MARKSİST İŞÇİ Ya Emperyalist Yok Oluş, Ya Enternasyonalist Kurtuluş!
www.geocities.com/marksistisci
Sayı 07 - Aralık 2007
Sa vaş Kür t Halkına K arşı Değil, B u r j u v a z i y e K a r ş ı Ve r i l m e l i d i r ! • Gündem / Analiz TC’nin Kürtlerle Sorunu Devam Ediyor - Kan Sofrası .......................................................... 02 • Gündem / Analiz Polisin Vazifesi Nedir? - Mezarda Emekliliğin Sosyal Güvenlik Yasası .................................... 03 • Gündem / Analiz Madenler ve İş Cinayetleri - Ortadoğu Üzerine Perspektifler ................................................. 06 • Sınıf Bilinci 7. Yılında 19 Aralık Katliamı .............................................................................................. 12 • Sınıf Haberleri 41 Yılın En Büyük Grevi - Saldırganlığın Avrupa’daki Görünümü ..................................................... 13 • Okur Mektupları Çalışma Yaşamının Küçük Dev Adamları: Çocuklar ................................................................... 15
İşçilerin Birliği, Halkların Özgürlüğü!
Marksist İşçi
TC’NİN KÜRTLERLE S O RU N U D EVA M E D İ YO R Türk devleti Kürt sorununu çözmek(!) için somut adımlar atmanın yollarını arıyor. Bunu yaparken de, genç Türk burjuva devleti dersine iyi çalışmış, ihtiyar İspanyol burjuva devletinin çizgisine yaklaşmaya çalışıyor (Yakın zamanlarda, İspanya’da Bask halkının desteklediği ETA örgütünün İspanyol meclisindeki legal partisi kapatılmıştı.). Yaşadığımız topraklarda burjuva demokrasisi kendi sığlığını ve TC’nin Kürt halkına duyduğu antipatiyi öyle açık seçik göstermiştir ki, meclisten tezkere çıkartıldıktan, orduya harekât yetkisi verildikten sonra bir de DTP’nin kapatılması için uğraşılıyor. Bundan önceki 24’ten fazla sınır ötesi operasyonun bir çözüm getirememiş olması gibi, bundan sonrakilerin de çözüm olamayacağı ne kadar açıksa, HEP, DEP, HADEP gibi partilerin daha önce kapatılmasının bir çözüm getirmemiş olması gibi DTP’yi kapatıp DTP’li vekilleri meclisten kovmak da bir çözüm olmayacak. Tersine, TC’nin, burjuvazinin kâr planları çerçevesinde inkâr ve
imha yolunda attığı her adım daha çok yoksulun ölüp, daha çoğunun yaralanması, ayrıca bir bütün olarak Kürt halkının çekeceği acılar anlamına geliyor. Ve bu asla bir çözüm değildir! Bizim için tek çözüm, halkların özgürlüğü çerçevesinde, halkların kardeşleşmesidir. Bunun için de öncelikle yapılması gereken, Kürt halkının iradesini temsil eden DTP’nin siyasi muhatap olarak kabul edilmesidir. Bu yüzden; TC, DTP’yi kapatmak, DTP’li vekilleri meclisin dışına atmak gibi planlarından derhal vazgeçmelidir! Harekât Yetkisi ve Tezkere Geri Çekilsin! Sınır Ötesi Operasyona ve DTP’nin Kapatılmasına Hayır! Yaşasın Halkların Özgürlüğü ve Yaşasın Özgür Halkların Kardeşliği!
KAN SOFRASI
Burjuvazi, işçinin önüne koyduğu bir tas çorbayı arkasından fitil fitil çıkarmanın peşinde (Ülkemizden örnek verecek olursak, anlaşmayla sonuçlanan gece toplantısından sonra Telekom yönetiminin ve sendika önderlerinin gittikleri çorbacıda, işveren vekili bunun rövanşı olacağını söyledi.). Bunu düşünürken dünya yıkılıyormuş, kemerler sıkılıyormuş, umurunda değil. Dünyanın kuraklıktan solacağını, sular altında kalacağını ve bunların hepsinin sorumlusu olacağını bile bile yapıyor. Fransa’dan Pakistan’a, İran’dan Amerika’ya, burjuvazi el ele, gönül gönüle…
çünkü yapmazsak kalbimize polis tekmesi yiyebiliriz, kulağımızda küpe olduğundan veya sadece kaşımızın altında gözümüz olduğundan dayak yiyebiliriz. Yapmalıyız çünkü işten atılabiliriz, açlıkla terbiye edilebiliriz, daha ne istiyoruz, sorgu odalarında gün ışığına çıkmamış işkenceler keşfedebiliriz. Yapabiliriz çünkü ordu milletiz. Daha doğrusu, ordu + milletiz? Neden bir bütün değiliz veya sadece insan değiliz? Çünkü ordu dediğimiz bir avuç üst düzey subay gazinolarda, davetlerde, ordu evlerinde ucuza kaliteli yemek yiyip (adam gibi yemekler bunlar, çorba değil kısacası) eğlenirken, ülkenin kalanından oldukça farklı bir görüntü sergileMacaristan madenlerinden, Türkiye tersanelerinden, mekteler. Sıradan bir Türk, Kürt, Ermeni işçisiyle aynı Fransa sokaklarından, Çin fabrikalarından ard arda kefeye konulamazlar. En basit örneklerini verelim: Gece ölüm haberleri gelmekte. Burjuvazi, biyoloji derslerinde soğukta nöbet tutmazlar, aynı yatakhanelerde uyumazgösterilen besin zincirinin yırtıcı-leş yiyeni, fabrikada, lar, aynı sabunları ve havluları kullanmazlar, aynı dağmadende, tersanede, grevde ve yapay savaş cephelerinde larda sırtta otuz kilo operasyon yapmazlar, çocuklarının ölen işçi ve emekçilerin taze kanıyla beslenmekte ve her başka yerde operasyona katılıp öldüğü haberini günler geçen gün yeni bir olayı manşetlere taşımakta. Besin pi- sonra almazlar. İyi de ne yaparlar o zaman? Mesela Ameramidinin tepesindeki kan havuzunda alaşağı edilmeyi rika seyahatlerini çok severler, Amerikalı subaylara her bekleyen bu yarı vampir-eli sopalı maymunlar, kırmızı fırsatta kara çalıp, onları her gördüklerinde el etek öperkanın ve beyaz paranın esiri. ler, şeyhlerine yüz sürer gibi izin isterler: Daha çok kan, daha çok silah izni... Eli Sopalı Türklere Karşı Ezilen İşçiler Ülkemizde de, kırmızı beyaz bir cinnet getiren bur- Şimdi, burjuvazi -elinde sopa- kurşun asker olmamızı juvazi, ay yıldızlı bir bayrağın altına oturttuğu işçi ve istiyor. Bunu yaparken umduğu şey ise sosyal güvenlik emekçilerin üzerine nazar kurşunu dökmekte, daha son- yasasının, zamların ve polis cinayetlerinin unutulması. ra işçilere, gösterdiği bu kurşunu silah kurşunu haline Kürt işçi ve emekçilerinin de kanını emen ve onları kengetirmelerini emretmekte. Emirleri yerine getirmeliyiz di coğrafyalarında dörde beşe bölen burjuvazi, bu tepkili ___
Marksist İşçi halkı sindirmek, Türk işçi sınıfını uyutmak, dünyadaki Peki daha neler var? Üç kuruşluk kâr için dinlendirilmeemsallerine biraz olsun ayak uydurabilmek için, daha yen uçaklar düşüyor; Kaz Dağları aynı üç kuruş için taçok kardeş kanı için, daha çok hisse, daha çok altın için lan ediliyor; bizlerin cebinden çıkan bir başka üç kuruşu bunları yapmak zorunda. SSK’ya fahiş fiyatlara ilaç almak sureti ile burjuvalara iade eden, SSK kurum daire başkanlarından Hülya ÖzTürkiye’nin en büyük petro-kimya tesisi her şeye rağmen demir, davası sürmesine rağmen terfi ediyor; 8.5 milyon “babalar gibi” satılıyor, emekli sendikası kapatılmak is- engellinin ‘üç kuruşu’ da, bakanlığın devlet okullarında teniyor, ormanlar ve doğal alanlar maden işletmelerine eğitim gören engellilerin özel eğitim masraflarının devhibe ediliyor... Burjuvazi bunlarla cebini şişirirken asgari letçe karşılanmamasını öngören bir genelge hazırlamaücret yerlerde sürünüyor, ücretler zamanında ödenmi- sıyla, engellilerin eğitim hakkını gasp ederek, burjuvayor, evleri yıkılan vatandaşlar sokaklarda linç ediliyor. ların kasalarına teslim ediliyor; ulaşıma, elektriğe, suya Yok mu artıran? VAR! Burjuvazi ve onun devlet kurum- vb. fiyatta düzenleme adı altında zamlar yapılarak, elilarının yüzsüzlüklerinin ve bayağılıklarının haddi hesa- mizde artık kalmamış olan üç kuruşa da göz dikiliyor... bı yok: Diyarbakır Emniyet Müdürlüğüne bağlı Terörle ve bu üç kuruşlar birike birike burjuvalar zenginleşiyor. Mücadele Şubesi Ekipleri liselerde öğrencilere ajanlık Türlü türlü sömürü aracılığı ile keyiflenen burjuvaların anketi yaptırıyor. “Ailenizin teröre karşı sizi bilinçlendir- ağızlarının tadı kaçmasın diye bir de DTP kapatılmaya mede etkili ve yeterli olduğuna inanıyor musunuz?, Evi- çalışılıyor. nizde en çok hangi televizyon kanalları izleniyor?, Aşağıdakilerden biri ya da birden fazlası tarafından olumsuz Hal böyle olunca da, beş yüz ilkel maymunsu dernek propagandaya maruz kaldınız mı? a) kalmadım, b) ailem, basabiliyor (25 Kasım’da İkitelli’de “Êdi bes e” kampanc) akrabalarım, d) arkadaşım, e) din görevlisi, f ) dernek yasına destek vermek için yapılan gösterinin ardından mensubu (üyesi-başkanı), g) işyeri sahibi, h) öğretmenim, Temel Haklar ve Özgürlükler Derneği polisin destek oli) komşum.” duğu 500 kişilik faşist bir grup tarafından saldırıya uğBu ve benzeri soruları cevaplamak zorunda bırakılan öğ- radı. Camları indirilip pompalı tüfekle duvarları delik rencilere, konferansa katılma nezaketinde bulundukları deşik edildikten sonra, dernek ateşe verildi.). O zaman için teşekkür ve iyi dilek mesajının bulunduğu kağıtla, biz de örgütlenerek cevap vereceğiz. Derneğe bastıkla“Bir bardak çayımızı içmek isterseniz işte adresimiz” deni- rı her adım, kalbe attıkları her tekme, işçilerin ürettiği lerek, Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü’nün telefonu, ayakkabı ve postallarla oluyor. O halde kendisi üretiradresi, mail ve internet sitesi adresleri veriliyor. ken çıplak gezen işçileri, milyonları beslerken aç yaşayan yoksul köylüleri örgütleyeceğiz. Kalbimizi tek tek durBu olayın ardından o gençlere bir anket daha sunulma- durabilirler; ama bu kalpler tek yürek ve tek damar attılıydı: ğında yarattığımız nehir tüm bu pislikleri temizleyecek! • İl Emniyet Müdürlüğü’nün bir tas çorbasını mı içersi- Düşman Kürt halkı değil, biz işçi ve emekçileri sömüniz yoksa bir temiz dayağını mı yersiniz? Size göre han- rüp üzerimizden servetler kazananlardır! gisi burjuva devletin geleceği açısından daha hayırlıdır? • Devletin ve dolayısıyla onun sahibi işverenlerin, işsizli- Savaşlara ve yurtdışındaki sözde barış güçlerine harcağe karşı sizi güvence altına almada etkili ve yeterli oldu- nan paraların hesabı verilsin. ğuna inanıyor musunuz? Orduya ayrılan bütçe eğitime ve sağlığa aktarılsın, har• Devletin ve dolayısıyla onun sahibi burjuvazinin, eği- canan/kişisel hesaplara geçirilen her bir kuruş açıklantim ve sağlığınızla ilgili temel konularda etkili ve yeterli sın! olduğuna inanıyor musunuz?
POLİSİN VAZİFESİ NEDİR?
Haziran 2007’de, medyanın suni seçim gündemleriy- O zamandan bu yana yaklaşık 20 kez polis şiddeti vakale etrafımızı sardığı günlerde, Polis Vazife ve Selahiyat ları gündeme geldi. İkisi geçtiğimiz kasım ayı içerisinde kanununda değişiklikler adı altında, yaşam alanlarımızı olmak üzere 5 kişi bu yasalarca meşrulaştırılan geniş yetve yaşama hakkımızı ihlal eden bir dizi uygulama “gü- ki sonucu keyfen katledildi. Polisin bu keyfi müdahalevenlik” gerekçesi ile yürürlüğe girdi. Bu değişiklikler, sinin sonucu hayatını kaybetmemiş kadar şanslı olanburjuva devletin kolluk güçlerinin sözde “suçu önleme” larımızsa mutlaka sokaklardaki keyfi gözaltı süreçlerine amaçlı olarak, istediğini durdurup kimlik sorma, zor tanık olmuşuzdur. Özellikle Kürt hareketine yönelik kullanma ve kuvvetin derecesini kendi belirleme yetki- saldırıların artması ile her köşe başında biten polislerin lerini yasallaştırdı. kimlik sorgulamasına maruz kalmamışlarımızsa oldukça ___
Marksist İşçi azdır herhalde. Çünkü artık polisin yetkisi, “makul se- ratik ve sınıfsal kazanımının ihlal edilmesi anlamına bep”, “gerekli tedbir”, “gecikmesi sakınca doğurabilecek gelmekte. Herkesin özgürce ve kardeşçe yaşayabilmesi durum”, “yeterli şüphe” gibi öznel gerekçeler altında, anlamında güvenli bir ortam ise baskıcı tedbirlerin artonun ‘engin’ tecrübesine ve edindiği izlenime bırakıl- tırılmasıyla değil, ancak ve ancak sorunun kaynağının makta. Yani özgürlük alanlarımız polisin takdiriyle sı- ortadan kaldırılmasıyla mümkün. Sorunun kaynağı ise nırlandırılmış durumda. kokuşmuş değerleri ve çürümüş yapısı ile kapitalizmin ta kendisi! Daha açık ifade etmek gerekirse, hayatlarımız ‘suçu’ ve ‘terörü’ önleme bahanesiyle bizzat devlet eliyle terörize Bizler sokakların sorgu odalarına çevrilmesini istemiyoedilmekte! Çünkü hepimiz burjuva devletin sınıfsal çı- ruz! karlarına engel teşkil edebilecek potansiyel bir suçluyuz Polisin keyfi olarak zor kullanabilmesini istemiyoruz! onun yasaları önünde. Bu yüzden, onu tehdit edebilecek Yaşam alanlarımızın sınırlanmasını, yaşama hakkımızın her türlü muhalif düşünce ve eylemin daha doğmadan ihlal edilmesini istemiyoruz! bu baskı ortamı altında sönümlenmesi tek çare(!). Bu Bu yüzden, kapitalizme ve onun tüm kazanım ve hakda bir yandan burjuva devletin demokrasi anlayışının larımızı hedef alan yasalarına karşı sınıf örgütlerimizle ne derece sığ ve pragmatik (faydacı) olduğunu kanıtlar- mücadele etmek zorundayız! ken; diğer yandan burjuva devletin, dayandığı sömürü sisteminin çelişkilerinden ne derece korktuğunu gösterPolisin Yetkileri Azaltılsın! mekte. Hayatlarımızın Terörize Edilmesine Hayır! Bugün ‘güvenlik’ diye sunulan yalnızca hâkim sınıfın sınıfsal çıkarlarının daimi kılınma çabası ve tam da bu yüzden bu güvenlik tedbirleri bizlerin her türlü demok-
MEZARDA EMEKLİLİĞİN SOSYAL GÜVENLİK YASASI Emperyalizmin en önemli finansal kurumlarından biri olan IMF (Uluslararası Para Fonu)’nin hazırlayıp dayattığı, emek ve emekçi düşmanı Sosyal Güvenlik Yasası (SGY), iktidardaki işbirlikçi AKP hükümeti tarafından, yüzüne sahte bir “reform” maskesi takılarak tedavüle sokulmuştur. Anayasa Mahkemesi’nin SGY’nin iptal edilmesi ile ilgili başvurulara verdiği cevap ise; kısmi iptal ile yasanın yürürlülüğünü durdurma kararı olmuştur. AKP hükümeti şu sıralar, iptal kararının gerekçelerine uygun, daha da baskıcı bir düzenleme yaparak, bu emekçi düşmanı yasayı bir an önce çıkarmanın telaşı içindedir. Bu ise, böyle bir sınıfsal sorunun, üst burjuva hukuk temsilcilerinin dar ufuklarının sınırları içinde ve burjuva demokrasisinin çerçevesinde verecekleri kararlarla asla çözülemeyeceğini bir kez daha göstermiştir. Ayrıca bu, yine, egemen sınıfların lehine, sömürülen emekçilerin aleyhine verilmiş bir karar olarak emek tarihine geçecektir. Tüm emek cephesine saldırı niteliğindeki bu yasanın özü, sosyal güvenlik kurumlarını (SSK-Emekli SandığıBağkur) “tek çatı” altında toplamak anlayışı etrafında şekillenmiştir. Bu “çatı” altındaki binaysa içinde kendilerine ancak mezarda emeklilik imkânı sunulan ücretli köleler hapishanesidir. Hiçbir emekçi kendilerine daya-
tılan böyle bir yapıda yaşamak istemeyecektir. Bu kararlı duruşlarını kendi sınıf örgütleri, yani, sendikaları aracılığıyla mücadeleye girerek gösterecek ve bu projeyi de, tıpkı diğerleri gibi gitmesi gereken yer olan tarihin çöplüğüne göndereceklerdir. İşçilerin ve emekçilerin düşmanı olan, iktidardaki, emperyalist kapitalist egemen sınıf temsilcilerinin hazırladıkları bu saldırı yasasının içeriğine bakalım: Emperyalizmin önemli uluslararası finansörlerinden IMF, bütün dünyada, emeğini satarak yaşamak zorunda bırakılan kitlelerin sosyal güvenlikleriyle ilgili kazanımlarına yıllardır göz dikmekte ve iktidarlardaki işbirlikçi burjuva düzen partilerinin ulusal temsilcilerine, gasp reçetelerinin (yasalarının) acilen sosyal yaşama geçirilmesini dayatmaktadır. Bunlar da, babalarının çiftlikleri gibi gördükleri parlamentolarında, bu yasaları “millet vekili” sayılarına güvenerek, fütursuzca çıkarmakta ve yaşama geçirilmesi için ellerinden gelen her türlü çabayı göstermekteler. “...IMF temsilcisi Hugh Bredenkamp 2005’in Aralık ayında yaptığı bir konuşmada Türkiye’de cari işlemler açığının yaratabileceği istikrarsızlıklara iki tedbir önermekteydi: “merkez bankası rezervlerinin güçlendirilmesi ve son yıllarda artış gösteren sosyal güvenlik ve sağlık
___
Marksist İşçi harcamalarının önüne geçilmesi”; çünkü IMF yetkililerine göre Türkiye’de sosyal güvenlik şemsiyesi altındaki kesime sağlanan sağlık hizmetlerinin maliyeti çok hızlı artmaktadır ve buradaki mali açıklar nihai olarak cari işlemler açığının kontrolünü de güçleştirmektedir. Dolayısıyla sosyal güvenlik sisteminde çalışanlara sağlanan hizmetler bir an önce kısıtlanmalıdır. IMF yetkililerinin ve IMF programının yakın izleyicisi durumundaki AKP hükümetinin sosyal güvenlik sistemindeki mali dengesizliklere bakış açısı, sadece prim kazançları ile giderlerin cebirsel olarak dengelenmesini gözeten teknik aktüaryel hesaplar ile sınırlıdır. IMF’nin yaklaşımına göre söz konusu aktüaryel dengelerin sağlanması için emeklilik yaşının yükseltilmesi, aylık bağlama oranlarının düşürülmesi ve benzeri “mali” tedbirler sorunun çözümü için yeterli olacaktır. Oysa Türk sosyal güvenlik sisteminin içinde bulunduğu açmaz basit bir cebirsel hesap uyuşmazlığından değil, esas olarak sistemin içinde bulunduğu işgücü piyasalarındaki yapısal sorunlardan kaynaklanmaktadır. Türkiye’de işgücü piyasaları giderek artan ölçüde kayıt dışılık ve marjinalleşme nedeniyle sosyal güvenlik sisteminin formel kapsamı dışına itilmektedir. Her şeyden önce Türk işgücü piyasalarında formel istihdam, toplam işgücünün ancak yarısına ulaşmaktadır. TÜİK’in verilerine göre toplam işgücü arzı 24 milyon düzeyinde olmasına karşın, kayıt dışı çalışanların oranı yüzde 50’ye ulaşmaktadır. SSK’ya kayıtlı olarak prim ödeyen işgücü sadece 6.8 milyon kişidir.”[1] Şimdi bu yasanın emek cephesindeki tahribatlarına bakalım: 1. Şu an yürürlükte olan yasada, yaş esasına göre; 15 yıllık sigortalı olarak ve 3600 gün prim ödeyerek, kadınlar 50 yaşında, erkekler 55 yaşında emekli olabiliyorlar. Prim esasına göre ise; kadınlar 20 yıl, erkekler 25 yıl sigortalı olarak ve 5000 gün prim ödeyerek yaş sınırından bağımsız olarak emekli olabilmekteler.
Gelecek kuşakların Emeklilik Tablosu[2] Kadın Erkek 1.1.2036 - 31.12.2037 59 61 1.1.2038 - 31.12.2039 60 62 1.1.2046 - 31.12.2047 64 65 1.1.2048 sonrası 65 65
Yasanın daha korkunç bir tahribatı da, standart üretim alanları dışında çalışmak zorunda bırakılan, mevsimlik, göçebe, yoksul tarım proleterleri ile “esnek çalışma alanları” diye adlandırılan çalışma yerlerindeki emekçilere yönelik. Bu emekçilere emeklilikleri için gerekli görülen çalışma süresi içinde prim ödeyerek emekli olma hakkı mezarda dahi öngörülmemiştir. Çünkü bu ücretli kölelerin tam emekli aylığını hak edebilmeleri için, yeni yasaya göre 100 yıl çalışmaları gerekmektedir. Kısmi ve Mevsimlik Çalışanların Emeklilik Tablosu[3] Yıllık çalışma Tam aylık için çalışılması günü gereken yıl (9000gün) 90 100 120 75 180 50
2. Yeni yasaya göre, emekli aylıkları bağlanma miktarı da düşürülmüştür. “Emekli aylıkları reformun yasalaşması ile birlikte kademeli olarak düşmeye başlayacak ve yasanın yürürlüğe girişinden itibaren çalışmaya başlayacak olan sigortalılar emekli olduklarında, bugünkü emeklilere göre yüzde 23 ile 33 arasında hak kaybına uğrayacaklardır.”[4] Ayrıca emeklilere “refah payı” verilmemesine devam edilecektir. Bu ise, bordro mahkûmu ücretli kölelerin, emekli ücretli köleler olarak daha da kötü ekonomik şartlarda, yaşamaya zorla devam ettirilmesi demektir. 3. Fiili hizmet zammı uygulamalarında da emekçilerin hak ihlallerine neden olacak çifte standart öngörülmektedir. 4. Yasanın düzenlediği “Genel Sağlık Sigortası” da, emekçilerin sağlıktan aldıkları hizmetlerdeki kazanılmış haklarında hak gasplarına neden olacak bir geriye dönüşü göstermektedir. Bu program sağlık hizmetlerinin tamamıyla tasfiyesi ve hizmetlerin özelleştirilmesi ile sonuçlanacaktır. Bu da, emperyalist kapitalizmin, burjuva diktatörlüğü aracılığıyla yönettiği ülkelerdeki insanların, tedavi masraflarını karşılayacak paraları olmadığından dolayı sadece ölümlerinin “demokratik hakkına” sahip olduklarını göstermektedir.
Yeni yasayla; tam emekli aylığı alabilmek için prim ödeme gün sayısı 7000’den 9000’e yükseltilmekte. Yasa kanunlaştıktan sonra, kadınlar sigortalı olmak koşuluyla 58, erkekler 60 yaşını doldurmuş olmak ve en az 9000 gün sigorta primi ödemiş olmak şartıyla emekli olabilecekler. Ayrıca emeklilikteki bu yaş koşulu ilerleyen yıllarda daha da yükseltilerek cinsiyet farkı gözetmeksizin “Sosyal güvenlik sistemi reform tasarısının bir diğer 65 yaşta diğer bir ifadeyle mezarda eşitlenecek. [1] Erinç Yeldan, Sosyal Güvenlik “Reformu”, Cumhuriyet gazetesi, 19.04.2006
[2] Aziz Çelik, Sosyal Güvenlik Yasası’nın Öteki Yüzü - 2 [3] Aziz Çelik, age. [4] Aziz Çelik, age.
___
Marksist İşçi uzantısı da yakın günlerde “sağlıkta dönüşüm reformu” Mücadele Talepleri adı altında gündemimize gelecektir. IMF söz konusu 1. Herkes İçin İş ve Herkes İçin Onurlu Yaşam Koşullayeni koşullandırma ile birlikte sosyal güvenlik kuruluş- rına Sahip Olma Hakkı! larında sağlık harcamalarının azaltılmasının çarelerini 2. Eşdeğer İşe Eşit Ücret! aramaktadır. Bütün sağlık kuruluşlarını tek bir şemsiye 3. Silahlanma ve Savaş Programı Değil, Parasız Eğitim altında toplayarak, vatandaşları “müşteri”, sağlık kuru- Parasız Sağlık Hizmetleri Programı! luşlarını da birer “ticari işletme” haline dönüştürmeyi 4. Başta Kamu Emekçileri Olmak Üzere Tüm Çalışanlaplanlayan bu tasarı sonucunda zaten çok geri düzeyde ra Grevli ve Toplu Sözleşmeli Sendika Hakkı! bulunan sağlık hizmetlerinin daha da daraltılması ve pa- 5. Tüm Emeklilere Sendika Hakkı! rası olanın yararlanacağı birer ticari faaliyete dönüştü- 6. Tüm İşsizlere Sendika! İşsizlik Sigortası ve İşsizlik Ücrülmesi amaçlanmaktadır. IMF’nin esas niyeti, sistemin reti Alma Hakkı! yapısal nitelikli sorunlarına çözüm aramak yerine, esas 7. Ücretler ve Maaşlar Eşel Mobil Sistemiyle Ayarlanolarak “finansal sistemin sağlığı”nı sağlama dürtüsüyle sın! cebirsel aktüaryel hesaplamalar ile çalışanların üzerin- 8. Tüm Çalışanlara Siyasi Partilere Üye Olma ve Siyasi den kaynak elde etmektir.”[5] Parti Kurma Hakkı! 9. Tüm Sendikalara Siyasi Parti Kurma ve Siyasi PartileSonuç re Üye Olma Hakkı! Egemen sınıf burjuvazinin iktidarında yaşadığımız sö- 10. Bütün Dünyada İşçi Sınıfının ve Emekçilerin Düşmürü düzeninde, kafa ve kol emeklerini, kölelik ücret- manı, IMF (Uluslararası Para Fonu) - WB (Dünya Banleri karşılığında satarak yaşamak zorunda bırakılan tüm kası) - WTO (Dünya Ticaret Örgütü) - NATO (Kuzey emekçiler, bu ve buna benzer saldırı yasalarıyla gasp edi- Atlantik Örgütü) - OECD (Ekonomik Kalkınma ve len haklarını, grevli ve toplu sözleşmeli sınıf sendikaları İşbirliği Teşkilatı) - UN (Birleşmiş Milletler) Adlı Emyani yegane dayanışma ve birleşme örgütleri aracılığıyla peryalist Yapılarla İşbirliğine Son Verilsin! Büroları Kamücadele alanlarına inerek ve sınıf disipliniyle direnerek patılsın, Temsilcileri Hemen Kapı Dışarı Edilsin! alabileceklerdir. 11. Bütün Dünyada İşçi Sınıfının ve Emekçilerin Düşmanı, MAI (Çok Taraflı Yatırım Anlaşması) - MIGA Emek cephesinin bu mücadele seferberliği, özellikle (Çok Taraflı Yatırımları Garantileme Ajansı) - GATS kamu sektörü emekçilerinin sendikal hakları olduğu (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması) - GATT (Gümrük halde, iktidarlardaki burjuva düzen partileri tarafından Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması) - AOA (Tarım Anısrarla verilmeyen grev ve toplu sözleşme haklarını alma- laşması) - TRIPS (Fikri Mülkiyet Patent ve Telif Hakları larında öncü bir görev üstlenecek ve önlerini açacaktır. Anlaşması) - TRIMS (Teknik Engeller Anlaşması) Adlı Emperyalist Anlaşmalar, İşbirlikçi Deklarasyon İmzaları Şimdi emekçilere düşen görev; “Hak Verilmez, Alınır” ile Birlikte Hemen Çöpe Atılsın! şiarından hareketle birleşik bir mücadele cephesini örerek alanlara yönelmek ve “mezarda emeklilik yasası” ile Ya Genel Direniş, Ya Mezarda Emeklilik! emek cephesine yönelik diğer bütün saldırıları yerle yekTüm Emekçiler Birleşelim, san etmektir! Mezarda Emekliliği Yok Edelim! Yaşasın Yeni 15-16 Haziran’lar! Yaşasın Sınıf Dayanışması! [5] Erinç Yeldan, age.
MADENLER VE İŞ CİNAYETLERİ
8 Aralık, Zonguldak maden işçilerinin büyük Ankara yü- bu yıl 88 maden işçisi, geçen yıl 170, 2000 Mart ayında rüyüşü anısına bir 80 insan daha ve özetle SSCB’nin dağılmasından bu yana 4 bin 700 madenci işyeri cinayetine kurban gitti. 18 Kasım 2007: Ukrayna’nın Donetsk bölgesinde, ülkenin 19. yüzyıldan kalma en büyük kömür madeninde Yalnız Ukrayna’da değil: 27 Kasım Ekvador’da altın mameydana gelen grizu patlamasında 88 maden işçisi öldü. deninde dinamit deposundaki kısa devrenin bilançosu 7 Bu madenlerin yaklaşık yüzde 40’ının yüksek metan ölü, 10 yaralı, 20 işçiyse hâlâ kayıp. Meksika, 21 petrol gazı oranına bağlı olarak patlama tehlikesiyle karşı karşı- işçisi daha öldü ve Zonguldak, üç gün içinde gelen 2. ya olduğu ise bir sır değil. Zira, bunlar “resmi” rakamlar: ölüm haberi: vagonla kömür çıkarmaya çalıştığı sırada Ukrayna’daki olumsuz koşullardaki çalışma şartlarından düşerek ölen bir işçi daha... Ve nihayetinde yılda 350 ___
Marksist İşçi bini iş başında olmak üzere 2 milyon işçi adeta işyerinde dır. İşçileri koruyacak olan tek gücün yine örgütlü işçi bir suikasta kurban gidiyor. “Neyi bildirir sayılar? Sayı- sınıfı olduğunu görüp talepler ortaya konmalıdır: lar bebelerin kundakları, sayılar tabutları şehirlerin öldürülmüş ve öldürülebilecek olan...” • Çalışanların sayısına bakılmaksızın tüm yeraltı işletmelerinde işyeri güvenliği uzmanı çalıştırma zorunluluTürkiye’de nüfusun %65’i güvencesiz işçilerden olu- ğu getirilsin. şuyor ve çoğu büyük sanayi kuruluşlarında üretimin • Şu an uygulamadaki teknik nezaretçinin “Türkiye’nin parçalanmasıyla yaratılan taşeronlarda çalışıyor. İş herhangi yerindeki 10 sahaya ayda 2 kez gitmesi” yerine “kaza”larında ölenleri ‘yasalar korusun’ desek bile, 4857 her işletmeye daimi nezaretçi, her vardiyaya bir mühensayılı iş kanunu gereği, 50 kişiden az işçi çalıştıran iş- dis zorunluluğu getirilsin. letmelerde, iş güvenliği uzmanı çalıştırma zorunluluğu • Uzun mesailere, esnek çalışmaya son! yoktur. Oysa kazaların yarısından fazlası bu fason işlet- • İşçilere sosyal yaşam hakkı! melerde meydana geliyor. Başlıca kaza sebepleri: özel- • Ücretini ruhsat sahibinden aldığı için iş güvenliği koleştirme, taşeronlaştırma, üretim projelerinin yeterince nusunda tarafsız olamayan mühendislerin, ücretleri kadenetlenmemesi, saha denetimlerinin yeterli olmayışı, nun hükmüyle sabitlenmiş bir fona bağlansın. mesleki denetim yapılmaması... • Vakit, bu ölen işçi kardeşlerimiz ardından çan çalmanın, sala vermenin vakti değildir. Sıranın pekâlâ kendisiSonuçları ve olasılıkları netçe görülebildiği halde hâlâ ne de gelebileceğini görerek, mücadeleyi kimseye havale “işçi sınıfı yaşamıyor” nidalarıyla sıcak yataklarında ge- etmeden; sessiz kalan sendika bürokratlarına bel bağlavezelik edenlerin niyetleri apaçık tek tek işçileri öldür- madan; emekçilerin yaşamlarını hiçe sayan patronlara mektir. Onların vicdanının sızlamasını beklemek, çıka- DUR demeliyiz! rılacak yasaların işçileri koruyacağını beklemek boşuna-
O RTADOĞU ÜZERİNE PERSPEKTİFLER
Ortadoğu’nun Kapitalistleşmesi Genel olarak ifade edilecek olursa, özellikle 1869’daki Süveyş Kanalı’nın açılışının ardından, Ortadoğu coğrafyası dünya ekonomisine dahil olmaya başlamıştır. Yine aynı şekilde, Birinci Emperyalist Savaş’tan sonraki dönemde muzaffer emperyal devletler, fethedilmiş ülkeleri kendi aralarında paylaştılar. Bu sayede Ortadoğu coğrafyasında gerçekleşen merkezileşme; pazara yönelik tarımsal üretimin artmasına ve bu da geniş coğrafyada egemen olan toplumsal yapının çatlamasına sebebiyet vermiştir. Ticari tarımın, en önemli zenginlik ve güç kaynağı haline gelmeye başladığı Ortadoğu’da, aşiret temeline dayanan geleneksel kendine yeter doğal ekonominin çözülüşü toplumsal çatışmanın kaynağını oluşturmuştur. İşte bu toplumsal çatışmanın çözümlenme biçimi Ortadoğu’da bağımsızlığını kazanan yeni devletlerin rejim karakterlerinin açıklanmasında bize yardımcı olur. Aynı şekilde sürecin bizzat kendisi de bir çeşit ‘devlet kapitalizmi’ olarak adlandırabileceğimiz yapının anlaşılmasında yol göstericidir. Ortadoğu’daki rejimlerin bir yandan “anti-emperyalist” söylemleri ve bazı “ilerici” sosyo-ekonomik tedbirleri uygulayışı ile öte yandan anti-demokratik, baskıcı ve işçi sınıfı aleyhine olan bu yapısı, onların doğasındaki iç çelişkiden kaynaklanır. Zira pre-kapitalist dönem ile modern kapitalizmin inşası arasındaki bir geçiş dönemi olarak “devlet kapitalizmi” burada, pre-kapitalist ilişkileri yok ederek iç pazarı birleştirmek ve bir ulusal ekonomi inşa etmek işlevini üstlenir. Böyle bir sürecin karakteri sui generis (kendine özgü) bonapartizm olarak adlandırılan rejimin süre giden olağan yapısını da gözler önü-
ne serer. Bu süreçte, hiçbir üretim aracına sahip olmasa da, hem devleti hem de üretim faaliyetlerini kapitalist kurallar uyarınca yöneten bir tür ‘bürokratik burjuvazi’ anahtar rolü oynar. Devlet erki içinde bürokrasinin şu ya da bu kanadının, devlet aygıtının başında bulunduğu yıllarda, birikmiş serveti üretken sektörlere yatırarak, devlete doğrudan bağlı olmayan sektörlerde, geleceğin kapitalist sınıfının saflarını içinden çıkaran bir burjuvazidir bu. Bu burjuvazinin bonapartist karakteri ve bürokratik yapısı onu, kendine özgü kılar. İkinci Emperyalist Savaş Sonrası Ortadoğu İkinci Emperyalist Savaş’ın ardından, Yalta ve Postdam anlaşmalarıyla dünya, Sovyet bürokrasisiyle ABD emperyalizmi arasında nüfuz alanlarına bölünmüştü. Ortadoğu ise bu iki güç arasındaki tampon bölgelerden birini oluşturuyordu. Emperyalist savaş öncesi Ortadoğu, Britanya emperyalizminin nüfuz alanı içerisindeydi. Ancak savaş sonrası zayıf düşen Britanya emperyalizminin bölgedeki egemenliğini sürdürmesi mümkün görünmüyordu. Çok geçmeden Filistin ve Mısır’daki askerlerini de çekmek durumunda kaldı. Ancak, Britanya emperyalizminin Ortadoğu’daki nüfuzunu sürdürmek için bir planı vardı: bölgede yükselen “anti-emperyalist” Arap milliyetçiliğine ve gelişen Arap proletaryasına karşı kullanacağı Siyonist İsrail Devleti. 20. yüzyılın başında, anti-semitist hareketlere bir tepki olarak Yahudi küçük-burjuvazisinin bir ideolojisi olarak doğan Siyonizm, eğer Britanya emperyalizminin desteğini almayı
___
Marksist İşçi başaramasaydı, bir küçük-burjuva ütopyası olarak kalmaya devam edecekti. Ancak, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, İngiliz emperyalizmi tarafından giderek artan ölçüde desteklenen Siyonizm projesi, 1948’de kurulan İsrail devleti ile bir gerçeklik halini aldı. Bu andan itibaren İsrail devleti, Filistin proletaryasını bölme ve giderek artan ölçüde bir politik güç haline gelmiş olan Arap proletaryasını, milliyetçilik zehiriyle boğma işlevlerini başarıyla yerini getirdi. İsrail devletinin kurulmasını destekleyen ülkelerden birisi de Sovyetler Birliğiydi. Sovyet bürokrasisi, İsrail devletinin kurulmasını, Yahudi halkının kendi kaderini tayin hakkı olarak görüyordu! Kuruluşunun ardından İsrail devletini tanıyan ilk ülke yine Sovyetler Birliği olacaktı. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Ortadoğu ülkeleri iki kutuplu dünyanın çelişkilerinden yararlanarak ulusal-kalkınmacı, korunmacı ekonomik politikalar uygulamaya başlamışlardır. Bunun uygulanabilmesi, “sosyalizm yağı”na bulanmış Arap milliyetçisi önderliklerin askeri darbelerle iktidarı ele geçirmeleriyle olmuştur. Bu bonapartist diktatörlükler, SSCB’nin verdiği destekle kendilerini kitlelere sosyalist olarak lanse edebilmişler, kendi ülkelerinin komünist partilerinin desteklerini almışlardır. Sosyalizm olarak yutturulan şeyse devlet kapitalizminden başka bir şey değildi. Kimi yerlerde önemli oranlarda devletleştirmelere ve dış ticaret tekeli uygulanmışsa da, özel mülkiyetin esası korunmuştur. Süreç içerisinde gelişen kitle hareketleri ve devrimci seferberlikler, Stalinist önderlikler tarafından bozguna uğratılmıştır. Bu bonapartist diktatörlükler varlıklarını Sovyetler Birliği’nin diplomatik çıkarları, dolayısıyla ülke KP’lerinin ihanetleri pahasına sürdürebilmişlerdir. 70’lerin ilk yarısında, ABD’nin Vietnam yenilgisi, sosyalist devrimin Avrupa’ya ulaşması (Portekiz) ve politik devrimin Doğu Bloğu’nda ortaya çıkması (Polonya), yani dünya devrimci durumunun ivmelenmesi Ortadoğu’yu da dolaysız bir biçimde etkileyecekti. Bu yıllara denk düşen ekonomik kriz, OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler)’in İsrail’in Suriye topraklarını işgaline verilen desteği bahane ederek, petrol fiyatlarını iki katına çıkarması, dünya emperyalist sisteminin belini büken diğer etmenlerdi. 1979 İran Devrimi, Ortadoğu’daki devrimci durumun olgunluğunu ortaya koyuyordu. ABD yanlısı şah rejimi 1979’da kitle hareketleriyle devrilirken, işçi sınıfın sovyetik örgütlenmeleri filizleniyordu. Ancak İran işçi sınıfının devrimci partiden yoksunluğu, Stalinistlerin basiretsizliği, “anti-emperyalist” görünümlü İslamcı önderliklerin iktidar boşluğundan faydalanarak iktidarı ele geçirmesine sebep oluyordu. İktidarı ele geçiren İslamcı önderlik, kitle hareketini boğazlayarak karşı-devrimi gerçekleştirirken, Stalinist partilerin “anti-emperyalist” söylemleri nedeniyle Humeyni iktidarını desteklediklerini de belirtelim.
11 Eylül Sonrası Süreç 11 Eylül bahanesiyle, ABD emperyalizminin “terörizm”e karşı başlattığı savaş, durgunlaşan ekonomisini savaş yoluyla canlandırmak, enerji kaynakları üzerinde kontrol oluşturmak, kimi ülke ekonomilerinin ABD ile tam entegrasyonunu sağlamaktan başka bir anlam taşımıyordu. Bu bağlamda, Afganistan ve Irak, ABD önderliğindeki “koalisyon güç”leri tarafından, daha sonra Lübnan, Siyonist İsrail devleti tarafından işgal edildi ya da edilmeye çalışıldı. Irak Irak, Ortadoğu üzerine genel bir perspektif sunmayı amaçlayan böylesi bir yazının kapsamını haydi haydi aşmaktadır. Zira, 11 Eylül’ün ve Afganistan işgalinin ardından gerçekleşen, ABD emperyalizminin öncülüğünde işgal edilen Irak, bir dizi başka bileşenle beraber, bugün dünya siyasetinin temel belirleyenidir. Yine de bu belirleyenin belli başlı noktalarını, emperyalizmin günümüzdeki eğilimleri ile birlikte sıralamak yerinde olacak. Bunun içinse, Amerika’nın bugün yürüttüğü ve yaygınlaştırmayı planladığı saldırıların ve işgallerin nedenini ortaya koymak gerekiyor. Amerikan kapitalizminin günümüzde, gerçekleştirdiği ve gerçekleştirmesi muhtemel müdahaleler ile palazlanmaya başlayan diğer emperyalist ülkelerin önünü kesmeye çalışmaktadır. Bu sayede dünya kapitalizmi içindeki hegemon konumunu korumaya çalışmaktadır. Bu gücü ve “hakkı” kendisinde görmektedir. Amerikan’ın bu “gücünü” ve “hakkını” açıklayabilmek için “küreselleşme” kavramına göz atmak gerekir. Küreselleşme, emperyalist aşamadaki kapitalizmin, iki kutuplu dünya döneminin ardından çöken bürokratik rejimlere ve bu dönemindeki güç dengesinden yararlanarak “görece” bağımsız kalmayı başaran coğrafyalara kendini entegre etme süreci olarak açıklanmalıdır. O, burjuva ideologlarının savunduğu biçimde kapitalizmin içinde bulunduğu yeni bir aşama anlamına gelmez. Tersine, emperyalist aşamanın farklı bir ekonomik modelden gelen coğrafyalara kendini dikte etmesi anlamını taşır. Kapitalizm, ortaya çıktığı ilk andan itibaren zaten bir dünya pazarı yaratma eğilimindedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, emperyalist aşaması onun bu dünya pazarı eğiliminde ulaştığı son noktayı ifade eder. Ne var ki, SSCB ve diğer bürokratik diktatörlüklerin varlığı, kapitalizmin bu eğilimini tam olarak gerçekleştirmesine olanak tanımamıştır. 1990’lardan itibaren, bu devletlerin kapitalist dünya sistemiyle tam olarak bütünleşmeye evrilmesi, sermayenin kendini, tüm dünya coğrafyasında yeninden yapılandırarak yayılmasına imkân sağlamıştır. Küreselleşme olarak adlandırılan bu süreç Amerikan kapitalizminin “gücünü”; küreselleşmeyi doğuran iki kutuplu dünya dönemi de “hakkını” açıklar. Soğuk savaş döneminin iki büyük gücü arasındaki “hassas” denge, başta Avrupa olmak üzere dünyadaki tüm kapitalist tekellerin ABD’nin savunuculuğunu kabul etmesi ve onun doğrudan askeri müdahaleciliğine “hak” tanımasını sağlamış-
___
Marksist İşçi tır. Ortak düşmana karşı bir araya gelen “rakipler”…
paylaşımdan korkmakta, kendi egemenliğini dünyaya kabul ettirme arzusunu, askeri ve siyasi çeşitli müdahalelerle açığa vurmaktadır. 11 Eylül bahanesinden bu yana, Amerikan emperyalizmi, Afganistan ve Irak’a askeri müdahalelerinin dışında Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan’da içte çıkardığı siyasi karışıklıklarla yönetim değişikliklerine gitti… Tüm bu müdahaleler, emperyalist paylaşım tahtasında, Amerikan kapitalizminin sürdürdüğü kanlı mevzi savaşlarıdır...
Bürokratik Diktatörlüklerinin çöküşünün ardından, Amerikan kapitalizmi soğuk savaş döneminde kazandığı ayrıcalıklı konumu kullanarak tüm bu coğrafyalarda yayılmaya ve yeniden yapılanmaya başlamıştır. Bu sürece başta diğer kapitalist tekeller de ses çıkarmamışlardır. Zira, yağmaya tabi olan pastanın büyüklüğü sebebiyle, tekeller kendilerini doyuracak (gerçekleştirecek) yeterli kaynağı temin edebilmişlerdir. Yine de bu dönemde en büyük payı ayrıcalıklarından yararlanan Amerikan kapitalizmi aldı. (bak: grafik 3)
ABD’nin “önleyici savaş” stratejisi çerçevede okunmalıdır. Özellikle 90’ların sonları ile birlikte Rusya, Avrupa Birliği (AB) ve Japonya gibi emperyalist güçler karşısında, ABD emperyalizminin konumlanışı değişiklik göstermiş, başta Rusya ile Çin’i kuşatma projesini geliştirmiştir.[6]
%
Grafik 1 - 1991-1999 Reel GSMH BÜYÜME ORANLARI
6 5 4
Irak, işte bu mevzi savaşlarının önemli bir parçası olarak yerini almıştır. Din, mezhep, milliyet ve aşiret temelindeki bölünme sebebi ile birleşik bir Irak ulusundan söz edemeyeceğimiz bu coğrafyada gerçekleşen direniş hareketlerinin ağırlıklı niteliği, küçük-burjuva milliyetçi ve dinci radikal gruplar ile eski ayrıcalıklarını korumaya çalışan kimi Sünni kesimlerden meydana gelmektedir. Bu gruplar baskıcı Baas rejimin izlerini kendi üzerlerinde taşımaktadırlar. Bunlar, grevci işçilere, sendikacılara, komünistlere, Şii ve Kürt sivillere ve kadınlara dönük saldırıların sayısının ve şiddetini her geçen gün arttırmaktadırlar. Bu gruplar, kendi temsil ettikleri değerlerin ve çıkarların peşinde, sınıf cephesinin düşmanı olan karşı devrimci hareketlerdir.
3 2 1
1999
1998
1997
1996
1995
1994
1993
1992
1991
0 -1 -2 USA
JAPONYA
FRANSA
ALMANYA
Kaynak : IMF, World Economic Outlook Database, April 2005
Ama Troçki’nin söylediği gibi, “ayrıcalıklar, her zaman durgunluk ve tembellik doğururlar.”[1] Amerikan kapitalizmi de bu döneme kadar sürdürdüğü ayrıcalığın sonuçlarını ekonomisindeki durgunluk ile açığa çıkarmıştır. Örneğin, ABD kapitalizminin 2005 yılında dış ticaret açığının 710 milyar doları aştığı bilinmektedir. Bunun yanında, 2002 yılından bu yana tüketici harcamaları -1975 ile 2000 arasındaki dönemdeki yüzde 67 oranı ile karşılaştırıldığında - rekor kırarak Gayrı Safi Yurtiçi Hâsıla’nın (GSYİH) yüzde 71’ine ulaşırken, iş çevriminin şu anki toparlanma evresinin ilk 39 ayında, özel sektörde reel ücret ve maaş ödemeleri sadece yüzde 5 oranında artmıştır. İş sayısının ve ücret ödemelerinin güçbelâ artış göstermesi, artan tüketim harcamalarının bütünüyle borçlanmanın artmasıyla finanse edildiği anlamına gelmektedir.”[2] Diğer bir taraftan ise, 2000 yılında % 1’in üstünde seyreden genel bütçe dengesi, 2004 yılının sonunda % -4’ün de altına inmiş durumdadır.[3]
Bununla birlikte sıkça savaşın en önemli sebebi olarak gösterilen enerji yatakları üzerindeki denetim, büyük ölçüde sağlanmış durumdadır. Bu bölgeler, (petrol yatakları, rafineler, vb.) bölgenin karmaşasından büyük ölçüde izole yerlerdir ve koalisyon güçlerinin denetimindedirler. Harcamalar dengesi açısından bakıldığında ise İngiliz şirketlerinin Saddam Hüseyin’i devirmesinden bu yana 1,3 milyar sterlin kâr elde ettikleri düşünüldüğünde, pek de öyle büyük bir sorun teşkil etmediği görülür! Bu şirketler daha çok özel güvenlik hizmetleri, bankalar, halkla ilişkiler danışmanlık, şehir planlama konsorsiyumları, petrol şirketleri, mimarlık büroları ve enerji danışmanlık kurullarından meydana gelmekteler...
Örnekler çoğaltılabilir, ama bu yazının içeriği için kâfidir. Hem, “dünyanın birinci gücü olmak tek gücü olmak anlamın da gelmez.”[4] Akıldan çıkarılmaması gereken önemli bir husus da budur. Artık günümüzde, emperyalist paylaşım ortaklığının vadesi dolmuş, emperyalist aşamanın belirleyeni olan paylaşım mücadeleleri (devamında savaşları) tekrar gündeme gelmiştir. Ne var ki, “emperyalizm, iktidar paylaşımından korkar.”[5] Gerileyen ABD kapitalizmi de bu iktidar
Yine de tüm bu sıralananların ABD emperyalizminin işini kolaylaştırmadığını bir diğer gerçek... Bölge istikrarının sağlanamaması her şeyden önce ABD emperyalizminin savaşı yayamamasındaki en önemli etmendir. Bir politik belirleyen olarak bu somut duruma bir önceki sayıda yer alan Dünya Durumu Üzerine Perspektiflerde de değinilmişti. Tekrar etmekte fayda var. “Politik belirleyen olarak bu somut durum,
[1] Troçki, Geçiş Programı, Kardelen Yayınları [2] US growth rate points to global downturn By Nick Beams, 2 [6] Konunun kapsamını aştığı için ayrıntılandırmıyoruz. Yine de May 2005 ABD’nin, ekonomik bir birlikten siyasi bir birliğe geçmesi imkan[3] IMF, World Economic Outlook Database, April 2005 sız olan AB emperyalizmini ve Rusya’yı tüm bu mevzi savaşları ve [4] Troçki, Emperyalist Savaş ve Dünya Proleter Devrimi, Yazın diplomatik müdahaleler ile köşeye sıkıştırdığını ve kendi hegomonYayınları yasını bir süre daha onlara kabul ettirdiğini belirtelim; en azından ___tüm bu güçler ABD ile “denk” zor gücüne erişinceye kadar... [5] a.g.e.
Marksist İşçi yarattığı imkânlar dâhilinde dört bölümde incelenmelidir. (a) dünya işçi sınıfı açısından (b) dünya pazarlarından ve doğal kaynaklarından pay koparabilmek adına palazlanmaya başlayan diğer emperyalist ve alt emperyalist güçler açısından (c) küçük burjuva milliyetçi ve dinci akımların doğurduğu yanılsamanın sonuçları açısından (d) Ulusal kurtuluş mücadelelerinin Devrimci Marksist kavranışı açısından.”[7] Bugün Irak’ta işçi sınıfının din, mezhep, milliyet ve aşiret temelindeki bölünmeleri arkasında bırakarak sınıfsal temelde birleşmeye ve emperyalizme karşı, anti-kapitalist bir bilinçle savaşmaya ihtiyacı var. Tüm Irak halklarının kurtuluşu bu sınıf savaşından geçiyor ve bugün Irak’ta en büyük ihtiyaç, işçi sınıfını birleştirecek ve onu emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı silahlandıracak olan devrimci bir parti... Filistin Birinci Emperyalist Savaşı sonunda, Cemiyet-i Akvam, Filistin ve bazı diğer bölge topraklarını İngiliz emperyalizmine teslim etmişti. 1947 yılında İngiltere, Filistin’i Birleşmiş Milletler’e “iade” etti. Bunun ardından da Siyonist İsrail devleti, 1948 yılında emperyalistler arası bir uzlaşma kurulundan başka bir şey olmayan (ve aslında günümüzde bu adi görevini bile yerine getirmekten aciz olan) Birleşmiş Milletler tarafından kuruldu. Yine 1948 yılında Moskova bürokrasisinin emirleri doğrultusunda Çekoslovakya topraklarında silahlandırılan ve eğitilen İsrail ordusu Araplarla gerçekleşen savaşı kazandı. Siyonist İsrail, o günden itibaren yayılmacı politikalarını aralıksız sürdürdü ve her seferinde daha fazla Filistinlinin ölmesine, sakat kalmasına ve kalıcı bir yoksulluğa mahkûm bırakılmasına neden oldu. Emekçi Filistin halkı ise her zaman Siyonist İsrail’in yıkılmasından yana tavır koydu ve ona karşı gerçekleştirilen tüm direnişleri destekledi. Bu direnişlerin başında ise El Fetih vardı. El Fetih, kendi iktidarını, gerçekleştirdiği direnişin gücünden alan burjuva karaktere sahip bir hareketti. İsrail’in yıkılmasını içinde barındıran, her üç dinden insanların bir arada yaşayacağı demokratik ve laik bir Filistin programını savunuyordu. Fakat giderek -hareketin burjuva karakterinden dolayı- bu programdan vazgeçti ve Oslo “barış” sürecinde ortaya “çıkarılan”; Filistin halkının kendi öz topraklarına geri dönüş hakkını yok sayan “iki devletli çözüm” önerisinin savunuculuğunu üstlendi. Oslo Anlaşması’nın “iki devletli çözüm”ü aslında Filistin topraklarının işgal altındaki mevcut durumuna burjuvazinin resmi bir statü kazandırmasından öte bir anlam taşımıyordu. Bu ise, işgalin devamı ve Filistin halkının dramının sürmesi demekti. [7] Irak direnişinin bu çerçeveden kapsamlı bir incelemesi ileriki sayılarımızda yer alacak...
El Fetih’in bu ihaneti onaması, onun kendisini ağır ağır bir bataklığa sürüklemesine neden oldu. İktidar, zor aygıtlarını direnişe desteğini aralıksız sürdüren kendi halkına çevirerek onlara yabancılaştı ve giderek ona iktidarı sağlayan Filistinliler üzerinde bir erklik haline geldi. Bunun yanında El Fetih iktidarı döneminde rüşvetin ve yolsuzluğun diz boyu artması, zenginleşen önderliğin diğer Arap devletlerinde bir sermaye birikimi elde etmiş olması ve tüm bunlara karşın, her geçen gün Filistin halkının daha çok yoksullaşması en sonunda bu hareketinin sonunu getirdi. Buna karşın yoksul Filistin halkı daima direnişten yana oldu. Her zaman, Siyonist İsrail devletinin yıkılması için mücadele etti ve onun bu kararlı ifadesi, önderlik boşluğundan dolayı, hiç de kararlı olmayan Hamas’ta, kendini ifade etme şansı buldu. Hamas, gerek kendini direnişin simgesi durumuna getiren radikal eylemleriyle, gerekse silah ticaretinden ve sürgündeki Filistin burjuvazisinden akan para sayesinde yoksul halka yaptığı yardımlar vesilesiyle kendini iktidara taşımasını bildi. El Fetih’in yerine Hamas’ın “Filistin halkının iradesi” yoluyla seçilmiş olması bize, yalnızca bir şeyi gösterebilir. O da, Filistin halkının ve işçi sınıfının, direnişten yana sarsılmaz bir kararlılıkla tavır koyduğudur. Yoksul Filistin halkı, bu tavrını yansıtmayan tüm önderlikleri bir çırpıda siyasetin dışına fırlatabilme iradesine sahip olduğu göstermiştir. Siyasal İslamın iktidarı, çıkış yolu bulmayan yoksul halkın kendini, direncini ve isyanını ifade etme şeklinden başka bir şey değildir. Fakat bu ‘irade’ de çok kısa zamanda emperyalizm tarafından baltalandı. El Fetih, bir hükümet darbesiyle Hamas’ı iktidardan uzaklaştırırken, Hamas Gazze’de kontrolü tümüyle ele geçirdi; Batı Şeria ise El Fetih yönetiminde kaldı. El Fetih yönetiminin işbirlikçi karakteri apaçık bir gerçeklik halini almış iken, Hamas da radikal programından taviz vermeye başlamıştır. Seçim zaferinden sonra, seçimi kazanmasındaki temel etken olan, İsrail devletinin yıkılmasına bağlı programından geri adım atarak, 1967 sınırlarını esas alan “iki devletli çözüm” projesine onay vermiştir. Bu bağlamda, çeşitli sol çevreler tarafından “anti-emperyalizm” sosuna bulanan radikal İslama karşı tavır net olmalıdır. Hamas, emperyalizm ve Siyonizmle mücadeleyi sonuna kadar sürdürmeye asla muktedir değildir. O, Filistin burjuvazisinin bir kesiminin ve İran burjuvazisinin Ortadoğu’daki çıkarlarını ifade etmektedir. FKÖ’ye karşı Filistin mücadelesini bölmek için bizzat emperyalizm ve Siyonizm tarafından yaratılmış bu örgütün “emperyalizm”le yaşadığı çıkar çatışması geçicidir. Eğer emperyalizm kendisine şans tanırsa onunla uzlaşacaktır, seçimden sonra da bunun sinyallerini yeterince vermiştir. İntifadayı dirilterek mücadeleyi kararlı bir şekilde sürdürecek kesimler Filistinli emekçiler ve onların örgütleridir.
___ 10
Marksist İşçi İran Amerikan kapitalizminin, Afganistan ve Irak müdahalelerinin arından, bugün dünya, “nükleer kriz” başlığı altında ABD - İran gerilimine şahit oluyor. İran gerek bu gerilim ve muhtemel savaş yüzünden gerekse içinde taşıdığı sınıf dinamikleri açısından özel olarak irdelenmeyi hak ediyor.
zi noktalarından birini oluşturmaktadır. Yapay olarak dört parçaya bölünmüş bu coğrafyada ulusal kurtuluş mücadelesi (UKM) sürmektedir. Irak Kürdistanı’nda fiili bir devlet oluşumuyla, ulusal mücadele yerini sınıf mücadelesine bırakma sürecindeyken, diğer bölgelerde, ulusal ayrımcılık ve baskı devam etmektedir.
“İran ekonomisi yüksek oranda yetişmiş insan gücüne sahiptir... 1991 yılında çalışanların 10 yaş üstü ülke nüfusuna oranı %34 olarak gerçekleşmiştir. Çalışanların %34’ü devlet, %65’i özel sektörde faaliyet göstermektedir.” Enerji kaynaklarında ise İran, bugün dünyanın tespit edilen petrol rezervlerinin %9,2’si (93 milyar varil) kendisinde bulunmaktadır. Bu miktara dünyanın tüm doğalgaz rezervlerinin %14,5’i de eklenecek olursa İran’ın “dünya enerji piyasasındaki seçkin konumu açıkça görülecektir. İran önümüzdeki 70 yıl süresince ham petrol ve 250 yıl boyunca da doğal gaz üretimini bugünkü kapasiteyle sürdürebilecektir.”[8]
Öte yandan, Güney Kürdistan’daki oluşum, diğer bölgelerdeki halka örnek teşkil etmekte, kurtuluş mücadelesinde onlara güç vermektedir. Bu durum, özellikle Türkiye ve İran devletlerini tedirgin etmektedir. Bu devletler, Kürt halkına inkâr ve imha politikalarına son dönemde hız vermişler, kimi zaman ortak operasyonlar düzenlemişlerdir. Ayrıca, gerillaları takip bahanesiyle, Güney’deki köyleri bombaladıkları da bilinmektedir.
İran işçi sınıfı, gerici burjuva devletin baskıları altında ezilirken mücadele etmekten geri durmuyor. Uluslararası basına nadiren yansısa da aralıklarla grevler patlak veriyor. İran öğrencilerinin mücadeleci geleneği ise dönemsel olarak ortaya çıkan üniversite işgalleri ile hâlâ sürmekte. Rejim, kendi, baskıcı karakterini giderek daha fazla İslami yasalara dayandırmaya çalışsa da kadınların buna içten içe bir tepki duydukları ise bir gerçek... İran kapitalizminin gelişme dinamiği ile ABD emperyalizmin bölge hâkimiyeti arasındaki tezatlık da her geçen gün derinleşiyor. İran, savaşı hemen ensesinde hissediyor. Bu yüzden sürmekte olan emperyalist kamplaşmanın mevzi savaşlarında üzerine düşen rolü oynamaya hazırlanıyor. Bir taraftan Rusya ve Çin ile yakınlaşırken değer taraftan burjuva Hamas önderliğine kucak açıyor. Venezüella ile ‘stratejik’ olarak yakınlaşıyor. Suriye burjuvazisini kendi yanına çekmeye çalışırken, içerisindeki Pan-İslamist ve şoven dalgayı da körüklüyor. Aslında, İran giderek ön-devrimci bir duruma sürükleniyor... Lenin, 1915’de “bütün sosyalistlerin tartışma götürmez ve temel görevi” olarak “bir devrimci durumun bulunduğunu yığınlara anlatmak, bunun genişliğini ve derinliğini açıklamak, proletaryanın devrimci bilincini ve azmini uyandırmak, onun devrimci eyleme geçmesine yardımcı olmak ve bu amaçla devrimci duruma elverişli örgütleri kurmak” diye sıralar. Bugün İran proletaryası içinde yürütülmesi gereken faaliyet de budur. Bunun sürekli propagandası ve ajitasyonu ise Bolşevik Leninistlerin görevidir. Unutulmamalıdır ki, “emperyalist savaşlar proleter devrimlerin anasıdır!”[9] Kürdistan Kürdistan coğrafyası bugün de Ortadoğu devriminin merke[8] Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu, Türk - İran İş Konseyi - 2005 Raporu [9] Lenin, “İkinci Enternasyonalin Çöküşü” makalesinden
Türkiye devleti ve hükümeti, Dağlıca operasyonunda yaşanan asker ölümlerinin ardından, büyük bir şovenist kampanya yaratarak, Güney Kürdistan’a yönelik bir operasyon için meclisten tezkere çıkarmıştır. PKK bahanesiyle çıkartılan tezkerenin amacı bellidir: Önce diplomatik yollarla Güney Kürdistan yönetimini ablukaya almak ve ardından mümkünse geniş çaplı bir operasyonla Güney Kürdistan’da kalıcı mevziler kazanmak. Operasyonun küçük çaplı olacağını iddia edenler kuyruklu bir yalan atmaktalar, çünkü Türk ordusunun zaten sınırın öte tarafında operasyonlar düzenlediği bilinmektedir. Bu onların operasyondan anladıklarının ne olduğu konusunda bir fikir vermektedir. TC egemenlerinin Misak-ı Milli sanrılarından kurtulduğunu düşünmek için hiçbir sebep yoktur. Tezkerenin ardından, TC’nin artan baskısıyla ABD ile Barzani ve Talabani’nin geri adım atması, Kürt halkına gerçek dostlarının kimler olabileceği konusunda öğretici olmuştur. Özgürlük mücadelesinde emperyalizmden medet ummak intihar etmek anlamına gelir ve Kürt burjuvazisiyle feodal güçler mevcut durumdan çıkarlı kesimlerdir, dolayısıyla UKM’nin müttefiki değil, onun düşmanıdırlar. UKM’yi sonuna kadar götürebilecek kesimler Kürdistan yoksul köylüsü ve işçi sınıfı ile bölge ülkelerinin işçi sınıfının desteğidir. Bu da bölgede, enternasyonalist temelde mücadele eden devrimci işçi partilerinin kırılmasını zorunlu kılar. Mısır Mısır, 80 milyona yakın nüfusu, güçlü işçi sınıfı ve stratejik konumuyla Ortadoğu devriminin önemli merkezlerinden biridir. Emperyalist burjuvazi için oluşturduğu serbest ticaret bölgeleri, Türk patronların bile iştahını kabartacak derecede düşük reel ücretleri ve işçi sınıfının en temel demokratik haklarından dahi yoksunluğu itibariye Mısır, işçiler için bir cehennem, burjuvazi içinse “çöldeki bir vaha”dır. Buna karşın, son bir yıldır Mısır, işçi hareketleriyle sarsılmaktadır. Geçtiğimiz yılın Aralık ayında, tekstil sektöründe başlayan grev ve fabrika işgalleri diğer sektörlere de sıçrayarak sınıf
___ 11
Marksist İşçi hareketinin dirilmesini sağladı. Mısır’daki tek yasal sendika olan Mısır Sendika Federasyonu (ETUF) ise hareketi desteklemek bir yana seferberliği engellemek için her yolu denedi. İşçilerin tepkisine hedef olanlarsa sadece hükümet ve patronlar değil, aynı zamanda ETUF bürokratlarıydı. Bu bağlamda işçiler, sendikadan bağımsız kendi öz-örgütlülüklerini yaratmaya giriştiler. Geçtiğimiz sene ekonomik talepleri adına harekete geçen işçiler, hükümetin verdiği vaatler üzerine işbaşı yapmıştı. Ancak hükümetin verdiği sözleri tutmaması üzerine geçtiğimiz aylarda tekstil işçileri yeniden greve giderek fabrikaları işgal ettiler. Önce zor yoluyla hareketi ezmeye çalışan hükümet, bunda başarısız olunca, işçilerin taleplerini kabul ettiğini bildirdi. Örnek eylemlilikleriyle Mısır işçi sınıfı, Ortadoğu emekçilerine ve ezilenlerine kurtuluş adresinin sınıf mücadelesi olduğunu kanıtlamaktadır. Mücadele Perspektiflerimiz 1. Emperyalizmin Ortadoğu’daki askeri varlığı, bugün bölgenin temel belirleyenlerinden biri olmaktadır. Emperyalizme direnen halklarsa, bunun bedelini ağır bir şekilde ödemekteler. Irak’ta, işgalden bu yana 1 milyona yakın insanın öldüğü ifade edilirken, Filistin’de Gazze halkı, abluka altında açlıkla terbiye edilmektedir. Türk askerleri ise, BM şemsiyesi altında, Lübnan’da Siyonist İsrail devletinin bekçiliğini yapmaktadır. Türk askerleri Lübnan’dan geri çekilmelidir. Türkiye, dünya halklarının celladı, karşı-devrimci NATO örgütünden çıkmalıdır. Nihai hedefimiz bölgenin emperyalist işgallerden ve askeri üslerden temizlenmesidir. 2. Emperyalizmin var ettiği, onun Ortadoğu’daki jandarması Siyonist İsrail devleti yıkılmadan Ortadoğu’ya barışın gelmesi mümkün değildir. İsrail devletinin ilga edilmesine bağlı demokratik, laik ve ırkçı olmayan bir Filistin devleti şiarı, özellikle “iki devletli çözüm” önerilerinin gündemde olduğu bugünlerde, öne çıkarılmalıdır. Özü itibariyle burjuva olan bu slogan, başka bir durumda son derece gerici bir yönelime yol açabilecek iken, Filistin devrimi bağlamında açıkça sürekli devrim sürecinin hızlanmasına katkıda bulunacaktır. Çünkü bu sloganla seferber olacak Filistin halkı kapitalist İsrail devletinin yıkılmasıyla birlikte Ortadoğu sosyalist devri-
minin başlangıcına imza atabilecektir. Bu hedefinde Filistin halkının müttefiki başta Yahudi proletaryası olmak üzere, Ortadoğu işçi sınıfıdır. 3. Devrimci Marksistlerin Filistin sorunu için yükseltecekleri acil talep, emperyalizmle ve Siyonizmle uzlaşmadıkları için açlık ve susuzlukla terbiye edilen, en temel sağlık ürünlerine ulaşmakta güçlük çeken Gazze halkının üzerindeki ambargonun kaldırılmasıdır. İsrail tarafından esir alınmış siyasi mahkûmlar koşulsuz serbest bırakılmalı, Filistin toprakları üzerinde kurulmakta olan Yahudi yerleşimleri derhal durdurulmalıdır. Öte yandan Gazze’de Hamas’ın baskısı altında ezilen Filistin işçi komiteleriyle dayanışma olanakları yaratmalı, Hamas’ın burjuva, karşı-devrimci niteliğini teşhir etmeliyiz. 4. Kürt halkının yıllardır sürdürdüğü ulusal kurtuluş mücadelesi, Barzani ve Talabani’nin işbirlikçi-gerici burjuva önderliğine, PKK’nin TC sınırları içerisindeki “demokratik çözüm”e dayalı sınırlı ufkuna rağmen, önemli devrimci dinamikler barındırmaktadır. Bu bağlamda, Kürt halkının tek müttefiki ezen ulus (Türkiye, İran, Suriye, Irak) işçi sınıflarının, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı için sürdüreceği mücadele, merkezi önem taşımaktadır. Bunun gerçekleştirilmesiyse bölgede enternasyonalist devrimci partilerin inşasını kaçınılmaz kılmaktadır. 5. Bölge halklarının, önderliklerinden bağımsız olarak, emperyalizme karşı direnişi (Irak, Filistin, Lübnan) emperyalist planları sekteye uğratmış ve önemli bir devrimci dinamik içerdiğini ortaya koymuştur. Öte yandan, direnişlerin Panİslamist önderliklerine karşı oluşabilecek “anti-emperyalist” yanılsamalara karşı her zaman dikkatli olunmalıdır. Hamas denetimindeki Gazze bölgesi tüm dünya tarafından abluka altına alınmışken, Hamas’ın Gazze’deki işçi örgütlerine uyguladığı baskı, Pan-İslamizmin karşı-devrimci doğasını açıkça ortaya koyan bir örnektir. 6. Ortadoğu’da halkların özgürce barış içinde yaşayabilmesi, kapitalist sömürünün son bulması, işçi konseyleri üzerinde yükselen ve dünya ölçeğine yayılacak Ortadoğu Sosyalist Devletler Federasyonu’nun gerçekleştirilmesiyle mümkündür.
7 . YILINDA 19 ARALIK KATLİAMI
Devrimci mücadelenin tarihi o mücadeleyi var edenlerin kısa bir süre geçmesine rağmen unutulmaya yüz tutan, talepleriyle, içinde yaşadıkları sistemin hâkim sınıfının çünkü unutturulmaya çalışılan bu kıyım, mücadelenin çıkarları arasındaki çelişkiden meydana gelen ve gelmesi sürekliliğinin ve kitleselliğinin bir direniş için ne kadar tarihsel olarak zorunlu olan savaşımlarla şekillenir. 19 önemli olduğunu gözler önüne sermektedir. Aralık 2000’de meydana gelen 28 devrimcinin yaşamını yitirmesi ve onlarcasınınsa ağır yaralanmasıyla sonuçla- 19 Aralık katliamına maruz kalan devrimci tutsaklar, nan 19 Aralık katliamı da bu yüzden devrimci mücadele sömürücü güçlerin çıkarlarına hizmet etmeyen insantarihi içerisindeki yerini almıştır. Üzerinden yedi yıl gibi ların tecrit yolu ile mevcut kişiliğinin ve fikirlerinin ___ 12
Marksist İşçi çökertilmesini amaçlayan F tipi cezaevleri uygulaması- lışmış, yalanı bizzat devletin bilirkişi raporlarıyla ortaya nı protesto edip halkı bu konuda bilinçlendirmek için çıkınca da suskun kalmayı tercih etmiştir. Nasıl olsa bu ölüm orucuna başlamışlardı. Dönemin Başbakanı Ece- operasyon sonucunda IMF ve diğer sömürü odaklarıyla vit uzun süredir “cezaevlerinde devlet kontrolünün kal- yapmış olduğu gizli anlaşmaları harfiyen uygulayacağımadığı, cezaevlerinin örgüt yuvaları, yasadışı örgütlerin nın kararlılığını göstermiştir(!) Operasyon sonrasında karargahları haline geldiği, taraftar olarak içeri girenin yaralı kurtulmuş olan devrimci tutsaklar ise kararlılıkmilitan olarak dışarı çıktığı” vb. iddialar ile hücre tipi ( larını F tipi cezaevlerinde tecrit edilmiş bir biçimde diF tipi) cezaevlerine geçişi meşrulaştırmaya çalışıyor, an- renişlerini sürdürmeye devam ederek göstermişlerdir ve cak devrimci tutsakların kararlı direnişi ve bu direnişe göstermekteler. verilen destek sonucu geri adım atmak zorunda kalıyordu. Öte yandan, zamanın DSP-MHP-ANAP koalisyon 19 Aralık’ta devletin faşizan tutumuna karşı direniş adıhükümeti ülkenin içinde bulunduğu ekonomik bunalı- na ölüm orucuna başlayan O insanlar, F tiplerinde mümı emperyalist çıkarlar doğrultusunda aşmak için IMF cadelesini devam ettirmiş devrimci tutsaklar, kararlılıkile çeşitli anlaşmalar imzalamış ve bu programı hayata la bu uğurda ölüme kadar gidebileceklerini göstererek, geçirmek, IMF ve diğer emperyalist efendilerine bu ko- tüm emperyalist çıkar odaklarına ve onların yardakçınudaki itaatkârlığını ve kararlılığını göstermek için önce larına mücadelenin her koşul altında var olacağını kaülke içindeki işçi-emekçilerin ve ezilen halkların hakla- nıtlamışlardır. Fakat şu unutulmamalıdır: Tecride karşı rını savunan kitlelerin seslerini kesmek durumundaydı. verilen mücadele de tıpkı diğer mücadele taleplerimiz İşte 19 Aralık Katliamı, devletin adına ‘hayata dönüş gibi sınıfsal bir nitelik kazanıp kitleselleşebildiği ölçüde operasyonu’ dediği bu zihniyeti, yani savunmasız, suç- başarıyla sonuçlanacaktır. Devrimci eylemlerin süreklisuz ve içinde bulundukları ölüm orucu nedeniyle bitkin liği ancak bu şekilde sağlanabilir. İşte o zaman 19 Aradüşmüş devrimcilerin vahşice katledilişini ifade eder. lıklar ne unutulur ne de tekrarlanabilir! Medyanın da desteklemesiyle ““aslında birçoğunun örgüt baskısı sonucu zorlanarak direnişi sürdürdüğü” idF tipine hayır! Devrimci tutsaklar dia edilerek, devletin kolluk kuvvetleri ve sırf katliamlar üzerindeki tecrite son! için eğitilmiş özel harekât timleri, ağır silahları ve teçhiİçeride dışarıda hücreleri parçala! zatlarıyla, 20 cezaevinde tutsakların üzerlerine bombalar 19 Aralık katliamını unutma, unutturma! yağdırmış, kurşun sıkmış, direnişçilerin feci bir şekilde yanmalarına ya da zehirlenerek ölmelerine sebep olmuştur. Operasyon sonucunda ise vahşetini direnişçilerin kendi kendilerini yaktıkları yalanı ile örtbas etmeye ça-
41 YILIN EN BÜYÜK GREVİ: 26 BİN TELEKOM İŞÇİSİNİN DİRENİŞİ Sendikal örgütlülüğün korunması, aynı işi yapan işçiler arası ücret farklılığının giderilmesi, esnek çalışmanın kaldırılması gibi hayati taleplerle 44 gündür grevde olan Telekom işçilerinin grevi, 28 Kasım’da bitti.
kaynağın ücretlere nasıl yansıyacağı ve bu kaynağı yönetecek komisyonda kimlerin bulunacağı da belli değil. Grev süresince kapitalistin lehine kullanılabilen yasaların, kapitalistlerin lehine çalışan polisin, valinin, uzlaşma sonrası yönetimle çorba içerek stres atan sendika Telekom yönetiminin her türlü grev kırıcılığına rağmen bürokratının grev sonrasında da bu kısmi kazanımları (sabotaj iddiaları, polis zoru, 50 işçinin iş akdinin fes- korumasını beklemek elbette saçma olurdu. hi, burjuva basının greve kara çalışı, vb.) Telekom işçisi, mücadelesinin haklılığının bilincinde ve grevinin sonu- TT işçisinin bu grevden en büyük kazanımı; düşmanını na kadar arkasındaydı. tanıması, dostunu sınaması ve sürekli, örgütlü mücadelenin önemini görmesi oldu. Bundan sonra da dünyaBorsada yaşanan arızayla; TT yönetiminin yüklü bir taz- nın birçok yerinde ve bu satırlar yazılırken grevde olan minat ödemekle karşı karşıya kalmasının ardından yapı- (Gine, ABD, Fransa, Almanya, Finlandiya, İtalya...) işçi lan uzlaşmada birinci yıl %10, ikinci yıl %6,5 + enflas- kardeşlerinin safında yer tutarak patronunun kâbusu olyon oranında zam kabul edildi. Ücret dengesizliklerini maya devam etmelidir. gidermek için 25 milyon YTLlik kaynak ayrıldı. Ancak, sendikal örgütlenme önündeki engel olan ‘kapsam’ Kapalı kapılar arkasında varılan uzlaşmalara güvenimiz maddesi, uzlaşma sonrasında da sayıları 45 bini bulan yok, yaşasın sendika içi demokrasi! mevcut kapsam dışı işçileri kapsamıyor. 25 milyonluk Yaşasın Proletaryanın Örgütlü Mücadelesi! ___ 13
Marksist İşçi
S ALDIRGANLIĞIN AV RU PA’ D A K İ G Ö RÜ N Ü M Ü
Emperyalizm, doğası gereği sürekli hale gelen ve gün geçtikçe kendisine bir son hazırlayan krizlere sebep oluyor. Dolayısıyla burjuvazi de bu krizleri, işçi sınıfına ve onun mücadeleler sonucu kazandığı haklarına saldırarak hasıraltı etmeye çalışıyor. Burjuvazi her ne kadar kendi içinde daha çok kâr sağlamak, daha büyük bir tekel olmak için amansız bir ‘rekabet’ yaratsa da, söz konusu olan düşman işçi sınıfı olunca, birden birleşir ve Avrupa Birliği gibi yapılar yaratarak kendi sınıf çıkarlarına uygun olan unsurların anayasallaşmasını sağlar. Elbette ki, bu anayasal anlaşmalar, emekçilerin ve gençliğin geçici sürelerle çalışıp, iş güvencesizliğine mahkûm olmasına; eğitimde ve sağlıkta özelleştirmelere, sosyal güvenliğin tamamen tasfiyesine, işçinin zaten anca açlık sınırında yaşamasına yeten ücretlerini daha da düşürmeye, sermayesini var eden yegâne gücün işçi sınıfı olması yetmiyormuş gibi vergilerle de sömürüsünü arttırmaya, kısacası Avrupa burjuvazisinin kendi ayrıcalıklarını pekiştirmeye yöneliktir.
Avrupalı İşçi ve Emekçilerin Kapitalist Saldırganlığa Cevabı Kapitalistlerin bu insafsız saldırılarına cevap olarak, uluslararası düzeyde yükselen sınıf mücadelesi, Avrupa’da da harekete geçmeye başlıyor. Bunun en yakın örneklerinden biri de, Alman emekçilerin şu günlerde vermekte olduğu grev mücadelesidir. Almanya Demiryolu Şirketi (Deutsche Bahn) çalışanı makinistler, daha fazla ücret talebi ile yük trenlerinde grev başlatmıştır. Bu grev, demiryollarında konjonktürel olarak büyük etkiye sahip olmakla birlikte, yük trenlerindeki ilk grevdir. GDL (Lokomotif Sürücüleri Sendikası), diğer şirket çalışanlarından ayrı bir toplu sözleşme ve yüzde 31 oranında ücret artışı talep ediyor. Ve bu direnişler sayesinde işçiler, sendikalı olarak 1000 kişi olmalarına rağmen yüzde 13’lük bir ücret artışı kazanımı elde etmiş bulunuyorlar ve bunu da kabul etmeyerek grevlerine devam ediyorlar. Bu grev, Almanya’da son zamanlarda sertleşen sınıf mücadelesi örneklerinden sadece biri. Bundan kısa süre önce de, hayata geçirilmeye çalışılan sağlık, emeklilik haklarına yönelik saldırılara karşı metal, otomotiv sektörlerinde büyük grevler yaşandı. 2004 yılında Opel’de işçiler, direnişlerine engel olmaya çalışan işbirlikçi sendikalara karşı sert tavırlar geliştirdi.
kaybetmemek için mücadele ediyor. Fransa Ulusal Demiryolu Kuruluşu (SNCF)’nun özel emeklilik reformuna karşı aldığı grev kararına, 6 sendikal federasyondan sonra, Paris metro ve toplu taşıma otobüsleri sendikaları da katıldı. Bu reform adı altındaki kapsamlı saldırıyla birlikte; kamu sektöründeki 20 bin işçi işten çıkarılacak, grev hakkına kısıtlamalar gelecek, çalışma saatine esneklik kazandırılacak ve enerji, ulaşım sektörü çalışanlarının çetin mücadeleler sonucu kazanımı olan 50 yaşında emeklilik hakkı tarih olacaktır. Bütün bu hak gasplarına karşı yaşanan mücadelelerin en son örnekleri olarak; işçi grevleri, üniversite reformlarına karşı öğrenci eylemleri, ücret artışı ve çalışma şartlarının iyileştirilmesi için Air France çalışanlarının yaptıkları grevler gösterilebilir. Bütün bu hareketler, sendikaların hükümetle uzlaşmacı politikalarına, patronlarla işbirliği gibi grev kırıcı tutumlarına rağmen mücadelelerine büyüyerek devam ediyor. Fransız işçi ve emekçiler, 13 Ekim’deki genel grevden sonra, devam etmekte olan saldırılara karşı 13 Kasım’da tekrar greve çıktılar. Bu süreçte de kamu, eğitim ve sağlık sektörü emekçileri birleşti ve öğrencilerle de kendiliğinden oluşan büyük bir dayanışmayla, patronlarla yakınlaşan sendikaları da karsılarına alarak grevin 7. gününde kitlesel yürüyüşler düzenlediler. Öğrenciler 40 üniversiteyi işgal ederek, basın işçileri de gazete ve televizyonlarda yayınları durdurarak greve desteklerini ortaya koydular. Polisler bile çalışma saatlerindeki düzensizlikten, fazla mesailerinin ücretlendirilmemesinden yakınarak bu mücadelelere destek vereceklerini açıklamıştır. Tüm bunlar Avrupa’da komünizm ‘hayaletinin’ hala ayakta olduğunun en keskin kanıtıdır. Benzer şekilde 1993’teki Air France mücadelesi, 1995’teki ulaştırma sektörü grevleri, 1996’da kağıtsız göçmenlerin mücadelesi, 2005’te getto ayaklanmaları, 2006’da öğrencileri paralı eğitime ve iş güvencesizliğine mahkum eden CPE yasa tasarısına karşı öğrenci seferberlikleri yalnız Fransız burjuvazisinin değil, tüm dünya kapitalistlerinin hafızasından silinmemekte! Uluslararası çapta kazanılmış olan haklar, ancak işçi sınıfının örgütlü ve sürekli mücadelesiyle korunabilir. İşte bu yüzden biz bugün bütün işçileri ve gençleri bu mücadelenin saflarında birleşmeye çağırıyoruz.
Bu emek düşmanı politikalar, tüm dünyada uygulandıAvrupalı emekçilerin ve devrimci yoldaşlarımızın ğı için, işçi sınıfının grevlerle bunlara verdiği yanıt da mücadelesini Türkiye’den selamlıyoruz! haliyle tek bir ülkede sınırlı kalmıyor. Bu grev dalgasına Avrupalı işçiler mücadeleniz bizim mücadelemizdir! şu günlerde Fransız işçi ve emekçileri de eşlik ediyor. Yaşasın Avrupa Proletaryasının Enternasyonalizmi! N. Sarkozy’nin neo-liberal politikaları hayata geçirme Yaşasın Bu Enternasyonalin Getireceği programına karşı ulaştırma ve enerji sektörü çalışanı Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri! 500 bin kişi geçmişten bugüne korudukları haklarını___ 14
Marksist İşçi
OKUR MEKTUPL ARI Çalışma Yaşamının Küçük Dev Adamları: Çocuklar Kapitalist ve liberal ekonomik reçetelerin en önemli çıkış noktası kâr maksimizasyonudur. Kârı arttıracak edecek her şey mubahtır. Kârı maksimize etmek için maliyetleri düşürmek gerekir. Maliyetleri düşürmenin en önemli yolu ise kuşkusuz ucuz işgücüdür. Ucuz işgücünün en ucuzu ise çocuk işçilerdir. Emperyalizmin üretim araçlarının gelişimine engel olduğu bu aşamada bile, insanların günde birkaç saat çalışarak ihtiyaçlarından katbekat fazlasını karşılayabilmeleri mümkünken, milyonlarca çocuk inanılmaz ağır sömürü koşullarında, köleler gibi, yok pahasına çalışmaya itiliyor.
hele sahte bayramlarla, ilan edilen günlerle, boş vaatlerle hiç çözülmez. Çocuk emeğinin sömürülmesinin kaynağı da zaten, bugün timsah gözyaşı döken kapitalistlerden başkası değildir. Kapitalizm var oldukça baskı, şiddet ve sömürü devam edecektir. Çocuklara dayatılan bu yaşam koşullarını bizler kabul etmiyoruz. Onlar, çocukluklarını işyerinin kapısında bırakıp, küçük dev adımlarla üretimin taa içine kadar giriyorlar. Artık işçilikte onlar büyüktür. Gerek çocuk yaştaki işçiler, gerek yetişkin işçiler, kadın işçiler, hayatın bütün yükünü, ağırlığını omuzlarında taşıyorlar.
Yirminci yüzyılın başlarında çocukların yetişkinlerden farklı haklara sahip olması gerektiği konusunda ilk adımlar 1917 Ekim Devrimi sonrası Proletkult örgütünün Moskova şubesi bir “Çocuk Hakları Bildirgesi” üretmiştir. Daha sonrasında da girişimler sürer ve 1925 yılında Cenevre’de, 54 ülkenin katılımıyla “Çocukların Refahı İçin Dünya Konferansı” düzenlenir ve burada “Çocukların Korunmasına Dair Cenevre Bildirgesi” kabul edilir. Bu bildirge 1959’da “Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi” olarak güncellenmiş ve 20 Kasım 1989 tarihinde daha geniş olan “Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme” ile değiştirilmiştir. Dünya, işçilerin emek gücüyle dönüyor. Bizler, bilinçli birer işçi olmazsak ve her şeyden önce sınıf olduğumuzu unutursak kapitalistler, bize olan sömürüyü, baskıyı daha da arttıracaklardır. İnsanın hayatını hiçe sayan kapitalist sistemde onlar için en değerli ve yüce ilke kârDünya çocuklarının haklarının güvence altına alınışının dır. 18. yılında ILO tarafından yapılan araştırmalara göre dünyada 5-14 yaş grubu 250 milyon, 12-17 yaş grubu İnsanın kanını emen bu düzeni yıkmanın yolu, buna bir dur demenin yolu Devrimci Marksizm ile örgütlen283 milyon çocuk ucuz iş gücünün kurbanı. mek ve bu temelde mücadele etmektir. Ancak bu yolla • Başta Afrika kıtası olmak üzere dünya üzerinde 300 gerçek özgürlüğün olduğu, insanın insanı sömürmediği bini aşkın çocuk asker olarak cephelerde hayatını tehli- bir dünya yaratabiliriz. Ancak bu yolla çocuk işçiler de dahil işçi sınıfının sömürüsüne son verebiliriz. keye atarak savaşıyor. Dünyada 20. yüzyıl başlarında dünya çocuklarının haklarına yönelik ilk adımlar atılırken bugün 21. yüzyılda geriye dönülüp bakıldığında nelerin değiştiği, ne kadar yol alındığı malum.
• Sadece Afrika’da 50 milyon çocuk eğitim hakkından Zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok, kayoksun biçimde hayatına devam ediyor. zanacağımız koca bir dünya var! • 2.1 milyon çocuk ise önlenebilir hastalıklardan yaşa- Marksist İşçi okuru - işçi, öğrenci mını kaybediyor. Bu maddeler uzar gider. Kuşkusuz sorunları sıralayarak ya da tam tersi yok sayarak çözmüş olmuyoruz. Hele ___ 15
C e l l a t uyandı yatağında bir gece " Ta n r ı m" dedi "Bu ne zor bilmece: Öl d ü k çe çoğalıyor adamlar Be n t ü kenmekteyim öldürdükçe..." Ataol Behramo ğ l u
1 9 A r a l ı k'ı Unutmadık, Un u t t urmayacağız,
He s a p So r a c a ğ ı z !