeye başladı. Parti, biri Flamanca, öbrü Fransızca iki yeraltı gazetesi çıkarmaya koyulmuştu. Bu dönemde Ernest Germain (Ernest Mandel) adında genç bir militan önderlik işlevleri üstlenmişti ve kısa bir süre sonra Avrupa Troçkizminin en tanınmış simalarından biri olacaktı. İşgal sırasında birçok kez tutuklanan Mandel, Belçika seksiyonunun mimarlarından biriydi. “Widelin” adıyla da tanınan Martin Monat bir Almandı ve politik çalışmalarını Fransa’da sürdürüyordu. Monat’ın çıkardığı Almanca Arbeiter und Soldat (İşçi ve Asker) adlı gazete, Troçkistlerin Fransa, Belçika, Hollanda, İtalya ve başka ülkelerdeki Alman işgal orduları içinde örgütlenmesini sağlıyordu. Gazete 1943’te ilk olarak bizzat Almanya’daki askeri birliklerde dağıtılmıştı. Aynı yıl Alman askerleri arasında onlarca Troçkist hücre örgütlendi. Gazete, Alman işçi ve askerlerini işgal altındaki işçilerle birleşerek Alman emperyalizmine karşı ve sosyalizm için mücadeleye çağırıyordu. Bu son derece önemli ve ciddi bir çalışmaydı. Öyle ki, 1943 Eylül ve Ekimi’nde Gestapo, işbirlikçi Fransız Vichy hükümetiyle birlikte Troçkistlere karşı bir tutuklama kampanyası başlattı. İki ay içinde 30 Alman askeri ve denizcisi ile 50 Fransız militan tutuklandı ve hepsi toplama kamplarına hapsedildi. Bunların arasında David Rousser, Beaufere, Roland Fliatre ve dönemin en önemli Avrupa Troçkist önderi Marcel Hic gibi isimler vardı. Çalışmayı yöneten ve Gestapo’nun en çok aradığı isimlerden olan Martin Monat da tutuklandı ve Temmuz 1944’te kurşuna dizildi. Bütün bu darbelere karşın Fransız Troçkistler Alman birlikleri arasındaki ajitasyon çalışmalarını sürdürdüler. Avrupa Troçkizminin Örgütleyicisi: Marcel Hic 1933’te henüz 18 yaşındayken Troçkist harekete katılan Fransız Marcel Hic 1936’da, IV. Enternasyonal’in Fransız seksiyonu Enternasyonalist İşçi Partisi’ne (POI - Parti Ouvrier Internationaliste) katıldı. POI 1939-40 döneminde Nazilerce dağıtılınca Hic, Temmuz 1940’tan itibaren Fransız Troçkistlerini yeniden örgütleme görevine girişti. IV. Enternasyonal’i Avrupa düzeyinde yeniden örgütleme gereksiniminin de farkında olan Hic, 1943’te kurulmasını sağladığı Avrupa Sekreterliğinin merkezi siması durumuna geldi. Belçika seksiyonunun yeniden oluşturulması çalışmalarına ve Alman askerleri arasındaki ajitasyon faaliyetlerine yardımcı oldu. Çeşitli Avrupa seksiyonları arasında ve Avrupa ile New York’taki Uluslararası Merkez arasında bağlantılar kurdu. Nazilerce işgal altında bulundurulan bölgelerde gerçekleştirilen uluslararası toplantıların baş örgütleyicisi Hic idi. 1942 sonlarından itibaren Hic, Fransa’daki değişik Troçkist grupları birleştirme 52

Sosyalist Düşünce Dergisi


IV. Enternasyonal Tarihçesi görevine girişti. O sırada Fransız Troçkistleri, POI, Enternasyonalist Komünist Komite (CCI - Comite Communiste Internationaliste) ve La Lutte de Classes (Sınıf Mücadelesi) adlı dergiyi çıkaran grup (bugünkü Lutte Ouvrier’in atası) halinde üçe bölünmüştü. Hic, bu gruplar arasında tartışma başlatarak POI’nin sosyal yurtsever pozisyonlarını ve CCI’nın bazı sekter sapmalarını düzeltmeyi başardı. Tartışmalar 1944’te POI, CCI ve Ekim Grubu adlı Troçkizme yakın merkezci bir örgütün birleşmesiyle sonuçlandı. Lutte de Classes’ın katılmayı reddettiği birleşme sonucunda Enternasyonalist Komünist Parti (PCI - Parti Communiste Internationaliste) doğdu. Parti La Verite (Gerçek) adlı gazetenin yanı sıra, Dördüncü Enternasyonal adlı teorik bir dergi çıkarmaya başladı. Ne var ki Marcel Hic çalışmalarının meyvesini göremeyecekti. 1943 ortasında Gestapo tarafından ikinci kez tutuuklanan Hic, önce Bucherowold, sonra da Dora’daki toplama kampına gönderildi ve tutuklular arasında hücreler örgütlemeye çalışmasının da etkisiyle 1944’te kurşuna dizildi. Hic’in ölümünden sonra PCI’nin önderliğini, Fransa’da yaşayan Michel Rabits adlı Yunanlı bir sürgün üstlendi. Yunan seksiyonunun Stalinistler ve faşistler tarafından tümüyle ezilmesi üzerine Fransa’ya geçen Rabits, Michel Pablo takma adını kullanıyordu. 1944’te, İspanyol, İtalyan, Alman, Fransız, Belçikalı ve Yunan militanların katılımıyla IV. Enternasyonal Avrupa Konferansı toplandı ve Hic’in 1943’te kurduğu geçici Avrupa Sekreterliği gerçek bir organ haline geldi. Pablo ve Mandel’in yanı sıra, ilk Nazi işgali sırasında İngiltere’ye geçen ve daha sonra tekrar Fransa’ya dönen Pierre Frank’tan oluşan yeni bir önderlik ekibi kuruldu. Böylece, militanlarının müthiş özverilerinin yanı sıra 1943’teki kitlesel işçi mücadelelerinin de etkisiyle IV. Enternasyonal Avrupa’da yeniden ayakları üzerine dikiilmeye başlıyordu. Savaş Sonrası Dönemde Troçkizm Fransız Troçkistler, II. Dünya Savaşı’ndan 800 kişilik sağlam bir örgüt olarak çıktılar. Fransız Troçkizminin çeşitli kesimleri PCI’de birleşmiş durumdaydı. 1945’teki başlıca önderleri Pierre Frank ve Ivan Craipeau idi ve bu arada partinin Sendika Komisyonu’nda birçok yeni yetenekli işçi militanı öne çıkmıştı. Pierre Lambert, Favre Bleitreu, Privas ve Daniel Renard bunlardan bazılarıydı. İngiltere’de de değişik Troçkist akımlar, Devrimci Komünist Parti (RCP - Revolutionary Communist Party) çatısı altında birleşmişlerdi. Ama Fransa’da olduğu gibi İngiliz Troçkistleri hizipsel ayrılıkları henüz aşamamışlardı. Çoğunluğun önderliğini Hanston yapıyordu. Bir başka kesimin önderliğini ise, Pablo-Mandel-Frank’tan oluşan Uluslararası Sekreterliğe yakın ve bir Pablo hayranı olan Gerry Healy üstlenmişti. 1945’te düzenlenen kongresinde, partiye yeni 1.000 militanın katıldığı ve üye sayısınına 2.200’e çıktığı duyuruluyordu. Ama en önemlisi, savaş sonrası dönemde Troçkizmin Avrupa ile sınırlı olmadığının ortaya çıkmış olmasıydı. Arjantin’de 1944’te Nahuel Moreno’nun Marksist İşçi Grubu’nu (GOM - Grupo Obrero Marxista) kurması, bu ülkedeki Troçkist hareketin büyük bir atılım yapmasını sağlayacaktı. Daha sonra Devrimci İşçi Partisi (POR - Partido Obrero Revolucionario) adını alacak olan GOM, Troçkizmin entellektüel ve küçük burjuva evresine son vererek sanayi proletaryası arasında kökleşme sürecinin başlangıcını temsil ediyordu. 1945 ile 1948 arasında Bolivya Troçkizmi de önemli bir atılım gösterdi. 1935’te Arjantin’de sürgünde kurulmuş olan Devrimci İşçi Partisi (POR), bu dönemde kitlesel destek sağlamayı başardı. POR önderliği 1938’de Bolivya’ya döndü. 1946’da Bolivya Maden İşçileri Federasyonu sendikasının kongresinde parti büyük bir politik ve örGüz | 2010 -

53


IV. Enternasyonal Tarihçesi gütsel ağırlık kazandı. 1947’de İşçi ve Köylü Cephesi’nden seçimlere katılan POR, bir senatörlük ve dört milletvekilliği kazandı. 1952’ye gelindiğinde POR, Bolivya İşçi Merkezi (COB) adlı sendika federasyonunun önderliğinde yarı yarıya pay sahibiydi. COB, hemen hemen tüm işçileri, köylüleri ve öğrencileri bünyesinde birleştirmiş olan bir örgüt konumundaydı. POR’un başlıca önderleri, Guillermo Lora, Ayala Mercado ve Moller idi. Bu arada, bir süre sonra intihar edecek olan Mata ve Gonzalez Moscoso adlı genç önderler de ortaya çıkmıştı. Seylan’da (bugün Sri Lanka), 1941’de IV. Enternasyonal’e katılmış olan Lanka Sama Samaja Partisi (LSSP), Hindistan’da sürgünde bulunan en önemli önderleri Colvin R. Da Silva, Leslie Goonewardine ve N.M. Perera’nın Seylan’a geri dönmeleriyle kitleselleşmeye başladı. Bu önderlerin hepsi İngiltere’de öğrenim görmüş, iyi eğitimli ve kitlelerce tanınan kişilerdi. 1940’ta hapsedilmişler, ama Nisan 1942’de gösterişli bir kaçışla Hindistan’a geçmişlerdi. Mart 1942’de yasa dışı ilan edilen LSSP, savaştan sonra tekrar yasallaştı. Kısa bir süre sonra da başkentte birinci parti durumuna geldi. Gerçi LSSP’nin ülkenin çoğunluğunu oluşturan köylülük arasında örgütlenmesi yoktu, ama işçi sınıfının büyük desteğini sağlamıştı. 1950’ye gelindiğinde LSSP, sayısal olarak ve kitlesel destek bakımından hiç şüphesiz IV. Enternasyonal’in en güçlü seksiyonuydu. Genel olarak bakıldığında IV. Enternasyonal’in durumu aslında çok mütevaziydi, ama önemli ilerlemeler de kaydedilmişti. Vietnam’ın dışında seksiyonlar kendi açılarından ciddi sayılabilecek ölçülerde yeni militanlar kazanmışlardı. Vietnam’da ise Troçkizm özellikle 1930’lu yıllarda önemli ilerlemeler kaydetmişti. Conchinchina bölgesinde seksiyon üst üste iki seçimde en büyük parti olmuştu. Başkent Saygon’da ise Troçkistler Stalinist partiyi bir seçim cephesi oluşturmaya zorlamışlardı. Partinin silahlı militanları, daha sonra Vietkong adını alan Vietminh’in pek çok birliğinde ağırlıklı durumdaydı. Partinin en önemli önderi ve olağanüstü örgütsel ve politik yeteneklere sahip Ta Thu Thau 1938’de IV. Enternasyonal Uluslararası Yürütme Komitesi’ne seçilmişti. Ne var ki parti savaş sırasında Japon işgal birliklerinin, savaştan sonra da İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin ağır baskılarına maruz kalmış ve parti önderliği Kuzey’e çekilmek zorunda kalmıştı. Bu önderlerin yanı sıra çok sayıda Troçkist militan 1945’te bu kez Stalinistlerin ağır baskıları ve katliamları ile karşı karşıya kaldı. Bu katliamlar sırasında Ta Tpu Thau da öldürüldü. Bütün bu baskılara karşın Troçkistler bir on yıl kadar daha mücadelelerini sürdüreceklerdi. 1946 Uluslararası Konferansı II. Dünya Savaşı sonrasındaki bütün bu değişimlerle karşı karşıya kalan IV. Enternasyonal, bir Uluslararası Konferans çağırısı yaptı. Nisan 1946’da toplanan konferansa bir düzine kadar ülkeden 30 delege katıldı. Konferansta iki kesim sert bir polemiğe girişti. Bu kesimlerden Uluslararası Sekreterlik, Troçki’nin savaş öncesindeki öngörülerinin aynen ve son hızıyla gerçekleşmekte olduğunu savunuyordu. Örneğin Avrupa Yürütme Komitesi, Qatrieme Internationale dergisinde durum şöyle açıklanıyordu: “Tüm ‘kurtarılmış’ ülkelerde, kısa sürede içinden çıkılamayacak bir kaos hüküm sürmektedir... kapitalist dünyanın krizi ancak yeni bir savaşla çözümlenebilir ve böyle bir savaşın yol açacağı seçenekler yeni bir faşist dönemin ya da sosyalist devrimin zaferi olacaktır”. Bu tez, birkaç ülkede dile getirilen ama uluslararası bir eğilim oluşturma boyutuna ulaşmamış olan bir başka perspektife karşı ileri sürülmüştü. Fransız PCI’sinde, Le Blanc takma adını kullanan David Rousset, kongre öncesi tartışmalar sırasında şöyle yazmıştı: “Sovyet bürokrasisi, başka ülkelerde devrim gerçekleştirme açısından sınırlanmış durumdadır... Sovyet ekonomik güçleri... içine girmiş olduğumuz yeni 54

Sosyalist Düşünce Dergisi


IV. Enternasyonal Tarihçesi dönemde sosyalist devrimin yegane evresini temsil etmekteydi”. Frank-Mandel-Pablo, bir yanda Troçkist öngörülerdeki gecikmeyi açıklamaya çalışan, ama öte yandan tümüyle Stalinizme teslim olmakla sonuçlanan bu teorilere karşı çıkıyorlardı. Aslında ne gariptir ki Le Blanc 1945-47 döneminde, kısa bir süre sonra Pabloculuğun resmi çizgisi haline gelecek olan ve ilerdeki revizyonizmin teorik kökenlerini oluşturan görüşleri ileri sürmüştü. Ancak henüz bu aşamaya gelinmemişti. Uluslararası Sekreterliğin sunduğu ve çoğunluk tarafından kabul edilen dünya durumu raporunda, kapitalizmin “durgunluğa ve çöküntüye yaklaşmakta” olduğu ve ABD ile emperyalizmin “1929-33’ten çok daha derin ve yaygın yeni bir krize sürüklendiği ve bu krizin sonuçlarının tüm dünya kapitalizmini parçalayacağı” söyleniyordu. (Quatrieme Internationale, Ekim 1946.) Mandel, daha da ileri gitmişti, ama bu noktadan sonra Pablo ile Frank ona katılmıyorlardı. Mandel bu dönem boyunca, hatta 1848’a değin, emperyalist ekonominin durumunun ve emperyalist planların, Almanya’yı tüm halkın bir çobanlar topluluğuna dönüştüğü ve sanayi potansiyelinin tümüyle yok olduğu pastoral bir ülke haline getireceğini ileri sürmüştü. İngiliz seksiyonunda çoğunluğun önderi olan Hanston, dünya kapitalizminin bir felaket durumu içinde olduğu yolundaki tezlere karşı çıkıyordu. Ama buna karşılık, İngiltere’de durumun tam da bu olduğunu iddia ediyordu (bu özellik bir süre sonra İngiliz Troçkizminin kendine özgü ve ortak bir eğilimi haline gelecekti). Hanston ayrıca İşçi Partisi’ne “derin entrizm” politikasının sürdürülmesini istiyordu. Buna karşı çıkan Gerry Healy ise yeni bir grup kurarak 1950’lere değin Pablo-Frank-Mandel önderliğinin peşinden gidecekti. II. Dünya Kongresi IV. Enternasyonal’in II. Dünya Kongresi Nisan 1948’de Paris’te toplandı. Kongreye 19 ülkedeki 22 örgütten yaklaşık 50 delege katıldı. Bu, Enternasyonal’in 1938’deki kuruluş kongresi, Troçki’nin öldürülmesi ve II. Dünya Savaşı’ndan sonraki ilk dünya kongresiydi. On yıldan beri Troçkist hareket ilk kez legal ortamda bir araya gelebilmişti. Bu süre zarfında da, pek çok önemli politik gelişme gerçekleşmişti ve hareket şimdi bütün bunları tartışmak durumundaydı: Almanya, Japonya ve İtalya’nın yenilgisi; Stalin, Roosvelt ve Churchill arasında imzalanan Yalta ve Potsdam anlaşmaları; dünya emperyalist ekonomisinin içinde bulunduğu sorunlar; ABD’nin egemen emperyalist güç olarak yükselişi; sınıf mücadelesi temelinde kitlesel devrimci partilerin inşası; emperyalizmin “Soğuk Savaş” doğrultusunda attığı ilk adımlar, vb. Bu aynı zamanda, ABD seksiyonunun gönülsüzce sürdürdüğü Enternasyonal önderliğini, Pablo-MandelFrank’tan oluşan yeni bir önderliğe devrettiği kongre olacaktı. Ama aynı zamanda Nahuel Moreno, Gerry Healy ve Pierre Lambert gibi genç önderler de uluslararası sahneye çıkacaktı. Kongrede önce IV. Enternasyonal’in on yıllık bir bilançosu çıkarıldı. Büyük bir çoğunluk, yeni doğmuş ve son derece zor koşullar altında yaşamış bir örgüt için, içinde bulunulan durumun kahramanca bir mücadelenin ürünü olduğu noktasında birleşti. Ve şu noktalar ortak görüş olarak saptandı: 1) IV. Enternasyonal’in kuruluşu, II. ve III. Enternasyonaller gibi işçi sınıfının dev zaferlerinin bir ürünü değil, savaş öncesi dönemdeki yenilgilerin ve gene o dönemde karşıdevrim kampına geçişini tamamlayan Stalinizmin ihanetlerinin üstesinden gelmek için atılması zorunlu olan bir adımın sonucu olmuştur; 2) Troçki’nin katladelişi ile Troçkistlerin uğradığı baskılar ve yeraltı dönemi, örgütün daha da büyümesini engelleyen etmenler olmuştur; 3) IV. Enternasyonal yalnızca yaşamakla kalmamış, militan kadro ve örgütlü olunan ülke sayısı bakımında ciddi bir gelişme göstermiştir. Amerikan SWP’sinin gücü, Fransız ve İngiliz seksiyonlarının yeniden ortaya çıkışı, Bolivya ve Seylan seksiyonlarının etkisinin gideGüz | 2010 -

55


IV. Enternasyonal Tarihçesi rek artışı, bu gelişmenin örnekleri olarak gösteriliyordu. Bu gündemde ayrıca SWP önderliğinden Sherry Mangan’ın önerisiyle, Enternasyonal’in tüzüğüne daha üst düzeyden merkeziyetçi maddeler eklendi ve Enternasyonal uluslararası ölçekte demokratik merkeziyetçi bir örgüt haline getirildi. Fransız PCI’sinden Jacques Marie, La Verite’de yazdığı bir yazıda bu girişimi şöyle yorumluyordu: “Aşırı derecede merkeziyetçi tüzük maddeleri kabul edilmesinin politik anlamı açıktır: IV. Enternasyonal henüz inşa edilmekte olan değil, inşa edilmiş olan bir örgüt olarak kabul edilmektedir. Herhangi bir seksiyonu gibi bir önderliğe sahiptir”. Kongreye sunulan “Dünya Politik Durumu” raporu Pablo tarafından kaleme alınmıştı. Bu dökümanda Pablo, savaşın yıkıma uğrattığı Avrupa ekonomisinin yeniden inşasında kapitalizmin karşılaştığı güçlükleri oldukça doğru bir biçimde sergilemişti. Ama buradan hareketle, kapitalist ekonominin bunalımının hiçbir düzelme umudunun olmadığı ve görünürde de herhangi bir iyileşme eğiliminin bulunmadığı sonuçlarına ulaşıyordu. Pablo, Stalinizmin Yalta ve Potsdam anlaşmalarıyla dünya statükosunun oluşturulması ve ekonomik dengelerin sağlanması yolunda emperyalizmle giriştiği işbirliği gibi çeşitli politik etmenleri tümüyle gözardı ediyordu. Kongrece kabul edilen dökümanda da Pablo’nun bu tezleri tümüyle kabul ediliyor ve “savaş, kapitalizmin can çekişmesini şiddetlendirmekle kalmamış, ama dünya ticaret dengesinin yeniden sağlanmasını tümüyle olanaksız hale getirmiştir” deniliyordu. Ve buradan hareketle de, “Troçkist örgütleri, kitle desteğine sahip partiler haline dönüştürmeliyiz” gibi kestirme ve idealist bir sonuca ulaşılıyordu. Ernest Mandel, Pablo’nun dünya tezini tümüyle destekliyordu. Ama onunla da yetinmeyerek daha ileri gitmiş ve ABD’nin Marshall yardımına karşılık Almanya’nın bir “köylü ulusu”na dönüşmekte olduğunu ve ekonomisinin dünya burjuvazisinin her türlü planına karşı kesinlikle iyileşemeyeceğini ileri sürmüştü. Pablo bile kendi görüşlerinin bu denli abartılmasına karşı çıkmak zorunda kalmıştı. Buna karşılık İngiliz seksiyonu ile Arjantin delegelerinden oluşan bir azınlık, Pablo’nun dünya ekonomisine ilişkin görüşlerine karşı bir başka döküman sundular. 1946 Aralığı’nda Moreno’nun Quatrieme Internationale’de yayınladığı makaleyi esas alan bu dökümanda, “Dünya ve Avrupa ölçeğinde bakıldığında, Batı Avrupa ekonomisinin durumu durgunluk ve çürüme (Pablo’nun deyimleriydi bunlar) tanımlarıyla açıklanamaz. Tam tersine bir iyileşme ve gelişme dönemine girilmiştir” deniliyordu. Bu pozisyon İkinci Dünya Kongresinde birkaç oydan fazlasını alamayacaktı. Pablo’nun kongreye sunduğu “kitle partilerine dönüşme” çizgisi, çeşitli seksiyonların yaşadığı büyümelere dayandırılmıştı. Ama bu büyümeler, 1943-48 arasında yaşanan kitesel kabarışların bir sonucu olarak yorumlanmamış, yakın gelecek için IV. Enternasyonal’in önünde açılan yeni imkanların bir göstergesi olarak değerlendirilmişti. Ne var ki IV. Enternasyonal uluslararası alanda en sağlam ve adanmış militanları içeriyordu ve yalıtılmışlıktan kurtulup gerçek sınıf mücadelesi içine girebilme arzusu, II. Kongre delegelerinin çoğunun Pablo’nun bu parti inşa çizgisini kabul etmelerine neden oldu. Ancak bu durum ilerde Pablo’nun beklediğinin tersine çelişkili sonuçlar doğrucaktı. II. Dünya Kongresi kararlarını hayata geçirmek ve kitle mücadelelerine müdahale etmek için en ciddi çalışan örgütler, bir yandan bunu başarabilmek için belirli olanakların bulunduğunu görürken, bir yandan da Pablo’nun sunduğu dünya tablosunun doğru olmadığını kavrayacaklardı. Ama bunu başlangıçta gene Pablo’nun ampirist yöntemlerinine dayandırarak yapacaklardı. Gene de bu sürecin içinden, yalnızca sınıf mücadelesine müdahale edebilen değil, ama aynı zamanda 1948’de Pablo’ya çok uzak olan diyalektik materyalist yöntemi uygulayabilen, bunun sonucunda da PabloMandel çizgisine tutarlı bir biçimde karşı duran güçler doğacaktı. II. Dünya Kongresi’nin bir başka önemli tartışma konusu, Doğu Avrupa ülkelerinin sınıf karakteri sorunuydu. 1948’e gelindiğinde, SSCB’yi bürokratik kollektivist ya da 56

Sosyalist Düşünce Dergisi


IV. Enternasyonal Tarihçesi kapitalist bir ülke olarak tanımlayan ve SSCB’nin emperyalist savaşta desteklenmemesini savunan pek bir akım kalmamış, bunların çoğu önce Troçkizmden, çok kısa bir süre sonra da Marksizmden kopmuşlardı. Öte yandan bu arada SSCB’nin egemenliği altındaki “tampon devletler”de iktidardaki Stalinist partiler sosyo-ekonomik dönüşümler başlatmışlardı. Bu gelişmeleri değerlendirmek üzere Mandel Kongre’ye “SSCB ve Stalinizm” başlıklı bir döküman sunar. Mandel bu dökümanda Sovyet bürokrasisinin tampon devletlerin burjuva yapısını ve işlerliğini korumaya çalıştığını, “çünkü bu ülkeler üzerindeki sömürüsünü korumaya çalıştığını ve yıkımının ancak kitlelerin devrimci seferberliğiyle mümkün olabileceği” doğru tespitini yapar. Ancak bu emperyalizmi ve bürokrasiyi yıkacak bu kitle mücadelelerinin değişik biçimler alabileceğini göremez. Bu mücadele biçimleri, Kızıl Ordu’nun varlığı ve aynı zamanda bu ülkelerdeki burjuvazilerin güçsüzlüğü koşulları altında şekilleniyordu. Mandel, Stalinist partiler içindeki başkaldırmaların kitle mücadelelerindeki yükselişin bir yansıması olduğunu ve bütün bu gelişmelerin emperyalizmin uygulamaya koyduğu soğuk savaş stratejisi çerçevesinde çelişkili ifadelere büründüğünü göremez. Ve sonuçta da bu sürecin deforme işçi devletlerinin doğuşuyla sonuçlanmakta olduğunu kavrayamaz. Mandel’in dökümanda işlerliğe koyduğu akıl yürütme tarzı şudur: Gerçekleşmekte olan devrimci kabarışlar bürokrasinin isteği dışında geliştiği için ve bunlar örneğin Rus devrimindeki gibi “klasik” seferberlikler olmadığı için, söz konusu ülkelerdeki dönüşümler bir işçi devletinin olumuşu yönünde olamazdı. Mandel’in bu tezi kabul edilmekle kalmadı, kongrede seçilen Uluslararası Yürütme Kurulu Nisan 1949’ta “tampon devletler, SSCB’nin yapısal asimilasyon süreci altındaki kapitalist devletlerdir ve asimilasyon süreci henüz diyalektik bir sıçramaya yaratamamıştır” tespitini sürdürdü. Ne var ki Mandel’in gerçekleşmekte olan nitel dönüşümleri görememesi, bunların gerçekleşmiyor olduğu anlamına gelmiyordu. II. Dünya Kongresi Sonrası Kongrenin hemen ardından yaşanan gelişmeler Mandel’in pozisyonlarına karşı yönde gerçekleşecekti. Kongrede Mandel’i destekleyen Pablo, Tito’nun 1948’de Stalinist hareketten atılmasıyla birlikte Yugoslavya’daki gelişmelere büyük hayranlık duymaya başlar. İdealist, pragmatik ve izlenimci analiz yöntemi onu birdenbire Yugoslavya’yı bir işçi devleti, Tito’yu ve Yugoslav Komünist Partisi’ni de devrimci Marksist olarak tanımlamaya iter. Ardından, ülkenin ekonomik inşasında Tito’ya yardım etmek üzere gençlik tugayları örgütlemeye girişir. Ve nihayet Enternasyonal’in merkezinin Belgrad’a taşınmasını önerir. Tabii Tito bu önerileri “duymaz” bile. Pablo, “yeni kuram”larını yeni “olgular”a dayandırarak geliştirmeye başlar. Yugoslavya’da millileştirilen sektörlerin uzun bir listesini hazırlar. Mandel ise pedagojik ve metodolojik açılardan bu yaklaşıma karşı çıkar ve Pablo’yu Mussolini İtalyası’ndaki millileştirme örneklerini vererek çürütmeye çalışır. İtalyan diktatörü, Kral’la tüm bağlarını kopardıktan sonra, savaşın hemen öncesinde ve sırasında pek çok sektörü millileştirmişti. Mandel, millileştirmelerin yanı sıra sürecin genel dinamiklerinin, yani sınıf içeriğinin ve politik yönünün de dikkate alınması gerektiğini söyler. Belirli bir devletin sınıf karakterini belirleyebilmek için kurumların ve iktidar sorununun da dikkate alınması gerektiğini belirtir. Bütün bunlar doğrudur, ama Mandel bu örneklerin Doğu Avrupa’da nasıl “ortodoks olmayan” biçimlerde yaşama geçmekte olduğunu göremez. Bu son nokta üzerinde Amarikan SWP’sinin çoğunluğu Mandel’e katılır. Ancak Joseph Hansen ve diğer SWP önderleri “tampon ülkeler”in artık birer işçi devleti haline geldiklerini, ancak bunların baştan deforme devletler olduğunu savunurlar. Onlara göre bu devletlerin sosyal temeli SSCB’dekinin aynısıdır. Moreno da Hansen’e katılır, ancak Mandel’in yönteminin aprioristik, ampirik ve dolayısıyla da Marksizm dışı olduğunu söyler. Ama Pablo’nun Yugoslavya’ya ilişkin tanımlaması sonuç itibariyle Güz | 2010 -

57


IV. Enternasyonal Tarihçesi doğrudur. Kızıl Ordu’nun bu ülkelere girişi, özgün bir “ikili iktidar” durumu yaratmış ve sosyal açıdan antagonist kurumların birlikte var oluşuna yol açmıştır. Bu geçici ve çok istikrarsız bir durumdu ve burjuvazinin mülksüzleştirilmesi ve deforme bir işçi devletinin doğmasıyla sonuçlanmıştı. IV. Enternasyonal ancak 1951’de tüm Doğu Avrupa ülkelerinin deforme işçi devletleri olduğu sonucuna ulaşacaktı. Pablocu Revizyonizmin Yaygınlaşması Parti inşası sorununa tümüyle bir “aygıt yaratma” zihniyetiyle yaklaşan ve “kitle partilerinin” derhal inşası perspektifini savunan Pablo, Enternasyonal’e “Yugoslav çizgisi”ni dayatma uğraşısına girişir. Parti inşası kavrayışını 1948’de Quatrieme Internationale’de şöyle açıklar: “Dolayısıyla, devrimci önderliğin niteliği, belirli bir anda işçi sınıfıyla kurduğu bağlarla değil, programı ve doktriniyle belirlenir...” Pablo, bir devrimci partinin programı ile işçi sınıfıyla olan bağları arasındaki ilişkiyi göremiyor, programını sınıf mücadelesine müdahaleleri çerçevesinde zenginleşip geliştirebileceğini, örgütlenmenin de ancak bu mücadeleler sayesinde dönüşebileceğini kavrayamıyordu. Yaklaşımı son derece idealistti: Bir grup aydın programı hazırlar ve tüm parti bu programı hayata geçirebilecek kitle mücadelelerinin patlak vermesini bekler. Pablo’yu Tito’nun rejimine hayranlık duymaya iten de bizzat bu anlayışıydı. Pablo, “Yugoslav KP’sinin Evrimi” başlıklı makalesinde şunları yazıyordu: “Yugoslav Komünist Partisi’nin kendi başına haklı bir zemine ulaşmış olduğunu ve bunu hem emperyalizme, hem de Kremlin’e karşı mücadelesinin bir devamı olarak kabul ettiklerini görmek zor değil” (Quatrieme Internationale, Ekim-Kasım 1849). Bu anlayışla IV. Enternasyonal’in 1950 baharında toplanan sekizinci Uluslararası Yürütme Kurulu toplantısında şu karar kabul edilir: “Yugoslav KP’sinin olumlu evrimi, potansiyel olarak, uluslararası işçi sınıfının devrimci Marksizmin platformuna yaklaşması açısından Rus devriminden sonraki en büyük fırsatı temsil etmektedir. Yugoslav KP’si şu an, iki yıl önceki kopuşundan (Kremlin’den) sonraki en iyimser öngörüleri bile aşan bir yola girmiş durumdadır. Yugoslav KP’sinin ideolojik gelişimi ve Yugoslavya’da yerine getirdiği görevler, bu partiyi iktidara getiren devrimci hareketin ve önderlik ekibinin dikkat çekici niteliklerinin derinliğini kanıtlamaktadır.” (Quatrieme Internationale, MayısHaziran 190.) Aynı makalede Pablo, Yugoslav KP’sinin “...kriz içindeki Stalinizme nihai darbenin indirileceği sıçrama tahtası” haline geleceğini iddia ediyordu. Ne var ki, Pablo’nun bunları yazmasından iki ay sonra Yugoslav KP’si, Kuzey Kore ve müttefiki Çin’in karşısında savaşan Amerikan emperyalizmini ve onun Güney Kore’deki kukla rejimini destekleyerek uluslararası işçi sınıfına ihanet eder. Tito ve YKP’nin “dikkat çekici nitelikleri” böylece açığa çıkmıştır. Ama Pablo-Mandel önderliği Yugoslavya’ya gençlik tugayları göndermek gibi “pratik destek” uygulamalarını sürdürürler. İş bununla da kalmaz: Pablo, Tito’nun “özel danışmanı” olmak ister ve ona IV. Enternasyonal’in merkezini Belgrad’a taşımayı önerir. Pablo’nun bu Yugoslav macerası tabii başarısızlıkla sonuçlanır, ama o bu başarısızlıktan dersler çıkarmak yerine, anlayışını SBKP dâhil tüm Stalinist partilerin devrimci Marksizm için bir “sıçrama tahtası” haline getirilebileceği yolundaki bir “kuram” biçiminde genelleştirir. Pablo, 1951’de “Nereye Gidiyoruz?” başlıklı bir döküman yazar ve burada tasfiyeci çizgisini açıktan dile getirmeye başlar. Bu makalede şöyle der: “Gerçek bir devrimci Marksist hareket için sorun, yeni gerçekliği her ne pahasına olursa olsun dünün düşüncesinin kalıpları içine sokmaya çalışmak değil, o düşünceyi yeni nesnel gelişmeleri kapsayacak ve onunla uyum içinde olacak biçimde genişletmektir.” Troçkist hareketin, 50 yıllık Marksist-Leninist hareketin tüm kazanımlarını ve derslerini çiğnemek pahasına “uyum içinde” olmasını istediği “yeni nesnel gelişmeler”den kastettiği de şudur: “Hareketimiz için nesnel sosyal gerçeklik esas olarak kapitalist rejim ve Stalinist 58

Sosyalist Düşünce Dergisi


IV. Enternasyonal Tarihçesi dünyadan oluşmaktadır... Ve bugün kapitalizme karşı duran güçlerin çoğunluğu Sovyet bürokrasisinin önderliği ya da etkisi altındadır.” Pablo için sosyal değişimin ve devrimin itici gücü sınıf mücadelesi olmaktan çıkmış, onun yerini, emperyalizmin soğuk savaş söylemi ve Stalinizmin tek ülkede sosyalizm ideolojisi çerçevesine yerleştirilen “iki kamp” kuramı almıştır. Pablo için işçi devletleri, kapitalizmin en üst aşaması olan emperyalist çağın çelişkili bir bileşeni değildir; ona göre kapitalizm yalnızca bir rejimdir ve Stalinistlerin egemenliğindeki işçi devletleri kapitalizmle savaşan ayrı bir dünyadır. Dahası Pablo, Stalinistlerin işçi devletlerindeki kitleleri (“kapitalizme karşı duran güçler”) emperyalizme karşı yönlendirdiğini iddia ederken, Stalinist partilerin gerek işçi devletlerinde, gerekse kapitalist devletlerde kitleler karşısındaki ihanetlerini görmezlikten gelir. Hatta kapitalist ülkelerdeki işçi ve emekçi yığınların mücadelelerini, “emperyalizme karşı mücadelede (işçi devletlerindeki bürokrasilerin) maddi ve teknik destek” olarak tanımlar. Pablo’nun bu yeni “kuramı”nın sonuçları açıktır: Eğer emperyalizme karşı mücadelenin ana gücü Stalinist bürokrasi “kampı”ysa ve eğer işçi-emekçi yığınların mücadelesi bunun yalnızca “destek” gücüyse, o halde Troçkist hareketin bu “kamp”a katılması gerekir. Ama elbette bu düşüncesini Troçkist harekete kabul ettirmesi kolay değildi, bazı destekleyici argümanlara ihtiyacı vardı. Ve bunu, emperyalist basının Üçüncü Dünya Savaşı söyleminde buldu. 22 Mart-17 Mayıs 1951 arasında La Verite’de “Hazırladıkları Savaş” başlığı altında bir dizi makale yazdı ve “Nereye Gidiyoruz?”da hazırladığı “kuramsal” çerçeveyi mantıksal sonuçlarına ulaştırdı. Pablo “kuramı”na iki ana eksen oluşturdu: 1) Kapitalizm tümüyle iflas etmişti ve metropollerde artık istikrara kavuşamazdı, “sömürgelerde ise tümüyle çökmüştü”; sonuç, “kapitalizmin metropollerdeki kaçınılmaz devrimin darbeleri altında hızla silinip atılacağı boyutta bir krize girmiş” olduğuydu; 2) bu nedenle de “Stalinist dünya” ile kapitalist “rejim” arasında bir savaş kaçınılmazdı. Şöyle diyordu: “Hazırlanmakta olan savaş, tüm biçimleriyle devrime karşı bir emperyalist karşıdevrimdir.” “Tüm biçimleriyle devrim”den kastettiği de şuydu: “...tüm biçimleriyle devrim: SSCB, Halk Demokrasileri, Çin, Asya’daki ayaklanma halindeki diğer bölgeler, sömürge ve proleter devrimci hareketler...” Pablo, tüm makalesi boyunca IV. Enternasyonal’in bu “devrimci kamp”a katılmasının ve Stalinist bürokrasinin önderliğini kabul etmesinin zorunluluğunu dile getiriyordu. Söz konusu olan işçi devletlerinin emperyalizme karşı savunusu değildi; Pablo, Troçkist hareketin kendi bağımsız mücadelesine son vermesini, karşıdevrimci Stalinist bürokrasiye teslim olmasını istiyordu. Ve bunu 1951’de, yani Soğuk Savaş’ın başlarında, SSCB’nin emperyalizmle ilişkilerini güçlendirmeye, bu amaçla Vietnam’dan Doğu Avrupa ülkelerine kadar her yerde kitlelere ihanetini derinleştirdiği bir dönemde yapıyordu. Ama Pablo bunu görmüyor ve kitlelerin devrimci seferberliğinin bürokrasiye karşı mücadeleyle bütünleştirilmesine karşı çıkıyordu: “Bizim sözünü ettiğimiz iç savaş, kitlelerin emperyalizme karşı mücadelesi ile Sovyet bürokrasisine karşı mücadeleyi aynı düzleme koymaz, koymamalıdır. Ne SSCB’de, ne “tampon devletler”de, ne de kapitalist ülkelerde herhangi bir bilinçli işçi mücadeleyi bu tarzda algılayamaz”. Bu tezlerini yayınladıktan sonra Pablo, UYK’na bir karar taslağı sunar. Burada şöyle der: “Stalinizmin doğasında bulunan oportünist sağ eğilimleri, koşulların evrimi içinde gerek kapitalistlerin tavrı, gerekse kitlelerin tepkisiyle, sürekli olarak baskı ve denetim altında tutulmaktadır.” Pablo’ya göre, bürokrasinin “oportünist sağ eğilimlerini” bastırarak üstün gelen “merkezci eğilimleri” de buradan kaynaklanıyordu. “Belirli koşullar altında Stalinizmin bu merkezci eğilimleri, devrimci ya da devrimcimerkezci bir nitelik bile kazanabilir.” Ve nihayet Pablo, tasfiyeci çizgisini şöyle açıklığa kavuşturuyordu: “Gerçek kitle hareketinin bir parçası olabilmek, örneğin sendikalarda çalışabilmek için, tavizler ve ‘kapitülasyonlar’ yalnızca mümkün değil, aynı zamanda gereklidir de” (La Verite, No. 583, Eylül 1978). Pablo’nun 1951’deki bu çizgisi, çok sonraları bile müttefiklerince hâlâ savunuluGüz | 2010 -

59


IV. Enternasyonal Tarihçesi yordu. Örneğin 1985’te Birleşik Sekreterlik’in önderi Ernest Mandel, Stalinist bürokrasinin “ikili karakteri”ni (bazen devrimci, bazen karşıdevrimci) kanıtlamak için bir dizi makale yazmış ve şunları söylemişti: “Yugoslav, Çin ve Vietnam KP önderleri kendi ülkelerinde iktidarı aldıklarında, teori ve pratiklerindeki deformasyonlara rağmen, devrimci önderlikler olarak hareket etmişlerdir; buna isterseniz devrimci-merkezci deyin, ama kesinlikle devrimcidir” (“Dördüncü Enternasyonalin inşasının Bugünkü Aşaması”, International Viewpoint, Özel Sayı, 1985). Pablocular için, 1951’de olduğu gibi 1985’te de, Stalinist bürokrasiler kendi istekleri dışında iktidarı almaya itildiklerinde ve bunu devrimci gelişmeleri denetim altına almak ve dondurmak amacıyla gerçekleştirdiklerinde “ikili karakterlerinin devrimcimerkezci, ama kesinlikle devrimci” özelliğini uygulamaya koymuşlardır. Üçüncü Dünya Kongresi Kasım 1950’de UYK, Pablo’nun revizyonist çizgisini içeren, “Uluslararası Perspektifler ve Dördüncü Enternasyonal’in Yönelişi” başlıklı bir dökümanı kabul eder. “Entrizm sui generis” (özel bir tür sızmacılık) ya da “derin entrizm” denen “taktik” ilk kez bu dökümanda tüm açıklığıyla dile getirilir. Bu “taktik” esas olarak IV. Enternasyonal örgütlerinin tasfiye edilerek Stalinist Komünist Partilere, bazı ülkelerde de Sosyal Demokrat hatta burjuva milliyetçi partilere katılımı öngörüyordu. “Uzunca bir süre” için uygulanması istenen bu “taktik”, 1930’larda Troçki’nin önerdiği entrizm taktikleriyle taban tabana zıttı. Troçki, ünlü “Fransız Dönemeci” makalesinde, küçük devrimci Marksist grupların bazı ülkelerde Sosyal Demokrat partilerin hızla gelişen sol kanatlarını kazanabilmek için bu partilere katılabileceğinden söz etmişti: Ancak Troçki, devrimcilerin kendi örgütlülüklerini mutlaka açıkça ifade edilmiş bir fraksiyon olarak kurmaları ve kendi yayınlarını sürdürmeleri gerektiğini vurgulamış ve bu taktiğin yalnızca bu partilerin devrimci sol kanatlarıyla bütünleşmek için uygulanabileceğini, bu gerçekleşince de derhal bağımsız örgütün kurulması gerektiğini söylemişti. Troçki’ye göre bu taktik, kısa süreli olumlu koşullardan yararlanabilmeye yönelikti ve ancak belirli ve kısa bir süre için uygulanabilirdi. Pablo’nun “derin entrizm”i ise, Troçkist kadrolar arasındaki tüm örgütsel bağların tasfiyesini öngören uzun süreli bir uygulamaydı. Üstelik, Stalinist partilerin hiçbir açık fraksiyona ve bağımsız yayına izin vermeyeceği açıktı. Pablo’nun bu dökümanı UYK’ce tüm partilere dağıtılır ve aynı zamanda Ağustos 1951’de Üçüncü Dünya Kongresi’nin düzenlenmesine karar verilir. Pablo’nun bu dökümanına karşı, kongre öncesi tartışmaya iki ayrı tez daha sunulur. Bunlardan birincisi, Mandel’in “On Tez”idir. Ancak Mandel, Pablo’nun tasfiyeci önerilerini kabul eder ve dökümanını tartışmaya girmeden geri çeker. İkinci döküman ise, Fransız partisi çoğunluğunun önderlerinden Bleibtreau-Favre’ın yazdığı ve Haziran 1951’de La Verite’de yayınladığı “Yoldaş Pablo Nereye Gidiyor?”dur. Ancak Pablo, Enternasyonal’de örgütsel kontrolü eline geçirmiştir ve bu dökümanın öbür partilere dağıtımını, tercümesini ve tartışılmasını engeller. Bu, Pablo’nun kendi tasfiyeci çizgisini Enternasyonal’e dayatmak için uygulayacağı bir dizi bürokratik manevranın başlangıcına işaret eder. 1953 Ayrılığından 1963 Birleşmesine 1940’ların sonlarında, Pablo-Mandel’in tasfiyeci çizgisi ile buna direnen partiler ve kesimler arasındaki derin görüş ayrılıkları artık Enternasyonal’i tam bir kopuş noktasına sürüklemiştir. Ve bu süreçte iki açık uluslararası hizip kurulur. Pablo ve onun çevresindeki Uluslararası Sekreterlik ile Fransız (PCI, Pierre Lambert), İngiliz (SLL, Gerry Healy) ve ABD (SWP, Josep Hunsen) partilerinin etrafında toplanan Uluslararası Komite hizipleri. İki hizip 1954’te birbirinden kopar ve bağımsız uluslararası örgütlenmeler olarak faaliyete geçer. (Bu arada Arjantin’de iki ayrı Troçkist örgüt vardır. 60

Sosyalist Düşünce Dergisi


IV. Enternasyonal Tarihçesi Bunlardan biri, Moreno’nun 1941’de örgütlediği ve kısa bir süre IV. Enternasyonal’in seksiyonu olan POR, öbürü ise Pablo’nun Latin Amerika’ya “görevli” olarak yolladığı Juan Posadas’ın kurduğu Dördüncü Enternasyonal Grubu’dur [GCI - Grupo Cuarta Internacionale]. 1951 Dünya Kongresi’nde GCI resmi Arjantin seksiyonu olarak kabul edilir. 1953 ayrılığında GCI Pablocu Uluslararası Sekreterlik’in, POR ise Uluslararası Komite’nin yanında yer alır.) On yıl süren bu ayrılık döneminin en önemli sonuçlarından biri, dünya ölçeğindeki sınıf mücadeleleri sorunlarının iki uluslararası hizip içinde birbirinden ayrı olarak tartışılması oldu. Bu da, parti inşası yöntemleri, politik pozisyonlar ve örgütsel pratikler konularında var olan ayrılıkların giderek derinleşmesine ve kemikleşmesine yol açtı. IV. Enternasyonal’in bu iki uluslararası hizip halindeki bölünmesi durumunu 1959 Küba Devrimi sarsar. Küba’da Fidel Castro ve Che Guevara önderliğindeki gerilla hareketi zafere ulaşmış ve bir devrimci hükümet kurulmuştur. IV. Enternasyonal’in her iki kanadı da Castro hükümetini ABD emperyalizminin saldırılarına karşı ve Küba’da giriştiği devrimci dönüşümler doğrultusunda destekler. Castro’nun 26 Temmuz Hareketi, ABD emperyalizminin dünyaya empoze ettiği savaş sonrası dengelerinin kırılmaya başladığına işaret etmektedir. Bu arada, fosilleşmiş Stalinist partiler bir kenara itilmiş ve devrimci mücadeleye yeni ve taze güçler akmaya başlamış gibidir. Küba Devrimi aynı zamanda devrimci Marksistlerin önüne yanıtlanması gereken yeni sorular çıkarıyordu. Castro’nun gerillaları işçi hareketinin içinden gelmeyen ve Marksist olmayan radikal demokratlar ve milliyetçilerdi. Sınıf kökenleri açısından küçük burjuva devrimcileriydi. Bunların önderliğindeki bir devrim hangi koşullar altında bir sosyalist devrime dönüşebilir ve bir işçi devletinin inşasına yönelebilirdi? Bu ve benzeri sorunlar, iki yıl gibi kısa bir sürede yanıtlanacak, Küba önderliği ulusal ve uluslararası sorunların etkisiyle devrimi derinleştirmeye zorlanacaktı. Kübalı işçiler ve köylüler kısa sürede silahlanıp seferber olarak fabrikalara ve topraklara el koyacak, ilk devrimci hükümetteki burjuva demokratlar yerlerini iç savaşın gözde komutanlarına bırakacaktı. Böylece, bir yandan işçi devletinin temelleri atılırken, bir yandan da bu temellerin üzerinde Castro’nun giderek Stalinistleşen bürokratik diktatörlüğü inşa olacaktı. Bu gelişme, özellikle SWP’yi derinden etkiledi. ABD seksiyonunun lideri Hansen, her iki uluslararası hizbin de yeni Küba devletini bir işçi devleti olarak kabul etmesi ve emperyalizme karşı desteklemesinin belirleyici bir deney olduğu görüşündeydi. Bu açıdan SWP liderliğine göre 1953-54 ayrılığı artık aşılmıştı ve IV. Enternasyonal’in gene tek bir örgüt olabilme olanağı doğmuştu. Ne var ki SWP’nin bu değerlendirmesine her iki hizipte de katılmayanlar vardı. Uluslararası Sekreterlik kanadında, hizbin Latin Amerika lideri olan Posadas, bağımsız parti inşasını savunanlarla birleşmek istemediği gibi, bir nükleer dünya savaşının sosyalizmin zaferiyle sonuçlanacağı görüşünden hareketle, tüm politikanın SSCB’yi böyle bir savaş başlatmaya zorlamak doğrultusunda olması gerektiğini savunuyordu. Posadas sonunda 1962’de Troçkist hareketten kopacaktı. Öte yandan Pablo da Uluslararası Sekreterlik içinde Mandel ile ayrılığa düşmüştü. Mandel, 1959 Küba Devrimi ile Pablocu görüşleri “Yeni Kitle Öncüsü” kuramı içinde eritirken, Pablo’nun kendisi seksiyonları Stalinist ve Sosyal Demokrat partilerin içine sokma çabasını sürdürüyordu. Sonuçta Pablo bir azınlık hizbi kuracak, 1963 Birleşme Kongresi’ne katılacak, ama 1965’te disipline karşı gelme eleştirisiyle birlikte Enternasyonal’dan çıkarılacaktı. Mandel ve Birleşik Sekreterliğin Pablo’ya yönelttiği temel eleştiri, Pablo’nun yayınladığı Sous le Drapeau du Socialisme (“Sosyalizm Bayrağı Altında”) adlı dergide, Mandel ve Sekreterliğin çizgisine uygun düşmeyen görüşler ileri sürmesiydi. O dönemde Pablo Stalinist bürokrasinin Kruşçevci kanadını desteklerken, Birleşik Sekreterlik Çin bürokrasisinin “önemi” üzerinde duruyordu. Bu farklılık esas olarak, Stalinist bürokrasinin şu ya da bu kesimini (eleştirel ya da bir başka biçimde de olsa) desteklemekten öteye geçemeyen “Pabloculuğun” tipik bir iç ayrılığıydı. Mandel’in Pablo’dan ayrılığı, Güz | 2010 -

61


IV. Enternasyonal Tarihçesi “Pablocu” düşünceyi ondan farklı bir biçimde uygulama çabasından öteye geçemiyordu. (1965’te Birleşik Sekreterlik’ten uzaklaştırılan Pablo’nun, Ekim 1993’te gene Mandel’in çabalarıyla Sekreterliğe kabul edilmiş ve bu BS içinde önemli eleştirilere yol açmıştır.) Uluslararası Komite kanadında da önemli iç ayrılıklar oluşmuştu. İngiliz ve Fransız partileri Küba’yı bir işçi devleti olarak tanımlamayı reddediyorlar ve “Pablocular”la birleşmeye şiddetle karşı çıkıyorlardı. Ama SWP, Mandelci Avrupa kanadıyla birleşme konusunda kararlıydı ve 1963’te tek yanlı bir girişimle Uluslararası Komite’nin dağılma sürecini başlatacaktı. Bu dönemde Moreno ise, özellikle 1957’de kurulmasına öncülük ettiği Ortodoks Troçkizm Latin Amerika Sekreterliği (SLATO) adlı bir koordinasyon örgütüyle Uluslararası Komite’nin gerçek bir enternasyonalist önderlik haline dönüşmesi için uğraş vermekteydi. Bir yıl boyunca SWP’yi, Uluslararası Komite’yi dağıtma fikrinden döndürmeye çalışır. Ancak 1963’te birleşme bir oldu bitti halinde gerçekleşince, bu kez Lambert ve Healy’nin “tutarlı bir anti-revizyonist akım oluşturabilmek” için yeni oluşan Birleşik Sekreterliğe katılmaları için mücadele eder. Ama bu gerçekleşmez ve böylece uluslararası alanda yalıtılmış halde kalma olasılığını hesaba katarak, SLATO çevresinde örgütlenmiş partilerle birlikte Birleşik Sekreterliğe girer. 1963-79 Dönemi: Uluslararası Komite 1963’te düzenlenen Birleşme Kongresiyle görünürde bir birlik oluşmuş ve bir Birleşik Sekreterlik kurulmuştur; ama dünya Troçkizmi hala bölünmüş durumdadır ve üstelik ağırdan bir tasfiye süreci yaşanmaktadır. 1963 birleşmesinin dışında kalan Uluslararası Komite bu haliyle artık esas olarak İngiliz SLL ile Fransız PCI (1965’te Enternasyonalist Komünist Örgüt [OCI - Organisation Communiste Internationaliste] adını alacaktır) örgütlerinin bir işbirliğine ya da bloğuna dönüşmüştür. Bu bloğu giderek içine çeken sapma ise “Ulusal Troçkizm”dir. Bu eğilimin en belirgin ifadesi; enternasyonal önderlik ve dünya partisi görevlerini belirsiz bir geleceğe ertelenen bir tür “maksimum program” olarak algılamasıdır. Bu sorun ancak düşünsel planda bir kenarda tutulur ve “gerekli koşullar”ın belirmesi beklenir. Bu eğilim dünden bugüne özellikle Lutte Ouvrier grubunda barizdir. Lambert ve Healy için ise uluslararası önderlik ve Enternasyonal, ulusal önderlikler arasındaki bir anlaşmadan öteye geçemez. Ve bu anlayışın ürünü, bir “ana parti” ile onun etrafında kümelenen “uydular”dan başka bir şey değildir. Bürokratik uygulamalar ise ulusal Troçkizmin doğal sonucu olacaktır. Örgütleri “yabancı etkiler”den korumak için, resmi çizgiyi eleştiren herkes partiden bir bir tasfiye edilecektir. Ama sadece tek tek militanlar değil, bir bütün halinde eğilimler ya da hizipler örgütün dşına sürülecektir. Partilerin içinde demokratik tartışmayı önlemek için her yöntem, hatta şiddet uygulaması bile geçerli sayılacaktır. Ama bunların hiçbiri bu örgütleri dağılmaktan kurtaramayacaktır; çünkü bu bir yozlaşma sürecidir. Pablocu revizyonizme karşı haklı bir tepkiyle doğan Uluslararası Komite böylece dağılıp gidecek, politik ve programatik olarak daha da kötü bir revizyonizme saplanacaktır. Lambert’in önderliğindeki Fransız OCI, 1971’de Healy önderliğindeki SLL’den kopar. Böylece Uluslararası Komite salt SLL’de kalırken, OCI 1972’de birkaç başka grupla birlikte IV. Enternasyonal’in Yeniden İnşası İçin Örgütleme Komitesi’ni, CORCI’yi kurar. Aslında bu tümüyle OCI’ye bağlı bir minik “Enternasyonal”dir. CORCI, 1973’te Birleşik Sekreterliğe, ertesi yılki kongreye yönelik tartışmalara katılmak istediğini bildirir ama sekreterlik bunu reddeder. Ama 1977’de CORCI ile BS arasında resmi görüşmeler başlatılır, ne var ki her iki taraf için bu bir taktik girişimden öteye geçmez. CORCI 1979’da bu kez Moreno önderliğindeki Uluslararası Bolşevik Hizip ile görüşmelere girişir. Ama 1981’de Fransa’da Mitterand hükümetinin işbaşına gelmesiyle birlikte Lambert ani bir kararla Sosyalist Parti’ye “entrizm” kararı alır. Bu OCI için bir ölüm fermanı olacaktır. Parti hızla sosyal demokrasinin ve sendika bürokrasisinin 62

Sosyalist Düşünce Dergisi


IV. Enternasyonal Tarihçesi uydusu haline gelir. SP’ye giren Lambertçilerin büyük bölümü gerçekten “sosyalist” olur. 1980’lerin ilk yarısında OCI Nikaragua’da sürekli devrim perspektifinden uzaklaşarak Sandinizmi desteklemeye başlar. Lambertçilik böylece mantıki sonuçlarına ulaşır. Bu arada OCI tekrar PCI adını alır ve CORCI’yi bir “Enternasyonal” olarak ilan eder; artık onun adı “IV. Enternasyonal (Yeniden İnşa Uluslararası Merkezi)” olmuştur (kısaca CIR). Uluslararası Komite döneminde bir ara 10.000’in üzerinde militana sahip olan PCI 2.000 üyelik bir “İşçi Partisi” haline gelir; ve ana stratejisi her yerde Brezilya’dakine benzer bir işçi partisi kurmak haline dönüşür. CIR ise, birkaç başka ülkede “seksiyonu” bulunan ve tümüyle PCI’ye bağımlı küçük bir merkez olma durumuna indirger kendisini. Healyciliğin kaderi ise daha farklı olmamıştır. 1973’te Devrimci İşçi Partisi (WRP - Workers Revolutionary Party) adını alan SLL, hızla “üçüncü dünyacılığa” kaymış, milliyetçi Arap rejimlerini, özellikle de Kaddafi, Saddam ve Humeyni’yi desteklemeye yönelmiştir. WRP’nin tek başına üstlendiği Uluslararası Komite ise, birkaç ülkedeki minik gruplarca desteklenen bir merkez olmaktan öteye geçememiştir. WRP içindeki yozlaşma ise doruk noktasına ulaşmış ve 1980’lerin sonlarında Gerry Healy, “cinsel taciz ve şiddet kullanma” suçlarından partiden atılmıştır. (Healy, daha sonra kendi çevresinde küçük bir grup kurar, ama 1991’de ölür.) WRP daha sonra kendini toparlamaya girişecek ve LIT-CI ile birleşme görüşmelerine başlayacaktı. Ancak WRP’nin enternasyonalizm inşası konusundaki sekter tutumları nedeniyle bu sonuç vermeyecek ve Bill Hunter ekibi WRP’den kopacaktı. 1963-79 Dönemi: Birleşik Sekreterlik 1963’te oluşturulan Birleşik Sekreterlik, esas olarak Mandelci Avrupa partileri (Belçika, İtalya, Almanya, Avusturya) ile SWP arasındaki bir “ittifak”ın ürünüydü. Her iki kesim de Troçkizmin temel programatik noktaları ve Küba gibi güncel politik sorunlar üzerinde anlaşmanın, iki akımın “ilkeli” temellerde birleşmesi için yeterli ve gerekli olduğuna inanıyordu. (O dönemde Moreno’nun buna, iki kesim arasında “metot” farklarının bulunduğuna ilişkin itirazları bulunuyordu. SWP ise, 1953-54 ayrılığının nedenleri ve metodolojik farklılıklar üzerinde durmanın bölücü bir tutum olacağını ve sorunların sınıf mücadelesi sürecinde çözülebileceğini iddia ediyordu. Tarih, Moreno’yu haklı çıkaracaktı.) 1960’ların ortaları aynı zamanda özellikle Latin Amerika’da gerilla mücadelelerinin hızla yaygınlaşmakta olduğu bir dönemdi. Fosilleşmiş bürokratik KP’lere tepki duyan pek çok radikal genç militan, mücadele yolunu Guevaracı, Castrocu ve Maocu düşüncede, gerilla “stratejisi”nde aramaya başlamıştı. BS’nin Mandelci Avrupa kanadı, gelişmeye “Yeni Kitle Öncüsü” kuramı çerçevesinde büyük ilgi duyar. Bu kurama göre devrimci Marksizm programını, sınıf mücadelesi içinde doğan yeni kitle öncüsünün “duyarlılıkları”nı dikkate alarak uyarlamalıdır. Mevcut durumda da bu “öncü”ler, gerillacı küçük burjuva radikalleridir. Öte yandan SWP’de gelişmelere ilgi duymaktadır. Çünkü gerilla mücadelesi özellikle ABD aleyhtarı güçlü bir anti-emperyalizm taşımaktadır. SWP önderlerinden Joseph Hansen soruna el atar ve partisi adına BS’ye bir rapor sunar. Raporda şöyle denmektedir: Troçkist hareket, gerilla savaşının bir devrimci teknik olarak oynadığı olumlu rolü kavramıştır. Özellikle Latin Amerika’daki bazı Troçkistler, kendi ülkelerindeki deneyimlerden önemli sonuçlar çıkarmışlardır; ama Troçkist hareketin bir bütün olarak soruna derinlemesine el attığını söyleyemeyiz. Buna göre gerilla savaşının, en azından belirli bölgelerdeki uygulamalarının üzerinde durmamız gerekir. Ben birkaç nokta üzerinde durmak istiyorum. Birincisi, pratikte bazı bölgelerde gerilla savaşının her derde deva birşey olaGüz | 2010 -

63


IV. Enternasyonal Tarihçesi rak kabul edilmesi eğilimi vardır. Her sorunu çözebilecek tek mücadele biçimi olarak algılanmaktadır. İkincisi, tüm mücadeleyi köylülük etrafında merkezileştirme eğilimi bulunmaktadır. İşçilerin devrimde oynayacağı anahtar rol küçümsenmekte ya da gözardı edilmektedir. Üçüncüsü, sınıf mücadelesi kavramları yerine coğrafi kavramlar geçirilmektedir. İşçi sınıfı içinde kökleşme yerine “foko”, yani gerillalarca denetim altında tutulan bölgeler elde etme çabası yeğlenmektedir. Dördüncüsü, devrimin zaferinde devrimcilerin çok önemli rollerinin bulunduğu yolundaki doğru düşünce, devrimin yeterince yürekli bir önderliğin atılımıyla başlatılabileceği inancına dönüşmektedir. Bir başka deyişle, eski “kitlelerin elektiriklendirilmesi” kuramı yeniden canlandırılmaktadır. Beşincisi, kitlelerin ruh halinin iyice incelenmesi ve onların kısmi ve geçiş talepleriyle seferber edilmesi düşüncesi bir kenara bırakılmaktadır. Bazı yerlerde gerillalar kendilerini silahlanan kitlelerden bile ayrı tutmaktadır. Kitlelerin örgütlenmesi gözardı edilmektedir. Altıncısı, eylem üzerindeki vurgu, teorinin fazlaca önemli olmadığı düşüncesini yaygınlaştırmaktadır. Gerilla hareketlerinin çoğu açık bir programdan ve sosyalist devrim perspektifinden yoksundur.” Hansen ve Moreno, gerilla mücadelesine ilişkin eleştirel yaklaşımlarını, devrimci partinin inşası ve kitlelerin devrimci seferberliği stratejileriyle tamamlarlar. Ama Hansen’ın gerilla mücadelesinde gördüğü ve eleştirdiği tutumlar iki yıl içinde BS içinde de yaygınlaşmaya başlar. Bunun ilk belirtilerinden biri, Bolivyalı Troçkistlerin silahlı mücadele hazırlığına giriştikleri yolunda haberlerin gelmesidir. Oysa o dönemde Troçkist partiler, üye sayıları 100-200 arasında olan çok küçük gruplardır. Ardından, Kasım 1968’de, BS’in Mandel, Livio Maitan ve Pierre Frank önderliğindeki çoğunluk kanadı, ertesi yıl düzenlenecek dünya kongresi için bir “Latin Amerika Karar Tasarısı” sunarlar. Tasarıda, gerilla mücadelesinin teorik analizi ve sonuçlarının değerlendirilmesi yoktur ve doğrudan doğruya “uzunca bir dönem sürdürülecek olan kır gerilla savaşına teknik olarak hazırlanılması ve girilmesi” önerilmektdir. Bu arada Avrupa’da 1968 öğrenci ve işçi ayaklanmaları yaşanmaktadır. Gençlik içinde gerillacı, Maocu, anarşist ve Troçkist düşünceler yaygınlaşmaktadır. Özellikle Fransa’da BS seksiyonu çok sayıda radikal öğrenciyle büyür ve güçlenir. Troçkizmi bir tür “eylemci ideoloji” olarak algılayan öğrenci önderleri bu eğilimlerini BS içine de yansıtırlar. Böylece BS içinde gerillacılık anlayışı ve önerisi hızla güçlenir. Mandel, Maitan ve Frank gibi yaşlıca önderlerin önerisi Alain Krivine (Fransa) ve Tarık Ali (İngiltere) gibi yeni öğrenci önderlerinin etkisiyle Nisan 1969’da düzenlenen 9. Dünya Kongresinde kabul edilir. Artık BS için gerilla mücadelesi, ancak belirli bölgelerde ve koşullarda parti inşa stratejisini güçlendirmek için uygulanabilecek bir taktik olmaktan çıkmış, bizzat mücadele stratejisinin kendisi haline dönüşmüştür. Bu arada 1969’da Birleşik Sekreterlik içinde, BS çoğunluğu ile daha sonraları Leninist-Troçkist Hizip (LTH) adını alacak olan, Hansen-Moreno önderliğindeki eğilim arasında son derece ciddi bir çatışma başlar. 1969’daki 9. Dünya Kongresi’nde BS çoğunluğunun Latin Amerika’ya ilişkin gerilla stratejisine karşı çıkışla başlayan bu mücadele kısa bir süre sonra, söz konusu olanın sadece bir konjonktür tartışması değil, ama Enternasyonal’in tüm metot ve program sorunlarını kapsayan bir çatışma olduğunu açığa çıkarır. Her zaman olduğu gibi bu noktada da temel tartışma konusu, Troçkist partilerin hızla inşa edilmesi ve bunun için de kitle hareketi içindeki oportünist akımlara karşı uzlaşmaz mücadele verme sorunudur. Tıpkı ellili ve altmışlı yıllarda olduğu gibi bu aşamada da revizyonizm Troçkist partilerin inşasını arka plana itiyordu, ama bu kez teslim olduğu akım Latin Amerika’daki Guevaracı gerillacılık ve küçük burjuva Castro oportünizmi ile onun Avrupa’daki takipçileridir. Bir yandan BS’nin revizyonist çoğunluğuna karşı sürdürülen mücadele güçlenirken, bir yandan da sınıf mücadelesinde yeni temel gelişmeler gerçekleşiyordu. Bu arada Leninist-Troçkist Hizip’in içinde yer alan Amerikan SWP’si, sağa doğru kaymaya 64

Sosyalist Düşünce Dergisi


IV. Enternasyonal Tarihçesi ve ayrılık noktalarının tüm derinliğine karşın BS çoğunluğuyla uzlaşmaya yönelmiştir; ama öte yandan LTH’nin parti inşası stratejisine sarılmış kanadı revizyonizme karşı mücadelesini giderek şiddetlendiriyordu. SWP önderliği o dönemde bir değişim geçirmiş ve eski yaşlı kadroların yerini daha genç, öğrenci kökenli kadrolar almıştı. Eski önderlik, Uluslararası Komite süreci ile Küba devrimi karşısındaki tüm hatalarına ve ulusal Troçkist eğilimlerine karşın, temel tutumları itibariyle Troçkistti. Oysa yükselen öğrenci hareketleri içinde oluşan yeni önderlik, tıpkı Avrupa’daki önderlik gibi izlenimci ve ikameci basınçlara karşı çok daha dayanıksızdı ve hızla Castrocu politikaların etkisi altına girmişti. SWP’nin işte bu kayışı, partiyi Troçkizmin tasfiyesinin öncüsü haline getirecek ve nihayet IV. Enternasyonal’den ve Troçkizmden koparak bir küçük burjuva örgüt haline gelmesine, sonuçta da parçalanarak dağılmasına yol açacaktı. Birleşik Sekreterlik içindeki revizyonist çoğunluğa karşı mücadeleyi artık, SWP’nin tasfiyeci çizgisine karşı amansızca savaşan Nahuel Moreno’nun önderliğindeki Bolşevik Hizip ile Leninist-Troçkist Eğilim üstlenmiştir. BS’nin Mandelci çoğunluk ekibinin gerilla stratejisi Enternasyonal üzerinde ciddi yıkımlara neden olur. Önce partiler bölünür. Arjantin partisinde Roberto Santucho’nun örgütü PRT-El Combatiente enternasyonalin resmi seksiyonu olarak kabul edilirken, Moreno’nun önderliğindeki PRT-La Verdad sempatizan seksiyonluğa itilir. Santucho gerillacı çizgide ERP’yi (Devrimci Halk Ordusu) örgütler ve yüzlerce militanı bu örgüt aracılığıyla gerilla savaşına sokarak hemen hepsinin telef olmasına yol açar. Bu arada ERP partiden ve IV. Enternasyonal’den koparak Mao’dan Castro’ya kadar uzanan bir çizgide yeni tip bir “Enternasyonal” savunmaya başlamıştır. 1974’teki Portekiz devrimi BS çoğunluğu ile Bolşevik Hizip arasındaki mücadeleyi daha da şiddetlendirir. BH Portekiz’de doğmakta olan ikili iktidar organlarının yaygınlaştırılması, genelleştirilmesi ve merkezileştirilmesini, ve bu organlar aracılığıyla proletaryanın iktidarı ele alarak bir işçi ve halk hükümeti kurulmasını savunur. Bu amaçla Arjantin’deki PST’den (Moreno’nun önderliğindeki Arjantin PRT’si, sosyal demokrasiden kopan sol kanatla birleştikten sonra Sosyalist İşçi Partisi adını almıştır) Portekiz’e kadrolar gönderir ve orada devrimci partinin inşasını örgütler. Buna karşılık BS çoğunluğu Maoculuğun etkisi altındaki MFA’yı (Silahlı kuvvetler Hareketi) desteklemektedir. 1979’daki Nikaragua devrimi ise IV. Enternasyonal için bir anlamda bir dönüm noktası oluşturur. Ülkedeki bütün bir devrimci süreç boyunca BS çoğunluğu FSLN’i (Sandinist Ulusal Kurtuluş Cephesi) koşulsuz biçimde desteklemekte ve ayrı bir devrimci Troçkist partinin inşasından dikkatle uzak durmaktadır. Bolşevik Hizip ise Sandinizmin burjuvaziden kompasını ve işçi sendikalarıyla birlikte iktidarı alarak devrimi tüm Orta Amerika’ya yaygınlaştırmasını talep eder. Bu talepler etrafında yeni işçi sendikalarının ve devrimci Troçkist partinin inşasını savunur. BH bu politikalarını “FSLN’e politik değil, askeri destek” sloganında özetler. Bu politikasını hayata geçirmek için de Kolombiya seksiyonu Sosyalist İşçi partisi (PST – Partido Socialista de los Trabajadores) aracılığıyla Simon Bolivar Tugayı’nı örgütlemeye girişir. Kolombiya’nın yanı sıra Costa Rica, Panama, Ekvador, Bolivya, Arjantin ve Şili’den 1.500 kadar gönüllü Nikaragua’ya geçer ve üç ay boyunca Somoza birliklerine karşı savaşır ve sonuçta zafer karşılamalarıyla Managua’ya girer. Bu arada FSLN, Castro’nun talimatlarına uyarak burjuva Violeta Chamorro ile birlikte bir koalisyon hükümeti kurar. Mandel ve BS, Bolşevik Hizip’in devrimci etkinliklerinden hoşnut değildir. Önce bunun BH’nin bir propaganda manevrası olduğu ve SBT’nin gerçek savaşa hiç girmediği söylentisini yayar. Oysa SBT militanları sadece Güney Cephesi’nde çarpışmakla kalmaz, devrimi Bluefield Körfezi’ne kadar taşıyarak burayı Somoza güçlerinden temizler. BS ardından SBT’nin Nikaragualı olmadığını söyler. Oysa bir uluslararası tugay zaten öyle olabilirdi. Sorun, BS’nin Nikaragua’da bağımsız bir Troçkist var oluşa karşı çıkmasında yatıyordu. SBT, gerek etkisi altında bulundurduğu alanlarda devrimi de-

Güz | 2010 -

65


IV. Enternasyonal Tarihçesi rinleştiriyor, gerekse ulusal düzeyde savunduğu sürekli devrim programıyla sempati toplayıp devrimci partinin inşasında güçlü adımlar atıyordu. Gelişmeler Sandinistleri olduğu kadar, Troçkizmi “yeni öncü” Sandinizm içinde eritme politikası izleyen Mandel ekibini rahatsız ediyordu. Sandinist hükümet bu gelişmeye üç ay sonra SBT militanlarını Panama askerlerine teslim ederek yanıt verdi. Hükümet, SBT’nin Nikaragua dışına sürülmesine dört gerekçe göstermişti: 1) Yeni işçi sendikaları örgütlemek (SBT 80 kadar sendika örgütlemişti); 2) topraksız köylülerin topraklara el koymasına önayak olmak; 3) silahlı halk milisleri örgütlemek; 4) Ulusal İnşa Hükümetinin bazı üyelerine burjuva oldukları gerekçesiyle karşı çıkmak. Sandinistlerin tüm çabası, devrimi demokratik aşamada tutarak ve bu noktada ulusal burjuvaziyle ittifaka girerek (bunlar doğrudan Castro’nun da önerileriydi) ABD’yi “yatıştırmak”, onu Sandinist devrimin bir Orta Amerika devrimine dönüşmeyeceği yolunda ikna etmekti. (Sandinistlerin o dönemde birlikte hükümet kurduğu burjuva politikacılar, kısa bir süre sonra Kontra önderleri olacak ve on yıl kadar sonra iktidarı geri alacaklardı.) Bu açıdan Troçkistlerin anti-kapitalist, antiemperyalist tutumları ve devrimi sürekli kılma çabaları Sandinistler için bir tehditti. Ve bu noktada Panama hükümetiyle işbirliğine girerek onları dışarı sürmeyi başarırlar. Bu sırada pek çok SBT militanı Panama hükümetince işkenceden geçirilir. Bu gelişme karşısında BS’in Mandelcilerden ve SWP’den oluşan çoğunluk ekibinin tutumu BH’nin BS’den kopuşunda belirleyici rol oynayacaktı. BS’nin Meksika, Fransa, Peru, ABD ve İsveç seksiyonlarının üst düzey yöneticilerinden oluşan bir ekibin Eylül 1979’da FSLN önderliğine verdiği deklerasyonda, hükümetin bu uygulaması koşulsuz bir biçimde destekleniyordu. Mektupta Tugay, “işçileri önderlerinden, yani FSLN’den ayırmaya çalışmakla” suçlandıktan sonra, “FSLN’nin, grubun Nikaragualı olmayan üyelerini ülkeyi terk etmeye çağırmaya hakkı olduğu” belirtiliyordu. Somoza diktatörlüğüne karşı FSLN için hiçbir şey yapmayanlar şimdi Sandinistlerle yan yana çarpışmış olan yegâne Troçkistlerin Panama polisine teslim edilmesini destekliyorlardı. Böylece BF için hem politik-programatik, hem de ahlaki-moral bir sorun doğmuştu. Gerçekten de iki farklı program karşı karşıya gelmişti: Kitle hareketinin devrimi zafere ulaştıran küçük burjuva önderliğine teslim olmak ya da olmamak, veya bir başka deyişle, bu tip önderliklerin iktidarda olduğu ülkelerde IV. Enternasyonal’in seksiyonlarını inşa etmek ya da etmemek. Öte yandan, devrimci Marksist miltanların polise teslim edilmesini desteklemek gibi son derece ciddi bir ahlaki-moral sorun vardı. Sonuçta BF, BS’nin ne Nikaragua’da Troçkist parti inşa etmeme yolundaki politikasını, ne de SBT’nin Nikaragua’dan sürülmesini destekleme tutumunda en küçük bir değişiklik olmadığını ilan ederek, bir uluslararası akım olarak 1979 sonunda BS’den kopar. Bu arada Fransa’da Lambertçiler (OCI), Nikaragua devrimi sırasında ilkeli bir tutum almış ve SBT’niın sürülmesine şiddetle karşı çıkmışlardır. Bu gelişme karşısında BF, OCI ile uluslararası bir bütünleşmeye gidilip gidilemeyeceğini araştırmaya girişir. İki uluslararası akım ortak bir komite kurarlar ve bizzat Moreno, geniş bir platform tezleri hazırlama görevini üstlenir. Aralık 1980’de düzenlenen Dünya Konferansında bu tezler kabul edilir ve Dördüncü Enternasyonal Uluslararası komitesi kurulur. Ne var ki, 1981’de Fransa’da Mitterand’ın seçilmesiyle OCI burjuva hükümeti desteklemeye yönelir ve bu temelde patlak veren moetodolojik ayrılık kısa ömürlü Uluslararası Komite’nin dağılmasıyla sonuçlanır. Ancak, Latin Amerika’daki pek çok Lambertçi parti de bu ayrılık sırasında OCI’den kopar. (Bunların başında Venezuela MIR’i ve Peru POMR’si gelir.) Ve bu gruplarla birlikte Bolşevik Hizip, Ocak 1982’de bir Kuruluş Kongresi toplayarak Uluslararası İşçi Birliği-Dördüncü Enternasyonal’in (LIT-CI – Liga Internacional de los TrabajadoresCuarta Internacional) kurulduğunu ilan eder.

66

Sosyalist Düşünce Dergisi


Belge

Dördüncü Enternasyonal Kuruluş Kongresi Kararları - Önsöz

Bu metin, IV. Enternasyonal ABD seksiyonu Sosyalist İşçi Partisi’nin (SWP) 1939’da New York’ta yayımladığı Dördüncü Enternasyonal Kuruluş Kongresi-Program ve Kararlar başlıklı kitabın Max Schatman tarafından hazırlanmış önsözüdür. Duygu Yorgancı ve Şemsi Aydın tarafından Türkçeleştirilmiştir.

1933 yılında faşistlerin Almanya’da iktidarı ele geçirmelerinin ardından, “Troçkizm” nedeniyle III. Enternasyonal’den ihraç edilmiş devrimcilerin başını çektiği Uluslararası Komünist Birlik (UKB) şu sloganı yükseltti: Yeni bir Enternasyonalin, IV. Enternasyonal’in inşası için ileri! Bütün ülkelerde yeni komünist partilerin inşası için ileri! UKB bu zamana kadar Komintern’i reforme etme politikasını takip etmişti.1 Bu yeni slogan, bu politikanın terk edildiğini gösteriyordu. 1 Ağustos 1914’te emperyalist savaşa verilen açık desteğin II. Enternasyonal’in çöküşünü simgelemesi gibi, Alman Komünist Partisi’nin (KPD) [faşizme- çn.] korkakça teslimi de Komintern’in çöküşünü simgeliyordu. III. Enternasyonal Yürütme Komitesi’nin tüm seksiyonlar için KPD’nin politikalarına koşulsuz desteği zorunlu kılması, Enternasyonal’in işçi sınıfı hareketi içinde gerici bir güce dönüştüğünü doğruladı. 1933’ten bu yana geçen beş yıl, uluslararası sınıf 1 Bir politik karşıdevrimle SSCB’de iktidarı ele geçiren Stalinist bürokrasi, Lenin’in aktif politikadan çekilmesinin ardından Komintern politikalarını revize etmeye başlamıştı. Bu revizyona karşı devrimci enternasyonalist politikaları savunan Troçki önderliğindeki Sol Muhalefet, Komintern’i devrimci özüne döndürme mücadelesi vermekteydi. 1930 yılında Uluslararası Sol Muhalefet adını alarak tüm dünyada örgütlenmeye başlayan devrimci enternasyonalistler, Alman Komünist Partisi’nin 1933’te faşizme karşı tek bir kurşun atmadan teslim bayrağını çekmesinin ardından, Komintern’in devrimci vasfını tümüyle yitirdiği tespitini yaptı ve Komintern’i dönüştürme politikasından vazgeçerek, UKB adıyla yeni bir enternasyonalin kurulması sürecini başlattı. Bu anlamda UKB, Dördüncü Enternayonal’in öncülüydü. Güz | 2010 -

67


Dördüncü Enternasyonal Kuruluş Kongresi Kararları - Önsöz hareketi içinde olağanüstü değişimlere tanık oldu. Felaketler birbirini izledi. Saar, Avusturya, Etiyopya, Rusya, İspanya, Çin ve Fransa’da yaşananlar iki eski Enternasyonal’in iflasını gözler önüne serdi.2 Sosyal demokratlar ve Stalinistler arasında artan yakınlaşma, proletaryanın birliği ve zaferi amacından çok, proletaryayı burjuvaziye bağımlı kılma amacına ve sonuç olarak da utanç verici yenilgilerin uzun listesine bir yenisinin daha eklenmesine hizmet etti. Bugün İkinci Enternasyonal, çürümüş demokratik yapısı içinde, burjuvazinin sosyal diktatörlüğünü korumaya çalışan bir araçtan başka bir şey değildir. Üçüncü Enternasyonal ise Sovyet karşıtı Stalinist bürokrasinin politik diktatörlüğünü korumaya çalışan bir araçtan ibaret. Ancak, aynı dönemde UKB’nin yürüttüğü hareket, tüm zorluklara rağmen Dördüncü Enternasyonal’in kuruluşu amacı doğrultusunda kararlılıkla ilerledi. Saflarında kalıcı bir etkiye maruz kalmaksızın, bu hareketin içinde oluşan ve ondan bağlarını kopardıktan sonraysa kendilerini iktidarsızlığa ve ulusalcı bir çizgiye mahkûm eden tüm ultra sol ve amatör eğilimlerin yarattığı iç sorunların üstesinden gelmeyi başardı. Kendi devrimci ilkelerinden ödün vermeden, Hollanda, Fransa, Belçika, Avusturya, İngiltere ve ABD’de İkinci Enternasyonal’den ayrılmış ve [UKB’nin –çn.] yeni hareketine katılmış militanları seksiyonları ile kendi içinde eritmeyi başardı. Aynı zamanda, olayların ilke ve taktikleri maruz bıraktığı zor sınamadan geçebilen ve programını bu olaylardan çıkan dersleri kapsayacak biçimde genişletebilen yetenekte tek hareket olduğunu kanıtladı. Bunu olanaklı kılan yalnızca, her zaman hareket noktası aldığımız Marksist ilkeler değil, aynı zamanda sıkıca takip edilen, özgür ve verimli bir düşünce paylaşımı için biricik koşul olan demokratik merkeziyetçilik ilkesiydi. Çeşitli merkezci grupların evrimi süresince açığa çıkan farklılık hareketimizdeki bu güçlenmenin önemini daha da arttırmaktadır. Bir tarafta İkinci ve Üçüncü Enternasyonal, öbür tarafta Dördüncü Enternasyonal: bu iki tarafın arasında bağımsız devrimci bir pozisyon sürdürme umutlarının tamamen hayalî olduğu artık kanıtlanmıştır. İki ana merkezci akımın gelişimi bunu doğrulamaktadır. Bunlardan ilki Brandler-Lovestone “Enternasyonali”dir.3 Bu Enternasyonal’in fiziksel parçalanması, onun, ana “ilkelerinden” birini oluşturan “Troçkist sekterliğe” karşı takındıkları küçümseyici tavra kendi içinde yeterli bir cevaptır. Politik çözülüşü ise onun sosyal demokrasiye geri dönüş yolunun köprüsü olduğuna dair özgün analizimizi doğrular. Çek seksiyonu, İkinci Enternasyonal’in bölge partisine katıldı. İsveçli ve Fransız arkadaşları da zaten aynı kamptaydı. Alsas’taki grupları, sağ kanat komünizmini küçük burjuva milliyetçiliğine başarıyla dönüştürdü. Hindistan’daki temsilcisi Roy4 ise Moskova tarafından resmen tanınmanın dışında her açıdan bir Stalinist. Önemsiz bir Alman göçmen grubu ve ABD’deki Lovestoncular dışında bu Enternasyonal’den geriye kalan hiçbir şey yok. Ki son olarak, ABD’deki Lovestoncular, sendika seçimlerinde burjuva parti adaylarını destekleme düzeyine düştüler; politikaları işçi bürokrasisinin çıkarlarına dayanıyor ve pasifist “birleşik cephe” politikalarıyla, kendilerini kapitalizm altında ulusal savunmaya adamaktalar. Brandlerciliğin çürümüşlüğü işte bu yeni bağlılığı ile simgelenmekte.

2 İspanya, Çin ve Fransa’da Komintern’in dayatmalarıyla Komünist Partilerin sınıf politikaları gütmeleri yasaklanarak proletarya burjuvaziye bağımlı kılınmış, bunun sonucunda işçi sınıfının bu ülkelerde kanlı yenilgiler almasına sebep olunmuştur. Saar ve Avusturya’da iki eski Enternasyonal’in ihanetiyle faşizm iktidara gelmiş, Etiyopya faşist İtalya tarafından işgal edilmiştir. 3 “Buharinci” Uluslararası Sağ Komünist Muhalefet. 4 Hindistan komünizminin önderlerinden; Komintern’in ikinci kongresinde bağımsızlık mücadelesi içinde burjuva milliyetçileri ile işbirliği yapılmasını savundu. Daha sonra Buharin’in sağ muhalefetine katıldı ve Brandlerci oldu. Sonraki yıllarda sosyalizm ile ilişkisini kesti.

68

Sosyalist Düşünce Dergisi


Dördüncü Enternasyonal Kuruluş Kongresi Kararları - Önsöz İkinci akım ise Londra Bürosu.5 Onun evrimi de II. Enternasyonal yönünde. En büyük seksiyonu Norveç İşçi Partisi, LSI’ye katıldı ve şimdi Norveç burjuvazisi için hükümette görev üstlenmekte. Diğer büyük seksiyonu İspanya’dan POUM (Birleşik Marksist İşçi Partisi), burjuva devletin hükümetiyle koalisyona girerek Marksizm’in en temel prensiplerini terk etti. Üçüncü büyük seksiyon, Büyük Britanya’dan ILP (Bağımsız İşçi Partisi) ise yol arkadaşlarının suçlarına göz yummakla yetindi. Dördüncü büyük seksiyonu Almanya’dan SAP6 ise Halk Cephesini7 açıkça destekliyor, Stalinistlerle flört ediyor, Wels, Stampfer, Deutsch and Co.’ya “yeniden oluşturulmuş” Tüm Alman Sosyal Demokrasisi’ne kabul için yalvarıyor. Diğer üyeler de bunlardan farklı değiller. [Bu “Enternasyonallerle” aramazdaki -çn.] fark, bir tesadüf değil. Biz, eğer savundukları ilkeler hakkında fazla titiz olmazlarsa kitlelerin desteğini kazanabileceklerine inanan oportünist hasımlarımızın alaylarından etkilenmedik; tersine, pratikte denenmiş tavrı devam ettirdik: Devrimcilerin küçük bir grubu dahi bir arada tutmak için inatçı olması gereken dönemler vardır; güçlü bir kitlesel partiye doğru gelişmek ancak Marksizmin ilkelerine inatla tutunarak mümkündür. Geçmiş 10–15 yılın iniş çıkışları boyunca, bizim izlediğimiz yol bu oldu. Bundan pişmanlık duymak için hiçbir sebep yok. Bu yol, mücadelemizin ilk on yılının IV. Enternasyonal’in (Sosyalist Devrimin Dünya Partisi) kuruluşuyla taçlanmasına olanak sağladı. Kuruluş konferansımız kamuya açık bir salonda gerçekleşemedi. Burjuvazi ve onun Stalinist ve sosyal demokrat silahlı çavuşları, devrimci enternasyonalistleri gizlice ve böyle gizlice gerçekleştirilen bir toplantıya katılmanın zorlukları altında toplanmaya mecbur bıraktı. Ama bu ve kısıtlı maddi olanaklar gibi diğer tüm engellere rağmen 30 delege 3 Eylül 1938’de “İsviçre’de” [gerçekte Fransa Perigny’de A. Rosmer’in evinde — yazarın notu] IV. Enternasyonal’i kurmak, eylem programını geliştirmek ve bu broşürde yer alan diğer kararları onaylamak için toplandı. ABD, Fransa, Büyük Britanya (İngiltere ve İskoçya), Almanya, Sovyetler Birliği, İtalya, Latin Amerika, Polonya, Belçika, Hollanda ve Yunanistan olmak üzere on bir ülke, delegeler tarafından doğrudan temsil edildi. Bu ülkelerdeki örgütlerin yanı sıra, çeşitli hukuksal ve fiziksel nedenlerle delege gönderememiş ama IV. Enternasyonal’e içtenlikle taahhüt veren birçok ülke vardı: Meksika, Küba, Porto Riko, Brezilya, Kolombiya, Arjantin, Uruguay, Peru, Şili, Çin, Hindi Çini, Güney Afrika Birliği, Avustralya, İspanya, Norveç, Avusturya, Çekoslovakya, Danimarka, Kanada, İsviçre. Çekirdek halinde seksiyonların olduğu birçok ülke ise illegalite nedeniyle düzenli bir yayına dahi sahip değil: Litvanya, Romanya, Yugoslavya, Bulgaristan, Yeni Zelanda, İsveç, İrlanda, Filistin, Hindistan, vs. Görüldüğü gibi, IV. Enternasyonal bayrağı her kıtada ve her önemli ülkede dikilmiştir. Ne I. ne II. Enternasyonal, hatta kuruluş kongresindeki III. Enternasyonal dahi bunu söylemeye muktedir değildi. IV. Enternasyonal övünç duymaktadır; çünkü Avrupa’nın yeni bir emperyalist katliama doğru balıklama atladığının görüldüğü, proletaryanın geleneksel partilerinin burjuvazinin bayrağı altında toplandığı, merkezcilerin kendi iç çelişkileri yüzünden 5 II. ve III. Enternasyonal’lere katılmayan ama IV. Enternasyonal’in kurulmasına muhalif merkezci partilerin gevşek bir birliğiydi. 6 SAP, Almanya’da Sosyal Demokratların partinin sol kanadından birkaç kişiyi partiden uzaklaştırmalarından sonra, Ekim 1931’de kuruldu. 1932 baharında Alman Sağ Komünist Muhalefetinde meydana gelen bölünmenin ardından, bu örgütten ayrılan 800 kişilik bir grup SAP’a katılarak bu partinin liderliğini ele geçirdi. 1933 yılında SAP yeni bir Enternasyonale ihtiyaç olduğuna dair bir deklarasyona imza attı, ancak daha sonraları böyle bir oluşumun başlıca muhaliflerinden biri haline geldi. 7 Halk cephesi çizgisi, 1935’te Komintern’in benimsediği sağ politika. Buna göre, komünist partiler “liberal kapitalist” partilerle koalisyon hükümetleri kuracaktı. Bu çizgi 1939’daki Hitler-Stalin anlaşmasına kadar yürürlükte kalmış, daha sonra II. Dünya Savaşı içinde yeniden değişik biçimlerde uygulamaya sokulmuştur. Güz | 2010 -

69


Dördüncü Enternasyonal Kuruluş Kongresi Kararları - Önsöz felce uğradığı dramatik Münih haftası8 boyunca, aynı tarihlerde toplanmış olan dünya kongremiz, proletaryayı emperyalistlere, onun savaşına ve dalkavuklarına karşı kararlı bir uluslararası mücadele için birleşmeye çağıran tek açık bildiriyi yayınladı. IV. Enternasyonal övünç duymaktadır; çünkü kitlelerin kutsal “demokrasi”, “barış” ve “halk cephesi” naralarıyla, ki bunlar ihaneti saklamak için gürültülü aletlerdir, aklının karıştırılıp cesaretinin kırıldığı bu zamanda, o dünya çapında kitlelerin ihtiyaç ve isteklerini yansıtan, işçilerin, yoksul köylülerin, çiftçilerin ve sömürge halklarının yakıcı sorunlarına açık, gerçekçi ve uygulanabilir cevaplar veren somut taleplerin geçiş programını benimsemektedir. IV. Enternasyonal övünç duymaktadır; çünkü onun geleneği ve düşünceleri derinlere kök salmış ve önüne geçilemez, öyle ki, popüler ismiyle “Troçkizm”, Kremlin’in gerici, Sovyet karşıtı bürokrasisinin, kan denizinde boğmaya çabaladığı proleter demokrasisinin yeniden dirilen güçlerini temsil eden yüzlerce kahraman devrimci öncü ve eski mücadeleciler için kullanılmaktadır. IV. Enternasyonal, Almanya, Avusturya, Yunanistan, Latin Amerika, Fransa, Çin, Hindi Çini, İspanya ve Sovyetler Birliği’ndeki kapitalist ve Stalinist gericiliğe karşı mücadele içinde hayatlarını veya özgürlüklerini korkusuzca vermiş kahramanlarından dolayı övünç duymaktadır. Onlar yeni hareketin habercisi ve örnekleridir. İftira, tecrit, tuzaklar, işkence, hapis ve cinayet... IV. Enternasyonal düşmanlarından tüm bunları görmüştür. O, [tüm bunlardan-ç.] kurtulmuştur, düşmanlarından da bütünüyle kurtulacağı gibi. Bugün başta programıyla, yüce amaçlarıyla, uğruna mücadele ettiği davaya bitmez tükenmez güveniyle silahlanmaktadır. Yarınsa gücü milyonların gücü olacaktır, programı milyonlar için çağdışı sosyal düzenin acılarından ve iğrençliklerinden kurtulmanın tek yolunu sunmaktadır. Ve milyonlar, kitleler, kazanacaklar! Zafer yürüyüşlerinin üstünde IV. Enternasyonal’in, yani Sosyalist Devrimin Dünya Partisi’nin bayrağı dalgalanacak!

1 Ocak 1939

8 Emperyalist kamplar arası gerginliğin arttığı ve savaş tamtamlarının çalındığı 1938 yılında, faşist Almanya’nın Avusturya’yı ilhakının ardından gözünü Çekoslovakya’ya dikmesi “Müttefikleri” korkutmuş ve dört emperyalist ülkenin —Fransa, Almanya, İngiltere ve İtalya— liderleri Münih’te bir araya gelmişlerdir. Bu toplantılarda İngiltere ve Fransa, faşist Almanya’yı dizginleyebilmek adına, bir “sus payı” olarak ona Çekoslovakya’yı sunmuşlardır. Ne var ki, bu “pay” Alman emperyalizmini dizginlemek şöyle dursun, daha yayılmacı ve cüretkâr bir hale gelmesine neden olmuştur. Çok geçmeden de Almanya ve SSCB’nin Polonya’yı işgalinin ardından İkinci Emperyalist Savaş başlamıştır.

70

Sosyalist Düşünce Dergisi


Belge

1982 Kuruluş Kongresi

Uluslararası İşçi Birliği-Dördüncü Enternasyonal (LIT-CI) Kuruluş Tezleri

NAHUEL MORENO

1982 yılında Arjantinli Troçkist önder Nahuel Moreno’nun Uluslararası İşçi Birliği-Dördüncü Enternasyonal’in (Liga Internacional de los Trabajadores-Cuarta Internacional) inşasına giriştiği momenti dünya Troçkist hareketi açısından bir kırılma anı olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Hareket içinde programatik/metodik farklılaşmanın neredeyse geriye dönüşsüz bir biçimde kristalize olduğu bu momentte, ortodoks Troçkizmi, yani Troçkist programın bilinçli sahiplenicilerini ya da bizzat Moreno’nun ifadesiyle – zayıf ya da güçlü, geçmişleri hatalar ya da başarılarla dolu olsalar da- Troçkizmin uzlaşmaz savunusundan yana olan tüm örgütlü Troçkist kanadı, uluslararası bir örgütte bir araya getirmeye dönük bu girişim, bir yandan Troçkist hareket içersinde Mandelci revizyonizme karşı gelişen direnişin diğer yandan 60 yıllık bir mücadele birikiminin programatik ve örgütsel düzeyde geleceğe aktarılmasında öncül bir rol üstlenecektir. Aşağıda sunduğumuz belge, Moreno’nun uzun ve zorlu mücadele yaşamının tümünü adamış olduğu ve “sorunların sorunu” olarak adlandırdığı enternasyonalist, devrimci bir önderliğin inşası mücadelesinin en yüksek ifadesini bulduğu bir metin olmanın ötesinde bir anlam taşımaktadır. Bolşevik mirasın sürekliliğini temsil edegelmiş olan IV. Enternasyonalin zengin deneyimlerini, karşıdevrimci aygıtların ağır basınçlarıyla maruz kalınan sapmaları, geri çekilişleri ve ileri atılımları, dolayısıyla bir bütün olarak DE’nin tarihinin Marksist kavramlaştırmalara dayalı berrak bir çözümlemesini ve bilançosunu buluruz bu dokümanda. Güz | 2010 -

71


LIT-CI Kuruluş Tezleri Bu haliyle LIT-CI kuruluş tezlerini, yalnızca LIT-CI deneyimine ait bir belgeye indirgemek haksızlık olacaktır. IV. Enternasyonal’in başlıca tarihsel belgelerinden biri konumunu çoktan beri hak etmiş olan bu doküman, aynı zamanda, bürokratik ve karşıdevrimci aygıtlarla bütünleşmemiş, ortodoks Troçkist ilkelerde ve bu ilkelerden hareketle yeni bir enternasyonalist devrimci önderlik inşasında ısrar gösteren tüm kesimlerin önümüzdeki süreçte girişecekleri yeniden inşa çabalarında bir kalkış noktası, güncelliğini ve belirleyiciliğini koruyan bir referans olma niteliğini kazanmıştır. Enternasyonal bir örgütün ve önderliğin inşasına duyulan ihtiyaç 1 I. Dünya Savaşı ve Ekim Devrimiyle birlikte, kapitalizmin kriz ve can çekişme dönemi de başlamıştır. Proleter devrimi henüz bu can çekişmeye bir son vermeyi başaramadı, aksine insanlığın bütünü ve özellikle de onun en değerli ve üretici unsuru olan işçiler açısından acılar birikmeye devam ediyor. Can çekişmesiyle birlikte kapitalizm, kendisinin yanı sıra bir bütün olarak insan uygarlığını da mezara taşımakla tehdit ediyor. Ya da en iyimser ifadeyle, onun büyük çoğunluğu da çürümenin, sefaletin ve barbarlığın dipsiz kuyusuna sürüklüyor. Bu yüzyıl içinde yaşanan gelişmelerin en soğukkanlı tahlilinden hareketle, dünya sosyalist devriminin bu süreci tersine çevirmeyi başaramaması durumunda, karanlık bir geleceğin bizi beklemekte olduğunu söylemek hiç de abartma olmayacaktır. 2 Bunun anlamı, insan uygarlığının günümüzdeki en derin ve acil ihtiyacının dünya sosyalist devrimi olduğudur. Her geçen gün daha güç bir şekilde sahip olabildiğimiz gündelik en temel ihtiyaçlarımız –bir iş, aş ve ev sahibi olabilmekten özgürlüklere ulaşabilmemize dek– bu durumu özetlemektedir. Politik hattımız, ne bir ütopya ne de arzuların bir ifadesidir. Tümüyle maddi ve nesnel bir duruma dayanmaktadır; kapitalizmin can çekişmesi, her geçen gün dünya sosyalist devrimine duyulan ihtiyacı daha da derinleştirmektedir. 3 Bu nesnel ihtiyaçtan hareketle, kapitalizmin can çekişmesi çağı olarak tarif ettiğimiz bu dönem aynı zamanda, tarihte benzeri görülmemiş bir devrimler çağıdır da. Bu devrimci sarsıntılar, insanlığın tanık olduğu en derin sarsıntılardır. Bu derin sarsıntıların başlıca sonucu, bugün ondan fazla ülkede kapitalizmin mülksüzleştirilmiş olmasıdır. Ne var ki, bu devasa devrimci süreçler, dünya sosyalist devriminin nesnel ihtiyaçlarının altını doldurmayı başaramamışlardır. Aksine, bugün çelişik bir durumun eşiğindeyiz; bu devrimci sürecin ulaştığı en büyük zafer, insan uygarlığının üçte birinde kapitalizmin mülksüzleştirilmesi ve on kadar ülkede “işçi devletlerinin” kurulmuş olması, tam tersi sonuçlar vermişe benzemektedir. Bürokrasilerce yönetildikleri oranda ulusal işçi devletleri, dünya devrimi yolunda engele dönüşmüşlerdir. Bir yandan mevcut tüm işçi devletlerini –ayrım yapmaksızın– yöneten bürokrasiler, Brejnev’den Deng Xiaoping’e, Fidel Castro’dan Kim İl Sung’a birbirlerinden ayrılmalarına yol açtığı söylenen tüm politik farklılıklara rağmen statükonun devam ettirilmesi, yani dünya çapında kapitalizmin sürdürülmesini savunma çizgisinde buluşmaktadırlar. Herhangi bir “çifte karaktere” sahip olmaksızın ve tüm kanatlarıyla söz konusu bürokrasiler karşıdevrimcidirler. 72

Sosyalist Düşünce Dergisi


LIT-CI Kuruluş Tezleri Sahip oldukları gücü –yönettikleri ülkelerde kapitalizmin mülksüzleştirilmesi sayesinde elde ettikleri güç– gezegenin geri kalan bölgelerinde kapitalizmin mülksüzleştirilmesini engellemek için kullanmaktadırlar. Zira bu denge değişirse, o güne dek sahip oldukları ayrıcalıkları yitireceklerdir. Diğer yandan bürokrasiler, yönettikleri ülkeleri dünya kapitalist krizinin dipsiz bataklığında batırmaktadır ve ülkeleri her defasında daha fazla kapitalist emperyalizme bağımlı hale gelmektedir. Önceki dönemde yönetmekte oldukları ülkelerde, üretici güçlerin gelişimi açısından göreli olarak bir engel teşkil etmekte olan bürokrasiler, günümüzde planlı ekonomilerin önündeki temel engellere dönüşmüşlerdir. Bu anlamda, ayrımsız tüm işçi devletleri, dünya kapitalizminin kriz sürecinden doğrudan etkilenmektedir. Bu durum, SSCB’nin durgunluk ve çöküşünden, Çin, Kuzey Kore, Yugoslavya, Romanya ve Polonya’nın iflas abidelerine dönüşmesine dek pek çok etmenden okunabilmektedir. Bu çerçevede, bürokrasilerin gördüğü yegane çıkış noktaları, bir yandan tüm barbar kapitalist diktatörlüklerden daha da korkunç açlık ve aşırı sömürü planlarını kabul ettirmek ve diğer yandan giderek artan borçlanma oranlarıyla mevcut bürokratik işçi devletlerini emperyalist bankanın görünüşte birer yarı sömürgesine dönüştürecek dünya kapitalist pazarına yönelmektir. Polonya’daki bürokratik karşıdevrim, şu günlerde bürokratik ayrıcalıklarını sürdürebilmek için ve Batı bankalarına olan milyonlarca dolar borcunu karşılayabilmek için, proletaryayı ömür boyu sürecek kürek mahkumluğu koşullarına zorlama uğraşında. Anlatmaya çalıştığımız tam da bu; dünya proleter devriminin en büyük kazanımlarından birine –bir işçi devletine– sahip bir proleter, çelişkili bir şekilde yarı kölelik koşullarına mahkûm edilmiş durumdadır. 4 Dünyanın tanık olduğu en devrimci çağa girilmiş olmasından bu yana geçen 70 yıldan sonra, yaşamakta olduğumuz bu durum, bizi sorunların sorunuyla yüzleştiriyor doğrudan: dünya devrimci önderliği. İnsan uygarlığının en nesnel ve maddi ihtiyacı olan dünya sosyalist devrimi, bir dünya devrimci önderliği ile öznel bir karşılıklılık ilişkisine sahip. O olmaksızın diğerinin gerçekleşmesi de olanak dışı. Bu nedenle çözümsüzlük gün be gün, insanlığın krizini de derinleşmekte. Şurası çok açık ki, 60 yıldan fazla süredir yaşanmakta olan devrimler ve karşıdevimlerin kesin bir şekilde kanıtladığı üzere, uluslararası bir devrimci önderliğin yokluğunda ve bürokrasinin önderliğinde dünya sosyalist devrimi yolunda proletaryanın elde ettiği en büyük zaferler ve ilerlemeler dahi tam tersi sonuçlara dönüşmekte. Dünya sosyalist devriminin temel nesnel ihtiyacı, –bürokratik değil– enternasyonal devrimci bir önderliğe duyulan temel öznel ihtiyaçta somutlaşmaktadır. 5 1917 Ekim Devrimi –ki devrimler ve karşıdevrimler çağı bu aşamayla birlikte başlar– yalnızca tarihte ilk kez kapitalizmin mülksüzleştirildiği değil, aynı zamanda –bürokratik ya da küçük burjuva değil– devrimci bir önderlik altında gerçekleşmiş ilk devrim olma özelliği taşımaktadır. Lenin ve Troçki tarafından biçimlendirilen önderliğin hedefi Rus devriminin ilk safhasını oluşturduğuna inandıkları dünya sosyalist devrimi idi. Bu nedenle onlar açısından temel sorun, II. Enternasyonal’in yaşatmış olduğu ihanetin ardından –özellikle de Rusya’da iktidarın zaptından önceki dönemlerden başlayarak dünyadaki tüm enternasyonalistleri bir araya getirecek– uluslararası bir devrimci önderliğin inşası idi.

Güz | 2010 -

73


LIT-CI Kuruluş Tezleri Rus devriminin zaferi, Lenin ve Troçki açısından dünya sosyalist devriminin genelkurmayını, yani III. Enternasyonal’i, çok daha geniş bir çerçevede inşa etmek için muazzam bir olanak sunmuştur. 6 Kapitalizmi mülksüzleştirebilmeyi tarihte ilk kez başarabilmiş ve hâlen enternasyonalist bir devrimci önderlik tarafından gerçekleştirilmiş yegâne devrimin Rus devrimi olması ne bir tesadüfün ürünüdür ne de şaşırtıcıdır. Bu devrim uzun bir sürecin zirve noktasıdır. I. Dünya Savaşı öncesi emperyalizmin reformlar yoluyla ve barışçıl yayılma aşamasında II. Enternasyonal’in gözle görülür büyümesine tanık olunur. Bu Enternasyonal, sendikal ve parlamenter rekabete uygun, ama kesinlikle yararsız ve dahası karşıdevrimci partilerin bir federasyonundan ibarettir. Reformlar çağının sonu, bazı partileri devrimci savaş yoluyla iktidarın zaptı noktasına iter. Ama çelişkili bir şekilde, Rusya’nın özgün koşullarından kaynaklı olarak (reformist değil devrimciydiler, ulusal ölçekteki özellikleri ilerleyen süreçte dünya çapında genel nitelikler haline dönüşecekti) yeni tipte bir parti ve önderlik, yani Bolşevik parti gelişti: Bir devrimci savaş partisi ve enternasyonalist devrimci bir önderlik. Ekim’de önderliğin iktidarı zaptı ve III. Enternasyonali kurmasıyla sonuçlanan ulusal ve uluslararası süreç, sonuçları yarım yüzyıla yayılan, son derece zahmetli ve karmaşık bir gelişimin ürünü olmuştur. Bu süreçte yaygın ve uzun bir ulusal ve uluslararası deneyim süreci kendini açığa vurur: Paris Komününden, onun sonrasında Avrupa işçi sınıfı hareketinin yaşadığı yeniden örgütlenme sürecine –II. Enternasyonal– ve hatta Rusya’da halkçı devrimcilerin Marksizm öncesi devrimci girişimlerine dek uzanan bir deneyimin ifadesidir bu. Ama bütün bu sürecin içersinde belirleyici olan, bu önderliğin devrimlerden geçmiş olmasıydı. Açık bir gerçek olsa da bu durumun altını ısrarla çizmek önemli, zira sıklıkla göz ardı edilen de bir gerçek bu; devrimler olmaksızın, devrimci önderlikler oluşamaz. Aynı şekilde, büyük grevler ve sendikalar olmaksızın, güçlü sendikal liderler oluşturulamaz, on yıllara yayılacak bir öğrenme ve büyük devrimci sarsıntılar süreci yaşanmaksızın bir devrimci önderlik biçimlendirilemez. Bir başka deyişle, Rusya’da halkçıların hatalı fakat aynı zamanda kahramanca mücadelesi, II. Enternasyonal’in büyük sosyalist partileri ve hepsinden önemlisi, 1905 ve 1917 Şubatı olmasaydı, Ekim devriminin ve III. Enternasyonal’in devrimci önderliği de olamazdı. İşte bize göre, ilk enternasyonal devrimci önderliğe kaynaklık eden süreci değerlendirirken göz önünde bulundurmamız gerek temel etmenler bunlar. 7 Ulusal ve uluslararası devrimci bir önderliği biçimlendiren bu uzun tarih öncesi süreç, III. Enternasyonal ile birlikte niteliksel bir sıçrama yaşamıştır. Dünya sosyalist devriminin genelkurmayı inşa edilirken, dünya devriminin anahtar sorunlarını çözmenin yollarına girilmeye başlanmıştır. Ne var ki, Sovyet Partisi’nin ve devletinin bürokratikleşmesi, Bolşevik önderliğin tasfiyesini ve hemen ardından da III. Enternasyonal’in yozlaşmasını beraberinde getirmiştir. Bolşevik partinin çöküşü, neredeyse aynı zamanda III. Enternasyonal’in de çöküşü anlamına gelmiştir. Ulusal partilerinden hiçbiri, zamanında Bolşevik Parti’nin II. Enternasyonal karşısında üstlendiği rolü yüklenme kapasitesini gösterememiştir. Ulu74

Sosyalist Düşünce Dergisi


LIT-CI Kuruluş Tezleri sal önderliklerinden hiçbiri Stalin’e karşı bilinçli ve etkin bir muhalefet geliştirememiştir. III. Enternasyonal’in bütün ulusal örgütleri içinde en güçlüsü ve “devrimcisi” olan Alman Komünist Partisi, en hararetli şekilde Stalin savunuculuğuna soyunmuştur. Bu partinin önderliğinin, Hitlercilik karşısında göstermiş olduğu ihanetle çöküşü yalnızca dünya proletaryasının tarihte uğradığı en ağır yenilgi olmakla kalmamış, aynı zamanda III. Enternasyonal’in devrimci bir örgüt olarak defnedilmesini de tescillemiştir. 1933 yılında bu yozlaşma süreci en zirve noktasına erişecektir. Ulusal partilerinden bazılarının ulaşacağı bir devrimci zafer yoluyla ya da Kremlin’den koparak yeni bir devrimci önderliğin temel taşı olma görevini üstlenmesi olasılığıyla, Komünist Enternasyonal’in de yeniden hayat bulacağı umudu tümüyle ve nihai bir şekilde sona erecekti. III. Enternasyonal, uluslararası devrimci bir önderlik inşasında ilk ve en güçlü adımdı. Onun çöküşünden itibaren bu yaşamsal sorun, çözümsüz olarak kalacaktı. 8 Tam da bu dönemde Troçki, ileride en önemli tutkusuna dönüşecek sonucu çıkartmaktaydı: Yeni bir uluslararası devrimci önderliğin inşası. Dünya partisi olmaksızın ne ulusal devrimci önderliklerin ne de iktidarın zaptına uygun büyük devrimci işçi partilerinin gelişmesi olanaklıydı. Troçki için uluslararası önderlik, ulusal/uluslararası diyalektiğinde zincirin ilk halkasına dönüşecekti. 9 IV. Enternasyonal, ilk adımlarını Troçki’nin de hayatta olduğu bir dönemde ve Alman devriminin uğradığı felaketle (1918/23) başlayan ve II. Dünya Savaşı’yla zirve noktasına ulaşan, dünya devriminin ve proletaryanın aldığı ağır yenilgilerle belirlenen bir karşıdevrim sürecinde atmaya başladı. Stalinizmin ve faşizmin paralel bir biçimde yarattığı olgular, tüm dünyada işçi öncülerini ve devrimci öncüyü ya doğrudan fiziksel olarak tasfiye etti ya da hedeflerden saptırdı ve demoralize etti. Koca bir savaşçılar kuşağından geriye neredeyse birkaç düzine militan kalmıştı. Troçki ikinci kez, ve bu sefer ilkine oranla çok daha olumsuz koşullar altında uluslararası bir devrimci önderliğin inşasına girişti. III. Enternasyonal, dünya devriminin en büyük zaferinin ışığıyla halelenmişti, Dördüncü ise en ağır mağlubiyetlerle belirlenmekteydi. Bu nedenle akıntıya karşı kulaç atarak ve dahası aşırı derecede zayıflıklarla doğdu. Bununla beraber, söz konusu dönemde yaşanılan zayıflığın görece olduğu, ileride Troçki’nin ölümünün ardından yaşanacak zayıflık kadar nihai olmadığı da vurgulanmalıdır. Hareket, bu ilk aşamasında son derece güçlü ve belirleyici bir unsura sahipti. Önderliğinde Troçki bulunmaktaydı. IV. Enternasyonal’in ilk adımlarına eşlik eden önderlik, tarihin en yoğun ve güçlü devrimci deneyimlerine sahipti. Troçki, 1905 devrimine önderlik edenlerin arasındaydı ve Lenin’le birlikte 1917 yılında iktidarı ele geçirecek önderliği oluşturmuştu. III. Enternasyonal’i kurmuş ve ona önderlik etmişti. Tam da bundan ötürüdür ki, IV. Enternasyonal devasa bir kafa ve bu kafaya eşlik eden zayıf bir vücutla doğmuştu. Seksiyonlar, bu genel gerilik durumunun bir yansıması gibiydiler. Cannon’un Sosyalist İşçi Partisi (SWP) ve Sneevliet’in Hollanda ekibinin dışında hiçbir ulusal seksiyon işçi hareketinde deneyim sahibi kadrolara sahip değildi. Aşırı derecede zayıf, genel planda entelektüel marjinallerden ve işçi sınıfına yabancı sektörlerden oluşan önderliklerdi. Bu nedenle, uluslararası önderlik tarafından gerçekleştirilen hemen hiçbir temel Güz | 2010 -

75


LIT-CI Kuruluş Tezleri yönlendirme uygulanmadı ya da iyi uygulanamadı. Böylelikle bazı olağanüstü olanaklar da yitirilmiş oldu. Dahası dönem yaygınlaşmış bir gericilik dönemiydi, İspanya ve Fransa’da 1936 yılında yaşananlar türünden, daha ilerde devrimci mücadelelere dönüşecek büyük savunma savaşları verilmekteydi. Özellikle de İspanya’da 1936 devrimine dek yaşananlar, IV. Enternasyonal’in ele geçirdiği biricik fırsattı. Ama Andreu Nin ve önderliği, –Troçki’nin kendilerine önerdiğinin tam tersi bir hattı izlemeleri nedeniyle– eldeki her şeyi felakete taşıdı. Fransa’da benzer bir felaket, iki ayrı kapasitesiz önderlik yüzünden yaşandı. Sonuç olarak, Bolşevik Parti’nin ve III. Enternasyonal’in mirasçısı olan uluslararası önderliğin ağırlığına rağmen, akıntıya karşı kulaç sallamaya devam etmekteydik. Bu, ulusal önderliklerin marjinalliğinin ve korkunç deneyimsizliğinin bir yansımasından başka bir şey değildi. 10 Troçki’nin 1940 yılında katledilmesi, aynı zamanda IV. Enternasyonal’in maruz kaldığı en ağır politik darbe anlamına gelmiştir. Bu katliamın niteliksel soncu, en deneyimli önderliğin kaybıydı. Troçki’nin katlinin, bir uluslararası devrimci önderliğin inşası süreci açısından oynadığı belirleyici önem üzerinde hiçbir zaman gerektiğince durulmamıştır. Stalin’in onu öldürme konusundaki amansız takıntısı yalnızca basit bir intikam duygusundan fazlasını içermekte, ayrıntılı ve soğuk bir politik hesaba dayanmaktaydı; zira Troçki yaşadığı sürece, Bolşevik önderlik de yaşamaya devam edecekti. Troçki’nin ölümüyle başlayan gerileme, IV. Enternasyonal açısından niteliksel önemdeydi. O, dünya devriminin sevk ve idaresine ait yarım yüzyıllık bir tecrübenin kristalize olduğu bir kişiydi ve onun yokluğu IV. Enternasyonal açısından yarım yüzyıllık bir gerileme anlamına gelmekteydi. Onun ölümünün ardından IV. Enternasyonal, başlangıç noktasına, neredeyse sıfır noktasına geri döndü. Görece zayıflığı, mutlak bir zayıflığa dönüştü. Aşırı derecede zayıf ama anıtsal bir önderliğe sahip bir uluslararası örgütten, baştan ayağa, her düzeyde zayıf bir örgüte dönüştü. Bu yenilgi son derece trajik sonuçlara sahip olacaktı. Zira Rusya’da Nazi/faşist ordularının uğrayacağı mağlubiyetle birlikte, tarihsel eğilim yön değiştirmeye başlayacaktı. Yeni bir devrimci döneme girilmek üzereydi. Akıntı lehimize dönmek üzereydi, aleyhimize değil. Eğer Troçki bir önder olarak yalnızca bir 12 yıl kadar daha faaliyetini sürdürebilseydi, bu durum örneğin Bolivya’daki partimiz POR’un, savaş sonrası dönemde IV. Enternasyonal’in elde ettiği en devrimci olanağı harcayan Pablo’nun değil, O’nun önderliğinde daha fazla gelişmesi ve 1952 yılındaki devrime daha güçlü müdahaleler gerçekleştirmesi anlamına gelecekti. Bu durum bile inanıyoruz ki tarihin akışını başlı başına değiştirmeye ve bir uluslararası önderliğin inşası sürecini belirlemeye yeterdi. 11 II. Dünya Savaşı sürecinde yaşanan eğilim tersine dönmüştü: yeni bir devrimci aşama başlamaktaydı. Bu devrimci yükselişin gücü o denli muazzamdı ki, dünya kapitalist sisteminin kan kaybından ölmesi için şartlar istenenden de fazla olgunlaş76

Sosyalist Düşünce Dergisi


LIT-CI Kuruluş Tezleri mıştı. Zira devrim kıta Avrupası’nın başlıca ülkelerinde gündem haline dönüşmüştü. Ama emperyalizm ölüm hükmünü erteletmeyi başardı. Kremlin bürokrasisi ile varılan uzlaşma ve Yalta ve Potsdam karşıdevrimci anlaşmaları Batı Avrupa’daki devrime fren koydu. Ama bu karşıdevrimci zafer emperyalizme bedavaya mal olmadı, temel olanlar kurtarılmıştı ama muazzam yoğunlukta kayıplar karşılığında: Doğu Avrupa ve Çin. Yeni devrimci dönemin ilk dalgaları geride bir yan ürün olarak yeni işçi devleti oluşumları bırakmıştı. 12 I. Dünya Savaşı’nın yarattığı dalga, diğer ülkelerde zayıf ya da pratikte var olmayan önderlikler bulurken, Rusya’da güçlü, enternasyonalist bir devrimci önderlikle karşılaşmıştı. Bu nedenle neredeyse tüm Avrupa’yı saran Şubat devrimleri sarsıntısı, sadece Rusya’da Ekim devrimi boyutuna ulaşabilmişti. Bir başka deyişle, Rusya’da bilinçsiz proleter devrim, bilinçli proleter devrimine dönüştü. Sevk ve idaresinin olasılıkla küçük burjuva ya da bürokratik önderliklere teslim edileceği bir devrimden, uluslararası bir devrimci önderlikçe sevk ve idare edilen bir proleter devrime dönüştü. Diğer ülkelerde, Almanya, İtalya, AvusturyaMacaristan, Balkanlar ve Türk İmparatorluğunun Şubat devrimleri, burjuva devletlerinin yeniden inşası ya da güçlendirilmesiyle sonuçlandılar. Öte yandan, II. Dünya Savaşının ardından yaşanan devrimci yükseliş, istisnasız hemen hiçbir ülkede güçlü enternasyonal devrimci önderlikler bulamadı. Günümüze dek yeni bir Ekim devriminin yaşanmamış olmasının nedeni budur. Bu, günümüze dek Bolşevik devriminde olduğu gibi, muzaffer ya da mağlup ama enternasyonal devrimci bir önderlik tarafından yönetilen hiçbir devrimin gerçekleşmemiş olduğu anlamına gelir. Bu ikinci devrimci dönemde sonsuz sayıda Şubat devrimi yaşandı ve halen yaşanmaya devam ediyor. Bu durum tüm kıtalarda ve I. Dünya Savaşının akabinde yaşananlardan binlerce kez daha yoğun ölçeklerde gerçekleşmekte. Bu Şubat devrimlerinin ya da Şubat devrimci süreçlerinin büyük çoğunluğu klasik bir seyir izledi; belirli bir seviyede bürokratik ya da küçük burjuva önderliklerce, devrimci kalkışma ve sınıf mücadelesinin aşırı kutuplaşması, sınıfın sınırlarını parçalayıp onu burjuvaziyi mülksüzleştirmeye taşımadan önce frenlendiler. Bu örneklerin –ısrarla vurguluyoruz– büyük çoğunluğunda, son tahlilde burjuva devlet ya yeniden inşa edildi ya da görece bir dengeye kavuştu. Ama II. Dünya Savaşının ardından, her ne kadar Troçki tarafından soyut bir olasılık olarak öngörülmüş olsa da, önceki dönemde hiç yaşanmamış, tümüyle yeni bir durum gündeme girecekti: Şubat devrimleri. Yani küçük burjuva ya da bürokratik önderliklerce yönetilen, bir dizi olağanüstü nesnel faktörün ürünü olarak sınıfın sınırlarını aşarak, ulusal çerçevede kapitalizmi mülksüzleştirdiği ve böylelikle doğumundan itibaren bürokratikleşmiş işçi devletlerinin oluşumuna yol açan proleter devrimleri. Yugoslavya, Çin, Küba, Vietnam gibi devrimleri bu şekilde değerlendiriyoruz. Aynı şekilde Kızıl Ordunun ilerlemesi esnasında Doğu Avrupa’nın geri kalanında sermayenin mülksüzleştirilmesiyle sonuçlanan süreçleri de “kendine özgü Şubat devrimleri” olarak tanımlıyoruz. Bu sorun üzerinde dikkatle durmalıyız, zira ileride göreceğimiz üzere enternasyonal bir devrimci önderlik inşası mücadelesinin karşı karşıya kaldığı güçlükleri kavrayabilmek açısından bizlere önemli birikimler sunmaktadır bu alan.

Güz | 2010 -

77


LIT-CI Kuruluş Tezleri 13 Özetle tarihi ilerleme, olağanüstü eşitsiz bir gelişim şeklinde seyretmiştir. En gelişkin devrimci yükseliş dönemine –II. Dünya Savaşının hemen ardından– uluslararası bir devrimci önderlikten ve gerçek anlamda devrimci –enternasyonalist– ulusal önderliklerden yoksun olarak girdik. Troçki’nin öngörüsüne karşın, tarihsel sürecin ters yüz oluşu –karşıdevrimciden devrimciye doğru– otomatik olarak beraberinde, var olan yegâne enternasyonal devrimci önderlik durumundaki IV. Enternasyonal’in de eşit oranda güçlenmesini getirmemiştir. Bugün belirtmeliyiz ki, Troçki’nin ölümünün ardından geçen 40 yılda reddedilemeyecek bir gelişmenin deneyimlerini yaşadık, ama hâlâ bu hedefin –devrimci önderlik inşası– ışığını takip etmekteyiz. Ve bu durum bize hem nesnel devrimci şartların yoğunlaşmasından hem de bürokratik önderliklerin kaçınılmaz iflaslarından kaynaklı olarak, bir enternasyonal devrimci önderliğe duyulan gereksinimin azalmadığını, aksine her geçen gün daha da fazla yoğunlaşmakta olduğunu göstermekte. Troçki’nin öngörülerine rağmen, yeni bir devrimci döneme girmenin aygıtların otomatik bir şekilde çökeceği anlamı taşımamasının, nesnel açıklama sıralamamızda ilk sırayı işgal etmesi gerektiği düşüncesindeyiz. Zira, aygıtların kriz ritmi devrimci yükselişlerin ritmine nazaran daha yavaş işlemiştir. Bu eşitsizlik, belirleyici öneme sahip bir gelişmeyle en kızgın noktasına ulaşmıştır. Bir dizi ülkede kapitalizmin mülksüzleştirilmesiyle sonuçlanan ”Şubat devrimleri”, yani yeni bürokratik işçi devletleri. Kısaca açmak gerekirse; II. Dünya Savaşını takip eden yıllarda Kremlin’e bağımlı bürokratik aygıtlar, zayıflamamış aksine güçlenmişlerdir – aynı dönemde krizleri de başlamıştır–. İlk olarak, bu sektörleri geliştiren nesnel bir gelişme yaşanmıştır; dünya savaşı ve tüm emperyalizmlerin ve Rusya’daki bürokrasinin buna vesile olma biçimleri, Avrupa’daki en güçlü iki proletaryanın –Rus ve Alman– fiziken imha olmasına yol açmıştır. İkincisi, diğer ülkelerde devrime doğru yönelmekte olan –yani nesnel açıdan Troçkizme doğru yönelen– milyonlarca işçi ve eylemci, SSCB’yi faşizmi alt etmiş bir güç olarak görmeye başlamış ve ardından Doğu Avrupa’da sermayenin mülksüzleştirilmesi ve Çin devrimi gelmiştir. Dünya devriminin bu zaferleri, hatalı bir şekilde bunların Stalin’in eseri olduğuna inandırmıştır bu kesimleri. Böylece yüz binlerce mücadeleci işçi, özellikle de Batı Avrupa’da Stalinist partilerin bataklığına gömülmüşlerdir. Ardından Kremlin aygıtının krizi başlamıştır. Ne var ki bu durumun sonuçları derhal ortaya çıkmamıştır. Sonuçlar iki dönüştürücü engelin belirmesiyle birlikte 60’lı yıllarda ortaya çıkacaktır: Maoculuk ve Castroculuk. Yeni işçi ve öğrenci öncü kuşakların eski Komünist Partilerden iyiden iyiye kopmakta ve uzaklaşmaktaydılar. Ne var ki, çekim gücü Troçkizmde değil, prestijlerini yitirmiş komünist partilerin yarattığı karmaşada, devrimci bir bayrak dalgalandırmakta oldukları izlenimini yaratan Şubat devrimlerinin kestirmeci önderlikleri Maoculukta ve Castroculuktaydı. Amerika’da ve Avrupa’da radikalleşmiş yeni bir eylemci kuşağı kitlesel bir şekilde, Castrocu gerillacılığa, Maoculuğa ya da genel olarak aşırı sol merkezciliğe doğru akmaya başlar.

78

Sosyalist Düşünce Dergisi


LIT-CI Kuruluş Tezleri Bu uluslararası engellere bir de II. Dünya Savaşının ardından doğan ya da gelişmeye başlayan burjuva ya da küçük burjuva milliyetçi hareketler eklenecektir. Arjantin’de Peronculuk, Bolivya’da MNR, pek çok Arap ülkesinde etkin olacak Nasırcılık, Cezayir’de MNA ve ardından FNL, vs. Son dönemde ise bu durum niteliksel bir dönüşüme uğramakta. Politik devrim ve aygıtların yaygınlaşan krizi, öylesine bir noktaya ulaşmış durumdaki, bugün olağanüstü ölçüde önü açık bir yolda ilerlemekte olduğumuzu söyleyebiliriz. Tüm bürokratik önderlikler, milliyetçi hareketlerin büyük çoğunluğunda da yaşandığı gibi baş döndürücü bir prestij kaybı sürecinden geçmekteler. Günümüzde Maoculuk, hiçbir radikalleşmiş eylemci eğilim üzerinde çekici bir etki yaratabilme kapasitesine sahip değil. Orta Amerika’yı dışarıda tutarsak, aynı durum dünyanın geri kalan bölgelerinde Castroculuk açısından da geçerlidir. Polonya’da yaşananlar, hem kılık değiştirmiş “devrimci akımlar” hem de Kremlin’e bağlı olanlar açısından ölümcül sonuçlar yaratacaktır. Bu açıdan, Peronculuğun, APRA’cılığın1 ve milliyetçi hareketlerin büyük çoğunluğunun, otuz yıl önceki düzeylerinin gölgesine bile sahip olmadıklarını görmek hiç zor olmayacaktır. Kategorik olmak zorundayız, zira Troçkizm ile kitleler arasındaki bürokratik engellerin çökmekte oluşu, mevcut dünya durumunun bizler açısından en canlı ifadesine dönüşmüştür. Kitleler eski önderliklerine her defasında daha az güvenmektedir. Yeni işçi ve öğrenci eylemci kuşağı, kendilerini aygıtlarca ihanete uğramış hissetmektedir. 14 Enternasyonal devrimci bir önderliğin inşası sürecinde yaşanan büyük güçlükler ve gecikmeler, aynı zamanda bir dizi derin öznel faktörün de ürünüdür. Daha önce de altını çizmiş olduğumuz gibi, Troçki’nin ölümüyle birlikte IV. Enternasyonal önderliksiz kalmıştır. Önderliğin yeniden oluşturulması sürecine, o dönemdeki son derece zayıf ve tecrübesiz ulusal önderlikler temelinde girişilebilmiştir. Diğer yandan, Bolşevik ekibin ve III. Enternasyonal’in inşa süreci tarihinden de gördüğümüz gibi, enternasyonalist devrimci bir önderliğin inşası uzun ve zorlu bir süreçtir. Hata ve başarıların deneyimleriyle ve özellikle de büyük işçi ve kitle hareketi mücadelelerine devrimci ve karşıdevrimci süreçlere katılarak on yıllar boyunca öğrenmeyi gerektirir. Sözün bittiği yerdeyiz, dünya işçi hareketinin ve tüm insanlığın ete kemiğe bürünen en zorlu göreviyle karşı karşıyayız. II. Dünya Savaşının ardından, kısa ya da orta vadede güçlü bir enternasyonal devrimci önderliğin çıkmış olması mucizevi bir gelişme olurdu. Ama günümüz politikasında mucizelere yer yoktur. Mucizeler Ortaçağla beraber ömürlerini tamamlamıştır. 15 Öte yandan, bir enternasyonal devrimci önderliğin inşa sürecini etkileyen öznel faktörleri de derinlemesine ele almak durumundayız. Sürekli olarak “zayıflık” ve “hatalardan” söz etmek, bizleri soyut tanımlamalar yapmaya itecek ve sınırlayacaktır. Belirtmeliyiz ki temel “zayıflık” ve büyük “hata” bir ada ve soyada sahiptir: Revizyonizm. 1 Alianza Popular Revolucionaria Americana (Amerika Devrimci Halk Hareketi): Peru’da gelişip Orta Amerika’ya yayılan merkez sol milliyetçi hareket. Güz | 2010 -

79


LIT-CI Kuruluş Tezleri Bu uzun yürüyüş boyunca sınıf mücadelesinde yaşanmış her büyük gelişme, –özellikle de dünya ölçeğindeki her bir devrimci zafer– hareketimiz içinden bazı sektörlerde, bu zaferlerin bürokratik ya da milliyetçi önderliklerine yönelik bir uyarlanma eğilimi geliştirmesine yol açmıştır. Enternasyonal bir devrimci önderlik inşası için mücadele –tıpkı ulusal devrimci önderliklerinde inşasında olduğu gibi– önümüze, kitleler karşısında bizimle mücadele hâlindeki tüm bürokratik ya da milliyetçi önderliklerin alt edilmesi görevini dayatmaktadır. Devrimci bir önderliğin inşası süreci, bu nedenle aynı zamanda –Geçiş Programında da eşsiz bir biçimde vurgulandığı gibi– kitle hareketi içindeki tüm bürokratik ya da küçük burjuva akımlara karşı yürütülecek durmak bilmez bir mücadele anlamı taşımaktadır. İşte revizyonizmin uygulamadığı şey tam da budur. Hareketimiz içinde yer almış tüm farklı revizyonist eğilimler aslına bakılırsa her zaman bir ortak özelliğe sahip olmuşlardır; bu akımlara karşı durmak bilmez bir mücadele yürütme görevini bir kenara bırakmak, öte yandan herhangi bir bürokratik ya da milliyetçi eğilimle, onun hâlen ilerici ve devrimci bir rol üstlenmekte olduğunu varsayarak, bir tür blok oluşturmak. Bu uyarlanma çabalarını çeşitli biçim, renk ve ölçülerde örneklemek mümkündür. Ama yol açmış oldukları sonuçlar hep aynı olmuştur. Bu girişimlerin tümü, tasfiyecidir. Altını çizmek istediğimiz nokta, bu tasfiyeci eğilimlerin, enternasyonal devrimci bir önderliğin inşası uzun yürüyüşünde, karşılaştığımız temel bir öznel engele dönüşmüş olmasıdır. Bu uzun yürüyüşü, gelişmeler karşısında kendisini ilkeli ya da revizyonist pozisyonlarla ifade eden eğilimler arasındaki bölünmeler ve birleşmeler tayin etmiştir. Bizler de bu gerçekten azade, özgün bir örnek değiliz. Bolşevik önderliğin ve III. Enternasyonal’in inşasına yol açan süreç de bir dizi kopma ve birleşme aşamasının ürünü olmuştur. 16 Belirtmiş olduğumuz nesnel ve öznel faktörler arasındaki bağlantı, bize aynı zamanda bu uzun yürüyüş esnasında yaşanan aşamalara dair özlü bir tanımlama yapma olanağı sunmaktadır. II. Dünya Savaşının ardından IV. Enternasyonal, Michel Pablo’nun başını çektiği bir uluslararası önderlik oluşturdu. Bu ekip, aşırı derecede zayıf ve tecrübesiz ulusal önderliklerin bir iz düşümüydü. Ama öte yandan, önceki bozgun dönemiyle kıyaslandığında böylesi bir önderlik ekibinin oluşturulması bile başlı başına bir ilerlemeydi. Bu önderlik işbaşına geçtiğinde, zaten marjinalleşmiş durumdaki birçok grup ya da sektör silinmiş durumdaydı. Pablo’nun önderliği, “yeni işçi devletleri” türünden özgün olgulara yanıtlar geliştirme gayretine girişti ve özellikle de işçi ve kitle hareketine doğru itmek suretiyle Troçkist grupçukları marjinallikten çıkartmaya çabaladı. Ama belirtmiş olduğumuz gibi, savaşı takip eden dönemde yaşanan devrimci yükseliş beraberinde otomatik bir şekilde Stalinist bürokrasinin de alaşağı olmasını getirmemişti. Tam tersine bu süreç, Stalinizmin aygıtlarını tam da krizlerinin başlamakta olduğu bir dönemde anlık bir güçlenmenin eşiğine taşımıştı. Bu heybetli engel, Troçkizmi bir yana, kitleler ve eylemcileri diğer yana düşürerek dikilmekteydi. Bir de bu duruma ek bir güçlük eklendi: sömürge ve yarısömürgelerde hızla güçlenmekte olan büyük milliyetçi hareketler. 80

Sosyalist Düşünce Dergisi


LIT-CI Kuruluş Tezleri Öte yandan bu büyük nesnel zorluklar, bir diğer öznel faktörle birleşti. Pablo Stalinizme ve milliyetçi hareketlere dönük bir uyarlanma politikası geliştirmeye başladı. Pablocu önderlik ekibi –sermayeyi mülksüzleştirme noktasına dek gelen “Şubat devrimlerinin” yol açtığı– yeni işçi devletlerinin oluşumundan ve milliyetçi hareketlerin süratle filizlenmekte oluşundan derin bir şekilde etkilenmiş durumdaydı. Bizce eğer bu revizyonist uyarlanmacılık hâkim olmasaydı, 50’li yıllarda IV. Enternasyonal, hızlı bir şekilde gelişebilirdi. Avrupa’daki tüm ülkelerde ve ABD’de kitlelere giden yol hâlâ aygıtlarca tıkanmış olmasına karşın ve hatta ekonomik patlama ve sosyal barış dönemi başlamakta olmasına rağmen, Troçkizmin artık bir kitle hareketi akımına dönüştüğü Bolivya gibi olağandışı durumlar söz konusuydu. Pablo revizyonizmi, 1952 Bolivya devrimine ihanet etti ve böylelikle, IV. Enternasyonal’in o ana dek elde ettiği en büyük fırsatın heba olmasına yol açtı. MNR hükümetine uyarlanma yerine ilkeli bir politikada ısrar, Troçkizmi Latin Amerika’daki tüm öncüler nezdinde de devrimci bir seçenek haline getirmiş olacaktı. Pablocu Uluslararası Sekreterliğin yol açmış olduğu felaketler karşısında, Uluslararası Komitenin oluşturulması (SWP, Healy, Lambert ve Latin Amerika Ortodoks Troçkizmi ile birlikte) belki olumlu ve fakat çelişkili bir başka bilanço aşamasını ifade etmektedir. Ne SWP, ne Healy, ne de Lambert demokratik merkeziyetçilik temelinde bir enternasyonal önderlik inşasından yana olmadılar. Onlar açısından, Uluslararası Komite ulusal partilerin bir federasyonundan başka bir anlama gelmemekteydi. Bu politik anlamı daha ileride ortaya çıkacak organize bir revizyonizmdi. Kısa sürede, krize girmiş durumdaki Pablocu revizyonizmi sonlandırmaya dönük ciddi bir mücadele yürütülmeyeceği anlaşılacaktı. Ama çelişik bir şekilde Uluslararası Komite çerçevesi, yalnızca Latin Amerika düzeyinde sınırlı kalsa da yeni bir enternasyonal önderlik inşası deneyimine yani SLATO’ya da bir zemin hazırlayacaktı. Hatırlayalım, SLATO’nun2 Hugo Blanco’nun köylü hareketini oluşturmasına yol açan politikası, hareketin yenilgiye uğramasına ve Peru Troçkizminin tüm korkunç politik ve örgütsel zayıflıklarına rağmen Troçkizmi bu ülkede bir kitle hareketi akımına dönüştürmüştür. SLATO olmaksızın bu ilerlemeler kaydedilemezdi. Bu mütevazi bölgesel enternasyonal önderliğin varlığı ve işleyişi, aynı zamanda bize Arjantin’de Troçkizmin oluşturmuş olduğu politik ağırlığı açıklayan bir temeldir; ilkeli bir enternasyonal önderlik referansı olmasaydı Arjantin ve tüm Güney Amerika Troçkizmi çılgın Posadas’ın ellerinde mahvolacak ya da Arjantin’de Abelardo Ramos ve Bolivya’da Moller örnekleriyle yaşandığı gibi milliyetçi hareketlerce sindirileceklerdi. 1963 birleşmesi çelişik karakterli bir diğer büyük ilerlemeyi ifade etmektedir. Birleşme, o dönemde sınıf mücadelesindeki en ciddi gelişmelere –Küba Devrimi– ilkeli bir tarzda yanıtlar geliştirme çabaları temelinde gerçekleşmiştir. Healy ve Lambert’in karşıt tutumlarına rağmen, Küba doğru bir biçimde bir işçi devleti olarak tanımlanmış ve Troçkizmin dünya çapında bir merkezi görevi olarak Yankee emperyalizminin saldırılarına karşı onu savunma görevi öne konmuştur. Bu değerlendirmeler içinde aynı zamanda Küba devriminin çok sayıda devrimci öncünün geleneksel partilerden kopmasına yol açarak, Moskova yanlısı komünist parti aygıtları açısından da ciddi bir darbe anlamına geleceği sonucuna ulaşılmıştır. Bu doğru tutum sayesinde 1968 Mayısı’nda Fransa ve tüm dünyadaki devrimci yükselişe müdahale etmeyi başarabildik. Bu fırsattan yararlanmayı bilmek, aynı zamanda tüm dünyada gözle görülür ilerlemeler kaydetmemizde ve Fransa’da LCR’nin 2 Secretariado Latinoamericano del Trotskismo Ortodoxo – Latin Amerika Ortodoks Troçkizm Sekreterliği. Güz | 2010 -

81


LIT-CI Kuruluş Tezleri binden fazla militana sahip ilk Troçkist parti olmasında belirleyici oldu. Diğer yandan, bu birleşme sürecine katılmayan Lambert’in örgütünün, Fransa Mayısı trenini tümüyle kaçıracak olması bir tesadüf değildi. –Healy ile birlikte– geçireceği nihai evrim onu ulusal bir tarikat olmaya mahkum edecekti, ki bu da birleşme sürecinin bilançosunda negatifler hanesine yazılmalıdır. Ama aynı zamanda, 1963 birleşmesi tümüyle bürokratik bir biçim altında gerçekleştirilmişti. Bu birleşme SWP ile dağılmakta olan Pabloculuk içinden çıkan Mandel eğiliminin tepeden inmeci bir anlaşmasının ürünüydü. Bu nedenle Pablo revizyonizminin ne anlama geldiğine dair en ufak bir bilançonun yapılmasına bile gerek duyulmamıştı. Böylelikle yeni bir revizyonist uyarlanmanın temelleri de şekillenmeye başlayacaktı. Bu kez Castroculuğa ve daha ikincil olarak Maoculuğa. Belirtmiş olduğumuz gibi, yeni bir olguyla karşı karşıyaydık; Küba devrimi ve Maoculuğun Moskova’dan kopuşu, Moskova’ya bağlı komünist partilerce kandırılmış yığınsal işçi ve öğrenci öncüleri nezdinde bu akımları son derece kuvvetli birer çekim merkezine dönüştürmekteydi. Birleşik Sekreterlik bu yeni olguya teslim olacaktı. Birleşik Sekreterliğin revizyonist uyarlanmaları, başlangıçtaki başarılarını aşarak onun ikincil doğası haline dönüşecekti. Castroculuğa teslimiyet onun temel takıntısı haline gelmiştir ve hâlen de öyledir. Ama bu durum, Avrupa komünizmine ya da Portekiz devriminde MFA’ya yönelik teslimiyetinde olduğu gibi, karşılaşılabilecek her politik olgu karşısında BS’nin çok yönlü ve oynak bir revizyonizm geliştirmesine de engel oluşturmamıştır. Şimdiyse Fransa sosyal demokrasisinin seçim zaferiyle başı dönmekte olan BS ve onun Fransa seksiyonu LCR, Pierre Lambert ile birlikte Mitterand’ın ilk Troçkist uşakları olma görevine hazırlanmaktalar. BS’nin Castrocu revizyonizmi en az Pablocu revizyonizm kadar tasfiyeci olmuştur. BS, gerillacı aşamasında, yüzlerce kadronun imhasıyla beraber, Arjantin’de PRT-ERP ve Bolivya’da POR gibi pek çok seksiyonun da yok olmasına yol açmıştır. Mandelci revizyonizm, Nikaragua devrimi sayesinde yeni rekorlara imza atabilir. Pablo’nun Bolivya’daki Paz Estensorro hükümetine yönelik pozisyonunda olduğu gibi, BS de, Robelo, Violeta Chamorro ve FSLN’nin ulusal yeniden inşa hükümetinin emirlerine tümüyle itaat etmektedir. Bu itaatkarlık öylesine uç noktalara ulaşmıştır ki, özellikle Nikaragua’da ve genel olarak da Orta Amerika ülkelerinde Troçkist partilerin inşasını yasaklama aşamasına gelir BS. Bu nedenle Troçkist partileri inşa etmeye girişen Troçkistleri tutuklayarak vahşice işkence eden Nikaragua ve Panama hükümetlerini alkışlamayı da marifet saymıştır. Bu gelişme BS’yi parçalanmaya taşımıştır. Ama BS’nin bu revizyonist uyarlanmacı süreci karşısında, bir başka süreç daha işlemektedir: ortodoks ve ilkeli akımların gelişim süreci. 60’lı yıllardaki kazanımlarının ardından BS, bir duraklama ve gerileme dönemine girmeye başladığında, 60’lı yıllarda çok daha dinamik bir gelişim kaydeden ortodoks akım tam tersi bir çıkış yakalayacaktır. Zira bu akım, –BS 60’lı yıllar boyunca yalnızca karşıdevrimci aygıtlara uyarlanmaya kafayı yormaktayken– tavizsiz bir mücadeleyle tüm milliyetçi hareketlerin ve bürokratik aygıtların krizinden en çok yararlanmış akım olacaktır. PST ile SWP arasında, Leninist-Troçkist Eğilim’in (TLT) ve Hizip’in (FLT) oluşturulması ilk önemli adım olmuştur. Bu oluşum, dünyada bir ikinci örnek olarak, Arjantin’de 1000’i aşan militana sahip güçlü bir Troçkist partinin kurulmasını da beraberinde getirmiştir. Bu gelişim, SWP’nin saflarımızdan ayrılmasından sonra da durmamış aksine yeni mevziler kazanılmaya devam edilmiştir. 82

Sosyalist Düşünce Dergisi


LIT-CI Kuruluş Tezleri Altını çizmek gerekir ki, başka hiçbir Troçkist akım yalnızca 5 ya da 6 yıl içersinde elde edilen bu gelişim ritmini yakalayamamıştır. Bazı örnekler verelim; Kolombiya’da Sosyalist Bloğun (BS) kazanılması ve PST’nin inşası, 1975 yılında yalnızca 5 militanla yola çıkan Brezilya’dan Sosyalist Birliğin (CS) gelişimi, Orta Amerika’da kaydedilen gelişmeler ve Simon Bolivar Tugayının oluşturulması ve Nikaragua devrimine müdahale, ABD’de yaşamakta olduğumuz ilerlemeler, İspanya’da PST’nin inşası ve Şili’de Troçkizmin yeniden inşasına girişilmesi, vs. Şüphesiz bir zafer yürüyüşünden söz etmiyoruz, aksine anlaşılabilir ölçülerde bir hatalar ve krizler süreci eşlik etmiştir bu sürece. Ama bu durum perspektifimizi kaybetmemize de yol açmamalı, zira sözünü ettiğimiz yürüyüş yükseliş içeren bir yürüyüştür. Bolşevik Hizip (FB) 1979 yılında tüm Troçkist hareketin yönelimini belirleyecek bir adım attı. 17 Nikaragua devrimi, Simon Bolivar Tugayının (BSB) bu devrime müdahalesi ve BS’nin Castroculuğa ve Sandinizme tümüyle teslimiyeti, 1979 yılında BS’yi parçalanmaya taşıdı ve genel olarak Troçkist hareketi BS’nin içinde ya da dışında yeniden pozisyon almaya zorladı. Nikaragua gelişmeleri, eski CORCI ile eski FB’nin devrimci ilkelerin savunusu temelinde bir araya gelmelerine yol açtı. Böylece ilk olarak İkili Komite ve ardından da IV. Enternasyonal Uluslararası Komitesi (CI) oluştu. Bu günse Uluslararası Komite (CI) yok. OCİ önderliğinin Mitterand hükümetine ve genel olarak da Fransız sosyal demokrat aygıtına revizyonist uyarlanması nedeniyle bu örgütlenme de çökmüş durumda. OCI önderliğinin Mitterand’a teslimiyeti –LCR ile birlikte– Troçkist hareketin tarihindeki en büyük ihanettir. İhanet, Pablo’nun Bolivya’da 1952 yılında yaptıklarıyla aynı düzlemde hatta daha da kötüdür. Durumu böyle değerlendirmemizin bir nedeni var, zira Troçkizm artık Fransa’da Fransız politik hayatının tarihsel akımlarından birine dönüşmüş durumdadır. Sıfırdan başlayan değil aksine birkaç bin militanı bir araya getiren ve son derece geniş bir sempatizanlar yığınına hitap eden partilerden söz ediyoruz. OCI ve LCR’nin –uşaklıkta limitleri zorlayarak– halk cephesi hükümetine yönelik uyarlanmaları, Fransa’da kitle desteğine sahip devrimci işçi partileri inşa etme fırsatına sırt çevirmekte oldukları anlamına gelmektedir. Böylesi bir parti yalnızca PCF –Fransız Komünist Partisi– ve PS’ye –Sosyalist Parti– ve onların halk cephesi hükümetlerine karşı tavizsiz bir mücadele yürütülerek kurulabilir. Ancak bu şekilde, işçi ve halk hareketi bu hain partiler karşısında hayal kırıklığına uğradığında onları kazanmak mümkün olacaktır. Oysa bu hattın tam tersini takip eden Lambert, Mandel ve hatta Pablo şimdilerde Mitterand’ın “Troçkist uşakları” rolünü üstlenmektedirler. OCI’nin gerçekleştirdiği bu teslimiyetçilik aynı zamanda IV.Enternasyonal Uluslararası Komitesi’in (Cİ) kuruluşunun da taktik bir hata olduğunu göstermektedir. Böyle diyoruz çünkü, birleşme OCI önderliğinin hatalı bir şekilde tanımlanması temelinde gerçekleşmiştir. Onları ortodoks ve ilkeli olarak değerlendirmekteydik. Tümüyle hatalıymışız. Lambert’in Pablocu/Mandelci gelenekten çok farklı yeni bir revizyonizm çeşidi geliştirmekte olduğunu –Sosyal Demokrasiye uyarlanmak- görememişiz. Somut açıdan, OCI önderliği Fransız sosyal demokrasisinin Mitterand akımıyla ve emperyalizmin ajanı, tescilli grev kırıcı Andre Bergeron’un önderliğinde bulunduğu Güz | 2010 -

83


LIT-CI Kuruluş Tezleri Force Ouvriere sendikal bürokrasisiyle son derece geniş politik ve örgütsel ilişkiler geliştirmiştir. Lambert, Mitterand ve Bergeron’un politikalarının “Troçkist” tercümanıdır. Hem eski Bolşevik Hizip (FB) hem de eski CORCI geleneğinden gelenler olarak, OCI önderliğinin ilkeli karakterine dair bir şüphe beslemiyorduk. Bu karakterizasyonda yapmış olduğumuz hatadan ötürü, eski IV.Enternasyonal Uluslar arası Komitesi (Cİ) –böyle olmasını arzuladığımız için değil, gerçekten böyle olduğu için– ilkesiz bir cepheye dönüştü. Kuruluş konferansında onayladığımız programatik tezleri, ilkeli tezler olarak değerlendirmeye ve savunmaya devam ediyoruz. Ama deneyim göstermiştir ki henüz tamamlanmamışlardır; Pierre Lambert’inki de dahil olmak üzere her tür revizyonizmden uzak kalabilmek için, en azından biri halk cepheleri, diğeri sosyal demokrasi olmak üzere yeni tezlerle desteklenene kadar eksik kalacaktır bu tezler. Diğer yandan belirtmeliyiz ki, söz konusu hata stratejik değil, taktiktir. Bu acı krizden güçlenerek çıkan, OCI önderliğinin revizyonist akımı değildir. Tam tersine uluslararası bir eğilim olarak paramparça olmuşlaradır. Perspektifleri Healy’ninkiyle aynıdır: bazı ülkelerde acentelere sahip ulusal bir tarikat olarak kalmak. 18 Bu uzun yürüyüşün bilançosunda bir senteze ulaşmak için ya da diyelim ki, karmaşaya yol açmadan, materyalist bir açıklama geliştirmek için, iki referans noktası arasındaki ilişkiyi ölçü almalıyız. İlki, bir enternasyonal devrimci önderliğin inşasına duyulan yakıcı nesnel ihtiyaç. Bu referans noktasıyla ilişkili olarak belirtmeliyiz ki, sınıf mücadelesi bu ihtiyacı her geçen gün daha da keskinleştirmektedir; bu noktada ikameci tutumları, Pierre Lambert’inki gibi kriz halindeki akımlara ve tarikatlara bırakarak son derece net olmak durumundayız. Ama bu uzun yürüyüşün hassas bir biçimde çıkartılması gereken bilançosuna dair daha az önem taşımayan ikinci referans noktası ilkinden daha maddi ve nesneldir. Bu ikinci referans noktası, mücadelemizde ilerlemeler kaydedip kaydetmediğimizdir. Bu noktaya ilişkin olarak da kategorik bir yanıt geliştirmek durumundayız; Troçkizmin ilerlemesi yapılan tüm hatalara, dahası revizyonizmin en korkunç “hatalarına” rağmen muazzam olmuştur. Bu süreç çerçevesinde göz önünde bulundurulması gereken bir başka gerçek ise, son on yıl içinde en dinamik ve farklı ülkelere yayılarak sayısal ölçekte de en çok gelişme kaydeden akımın bizim ortodoks akımımız olduğudur. Bugün, 1979 yılında BS’nin parçalanmasından ve eski IV.Enternasyonal Uluslararası Komitesi’nin yaşadığı krizin ardından, Troçkizmi sahiplenen ve gerçek bir enternasyonal işleyişe sahip iki –evet yalnızca iki- yapılanma mevcuttur: revizyonist Birleşik Sekreterlik ve bizim akımımız. Gerek Healy gerekse Lambert yurt dışındaki bir kaç uydularıyla birlikte ulusal tarikat görünümüne gömülmüş kalmışlardır. 19 Uluslararası devrimci bir önderliğin, kitle mücadelelerine nüfuz etmiş seksiyonlara sahip IV. Enternasyonal’in inşası mücadelesini sürdürebilmek açısından, önce BS revizyonizme ve ardından da OCI revizyonizmine karşı ilkeli tutum geliştirmiş olan tüm önderler, gruplar ve partiler olarak şimdi demokratik merkeziyetçilik temelinde bir enternasyonal örgüt inşa etmeliyiz; bir başka deyişle, acil bir şekilde demokratik 84

Sosyalist Düşünce Dergisi


LIT-CI Kuruluş Tezleri merkeziyetçi kurallarla işleyecek bir uluslararası önderlik oluşturmalıyız. Böyle düşünüyoruz zira, bu uzun yürüyüşün tüm deneyimlerinin de doğruladığı üzere, Troçki’nin ulusal devrimci partilerin inşasında ilerlemeler kaydedilebilmesi için bir enternasyonal devrimci önderliğin kaçınılmaz bir zorunluluk olduğu yönündeki yaklaşımını tümüyle paylaşmaktayız. Bu yaklaşım bir diyalektik bütünlük sergilemektedir: ulusal ölçekte elde edilen zaferler, enternasyonal gelişme açısından belirleyici önem taşırlar. Örneğin LCR’nin Fransa Mayısı’ndaki büyük başarısı Troçkizmin özellikle İspanya, diğer Avrupa ülkeleri ve Latin Amerika’daki muazzam gelişimi açısından belirleyici bir etmen olmuştur. Arjantin’de PST’nin 1969/76 yıllarındaki devrimci kriz esnasında gerçekleştirdiği sıçramalar, Brezilya, Kolombiya ve diğer ülkelerde Troçkizmin gelişimi açısından belirleyici bir etmen olmuştur. Aynı şekilde, herhangi bir ülkede bir Troçkist parti önderliğinde gerçekleştirilebilecek bir devrimci zafer, dünyanın tümünde kitlesel bir devrimci işçi seferberliğinin önünü açacaktır. İşte o an IV. Enternasyonal, tıpkı III. Enternasyonal gibi kitleleri etkileyen bir dünya partisine dönüşmeye başlayacaktır. Ama akıldan çıkartmamamız gerekir ki, Troçkizm açısından bir enternasyonal önderlik olmaksızın ne geçmişte bir ulusal zafer elde edilmiştir ne de gelecekte elde edilecektir. Troçkizm, Fransa Mayısı’nda 1963 birleşmesinin ve BS önderliğinin sayesinde zaferler elde etmiştir. Öte yandan, Lambertçi tarikatın, savaş sonrası Fransız halkının ve proletaryasının o en şanlı devrimci mücadelesinin dışında kalması bir tesadüften kaynaklanmamaktadır. 1969/76 yıllarında Arjantin’de PST’nin kaydettiği sıçramalar da SLATO, 1963 birleşmesi ve ardından TLT-FLT’nin oluşumu gibi enternasyonal ilişkileri hesaba katılmaksızın anlaşılamaz. Buna karşılık, Arjantin’in yakın döneminde yeşeren tüm ulusal “Troçkist” akımlar ve partiler –Jorge Abelardo Ramos’un FIP’i gibi bazıları çok güçlü akımlar- istisnasız yozlaşmışlardır. Aynı şekilde, ilk etapta TLT-FLT ve ardından TB-FB’nin üstlendiği enternasyonal önderlik olmasaydı ne Kolombiya’da PST, ne Brezilya’da CS, ne İspanya’da PST, ne de bir bütün olarak Latin Amerika Troçkizmi ve ABD’de kaydettiğimiz ilerlemeler var olabilirdi. Arjantin PST’sinde yaklaşık 3 yıl önce yaşanan krizin çözümü açısından Kolombiya PST’sinin üstlendiği rolde görüleceği üzere, enternasyonal bir önderlik olmaksızın bu tip ilerlemeler var olamazdı. Bu deneyimin olumlu bir deneyim olduğunu söylüyoruz. Bu deneyimi yaşarken çok büyük hatalar yaptık ama her şeye rağmen uluslararası bir önderliğimiz olduğu için bu hatalardan sıyrılmayı ve ilerlemeler kaydetmeyi başardık. Uluslararası bir önderliğe ve demokratik merkeziyetçi bir örgütün inşasına duyulan ihtiyaç, gelecekte de azalmayacak, aksine daha da fazlalaşacak. Zira nesnel durum –aygıtların yıkımı ve devasa ölçüde prestij yitirmesi– Troçkizme daha önce hiç sahip olmadığı olanaklar sunmakta. Köhnemiş aygıtlardan kopan ve radikalleşen büyük akımlar, nesnel açıdan Troçkizm limanına doğru seyretmektedir. Bu muazzam olasılıklar aynı zamanda en büyük tehlikeleri de barındırmaktadır içinde. Devrimci birleşik cephe taktiği, bir enternasyonal örgüte güçlü bir şekilde bağlanmamış tüm ulusal partiler açısından ters bir etki yapabilecek ve nihayetinde partilerimizi tasfiyeye taşıyabilecektir. Son olarak, altını çizmek isteriz ki, yaşanmış olan istisnasız tüm ulusal Troçkizm ya da federalizm deneyimleri tarihin çöplüğünde nihayetlenmiştir. Güz | 2010 -

85


LIT-CI Kuruluş Tezleri Bir kural olarak her şeyi adıyla çağırmak gerektiğine inanıyoruz. Federalizm çözülmenin eş anlamlısıdır. Federalizm revizyonist BS’yi tek uluslararası Troçkist önderlik olarakbırakacaktır. Bu kelimenin tam anlamıyla tasfiye demektir. Diğer yandan, Troçkizm tarihinde bugüne değin yozlaşmadan kalan federalist bir partiye rastlanmaz. Bizim açımızdan Lambert ve Healy deneyimleri bir tesadüf eseri değildir. Yine aynı şekilde tüm hayatı boyunca federalist olan SWP’nin Castro tarafından en çok çürütülmüş BS partisi olması da bir tesadüften kaynaklanmamaktadır. Sentezleyecek olursak, hem uluslararası devrimci bir önderliğin inşası için gerçekleştirilen bu yürüyüşün uzun, zorlu ve gecikmeli deneyimi, hem de dünyadaki mevcut sınıf mücadelesi panoraması, bizim demokratik merkeziyetçilik temelinde işleyen bir enternasyonal örgüte duyulan ihtiyaç konusundaki görüşlerimizi doğrulamaktadır. Çeviri: Murat Yakın

86

Sosyalist Düşünce Dergisi


Ulusal Sorun

Yugoslavya Deneyimi ve Kaderini Tayin Hakkı

Sedat D.

Yugoslavya deneyimini tarihsel olarak incelemek aslında Mesafe dergisinin, güncel politik olaylara dair çözümlemeler yapma ve somut politikalar üretme amacının dışında kalmaktadır. Fakat Yugoslavya deneyimi Türkiye sosyalistleri tarafından bile yeterince bilinmemekte, buna rağmen ulusal sorun bağlamında sıkça örnek olarak gösterilmektedir. Bu yazının temel hedefi, Yugoslavya deneyimi çerçevesinde ulusların kendi kaderini tayin hakkını tanımak ile siyasal demokrasi arasındaki ilişkiyi incelemek olacaktır. Yazının tarihsel olarak bizleri ilgilendiren üç bölümünden birincisi, Titoculuk ile Kremlin arasındaki husumete değinmektir. İkincisi ise, günümüzde dahi tamamlanmamış olan Yugoslavya’nın parçalanma sürecini değerlendirmektir. Son olarak ise, Yugoslavya’nın parçalanması sürecinin devrimci Marksistler arasında yarattığı ayrışmanın incelenmesidir. Umuyoruz ki Yugoslavya deneyimini ele almak pek çok güncel konuya da açıklık getirmeyi kolaylaştıracaktır. Kosova’nın bağımsızlığını yakın dönemde kazanmış olması dünya solunu, bağımsızlığı destekleyenler ve desteklemeyenler olarak ikiye böldü. Bunun yanı sıra Yugoslavya coğrafyasında ulusal sorun tüketilmiş ve çözüme ulaşmış bir sorun değildir ve yeni sıkıntılara gebedir. Birleşmiş Milletler’in (BM) dünyadaki pek çok katliamı ısrarla tanımayıp, Yugoslavya’da işlenmiş onlarca insanlık suçuna rağmen Temmuz ayında yeniden Strebrenitza katliamını -ama yalnızca onu- kınamak için bir araya gelmesi ve tam da bu dönemde bazı sosyalist araştırmacıların Strebrenitza’nın bu boyutta yaşanmamış olabileceğine dair kimi araştırmaları yayımlanması1 bizi Yugoslavya deneyimini incelemeye iten bir başka etmendir. 1 Bkz: “15 yıl sonra Serebrenitza: ‘Soykırım’ın politikleştirilmesi” - Edward S. Herman; internetten ulaşmak için: http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=31879. Güz | 2010 -

87


Yugoslavya Deneyimi ve Kaderini Tayin Hakkı İkinci Yugoslavya Deneyimi: Boşlukta Sallanan Adam2 Birinci Yugoslavya’nın (1919-1941) kurulmasında üç temel etkenin varlığından bahsedilebilir: 1- Hırvatistan, Avusturya-Macaristan’ın baskısı; Slovenya ise, Alman emperyalizminin sürekli tehdidi altında idi. Bunlara Makedonya ve Sırbistan’ın diğer Balkan ülkelerinden aldıkları tehditleri de ekleyecek olursak Yugoslav halklarının bir devlette federatif olarak birleşmesi esasında dış güçlerden korunma anlamına gelecekti. 2- Bu ufak Balkan ülkelerinin az gelişmiş ekonomileri böylesi bir dayanışmaya muhtaçtı. 3- İngiliz ve ABD emperyalizmi tarafından “Sloven, Sırp ve Hırvatların” devleti olarak bir Yugoslavya’nın ilan edilişi gelecekteki olası bir Alman, Rus ve İtalyan basıncını engelleyecek ve de emperyalizm adına denetimi kolaylaştıracaktı. Sonuç olarak ise, I. Yugoslavya deneyimi, Sırp krallığının diğer halklar üzerindeki otokratik basıncını perçinlemeye çabaladığı bir dönem olarak tarihe geçecekti. Rejim Sırp, Sloven ve Hırvatların dışındaki tüm hakların (Arnavut, Makedon, Boşnak, Karadağlı, Çingene, Türk...) varlığını yadsıyordu. Bu koşullar altında, komünist partinin bir federasyon etrafında devrimci bir birleşme ile yeni bir Yugoslavya fikrini savunması, komünist hareketin güçlenmesi için bir temel oluşturacaktı. Öyle ki, daha 1920 yılına gelindiğinde Yugoslavya Komünist Partisi Avrupa’nın en güçlü komünist partilerinden biri haline gelmişti. Ancak bu dönemde dünya devrimci durumundaki geri çekiliş Yugoslavya’ya da yansımış, YKP yasaklanmış ve yeraltına çekilmişti. 1929 yılına gelindiğinde yapılan darbe ise, partinin şehirlerdeki üstün gücünün erimesi ve küçük burjuvazinin rejime bağlanması sonucunu doğurmuştu. Ancak YKP’ye en ağır darbeyi vuran yine burjuvazi olmadı. Stalin’in kontrolündeki III. Enternasyonal o sıralarda aşırı sol bir çizgi izlemeye başlamıştı. Bunun üzerine YKP, 1929’da sendikaların ve meclisin yasaklandığı, anayasanın lağvedildiği ve YKP’nin gücünün eridiği bir dönemde, ayaklanmacı bir çizgiye geçerek partinin uzun bir süre politika sahnesinden geri çekilmesine yol açacaktı. Bu geri çekiliş sürecinde ise, parti genel sekreteri Gorkiç Rusya’ya yerleşecek ve de parti tamamıyla Kremlin bürokrasisinin kontrolüne girecektir. Yugoslavya içerisinde ise, bir Stalin yetişiyor yarışmasında bayrağı örgütlenme sekreterliğine atanan Tito üstlenecektir. Tito’ya verilen ilk görev İspanya’da faşistlerle çarpışmak üzere Yugoslavya’dan bir tugay örgütlemek olur. 500 devrimciden oluşan bu tugayın yarısı İspanya’da kahramanca çarpışıp canlarını verirken, kalan yarısı SSCB’ye geri gönderilir. İspanya deneyiminin tugaya kattığı antisalinist ruh, Stalin tarafından YKP içerisindeki muhalefeti susturmak için en iyi şekilde değerlendirilir. Öncelikle tugaylar, sonrasında da YKP içerisindeki tüm muhalifler (hatta MK’nın Tito haricindeki tüm üyeleri) partiden tasfiye edilirler. Bu süreçte Tito da Stalin’in eleştirilerine maruz kalmasına rağmen gelen tüm emirleri harfiyen uygulayıp, Stalinizme duyduğu sadakati ilan eder. 2 Bu bölümdeki tüm tarihsel veriler için bkz: Catherine Sammary, Parçalanan Yugoslavya ve Bosna’da Etnik Savaş, Yazın Yayıncılık, s.149-164 ve 167-174; Cenk Ötkünç, “Düğün ve Cenaze”, Sınıf Bilinci, 23-24. sayı içinde, s.86-116; Sungur Savran, “Balkanlar ve Bayraklar; Uluslararasılaşma Çağında Milliyetçilik”, Sınıf Bilinci 12. Sayı içerisinde, s.7-38; R. Craig Nation, Balkan Wars in 1991-2002, Agust 2003; “Global Security, Yugoslavia And Wold Wars”, internetten ulaşmak için: http://www.globalsecurity.org/military/world/war/yugo-hist1.htm; Paul Shoup, “Yugoslavia’s National Minorities Under Communism”, Michel Pablo, ”Evolution of Yugoslav Centrism”, 1949, internetten ulaşmak için: http://www.marxists.org/archive/ pablo/1949/10/yugoslav.htm.

88

Sosyalist Düşünce Dergisi


Yugoslavya Deneyimi ve Kaderini Tayin Hakkı Bu inişli çıkışlı süreçler 1941’e kadar sürer. 1941’de İtalyanlar ve Almanlar Yugoslavya’yı işgal ederek Nazi yanlısı sömürge hükümetleri kurarlar. Bu işgale karşı ise Yugoslavya’da iki karşı koyuş odağı oluşur. Birincisi Sırp hanedanlarına bağlı General Mihayloviç’in ırkçı Çetnikleri, ikincisi ise Tito’nun çok uluslu Partizanlarıdır. Bu sırada, Stalin Hitler ile imzaladığı saldırmazlık paktından ötürü, Partizanları değil, Nazi yanlısı Hırvat Krallığını destekler. Kremlin’in desteğini yitiren Tito ise tam da bu dönemde, Stalinist burjuva demokratik devrim tezinin yerine, işçi sınıfının iktidarı doğrudan ele geçirebileceği tezini savunmaya başlar. Ancak dünya arenasında kartlar yeniden dağılır, Hitler SSCB’ye savaş açar. Buradan hareketle yüzünü yeniden Yugoslavya’ya dönen Stalin’in basıncıyla Tito, kurduğu özel proleter tugayları ve “işçi devleti inşası” fikrindense, “öncelikli görev” olarak Nazileri yenmek ve bu uğurda İngiliz desteğini kazanmak için halk cephesi politikalarına geçiş yapar. Bundan sonra Partizanların temel uğraşı, İngilizlerin önerisi doğrultusunda faşist Çetnikler ile birleşerek Nazilere karşı bir direniş hattı oluşturmak olur. Ancak Çetniklerin bu öneriye karşı gösterdikleri “ilkeli tavır” Stalinist halk cephesi politikasının hayata geçişini engeller ve Çetnikler bu kez Naziler ile birleşerek Partizanlara saldırmaya başlarlar. Güçleri artık 300.000 silahlı milise ulaşan Partizanlar, geleceğin Yugoslavya’sının temeli olan Antifaşist Ulusal Kurtuluş Konseyi’ni kurarlar (AVNOJ). Demokratik oylamalarla oluşmuş olan bu konseyin yönetimi YKP’nin MK’sından oluşur. Buna ek olarak, ülkedeki tüm burjuvaların topyekun Nazileri desteklemeye geçişi, AVNOJ içerisinde burjuvazi ile iş birliği halindeki bir halk cephesi ihtimalini dışlar. Bu dönemde silahlı Partizanların sayısı 800.000’e kadar çıkmıştır. Ekim 1945’te ise, Nazilerin nihai yenilgisi ile beraber tüm Nazi destekçilerinin mallarına el konulmuş, bu da ülkede burjuvazinin mülksüzleştirilmesini, bankaların ulusallaştırılmasını, mecburi dış ticaret tekeli konmasını ve de tüm iktidarın AVNOJ’da toplanmasını sağlamıştır. Bu bağlamıyla Yugoslavya deneyiminin önderliğinin değil ama tarihin zorlamasıyla bir sürekli devrim niteliği kazandığını söylemek hiç de abartılı olmaz. Moreno’nun terminolojisi ile konuşacak olursak, tam bir “Şubat devrimi” yaşanmış ve Yugoslavya Federatif Halk Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Ancak bu durum Yalta Antlaşması’na aykırı olduğundan (Yalta’ya göre Belgrat’ın batısının kapitalizme bırakılması gerekirdi) Tito’nun Ekim ayında Belgrat sokaklarında Stalin resimleri ile kutladığı ve SSCB ile birleşmek amacı ile yapıldığını söylediği devrim, Stalin tarafından kınanacak ve yalnız bırakılacaktır. Bu durum karşısında küçük ekonomisi ile ayakta duramayacağını anlayan Tito, SSCB ile birleşme hayalleri suya düşünce; içerisinde Yugoslavya, Yunanistan, Romanya ve Bulgaristan’ı barındıran bir Balkan Sosyalist Devletler Federasyonu’ndan yana tavır alır. Ancak bu tavır da, Yunanistan’da Yalta uyarınca devrimin boğazlanması ve diğer Balkan devletlerinin Doğu Bloğu’na kesin katılımı ile hayata geçemez. Sonuç olarak Yugoslavya, başta Sırp, Hırvat, Sloven, Makedon, Boşnak ve Arnavut olmak üzere çok sayıda halk ve aynı halklar içerisinde dahi var olan pek çok farklı din ve mezhep ile beraber kendi kaderine terk edilir. 1950’li yılların sonundan itibaren ise, piyasa sosyalizmi uygulamaları ile “özyönetim”in gücü kısılır, adım adım kapitalist restorasyon başlar. Yugoslavya Deneyimi ve Sonrası: Benim Hüzünlü Halklarım Burada ayrıntısı ile değinemeyeceğimiz savaş sonrası Yugoslavya konusunda, son derece kısa şeklinde şunları aktarmak önemli olacaktır:

Güz | 2010 -

89


Yugoslavya Deneyimi ve Kaderini Tayin Hakkı Kuruluşu sonrasında da Yugoslavya ve Kremlin arasındaki ilişkiler iniş çıkışlar yaşamış, ancak Kremlin sonunda Yugoslavya’yı faşist ilan ederek tüm ilişkilerini kesmiştir. 1950 yılında Yugoslavya’da İşçi Özyönetimi Kanunu geçmiştir. Özyönetim deneyimi hiçbir zaman adının çağrıştırdığı karşılığa ulaşmamış olsa da, yine de planlı ekonominin bürokrasice denetlenen garantisi olmuştur. 1953 yılına gelindiğinde ise, toprakların %80’i özel mülkiyete açılmış, piyasa sosyalizmi çalışmalarına girişilmiştir. 1965’te ise piyasa yasalarında ciddi genişlemeler yaşanmıştır. Bunun bilançosu olarak Yugoslav işçi sınıfının unuttuğu bir kâbus geri döner, kitlesel işsizlik ve enflasyon baş gösterir. 1968’de de dünya ile paralel olarak, ancak bu kez kapitalist restorasyona karşı, işçi grevleri ve öğrenci direnişleri başlamış, ama bunların tamamı bastırılmıştır. Bu yıl Kosova sorunun da çıktığı yıldır. Bu sorun ise, Tito’nun bir manevrası ile Kosova’nın Özerk Bölge olarak tanınmasıyla birlikte kısa süreliğine de olsa çözülecektir. 1980’li yıllara gelindiğinde ise Kosova’da ulusal sorun yeniden hortlar.3 Tito YKP’sinin ulusal soruna yaklaşımı iki gereksinimden kaynaklanıyordu. Birincisi, YKP’nin giriştiği ulusallaştırmalar bir işçi devletinin inşasının yolunu açmış ve bu durum bölgedeki çeşitli uluslara dahil proleterlerin desteğini gerektirmiş, dolayısıyla da sağlam bir federal sistemin inşası için temel ulusal haklar (4 resmi dil, cumhuriyet hakkı, anadilde eğitim hakkı vs.) tanınmış; böylece halklar arasındaki eski sömürensömürülen ilişkisinin zemini yok edilmişti; öyle ki, Makedon, Boşnak ve Arnavut gibi en yoksul halklar bile, böylesi bir birlikten ekonomik olarak oldukça olumlu bir şekilde etkilenmekteydi. Ama öte yandan bürokrasinin başından beri inşa ettiği sorgulanamaz üstünlüğü ve dünya kapitalizmi ile oluşturduğu ittifaklar (bağlantısızlar hareketi), işçi sınıfının dizginlenmesi ve baskı altında tutulması sonucunu doğuruyordu. Bu bağlamda, halkların ve işçi sınıfının (herhangi bir burjuva demokrasisine göre çok geniş olsa da) kısıtlanmış haklarından da ödünler verilmeye başlanıyordu. Bu durum Yugoslavya’nın devlet yapısında kendini gösteren bir karakterdi. Sammary bu durumu şöyle özetler: “Yani çok uluslu Yugoslavya bazı bakımlardan federalist (Cumhuriyetlere kendini dayatan bir merkezin yasaları) bazı bakımlardansa konfederalist (veto hakkı) bir devletti.” Yugoslavya’da ulusal sorunun böylesine büyük olmasının sebebi aslında hiçbir cumhuriyetin ulusal olarak homojen bir yapıya sahip olmamasıdır. Bunu rakamların yardımı ile kısaca açıklayacak olursak; en homojen bileşim Slovenya’dadır ve Slovenler nüfusun %87,6’sını oluşturur. Hırvatistan’ın %77,9’u Hırvat’tır. Karadağ’da Karadağlılar %68, Makedonya’da Makedonlar %67, Sırbistan’da Sırplar %70’lere ancak dayanır. Bosna-Hersek’te ise nüfusun ancak %43,7’si Boşnaklardan oluşmaktadır.4 Ancak bu somut durum ulusal sorunu çözümsüz kılmaz. Zira İkinci Yugoslavya deneyimi halkların bir arada yaşamasının, hatta nasıl birlikte mücadele edebileceklerinin en iyi göstergesidir. Hal böyle ise, Yugoslavya’nın parçalanması nasıl gerçekleşmiştir? Yoksa Yugoslavya’da tüm halkları bir arada tutan tek harç karizmatik lider Tito mudur? Ya da katil Miloşeviç tek başına Büyük Sırbistan hayali ile tüm Yugoslavya’yı kana mı boğmuştur? Yoksa (en yaygın safsataya gelecek olursak) hazır Sırp yapımcılarla arasından su sızmıyorken Sırplığını ilan eden Boşnak asıllı yönetmen Emir Custurica’nın filmlerinde anlattığı gibi: Savaş ve bölünme bu topakların geleneğinde mi vardır? Parçalanan Yugoslavya: Bombalar Kimin İçin Düşüyor? Parçalanan Yugoslavya’yı ve yaşanan katliamları en kısa şekliyle açıklayacak olursak 3 Catherine Sammary, a.g.e. 4 Bu verilere ilişkin olarak farklı kaynaklarda farklı rakamlara rastlamak mümkündür. Ülkelerdeki nüfus sayınları arasındaki tarih farkları ya da araştırmacıların önemsediği sayım yılları bu farklılıkların temel sebebini oluşturur. Ben 1981 ve 90’lı yıllar arasındakli verilere sahip olan aşağıdaki çalışmaları bu yazıda alıntılamak üzere kabul ettim: Tanıl Bora, Milliyetçiliğin Provokasyonu, Birikim Yayınları; R. Craig Nation, a.g.e.

90

Sosyalist Düşünce Dergisi


Yugoslavya Deneyimi ve Kaderini Tayin Hakkı kullanacağımız deyim “kapitalist restorasyon” olacaktır. Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecine girişiyle, emperyalizm dünya pazarını yeniden paylaşmaya girişti. Burjuvazinin hala yeterince mülk sahibi olamadığı coğrafyalara, uluslararası sermaye ve bürokrasi artığı mafyalar hücum etmekte idi. Ancak Yugoslavya’ya, uzun soluklu bir piyasa sosyalizmi (yani karşıdevrim) sürecinden sonra nihai darbe ancak katliamlar ve de bitmez tükenmez savaşlarla vurulabildi.5 Yugoslavya sürecinin böyle işlemesinin iki temel nedeni vardır. Yugoslav halklarının bir arada kalabilmesinin tek garantisinin, bürokrasinin denetimi altında da olsa bir işçi devletinin varlığı olduğu açıktı. Bunun yanı sıra piyasa sosyalizmi süreciyle serpilmiş ulusal burjuvazilerin gelişim düzeyleri birbirinden farklı olmuş ve bazıları (özellikle Slovenya ve Hırvatistan) diğerlerinden daha zengin oldukları için, yoksul cumhuriyetlerin yükünü çekmek istememişlerdi. İkincisi ise, bölgede tek odaklı bir emperyalist çıkar yoktu. Yugoslavya dünya burjuvazisinin çeşitli manevralarla bir diğerinden koparmaya çalıştığı bir pazar halini almıştı. Yugoslavya’daki burjuva ve küçük burjuva önderliklerinin çözmesi gereken bir başka sorun daha vardı: Kapitalist restorasyonun kitleleri sürüklediği işsizlik ve enflasyon sonucu kitlelerdeki yaygın hoşnutsuzluk. Bu hoşnutsuzluk, enternasyonalist bir partinin olmadığı ve sınıf mücadelesinin bastırıldığı koşullar altında aşırı milliyetçi kanallara sevk edilebilirdi. Yugoslavya’da nüfus olarak en kalabalık olan halk Sırplardı. Ve yaygın kanının aksine, 1990’lı yıllara değin Yugoslavya’nın yönetiminde Sırplar büyük bir rol oynamamıştır. Ayrıca bu yıllarda Sırbistan’ın milli geliri Slovenya veya Hırvatistan’ın milli gelirlerinin ancak yarısına denk gelmektedir. Buna rağmen ABD açısından nüfusun ve federal ordunun büyük çoğunluğunu elinde bulunduran Sırplar ile işbirliği yapmak ve onların önderliğinde Yugoslavya’da kapitalist restorasyonu gerçekleştirmek en mantıklı çözüm idi. Ancak kapitalist restorasyonun kitleleri sürüklediği hoşnutsuzluk kısa sürede Kosova sorunu da bahane edilerek (1989 yılında Kosova’nın cumhuriyet olma hakkı elinden alınmış ve Kosova’da anadilde [Arnavutça] eğitim yasaklanmıştı) milliyetçi bir kanala akıtılmıştı. Alman emperyalizmi ise II. Dünya Savaşı sonrasında kaybettiği gücü telafi etmek için boş durmadı ve Hırvatistan ile Slovenya’nın bağımsızlığını açıktan destekledi. Hırvatistan ve Slovenya’daki burjuvalar, Avrupa ile ekonomik yakınlaşma olanaklarını görerek bağımsızlıklarını ilan ettiler. Karşılık olarak hoşnutsuz Sırp kitlelerinin bir cevaba ihtiyacı vardı ve bu cevap Miloşeviç’in ağzından net bir biçimde çıkmıştı: “Hırvatlar ayrılmaktan yana özgürdürler, fakat Sırpları hiçbir yere götüremezler”. Bu cümle Yugoslavya’da savaşın başladığının habercisiydi. Gelelim ABD emperyalizmine. Onun yozlaşmış işçi devletlerinin kapitalizme entegrasyonu sürecinde önlemesi gereken iki büyük tehlike vardı. Birincisi -ve en korkutucusu- işçi sınıfının seferberliği idi. Ancak bu konuda emperyalizm Polonya’daki seferberliği sonlandırarak inisiyatifi ele geçirmişti. Şimdi sıra ikinci tehlikeden sakınmakta idi: geniş pazar boşluklarından faydalanarak kendisi ile rekabet edebilecek güçte yeni bir emperyalist kutbun yaratılmasını engellemek! Slovenya ve Hırvatistan’ın ayrılması sürecinde kontrolü yitiren ABD için Sırpların başlattığı savaş yeni bir fırsat sunmuş oldu. ABD için NATO en önemli araçtı. NATO’nun asker gücü ve etkinliğinin artması demek, ABD’nin askeri ve politik olarak baskın olduğu bu kurum aracılığı ile ipleri tam olarak elinde tutması anlamına gele5 Yugoslavya’daki piyasa sosyalizminin bilançosunu ayrıntılı olarak incelemek için bkz: Sungur Savran, “Piyasa Sosyalizminin Yükselişi ve Düşüşü”, 11. Tez Kitap Dizisi, 11. sayı içerisinde, s. 9-56. Güz | 2010 -

91


Yugoslavya Deneyimi ve Kaderini Tayin Hakkı cekti. Bu durumda ABD emperyalizminin ihtiyaç duyduğu şey, Yugoslavya savaşının uzaması ve bu süreçte NATO’nun müdahalesini meşrulaştırmak oldu. Müdahaleyi meşrulaştırmak için bir Hitler imajı hazırdı. O güne değin ABD ile ilişkileri iyi olan Miloşeviç bu konuda en uygun figürdü. Ancak savaşın Hırvatistan ile Sırplar arasında geçmesine müsaade edilemezdi, çünkü bu yatırımların yara alması sonucunu doğuracaktı ve taraflar yenişemiyordu. Yeni kurban ise çok çabuk bulundu: Kendi nüfus yapısı ile bir küçük Yugoslavya olan Bosna-Hersek. Birdenbire(!) olan oldu ve Bosna-Hersek’teki Sırp Cumhuriyeti’ni koruma amacıyla Miloşeviç Bosna-Hersek’e saldırıya geçti. Çok geçmeden Hırvatlar da Hırvat nüfusunu koruma gerekçesiyle Bosna-Hersek’e saldırdı. Bu süreç savaşın dört yıl uzamasına sebep olacaktı. Milliyetçi önderlikler, ulusal sorunun çözümünü ulusal olarak homojen ülkeler yaratmakta görüyorlardı. Özellikle Miloşeviç’in Büyük Sırbistan olarak adlandırılan fikri bu temelde inşa edilebilirdi. Milliyetçi önderlikler için homojen uluslar oluşturmanınsa yalnızca iki yöntemi olabilirdi: Katliamlar ve tecavüz... Bu katliamlar ve tecavüzlerin emperyalizm için çok iyi bir anlamı vardı: NATO müdahalesinin meşrulaşması, askeri gücün arttırılması ve sonuç olarak da kapitalist restorasyonun garantörlüğü... LIT-CI saflarında ayrışma: Babalar ve Oğullar Yugoslavya’nın parçalanması sürecinde dünya Sol hareketi içinde pek çok tartışma ve ayrılık yaşandı. Biz bu tartışmalara daha çok ortodoks Troçkist hareket cenahından katıldık, o açıdan izledik. Bu bağlamda Uluslararası İşçi Birliği-Dördüncü Enternasyonal (LIT-CI) içinde gelişen tartışma oldukça öğreticidir. LIT-CI’nin V. Dünya Kongresi sırasında CITO (Ortodoks Troçkizm Uluslararası Merkezi) diye bilinen bir kanat Yugoslavya politikaları üzerinden LIT-CI’den kopmuştu. Kuşkusuz bu kopmanın ardında yatan ve o dönemde LIT-Ci’nin içinden geçmekte olduğu krizin pek çok öznel ve nesnel nedeni vardı. Bununla birlikte bir şekilde Yugoslavya sorunu üzerinden kendini somutlayan bu tarihsel kopuş, sadece Yugoslavya bağlamında da olsa incelenmeye değerdir.6 İçerisine girdiği kriz ve güçsüzlük döneminde LIT-CI Yugoslavya sorununu, emperyalizmin yeni dünya düzeni içerisinde kendisine kapitalist restorasyonlar aracılığıyla yeni sömürge devletleri yaratmasına paralel olarak okudu. Emperyalizm bu doğrultuda çeşitli demokratik gericilik yöntemleri uyguladığı gibi NATO aracılığıyla yapılan askeri müdahaleleri de sürdürmekteydi. LIT-CI bu saiklerle Yugoslavya’da NATO müdahalesine karşı çıkan devrimci bir çizgiyi izledi. Ancak LIT-CI’nin çizgisini devrimci yapan şey yalnızca Yugoslavya halklarının NATO müdahalesine karşı desteklenmesi değil, süregiden iç savaşlara karşı da kaderini tayin hakkını savunarak halkların gönüllü birliğinden ve seferberliğinden yana olması idi.7 LIT-CI’nin, “Bosna’ya İşçi Yardımı” kampanyası da bu amaçla gerçekleşmişti. Bu kampanya, Bosnalılar ile dayanışmak ve emperyalizmin tahakkümü yerine Bosna halkını tanımak amacını taşıyordu. Bu çerçevede LIT’in İspanya seksiyonun başını çektiği girişimlerle Bosna’ya çeşitli yardım konvoyları ulaştırılmıştı. Asıl konumuza geçecek olursak, CITO’nun dediğine göre ise LIT önderliği bu süreçte revizyonist bir çizgiye sapmıştı. CITO’nun önceliği, bürokratik işçi devleti 6 CITO’nun LIT’ten kopuşunu temellendirdiği ve içerisinde Yugoslavya sorunundan da çokça bahsettiği temel metin için bak: “Nos fuimos de la LIT (CI) porque el revisionismo rompió con el trotskismo ortodoxo”, internetten ulaşım için: http://www.oocities.com/obreros.geo/ docs/citru05.htm. 7 LIT-CI’nin Yugoslavya sorununa yaklaşımı ve parçalanma sonrasındaki değerlendirmesini incelemek için bkz: “Conculusions on the World Situation as From the NATO War Against Yugoslavia”.

92

Sosyalist Düşünce Dergisi


Yugoslavya Deneyimi ve Kaderini Tayin Hakkı Yugoslavya’yı savunmak üzerine kurulu idi. Yani CITO, NATO müdahalesine de, ulusal önderliklerin ayrılma hakkını tercih etmesine de karşı çıktı. Buna ek olarak LIT-CI’nin, emperyalizmle işbirliği içerisine girdiğini ve revizyonistleştiğini söyledi. CITO’nun çizgisini, yalnızca sekter değil, aynı zamanda da zaman dışı kılan şuydu ki; Slovenya ve Hırvatistan’ın ayrılması ve de Bosna savaşının başlaması ile beraber geride bir Yugoslavya kalmamıştı. Yani CITO var olmamasına rağmen yine de bir Yugoslavya’yı desteklemekte ısrarcı idi. Ancak politika, var olmayan devletlerin ya da seferberliklerin savunusu ile yaratılan boşlukları doldurur: CITO’nun Yugoslavya’nın savunusu çizgisinin somut karşılığı Miloşeviç kontrolünde kalan (Üçüncü) Yugoslavya’nın savunulması haline gelir. Miloşeviç destekçiliği ise, uzun yıllar sol içerisinde çokça yankı buldu. Bir kısım solcular, CITO ile aynı sebeplerle desteğini sunarken, bazı “solcular” ise Miloşeviç’in NATO karşısındaki konumunu kahramanca bir antiemperyalist direniş olarak niteleyerek Miloşeviç’e koşulsuz desteklerini sundular (Türkiye’de İşçi Partisi için Miloşeviç hâlâ bir kahramandır) Bu konuya nokta koymadan önce, LIT-CI’nin “Bosna’ya İşçi Yardımı” kampanyasına dair 2004 yılında bir özeleştiri yaptığını da eklemekte fayda var. LIT-CI kendi bilançosunda uluslararası bir kampanya olan bu kampanyanın, ulusal parti inşaları için bir araç olarak kullanıldığını ve bu yöntemin yanlış olduğunu belirten bir bilanço çıkarmıştır.8 Kosova Savaşları ve Bağımsızlığı: Körleşme Bosna savaşı sırasında Makedonya da Yugoslavya’dan ayrılmış ve Yunanistan’ın tacizlerine terk edilmişti. Uzayıp giden savaşın sonunda da, ABD yeterli dengeleri tutturduğu ve silah tacirlerini doyurduğu anda, NATO müdahalede bulunmuş, nihayet Bosna-Hersek’in bağımsızlığı da tanınmıştı. Bosna-Hersek yeni kurulan hükümetlerin sömürge karakterlerini en iyi açıklayabilecek örnektir. Bosna-Hersek’in anayasası parlamento tarafından oluşturulmamış, bizzat BM tarafından ihsan edilmiştir. Merkez Bankası’nın başkanı IMF tarafından atanır. Bosna’da hâlâ parlamentonun yetkileri sınırlıdır ve hızlı kararlar alabilmesini engelleyecek çok büyük bir bürokrasiye sahiptir. Asker sayısı da sınırlıdır ve ülkede NATO’nun kalıcı “barış” birlikleri yer almaktadır. Bu dönemde bir şekilde paylaşılmamış olan tek ülke ise Üçüncü Yugoslavya idi. Yugoslavya’da ikincisinden geriye Sırbistan, Karadağ ve Kosova kalmıştı ve bu coğrafya henüz emperyalizmin doğrudan denetimi altında değildi. Üçüncü Yugoslavya’nın da emperyalizmin denetimine geçebilmesi bir başka ulusal sorunun ayyuka çıkması ile mümkün oldu. Bu kez etnik katliamlar Kosova’da gerçekleşiyordu. 1988’de Yugoslavya’da Kosova’ya yapılan baskılara karşın (Arnavutça yasaklanmış, özerklik statüsü kalkmıştı), çoğunluğu Arnavut sosyalistlerinden oluşan gruplar tarafından Kaçanak Anayasası hazırlanmış ve Kosova’nın bağımsızlığı ilan edilmişti. Ancak çok geçmeden bu hareketlilik Sırplar tarafından bastırılacaktı.9 Bu dönemde Arnavut sosyalistlerinin temel perspektifi “sosyalist” Arnavutluk ile birleşerek “Büyük Arnavutluk”u kurmaktı. Ancak Yugoslavya’nın parçalanış süreci ve 8 “Dünyada ve LIT’te Yeni Bir Gerçeklik”, 2004. 9 Numan Baş, Kosova Sorununun Ortaya Çıkışı ve Balkanlardaki Etkileri, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Isparta 2009, s. 21-23. Güz | 2010 -

93


Yugoslavya Deneyimi ve Kaderini Tayin Hakkı de Kosova Kurtuluş Ordusu’nun (UÇK) içerisindeki üç kanattan ulusalcı ve ABD ile yakın ittifak halinde olan kanadın UÇK içerisindeki tüm kontrolü eline alışı ile beraber, bu perspektif terk edilmişti. Bunun sonrasında UÇK tam olarak ABD ile işbirliği içinde hareket etmeyi sürdürdü.10 Sadece Kosova’da değil, aynı zamanda Yugoslavya üzerindeki denetimini de arttırmak isteyen ABD, artan etnik çatışmaları fırsat bilerek (hatta açıktan destekleyerek) Fransa’da bir uluslararası toplantı düzenlendi. Rambouillet Şatosu’nda yapılan görüşmelerde, Yugoslavya ile UÇK aynı düzeyde kabul görmüştür. Hazırlanan anlaşma metninin seksene yakın maddesi Kosova’yı değil, doğrudan doğruya Yugoslavya’yı ilgilendirmektedir. Anlaşmadaki Ek B maddesi, NATO’nun Karadağ dâhil Sırbistan’da ne gibi haklara sahip olduğunu karara bağlamaktadır. Bunların arasındaki Ek B Nokta 8, tüm NATO donanımının, araçlarının, gemilerinin, uçaklarının ve personelinin Yugoslavya’nın her köşesinde ülkenin tüm olanaklarından yararlanmasını karara bağlamaktadır. Nokta 2’de ülkenin tüm yollarının, demiryollarının, limanlarının, havaalanlarının hiçbir ödeme yapılmaksızın NATO tarafından kullanılabileceği yazılmıştır. Nokta 15’de, Yugoslavya’nın tüm iletişim ve haberleşme araçlarının NATO tarafından karşılıksız kullanılabileceği ve kontrol edileceği kaydedilmiştir. Söz konusu kontrole ülkedeki tüm radyo yayınları da dâhildir. Anlaşma taslağı ayrıca üç yıl içinde tarafların Kosova’nın nihai statüsünü görüşmek üzere yeniden bir araya gelmesini önermiştir. Yugoslav yönetimi, Kosova’ya üç yıllık bir geçiş döneminden sonra bağımsızlık imkânı sağlamayı öngören ve NATO güçlerine sadece Kosova’da değil, bütün Yugoslavya’da ayrıcalıklar tanıyan bu anlaşma taslağı metnini reddeder.11 Rambouillet görüşmelerinin olumsuz sonuçlanması burjuva basın tarafından Sırpların soykırım kararlığı olarak sunulmuş böylece de bir NATO müdahalesinin daha önü açılmıştır. Bu dönemde yapılan NATO müdahalesi uluslararası anlamda ve NATO’nun niteliksel dönüşümü anlamında en az Yugoslavya’ya yapılan bundan önceki müdahale kadar önemlidir. Çünkü bu müdahale bir devletin (Üçüncü Yugoslavya) egemenliğinin silahlı ihlalini içerdiği için BM antlaşmasının çiğnenmesi anlamına gelmekteydi. Ancak bu küçük sorun da, İkinci Kosova Savaşı’nın “meşruiyeti” sayesinde, BM’nin 50. kuruluş yıl dönümünde çözülür. NATO “Yeni Stratejik Konsept” ile yeni bir işlev kazanır. Yeni Stratejik Konsept uyarınca NATO bundan sonra “görev alanı dışı” olarak tanımlanan bölgelere de askeri harekât düzenleme hakkına sahip olacaktır. Bahsi geçen Yeni Stratejik Konsept daha sonra Afganistan müdahalesi için de bir dayanak sağlayacaktır.12 NATO’nun Yugoslavya’ya yaptığı hava bombardımanı ise, Yugoslavya’nın yenilip 1999’da Rambouillet’in tüm maddelerini kabul etmesi sonucunu doğurur. Böylece Yugoslavya da ABD’nin kontrolünde bir ülke haline gelecek, kısa bir süre sonra da birkaç bin kişilik bir seferberlik ile Miloşeviç “devrilecektir”. Ancak müdahalenin bir başka uluslararası sonucu daha olmuştur. Rusya’nın Yugoslavya ile yakınlaşma çabası ile BM içerisindeki etkisini arttırma denemesi boşa çıkartılmış ve tüm bu süreç ABD’nin inisiyatifi elinde bulundurması ile tamamlanmıştır. 10 Kosova sorununu ayrıntılandırmak ve UÇK’nın bileşimini inceleyerek, nasıl da ABD emperyalizminin denetimine girdiğini işlemek maalesef bu yazının sınırlarını fazlasıyla aşmakta. Ancak Yusuf Küpeli’den şu kısa alıntıyı yaparak açığımızı kapatmaya çalışabiliriz: “UÇK içinde farklı emirler veren iki askeri komutanlık ve üç politik Hizip vardır. Haşim Thaci’nin liderliğindeki grubu kesinlikle ABD kontrol etmektedir. Sayıları oldukça kabarık olan Pandeli Mayko grubu Arnavutluktaki sosyalist Fatos Nano Hükümetine yakındır. Fatos Nano ise Sırbistan’ı destekleyen Grek hükümeti ile sıkı bağlar içindedir. Bir de Rugova yanlıları vardır ve Arnavutluğun eski Cumhurbaşkanı Salih Berişa bu gurubu desteklemektedir.” Yusuf Küpeli, Tarihin İzinde Balkanlar ve ABD, s. 104. 11 Numan Baş, a.g.e., s. 35-36. 12 Numan Baş, a.g.e, s. 30 ayrıca Kosova Savaşı ile ilgili daha ayrıntılı bilgi için bak.: Sungur Savran, “İkinci Kosova Savaşı”, Sınıf Bilinci 23-24. sayı içerisinde, s. 114-190.

94

Sosyalist Düşünce Dergisi


Yugoslavya Deneyimi ve Kaderini Tayin Hakkı Kosova ise, üç yıllığına resmen Yugoslavya toprağı olmayı sürdürmüş, ancak BM’nin hukuki ve fiili “koruması” altında bulunmuştur. Üç yılın sonunda da Rambouillet’e dayanarak Kosova bağımsızlığını ilan etmiştir. Kosova’nın bağımsızlığı, bir elinde Kosova bir elinde ise ABD bayrağı olan kutlamacılarla simgeselleşecekti. Bu durum da dünya solunu yine ikiye bölmüştü. Kaderini tayin hakkı çerçevesinde Kosova bağımsızlığını tanıyanlar ve esas düşman emperyalizmdir deyip, ayrılmaya karşı çıkanlar... Bu soruna da kısaca değinecek olursak, kaderini tayin hakkının ezilen ulusun bir hakkı olduğu ve de bu hakkın ezilen ulus tarafından nasıl kullanılacağına karışılamayacağını söylemek dahi Kosova’nın bağımsızlığını tanımayı gerekli kılacaktır. Peki, buna karşı emperyalizm ile aynı safta kaldığımızı iddia eden saf dillilerin ufacık da olsa haklı oldukları bir nokta yok mudur? Maalesef yoktur. Çünkü Kosova’nın bağımsızlığını tanımamak, Sırp şovenizmine destek sunmak anlamına gelecektir. Ayrıca Sırp şovenizminin desteklenmemesin tek sebebi sadece ulusalcı bir gericilik taşıması değildir. Aynı zamanda her ulusalcılık emperyalizmle sıkı ilişkileri şart koşar. Çünkü çağımız emperyalist kapitalizmin çağıdır. Sözgelimi bugün Kosova’nın Sırbistan’a bağlı kalmasını istemek, yalnızca Arnavut halkını büyük yoksullukların yanı sıra Sırp kıyımına teslim etmek anlamına gelmeyecektir. Dahası, Sırp ulusalcıları (ve hatta faşizan partiler dahi) emperyalizm ile ilişki içerisindedir ve yarısömürge konumunu kabullenmişlerdir. (Hatırlayalım Rambouillet’i tanıyan ve bir yarısömürge pozisyonunu kabullenen kişi Miloşeviç’in kendisi idi). Sonuç olarak da Kosova’nın bağımsızlığını tanımamak onu bir nebze dahi olsa emperyalizmden bağımsızlaştırmayacaktı. Öte yandan Yugoslavya müdahalesini kitleler gözünde “meşru” kılan şey, yine Kosova sorunu idi. Kosova’da bir uluslararası sömürgenin kurulabilmemsini sağlayan şey de yine Sırplar’ın bölge üzerindeki baskısı/kıyımı idi. Bu durumda Kosova’nın kaderini tayin hakkının tanıması, esasında antiemperyalist bir mücadele için de temel oluşturacak bir adım olabilecekti. Baskıcı Sırp rejiminin de temel dayanağını sarsacaktı. Kaldı ki, bir Balkan Birleşik Sosyalist Devletler Federasyonu da ancak böylesi bir harç ile birbirine tutturulabilir. Tıpkı, YKP’nin Avrupa’daki en güçlü KP haline gelirken izlediği yol gibi... Kaderini Tayin Hakkı: Gün Olur 20. Yüzyıla Bedel Tüm bu tarihsel süreç içerisinde esas olarak varmaya çalıştığımız nokta kaderini tayin hakkının tanınmasının Bonapartist ve diğer baskı rejimlerine karşı ne kadar önemli bir silah olduğunu hatırlatmak, aynı zamanda içerebileceği antiemperyalist dinamiklere işaret etmektir. Umut ederiz ki IV. Enternasyonal’in yeniden inşası yolunda kaderini tayin hakkının programatik-pratik değerinin bir nebze olsun bu gözle okunabilmesine katkı sunabilmişizdir. Öte yandan, bölgede ulusal sorun çözülmemiştir. Yugoslavya coğrafyasının parçalanma süreci ise halen tamamlanmış değildir. Bugün emperyalizm tarafından dönem dönem Bosna-Hersek dâhil, daha başka pek çok Balkan ülkesinin, yeni küçük ülkeciklere bölünmesinin ne kadar işlevsel olacağı tartışılmakta. Ayrıca bağımsızlığına kavuşmuş olan Kosova’da yaşamakta olan yaklaşık 110.000 Sırp’ın yaşam koşulları yeni “çözümsüz” sorunların habercisi olmaktadır. Bu bağlamda güncel olarak da, Yugoslavya coğrafyası ve bir bütün olarak Balkanlarda antiemperyalist mücadele ve gönüllü birlikteliğin tek formülü hâlâ yaşlı Lenin’in ilkesel olarak tanımladığı ve koşulsuz desteklenmelidir dediği kaderini tayin hakkından geçmektedir. Yazı süresince özetlemeye çalıştığımız Yugoslavya deneyimi, 20. yüzyıl içerisinde devrimin en verimli fırsatlarının önderliklerin tüm ihanetlerine ve beceriksizliklerine Güz | 2010 -

95


Yugoslavya Deneyimi ve Kaderini Tayin Hakkı rağmen, nasıl da inatla yeniden ve yeniden yeşerdiğini bizlere göstermekte. 20. yüzyıl parti inşası ve kitlelerin devrimci seferberliği açısından Balkanlar’a oldukça eli açık davranmıştı. Ancak 21. yüzyılda, tüm seferberliklerin geri çekilişi ve tüm yenilgilerin ardından, emperyalist-kapitalizmin ektiği nefret tohumları, parti inşası için yeni imkânlar ve seferberliklerin olanakları olarak yeniden yeşeriyor. Benim olan ve hiç bilmediğim topraklarımda da bir günümüzün, geçen asırda harcanmış tüm olanaklara ve kaçan fırsatları gösterircesine yaşanmış acılara bedel olacağının inancıyla... Eylül-Ekim 2010

96

Sosyalist Düşünce Dergisi


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.