KÜRESELLİK ve
ULUSALLIK Maxime Rodinson Kürtler ve Kürdistan Tülay Arın Emperyalizmin Çelişkileri
Sungur Savran Globalizme Reddiye Korkut Ertürk
n. co m
Milliyetçiliğin Sım
Theodor Shanin Millet, Milliyet,
w
w w
.s
ol ya
yi
Kavim
Hacer Ansal Sovyetler'de Taylorizm Ergun Türkcan Gelecek ve Teknoloji Adnan Ekşigil Marx ve Aydınlanma
Serdar Şahinkay a Türkiye'de Kriz Tartışmalan Asım
Karaömeroglu
Milliyetçiliğin Doğuşu
Ahmet Akgündüz ôzbekistan Notlan Hilal Onur "Büyük" Almanya Ali Osman lnce MEGA (Marx - Engels Külliyatı)
12
.s o
w w
w ly ay .c o
in
m
--------
--- ·------·
---·····-·-~
..
m
\
co
.
.
ya yi
n.
-.r
•
ol
Die Philosophen haben die Welt
nur verschieden interpretlert, es
.s
kömmt clrauf an, sie zu verindern.
w
w
w
Filozoflar dünyayı çeşitli biçimlerde ;yorumlamakla yetindiler; oysa, asıl önemli olan dünyayı deliştlrmektlr. Brüksol, İlkbahar 1845
-.
'
ONRİRİNCİ TEZ 1992/ 1
Sa hibi:
Ragıp
Zarakola
m
Sayı:
in
.s ol y
ay
Kapak: Sertaç Ergin Kapak Baskı : Orlıa11 Ofset Dizgi: Studio MAC Baskı: Gii/e11 Ofset
.c o
Yazı İşleri Mlidürü: Nail Satlıga11
w
ONBİRİNCİ TEZ DANJŞl\1A
KURULU
w
w
Hacer Ansal, Ceng iz Amı, Tiilay A rın , Korkul /Jnratav, Necip Çakır, Ad11a11 Ek,çigil, Ömer Erzeren, Ertuğrul Kiirkçii, Saru/ıa11 O/uç, Nail Satlıga11, Gii /11ur Savra11, Sungur Savrmı, E. A lı m et Tonak, İ,rnya Ü1\·ür, Cemal Yardımcı, Ragıp Zarakolu.
Genci Dağıtım: BELGE-ULUSLARARASI YAYIN C ILIK Tic. Ltd. Şti. Başmusahip Sokak Talas ila n 16/302 Cağaloğlu-lstanhul
Tel & Fax: 51 l 63 20
om
Küresellik ve Ulusallık İÇİNDEKİLER
!vfoxiıne Rodi11seıı
.c
Onikinci Sayı Üzerine .. ........ ................. ........ ... ........... :-. Kürtler ve Kürdistan ........ .. .... .. ... .......... ........... .......... 9 Dünya Düzeni: Emperyalizm Nereye'? ................ .... 17
Sııııgıır Soı·rtııı
Glohalizm, l\Jilliyct\·ilik, Enternasyona lizm ........... 72
Korkut Ertiirk
"Burjuva Bireyi" ve Ulusal Bilincin Dönüşümü .................... .. ................ 1 12
Tlıeodor Slwııiıı
Sovyet Budunsallık Kuramları: Bir Eksik Terim Sorunu ............... .......................... 1JO
Hacer lııısal
Sovyetlcr
Erg ı ıı ı Tii rkco ıı
3. Teknoloji Devrimi
ol y
ay
in
Tiilay Arın
Emek Sürcci ...... .... ........... ... 142 Karşısında
Sosyalizm ..... ..... 169
w .s
Birliği"nde
lıdııaıı Ekşigil
i\larx ve Aydınlanma ..................... ............ ............. 189
TAHTISMA
w w
Serdor Şolıiııkoyo
"Türkiye İmahıt Sanayiindc Kar lladdi" Üzerine Bir Not .......... ... ........ .. ......................... ........ 225
YAYINLAR
Asını Karaijı11eroj:{lıı
i\lillet Tanım laııahil ir mi'? .................. ............ ........ 23J
DEGİNMELER lılı111et Akgiiıuliiz.
Özbekistan Gözlem lcri .... ......... ................. .... ..... ..... 238
Hilal
"Diişünürlcr
Ali
Q;;ıır
Osı11wı lıı ce
ve
Şairler Deryası
Almanya" .......... 24J
11irlcşmenin Görünmeyen Kurbanları: l\larx ve Engcls ... ! ... ................................................. 246
w
w
m
n. co
yi
.s ol ya
w
r
1
1
l
m
Onikinci Sayı Üzerine
w
w w
.s o
ly ay
in
.c o
"Başka bir halkı ezen bir halk, kendi zincirlerini hazırlıyor demektir." I. Enternasyonal'in 1O Ocak 1870 tarihinde İrlanda üzerine kararı nda Marx'ın önerisiyle yer alan bu ilke, o günden bu yana ulusal soru n konusunda Marksistlere yol gösteren başlıca ilkelerden biri oldu. Bu ilke bugün Türkiye'de bütün geçerliliğiyle ete kemiğe bürünmüş durumda. 1990' lı yı ll arın başında Türkiye'nin politik gündeminde birinci sırayı "Kürt sorunu" olarak anı lan sorun işgal ediyorsa, bunu n nedeni, onyıllardır devlet tarafından susturulmuş, kimliğ i yadsınmış. ana dili bi le kendisinden çalınmış olan Kürt halkının son yıllarda kitlesel bir mücadeleyle tarih sahnesine yeniden çık m ı ş olmasıdır. Türkiye devlet i, Kürt h alkının hakları ve özgürlükleri için verdiği bu mücadeleyi zorla bastırmaya çalıştıkça mücadele daha da kitlesel boyutlara ulaşıyor. Cezayir'de, Vietnam'da, Nikaragua'da ve sayıs ız başka ülkede tekrar tekrar görüldüğü gibi, yükselen bir mücadekcilik ve bilinçlilik karşısında şid det, amaç ladığın ın tam tc:rsi ile sonuçlanıyor. Marksizm her türlü baskının ve ezme I ezil me ilişkisinin karşısında yer al dı ğı gibi, ulusal baskının da kararlı biçimde 18. ve 19. yüzyılın uluslararası demokratik hareketinin bir ilkesi olan ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, baş ka birçok hak gibi pmanla burjuvazi tarafından tcrkedi lmiş ve bu alandaki mücadelede sosyali st hareketin omuz l arına kalmıştır. Elbette bütün dünyanın emekçi halklarının nihai kurtuluşu sosyaliznıdedir ve Marksizmin sosyalizm projesi ödünsü~ biçimde entcrnasyonalisttir. Ama bütün ulu sları n kaynaşacağı o yolda yürünürken, baskı altındaki halkların başkaları nın boyunduruğundan kurtulma hakkı vazgeçilmez bir demokratik taleptir. Türkiye'de ve dünyada son yıllarda olup biten ler ulusallığın ve ulusçuluğun politik olduğu kadar teorik alanda da titizlikle ve cidd iyetle ele alınmasının gerekliliğinin altını bir kez daha kalın çizgilerle çizmiştir. Dünyanın dört bir yöresinde kitlelerin, en bağnazından en demokratik niteli kte olanına kadar binbir tür ulusçuluğun bayrağ ı altında harekete geçiyor olmas ı sorunun yeniden irdelenmesini zorunlu kılıyor. Durumun kavranmasını daha da güç hale getiren, bütün bu ulusal hareketle rin, dünyanın tarihte görü len en ileri bütünleşmeye ulaştığı, ekonomik, pol itik ve başka yönlerden tek bir sistem haline ge l d i ğ i bir evrede ta-
5
rih sahnesine
çıkmış olmas ı dır.
güncelliğinden
hareketle 12.
Onbirinci Tez,
sayı sı
işte Türkiye'nin ve dünyanın bu için "Küresellik ve Ulusa llık': konusunu ana
w
w w
.s
ol ya
yi
n.
co
m
tema alanda benimsemiştir. Bu nedenle, ilk yazı Maxime Rodinson'un. Orıadoğu ve İ slD.m konularında yaptığı çalışmalarla tanınan Rodinson'un Kürtler üzerine 1978 tarihli bir derlemeye yazd ı ğı önsöz, somut politik çözüm lemelerden çok, polit ik ahlaka ilişkin bir dizi genel ilkeyi dile getiriyor. Bu öze lliğiyle de, tarihinin görece eskiliğine karşın gü nce lliğini bugün de koruyan bir 1netin. Yazının belki de en çarpıcı yanı, politik ahlak düzleminde yer almakla birlikte ahlakçılıktan (ve onun ima edebileceği bir duygusa llıktan) son derece uzak olmas ı. Rodinson tekrar tekrar şu n oktay ı vurgu luyor: Ezilen halkların ve ulusların., önderlerinin ya da kendilerinin olumlu I olumsuz özelliklerine bakılmaksızın, ezildikleri için ve eziklikleri sürece desteklenmesi gerek ir.. Yazara göre, ööyle bir destek ezilen lerden geleceğe ilişkin güvenceler bekleyerek bir pazarlık konusu haline getirilemez. Günü gelip de ezilenler ezenler olduğunda, yine a y nı kararlılıkla bu kez de onlara karşı çıkmak gerekecektir. Tülay Arın "Dünya Düze ni: Emperyalizm Nereye?" başlıklı yazısında son yıllarda sözü çok edi len, fakat genel li kle izlenimsel gözlemlerle hakk ında yargı ya varı lan emperyalizm olgusunun çeşitli boyutlarını somut verilere dayanarak irdeliy or. İnce lemede, ABD'nin süper emperyali st gücündek i aş ınmalar ve kayıplar sonucunda ortaya ç ık an yeni emperyalizm biçiminin ültra emperyali zm ile emperyalist rekabet arasında gidip geldiği, görece ağır basan eği limin emperyalist rekabet o lduğu gösteri lmeye ça lı ş ılı yor. Sermayenin ulus l ararası l aş masının, liberalizasyonun ve globalleşmenin yanında ortaya çıkan korumacılık, blok l aşma ve pazar paylaşımı mücadelesi birbiriyle diyalektik bütünlük içinde evrilen olgular olarak inceleniyor. Bu koşu llarda ortaya ç ıkan dünya düzeninde 1970'1ere kadar azgelişmiş ülkeler için s ını rlı da olsa yaşanan bazı olumlu eği li mlerin 1980'1erde tümüyle tersine döndüğü, azgclişmiş- ülkelerin ni sbi durumunun kötüleştiği, aralarındaki farkların artt ı ğ ı ortaya konuyor. Sungur Savran, 20. yü zy ıl sonunda dünyayı biçimlendiren ya da biçimlendirmeye aday üç ana ideoloj ik I politik yaklaş ımı , globalizm, milliyetçilik ve enternasyonalizmi, karşılıkl ı girift il işki l eri temel inde ele alıyor . Globalizmi, ekonomik bütünleşmenin ulaş tı ğ ı ileri aşamada ulusl araras ı burjuvazinin dünya ekonomik bunalım ın a cevab ı olarak niteleyen yazar, 20. yüzyı l de ney iminin ı şı ğında solun görevlerine ili şkin olarak şu son uca varıyor: emperyalist globalizmin alternatifi milliyetçilik değil enternasyonali zmdir, ama gerçekçi bir enternasyonalizm ulusal sorunun varl ığın ı yads ımaya değil, ezi len ulu s ların kurtuluşuna dayanmak zorundadır. Savran, ulusal sorunun basi t bir demokratik sorun olarak deği l , Lenin'de o lduğu gibi sosyalizmin inşaının bir sorunu olarak kabul edilmesi gerekt i ği tezinden yola çıkarak, ulu slararası sosyalist hareket için bir "ulu slararas ı demokrasi programı" taslağı öneriyor.
6
co m
" 'Burjuva Bireyi' ve Ulusal Bilincin Dönüşümü" adlı yazısında Korkut Ertürk ulusçuluğa, politik bir hareket olarak taşıdığ ı güncelliğin berisinden, ulusal kimliğin ve bilincin oluşumu sorunu ndan hareket ederek yaklaş ı yor. Ertürk, bir yandan "bilinç biçimleri" ile "bilinç tarzı" arasında yaptığı kavramsal ayrıma, öte yandan da Marx'ın "burjuva bireyi" ne ilişkin tahliline day;..ınarak şöyle bir sonuca varıyor: "Burjuva bireyi"nin belirleyici özelliklerin i oluşturan dört diyalektik süreÇten söz edilebilir; gerçek eş i tsiz li k/ hak qitliği, nesne l bağımlılık I kişi sel bağımsızlık, somu t birey/ soyut birey ve usdışılık / u sallık ikiliklerini barındıran bu süreçler, kapitalizmin ortalama bireyinin bilinç tarzı açısından, ulusçu ideolojinin etkili o lmas ını mümkün kılan süreçlerdir. Ancak, yazara göre, ulusal bilinç tarihsel olarak burjuva bireyinin o l gunlaşmasını önceler. Dolayıs ıy l a, dinsel ulusçuluk biçimini alan Üçüncü Dünya ulusçuluğu ile gelişmiş kapitalist ülkelerde ortaya çıkan faydac ı ulusçuluğu birbirinden ay ırdetmek olanaklıdır.
w
w
w .s ol
ya
yi
n.
Ulusçuluk tartışmalarında etnoloji kuramları da gitgide daha geniş bir yer tutmakta. Bu bak ımdan bu sayıda Theodor Shanin'in etnoloj i kuramlarıyla ilgili kaşılaştı rmalı çalışmasını yay ı nlamakta hiç tereddüt e tmedik. Shanin, bu yazı sında Batı Avrupa'daki ve Sovyetler Birl iği'ndek i budunsallı k kuramlarını karş ı laştırarak çağdaş Sovyet çözümlemelerinde yaygın olarak benimsenen kuramsal perspektifın bu konuda ne gibi yeni katkılar getirebileceğini sorguluyor. Hacer Ansal'ın yazısı, emek süreci konusunda epey zamandır sürdürdüğü araştırmaların son ürünü. Ansal, yaz ı s ına yaşanmış olan "sosyalizm"in genel olarak kamu mülkiyeti ve devlet planlaması ile bir tutu lmas ından kaynaklanan hatalara işaret ederek başlıyor. Ans:.ıl, Marx'ııı emek sü reci analizinden ç ıkarsa malar yaparak sosyalist dönüşümü gerçekleşnıiş toplumlarda emek sürecinin ne gibi özell ikler taşıyacağını tasavvur etmeye ç<tlışı yor ve buradan yaşanmış olan "sosyalizm" de emek sürecini irdele meye geçiyor. Bolşevik l e rin emek sürecine yaklaşımlarına, Taylorizm hayranlıklarına ve Taylorist mctodları sanayi işlet melerinde uygulamaya koyma çabalarına baktıktan sonra, SSCB'de merkezi planlama ve Stalinist sanayileşme sürecinin ortaya çıkardığı üret im örgütlenmesini inceliyor ve bu örgütlenme biçiminin eme k sürecine yans ı malarını ele alı yor. Sonuçta da, SSCB'de üretimin örgütlenmiş biçiminin makro ve mikro düzeyde incelenmesinin bize, tarihi olarak kapitalist üretim tarzı içinde geliştirilmiş olan teknoloji ve onun içinde barındırdığı emek sürec inin, kapitali st olmayan - kamu mülkiyeti ve merkezi planlama temeline oturmuş - bir üretim biçimi ile bağdaşmadığını, bunun SSCB'de bir biçim/ maddi içerik uyumsuzluğuna yol açt ı ğını ile ri sürüyor. Ergun Türkcan'ın "Üçüncü Teknoloji Devrimi" terimiyle n i telediği olguya ili şk in yazısı da, Ansal 'ın çalışmasını bazı yöııkrdl~n tamamlamakta. Türkcan, kapitalizmin ateşlediği teknolojik gelişmeyi üç aşamada ele alıyor: Birinci aşa ma, yazara göre, kapitalizm in ilk yayılma dönemine tekabül eden "Birinci Sana7
ya yi
n.
co
m
yi Devrimi", ikinci aşama tekelci döneme denk düşen "İkinci Sanayi Devrimi", üçüncü aşama ise günümüze gitgide damgasını vuran "Üçüncü Sanayi Devrimi"dir. Üçüncü Devrim'in diğerlerinden başl ıca farkı, teknolojilerin ömrünün hızla kısaldığı, kolay teknoloji transfer imkanlarının azaldığı ve modern sanayi içinde ikili bir teknik üretim biçiminin ortaya çıktığı bir süreci içermesidir. Türkcan'a göre, bu süreç İkinci Sanayi Dev riıııi'ne özgü Taylorizmden ciddi bir farklılaşmayı öngörür. Yazara göre, sosyalist sistemin çöküşünün nedenleri arasında bu süreci de saymak gerekir: Tay lorist üretim sürecine ayak uydurmakta pek güçli.ik çekmeyen sosyalist sanayileşme, Üçüncü Sanayi Devrimi'nin yeni olguları karşı sında hazırlıksız yakalandığı için çökmüştür. Türkcan'ın bu tahlili, Sovyet Deneyimi'nin genel bilançosunun çıkarılmasına yardımcı olduğu gibi, Türkiye'nin günümüz konjonktüründeki yerine de ı şık tutuyor. Marksizmin egemen kültürel akım ve genel politik / ideoloj ik yönelimlerle ilişkisi gündemden belki de hiçbir zaman düşmeye n bir konu. Son zamanlarda iyice hareketlenen modernizm / post - modernizın tartışması, bu ili şkiyi irdelemenin uygun alanlarından birini o l uşturu yo r. Adnan Ekşigi l , bu tartı şmaya belirli bir zemin kazandırmak amacıy l a, tartışman ın bazı yönlerden bir öncüsü say ı labilecek Aydınlanma / romantizm tartı şmas ını ele alıyor ve Marx'ı, bu tartışma bağlamı nd a değe rle ndiriyor.
w
w
w
.s
ol
Tartışma bölümünde, Serdar Şahinkaya Murat Usnıan'ın 11. sayımızda yeralan "Türkiye İrnalilt Sanayiinde Kar Haddi" yaz ısını istatistiksel bir sorgulamaya tabi tutuyor. Yayınlar bölümünde ise, M. Asım Karaömeroğ lu, İngiliz marksist tarihçilerinden E.J.Hobsbawm'in l 990'da yay ınl anan ve henüz dilimize çevri lmeyen "l 780'den günümüze Millet ve Milliyetçi lik" adlı yapıt ını tanıtıyor. Ahmet Akgündüz'ün bundan neredeyse iki yıl kadar önce kaleme alınan Özbekistan izlenimleri 1 Glasnost ve Perestroika' nın başlangıçtak i yal dızını kaybettiği , ancak SSCB'deki çözülüşün darbe girişimi ve sonraki gelişmelerl e tamamlanmadığı bir aşamaya ait. Garbaçov dönemi sonlarına yaklaşırken, gel i şmelerin Özbek aydınlarını nasıl etkil ediğine ve entelektüel ortamın n:ısıl şekillendiğ ine ilişkin bu gözlemler, olayların seyrini ve bugün varılan noktayı anlamlandırmamıza katkıda bulunacak bir nitelik taşıyor. Hilal Onur'un yazı sı ise, tam da "rnerkez"de say ılan Almanya'nın "öbür yüzü"ne dair bazı gözlemleri içeriyor. Belki hiçbirimizin yabancısı olmad ı ğı, ancak hafıza tazeleyici özellikleriyle arada bir tekrarlanmasında epey yarar bulunan gözlemler bunlar. Nihayet, son yazı da, iki Almanya'nı n birleşmesiyle birlikte Marx-Engels Enstitüsü'nün yayın faaliyetlerinin yarını kalma tehlikesiyle ilgili bir çağrı metni. Metnin dikkat çektiği sorun, Almanya'nın "öbür yüzü"nü büsbütün çikinleş tirmeye aday görünüyor.
8
Kürtler ve Kürdistan *
RODINSON
in
.c om
Maxımc
ya y
"ÖNSÖZ"
.s ol
Benden, Kürt sorununu sergi leyen ve tanıtan, Kürtler'in ulusal taleplerini savunan bir derlemeye g iriş yazmam isteniyor. Bu bana tanınm ı ş bir ayrıcaltk, bir onurdur.Hak edi lmemiş ayrıcalık ve onurlar geri çevrilebilir. Ancak, bir sorumluluk üstlenmeyi gerekti ren, anlayışs ızlıkl arı, sa ldırıl arı ve iftiraları gözler önüne seren ayrıcalık ve onurları reddetmemek gerekir; ben de et meyeceğim.
w w
Bunun gibi kendi içinde son derece güç lü kanıtlamalara dayanan bir derleme için böyle bir önsöze neden gerek duyuluyor? Belli ki, Kürtler'in ulusal hakları, başka ulusal davaların dünya sol kamuoyundan pek de güçlük çekmeden sağlad ığ ı desteği kendi li ğinde n sağlayamadığı için.
w
Oysa Kürtler bu desteği hak ed iyorla r. Onları, ne ulu slararas ı sağ kamuoyu, ne de her hareketin avantajlarını-dezavantaj l arını, güçlü noktalarını-güçsüz noktal arını tartan gerçekçi po liti kac ıl ar kar~ ı s ında savunmaya kalkışaca ğı m .Bun l ardan ilki, halkların haklarına zaten inanmaz. Her iki grup da, Kürt hareketini bir ç ı karları olduğunda destekleyecekler, aksi durumda terk edeceklerdir. Zaten böy le de olmuştur. Bu yak l aşım , ahlaki olmasa bi le tu tarlı dır. Kürt politikacıları bdki bu tür insanlarla politik olarak tartı~mayı deneyebilirler. Ama, ne ben, ne de benim durumumdaki başka insanlar onl arla ortak bir dil tutturabiliriz. * Lcs kurdes et le kurdistan (deri:
Gı.:ranl Clıaliand. ı;ı.: v ircıı:
Gülnur
Savraıı) ,
Maspcro, 1978.
9
m
Ancak, halklnrın, özerk bir varo luşa ve, gerçek anlamda politik kurumların güvencesi altına alınmış ve her halk ı n kendi baş ına ge ti rdiği otoritey i kabul eden güçlerce desteklenmiş bir karar verme öze rkli ğ ine hakları olduğu ilkesinden yola çıkanlara hitap etmek söz konusu olduğunda durum farkl ı dır.Yü zy ılımız geç mi şin saflıklarından kurtuldu; artık, bah şedilm i ş ve başkala rının iyi niyetine bağ lı olan özgürlüklere, sözlü ya da yaz ılı güvencelere -en ciddi metinlerde kayda geçm i ş o l anlarına bile- inanmıyor. Sadece halklar değ il, tek tek gruplar, tek tek birlikle r bi le, ancak kendile rinin savunma şansına sahip o labilecekleri özgür! ü k lere i n anıyorlar. .
w .s
ol y
ay
in .c o
Ne var ki, kendi halk ı (ya da dost olduğu halklar) için özgürlük talebinde bulunurken bunu başkalarına, ya da en azından özellikle kendilerine bağıml ı olanlara tanımayan ların sayı sı çok. Ondok_uzuncu yüzyıl ı n gericilerine atfedilen sloganı hep bi liriz: "Muhalefetteyken, sizin ilkelerini z ad111a özgürlük talep ederiz; iktidardayken, kendi ilkelerimiz adına size özgürlük tanımay ız." Aradaki koşutluk açık. Burada söylenen de şu: "Biz başkas ının egemenl i ğ i altındayke n , hal k l arın bağ ıms ı zl ık hakkı adına, sizi bizim özgürlüğümüz için mücadele etmeye çağırırız. Şaye t siz de hakim ulu stan sa ıı ı z, bu ahlaki ilkeye dayanarak, yöneticilerinizin size yönelttiği vatanperverlik, ulusal dayanışma, ulus çıkarlarının savunulması konusunda gerçekçilik çağrılarını reddetmeniz gereki r. Kendimiz bağıms ız olduğumuzda ise, aynı vatandaşlık, ulusal dayanışma, gerçekçilik ad ı na başkalarına özgürlük hakkı tanımay ız. Ulu sal aidiyet duygunuzun bizim lehi mize evrensel ah laka tabi kılınmas ı gerekir; bizimki ise h erşey in üstündedir." Ve başkaları kullandığı nda hiddetle kınanan sloganlara sahip çıkıl ı r: Right or wrong, my country! Vatcrland übcr allcs! ** Ay nı şek ilde,
bilinçli olarak bu iğrenç ikiyüzlülüğe başvuran, bu iki yüzlüentelektüel ve ahlaki aç ıdan tutarsı zlı ğ 111ın tümüyle farkında olan, ama politik strateji leri u ğrun a daha dün kimilerinin suçlulu k duyg ularını utanmazca kullanırken, bugün yine utanmazca hem onların hem başka larının vicdanlarını -bu vicdanlar huzur içinde olsun, o l mas ın- hor görenl erle ortak bir dil tutturmak olanaks ı zd ı r. Ancak, kaba bir indirgemec ilik yönündeki ideolojik eğil ime kapılmış ya da yalan iddialara maruz bırakılmış, ince ideolojik usyürü tmelerin tuzağı na yakalanmış, ırkçılıkla suç lanmamak için şantaja boyu n eğmiş, sömürgecilik ve "emperyalizrn"le gizli bir anlaşma içine g irmiş, ve bu türden kim bi lir daha nice,iyi niyetli insanlar da vard ı r. İn sanların ak l ı binbir çeş it kurnaz l ı ğ ın tutsağı olmaya açıkt ı r; hele militanlarınki kat kat aç ı ktır.
w
w
lüğü n
**M etinde lngi lizcc ve Almanca olarak gcı;i yor: " ll ak lı da olsa haksız da. benim vatanını!"; "Önce vatan!" (Çevirenin notu.)
10
l
in .c o
m
Çünkü militanların çoğu, davaya ge nel likle ergen lik çağında ve duygusal nedenlerle katılırlar (bunların kaçınılmaz olarak haksız neden ler olduğunu söylemiyorum). Tercihle rinin ardında yatan gerekçeleri çoktan unutmuş l ardır.Bu tercihle rini, hiçbir şeyin onu sorgulamas ına izin vcrmeye~ek bjçimde mutlaklaştırmışlardır: ne başlangıçtaki gerekçelerine yöneltilen ve sonradan haklılığı ortaya ç ıkmı ş itiraz l arın, ne katıldıkları somut program ı yönetic ilerinin değiştir miş ol ab ileceği olas ılı ğının, ne davaya katıldıklarında bilmedikleri bir takım olgu ların açığa ç ıkmış'olmasının, ne de koşulların değ i ~miş olabi l eceğinin ... İnsa nın ki ş i sel yaşam ına belli bir anlam kazandıran, büyük Özverilere yol açan, acılara ya da büyük sevinçlere neden olan, hem dostlar arasından şehit lerin, hem de nefret edilen birçok düşmanın kariın ı döken, ama herşcyi n ötes inde ayn ı yönelime sahip bir grupla yakın bir beraberlik içinde öy lesine hoş ve gerekli bir insani s ıcak lı ğ ı yaşatan bir tercihten kola;' kolay vazgeç ilmez.
w .s
ol y
ay
Bir davaya katılmak, farkl ı seçenekler aras ında yap ılmı ş bir seçimdir. Ulusal bir davayn katılmak, kendini beli rli bir ulusa -genellikle in sa nın kendi ulusu na- adamayı seç mektir. Bu seçim, bunun da ötesinde, evrense lcilik ya da dini b::ığlılık ye'rine, bir değer olarak ulusçuluk yönünde yapılmış bir tercihti r. Ama, çoğu kez içtenlikle :kı i surülen gerekçeler bu düzeyde biliçdı ş ı dürtülerle karı şır. Bu karışıkl ık içinde, dile get irilen somut dava, karmakarı şı k ve çoğ u kez çeli ş ik bir aç ıkl amalar yumağıy la desteklenir. Bu aç ı k l ama l ar sadece, tutku, doğru bildiği yolda gitme irades i ve, !ast but not lc<ısl"'**, ait olunan grubun ve kadroların, önderlerin otoritesi nezdinde ussa llık taş ır. Kuşkuya kap ılınacak olursa, yanı lmayacağı hiçbir te mele dayanmaks ı zın var~ayılan kocaman bir insan kitlesinin desteği heme n kendini hissettirir; oysa bu kitlenin çok sayıda üyesi de aynı döngüsel usyürütmeye başvurup, kuşkuya kap ıl anın görünü rdeki güvenine duyduğu inanca dayanarak kendi ku şkularını bertaraf ediyordur.
w
w
Dolayıs ı y la yüzleş i lmesi gereken, sadece, b;.:ızılarının yap ı sa l bencilli ği, makyavelizmi, gerçekç i stratejilerid ir. Ayrıca bir de, hiçbir çıkar gözetmeyen tutk ul arı yüzünden tercihlerinin temelindeki ahlak i gerekçeleri, ya da en azın dan bu tercihe ili şk in içtenlikli açıklamalarını unutmuş olan dürüst ve kend ini adam ı ş militanlar vard ır -ki bu konuyu t artı şmak gereklidir ve verimli de o labilir, ç ünkü temellerimiz örtük olarak ayn ı dır. Bir davaya katılma tercih lerinin ahlaki hiçbir yanı olmad ı ğın a, bunun bir tür "bil imsel" ge reklili ğin, doğa l determ inizmin sonucu olduğuna inana nl arı bir kenara bırakal ım . Böyleleri, yine de, çaresi bu lunmas ı "gereken" acıları , zorbaları n insa nlı k dı ş ı davranışlarıyla mücade le etmenin herkesin "görevi" oldu ğunu di lleri nden düşürmezler. Ne mutlu zeka fukaralarına! Aslında, baş l angıç ta dlipedüz ah laki değe rler arasında bir ter-
•••Metinde lngili1,ı:e olarak geçiyor: Ve nilıayet...(Çe' ire ııiıı notu)
11
cih söz konusudur. Tutarlılığını tartışma hakkı sakl ı kalmakla beraber, kendi tercihinden farklı bir tercihi anlaması mümkündür.
insanın
m
Bu yüzden, genel olarak ulusal haklan pek önemli görmeyenleri anlamak da mümkündür. Tarihte uzun süre insanlığın önemli bir bölümü de böyle düşün müştür. Bir mümin Tanrı'ya olan borç ödendikten sonra egemenliğin çok da ön~mli olmadığını düşünebilir. Bir evrenselci, aslolanın, ne olursa olsun bireyin iktidar karşısındaki hakları olduğu yolunda bir değerlendirme yapabilir.Bunların Kürt davasını küçümsemeye hakları vardır, yeter ki Tanrı tapınma sının çok da insanca bir takım çıkarların üstünü örtmeyeceği ve Kürt bireyinin haklarının başka bireylerinki kadar gözet ileceği güvence altına alınsın.
in .c o
Ancak, bir kez ulusal hakların çok önemli olduğu ve (başka dil ve kültürlekendi dilini ve kültürünü geliştiremediği, kendi iradi seçimi dış ı nda baskı yoluyla kültürel özümsenmeye maruz bırakıldığı, kendi ulusal grubunun emelleri ve çıkarl:ırı hegemonik bir etnik grup tarafından kontrol altında tutulduğu sürece hiçbir bireyin ge rçekten özgür sayılamayacağı kabul edildikten sonra, artık kimse nin kendisi için istediklerini ba~kalarından esirgemeye hakkı olamaz. Ya da maske düşer; dile getirilen ideal gerekçelerin ardına gizl enmiş olan iğrenç dürtü, yani bencil lik, iktidar hırsı, grup çıkarı ortaya çıkar. Neden bu duyguların, gruplar söz konusu olduğunda bireyler için olduğundan daha saygın görülmesi gerektiğini an lamak mümkün değildir. Bundan sonra, bir daha evrensel vicdana seslenildi ğ inde de hiçbir şeki lde inandırıcı olunamaz. Ağzı boğduğu kuzuların kanına bulanmış bir kurt, kendisine saldıranların kötülüğün den yakınarak yardım i stediğ inde, kim onuıı yardı mına koşacak kadar saf olabilir? yanısıra)
.s
ol ya y
rin
w w
Bütün bu kurnazlıklara karşı tek çare, cehennem zebanilerinin bile kü llendiremeyecekleri basit hakikatlere dönmektir. Politik durumlar her zaman son derece karmaşıktır, ama ahlaki seçim lerin çoğu basittir.
w
Kürt halkının hakları konusunda kimseni n ku~kuya kapılmaması gerekir. Burada, (İran'da ne denirse densin) açıkça tanımlanmış bir dili konuşan, belirli bir toprak parçası üzerinde yaşayan, özel bir kültüre sahip, kendisine dayatıl mak istenen kültürel özümsenmeyi kitlesel olarak reddeden, yüzyılı aşkın bir süredir gerçek anlamda politik kurumlar kurma yeteneğine sahip bir özgül etnik-ulusal grup oluşturma bilincini bin kere onaya koymuş ve karar verme özerkliğini kullanmaya hakk ı olan, düpedüz özgül bir halk söz konusudur.Gerçekten de eleştirilecek birçok yanı olan geçmi~ ve mevcut Kürt yönetic ilerinin stratejik ve taktik tercihleri ve belki daha bir yığın şey tartışılabilir. Ancak, Kürt halkının özgüllüğü konusunda s ıralamış olduğum özellikler nesnel, tartışma götürmez, hiçbir ciddi gözlemcinin yadısıyamayacağı verilerdir. 12
Öyleyse.hiçbir zaman bunun kadar haldı gerekçelere sahip olmamış davalasavunmak üzere ateşl i bir biçimde harekete geçen bu nca insanın , Kürtler'in ulusal hakları söz konusu olduğunda gösterdikleri çekingenl ikler neden? Neden kimileri, başka halkl ar söz konusu olduğunda kuşkulara kapılıp oyb irli ği ile reddedecekleri güvencelere inanarak Kürılcr'iıı haklarını tümliyle sağ l amış olduklarını ileri sürüyorlar? Başka birçok durumda, bir hareketin önderlerinin strateji ve taktiklerinin o hareketin sav undu ğu davayı yargılarke n hiçbir anlam taşıma yacağını haklı olarak düşünen bunca şahsiyet, neden Kürt önderlerinin geçmiş davranışları konusunda gereksiz. incelik ve ayrınlılıra boğuluyorlar? rı
ly ay
in
.c o
m
Açıktır ki, Kürtler bağıms ız karar taleplerini, (d i ğer ulusların yanısıra), kendileri de benzer hakları talep etmekte o lan ve bu nedenle dünya solu tarafın dan desteklenmekte olan iki ulusa yoncltmek h atasında veya talih s i zliğinde bulundukları için. Önce, yak ın geçm i~te, Batılı emperyalist güçlerin boyunduruk altına almak istedikleri ve henüz iç politikas ınııı evril i şiy le solun gözünde sevimsiz hale gelmemiş ulu sçu bir Türkiye söz konusuydu. Ama asıl önemlisi, daha sonra, Arap ulusunun bir bütün olarak hem ayn ı emperyalistlerin tercihlerinin bir kurbanı hem de onlara karş ı mücadelenin başını çeken ulus olarak göründüğü bir dönemde, Küıt lcr'in mu h atapları Iraklı (ve bir ölçüde de Suriyeli) Araplardı. Dolayısıyla, Kürtler bir anlamda ezilenlerin CLilenleriydi.
w
w w
.s o
Ş imdi , dünya adalet vicdanı ezilenlerin yanında yer alma konusunda zaten hep çok güç karar verir. Her zaman o l duğu gibi, bu süreçte ideolojik düşünme ve davranma tarzı ahlaki kalkış noktasını ve onun doğal son uçlarını sürekli olarak geriye iter. İdeoloji, ezi lenlerin her tür erdemden yoksun ve öyle olmaya mahkum in sanlar olmadığını hep unutmak i-;ter. Lenin "proletaryanın bir melek olmadığı" uyarı sın ı yapm ı ştı. Bir yı ğ ın h atası olan birçok kişin in haksızlığa maruz kaldıkları ve savunulmas ı gereklikleri durum ları hep görmüşüzdür; üstelik bunlar bir kez olaydan s ıyrıldıkl arında gerçd-.:tcn iğrcç davranış la ra da girmiş lerdir. İnsanlığın, paylaştığı olumlu özelliklerin yanısıra lekelerini de taş ıyan her türden bireyi bir araya gelirmi ş toplulukl ar olan halklar için bu daha da geçerlidir; bu insanların birçoğu, demagojinin evrensel olarak başvurduğu yollarla yönlendirilmeye açıktırlar. Önderleri, politikanın her zaman, belli bir ölçüde gizlilik, gerçeklerin çarpıtılmas ı , eş itsiz li ğ in dayat ı lmas ı anlamına gelen kurallarına tabidirler; çoğu kez, eş itsizl iğin geçici (ve tabi i herkesin iyiliği için) olacağı düşünülür, ama geçici olan, kalıcılı k kazanıp kemikleşme yönündeki alışıl mış eğilimini de sürdürür.
İdeoloji her zaman en basit çözümü terci h eder. Yine onun açısından, ezilen halk ez ildiği için ve ezi ld iği ölçüde !>avunulmaz. Kutsa llaşt ırılıp yüceltil ir bu halk, her yaptı ğı şeyle, her hareketiyle, bütün kültü rü yle, ş imdiki , geçm i ştek i
13
ve gelecekteki bütün davranışlarıyla ona ' hayranlık duyulur. Sadece ezi ldiği için değil, hatta pek de ezildiği için değil, o halk o halk olduğu içi n, dolaysız ya da dolaylı bir narsisizmin nesnesi olduğu için savunu lur.Onda en ufak bir leke bulmak bile günaht ır, suç sayıl ır. Özellikle de, sırası geldiğinde onun da başka bir halkı ezebileceği kabul edilmez. Onu böyle değerlendirmek; imgesini lekelemek, kutsallığından arındırmak, dolayısıyla da ezi liyor olmas ını haklı göstermek olur (ideolojik bilinç böyle "usyürütür"). sonuna kadar karşı çıkmak gereki r, çünkü bu şekilde haksızlıklara karş ı hfilfi gerekli olan mücadeleden kaçışların kapısı açılmaktadır. Ondokuzuncu yüzyılın sonu ve yirminci yüzyılın başında, tüm ilericilerin ezilen Polonya'yı savunmuş olmaları doğruydu. Ama bağımsız Polonya hükümetlerinin izlediği faşizan ya da açıkça faşist politikalarla mücadele etmek de en az o kadar gerekliydi; ayrıca bu mücadelenin, devletin ilhak ettiği Polonyalı olmayan ulusların ezilmesi konusunda olduğu kadar, toplumsal konularda ve iç politika alanında sürdürülmesi de gen.:kliydi. Öte yandan, bağımsızlığın kazanılmasından önce bu yönd~ hareket eden eğilim leri teşhir etmek de yine gerekliydi.Polonya halkının abartılı biçimler altında ortaya çıkan ulusçu dışlayıcılığı na karşı mücadele hala da haklılığını koruyor. Ne yazık ki bu örnekleri çok kolayca arttırabilirim!
sözde-mantığa
ya
yi
n.
co m
Bu
w
w
w .s ol
"Başka bir halkı ezen bir halk özgür olamaz." Marx'ın bu cümlesi ahlaki olmaktan çok stratejik bir kasıt taşır. Başvurduğu İrlanda örneği ona, sorunun (sadece) ezen ulusa karşı bir tehdit' olarak kullanılacak bir ahlaki gerekli likten ibaret olmadığını gösterme olanağını veriyordu. Marx, İngiltere'nin İrlanda'yı sömürgeleşt irmesi nin , Britanya·egemen sınıfına bizzat İngiliz halkını sömürme ve boyunduruk altında tutma olanağını sağladığını gösteriyordu. Başka örneklerin çoğu için de bunun öyle olduğun u düşünüyorum. Belki, başka bir halkı ezmenin bazan hakim halkın bütün tabakalarına yarar sağlayacağı ve ezilen sınıf larının davaları yolunda mücadele etmelerini engellemeyeceğ i düşünülebilir. Bu böyle olsa bile, başlangıçta karşı çıkılmak istenen ikiyüzlülüğe ve "gerçekçiliğe" düşülmedikçe, boyunduruk altındaki halkın mücadelesiyle dayanışmayı reddetmek h ak lı görülemez; söz konusu halkın ahlaki öfkes ini harekete geçiren bizzat bu ikiyüzlülüğe ve "gerçekçiliğe" karşı çıkıştır.
Sömürgeciliğe, ırkçılığa,
emperyalizme karşı olmak; birçoğunun inandığı ( gibi, Yahudiler'i, Araplar'ı, Siyahlar' ı ya da ba~kalarını kutsallaştırmak, her yerde ve her zaman kusursuz olduklarını ilan etmek anlamına gelmez. Şayet bunlar kusursuz olsalardı, geç mişte, ş imdi ve gelecekte her konuda hayranlık duyulacak insanlar olsalardı, onlara in sanlığ ın geri kalanından daha üstün bir öz atfedilmek gerek irdi . Bu durumda, bu tezin açık ya da örtük
ya da
14
inanır göründüğü)
m
olarak, sözde-üstü n halkların diğerleri üzerinde hakimiyet kurmasının gerekli ve yararlı olduğunu ileri sü ren ırkçı tezlerden ne Fa:kı kalacağını görmek mümkün değil. Sömürgeciliğe, ırkçılığa, emperyalizme karşı olmak, bir etnik grubun, bir halkın , bir ulusun başkaları tarafından ezi lmesine, ve kimde n gelirse gelsin her tür ezme ve sömürme eylemine, gerekirse Yahudiler'e, Araplar'a, Siyahlar'a ... veya Kürtler'e karşı çıkmaktır. Aynı şekilde, adaletin savunucusu olmak, gerekirse geçmişte ya da bugün ezilen etnik gruplar, geçmişte ya da bugün sömürülen s ınınar adına yapılan eşitsizlikler de dahil olmak üzere, her tür eşit sizliğe karşı çıkmaktır; çünkü etnik gruplar ve sın ıflar kol aylı kla ezilenler ve sömürülenler konumundan ezenler ve sömürenler konumuna geçebilirler. Tarihte çoğu kez, zalimlerin dünün mazlumları olduğu görülmüştür.
w .s
ol y
ay
in .c o
Bu, söz konusu uygulamaları haklı göstermeye ça lışan iddialara karşı uyanık ve eleştirel olmamız ı gerektiriyor. Özellikle de, "ulusal birliği" savunmanın gerek li liği varsayımına dayanan ince usyürütmclcri, yanlış mantıkları reddetmek gerekir. Bir öçüncü Dünya ülkesi sol grubunun bildirisinde şu garip cümleye rasladım: "Kendi kaderini tayin ilkesi ulusal birlik il kesine tabi olmalıdır." Sözcük.Jer ne kadar da şaş ırtı c ı bir güce sahip olabiliyor ! Bu önermeyi koyun gibi formüle eden ya da onaylayanlar, kuşkusuz taşı ged i ğine oturtanın otoritesinin etkisiyle ve Pavlov'un köpeğininkini andıran bir koşullu refleksle başlarını alıp gitmiş ve en basit tahlil yeteneklcrini y itirmi ş gibi görünüyorlar. Bu önerme, aslında, bütün bir grubun kendi ulusu olarak görmediği bir ulusal yapının içinde kalmaya zorlanmasından başka ne anlama gelir ? Bazı insanlar bu ilkeyi savunabilirler. Ama lütfen, o zam~in bunu açıkça ilan etsinler, şık ve ikiyüzlü ifadeler arkasına gizleyip, kitlelerine yutturmasınlar. Kendi ç ıkarlarına olduğun da yararlı buldukları özgürlük değerlerine sadık olc.lukların ı iddia etmesinler. Şu soruları hep sormak gerekir: Kimin ulusal birliği? Kimin tarafından çizilmiş s ı nırlar içinde? Kimin yararına?
w
w
Araplar Batılı güçler tarafından ezi lmi şlerd ir. Hf:IE bir ölçüde eşi t siz uygulamalara maruzdurlar. Bu ölçüde de, adaletten ve ilerlemeden yana insanların desteğini hak etmektedirler. Ama tıpkı Yahudiler gibi, onlar da seçilmiş bir halk değildir. Önderleri de, ke ndi kri de pekala ba~ka halk lara karşı haksız davranış larda bulunabil irler. Zaten önderleri kusursuz olsayd ı , bizzat çok sayıda Arap muhalif tarafından sürekli olarak, en sert biçimlerde, eleştirilmelerini anlamak mümkün olmazd ı. Çok açıktır ki, Irak'lı Araplar Künler'in en temel ulusal haklarını tanımıyorlar. Bu kitapta bunun pek çok örneğini göreceğiz; bu örneklerin en azından bazıları bana tartışma götürmez gibi görünüyor. Çok sayıda Kürt'ün, Araplaştırılmaya çalışılan Irak Kürdistanı dı~ındaki bölgelere sürülmüş olduğu, ne yazık ki kesin bir olgudur. Böyle bir uygulama başka her yerde en sert tepkilere yol açardı. Bu tepkilerin bu durumda ortaya <rıkmaıııası için hiçbir ahlaki ya
15
..
da ussal neden yoktur.
w
w
w
.s ol y
ay
in
.c o
m
Burada, kuşkusuz M::ır~'ın İrlanda örneğinde ge li ştirdiği usyürütmenin bir benzerini biz de yapabilirdik. Ben - bu örnekte kesinlikle - he rkesin böyle ikiyüzlü bir ş izofren iye teslim olmama görevi üzerinde ı srar etmeyi tercih ediyorum. Her ikisi de birer seç ilmi ş halk olmayan (bun u bir gün belki Kürtler'e hatırl at mak gerekebilir) Kürtler'i de Araplar'ı da desteklemek, onları haksızlığa karşı ve haksız lı ğa uğradıkları ölçüde s::ıvuıımak zorundayız. Ne daha çok, ne daha az. İsyanın se rtliği isyan edenin zorunlu kö rlü ğünü geti rmez. Yaklaş ımı mız ancak bu şekilde inandırıc ı olur, ancak bu şek ilde ge ni ş bir onay kazanır, etkili, harekete geçirici olabilir. Kuşku suz, dürüstlük ve doğruluk ikna yoluyla sürdürülen savaşları bile kazanmaya yetmez. Ama böyle bir savaşta bunlar da birer s ilahtır. bu unutulursa hiçbir şey kazanılamaz.
16
L
·/
Dünya Düzeni: Emperyalizm Nereye?
co m
Tülay ARIN
n.
Giriş
w
w
w .s ol
ya
yi
Bu yaz ıda dünyanın ikti sadi "düzeninde" ortaya çıkan değ iş melerle ilgili bir panorama çizilmeye çalışılacak. 1980'1erde belirgin bazı yapısal deği şmeler gözlemleniyor: ABD'nin karşıs ında Japonya ve Avrupa Toplulu ğu'nun yükselmesi; "Üç ünc ü Dünya"nın ge li şm i ş kapitalist ülkeler karşıs ında bütün olarak gerilerken kendi içindeki farklılıkların artmas ı ; sermayenin uluslararasılaşması nın hı zın ın artm ası; "Doğ u Bloku"nun çökmesi. Bu yazıd a ilk üç alanı inceleyeceğiz, Doğu Bloku'ndaki d önü şümler kon usuna ise girmeyeceğiz. İlk bölümde kapitalist dünya ekonomisinin zirvesindeki deği ş iklikl er, yani ABD'nin kapitalist sistemi örgütley ici, düzenleyici hegemonik gücünde ortaya ç ıkan aş ınmalar, kayıplar tartışılacak. İkinci bölümde, daha az ge lişmiş (veya " geli şmekte olan") kapitalist ülkeler ile gelişmiş kapitalist ülkeler aras ındaki ikti sadi ili şkilerdeki deği şme yönleri incelenecek. Bu bölümde, ek olarak, daha az geliş mi ş kapitalist ülkelerin kendi aralarında ortaya ç ıkan fark lıl aşma l ar da tanıml anmaya çalışıla cak. Üçüncü bölümde ise, ABD'nin konumundaki değ i ş ikliklerin hegemonya ili şkilerini "süper emperyalizm"den "ültra emperyalizm" ve/veya "kapitalist rekabet" yönü ne doğru iten çelişkili sürecin temel ögeleri irdelenmeye çalışılacak. Bu ögelerden en önemlileri globa ll eş me, bloklaş ma, böl gese lleşme, ulu s lararas ı koordinasyon ve i şbirliği gibi kavramlar yard ımı y la ele alınacak.
1.
ABD'nin "Süper Emperyalizmi"nde Ortaya
Çıkan Değişmeler
Güç lü kapitalist ülkelerden oluşan emperyalist bl okun birliği, bu bloku ögelerin anatomisi, yani tek tek ülkelerin "özerkliği" tahlil edilirken belli başlı üç kavramdan yararlanılabilir: ''Süper emperyalizm", "ü ltra emperya-
olu şturan
17
l
lizm" ve "emperyalist rekabet" (Rowthorn 197 1,s.30-31 ). Süper emperyalizm durumunda dünya kapitalizminin organizatörü esas olarak tek bir güçtür. Ültra emperyalizmde görece özerk emperyalist devletlerinin hakim koali syonu veya ittifakı bu organizatörlük gücünü ve i şl evlerini paylaşır. Emperyalist rekabet ise görece özerk emperyalist güçlerin gerekli organizatörlük i ş levlerin i yapamadık ları bir durumdur.
n. co m
ABD'nin süper emperyalizmi durumunda, bütün diğer kapitalist ül ke ler ABD tarafından hakimiyet altında tutulur. ABD devletinin uygul amal arı na muhalif olabilecek yollarla kendi politikal arın ı seçme ve kontrol etme bakımından bu ülkelerin özgürlükleri ve özerklikleri görece sını rlıdır. ABD dünya kapitalizminin organizatörü olarak davran ır. Özellikle de ortak bir tehlike karşıs ında ülkeler arasında birliği korumak üzere yük le ndi ğ i önderlik ve organizatörlük rolü diğer ülkeler tarafından kabul edi lir ve ülkeler aras ı ndaki çatı ş malar denetim altında tutulur.
w .s
ol ya
yi
Bugünlerde yoğun olarak tartışılan konu ABD'nin süper emperyalist gücün ü yitirip yitirmediği. Soru özel likle iki açıdan tartışı l ıyor. Birinci tartışma Soğuk Savaş'ın bitmesiyle ve Doğu Bloku'nun çökmesiyle birlikte sosyalizm tehlikesinin ortadan kalkmas ının ABD'nin konumu üzerindeki etki sinin ne olacağ ı konusu üzerinde odaklaşıyor. İkinci tartı şma ise, kapitalist büyük güçler için böyle bir tehlikenin birleştiri cili ğinden bir ölçüde bağıms ız olarak, ABD'nin kapitalist sistemin örgütleyici ve düzenleyici gücü olma öze ll iği ni yitiri p yitirmed i ği konusu çerçevesinde yapılıyor. Biz bu yazı da özellikle iki nci taıtı şma konusunu ele alacağız. Bu soruyu irdeleyebi lmek üzere önce süper emperyalizmin varolabilmesi için gerekli koşulları gözden geçireceğiz. Bundan sonra, bu koşulların ABD için varolup olmadığ ını ara~tıracağız.
A. Süper Emperyalizmin Varolması İçin Gerekli Koşullar
w
Süper emperyalizm bir kapitalist ülkenin hcgcmonik önde rli ğinin varl ığı gelir. Herhangi bir büyük gücün "süper emperyalist güç" olarak önderlik vas fını kazanmas ı ve bu vasfı sürdürebilmesi için karmaş ık bazı faktörlerin birarada bulunması, karmaş ık, ay ırded i ci bazı i şlev l eri birarada yerine getirebilmesi ge rekir. Bu işlev lerden bazıların ı yerine getirebilen güçler "e mperyalist güç" olabilirler ama hepsini birden aynı anda yerine getirmedikçe süper emperyal ist güç olamazlar. Temel süper emperyalist i şl ev l eri kı saca şu şek ilde sıralayabiliriz ( Freeman 1988, s.34-38; Rowthorn 1971; Streeten 1991, s. 122-125):
w
anlam ına
l. Dünya bankerli ğ i, 2. Sermaye ihrac ı , 3. Üretim potansiyeli ve se rmaye mal l arı ih racı,
18
4 . Pazarların kontrolü, 5. Askeri ve siyasi kontrol. Bu koşulların ilk dördü doğrudan doğruya kapitalist dünya ekonomisinin iktisadi yönelimi gücü ile ilişkilidir. Beşincisi ise iktisadi güçle çok yakından ilgilidir ve aynı zamanda, iktisadi i şlevlerin gerçekleştiril ebilmesi için gerekli siyasi ve askeri güç olma ile ilgili işlevleri kapsar. Şimdi bu beş ögeye daha yakından bakalım.
yi
n. co m
1. Dünya Bankerliği: Dünya bankerliği işlevi dünya ticaretinde ve ödemelerinde neredeyse evrensel olarak kabul gören bir " rezerv para"nın (veya dünya parasının) varlığını gerektirir. Bu rezerv paranın dünya çapında kabul gören bir para olabilmesi için, gene hemen hemen evrensel ticaret ve ödeme aracı olarak kabul edilen bir metaya konvertibilitesi olması gerekir. Böyle bir rezerv para aynı zamanda dünya çapında iş leyen bir kredi s isteminin de garantörü olmalıdır. Böyle bir kredi sistemi ise, sadece dünya ticaretinin değil, emperyalist birikimin de dayanağıdır, çünkü bu birikimin gerektirdiği büyük miktarlardaki borç sermayesini ancak dünya çapında işleyecek bir kredi sistemi mobilize edebilir. paranın ve dünya kredi sisteminin garantörü olmanın anlamı, dünyerlerinde yaratılan ihracat fazlalarını, ödemeler dengesi fazlalarını uzun dönemli kredilere ve yatırım finansman kaynaklarına dönüştürebilme gücüne sahip olmak, iktisadi dalgalanmalar ve krizler dönemlerinde ödeme sorunlarının çığrından çıkmasın ı önlemek, mali krizin ol duğu merkezlere krizin daha hafif olduğu yerlerden kaynak aktarmak, zor durumda kalanların son başvurma mercii o labilmektir.
Rezerv
w .s
ol ya
yanın farklı
w
w
2. Sermaye ihracı: Süper emperyalist gücün en önemli belirleyicilerinden biri sermaye ihracıdır, yani ihracat fazlası, ödemele r dengesi fazlası yaratma güc üdür. Sermaye ihracı her ülkenin başka ülkelerde yatırım yapabilmek için mobilize edebileceği kullanılabilir artık miktarına bağlıdır. Öte yandan, bir ülkenin sermaye ihracı sadece dış ticaret fazlası vermekten dolayı ülke dışına açtığı kredilerle de sınırlı deği ldir. Bunun kadar önemli bir etmen dünyadan fon çekebilme ve bu fonları borç sermayesi olarak dünya piyasa l arında ödünç verilebilir fonlar şeklinde yeniden dol anıma sokabi lme gücüdür. Açıktır ki, bir ülkenin kendisi sözkonusu fonları ne denli çok yaratabiliyorsa başka ülkelerden fon çekebilme ve bu fonları yeniden dolaşıma sokabilme gücü o kadar yüksek olacaktır. Çünkü bu güç, doğrudan doğruya, ödünç ve rilebilir kaynakları etkin bir biçimde dünya çapında dolaş ıma soktuğuna güvenildiği ölçüde bir ülkenin elinde kalır. Bu gücün dünya kredi sisteminin garantörü olma ve rezerv paranın garantörü olma işlevi ile ne denli yak ın olduğu ortadadır.
19
..
3. Üretim Kapasitesi: Bir ülkenin sermaye ihraç edebilme gücünün anahtarı doğrudan doğru ya ihraç edi lebilecek sermaye malı ve ara malı üretim kapasitesinde bulunur. Üretim araç l arında bir dünya pazarı oluştuktan sonra, dünya artık değeri ancak ticaret yoluyla mobilize edilebilir. Yatırım fonları için çekici bir merkez olmanın yolu üreti m kapasitesinin ve iç pazarı n genişlemes i ve ek olarak dışarıdan gelen fonları dünya pazarlarında etkin bir biçimde dağıtabil mekten geçer. Bu g üç dünya pazarındaki yeni ü reti l miş değeri harekete geçirebilme ve merkezileştirebilme gücüdür ve doğrudan doğruya üretim potansiyeli ile ilgilidir.
.c om
4. Pazar Kontrolü: Dünya pazarlarına girebil me güc ü, bir ülkenin üretic i, kredi sağlayıcı i şlev lerini bir arada tutan yapıştırıcı güçtü.r. Bu güç hem pazarlara girebilme hem de alınan ve sat ıl an mallar üzerinde fiyat kotrolüne sahip olabilme gücü ile sağlanır. ihracatçı, yatırımcı,
ol ya y
in
Kısacası, emperyalist kapitalist genişleme, yani üretken, ticari ve mali sermayenin genişlemesi, bu alanların ele geçirilmesi ve sermaye hareketlerinin denetlenmes i ile mümkün. Kapitalist genişlemenin itici gücü ise süper kar (aşırı kar) arayışıdır. O rtalamanın üzeri nde kar elde eden sermaye rakiplerine üstün gelecektir ve nihai olarak on ları eleyecektir. Emperyalist dönemde iki aşırı kar veya süper kar kaynağı az say ıda büyük gücün tekeli a ltında kalmıştır: Mal piyasaları nı ve kredi kaynaklarını kontrol gücünün sağlad ığı tekelci rantı; bütün teknolojik alanın tekelci kontrolü nün sağladı ğ ı teknolojik süper kar.
Bir gücün emperyalist güç konumuna yükselebilmesinin olmazsa olmaz dünyada üretile n artık değer içindeki payını arttırmak, aynı zamanda temel süper kar kaynaklarına hakim o lmaktı r, yani teknolojik süper kar ve mal ve kredi piyasalarının tekelci rantlarını denetlemektir. Süper güç olmanın yukarıda incelediğimiz koşu llarının tahlili çerçevesinde bak ıld ığında, sadece teknolojik süper kar kaynak larını denetlemek, yani teknolojik üstünlükle ticaret yaparak sermaye mallan ve imalat malları satmak, ya da sadece mal veya kred i pazarlarında tekelci güç sahibi olmak hegemonik güç olmaya yetme mektedir. Öte yandan, birinci kaynak yit irildiğ inde ikincisin i denetlemek, yan i dünyanın bazı bölgelerinin denetimine sahip olmak belirleyici bir silah haline gelmektedir (Freeman 1988, s.37).
w
w
w
.s
koşulu,
Kı sacası,
süper emperyalist güç teknolojik, ticari ve mali süper kar kaynaklarının ana organizatörüdür, yani dünyanın en önemli ticari ve ma li gücüdü r ve teknolojik süper karın en önemli kayn ak larını elinde tutar. Süper kar paylaşımı emperyalist güçler arasındaki ilişkileri belirler. Süper karlar öyle paylaşılmalı dır ki, güçlülerin hepsi bağımlı e konomile re göre nisbi olarak bundan yararlanmalıdırlar. Süper emperyal izm durumunda bü tün diğer güçlüle r bundan yararla-
20
nır ama esas olarak süper gücün hakimiyeti altındadırlar. Süper gucun en önemli işlevi süper karlarla sağlanan sömürünü n k oş ullarını organize etmektir ve bu amaçla dünya kapitalizminin organizatörü ve düze nleyicisi olarak davranmaktır. Özellikle de ortak tehlikeler karşı s ında ülkeler aras ında birliği korumak üzere yüklendiği önderlik ve organizatörlük rolü diğer ülkeler tarafından kabul edilmelidir. Süper emperyalist devletin u ygu l a malarına muhalif olabilecek yollarla diğer ülkelerin kendi politikalarını seçme ve kontrol etme özgürlü) leri ve özerklikleri görece s ınırlıdır.
B. ABD' nin Süper Emperyalist Gücünün
Zayıflaması
gibi, süper emperyalist güç iş l ev leri, Napolyon Sa vaş ları ile 1914 arasında , ticaret fazlaları yaratan, mali sermayey i yöneten,dünya sınai üretim merkezi olan, donanması arac ılı ğıy la dünya düzen ini sağl ayan Büyük Britanya tarafından gerçe kl eştirildi. Birinci Dünya Sava~ ı il e Büyük Britanya bu konumunu yitirdikten sonra, ABD ancak İkinci Dünya Savaşı ile sü pe r emperyalist konumunu devralabildi. İki dünya savaş ı arasındaki dönemde adına hegemoni k güç denebilecek bir güç kalmamıştı. B. Britaııya artık liderlik fonksiyonlarını göremiyordu, ABD ise bunları üstlenmeye hazır deği ldi . l 930'da dünyada tarım fiyat ları düştüğü nde ABD gümrük tari felerini yüksel tti , talep düştüğünde pazarlarını ithal ma llarına açmadı. Durgun lukla mücadele için kredi verme yeıJuna gitmedi. Yani kı sacas ı depresyon sıras ında he m ith alatını hem de kredi arzı n ı düşürdü. Süper emperyalist dört fonksiyonun zayınaınası ve koordinasyonun gerilemesi 1929 depresyonunun derinleşmes ine, nihai olarak ikinci Dünya Savaş ı' nın patlamasına yol açtı (Streeten 1991, s.1 23). Süper emperyalist işlev le rin ABD'ye dev ir-tes lim sürecini n geçti ği dönem dünyanın en kanlı savaşları nın ve iktisadi çöküntülerinin yaşandığı dönem oldu.
w
w
w .s
ol ya
yi
Bilindi ği
n. co m
5. Siyasi ve Askeri Kontrol: Kapitalist dünya ekonomisi nin organizatörü olmak, bu i ş l ev i gerçekleşt irebilmek için gerekli siyasi ve askeri gücü, yani ikna, manipülasyon, bask ı ve zor kullanma araç larını da elde tutmay ı gerektirir. Siyasi ve askeri güç ulu s lararas ı sözleş me l eri yapma, uygulamaya koyma, uygulan ıp uygul anmad ığını denetleme ve söz l eşme l eri boznıa gücünü de kapsar.
ABD İkinc i Dünya Savaşı'dan sonra çok hı z la yükselerek dünyanın ikti sadi, siyasi ve askeri gücü haline geldi. Büyük ölçüde savaşın sonucu olarak da, yirmi beş yıl "Pax Amerikana" altında süper emperyalist iktisadi fonksiyonları yüklendi. Birinci olarak, ABD dünyanın sanayi atölyesi haline geleli. ABD'nin önderliği esas olarak teknolojideki üstünlü ğ üne dayanıyordu ve bu teknoloji ile muazzam bir üretim kapasitesine ulaşmıştı. ABD l 945'de, yani hemen savaş sonrasında dünyanın bütün mamul mal ih racatının %22'sini gerçekleştiriyordu, ama daha ua çarpıc ı sı, dünyanın bütlin katına değerinin %57'sini üretiyordu 21
n. co
m
(Freeman 1988, s.39) . İkinci o larak, ABD büyü k ticaret fazlaları gerçekleştirdi. Bu bir süre için dolar darlığı korkusu doğurdu. Fakat ABD dış ticaret fazlalarını dünyada hızla dolaşıma soktuğu fonlar aracılı ğıyla eritti: lç pazarını açt ı; Marshall Planı aracılığıyla yardım fonları sağlad ı ; bu sayede sermaye mallarını da sattı; çok uluslu şirketleri aracılığıyla uzun dönemli yabancı sermaye yatırımla rına girişti. Üçüncü olarak, ABD doları İngiliz sterlini yerine hakim rezerv para haline geldi ve New York önemli finans merkezi konumuna yükseldi. Dördüncü olarak, ABD Avrupa ve Japonya'yı askeri ve nükleer şemsiyesi altına ald ı ve Soğuk Savaş ortamında büyük güçler aras ında s ıcak savaş çıkmadan ilişkileri yönetme gücünü elde etti. 1966'ya gelindiğinde ABD 66 ülkede asker bulunduruyordu (Freeman 1988, s.39). ABD'nin konumundaki değişme, ta 1960' lara kadar geriye giden, 197l'de Bretton Woods'un çöküşü ile hızlanan, l 987'deki borsa çöküşü ile yeni bir evreye ulaşan, 1989'dan itibaren Soğuk Savaş'ın bitmesi ile beraber siyasi ve askeri işlevleri sorgulanmaya başlanan uzun bir süreç içinde bugüne gel iyor.
ABD
Dolarının
Rezerv Para Olarak
Aşınması
.s
1.
ol
ya
yi
Son yıllarda dünyanın durumu ile ilgili tartışmaların odağında ise bu kez ABD'nin süper emperyalist konumunda meydana gelen değişmeler yer a lı yor ve haklı olarak iki dünya savaşını kapsayan dönemde yaşananların anıları yeniden tazeleniyor. Aşağıda, ABD'nin süpür emperyal.ist konumunda ortaya çıkan "aşınmalar"ın yönleri incele niyor. Bu aşınmanın sona erme aşamasına ulaşıp ulaşmadığı ile ilgili ipuçları bulunmaya çal ış ılı yor.
w
w
w
Dünya parası olarak ve rezerv para olarak ABD doları bugün güven ilirli ği ni ve işlevini epeyce yitirmiş durumda. Bunun en önemli nedeni ABD'nin doların rezerv para olarak konumunu aş ırı sömürerek dünyaya aşırı miktarda dolar arzetmesi. Özellikle üç ciddi olay aşırı arza yol açtı: Vietnam Savaşı'nın finansmanı; daha sonra , 1980' 1e rin ilk yıllarında ikti sadi kriz; ve nihayet 1987 borsa krizi ardından artan dolar miktarı. ABD'nin süper güç ve doların rezerv para olarak işlevinin aşınmasının en önemli nedenle rinin başında geldiği yaygın olarak kabul edilen etmen Vietnam Savaşı'nın ennasyoni st finansmanı. ABD bu savaş sırasında bastığı dolarları rezerv para konumundan yararlanarak dünya piyasasına arzetti ve karşılığında mal ve hizmet ithal etti. Böylece hem dünya bankalarının hem de ABD bankalarının rezervle rinin değerini düşürdü. Bunun sonucu olarak 19 Ağustos 1971 'de Nixon doların alt ına konvertibilitesine son verdiklerini ilan ettiğinde ulus lararas ı para sistemi de dayanağın ı yitirmiş oldu (Streeten 1991, s.124; Pöhl 1991, s.24). Bu durum aynen İngiltere'n in 1931 'deki durumuna benziyordu.
Bazılarına göre, Vietman Savaş ı aslında doğ rudan doğruya ABD'nin askeri
22
süper güç olmasının ve bu konumu korumak için aş ırı a!)keri harcama yapmas ı nın bir parçası. ABD'nin yaptığı bu aşırı harcama sayesinde, empe ryal ist ittifak içindeki bazı ülkeler, özellikle de Almanya ve Japonya, pek fazla askeri harcama yapmak zorunda kalmadı (örneğin bkz. Kcnnedy 1990).
m
1970'1erde belirginleşen iktisadi kriz mali ve parasal genişleme politikaları ile aş ıl maya çalışıld ı , fakat bu politikalar karların düşmesi ve i şsizlik yanında enflasyonla bitti. Sonuç ise doların daha da fazla değer kaybetmesi oldu. Benzer şeki lde, !987 borsa çöküşü ardından dolar arzı geni~ledi. Bugün doların en çarpıcı özelliği değerindeki büyük istikrars ızlık. gerçek kuru l 990'da 1985'e göre %45 oranında değer kaybetti( Financial Timcs, July 8, 1991, s.4). Bu durum dünyada dolar olarak tutulan rezervlerin değerindeki düşü~ün ne kadar ciddi olduğunu gösteriyor. Buna karşı lık, 1982-88 arasında dolara karşı mark %40, yen %90 daha çok değerlendi. Bu olay dolar cinsinden elde tutulan varl ıkların nisbi değerini düşürürken, mark ve yen üzerinden elde tutulanların dolar değerini çok yükseltti. Döviz kurlarındaki bu değişiklikler sonucunda J:lponya'nın uluslararası bankacılık muameleleri payında büyük artış oldu, buna karşılık Avrupa ve İngiltere'de geleneksel mali merkezlerin payı düştü. ABD'nin payındaki aruş,bu veriler ı şığ ı altında çok düşük kalıyor (UNCTAD 1990,s.108).
ay
in
.c o
Doların
w
.s ol y
Bugün doların ye rin i tümüyle alacak bir rezerv para pek de ortaya çıkmış değil. Bu yüzden 7-Büyüklcr kendi aralarında yapt ı k l arı iktisadi pol itika koordinasyonu yoluyla doların değerini istikrara kavuşturmak üzere, kendi merkez bankal arı arac ıl ığıy la döviz piyasalarına ;ranıan zanıan müdahale ediyorlar. Fakat bu çabalar doların değerinin sürekli istikrarını sağ l ayamıyor. Çünkü, aşağıda göreceğ imi z gibi, bu istikrarsızlığın nedenkri kök lü başka sorunlarda yatıyor.
w
w
Öte yandan, özellikle yakın zamanda, Doğu Asya'da Japon yeni giderek rezerv para olarak i şlev görmeye başladı. Bundan çok daha büyük ölçüde, Alman markının 1979'da Avrupa Para Sistemi kurulduğundan beri doların dünyada üstlendiği role benzer bir rolü Avrupa'da ü:-.ılendiği anlaş ılıyor. (Bu yorum Alman merkez bankasının esk i başkanı tarafından dile getiriliyor. (Bkz. Pöhl 1991.) Avrupa Para Sistemi çerçevesinde yer alan döviz kurları sistemi modern bir altın standardı gibi işliyor ve dayanağını da Alımın markı oluşturuyor. Bu sistem kurulduktan sonra Avrupalı merkez bankaları markı rezerv para olarak kullanma eğilimi içine girdiler ve nıark dolardan sonra en önemli rezerv para oldu. Alınan merkez bankasını n büyük çabalarına rağmen bankalar da y ıl lar içinde giderek büyüyen miktarlarda mark tutmaya başlad ı lar. Markın
ğu
rolü iki Almanya'nın Avrupa ve Baltık devletleri ile
birlqnıcsi
ili ~k ileri
ek
ile daha da
arttı. Almanya'nın
yoğunla~ıyo r
ve
markın
Doönemi bi-
23
raz daha artıyor. Daha da önemli etmen Avrupa Tek Pazarı ve bununla ilgili olarak Avrupa Para Birliği mekanizmalarının işleyi ş i. Economist dergisine göre, Avrupa Para Birliği doların mali piyasalardaki hakimiyetini daha da azaltacak ve Avrupa para birimi ECU dolara karşı cazip bir rakip olacak; Avrupa'da önerilen yeni ortak merkez bankası büyük bir ihtimalle antienflasyonist politikaları yeğleyecek, ABD ise, aşağıda da görüleceği gibi, azalan büyüme potansiyelini yapay olarak yükseltmeye çalışarak enflasyonu körükleyecek ( The Economist, July 27, 1991, s.6-7 ). Bu ise doların değerini daha da düşürecek ve rezerv para işlevini görmesini daha büyük ölçüde engelleyecek. eski merkez bankası başkanı Pöhl' e göre ise bugün ECU de dahil rezerv para işlevi görecek ve önderlik edecek marktan başka para yok; çünkü ECU'nün de önemli bir kı sm ı zaten marktan oluşuyor (Pöhl 1991, s.24).
co
m
Almanya'nın
2.
ol ya
yi
n.
Özetle,bugün ABD dolarının yerini tlimüyle almı ş bir başka rezerv para henüz yok ama dolar tek rezerv para olma özelliğin i yitirm iş durumda. Yeni rezerv para olmaya en yakın aday Alınan markı ve bu işlevi en azından Avrupa çapında paylaşıyor. Bunun anlamı, markın en azından Avrupa'da parasal koşul ları belirlemede etkili olması. Almanya bu (ve başka nedenlerle) markın istikrarını korumaya büyük önem veriyor; örneğ in faiz had lerini düşü rere k enflasyonist baskı doğurmaktan ısrarla kaçınıyor ve bu yolla genişlemeci parasal politikalar uygulanmasına Avrupa çapında engel oluyor.
ABD'nin Sermaye ithal Eden ve Topladığı Dağıtmayan Bir Ülke Haline Gelmesi
Fonları
Yeniden
w w
w .s
1980'Jerin ilk yıllarında bütün dünyayı ve ABD'yi saran iktisadi kriz sıra ABD Reagan döneminde mali genişleme stratejisi uygulayarak krizden çıkmaya çabaladı. Mali genişleme stratej isi dış ticaret açığı ve bütçe açığı vererek bu açıkları dışarıdan borçlanma yoluyla kapatma biçimini aldı. Fakat bu açıklar ancak ABD'nin sermaye ihracı değil sermaye ithali yapmasıyla ve mali kaynakları toplama ve yeniden dağıtma konumunu tümüyle tersine çevirmesiyle finan se edilebildi. 1980'1erde ABD büyük dış ticaret açıkları vermeye baş ladı ve artık dünyayı dış ticaret fazl alarının yarattığı sermaye akışı ile besleyebilen ülke olmaktan çıktı. Buna karşılık, büyük dış ticaret fazlaları veren ülkeler Almanya ve Japonya oldu. ABD dünya mali kaynaklarından giderek artan bir biçimde rakiplerinin aleyhine borçlanarak dı ş ticaret ve bütçe açıklarını kapatabildi. Borçlanma sayesinde ABD 1981-82 durgunluğundan çıktı ama dünyanın en büyük dış borcuna sahip ülkesi haline geldi. sında
ABD'nin borçlanma sürecinde Japonya ABD'ye kredi veren bir ülke olarak ortaya çıktı ve dünya ekonomisine ihraç edilebilecek en büyük sermaye miktarına Japonya'nın sahip ol duğu gerçeği ile yüzyüze gelindi. Japonya bu
24
sermayesinin bir kısm ı ile ABD' nin dış ticaret açıklarını finame ederken, bir kısmını da özellikle Kuzey Amerika ve Güney Doğu Asya'da yoğunlaşan yabancı sermaye yat ırımlarında kullandı. Ayrıca, Japon sermayesi azgelişmiş ülkelerin uluslararası borç larında ve borç krizinin yönetimi nde esk isine oranla daha aktif bir rol aldı. 1980'1erde Al3D'n in ticari borçlarının %16'sını Japonya sağladı (Aho ve Stokes 1991, s. 165).
yi n.
co m
AB D'nin neredeyse dörtte üç trilyon borcu var. Bu denli borçlu olması ve son iki yıldır süren ciddi durgunluk koşullarında dış ticaret ve bütçe aç ıkl arın ı daraltmaya kalkmas ının durgunluğu büsbütün kötü l eşt irme tehlikesi yarat mas ı, ABD'nin borçlanma politikasını sürdürmesini zorunlu kılıyor. ABD yakın gelecekte dış borçlarını finanse edebilmek için yılda 100 milyar doların üzerinde sermaye girişi sağ lamak zorunda .. Bu nedenle de fai z hadlerini düşürüp dış kaynak girişini tehlikeye atmak seçeneği ile, faiz hadlerin i düşürmeyerek ve geni ş letici politikalar uygulama seçeneğini kullan amayarak durgunluğu sürd ürmek seçeneği arasında sıkışmış durumda.
.s
ol ya
Öte yandan, 1980' teri n tersine, 1990' !arda ABD u l us lararas ı sermayeni n çekim alanı olma öze ll iğini yi ti rmeye başlad ı. Artık ABD'nin sermaye ihtiyacı ve iktisadi politikaları global sermaye akımlarını belirleyemiyor. Yedi y ı l sonra ilk kez 1990'da özel yatırımcılar ABD'ye getirdikleri nden daha çok sermayey i dışarıya çıkard ıl ar. Bu sürece öncülük eden gene Japon lar o ldu. Yabancı sermaye Avrupa' ya akmaya başladı ve Japon ya'n ın kendisi daha cazip bir yatırım alanı haline geldi . Kı sacas ı, ABD'nin d ı ş iktisadi gUçlcrc bağımlılığı artarken uluslararası koşulları etkileme gücü aza lı yor ( J\ho ve Stokcs 1991, s. 161- 166; Bergsten 199 1, s.97).
w w
w
Bunun yanında , ABD'nin borçlanmada kullandığ ı bir yöntem ABD'nin mali piyasalarda dünya borsalarındaki konumunu ciddi şekilde sar~tı. 1987 borsa çöküşü ve bunu izleyen olay lar Londra ve Ncw York borsaları aleyhine, Tokyo borsasının üstünlüğü ile sonuç l andı ve ABD'ııin mali piyasalardak i konumunu daha da geri lett i. Borsa krizinin öncesinde, mali sistemin "hisse senctleşmesi" (securitisation) -yani mali servl.!tlerin artaıı oranda hisse sened i biçiminde elde tutulmaya ba~laıınıa~ı- ve globa!lqmesi süreci yaşandı. Buna yol açan neden, sermayeni n genci ul uslararasıla~mas ı yanında, 1980' !erde ortaya çıkan yüksek faizler yüzünden bankalar ycrinc borsa lardan borçlanma eği li minin artmasıydı. AI3D J980' lerde ulu slararası pıyasalardan büyük miktarlarda borç lanırken büyük risklerle kredi almak yerine, do l arın hfda rezerv para olmas ından yararlanarak, dolar üzerinden hisse sened i ı;ıkarınak ve dolar üzerinden borçlanmak yoluna g itti. Sonra na~ ıl olsa bu borçları piyasaya dolar sü rerek kapatabilirdi (G rahl 1988, s.3 1). Diğer ülkeler de J\BD'nin bu giri~i miniıı pqin-
25
den gittiler. Ortaya çıkan sonuç aşırı miktarda hi sse senedi arzı oldu. Fakat bu arz 1973' den beri ABD, Japonya, Almanya ve İngilıere'de hı zı dü şe n sermaye birikimi koşu llarında hisse senetlerine aşırı yatırımla son uçlandı ve gerçek yatırımları pek az uyardı. Yani , 1987 borsa çöküşünden önce hi sse senetleri fiyatlarındaki aşırı şişme esas olarak mali yatırıml arın spekülatif yatırımlar olmasın dan kaynaklandı. Borsa çöküşü bu aşırı ş işıııt.:y i en azından o dönem için ve önemli ölçüde ortadan kaldırdı.
yi
n. co
m
Borsa çöküşü mali servetlerini borsaya yatıran ba nkaların mali yapılarını da allak bullak etti, ABD bankalarını mali piyasalardaki lider ko numlarından etti ve ABD mali sistemine olan güveni ciddi şekilde sarstı (Coakley 1988, s. 1720; Glyn 1988, s.22 ). Borsa çöküşüyle beraber, dolar üzerinden varlıklarını yarı yarıya kaybeden bankerler böyle bi r yatırını yapmaktan ve ABD'nin politi kas ı nın ardından gitmekten vazgeçtiler. Almanya ve Japonya da artık ABD'ye pek yatırım yapmayarak ABD'nin mali hegemonyas ını azaltacak yönde davranmaya baş l adılar (Freeman 1988, s.40). ABD borçların ı kendi parası ile ödeme gücüne sahip olduğu sürece, ulu s lararas ı mali piyasaları istikrarsızlaştırma pahasına, ve kendi mali sistemini istikrarsızlaştırıııa p;.ıhasına bu gücü kull an ıyo r ve bu gücün zay ıflamasına kendi eliyle katkıda bu lu nuyor (Grahl 1988, s.3 1-32).
w
w
w
.s
ol
ya
1990' 1ar sermaye çekmek için rekabetin artt ı ğ ı bir dönem ve bu rekabet 1990'1ara damgas ını vuracak gibi görünüyor. Bugün bu rekabeti arttıran önem li bir neden uluslararası krcdılerin daralması. Nedenkri de ~öyle özetlenebi lir: Tokyo B orsası'nda hisse senedi fi yatlarınınd aki ımı auam düşüş, 1990' 1arda Japonya' nın yen i borç vermesini engelledi; tersine m:ıli varlıklar nakle çevrildi ve ABD' ye giden mali sermaye azaldı. ABD bankalarının mali sorunları i şi daha da karmaşıklaştırdı. Latin Amcrika' nın borçları, gerileyen gayrimenkul pi yasas ına verilen aşırı borçlar, ulu slararası mali piyasalarııı kırılganlığından dolayı Uluslararas ı İşl em ler Bankası ' nın (Bank for International Settlcmcnt) banka sermayelerini güçlendirmek için getird i ği yeni rezerv zorunlu l uk ları nedeniyle bankal arın kaynaklarını kendileri için kullanmak durumunda kalmaları, ABD bankalarının dışarıdan gelen sermayeyi yeniden borç verme biçiminde do l aşı ma ç ıka rmala rını engelledi. Petrol fiyatl arı artsa bile, OPEC fonl a rı Körfez Savaş ı ' ndan sonra Orta Doğu'da kalı yor. Ayrıca Avrupa ve Doğu Asya mobil fonlar için daha cazip yatırım alanları (Aho ve Stokes 199 1, s. 165). Federal dev let l991'de 196 milyar dolar faiz faturası ödedi ve bu ödeme dünyanın neredeyse en zengin ülkesinde kamu hizmetleri ve sosyal harcamalar azaltılarak yap ıl abiliyor. Kı sacası , ABD 1990'1arda eskisi kadar bile borçlaııanııyor, sernıaye çekemiyor, kendi si sermaye yaratamıyor, gelen yabancı mali sermayeyi dliııyada tekrar dolanıma sokaıı ıı yor. ABD' de uygulanan pol itikalar karları esas o lar.ık ticrctkri ve vergileri dü~ü rerek arttırılıyor, fakat artan karlar üretken yatırım l arı arttıramıyor. Gelen
26
sermaye esas olarak bankaların sermaye yapılarını gü~·lendirmek, var olan firmaları satın almak veya spekülasyon yapmak için kullanılıyor .
ABD'nin Üretim Kapasitesinin ve Teknolojik Gücünün Nisbi Olarak Gerilemesi
co
3.
m
Japonya 1990' da dünyanın en büyük kredi veren ülkesi haline geldi ve ABD'nin dünya sermayesinin organizatörü olma konumu Japonya lehine zayıf lad ı, hatta kayboldu. Dünyanın en büyük 8 bankasının 7'si, en büyük 5 sigorta şirketinin en büyüğü dahil üçü Japonya' ya aid. Ayrıca Japonya dünyanın en büyük borsa simsarı. 1987'dcki borsa çöküşünde n önce bile Tokyo Borsası'nın iş hacmi New York'dakini geçmişti. Tokyo Borsası borsa krizini New York' <lak.ine göre daha küçük düşüşlerle atlattı (Kahler 1990, s.140- 141) ve kriz sonrasında nisbi durumunu daha da güçlendi rdi.
.s
ol ya
yi
n.
ABD'nin mali gücünün azalmasının , muazzam dış ticaret ve bütçe açığı vermesinin ve artık giderek yabancı kaynaklara dayanmasının gerisinde yatan temel neden, iktisadi gücünün ürünler ve teknolojiler bakımından nisbi olarak gerilemesi. Bu gerilemenin ardında temel güç kaynaklarının zuy ın amas ı yatı yor: Düşük tasarruf, özellikle lider sektörl erde yetersiz üretken yatırımlar, belirsizliklerin artmas ın dan dolayı yatırımlarda kısa vadeli kar endişesin in ağır basması ve sanayi yatırımlarının öneminin azalması, aşırı askeri harcamalar, devletin yatırıma gidebilecek kaynakları aşırı borç lanma yoluyla kullanması, zayıflam ış bir teknik eğitim !>istemi, maddi ve maddi olmayan kaynak!:.ı.rı harekete geçirme kapasi tesinin zayınaması, altyapı nın kötüleşen durumu, vergileme gücünün düşüklü ğü (Hoffman 1991 , s. 1 18) v.b.
w
w w
ABD'nin liderliği, daha önce de beliıtildiği gibi, hiç kuşkusuz teknolojideki ve üretim kapasitesindeki üstünlüğüne dayanıyordu. ABD 1945'de toplam dünya katma değerinin %57'sini üretiyordu. Daha sonra 1940' farda bu pay %45 'e, 1950'de %40'a, l 980'de %24'e, l 988'dc % l 7'ye düştü (Frecman 1988, s.39; World Bank 1982, s.22; Streeten 1991, s.124), l 990'1arda bu oranın da altına geriledi. Bir başka veri setine göre, Dünya Bankası üyelerinin dolar bazın da hesapl anm ı ş toplam üretimi içi nde ABD'nin payı 1965'de %40 iken , 1988'de %24'e düştü. Bu dü~ü ş ABD'niİ1 payında %40 ' 1ık bir aza lmayı temsil ediyor. Aynı dönemde Japonya'nın pay ı %5.2'dcn % 16.7'yc, Almanya'nınki ise %6.S'dan %7. J 'e yükseldi (World Bank 1990, s.183) . Bu rakamlar da Japonya'nın payında 3.2 kat, Almanya'nın payında ise yakla~ ık % 1O'luk bir artı şı temsil ediyor. Öte yandan, kişi başına gayrisafi milli hasıla 1989'da ABD'de 20,910, Almanya'da 20,440, Japonya'da ise 23,810 dolar (World Bank 1991, s.205). J95l'de Japonya'nın toplam geliri /\BD'ııiııkiıı i ıı %5' i iken, 1988'de %60'ın:ı
27
yakın
de ABD' ııinkinin dörtte biri doBügün ABD'n in milli geli ri 5.6 trilyon, Japonya' nınki 3.6 trilyon, Almanya'nınki ise 1.6 trilyon dolar civariııd:.ı. Yani, Japonya'nın geliri ABD'ninkinin %6S 'i, Almanya'nınki ise 9'r29'u. Alnıanya'dan daha önemlisi, Avrupa Topluluğu'nun toplam hasıbsı 1980'de 3 trilyon dolar iken, bugün 345 milyon insanla beraber 6 trilyon doların üstüne çıkmış durumda, yani, ABD'ninkinden %10 daha büy ük. İkti sadi olarak birleşmiş Avrupa dünyanın en büyük üretim ve ticaret al:.ını olacak ve Japony:.ı'nın ulu sal h as ılası 2000 yıl ında ABD'ninkinin üç te ikisinin de üzerine ç ık acak (Kennedy 1990, s.5 12,5 13; The Economist, November9, 199l, s.4 1; Bergsten 1990, s.96). bir
b üyük lü ğe ul aşmıştı; Alıııaııya'ııınki
co m
l ayına yü k se lmi şt i.
ol y
ay i
n.
ABD'nin nisbi gerilemesinin kökleri, Japonya ve Almanya'nın teknoloj ik süper karların elde edi lmesinde lide rlik konumunu ele geçirmelerinde ve ABD'nin üretimde verimli lik a vantajını diğer ülkeler lehine sürekli olarak yitirmesinde yatıyor. ABD'ni n hem esk i henı de yeni endüstrilerde verimli lik artışı ve iktisadi büyümesi nisbi olarak yavaşlamış durumda. ABD' nin emek verimlili ğ i kendi tarihi trendinin altına düşmüşken, rakiplerinink i tarihi trendlerinin üstüne çıktı ve halil orada seyred iyor. Bu yüzden ABD veriml ilik art ış ı lid erli ğ ini, yakın zamanda yayın lanmı ş, bu konudaki ça lı şmaların geniş bir değerlendirme sini yapan bir çal ı şmaya göre, "dramatik biçimde yitirnı iş" durumda (Williamson 1991, s.67; ayrıca, Freeman 1988, s.39).
w
w w
.s
Yukarıda bel irtildiği gibi, bu gc rilenıeııi ıı a rdınd.ı pek çok neden yatıyor. Bunlardan en önemlilerinden biri sermaye ~tok unun büyümesinde ni sbi geri kalma. 1955- 1970 döneminde k i ş i başına st.:rnıaye stoku ABD'de %38 büyürke n, Avrupa'da %87, Japonya'da %203 büyüdü. Bunun sonucu nda verimlilik artış hı z l arı Japonya'da %6-7, Avrupa'da %4-5 daha yüksek id i. l980'e gelindiğ inde verim lilik artış hızları ABD'dc % 1.6 iken, Japonya'da %5.6, Avrupa'da %4 .2 düzeyinde seyred iyordu (Freenıan 1988, s.39). Yakın zamanda yap ılan bir araştırmaya göre! ise, 1972'de Japon sanayi i~çisi ABD'dek inin %63' ü kadar üre tken iken, bu oran 1988' de %80'e ç ıktı. Ay nı oranl ar Almanya için ise %65' den %71' e yükseldi ( Financial Timcs, July 9, 199 1, s.4).
ABD' de yatırımlar dü şük ve yat ırımların düşüklüğü tasarru fl arın d üşüklü etkileniyor. Genel olarak ABD'cle daha düşük olan tasarrunar yıllar içinde diğerlerine göre daha hı zlı düşme eği l i mi göste rdi. 1960-1970 döne minde tasarrufların ulusal gelir içindeki payı Al3D'dc% 19.6, Japonya'da %35.6, Almanya'da %27.3 idi. Bu oranlar 198 1- 1987 döneminde s ı ras ıyla %16.3, %3 1.1 ve %2 1.8 olarak ge rçek leşti (UNCTAD 199 1, s.88). ABD'de yatırım oranı 1990'da ulusal gelirin % 1 2 .6 'sı idi ve bu oran 7- Büyükler içinde en düşük oran idi. Son üç y ılda ABD, ekonomi si nin büyü klü ğüne göre en az sabit ğünde n
28
sermaye yatırı mı yapan ülke olan İngiltere'den bile geri kalmıştı (Financial Timcs, July 9, 199 1, s.4). ABD'ni n yen ili kleri bulma ve teknolojile ri ge li ştirme açı s ından önderl iğini y itirmediği iddia ed ilse bile, bu yenilikler yeni yatırımlar ve seri üretim yoluyla süper karlara dönü~nı..!dikçe ülkenin ni~b i durumunun iy ileşme sine katkıda bulunmuyor. Yatırıml arın
ve verimlili ğin ni sbi düşüklüğü kendini büyüme hadlerinin gösteriyor. ABD gayrisafi yurt içi has ıla · ı 1965-1 980 arasında %2.7, 1980- 1988 arasında %3.3 oranında büyüdü. Bu oranlar Japonya'da %6.5 ve %3.9, Alınanya'da %3.3ve% 1.8 oldu ( World Bank 1990, s. 181). ABD'nin 1980- 1988 arasında sağl adığ ı görece daha yüksek büyüme oranı esas olarak dı şarıdan transfer ettiği muazzam büyüklükteki sermaye sayes inde mümkün oldu . 1988'den beri gelişmiş kapitalist ülkelerin tlimünü e tkileyen sürekli iktisadi yavaş lama özell ikle ABD'de son iki y ıl da ciddi duraklamaya dönü~ıü. Japonya ve Almanya ise can lı bir büyüme yaşadı; 1991'de gelir ABD %0.7 düşerken (ve sanayi üretimi% 2.3 gerilerken), Almanya'da %4.3, Japonya' da %5 arttı ( The Economist, November 2, 199 1, s.1 07 )
n. c
om
farklılığında
özetlenen veriler, bugün ABD' nin hala dünyanın en büyük, en verimli ülkesi o lmas ına rağmen, içine girdi ği sürekli nisbi geri kalma sü recinin onun bu konumunu yakın zamanda ortadan kaldıracak hızda sey rettiğini ortaya koyuyor. Bugü nkü durumda bile, ABD l 99U'da önde gelen kapitalist ülkeler aras ında reel yaşam düzeyi düşen tek ülke ve bu doğrudan d oğruya ABD'nin sınai rekabet gücündeki aşınmadan kaynaklanıyor ( The Economist , July 27, 1991, s.67 ). Bazılarının yaptığı tahıninkri göre, 2000 yıl ın a ge lindi ğinde ABD, Japonya ve Avrupa Toplul uğ u , ulusal gelirin büyük l üğü, kişi ba~ına gelir, dış ticaret gibi göstergeler bakımından birbirlerine yakın büyüklüklerde olacak lar (örn. Bergsten 199 1, s.97).
ABD Dünya Ticaret Pazarlarında Nisl>i Konumunu Yitiriyor
w
4.
w .s
ol
ya
yi
Yukarıda
w
ABD'nin hemen bütün sektörlerde verimlilik al an ında geri kalmas ı sonucunda dı ş ticareti büyü k açıklar veriyor, çünkü iç pazarını ithal malları işgal ed iyor. İth alatının ABD gayrisafi milli has ılası içindeki payı 1970'de %4.1 iken, 198 l 'de %9. 1'e, l 989'da % 18. 1'e yükseldi. 13u değ i şme eski eği !imlerde önemli bir yön değiş ikli ğ ini temsil ediyor. ABD rnuaaaın bir ürün kapasitesi ve fazlası ile tarım ürünlerinin %30'uııu ihraç ediyordu ve 1980' de dünya tarım ürünleri ticaretinin %60'ın ı elinde tutuyordu . Bu ticaretteki payı beş y ıl içinde %40'a düştü ve ihraç ettiğinden daha fazlasını ithal etnıcye başladı. Buna ek olarak, 45 milyar dolarlık sermaye 111:.ıll;.ırı fazl :.ıs ı da bu dönemde ortadan ka l ktı ve bu malların ithalat ı hızla arttı. ABD özelikle yüksek teknol ojili mallarda, elektronikte büyük ticaret açığı veriyor (Freeman 1988, s.39; Streeten 199 1, s.1 24 ). 29
ya y
in
.c om
ABD'nin dünya ihracau içindeki payı ise sürekli ge rili yor. Bu pay 1969/ 71 'de % 13.2'dc n 1987/89'da % 1O.S'e dü~erkcn, Japonya'nın payı %6.4'den %9.2'ye, Almanya'nınki %12.3' e, AT' nunki ise %36. l 'den %37.Tye yükseldi (World Ba nk 1982, s.124-125; World Bank 1990, s.205; UNCTAD 199lb, s .64). İhracat payındaki bu eğ ilimin tersine, ithalatının hızla artmas ı sonucunda ABD dış ticaret fazlalarını yitirmekle kalmayarak büyük dış ticaret açıkları vermeye başladı. Buna karşılık, Japonya ve Almanya , son bir iki yılda azalmaya başlasa da, sürekli ihracat fazlası veriyor. Dünya ithalatı içinde 1980'den 1988'e ABD'nin payı % 13.8'den % 16.8'e yükselirken, Almanya'nınki %10'1 den %9.1 'e, Japonya'nınki %7.6'dan %6.Tye düştü. Bunun sonucunda, Japonya 1982'den beri dış ticaret fazlası vermeye başladı ve bu yılda dış ticaret fazlası ithalatının %15.4'ünden 1989'da %35.6'ya çıktı. Almanya ise ta 1950' !erden beri bu fazlaya sahip, ve söz.konusu oran aynı y ıllar için % 12.1 'den %27.9'a yükseldi. ABD 1950' Jcrin başında ithal at ının %34.2'si kadar dış ticaret fazlası verirken, ilk kez 1974/76'da bu oran e ksi %6.3'e dönüştü ve her yıl artarak 1985/87 döneminde eksi %40. 1 gibi muazzam bir açık oluştu; büyük dış sermaye akışına rağmen bu açık 1988/89'da ancak %28.0'e gerileyebildi (UNCTAD 1990b, s.28-29).
ol
Bu üç ülkenin dış ticaret dengesi zaman içinde aşağıdaki gibi seyretti (UNCTAD 1991 b, s.310,312,320) : (milyar dolar) A.!lQ
2.590 910 8,900 -25.500 -67,080 -1 12,510 - 122, 169 -145,050 - 126,970 -114,870
w
w
w
.s
1970 1973 1975 1980 1983 1984 1985 1986 1988 1989
Almanya 5,700
Ja12onya 3,960
16,910 8,860
4,940 2,130
28,520 55.740 79,410 76,660
55,990 92,820 95,000 76,850
Japonya 1970'1erde esas olarak güçlü bir ihracatçı olarak ortaya çıkmışken, 1980'1erde yüksek teknolojili sanayi dall arına ve ulu s lararası mali sermaye ihracatına doğru hızla gelişti. Bugün Japonya ABD ve Almanya'yı dünya ihracat pazarlarında hemen hemen yakaladı. Alman ihracatının dünyadaki önemi ABD'ninkinin üzerine çıktı. AT ise bügün dünya ihracatının neredeyse %40'ını 30
•
n. co m
elinde tutmaktadır ( Thc Economist, Novcmbcr 9, 1991, s.41). Bu payın daha da büyüme potansiyeli vardır. 21 Ekim 1991 'de sonuçlanan anlaşmaya göre, AT ve EFTA ' dan oluşan "Avıupa İktisadi Alanı" 12 art ı 7 toplanı 19 ülkeye yay ılarak 380 milyon tüketiciye sahip olacak. Bu alan daha sonra muhtemelen yeni bağıms ız Bal tık ülkelerini ve Doğu Avrupa ülkelerini de kapsayacak, hatta EFTA ülkelerinin büyük çoğunluğu AT'na katılacak. Bugün Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi'nin 40 ülkeye kadar genişlemesi doğrultusunda öneriler var ( The European, Weekend October 18-20, 1991 ). Kısacas ı, bugüne kadar ABD'nin dünya ekonomisi üzerindeki ağırlığının en önemli nedcııi hiç kuşkusuz üretim kapasitesinin mutlak büyüklüğü olmuştur. Bugün de ABD mutlak olarak dünyanın en büyüğü olsa bile artık dünya ihracat pazarların ın mutlak hakimi olmaktan çıkmıştır. Yeni olan olgu da budur.
5.
w
w .s
ol ya
yi
Yukarıdaki döıt başlık altında incelenen eği limler gösteriyor ki, ABD bir yandan iktisadi olarak nisbi gücünü yiti rirken, bir yandan da şimdiye kadar biriktirdiği mali ve askeri gücü kullanarak bu gerilemesinin yüklerini , kendi ekonomisini ve dünya ekonomisini istikrarsızlaştırak belli kesimlere yıkıyor. Bu yüklerden biri, mali sistemi ıstikrarsızlaştırması nedeniyle oıtaya ç ıkan sonuçların en çok daha az gelişmiş ülkelerin durumunu bozması (bu konu aşağıda ele al ınacak). Diğeri ise, ücretlilerin yaşam düzeylerinde meydana gelen kayıpların büyül--lüğü. Ücretli ler son yirmi yıldı r bütün ülkderde kaybetti. Bu yüklerden Amerikan çalışan s ı nınarı da payını fazl asıyla aldı. l 985'dcn 1990'a tüketici fiyat indeksi %2 1.5 artarken ücretler % 14 yüksekli. Bu oranlar Almanya'da %7'ye karşılık %23, Japonya' da ise %8'e karşılık %20; yani ücretler enflasyoi1dan daha fazla arttı. Ek olarak, her ne kadar bütün ülkelerde düşük ve orta ücretliler kategorilerinin nbbi ücretlerinde ciddi düşmekr olsa da, ABD' de ücret farklılıklarındaki artışlar diğerlerine göre çok daha büyük oranlı oldu ( Financial Tim es, July 8, 1991, s.4 ).
Askeri Süper Güç Konumunun
Çelişkile ri
w
Körfez Savaşı ABD'nin askeri bakımdan süper güç konumunu sürdürdüğü nün dünyaya kanıtlanması gösterisine dönü~tü. Ama bu gücü göstermesi için tek başına davranmas ı yetmedi , BM Güven lik Konsey i'nin desteğ ini almak zorunda kaldı. Kuşkusuz Almanya, Avrupa Toplu l uğu ve Japonya yükselen, ABD ise geri leyen ikisadi güçler ama ABD lıalil askeri bakımdan süper güç, diğerleri ise askeri bak ı mdan zayıf. Bugün sosyalist blokun çökmesi ve Soğuk Savaş'ın bitmesi, tek askeri si.iper güç olarak geriye kalan ABD'nin konumunu çok çelişkili kılıyor (Mayer 1991, s. 1- 1!; Swcezy 199 1). Aslında ABD'nin gerileye n iktisadi güç olmasında önemli bir neden de askeri süper güç olmak ve bu konumu koruyabilmek için iktisadi gücünü n önemli bir kısmını bu amaçla harcamak.
31
in .c o
m
ABD muazzam bir askeri aygıtı ayakta tutabilmek için, silah araştırmaları ve üretimi için büyük harcamalar yaparken ve Avruıxı ve Japonya da dahil bütün "hür dünya"yı "sosyalizm ve sosyalist blok saldırganlığ ın a karşı korurken", bunun asıl maliyetini yüklendi. Kuşkusuz eklemek gerek ir ki, ABD iktisadi bakımdan çok avantajlı bir durumda iken elinde tuttuğu muazzam askeri-sınai kompleks onun üretim kapasitesine büyük katkıda bulundu. Öte yandan, ABD'nin iktisadi rakipleri bu süre içinde kaynaklarını esas olarak iktisadi büyüme üzerine yoğunlaştırdılar ve ABD'yi askeri olmayan teknolojide pek çok alanda geride bıraktılar. Ek olarak, Vietnam Savaşı faciasından sonra ABD halkının önemli bir kısmı yabancı savaşlara karşı cephe aldı ve Victman Savaş ı ABD'nin askeri liderlik rolünü zayınatıı (bkz. Kennedy 1990, s.437vd; Monthly Review, 1989, s. 1- 15; Mayer 199 1, s. 1- 11). kadar incelenmeye çalışılan eğilimler gösteriyor ki, ABD'nin kapitalist dünya ekonomisini örgütleyici, düzenleyici süper emperyalist iktisadi gücü ni sbi olarak gerilemiştir, gerilemesini sürdürmektedir ve bu aşınma sosyalist blokun çökmesinden çok daha uzun bir süre önce başlamış bir süreç içinde yaşanmıştır. Yani Soğuk Savaş bitmemiş olsa bile ABD'nin süper emperyalist konumundaki değişiklik söz konusu idi . (Bu konuda yirmi yıl önce yapılan bir değerlendirme için bkz. Rowthorn 1971 .) Şinı<li gündemde olan soru, bu deği şikliğin emperyalizmin niteliğinde ne yönde bir değişmeye gebe olduğu., yani "Yeni Dünya Düzeni"nin hakim tanımlay ıcı niteliğinin ne olacağı: Yeniden bir süper emperyalizm? Ültra emperyalizm? Emperyalist rekabet ve çatı ş ma? Karşılıklı bağımlılık ve işbirliği? Fakat bu konuyu ek almadan önce gelişmiş ülkelerin azgelişıniş ülkeler karşısındaki nisbi durumu nda ortaya çıkan değişmeleri irdelemeye çalışacağız.
w w
.s
ol ya y
Şimdiye
il. Gelişmiş Kapitalist Ülkeler ile Azgclişıniş Kapitalist Ülkeler Arasındaki Mesafenin Aç ılm ası
w
Bu bölümde daha az gelişmiş kapitalist ülke lerin gelişmiş ülkeler karşıs ın daki durumu ele alınıyor. Dünyada 1980' 1i yıl larda yaşanan en çarpıcı olgulardan biri gelişmiş ülkeler (GÜ'ler) ile azgelişmiş ülkeler (AGÜ'Jer) arasındaki iktisadi farklılıkların iyice açılması. Bu durum büyüme hızları bakımından da geçerli ama özellikle çarpıcı farklılık kişi ba~ına gelir artış hızlarında gözleniyor. Ayrıca, azgelişmiş ülkeler arasındaki farklılıklar da derinleşiyor ve 1980'1erde ve sonras ında yaşanan eğilim l er bu farklılıkları daha da keskinleşti riyor. Aşağıda, bu iki alanda ortaya çıkan değişme eğilimlerinin yönleri incelenmeye çalışılıyor. Bugün dünya nüfusunu n %80'i
32
azgelişıniş
ülkelerde
yaşarken,
bu ülke ler
co
m
dünya gel irinin sadece yaklaşık %20's ine sahip. Önümüzdek i 25 yıl içinde ise çalışma yaşında olanların %95' inin bu ülke lerde yaşayacağı tah min ediliyor. Büyük teknolojik gelişmelere ve geniş dünya olanaklarına karşın, bu nüfusun bir milyar kişiden fazlası , yani dünya nüfusunun beşte biri, günde bir doların altındı:ı. bir gelirle geçinmek zorunda. Bu ise Batı Avrupa ve ABD'nin 200 yıl önce sahip olduğu bir yaşam standard ı. Buna karşıl ık, ge li şmiş 'ülkeler ile bazı gelişmekte olan ülkeler, özell ikle de bazı Doğu Asya ülke leri aras ı ndaki reel gel ir farkı il. Dünya Savaşı'ndan beri azalmakta. Böyle olunca, diğer azgelişm i ş kapitalist ülkeler ile gelişm i ş ülkeler arasındakı fa rk aç ı l ı yor. Pek çok AGÜ'nin bugünkü ulusal gelir düzeyi ABD'nin 19. yüzyı l başındaki düzeyi kadar; bugünün görece yüksek gelirl i AGÜ'lerininki ise ABD'nin 70-80 yıl ö nce ulaştığ ı yerde bulunuyor (World Bank 1991, s. 1).
.s
ol
ya yi
n.
Daha çarpıcı olan olgu, genel olarak " Üçüncü Dünya"nın "gelişme" olarak kendisinden beklenen , kendisine gelişm i ş ül keler tarafından tavsiye ed ilmi ş hemen herşeyi gerçekleştirmiş olmasına rağmen bu durumda bulunmas ı. Aşağıda, AGÜ' !erin neleri başardı ğ ını, b u başarı l arına rağmen ve/veya bu başarılarından sonra, 1980' 1e rde, daha önceki yıl l arın nisbi kazan ıml arı nı nasıl yitirdi ğin i incelemeye çalışacağ ı z. Bugün böyle bir araşt ırm ay ı mümkün kılan o lanak , dünya ile ilgili verilerin özellikle Dünya Bankas ı ve Birl eşmiş Milletler tarafından kapsamlı şek ilde toplanmas ı ve i şlenmes idir. Özell ikle ko numuz bakımınd an e n kapsamlı ve zengin bilgiler yakın zamanda B irleşmiş M illetler tarafından yayımlanmıştır ve son 20 veya 30, hatta bazı alanlarda 40 y ıldır AGÜ'Jer ile GÜ'ler arasındak i karşılıklı durumu çok çarp ı c ı biçi mde yansıtmaktadır. Bu çalışmalarda kapsanan en son y ıl ise 1988 veya 1989'dur (Bkz. UNCTAD 1991 b).
w
A. Büyüme Hızı ( Tablo 1)
AGÜ'ler 1960-89 aras ında GÜ' lere göre %40 daha hızlı büyüdüler ve bu esas o larak 1960-70 arasında ya~a ndı. 1980' )erde ise büyüme hızı %20 daha geri, çünkü 1980'Jerde AGÜ'de büyüme hı zı 1970' 1ere göre %53 daha aşağıda. 1960-70' de GÜ'ler %48 daha düşük bir büyüme hızı sağ lamı şl ar sa da son onyıl bunu tersine çevirdi . Özellikle 1980-85 ve 1988-89 aranın daha da açı l dığı y ıllar oldu.
w
w
hız farklılığı
Kişi başına gelir artışı bakımından d urum daha da çarpıcı. AGÜ'le rin büy ü-
me hızlarının %40 daha yüksek olduğu bütün dönemde kişi başına gelir artışı GÜ' dekine göre hilla %8 daha düşük o ldu . Sadece 1970-80 döneminde artış hı zı daha yüksek, fakat fark 1980'1erde fazl as ı y l a kapandı,ç ünkü ki şi başına gelir artışı GÜ' dekinin sadece sek izde biri, yani% l 2'si kadar o ldu.
33
Hızı-%
QÜ 3.5 5.1 3.1 3.2 3.1 3.5 2.4 3.2 3.0 5.1 3.5 2.9 3.4 4.4 3.3 2.7 2.9
AGÜ 4.9 5.8 5.6 2.7 6.0 4.9 2.0 3.1 1. 1 2.9 2.9 3.3 3.3 4. 1 3.0
ya y
1960-89 1960-70 1970-80 1980-89 1970-75 1975-80 1980-85 1985-90 1982-83 1983-84 1984-85 1985-86 1986-87 1987-88 1988-89 19902.3 1991 0.9
Ki ~ i b;ı~ın;ı
ıırt ı s ı
gcli[
illl
AQQ
2.6 4.0 2.2 2.5 2.2 2.7
2.4 3.2 3. 1 0.3 3.5 2.5
an ı s ı
co m
GSYİH
.Y.ıU.ill:
2.3 4.5 2.8 2.3 2.8 3.8 2.7
in .
Tablo 1: Büyüme
- 1.4 0.4 0.6 0.8 0.8 1.7 0.7
ol
Kaynak: UNCTAD 1991b, s.434-5; UNCTAD 199 1a, s.5.
w
w
.s
Bütün bu eğ iliml e r göstermektedir ki, en hı z lı büyüme dönemlerinde bile GÜ'ler ile AGÜ'ler arasındaki farklılığın derecesi azalmam ışken, l 980'1erde geçen her yıl bu farklılığı arttırdı. 1980'1erde bütün büyüme çabalarına ve fedakarlıklarına rağmen AGÜ'lerin kişi başına gelir düzeyi binde üç gibi ihmal edilebilir bir düzeyde yükseldi.
w
Halbuki, AGÜ'ler, büyüme pe rforman sl arı nisbi olarak geri kalmış olsa bile, diğer bazı performans göstergelerini canlarını dişlerine takarak ve h alklarına büyük yükler yükleyerek iyileştirmeye uğraştılar. Ama bu göstergelerdek i iyileşmelere rağmen büyüme hızı farklılıklarını azalta mad ılar. Aşağıda bu performans göstergelerinden bazıları gözden geçiri lmektedir: 1.
Emek VerimliJiği (Tablo 2)
1970' den beri madencilik ve sanayideki emek verimlili ği indeksi 1979 hariç her yıl AGÜ'de GÜ'lere göre daha yüksek idi. Mutlak verimlilik düzeyleri AGÜ'de çok daha düşük olsa bile, özellikle l 970'den l 980'e kadar verimliliklerini çok daha hı zlı arttırdılar. 1980'1erde farklılık daha düşük olsa bile görece 34
daha yüksek indeks rakamları gözlenmeye devanı edildi.Ama gene bu dönemde AGÜ'lerin büyüme hızları görece çok daha yavaş oldu.
78 85 85 96 98 103 105 109 117 120 126 132
77 87 84 97 100 103 107 113 118 125 125 131
t\.Qir: 95 94 90 97 100 106 108 113 123 125 136 144
co
Q.Ü_!_
n.
1970 1973 1975 1978 1979 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987
Dlinya*
ya yi
Yıllar
m
Tablo 2: Emek Verimliliği indcksi:Madcncilik ve Sanayi, 1980=100
*Dünya verileri Sosyalist ülkeleri de kapsıyor.GÜ'ler ve AGÜ'ler verileri ise sadece kapitalist dünyanın verilerini içeriyor.
Gayrisafi Milli Hasılanın ve Üretimin Yapısı (Tablo 3)
.s
2.
ol
Kaynak: UNCTAD 1991 b, s.484,487.
w
w
w
a. Devlet harcamaları,tükctim, yatırım: AGÜ'lerde devlet tüketimi 1960'dan beri daha hızlı artmış olsa bile, GSMH içindeki payı bakımından hala GÜ'lerdekinden çok daha düşük oranda idi. Buna karşılık, özel tüketim harcamalarının toplam harcamalar içindeki payını GÜ'lere göre ciddi biçimde (1.5 yüzde puana karşılık 9 puan) azaltarak yatırım harcamalarının payını büyük fedakarlıklarla ve gelir bölüşümünü çok bozarak arttı rdılar. 1960-80 arasında GÜ'ler hemen hemen aynı oranda geliri yatırıma ayırmış larken (%21-22), AGÜ'in GSMH'larının yatırıma ayırdıkları pay % 17.Tden %25'e çıktı. 1988'e gelindiğinde AGÜ'ler artık bu yüksek oranı koru yamasalar ve GSMH ' nın %23.3'ünü yatırımlara ayırabilseler bile, bu oran hala GÜ'dekinden %6 daha yüksek bir pay idi. Buna rağmen büyüme hızlarının GÜ'lere göre geri kalması nı engelleyemediler.
35
Tablo 3: Gayrisafi Milli Hasıla - Harcamalar ve Üretimin Yapısı, % Gelişmiş Ülkeler
1970
1975
12.8.Q
12.fili
15.4 61.4 22.8 11.5 11.2
16.6 59.9 22.9 13.0 12.4
17.7 60.3 21.6 16.9 16.5
17.4 60.3 22.8 16.6 20.0
16.6 61.4 21.9 17.9 17.0
5.5 35.7 31.0 6.3 52.4
3.9 31.6 27.7 6.2 58.3
4.1 29.9 25.4 6.5 59.5
l 1.8 l l.8 67.6 21.4 16.l 22.4
22.4 24.2 17.8 5.3 48.1
Azgelişmiş Ülkeler
-G . safı yatırım
-İhracat -İthalat(-)
w .s
Üretim yapısı
10.5 10.5 73.l 17.7 15.8 31.6
-Tarım
-Sanayi -İmalat
w
-İnşaat
31.6 20.9 15.6 4.7 42.8
28.4 23.3 16.9 4.8 43.5
3.2 29.9 24.2 6.5 60.4
2.3 27.6 22.8 6.0 64.l
12.8 12.8 61.2 25.5 23.4 17.8
12.8 12.8 60.2 25.5 26.4 14.7
13.4 13.4 62.8 23 .3 24.5 15.4
17.8 30.9 17.7 6.0 45.3
17.4 32.. 8 18.0 6.7 45.9
15.4 27.4 20.l 5.7 51.6
w
-Hizmetler
11.0 11.0 71.3 18.5 15.5 28.4
ol y
-Devlet tüketimi -Özel tüketim
ay
GSMH-Harcamalar
m
GSMH- Harcamalar -Devlet tüketimi 15.3 62.9 -Özel tüketim -G.safı yatırım 21.2 -İhracat 11 .4 -İthalat(-) 10.9 Üretim Yapısı -Tarım 6.3 -Sanayi 36.4 -İmalat Sanayii 31.0 -İnşaat 5.6 -Hizmetler 51.6
1965
in .c o
J.2§.Q
Kaynak: UNCTAD 1991, s.444.
ve
b. Üretim yapısı sanayileşme: AGÜ'lerde l 960' da.ki üretim yapısı özellikle sanayileşmenin hızının yüksekliğinin etkisiyle hızla değişti. GÜ'lerde ise tarımın ve sanayinin üretim içindeki payı düşerken hizmetlerin payı büyük ölçüde arttı. 1980 yılına gelindiğinde AGÜ'de sanayinin (madencilik, imalat, elektrik, su, gaz) toplam üretim içindeki payı GÜ' dekinden daha yüksek bir paya ulaşmıştı (%32.8'e karşılık %29.9). İmalat sanayis inin de payı yükseldi. 1980'1er hem GÜ'ler hem de AGÜ'ler için sanayinin payının gerilediği yıl-
36
lar oldu (AGÜ'de 6 yüzde puan, GÜ'de 2.6 yüzde puan, veya payda %20 ve %8 düşüş). Bu gerileme ile beraber, yatırımların, ihracatın, ithalatın ve tüketimin GSMH içindeki paylarının da gerilediğini görüyoruz. Buna rağmen, AGÜ'ler genel olarak sanayileşmenin payı gerilerken imalat sanayiin in payını arttırabildiler ve ilginç bir biçimde her iki grubun sanayi payları 1988'de eşit lendi ( %27 .6 ve %27.4 ).
c. Dışa açıklık: Bir blok olarak AGÜ'lerin son 15 yıldır en çok "dışa kapagerekçesi ile şiddetle eleştirilmesine karşılık, eldeki veriler bunun temelsiz olduğunu gösteriyor. "Dışa açıklık"ın iyi bir göstergesi olan GSMH içinde ihracatın payı, 1960'dan itibaren tabloda görü len her dönem için, AGÜ'de GÜ'dekine göre daha yüksek oldu: 1960'da % 15.8'e karşılık % 11.4; 1988'de %24.5'e karşılık % 17.0. Aynı şekilde, l 980'e kadar yine ithalatın GSMH içindeki payı AGÜ'de GÜ'lere göre daha yüksek oranda seyretti: l 960'da %3 1.6'ya karşılık o/o %10.9, 1980'de %17.8'e karşılık %16.5.
yi n.
co m
lılık"
ol ya
AGÜ'de ihracatın GSMH içindeki oranını GÜ'de ihracatın GSMH içindeki oranına bölerek bir "ihracatta nisbi dışa açıklık indeksi" oluşturab iliri z . Bu indeks bize AGÜ'lerin GÜ'lcre göre dışa çok daha açık olduk l arını daha net olarak gösteriyor: 1960: 138
1970: 124
1980: 135
1965: 135
1975: 138
1988: 144.
Aynı işlemle
1960: 290
dışa açıklık
1970: 181
1980: 74
1975: 108
1988: 9 1.
w
1965: 254
.s
rakamlarını
elde edilen "ithalatta nisbi göstermektedir:
indeksi" ise
şu
indeks
w w
1980'1i yılların yukarıdaki eğilimler bak ımından AGÜ'lcrin nisbi konumunda yaptığı değişiklikler, onların hem ihracat heın de ithalat bakımından dışa açıklık derecesini arttırması yönünde oldu. Birinci olarak, AGÜ'ler ihracat bakı mından daha da dışa açık hale geldiler. İkinci olarak, l 960'1ardan itibaren, sanayileşme ve ithal ikameciliği yoluyla, GÜ'lere göre ekonomi lerinin ithalata olan· üç kat fazla·nisbi bağımlılığını ilk kez l 975'de GÜ'dckine benzer bir orana indirebilmişlerdi. AGÜ'lerin "dışa kapanması" olarak gelişmiş ülkelerin politika belirleyicileri. tarafından büyük tepki çeken olgu, işte bu bağımlılığın azaltılma sı ve GÜ'dekine benzer bir dereceye indirilmesi olgusu olsa gerek. 1980'de bu oran gerçekten çok ciddi biçimde düştü ve AGÜ'ler GÜ 'l cre göre ni sbi olarak dışa daha kapalı hale geldi. l 980'ler bu olgunun da geriye çevrilmesi ve ithalatta nisbi açıklık derecesinin de artmasını gelirdi. Her ne kadar bu derece henüz GÜ'dekinin dü zey ine çıkmamış ise de, daha sonraki yıllarda sözkonu su eğilim-
37
)erin güçlenerek devam
ectiğini
biliyoruz. (Bu konuya
aşağ ıda
tekrar dönece-
ğ iz).
m
Dış ticarette aç ıklık 1970'lerden itibaren her iki grup ülke için de önemli ölçüde yükseldi. Fakat 1988 yılının rakamları çarpıcı başka bir olguya da işaret ediyor: Çok sözü edilen bütün "globalleşme" eğil imlerine karş ın, ihracatın ve ithalatın GSMH içindeki pay l arı 1980 y ılındakinden daha düşük ve bu da dış ticaretteki artış oranlarındaki yavaş l amalara işaret ed iyor. Gene de, özet olarak, AGÜ'ler 1980'lerde dışa aç ıklık dereceleri ni arttırmalarına rağmen büyüme oranlarının GÜ'lere göre nisbi o larak geri kalmasını engell eyememişlerdir.
Özetle, yukarıda incelenmeye çalı şı ldığı gibi , 1980'lerde gelişmiş ülkelerle ülkeler arasında büyüme h ı zl arı ve ki şi başına gelir artış hızları bak ı mından farklılıkların artması, AGÜ' lerin sanay il eşme oranının, yatırım oranı nın, dışa açıklık oranının daha yüksek, devlet tüketiminin daha düşük olmasına rağmen yaşanmıştır ve AGÜ'ler 1960'larda ve l 970'1erde farkın bir miktar azalması bakımından sağladıkları kazançları l 980'1crde yitirmi ş lerd ir.
n. co
azgelişmiş
yi
B. Dünya Ticareti İçindeki Paylar (Tablo 4)
ya
Daha önceki bölümde görüldüğü gibi , AGÜ'lc r özell ikle ihracat bak ı mın dan GÜ'lere göre daha çok dı şa aç ık ül keler. Bu bölümde bu du rumun dünya ticareti içindeki önemleri bakımından bu iki ülke grubunun konumlarını n as ıl et-
ol
ki b.li~in i i~celeyeceği z.
w
w
w
.s
Tablo 4 açıkça göstermektedir ki, AGÜ'lerin bütün ka l kınma çabal arın a ve görece daha aç ı k olmalarına rağmen, dünya ihracat ı içindek i payları düştü ve 1970'1erde sağlanan bazı kazanımlar , diğer alanlarda o lduğu gibi, bu alanda da yitiri ldi . Kalkınma çabalarının başlangıç yılı say ıl abilecek 1950'de, AGÜ'lerin dünya ihracat ı içindeki pay ı %3 1, petrol dışı ihracatın payı ise %25 do lay ında iken, bu oran l 975'e kadar sistematik olarak düştü. 1975-80 arasında ki yükselme asas o larak petrol ih racat ın daki, özel likle de petrol fiyatlarındaki artışlardan kaynakland ı. Buna paralel olarak petrol clışı ihracatın pay ı 1975'de tarihsel dönemin en düşük düzeyine indi. Paydaki bu kay ı p %60'a yakın. Bu dönemde GÜ'ler paylarını %60.S'den %70.9'a kadar çıkarabilmi ş lerdi r, fakut petroldeki durumdan dolayı payları l 980'de %62.6'ya gerilemişt i r. Bu tarihten sonra, l 980' lerde GÜ'Jerin payı sürekl i o larak yükselirken AGÜ'lerin payı %28.Tden %2 1.4'e geriledi. Öte yandan, petrol ihracatının payı daha önceki duruma göre üçte birin altı n ı indi, buna karşılık petrol üretici si o lmayan AGÜ'lerin büyük ihracat gay retleri sonuc unda petrol dışı ihracatı n payında %50 dolayında artış sağl andı. Ama aynı dönemde AGÜ'lcrin dışa açıklık oranı % l 5I 6'dan %25-26'1ara ç ı ktı, yani %60 arttı. Kısacası, her zaman dışa daha açık olmalarına ve dı şa açıklık oranları n ı ciddi şeki lde art t ırm alarına rağmen AGÜ'le r
38
İhracat
ol
* GÜ'ler ile AGÜ'lerin paylarının
64.9 65.7 64.9 68.6 71.6 67.0 68 .3 67.4 68.6 70.4 71.7 7 1.1 71.2
27.2 24.9 22.6 19.5 17.9 2 1.6 22.9 22.7 20.6 18.8 18.5 19.4 19.8
Diğer
tbr.AQÜ
AQ_Q
4.3 4.7 4.8 3.9 33.5 6.3 7.0 6.8 5.8 4.7 3.9 3.8 3.6.
22.9 20.2 17.9 15.7 14.4 15.3 15.9 15.9 14.8 14.2 14.6 15.5 16.2
top lamı % 100'dcn azdır.Geri kalan pay
Avrupa ve Asya'daki sosyalist ülkelere aittir.
w
Doğu
ya yi
AGÜ 24.8 18.6 15. 1 13.6 12.I 10.7 12.3 15.5 14.8 14.1 14.9 15.8 26.1
İthalat (c.i.O Petrol
A.Q.Q
n.
31. 1 25.8 21.9 20.I 18.4 24.5 28.7 25.2 23.7 19.9 20.3 20.4 21.4
Diğ..:r
.s
60.8 64.1 65.9 67.9 70.9 65.6 62.6 64.2 65.9 69.6 69.8 70.3 70.0
Petrol lbr eıaü 6.3 7.3 6.8 6.5 6.3 13.7 16.4 9.7 8.9 5.9 5.4 4.6 5.3
w
1950 1955 1960 1965 1970 1975 1980 1984 1985 1986 1987 1988 1989
w
Yı..!JJır
{f.o.b)
A.Q.Q
*
co
Tablo 4: Dünya Ticareti içindeki Paylar - %
m
dünya ticaret artışlarından bu ölçüde yararlanamadılar, dünya ticareti içindeki paylarını buna paralel olarak arttıramadılar. AGÜ'lerin ihracatlarını arttırmak için özellikle ücret ve tarım gelirlerinde yapı l an fedakarlıkhıı ın boyutları göz önüne alındığında (Körfez Savaşı da buna dahil), dünya düzeninin nasıl AGÜ'ler aleyhine çalıştığı ortaya çıkıyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri özellikle son on yıldır AGÜ'lerin dışa açılmaları konusunda karşılaştıkları büyük baskılara rağmen GÜ'lerin kendi pazarlarına özellikle tarife dışı engellerle AGÜ mallarının girişini kontrol etmeleri ve dış ticaret hadlerinde ortaya çıkan önemli kayıplar. Aşağıda bu konuyu ayrıca ele a lacağız.
Kaynak: UNCTAD 1991b, s.26,27.
Dünya ithalatı içindeki paylara bakıldığında sistematik olarak gözlenen olgu, 1975 ve 1980 hariç her yılda AGÜ'lcrin ithalat payının dünya ihracatı içindeki payından daha düşük o lması, GÜ'ler içiıı ise ithalat payının ihracat payın dan daha yüksek olması. Bunun anlamı ise GÜ'lerin sermaye ihrac ı sayesinde dünya ithalatından daha büyük pay alabilmelerine karş ılık AGÜ'lerin ihracat paylarından daha düşük bir ithalat payına sahip olmaları. Bu olgu on l arın ihra-
39
cattan kaynaklanan gelirleri oranında dünyadan mal sat ın alamadıkların ı , kaynakl arının bir kısmını dünyaya transfer ettiklerini gösteriyor. Göze çarpan bir başka eğ ilim ise AGÜ'lcrin dünya ithalatı içindeki payları sistematik olarak düşmesi, 1970'1erde en düşi.ik düzeyine inmesi, ihracatçabalarına rağmen 1980'1erde petrol dışı ithalat paylarında önemli bir değişikl ik olmaması ve bunun %14-15'lerde donmasıdır. Buna karşılık, GÜ'lerin ithalat paylan 1970'e kadar sürekli olarak yükseldi, 1975-85 arasında biraz düştü, 1985'den itibaren sürekli artış eğ ilimine girdi ve 1970'1erde gerileyen payları tekrar en yüksek değere sahip o lduğu 1970'cleki duruma geri döndü. Bu alanda da 1970'1i yı ll arda AGÜ' le r için ortaya ç ıkan lchde değ i ş iklikl er 1980'1erde yitirildi.
m
nın
C. Dünya Ticaretindeki
Artış
in .c o
Yukarıda açıklanmaya çalışılan eğilimler sonucunda ortaya çıkan gerçek, dünya ticareti içindeki pay lar bakınımdaıı l 989'da GÜ'ler için durumun 1970'lerin eği limlerinin 1980:lerde tersine dönmesiyle beraber l 970'deki yapıya ulaşması, AGÜ'ler için ise durumun esas olarak l 960'1ardakine benzemesidir.
( Tablo 5 )
.s
ol ya y
AGÜ'lerin dünya ticareti içi ndeki payların ı n aza lmas ı olgusu dünya ticaretinin çok hız lı artt ı ğı bir dönemde yaşandı. l 960'dan l 989'a dış ticaretteki y ıllık ortalama artışlar yıllık ortalama üretim artışından daha hızlı oldu . Reel gayrisafi yurt içi hası l a(GSYiH) yıllık artış hızı GÜ'ler için yıllık ortalama %3.5 iken ihracat artış hı zı %8.8, ithalat artış hızı %8.9; AGÜ'lcr için ise s ı rasıyl a %4.9, %8.8, ve %8.6 olarak ge rçek l eşt i. Yani , d ı ş ticaretlerini genişletme hı z ı bak ı mından AGÜ'ler daha geri bir performans göstermediler, fakat bu durum büyüme hız l arının daha yüksek olmasına rnğnıen ortaya ç ıktı.
w
w w
Öte yandan, yıl lık ortalama artış hı z ları ile il gili istati stikler dünya ticaretindeki büyük da l galanmaları gizl iyor. Dünya ticaret inin arc ı ş hızının en yüksek olduğu dönem 1970-80, özellik le de 1970-75 oldu. 1980'1er ise AGÜ' lcrin ihracatta dışa açıklık bakımından en yüksek peıfornıansı gösterdiği yıllar o l masına karşılı k, ortalama yıll ık ihracat artışlarının en di.işük olduğ u ve ortalamanın çok alt ında kaldığı yıllardı. 1980'1er, ihracat ve ithalat artış hı zlarının son derece istikrarsız oldu ğ u, dönemin ilk yı llarında AGÜ'lcrin ithalat ve ihracatının ciddi şekilde ge rilediği, ikinci yarıdan sonra kaydedilen artışlara rağmen bütün dönem bakımından son 40 y ıl ın en düşük gcııişh.:rne haddinin yaşand ı ğ ı yı llardır. Bu yüzden de 1980'1erde , özellik le ithalat ve ihracat ın görece daha hızlı arttığı ıkinci yarıda, AGÜ'lerin ticaret payları 1 980' 1 eriıı ilk yı l larına göre daha da geriledi.
40
Yıllık
Ortalama
ltır:ıs:aı Artı-;ı
17.4 13.5 7.4 4.3 3.0
ill1
1 1.4 6.5 9. 1 20.2 5.2 25.5 18.0 -1.9 5.8 1.9 8.9 16.7 13.9 7.8 4.5 3.0
11.6 6.5 10.2 19.5 6.3 24.2 18.4 -0.8 8.6 3.7 11.9 18.9 12.9 7.9 5.3 3.0
AGÜ 10.8 4.3 6.5 23.8 1.6 30.0 19.0 -6.9 -0.9 -7.4 -0.6 14.8 19.0 10.3 7.7 7.0
m
11.5 7.1 10.0 18.8 6.9 23.3 17.4 0.3 6.3 3.7 16.2 17.6 14.3 7.0 5.1 3.0
Dliny:ı
n.
!O.O
ill1
- %
lıh;ıl :ıt 8rtısı
AGÜ 11.2 3.1 7.2 25.9 0.7 36.0 20.3 -7. 1 4.6 -4.9 -7.5 19.6 13.9 12.8 5.0 4.5
yi
1950-89 1950-60 1960-70 1970-80 1980-89 1970-75 1975-80 1982-83 1983-84 1984-85 1985-86 1986-87 1987-88 1988-89 1990 1991
Dünya 11.4 6.5 9.2 20.3 5.2 25.9 18.0 -1.3 5.5 1. 1
ol ya
Yı.ll.;ır
Artış Hızları
co
Tablo S :Dünya Ticaretinin
Kaynak: UNCTAD 1991b, s.434-5; UNCTAD 199 Ia, s.5.
w w
w .s
AGÜ'lerin dı ş ticaret performansın ın ve ge nci olarak dünya ekonomisinin özell ikle dı ş ticaret hacmi bakımından GÜ'kriıı büyiiınc hı zla rına ne kadar çok bağl ı olduğu açıkça görülebilir. Bu eği lim 1980'1cr ve 1990'1ar için de geçerli elbette. 1980'1erin ilk yıllarında büyüme hızları dü~erken dünya ticaretinin genişl emesi ve ulus lararası kaynak akıml:.ırındaki artış hızı epeyce geriledi, petrol dışı ilksel mal fiyatları geriledi ve AGÜ'lcriıı ihracat artı ş lıı zı negatife döndü. 1980'lerin ikinci yarısında ve 1990'1arda, AG Ü'ler dış borçlarını ödemede karşılaştıkları güçlükleri yenebilmek için, fiyat dü~ü~lcrini ihracatın miktarını arttırarak telafi etmek zorunda ka ldılar. Hızlı ihracat artı~ı l 988'de zirveye ula~tı, sonra artışlar yavaşladı. Özellikle ihracatını çok hızlı arttırmas ıyla ünlü dört Uzak Doğu ülkesinde 1988'de % 14 olan artı~ h ız ı 1990'da %5.5'a indi, Latin Amerika' da ise artış hızı neredeyse durdu. Ancak emek ıııal iyetlcri çok daha düşük olan diğer Güney Doğu Asya ülkeleri (Malezya, Endonezya, Tayland gibi) ihracat artışl arın ı koruyabildiler (UNCTAD 1991, s.4.27,37). Dünya ticaretinde 1990'daki yavaş l ama esas olarak Kuzey Amerika ve bir ölçüde Japonya ve kaynaklandı. Buna karsılık, AGÜ'lcrin ithaAT'nin ithalat talebindeki düsüstcn ' > > lat talebi görece daha güçlü idi. l 990'1ı y ıllard a büyüme h ı zları GÜ'de 1960'dan 41
1980'le rin ilk yıl ların dakinden bile daha kötü şekild e Bu durum özellikle 1991 'deki ihracat ve ithalat artış hız larında 1980'lerin ilk y ıll arındaki kadar olmasa da 1950'den beri yaşanan en kötü ikinci ticaret yavaşlamasına yol açt ı. beri
görülmemiş şeki lde,
zayıfladı.
D. Dünya Ticaret
Ağının Yapısı
(Tablo 6)
co m
l 970'den beri izlenebildiği kadarıyla, 1980'krin sonlarında GÜ'lerin ve AGÜ'lerin 1970'lere göre daha yüksek oranda kendi aralarında ticaret yaptığı bir dünya ile karşı karşıyayız. Bu olgu, dünyanın "çok taraflılık içi nde karşılıklı bağımlılık" çerçevesinde gelişiyor olduğu iddiaları karşısında dikkatle üzerinde durulması gereken bir konu. Konuya daha yakından bakalım. Tablo 6: Dünya Ticaret Ağı: Dünya İhracatının Yönü-%
~
18.8 19.3 23.5 23.0 24.6 19.7 18.3
~
~
3.6 4.6 8.7 8.0 9.0 5.4 3.4
ol y
76.9 75.5 70.7 71.5 69.6 74.6 77.0
Diğer
Q.efü&
15.2 14.8
14.8
14.9
15.6
14.3 14.9
73.3 73.7 70.7 70.7 64,6 63.7 64.7
Ülkelerden
T üm ~
~
20.5 21.1 23.3 24.4 29.7 28.2 26.5
Di ğer
~
2.0 2.3 3.3 3.9 5.3 5.0 4.3
18.5 18.8 20.0 20.6 24.3 23.2 22.2
.s
1969-71 1972-74 1975-77 1978-80 1981-83 1984-86 1987-89
Ai'gclismiş
Ülkelerden
Tüm
n.
~
ay i
Qeliı;nıiş .Yılliır
w w
Kaynak: UNCTAD 199 1b, s.66,67.
w
1970'1erde GÜ'ler kaynaklı ihracat ın dünya ticare ti içindeki payı giderek düşerken ve AGÜ'lerinki giderek artarken, bunda en büyük etmen OPEC oldu. l 980'lerde OPEC'in payı aza ldıkça trend tersine döndü ve AGÜ'lerin payı da
sürekli o larak azaldı. Buna paralel olarak giden bir başka trend 1970'lerde GÜ'lerin kendi aralarındaki ticareti n pay ının 1980'lerin ilk y ıllarına kadar düş mesi, daha sonraki yıllarda ise bu trendin tersine çevrilmesi. 1960' 1arın sonların da GÜ'ler ticaretlerinin %78. 1'ini kendi arala rında yaparken bu pay l 98 l-83'de %68'e kadar inmi şti; fakat 1980'1erde sü rı.!k li artarak tekrar eski önem derecesine yükseldi. Yani , 1970'lcrde yoğunluğu artma yönünde giden iki grup aras ın daki dış ticaret ilişkileri eğilimi 1980' 1erdc ortadan kalkmı.~tır. Bugünkü durumda GÜ'lerin dünya ihracatı içindeki pay ı ve GÜ'lcrin kendi aralarında yaptıkları ticaretin payı 1970'dcki durumuna geri dö nmü ştür.
42
yi
n. co
m
Benzer bir eği lim AGÜ'ler için de sözkoııusu. Kuşku su z burada iki grup ülke aras ındaki ili şk il e r bakımından yapısal bir farklılığ ı hatırlamak gerekir. 1987-88'de dünya ihracatının %70'i GÜ'ler tarafından yapı lırken, bunun %77'si kendi aralarında gerçekleşti. Halbuki AGÜ'ler dünya ihracatının %20'sini gerçekleştirdi (geri si Doğu Bloku'nun); bunun %65'ini GÜ"lere yaptıl ar ve ancak %25'ini kendi aralarında sağ ladılar. Yani AGÜ'ler dış pazarları bak ımından esas olarak GÜ'lere bağ ımlılar. Ku şkusuz bu bağımlılık 20 y ıl öncesine göre dörtte üçten üçte ikiye inmi ş durumda ama hata çok yüksek. Halbuki GÜ'ler için AGÜ'lerin pazarlarına bağ ımlılı ğı dörtle· birin altında ve petrol şoku dönemleri hariç yirmi yıl öncesine göre pek deği şmemiş durumda; ek olarak, 1975-85 arasındaki artış daha sonra tümüyle geri alınmı ş bulunuyor. 1990'larda da bu eği li min sürdüğü anlaşılıyor. Paralel şeki l de, örneğin AT'de ih racat ın hacmi ndeki artış hızı AT içi ticarette çok daha hız lı olurke n, AT d ı şı ticarette yarı yarıya hatta üçte bire düşen hızl arda oldu ( UNCTAD 199 1a, s.29 ). Kısacas ı, 1970'lerde dış ticarette çok taraflılık derecesi yükse lirken 1980' lcrde eski haline döndü. Öte yandan, OPEC dı ş ı AGÜ' lerin GÜ' lcr ihracatı içindeki payı sistema• tik olarak yükselme eği lim gösterse de oranı ancak % 11.7'den%16'ya çıkabildi. Son 20 yılda OPEC dış ı AGÜ'lerin dış ticaretinin kend i aralarındaki ticaret %14.l'den sadece %20' l'e yükselen bi r artış görüldü. Ayrıca bu grubun GÜ '!ere yaptığı ihracatın payı da % l 1.7'den ancak % 16'ya çıktı. Bu ülkeler için en büyük pazar 20 yıl önce AT iken zaman içinde bunun yerini ABD aldı. İlkinin pay ı %28.6'dan %20.5'e inerken, ikincisininki %23.4'den %27.4'e yükseldi.
ol
ya
il işki lerinde
w
w
w
.s
Özetle, AGÜ'lerin ve GÜ'lerin dı şa açı klı ğının ciddi olarak y ükseld iği son yirmi yılda bir grup olarak AGÜ'lcrin dünya ti careti içi ndek i payında kayda değer bir gel iş me o lm adı. Bu payda ortaya çıkan kı sa sürel i değişmeler esas olarak olağanüstü pe trol sorunlarından kaynak l andı. Dlinya ticaret ak ıml arın da büyük artışlar olmasına rağmen GÜ'lcr arasındaki ticaretin pay ı %72.9'dan %77.6'ya çıktı ve AGÜ'lerin GÜ'ler pazarları na gi rmede nisbi gliç leri 1972'ye göre 1989'da daha zay ı flad ı. Bu pay 1972'de Ck·22.4 iken 1989'da %20.4'e düşti.ı. Buna karş ılık AGÜ'lerin kendi araları nd aki ticaretin pay ı bir miktar arttı ve bu artış esas olarak petrol üreticisi olmayan ülkekr arası nda gerçekleşti
E. Dünya Sanayi Mallan Ticareti ( Tablo 7 ) Dünya ticaretinde gözlenen bir ba~ka cği 1iııı !>~ınay i mal lan i hracat ııı ın öneminin giderek artmas ı. Bunun payı 1970'cJc %60.9'cJan %70'c yükseldi. GÜ'lerin ihracatının içindek i payı da %72'den %77.4'e çık tı. AGÜ'lcr de bu konuda önemli atılımlar yaptılar ve sanayi malları ihracatının payını % 18.5'dan %53'c kadar arttırdıl ar, yani bir grup olarak artık "sa nayi nıalı ihracatçısı" olarak ta43
n. co
m
nımlanabil ecek duruma geldiler. Bu durum esas olarak 1980'1erde gerçekleşt i , çünkü l 980 başında AGÜ'lerin ihracatı içinde sanayi mallarının payı 1970'dekinden bile geri idi. Ek olarak, AGÜ' lcrin GÜ' lere yapt ığ ı ihracat içinde sanayi mal !arının payı 1980'den önce % 14-15 iken 1988'de %54.7'ye ç ıktı. Ama çok çarpıcı bir şeki l de, bu atılım onların dünya sanayi malı ihracatı içindeki payını arttırmak yerine azaltt ı ve pay l arı 1980'de %26.5'den l 988'de %20.6'ya geriledi. Buna karşı l ık AGÜ'lerin dünya sanayi malı ithalatı içindeki payları aynı y ıll ar için %5.5'dan % 15.5'a yükseli rke n, GÜ' lcrin ithalat içindek i payı %84.4'de n %77.5'a indi. Yani, AGÜ'kr sanay i malı ihracatlar ını hızla artt ı rırlarke n bir yandan da daha çok sanayi malı ithal ediyorl ar, buna karş ılık GÜ'lerin onların sanayi mallarına olan talebinin nisbi önemi azalıyor. Bu da AGÜ'lerin GÜ'lere sanayi malı ihraç etme çabalarının tersine bir eği lim.
Tablo 7 : Dünya Ticareti içinde Sanayi
1970 1980 1988
M:ıllan
72.9 70.9 77.4
18.5 17.7 53.0
İhracatı n Yiirıii
w
.s
GÜ'yç
1970 1980 1988
İt halat
Dünya 58.9 51.4 71.6
-%
içinde
QÜ 70.3 68.8 77.4
AGÜ 67.5 61.7 68.4
Ticaretinin Yönü
ol
Sanayi
içi nele AGÜ
illi
ya
Dünya 60.9 54.2 70.0
yi
İhracat Yıllar
l\Iullarının Payı
67.7 64.0 71.0
8QÜ'y~ 21.0 26.5 20.6
iılı:ıl:ııııı
~ 84.4 82.9 77.5
Yönü 8GÜ'vc 5.5 9. 1 15.5
w
w
Kaynak: UNCTAD 199 1b, s.70,72,74,90,94.
Bu durum özell ik le "önemli sanayi malı ihracatç ı sı ülkeler" bak ım ından AGÜ'ler grubu içinde önemli farkl ı laşmalara ve ayırımlara yol açıyor kuşkusuz. Öte yandan bir grup olarak bakıldığında, OPEC dı ş ı AGÜ'ler sanayi malları ihracatını üç kattan fazla arttırmalarına rağmen, bu grubun bile dünya ihracatı içindeki pay ı nı 20 yıl çabalayarak ancak dört yüzde puan arttırabildiğini daha önceki başlık altında gördük. F.
Dış
Ticaret Hadleri (Tablo 8 )
Dış ticaret hadleri bir ülkenin ihraç ett i ğ i malların fiyat l arının dışarıdan ithal ettiği malları n fiyatlarına oran ını gösteren bir indekstir. AGÜ'lerin d ışa 44
açıklık derecesinin artmasına ve ihracatları içinde sanayi mallarının payının önemli ölçüde yükselmesine rağmen dünya ihracatı içindeki paylarının artmamasında, buna karşılık ithalat içindeki paylarının yükselmesinde en önemli nedenlerinden biri , l 980'lerde AGÜ' lerin dış ticaret hadlerinin ciddi olarak düş mesi ve ihraç mallarından elde ettikleri fiyatlara göre ithal mallarına çok daha yüksek bedeller ödemek zorunda kalmaları oldu.
Tablo 8:
Dış
Ticaret Hadleri - 1980=100 Q~lismi~ :Ülk~l~r
Mili
l~ı:ırııl
45 40 38 73 109 96 71 75 71 74 75
!he 21 19 18 59 119 101 53 61 49 56 65
Az~c li ~nıiş Ülk~ l cr
l\·ırol ıll'I
lhr 103 99 100 115 97 91 87 85 88 86 82
ol ya y
117 120 122 109 98 101 110 111 113 112 111
.s
IiiıD
1960 1965 1970 1975 1981 1985 1986 1987 1988 1989 1990
w w
.Y.ı.llııt
in .c o
m
AGÜ'ler için dış ticaret hadlerinin düşmesinde en önemli nedenlerden biri petrol fiyatlarındaki ciddi düşmeler oldu. Bu düşüşler özellikle 1980'1erin ilk yıl larında çok hızlı idi. Fakat bunun dışında petrol ihracatçısı olmayan ve önemli sanayi malı ihracatçısı ülkeler için de dış ticaret hadleri sürekli olarak aleyhte seyrederek %70-80'lere indi. Buna karşılık, bütün dönem boyunca sadece 1981 yılında aleyhte olan dış ticaret hadleri o zamandan beri GÜ'lerin lehinde seyretti.
S;ımı)'.i
lhc 120 123 124 136 99 91 87 83 82 86 85
UW;.r
99 95 102 109 96 87 83 82 86 85 79
w
Kaynak: UNCTAD 1991 b, s.44. AGÜ'ler için dış ticaret hadlerindeki gerileme lerde özellikle GÜ'deki iktisadi yavaşlamalar etkili oluyor. Buna karşılık GÜ'ler de eski duruma göre bir miktar kaybetseler bile dış ticaret hadlerinin lehlerinde seyretmesini sağ layabil diler. AGÜ'ler ise bundan tümüyle olumsuz etkilendiler ve ciddi kayıplara uğra dılar. 1980'lerin ilk y ıll arının iktisadi krizi mal fiyatlarını çökertti. Örneğin 1980'1erin ikinci yarısındaki toparlanma çok sınırlı kaldı ve kayıpları hiç telafi etmedi. 1980'lerde petrol dışı hammadde fiyatları %7, imalat malları birim değeri %3 düştü. 1989-90'da yeniden gerileme süreci başladı , 199 1'de GÜ'deki ciddi durgunluk gerilemeyi daha da arttırdı. Bunun en çarpıcı sonucu hammad-
45
de fiyatlarının imalat mallarına göre çok keskin biçimde düşmesi oldu ve fiyatlar %4 geriledi. Ayrıca, sanayi mallarının bıriın fiyatlarındaki artış da 198590'dakinin yarısına indi (UNCTAD 1991 a, ::ı.6) . Özetle, dış ticaret hadl eri AGÜ'lerin aleyhinde seyrediyor ve onlar ihracat gelirlerini arttırabilmek için çok daha büyük miktarlarda üretimlerini ihraç etmek zorunda kalıyorlar. Buna da özellikle dış borçlarını ödemek için katlanmak zorunda kalıyorlar.
G.
Dış
Ticaret Dmgesi (Tablo 9 )
n. co
m
AGÜ'lerin mal fiyatları ayn ı zamanda dolar değerinin dalgalanmasından da çok etkileniyor. Doların diğer gelişmiş ülkelerin döviz fiyatlarına göre değ iş ik likleri bu fiyatları ters yönde etki liyor. Örneğin l 980'lerin ilk yıllarında dolar SDR'a göre üçte bir değerlendi, mal fiyatları indeksi %40 düştü.; 1986-90 arasında %25 değer kaybedince de indeks %27 yükseldi (UNCTAD 1991 a, s.35). Doların sürekli olarak istikrarsız ~ekilde dalgalanması AGÜ'lerin dış ticaret gelirlerinin istikrarsızlığına yol açan etmenlere öneml i bir yenisini ekliyor.
ol
ya
yi
Zannedile nin tersine, dış ticaret açığı veren ülkeler AGÜ' ler değil GÜ'ler grubu ve bu yolla AGÜ'ler GÜ'ler grubuna kaynak aktarıyor. ithalatın payı olarak dış ticaret dengesi, verilerin mevcut olduğu l 950'1erin başından beri GÜ'ler için eksi iken, AGÜ'ler için l 974-76'dan bı:ri artıda seyrediyor. GÜ'lerin dış ticaret dengesi 1975-85 arasında bozuldu, daha sonra bu açığı bir miktar azalttı la r. AGÜ'lerin ise t 974'den beri dış ticaret dengı:leri artıda seyretti.
Gelişmiş
Uiilliıı
Pcırol
Di ğ~r
ilikı.:kı:
e&Q
l!ır.mı
.IJıL.ul;ıı:
-6.7 -3.5 -4.7 -8 .1 -9.4 -7.3 -6.0 -4.9
-0.8 -7.3 -2.0 +21 .8 +16.0 +3.2 +6.2 +3. 1
+35.2 +36.5 +74.7 +140.3 +102.1 +34.9 +34.4 +28.9
-16.4 - 18.9 -21. 1 -26.5 -24.3 -13.2 -3.3 -3.1
w
.lliiımı
w
Yı.lliı.ı:
.s
Tablo 9 : Dış Ticaret Dengesi - ithalatın Payı Olarak - %
w
1950-53 1959-61 1969-71 1974-76 1979-81 1982-84 1985-87 1988-89
-4.6 -4.5 -3.8 -2.3 -3.0 -3.7 -3.6 -3.4
Azgclişmiş
Kaynak: UNCTAD 1991b, s.28,29,35.
46
Öncııı li
Ülkeler 13tiyük
Qili.dı.:ri
.lh4ı1ır ~
- 16.4 -26.2 -28.0 -29.1 - 17.4 +7.4 +18.3 +10.9
-6.0 -9.4 -6.2 +23.5 +31.1 +25.0
-4.9 -16.4 -17.2 -24.6 -30.3 -30.8 -25.5 -21 .4
.c o
m
Geleneksel olarak sürekli fazla veren grup, tahmin ed il eb il eceği gibi, petrol ihracatçıları oldu ve bunl arın fazlaları özellikle l 974'dcn 1980'1erin ilk y ıll arına kadar çok yükseldi. Fakat 1982'den itibaren dış ticaret dengesi fazla veren iki AGÜ grubu daha ortaya ç ıktı. Bunlardan biri "öneml i sanayi i hracatçısı " olarak anılan belli başlı Doğu Asya ihracatçı ülkeleri. ikinci grup ise "büyük borçlular" olarak anılan grup. Bu grup 1982'den beri ihracatını arttırarak, ith alatını kı sarak, tüketim ve yatırım harcama larını, devlet hizmetlerini düşürürek ve üretimlerinden büyük m i ktarları ihraç ederek ithalatının dörtte birinden daha büyük bir kıs mına denk düşen miktarlarda fazla verdi, ve bu fazlalarını dış borçlarını ödemek üzere GÜ'lere aktardı. Bu üç grup dı ş ında kalan AGÜ'ler ise l 980'lerin ilk yı llarında verdikleri büyük oranda açık l arı l 980'1erin son yıllarında üçte bir kadar azalttılar.
Dış
Borçlar ve
w
H.
w
w
.s ol y
ay
in
L u ııya 1950-53'de toplam 3,700 milyon dolar dış ticaret aç ı ğı verirken, 1990'da l 04,45 l milyon dolar açı k verdi. GÜ'lerin açığı 106,050 mi lyon dolar iken AGÜ'ler 18,400 milyon dolar fazla verdi. GÜ'Jer grubunda asıl büyük fazlaya sadece iki ülke sahip iken ası l büyük açığ ı tek ülke verdi . Japonya'nın 70,950 milyon dolar, Almanya'nın 72,662 milyon dolar, toplam 143,612 milyon dolar fazlası varken, ABD'nin l 33,568 milyon dolar açığı vardı (UNCTAD 1991a, s.28-29). Yani, dünya ticaret dengesi esas olarak bu üç ülkenin dış ticaret hareketleri tarafında n be lirleniyor, çünkü toplam içindeki ağırl ıkl arı çok büyük. Öte yandan, bu üç ülke bakımından dış ticaret dengesine bakıldığında, bunun sadece 10,000 mi lyon dolar fazlaya sahip olduğu ortaya çıkıyor. Buna karşılık AGÜ'lerin verdiği toplam 18,400 milyon dolar fazla bunun 1.8 kat ı olarak gerçekleşti. Bu rakamlar da gösteriyor ki 1980' lcrin dış ticaret veya cari ödemeler açıklarından veya fazlal arından zarar göıcıı l er esas olarak AGÜ'Jer oldu. Bu ülkelerin zararları karşılığında ABD açıkların ı global tasarrunarı kendine çekerek kapattı, bunlara daha az ihtiyacı o l d u ğunda da Almanya· ve Japonya'nın fazlalarını azaltması için bastırmaya başlad ı (Finandal Timcs, Jul y 6 / July 13, 199 1, s.8). Dışa aç ıklık
Uluslararası
Rezervler (Tablo 10 )
derecesinde ve ihracatta büyük
artışa, dış
ticaret dengesi fazla-
larına rağmen AGÜ' lerin borç l arı özell ikle J 987'yc kadar y ı ğ ılmaya devam etti. Son y ıll arda borç verme işlemleri yavaşlad ı ğ ı için AGÜ'lere giden fonlarda azalma oldu. AGÜ'ler ulusl ararası piynsalarda borçlanmakta bliyük zorluklarla karşılaştılar ve borç art ış hı zı bu nedenle yavaş ladı. Uzun dönemli dış borç ların AGÜ'lerin GSMH'sı içindeki payı 1975'de % 16.9 iken 1987'de %42.2'ye kadar çıktı. Borç servisinin ihracata oranı ise bir kat artarak %9.2'den o/o l 8'e yükseld i. Bu oran aşırı borçlu ülkelerde %40'a yakın idi. Uluslararas ı mali akım l arda AGÜ'lerin payı l 985'den beri sistematik olarak düştLi. Fakat bundan önce bu pay önemli boyutlara u l aşm ı şt ı. Örneğin 1984'de be ll i amaçlarla veri l miş ulu slarara-
47
sı
kredilerin %2 l.5'i, uluslararası banka kredilerinin %40'ı bu ülkelere gitmişti. l 990'da bu oranlar %27 ve% 12.5 oldu (UNCTAD 199 la, .s4 J-42 ). Yani bu iktisadi kriz dönemlerinde bu ülkeler borç verml!k açısından GÜ'ler iç in önemli bir pazardı, AGÜ'ler için ise sonuç durmadan yığılan ve kendi kendini besleyen aşırı bir yük oldu. 1980'1erde yeni muhafazakar politikalar sonucunda faiz hadleri hızla yükseldi, krediler hızla kesildi, dünya ticaret anış hızları çok yavaşladı ve AGÜ'ler borçlarını ödeyebilmek için muazzam zorlanmaya başladılar. 1982'de AGÜ'ler borç krizi Meksika'nın borçlarını ödeyememesi ile başla Bu durum ABD bankaları iç in çok tc hdiık Jr idi, çünkü ABD'nin 9 büyük bankasının varlıklarının %44'ü Meksika borçlarına bağlanmıştı. Başka AGÜ'lerin de Meksika gib i davranabileceği tehlikesine karşı IMF içinde birleşen emperyalist güçlerin de vletleri borçların yükünü bankacılık kesiminin üzerinden aldı ve borçları satı n aldı. 1982'den beri bankalar konsorsiyumunun düzensiz faaliyeti yerine sürec in kontrolünü IMF yük lendi ve borçlu ülkelere kemer sıkma politikası uygulatmaya başladı. Bu sayede, 1984 ile 1989 arasında her yıl AGÜ'ler o yıl borçlanma ve yabanc ı sermaye yoluyla sağlad ıklarından çok daha fazlasını borç ödemesi o larak GÜ'lere aktardılar. Faiz hadleri çok yükselirken faiz üzerine faizin binmesiy le bu borçlar tam kendi kendini besler hale geldi. Örneğin l 981-86 arasında net borçlu AG Ü' !erin faiz ödemeleri ihracat gelirlerinin %16- J 7'sini alıp götürdü. Bunları ödemek için AGÜ'ler muazzam kaynak ayırmak zoru nda kaldılar ( UNCTAD 1991a, s. 1,11,47,51,11 l ). Borç yükünü hafifletmek üzere yapılan ulus lararası g iri şim l er hemen hiç bir önemli rahatlama getirmedi.
ol
ya
yi
n. co
m
dı.
Devlet Garantili
w 1970 1973 1975 1980 1985 1986 1987 1988 1989
Borç Servisinin
th rnrnıa Qr;rnı
B..QJ:du.ı:
Dcvlet Garantisiz Borçlar
46,044 76,804 114,311 317,537 604,395 700,627 803,599 797,981 794,98 1
15,377 23,205 33,330 69,614 92,644 83,858 76,609 62,851 56,214
w
Y.ıl!ilr
w
.s
Tablo 10: Azgelişmiş Ülkelerin Dış Borçları -l\tilyon $
Ulun Dönemli
U. D.B GSM ll'a
Bnrd;ır
Oranı
160,432 418,488 770, 144 848,696 955,812
Kaynak:UNCTAD 1991 b, s.396-6,418-25.
48
16.. 9 20.6 37.2 40. 1 42.2
Bütün
Aşırı
Mili
Borçlu
Mili 9.2 11.8 21.0 21.6 18.6
20.0 28.0 38.0 40.0 32.0
Bu olgulara paralel olarak, AGÜ'lerin uluslararası rezervleri , ihracatların daki artışlara ve dış ticaret dengesi fazlalarına rağmen 1988'de ancak 1973'deki düzeyini tutturabildi. 1986 ve 1987'de meydana gelen küçük iyil eşmeler 1988'de ortadan kalkmıştı. 1973'de AGÜ'lerin uluslararası rezervleri 4.2 aylık ithalatlarını karşılayabilirken 1980'de 4.6 aylık ithalata yetiyordu. Bu sayı 1987'de 6.3 aya kadar çıktıktan sonra 1988'de tekrar 5.4 aya indi ( UNCTAD 1991 , s.330-1, 334-5 ).
i.
Azgelişmiş ÜlkcJcr Arasındaki Farkların Artması ( Tablo 11 )
in .c o
m
1980'1er AGÜ'ler arasındaki farklılıkları çok çarpıcı bir biçimde keskinleş tirdi. Bazıları gelirlerini beş kat arttırırken, %25'i bugün l 960'lardakindcn daha kötü durumda. Bazı ülkeler ise 1929 büyük krizinden beri yaşadıkları en kötü iktisadi durumla karşı karşıya kaldılar. Tablo 11: Azgelişmiş Ülkeler Arasında Büyüme Hızı Farklılıkları: Ülke Grupl arı Gelişmiş ülkeler Azgclişmis ülkeler Sahraaltı Afrika Doğu Asya Güney Asya
Reci GSYill Artışı-%
ol ya y
Kişi Başına
.s
G . Avrupa,O.Doğu,K.Afrika
w w
L.A.mcrika ve Karayiplcr
J 96;; -7;ı
1973-80
128Q-82
3.7 3.9 2.1 5.3 1.2 5.8 3.8
2.3 2.5 0.4 4.9 1.7 1.9 2.5
2.3 1.6
-1.2 6.2 3.0 0.4 -0.4
Kaynak: World Bank 1991, s.3. Bunun en önemli nedeni büyüme
hızlarının
ülkeler arasında çok
eşitsiz
ol-
w
ması ve bu eşitsizliğin 1980'lerde çok keskinkş nıcsi. Örneğ i n ki ş i başına yıllık
reel gelir artış hızla rı Doğu Asya'da %6.2 iken, Latin Amerika ve Karayipler'de eksi %0.4, Sahra'nın güneyindeki Afrika ülkelerinde eksi % 1.2 oldu. Çok az sayıda ülke aşırı borçluluk, iç mali kargaşa ve düşük büyüme h ızı kısır döngüsünü kırabildi, bunlar da genellikle uluslararası işbö lüınünün gereklerine göre örgütlenmi ş, dış borç kolaylıkları sağlayabilmi ş, ihraç malları fiyatları çok olumsuz etki lenme mi ş ülkeler. Bun lardan baz ıl arı gerçekten çok hı zlı büyüdü. Örneğin, 1960'da Japonya'nın kişi baş ına reel gelir düzey i Arjantin'inkinden ve Meksika'nınkinden ,Güney Kore'ninki de Gana ve Sri Lanka'nınkinden daha düşüktü (Financial Timcs, Ju ly 8, 199 1).
49
n. co
m
Buna ek olarak, yukarıda gördüğümüz gibi, dış ticaret, ticaret açıkları, dış borçluluk, ilksel madde veya sanayi malı ihracatçılığı, bu malların dış ticaret hadleri gibi çok çeşitli alanlarda ülke grupları arasındaki farklılıklar da artmış durumda. Bügün AGÜ'lerin ihracatının önemli bir kısmı görece az sayıda "yeni sanayileşen ülkeler" tarafından yapılıyor. Bunlar da kendi aralarında bölünmüş durumda. Daha önce gelişmeye başlayan ünlü dört Doğu Asya ülkesinde ücretler yükseliyor ve eski yerlerini çok ucuz emek politikası izleyen Endonezya, Malezya, Tayland, Hindistan, Pakistan gibi yeni yükselen "ikinci ku şak" ihracatçı bazı Güney ve Doğu Asya ülkelerine bırakıyorlar. Latin Aınerika'da ise büyük sanayi malı ihracatçısı sadece Brezilya ve Meksika gibi iki ülke var. Bu iki ülke 1990'da GÜ'lere yapılan ihracatın dörtte üçünü gerçekleştirdiler ve hemen tümüyle ABD'ye ihracat yaptılar (UNCTAD 1991 a, s.38-9).
w
w
w
.s
ol
ya
yi
Sözkonusu farklılıkların artması ile beraber, l 970'lerden farklı olarak, AGÜ'lerin bir araya gelerek nisbi durumlarını değiştirebilmek için uluslararası arenada mücadele verebilme şans ları hemen tümüyle ortadan kalkmış durumda. AGÜ'ler 1970'1erde aralarındaki derin farklılıklara rağmen çeşitli forumlarda biraraya geldiler ve ulu s lararas ı ilişk ilerde değişme talebini dile getirdiler. "Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen", 77'ler Grubu, Bağ l an tı s ızlar gibi kavramlar ve oluşumlar gelişti. Bütün bunlar AGÜ'lcriıı bir kollcktivite olarak beraberce davranabileceği yolunda -belki de çok temel li olmayan- bazı ümitlere yol açmıştı. Görece yüksek büyüme hızları, daha yüksek ihracat fiyatları, dünya ticaretinin daha hızlı genişlemesi, daha rahat ve daha ucuz kredi alabilme rahatlığı nın olduğu 1970' 1erin ortalarına kadar, AGÜ'lcr arasındaki farkl ılaşma ve bölünmeler bu denli hissedilmiyordu. 1980' !erin kriziyle bereber, AGÜ'ler arasındaki ortaklaşmalar fiilen tarihe karıştı. Tarımsa l malların, hammadelerin, hatta sanayi mallarının fiyatları bu denli dü~ük kalmaya devam ettikçe, bu durum AGÜ'leri birlikteliklerini bozmaya ve 7-Büyükler grubunun tek tek ülkeleri karşısına bireysel başvurucular olarak çıkmaya zorluyor (Patnaik 1991, s.30). Her ülke uluslararas ı işbölümündeki özgül konumuna göre tek tek pazarlık yapmaya uğraşıyor. İhracatlarını hızla arttırmış ülkelerle GÜ'ler arasında gerginlikler çıkıyor ve bunlar ikili pazarlıklarla çözü lmeye çalışılıyor. Gerginlikler borçlu ülkeler ile alacaklı ülkeler arasında da çıkarken, AGÜ' lerin borç sorunları da genellikle birbiriyle çakışmıyor. Bu çakışmamalar nedeniyle AGÜ'lerin geliş miş ülkeler karşısında birleşik olarak pazarlık yapmalarının zemini oluşmuyor. Böylece AGÜ'ler ortak davranarak giderek zay ıllayan konumlarını hafifletme mücadelesi veremiyorlar.
50
III. ULUSLARARASI ÇATIŞMA VE BÜTÜNLÜŞME EGİLİMLERİ
A.
"Globalleşme"
l 970'1erden beri dünyanın yaşadığı iktisadi kriz ve sermaye birikimi sorun-
en önemli sonuçlarından biri ikti sad i küreselleşme eği l imlerindeki yükselme oldu. Bu süreç hiç kuşkusuz süreklidir ama, bugün bir iktisadi globalleş meden bahsediliyor olmasının nedeni bu süreçte ortaya çıkan hızlanma ve kapsam genişlemesidir (bkz. Aııdreff 1984). "Globalleşme"den bugün kastedilen olgu, ticari, mali ve sınai sermayen in faaliyet alanının giderek daha büyük ölçüde ulusal s ınırları aşarak dünya çapına yay ılması, ve bunun u zan tısı olarak da global kapitalist iktisadi sistemin iktisadi ve siyasi yönetiminin ulusal çapı aşan düzenlemelerle yönetilmesidir.
n. co
m
larının
Globalleşme
w
w
w
.s
ol
ya
yi
dört temel ögeyi içermektedir. Birincisi, ticari sermayenin, yani mal akımlarının ulu slararasılaşması dışında, hizmet akımlarının ve diğer sermaye türlerinin, yani mali ve üretken (sınai) sermayen in uluslararasılaşmasının artmasıdır. ikincisi, sermayen in ulu slararas ılaş mas ı eği liml e rine karşı duran engellerin, özellikle de ulusal devlet sınırlamalarının ulusl araras ı serbest leşme (liberalizasyon) ile azaltılmas ıdır. Üçüncüsü, sözkonusu sürecin uluslararasılaş ması ötesinde "ulus laraşırı !aşması", yani ulusal sermayelerin birbiriyle iç içe geçerek birleşmeleri ve ulusal kimliklerinin bulanıklaşması, bunun yerine uluslararası olma kimliklerinin ağır basmaya baş lamas ı , faaliyet alanlarının uluslarötesi olması, bunun yanında farklı sermaye türlerinin aynı sermaye grubu içinde içiçe geçmesidir. Dördüncüsü ise ulu slararası çapta sermayenin yoğunlaş ması ve merkezileşme derecesinin giderek daha da yükselmesidir. Kısacası, globalleşme "tekil sermayeler"in çok büyük firmalar şekli nde örgütlenerek farklı ulusal sermayeleri ve sermaye türlerini içinde birarada barındırmas ı ve faaliyet alanının bütün dünya çapı olmasıdır. Bunun an l am ı ise, sermayenin yoğunlaş masının ve merkezileşmesinin hakim biçiminin uluslararas ı çapta yoğunlaşma ve merkezileşme haline gelmesi aşamasına ul aşmasıd ır. Bugün dünyada globalleşmeden bu denli söz edilmesinin nedeni, sermaye birikiminin uluslararas ılaş masının düzeyinin yukarıda sözü edilen eğil imle rin artık hakim eğilimler haline gelmesini sağlayacak ölçüde yükselmesidir. 1.
Ticari Sermayenin
Uluslararasılaşması
Yukarıdaki
bölümde dünyada mal akımlarının, yani dünya ticaretinin, dolaticari sermayenin ulus lararasılaşma sının boyutlarında ortaya çıkan gel iş meleri ayrıntılı olarak incelemiştik (bkz. Tablo 3). Kısaca hatırlatırsak, İkinci Dünya Savaşı sonrasındak i dönemde dış ticaret üretimden daha hızlı arttı. İler leyen teknoloji hem ticaret o lanak l arını genişletti, hem de taşımacılık maliyetlerini düşürdü. Buna ek olarak, özellikle son yıllarda, aşağ ıda göreceğimiz gibi, yısıyla
51
mali sermayenin ulu slararas ılaş mas ı ticari sermayen in ulu s lararasılaşmasın ın boyutlarının daha da büyümesine hizmet etti. Son yirnıi yılda hisse senedi piyasaları, ayrıca şirketlerin ve devletlerin borçlanm;.ısın ın yap ıldığı, yani mali varlıkların alınıp satıldığ ı piyasalar da globalleşti.
.c om
Bu ulu sl ararasılaşmanın önemli bir göstergesi ekonomilerin dışa açıklık derecesi. 1960'da GÜ'ler üretimle rinin % 1l.4'ünü, AGÜ'ler %15.8' ini ihraç ederken, 1988' de sırasıyla %17'sini ve %24.S' ini ihraç etmeye başlamışlardı. Bu tarihten sonra da aynı süreç devanı elli. Benzer verilere daha sonraki yıllar için ulaşamasak da, yukarıdaki veri lerden, dün ya ticaretinin genişleme hızının üretim artışına göre 1980-85'de 1.24 kat, l 985-90'da 2.25 kat, l 990'da 2.55 kat, 1991 'de 4.28 kat arttığını biliyoruz. Bu veriler ülkelerin ticari sermayesinin daha büyük ölçüde ulu slararsı l aş nıas ı sürecinin son yı llarda giderek hızlandı ğın ı gösteriyor.
ya y
in
Bu eğil imler dünyanın bazı ülkeleri için çok daha yüksek. Örneğin Batı Avrupa ekonomileri özellikle ticaret bakımından çok daha yoğun şeki l de birbirlerine bağımlı hale geldi ler. Örneğin A lnıanya'nın (itha lat ve ihracatının ortalaması olarak) dış ticaretinin üretime oranı 1960' !arda % 16 iken 1980' terin sonlarında %25 oldu. Bu oran İtalya'da % 17, Benelüks ülkelerinde %62 (The Economist, November 30, 1991, s.35-6). Öte yandan, aşağıda göreceğimiz gibi, bu süreç bir yandan daha da hızl andı rılmak üzere uluslararası çabalara konu olurken, bir yandan da tersine, korumacılık eğilimlerini içinde barınd ırı yor.
Üretken (Sınai) Sermayenin U luslararasılaşması
ol
2.
w
w
w
.s
Üretken sermayenin ulu slararas ıl aşmasının iki anlam ı var. Bun lardan il ki, yabancı sermayenin doğrudan doğruya bir başka ulusal mekanda üretim yapması. İkincisi ise günümüzde daha da önemli, ve üretim süreçlerinin· ulu slararası laşması, yani üretim sürecinin farklı parça l arının farklı devletlerin sınırları içinde yer alması, böylece, farklı ülkelerin üretim süreçlerinin birbiri ile içiçe geçmesi yoluyla ge rçek leşiyor. Bu ulu slararas ılaş ma biçimine "yeni ulu slararas ı işbölümü" , "global fabrika" gibi kavramlarla atıf yapılı yor. Bu ge li şme biçiminde, özellikle üretim süreçlerinin bazı parçaları emekgücünün daha ucuz oldu ğu azgelişmiş kapitalist ülkelere ve bölgelere taşındı. Sermaye ve y ıpranma hızı çok yükselmiş teknolojik avantajlarını düşük ücret avantajı ile birleştirme yollannı arayan gelişmiş ülke firmaları dünya çapında üretim ve tedarik alan l arı geli ştirdiler.
Bu tür uluslararası l aşman ı n belli başlı yapı s ı "çokuluslu" veya bugün daha revaçta tabiriyle "ulu slaraşırı" şirketler. Bu şirket lerin en büyük özelli ği, en büyüklerinin dünyadaki devletlerin birçoğundan daha büyük olması. Uluslararası firmaların kontrol ett i ği kaynakların ulusal devlet lerin kontrol ettiğ i kaynaklarla
52
Bu
şirketlerin
sermayeleri de özellikle 1980' !erde
om
bir kıyaslaması çok çarpıcı bilgiler sağ! ıyor. Örneğin 1988' in verileri kullanıla rak yapılan bir çalışmaya göre, satış cirosu 1 19 milyar ile 1 trilyon dolar arasın da olan firma say ı sı sıfır iken, GSYiH'sı bu çapta olan 14 devlet vardı. 1O-119 milyar dolar arasında 105 firma, 43 ülke ; 1-9 milyar dolar aras ı nda ise 620 firma, 52 ülke mevcuttu (Morss 199 1, s.61). Görüldüğü gibi, günümüzde üretim gücü bakımından ulu slararası firma sayıs ı devlet sayısından daha büyük. Gene l 988'de, hepsi OECD'nin gelişmiş ülkelerine ait dünyanın en büyük 500 firması OECD'nin ürettiği GSMH'nın %30' unu, katma değerin ise neredeyse yarısını üretti. yaşanan ş irket satınalma
furyası ile beraber farklı ulusların sermayelerini bünyelerinde topluyorlar. Ülke-
ay
in .c
ler arasındaki ulu slararası işbölümünün yerini giderek daha büyük ölçüde bu firmalar alıyor. Zaten ulusl ararası ticaretin ve mali ak ımların giderek daha büyük kısımları bu ulu slararası firmaların kendi branşları arasındaki mal ve sermaye hareketlerinden ol u şuyor. Uluslararası şirketlerin uluslararası piyasalardaki sat ı ş ları da kendi ülkel erin in içindeki sat ı ~larından daha fazla . Örneğin IBM üretiminin %58'ini, Ilcwlett-Packard o/o55"iııi uluslararası piyasalarda gerçekleştiriyor.
ly
Bu firmaların gelişmiş ülke kökenli olması uluslararası sermaye akıml arı kurallara bağlanması için uluslararası ili ~k ilcri de yoğunlaştırıyor. Bu bağ lamda 5-Büyükler, 7-Büyükler gibi az sayıda ge li ~miş ülke arasındaki i şb irliği biçimleri tarihte daha önce örnekleri olmayan olu~unılar.
.s o
nın
üretken sermayenin faaliyetlerinin uluslararasılaşma sı derecesinin arttığını gösterebi lir; fakat faaliyetleri uluslararasılaşmış sermayenin mülkiyetinin ne kadar ulusl:ırarnsıla~tığıııı elbette göstermiyor.Son otuz yıl dır "çokulu slu" şi rke tl er terimi iktisat diline öyle bir yerleşti ki, pek az kişi bunun ne anlama geldiğini sorguluyor. "Sınırla rı ortadan kalkmış" bir dünyada faaliyette bulunan "çokuluslu", "global", "uluslaraş ırı", ""ulussuz" denen şi r ketlerin, aslında çok az sayıdak i isti snalar dı~ında mevcut o lmadı ğını gösteren önemli bir çalışmadan burada mutlaka söz etnıek gerekiyor. Bu çalışmaya göre bu tür şirket l er esas olarak yabancı ülkelerde faaliyetleri olan ulusal nitel ikli ş ir ketlerden başka birşey değiller ve gerçek anlamda çokuluslu o lanların say ı sı birkaç taneyi geçmiyor. Bu şirketler ICI, Nestle, ABB, Shell ve Ünilever; as lın da son üçü de sadece "iki-uluslu".
w
w
w
Yukarıda anlatılanlar
Sözkonusu çalı şma Yao-Su Hu tarafından yapılm ı ş ve yakın zamanda California Managcmcnt Rcvicw dergisinde yayınlanacak (aktaran Financial Tirncs, March 4 1992, s.7). Bu çalışmanın bulgul arı şöy l e özetlenebilir: "Çokuluslu" denen şirketlerin büyük çoğunluğunun (örneğin General Motors, Du Pont,
53
3.
Mali Sermayenin
ay i
n.
co m
General Electric) faaliyetlerinin ve çalışanlarının yarısından azı ülke dışında yer alıyor. Ama gerçekten uluslarara sı olsalar bile bu ş irketl er için iktisadi ve siyasi bakımdan en önemli olan unsur kendi anayurtları. Ana şirket düzeyinde mülkiyet ve kontrol ağırlıkla ulusal. Fakat yabancı ülkelerdeki alt kuruluşlarında yerli hisseleri "iyi vatandaşlık" gösterisi için bir ölçüde kabul edebiliyorlar. Yabanc ı lar en yüksek yönetim düzeyinde ancak "minik" bir oranda yer alıyorl ar. Yüksek düzey yönetecilik esas olarak ulu sal. Yasal ve vergisel aç ı dan uygulamalar tümüyle ulusal. Yasal bakımdan "çokuluslu" ve "global" i şletme gibi bir varlık mevcut değil. Bu tür iş letmeler dünya çapında farklı pek çok devletin nüfuz alanı içinde çalışıyor olabilirler. Fakat bunlar için esas olan anayurt vergi otoritesi, yani yasal ve mali otorite. Bütün bu özellikler belli sonuçlar da getiriyor. Şöyle: Bu tür bir şirketi n uluslararas ı rekabet gücü kendi ulusal al anındaki durumunda yatıyor. Yabancı kaynaklar ulusal avantajlara katkı yapabiliyor ama onların yerini alam ıyor. Ek olarak, araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin çok büyük kısmını kendi ülkelerinde gerçekleştiriyorlar; dolayı sıyla, stratejik ve bütünleştirilmiş kararlar da en hızlı şekilde burada alınıyor. Kı sacası, bu tür şirket ler yabancı ülkelerde faaliyet gösterirken mülkiyet , karar alma ve kontrol bakı mından faaliyetleri ölçüsünde uluslararası !aşınıy o rlar. Uluslararasılaşması
w
w w
.s
ol y
Mali sermayenin ulu s lararas ılaşmas ı I 970'lerden beri yaşanan ikti sad i krizin en önemli sonuçlarından biri oldu ve neredeyse dünya mali piyasası denebilecek ölçüde bütünleşmiş bir piyasa kuruldu. Sermayenin entegrasyonu en hızl ı biçimde ulu s lararası mali piyasalarda yaygınlaştı. Bu gelişme dünya mali piyasalarında yaşanan büyük boyutlu liberali zasyon ve dercgülasyon sayesinde oldu. Bugün artık dünyan ın pek çok ülkesinde, hele gelişmiş ülkelerin hepsinde, döviz hareketleri sınırsız, banka mevduatının hareketi ya öneml i ölçüde ya da tümüyle serbestleştirilmiş, mali varlıkların, hisse senetl erinin alım satımı serbest bırakılmış durumda. Ayrıca, bugün mali sistemler ticaret sistemlerine göre çok daha fazla dışa açık hale geldi. Uluslararası mali i şleml erin hacmindeki büyüme dünya mal ticaretindeki büyümeyi sistematik olarak aştı. Mali araçların ticareti hem ulusal ve uluslararası çapta malların üretimi ve ticaretindeki artışlardan hem de dolaysız yabancı yatırımlardan çok daha yüksek oranlarda arttı. Bu süreç bir yandan da mali akımlarla üretim arasındaki bağlantının zayıflama ve azalma yönünde geliştiği ni gösteriyor.
Özellikle bilgisayar ve iletişim teknoloj isindeki geli~melerin desteğinde kaynakların ulusal sınırlar arasındaki ak ı mının boyutlarının ve hızının yüksekliği daha öncek i dönemlerde örneğine rastlanmayan bir olgu. Uluslarası ma-
mali 54
Cı.7
..l.21l 1980 6.3 43.8 30.6
15.5 67.8 75.4
12& 12.B.i. 1987
21.8 104.0 120.5
in .
1964 1.2 10.6
25.3 27.9 122.2 137.2 138.7 147.3
ya y
Dünya çıktısına oranı: Dünya ticaretine ora nı : Dünya gayrisafi sabit yatırımına oranı :
co m
li entegrasyonun ne kadar büyük boyutlara vardığı en açık biçimde Ekim 1987 borsa çöküşü sırasında ortaya çıktı (Kahlcr 1990, s. 145; UNCTAD 1990, s. 103). Mali sermayenin ulu sl ararsı laşmasının boyutları hakkında toplu veri bulmak çok güç ama bankacılık alanında mevcut veriler çok çarpıcı ve önemli. Çünkü bankalar mali uluslararasılaşma sürecinde kilit rol oynadılar. Bu hem çoku luslu şirketlerin üretim ve ticaret faaliyetlerinin artmasından hem de bunların faaliyetlerinin mali sermaye yönünde çeşi tle nmesinden ve bankacılık ile bankacı lık dışı faaliyetler arasındaki ayının ın bulanıklaşmasından kaynaklandı. Dünya mali piyasalarının büyüklliğü 1982'de 13,864 milyar dolardan l 988'de 36,512 milyar dolara çıkarak 2.6 kat arttı. Bunun yaklaşık yarısı bankacılıktan, o/o l 8'i hisse senedi ve tahvil borsasından geçiyor. Aşağıdaki veriler ulu slararası bankacılık piyasasının hacminde meydana gelen nisbi değişmeleri gösteriyor (UNCTAD 1990, s. 109- 1O):
Bu gelişmelere ek olarak, mali akım l ardaki artış dolaysız yabancı yatırım lara göre 1972-79'da %331, l 980-82'dc %217, l 985-87'de %487 oranında oldu (UNCTAD 1990,s. 1 17).
w
w
w
.s
ol
Yukarıdaki büyümede en önemli etmen, Bretton Woods sisteminin çökmesiyle beraber dünyada ljberalizasyon ve deregül~ısyon sürecinin başlaması ve genci olarak kar hadleri düşen sermayenin dünyanın her yerinde karlı alan lar araması ve alan açmaya çaba l aması oldu. 1970'1erin öze l liği Londra'da merkezlenmiş Euromoney piyasalarının yükselmesi aracılığıyla para piyasalarının uluslararası l aşması olgusunun yaşanması oldu. Bu dönemde bankalar petrol ihracatçısı ülkelerin büyük dolar fazlalarını azgelişmiş ülkelerde dolanıma soktular, Londra da bu bakımdan önderliğe sahip oldu. 1980'ler ise tümüyle farklı bir mali uluslararsılaşma biçimi yaşadı. Bu da "hisse-senetleşme" (securitisation) olarak anılan ve tahvil, hisse senedi gibi değerli kağıtlar ve mali araç lar alım satım ına aracılık eden, mali arac ılık işlemlerinin yapıldığı piyasanın ulu sl ararası laşması olgusu idi. Bu dönemde ABD'nin büyük dış ticaret açıkları ve Almanya ile Japonya'nın fazlaları nedeniyle mali kaynak ların orijini de değişti. Özellikle Japon sermayesi l 980'1 erde çeşitl i değerli kağıt l ara yatırım yaparak yabancı şir ketlerde pay sahibi olma eğilimine girdi. Ayrıca, l 982'dek i azgelişmiş ülkelerin borç krizi bu ülkelere verilen borçları azalttı ve bankaları geli~miş kapitalist ülkelerin devletlerine borç vermeye yöneltti . Nihayet, l 980'1erde mali pi yasalarda çok yeni araçlar ortaya çıktı (borçların tahvillqrnesi olan "swap", çeşitli ticari
55
kağıtlar, çeşitli
"future" ve "option"
araçları
saların uluslararasılaşmasının yarattığı arttı
gibi). Zaten esas olarak mali piyabu araçların alım satımı da büyük ölçüde
(Coakley 1988, s.16-17) .
in
.c om
Bütün bunların sonucunda, mali mübadeleler içinde uluslararası karakterli olanların (en önemli mali piyasaları kapsayan uluslararası bankacılık) payı, bulunabilen veriler ışığında, 1982' den l 988'e şöyle seyretti: Avrupa (8 ülke) için %31.9'dan % 30.7'ye; İngiltere için %72.3 'den %62.4'e; Almni1ya için %7.5'dan %8 .3'e; ABD için % 17.2' den %18.4'c; Japonya için %15.4'den %25'e; hepsinin toplamı için %24.9'dan %25.2'ye değişti. Fakat bu değerler hemen kıyaslanabilir gibi değil; çünkü 1982-88 arasında dolara karşı mark %40, yen %90 daha çok değerlendi ve bu olay ülkelerin banka varl ı klarının dolar değerini çok yükseltti. Bu döviz kuru değe rlenınelerine rağmen bile, Japonya'nın uluslararası bankacılık muameleleri payında büyük artış oldu, buna karşı lık Avrupa ve İngiltere'de geleneksel mali merkezlerin payı düştü. Özell ikle İngiltere için bu rakamlar gerçek payı olduğundan büyük gösteriyor, çünkü sterlinin değerinde önemi i düşüşler var (UNCTAD 1990,s. 108).
w
.s
ol ya y
Mali ulu slararasılaşma çeşitli yönleriyle gelişti. Pekçok ülkede (gelişmiş ülkelerin tümünde) para piyasaları, hi sse senedi ve tahvil piyasaları birbiriyle yakın ilişki içine girdi. Bunun yanında, döviz alışverişi ülkeler arasında fonların hareketini gerektirdiği için, döviz piyasaları, parasal ve mali dalgalanmaları ülkeler aras ında aktarma mekanizması olarak daha önemli hale geldi. Bunun sonucunda da dış ticaret, dolayısıyla üretim, ya tırını ve istihdam, aynı şeki lde ulusal para ve sermaye piyasaları, uluslararası mali koşullardaki değ işikliklerin etkisine çok daha dolaysız biçimde açık hale geldi. Bütün bunların sonucunda artan belirsizlik likidite tercihlerini yükselterek faiz hadlerini yükseltme yönünde baskılar yarattı (UNCTAD 1990, s.103).
w
w
Bugün dünya iktisadi koşulları bakımından eıı çok endişe duyulan alanlardan biri mali istikrarsızlık ve "mali kırılganlık" (örneğin bkz. IMF 1991 ). Mali piyasaların liberalizasyonu ve pekçok yeni mali aracın ortaya çıkması, faiz hadleri, senet fiyatları, kaynak arz ı ve talebini çok daha değişken ve zor tahmin edilebilir hale getirdi, fon akım l arını çok dalıa istikrarsız kıldı ve ek olarak mali sistemin istikrarsızlık potansiyelini arttırdı. Mali piyasaların uluslararasılaşması ile beraber mali sistemleri disipline edebilme ve artan spekülatif hareketlerin aşırı reaksiyonlara yol açacak büyük çalkantılar doğurması durumlarında sistemin düzenlenmesi olanakları daralmış durumda. Uluslararaslaşmanın artması ise mali istikrarsızlıkları ülkeler ve piyasalar arasında çok daha gi.içlü ve hızlı bir şekilde yayıyor. Uluslararasılaşma ve dışa açıklık derecesinin artması tek tek ülkeleri uluslarası mali koşullardaki değişikliklere çok daha duyarlı kılıyor
56
ve iç politika uygulayabilme yeteneğini önemli ölçüde düşürüyor, ulusal para ve maliye politikası araçlarının etkisini zayıflatarak hükümetlerin makro iktisat politikası yapma gücünü aza l tıyor. Döviz, değerli kağıt, faiz değerleri büyük oynamalar gösterdikçe bankaların ve diğer mali kurumların varlıklarınıo değeri de büyük istikrarsızl ıklar ve düşüşlere maruz kalıyor ve bunun sonucunda kredi arzı ile talebi yoluyla yatırımları ve iktisadi toparlanmay ı destek leme olanağını yitiriyorlar(UNCTAD 1990, s.104; UNCTAD 1991a, s.V, 109). Uluslararasılaşma
süreci hızlanmasına rağmen tamamlanmış değil. Azgeülkelerin çoğunluğu sermaye hareketleri üzerindeki sınırlamaları kaldır mış değiller. Fakat bu ülkelerde bile bu sınırlamaların geçerlilikleri ve işlerlik leri yok, çünkü diğer mal ve hizmet akımları serbestlqtiri lmiş ve faaliyetlerin b i rçoğu "dolarlaşmış", "marklaşmış" durumda. Yabancı bankalar doğrudan doğ ruya ülke içinde faaliyet gösteremese bile zaten ulusal bankalar da benzer uluslararası iş lemleri yapıyor (UNCTAD 1990,s. I 03). Genel olarak mali piyasaların istikrarsızlığı iktisadi durgunluk koş ulları ile birleşince, uluslararası mali piyasalarda rekabet ederek koşulları etkileme gücü çok zay ıf olan AGÜ'ler mali sermayenin uluslararasılaşnıasından ve ulu slararas ı mali sistemin kırılganlığından çok olumsuz etkilen iyorlar. Makro politika yapma yetenekleri yukarıda sözü edilen alanlarda azaldıkça ülke içinde gelir bölüşümünü çok olumsuz etkileyen politika alanlarına yüklenme cğilınıleri de artıyor.
B.
Dış
Ticarette
.s ol y
ay
in
.c o
m
lişmiş
Korumacılık
w
w
w
Bugün dünyada bir yandan sermayenin ulu slararasılaşmas ı ve liberalizasyon süreci yaşanıyorken, bir yandan da milliyetçilik, hatta bazılarının ifadesine göre, "kabilecilik" eğilimleri yükseld i. Bu eğilimlerin yükselmesinde en önemli etmenlerden biri Soğuk Sava~'ın bitmesi ve so~yalist devletlerin dağılması ise, diğer bir önemli neden, ülkelerin çok çeli~kili bir k omı m içinde hem uluslararasılaşmadan yararlanma hem de bu durumun ortaya çıkardığı olumsuz etkilerden kendilerini koruma çabası içinde olmaları. Milliyetçilik hareketleri bağımsızlık ve kendi kaderini tayin etme, veya bölünme ve ayrılmalar biçiminde son derece hızlı yayıldı. Milliyetçilik ayrıca iktisadi alanda çqitl i araçlarla kendini "korumacıl ı k" olarak gösterdi. Korumacı lık, ulu sa l ekonomileri dünya pryasa güçlerinin işleyişinden ve etkilerinden belli yollarla izole etmek ya da bir ölçüde kaçınmak anlamına geliyor. Korumac ılık bir yandan mal ve hizmet hareketlerin i, bir yandan da insan ve emekgücü hareketlerini daha çok yönetme bakımından ortaya çıkıyor. Geli şmiş
ülkelerde, Avrupa, Japonya ve ABD'de 1970'1crde gümrük tarifelerinde büyi.ik indirimler yapılmıştı. Fakat dış ticareti yönetme eğilimleri 1980'1erin ilk yıllarındaki durgunluk döneminde yükseldi . Doların değerindeki
57
ve ABD'nin dış ticaretinin büyük açıklar vermesi ile beraber, ABD ve Avrupa ekonomilerinde ana sanayi dallarında (otomobil, çelik gibi) uluslararası piyasaları bölüşme çabalarında artış görükHi. l 980'lerin ilk yıllarında kontrol edilemeyen korumacılık eğilimleri l 986'da GATf Uruguay Round ticaret liberalizasyonu görüşme lerinin başlatılmasını uyardı. Bu görüşmeler pek çok çevre tarafından çok önemsendi; çünkü eğer başarılı olursa, k urall arı herkese uygulanacak "çok-taraflı" ticaretin alanını büyük ölçüde geni şletecek olanakları açacaktı. Bu görüşmelerde ana hedef ise ithalatını çok arttırmayan Japonya ile ihracatlarını hızla yükselten yeni sanayi leşen ülkeler oldu. Fakat 1980'lerde önemli ticaret pazarlıkları GATT dışında bağlandı. Örneğin ge lişmiş ülkeler büyük ticaret partnerleriyle aralarındaki ticaret engellerini azaltma yoluna gittiler: ABD-Kanada, Avustralya-Yeni Zclanda, Avrupa Topluluğu Tek Pazarı gibi. Ayrıca ülkeler arasında örneğin Japonya'nın ABD'ye otomobi l ihracatını gönüllü kısıtlaması gibi ihracatı gönüllü kı sı tlama anlaşmaları da ikili olarak bağlandı (Kahler 1990, s. 144-6).
n. co
m
hızlı artış
w
w
w
.s ol
ya
yi
AGÜ'lerin ithalatının özellikle 1970' lerde GSMH'ları içindeki payının geçmiştekine göre yarı yarıya düşmesi ve bu trendlerin 1980' !erde de sürmesi (bkz.Tablo 3) karşıs ında ulu slararas ı sermaye çevreleri AGÜ'leri ithalatını serbestleştirme l e ri için büyük baskı a ltına aklılar. Bu bakımdan GATT Uruguay ticaret pazarlıklarının sonuç l arı çok çarpıcı. Pazarlıklar l 986'da başladığında, AGÜ'ler yeni ticaret görüşmeleri raunduna katılmayı, ancak ticaret s ı nırlamala rının zeng in ülkelerin indird iği orandan daha çok indirmelerinin istenmemesi koşuluyla kabul etmişlerdi. Bu mantığa göre serbcst ticaret ancak zengin ülkelerin altından kalkabileceği bir lüks idi. O zamandan beri bu mantık tersine dönmüş durumda. 1986'dan beri, GATT' ın 108 üyes i arasında bulunan otuzdan fazla AGÜ, ticaret sını rlamalarını tek taraflı olarak ciddi ölçüde azaltt ı ve bunu esas olarak piyasa te melli reformların bir p:ırçası olarak ge li ştird i. Bu ülkeler aras ında çok fakir Bangladeş'den Güney Koıc'ye kadar uzanan geniş bir yelpaze içinde Latin Amerika ülkelerinin çoğu ve bazı Asya ülkeleri vard ı (Thc Economist, Septeınber 2 J- 27, 199 l, s.84.). Bu ülkeler ithalat üzeri ndeki miktar sı nırlamalarını kaldırdılar, gümrük tarifel erini indirdiler, tarife yapılarını bas itleştirdil er ve tarife dışı s ınırla maları neredeyse tümüyle kaldırdılar (UNCTAD 199Ja, s.75-81).
Aynı dönem içinde GÜ'lerde ise korumacılık yükseldi. Gelişmiş ülkeler son birkaç on yıldır kendi gümrük tarifelerini dü~ürmektelcr. Fakat 1980'1erde bazı malların ithalatına alenen kotalar uygulamaya başladılar (örneğin bazı AGÜ'lerin teksti l ve giyim sanayi i ihracat malları) ve as ıl tarife dışı engelleri yükselttiler. 1966-86 arasında OECD ülkelerine giden ithalatın tarife dışı engellerden etkilenen kı s mı bir kat arttı. l 986'da AGÜ'lerclen gelen ithalatın %20'den
58
kaynaklandı.
ol y
ay i
n.
co m
fazlası sadece "hard-core" önlemlerden etkileniyordu (World Bank 1991 ,s.8). ABD 1990'da Latin Amerika ülkelerinin demir-çelik, canı, tekstil ve giyim eş yaları ihracatının %40 ile %66 arasında değişen kısmına tarife dışı sınırlamalar uyguluyordu. ABD'nin ithal atının beşte biri tarife dışı sın ırlamalara konu idi (UNCTAD 1991a, s. 67,68). GATT, yakın zamanda, AGÜ'lerin GÜ' lerin pazarlarına girebilmelerinin koşulu olarak geliştirilmiş 284 adet ihracatı sın ırlayıcı düzenleme saptadı. Aynı derecede engelleyici bir başka uygulama ise, yabancı rekabeti seçici bir yöntemle engelleyen anti-damping kurallarının giderek artan şekilde kullanılması oldu (Thc Econoınist, Septeınber 21-27, 1991, s.84; UNCTAD 199la, s.73-4). Bu ise GATT'ın "adil ticaret" (fair trade) ilkelerine ters, çünkü bütün ticaret taranarına eşit muamele yapılması ilkesini zedeliyor. Bu sı nırlandırınalar 1980'1erde giderek arttı ve özellikle son yıllarda AGÜ'lcrin ihracatına karşı uygul anıyo r ve bu tür uygulamalar GÜ'lcrin ticaretinin %25-30'unu etkiliyor (UNCTAD 1991a, s.58-9). Bu açıdan AGÜ'ler daha olumlu bir uygulama içinde, çünkü bu ülkelerin ticaret sınırlanclırnıal:.ırı daha yüksek olsa bile, hiç olmazsa ayrımcılık yapı lmadan herkese eşit olarak uygulan ı yor (UNCTAD 199la, s.60). Bütü n bu gelişmelerin ele etkisiyle, ithalatın GÜ'lerin GSMH'sı içindeki pay ının 1980'de %20'den 1988'de % 17'ye düştliğüııü, AGÜ'lerinkinin ise %14.7'den %15.4'e çıktı ğın ı gönnüştlik (bkz. Tablo 3). AGÜ ' lerde ithalat daha da çok artmadıysa, bu, ticaret sınırlanıalarının çok azaltılmasına rağmen oldu ve temel olarak onların büyümelerinin ve yatırımlarının çok yavaşlamas ından
GATT Uruguay pazarl ık l arı son zamanlarda ticaretin liberalizasyonu kapürünleri, hizmetleri ve entellektüel mülkiyet haklarını da içerecek şek il de gen işle ti ldi (geniş bilgi için bkz. UNCTAD 1991 a, Part Three). Dünya ticaret inin %20'si hizmetlerden olu~ııyor. Diğer iki alan da düşünüldü ğü nde, bu yeni kaps::ım ticareti serbeştlcştirme alanını ticaretin tümüne yaymayı hedefliyor. Fakat pazarl ı klar 1990 Aralık ayında kaldığı yerden bir adım öteye ilerleyemiyor. Örneğin ihracat sübvansiyonlarının nasıl tanımlanacağı gibi bazı teknik konularda ilerleme kaydedildi ama asıl merkezi sorunlar bakımından hiç bir konu halledilemedi. ABD ve 14 güçlü zengin ve fakir tarını ihracatçısı ülke tarım süb vansiyonlarında önemli kısıtlamalar getirilmesi konusunda ı srar ediyor. Bu ı srar AT tarafından güçlü bir dirençle karşılaşıyor. Tarımsal mallar ticaretinde reform o l madıkça da ABD, Avustr;ılya, Kanada hizmetler ve patentler konusunda bir anlaşmaya yanaşmıyorlar. AGÜ'ler ise banka, sigorta, turizm, hukuk, muhasebe ve daha pek çok alanı kapsayan hizmetlerde serbestleşme, sı nai mallar üzerindeki gümrük tarifelerinin düşürülmesi, yabancı yatırımlar ve sermaye üzerindeki kontrollerin gevşetilmesi ve cnıellektüe l mülkiyet hakları nın daha sert kurallarla korunmas ı karşılığında, kend i tarım ürünlerinin ticare-
w
w w
.s
samın ı tarımsa l
59
yi
n. co
m
tinde daha çok serbestleşme istiyorlar (Financial Timcs, July 8, 1991, s.4; Thc Economist, Ju ly 27, 1991, s.58 ). AGÜ'lcr başlangıçta GATT Uruguay görüş melerinin hevessiz katılımcıları iken şimdi aktif şampiyonları haline geldiler. Bu görüşmeleri zengin ülkelerin kap ı larının onlara aralanmasının veya biraz daha açılmasının ana garantisi ve arac ı olarak görmeye başladılar (The Economist, September 21 -27, 1991, s.84 ). Bu durum, u l uslararasılaşmakta olan, ama bu süreçte AGÜ'lcre çok daha olumsuz dış iktisadi koşullar sunan günümüzün dünya ekonomisinin, AGÜ'lerin ellerindeki mücadele araçlarının sayısını ne denli azalttığının çarpıcı bir göstergesi. Kendilerini "korumacık"la koruyamadıkları ölçüde, düşen mal fiyatlarına, gerileyen dış ticaret hadlerine, ticaret fazlaları vererek elde ettikleri ihracat gelirlerinin çok kritik önemde kısımlarını katlanan faiz yükü ve dış borçlar için gelişmiş ülkelere tran sfer etmek zorunda kalmalarına, GÜ'lerin büyüme ritmindeki istikrarsızlıktan dolayı son derece istikrarsızlaşan d ış ticaret gelirlerine, uluslararası mali piyasalarındaki istikrarsız lıklara dışa açıklıklarına paralel olarak artan ölçüde maruz kalmalarına rağmen serbest ticaretçi kesilerek ve bunu GÜ'lere kabul ettirmeye çalışarak "korunmaya"çalışı yorlar.
w
w
w
.s ol
ya
GATT ticaret g~rüşmeleri tıkandıkça, tic.ırctin çok-taran ılığı yerine ikame olarak korumacılık ( Healey 1991, s.37) ve bölgesel ticaret anlaşmaları özellik le GÜ'Jere daha cazip gelmeye başlıyor. 7-Büyükler zirveleri de ticaret alanında hep fiyasko ile bitiyor. İkili görüşme ler ise problemlerle dolu. Avrupa ve Amerikan basını bu konularda örneklerle dolu. Örneğin ABD ile Japonya arasındaki ithalatı serbestleştirme konusunda sürüp giden pazarlıklar her seferinde ABD'nin baskıları ve misilleme tehditleriyle bitiyor ve bir kısım alanı açabiliyor. ABD ile Japonya arasındaki sorun büyük ticaret açıkları ve açıkların bileşi mi yanında, çok daha öneml i bulunan, ABD ve Avrupa firmalarının sistematik olarak Japon temel endüstrilerinden ve tcknolojilcriııdeıı dışlanması ve Japon devletinin dev firmalarının liderliğini destekleyen politikalar uygulaması (Thc Economist, May 18, 199 1, s.15-6. Bu makale "Sağır Japonya ile Kör Amerika Karşı Karşıya" başlığını taşıyordu. Ayrıca bkz. The Economist, November 30, 1991, s. 126; Bergsten 1990, s.99). Japonya AT ile olan ticaretinde de artan fazlalar veriyor ve Avrupalı lar Japonlarla özellikle otomobil ve elektronikte "gönüllü ihracat kısıtlaması" uygulaması sürdürüyorlar. Japonlar ela durgunlukta korumacılık eğilimlerinin artmasından ve Avrupa Tek Pazarı'nın serbest girişi engelleyeceğinden korktukları için bu gönüllü sınırlamalara ABD piyasalarında da olduğu gibi "gönüllü" davranıyorlar (The Ecoııoınist, May 25, 199 1, s.77-8). GATT' ın başarısızlığının bugün 1930' ]arda o lduğu gibi gümrük tarifelerinin yükseltilmesi ile başlayan bir ticaret savaşına dönüşmesi ihtimali o dönemdeki kadar yüksek değil belki. Ama bu ihtimalin hiç de düşük olmadığına işaret eden
60
oldukça ciddi bir gösterge, aşağıda ele alınacak olan "bloklaşma" eğilimleri. Öte yandan bu ticaret savaş ının aç ık sıcak savaş yerine ·•gerilla savaş ı" biçiminde sürdüğünü söyleyenlere katılmamak da mümkün değil (bu tabir için bkz. Financial Timcs, July 8, 199 l, s.4). Bu savaş küçük küçük adımlarla korumacılı ğın her gün bir yenisi bulunan tarife dı şı yöntemlerle arttırılması stratejisi aracılığıyla sürdürülüyor. C.
Yabancı
Mülkiyette ve Emek Piyasasında
Korumacılık
ülkelerin dış ticaretten daha titiz korumacılık uyguladığı alanlar yabancı sermaye mülkiyeti, ama illil da ülkelerine insangücü göçü. Sermayenin uluslararasılaşmas ı ulusal s ınırlamalara doğrudan doğruya geli şmiş ülkelerde çarpıyor. Şimdi bu konulara biraz yakından bakalım.
.c o
m
Gelişmiş
w
.s ol y
ay
in
1989' da dünyada bir şirket sat ın al ınaları patlaması yaşandı. Buna paralel olarak devletler yabancıların bir ulusal firmada mülkiyetin belli bir oranında n fazlasını alabilmelerine üst sınırlar ve bazı duruml:..ırda resmi izin alma zorunluluğu getirdiler (Örneğin Fransa'da üst sını r %20). Bu önlemin olmad ı ğı durumda bile pek çok koruma aracı kullanılıyor. Bunlar arasında oy verme haklarına sınırlama, çift oy hakkı olan ulusal hisseler, oy hakkı olmayan hisseler, küçük bir gruba diğerlerinin hisselerini sat ın alma hakkı, bazı hissedarları dışlayarak sermaye arttırma hakkı. bazı firmaların i~tiraklerinin ana firmanın sermayesinin ancak belli bir oranına sahip olabilmesi hakkının ana firma tarafından tanınmas ı hakkı, iştiraklerin ana firmada oy hakkına sahip o l masının yasaklanması gibi sı nırlamalar bulunuyor. Ayrıca, bazı firmalar hisselerinin bir kısmını bankalara satıyorlar ve bankaların bazıları da dev let banka:-.ı veya devlet kontrolünde (Thc Economist, June 1, 1991, s.71). Halbuki AGÜ'den istenen bu konuda ekonomilerini iyice açmaları.
w
w
Hakim güçler mal ve sermaye dolaşımında çok liberal olsalar ve bunu savunsalar bile. ulusal otoritenin alanı olarak en kı s kançlıkla koruduklarıı alan emekgücünün serbest dolaşımına sın ırlama getirme gücü. Bu alanda globalleş meden sözetmek kesinlikle o lanak lı değil. l 980' 1erde i şg ücünde serbest dolaşım yerine sermayenin ucuz işgücü alanlarına taşınması tercih ed ilen strateji oldu. Son zamanlarda Avrupa'nın en büyük korkularından biri Avnıpa'ya göçmek için için fırsat kollayan Doğ u Avrupa lıl ar. ama özellikle de AGÜ'lerin insan ları. Bu insanlar Avrupa ülkelerine bir kez girince serbest do laş ım hakkına sahip olacaklar. O nedenle AT bu hakkı sadece üye ülkelerin vatandaşlarına tanımayı plan lı yor. Bir yandan da göç sayesinde ücretleri dlişürınek ve düşük tutmak mümkün oluyor ve beyin göçü sayesi nde ucuz ve kaliteli işgücünü bedavaya sağlamak mümkün oluyor. Bu alanı büyük bir dikkatle denetlemek bazı ülkelerin, özellikle ABD'nin, ucuz i şgücü ve kaliteli işgücü sağlama po litikası-
61
nın
temelini oluşturuyor. Ilu nedenle AJ3D son y ıllarda göçü epeyce gevşett i ve tarihinin yeni bir göçmen dalgasını yaşad ı (Thc Ecoııomist, June 1, 199 1, s.23) .
co m
Göçmen ler GÜ' ferin ekonomilerine ucuz i şgücü sağlamaları nedeniyle aynı zamanda GÜ'ler için top luml arın içinde en ciddi bölünmelerin kaynağını da oluşturuyor. Göçmenler bu toplumların en alt s ını flarını meydana getiriyorlar ve toplum ırk, etnik gru p ve cinsiyet temelinde çok daha kesk in ay ırıınları yaratı yor. Göçe karşı tepkiler çok güçlü ırkçılık eğilim leri ortaya çıkarıyor. İktisadi krizler s ıras ında bu ayrıml ar büsbütün güçle ni yor. Bütün bu çelişkili nedenlerle devletler insangücü hareket lerini çok s ıkı deneli iyorlar ve sermaye ulu slararas ı laşırken emekgücünün hareke tliliğinin bu denli sık ı denetlenmesi sermayenin ve emekgücünün dağılımını kutuplaştırarak dünyadaki kut up laş mayı iyice derinleştiriyor (Amin 1991 ). Başka bi r i f"adeyle, diğer sermaye türleri uluslararasıla şırken, "değişir sermaye" çok s ı kı şek ilde ulusal tutulmaya çal ışı lıyor.
ülkelerde serbest iktisadi düLcn ı l e korumacılık bakım ından sermaye kesiminin iki yüzlülüğünü çok iyi yansı tan bir ara~t ı rına geçen y ılın ortasında yayınlandı. Bu araştırma dü nya sermaye çc\ relerinde en saygı n kurumlardan biri say ılan ABD'deki Harvard Ünivers itesi tarafından yayınlanan Harvard Busim~ss Rcvicw 'da yer ald ı. Çalışma 25 ülkeden 11,700 şirket yöneticisi arasında iş dünyasındaki deği şme ler konusundaki görü~leri saptama amacıyla yap ı lan bir anketin so nuçlarını sundu (aktaran , Thc Ecoııomist, May 1 1, 1991 ). Sonuçlar, iş d ünyasında serbest ekonominin başkaları tarafından uygulanmasını, ama kendileri bakımınd an korumac ılı ğın hakim olmasını, bu bakımdan serbest ticaret taleplerinin zayıf olduğun u ortaya koydu. Örneğ in, Amerikalıların %78' i, Almanların %95 ' i, Japonların %86's ı, İngi lizl erin %83' ü, ülkeler aras ındaki ticaretin serbest olmasını ve firma ların asgari düzeyde korunmas ını istediler. Öte yandan,ABD 'li yönetici lerin %60' ı devletlerin satıııa l malarında yerli firmaları tercih etmesini, %74' ü devletin firmalara ulu slararas ı başarı için akt if olarak yardım etmesini, %38' i yabancı ortak l ıklarda yabanc ı mülkiyet oranına s ınır getirilmesini, %25'i ise yüksek fiyat ödense bile ulusal firmaların korunmas ını istediler. Fransız ve lngiliz yöneticiler bu konularda en az ABD'liler kadar iki yüzlü idi. Almanlar ise karası zd ı. Güney Korelikrin %45' i serbest ticaret ve mi-
w
w w
.s
Geli ş miş
ol y
ay i
n.
Sermaye ve yüksek becerili işgücünün ulusl ararası hareketliliğinin daha yüksek olması sonucunda, yap ı sal uyarlanmaların yükü dünyada daha az hareketli olan en zayıf grupları ve toplumların üzerine biniyor. Ekonomiler ve özel1 likle onların içindeki baz ı g rup la rın ken dilerini büyük iktisadi zararlardan koruyamadığı sürece ve daha yüksek ge lirlilere bu yükler yüklenemediği sürece gelir bölüşümünün dünya çapında ve Lek tek ülkeler içinde bozulmas ı da kaçı nılmaz oluyor.
62
nimum korumaya taraftarken, %70' i yabancı sermaye ortaklık oran ının s ınırlan %78'i ödenecek fiyatlar daha yüksek olsa bile yerli firmaların korunmasını istediler. Japonların %99' u devlet alımlarında yerli firmaların tercih edil mesi gerektiğini söyled iler. Kı sacas ı , dünyanın en çok dış ticaret yapan ülkelerinde bile sermaye yöneticilerinin büyük çoğunluğu serbest ticareti kendilerinin mal satması bakımınd an istiyorlar ama her türlü ulusal ve devlet korumacıl ı ğına taraftarlar. Bu açıdan aynen kendi devletleri gibi düşünüyorlar. Hedeflenen düzen liberal bir dünya ekonomisi, mal ve ~crımıye hareketlerine müdahalelerin azaltılması, ama kendilerinin her zaman ge rektikçe kon trol uygu lamas ı (bkz. Kahler 1990, s.149). Bir iktisadi şok veya bir mali kriz bu eğilimleri daha da güçlendirici ş~kilde i~liyor. Kapital ist ekonomiler iktisadi dalgal:ınmalara ve krizlere sürekli olarak maruz kaldıkları için, ~özkonusu eğilimleri n derecesi konjonktüre! olarak değişse bile, nedenleri yapısal olarak sürekli yeniden ürüyor. D.
.c om
dırılmasın ı,
Bloklaşma
w w
.s ol
ya y
in
1929'daki aş ırı birikim krizi sırasında birbi rini izleyen kriz aşamalarında bloklar oluştu ve emperyalist güç ler kendi ar,ıl arında savaştı l ar. l 970' lerdeıı beri sürüklenen krizde ise bu kez sermaye birikimi krizleri global liberal izasyonla ve sermayenin uluslararasılaşmas ının ilerlemesiyle aş ıl maya çalışıldı. Öte yandan, sermayenin uluslararası l aşması blokların o l uşması na engel değil. Blok l arın oluşması sermaye mülkiyeti ile ilgili bir olgu deği l , görece kapalı, bölgesel ticaret ve ödeme ağlarının oluşmas ı ile ilgi li bir olgu. l3u da sermayenin hareketliliği önüne engeller kondu ğu anlamına gelir. Yukarıda görüld ü ğü gibi, sermayenin ulu s l ararası l aşması ile korumac ıl ık ve sermaye hareketlerini s ınırl ay ı cı pratikler beraberce ve çe li şkil i bir birlik içinde varolan ve varl ı k ları birbirini dışlamayan süreçler (bkz. Clarke 1988 , !>. 88, 92). Fakat dünya o l anaklarının ve iktisadi gücün bu denli eşit s i z dağıldığı koşullarda uluslararası ilişkilerde her ülkenin eşit katılma haklarına sahip o ldu ğu ~·ok-ıara l'lılı k gi ri ş im lerini n çok ilerleme kaydetmesi zaten beklenemez. Yarol aıı bu tür gi rişimle r de başarısızlığa uğ
w
radıkça blok laşma eğilimlerinin artması kaçınılınaL..
varsa bunun son uçl arını n ne olacağı yoğun tartı şmalara ve e ndi şelere yol açıyor. İ k i dünya savaşı arasın daki dönemde Sterlin Alanı, Fransız B irli ği, Mon roe Doktrini'ne göre davranan ABD bloklarının oluşnıa:-. ı ile bloklar arasındaki ticaret in asgariye inmesi, ve Almanya ve Japonya'nın bloklar dışında kalarak dünya savaşı nın patlamas ı ile ilgili anılar canlanıyo r, günümüzdeki duruml a sözkon usu dönem arasında karş ı laştırmalar yapan incelemel eri uyarı yo r. En çok soru lan soru da böy le bir durumun iktisadi konularda çatışma mı yoksa rekabe t ve uluslararası işbirliği nin sağlıklı bir birliğini mi ortaya çıkaracağı. Günümü zde dünyada
bloklaşma
olup
olmadığ ı ,
63
İkinci Dünya Savaşı'dan sonra oluşturulmaya çalışılan çok taraflı sistemin bugüne kadar ne ölçüde geli ştirildiği tartışılabilir ama, bu sistem bi le son zamanlarda 5-Büyükler, 7-Büyükler, dünya zirveleri ile epeyce parçalı durumda ve çok sayıda bölgesel işbirliği ve serbest ticaret alan ı anlaşmaları veya bunların girişimleri yapılıyor. Ticaret bloklarının oluşması elbelte bir-iki yıl içinde gerçekleşecek bir oluşum türü değil. 13clli bir birikimin zaman içinde oluşmas ı gerekir. Böyle bir birikimin olup olmadığı aşağıda inceleniyor.
Bellibaşlı
Bölgelerde Bölge-içi ve Bölge-dışı Ticaret
ol y
Tablo 12 :
ay i
n.
co m
Tabl o 12'de görüldüğü gibi , l 988'de birinci bölge ile üçüncü bölge neredeyse eşit büyüklükle, ikincisi ise iki sinin loplaırnııdan daha büyük idi. Hepsi birden dünya ticaretinin %85'iııi gerçekleştiriyordu. Bu oran l 980'de %75 idi. Bölge-içi ticaret Amerika ve özelikle Avrupa'da gerçekten yüksek. AT'nin bir iktisadi blok o lduğu elbette hiç tartışma götürmez (bkz. Cocks 1980). Uzak Doğu'da ise bölgeselleşme oranı daha düşük ve artma eğilimi de göstermiyor ama hiç de küçümsenecek boyutta değil. Fakat bütün dünya bakımından , bölgeler-içi ticaretin dünya ticaretinin içindeki payı l 980'de % 41 'den l 988'de %48'e çıktı ( veri lerUNCTAD 199lb, s.2'dcn). Bu rakam payda %17 düzeyinde bir artış anlamına geliyordu.
(Toplam
ihracatın
.s
Bölgeler Amerika -Kuzey ve Latin -Bölge-içi
w w
-Bölge-dışı
Toplam ihracat(milyon $)
%si Olarak ) 1973
1980
1985
~
47.3 52.7 129
4ö.7 53.3 405
52.7 47.3 421
48.1 51.9 559
68.5 35.1 260
67.5 32.5 816
65.2 34.8 779
7 1.3 29.7 1,268
33.3 66.7 69
32.7 67.3 272
29.6 70.4 348
3 1. J 68.9 575
Batı
w
Avrupa-AT ve EFTA -Bölge-içi -B ölge-dışı
Toplam
ihracat(ınilyon
$)
Japonya ve O.Doğu Asya* -Bölge-içi -B ölge-dış ı
Toplam
ihra cat(ıni lyon
$)
*Hong Kong, Endonezya, Malezya, Güney Kore, Singapur, Tayvan, Tayland.
Kaynak: UNCTAD 1991a, s.72.
64
.s o
ly
ay
in .c
om
Benzer rakamları daha sonraki yı ll ar için elde edemesek bi le, o zamandan beri olan gelişmelerin bölgesel ticareti arttırma yönünde çalıştığını söyleyebiliriz. 1992'de yürürlüğe girecek olan Avrupa Tek Pazarı üye ekonomilerin entegrasyonunu büsbütün ilerletecek. Avrupa Komisyonu'nun yaptırdığı bir araştır maya göre, pazarın bütünleşmesi ve ticaret engellerin in kaldırılması sonucunda hemen her sektörde ithalat azalacak (aktaran, Bergsten 1990, s. 100). AT ülkelerinin bölgesel anlaşmalara katılmayan ülkelere uyguladığı tarife dışı sın ırla malar, özellikle tekstil ve giyimde uyguladığı miktar kotaları, gönüllü ihracat sı nırlandırmaları, anti-damping uygulamaları bugün l 980'dekinden çok daha yüksek. Bir başka gösterge olarak, Almanya' nın dış ticaretinde AT'nin payı l 980'lerin sonlarında %62' ye çıkmıştı (The Economist, November 30, 1991, s.35). AT'de iktisadi iç bütünl eşme sadece ticaret alanında değil, l 979'da Avrupa Para Sistemi (EMS) kurulduğundan beri para alanında da ilerliyor. Bu sistemin amacı özellikle Bretton Woods sistemi çöktükten sonra ve ABD'nin para politikası ulu s lararas ı para sistemi ni aşırı oynak ve i stikrars ı z kıldıktan sonra, enflasyona karşı korunmak ve Avrupa içi ticareti teşv ik etmekti. Avrupa Para Sistemi'nin parçası olan Döviz Kuru Mekanizması (ERM) ise, üye devletlerin paralarının birbirine karş ı değ iş me lerini dar bir aralık içinde tutmayı amaçlıyor; böylece tek tek ülkeler kendi enflasyon hadlerini bağıms ı zca seçemiyorlar; artan maliyetlerini örneğin serbestçe yapacakları bir devalüasyo nla telafi edemiyorlar; onun yerine örneğin ücret sın ırlam as ı, daha yüksek verimlilik artış ı gibi yollar izlemek durumunda kalı yorlar. Bu ortak para politikasını esas olarak Almanya'nın para politikası belirliyor (Thc Econoınist, Novenıber 30, 1991 , s.35). İktisadi bütünleşme yanında, AT entegrasyon u dış politika, güvenlik politikası ve nihai olarak savunma polit ikası alanlarına da yaymak istiyor.
w
w
w
Kanada -Amerika Birleşik Devletleri Serbest Ticaret Anlaşması'nın etkilerini tartışmak için henüz erken; çünkü pazarl ıklar iki yıl önce bitti ve tam olarak uygulamaya 1998 yılında geçilecek. Kanada ' nın as ıl amacı ABD'nin uyguladı ğı tarife-dışı, misilleme, aci l durum korumas ı gibi sınırlama l arı aşmaktı. Yoksa zaten bu iki ülke aras ındaki ticaretin %80' i gü mrüksüz yapılıyordu. Bu anlaş manın uzantısı o larak, ABD "Entcrprises for the American Initiative" adını verdiğ i bir girişiml e bütün Amerika kıtas ında ticaret ilişki l erini gelişti rme amacını açıkladı. Bu bağlamda Meksika ile ABD aras ında görüşmeler sürdürülüyor ve bu giri ş im bir serbest ticaret bölgesi kurmayı am aç lı yor. Doğu
Asya ülkeleri son derece hı zlı büyüyerek 1965-88 aras ında dünya üretimi içindeki paylarını %5 'den %20' ye, dün ya sanayi malı üretimi içindeki paylarını da %10'dan %23 'e çı kardılar. 1980'lerin sonunda dört yen i sanayileşen ünlü ülke üçüncü dünya ülkelerinin sanayi ınalı ihracatının yarısını gerçekleştirdi . Bu bölgede "Güney Doğ u Asya Ulusları Birliği" çerçevesinde daha ya-
65
kın
iktisadi ilişkiler geliştirildi. Yeni bir "Asya-Pasifik İkti sadi İşbirliği Grubu"nun bakanlar düzeyinde yapılan y ıllık toplantıları başladı ve bu olu ş um bir ölçüde OECD'ye benziyor. Grubun üyeleri Japonya, ABD ve diğer on Pasifik Havzası ülkesi. Çok yeni haberlere göre, bu bölgede bloklaş ma eğilimleri Japon yeninin giderek daha büyük ölçüde rezerv para olarak tutulması ile beraber güçleniyor.
ol
ya
yi
n. co
m
Serbest ticaret bölgeleri veya bloklarını o lu şturan anlaşmalar dışında kalan ülkeler arasında ve AGÜ'ler arasında da benzer yapıları oluşturmak üzere girişimler ortaya ç ı kıyor. Çünkü b l ok l aşma kenJi içine kapalılık anlamına gelmese de bloklara dahil olmayan AGÜ'lerin daha da ıııaıjiııalleşmesi anlamına gelecek. Zaten bu yüzden AGÜ'ler GATI pazarlıklarında bu denl i hevesliler ve çok-taraflılığı savunuyorlar. Ama çok-taraf"lılığın çok ilerleme kaydetmemesi karşısında onlar da bölgesel işbirli ğ i olanakları arıyor. Zaten Latin Amerika'da epeydir varolan fakat pek i şlemeyen dört ticaret grubu var: And Paktı Ülkeleri, Orta Amerika Ortak Pazarı, Karayipler Ortak Pazarı, Latin Amerika Bütünleş me Birliği. Bunun dış ı nda Türkiye'nin giri ~iıııini yaptığı ''Karadeni z Ekonomik İşb i rliği Bölgesi" kurulm;ıs ı için ilk resmi adımlar atıldı. Temmuz 199 1'de Ki.iba da dahil 19 Latin Amerika ülkesi ile İspanya ve Portekiz'in devlet başkanları Gudalajara Zirvesi'nde i şbi rliği için toplanJılar. YJyınlanan deklarasyonda AGÜ' lerin adi l olmayan dünya piyasaları karşısında yoksulluk ve teknolojik gerilikle mücadele için ortaklık arayışı -içine girdik leri vurgu lanıyordu.
w
w
.s
Bugün bloklaşma eğilim l erinin ve oluşumlarının üç blok yaratma ve bunlar arasında rekabeti tehlikeli biçimde aı1tırına potansiyelinin olduğu, bu tür bir rekabetin tek tek ülkeler arasındaki kıran kırana rl!kabetten daha tehlikeli sonuçlar doğurabi l eceği yayg ı n kabul gören bir görii~ (Örneğin bkz. Thc Economist, September ~8 . 199 1, s.21-24; Bergsten 1990, s.99- 103; Streeten 199 1, s.1 3 1; Kahler 1990, s. 150; UNCTAD 1991 a, s.71-2).
w
Öte yandan, bloklaşma olsa bile, bu blokların dı~layıcı stı"ateji izlemek yerine global düzenin bir parçası olarak davranmaları durumunda çok-taraflılı ğı n bir ara adımı olabileceklerine dair yorumlar da yapılıyor. Bu yorumu yapanl ar u luslararası işbirliğ inin organizasyonunun bir süper güç, bir güç lüler ittifakı , veya çok- taraflı uluslararas ı örgütlenmeler tarafından yap ı labileceği konusunda farklı görüşlere sahipler. Dolayı s ıy l a, uluslararas ı i~bi rli ği tartışmaları mutlaka emperyalist biçimleri dışlayan bir çerçeveye sahip olmak zorunda değil. Zaten uluşlararas ılaşma derecesinin bu de nli ilerl ed i ği bir dünyada, kutuplaşma eğ i limleri yanında, bu kutuplaşmaların teh likelerini hafifletmek ve uluslararası kapitalist ekonomiyi yönetebilmek için uluslararası i~birliği eğilimleri de olacaktır. Bugün bu i şbirliğinin örgütlemesini süper emperyalist gücü yıpranırnş ABD
66
gerçekleştirememektedir. Ama onun yerine alacak bir süper güç de, Japonya ve Almanya gibi iki muhtemel adayın yükseliyor olmas ına rağmen, henüz tam olarak ortaya ç ıkmamışsa, dünyanın, blokla~ınalar, yükselen emperyal ist güçleri arasında pazarlıklar, tek tek ülkeler tara fından ko ruıııacılık çabaları, emperyalist rekabet, ve ekonomik istikrarsızlıkları azaltmak için girişimlerin tümüne aynı anda sahne olması doğaldır.
incelenen dünya koş ullarındaki eşitsizlikler aç ıkça ortaya ki, yeni oluşumların yönü az sayıda emperyali st gücün kendi <!ralarında benzer güçlü lükle kurdukları "ülıra eıııperyalizın" ile e mperyalist rekabet arasında gidip gelmektedir, ve daha ağır basan eğilim emperyalist rekabettir. Bugünün dünyasında daha az ge li şmiş kapitalist ülkelerin hepsi on y ıl öncesine göre dünya koşullarını etkileme bakımından çok daha zay ı ftır ve koşullar karşısında çok daha kırılgandı r. Kapitalist dünya ekonomisinin organ izasyonu ve düzenlenmesi bakıınından, ültra emperyalizm ya da emperyalist rekabet alternatiflerinin kendi başına süper emperyalizmden daha istikrarlı ol mayacağını yaşanan tarisel deneyimler gösterınişrir. Günümüzde kapitalist dünya düzeninin istikrarı için elimizde bir süper emperyalist gücün yükselip iş leri çekip çevirmesi için dua etmekten başka çare kalmadı mı!? Fakat
yukarıda
ya
yi
n. co
m
koymaktadır
SONUÇ
ol
Son bi rkaç yıl iktisadi büyümenin ve dünya ticaretindeki artı ş ın gerilediği Sermaye üretken yat ı rımlar yerine daha çok speklilatif yat ırı mlara ve şir ket satınalınalara gidiyor ve kapitalist sisteme canlılık getirme potansiyeli taşı yan bir ge li şme olamıyor. Aşırı birikim krizleri, pazar payları krizleri, orantısız lık krizleri ve mal i istikrarsızlık gibi ciddi sorunlar çözülemeden sürüklenip gidiyor.
w
.s
y ıllar.
w
w
Bu sorunlar ABD'nin kapitalist dünya ekonomisini örgüt ley ici ve düzenleyici süper emperyalist gücünün özellikle ikti sadi bakımdan cidd i aşınmalara uğ radığı , hatta kaybolduğu, ama askeri bakımdan lıfıla sü rdüğü bir dönemde yaşa nıyor. Günümüzde bu tür bir eınıx:ryalist dünya l iderli ği fonksiyonlarının tümünü yüklenecek yen i bir s(iper güç en azıııdaıı şinıdilik ortaya ç ıkmış değil. Bazı tek tek fonksiyonlar Japonya, Almanya ve AT gibi güçler bakımından eş i t siz bir ge li şme içinde kı s men veya tümüyle yerine get iriliyor olsa da hepsi tek bir güçte top lanmıyor. Bu durum dünyada üretici güçlerin dağılım ı ile, pazar kontrolü, siyasi ve askeri güç dağ ıl ım ı arasımla dengesiz lik yarat ı yor ve dünya liderli ğinde ortaya ç ıkan koordinasyon bo~luğu çelişkil i eğ ilimler doğuruyor. Bu
eğilimlerden
biri, sermayenin
ulushırarasıla~ınasının kapsamının
ve ni-
67
n.
co m
teliğinin derinleşmesi ile beraber iktisadi ili~kilcrdc çok-taraflılığın artması. Fakat piyasalar ne kadar uluslararasılaşmış olursa obun , h:11il bölünmüş, parçalanmış ulusal devletler ve siyasi otoritelerle ve ulu sal devletlerin halkları ile karşı karşıyalar. Bu nedenle de dünya ekonomisini yönetmek ve istikrarını sağlamak amac ıyla güçlü ülkeler arasında koordinasyon ve i şb irliği eğilimleri mevcut. Ama bu eğilimlerin yanında korumacılık , bloklaşmalar ve muazzam uluslararası eşitsizliklerin daha da artması eğilimlerinin varlığı çatışmaları arttırıyor ve derinleştiriyor. Bugünün koşullarında uluslarara~ı işbirliği tek tek devletlerin ve bunun yanında toplumların belli kesimlerinin ciddi fedakarlıkları ve kayıpları karşılı ğında sağlanabiliyor. Sermayenin uluslararas ılaşması ile beraber iktisadi liberalizasyon yanında, korumacılık, bloklaşma ve pazar paylaşımı mücadelesi gibi iki eğilim aslında birbirinin sonucu olarak ve diyalektik bütünlük içinde ortaya çıkan gelişmeler. Sermayenin uluslararasılaşması ulusları ve ulusal sın ırlar içinde kalan sermayeleri, halk kesimlerini farklı biçimde etkiliyor ve bunu ilerletme ve bundan korunma yönünde iç mücadelelere yol açıyor. Özellikle iktisadi kriz koşullarında bu mücadeleler yoğunl<ı)ıyor.
w
w
w
.s ol ya
yi
Bugünün dünyasında eşitsiz gelişme eğiliıııleri yükseliyor ve gelişmiş kapital ist ülkeler ile daha az geli şmiş kapital ist ülkeler arasındaki uçurum büsbütün büyüyor. Dünya kaynaklarının beşte dördü dünya nüfusunun beşte birinden azını barınd ıran gelişmiş kapitalist ülkeler tarafından kullanılıyor. Azgelişmiş ülkeler ise üzerinde pek az kontrole sahip oldukları ulus lararası piyasalara giderek daha büyük oranda açılıyorlar ve oluııısuz etki lere karşı tümüyle korumasız durumda kalıyorlar. Buna karşılık, dünya nüfu sunun beşte dördün ün geçimini ve yaşamını bir şekilde sağlamak zorundalar. 1970' !erde büyük olmasa da AGÜ'ler lehine kaydedilmiş bazı gelişmeler I980' !erden beri sistematik olarak yitirilmiş ve trendler 1970 öncesi dönemdekilere dönmOş durumda Hem de AGÜ'ler bu duruma can larını dişlerine takarak, geniş halk kesimlerinin yaşam düzeyini düşürerek, tüketimlerinden, devlet hiznıetl e rinden kısıp tasarrunarını, yatırımlarını, sanayileşmelerini, dışa açıklıklarını arttırmak, dış ticaret fazlası vererek düştüler. Ama bu fedakarlıklar esas olarak, düşen dış ticaret hadlerini, mal fiyatlarını, durmadan yükselen faiz hadlerinin kat kat arttı rdığ ı dış borç ödemelerini ve benzerlerini tel afi etmeye yetmedi. Buna ek olarak, AGÜ'Jer artık bir "Üçüncü Dünya" yerine, kendi içindeki farklı l ıkların ciddi olarak arttığı ve bu nedenle artık adına "Güney" denen çok say ıda ülke gruplarından oluşuyor. Yukarıda
sözü ~dilen iki önemli eğilim nedeniyle, yani, ABD'nin süper emperyalist gücünün gitmesi ve onu n yerini bir başkasının almamas ı ve GÜ'ler ile AGÜ'ler arasındaki farkın artmas ı gibi iki nedenle, kapitalist dünya ekonomisi içindeki çatışma potansiyeli yükseliyor. Çünkü, gelişmiş kapitalist güçler arasında yükselen ve süper emperyalist güç o lmak veya bu güce ağırlıklarını
68
koyarak ortak olmak isteyen emperyalist rakipler var; ge lişmiş kapitalist ülkeler ile daha az gelişmiş kapitalist ülkeler gru pları arasındaki uçurum açılmış durumda; daha az geli şmiş kapitali st ülkeler i::.c liberalleşerek sermayenin uluslararasılaşması sürecine daha çok entegre olmak, gl! li şmiş ülkelerin pazarlarına girebilmek ve bu sayede dış borçlarını ödeyebilmek için fiyat kırarak, ücretlerinin düzeyini düşürerek, devlet hizmetlerini kı ::.arak, gelir dağılımını müthiş bozarak, yatırımlarından feda ederek birbirleriyle kıyas ı ya rekabet etmek zorunluluğu gibi bir köşeye sıkıştırı lmı ş durumdalar.
w
w
.s
ol
ya
yi
n. co
m
Bütün bu rekabet ve parçalanma eğil i mleri arasında, bütün ulusların eşit karar gücü ile, adaletl i bir güç paylaş ımı ile dünyay ı i şbi rli ği içinde yönetmesini öngören "Yeni Dünya Düzen i"nin koşu lları nı n varolmad ı ğı aç ıkça ortaya çı kıyor. Bunun yerine, yükselen ve yüksek cmpl!ryali::.t güç ler arasındaki ilişkiler ise ahenkli bi r işbirliği ve koordinasyona dayanan "ültra emperyalist" itti faktan çok "emperyalist rekabet" eğilimlerinin ağır bast ı ğını gösteriyor. Öte yandan, kapitalist dünya ekonomisinin yönetimi ve di.iLcnlenrncsi için herhangi bir etkili ulu slararası kooperasyon , ABD, Japonya ve Avrupa Topluluğu, bunun içinde de özellikle Almanya gibi üç büyük gücüıı ortak liderliği olmadan , yan i ültra emperyalist bir liderlik, yani görece özerk emperyalist ülkelerin hakim koalisyonu gerçekl eşti rilemeden sağlanamayacak ( uluslararas ı işbi rli ğ i eği limleri ve o lanaklarının tartışılm as ı için bkz. Gill 1990). Fakat böyle bir ittifakın kurulabilmesi ve sürdürülebi lmesi için ortakLır arasındaki ittifakı korumanın ve sürdürmenin sağ ladığ ı çıkarların çatı~nutlar;.ı baskın çık ması gerekir. Korumacılık eği liml eri, bloklaşma eğilimbi, geli~miş ülh:lcrdeki blitçe açık l a rı, fiili ve potansiyel yüksek faiz hadleri, ABD'nin dış ti c~lre t açıkları ve mali kuruml arının zay ıflığı, çok- tarafl ı tıcaret gö rü şmelerindeki tıkanıklık gibi birçok nede n, böyle bir ültra emperyalist itti fak ın istikrarı ihtimalini aza l t ı yo r (bkz. Hoffman 1990, si 16).
w
Bu dünya düzcninın azgcli~miş ülkeleri kapsayıp koru yan ve gözeten bir "Yeni Dünya Düzeni" o l madığı açık. 1980'krdcn beri ilerleyen süreç içinde sermayenin uluslararas ılaşmasının derinleşmesi ve liberal leş me sonucunda ortaya çıkan "yeni" dünya düzenini nitelemliren tcı ııel ilişkiler dizisi olarak emperyalizm, İkinci Dünya Savaşı sonras ı dö ııeındekinde ıı bile daha güç lü benzer değerlendirmeler için bkz. Patnaık 1991; Sweezy 1991; Halliday 1988, 1990; Bienefcld 1989). Bu dünya düzeni hilla azge l i~nıiş ülke lerin kurtul u şu için onlara daha çok liberalleşme , daha çok dışa aç ıl ına, daha az kamu hizmeti, daha az sosyal güvence ve koruma öneriyor, Uruguay ticaret liberalizasyonu görüşmele rinin tamamlanmas ının onlar için en büyük yardım ve kurtulu ş oldu ğunu söy lüyor (bunun e n aç ık ifadesi için bkz. Wo rld Ba nk 199 1). Fakat AGÜ'lere biraz daha fazla borç verme ve biraz daha fazla pazar açma gibi zaten onlardan kay-
69
co m
nak aktaran "ödüller" karşılığında öne rilen ge li şme biçiminin temel amacı bu ülkelerin yerel gereksinimlerini karşılamayı değ il, dünya sermaye hareketlerinin ve piyasalarının gereksinimlerini karşılamay ı önplana ç ıkaran bir biçim. Bugünün dünyasında, AGÜ'lerin "bağımsız, özgücc dayalı", ulu sal kaynakları üzerinde kontrole sahip olabilme, son derece istikrarsız ulu slararası piyasaların çalkantılarından belli ölçüde korunabilme, planlanmış ikisadi ve sosyal hedcnere ul aşma stratejisini para, faiz, döviz kuru, vergi, devlet harcaması gibi politika araçlarını buna uygun kullanarak uy3ulayabil me gücüne demokratik denetim mekanizmaları içinde sahip olabilme, ülkeler arasında daha eşitlikçi temcide politika koordinasyonu mekan i zmalarına katılabilme şansı 1970'1cre göre çok daha dü şüktür.
KAYNAKLAR Sı okes ,
B.( 199 1),
"Tlıc
Ycar Tl11.: Worlu
Vol.70, No.1. s. 160- 178. S anıir
( 1991 ), "A Worlu in Chaos".
Foıokupi. l b~ılıııaıııış
ay i
- Amin,
E<.:uııoıny
Turncd",
n.
- Aho, C.M.,
ol y
Ecoııoıııy
Alkr ılıc Cold
Affairs,
makale.
- Andreff, Wlad inıi r (198-t). "Thc lıııcrnaıiona l Ccıııraliı. :.ııiuıı of Cariıal World Capiıalism", Cupital aııd Class, No.22, Spriııg. s.58-80. - Bcrgstcn, Frcd C. (1990). "Thc \Vorld
Forcigıı
W:ır",
aııd ıhc
Reordering of
Forcign Affairs, Yol.69.
No.3, Summcr. s.96-1 12. - Bienefeld,
Maııl'rcd
(1989), "Thc
L csson~
uf lli s ıo ry
a ıı u ılıc
D.:vc.:loping World",
l\ Iontlıly
Re-
.s
view, Vol.4 1, No.3. J uly-Augusı. s.9-..J 1. - Clarke, Simon ( 1988), aııd
Class, No.36,
w w
tal
"Ovc.:r;ıc<.:uıııulaıioıı . Wiıııcr.
Pc.:ıc.:r
(1980), "Towards a
w
gaııization, V cıl.34,
No. 1.
Diıııc nsioııs
by Ralph - Glyn,
ıhc Rc.: gulaıiun Aprro::ıdı",
Marxisı
of
ılıc.: Sıo<.:k
Thc.:ory uf Europc;ııı aııd
and Lc.:o
( 1988), "Thc
Ca pi-
Market Crash", Capital and
J ıııcgraıioıı". lnt crırntioııal
Or-
Class, No.>-t. Spring. s.33-45.
" l nıc.:l l cc:ıuals uııd Tran sıı:ııional C:ıpiıal'',
Milibaııd
Aııdrew
and
Winıc.:r.
- Frccman, All an ( 1988). '1'he Cra~h", Capital
- Gill, Stcphcn ( 1990),
Sırugglc
s. 59-92.
- Coaklc.:y. Jc.:rry (1988). "lntc.:rnaıioııal Class, No.3-t, Spriııg. s. 16-21. - Cocks.
Class
Paııiı1.:h.
Cra~h
Thc.:
und Real
Mcrliıı
Socialist lh·gistcr 1990.
Ediıcd
Prc.:ss. London. s.290-31 O.
C:ıpiıa l Acrnıııul:ııioıı'',
Capital a nd Class, No.34,
Spring. s.21-24. - Grahl, Joh n ( 1988), '1'hc.: Stock Market Crash No.34, Spring. s.24-32. - Halliday, Frc.:d ( 1988), "Sc.:lf-Rc liancc in s.47-55.
70
ıhc.:
aııd ılıc.:
Role.: ur ıhc.:
Do llaı"'.
Capital and Class.
1980s". l\lonthly Rl.'vicw, Vol.39, No.9, February.
- H :ılliday. F red ( 1990), "The Ends of Colu War", Ncw Lcft Rc\'icw, No.180. March/April. s.523. - Hcalcy. Denis ( 1991), "Savaşın Ardından Kanlı Meıhaha" (çev. Erdem Bi rgü l), Birikim 26. Haziran. s.36-38 - Hoffınann,Stan ley ( 1990). ''A New World anu lts Troulılı.:s". Forc igrı Affa irs, Vol.69. No.4. Fai l. s. 11 5-122. - IM F ( 1991 ). lntcrnational Monctary Fund, W orld Ernıı oıııiı.: Outlook. Washington. D.C .. May. - Kahler, M iles ( 1990). "T he lnternational Political Ernııonıy". Forcigıı Affairs, Vo.69, No.-1 .
co m
Fail. s.1 39- 15 1 - Kcnm:dy. Paul ( 1990), Ilüy ük G ü çlerin Yükscli.'j ve Ç iikii.'j lcri. (Çeviren. 13irtanc K aranakçı). T ürki ye i ş Ban kas ı Kültür Yayın l arı, Ankara.
- Mayer. Toın ( 1991 ). " l nıpcrialism and the Gulf \Var''. l\ l o ııthl y Ikvicw, Vol.4'.!. No. 11, April 199 1. s.1-11.
in .
- Monthly Review ( 1989). "Review of the Montlı: A New Stage ol' Capitalisııı Ahcad?". l\lonthly R cvicw, Vol.41. No. 1. f\'lay. s. 1- 15.
- Morss. Elliott R. ( 1991 ). 'The New Glolı;ıl Playcrs: 1low They Coıııpetc ;ıııd Collaboratc".
ya y
W orld Ocvclopmcnt , Yol. 19. No. I. January. s.55·6-l. - Patnaik. Prabhat( 199 1), "E ııı pcryalizım: Ne Oklu'!".
Oüıı ) :.ı
Solu,
Sayı:7,
Bahar-Yaz. s.29-32.
- Rowthorn, Bob ( 197 1). ' ' l nıpe ri alisııı in t lıc Seveııties-Uııity or Rivalry?", Ncw Lcft Rcvicw , 69.
Septeıııber/Oct oher.
s.31-54.
Ttirkı;esi: " Y ctnıi~li Yıllarda Eınpcryaliznı
ol
kabct mi?- 13ob Rowt horn, K apitalizm, Çcli.'jki
\' C
- Bi rlik mi Rc-
Eıı11 :ısyoıı içinue. Birey ve T oplum Ya-
yı nları, Ankara, 1985, s.30-51 (Çcl'iren C. Günay) S treeleıı,
Paul ( 199 1), "Global Prospects in
.s
-
aıı l nteruepeııdeııt
World", World Ocvclo pmcnt,
Vol.1 9. No.1. January. s.121-113.
w
- Swee1.y, Pau l.M. ( 199 1), "Wlıat's New in ıhı.: Wurld Order'?". l\l o ıı t hl y R cvi cw, Vol.43, No.2, J unc. s. 1-4.
w
- UNCTAD ( 1990). Unileu Nations Conl'en:nce o n Trauc aııu Developıııenl. Tr:ı dc ıı nd Oc~·clop·
w
mcnt Rcport 1990. United Natiuns. New Yurk. - UNCT AD ( l 991 a), Uniı..:d Nations Conferencc on Traue anu Devdopıııenı. Tnıdc a nd Ocvclo pmcn t Rcpo r t 1991. United Nations , New Yurk.
- UNCT AD ( 1991 b).
Uniıcd Naıions
Conferenc.:e on Trade and
Dı.:ve l opmenl, 11:.ıııdbook
of In-
tcrna ti onal Tr:ıdc a ııd Dc \'clo pııı c nt S ta tis tics 1990. Uııiı.:u Nuıions. New York. - Will i aıııso n . kl'frey.G.( 199 1). " Prud u c.: t iviıy aııd Aırn.:ric.:aıı Leadcrship: A Review A rt icl ı.:" , J ournal of Eco n o nıic Li tcra turc, Vo l. XXIX (f\.larch 199 1), s.51-68. - World Ban k (1982), World O c Yc lopnı c nt Rcport 1982. Oxl'ord Universiıy Press, New York. - W orld Bunk ( 1990). World O c vcl o pm c ııt R cport 1990. Oxl'ord University Prcss. New York. - World Bank ( 199 1), W o rld Dc vclopıııc nt fü·port 1991. Oxlord Univcrsiıy Press, New Yo rk.
71
Globalizm, Milliyetçilik, Enternasyonalizm Bir Uluslararası Demokrasi Programı İç in Öneriler
n. co
m
Sungur SA VRAN
w
.s
ol
ya
yi
Marx ... enternasyo11aliz111i11 ve sosyali::.m iıı temel ilkesini ileri sürmüştür: özetle, başka 11/ııslcırı ez.en bir ıılııswı özgür olamayacağını söylemiştir... Kiiçiik ulııs/arı11 ayrılmasının iiropik ve olanok dışı olduğt111u ve yalnızca eko110111ik merkezileşmenin değil politik merkezileşmenin de ilerici oldtığwıtı lıaykıraıı sermayenin öziirciilerinden farklı olarak, Marx, politik nıerkezileşmenin emperyalist olmadığı takdirde ilerici olabileceğini ve ulusların zora dayalı biçimde değil, bütün ülkelerin proleterlerinin özgür birleşmesi temelinde bir arayagelmesi gerektiğini ancak bıı temelde savtınabilirdi.
Lenin
1
w
w
Dünyada ve Türkiye'de burjuvazi neden Marx'la flört ed iyor? ABD finan s kapitalinin baş sözcüsü Wall Strcct Journal neden Marx'ı göklere ç ıkarı yor ? Türkiye sermayesinin iç haberleşme bülteni gibi çalışan Panorama dergisi neden kapağına "Marx haklı ç ıktı " diye başlık at ı yor ? İshak Alaton, Halil Bezmen ve başka kapitalistler neden "Marx ölmedi , yaş ıyor. Hem de capcanlı olarak" diyorlar ? 2 Kendini burjuvazinin akı l hocalığına tayin eden Şahin Alpay neden Marx'ı "19. ve 20. yüzyılların en önemli sosyal bilimcisi" ilan ediyor? 3 Elbette herşeyden önce Marx'ı evcil leştirmek için. Bürokratik işçi devletlerinin birbiri ardına çöküşü dolayısıyla dünya çapında büyük bir ideolojik darbe yemiş olan komünizmin prestiji tarihindeki en alt noktaya düşmüşke n, burjuvazinin sözcüleri Marx'ı komünizmden kopartarak salt bir düşüni.ir sıfatı y l a kendi dünyalarına kabul etmeye hazır o lduklarını ilan ediyorlar. Ama bunun koşulu,
72
Marx'ın
bilim adamlığın ı devrimciliğinde n ayırmak, birincisine vize verirken ikincisini tarihin karanlık l arına gömmek. Her zaman o ldu ğu gibi bu ideolojik cerrahide en bilinçli rol eski Marksi stlere düşüyor. Örneğin Şahin Alpay açık açık şunu yazıyor: "Marx'ı değerle ndirirken herhalde bi lim adam ı ve siyaset adamı olarak Marx'ı birbirinden ayırmak gerek iyor." Kı sacası , burjuvazi sakalları kesilmiş bir Marx'ı salonlarına kabule haz ırl anıyor. 4
m
Ama bu genel cerrahi operasyonun yanısıra. buıjuvazinin Marx'la bugünlerde flörte baş lamasının daha özel bir nedeni ele var. Bu nedeni keşfedebilmek için, Panorama dergisinin sözkonusu sayı sında Komiinist Manifesto'dan aktardığı pasajı buraya almak yararlı olacak:
w
w w
.s
ol ya y
kazandırmıştır.
in .c o
Burjuvazi, bütün ülkelerdeki ün:tiııı ve tüketime kozmopolit bir niteSanayinin Ülerinde d urduğu ulusal zem ini ayaklarının altından çekip alarak gericileri büyük bir yasa boğmuştur. Niced ir süregelen bütün ulusal sanay iler yık ılm ı~tır ya da günden güne yık ılm aktadır. Bunların yerini, kurulmaları bütün uygar uluslar için bir ölüm kalım sorunu haline gelen yeni sanayiler... ürünleri yalı111.ca ülke içinde değil, ay nı zamanda dünyan ın dört hir yanında tükctilcn sanayiler almaktad ı r. Ülke içinde üretilen ma ll arın k :ır~ıl:ıyabihxcğ i eski ihtiyaçların yerini, uzak ülke ve yörelerin ürünlerini Loruıı lu kılan ye ni ihti y açların ;.ıldığı gö rülmektedir. Eski yerel ve ulusal içe kapanıl-..lığııı ve kendi kendine yeterliliğin yerini, çok yön lü ili ~kil er ve ulusların cvrcnsel karşılıl-..lıbağıın lılı ğ ı almaktadır. Üstelik yalnızca maddi üretimdc değil dü)linsel üretimde de. Tek tek ulusların yaratt ı ğ ı düşünsel ürünler herkesin ortak malı olmaktadır . Ulusal tek yanlılık ve dar kafalılık her geçen gü n biraL daha olanaksız l aşınaktadır.. . Burjuvazi bütün üretim araç l a rının hızl a ge li ş m es i ve haberleşme araç la rının son dcrece yetkiıılc~ım.:s i sonucunda, bü tün ulusları , hatta en barbarlarını bile, uygarlı ğı n bağrına çekiyor. Burjuvazinin mallarının ucuz fiyatları, hütün Çi n scu l criııi yc rl e bir eden ve barbarla rın yabancı lara k:ırşıduyduğu inatı;ı ncfn.:tı ıorla diı.c getiren ağır toplarc.!ır ... 5 lik
Panorama dergi sinin, değerl i sayfal ar ını Komiiııist Maııircsto'da n alınmı ş bir pasaja ayırmas ının sırrı , derg i yöııeriıniııin sözkonusu pasajın iizerine koyduğu üstbaşlıkla kendini ele veriyor: " 150 y ıl öncesinden 'globalleşme'". Derginin fikrini sordu ğu kapitalistlerde n Halil Bezmen de heyecan içinde: "Marx'ın öngördüğü globalleşme, bugün herkesin hemfikir olduğu bir olgu . .Marx haklı çıktı, öngörüleri gerçek l eşti. " Öyleyse buıjuvaziniıı sözcülerinin Marx'la fl örtü nün özel nede ni ortaya çık ı yor : başta c ı ııpcryalist sermaye o lnıak üzere, dünya burjuvazisinin günümüzdeki yeni ideolojisi olan gl ol>alizın (Türkçede zaman zaman kullanılan terimle küreselleşme) için Marx'ı ı;,ı nı k olarak göste rme çaba73
sı. Bu çaba başarıya ulaştığı takdirde emperya list burjuvazinin beyin takımın dan kaynaklanan bu yeni ideolojiye, ilerici akımlar ve hareketler nezdinde kolay kolay karşı çıkılamayacak bir saygıdeğerlik karnııdırılınış olacak. Marx, kapitalizmin devrimci eleştirmen i olmaktan çıkarak, kapitalizmin en yüksek aşaması emperyalizmin peygamberi haline gekcek. Marx'a biçi len bu yeni yüz, yukarıda sözü edilen genci ideolojik cerrahiyi estetik cerrahi yoluyla tamam layacak, son fırça darbesini vuracak.
Elbette başarısızlığa mahkum bir proje bu. Ama bize şu soruyu sordu rtmao luyor da komü niznıiıı en önem li teorisyeni, kapitalizmin bir özürcüsü haline getiri lebiliyor? Marx'ın yapıtında prokter enternasyonalizminin temellerini oluşturan argümanlar, nasıl oluyor da buıjuvazinin globalizın ideolojisinin gerekçeleri haline getiri lebiliyor? Ya da daha genci olarak, globali zm ile enternasyonal izm benzer ideoloji ler midir? Ha ikisi de ıııilliyctçiliğe karşı olduğu nu ve ulusal devletin geçersizleştiğini ilan ettiğine göre, aynı görü şün farklı ifadeleri olarak kabul edi lebi lirler ıııi ? Marksizmin globalizrn karşısındaki politik tavrı ne olmalıdır? Bu yazı bu karmaşık soru lara cevap arayacak. BURJUVAZİNİN BÜYÜK İDEOLOJİK TAARRUZU: GLOllALİZM
ya y
1.
in .
co m
lı : n asıl
bi r süredir ön plana ç ı kıııış olan kiircsclIcşme kavramı, gerçekte 80'1i yılların ortalarından beri dünya çapında sürcgiden tartışmalarda ayrıcal ıklı bir yer tutan glol.>allqıııc ya da globalizm kavramının yerli versiyonundan başka birşey değil. Kavram. bir yönüyle, emperyalist ülkelerin burjuva ideolojisinin neredeyse onyıllardır ayrılmaz parçası haline gelmiş olan bir düşlincenin sistemleştirilmesinden başka bir özellik taşımıyor. Bu dlişü n ceye göre, dünyanın ekonomik bakııııda n blitünlcşnıiş olduğu, çokuluslu şir ketleri n yeryüzünün bütününde faaliyet gösterdiği bir dönemde ulus devlet fikrinin modası geçm iştir, ulusal egemenliğin sa\'uııulınası bir anakronizmdir. Ne var ki, bu düşüncenin neden daha ö nce deği l de, 80'1i y ıll arda şatafatlı bir isimle vaftiz edildiğini ve yen i bir düşünsel akıma kaynak olarak göste rildiğin i de kavramak önemli.
düşünce yaşamında
w
w
w
.s
ol
Türkiye'nin
Bu sorunun
cevabı
büyük ölçüde 80'1i
yılların
politik ve ideolojik ikliminde
yatıyor. Öncelikle, Gorbaçov'un pcrcstroykasıııın ideolojik çerçevesini o luştu
ran Yeni Siyasal Düşünce, içinde ya~adığınııL çağda insanlığın ana sorunları nın ancak global (küresel) ölçekte çözükbikceği teziyle globalizınin o l u.;unıun da ana katkılardan birini sağlıyor. Şimdi pl:restroyka yerını aç ık restorasyonizrne bıraktı, Yeni Siyasal Düşünce'ııin insanlığa bu "katkı"sı da emperyalizmin sözc ülerince devralındı. Öte yandan, özellikle azgelişmiş ülkeler için ulusal s ınırlar içine dönük, iç puzar üzerinde temellenen ("ithal ikameci")
74
m
sınai gel i şmeni n geçersizl iğ ini ilan ede n ekonomik ye ni -liberalizm, para, meta ve sermaye ak ı mları üzerinde bütün ulusal de netimleri n k a ldırılmas ı yönündeki basıncıyla globalizmin bir ba şka kaynağ ını oluşturuyor. Ni hayet, Körfez Savaş ı'nda (şimd ilik) en yüksek ifades ine kavuşan Yeni Dünya Düzeni ideolojis i, ulusal egemenliklerin s ın ı rlanmas ı ve emperyalizmin denetimindeki uluslararas ı politik-askeri kurul uşlara (Birlqrniş Mi lletler, Avru pa Güvenlik ve İ ş bi rl iğ i Konferans ı (AG İ K), NATO vb.) daha fazla yetk i t <.ın ınmas ı yolundak i yönelişi y le globalizmin gel i ş mes inin bir başka dinamiğini o l uştu ru yor. Globali zm böylece bütün bu ideoloj ik-politik akımları (Yen i Siyasal Düşünce, yeni-liberalizm, Yeni Dünya Düzeni) birleştiren bir sentez olarak beliriyor.
w
w
w
.s
ol
ya yi
n.
co
Kendini hem bir dü şü n ce ak ımı , lıe ın de bir politik program olarak sunan globalizmin başlıca görüşl erini şöy le özetlemek olanaklı: ( 1) Sanay i, il et iş im ve ulaştırma teknoloji si nde ortaya çıkan yeni ge li şme le r bütün toplumları gerek ekonomik, gerekse kültürel olarak birbirine bağlamış, kendi içine kapal ı tarzda bir gelişmeyi ol anaksız ha le getirm i şti r. (2) 13u büyük gel i şmeyi sağlaya n serbest piyasa sistemi, dün yanın bütlin yörele rini tı.:k bir ekonomik siste m iç inde birl eşt irirk en, ister gelişmiş olsun, ister azge l i ş mi ş, bütü n ul u s ların lehin e i ş l e mekte, hepsinin refahını birden arttırmaktad ır. A rtı k "emperyal izme bağımlı lık"tan söz etmek anlamsızd ır, çünkü bütün ül keler bir " karşılıklı bağ ımlılık " içi ndedir. (3) Serbest pi yasa nı n iş l eyiş i aynı zanıamb demokrasi ve insan haklarının da en büyük güve ncesidir. Dünya s istcnıiııe kapalılık demokrasinin ve insan hak larının ç iğ nenmes ine yo l açan temel etke nle rden biridir. (4) U l uslararası planda ekonomik il işk il erin serbest pi y <.ı sa te melinde ge l işmesi, in san lı ğ ı n önünde bir barış, kardql ik ve refah döne minin aç ılm asını sağ layacak başlıca etkendi r. (5) Bütün bunl ardan d o l ay ı, artık gününü do ldurımı ş olan ulusal devletler, p iyasan ın dü nya çapındaki serbest i şleyişine mUdahalc etmemeli, her i.ilke mü mkün o l d u ğu kadar hı z lı bir biçimde dünya ekononıisin in bir parçası haline gelmeye ç alı ş malı dır. (6) Kürcscll cş ınc , ulu sa l cgcırn.:n l ik an l ayış ın ı da geçersiz kılar. İnsan hak l arının ya da demokrasinin çiğnt: n ıııesi , u l us l ararası düzenin tehlikeye atılması vb. d urunılarda u lu s larara:,, ı topl u luğun askeri yöııtenılcr de dahil olmak üzere müdahale hak kı o lnıalıcl ır. (7) Eğer varolan ulusal devletler gününü doldurmu ş ve i ş l ev ini y i tirnıi şse , bu, kendi k i mli ğ ini henüz bi r ulusal dev letle ifade etme ol anağ ın a kavuşanıanıı~ ul u~la rııı da bağıms ız bir devlet kurma mücadelesinin anlam s ı z ol d uğ unu gösterir. Yaıı i ulusal kurtuluş hareketle rinin de günü geçm i ş tir. Bir buıju va ideolojis i olarak globalizmi gliçlli kılaıı temel e tke n, bu ideoloj ik söylemde yer alan un surların bazıların ı n ( blilliıı ideoloj ilerde o l duğu gibi) ç ağ ı mızın maddi gerçekli ğ in i n bazı veçhelerine tek yan lı ve çarpı k bi r biçi mde de olsa tekabül ediyor olmasıdır. Il . Düıı ya Savaş ı sonras ı nda kapitalist dü nya
75
uzun ge ni şleme dönemi, gerçekten de sermayenin ulusdev boyutlara ulaştırmış, bu süreç içinde üretimin kendisi tarihte ilk kez kitlesel bir ölçekte ul uslararas ı bir nitelik k azanmı~tır. Üstelik son yıllarda ilet i ş i m ve ulaştırma teknolojilerinde meydana gelen başdöndürücü geli ş meler, dünyanın sair ekonomik olarak değil, kültürel alanda da bütünleş mesi ne dev bir atılım kaza ndırmıştı r. Nükleer ve kimyasal s il ahl arın ve ekolojik dengenin tahribinin de in san lı ğ ı ortak dev sorunlarla karş ı karş ı ya bırakt ı ğ ı açıktır.Uzun genişleme döneminde arta n ölçüde ulu slararasıla~an sermaye, meta ve işgücü ak ı mlarıy la birlikle düşü nüld üğünde bütün bunlar, hiç tartışmas ı z biçimde, dünyanın tarihte görülmem iş biçi mde bütünleşt i ğ ini ortaya koy maktad ır.
ekonomisinde
yaşanan
m
lararas ıl aşmas ını
Çünkü
.s ol ya
yi n. co
Globalizrn, bu maddi temel konusundaki gerçekçi saptamaların, gerçek dünyada varolan çeli şk il erin üstünü örtme çabas ı yla büt ü nl eşti rilmes inin adıdır. Kapitalizmin i ş ley i şinin sadece s ınınar ve ba~ka toplumsal gruplar arasında değ il, aynı zamanda uluslar, milliyetler, etnik gruplar arasında büyük çelişkileri günbegün yarattığı ve yeniden yaratlı ğ ı ge rçeğ i , globalizmin bil im kurgu benzeri dünyas ında bi r sis perdesinin ard ında kaybolur. Burada, piyasan ın "görünmez eli" emperyalist ülkeye de bağ ımlı azgc l i~nıi~ ül keye de, emperyali st ulusun i ş çisine de göçmene de, hakim uluslara da czikn uluslara da, ayırım gözetmeden refah ve mutluluk getirir. Bütü n kapsamlı burjuva ideolojileri gibi, g lobalizm de varolan dü nyaya tapınır, onun mümk ün dün ya ların en iyisi o ldu ğ unu ileri sürer. gl obali zın,
1917 Ekim devriminin yolun u
aç tı ğı
devrimler ve altü st
oluşlar süreci nin ye nil giye ' uğradı ğı tarihsel evrı.xle, dün ya kapitali zminin genel
bir çık ı ş yolu arayan emperyalist sermayenin ve müttefikl erinin ideoloj isidir. 1974-75'de qaş layan genci bunalım, bir yönüyle, üretimin ulus l aras ı karakterin in dü nya p:ızarının bölü n ıııü~lüğü olgusuyla çeli ~kiye girmesinin ürünüdür. 6 Öyleyse hedef, sermayenin, evrensel eğil inı lcrine uygun biçimde, yeryüzünün bütününü mutlak bir hakimiyet altı na almasının karşıs ındaki bütün engellerin temizlenmesidir. Hillil ayakta olan bürokratik i şç i devletleri de, ulusal kurtuluş hareketleri ele, başka bakımdan ne clcrccede gerici eğ il imleri barındır salar da emperyalizme karşı direnmenin kı ~mi bi rer mevzii olarak kullanılabi lecek azgelişmiş ülke devletleri de, bu mutlak hakimiyetin sağ lanabilmes i uğru na kesin bir denetim alıma alınmalıdır. Bu~h'un Yeni Dünya Düzeni, Amerikan emperyalizminin hegemonyası alt ında böyle bir mutlak hak imiyet kurma çabas ının adından başka birşey değildir. Bu çabanın gerçek leşmesi , emperyalist devletlerin karş ı sındaki bütün güç odak l arı nın ve tabii isyankar devletlerin yetki ve hakl arının s ınırl anmas ı , ulusal egemenli ği n g ittikçe daha kiiçük bir köşeye s ı kı ştırılmas ı , dünya çapında hükmetme güciini.in sözde ulus l araras ı kuruluşlar aracılığıyla e mperyalist ülkelerin, e n ba~ta ABD'nin tekelinde top l anmas ıdır. Globalizm i şte bunun ideolojisid ir.
w
w
w
bunalım ına
76
Globalizmin körlükleri gl oba liznıin
de ele a l d ı ğı gerçek l iği yalnı zca bir kendisinde içkin olan çeli~kileri ise ç izdiğ i tablonun dışında bıraktığını söyledim. Ge rçekli ğ in çe li şk il eri nin tablonun dı ş ında bırakılmasının maliyeti, globalizm in ge rçek li kte varolan bazı olguları öne çıka rırken , bazılarını da tümüyle görmezlikten gelmesidir. Bu olguların ı ş ı ğa ç ı ka rılması globalizmin tek yanlı ve ideolojik karakterini kavramak için başlangıç Her burjuva ideolojisi gibi
yanı y la kavradı ğını, gerçekliğin
noktasıdır.
ve çağdaş bir kılık alserbest i ş ley i şinin blitün tarafların refahını yükselttiği iddi as ı ya da piyasa ekonomisin in demokrasinin temeli ol duğu görü şü bu türden tezler arasında yer al ır ve gerek teorik bakımdan, gerekse ampirik temellerde defalarca çürütü l müş iddialardır. 7 Ulusallık ile ulu slararasılaşma arasındaki ilişki ve çelişkileri eksenine yerl eşti ren bu yazıda, uluslar arasındaki i lişkiler al a nı üzerinde yoğunlaşmak çok daha doğru olacak.
yazıda g lobaliznıin
libe ralizmde n
devraldığı
durmayacağını . Pi yasanın
yi
tezler üzerinde
n. co m
Ben bu
tında sunduğu
w
w .s
ol ya
Bu alanda gözümüze il k çarpan nokta şudur: globalizm ulusal s ın ı rların, ulusal devletin, ulusal ege rijenliğ in gününü doldurınuş, aşılm ı ş, battal tarihsel biçimler olduğunu tam da ulusal sorun ve mücadeleleri n yeryüzünü bir yangın gibi sardı ğı bir tarihsel evrede ileri sü rmektedi r. Balkanlardan Kafkasya'ya, Güney Afrika'dan Sri Lanka'ya, 80'1i yılların sonla rından beri ulusal soru nlar uluslararası politikanın bir numaralı belirleyen i niteli ğini kazanm ı ştır. Genci çerçevesini bu kadar yaygın bir ge li şmey i hesaba katmaksız ın kurmuş olan globalizm, olgularla yüzyüze geldiğ inde ulusal soruna küçümsey ici bir ad takarak sorunu defetmeyi dener: uluslararası burju va yay ı n o rganlarının sözlüğünde ul usçulu ğun moda ad ı "aş iretçi lik"tir bugün . 8 Ama olgular inatçıdır: globalizm müptelaları bu adı kullandı diye ulusal soru nl ;ı r ve nıücatlelcl cr yok olmamakta, tam tersine yeryüzüne her geçen gün daha büyük bir hı zla yayılmaktad ır .
w
Ulusal mücadelelerin de h şe t verici yaygınlığın ın kendi bütünsel çerçevesiyle uy umsu zluğu karş ı s ında, globalizmin ikinci bi r savunma haml esi vard ır: • ulusallı ğ ın azgclişmiş dün yaya özgü o ldu ğ u nu, gelişmiş dün yada uluslarüstü yapıların geçerli olduğun u , ulusal olgunun artı k bi r ö nc nı ta~ınıadığını ile ri sürmek. Bu iddia doğru o lsayd ı bi le, gl obal i znı i "global" bir teori olnıaktaıı çıkara rak, adıyla ve temel tezleriyle tanı bir çe li şk i için clı.: kısmi bi r teori ("yerel küresellik" !) haline getirirdi! Ama globaliznıin bu geri ıııe vzicl c bi le tutunması na olgular engeldir. En azından üç tür olgu, g l obaliz ıııin, gcl i~mi ş (yan i emperyalist) ülkele rde ulusal olgunun gününü d o ldurmu ş o l duğu yolundaki tezini yalanlar.
77
Herşeyden
önce, globaliznıin h;ıreket noktasını oluştur;ın türden bütünleş bir dünyada, ulusal sorunun azgeli şıniş ülkeler için öneın taşıması, buna karşılık gelişmiş ülke ler için ortadan k.alkmı ş olması düş ünülemez. Parçaların birbirinden böylesine bağımsız olduğu bir bütün :-ıellik, kavramsal bir çelişki dir. Bir kutupta ulusal sorun ötekinde de ulusal olguyu varsayar. Nitekim, emperyalist ülkelen.lc azgelişm i ş uluslara karşı ırkçılık ve şove nizm , Almanya, Fr;ınsa, Danimarka, Avusturya vb. bir dizi ülkede n eo-faş is t hareketlerin çarpıcı başarılarının açıkça ortaya koyduğ u gib i, yaygındı r ve hızla yükselmektedir. 9 Globalizm taraftarlarının ulusal olgunun aşılmas ının en önemli çağd:ı.ş örneği olarak sundukları AT, kendi içinde çe li ş k il i bütünlc~ınesini derinleştirirken, aynı zamanda Arap, Kürt, Türk, Sırp, Hırvat, Hintli, Paki st anlı, Karayipli, azgeliş miş ülkelerin vatandaşlarını dışlamak için 1990 yıl ı nı.la Topluluk üyesi ülkelerce imzalanan Schenge n antlaşmas ı yla Avruµa'nın etral'ına ırkçı bir duvar ör müştür. Ulusallık aşıldıysa bu resmi ırk ç ılık neden?
n. co
m
miş
w
w
w
.s
ol
ya
yi
Sorun emperyalist t.ilkelerin geri kalmış uluslara kar~ı güıtüğü ırkçılıkla da sınırlı değ il. Em peryali st ülkelerin kendi i ç iııde ya~ayan halklar ar;ısınd;ıki ezen ulus/ezilen ulu s çelişkis i de dün ya ekonoıııisinin bütiinleşmes i yle birlikte azalmıyor, tersine yoğunlaşıyo r. Bu konuda da örnekkri globa li zınin gözbebcği AT'den verıııek bu teori yi en güç lü o ldu ğu noktada çürütmek dernek. AT'nin gelişmes ine paralel olarak AT üyes i Batı Avrupa ülkele rinı.J c ulu sal sorunlar sönümlcnmek bir yana yükselme göstcrnıiş, gittikçı; daha bel irgin biçimler almaya başlamı ştı r. Sadece en önenıl ikrine dı;ğinccek olursak, İrlanda ve B;ısk sorunları gibi kronikleşmiş mücack ldcre son yılbrda Fransa'da Kors ikalıların silahlı mücadelesi, Belçika'd;ı Valon/r-Iaınan toplulukları arasındaki çeli şkilerin sertleşmesi ve 1992 y ılı içinde İ skoç ulusal tak plcrinin (\·e d;ıha geri bir noktadan Gallilcrin homurtularının) yüksclıııesi eklcnıııi~tir.1 0 Bütün bunlar raslantı sal değildir: farklı ulusal devletleri tek bir üst birl ikte bir araya getirme projesi, ezilen uluslar için hakim ulus devlc tini·giuikçe daha az önem li hale getirdiği içindir ki, ezilen ulusların bu ulus devletten k opıııas ını da daha kolay ve daha az maliyetli kılmaktadır. G öç ını.!nlcr sorununa eklendiğinde, bütü n bu ulusal çeliş kiler Avrupa'nın politi k hayatının bir ulusal geri li ıııle r mozayiği haline gelmesine yol açıyor. Ama i ş bununla da bitmiyor. Emperyalist ırkç ılı ğ ın ve ezilen ulus mücadelelerinin yanısıra, ve be lki de onl,ırda n çok daha teh likeli biçimde, emperyal istler arası ulusal çcli~k il cr de son yıl l arda azalıııak bir yana, Sovyet etkeninin ağırlığını yitirmesiy le birlikte yenickn ve bclirkyic i biçimde ön plana çıkmaya baş l:ı.mı ştır. ABD'nin iki ana rakibiyle (Japonya ve birleşik Almanya hakimiyetindeki AT) çeli~kilcri her geçen gün büyüyor. Bu liç dev gi.iclin farkl ı alanlardaki göreli güçleri ara s ında c iddi bir o rantı s ı z lık ol ması (A l30 askeri, politik ve
78
kısmen parasal alanlarda üstünlüğünü korurken, Japonya ve Almanya sınai üretim, dünya ticareti içindeki konum, bankacılık gibi alanlarda öne geçmişlerdir) dunıma özel bir istikrarsızlık kazandırıy or.11 Nihayet, globaliznıin düş dünyası nın en güçlü kalesine geri dönecek olursak, Avrupa <!mperyalist sermayesinin ABD ve Japonya karşısında bir savunma örglilü olan AT içinde bile, emperyalistler arası ulusal çelişkilerin hiçbir biçimde sona ermemiş olduğunu çeşitli örneklerle kanıtlamak mümkün.
Bütün bunlar, globalizrnin iddiasının aksine, sermayenin "serbest piyasa" özgürce at koşturduğu bir dünyanı n insanlığa hiç <le barış, refah ve kardeşlik dolu bir dönem vaad etmediğini olanca ç ıplaklığıyla ortaya koyuyor. Gerçekte, globalizmin yarattığı pembe tablonun tersine, insanlık, 20. yüzyılın son on yılında, yalnızca yayg ı n olarak bölgesel sava~lar ve iç sava~ lar yaşaına tehlikesiyle değil, ayn ı zamanda emperyalist paylaş ım nıücadclc sinin yol açabileceği bir üçüncü dünya savaşı ve nükleer yokolma tehdidiyle de karş ı karşıya. 12
n. co
m
adı altında
w
w
w
.s
ol
ya
yi
Böylece, globalizmin tartışmasız bir gerçd.tcn, dünya ekonomisinin bütünleşmesinden hareketle tiiınüylc hayali politik :-.onuç lara vardığ ını, ulusal sorunların, ulusal devletin, ulusal egemenliğin gününü doldurmak bir yan:ı önem inin büyüdüğünü, hatta milliyetçili ğ in belki de 30' 1u y ıllardan bu yaııa görlilmeın i ş ölçüde dün ya çapında yaygınlaştığını görüyoruz. Bu ger\·cğin saptanması, beraberinde bir başka soruyu da gündeme getiriyor: eğer globaliznı gerçek dünyayı açıklamaktan bu kadar acizse nedeıı güııünıüL<lc eıııperyalist burjuvazinin ve onun azgc lişrniş ülkelerdeki müttefiklerinin hakim ideoloj ik söylemi haline gelmi şt ir ? Bu sorunu n cevabı basittir: bir teori kılığında formüle edilen globa l iznı, aslında dünya kapitalizminin uzun bunalımını aşabilmek için geliştirilmiş bir politik projenin ideolojik ifadesidi r. Varolanı değil, tarartarlarının varolrnas ı nı istediklerini ve hedeflediklerini ifade ediyor. Ulusal devletler gününü doldurmuş ve önemin i yitirm i ş, ulusal sonııılar yakıc ılığını kaybetmiş olmayabilir. Ama emperyali st sermayenin ekononıik buııalıınııı ı aşabilıııcsi iç in kendisiı inkinden başka bütün ulusal devletler önenıiııi yilirnıdidil'; k.endi çıkarları na hizm~t eden ulusal h::ıreke tlerin d ı ş ı ndaki bütün ulu :-.al hareketler öncmsizlc~tiril mclidir; serınayen in yeryüzünde serbestçe at k oşt urma sın a engel olabilecek bütün güç odak l arı gcrilctilnıcli<lir. Yani dünya düzlennıenıiştir, ulusal engebelerle doludur, anı::ı düzlcnmcli<lir. Kısacası globa li zın,
niden
yoğurması
sermayenin dünyayı kendi çıbrları doğrultusunda yeve biçirnlcn<lirmcsi nıücadeksinin üzerine atılmış ınistik şaldır.
il. MİLLİYETÇİLİK l\ılİ, ENTERNASYONALİZl\l l\Iİ '? Emperyalizmin bütün dünyayı sık.ı bir dcnctiııı ~ıltına alnıasını hedefleyen bu ideolojik taarruzun solda doğurabileceği içglidlisel tepkilerden biri, gelecek-
79
m
tc ulusların içiçe geçeceği ve kaynaşac.:ağı bir toplumun yarat ılmasını hedefleyen enternasyonalizmden (son yarını yüzyıl boyunca zaten büyük yaralar almış olan bu politik projeden) bütün bütüne vazgeçmek olabilir. Madem emperyalizm ezilen dünyayı esk isinden de sağlaın bir boyunduruk altına alabilmek için ulusal s ınırl arın önemsizleştiğ ini , ulusal devktkrin gününü doldurduğunu savunmaktadır, ant i-emperyalist bir tavır emperyalizmin taarruzu altındaki ezilen ulusların yanında yer almak, "Güncy"i "Kuzcy"iıı karşısında korumak olmalı dır. "Güney" ülkeleri, "özgüvene dayal ı " bir ulusal ekonomik gelişme yolunu benimsemelidir. Marx'ın Manifesto'c.la ileri sürdüğü görüşk r buıjuva ideologlarının eline oynamaktadır. Sosyalistlerin bu evrede buıjuvaziye paralel olarak ulusal çözümlere karş ı çıkması düşünülemez.
in .c o
Bu tür bir "Üçüncü Dünyacı" yaklaşı m, sosyali stlerin geçm işi savunarak burjuvaziye terketmesindcn başka bir aıılanı taşımaz. Tam anlamıy l a bir geçmişe sığ ınma stratejisidir bu yaklaşım. Dünya çapında toplumların geliş me dinamiğinin gerisinde kalmaya, yeni olan hcr~eyden buıjuvazinin yararlanmasına olanak tanımaya mahkum bir ~trateji. Kısaca~ı. geçmişe iltica ederek geleceğ i burjuvazi)'e terkeden bir stratejı.
ol ya y
geleceği
20. yüzyıl dersleri:
milliyetçiliğin çıkmazı
w w
.s
Marx, Engels, Lenin , Luxemburg, Trobkiy ve diğerleri -- klasik Marksizmin bütün temsilcileri bütün teorik ve progranıatik metinlerinde kapitalizm (ve 20. yüzy ıld a emperyalizm) karş ı s ı nda kalıcı bir Lafcrin ancak uluslararası ölçekte, en azından sınai bakımdan gelişkin ülkelerin çoğunluğunun katılımıyla sağlanabileceğini v u rgulam ı şlardı. Bunun temelinde, kapi talizmi n özellikle 19. yüzy ılı n son çeyreğinden itibaren ulaştığı a~anıac.la, ti retici gi.iç lc ri n artık ulusal sınırlara sığmayacak bir gcl i şkinliğe varmış olnıası vardı. Kapitalizme (ve emperyalizme) karşı zafer kazanabilmek için daha üstiin bir emek üretkenliğine erişmek gerek iyordu. Bu ise dünyasa llaş nıış bir kapitali zm karşısında ulusal sı nırlar içinde başarılabilecek birşey ol amazdı.
w
20. yüzyıl sonunda geriye baktığımız zaman, klasik Marksizmin bu tezinin bütünüyle doğrulanmış olduğunu görüyoruz. Sorunu iki düzeyde ele almak mümkün: sömi.irge devrimleri ve sosyalist devrimler. İlki açıs ından hatırlanması gereken şu: 20. yüzyılın neredeyse tamamı, cnıpc ryal ist ülkeler tarafından sömürgeleştirilmiş halk l arın boyunduruktan kurtulma mücadelesi nin yeryüzünün bütün sathına yayılmasıyla geçti. Ama IIindistan'dan Cezayir'e, yabanc ı boyunduruğundan uzun ve ac ılı mücadelelerle kurtulan uluslar kısa bir süre sonra kendilerin i yeniden emperyalizmin ekonomik, mali, hatta askeri bask ı sı altında bu ldular. Bugi.in politik bağımsızlığın, ne c.lenli değerli bir demokratik mevzi olursa olsun, azgelişnıiş ulusların kurtulu~u sürecinde sadece bir ilk adım, ama çok ye-
80
tersiz bir
adım olduğu, bağımsı zlık sonrası Afrikası'n ın , A syas ı'nın ,
hatta Latin Amerikası'nın yaşadığı sefalet ve emperyalizmin bu uluslar üzerinde süregiden hakimiyeti ışığ ında tartışılmaz bir gerçek olarak ortaya çıkmış durumda. Yüzyılın
esas dersi ise milli komünizmin başarıs ızlığa mahkum olduğu klasik Marksizmin bu temel tezinin tarih tarafından doğrulanmış bulunmasıdır. Sovyetler Birliği'nin 1991 'de dağ ılmas ı, bu ülkede ve Doğu Avrupa' da kapitalist restorasyonun gözlerimizin önünde adım adım gerçekleşiyor olması, ulusal, hatta bölgese l çapta çözümlerin, geçici olarak elde edi len başarıların derecesi ne olursa olsun, kapitali zme karşı kalıcı, nihai bir zaferi sağlayamayacağını gösteriyor. Unutulması n ki Sovyetler Birliği, ne emperyalist askeri bir saldırının darbeleri, ne de ülke içinde varlığını sürdürmüş bir mülksahibi sınıfın karşı-devrimci ayaklanması sonucunda çöktü. Çöküşü n temelinde, ülke ekonomisinin dünya kapitalizmi karşı s ında düştüğü acıklı ekonomik durum ve bunalım karşısında bürokrasinin baz ı dilimlerinin çözümü ve kendi geleceklerini ülkenin burjuvalaş masında görmeleri ve bunu gerçekleştirmek için verdikleri mücadeleden başarıy la çıkmaları yatar.
n.
co
m
gerçeğinin,
Nasıl
.s
ol
ya yi
20. yüzy ıl ın bütünü için geçerl i olan, bugün için haydi haydi geçerlidir. Dünya ekonomisini n 20. yüzyıl sonunda varm ı ş o ldu ğu bütünleşme evresinde, daha önceki onyı llarda bile büyük sık ıntı ve bunal ıml arla uygulanabilen ulusal çaplı projeler hiçbir biçimde başarıya ulaşamaz. 20. yüzy ılın 21. yüzyı l a bırak ması umud edilecek e n olumlu miras, "milli koıııüııizm"i tarihin sayfalarına gömmesi olacaktır. Gelecek yüzyılda sosyalizm sadece teoride değil pratikte de tutarlı biçimde enternasyonalist olmak zorundadır. bir enternasyonalizm ?
w
w
Ama genel bir doğruyu ileri sürmek, çözüm için sadece bir başlang ıç nokUlusal sorunun böylesine önem taşıdı ğ ı bir dönemde bir başka soruya daha cevap vermek gerekir: nasıl bir enternasyonalizm? tasıdır.
w
Marksizmin tarihinde enternasyonalizmi savu nanlar arasında her zaman iki farklı yaklaşım mevcut olmuştur. Birçok başka konuda olduğu gibi burada da Marx ile Engels'in kendilerinin miras ı oldukça ikirciklidir ve her iki yaklaş ımın temsilcileri de öncülerin terekesinde kendi yaklaşımlarına uygun unsurlar bulabilmişlerdir. Ama Marx ve Engels'den sonraki kuşakta bu iki farklı yaklaşım iyice billurlaşmış ve karşıt görüşler biçiminde kutuplaşmıştır. Kutupların birine soyut enternasyonalizm adı verilebilir. 13 İkinci kuşak Marksistler arasında önde gelen isimlerin önemli bir bölümü devrimci hayatlarının şu ya da bu aşa masında soyut enternasyonalizm yaklaşımını benimsemişlerdir. Pannekoek, Strasser ve Rosa Luxemburg bu alanda en önemli çalı~maları yapmış olan isimlerdir ama Bol şev iklerden bir bölümü de (Piatakov, Radck, Buharin) I. Dünya
81
Savaşı
döneminde aynı pozisyonu benimsemişl erdir. 14 Bu kutbun karşısında, ulusal soruna çok özel yaklaşımı ile Lenin yer alır . Lenin'in enternasyonalizm ile ulusal sorun arasında kurduğu ilişki bu yazının üçüncü bölümünde ayrıntı sıyla ele alınacağından burada Lenin'in aktif enternasyonalizminin, soyut enternasyonalizmle karşıtlığının altını çizmekle yetineceğim.
Soyut enternasyonalizm, sosyalizmin proleter enternasyonali zmine dayantezinden hareketle ulusal sorunu küçümser. Her ulusal hareketin mutlaka burjuvazinin hakimiyetinde yürüyeceğini varsayarak, proletaryanın ulusal sorunu mücadelesi nin öncelikleri aras ı na almasının burjuvazinin peşine takılması anlamına gel eceği ni öne sürer. Bu yüzden, proletaryanın programı ulusların kendi kaderini tayin hakkına yer vermeme lidir. Çünkü bu talep proletaryayı başka uluslardan proleterlerle karşı karş ı ya getirerek enternasyonalist görev lerinden uzaklaştıracaktır. Üstelik, modern kapitalist toplumun temel gelişme yasalarından biri ulu sların ekonomik bakımdan gi ttikçe daha büyük ölçüde birbirlerine bağlanmaları, yani uluslararası bir ekonominin ayrılmaz parçaları haline gelmeleridir. Bu durumda, ulusal bağ ımsız lık hem tarihsel gelişme nin karşıs ında yer aldığı için gerici bir taleptir, hem de ekonomik bağımlılık dolayısıyla ütopik, gerçekleştirilemez bir projedir. Soyut enternasyonalizmin en önemli temsilcisi Rosa Luxemburg, bu gerekçelerle hem Polonya'nın bağımsız lığına karşı çıkmış, hem de devrim sonrası Rusyası'nın ezilen ulu s l arın kendi kaderlerini tayin hakkını tanımasını eleştirmiştir.
ol ya
yi
n. co m
ması gerektiği doğru
Soyut enternasyonalizm tarihsel ge lişmeyi bütünlüğü ve somutlu ğu içinde bir yaklaşımdır. Başlıca yöntemsel yanlı şı politik gelişmeyi ekonomik gelişmenin birebir bir karşılığı, bir izdüşümü gibi ele almasıdır. Kapitalizmin ekonomik açıdan ulusları gittikçe daha büyük ölçüde birbirlerine bağla dığı doğru olmakla birl ikte, buradan ayn ı me rkezil eş menin otomat ik olarak politik düzeyde gerçekleşmesi gerek ti ği sonucu çıkarıl amaz. Arı anlamda politik bir hak olan ulusları n kendi kaderini tayin hakkının kullanılmasıyla ortaya çıkacak olan bağı msızlığ ı n ütopik olduğu iddiası bu yüzden yanlıştır. Soyut enternasyonalizm politikayı ekonomiye bağlı olarak bir kenara bıraktığı için, ulusal sorunu salt kültürel bir soruna indirger. Böylece, ulusal baskı olgusunu kabul etmesine ve ulusların eşit haklara sahip olması gerektiğini vurgulamasına rağmen, ezen ulus ile ezilen ulus arasında doğacak polilik çau ş ınalarda ezilenin yanında taraf tutmak için gerekli teorik araçlardan ve programatik temelden yoksun kalır.
w
w
w .s
kavrayamamış
Sorunun sın ı fsal boyutuna gelince. Soyut enternasyonalizm, proletaryanın uzun vadeli hedefinin ulusların kaynaşması yoluyla evrensel bir insan topluluğuna varmak olması gerektiği ge rçeğ inden yola ç ık arak, bunu derhal ve dolay-
82
sız
biçimde bugünün politikas ının biricik boyutu haline getirir. Buna karşılık bir burjuva ideolojisi olduğu gerçeğinden hareketle proletaryanın ulusal sorunu mücadelesinin ana eksenlerinden biri haline getirmesine karşı çı kar. Oysa burjuva milliyetçiliği ulusal sorunun nedeni değil, dünyanın eşitsiz ilişki ler içinde yaşayan uluslara bölünmüş olmasının bir sonucudur. Başka biçimde ifade edilirse, uluslar arasındaki bölünmeler ve çelişkiler nesnel gerçekliklerdir. Bu nesnel gerçeklik, eşitsizlik l erl e dolu bir dünyada farklı uluslara mensup proleterler arasında, maddi varlıklarının nesnel koşulları bakımından farklılıklar, hatta çelişkiler o lması anlamına gelir. Sınıfın ulusal temellerde nesnel olarak bölünmüş olduğu bir dünyada, bu gerçek l iği uzun vadeli enternasyonalist hedefi n arkasına sığınarak görmezli kten gelmek, soru nun burjuvazinin tekelinde çözülmesini kabullenmekle eş anlamlıdır.
co
m
milliyetçiliğin
ya yi
n.
Nihayet, ulusal devletin bir burjuva biçimi olduğu gerçeğinden hareketle proletaryanın hiçbir koşul altında ulusal sorun konusunda bir program geliştire meyeceğini ileri sürmek, nesnel olarak eşitsiz tarafların var o ldu ğ u bir dünyada güçlü lerin hakimiyetine göz yu mma sonucunu doğurmaya mahkumdur. Yine aynı noktaya ulaşıyoruz: soyut enternasyonalizm, ezilen ulus ile ezen ulu sun somut olarak karşı karşıya geldiği durumda ezilenden yana tavır almanın araçlarından yoksundur.
ol
Bütün bu teorik ve politik yöntem hatalarının sonucunda soyut enternasyonalizm 20. yüzyılın tarihsel ge li şmelerince bütünüyle yan lı ş l anmışt ır. 20. yüzyıl dersleri (2): ulus olgusunun önemi en belirgin yanlarından biri u lusall ık o lgusuve milliyetçi li ğin yeniden ve yeniden canlanması olmuştur. I. Dünya Savaşı e11esindc Doğu Avrupa'nın üç çokuluslu imparatorluğunun yıkılması sonucunda yaşlı knada say ı sız yeni ulusal devlet kurulmuş, II. Dünya savaş ı sonrasında yük selen sömürge devrimi ise dünyanın dört bir yanında bağı ms ız ulusal devletlerin mantar gibi çoğalmasıyla sonuçlanmı ştır. Günümüzde Sovyetler Birliği'nin ve Yugoslavya'nın dağılmasıyla birlikte, ulusal devletlerin oluşumu açısından bir üçü ncü büyük dalga yaşanıyor. Bu gelişmenin soyut enternasyonalizmin bütün perspektifini köklü biçimde çürütmüş olduğunu hatırlatmak bile fazla. Elbette hata kapitalizmin bütün ulu s ları tek bir dünya ekonomisi içinde birleştireceği öngörüsünde değildi. Hata, bu genel ekonomik yasadan çıkarılan politik sonuç lardaydı. Ekonomik bağımsızlığın artık hiçbir ülke için mümkün olmad ığı öncülündı.!n politik bağımsızlığın bir ütopya olduğunun ç ıkarsanmas ı, kısaca söy l end iğinde politikanın ekonomiden dolaysız biçimde türetilmesi, hatanın esas kaynağı idi . Luxemburg, sanayii Rus pazarına bağımlı oldu ğu için Polonya'n ı n politik bağımsızlığını mümkün gör-
.s
İçinde yaşadığımız yüzyılın
dünyanın sat hına yayılması
w
w
w
nun bütün
83
müyordu. Tarih Luxemburg'u sadece Polonya örneğiy le ya da Orla ve Güney Avrupa'nın sayısız ulusal devletiyle yalan!aıııakla yetin meyecekt i. II. Dünya Savaşı'ndan sonra özgürlüğüne kavuşan nice Afrika ya c.Ja Asya ülkesi yanında (tek ürünlü tarım, eski sömürgeci güce s ınırsız ticari, mali vb. bağımlılık) Polonya bir ekonomik bağımsızlık anıtı sayılabilir!
yi
n. co
m
Ama ulusal olgunun dünya ekonomisinin bütünleşmesi karşısındaki inatçı lı ğının ampirik biçimde saptanmas ıyl:.ı yeti nınck mümkün değil. Çünkü eğer ulusal olgunun 20. yüzyıl boyunca kalıcı bir nitelik arzetmesi, dünya ekonomisinin yetersiz derecede bütünleşmes inden ve/veya dünyanın geniş bölgelerinin henüz kapilalizme yeni geçmekte olu~undan kaynaklanıyorsa, bu, soyut enternasyonalizmin zamanlama açısından yanıldığını gösterir, ama ilkesel bir yanlışlığın varlığı kanıtlanmış olmaz. Başka biçimde söy le necek olursa, soyut enternasyonalizm kapitalizmin ulusal sorun alanıııda yarattığı eğilimi doğru saptamış olabilir, ama eğilimin somutlaşnıasıııın temposu bakımından yanılmış olabilir. 20. yüzyılda ulu sal olgunun inatç ı kalıc ılığının temellerinin anlaşılma sı, soyut enternasyonalizmin, eğ ilimin kendisini doğru kavrayıp kavramadığı konusunda bize önemli bir ipucu sağlayacaktır.
.
w
w
w
.s
ol
ya
Herşeyden önce şunu belirtmek gerekiyor: ilkesel bakımdan haklılık sorunu bir an bir kenara bırakılsa bile, yüzy ıl dönümünün soyut enternasyonalizmi, bir zamanlama hatasını gerçekten yapm ı şt ır. Lenin'in defalarca belirttiği gibi, o dönemde Batı Avrupa ve Amerika'da ulusal sorun büyük uluslar açısından artık büyük ölçüde aşılm ı ştı. (Amerikalı zencilerden İrlanda'ya kadar birçok sorun ulusal sorunun bu ülkeler için bile başk a bir düzeyde varl ığ ını sürdürdüğünü gösterir.) Ama Doğu Avrupa'nın çoku luslu inıparato rlul<larında (Rusya, Avusturya, Osmanlı) ulusal sorun günün sorunuydu. Dünyanın öteki kıtalarındaki sömürge ve yarı sömürge ülkeler için ise ulusa l sorun henüz geleceğin sorunuydu. Yani Rosa Luxeınburg ve fikir arkada~ları, kapitalizmin Balı Avrupa'daki gelişme derecesini yanlış ve erken biçimde dünyanın geri kalan yöreleri için genelleştirmişlerdi. Ama sorun bu zamanlama hata!-.! ile sınırlı değil, çünkü ulusal sorunun 20. yüzyı lda yakıc ı bir önem t aşımı~ olmasının ardındaki dinamikler soyut enternasyonalizmin saptadığı eğilimin kendisinin yanlı ş ol duğunu ortaya koyuyor.
Ulusal sorunun 20. yüzyılda büyük bir ağırlık taşımasının temel dinamiğ i emperyalizmin kendi kar.~ı kutpunda ezilen ulus milliyetçiliğini yaratmış olmasıdır. Yüzyılın ilk yarı s ında emperyal izm ile ezi len uluslar arasındaki mücadele sömürge statüsüne karşı isyan ve poliıik bağıms ızl ık mücadelesi biçimini alm ı ştı. Ama bağımsızlığını kazanan ülkelerin de emperyalizm tarafından sadece ekonomik olarak değil, politik, kültürel ve askeri alan larda da bask ı altında
84
tutulmas ı,
iki kutup arasındaki mücadelenin (en çarpıcı örneğine Vietnaın'da tabiçimde) sürüp gitmesine yol açt ı. Ezilen ulu s milli yetç iliği sonuç olarak nesnel bir çelişkinin, ezen ulus ile ezilen ulus arasındaki çelişkini n politik ve ideolojik ifadelerinden biridir. Emperyalizm böylece bir yandan dünya ekonom isini gittikçe daha f:.ızl:.ı bütünleşti rirken , bir yandan da ulusal soru nu sürekli olarak yeniden üretmektedir. Soyut enternasyonalizmin yanılgı s ı burada çarpıcı biçimde ortaya çıkıyor: ulusal olgunun teıııdini ortadan kald ıracağı beklenen gelişme, yani dünya ekonomisinin bü t ü nl eşmes i, kapital izm koşulları altında eşits iz li ğe, sö mürüye ve bask ı ya dayandığı için, tanı da ulusal olgunun sürekl ili ğini açıklayan ana etken olmuştur.
m
nık olduğumuz
co
Empe ryalist dünya ekonomisinin gelişmesinin bir özgü l veçhesi var ki, uluözel bir sorunun kaynağı nı oluşturuyor: işgü cü göçü dolayısıyla ortaya ç ıkan göçmen sorunu. İ şgücü göçü, e mperyalist ülkelerin sermayesine işçi sınıfını etnik ve ulu:-.al temellerde bölme fırsatını yaratır. Bu toprakta yetişerek uygun anda boy atan da, ı rkçı neo-faşist hareketlerdir. Bir ilginç noktayı belirtmeden geçemeyeceğim. 30'lu yıllarda Hitler Yahudi lere sald ı rdığında, Yahudiler yüz y ıllard ır Orta Avnıpa'ya yerle~mi~ bir insan toplulu ğ uydu.Bugün Frans ı z faşist i Le Pen'i n hiddetini celbedenler ise kapitalizmin dünya çapındaki işleyi ş inin yaşlı k ı taya fırl atmı ş olduğ u göçmen i~çilcrdir. Yani burada ırkç ılı ğın gelişmesine olanak hazırlayan ortanı doğrudan doğruya kapitalizmin kendi ürünüdür. Gelecekte işgücü göçünün olsa o l s;,ı hızlanacağı göz önüne alınırsa, buradan kaynak lanan çelişki kapitalizm tararı ııdaıı sürekli yeniden üretilecek dernektir. ilişkiler alanında
.s
ol
ya yi
n.
sal
w
w
w
Milliyetçil i ğ in 20. yüzyılda orlay;,ı ç ı k ı ~ının ard ında yat;,ın bir başka dinamik de emperyalistler a rası paylaş ı mın kızgınlaşt ı ğı tarihsel dönemeçlerde kudurgan bi r nitelik kazanan ve en ileri iradesini faşist milliyetçilikte bulan emperyalist milliyetçilik ya da ezen ulus milli y etçi l i ğ idır. 15 Bu tür milliyetçilik de doğrudan doğruya emperyalizmin bir ürünüdür ve kapi tali st emperyalizm yaşadıkça yeniden üreti lmesi kuçını l nıazdır.
Öyleyse şu sonuca varmak için yeterli neden vardı r: kapitalizm, özel likle emperyal ist aşamas ındaki yap ı sı dolayısıyla ulusal çcli~kilcri sistematik olarak yeniden üretir. Bu çe li şkile r kendini dönemsel olarak ulusal temcide mücadelelerde, ayaklanmalarda, savaş larda, dcvriııılerdc ifade eder ve yer yer ulusal devletlerin kurulmasıyla sonuç lanır. Emperyalizmin varlı ğ ı kar~ısında bu devletler ezilen uluslar için birer mevzi. birer sav unıııa arac ı olduğundan dolayı, ekonomik bağımlılığın derecesi ne oltı rsıı olsun, bu de\ lı::tlcı in, hatta en miniklerinin bile, yaşamın ı sürdü rıııcsiııin diııanıiklcri ım:vcuttur. Soyut enternasyonali zmin kapitalizm geli şt ik çe ve dünya eko n oıııisi bü t ünleşt ikçe bağıms ı z ulu-
85
sal devletlerin birer ütopyaya dönüştüğü tezi bu yüzden
yanlıştır.
ay i
n.
co m
20. yüzyılın ulusal sorunlarının dinamikleri açısından bunlara iki etken eklemek gerekir. Bunlardan biri, emperyalist ülkelerin proletaryasının önderliklerinin, ezilen uluslar açısından güvenilebilecek müttefikler olmadığının tekrar tekrar kanıtlanmış olmasıdır. Sosyal demokrasinin 191 4 Ağustosunda emperyalist milliyetç i liğin kampına geçtiğ i , bundan sonra da her aşamada kapitalizmle daha fazla bütünleştiği biliniyor. Ama sosyal demokrasi burada yalnız değil. Ul uslararası komüni st hareketin Sovyet bürokrasisinin güdümüne girmes inden sonra, "Komünist" adın ı taş ı yan partiler her geçen gün daha fazla milliyetçileş tiler. Fransız Komünist Partisi'nin Cezayir kurtuluş savaşı sırasında Cezayir'in bağımsızlığına karşı çıkması bu gelişime çarpıcı bir ı ş ık tutuyor. l6 Bu etkenin önemi şurada: azgelişmiş ezilen uluslar, ezen ulusun komünistlerine dahi güvenemeyeceklerini deneyimleriyle öğrenmiştir. Yani, ezen ulus içinden ezi len ulusa sorunun sınıf mücadelesi temelinde ele alınması gerektiği yolunda verilecek öğütlerin, ulusal kurtuluş konusunda ciddi güvencelerle desteklenmediğ i takdirde dinlenme şansı artık yoktur.
.s
ol y
Buna paralel olarak sözü ed ilmesi gereken ikinc i sorun sosyalizm in şa deneyimlerinde ortaya çıkan hakim ulus milliyetçili ği sorunudur. Başta Sovyet ler Birliği'nde olmak üzere bürokratik i şçi devletlerinde, devrim öncesi burjuva toplumunda farklı ulusal topluluklar arası nda var olan ilişkiler pek az değişik likle varlığını sürdürmüş tür. Bu da sosyalist devrim sonrasında ulusal sorunun hiç de otomatik biçimde çözüme kavu şmayacağını pratikte ortaya koymuştur. Bu noktanın önemine aşağıda yeniden döneceğim.
w
w w
Bu yazının konusu 20. yüzyılda milliyetçilik hareketleri olmamakla birlikte, burada, özellikle son dönemde örneklerine s ık sık rastlanan bir başka tür ulusal soruna da kısaca değinmek gerekiyor. Kapital ist dün) a sistem i, sadece ezen uluslarla ezilen uluslar arasında değil , ez ilen ulu sların kend i aralarında da çeliş kiler yaratır. Sistem içi ekonomik bölüşliın ve politik güç mücadele le ri, farklı ezilen uluslar arasında kör ve bağnaz milliyetçi çaıışnıaların doğmas ıy l a sonuçlanır. Emperyalist milliyetçi li ğ in yanısıra, bu tür milliyetçi mücadelelerin de, insanlığın kurtuluşu açısından bir umut vaad etıııek bir yana, ileri ye gidişin yolunu tıkadığı gerçeğinin altını kalın çizgilerle çizmek gerek ir.
Ulusal sorun konusunda 20. yüzyılın bütün dersleri sentetik olarak şu önermeyle özetlenebilir: uluslar arasındaki çel i şki l er ne dünya ekonomisindeki bütünleşme eğilimlerine rağmen kapitalizm alıında, ne de sosyali st devrim sonrasında kendiliğinden ortadan kalkmayacaktı r. Sosyalist hareketi n u lu sları yok sayarak enternasyonalizm vaazları verme lüksü yoktur. Enternasyonal izm, ulusal sorunlarla boğuşa boğuşa, adım adını, aktif politik tedbir, talep ve politikala-
86
rın uygulanması
yoluyla, bir süreç içinde
inşa
edilecektir.
Öyleyse, Marksizmin globalizme cevabı soyut bir enternasyonalizm çağrı olamaz. Marksizm mutlaka varolan somut dünyanın ulusal çelişkilerinden hareketle bir enternasyonal ist programın inanılırlığını kan ı tlamak zorundadır. Globalizmin ideolojik söylemiyle yürütülmekte olan emperyalist taarruz, emperyalist ülkelerle ezilen ulu slar arasındaki ilişkileri daha da fazla eşits iz hale getirmeyi hedefliyorsa, Marksizm buna somuttan hareket eden ve gelecekte uluslar arasındaki ilişkilerin nasıl eşitleneceği ni ve demokratikleşeceğini gösteren bir cevap verebilmelidir. Öyleyse, Marksizmin acilen bir uluslararası demokrasi programı geliştirmesi gerekiyor.
m
sı
ol
III. LENİN'İN GÜNCELLİGİ
ya
yi
n. co
Bu görevin yerine getirilmesinde günümüz Marksizmi önemli bir koza sahip. Bütün Marksistler arasında yaln ı zca Lenin, ulusal sorunun 20. yüzyılın gelişmelerinde taş ı yacağı önemi öngörmekle kalmamış, proleter e nternasyonalizmının içinde yaşadığımız somut dünyada kurulabilmesi için gerekli programatik yaklaşımın temelini de yakalayabilnıiştir. Bugünün programı elbette 20. yüzyıl sonun un somut uluslararası koşullarından hareketle formüle edilecektir. Ama bu programın oluşturulmasına yol gösterecek teorik ve politik ilkelerin temelle rini, Lenin'in ulusal soruna ve bu sorun ile enternasyonalizm arasındaki ili şkiye yaklaşımında bulmak mümkündür. Öyleyse şimdi bu konu ya dönelim.
alanında Marksistler ortak bir teori ve programa hi çbir zaman Marx ile Engels'in bu konudaki mirası başka birçok alanda olduğundan çok daha ikircikliydi. 17 İzleyicileri 19. yüzyı lı n sonu ile 20. yüzyılın başında ulusal sorun konusunda çok farklı teorik ve prograın:ıtik yaklaşımlar geliştirdiler. Kautsky, Rosa Luxemburg, Avusturya Marksistleri (Otto Bauer, Kari Renner), Pannekoek, Strasser, Bolşevikler ve ötek i Rus sosyalistleri arasında ulu slararas ı düzeyde ateşli tartışmalar yaşandı. Ama bu teorik ve programatik yaklaşımlar arasında 20. yüzyı lın s ın avında n geçen, bir tek Lenin'in teorik çerçevesi ve programatik önerileri olmuştur.
w
w
w
.s
Ulusal sorun
ul aşmamı şlardı r.
Lenin'in bu konuda tarihin sınavından geçmiş olmas ının çok köklü bir nedeni var: ulusal sorunu ötek i Marksistlerden çok farklı bir teorik çerçeve içinde ele alınış, günümüzde sık kullanılan bir kavramla ifadl.! edecek olursak bu konu etrafında farklı bir sorunsal yaratmı ~ olması. Leniıı'e kadar ve Leniıı'in çağ daşları aras ınd a, Marksist teorinin ulusal sorun konusunda teorik görevi, esas olarak, ulusun bir tarihsel kategori olarak maddi temellerinin ve kurucu öğderi nin aydınlığa kavuşturulması biçiminde ele alınıyordu. Sorulan soru lar ~uıılardı: ulus tarihsel olarak neden ortaya çıkar, feodalizmin çözü lmesi ve kapitalizmin
87
co m
gelişmesi içinde yeri nedir, farklı uluslar arasındaki eşitsizlikler karşı s ında Marksizmin tavrı ne olmalıdır? Tarihsel ve geçici bir kategori olduğu ortak olarak kabul edilen ulusun nasıl ortadan kalkacağı sorusu ise sorulmuyordu, çünkü bu sorunun cevabı Komünist Manifcsto'dan beri açıktı bütlin Marksi stler için. Kapitalizm tarihsel gelişmesi içinde büt ün l qm iş bir dünya ekonomisi yaratarak tekil ulus ların varlığının maddi koşullarıııı ortadan kaldıracak, onun baş ladığı ama her ulusun burjuvazisinin özel çı!..arları dolayısıyla nihai sonucuna ulaştıramayacağı iş i, ı 8 iktidarı ele aldığında proletarya tamamlayacak, dünya çapında kurulacak proletarya iktidarı, uluslar aras ındak i sorunları çözüme ulaş tıracaktır. 19 Yani, ekonomik ge li şme ulusların maddi temelini yok ederek proleter.iktidarı altında ulu sal sorunun kendiliğinden ortadan kalkmasını sağlaya caktır.
ol y
ay i
n.
Başkalalarının çözüm gördüğü yerde Lenin bir sorun görür. Ona göre dünya ekonomisinin bütünleşmesinden, iletişimin ve ulaşımın evrenselleşmesindcn hareketle ulu sların otomatik olarak ortadan kalkacağı sonucuna varmak mümkün değildir. Bu maddi koşullar, elbette ulusların ortadan kalkmasının, yerine evrensel ölçekte kayna~mış bir insan toplulu ğu nun oluşmasının olanağını yaratır. Ama Marksizm bununla yetinemez. Aynı zamanda bu olanağın nas ıl bir gerçeklik haline geleceğini de araştırın.ık gerekir. Başka biçimde söylenirse, başkaları ulusların geleceğin sosyalist toplumunda ortadan kalkacağını postüle etmekle yetinirken, Lenin ulu sların nasıl ortadan kalkacağı sorusunu gündeme getirmektedir. Burada sözü Lenin'c bırakmak gerek iyor:
w
w w
.s
... Kievski, özel konusu açısından merkezi sorunun ke narından dolaşıyor: biz Sosyal Demokratlar ulusal bask ı y ı nasıl ilga ede<.:cğiz '? "Dünyanın kana bulandığı" vh. türünden <.:üııı lclerle sorunu bir kenara itiyor. (Oysa bunun tartı~ılan konuyla lıi~·lıir ilgisi yok.) Böylece ortada bir tek argüman kalıyor: sosyalist devrim her~eyi çöLccck !... Ekonomik devrim, politik baskının her türünü ortadan kaldırmak için gerek li önkoşu ll arı yaratacaktır. Tam da bu nedenle lıer~cyi ekonomik devrime indirgemek mantıksız ve yanlıştır. Çünkü soru ~uuur: ulusal baskı nasıl ortadan kaldı rılacakt ır?20
Burada Lenin'in temel olarak karşı çıktığı fikrin ulusal sorunda "sosyalist otomatizm" adı verilebilecek yaklaşım olduğu aç ıkça ortaya çıkıyor. Lenin'in ulus sorunda "sosyalist otomatizm"i reddctnıes iııiıı haklılı ğ ı, 20. yüzy ılın gel i ş meleri ışığında tartışılmaz biçi mde ortaya çıkmıştır. Yukarıda da belirttiğim gibi yüzyılımız, Marksizmin dünyanın ekonomik bütünleşmesine ilişkin öngörüsünün parlak biçiındt! doğrulanmas ına rağmen, ulusal çelişki ve mücadeleleri n büyük ağırlık taşıdığ ı bir tarih dilimi olmuş, hatla yüzy ılın sonunda ulusal sorun
88
tarihte eşine az rastlanır bir yoğunlukta yeniden parlamıştır. Sosyalist devrimlerin ise ulusal sorunları çözmekten çok uzak kalabileceği, yüzy ıl sonu geli şme l e rince açıkça kanıtlanmıştır. Milliyetçiliğin bu röııesansı karşısında nice sosyalist şaşkınl ığa düştüyse, bu, bir yanıy la, Lenin sonras ında Marksizmin u ğradığ ı bürokratik deformasyonun , sadece ulus soru nunda deği l, bütün alanlarda "sosyalist otomatizm" in bakı şaç ı sın ı bir dogma gibi yerle~ı irmi ş olmasından kaynaklanır. Üretici güçlerin ge liş mesiyle birlikte sosyal izm kapitalizmi geçecek ve ... herşey kendili ğinden çözüme kavuşacuktır.
.s
ol ya y
in .c o
m
Oysa Lenin'in ulusal soruna bakışıyla 20. yüzyılın bu alanda ortaya çıkardı ğı gelişmeler çok daha kolay kavranabilirdi. Sonuç olarak, ulusların bile tarih sahnesine çıkış ından önce başlayan tarihse l mücaclclclerin, diıı se l savaşları n, ezen/ezilen uluslar arasındaki çelişkilerin, sını flı toplumun bütün çirkinlik lerinin uluslar arasındaki i l işkilere miras b ı raktığı düşıııanlık, kin, küçümseme, ırk çılık, korku -- bütün bunların ekonomik büıüıılqıııe sonucunda n as ıl birdenbire kendi l i ğinden, otomatik biçimde dünya yüzünden sil inmeleri beklenebi lirdi ? Proleter iktidarına ekonomik, kültürel ve ba~ka bakımlardan eşitsiz gelişme düzeylerinde adım atan uluslar, ekonomik alanda kaynakları n da ğıl ımından kültürel alanda evrensel sosyal ist kültürün o lu ~um sürec inde farklı ulusal kliltürlcrin yeri ve payına kadar çeşitl i sorunların çözüıııü aranırken nas ıl sürtü şmesiz, çelişkisiz bir birlikteli ği sürdürebilirlerdi ? Elbette Sovyetler Birliği ve ötekilerde yaşanan bürokratik yozlaşm an ın ulusal sorunu n yeniden üretilmesindeki sorumluluğu temeldir. Ama tam da bu, sosyalist devrimin ulusal sorunu otomatik biçimde çözemeyeceğinin, izlenecek politikaların bdirleyici ol duğunun kanıtı değ il de ned ir ?
w
w w
Bütün bu tartı şmadan ortaya ç ıkan bir sonucu, hiçbir ikircikliliğe yer bırak mayacak kadar açık seçik bir biçimde ortaya k oy ıııak gerekir. Lenin öncesinde ol duğu gibi, Lenin sonras ı nda da Marksizııı içinJc yaygın görü ş, ulusa l sorunun bir burjuva demokratik haklar sorunu olduğunu posıüle eder. Oysa Lenin, işi n bu veçhesini ihmal etmemekle bi rlikte, sorunu esas olarak sosyalist devrimin görevleri açısından ele almı ştır. Yani, Lcnin'i n çcı\cvcsi iç ın de u l u~al sorun, burjuva demokrasisinin değil, sosyalizmin inşaıııın bir sorunudur. 13u yazı nın ana fikirlerinden biri olan bu önermenin gerekçesi daha ş iıııdiden açık olnıalı: sosyalist devrimin ulu sal sorunu otomatik olarak çözıııeyeceği, önemli obnın nasıl politikalar i zl eneceği o lduğu görli~ü ba~ka ne anlaıııa gelebi lir ki ? Ama aşağıdak i tartışma bu fikrin öteki dayanaklarını ayrıntıs ı y la ortaya koyacak. Lenin'in düş üncesi nin
oluşumu
Lenin'in ulusal soruna ili ş kin yakla~ıııııııın be ıı Lers i z oluşu elbette bir takım nedenlerin ürünü. Bu nedenlerin kısaca ara~tırılnıası, Lenin'in ulusal :-.orun ko-
89
nusundaki
düşüncesini
daha iyi
kavramamıza yard ım
edebilir.
Herşeyden
önce Lenin'in Marksist teorinin tarihsel gelişme diyalektiği içingerekiyor. Çünkü bu konu ile Lenin'in ulusal soruna yaklaşımının özgüllüğü arasında doğrudan bir bağı ntı mevcut. Lenin'in Marksizme özel katkısının "öznel" ("sübjektif") ya da "iradi " faktöre atfettiği önem olduğu s ık sık söy lenmişt ir. Lenin'in, her devrimci gibi, tarihsel geliş me içinde insan pratiğine ayrıcalıklı bir yer tanımı ş olması çok olağandır ve bu, onu ne Marx'tan, ne de devrimci Marksizmin öteki temsilcilerinden ayırmaz. Bu tür bir iddia. herşeyden önce, Marx ve Engels'i n tarihin ve kapitalizmin nesnel geli şme yasaları üzerinde yoğunlaştık l arı ve tarihsel gelişmede "öznel" faktörün yerini küçümsedikleri gibi bir yargıyı varsayar. Böyle bir varsay ım ise Marksizmi pozitivizme ya da pasif maddeciliğe indirgeyen bir bak ı şaçısı nın ürünüdür. Marksizm, bu tür karikatürlerden çok farklı biçimde, gerçek bir özne/nesne diyalektiğine dayanır ve bu diyalektik olmaksızın lanıınlananıaz. değinmemiz
n. co m
deki yerine
Lenin'in düşüncesinin anlaşıl da çok ciddi bir sorun yarau ı ğın ı eklemek gerek iyor. Lenin, "öznel" faktöre özel bir ağırlık vermek bir yana, mücadelesinin her aşamas ında "öznel" faktörün eylemiyle gerçekleşebilecek olanların "nesnel" sınırlarını güçlü biçimde vurgulamıştır. Nisan 1917 öncesinde Rusya'nın gündemindeki devrimin bir burjuva demokratik devrim olduğu konusundaki ısrarın ın temelinde, Rusya'nın tarihsel gelişmesinin yarattığ ı nesne l sın ırl ar yatar. Devrimden sonra proleter iktidarı altında kapitalist ekonomik biçimlerin yürü rlliğe konmasını savunurken yine nesnel etkenlerin getirdiği s ınırları materyalist bir gerçekçi likle vurgular. Nesnelliğin sınırlayıcı etkilerini görmezlikten gelerek gerçeklikten iradi bir dünyaya doğru uçuşa geçmeyi savunanları "devrimbaz" olarak niteler. 21 Aynı şey konumuz olan ulusal sorun için de geçerlidir. Lenin , ulusal sorunun ortadan kalkışının bir takım politik ve maddi koşulların yerine gelmesiyle mümkün olduğunu vurgularken, tam da u !usl arın varl ı ğı ııı n nesnel temel terinin, sorunun iradi biçimde ("hal k l arı n kardeşliği" söy levleriyle) birdenbire çözülemeyeceğini vurgulamış ol maktadır. Sözkonusu
bakışaçısının doğrudan doğruya
w
w
w .s
ol ya
yi
ması bakımından
Lenin'in düşünces inin özgüllüğü başka yerde yatar. Birincisi, Len in Marksizmde politikanın özgül ağırlığına gerçek vurguyu yapm ı ş olan düşünürdür. Marx ve Engels'in ekonomik ilişkilerin belirleyici ol duğu görüşünü bir nebze bile yumuşatmaksızın politikanın ta şıd ı ğı özgü l önemi teorisinde ve politik haltında öne ç ıkarmı şt ır. Yü zy ılın başında Ekonoıııizm akım ına karşı açtığı savaş tan, Komünist Enternasyonal döneminde "sol komünizm" ile yaptığı tartı şmaya kadar, düşünsel ve pratik gelişmesinin her evresinde bunu gözlemek mümkündür. Ama, birkaç başka alan la birlikte, ulusal sorun tartı şmas ı politikanın özgü l
90
ağırlığı
konusundaki bu yöntemsel kavray ışı n en doğrudan son uçlarının ortaya çıktığı bir alan olmu ştur. Bir bakıma, Lenin'in ulusal sorun alanında yeni bir sorunsal yaratabilmesinin koşulu bu yöntemsel üstünlüğünde yatar. 22
w w
.s
ol y
ay i
n.
co m
Ulusal sorunu küçümseyen Marksistler (bunların en başında büyük devrimci Rosa Luxemburg geliyordu), Rus Sosyal Demokrat İşçi Panisi'nin programında yer alan ulus ların kendi kaderini tayin hakkını (bundan böyle UKKTH) reddederken, esas olarak ekonomik faktörlere yaslanı yorlard ı. Sermaye ezilen ulusları ezen uluslarla ekonomik olarak bü t ü nl eştirmi ş, ekonomik bağımsızlığ ı böylece olan aksız hale getirmişti. Öyleyse UKKTH'den söz etmek anlamsızlaşı yordu. Avrupa'nın bağımsız küçük ulu sları bile artık büyük ülkelerin tutsağı haline gelmişlerdi. 23 Lenin'in, ilk bakışta tümüyle haklı gibi görünen ve Marksist bir bakı şaç ıs ının doğal bir uzantı sı gibi kabul edilebilecek olan bu argümana cevabı çok basitti: evet, sadece küçük devletler değil, koskoca Çarlık Rusyası da finans kapitale ekonomik bakımdan bağımlıdır. Ama UKKTH politik baskın ın biçimlerinden biriyle, yani bir ulusun kendi iradesine aykırı biçimde bir devletin sı nırları içinde tutulmas ıyla ilgilidir. UKKTH'nin önemini görmezlikten gelenler, ulusal baskının bütünüyle ilgasının ck0nonıik önkoşullarını (yani emperyalist hakimiyetin ortadan kaldırılması, yani SO!)yaliznı) ileri sürerek işin politik yanını kı sa devreye getirmektedi rler. Aynen politik demokrasinin kapitalist sömürüyü ortadan kaldırmayacağı gerçeğine benzer biçimde, UKKTH de emperyalist ekonomik hakimiyeti ortadan kaldırmaz. Ama nas ıl sömürü ortadan kalkmıyor diye politik demokrasinin önemi kaybolmuyorsa, emperyalist ekonomik hakimiyetin devamına rağ men politik bağımsızlık da kısmi bir kazanım, bir mücadele mevzii olarak önem taşır. 24 Aşağıda Lenin'in ulusal sorunun çözümü konusunda önerdiği programı tartı ş ırken politikanın taş ıdı ğ ı özgü l önemle bir kez daha karşı karşıya geleceğ i z.
w
Lenin'in Marksizminin ikinci ayırıcı yan ı , Marksist tahlilin gerçek tarih hakkında konuşurken mutlaka somut olması gerek ti ğ i yönündeki yöntemsel vurgusu ve bu yöntemsel yak laşımı kendi talılilkrinde tutarlı biçi mde uygulamış olmasıdır. Lenin'e göre, Herhangi bir ıopluıns:ıl sorunu ara~ıırırkcn, Marksisı teori açı sı ndan kategorik bir zorunluluk van.l ır: sorunun hclirlenıni~ tarihsel sın ırlar içinde ele alınması ve eğer belirli hir ülkeyle ilgiliyse (örneğ in belirli bir ülke için hazırlanacak ulusal program) o ülkeyi aynı tarihsel dönemde ba~ka ülkelerden ay ı ran özgül veçhelerin lıcsaha katılması. 25
Tahlilin somu tlu ğu yöntemsel ilkesi, Lcniıı'iıı özel likle verilmi ş bir tarihsel bağlamda mevcut politik görevleri araştırırken, soru nun genci, uzuıı dönemli belirleyenleriyle yetinmemesi, tarihsel geli~ıııc sürecin in ge nci yönünün yanısı-
91
in .c o
m
ra, o verilmiş anda gerçek durumun ne olduğunu mutlaka hesaba katmasıdır. Uzun dönemli gelişmenin yasalarını n keşfi ku~kusuz yarı n nckr o lacağını öngörebilmek bakımından büyük bir değere sahiptir. Sadece o kadar da değ il : gelişmenin hangi yönde evrilmekte olduğunu kavramam ıza yol gösterdikleri ölçüde bu yasalar kısa dönemli görevleri belirleme bakımından da öııem taşır. Ama günün görevlerin i belirlemek için uzun dönemli yasaların bilgisiyle yetinmek, her canl ı organ izmanın bir gün mutlaka öleceği kesin l iğinden hareket le bugün yaşamaktan vazgeçmek gibidir. Somut tahlil konusundaki ı srarı Lenin'in ulusal sorunda genel yasalarla yetinmemesini (ekonomik bütünleşme ulusların maddi temelini süreç içinde ortadan kaldırır, sosyalizm sın ı f hakimiyetini ortadan kaldırarak bütün baskı biçimlerinin beslendiği kaynağı ku rutur vb.), bu genel eğ i limlerin yarattığı zemin üzerinde, verilmi ş tarihsel anda sosyalizmin soru nl arı nın ve görevlerinin ne olduğunu sornıasını olanak lı kılmıştır. Bu da uzun dönemli yasaların nesnelliğine sığınmanın yaratabileceğ i rehavetin yerine, ulusal sorunda gerçek bir e leşt ire l arayışın önünü açıııışt ır.
w w
.s
ol ya y
Lenin'in ulusal soru n konusundak i görüşleri olgunluk yıllarında son biçimine varana katlar ciddi bir değişim gcçirıııi ~tir. Aslıııda bu, özgün olan her düşünce için tanım gerc~i d oğrudur, çünkü özgün düşünce tam da sözkonusu düşünürün kendinden öııceKilerdcn devralarak olu~turduğu düşünceleri zamanla yeni lemesi yoluyla oluşur. Başka alanlarda okluğu gibi (en önemlileri Rus devriminin programı ve Sovyet iktidarının s ııııf karakteri), ulusa l sorun konusunda da Lenin deneyimden ç ıka rd ı ğı yeni dcrskrle dalıa derinlcıııes ine araştı rmanın getirdiği yeni veriler ış ığ ı nda görüşlerini ikri doğru geliştirmiştir. Bu yüzden, Lenin'in örneği n l 9 l 3'te ulusal sorun konusunda yazdıkların ı teorisinin ve pratiğ inin oluşum sürecinden kopararak nihai dü~ünce:-.iynıiş gib i su nmak, kend i eksik ve yanlışlarından öğrenme konusunda qsiz bir yet eneğe sah ip olan bu büyük Marksiste ağır bir saygısızlıktır.
w
Ulusal sorun konusunda Lenin'in düşünces i I. Dünya Savaşı'nın patlak vermesinden soııra kök1ü bir değişim geçirmiş, Lenin UKKTH'n ı merkezine alan eski çerçevesinin üzerinde bir sıçranıa yaparak yeni bir bakışaçısına kavuşmuş tur. Yani bu dönemde bu alanda Leııin'iıı düşüncesinde episteınolojik değilse bile politik bir kopuş sözkonusudur. Bu kopuşun tarihini de, Lenin'in yazılarına yansıdığı ölçüde, hemen henıeıı kesin biçinıtle saptamak mümkündür. 1916 y ı lınd a yayınlanmış üç metin, Lenin'in ulusal sorun konusundaki düşüncesinin olgun biçimini kapsamlı biçimde ortaya koyar. '2 6 J3u metinlere, Lenin'in ölüm döşeği n de, son kez felce yakalanmadan hemen önce (Ara lık 1922) dikte ettiği notlardan oluşan bir yazı da katılı rsa, dü~üncesini bi r bütün olarak kavramak için yeterli malzeme elde edilmiş o lur. 27
92
in
.c om
1916 kopuşunu şöyle özetlemek ınünıkündür: bu tarihten önce, 1913- l 4'de kaleme aldığı çeşitli yazılar da dahil olmak üzere, Lenin için ulusal sorun burjuva devriminin bir sorunuydu; 1916'dan itibaren, Lenin, köklü bir sıçrama ile ulusal sorunu sosyalist devrimin ve proletarya diktatörlüğü dönenıinin, kı sacası sosyalizmin bir sorunu olarak ele alır. Bunun anlamı açıktır: Lcnin'in ulusal sorun alanındaki düşüncesine esas özgüllüğünü veren atılım 1916 sonrası döneme aittir. Bu, büyük Marksistlerin düşün ce~ ini donmuş bir biçimde ele almanın doğurabileceği felaketler konusunda çok uyarıcı bir örnektir. Lenin'in 191 6'da yazdığı ilk metnin içeriği bir yana, baş lığı bile çarpıcıdır: "Sosyalist Devrim ve Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı (Tezler)''. Lenin , Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin Bolşevik kanadınca çıkarılan merkezi yay ın organ ı Sotsial Demokrat'ın yazı kurulunun imzasın ı taşıyan, yani neredeyse programatik bir değer taş ıyan bu tezlerin daha başlığından itibaren ulusal sorunu sosyalist devrimle ilişkisi içinde ele alacağını ilan ediyor. Buna rağınen onyıllardır, Marksist hareketin büyük bölümünde Leninisl ulusal sorun tahlili, emperyalizmin yarattığı yeni koşullar göz önüne alındığında bile, buıjuva demokratik bir görev olarak sınırlandırılabiliyor !
w
w
.s
ol
ya y
Lenin'in ulusal sorun üzerine Marksist düşüncenin tarihi açı s ından büyük bir atılımı temsil eden bu değişimi neden geçirdiğine kısaca değinmek, değişi min içeriğine de ışık tutacak. Hc rşeyden önce !.Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle birlikte, Lenin Avrupa çapında sosya li st dl! vrinıin artık somut olarak gündeme girdiğine karar verir. Bütün emperyalist ülkeler için sav undu ğu "emperyalist savaşı iç savaşa çevirme" şiarı, d oğ rud~ın doğruya bir Avrupa devrimi perspektifiyle bütünleşir. Bu aynı zamanda Ru~ya için de devrimin kesintisiz biçimde bi r sosyalist devrime dönüşmesi demektir. 28 Sosyalist devrimin güncelleşmesi ile birlikte, şu soru kaç ınılmaz olarak gündeme gelir: iktidardaki proletarya ulusal sorun konusunda nasıl bir politika izleyecektir? ("Biz Sosyal Demokratlar ulusal baskıyı nasıl ilga edeceğiz?") Lenin'in düşüncesinde somut tahlilin öneminin buradaki rolünü hatırlatmak bile bel1'i de gereksiz.
w
İkincisi, Lenin yine ayn ı dönemde emperyalizm üzerine yaptığ ı çalışmayı tamamlayarak bu konudaki görüşlerine te mel biçimini vermiştir. (Emperyalizm kitabının tam da Ocak-Haziran 1916 döııenıiııde kaleıne alındığı hatırlan sın.) Emperyalizm teori sinin tam:ınılannıas ı ile I.Düııya Savaşı'nın bir emperyalistler arası paylaşım savaşı olduğunun ka v ranması, Lcııin'iıı bir bütün olarak dünya sisteminin çelişki ve dinamikleri konusunda eskisine oranla çok daha berrak bir tahlile ulaşmasını sağlamıştır. Bu tahlil , kapitalizıniıı y ıkılı şının, salt burjuvazi ile proletarya arasındaki s ınıf mücadeksine dayanan genel, genel olduğu için de soyut teorisinin yerine, bir dünya sistemi haline ge lmi ş olan 20. yüzy ıl kapitalizminin (emperyalizmin) dt:vrilmcsiııiıı somut koşullarını ortaya
93
çıkarmaya
yöneliktir.
Bu somut koşullar aras ında, merkezi önemi elbette devam eden sın ıf mücadelesinin yanısıra, emperyalizmin boyunduruğu allına aldığı ezilen u lusl arın bu tahakküme karşı vereceği öngörülen ulusal kurtuluş mücadeleleri de hesaba katılır. (Bu öngörü parlak biçimde doğrulanmıştır.) İşte emperyalizm, ezen uluslar ile ezilen uluslar arasındaki çel işkiyi bir öznitcliği olarak bağrında taşı dığı içindir ki 29, ezilen uluslar proletaryanın sosyalizm mücadelesinde müttefikidir, ulusal sorun sosyalizmin bir sorunu haline geli r. Lenin'in deyişiyle, ülkelerde proletaryanın burjuvaziye geri \C ezilen ulusların ulusal kuruluş hareketi de dahil olmak üzere, bütün bir demokratik ve devrimci hareketler di'.lisiylc birleştiği bir devir biçiminde ortaya çıkabilir. 30 geli~ıniş
savaşının, ge li şmemiş,
in .c o
iç
m
Sosyal devrim ancak,
karşı
Dolayısıyla,
Her kim ' arı' bir toplumsal dcvriııı bekliyorsa, böyle bir devrim i görmek ona kı s met olmayacaktı r. 3 l
w
w w
.s
ol ya y
1. Dünya Savaşı'nın bir başka boyutu daha Lcnin'in ulu sal soru nu fark lı bir görmesine yol açar: "sosyal emperyalizm". Kavrama daha sonra Maoizm'in vereceği anlamdan farklı olarak, bu dönemde "sosyal emperyali zm" işçi hareketi içinde emperyalist politikanın sav unucuları için kullanılan bir terimdi. Uluslararası sosyal demokrasinin öndl!rlc riniıı büyük çoğunluğunu n savaşın başlamasıyla birlikte kendi eınperyalistlcrinin safına geçmesi, işçi hareketinin ezilen uluslar karşısındaki görevlerini yerine getirmesi konusunda hiçbir güvence olmadığının yaşayan kanıtıyd ı. (Zaten If. Enternasyonal'in sağ kanad ı bir süreden beri emperyalizmin uygarlı ğı n gel i şmes i için yararlı olduğunu teorik olarak savunuyordu.) Öyleyse, işçi hareketinin iktidara yükselmesi, yani sosyalist devrim, ulusal sorunun çözümünün kendiliğinden gerçek leşeceğinin bir garantisi değildi. Gerçek bir çözüm, sorunu pasif bir biçimde tarihe havale etmeyi değil, aktif bir enternasyonalist politika izlemeyi gercktiriyordu.Lenin'in deyişiyle, sosyalizmin ulusal sorun konusundaki programı, "ezen ulus sosyalistlerinin iki yüzlülü ğünü ve korkaklığın ı öze l olarak göz önüne alan" bir program olmak zorundaydı. 32 ış ık altında
!.Dünya Savaşı'nın yarattığı konjonktürün sonucu olan bu etkenlere 1917 Ekim devriminden sonra yeni etkenler katılacaktır. Ekim devrimi, "halklar hapisanesi" olarak anılan Çarlık Rusyası'nın miras ı olarak Büyük Rus şovenizmi ile çevre uluslar arasındaki çelişkiyi sosyal ist biçimde çözme göreviyle karşı karş ı ya kalır. Böylece, Lenin'in ulusal sorunda Marksizme yaptığı katkı, çok kısa bir süre içinde gerçek dünyadaki so mut ge li ~nıı.:krce doğrulanır: proletarya dikta-
94
törlüğünün,
lara
daha ilk gü nden başlayarak, ulusal sorun konusunda aktif politikaYani, ulusal sorun sadece buıjuva demokratik bir sorun deDaha önemlisi sosyalizmin kurulu şu nun bir soru nudur.
ihtiyacı vardır.
ğildir.
in
.c o
m
Ekim devriminin soruna getirdiği ikinci boyut dünya devriminin genel tablosunu daha da karmaş ıklaştırmasıdır. Şimdi artık s ınıf mücadelesinin ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin yanına, genç Sovyet ik tidarının emperyalist devletlere karşı vermek zorunda olduğu ayakta durma ve dünya devrimini yayma mücadelesi eklenmiştir. Bu mücadelede Sovyet iktidarının en önemli müttefiklerinden biri (özellikle 1920'den itibaren Avrupa devriminin geri çekilmeye başlamasıyla birlikte artan bir önem kazanan) ulusal kurtuluş m.ücadeleleridir. Bu stratejik ittifak ulus sorununa ek bir önem kazandırdı ğ ı gibi, aynı zamanda proletarya iktidarı altında yaşayan uluslar aras ındaki ili şk il erin has!'>asiyetini de kat kat arttırır. Çünkü proletarya iktidarı altında ezen ulus/ezilen ulu s ili şkil erinin niteliği, Sovyet iktidarı ile emperyalizmin boyunduruğu altındaki ulu s l arın itti fakında belirleyici bir unsur olacaktır.
w
w
w
.s ol y
ay
Lenin'in ulusal sorun konusundaki düşü ncesinin özgü llüğünün genci tarihsel, politik ve düşünsel bağlamı üzerindeki bu tartı ş maya son verirken, bir noktaya daha değinmekten kendimi alamıyorum . Lenin 'i n kuru lmas ın a önderlik ettiği devletin günümüzde büyük bir gü rültüyle y ık ıl ması, Lenin heykellerinin alaşağı edilmesi, burjuvazinin sözcülerinin onlarca yıld ır yaymaya çalışt ı ğı bir Lenin imgesinin sol içinde nihayet yaygın hale gelmesine yol açtı. Bugün Marksizme bağlıl ı k ilan edenler arasında bile Lenin'in usta ve soğukk anlı, ama acıma sız ve despotik bir po l itikacı oldu ğunu dii şlinenler sa nırım çoğu nlu ktadır. Tarihin ironilerinden biri ! Le nin eğer ulusal sorun koıı u :; uııda hiçbir Marksistin varamadığı noktaya ulaşabi l d i yse, bunun asli nedenlerinden biri de, sadece s ınıf sal sömürüye deği l. her türlü bas kıya ve ezıııc/ezilnıe ili~kisine karşı derin bir nefretle dolu olan, baştaııa~ağ ı demokrasiyle yoğrulmuş politik ki şiliğidir. Bugün bir başka büyük devrimciyi, Rosa Luxemburg'u dalıa tabana dayalı ve daha demokratik bir sosya lizm tararıarı olduğu gerekçesiyle Lenin'in alternatifi olarak savunanlar, şu paradoksu açıklamakta zorlanacaklardır: "despot" Leni n, Çarlık Rusyası'nın ezilmiş uluslarına hapi san eııin kapı s ını açarken, "demokrat" Rosa Luxemburg, "devrimin toprağında ulu sların kendi kaderlerin i tayin etmelerine izin verilemeyeceği" gerekçesiyle Bol şevikleri eleştiri yordu ! Luxemburg'a büyük bir sempati ile yaklaşan biyografisti Pctcr Ncııl, yine de Luxc nıburg'un ulusal sorun alanında savundu ğu po litikaların eninde sonunda Staliııizmin Büyük Rus şovenizmi karşısında s il ah s ı z kalacağ ını hatırlatmak zorunda kalıyor. 33 Tarih, başka konularda olduğu gibi, bu konuda da Lcnin'i hakl ı ç ı kartm ı şt ır !
95
Lenin'dc sosyalizmin ulusal programı Yukanda da
belirtildiği
gibi, Lenin'in Marksist ulusal sorun teorisine ve ulu sun bir tarihsel kategori olarak tanımlanmasında, "ulus devlet" adıyla anı lan politik birimlerin tarihsel i~levinin açıklanmasında ya da ulusal birimler ile kapitalizmin dünya çapında yarat tı ğı ekonomik merkezileşme arasındaki çelişkilerin teşhis edilmesinde dcğ ildir. Bütün bu konu larda Lenin genel hatl arıyla öteki Marksistkrle aynı fikinkdir. Lenin'in özel katkısı, teorinin, kendisine kadar varolmuş olan sınırlarını sorgulamas ı , yeni bir soru ile ulusal soruna yaklaşımın çerçevesini altüst etmesidir. Evet, proleter iktidarı ulusal sınırların aşılmasının, ulu s ların kaynaşmasının önündeki engelleri ortadan kaldırır. Evet, komüni st bir toplumda sınınara o l duğu kadar uluslara da yer yoktur. Ama proletaryanın iktidara geçtiği anda ulu~lar akşamdan sabaha birdenbire ortadan kalkmayacakt ır. Devrimden sınıfsız topluma gide n yolda, s ının arın ve devletin ortadan kalkması nasıl bir süreç sorunuysa, ulusların kaynaşarak ortadan kalkması da bir süreç sonunda gen;cklcşecektir. Öyleyse, diye sorar Lenin, bu süreç nas ıl gerçekleşecektir? Proleter iktidarı neler yapmalıdır ki, uluslar kendilerini karşı karşıya getiren, birlıirlerine düşü re n koşulları aşarak birleş i p bütünleşsinler ? Tek cümleyle, kt.:ndisiıH.k:n önceki Marksistlerden fark lı olarak, Lenin, sosyalist devrimin ulusal sorunu otomatik olarak çözeceğini reddederek, Marksizmin bu konuda bir program ge liştirmesi gerektiğ ini savunur.
ya yi
n.
co
m
programına katkı s ı,
w
w
w
.s
ol
Sorunun bu özeti, Lenin'in ulusal soruna verdiği önemin temelinde bir nebze milliyetçiliğin bile bulun.rnadı ğ ını gösterir. Ay nen, lrlanda'n ın lngiltere'ye karşı özgürlük mücadelesini desteklerken Marx'ı yöneten saiklerin bütünüyle enternasyonalizmden kaynaklanmas ı gibi, Lenin'iıı ulusal soru na sosyalizm açı sından bu derecede büyük önem vermesini n tcınt::linde enternasyonalist bir bakışaçısının başarısını güvence allına alma kaygısı yatar. Aradaki tek fa rk şudu r: Marx, ezilen ulusun mücadelesini, iki ulusu n proktcrlerinin kapital izme karşı birli ğini sağlamak bakımından gerekli olduğu için desteklerken, Lenin, yeni sorun sa lı çerçevesinde, proleterlerin birliğinin sosyalist devrim sonrasında da ulusların kaynaşmas ı için gerekli olduğu saptamasından hareket eder. Kısaca söylemek gerekirse, Lenin, ulu slar sorununa özcıı gösterilmesini savunuyorsa, bu, ulu sların varlığını bir üst sentez içinde ortad an kald ırmak içindir. Bu saptama bize daha genel bir noktay ı vurgu lama olanağın ı veriyor. Ulusal sorunu önemsemek, farklı uluslar arasın daki sorunlara "sınıf mücadelesini saptıracağ ı " gerekçesiyle sırt ını çevi rmemek, ezilen ulusların son derecede meş ru taleplerini aktif olarak desteklemek, enternasyonalizmin başlıca görevleri arasındadır. Ulusal sorunun üze rinde durmanın tek yolu milliyetçilik değildir. Uluslar arasında baskı ilişkilerine karşı çı~ıııak ile milliyetçilik arasında hiçbir
96
n. co
m
zorunlu bağıntı yoktur. Sendikal haklar için mücade le nasıl sadece sendikal izmin, politik demokrasi için mücadele nası l sadece burjuva demokratlarının görevi değilse, ulusal baskıya karşı mücadele de yalnı zca milliyetçi lerin görevi değildir. Tam tersine, ulusal baskıya karş ı mücadelenin milliyetçi bir kabuğa bürünmesinin en büyük panzehiri, ulusal bask ıya karşı enternasyonali st bir perspektifle mücadele etmektir. Bu, komünizmin milliyetçili kle ilişkis ine de ışık tutuyor: ezilen ulus mi lli yetçili ğini n ilerici ve demokratik içeriğini saptamak bir şeydi r, milliyetçiliğin ulusal sorunun bi le çözümünü sağlayamayacak, tarihsel potansiyeli s ınırlı, nihai olarak insan lı ğın kurtulu şunun önünde bir engel oluşturan bir ideoloji oldu ğunu kavramak başka şeydir. Komünizm, ezilen ulus milliyetçi liği ile ittifak yapabilir. Ama komünist hareketin kend i içinde milliyetçiliğin bir nebzesi bile kabul edilemez. Komüni zm, enternasyonalizmd ir. 34
w
w
w
.s
ol
ya
yi
Lenin'de sosyalizmin ulusal programının hareket noktası , dünyanın ezen uluslar ve ezilen uluslar olarak ikiye bölünmüş o lmasıdı r. Emperyalizmin sistematik olarak yeniden ürettiği bu nesnel durum, sosyalist devrimden sonra proleter iktidarına ulusal sorun konusunda özel görevler yükler. Soyut biçimde proleterlerin ya da emekçilerin kardeşliğinden söz etmek yetersizdir. Ne de ekonomik ç ıkarların ya da ekonominin nesnel ge li şmes inin ulus gerçeğini tarihsel olarak aştığını söylemek tek baş ına sorunu çözecektir. Çünkü anarşist bir perspektiften farklı olarak, Marksizmin sosyalist devrimden sınıfsız topluma giden yola ili şkin tahlili ve programı, uluslar aras ındaki ili şki ler sorununu tanım gereği kaçınılmaz hale getirir. Bu tahlil ve program, kapitalizm ile sını fsız toplum arasındaki tarihsel dönem boyunca, süreç ilerledikçe sönümlenecek olan bir devletin, yani proletarya diktatörl üğünün varl ı ğ ını öngörür. Ama "devlet" diyen otomatikman "sın ırl ar"dan söz etmek zorundadır. 35 Demek ki, proletarya diktatörlüğü altında, dünyanın politik birimlere bölünmesi, sorunun tanımı gereği bir olasılık olarak karş ı m ı za dikilmekted ir. Bu politik birimlerin karş ılıklı olarak ne tür bir il i şki içinde o l acağ ı , ne tür bir ili şkinin sosyalizmin in şas ı aç ı sından en büyük yaran sağ l ayacağ ı sorunu, ancak bu verilmiş zeminden hareketle kararlaştırılabilecek birşeydir. Bu politik birimlerin varlığı ise uluslar aras ındaki ili şkileri kaçınılmaz olarak gündeme getirir. Burada Lenin'in komüni zmıı geçiş sürecinin tahlilini ve programını zenginve somutlaştırdığını görüyoruz. Marx'ın en açık biçimde Gotha Programının Eleştirisi'nde ortaya koyduğu geçiş dönemi tahli li, genel olarak proletarya diktatörlüğü dönemini s ını fların ortadan ka l d ırı lmas ı ekseni etrafında tanımlıyordu . Lenin bu döneme ek bir belirlen me getiriyor: ulus ları n bütünleş mesi ve kaynaşması, proletarya diktatörl üğünün, sınınarın ortadan kalkmas ı sürecine tabi olmak.la birlikte, kendi mantığı içinde ele alın ması gert!ken bir veçhesi haline geliyor. Lenin'in deyişiyle, leştirdiğini
97
İnsanlık nas ıl sı n ıtları n ilgası ıı:ı aııc:ık czi l ıııiş s ını rın diktatörl üğüne
dayanan bir
dönemi aracıl ı ğıy l a ul:ışabilcccksc, ulusların kaçınıl maz bütünleş mesine de ancak c~.ilcn ulu sları n tam özgürleşti ği ... bir geçiş dönemi arac ılı ğıy la ulaşabi lecektir. 3<ı geçiş
ile öze.leş t utulmamal ı d ır. Marksizmin ulusal sorun konusundaki politik programı üzerine yapılan tartı ş malarda en s ık y apılan yanlışlardan biri, hakkın tanınmasının ayrılmanın sav unulmasıyla eşan lamlı imi şçesi ne ele alınması ol muştur. Lenin için, sosyalist devrim son rasında birli ği n savunulması esastır. (Sosyalist devri m öncesinde ise, birlik ya da ayrıl ma arasındaki te rcih, uluslararas ı planda s ını f mücadeles inin ç ıkarları na bağım lıdır.) Ama bu birliğin başl an gı ç ta gönü llü olarak kuru l mas ı ve gönü llü olarak sürdürülmesi vazgeçilmez bir ilkedir. Göni.illi.i birli ğe pratikte i şle rlik kazand ı ra bilecek en uygun biçim olarak, Lenin ve Bolşevik Parti, Eki m devrimi son ras ın da, özgür ulusal birimlerin bir araya geldi ğ i bir federasyonu benimse mişlerdir. Federasyon, uluslar arasında yüzyılların mirası olarak varlığını uzunca bir süre sürdürecek olan güvensizli k ve sü rtüşme leri göz önüne alan bir geç i ş biçimi olarak, ulusların bir süreç içinde kaynaşmas ını sağlayacağı umulan kı s mi bir birliktir. Ek im devrimi öncesi nde Lenin'in ısrarla reddetıi ği bu dev let örgütlenme biçimi, Sovyet deneyiminin kazandı rdı ğ ı dersler ı ş ı ğ ında l 9 l 9'da B ol şev i k Partisi'nin yeni programında, l 920'c.lc ise genc i bir ilke olarak Konı in tern kararl arında yer almışt ır. Öyleyse, Lenin'de sosyalizmin uluslar sorununa ili şk in programının ikinci ayağı, sovyct fcdcraliıınidir.
w
w
.s
ol
ya
yi
n. co
Ayrılma hakkının tanınmas ı, ayrı lma
m
Ezilen ulusların tam özgürleşmesi ancak bu ulu sların ezen uluslarla birl i ğ i nin gönü llü temellerde ge rçek leş mes i koşu l uyla nıünıkündlir. Bu ise ancak ulusların kendi kaderini tayin hakkının sosyalizm altında da koşu l suz olarak tanın ması halinde gerçek l eşebilir. Devri m öncesinde, esnasında ve sonrası n da, ezilen ulus l arın KKTH'nı tanımayan sosyalist partikr, Leni n'e göre, "sosyalizme ilıa net etmiş olurlar." 37 Eklemek gerekir ki, Leni n için UKKTH ayrı l ma , ayrı devlet kurma hakkı ile özdeştir, başka hiçbir anl am ı yoktur. 38
w
UKKTH ve onun proleter iktidarındaki soıııuıl aşnıas ı olan sovyet fodcralizmi, ulusal soruna Marksi st yak laş ım açısından gerekli olmakla birlikte tlimüyle yetersizdir. Çünkü Lcnin'e göre ulus ların genel 1 soyut ve biçimsel e~itl iğ i talebi, küçük burjuvazinin karak teristik yak l aşımıd ır. Elbette, küçük burjuvaziden farklı olarak Marksizm, bütün öteki baskı biç imleri gibi ulusal bask ı ya da kapitalizm altında son verilemeyeceği ni savunur. (B u noktanın, programatik aç ı dan önemine birazdan değineceğim.) Ama bunun ötesinde, Marksizm açısından, başka alanlarda o ldu ğu gibi burada da, biçi msel eşit lik yeterli değ ildir. Marksist program, burjuva demokrasisinin ve küçük buıjuvazi nin programından , eşits iz-
98
likleri pratik olarak, gerçek maddi temelleriyle ortadan kaldırmayı hedeflemesiyle ayrılır. Çünkü uluslar arasındaki güvensizlik ve sürtüşmelerin en temeldeki nedeni bu gerçek eşitsizliklerdir. Eğer Marksist programın hedefi sadece belirli demokratik hakları tutarlı biçimde savunmak değilse, esas hedefi uluslar arasında kaynaşmayı sağlamak ise, yani Marksizmin ulusal programının temeli enternasyonalizm ise, o zaman biçimsel cşitliklerle yetin ilemez, gerçek eşitliğin pratikte sağ lanmas ı gerekir. Lenin tanı bu noktada ekler: "Marksist teorı..ı ş t e b ud ur ... "39
n. co
m
Lenin bu noktayı en açık biçimde, 1922 sonunda, Milliyetler Komiseri Stalin ve çalışma arkadaşlarının, Gürcistaıı'a yönelik olarak Büyük Rus ~ovenizmi ni hortlatan politikalar izlemelerine sert bir şekilde karşı çıkmak için dikte ettirdiği "Özerkleştirme" başlıklı yazısında onaya koyar. Uzun yıllar boyunca Sovyet vatandaş larından gizlenen ve ancak 1956'da yayı nl anan 111 bu yazıda Lenin şöyle der: ... genci olarak milliyetçilik sorununun soyut biçimde sunuluşu hiçbir yaramaz. Ezen bir ulusun milliyetçiliği ile ezilen bir ulusun milliyetçiliği, büyük bir ulusun milliyetçiliği ile küçük bir ulusunki arasında ayırım yapmak zorunludur... Biz, büyük bir ulusun mensupları olarak, tarihsel pratik içinde, hemen hemen her zaman, ötekilerin haklarını say ı sız defa çiğnemekten suç lu olduk ... Bunun içindir ki, ezenler bakımından enternasyonalizm, yalnızca ulusların biçimsel eşit l iğinin tanınmasından ibaret kalmamalı, gerçek pratikte var olan e~itsizliği ortadan kald ırmak için, ezen ulusun, büyük ulusun aleyhine bir qitsizlik içcrnıelidir. llunu anla-
ol
ya
yi
i şe
w
.s
mayan biri, ulusal soruna gerçek proleter yaklaşıııııııı anlamamış demektir, bakış açısı öziindc hata kiiçük burjuv<ıdır ve dolayısıyla burjuva bakış açısına kadar alçalac;ığı kesind ir. 41
ilke çarpıcıd ır: biçimsel eşitliğin ötesinde gerçek üstün durumdakilerin aleyhine, ezilmiş konumdakilerin lehine ön lemler. Yani modern deyimle pozitif' ayırımcılık. Lenin bunu proleter politikasının ayırıcı özelliği olarak sunuyor. İşte Lcnin'in 1922'de açık ça dile getirdiği bu ilkeyi, kadın hareketi ve ezilen ulusal gruplar (ABD'de zenciler ve Latin kökenliler, Batı Avrupa'da göç ırn.:n işçiler) 1968 yükse li şiyle birlikte yeniden keşfedeceklerdir ! Kitle hareketinin pratik mücadelesi içinde vardığı bu sonucun Marksizmin uluslar arasındaki eşitsiz liklerle mücadele programının bir parçası olarak erkenden savunulması bir ras lantı değildir. Marksizmin burjuva toplumunun (sivil toplumun) temelinde yatan biçimsel eşitliklerin ötesine geçmeye, ihtiyaçları soyut bireylerin değil somut toplumsal konumlar yaşayan tarihsel olarak belirlenmiş insanların ihtiyaçları 9larak ele alBurada Lenin'in
önerdiğ i
w
w
eşitliği sağlamak amacıyla,
99
maya dayanan bütünsel felsefi ve toplumsal bakışının, liberalizmin ötesine geçen bu bakış açısının mantıksal bir sonucudur. 4 2 Marx'ın Gotha Programı'nın Eleştirisi'nde belirttiği gibi, "eşit hak hfüa burjuva hakkı" olduğu için Lenin eşit hakkın ötesine uzanan bir pozitif ayırımcılığı savu nmaktadır. 43
yi
n.
co
m
Lenin'in perspektifinin, sadece Stalinizmden değil, bugünün sosyal demokrasisinin atası olan, birinci kuşak revizyonizmin mimarı Berns tein' ın bakış açı sından da nasıl ayrıldığına kısaca d eğ inmek , günümüzde emperyalist ülkelerin işçi hareketi içindeki gerici eğilimleri hatırlamak bakımından yarar taşıyor. Bernstein daha 1896 yılında, yan i Marksizmin geçerliliğin i yitirdiğini savunduğu ünlü kitabını yayınlamadan önce, sömürgeciliği savunan bir makale yazarak, kapitalist uygarlığın nüfuzuna direnen "barbarlar"ı desteklemenin "romantik" olduğunu iddia eder. Ardından, İngiltcre'nin Hindistan'daki rolünü açıkça savunduktan sonra, 1898'de kaleme aldığı ve Alınaııya'nın emperyalist faaliyetlerini haklı göstermeye çalıştığı bir başka yazısında şu sonuca varır: "Daha yüksek bir uygarlık daha üstün haklara sahiptir." 44 Görüldüğü gibi sosyal demokrasinin öncüsü Bernstein da, devrimci komünizmin önderi Lenin de eşit sizliği savunuyorlar. Bir küçük farkla: ilki ezenlerin haklarının, ikincisi ise ezilenlerin haklarının yanından ! ·
w .s
ol ya
UKKTH, sovyet federalizmi ve ezilen uluslar lehine pozitif ayırımcılık: Lenin'in ulusal soruna ilişkin olarak önerdiği bu politik ilkeler, gelecekte, sosyalist devrimin zaferinden sonra, Marksist hareketin programına damgasını vurması gereken ilkeler olarak beliriyor. 20. yüzyılın ve en başta da bürokratik işçi devletlerinin deneyimi Lenin'in programının doğruluğunu, özellikle "Özerkleş tirme" yazısıyla ölüm döşeğinde hakim ulus şovenizmine karş ı yükselttiği çığlı ğın ne derecede haklı olduğun u tartı şılmaz biçimçle ortaya koymu ştur.
iV. BİR ULUSLARARASI DEMOKRASİ PROGRAMI İÇİN
w w
ÖNERİLER
Yukarıda sayılan
ilkeler ulusal sorun konusunda Marksizmin temel sosyayol gösterici ilkelerdir. Elbette bunlara 20. yüzyılın gelişmelerinin ürünü olarak ortaya çıkan yeni sorunların çözümüne ışık tutacak yaklaşımların . eşlik etmesi gerekir. Bu sorunlar aras ında uluslararası işgücü akımlarının sonucu olarak oluşmuş olan göçmen nüfusun sorunları başlıca yeri alacaktır. "Ulusal" devletlerin sınırları içinde yaşayan nüfusun ulusal bakımdan çeşitlenmesi ortaya çözülmesi gereken sayısız sorun çıkarmıştır. Bu sorunların uluslararası Marksist hareket içinde büyük bir du yarlılıkla tartışılması gerekir. list
programı açısından
Ne var ki, Marksizm ulusal baskı konusundaki mücadelesini devrim sonrasına erteleyemez. Bir .kere, sosyalist hareket emperyalizme ve genel olarak ulusal baskıya karşı ezilen ulu sların mücadelesinin yanında olmak zoru ndadıı;. Bü-
100
tün baskı ve ezme/ezilme biçimlerine karşı olması gereken sosyalist hareket, ulusal baskının hiçbir türüne (politik, ekonomik, kültürel vb.) kayıtsız kalamaz. Emperyalizmin globalizm ideolojisi temelinde ve "Yeni Dünya Düzeni" ş iarı yla ezilen uluslara karşı genci bir taarruzu başlattığı günümüzde, ezilen uluslara destek vermek özel bir önem taşır. Ama sorun burada kalmaz. Kapitalizm, özel likle emperyalizm aşamasında, uluslar arasındaki eşitsizliği, ezme/ezilme ilişkilerini, ulusal baskıyı, sistemin gereği dolayısıyla yeniden üretir. Bu yüzden, politik alanda elde edilen kazanımlar ne olursa olsun, ulusal sorun kapitalizm altında bir bütün olarak çözülemez. Öyleyse, ezilen ulusların kuıtuluşl<;ırı yolunda verilecek mücadeleler kapitalist üretim tarzının dünya çapındak i i şley i ş yasalarıy l a karşı karşıya geleceği için patlayıcı bir anti-kapitalist potansiyel taşır. Ezilen uluslar için salt biçimsel bir eşitlikle yetinmeyen, her alanda gerçek bir eşitliği hedefl eyen bir mücadele, en basit demokratik haklardan yola ç ıkıyor olsa bile geçişse) bir karakter taşıyacaktır. Marksizmin globalizme ve "Yeni Dünya Düzeni"ııe karşı geliştirmesi acil bir ihtiyaç olarak beliren uluslarnrası demokrasi programı işte bu geçiş mantığı üzerinde inşa edilmelidir. Bu demektir ki, ulusal sorun konusunda temel sosyalist programda yer alan ilkeler, ezilen ulus ların bugünkü acil sorunl arının çözümü için ileri sürülecek taleplerde cisimleşmelidir. Başka bir deyişle, bugünkü somut ve acil sorunlarla sosyalist devrim aras ında bir köprü oluşturacak geçiş programı, ulusal sorun konusunda öyle taleplerle donatıl malıdır ki, bir bütün olarak alındıklarında emperyalizmin çerçevesine sığma yan, bu çerçeveyle ezilen ulusları karş ı karşıya getiren bir nitelik taşıs ınlar.
.s
ol
ya
yi
n. co
m
farklı
w
w
w
Böyle bir programın ge li ştirilmesi, elbette ancak ulu slararası devrimci sosyalist hareketin bir bütün olarak gerçekleştirebil eceğ i birşeydir. Özellikle uluslararas ı politik mücadeleleri doğ rudan konu alan böyle bir çalı şmada, çeşitli ülke, bölge ve kıtaların deneyim ve birikinüni bir araya getirerek merkezi leştirebi l ccek bir ula slararas ı önderli ğ in, bir Enternasyonal'in ne kadar büyük önem taşıdığı açıktır. Benim burada yapmak istediğim, kı saca, bu tür bir uluslarara::.ı demokrasi programında ne türden taleplerin ve hedcnerin yer alabileceği konu sunda bazı örnekler vermek. Birleşmiş Mi lletler bu gü nkü yapısıyla emperyalist tahakkümün araçların dan birffiir. Son dönemde Sovyetler Birliği'nin emperyalizme tlimüyle bağımlı hale gelmesi ve sonunda dağılması ile daha önceki kar~ılıklı güç dengesinin ortadan kalkmasıyla birlikte BM'i emperyalizmin sald ırganlığının basit bir aracı olarak kullanma eğilimleri daha da güçlenıııi~tir. Güven lik Konseyi'nin yetkilerinin, aldığı kararların çoğunlu ğu iyi niyet beyanlarından öte bir i ~e yaramayan Genel Kurul'a oranla aşırı derecede belirley ici olması, üstelik beş büyük devle-
101
co m
tin her birinin Güvenlik Konseyi'nin herhangi bir konuda karar almasını veto hakkı aracılığıyla tümüyle engelleyebilmesi, 13M'in bugünkü yapısının ne denli anti-dcmokratik olduğunu çarpıcı bir açıklıkla ortaya koyuyor. Marksizmin uluslararası demokrasi programı bu yapının tepetak lak edilmesi temelinde oluş turulmalı. BM'in emperyalistlerin denetimindeki bir araç sıfatıyla, derin bir devrimci sarsıntı geçirmeksizin ciddi bir reform yaşayamayacağ ını ezilen ulu sların büyük kitlelerine göstermek için, büyük devletlerin veto hakkının kaldırıl ması, özellikle azgelişmişliğin mekanizmalarını ve azgelişnıişlikle mücadeleyi ilgilendiren konularda, pozitif ayırımcılık ilkesine bağlı olarak, Asya, Afrika ve Latin Amerika kıtalarının temsilcilerine veto hakkı tanınması, Güvenlik Kurulu'nun kararlarının Genci Kurul'a onaylatılmasının zorunlu olması ve benzeri taleplerin ileri sürülmesi gerekir.
.s
ol y
ay i
n.
•Ulu sal egemenliğin, günümüzün somut koşullarında, emperyalist tahakküme karşı savunulmas ı gereki r. Ezilen uluslar, uzun mücadeleler sonucunda elde ettikleri egemenlik haklarını emperyalistlerin hakim olduğu uluslararası örgütlerin kararlarıyla terketmeye zorlanamazlar. Politik yetk ilerin daha üst birliklere aktarılması ancak gönüllü temelde gerçeklqirse savunulabilir. Ama mevcut ulu slararası sınırlar aynı zamanda dünyanın dört bir yanında ezilen ulusların ezen ulus tahakkümüne zincirlcnmesinin bir arac ı i ş l evini görmektedir. Dolayısıy l a, ulu slararas ı demokrasi prograıııı, bugün bir devlet halinde örgütlenmemiş olan ezilen ulusal toplulukların (AT3D'de zenci ler, "kızılderili lcr" ve Latin Ame rika kökenl iler, Latin Aıııc rika'da "kızılderililcr" 45, Ortadoğu 'da Küıtler ve Filistinliler, Güney Afrika'da zenci ler vb. vb.) bütün uluslararası forumlarda temsili talebini, UKKTH ile birlikte öne sürmelidir.
w
w w
• Sovyetler Birliği'nin dağılmasından beri uluslararası barış hareketi, sanki nükleer savaş tehdidi ortadan kalkmış gibi bliylik bir aymazlıkla ııılicadelesinin temposunu düşürmüştür. Oysa gerek emperyalistler arası çeli~kik rin yükselişi, gerek ezilen ülkelere emperyalist taarruzlar, gerekse bölgesel düzeyde patlak veren çatışmalar, nükleer ve kimyasal sil ahların kullanııııını daha da büyük bir olasılık haline getiriyor. U l u sl ararası demok rasi programı, emperyalizmin bugün başvurabileceği "Sovyet tehdidi" tipi bir argümanın yokluğunda , nükleer silahların tahribini ve kimyasal silahların bağımsız uluslararası komisyonlarııı denetiminde yasaklanmasını savunabi lir. Silahlanmaya karşı açılacak böyle bir savaş, bir yandan ~iddetin emperyalizmin doğasında içkin olduğunu kitlelerin gözünde açığa çıkarırken, bir yandan da azgelişmi~liğin ekonomik veçhelerine karşı mücadelede güçlü bir koz olu~ıuracaktır. •Ekonomik planda, azgelişmişlikle mücadele konusunda gerek yeni liberal "serbest piyasa" çözümünün, gerekse sosyal demokratik çözümlerin (sözde 102
n. co m
"Yeni" Uluslarara:; ı Ekonomik Düzen vb.) kar~ıs ı n a, en yoksulundan başlaya rak azgelişmiş ülkelere radikal biçimde öncelik tanı y an bi r talepler dizisi ile çı kılmalıdır. Dış borçların iptali talebinin yan ıs ıra, BM'in göz boyama türünden yardım kararlarını teşh ir eden ve her ülkenin ki~i ba~ına GSMH'sı oranında ödeyeceği bir uluslararası müterakki vergi ihdas ı temel bir talep olarak ileriye sürülebilir. Somut düzeyde ulus l araras ı finan s manın denetiminin emperyalistle rden ku rtarılmas ı gerekçesiyle İMF'n in ve Dünya Bankası' nın il gas ı, bunların yerine sözkonusu vergiden ve ulu slararas ı bankaların ödemekle yükümlü kılına bileceği vergilerden elde edilecek uluslararası fonl::ırın azgclişmişlcr denetiminde bir kuruma bırakılmas ı talepleri de anlamlıdır. Ayrıca, zorunlu gıda maddele ri, ilaç, ana ve çocuk sağlığı için gerek li maddeler gibi en temel ihtiyaçlardan başlayarak, kaynakların, üretimin ve clağıtıının uluslararası planlama temelinde düzenle nmesi talebi, planlamanın kilra değ il insan ihti yaç l arına dayalı bir üretim örgütlenmesi o l duğunu kitlelerin bilincine sokarak "serbest piyasa" ideolojisine karşı ciddi bir mücadele aracı oluşturabil ir.
w .s
ol ya
yi
• Yine ekonomik alan la ilgili olmakla birlikte, doğrudan doğruya pol itik mücadelelerle de yak ınd a n ili şkisi olan bir takp, işglicü dolaşımının dünya çapında serbest bırakılması olabilir. Örneğin Avrup.ı Top luluğu bağ lamında bu talep Schengcn an laşma larının iptali takbinc dönüşebilir. I3öyle bir talep kitlese lleşti ği ölçüde son dönemde baş dömHirücü bi r gelişme gösteren ırkç ılığa ağır bir darbe vu rmanı n ötesinde, değişik ulus l arın emekçilerini birbirine yaklaştırmak bakımından da değer ta~ ıyacakt ır. Bugüne kadar i şgücü dolaş ımının üzerindeki ağır kontrollere karş ıt biçimde, her gl.!ı,:en gün daha büyü k bir serbesti ye ka vuşa n sermaye ve ınctal::ırın dolaşı mının ise azgeli şmiş ulusal devletlerin kararına bağlı o lmas ı Lalep edilmelidir.
w
w
• Uluslararas ı düzeyde işgücü dola~ıırnn ın sı.:rbest bırakılması talebi, göçmenlerin sorun larının eskisi ne göre daha da ciddi biçimde ele al ınması demektir. Bu alanda, Marksizmin uluslararas ı demokrasi prograııııııın yapacağı ilk şey, ırk çılığın yükse l iş ini aktif biçimde göğüsleme k üzı.: re eşit haklar nıücııdeles ini yiikseltmeklir. Göçmen işçilerin bulundukları ülkt:lerde biitiin politik ve toplumsal haklardan yararlanmal a rı için, tek ıck ülkelerde değil, ulu slararas ı bir kampanya koşullar elverdiğ in de yürü ıü lebi lir. Bunun da ötesinde, radikal dinci ya da şoven milliyetçi akımların tezlerine ve tak plc rine hiç bulaşmaks ı zın , göçmen işçilerin kendi kültürel nıiraslarım özgürce koruyabilmeleri ve geliştire bilmeleri için koşulların oluşturulnıasını talep etmek gerekir. (Bu talep, göçmen işçi leri n ulusal ve dinsel kültürünün baskıcı yanbrı y l a mücadele için, kadınlar, gençler vb. gruplar aras ında yap ıl acak ça lı şma) la bı.:slc nnıek zorundadır.) • Uluslar
aras ı ndaki
kültürel
al ı şveri ş
ve
il i şkile r,
göçmen sorununun çok
103
ötesinde günümüzde ezilen ulu slar açıs ından büy ük önem taş ı yor. Özellikle medyanın dünyanın her yanını ahtapot ko ll arı y la sardığı , sanat ve kültürün paranın peşinde dünya turuna ç ıktı ğ ı günümüz koş ull arınd a , emperyalist ulus ların kültürü, ezilen ulu sların kültürel dün yas ını tek yanlı biçimde yiyip bitirmeyi her gün daha fazla başarırken, azgcli ş mi ş ulu sların kültürünün in san lığ ın evrensel kültürünün olu şumuna katkı yapabilmesinin koşulları n ın akt if olarak sağlanma sı yolunda bazı talepler geli ştirilebilir.
co m
Bunların yanı sıra, doğal kaynakların ku l lanımının azge li şmi şle rin denetiminde bir kuruma bağlanmas ından dünya haritas ının gerçek orantılara göre yeniden çizilmesine kadar birçok alanda say ı s ız talep ge liştirmek mümkündür. Geleceğin
w w
.s
ol y
ay i
n.
sosyalist toplumunu, ekonomi k, politik, kültürel vb. alanlarda birbirini tahakküm altında tutmayan/tutamayan topl u lukların kardeşçe birliğ i olarak kurabilmek içi n bu türden talepleri şimdiden insanlı ğ ın gündemine ve bilincine sokmak gerekir. Bunlardan bazıları özel koş ulla r alt ında gerçekleşebilir de. Aynen tekil ülkelerde devrim mücadeles inin bir yan ürünü olarak d eınok ra-· tik hakl arın kazanılması gibi. Ama gerçek bir kardeş lik t oplu l u ğ u kurulurken olabilecekleri ş imdiden kestirmek mümkün bile de ğ ildir. Batı 'nın resmi tarihi (ve onun tersyüz edilmiş karikatürü olan İs lamc ı tarih) o zaman en ağır eleştiri den geçecek, bütün ırkçı efsaneler in san l ığı n tarih öncesine gömülecektir. İn sanlar için "yabanc ı" dil kalmayacak, he rkes farklı müzik aletleri nden keyif alır gibi bütün dilleri isteğ ine bağlı biçimde ve özgürce konu şacaktır. Tek bir kültüri.ln tahakkümü altı nda birleş menin gerici biçimleri MacDonald's, Dallas ve Rambo'nun yerini , bütün kültürle rin birbirle rine kenetle nerek tek tek ve hep birlikte yükse ldi ğ i bir senfoni a l acaktır. O zanıan 1lri stiyan kliltü riinün bütün insanlığa üstünl üğü nün simges i olan Gregoryeıı takvi mi bile yerini bütün insanlı ğın kurtulu şunun/yenide n doğ u ş unun simgesi olan gerçek bir yeni y ıla, gerçek bir "milat"a day alı bir takvime bırak acaktır.
w
lşte ancak o zaman, kendileri üzerinde yü zy ıll ar boyu kurulm uş tahakkümün bütün saik ve simgelerinin eriyip gitti ğ i n i gözleriyle gördüklerinde, ezile n uluslar artık ezilmediklerini hi ssedecek, kend ile rini artı k ezmeyen uluslarla kucakl aşacaklardır.
Uluslararası demokrasi programının görevi, bunu n ancak s ınıfsız topluma giden yolda gerçekl eşebileceğini ezilen ulu s l arın biiyük kitlelerine pra tik içinde anlatma mücadelesinin yolunu çizme ktir.
V. SONUÇ: YA GLOBALİZM, YA ENT~R NASYON A Lİ ZM
Emperyalizmin bugün
" g l obali zın " adı a ltı nda yürüttüğ ü
saldırıya bazı ideologların Marx 'ın adıy la
104
ek bi r
büyük ideolojik ça-
sayg ıd eğerlik kazandırma
bası,
Marksizmin modern dünya hakkındaki ba~döndürücü öngörülerinin yalbir boyutunu öne çıkararak bütünü çarpıtma gibi basit bir yönteme dayanıyor. Marx'ın kendisi elbette Manifcsto'da olsun, başka yapıtlarında olsun, sermayenin dünya ekonomisini bütünleştirerek ulusal bölünmelerin maddi temellerini ortadan kaldırdığını daha bu sürecin I3atı Avrupa'da bile tamamlanma mış olduğu bir aşamada, 19. yüzyılın ortasında saptamıştı. Bir Batı özdeyişi, " ikiyüzlülüğün, kötülüğün erdeme yaptığı övgü" olduğunu söyler. Burjuva ideologları da bugünkü ikiyüzlülükleriyle Marx'ın büyüklüğünü kendi ağı zlarıy la teslim etmiş oluyorlar. Ama Lenin'in bu yazının baş ında aktard ı ğ ım alıntıda beliıttiği gibi, Marx ve Marksist düşüncenin ana çizgisi, bu bütünleşmenin ancak emperyalist tahakküme dayanmadığı, ulusal baskıyı içermediği durumlarda ilerici bir rol aynadığını açıkça belirtmiştir. Yaralana tapınmak ve teslim olmak ne Marx'ın kişiliğinde, ne de Marksist hard.. cıin felsefi yaklaşım ında mevcuttur. Marksizm, kapitalizmin çelişkilerle yüklli gclişinıinin yarattığı bütün baskıları ortadan kaldırmanın, bu sistemin yaraııığı potansiyelleri ise insanlığın özgürleş mesinin araç l arına dönüştürmenin teorisi ve pratiğidir. Globalizınin bir düşünce ak-:nı olarak içerdiği tezler arasında gerçek li ğe i şare t eden, doğru olan ne varsa Marksizmden çalınmıştır; içinde yanlış ve kör olan ne varsa, emperyalizmin kültüründen alınmıştır. Marksizmden farklı olarak, globalizm bir enternasyonalizm değildir. Ezilen ulu sların di renişini yok eınıeyi hedefleyen örtülü bir emperyalist milliyetçilik ideolojisidir.
ol ya y
in .c o
m
nızca
w
w w
.s
Bugün emperyalizm yirmi yıla yakın süredir ü~tesindcn gelemediği , üstelik son iki yıldır yeniden akut hale gelen derin bir ekonomik bunalımdan geçiyor. Bu bunalımın uluslararası sermayenin çıkarları temelinde bir "çözi.im"e kavuş ması, emperyalizmin uluslararası işçi sınırına, bürokratik i ~ç i devletlerine ve azgelişmiş ezilen uluslara karşı kcsiıı zaferler kazaıınıasına bağlıdır.-t6 Bürokratik işç i devletleri, emperyal izmin gücü dolayı sıy la değ il, güçsüz lü ğüne rağmen, kendi çürümüşlükleri dolayısıyla, teker tekı.:r salıııcyi terkediyorlar, azgclişıniş, ezilen ülkelerin saflarını kalabalıklaştırıyorlar. St:ıliııizmiıı çöküşü, sosyal demokrasinin burjuva saflarına katılma yolunda sırtındaki soıı engel leri de fırlatıp atmasıyla birleşince, uluslararası proletaryanın serıııayenin yeni-liberal taarruzu karşısında direniş gücü (bu reformist öııderliklcrın yeri heni.iz kitlesel devrimci önderliklerce doldurulamadığı için) günbegün zayıflıyor. Emperyalist sermaye, bütün zaaflarına rağmen, hasımlarının bu dunınıuııdaıı yararlanarak uluslararas ı planda yeni bir taarruza geçiyor. i şte globalizııı bu taarruzun idc olojis idır. Bu taarruz karşısında, varolan tablo çerc;ı.:vı.:sindc, nıilliyeıçilik ve dinsel radikalizm tek savunma hattı gibi görü nüyor. Oysa 20. yüzyıl, milliyetç ili ğin ne burjuva ve küçük burjuva biçimleri altında ("ulusal kurtuluş h arı.:kctleri"), ne de sözde komünist biçimleri altında ("milli komi.iııiznı") c ınpc ryalizıne karşı kalıcı
105
co m
bir zafer elde ede mediğ ini gösteriyor. Eveı, ı.kv riınkr zafer kazanabilir. Evet, belirli dönemler boyunca emperyalizmden görel i bi r bağımsızlık (ve işç i devle tleri sözkonu su olduğunda kapiıalizme kar~ı bir savunma hattı) elde edi lebilir. Ama bunların hiçbiri kalıcı olamaz. Ye her geçen günle birlikte, dünya ekonomisinin ve politikas ının bütünle ş mes i artııkça, milliyetçili ğ in geçici başarıları nın bile daha güçsüz, daha kısa süreli olınas ı kaçınıln~az ~ir sonuç haline geliyor. Üstelik son dönemin önde gelen milliyetçi hareketleri (Doğ u Avrupa, Baltık, Yugoslavya, Kafkasya vb.) emperyalizme kar~ı direnmek bir yana, genellikle itici gücünü emperyalizmle (en ba~ta AT ile) büıünlqmede buluyor. Aynı şey, Cezayir'in İ s lami Sebnıet Ceplıesi'ndcn (FIS) Türkiyc'de Refah Partisi'ne kadar bir dizi İs lami hareket için de geçerli: bunları Suudi gericili ğ i arac ılı ğıyla emperyali zme bağ layan bağ ları ancak bir ıül perde kadar ince bir örtü gizliyor.
ol y
ay i
n.
Ama bütün bunlara rağmen emperyali zm bugün kar~ıs ında bir engel olarak, anti-emperyalist bir bilinçle o lmasa da ııe~ nel çıkarların karşı karşıya gelmesi dolayısıyla zaman zaman önünü tıkayan ak ım olarak milli yetç ilikle yüzyüze geliyor. Emperyalist globalizmin kar~ ı s ıııa , büıüıı ezilenlerin tal eplerini savunan bir proleter enternasyonalizmi güç lü bir ıııüc:ıdele ve ses ile çıkamıyor. Yani üçgenin iki k öşesi sivriliyor, üç üncü kö~es i ise yaraıılnıayı be kli yor. İn san lığın yakın ve orta vadedek i ge l eceğin i bu üçüncü köşenin proletaryanın bir s ilahı olarak siv.riltilip s i v rilıil enıeycceğ i bl!lirkyecek.
w
w w
.s
Çünkü günümüz dün y as ının nıerkl!zi ve bl!lirkyici çe li ~ki si sermaye ile ücretli emek arasındaki, yani bütün ülkekrin brnjuvazisi ih! bütün ülkelerin proleterleri arasındaki çeli~kidir. Ancak prolcıaryanın önderl i ğinde yürütülecek bir dünya sosyali st devrimidir ki, insanlığı e ıııpc rya li zııı in sö ıııü rü ve tahakküm sisteminden nihai biçimde kurtarabilir, sınıfsal !>Önı lirüye son verirken, ulu sal baskıyı da tarihin çö plü ğ üne yollayabi lir. Ulusal sorunun nihai çözünıii, ulusların ortadan kalkmasıdır. Bu yüzden, 20. y ü zy ılın sonunda gl oba li znıin tek gerçekçi alternatifi proleter enternasyoııalizıııidir. Barbarlığın tek alternatifinin sosyalizm olduğu gibi. DİPNOTLAR 1. "Sosyalist Devrim ve
ni Tuyin
Hakkı
"Tezler" olarak dinı.
Gönderi
3.
106
anacağ ım .
yap ıl an
2. Panorama. 2-9
Ulusların
içinde, Sol
Şubat
Kadcrkrini Tayin
Yayınları. ı\nk:ıra.
Bu y:llltla
lb kk ı
(TcLkr)",
1989. s.156. Bu
Ulus l arın
ııı:ık:ılcyi
Lcııin'd l:ıı yapılan blit ü ıı a l ıııt ıl : ın
Türkçe kaynaklardaki metinlerle baı.ı
farl..lılıkl:ır
1992. 30-3-t
Ş.Alpay, "Marx·ı Keşfediyoruz". Cıııııhu riyct,
19
~ub:ıı
1992.
K:Hkrkri-
bund:111 sonra
ben Tü rkçelqıir
bunun sonucudu r.
satırl:ır yazı l dıktan
4. Bu
tirme yolundaki en nunda yazdı ğ ı geldi.
"Zaval lı
Marks
bir süre sonra,
M arx' ı saygıdeğe r
acıklı girişim. Salıa lı
yaz ılarla
başlıklı yazısıııda
adını taşıya n saygıdeğer
bir Tük devrimcisi ile
d:ıh:ı değişen
her gün kendisi bira1.
Kari Marks"
Alman
t arııştırıyo r.
bir burjuva profesörü haline ge-
ga1.etesinddi "Dü nya ve
Değişirken" başlıklı
yaşlanan
(23.5.1992), Livaneli ı:ırtı~ııı:ıd:ı
Marx hu
Zü ll'ü Livancl i'den
Marx'ı
bilim:ıdam ı" olar:ık tanııııktan
sütu-
"Profesör Kari
sonra. "kara b ıyı k lı"
köylülerden "lcsbien"lcre,
cşcin
sellerden feministlere kadar bütün "maıjinal " lı.:rc vcri p vcri~tiriyor ! "Kara bıyıklı" bir Türk devrimcisinin nasıl " ınaıjinallcr"iıı se ııı pat i 1.a ııı haline ge l diği y:ı da köylülerin ne ıııuammaların
gili
"normal ve
olmayan insanlar ol :ırak nitclemcsi ise "ka ra b ı yı k " kültü rüne.len devraldığı çirkin
önyargı
ve Li vaneli'nc.le bile
deği ş ıııe yen bir~9lcr (!)olduğun a i şa ret
yazıy ı
kadar ipe sapa gelmez bir çaldığını belgeleyen bir ibrc ı zaval lı
gibi
c~cinsc ll e ri
Li vam:l i'nin
yi n. co
sağlik lı "
bir
uuruııı :ı dü~tük l eri
"değişen dünyası"nc.la yaııyur.
herhalde Livaneli'nin
m
zamandan beri dünya nüfusu içinde "marjinal"
Türk
aydını
ediyor. Ama bu
sac.lcce eski "sulcu" Türk aydınlarının nen.:lcn.: kadar alvesikası olarak okıınıak en doğru su ol:ıcak. Zava ll ı Livancli,
!
5. Panorama, 2-9 Şubat 1992. s.3.ı . Burac.l:ı i lgin~· bir deneyi :ıkt:ırnıac.l:ın geçemeyeceğim. lstanbul 13ilar'd:ı verd iği m bir seminere.le, y ukaı ı ya a l dı ğını bölümü. P:ı n ura nı a'd: ııı nakM arx'ın
hiç
a dı nı a nm:ıc.l :ın
okuduktan sonra uinkyicilere bu
.s ol ya
len,
satırl arın yazarı nı
tah-
min edip edemediklerini sordum. S:ıyıbn isimler ~unl:ırdı: ishak Al:ıton, t\khnıet Altan. Çetin Altan. Ahmet Alt:ın. Asa r Savaş Ak:ıı. t\lehnıeı Barlas. Ertu ğrul ÖLkök, Engin Ardıç ... Buradaki
6.
Bunalımdan po litikas ı
önceki
dü nya
hu
w
w
dönemi
birin i olu~ıunıyor,
boyuııra
bülünmlişliiğüniin
ifades i olarak
" Bu n:ı lıııı.
N.Satlıg:ııı/S.Savran
ıeııı:ıl:ırıııd.ın
de tersine. üretimin
po litik ası nca tanınmas ın ın
Savran.
ana
uzuıı gen i şleme
pazarının
l ibera lizıııin yükse li şi
Sungur
ya1.ının
paradoks bu
uygulanan ulusal çapta Keynesçilik
bi r ifadesiydi.
ulu sLır:ı r:ısı
giirülı.:bi l i r. lhı
Sc rn ıayenin
B unalımla
birlikte ycni-
karakterinin burjuvazinin ekonomi konuda
ayrıntı lı
Yeııiden- Yapıla ıınıa s ı.
hir tahlil için bk.
Yeııi-Liberaliı. ııı" ,
(der.). Dü nya Ka pitalizminin Bunalımı i~·iııde, Al.ııı Yayı ııeıl ık . ls-
tanbul. 1988. s. 56-62.
w
7. Örnek olarak şu yazılara bakılabilir: Necip Çakır. "Piyasa ve Dcıııokr:ısi", Oııhiriııd Tez, 6, Haziran 1987.
t:.ını :ını ı;
ru" , Onbirind Tez, 2.
8.
Aydın
Sungur
Şubat
u l us;ıl
sorunu ele
terimiyle
Fn:nk çesi ııi kulla nıyor: "ırilı: ıl izııı".)
Gelenek, 37,
Aralık-Ocak
cevap dol:ıyı~ıyla sol
t\. l :ıddcci
bir
al ı rl-.en
liberali1.111le
Elc~ ıiri yc Doğ
ayn ı titreşim
b:.ışk:ı şey lerin yanısıra. g ıi mı ıııl11de uüny:ı ~·apında
çatı şmaları g l ob:.ılizıııin "a~ireıı;ilik"
terimin
"Sol Li bcrali1.111:
1986, özellikl e s. 27-:W.
Giritli. Gele nek dergisine.le
rinden d üşündüğünü.
Savr:ııı.
1991 . s. 29--W.
niıekye ıek
süregide n ulusal
hir ket. daha gösteriyor. (Giritli,
Bk. "Ul usal Sorunda Giı iıl i'ııi ıı
"95'1er
Çıkm:ıı l :.ı r
9. Son örnek Fransa'uan: 22
ve Ufuklar",
Deklaras)onu " ıı a vcrdiğinı
l iber:ılle riıı yan ınd.ııı lıan.ı) unelııiği elc~tiriye a~:ığı da
no ıunc.la karşılık vereceğim
üle-
bir h:ı~ka c.lip-
(Bk. dipnot 1'.!). t\bı-ı'ıa y apıl an yerı.:I se\iııılc r in
ilk
ıu nı ıı da ııco - faşisı Fro ııt
107
National (Ulusal Cephe) Paris çevresindeki ~:ıııayi bülgekrini de kapsayan yörede oyların yaklaşık % 18'ini topladı. Anıa bundan dalıa vahimi şu: Fransız İn san 1!akları Konıis yonu'nun yaptığı bir kamuoyu araştırına~ına göre FransıLların % SS'i sözkonusu partiye oy vermeyi "an laşılır" buluyor. Aynca, görüşme yapılan insanların % 41 'i az ya da çok ırkç ı oldukların ı kabul ediyorlar. Bunlara bir de ırkçı olup da olduğunu kabul etmeyenleri eklerseniz ! (Sayılar için bk. Le l\forıdc, 31.3.1992. s. 3-t) Bu yazının son sa tırl arı yazılır ken Almanya'da neo-faşistlerin, lıalya'da ise ırkçı ve bölgeci Kuzey 13irliği'nin seçim başarıları hakkındaki haberler basında yeni yer alıyordu.
vergi
alanında
bile yetkileri
üstlenmiş
.c om
1O. lskoçya'da bugün en güçlü ikinci parti durumunda ulan Srntıish Natioııal P•ırty (SNP lskoç Ulusal Partisi), seçmenlerine bağımsızlık vaad ediyor ... ve tabii yasaklanmıyor ! Son kamuoyu yoklamalarına göre, lskoç halkının % 30'u tam bağımsızlık , bir % 45'i ise bi r yerel üzerk parlamento
3.4. 1992, s. 40.
yanl ı sı.
Bk. L'Express,
in
11. Bu konuyu başka bir yazıda daha ayrıntılı olarak l!le alıııı~ıını. 13k. "Soğuk Savaştan Sıcak Savaşa: Körfez Savaşı Aynasında Dünya ve Türkiye", Sııııf Bilinci, 9- 1O, Temmuz 1991, özellikle s. 131-33 ve 141 -43.
ol ya y
12. Bu söylenenin boş bir spekülast'on olmadığı, 1991 sununda ortaya çıkan birleşik Avrupa ordusu projesinin yarattığ ı tartı şmayla kanıtlanıy or. Sun olarak Ncw York Times gazetesine sızdırılan ve 8 Mart tarihinde yayınlanan bir P..:ıııagon d okümanı, AJ3D devleti içinde en azından bir kanadın bu proj..:ye düşmanca baktığını bir kez daha onuya koymuştur. Bk. L'Exprcss, 3.4. 1992, s.6. 13. Otto Bauer bu
yaklaşımı
"ütopik
G.Haupı,
cn ternasyonalilııı"
olarak
adlundınr. Fransız
Marksist
Georges Haupt'un kullandığı terim is..: "uLlaşmasız enternasyonalizm"dir. (Bk. "Les rnarxisıes face a la question n aıionale : l'hisıoire du probl~ıııe", G.Haupıl
.s
araştırmacı
w
M.Lowy/C.Weill. Les marxistcs et la
qucslioıı ııatioııalc
Paris, 1974. s. 28 ve 50.) Ne var ki. burada sözünü
w
lizm bahsinde bu kanal kadar uzlaşmasız
olJuğuııa
elliğ inı
18-l8-1914 iç inde, ikinci
güre bu terim
akını
M:ıspero,
da enternasyona-
yanıltıc ı
olabilir.
w
14. O dönemin önde gelen devrimci öııderkrinden ve teorisyenlerinden Trotskiy'in ulusal sorun konusundaki tavrı, Ekim devrimi öncesinde ve soıırasınJa çok farklıdır. Devrime dek Troıskiy
Lenin ile Rosa Luxeıııburg'un poLisyoıı l:ı rı arasında yalpalar. Dı!vrimden sonra tümüyle bı!ninısı!r. Rus Dc\'l'İnıiııiıı Tarilıi 'nde şöyle yazar: "Sovyetlcr Birliğ i 'nin gekcekteki kaderi ne olursa olsun ... Lcnin'in ulu~al politikası insanlığın sağ lıklı dokularına ebediyen yerleşecektir." (Aktaran: M.Lowy, a.g.m., Les marxistes ... , B olşev ik politikayı
a.g.y., s. 381n.) 30'1u yıllarda Troıskiy, Leninisı anti-eıııperyalisı politikayı daha da incelterek ulusal soruna ili şkin Marksist prugraııı:.ı yeni katkılar yapmıştır. 13u konuda bir örnek için bk. Lev Troıskiy, "Ültra Solcular ve Çin'Jcki Sava{, S ııııf Bilinci, 9- 10, Temmuz 1991. 15. Elbetti! emperyalist
nıilliyeıçilik
ülkelerde, kendisi emperyalizm
108
ezen ulus
milliyetçiliğinin
karşısında elilcıı
sadece bir türüdür.
Azgelişmiş
ulus konumunda bulunan, ama
başka
uluslara karşı ezen ulus konumunda olan çeşitli uluslar rin, Arapların ve Acemlerin konumu tanı da bu<lur.
var<lır. Kurılı.:r kar~ısında
Türkle-
16. Bu konuda Ragip Zarakolu'nun nıükeııınıel y:ıı.ısını hcrkcsin okuması gerektiğini düşünü yorum. Bk. "Saf Değil, lğrem:iz", Yeni Ülke, 5-11 Nisan 1992, s. 9. 17. Marx ve Engels'in ulusal sorun konusundaki
miraslarına ili şki n
obrak Türkçe'de
şu
kay-
naklara bakılabilir: Michacl Lowy, "Marksisıl c r ve Ulusal Sorun", Ilirikim, eski dizi, 23, Ocak 1977; Ephraim Nimni, "Marx, Engels ve Ulusal Sorun", Dünya Solu, 7, Bahar-Yaz 199 1; Enzo Traverso/Michacl Lowy, "Ulusal Suruna Marksist
Yakl aşım: Niınni'nin
Yoru-
munu n Eleşt irisi", a.y. olan burjuvazi
aktaran M. Luwy,
kendisi sosyalist devri ııı sônrasında gcrı;d.leşecckler konusunda konuşmakta bu alanda da isteksizdi. lkiııı.:i kuşak Marksistler arasıııı.la soyut enternasyonalizmin savunucuları
çimde
in .c o
Marx'ın
ulusallığı a~aınaz." l\l:ın..'t~ın
ise, sosyalist devrimin ulusal sorunları otunrnıik olarak çöleceğini açık ve kesin bisavu nu yo rl ardı. Bu kuş:ıkta, Lenin'in yan l\ıra sosyali lllı alt111da ulusal sorunun na-
sıl çözüleceği
üzerinde
Ama Bauer'in
yaklaşımı
ayrıntılı
olarak duran bir ba~ka milliyetçi ı o n br t :ışıyordu.
~larksist
20. Marksilmin Bir Karikatürü ve Emperyalist
daha
va rdı: Oııo
Bauer.
Ekoııoıııiznı, Kor;ıl Yayınları , lsıanbu l,
ol ya y
19.
çıkarları
m
18. "Her ülkede tikel a.g.m., dn. 1.
1991, s. 86. (Vurgular Lenin'iıı<lir.)
21. Bk. Y.l.Lenin, "Thc lnıportance or Gold Now ;ın<l Alkr the Coıııplete Yictory of Socialism", On Socialist Econoınic Organisatioıı. Arlidcs aııd Specdıcs. Progr..:ss Publishcrs, Moskova, 1971 , s. 338.
değiniyor.
Bk.
.s
22. Bu noktaya Lowy de
"Marl..sisıler
siyonda (Les marxistes et la question
na ıi oııa l e .
ve Ulusal Sorun",
a.g.nı., Fmns ı zca
ver-
a.g.y. içinde,) s. 389.
w w
23. Örnek olarak Rosa Luxemburg'un Polonya konusundaki argümanı verilebilir: bk. "La question polonaise et le nıouv ement soei;ıliste" ( 1905). Lcs nıarxislcs, a.g.y. içinde, s. 175. Aynı argüman ı Lcnin'in Emperyalist Ekonon ıi zm'<le polemik yaptığı Kievski genelleşti rerek savunur. Bk. a.g.y., s. 44-53.
w
24. Bu konuda Lcnin'in çeşitli yazıl arın:ı bakılabilir. Önıeğin:"Ulusların Kendi K:ı<lerlerini Tayin Etme Hakkı " (1914), Ulusların Kadcrlcriıı i Tayin Hakkı içinde, Sol Yayınları, Ankara, 1989, s.61; "Ul usların Kaderlerini Tayin 1l :ıkkı Üzerine Bir Tarıı şnı:ının Özeti" (1916), a.g.y. içinde, s. 167; E ınpcr y.ılis t Ekoııoıııiı:ııı, :ı .g.y., s. 86.
25.
"Ulusların
Kendi Kaderlerini Tayin Etme 1l akkı" ,
a.g.ııı.,
s. 63.
26. "Sosyalist Devrim ve Ulusların Kaderlerini Tayin 1l akk ı (Teller)", U lusların Kaderlerini Tayin Hakkı, a.g.y. içinde; "Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı Üzerim: Bir Tartışma nın Özeti", a.y. (bu metin bundan sonra "Bilanço" olarak anılacaktır); Eınpery~ılist Eko-
nomizm, a.g.y.
27. "Ulusal-Topluluklar ya da 'Özerkleştirme' Sorunu". Ul usların Kad erlerini Tayin Hakkı,
109
a.g.y. içinde. (Bu ıııetin bund:.ın soıır:.ı "ÖLerkleştirıııe" olar:.ık anılacak.) 28. Bu konuda bk.
S:.ımi Sarı.
"Lenin. Trotskiy ve Rusya\b Sürekli
Oevriın", Sınıf
Bilinci. 6,
Mart 1990. özellikle s.9 1-99. 29. "Emperyalizmin en belirgin özelliği bütün dünyanın ~imdi gördüğümüı. gibi bir sürü ezilen ulusla muazzam zenginliğe ve güçlü s ilahlı kuvvctlcre sahip bir avuç ezen ulus olarak ikiye bölünmesidir." V.!.Lenin. "1'1illi 1'1cscle ve Sömürge Sorunu Üzerine Rapor", Ill .Enlern:ısyonal Konuşmaları.
Pencere
Yayınları, 2.baskı,
lstanbul, 1989, s. 64.
30. Emperyalist Ekonomizm, a.g.y .. s.68.
Koıııiıııerıı'in
32. Lenin. "Tezler", a.g.m .• s. 153. tezlerde, ezilen
ulusların
emperyalist ülke
.c om
3 1. "Bilanço", a.g.m., s. 210. 2. Kongresi, Lenin
taral"ından hazırlanmış
sosy:ıli,tlerine karşı güvensizliğini
"tümüyle
meşru" olarak niteler. Bk. V.l.Lerıin. "Ulusal Sorun ve Süıııürgeler Sorunu Üzerine Tezle-
rin ilk Tasarı sı", Ulus ları n Kaderlerini Tayin ll:ıkkı, a.g.y.,s. 230. 33. Peter Netti, Rosa
Luxenılıurı,: . kısaltılmış
edisyon. Oxford University Press, Londra,
in
1969, s.515-5 16. (Türk~·e çeviri: Rusa Lııxcıııhurg. dit il, Aıaol Yayıncılık, btanbul, 1991.) Artık Aydın
Giritli'nin Gclenek'tcki
için yeterince
açık
bir noktaya
imzanın düştüğü saf(ın),
politika s ı
ulaşıııış bulunuyunı1..
ezen ulusunki ... " olduğunu
sunulmuş
olarak
yaı. ı sınd:ı yaptığı eleştirilen: kısaca
ya y
34.
bir
ol
cümlesi de Gelenek dergisinin bir türlü
.s karşısınd:.ı
secdeye
varıııal:ırı
w
w
ya da daha çekici geliyorsa
w
rar ve ezilen ulus
L eııiıı'iıı
ra liberallerin
sürdüğüm
1916
gibi. "ezilen
ıııilliyet~·iliğinin,
savunanlar
enıcrnasyon:ıliwı
karşısında
ister
ağır
ileril:i
bir
a.g.ııı.,
s. 153.
37. "Tezler",
a.g.ııı.,
s.149. Vurgu benim. Kendi
Cunıhurİ)l' l y:.ızınıın
ulusl:ırın kurıulu~undan ge~·tiğin i "
iı;eriğe
Katlerlc riııi
Tayin
yaz ı y ı ,
merke-
belki kav-
ister sol liberal. ezen ulus dev-
s:ılıip
olııı:ıdığıııı
sınırl arın
herhangi birini dikkatle
olduğunu
ileri sürmenin
da görür. Giritli, Leninist bir Nc acıklı bir durum !
s.168-1 (ı9.
36. "TeLler".
örncğin "Ulusların
üstünü, hakaretin
sonrası ya1. ılarınd:.ın
yanından " Leninizııı" adına kar~ı çık ı yor. a.g.ııı.,
kişiliksizliktir."
bir tek tavsiyem var: bu
Kcıııalbt ulsuıılar.
ile en ufak bir çeli~kisinin
35. Bk. Lenin, "Bilanço",
110
ikiyüzlülük ve
O zaman eııtern:ısyon:ıliznıin. elqtirıııcyc ç:ılı~tığı
zi önermesi nde ileri
38. Bk.
y:ılnıı.ca
dolaşarak kap:ıt :ıbi l ~ccğini uıııuyor. lkııiııı kcııdisiııe
letini
duyuyor. En
1'l:ırbi1.1ıı karşısında duyduğu rahatsızlığı y:ınsı
anlaşılan t:ıııışııı:ısınııı yoksulluğunun
(A.g.m., s.37). Giritli
okuması.
rahatsızlık
benim
enternasyonalizme gelince ıııang:ıld:ı 1-.ül lıır:ıl-.ııı:ıy:ınl:ırın, Kürt lıun:ketindeki
milliyet~·ilik
da
elqtirilerd1:n büyük
95
sın ıf
terkedt:nıediği nıilli konıüııiznı anlayış ı dolayıs ı y
la cnterıı:ısyon:ılizııı konusunda devriıııei tıyor: " i ş
koşullarınd:.ı,
ama söLde Leninist
St:.ılinist koqıoratıst sosyalizııı aıılayı~ı dolayısıyla,
yöneltmiş olduğuııı
daha önce liberallere
Giritli, "bugünün
itir:.ır ediyor.
cevap vermck
1 '.tıııc ll:ıkkı", a.g.ııı ..
s. 11 9.
t:.ıv
39. "Bilanço", a.g.m. , s. 172. 40. Pcter Netti, Rosa Luxemburg, a.g.y., s.5 11n ve 1l oraı.:e B. Davis, Na t ioıı ali sm and Socialism, J\.lonthly Rcview Press. N..:w York, 1%7. s. 21 O. (Türk\'C çeviri: Sosyalizm ve Ulu~all ık.
Belge Yayınları, lstanbul, 1991.)
l l 1. "Özerkleştirme", a.g.111., s. 2-B. Vurgu b..:niııı. 42. Bu konuda ayrı ntıl ı bi r i.l\'ı klaıııa içiıı bk. Gülnur Savr~ııı, Sivil Toplum ve Ö tesi. Rousse:ıu, Hcgcl, l\farx, Alan Yayıncılık. lstanbul, 1987. ü;:dlik lc s. 185-206 ve 233-251.
43. Bk. K.Marx, "Gotha
Programının Elı.:~ti ri si", Marx/Eııg..:ls, Se\·ıne Yapıtlar, ı.:ilt
"Kızılderili"
Amerika ırkçı
terimi,
tanı
kıtalarının
yerli
yerde
Aırn:rib kıt;ısıııı i ~gal
bir
eden beyaz
bir
yerine "Amerika
adın
("red skin") Türkçesidi r. Bu
yerlilı.:ri"
gibi, bugün ABD'dc yuy-
tcriıııiıı ("n:ııiv..: Aııı..:ricans") beııiııısı.:nmesi gı.:rı.:kir.
gen i ~ kapsamlı soyk ırıma uğr:ııııış ol:ııı gözlüğüyle
Avrupalıların
a yrıntıs ı yla savuıııııuştuııı.
Amerika yı.:rlileriııi Hoçoktan gı.:ldi !
va1.geçıııcııiıı z~ıııı:ını
görmekten
Bk. Sungu r Savran,
" B unalım,
Sermayenin
ol ya y
başka
önce
Sodalism, a.g.y., s. 95-96.
halkına taktığı uş:ığılayıcı
başlamış
girmeye
Tarihin tanık olduğu en li vud'un Western'lerinin 46. Bu tezi
yıl
kovulması,
terimin Türkçeden
g ın kullanıma
500
aııd
m
44. Aktaran: Horaee B. Davis. Nalionalism 45.
3, Sol
Ankara, 1979, s. 22.
in .c o
Yayınları.
w
w w
.s
Yeniden- Yapılanması, Yeni -Liberal izııı". a.g.y.
111
'Burjuva Bireyi' ve Ulusal Bilincin
Dönüşümü*
n. co
m
Korkut ERTÜRK
Avrupa ve Sovyetler Birliği'nde Stalinist rejimlerin yıkılmasından bu yana baş gösteren gelişmeler ulusçu luğu bir kez daha gündeme getirdi. Kapitalist Batı Avrupa'da ulusçuluk göreli olarak önemini yitirirken Doğu 'da değişik halkların birbirlerini ulusçuluk adın .ı imha etmeye çalışıyor olmaları, ulusçuluğun kökenini kapitalist sın ıfın çıkarların a ve pazar il işkilerine indirgeyen görüş ve anlayışı temeli nden sarstı. Aynı zamanda, özell ikle Lenin'den bu yana Marksist yazında sıkça rastlanan (fakat kökü Marx ve Engels'e kadar uzanan 1) bir tavrın, ulu sal soruna öncelikle "sosyalizm"in politik amaç ve çıkarlarına konjonktüre! yararlılığı açısından yaklaşan dar politik tavrın yetersizliği de bir kez daha ortaya çıkmış oldu.2
ol
ya
yi
Doğu
w
w
w
.s
Bu yazıda, ulusçuluğun ve ulu s laşma sürecinin politik ve toplumsal analizini, örneğin, emperyalizmle şoveni zmin, üçüncü dünya ulu sçu lu ğu ile antiemperyalist mücadelelerin, ulusçulukla faşist ya da sosyali st hareket arasındaki ilişkinin değerlendirmesini kapsam dışı bıraktım. "Pekiyi, ama geriye ne kaldı ?" diyenler için hemen belirteyim; burada, çok daha dar ama temel olduğunu düşündüğüm bir soruyu, özellikle Batı'da son bir-iki yüzyıl içerisinde ulusal kimliğin nasıl "kendiliğinden" ve "doğal" bir özel lik halini almış olduğunu incelemeyi amaçlıyorum. Tarihe baktığımızda, ulusçuluğun (gerek ideoloji, gerekse toplumsal hareket olarak) ortaya çıkışı oldukça yen i bir olgu. Ayrı bir politik unsur olarak ulu sçu luğun ortaya çıkışını ilk defa, l 800'lerin başında Batı Avrupa'da görüyoruz. 19 yy. sonuna doğru yerel gelenekselciliğe ve politik mutlakçılığa karşı
* Bu yazı
1986'dan bu yana aralıklı olarak sürdü rdüğüm bitmemiş olan bir çalışmanın "ara" ürünüdür. Yazının eski şekilleri üzerine yapıcı eleştirileriyle katkıda bulunan Nilüfer Çağataş. Haldun Gülalp, E.K. Hu nt, Eric Hobsbawm, Bencil Ollman ve Sungur S:.ıvran'a, ve bu yazının Türkçe'ye tercümesinde yardımını esirgemeyen E. Ahmet Tonak'a teşekkür etmek isterim.
112
olan toplumsal güçleri birleştiren toplumsal bir hareket halini alıyor, ve batıdan bir dalga gibi yayılmaya devanı ediyor. Yeni ortaya ç ıkan toplumsal katmanların ulus adına "eski-rejime" karşı savaş açmaları, üçüncü dünyanın çeşitli yörelerinde günümüze kadar kendini değişik koşu:larda tekrarlayan bir görüntü.
doğuya doğru
zamanlarda ve yerlerde baş gösteren ulusal hareketler öylesine farklılıklar sergi liyor ki, ulu sl arın "doğuşunu" idealist ilkelere dayanan genellemelerle açıklamak bir yana, "ulus"u tutarlı ve kapsamlı olarak tanımlamak bile güç. Uluslar ve ulusal hareketler üzerine uzun zamandır araştırmalar yr.pan Seton-Watson'un bu konuda vardığı yargı özellikle ilginç: "Uluslar varolageldiler ve varlıklarını sürdürmekteler, ancak, gene de ulu~· Jarın ne olduğuna ilişki n bilimsel bir tanımlama geliştirmek olanaksız". (Seıon-Watso n 1977, s. 5)
co m
Değişik
w w
.s
ol y
ay i
n.
Fakat, tüm farklılıklarına rağmen Latin Aıııerib'dan Güney Doğu Asya'ya kadar değişik ulusal hareketlerde ortak bir öğc görüyoruz. Bu öğe, bir (kimi zaman birbiriyle rekabet içinde birden fazla) 'u lusal bi li ııç'iıı, çoğu zaman nerdeyse "gelişigüzel" çizilmiş toprak sınırları içerisinde, merhaleler halinde doğuşu, gelişimi ve olgunlaşması. Diğer bir d ey i ş l e, ortak olan öğe, değişik ulusal hareketlerin ulusçu ideolojilerinin içe riği değil de, insanlar kendilerini tanımlarken ulusal kimliğin "doğal" ve sank i ezelden bı! ri varolmı...j bir politik belirleyici olarak ortaya çıkması ve bu bilinç dönüşümüne koşut olarak ulusların "doğal" bir toplumsal bütün halini almaları. Sözünü ettiğim bu bilinç dönüşümü esasın da insanların kendi kimliklerini algılayı şlarında çok köklü bir değişikliğe işaret ediyor, ve bu nedenledir ki, çoğu zaman ancak zor yoluyla ve uzun bir zaman içerisinde, toplumsal bunalımlara yol açarak gerçekleşebiliyor. Bazen de, bu dönüşümün göreli olarak hızlı ve kolay o ldu ğu da bir gerçek. Fakat, her halükarda sözü edilen süreç insan bilincinin doğa l bir evriminin sonucu değil. gibi idealist tarih anlayışı bir sonraki dönemin "ortalama" bireyini bir öncekinin yerine koyup, sonraki çağın bilincini de önceki dönem insanına yakıştırır. Bu baş aşağ ı :!diş sayesinde, tarihin tüm akışı insan bilincinin bir evrim süreci halini alır (The Gcrman Idcology, ed. C.J. Arthur, s.94). Gerçekliği baş aşağı eden bu tarih anlay ı şından s ı y rılmak için önce, "ortalama" bireyin bütünlüğü içerisinde bir dönemden diğerine dönüşümünü, yani sadece kendi görüş ve fikirierinin i çe riğini (bi linç biçiıııl eri ıfr1 ) değil, aynı zamanda bu fikir ve görüşlerin nasıl bir süreç içinde oluştuğunu, bireyin "dünyasını" oluştu ran etkileşim ağına olan bilişsel bağını (yani bilinç tarzını4) anlamak gerekir. Diğer bir deyişle, bilinç dönüşümü ile ortalama bireyin "varoluşsal" gerçekliği nin dönüşümü arasındaki diyalektik bağl antıyı irdelemek gerekir.
w
Marx'ın dediği
Bu
yazıda geli ştirmeye çalıştığım
sava göre, ulusal bilincin ve
ulusçuluğun
113
co m
insanlar üzerindeki, kendini tekrar tekrar kanıtl ayan gücünün ve ulusların insanların bilincinde "doğal " toplumsal bütünler hali ne gelmesinin aç ıklanması, k::ıpi tılizm öncesinin ortalama bireyinde ve onun "dinsel" diye tan ıml adığım bilinç tarzında aranmalıdır. Ulusçu ideolojinin içeriğinden ziyade, ona bağlanan bireyin bağlanma yönelimini ve bu yönelimin altında yatan, bireyin kendisini kendinden daha büyük bir varlıktan bağımsız olarak düşünememesinin nedenini sorgulamak daha yararlı olacaktır san ı yorum . Soruna bu açıdan yaklaşabilmek için, bu yazıda önerdiğim, "bilinç tarzı" ve "bil inç biçimi" arasındaki kavramsal ayrımı baştan tanımlamak.ta y·mtr var.
.s
ol y
ay i
n.
E.P. Thompson bir yazısında yaşantıyı5 varlık (being) ile bilinç arasındaki köprü diye tanımlar (Thomp on 1978, s. 362). Bu tanımlamadan hareket ederek, insan yaşantısını ve dolayısı yla bilincini iki ayrı boyut çerçevesinde düşü nebiliriz. Birinci boyutta, belli bir dönem içerisinde insanların birbirlerine göre konumları, örneğin hangi sınıfsa l ve ekonomik ilişkil er içinde oldukları belirleyicidir. Bu farklı "yatay" toplumsa l konumlarda, örneğin, değişik sınıf bakış açılarını meydana getirecektir. İkinci hoyutta ise, o 'dönenı'e ait herkesçe paylaşılan özellikleri söz konusudur. Örneğin, yaşantılarındaki ve dünya görüşl erin deki tüm farklılıklarına rağmen bir feodal senyör, serf veya vassalın hep birlikte pay laştıkları, Kosik'in deyimiyle, "ortak payda" o çağın tempo ve ritmini, gündelik yaşamın örgütlenişini betimler (Kosik, s. 42) . Aynı ~ekilde, bu boyut çerçevesinde bakıldığında, bir yirminci yüzyıl sanayi işç i si ile kapit:.ılist işverenin ortak olarak paylaşt ıkları, bir kapitalist işverenle feod:.ıl beyi n paylaştı kl arından çok daha belirgin olacaktır. Aşağıda
daha etraflıca tartışılacağı i.izere, bu yazıda, bilinç biçimini· ınsan birinci boyutu) la, bilinç tarzını ise yukarıda sözünü ettiğim ik inci boyutla ilişkilendiriyo rum. Dolayı s ıyla, belli bir dönemde egemen olan bir bilinç tarı.ına bağlı olarak deği~ik (ve hatta birbiriııi dı~layan) bilinç biçimlerinin bir arada var olabileceğini, öte yandan zaman içerisinde "nominal" içeriği aynı kalan bir bilinç biçiminin ise, temelde egemen olan bilinç tarzında meydana gelen dönüşümden ötürü köklü bir anlam dcği~imine uğrayabi l eceğini düşünüyo rum. Örneğin, tarih sahnesinde ortaya ç ıkı~ından bu yana, ulusal kim li ğin bir ifadesi olarak gel i şen ulusçuluğun bir bilinç biçimi olarak içeriğini büyük ölçü de korumaya devam ettiğini gözli.iyoruz. Ancak, burada savunacağım üzere, ulusal kim li ğin önemi ve ulusçuluğun insanlar üzerindeki harekete geçirici gücü kapitalizm öncesi bilinç tarzından ka) n<ıklanıyor ve kapitalizm in ortalama bireyi (ve bilinç tarzını) göreli olarak dönü~türdi.ığü konum ve yörelerde önemini. gene göreli olarak, yitirm i ş gözüküyor.
w
w w
yaşantısının
Aşağıda,
114
ilkin önce Marx'ın ideoloji
kur:.ıını
ele
alınıyor
ve çağdaş Marksist
kuramlarıyla arasındaki farklılığa i şaret ediliyor. Daha sonra ise, kapitalizmle ortaya çıkan "yeni" ortalama bireye ilişkin görüşleri tartı şılıyor ve kapitalizm öncesi bilinç tarzı ile kapitalist bilinç tarzı karşılaştırılıyor. Son olarak da, bu tartışmalar ı ş ı ğında ulusal kimlik ve bilincin ve bir bilinç bic;imi olarak ulusçuluğun anlamı irdeleniyor.
ideoloji
Marx'ın
MARX'IN İDEOLOJİ KURAMI Marksist yazın içerisinde, Lenin'den bu yana, ideoloji kavram ı sınıf çıkarla sistematik bir ifadesi ve politik hareketin bir kılavuzu ola rak düşünülcgelmiştir. Bu anlayışa göre, hakim sınıf ideolojisinin eleştirisi de, başka bir sın ıf konumundan yapıldığıııdaıı ba~ka bir ideolojiyi ve ideolojik bakış açısını oluşturur.6 Yönetici sınıf ideolojisinin hakimiyeti, kapitalist sını fın , düşüncelı.:rin üretilmesi ve yayılması süreci üzerindeki tekelci konumuna bağla nır.7 Marksist yazın içerisinde Batı Marks izıni'nden kaynaklanan diğer bir anlayışa göre ise, 'ideoloj i', "ideoloj ik üstyapı" tanımlamas ında olduğu gibi, üstyapı sal kurumlar bütününü betimler.
n.
co
m
rının idealleştirilmiş,
w .s
ol ya
yi
Bu anlayışların ikisinden de farklı olarak Marx'ın kendi yazılarında, ideolojik bilincin çarpıtıcıl ı ğı, hakim sınıfın "ge rçeği" çarpıtmas ınd an, ya da kültürel öğelerin kendilerine has çarpıt ı c ılı ğ ından değil, gerçeğin kendisinin "baş aşağı " olmasından kaynaklanır.8 Örneğin, insanların ulusç u ideolojiye (bilinç biçimlerine) olan bağlılığını beyinlerinin ulusçu fikirlerle yıkanmış olm asına bağlamak, Marx'ın kendi anlayışına ters düşer. Marx'ın, ulusların ve ulu sçuluğun modası geçmiş saplantı lar olduğu nu ileri süren Enternasyonal delegelerini ciddiye almaması bu açıdan ilginçtir.9
w w
Marx'ın ideoloji kuramını anlaınak içiıı 'liberalizm'i nasıl eleşt i rdiği ni gözden geçirmek yararlı olabilir. Yahudi Sorunu Üzcrinc'cle Marx liberalizmi ve "doğal hak lar" kavramını spekülatif olarak eleştirir. Bu ı:ı uva özgürl ük anlayı~ı için şöyle der: "Bir insan hakkı olarak özgürlük ins:ının ın sana olan ili şki sinden değil, insanın insandan ayrılınasınc.Jan kaynaklanır. Bu ayrıl ı ğa ilişkin bir haktır bu. Etrafı çevrilmi ş, kabuğuna çekilıniş bireyin hakkı. .. Bireysel özgürlük, herkesin başkalarında kendi özgürlüğünün gel i şmesinin bir olanağını deği l, Slllırı ıl4 görmesine yol açar." 10 Eş itli ğe ili şk in olarak ise Marx şöy le der: "Buradaki 'eşitlik' teriminin hiç bir politik önemi yoktur. Sadece yukarıda tanımlandığı anlamda özgürlük için eşit hakka sahip olmayı, yani her insanın eşit derecede, kendine yeten bir monad olarak görü l düğünü ifade! eder." Alman İdcoloji si'nde, Marx monad'a benzettiği ve kapitalist çağın ürünü olan bu bireyin, burjuvazi tarafından, evrensel ve doğal insan olarak sunulduğuna, onun çıkarların ın toplumun tüm üyelerinin çıkarlarıyla b<.1ğdaş tı ğının ileri sürüldüğüne ve onu·n fikirlerinin evrensellik kılıfı altında, tek akılcı, evrense l ve geçerl i görüş olarak
115
temsil edildiğine işaret eder.11 Bu spekülatif eleştiri aracılığıyla Marx, kendi gö rüş lerinin ev rensel olduğu nu iddia eden bir ideolojinin tarihsel özgül lü ğünü ve iç tutarsızl ığını gösterir. Bununla birlikte, bu ideoloj inin bel kemiğini oluşturan, "doğuştan insan hakları " kavramının nereden kaynaklandığını Marx anca!< Kapital'de çözümler: "Ayrılmakta o ldu ğ umuz
ve s ınırları içinde emek gücünün alınıp sat ıl bu dolaş ım alanı , aslında ıam bir doğal insan hakları cennetidir. Burada sadece Özgü rlük, Eşitlik, Mülkiyet ve Benthaın hüküm sürer. Özgürlük, çünkü her m etanın, di yelim ki emek gücünü n, alıcısı ve satıc ı s ı sadece kendi özgür iradeleri tarafından kıs ıtlanırlar. Özgür etmenler olarak söz leşme yaparlar ve vardıkları anlaşma, ortak iradelerinin yasal ifa• desinin büründüğü hiçim olnıakıan ibareııir. Eşitlik; çünkü, herkes birbiriyle basit bir meta sahibi olarak ili ş ki ye girer ve eşit değerleri mübadele eder. Mülkiyet; çünkü, herkes ancak sahip olduğunu verebilir. Benıhaın; çünkü, herkes sadece kendini düşünür".
mübadele ilişkileri öyledir ki , insa nların gözünde, kendi aralarındaki toplumsal ilişkil e r eşyalar aras ındak i gerçeküstü ili şkiler görünümünü a\ır.12 Bu müdadele ili şki leri , "d oğal ve kendili ğ inden anlaş ılır topl umsal yaşam biçi mleri"1 3 halini almış ol d u ğundan, insanlara sadece deği ş mez ve evren selmiş gibi gözükmekle kalmaz, ayn ı zamanda varlıklarına neden olan ve insanın insan tarafından sö mürüldüğü üretim düzey ini de gözden uzak tutar. Dolayısıyla, gerçek, bireye kendisini ancak görünt ülerle yansıtır. Bireyin, bu görüntülerin kaynağı olan tek yan lı yaşantıs ı ise onun kendisini doğ uran gerçek ilişk ileri görmesine engel olur. Günlük yaşamda egemen olan an layış ve kavramlar ve toplumun kendi li ğ inden anlaş ılır buldu ğ u kerteler bu görüntülere dayandığından, bunlar gerçeği n ancak yüzey ine ı ş ık tutabilir, derine inemezler. Gündelik yaşamdan kaynaklanan bu b;.ıkı ş açısı ampirik olarak "doğru" gözlemlere dayanır; ancak gözlemlenen olguların bi lişse l özü msenmesinin temelinde "yanıltıc ı" ve 'bilinç dış ı' (unconscious) bir teorik düş ünce y;.ıp ı s ı vard ır. Burjuva bilinç biçimleri, bireylerin gC ndeE k y.tşan tı ve gözlenılerine anlamını veren ve farkında dahi :..imadıkbrı bu teorik dü şü ıH.:e yapısın ı idealleştirerek be lirtik hale getirfr.14
w
w
w .s
ol ya
yi
Dolaşım alanındaki
n. co m
dığı
Örneğin, ücretli-emek burjuva üretim ili ~k il e ri içinde yetişmiş bireylere belli bir toplumsal ilişki biçimi olarak değ il , ç;.ılışnı;.ın ın doğa l bir koşu lu olarak görünür.15 Bu nedenden ötürü, Marx 'ın kc:;di ıkıı"m!nde . r:~yağ ı ikti sat' diye tanımladı ğı burjuva iktisat kııramı p rl;. t ürı <:tl'l.'.k t :1s>nkri i ir rctı i e.nerc inJ irgenir. Diğer b!~ ~ey iş lı> . üc;ctli l! tL ~ . t;.ırih ve toplumlar üstü, evrensei bir s::b;i olarak sunulur. Yine a y nı buriuva ikti ~·:: kura ırnıu göre, kapital izmle 1..ı: rlikte
116
gittikçe itici bir hal alan emek süreci, sadece, çalışma ve "boş zaman" (leisure) arasındaki evrensel olduğu varsayılan bir ikilemin ifadesidir. Demek oluyor ki, Marx içi'l ideoloji ler ge rçeği çarpıtarak, parça parça yanifade biçimleridir. Varlıkları, belli üretim ilişkilerinin hayat içindeki tezahürlerinin idealleştirilmesine ve bunların evrensel bir gerekli lik olarak sunulmasına dayanır. Dolayı s ıyl a, hakim s ını fın , kendi çıkarlarını temsil eden ideolojileri desteklemek için gösterdiği çabalar bu ideolojilerin ortaya çıkış nedenini a-;ıklamaya yetmez. Bu nedenle, her ideolojide bir parça "doğru luk pay:" olmak gerekir. Ya da, daha doğru bir deyişle, etki li ideoloji etkisizinden "doğru luk derecesi"ne göre ayrılır.
om
s ıtan
ya yi n
.c
Öte yandan, tüm ideolojilerin doğruluk payı tarihsel olarak kısıtlı olduğun dan, zaman içerisinde bu doğruluğun azalması beklenir. Örneğin, Marx'a göre Doğa'ya ilişkin ilkel dinler, in sanların pratik yaşamın yeterince gelişmemiş l i ğinden ötürü kendi aralarında ve Doğa'yla kurdukları ilişkilerine makOI bir anlam verememelerinde n kaynaklanır. 16 Bunun gibi, buıjuva ideolojilerinde de bir doğruluk payı olmasına yol açan, kapitalizmin maddi hayatı dönüştürmesiy le birlikte oıtaya çıkan "yeni" or::ılaıııa bireyin tek ya nlı ve baş aşağı dönmüş yaşam gerçeğidir.
ol
'BuRJUVA BİREYİ'NİN KAVRAMSALLAŞMASI VE ORTA YA ÇIKIŞI
w
w
.s
Bir bakıma, Rönesans tarihi, "Din"in doğmakta olan buıjuvazi tarafından felsefi olarak eleştirilmesin in bir tarihi olarak görülebi lir. Bu süreç aynı zamanda yeni örnek insan ve tuplum imgelerini n yaratılma tarihidir. "Akıl" Din'i didik didik ederek "geçersizliği"ni gösteri r. Evrensel olduğunu ve mutlak bir iç tutarlılık taşıdığını iddia eden Din'in mantıksal tutarlı lı ğında yakalanan gedikkr "geçersizliği'"n in yeterli kanıtları olur. Bundan böyle, Felsefenin varl:k nedeni, e l eşt irdi ğ i dinsel söylemi n becereyapmak, yani, irsan varlığının dayandığı evrensel ve mantıksal olarak tutarlı ilkeleri belirlemektir. Böylece, Felsefe düşünsel düzeyde örnek insanın ve toplumun yaratıcısı haline gelir. Diğer bir deyişle, dinin kıskacından kurtulmuş insanlık adına, bu insanlı ğı n kendi imgesini tekrar idealleşti rerek yaratır. Bir mutlak Doğru'nun yerini, daha "üstün", mantıksal ve tutarlı başka bir Mutlak Doğru alır.
w
mediğini
Ancak, kendine biçtiği görevi bitirir bi ıirınez. Felsefe, kafasında yarattığı örnek insanı ve mükemmel toplum ili şk ile rini ge rçckl qtirınektcki acizliğiyle yüz yüze gelir. İn sa nın, insanla ya da Doğa'yla i l i~kisini sadt:ce politik hareketler dönüş türebi l eceğ inde n, Fe lsefenin kendisini gerçek l eşt irmesini n koşulları 117
kendi dı şında kalır. 17 Bu nedenle, Felsefen in "doğru" lu ğu politika sahnesinde belirlenir.18 Öte yandan, öngordüğünü ge rçek l eştirmesi, "olan" ve "olmas ı gereken" arasındak i farkı ortadan kaldırması ise Felsefenin sonudur. Felsefenin tarihsel hedeflerini "politik topl um " miras alır ve 'olan' ile 'olmagereken' arasındaki açık kendisini sivil ve politik toplum arası ndaki çatı ş ma da gösterir. "Gerçek hayat söz konusu olduğunda, sosyalist istemlerin bilincinde ol madığı durumlarda dahi, politik devlet, özel likle tüm modern biçimlerinde, ussallığın gereklerini içe rir. Politik devlet burada da durmaz. Her yerde, u ssallı ğın gerçeklik kazandığ ını iddia eder. Ancak, bu ölçüde de hiçbir yerde, kendisine yakıştırdığı ideal özell iklerle varlı ğ ının gerçek temelleri aras ı ndaki çeli~ki den kaçamaz". (Writings of Young Marx, s. 213)
co m
sı
w w
.s
ol y
ay i
n.
Yaratılmak istenen örnek insan, özgü rl üğü ne kavu şt uğu ve akılcı olduğu öne sürülen 'burjuva bireyi'nden b:.ışkas ı değildir. Burjuva birey i, yani Marx'ın benzetmesiyle kendi kendine yeterli monad henüz sivil toplum içinde yaşayan bir gerçeklik halini almadığı halde, bir ideal olarak, politik toplumun kendine hedef ed indiği, gerçek ve kuvvet li bir etk i halini alır. iki toplum arasındaki çelişkinin yükü, burju va birey inin hakların ı korumak için fedakarlık üzerine fedakarlık yapması i stenc ıı " vatandaş"ın o m uzlarına oincr. Pol itik ve sivil toplum a ras ındaki açık ne kad:ır büyükse, "sadece dli ~ün scl düzeyde de-ği l , gerçek hayatında da, biri dünyasal diğeri ruhani olmak üzere ikil i bir yaşam süren poli tik insanı n bilinç tarzı da o kadar 'd indar'd ı r".19 Marx' ın işaret ettiği gibi, "sivil toplu mla kıyas l andığında politik toplum, cennetin dünyaya kı yas l a olduğu kadar, ruhanidir. (Politik toplum) sivil toplumla ayn ı tür bir karş ıtlık içindedir ve dinin basit cisimse l yaşam ın sınırların ı a~mas ı gib i, politik top lum da sivi l toplum un ötesine uzanı r". (On the Jewish Qucstion , s.225)
w
Kapitalizmin gel işi mi insanın bu ikili yaşamı arasındaki açığı zamanla kapar. Bir yandan, kapitali st i l işk ilerin derinleşmes i yle birlikte dönüşen maddi hayat ve geleneksel yaşam tarzlarının hı zla çözülmesi, gi ttikçe burju va idealine daha çok benzemeye baş l ayan "ampirik" bir bireyin ortaya çık.masına yol açar. Öte yandan, politik toplum toplumsal yaşamı ve sivil toplumu olu şturan bireylerin kendile rine ilişkin imge lerini tepede n dö nü ş türmek için durmak bilmeyen bir mücadele verir.20 Biri aşağ ıdan yukarı, diğeri tepeden aşağı ilerleyen bu iki süreç. tarihin, bir önceki çağda yen i doğa n hakim ~ ııııfın kendi imgesini idealize eden bir yan s ıtması -yani sadece zihinsel bir taslak- olan 'burjuva bireyi'ni gerçekl eş miş bir olgu hal ine f - ırrnes i y l e, birbirine kavuşur. Di ğer bir deyişle, uzun bir zaman süresi içimk kayal arı oyan dalgalar gibi, kapitalist gerçeklik de "gerçek" insanı zamanla 'burju va bireyi', soyutlamasına benzetir.
118
"KENDİ KENDİNE YETERLİ MONAD"l'l VAROLUŞSAL CERÇEGİ
Toplumsal bölünmc l eıin ayn ı zamanda politik farklılıklaca tekabül etmesi kapital izm-öncesi toplumlarda sivil toplum dolaysız olarak politik bir özellik taşır. Bir soy lu her zaman iç in sO) lu, bir köylü her zaman için köylüdür. Üretim ili şk il eri ki şise l bağımlılık il işk ileri Lizcrine kuruludur. Birey, toplumsal konµmunun, yaşam tarzının ve mes leğ i nin nerdeyse mutlak bir belirl iliğe sahip olduğu durağan (static) bir dünyaya doğar Varlı ğ ını ancak, bir ailenin, klan ya da aş iretin, yani kendini diğer insanlara bağ l ayan top lulukl arın bir üyesi olarak sürdürebilir. "Üretimdeki yeri ve pay ı, di ğer insanlarla ilişkisini de aynı özgül biçimde belirleyen özgül bir emek ve ürün biçimine bağl ıdı r" (G rundrisse, s. l 64). Birbirleriyle il işkilerinde belirlenmiş toplumsal rol ve konumlara hapsolmu ş bireyler üzerinde, üyeleri oldukl arı topluluğun kontrolü tam, dolaysız ve " doğal"dır.
.c om
bakımından,
gene lleşmiş
çağsal dönüşümdür.
.s o
ly
ay
in
mübadele sistemlerinde ise, "kişisel bağıml ı lık ilişk il eri, doğuştan ve eğit i mden gelme ayrıcalıklar, vesaire, esasen patlamış, paramparça ol muştur. .. " ( Gruııdrisse, s 16-ı) Zira. Marx'a gôıc, kapıtali.rnıın gelişmesi tüm geçmiş ideoloj ileri, ahlakı, diııi imha .!der, ya da açık se<;ik bir "yalan" haline dönü~türür.21 Sözü edilen bu dönüŞLl'n, sadece yeni toplums:ıl ili~kilcrin doğmasına koşut olur;ık yeni bilinç bi~ııııl~rinin onaya Ç!k.nasındaıı ve dolayısıy la eski "ideolojik üstyap ı" nııı i~Ievini g ıderek yitirnıt:siııdcn ib:.ırı.!l değildir. Daha da önemlisi, bu sürece anlanııııı vcrl.!ıı "ort.ı l aına" bırl'yiıı ya~:.ı nsal gerçeği ndeki kendi dış dünyasıyl a ara:.;ı nd :d,i bili:isel ili~kiyi de dönüştüren Buna mukabil,
'ort:.ık p:.ıyda"sıııı oluşturan diyak1' t ık
süreç
bağlamında
w
w
Bu dönüşümle birlikte gden kapitalist ç.ığııı belirleyici unsurları, aşağıdaki sözüni.ı ettığinı <li.iıt tartışmak uygun ol abıl ır.
w
1. "Eşitli ğin" İdcalizc Edilmesi - Fiili E~itsizliği n Önemsizleşmesi Burjuva politik devrimi esk i toplumun tüm ayrıcal ıkl arını bu ayrıcalıkların politik önem ve belirkyicil ı ğini inkar ederek de\ iııir. 'Eskı toplum'a politik nitel iğini veren farklılık l arın, kendi leri ortadan kalkmumakla birlikte, ayrıcalık olma özelliklerini yitirdiğini sanki gerçekmiş gibi var:.ayan ıeni bir politik erk ve onun yarattığı yeni bir hukuki yapıl anma ortaya çıkar. Bu yen i yapılanma içerisinde artık, devlet ve kamu i şlerin in sorumlusu, doğuştan ayrıca l ı k l ı "belirli" kişiler deği l, düşsel bir "yaratık " , yani gerçek bi reyselliğinden arınm ı ş, fakat "gerçek dışı bir evrensellikle donanmış, düşsel bır cgt.ıııen liğin dü~sel bir üye.-;i,
119
vatandaştır" .
(On the Jewish Question, s. 223, 226, 229) Dolayısıyla, vatansivil toplumun herhangi bir diğe r üyesi g ibi, burjuva olma eşit hakkına sahip kimliksiz (ve önemsiz) bir üyesidir. Bu düşse l kabuk altında gerçek egemen ise, idealleştirilmiş "burj uva bireyin"in iradesidir. Bu iradeye boyun eğme ve hizmet verme eşit hakkı, bireyler arası gerçek eşitsizliğin te melini ve gerçek eşitsizlik ve farklılıkların 'politik' olarak görece ö nemsi zl cşmes inin nedenini daş,
oluşturur.
co m
2. Kişisel Bağımsızlık ve Özgürlük - Nesnel llağımlılık ve Fetişizm
Kapitalizmin kök salmas ıy la birlikle yaşamı gittikçe daha çok soyutlamala(abstractions) etkisi altın a g iren birey için, "gerçek dışı evrensellikler" gittikçe daha çok önem ve gerçeklik kazanmaya başlar. Bir önceki çağda "ki şi " Je rdcn kaynaklanan kı sıtl am alar, genci ve ki ş ile rde n bağımsız bir hal alır. Art ık, "birey, ondan bağ ımsız ve kendi kendine yeterli o lan nesnel ili şki le rin kısıtlaması altındadır". (Grundrisse, s. 164) Bu ise, daha önce ki ş i se l bağ ıml ılık ilişki le ri ne dayanan üreti m ili şkilerin in , şimd i, birey in gittikçe artan ki şi sel bağ ıms ızlı ğına koşu t olarak geli şe n "nesnel bağımlılık" ilişkilt::rine dayanıyor o l masının bir yan sımas ıdır.22 Örneğ in, bi rey ge le nekse l ataerkil aile ilişki lerinin k 1 ~~1nc ı dan s ıyrılmış olmakla birlikte, kendi sine doğal ve evrensel görünen üc retliemek ilişki s ince kı sıtlanır. Kiralık toprağ ı i ş le.ye n bir çiftçinin kaderini beli rleyen, belli bir toprak ağas ı deği l, toprak üzerindek i hak ve mülkiyet il işkileridir. Gene bunun gibi, hem kapitali st he nı i şç i için sahici hükümran, pazarın "kör" etkileri ve kapitalist rekabet yasalarıdır.23
.s ol ya
yi
n.
rın
bir dey i şle, insan daha önce var olmayan bir toplumsal ilişkiler zinciri yaratır, fakat, bu ilişkiler üzerinde hakimiyet kuramaz. Bu d ı ş i lişkiler, insan tarafından yarat ıldı ğ ı halde, insandan bağ ıms ız bir varlık k azan ıp insan ı yöneten kudre tli ve yaban cı bir güç halini a lır. Aynen fiili ge rçek li ği nde old uğu gibi kafasında da kendisiyle toplumsal ilişk iler arasında kopukluk olan birey, bu durumu düşüncelerin gücü, yönetimi olarak anlar. "B u yüzde n, imgele mde, bireyler burjuvazinin hakimiyeti altında önceye göre daha özgü r görün ür, çünkü yaşam koşulları tesadüfidir; tabii ki, esas ında, daha az özgürlerdir çünkü 'şey'lerin (özneleşmiş nesnelerin) şiddetine daha fazla maru zdurlar". (Gcrnıan Iclcologly s.84)
w
w
w
Diğer
3. Kişisel Gelişim - İktidarsızlaşma ve Yalıtılma Nas ıl zaman içinde, 'soyut emek' 'somu t emek'dcn türeyip ön plana ç ıkmı ş sa, Marx'ın 'dünya-tarihsel birey" dcdiği2-l 'soyut birey'de kendisinden türediği
120
co m
"somut-yerel" bireyin ötesinde bir gerçeklik bzanınaya başl:ır. Soyut birey, bir yandan kendi çıplak çıkarından başka birşl.!y tanımayan, kendisini "doğal üst"lere bağlayan tüm kapitalizm öncesi ili şkilerden kurtulmuş, hayat damarı para olan 'somut' bireydir.25 Öte yandan ise, bl.!nzersiz bir mertebeye ulaşmiŞ olan ki şisel gereksinimleri, yete nekleri, zevkleri, becerileri ve üretim güçleri toplumsal sermayece gasp edilmiş bireydir. Bu çağın bireye sunabi leceği 'olanaklar' büyük ölçüde gerçekleşmeyen bir potansiyel halini alır; 26 gerçekleştiği oranda ise tek yönlü olarak ve toplumsal sermayeni n hizmetinde geliş ir.27 İ şte bu yüzdendir ki, bir bireyin yalnız başına kendi köşesinde kalmas ı halindeki güçsüzlük ve iktidarsızlı ğı ile, aynı bireyin toplumsal sermayenin hi zmetinde kendini işe koşması halinde kazanacağ ı kişisel gibi görünen kuvvet, beceri ve olanaklar arasında derin bir uçurum doğar. Bazı
yazarlarda görülen, kapitalist gelişmenin emek sürec ini bece ri sizleş soyut emek kavramının d oğ ru anlaş ılma masından kuynaklanır. Aksine, kapitalist gel i şme sürekl i olarak yeni beceriler doğurur, ancak aynı zamanda bu becerileri edinme yolunu 'türdq' leştirerek, kişi se l yetcnekkre dayanan kapitalizm önces i becerileri gereksiz ya da önemsiz kılar. Ayrıca, üretim güçlerinin niteliksel gelişim i emek gücünü n asgari beceri eşiğ ini en basit iş ler için dahi yükselti r. Bu nedenle, örneğ in evrensel olarak okur yazar hale ge... len 'soyut' birey, durmaksızın, na s ıl çalıştığını hiç anlamadığı ve düşünmediği, yen i yeni aletleri kullanmak durumunda kalır.
Gelişimi
- Usdışılığın Zaferi
.s
4. Ussallığın
ol y
ay i
n.
tirdiği savı, Marx'ın
İşbölümündek i aşırı gdişrne
nedeniyle kendi köşesine çekilmiş birey açı anlamamak, ya da anlamaya çal ı şmak akılcı bir tavır halini alır. Birey için, dar bir konuda u zmanlaşıp sanat gibi öznell i ğ in önem kazandığı alanlar da dahil olmak üzere yaşamın ın tüm diğer al anlarında, diğer uzmanların görüş ve tavsiyelerine göre yaşamak varolan en akılcı seçenek halini alır.
w w
sından dış dünyayı
w
Gerçekten de, Kosik'in belirttiği gibi, ussallık nesnel olarak gayet dar bir anlama indirgenir. Artık o, eskisi gibi gelenek ve otoritenin hükmüne karşı kurtarıcı bir etki değil, "nesnel dünyan ın" , yan i, kontrol etmenin, hesap ve _ fayda çı kartmanın, doğaya hükmetmenin ve teknik bi limlerin sınırları içine kapanmış; ve de, "öznel ve içsel dünya"dan, yani, sanat ve estetikten, insanın özgürlük duygusundan ve iç duygularından kopmuştur. Böylece birey kendisin i, "insan gerçekliğinin hem teoride hem pratikte" iki ayrı alana ayrılmış olduğu bir dünyada bulur: Bunlardan biri, kaynakların ve teknolojinin "akılc ılığın sürekli olarak uygulanmasına dayanan verimli lik esasına gö re kullanıldığı, di ğe ri ise, insanı değer, anlam ve inançların oluşturduğu ve çel i şi k bir biçimde u ssallığın
121
dışında
kalan " alandır.
(Kosık,
s. 59)
Bu nedenle, kapitalist üretim tarz ını n geli şmi ş sa tlıalarında loplumsal sermayeyi zenginleştiren, sadece bireyin yabancıla~mış olduğu emeği değil, aynı zamanda kendisinden ay nı derece yabanc ıl a~mış olan ussallığıdır.28 Bireye bir önceki çağda "idealistçe" atfed ilen buıjuva u ss.ıllığ ının "kendi" us sallığının yerini almasıyla birlikte, "homo cconomicus" bir dü~ olmaktan çık ıp fi ili bi r ge rçeklik kazanır.
m
BİLİNÇ TARZININ DÖNÜŞÜMÜ
n. co
Daha önce, "ortalama·· bireyin dönü~ürnıin ü ıı , ideolojik üs t yapıda hakim olan bilinç biçimlerinde değişiklikler yaratmaktan öte, birey in dış dünyasına olan bilişsel bağında, yan i bilinç tarzında da dönüşmeye yol açt ı ğını öne sürmüştüm. Bu arada, kapitalizm öncesi bilinç tarzını "dinsel" ya da mut lakçı, kapitalizmle birlikte uwn erimde geli şen bi linç tamnı ise "faydacı" olarak adlandırabiliriz.
w
w
w
.s
ol
ya
yi
Marx·ın y u kaı ıJa uLetkııen göruşlerin~ da)anarak:kapitaliw1 öncesi Jinsel bilinç tarz ını l.ıiıeyiıı k.endi Vi.trltk ve ger~e~ iııi am. ak bir aracı yoluyla - bu aracı kim olursa olsun - Jolaylı ularnk idrak etnı(;si 01,ırak ıaııımla; ab i liri z. Diğer bir dt:y işle, birey d urağan (static) lm dünyaya hapsold uğunu, ve k işisel varlığ ını "dolay lı olarak ıdrak" ermekledir. Gerçekliğin "kat ı"l ığı, yani yaşantı sürecini özümleyen özne ile bir parçası o l ar.ık etkileştiği dı~ dü nya aras ındaki ilişkinin bölünmez ve ayrılm,ız biriiğı, bireyin çevresine olan bil i ~scl bağ ını fosi lle şmiş bir yapı haline sokar. 13oylece bireyin p..ıı\as ı o!du~u topl uluktan bağım sız olarak varolmama!>ı olbusu, birey üzerinde danıg:t!'ı lill vurur. Bin.:y bu varoluşsal gerçeği , yani daha \ .:ırlığının nesnel olarak birtoy!-ıcl l cşıncıniş olduğunu, kendi sini mistik (dü şsel ) biı 'arncı 'ııı n altına gömerek, yani tepe tak lak ederek idrak eder. Bu, bireyin kopmamış olan "göbek bağı "n ı idealist bir şck ilde tan ı masın dan ve ifade etmesinden başka b i rşey değildı r. Düşselliğini n renkli liği ve zenginliği dünyasının katılığını ve sınırl ılı ğın ı adeta telafi eder. Dünyevi yaşamı ne kadar sınırlıysa ruhani yaşamı o kadar yüceltilıni~. ve birincisi ne oranla önemlidir. Sonuç olarak, toplumsal gerçeklik k ıs ıtlı bir biçimde ancak mutlak kategoriler (doğru ya da yanlış iyi ya da kötü, h aklı ya da haksız) yoluyla özü mlenir, bu kategorilerin "süslenip bezenmiş" ve kendi içi nde sistemli olarak düzen lenm iş bütünü ise, değişik mistik (düşsel) aracılara atfed ılir 29
Dinsel bilinç tarzı hak imiyetini koruduğu !'ıi.irece, tarihsel değiş im bir aracı y ı ortadan kaldırsa da bir yenisi esl--isinin yerini aiır. Gelecek yaşam biçimlerinin ön biçimleri olan "yeni" evre ıı sı.!1 bilinç biçını l c rinin genel kabul bulmas ı , 122
temelde hakim olan mutlakçı bilinç tarzını dönüştürmediğinden, ancak eskileriyle rekabet eden "yeni" bir aracının ortaya ç ıkma~ına yol açar. Örneğin, Marx'ın "Yahudi Sorunu Üzerine"de sözünü ettiği "politik insan", içerığı itibariyle din karşıtı bilinç biçimlerini kabull e nmi ş o lmas ına rağmen, "dinsel" yani bilinç tarzı itibariyle mutlakçıdır. Çünkü, savundu ğ u tanrıtanımazlık, bir yandan tanrı kadar mutlak ve katıdır, di ğer yandan da, yörüngesi içine g irdiğ i yeni aracıyı (ulusal devleti) mutluk doğru olarak kabul etmenin bir koşuludur.
in .c o
m
Buna mukabil, hakim olan bilinç tarz ının dönüşme~i ancak kapitalizmin maddi hayatı tamamen dönüştürmesi ve "honıo economicus"un gerçeklik kazanmasıyla mümkün olur. Aşağıda, daha etraflıca tartı ş ıl acağı üzere, deği şik s ı nıflarca "genel kabul görmeleri" bu "geç i ş" sürecini önceleyen ve bu sürecin ötesine uzanan bilinç biçimleri, değişmemiş gibi görünen nom inal 1-.abukları altında köklü anlam ve önem kaymalarına maruz kal ı rl ar. sürecinin öte yakasında oluşan, kapitali zmin sonucu "faydacı bilinç tarzı"nı ise, ortalama bireyin kendisini ancak parçası old uğu toplumdan ayrı ve bağımsız idrak edebilmesi olarak tanı ml ı yabi liriz. Yaşant ı sürecini özümleyen özne ile bir parçası olarak etkileştiğı dış dünyanın bi rli ği , nesnel olarak daha da gelişki n, çok boyutlu ve s ıkıdı r, fakat birey aç ı sından bu ili şkinin niteliği ele gelmez ve, esasen, tek boyullu "fayda" bağı <lışında varlığ ı yok gibidir. Ortalama bireye yaşantı~•. yaşam içinde yalnız \e kendi başına old uğu nu öğre tir. Bu ise, yaşadığı yaşam ve bir parças ı o l duğu gerçeklik içerisinde, \:ıkarc ı " bir akılcılık dışında, kendisine ve dı ş dünyaya ili ~kı n "şaş maz lıak ikatkrden " yoksun olmasının bir yansımasıdır. Gelen eğ in hakimi yetine ve m utl akç ılığa karşı güçlü bir silah o larak kullanageldiği 'şüpheci'lik yeri ni kay ıts ız bir köpeks ili ğe; değişken ve farklılıkl arh dolu yaşa mını göğ üs l erken dayandığı, 'aç ık görüşlü 'lük ise yerini pozitivist ve relativist bir <logmac.:ılı ğa b ı rakır. Bu nedenle, kendine ve içinde yaşadı ğ ı topluma ili ş kin -,alıip o ld uğunu dü şli nd üğü fikir ve görüş lerden bağ ımsı z olarak, bireyin varoluş:-ıal gerçekli ği onu kentli yaşantısını ç ıkarcı bir akılcılıkla özümlemeye yöneltir.
geçiş
w
w w
.s
ol ya y
Bu
Diğe r
bir deyişl e, kapitalizmin gelişimi, kapitali zm öncesi "c~rar perdeleri"nin yerine yenilerinin ge li ş mes ine yol açar. Kap italist "esrar perdesi nin " (m i stifıkasyon un) özü, bi:·cyi n etrafının ncredl!n ge ldi ğini hiç sorgulamadığ ı ve kendisinden bağ ımsı z addettiğ i, durağan, "doğal" ve "i zahı kendinden belli" gibi görünen toplumsal biçimlerle çcvrl!lcnnıiş o lma s ınJa yatar. Bu gene bireyin varoluşsal ge rçeğini, yani bireysel yal ı tılm ı ş lı ğını ve kiınliği meçhul "diğer"lere olan mutlak bağ ımlılı ğını kişise l bağımsızl ı k olarak baş aşağı etmesinden başk a birşey değildir. Bireyselleşmi ş varo l uş:-.al gerçe kliği aç ı sından bak ıl d ı ğ ında, kimliği
belirsiz
"di ğer" lere
olan
bağıml ılı ğı,
bireye insan
doğas ı nı yan sıttı ğ ını
123
düşündü ğ ü, doğal
soyut top lum sal kural, ilke ve kanunlara
ol::ı.n
bir
bağımlılık
olarak görünür.
ULUSAL KİMLİK VE BİLİNÇ Marx'ın
.c om
İşte bilinç tarzında sözü edilen bu dönüşümden ötürü de, "geçmiş in tüm ideolojileri, ahlak, din, ya tar.ıamen ortadan kalkar ya da aç ık seçik bir yalan haline dönüşür. " Çünkü, geçmişten kalma bu ideolojiler varlıklarını ancak, bireylerin, önemi olmayan özel yaşamlarında ve romantik düşlerinde sürdürmeye devam ederler.30 Kimi bilinç biçimi yalan haline dönüşür, kimisi tamamen ortadan kalkarken, bir başka bölüm bilinç biçimi de, nominal olarak aynılı ğ ını korumakla birlikte içten içe d ö nü şür, anlam kaymas ına u ğrar.3 ı
ideoloji kuramı bağl:ımında soruya yaklaştı ğ ım P-:!~ı. ulusallığ ın inkendileri için kim ve ne olmaları ge rek ti ğ ine ili ş kin olarak yaratt ıkları "çarpıtı cı" kavramlar zincirinin son bir halkas ı olduğu düş ü nülebilir. Diğer bi r deyişle, 'akılcı insan' ve 'u lusallık' kavramları , üstlendikleri i şlev bakıırıında n, başka bir çağda ayn ı i ş l ev i y ü klen miş olan din ve tanrı kavram larıy la yakın bir benzerlik içindedirler. 32
ya y
in
sanların
tarih anlayış ına göre nasıl liberalizm bi r bi li nç biçim i olarak "doğuştan insan hakları" g ibi bi r "evrense l ilke"ye dayanıyorsa, ulusçu lu ğu n da 'ulusal egemenlik', 'ulusal bütlinl ük' ve 'ulusal hakimiyet' ilkelerine dayandı ğı varsayılır. Bu an lay ış açısından 'doğuştan in san hakl arı' insan d oğasın ın, ulu~al egemenlik, bütünlük ve hakimi yet ilkeleri ise ulusal bi li nç ve ben liğ inin bir tezahürü, kanıtıdır.
.s
ol
İdeali st
w
w
w
Her ideolojide (Marx'111 kulland ı ğ ı anlamda) o lduğu gibi, ulusçu ideolojiyi de etkili kılan, sahip oldu ğu "doğruluk pay ı ," yani ortalama bireyin yaşamsal gerçeğine olan bağ l a nt ı sıdır. Kanımca, bu bağbnt ı y ı y u karıda sözünü '!tti ğ im, kapitalist çağ ın "ortak paydas ı n ı " bcıinı l eycn dört diyalektik sü reç te aramak gerekir. Bu bağlamda; 1. Ulusal egemenlik ilkesinin ardınd a yatan, "gerçek dış ı bir evrensellikle olarak idealize edi l mi ş bu ıjuva bireyini n egemenliğidir. Bu ilkenin politik bir istem olarak ortaya ç ıkışı, esasınd a "evrense l birey" in gerçek d ı şı olduğunun "idealist" bir ifades i ve kabulüdür. Bi rey bu düşse l kabuk altında "vatan daş" ol up, burjuva ol ma eşi t hakkını kullanır, ve gene bu düşsel kabuk altın da birey ler arası gerçek eşitsizlik ve farkl ılı klar önem sizl eşi r. donanmış "
2. Ulusal bütünlük ilkesini n ard ında i ~..! burjuva bireyin dı ş dünyasına olan çok boyutlu nesnel bağım lılı ğ ı yatar. Diğer bir dey i şl e, bu ilke sözü edilen nesnel bağıml ılığın idealist bir kabulü ve iı"adesidir. Bireyin nesnel bağıml ıl ığı124
na koşut olarak gelişen kişisel bağımsızlığı, dı~ dünyasına bilincinde yüzeye çıkmasını engelliycn ana nedendir.
bağımlılığın
kendi
3. Ulusal hakimiyet ilkesi bireyin artan bireysel iktidarsızlık ve güçsüzlüidealit bir izah ve ifadesiyle ili ~kil idir. "Zayıf' lığı bireye kendi iktidarsız laşma sürecinin değil de, kendi dışında "kendiliğinden" varolan bir hakimiyetin kanıtı olarak gözükür. Zira, gel i ~mi ş bu rj uva demokrasilerinde, bireyin iktidarsızlaşma süreci aynı zamanda burjuva demokratik "hak" ve "özgürlük"lerinin, kişisel beceri, gereksinim ve tüketim düzeyi potansiyelinin gelişme süreciyle iç içedir. Dolayısıyla, bireyin varolu~sal ge rçek liğin i bilinç düzeyinde çarpıtan "ideoloj i" değil, o gerçekliğin gene kendisidir. İdeol oj i (etki li olduğu hallerde) sadece varolan çelişkiyi bilinç düzeyinde çe l i ~ kisiz hale getirir.
co
m
ğünün
.s
ol
ya yi
n.
4. Ulusçu ideolojinin yayılmasına g~lince, buıjuva bireyinin yaşant ı sında, artan işbölümü ve ussallığın gittikçe daha dar bir alana sıkışmasıyla, bireyin yargı ve görüş olu şturma (ve gene l olarak bilgilenme ve kültürlenme) sürecinde, kendi yaşantı ve muhakemesine kıyasla, dış bir otoriteden (basın, resmi eği tim, vs.) kaynaklanan bilgi ve verilerin göreli önemini n artması belirleyici bir etken halini alır. Nası l kapitalizmin gelişim sü reci aynı zamanda doğrudan üreticinin üretim araçlarından "kopma" süreciyse, buıjuva bireyin " gel i şimi" de ortalama bireyin "geleneksel" bilinç ve bi linçlenme araçlarından kopması ve kendine "yabancı" yeni bilinç araçları nın yörü ngesine girmesiyle iç içe ge li şir.33 Böylece, 'ulusal devlet'in - tarihte varolnıuş diğer nıerkezl otorite biçimlerine kıyasla - bireyle rin bilinç süreç lerini dolaylı Vl.! dolays ı z etkileme gücü hem ni cel olarak fazladı r, hem de niteliksel bir farklılık gösterir.
w
w
w
Ancak, hemen belirtmek gerekir ki. tarihsel gelişimi itibariyle, ulusal bilinç hem burjuva bireyin hem de ulusal devlet'in olguııla~ıııa sallıasııı ı önceler. Hatta, ulus ların doğma dönem inde, ulusçu bireyin ulusal duygu ve h eyecanının, ulusların "ge lişkin " o l duğu dönemlere kı yasla, çok daha güç lü old u ğu söylenebilir. Bunun nedeni, bireyin "dinsel" bilinç tarzı ve bu bilinç tarzı içinde ulusun yeni bir "aracı", yani laik bir tanrı halini a lm ası ve tanrı kadar hayali' olmasıdır. Ulusal bilincin heyecan yarat ıc ı özelliği ve bu heyecanın duygusal derinlik ve şiddeti, ampirik bireyle, politik birey in kendisine atfettiği "gerçek-dışı evrensellik" arasındaki farkın büyüklüğüyle di.iz oranul ıd ı r. 3-t Kapitalist gerçeklik ortalama i nsanı hamur gibi yoğu rup burjuva soyu tlamasına benzetmeyi başardığı ölçüdt:, 'aracı'ııııı (ve bu bağ l amda bir aracı olarak ulusun) sih iri Lozulur. Bi reyin varolu şsal gerçekliğ ind e, ci simsel yaşamın sorun v.,; ıKrtleri , git,ikçe "müzelik" bir hiil almaya ba~layaıı "d insel" ulu sç.: ırnn "yüce" ülkülerinden < 2:1a öncel bir yer tutmaya ba~lar. Artık ulu s bir lıaynll düş olmaktan ç.~ınış, "ı.lah ı kendi nden bel li" ve "doğal" toplumsal yaşam biçimleri-
125
durağanlığını kazanmıştır.
Bu aşamada, ulusların ve uluslaşmanın o lu ştur esrar perdesinin (mist ifıkasyonun) özünde nitı.!liksel bir değişim meydana gelir ve "dinsel" ulusçunun yerini zamanla "faydacı" ulusçu alır. Diğer bir deyişle, maddi hayatın ortak paydasında ve hakim bilinç tarzında meydana gelen dönüşüm, ulusal bilinci ve onun idı.!oloJik bir ifadesi olan ulusçuluğu (nominal kabuğu sabit kalsa da) niteliksel bir an lanı dı.!ğişikliğine uğratır. nin
duğu
Kuşk u suz,
ol ya y
in
.c om
Politik sonuçları ve t::ırihsel kökenlerindt:ki farklılıktan bağımsız olarak, sanıyorum ki, üçüncü dünya ulusçuluğu ile gelişmiş Batı'da kendini gösteren ulusçuluğu birbirinden ayıran bir diğer önemli özellik de, i şte bu bilinç tarz ın daki farklılıktır. Üçüncü dünyanın birçok yöresinde, kapitalizmin, "kapitalizm öncesi bireyi" ya da Mıırx'ın sözünü ettiği "politik birey"i dönüştürmesi halen devam etmekte olan bir süreç olmakla birlikle, ulus (ulusal devlet), değişik konum ve koşullard~ da olsa, laik bir tanrı ve "aracı" olıııa özel li ğin i korur gözükmektedir. Buna karşılık, "faydacı" bilınç tarzının artık bir gerçek halini aldığı Batı'da, ulusal heyecandan uzak, faydacı ve çıkar hesaplarıyla ili şk i sini saklamaya çalışmayan bir ulusçoluğun varlığı söz h.oııusudur.35 Öte yandan, kapitalizmin birey üzerindeki "yıkıcı" ve dönüştürücü etkisinden yalıtılarak, teıııel ekonomik birikim ve büyümeden geçmiş olan Doğu Avrupa insanının son bir iki yıl içinde yeniden keşfelliği ulusçuluk "dinsel" (mutlakçı) bir özell ik taşıyor gibi görünmektedir. bu aşamada soru lması gereken, (ve diğer bir yazıda ele a l mayı ilginç soru, kapitalizmin dünya çapında "bi leş ik ve eşitsiz" gelişimiyle, burada tartı~tığım "prototip birey"lcrin, gittikçe daha çok aynı ulusal toplum ve zaman birimi içinde bir araya gelmelerinin doğurduğu toplumsal ve politik dinamikler ve bu dinamiklerin bilinç slireçlcri üzerindeki etkileridir.
w
w
.s
umduğum), asıl
Marx'ın
w 126
ulusal sorun
DİPNOTLAR ü ıerindeki görüşleri
için, bak, Davis ( 1%7, 1978). 2. Solda, ulusçuluğa karşı fark lı tavır ve görüşlerin olu~ıııaya başladığı 11. Enternasyonal döneminde değişik Marksist gruplann milliyetçiliğe karşı tavırları i~·in. bak Hobsbawn ( 1977) Bu dönemde, soruna diğer Marksistlerden oldukça farklı yaklaşan Rosa Luxcmburg'u n ulusal sorun ve ulusçuluk hakkındaki görüşleri için. bak, Davis ( 1976). 3. lngilizcesi: "fornıs of consciousncss." 4. lngil izcesi: "modı;: of consciousııcss " 5. Yaşam tecrübelerinin bütünü (lifc-expl'l'iences) aııl;ııııında. Daha kapsamlı bir tanımlama için bak, SeHihanin Ertürk, Eğitimde Program Geliştirme. 6. J. Lerrain, "ldeology," A Dic.:tionary of i\larxist Thouglıt. s. 221. 7. Lcnin'in ideoloji üzerine olan ıezkrinin d::ıh:ı kapsamlı bir tartışması için. bak, Mcphaııı ( 1979). 8. "ideolojide insanların ve i~·indc bulundukları ko~ulların bir 'kaııanlık Oda'da olduğu gibi baş aşağı görünmeleri tıpk ı rctin ada m:snelerin baş a~ağı durmaların fiziksel yaşam süreçlerinden 1.
w
w
w
.s ol y
ay
in
.c o
m
kaynaklandığı gibi. tarihsel ya~:ım süreçl..:rindcıı byıukl:ınır." 9. 1866 Avusturya-Prusya s:ıvaşıııııı ar<l1;1cJJıı ıuplaııaıı bir l :ıııe ııı:.ısyoıı<tl lopl.ıntısıııdan sonra Eıı gels'ı.: 20 haziran 1866'ı.Ja yJzı..lığı bir ırn:klı.:ptJ, t>.fa. x ~lıyl.: ı..ler: "Ycııi Fr:ıns:ı'nın tcmsilrikri (hiç biri işçi değil) ortJy:ı çıkıp ulu'>Lırııı .-e nıilliycıkrın 1111 lası g..:~·nıi~ s:.ıplantılar o l ı..luğunu savundular. T:ım bir Proudhoıı\ :ırı Stirncriı.ın ... Ben koııu~ııı:ını:ı b:ışlarken L:ıf:ırgue ,.e diğer arkadaşların ulus ve ınillıyeıl~ri yok eJerkeıı hıziıııle h:ırıs ı ı.e:.ı konuştuğunu ve topJ:ı:ıtıdJ bulunan her on kişiden dokuzunun Frans11.ca bilııı..:Jiğini Ye ıünı ulusLırı iııkfır etmekten, farkında olmaksızın onların örnek J'nnsıı ulusu iı;iııck erimesini aııl:ıı.Jığını söyk) i•H'e lııgi!i.dcr çok güldüler." 10. K. Marx, Eady Writin~s. cd., T. B. füıttoıııore, s. 2.ı-5. 11. German ldeology, s. 65-6, eı..1., J.C. Aııhu r. ayrn:.ı. Gnıu<lrissc, s. 156. 12. Kapital, Cilt J, s. 72. 13. lbid. s. 75 14. Örneğin. "Il:ıy:.ığı ikıi~at, aslında, burjuv:ı üretim ilişkileri i~·~risiııdc sıkı~ıp kalnıı~ ve burjuvJ ürı.:limini yürüten kin)selcri.ı likiılcrini, duklıinı.:r bir ş..:kı~J; yoruıııl::•ır.ıkt:ın, sistenıleşıir mekten ve savunmaktan öte lıirşey y:.ıp nıaınakt. ıdır. ILı duı u:nd.ı bayağı ıl..tis:.ıuııı bu ilk bakışta s:ıçm:ı ve düpedüz çelişik ekonomik ili~kilerin) alı:ı·· ı'. : ı~; ıı~ Jı~ ~üıüııttill.'rin(k öıcl bir rahatlık duyııı:ısına ve sır:ıd:ın bir kiınsc i~·in bile ::·:l:ı~ılııı:ı~ı güç ulnı:ıy;ın bu ilişkikrin iç bağıntıları giLlcndiğı ölçü<lı.: a~·ık h:ıl e gelmesine ş:ışııı:ım:ııı:·~ gı.:ıı.:kir" "C(:ıpit:ı lj. Cilt l!I. s. 855). 15. " ... fiili olarak üretime kat .l:ıııbrın, bu yabam.:ıLtşıııış 'c us<lı~ı ~erımyı.:-fail, toprak-rant, emek-ücret biçimlerinde kcnclikriııi pck rnh.ıt hisst:lıı!clo:ri ı:ııPanıcıı d oğald ır; çünkü bunlar, içinde hareket ellikleri ve günlük işlerini yürüıtllkleıi h:ıyall lıiçiınleriıı t:ı kcndileridirlcr. Üretimi fiilen yürütı.:nlerın günlük k:wr:.ıınlarının ı..lıuaktık ve ;u çok do~ıııatik bir yorumuııd:uı başka birşcy olmayan ve hu k:.ıvr;ıınlaı ı b.-lli bir l ssal <lliLcıı i~·crisin<l1; dıiLı.:nleycn bayağı iktis:.ıtın , her türlü iç b.ığı•ıtıs!ndan voksJll hu liçlü forıııüldc k.:ıü sığ ve şi~irilıııiş öneminin doğal ve şüphe götürmez yüce <l;ıy:ın:ığını l'ulın:ı'ı da ı~t..: r.u yuıı.Jcn aynı dercceı..le <loğnlı..lıı. Bu formüller, kenı.Ji gelir kayıı:ıklarının lizikscl zorunluluğunu ve ebedi h:ıklılığ ırıı il:in eııiği ve bun!:ln bir dogm:.ı düZL'yiııc ylıbdıı ği için, :ıy·ıı ıaıı:aııı..l:ı ı.:ışnıL·n ~ınııl.ırııı çıbd:ırına ı..la denk dü şer" (Kapital, Cilt ili. ~ . 869). 16. Kapital, Cilt J, s. 79. 17. Marx ünlü deyişiyle bu leııı:ıy ı özeller: " Filoıatl .ır bugüne kad:ır ı..lünyny ı yoruıııl:.ımakla yetindiler, oysa önr.mli ulan onu <ll·ğiştirnıcktir.' 18. "Filozof felsefi olmay :ııı dünyaya aı.Jıınıııı aıtığınd:ı r... ı~cli hıliııl'i ayrınılaşır. Hunu önkıııl'k için yapabileceği lıirşey ık yllı.tur Bir yaııd:ııı ~ıı ) a d:. hu nr hır ir:ıdciliğı• öt~~ yand:ııı u·ı pozitivizme yüııelir. Böylece iki karşıt eğilim ı.Jıığımış oluı. Biriııci>i . kavram ve ilke olarak Felsefeye ~ad ık k:ılır. Bu, lebclcdcn pratik cıı~rji çık:ırPuya ç:ılış:.ın bir tcurik eğilimdir ki. zihnin düııyatl:ı al..tıf bir etl..i olw;:urıı.:ı gücünü tı.:nhil ı.:dLT. Bu ç<1n;ınııı sunu ı..IJ l'ı:l~dcnin ge rçekleştirilmesine gı.:lir cl:ıy.ınır Diğer eğilim ise. Fı.:Isci'ı.:yi br•1 ısııı:ı ıılır, ele~tirir· ins:ının gereksinim ve özlcınlı.:rinc, ıarihsı.:I olarak gelişe n fiili ul:ıybra ai!ırlık verir. Bu, Fı.:lsı.:l'ı.:yi ortadan kaldırın:.ı çabasıdır. Bu ıki e ği lim t:ırihscl siirı.:ı.: i ıl..iyc bulcr,·k gelişmesini öıılı.:r" (Lefobvre, Sociology of 1\larx, s. 11 12). 19. " ... insan keııı..lisini dcvlı.:t ar.;cılığıylJ atı.:i;;ı k:ıbul ouik!i y.ıııi 'dl. vll'l'iıı :ıtci~l o ldu ğunu ilan cı ıiği sürece dinin esareti alııııd:ıdır. çünkü ateistliğiııi :ıııc.ıı.. dohylı ul:ırak, lıir ar:ıcı vasııasıyl:.ı idrak cdebilıııcktedir. Din, insanın h:ıyatı vı.: kı.:m.liıı i dolaylı olarak bir "ar:ıcı" vasıtasıyl :ı idrak eımı.:sindcn b:ışk:ı birşcy dı.:ği lı..l ir. Dı.:vlı.:t d.: ınrnı ılı.: onun öLgürlüğü arasıııı.J.ı bir naracı"dır. Nasıl lsa. insanın i~ iı · · üııı ·ı;ıhl 'c Jiııl <lLı)'!!Ul.ıı ını- Jl fellıği hı 'aracı'ysa ı.Jcvll'l de bunun gibi insanın tünı il:ılıl ,,ıııı:ıy:ııı ) öııkriııi n: tüııı ki~isl'I oıgü rlüğiiııli aktardığı bir ':ıra cı'ı..lır" (i biı.l . s. 724).
127
w
w
w
.s
ol
ya yi n
.c
om
20. Marx politik toplumun tcpcc.kn inınel'i etkisinin fr;ııııa ve lngiltcrc'ye oran la Alıııanya'oa çok daha belirgin olduğunu vurgular. 1:3ak, ibid, ~. 25-1.258. 259. 260. 262. Ayrıca bak, Alman İdeolojisi, s. 52,89,99. 21. Gcrman ldeology, s. 78. 22. " Kişi sel bağ ı mlılık ili şk ileri. .. başlangıç ta i~· in de in~anın ün;tkenlik k:.ıpasitcs i nin kopuk kopuk noktalarda. sadcce çok az geliştiği ilk toplum~a ı biçimlerdir. 'Nesncl bağımlılığa d :.ıyalı kişi sel bağımsız l ık' ise içinde genc i bir toplumsa l metabolizmanın, evrensel bağların, çok yönlü gcreksiniınle rin ve evrensel kapasitcleri·ı ilk defa onuya çıktığı ikirn:i önemli biçimdi r" (G rund r issc, s. 157). 23. "Rekabet ser m:.ıycn in doğ::ısında varulan ı fiili bir ge rçekliğe kavuşturur, bi r r1 ·şsal gereklilik hali ne getirir; rekabet, birçok sc rııı::ıye birimi ni n sermayeni n içsel bclir l cycııleri n i birbirh:rine ve kendilerine dayatm:ısından b::ışk:ı birşey değildir. l ~ıe. diğe r yand:.ın. serbest rekabet ins::ın lı ğ ın en yüksek (nihai) gelişm e düı.eyidir diyen görüştııı: ve serbc~t rek:.ıbeıin yadsınmasın ı bireysel özgü rl üğü n ve bireysel öı.gürl üğe d ayan:ı n topl umsal ü rcıi min yadsınmasıyla eş tutan an l ay ı ş ın aptallığı. .. Bu, sınırlı bir temele - sermayenin hakimiyeti es:.ıs ı na - dayalı özgür gelişmeden öte b i rşey değildir. Bu nedenle. bu tür birey~cl özgürlük ayn ı zamanda tüm bireysel özgürlüklerin t:.ınıaıııen ortadan kalkııı:.ıs ı. ve birey~c l liğin ı aıııaıııiyle esaret altında tutu lmas ı dır" (Gr uııdri sse, s. 652). 2~. Bak, Gcrman ldeology, s. 58, 95. 106 ve Gru ııdrissc, ~.705. 25. Komünist l\l:ı ııi fcsıo. s.70. 26. "Bu nedenle, anıik çağın çocuksu dünyas ı hir tarufı ndan dalıa yücl! olarak gözükü r. Diğer tarafından bakıldığınd::ı. kapalı Şı!kil. biçim ve sınırların urundığı duruıııbrda gerçekten de daha yücı!dir" (Grundrisse, s.488). "Buna mukabil, daha 0111.:eki dün..:mlerin i nsanının daha gcliş kin o l d u ğu i ı.lcnim i doğuyorsa da, b uıı uıı ııedcııi heııüL unun ilişkikrini sununa kadar gelişti rip on ları kendi karşıs ı na kendisinden bağımsız güç ve ili şk i ler o l :.ırak dikememiş olmasından kaynakl anı r. Eski çağdaki bu "dolu"luğa dönmeyi dü ş lemek. (zamanımıı.daki) bu 'boşluk'la birlikte tarihin durduğunu düşünmı!k kJdar ~açmad ır" (ibid .. s.162). 27. "Evrensel fah i şdik , ki ş i sel yetenek, kapasite, beceri ve faaliyetlerin toplumsal özelliklerinin ge li şmes ind e geçilmesi zorunlu bir merhale olarak göLükür. Daha k ibarcası: cvrenscl fayda ve faydalanma ilişkileri " (Crundrissc, ~.162). 28. H o rkheiım: r 'i n şii rsel tanımlamasıyla bu " u ssal ı ğ ııı ü l üıııüdür" (The End uf' Reason, s. 48). 29. "Nası l lsa, bireyin tüm ruhaniyetini atfettiği bir arat"ys:ı. devlet de bireyin tüm ru h:ınl olmayan özelliklerini ve insan özgürlüğünü kendisine atfettiği aracıdır". (Y:ıhucli Sorunu Üzerine, s. 17- 18). 30. Örneğin, milyonl:ırc•: insanın p:ızar günleri kiliseye gi tıııcyi sekt i rmediği A ıııcrika'da di n bu anlamda bir "yal:ın"dan ibarettir. Zira, diyeli m ki. kııı'la k:ır~ılaştırıldığında dinsel etkinlik (faal iyet) biıyük ölçüde bireyin özel yaşamına sıkı~ıp k :ılmıştır. 31. Bunun il ginç bir örneğ i, Batı 'da son unda reJ'urıııiwıe varun i şçi s ınıfı ideo lojisini n geçi rd iğ i evrimdir. Nedı!nle ri konusunda hı!ııılikir u lnı aıııakla birlikte bi r~·ok Marksist yazar, işçi sınıfı lıJre k cıinin Batı 'da sadece doğuş döneminde. yani k:ıpitali~t gerçekliğin tanı etkisi altına gi rmedi ğ i bir dönemde, gerçek anlaıııd:ı devrimci olduğu hususu nda b irl eşir. Bu yazının s ı nırla nnı aşmakla birlikte, refornıizmin gc li~iıııinin iş~·i sınıfın ı o luşturan bireylerin faydacı bil inç tarı.ının etkisi altına girmeleri ile ilişkilcııdirilehile..:eğini süyliyebiliriz. Sosyalist bilinç biçimi ve bilinç tarı. ı arasında yapı l ması gereken uyrım isi! :ıııc:ık ay rı bir yuzınııı konusu olubili r. 32. Marx'ın deyimi yle, insan hayalinin ürünü ulan kavr:ııııl:ır k..:ııd i yaratıc ıl a rına karşı yarat ı c ılar halini alırlar (Gcrman ldcolugy, s. 37). 33. Benedict Andcrson, Hayal Edilen Cemiyetler adlı kitabında. hir bilinç arac ı olarak gazete ve romanın tarihsel ge li ş imin ulusal bc.nlik ve bilinç üı.crindeki bclirlı!yici etkisini inceler. 34. "Burj uva toplumu, her ne kadar blır:ımanlıktan u1.ak~a d.ı. ancak kahramanlık , fcdakiirlık . te-
128
n. co m
rör, iç savaş ve insanların mücadelesiyle ortaya çıktı. Roma cumhuriyetinin gladyatörleri, Roma'nın klasik ve sert geleneğinde sanatsal biçim ve ideallerini, kendilerinden mücadelelerinin içeri ğinin burjuva sınırlarını saklamak ve h eyec anlarını tarihsel bir trajedinin doruğunda tutabilmek için gereksinim duydukları öz-aldatmacayı bulllul:.ır. Bunun gibi, başka bir gel işim aşamasında, bir yüzyıl önce, Cromwell ve lngiliz lı:.ılkı burjuva devrimlerini yaparken Tevrat'ın dilini, coşkusunu ve benzetmesini ödünç aldılar. Ger~·ek amaca erişilince, lngiliz toplumunun burjuva dönüşümü başarıyla tanı:ıııılandığıııd:.ı Hab:ıkkuk'uıı yerini Locke aldı". (The 18 th Brumaire of Louis Ilomıparle, s. 16-17). 35. insanların (erkeklerin?) ci nsel seçimlerini, fahişelik ve evlilik arasında varolduğu varsayılan marjinal ikame oranının cinsel ilişkinin fahişe ya da evlenme yoluyla tatmininin göreli maliyetine eşit lenmesiyle açıklamaya çalışan ncoa-klasik ikti sad ın, yakın zaman içinde, diyelim ki, Fransız ya da Amerikalı olmanın marjinal fayda ve ikame oranından söz etmeye başlaması tamamen beklenti dahilindedir. Böyle bir kehanetle bulunıııamd:ıki kasıt, neo-klasik iktisadın entellektüel sığlığını vurgulamaktan ziyade, bu iktisat kuramının yüzeysel bir yansıtması olduğu kapitalist gerçekliğin dönüşümüne işaret cınıekıir.
KAYNAKLAR Andcrson, B. ( 1983)
Natioııalism
Communitics, Loııdra : Ycrso.
and Sodalism, New York:
M on tlıly
Review Press.
yi
Davis, H. (1967)
Imagiııed
Writiııgs
by Rosa Luxcmburg, Ncw York:
ol ya
Davis, (1976) Thc Natioııal Qucstion: Sclcctcd Monthly Revicw Press.
Davis, (1978) Toward a Marxist Thcory of Nationalizm. New York: Monthly Rcvicw Press. Ertürk, S. (1973) Eğitimde
Prognım Gcli ~ tirnıc ,
w .s
Hobsbawm, E. (1977) "Some Rellections 105, Eylül-Ekim.
oıı tlıe
Kosik, K. ( 1976) Dialectics of the Concrdc,
Ankara: Yelkentcpe Yayın ları. Break-up of Britain," Ncw Left Revicw,
Dordcdıt.
Lcfebvre, H. (1968) Sociology of Marx, Ncw York: Lcrraiıı,
Yiııtagc
13ooks.
J. (1983) Marxism and Idcology, Loııdra: Tlıc Macıııillan Prcss.
w
Marx, K. Komünist Manifesto.
w
Marx, K. Early Writings. Marx, K. The German Ideology. Marx, K. The 18th Ilrunıaire of Louis Bonapartc. Marx, K. Grundrisse. Marx, K. Capital Yol. 1., 111. Mepham, J. (1979) "11ıeory of ldeology in Capiwl". J. Marxist Philosophy, Yol. lll, Brightoıı: Ha rvcsıer Press. Seıon-Watson . Tlıompson,
Mcph:ını
D.11.Rubcn (cds.) Issues in
H. (1977) Nations Statcs, 13oulder, Colorado: Westvicw Prcss içinde.
E.P. ( 1978) The Poverty of Thcory
aııd Otlıcr
Essays, Ncw York: Monthly Re-
view Press.
129
Sovyet Budunsallık Kuramları : Bir Eksik Terim Sorunu*
ya y
in .
co m
T hcodor SHANİN
Tüm y irıııiıı ci yüzyı l boyunca. ·· buduıısallı ğ ııı"' topluııı~: ıl hay atın ) apıl:ın d ırıl mas ı ndal-.i ve siyasal eylcnı örü n ıükrinin ~aptanma-.ındaki ö n cnıi büyül-. o lnıu~tur ve çoğu kere önceden k estirileırn.: ıni~tir. Buclun~allı ğ ın 111: ondokuzuncu
ol
yüzy ıl ·'akılc ıl arı" ta rafından bir ge rici barbarlık paı\a sı olarak ek: al ını~ı. ne de
w
w
w
.s
on un ··ronı;ıntik " dü~nıanları tarafından yapılan biy o l oj ik - ırka da yalı açık lanı ~ biç imleri, daha sonraki deneyimin ~ınaına s ına da)anabildi . Etnik çqitlilik ve milliyetçi ideoloj iler bi yoloji -d ı~ ı . kalıcı . y ıkıcı \'t: aç ıl-.lananı:ll. o lduk ları nı - siyasal de magog ların cep h ane li ğindeki başlıca silah lardan biri. bas kının bir belirleyicisi ve sosyal ist kuranıa ve eyle me yönelik ça lı~ıııalar i ı,; inse çeti n cev iz old u klarını tanıtladılar. T oplu msal bilinıc ikrin vt: -.iyasal cy lcnıc i lerin ku ranısal yctcrsizl iklcri ve önkcstirime ili~ kin ba~arısıLl ıkları , özellikle solda, hayal kırıl-. lıkların ı n deği ~ ıııez bir sebebi ydi. Hu. etnik böllinıııelerin çözii ııılcıııeye ili ~kin anlanıı nı n , yü rürlükteki ideo lojiler. ortakla~a ka vrama yetenekleri ve siyasal hayat için ta~ ıdığı büyük öneme kar~ ın o ölçüde az ;ıra~t ırılclığı Üçii ndi Diinya bakımından özellikle doğ ru ydu. Üste lil-. , böyle sorunlar iizerindeki tartı~nıa bile durgu ndu . Bu tür kuramsal a la nları. ay rı vt: etnik karıııa ~ ıklık bakım ı ndan zengin bir si yasal deneyi m içinde k ök -.alıııı~ hir rarl-.lı gö rii ~ii sunarak ge ni~ l c tıııe k. özeli iklc yarar! ı okı gerek. A ~ağ ıda. t:l nik gürii ngii !er kon usu nclak i Sovy<.:t <,: a-
*
Ncw Lef! Rcvicw 15H. Jul y//\tı )!ll~l (' l \:ııııııudi\)!tı-tll') 1 1>X(ı. " . ı ı >-2'.! ' dı.: ıı (\:ıı)!it ı\rııı ı ;ıra
l'ıııdaıı
130
\:evrildi.
lı ~ ınalarınııı ana-akıııı ı
içinck, l 96!flı
y ıllardaki
bir büytik ıarıı~ıııadan so ıır;ı benimsenen kuramsal k o nuııılar k ı saca incelenecektir. Bu konumlar, Marksi...ı o lsun ya da olmasın, Balı Avnıpa·claki ben zerlerinin aldıkları k o nunılarclan esasl ı bicrinıde ay rılır .* '!·
dikkate alııııııası gereken o l anak lı iki y;ııılı ~ anlama var. Buıı l<trdan ilki daha gı;:ncl, daha d oğ nıcla n ve daha ;ız ilgi çekic i. ('ağda~ ı o pluııı sal bilim ler, kültürel/dile ili ~ kiıı dar görü~lliliiklcriııin derece,ini kabul eı ııı edc ba~a rı s ızlar. İn sanlar vc ıopluııılarla ilgili hilinı->cl ara~ı ırıııanın giderek artan ölçiide yerklirescl bir biçim aldığı s ık s ık yi neleniyor. Ancak , y tiı.le rce ulu slararası ko nferan s ın yavanlı ğ ının ardında. hu söı.de evn.: n se ll q ıııe nin büyük k ı s mını n ayrı tellerden çal ı yor olıııası olgu'u var. İ nsanlar biraraya ge li yor ve yazı yo r. sözcükle r ku l lanıl ı yor ve görii ııii ~ı e an l a~ılı)or ve 'onra. crok sonra. farklı kültiirel ve ideoloj ik a rdze ıni ıı lcre sah ip insanların gerçekte on lan çoğu ken.: ~a~ ı rı ı cı derecede farklı bi ç iıııclc anlad ıkl arı açıklık kazanı yor. Böylesi yo ruııı l arııı yanlı ~ lı ğını, ..elc~ti rel ideali sı ·· fe l,e kniıı /\ lıııan ka y naklı olduğu -yani. bu klsefenin (o dö nemdeki) çağd a~ A l ıııaıı biliııı-;cl dli~lin ccs inin k;ı v raıııs al , siyasa l ve tcrın i no l ojik bağlamıy l a ili ~ki'i içinde anl;ı~ı lııı a'ı gerek li ğ i .- benzer aıılaıııda siyasal ikti sadın İn g iliz. s i ya,;ıl kuraıııın İl;ılya n k .ı y ııaklı olduğu . vb. k oııusu ıı da çok az ku~ku du y aıı 19. y iizy ıl h iliııı iıı,aıılarıııın itiraf ctti ğ inden çok daha az itira f ediyor o lııı;ıı ııı z gcrc;eği. hu slird li yanlı~ yonıı ııları daha ela içinden ç ı kıJnıa1. hale getirir. Bu , Anglo-Sak,oıı bilim praıi ğ inın hiiyii k kı"ııııııda o ldu ğu gibi, dik i l i ~ l-.in beceribiılikk 'e lxı~kalarının .. ha~bl ı ğ ını .. he"hclli geril i ğ inin bir i ~aretinclcn ya da hir garaheı paı-ça"ından ba~ ka bir ~e) o Lırak görmeyi naı. ik çe redde l nıekk ili ~kikndirildi ğ iııde . bo) le y;ııılı~ aııl;ııııalar hızla kalın bü yük at-göz lüUerııı e d ö ııti ~ü r.
w .s
ol ya
yi
n. co m
Ba~ l an g ı ç ıa,
w
w
Sovyet loplum , al bilim leri. ya haııcıl ; ırııı hu ba.~ t;ın sa v ı c ı t avırlar 111<1 kar~ ı özellik le :-.;l\' tııııııa,ızdır . Huııuıı i ç ııı h;ı11 geçerli nedenler de' ar. 1930' lu yı llar daki " tasfi ye .. bir Sovyet ınplııııı bılııııcıleri ku ~ağ ıııııı oııd a hiriıı i yok e ltı ve zaman zama n tiiııı disipliıılcriıı baııııasıııa sebep oldu (ö rne ğ in 'osyoloji. bir "burjuva disiplini .. olarak <;ey rek yiiıy ıl \Lİrc:-. iııce biitiiııiiylc köl.. iiııdeıı sökiildli). İd eo lojik) apılandırıııa ve s;ııı ,iir. \Ogu kere ma ~ ıırıııa ) ı sıııırlaııdırd ı ve b ıliııı lc riıı yönetic i le ri olarak neks kesic i kari ye rl er ya paıı ;ı çıkgiil.. ur al ve y liı.eysel erkek ve kad ııı !arı tere ih cıt i. Ul ıı"brara'ı kon kraıı-;lar i\· i ıı ··gii ve ıı i 1i r .. Sovye t ıcıns ilci lcriıı 'eçi lmö i. huıılarııı B atılı ıııe,lckla~larıııda ~oğu kı..:rc teorik canlı lı kta n çok "oğu k, i steksiı.ce hir ~ alı ~ıııa )apıldı ~ ı iı. lı..:ııiıııiııi bıra ktı. Baıe ıı . do-
*" ll u hi ldiri il" \l larak. Yu . llrnıı ıky VL' V K wlP\ ı:ır;ılıııd:ııı ),!iıı~ilcıı. Smyı.:l L'lıı i " "uraını " :ı ll.!gori kriylc ilgili hir ı . ıııı~ııı.ıy:ı ~ııı~ 111.ıı.ı " lı.ııırLımlı. lk ı '"' 111..:1111 dı.:. D1.•\ h.:ı ,,. l tkolıııi "oııu >uııda 11 i\l;ıv i vı.: F. l l allıd:ıy ı.ır: ıl ıııd.ııı dı.:rkııı.:ıı. 1\ L ınııı l l.ııı y.ıy ıııo.:' iıın: y ;ıyıııı la ııac;ı" hir cilııı.: yl.!r ah1l·a" . 13 1
ğu ştan salı ip
olduk lan bir hak ıııı ş gibi üstün bilgi konusundaki
in at ç ı Sovyeı
id-
diası, ' 'Batılı' ' ya nda çocukça bir tepki yi: her ~eyd e daha iyi o ldukların ı iddia et-
tikleri için her bakımdan ku ~ kusuz daha kötii olnrnl a rı ge rekti ğ i inanc ını ort aya Bazen de, hepsi n ı.:sn e l l ik ıa~layan akadı.:mik kı yafet e biiriinnıü ~, ''Marksi st" y a da sosyali st etiketli herhang i bir ~ey i ya rım a ydınl ara özgü yad s ı nıay l a karı 5 1k eskinin Ru s karş ıtı y ahaıı c ı dii ~ nıanlı ğ ıııı temsil cdeıı horgörme. büsbütün safca ya da da rgörü ~ lü o ldu . Burada ortak payda, "onlardan" ya rarl ı herhangi bir ~ey in , herhang i bir zamanda öğn:ni lcbilcceğ. ini kabul etmeyi red dediştir. Böylesi gö rü ş ler, ka ydadeğc r yetersi zliklerine kar~ ın bel li alanl arda i ~i ni gayet iyi yapan ya da Ba t ılı ara ~ıırnıalardan daha da ileride olan Sovyeı toplumsal bil imlerinin q it o lmayan ge li ~ ıne dlizeylcrini aç ık ç a gözardı eder. Sovyet toplumsa l bilimlerinin, onlara hlikiiıııct ıarafıııdan verilen emi rleri has ıı çc ve zekice yeniden üreııi ği. ınon o l i ıik. propagand ac ı ve " t oı a liıcr" ol d uğu yolundaki gazeteci imgesi de bi r y an lı ~ bilgiye daya nır. SSC B 'dc 1 %0' 1 ı ve 1970' 1i yıllar boyunca ç i ğ ncnc nıcyccd ideolojik s ınırl a r b ulun mas ına k ar~ ın sürekli olarak ka vramsal ıarıı ~ ına o lu yo rdu ve bu ı arıı ~ ımıııııı sonu çlarının çoğ u önceden bil i nen sonuçlar o lmaktan uıakıı. Bu . ku ~ku s u ı. Sov yeı ı oplunısa l lı i l iıncilerinin ara~ ıırnıa l arına zarar veren s i y a~aı ba s kılara ve güçlü k urumsal denetimlere kar~ ı k o rundukları an l a mına gclmcz. T am tersi ne.
ya
yi
n. co
m
ç ı kardı.
Sovyet buduııbiliıııc i le rinin (/etn o loglmıııııı ) çalı ~ ıııaları yla ilgili ikinci kavrama daha derinde yatar ve bu kı sa ince lemenin k o ıı u~u n a da h; ı ÇQk ış ık tutabilir. Bac ı/Doğu aras ı ndaki ~i ya sal deney im farkları büyük tür ve çoğ u kere bir fa rk lı "gö rü~ açısı"n ı ı e ıııs il eder. Bununla il gili a l g ıl ama fark l ı l ı ğ ı ortak dil ile ba~lar. Toplumsal kuraıııııııı z bü yli k ölçüde Batı Av ru pa lıdır ve "'uyrukluk " terimi İn gili zcede ve Fran s ı zcada . ki ~i nin ıa~ ıdı ğ ı pasaportu, yani bir özgül devletle olan ili~ ki y i betim ler. Ru sça ko nu ~an biri için. y uk arıdaki terimi n semantik bal-.ııııdan deng i o lan natsional'nosı ' ( ıııilli ye l ) ı eriıııinin i:-.e bir devletle doğrudan bir ili ~ ki s i yoktur. K i~ in i ıı bir devlete " aidiyeti'' yurı ıa ~ lı k (grajdanstvo ) olarak gösteri lir. Herk esin rxı~apo rıuııdal-.ı ya da di ğe r k iııılikle riııde ki ki~i özel lik lerinin dökliınli y urııa ~lık , ya~. güz re ııg i , vb. gibi kal e nıl eriıı y an ı s ı ra, ki ~ inin ebevey ninden ıııir;ı ~ aldı ğ ı bir özgül iize llik olarak natsional 'nost' ka lemini de içerir (hu nun yerini baze n " k i~i nin evde konu~ıu ğu dil" al ır). Bu bir ırk :-.orunu değ ild ir -deri n:ng i kendi i ç ın dc ö neııı ta~ ı nwz ve "a~i
w
w
w
.s
ol
yanl ı ş
nıile cdilıni{ bir Tatarın , ya da. aç ık ça Ha be~ bir at a nın geneti k ö1,.e ll iklc rin i gösteren Alt::k sandr Pu ~ k i n ' ın natsioııal'ııost' ·u ı arıı ş ılm;11. biçimde Rustur. Ne de bir yurtta şl ı k sorunudur bu - K a ııada' y a göç e ııııı ~ o laıı bir U k ray na lının torunu , bu anlamda U kray nal ı d ı r : ıliın hay atı boyunca Ru sya'da ya~anıı~ ve Sovyet yurııaş l ı ğ ına sahip bir Po lo n ya lı da hala bir Po l on y alıdır. İng il iz dilindeki sıradan ku ll anılma biçim iy le "buduıı ~a llık .. ('\: th n i c iıy") ı e riııı i, bu kav raıııııı
132
bütün
anlamını
tam olarak ka vramaz, çünkü bu terim. ··otoriteler"'
bakımından
o ldu ğ u kadar kom~ulan ve kt,;ndileri içi n de. çoğ u kere asimile edilmemi ~ olduğundan bir •·problem" ohı ~ turan "'a Lınlıkları' · göstermek üzere ge li ~tirilnıi~t i.
Ama SSCB ' de kolektif nal'nost' ' udur.
a l g ılama larda
merkezi yer tutan,
Rus ların
natsio-
ya
yi
n. co
m
Natsional'nost' ifades ini tam olarak İng ili zce'ye ya da Frans ı zca'ya çevirecek bir terimin o lmamas ı oldukça ö nemlidir. Her Ru).,, s ırad a n biri de, bilim insanı da oba bu terimi arılar ve onu , toplum sal yönelim in ve y a~ay ı ~ ın an lamlı, aç ık ve ba~ lı c a bir panım etres i olarak kullan ır. Bir Pol o nyalı, bir Lcton yalı . bir Çek , bi r Gü rcü ve genellikle bir Alman bakımında n da bu geçerlidir, ama bir Fran s ı z ya da bir Brita ny alı için geçerli değ ildir ; öte yandan Y anki ve di ğe r baz ılcırı bu bak ı mdan karars ı zlı k içinde o lacaktır. O rta Doğu ' daki ya da Hindi -..tan ' daki halk. bu ortak al gılama içinde "' Doğu "ya aitıir. aııı a onların bilimseldi li, esas o larak " B atılı" toplumsal bilim tarafı n dan bi ç iml endirilnıi ~tir. ·' Eksik terim sorunu ", süreklilik ta~ ı ya n kar~ ılıklı bir yanlı ~ ka vrama boy utunu s ınır landı rmak , ama ay nı zamanda, çözü mlemeye ili ~kin bir dizi önemli proble ıııi " açmak" için de iyi bir yoldur. A~ağ ı da ··b u duıba llık '" sözdiğünü , kull anıl ac ağ ı tikel '· Doğ ulu ,. biçi ıııi akılda tutarak. ııatsio nal 'nost' · u göstermek için ku ilanacağ ı z.
.s ol
BATIDAKİ ALGILAMALAR Yü z yılı a ~an
bir süre boyunca,
ku raımal yakla~ ımdaki
temelli bir
'" Bat ı
A v-
rupalı"/"Doğu A v rupalı " bö llinnıe:-. i. ortak dil içinck: yan).,ı y an al g ılama rarklı lıklarıııı
izledi ve ge li ~tirdi . Dün yanı n hı.: r yainde bi r çok insan. ''kendi ya~a ve tarih aras ındaki ili~ kide, ulusal sorun la r, tüm di ğe r :-.orunları ı.:zi c i biçimde bastırır görünmektedir"' di yen en hi.i yül-. K atala n tarih çinin, Pierrc Yil a r"ın , bu tanıklı ğ ını pa y l a~a caktır. ( Burada " \ıl u :-.;ıl '. sü?cüğü a ç ıkç a natsional'nost' anl amında kullanılıııı ~tı r-bu da , İ s pan ya içindeki Katalanların konumunu daha net o larak kav ramanın bir yoludur.) Ama hu yarg ı y ı izleyen sorular bakımından , bunların ya nıtl a rı ve kuram sal l-.urgular ha kııııındaıı da o ldu ğu gibi , ge ni ~ hi r çe~ itli l ik vardır. Daha Öi'.gül olarak . ka vr amlardaki ve <.k ney iıııl er deki "'Ba tı Av nıpalı "f'· Doğ u Avrupalı" ay rılı ğ ı . kurams;ıl d okıııııııı . :-.onıla n :-.omların . topl anan y a da sı.:ç i lı.:n görgii 1 veri lcrin ve ç ıkartı lan :-.on uç ların farklılıklarını tı.: m :-. il t:dc r. Biz bu fa rk lılıl-.lara bal-.aca ğ ıı vı.: :-onra . bu gü nün Halı -eğ itimli toplumsa l bilimci-.. inin ya da s ırada n i n:-.anın ı n , t:tnik sürec,: lerl e ilgili çağda ~ Sovyet çöLüıııkıııek rı n<k ıı ııe öğ ren ehi lccı.:ğ i ii ıc rindı.: d u racağ ı ı..
w
w
w
nıım
Etnik göriingii kr
ka r~ ı sında Ba t ı A\' nıpa ' da k i lıü k i ııı tav ır. :-.;ığ- kanat
-..iyaolan \Öt.iimlemc ile libcral sosyalist gö rü ~ aras ınd a kuıupla~ nı ı.~ huluııu yor . Hunlandan ilki . etnik v a r lıkla rı. scıl e
bağ lantıl ı
dcğ i ~me z hiç iımk
ıııilli y dç i
"133
w w
.s
ol ya y
in .c o
m
hiçbir za ınan dönii~üıııe uğrayaıııaL ya da daha kapsayıc ı bir bütünle biit ünlc~c rnez olan esasen ırksa l. tarihle bağ lantı s ı bulunmayan hiriııılc r o larnk ele a l dı. Bir bireyin ulusa sadakat i, en üstün norm olarak ele al ını yo rdu . Onun her ~ey in üstünde olan niteli ğ i konusundaki herhangi hir ku~ku. ya ütopyacıl ık ya da ihanet olarak görü lüp bir ke nara itildi . Toplumsal bil i mler in akılcı ana-akıını ise kesin li kle bir kar~ıt ya kla~ıııKlan etkilendi. Hu ) akla~ ıı ıı i ç ın sorun bir uluslar sorunu değil. milli yctçi likkr ..,o nınuydu - ) ani , bell i bir etn ik gnıpu n bir egeıne n devleti y aratmak ya da m e~ rula~t ır mak ile ilg ili talc plcrı sorunu yd u. Bir ikincil soru. ilk soruya verilen yan ıtı yakından izleye n ö1.- kinıli ği bclirknıc.: ..,orusu da vardı. Bu dii ~iince çizgisi içinde nı ill iye ıçi l ik. u lu s l arın varo lu ~ ııı1 u n sonucu değildir; ulu s l a rın kend i leri . mill iyetç i hardetlcr t arafından el altındaki ·etini, dil ve ırkla ilgi l i bi r karıııa mal zemeler torbasından. artı. devletler aras ın daki bö l i.inınelcrin -ge rı-ckl i .....!! indc n insa edi lir.'.! Ul us olma olı.:usunun tı..:k basına y } ..... ) ya da bilc~ im içindeki ne ...,nel ö lçütleriyle ılgi li herha ngi bi r a rayı~ ın kaç ınılına z o larak çök mesi zorunludu r.-' Özellikle. bir biiyiik kur:ımc ıdan aktarılırsa. " bir milli yet kuramı i n~a etml! bakımından öıellikle umu t 'erici olan iki ada) ın hiçbiri : ne irade (bir ··u lus-devlet'" kurma iradc...,i T.S.) ne de 1-.iiltlir ... ye terli dcği ldi r."..ı Gerçekçi o lan yol. sorunu yeniden tanıııılaınak ve görelil c~tirınel-.tir. Özellik le milliyetçi kuraıııcıhıra giivcnileml'I. çiink ii onl;ırın rornantik bakı ~ı. tarihle bağ l anıısı olmayan iıngekri ,.e Jcği~rncyen y apıları ..,iiy l e n cebi liıne döni.işrü ri.ir. Böy le -;öyk nceler (/rn itkr). Uatı A wup;ı toplunı o.;a l bi limlerin in olduğ u kadar liberalizminin ve sosyal i zıı ı i nin de içinde kök -;a l dığı akılcı geleneğ in gözünde çok tehlikelidir. Kaldı ki. bu !Lir söy lcncele r. biyolojik böliinmele rin dokunulma zlığ ına inanar;ık. l lit ler"in gaı. oda ları y l a in-;anların böyle hölii nıııc leriııi "sar· biç imiyle konımaya çalı~ıı11 ~ olan ırkç ıl arla doruk nok t asına ula~t ı.
w
Ak ı lc ı lıl-. ve Batı A' rupa topluı ıısal hiliıııkr gelcıı~: kkri . ıııillıye t çi li ği n neden ve ne zaman ulLı...-kurnı;ı ):!Örc,·ine ha ~ ladığı konusunda da tcıııe l ol;ırak görii ~ b irli ğ i içindedir. Bu . "in;ıi kapitali1.1ııiıı .. gelenekse l"· kırsal top l uınun yıkıl ması, toplumsal \e bölgesel al-. ı ~kanlı ğ ın artması. kitle eğ itimi \C kentle~ıne. bir ulusal pazarın ge li ~ ınesi ve kitle top l uınu gibi sonuçlarıyla bi rl ik te diinyaya yay ılmas ının so nucu olarak görii liir. Böylece. kendini had \all1ada etnik olarak özd e~ l c~ti rme niıı ve egemenlik taleplerinin ylikse lmcsinin kesi n bel irleyicileri ~u nl ardı : (a) huıju vaı. iniıı, ulusal ola rak tanıııılannıı~ hir pi yasa ili~kilcri alanı nın , siyasal dii1.eniıı ve ya..,al tiircle~ li ğ in k unı lma..,ıııdaki sınır çıkarı: (hl c..,ki toplumsal yapıl arın ve ·· ıı ücrclcri n .. çökmesi ve bunun bir sonucu olaral-.. 1-.i~ i sc l düzeyde olduğ u kadar ki ~i l e rarası diizcyde de. kapit;ıli..,l modcrnlqnıcnin \'e sı nai le~ mc ıı in gct ird i ği bonı 1ınaları göğii-;lcıne. an lama ve on lan ideo lo.i ik ola rak ele alına gerel-.si niıni : (c) ilct i ~ iıniıı ve dolay ısı y l a. eği tim s i sıe ınlcri ve memurlar hi yerar~isi ile bi rli kte bi r ..ulusal .. dil in artan öııenıi: ve (d) .. nıeden i (/
134
"civic") dinler·· d o lay ııııı ile ııı odc rn devlı.:tin ıııe~nı la~ıırılıııası. Bu görü ~e göre. mi ll iyetçilik .. sa hte bil iıHr" tir-y ukarıdakikrin tüıııünün ya da bir kı smının bır lqik bir yans ımas ıdır. /\ ına ··sahte"' sözdi ğüıılin nit e lendirilıııesi ı.onınludur. Onu n a ltında yatan . topluııı.,al ko~u llar bak ımından ye terince gen;ck olmak la birlikte birincil olarak .. etnık" ' d eğ ildir.
yi
n. co
m
Açıkt ır ki. bu dü~üncc doğ rultusu içinde özgü l çöLünıleıııe için gcni~çe bir alan bırah.ıl ıııı ~tır. İlk büyü!-. bölünıııe, nı il l i ye t çi liğ i ve ona yönclil-. ravrı biçimlendiren kesin öğe ile il gi lidir. Öt.ell ik le Ortodoks Marksistler tara fından 19. y üzy ı lın bitimi nde benimsenen etkili bir gö rii ~. ulusal pazarların y a ratı lmas ının . ul us- in ~a etmenin di ğer be lirl eye nleri ni yö n e tti ğ i-\ bu nedenle de tarih sel o larak , ticari buıjuvazinin ge li ~nıcsi i le ili~ ki l endirilıncsi ge re kti ğ i görü ~üdü r. Ycrkürcse l bir ekonoıııinin k urulıııas ı y l a birlikte milli yetçi l iği n zorunlu olarak çökeceği. bu nedenle güven li biçi mde öngöl'lilıııü~tü ve bu gen;cl-.le~ ıney in cc de . tlinı bu yorum karı~ıkl ıl-. içine itildi. Bunu izleyen a l ıııa ~ ıl-.lar ya da düze lt ıııclcr. esas olarak, modern dev letin ona hizınet ede n ideolojileri doğurma ve hcceriyle ku ll anma ikt idarın ı v u rgulad ı. A ıııa kapiıali z. ııı/n ıilli ye tçilil-./eın ik bilinç ardı ~ık lı ğ ı üı.erine daha 1-.öktcnc i hir )eniden dü ~ ünıııe ye rk ün.~"e l ıopluıııun ..c~ it olıııavan ge lisnıe, i ·· li1.eri ndc odak l ası ı. ()ye ili 1-. lc ··!!e lisıııck tc olan ıo ı>l u ııılar""da . J .... > \ ... \
.s
ol
ya
dünya da yc tcr, iz o lanakl ;ırn "ahip olunan bir 1-. onuııı. htil-.im uluslarara" giiçkr tarafı nd an ""batağa '-tıriıl-.lcnınc·· tehdidine kar~ ı . kaç ınıl ıııaı. o lar;ı l-. \anını ııac ı ta\ ırların d oğ ına s ıııa yol açar. Höyk ıııiicad ek lcrin bir ölçüde ha~arı ~;ıı N y la ve rilebileceği ha~ l ıca alanlar de vle t ;ıyg ıt ları. di l. ilcti ~iı ıı ve bilin~· ;ı lanl arıclır. Bi r milli yetçi inanç si ... ıe mi ve ıııilli yet çi yö ncıi ııı k u rıııacla doğrudan bir ç ık<trı olan ana kat man, Batı -eğ ı timli. çe~ i tlı Lunu l u ~ lıareketlerının ömk rli ğ i ile ve yeni ya r;ı t ılını ~ de vle tl erin seç kin leriy k y al-.ından bağlant ı lı ye rel ··a ydın
w
l ar"'dır.''
w
w
Batı Avrupa akılcı lı ğı tara fıııd;ın cğ itilıııı ~ hiliııı in san l arı ve " iyasal eyle mcile r arası n daki il-. inci ay rılı!-.. onları n ı ıı ill iyetc,:i lik /ulu s-in~a ctıııe göningiisüne yönelik tutuıııla rı y la ilgil idir. Bunlar hir y; ından nı i ll i yctçi iııa ıı c ııı halk ki tle le ri ni liberal izmin ya el a so ... ya liı.m i n ana ill-.clcrine ve on lara yiirekten bağl ı toplu msal grup lara kar~ ı "ekrbcr etıııc kap;hitesini algı l ayarak tc lılil-.clc riııi anladı lar. Öte yandan milliyetçi talepler. kunu l u ~ lı ardetk rini n. y;ıııi yahan c ı ,.eye rli zalimlere kar~ ı halk ıııiicaclclcle riııin bir g. li ı;lii hırle~t irici gücii olarak hi zmet etti. Tiim ulusun ··kendini d önii ~t( irıııd·· ve d ı ~ g.iic,:lcri ge ri piı,ktinıııck ii1.crc '-Ckrber o lıııu ~ bir birl e~ iı.. ce plı c, i. ii1.g.tirliil-.. e~i tlik ve 1-.a rde~lik ç ağrıs ı yapanların gözü nde, çoğu !-.ere en ya rarlı kiil-.ıe ııc ı top lu ııı sal değ i ~ ıııc l e r in iı,:inde yer aldığı ana b iç iııı di . So nuçların çc~iıliligi. ~a~ırtı c ı ol ıııay; ııı hi \· iıııde . ı ıııll iyc t1ç·i hareketlerin karakterinin e-.;; ı s olarak ya r;ırlı o l duğu n u var'-H) anl;ırda n . hıı hareketleri. l ihcr; ıl \e 'O'-)•ıli "t ilkele rin lıcrlı.ıngı hi r kö in ti,iı ilcrlcyi~iııi cnge lk-
Y eıı bir gizeııılilestirnıe olarak !!Ö reııkre kadar s ı ral aıııııı st ır . " İk i s i ara s ında" ise ulu sal mi.ic;ıd e lcy i. bir kez ba~a rı l d ı ıııı , tüııı insanların insan olarak e~itli ğ: i için ıııi.icadelenin izlemesi gereken bir "a~aıııa" olarak görenler yer aldı. ~
~-
)
)
Di(;ER BAKIŞ AÇJSI Çağda~
Sovyet budun sallık ç özlinıleıııesi, betiıııl ecli ği ıııi zde n lıe p fark lı olBu çözi.iml enıe, Doğ u ve Merkezi A vrupa ' da, en çok da ondoku zuncu yüzy ılın bitiminde Rus ve A vusturya-Macari stan İmparat orlukları içinde ge li~ nıi~ olan alına~ ık cli.i ~ünce gele neğ ini izledi . Bunun ba~ lang ı ç noktas ı , ıııill i yet çilik ve onıın huclun-dı ~ ı nl!denkri sorunu o l nı;ı y ıp (y aln ı zca ekon ominin ya da dn ı ,· 111 1 '"' l~t· -göri.in g ü sii olarak d eğ il ) gerçek ve asli göri.ingi.ilcr ve top lııııısa l belirknıııı kı nlarak ek a l ınan etnik varlıkl ardır. Onlara göre buduıısa ll ı ğın ne son suz ıh· , ı,· genetik o lma s ına kar~ın - ı rk ç ılık ve tarilı k bağ lantı s ı z lık dü zenl i ol ; ıı ; ı l: r • !. ı c dilmekt edir- etn i k tikel lik "toplumsal olarak gerçek" tir ve ''hir ba:;.k ;ı ~l') 111.. ~ ıı c nı l ile~tirilıııi ~ bir d ı ~av unııııu ya da y ansıması değ ildir. Y ii zy ılın ba~lan g ıc ı nda bu " ulusal sorun ", İkinc i Ente rııasyonal'e bağlı Rus, Avu sturyalı. Po l o n yalı . Alman ve Y ahudi örgi.ii le r tarafından bli ylik bir hararetle ve kaydadeğe r analitik inceli k ve ge li ~ kinlik l e tart ı~ ıldı. O güni.in Av rupa inıparato rlııkları nııı çok - budıınlu ya da. onl a rın adla ndırdı ğ ı gi bi. '\;okulu slu" bil e~ iııı i. etnik ba skılar ve s ınırlaıııalar . Pol o n yal ıl arın . U "ray nalıları n ve Yalıudikrin a y rı dev letlı.: r ara s ında böli.inü ~i.i , prog nııııa ili ~kin belli kararları zorunlu kıldı. Ti.inı A vrupa İkin c i Enternasyonali'nin ku ramcıları ve parti leri . Kari Kaut sky 'nin tözel bak ımd an " Batılı'' olan göri.i ~i.i ııden Otı o Baue ı"in. kültürü n öze rk biçimdek i etnik boyutunu v urgul a ııı:ıs ıııa kadar ge ni~ bir alana y ay ı lııı ı~ ı.,:c~ itli kon uııı l;ırı seçti. Marksist üslup içerisinde. 13 . B oroçov' uıı , toplum sal s ınıfları "üre tiııı ili ~ ki leri" bak ııııııı dan taııııııl arke n , natsiomıl'ııost' 'u "iirc tiııı gi.içleri " ne bağlama g iri ~ inıi7 gibi , oldukça özgi.in baz ı ba ~ ka öneril er de yapıldı.
w
.s
ol
ya yi n
.c
om
ıııu ~tu r.
w
w
Siy asal sonuçlar bi rbirlerinden daha da draıııatik biçimde ay rıld ı : Rosa Luxernburg, dev letlerin et nik çizgilerde y aratılıııa s ı y l a . bı r b u ıjuva iki y ii zl i.ili.i ğ i.i diye sava~arak Kaut sk y'n in çözi.iııı lc nıe çizgi sini geçerken, Bauer. her dev ld içindek i ayrı dilse l-etnik ulıı s için ki.iltLi rel özerkli k ( ve bu yönde ve sosy alİl. ıııe d oğru bir adını ol arak Avust urya Sosyal Demokrat Parti s i ' ııin. bir birle~ ik parti içeri sinde birbirleri yle yakından it til'ak kıırnıu ~, l!tııik olarak tanııııl a naıı Sosyal Demokrasi grup l arı hi ç iıııiııcle ö rgiülcıııııcsiıı i) talep etti . Ru sya İ ıııparat o r lu ğ uııda Bund ' un kon uıııu , H a ueı-' inkine old ukça benziyordu, aııw Gi.ircii. Pol on yalı, Le tonya lı Sosya l Demokrasiler Lu xeıııburg 'Lııı görii ~lc riıı i izlcJikr. Lenin, budunsa llı ğ ııı ni te l iğ i yle ilgili bu tartı ~ ıııaııın içine -rdi l ııı1.:y i re ddett i . Onu n siyasal stratej isi ''iki si aras ında" bir ye rd eydi : Her bölgesel devlette i ~ç i s ınıfının bir partisi o lıııa lı y dı . a ıııa bu part i ilerici ııı i lli yetç i akıııı l arı destl!k lc -
136
.c om
mel i ve Ru:-. ya da d i ğe r yöneten ulu sları n ba sk ı c ı milli yetçi li ğ ini kesin olarak reddederken ezilen " ulu slara'' tik el bir dikkat gösternıe l iydi. 8 Stalin 'i n, Kaut sk y ve Bauer' i eklektik biçimde üst üste koyarak bir ulusun dört nesne l öze lli ğ i o ldu ğu nu ileri süren " Mark s i 7.ın ve U lusal So run " ba~l ıkl ı makalesi, bir öğretinin parças ı durumuna girdi ve daha sonraki yüceltme. aforoz edi lme cezas ı ka r~ ı s ın da Stalin ' in formülünü bir dü stur haline getird i.9 Rus mi lli yetçi li ğin in yeni bir önem kazand ı ğı 1930" lardan 1950' lere kadar olan dönemde. SSCB 'cfo böyle konulardaki tartı ~ma tümüyle durdu. Bununla e~-zaınan lı o larak , Nazi-tipi bir milliyetçilik dal gas ı , M erkezi Avrupa'da sosyal demokrasi nin ve liberali zmin entelektüel merkez lerini y ı kıyor ve bunların tikel çözü mleme çe~ itleriııiıı gözden ka y bolma s ına sebep oluyordu . SSCB'de .durum ancak Sta lin -sonrası buzları eritnıe h aınlc:-.i i le clcği~ nıeye 1960' 11 ve !970' 1i y ıllar boyunca, önemli ölçiitk görü ~ ayrıl ı ğ ı w tarıı ~ madan da yoksun kal nıak s ı z ı ıı , Sovyet budu ııhi 1imci lcri (/e tn o l ogla rı ). "Doğu lu " çözümleme doğ rultusunun tüm sorun sa l ını esk i durumuna ı..avu~tu rdu l ar. Bu buduııhiliıııc il e r ay nı zamanda. yüzy ılın ha~ l a ıı g ı c ınclaki ı..on umlarııı ve "'folsefi " eği l imlerin ötesi ne geçt il er . Na tsional'nost' ile tan ıml a nan bir ı op lum :-.;ıl gerçek lığ in ve n edense lli ğ in vawd ilmöi sü rdü. anıa dn iı.. giirüıı güleri n karakterize cdı lme biçimi büyük ölçüde değ i ~t i ve öneml i görgü! zcın in kazandı. Bunun önemi , " ctnos·· ı.. avran ıınııı . bir di:-.iplin olarak hudunbilinıiıı cliffcrcntia s pccifi c a 's ı (özgül ayı rt edici öğe.'> i ) olarak :-.eçi lmesiyle artırıldı. Söz konusu görün gü , ya lnı zca kapitali zm y a ela sosya li z ın altındaki u lu s ları de ğ il , tarih sel ve analiti k olarak alan bakımından çok daha ge ni ~ t.:ınik (natsional ' nyc ) yapı ları ve dönemle ri de a ç ıkç a içerecek biçimde ye niden sın ıflandırıldı. Buduıısa l lı ğ ın kavramsal özü, gide rek daha çok, ti reti nı güçleri ve ili~kileri kar~ı:-.ıııda öneml i ölçüde özerk. öz-kimlik le bağ l an tılı kend ini yeniden liretcn kl.iltürel örün tüler olarak görli ldü . Sovyc.; ı Bilinılcr A k adenıi:-.i'ıı iıı Et n oğrafya (/ Bud unbeti m) Ensıitli:-.ü ve onun To!..arev. Bronıley, Koı. lov. A nııy uıı ov , Olderoggc gibi kıdemli üyeleri, e tn o lojiııiıı/e tnoğraryan ın (huduııbi li min/ budu n bet inı in ). ıncelcıııe konu:-.u c.;tnik görlinglilcr olan bir bilimsel di-,iplin olarak tanımbnmasıy l a doru ğa ula~an hu ı.. :ıvraııısal yenide ı ı - pu ... aı l anınada önem li biı rol oy nadıl a r.
w
w
w
.s
ol
ya y
in
ba~ l ad ı.
İl g i çek ici bir ge l i ~ me i cri ııde. T(i rk k öl..eııli göçebe halkın ıarıhi ı..oııu:-.unda Rusya ' ını ıı ö ıı ck gdeıı uzıııa ııı Leııi n gr<1d " daıı
L.
Gu ııı ilcv. hu "oruna rarklı ve
daha kök tenci bir biçimde yal..la~ıı. O"ııa göre, iıı:-.aıı ıopluıııuııuıı. kolcl..t i f varlı ğın ikı ayrı boyutu içinde : Maddi ıııalların üreıiıııi ve en geni~ anlamında rizik sel çevre ba k ımından q-ı.aıııaıılı olara.k çöı.üııı lc nıııe:-. i gcre kır . 13 uıılarclaıı h ir iıı cisi topl um~a ı bi limler ve onun özl.i olaraı.. siy.ı:-.a l i kti:-.aı tarafından ıııcelcnir. İk i ııc i :-.i ııin i:-.e bir doğal biliııı. yani 1: t no-c.:oğr.ırya ta rarındaıı a ra~ıırılma'ı <!l"rl· -
kir ve bu ikinci boyut, buyuk ölçüde. ıopluıııa ilişkin siin.:çleri. hirincil çevre leri ve kişilik/önc.krlik öriintükrini ( pasionaria' y ı) bırbirlcri ııe h;ığ l ayan e tn ogc ııe sis (lbudun-lliriim) içinde dile get irilir. Gumilc v. bu doğrultuda bir genci etnik görüııg ül c r kuramı gc l i~t irnıcye de vam elli. Sovyeı hudunbilinı kuraıııının ana-akııııına
geri döniilürsc, ilk olarak. okubun un ötesinde aydınl;ıııcı ne önerebileceğini 'orıııanııı gerekir. Tatlının kanıtı onu yeıııede yatar. Y c ıı iden ortaya konulacak so nı lar va rstı. hunlar nelerdir? Höylc bir yakla~ımın bir sonucu olarak ne tip de liller ıoplanahılir 'e ıoplan nıakıadır? Ne ıipıe çözüııılcıııe izknıııek t cclir ve onun so nuçları hangi bakııııdan farklı ol ııı akıad ır? Bunıda yalnız<.:<ı olanaklı cıı kısa )Orunı. lıer biri dalıa ileri derecede özenle işleme gen.:ı..ıırcn ha~lıc;ı 'orunları i~aret eden hir ibre ..,;ığl an ıııaya ça lı ~ ılmı şıır.
in .c o
m
ramın.
w
w w
.s
ol ya y
Budunsal lı ğın, kend ini yen iden iin:ıen. a) ırı cdıci hir j.,(ilti.irlc \e keııdini özdeşlc~tirnıeyle s ınırlanıııı ~ topluluklar aç ı ... ından 'inırlandırılnıası. aynı ı.a ıııan<la hunlann , yan sı tılıııı ~ ya da ikincil bir sorun olarak değil. biri ncil bir ı..o mı ol.arak ele alııııııa-.ı, öıgiil cınik 'iin.:çlcri So' ycı hilıııı-,cl ilgi..,iniıı ıııe ıloı ııe )e rl eşı irdi . Etııogcm:-.i' (/hudun-ıiiriiııı) -)ani c tııiı.. g rupla ~ıııalarııı i lı.. kunılu~u.- yaı..ıııdan. sisıı.: nıaıık dikkatle ıncclcnmcyc h;ı~landı. ··B,ıı ılı ·· hilııııin ana-akımı tarafından 'orgulan madaıı kabul edılcn ··ho:ıiı.. tarilı-.el höliinıııc". ki buna göre ··u lusa l -.onı n" ticari ı..apiıaliııııle )ada ·· nıoderıı " de\ lct sıatLi-.ii ile ba~ l a r. bu sorunun dalıa öncdi hiçıııılcrı ısc Lıran lı k \C ~iiplıc li hir ge,·ıııı~e atfedilir ya da ı..endilcrinden gerçek ulu s l arın in ~a edi lıııcs i gereken tiı rde:-ı nlıııa yan malzeıııelcr olarak "laıııııı dı~ı hıraı..ılırlar."· i~tl' hu '"bü) iik larilı..,c l biiliiıı ıııe"' bilinçli biçimde rcddedi lmi ~ıir. Bunun ) crınc l"aıl l ı \a~ l arı (ve ''lircıiııı tarzları ıı ı ··) ça prazlaııı;ı s ı ııa ı..c..,cn cııı iı.. t<ıri lı 'c eııı ık ';ırl r ı.. lar. ha')l ı ca anal i ı i "boyut olarak ..,cçildi. Siyasal iı..ıi-.,aıııı !"a rkl ı hı\·iııılcriniıı öıgiil cıı..i..,i. gcli-;-ki ıı bir alı kate goriler ve ay rın tılar sistcıııi yol uy la hu ;ıııa l i tiı.. hoyuıuıı i çıııc d ; ı lıi l ed ilıııi~ti r. Aıııa kapitali11ıı-öııccsi diiıı) ;l!lrıı cıııiı.. harita" iiıeri ııdck i ı..ap..,;ııııl ı deği~iııılL:r. geçıııi~ıcki ve bugiiıı"-i.i iıı-.,:ııı ıarilıiııi aııl;ııııak baı.. ııı ı ııı daıı olduı..1,_·a öııe nı verilerek ı..avraııılnı ı ~tır. GeııL·l t;ırılı, iiıglil olaraı... L'tıııı.. ııcdcıı-.clliklcr 'e siircçlcr hakıııııııdaıı çöziiııılcıııııi~ \C ... oııuçl.ır. çc~ııli ıop l uııılarııı ve ıopluııı..,a l
ıarilıleriıı kar)ı la~t ırıııalı nlarak iııcclcnıııcsi i\İll ı..ullaııııııa ... uııulıııu~ıur. '" Ö rnek ol; ırak. M.S. ;ıltıııcı yiiı) ıl soıırasıııd;ı ilk-i'vl;ııı~uı"larııı) ada C lı1.ıır (Çur (en )'lcriıı ya'a~ ctıııı.. hıllurla~ıııa..,ıııa haı..ı l ahi l ir. 13u -.,(ircc iıı bir
C hzhcıı
~oı.. a~aııı a sı, on l arın !"arklı gruplarııı ı ıı (""liı.guı kahıle ti)clcriııııı·· \C Lıo uyruı.. luğuııa soku l a ııl;ırııı ) karıııa~ık birle~ıııc
\e
;ı-.,iııııle o lıııaııı<1 öruııtiilcriııi. Lıo
l ıııparntorluğıı"ııa ka r~ ı · · ı.. urıu lu~ sa\'a.';-ları"ıı ı . oııikinci y ii ı.yı l da ay rı hır yaı. ıııııı ge li şmesi
138
yoluyla orıaı.. dilin re-.ııı ilc ~tirilnıc ... ıııi 'ı.: oııiiçii ıı<.:li 'e nııdörclii ııcii
yüzy ıll arda Mançu imraralorlu ğu'ııuıı kurulu~tıııu ıçc rdi. Soıır; ı Mançularııı devleti M oğoll ar ıarafındaıı yık ıl dı. Aıııa bir Maııç ur cıııik kiıııliği :--iirdii VL' 1616 yı lında kurulan yeni Mançurya devleti. y ıkılıııa ve ct ııik çöı.iil ıııe içiııc g irmeden önce, Ç in 'in (Clızur Clıı.hcıı kahile koııkderasyonun ilk ad ı na doğru c.lan göndenne yap ıl arak Çin diye adlandırılıııı~tı) hliyiik kısııı ını hirl q tirıııq e d evanı elli. Bunun sonucu ol"rak. Mançularııı et ni k tarihinin bin yıl boyunca. ta
"llUGÜNÜN TA RİHİ' '
co m
y irminc i yüzy ılııı ba) l ang ı cına eleğin, önem li bir -;iya..,a l rol oy n adı ğ ı var..,ay ı ldı. Bu tür ara~ı ırnıanın bi r ikinc i il ginç örn eği, J\ ın h;ırların. bir cliliıı k unı lıııa:--ını da içeren bir siyasal ve kliltl.irel :--l.ireç içinclt:. bir prok:--yond :--ava~ç ılar kastıııdaıı Etiyopya' ııııı hakim ulusu duru ımııı;ı ge lıııelcr iııiıı in celenıııe:--i olurdu. 11
w
w
w
.s
ol
ya y
in .
"R udun sall ığııı" "bugii ııiiıı ıarilıi " olarak ele alınıııası. SSCB 'deki dcği~kcıı olan ve olnıayaıı tor lumsal yapı l ar -örneğin aile ve ailclerara~ı etnik ıopluııı ~;ıl la~ ma yarıları - l.izerindc odakla~a ıı çe~iıli görgiil çalı~ ıııalara yol açıı. 1-::ınik gnırla rın sınırla rını aç ık lığa kavu~turanı hirlc~ıııe ve hu liir \1 111 rları yok eden as inıi lasyoıı, bunları besleyen ıopluııı~aı kttruııılar ve ~ii rcçler açl\ ından ;ıra~tı rıldı. Böylece, etnik gru plar ara\! cvlilil-. iiı.crinc yapılan Lıp~anılı ara~t ını ı;ıl;ır. bu evl i likler le diğe r etn ik sli reı,:ler ara s ı nd;ı nicel VI.'. nitel birl ikte dcği~iııı i li ~ ki si kurc.lu ve etnik gruplar aras ı s ınırlı ve yaygın ev l ilik ornnları ııııı -hu oı«ııılarııı. s ıray la . di yel im yiiz.de on ve yiiı.de yirnıibe~ o lıııa:-- ınııı - ct ııik g rup l arın ı:--tik r;ır lılı ğ ı ya ela asinıilasyoııu (izeriııc.leki rarklı eıki~ini ı;öı.(inıklli. Karıııa C\ !il ikle rden olan çoc uklar ıarafıııdaıı yapıl;ııı httdtıııs;ıll ık ..,eı;iıııiııiıı·e ıııik iiriiııltilcri be lirtti ğ i (örneğin, Ç u va~/Ru ..., cv l iliklcriııdcıı doğ;ı ıı c,:onıkl ;ırııı oııd;ı d oktıı.untııı . öte y andan Tü rknıen/Rus ev lilikler i ııd cıı dnğaıı ı;oc ukl ;ı rııı ise y;ı ıı l ızca oııda birinin kendi lerini Ru s olar;ı k gö rıııeleri olgu ~u) orıay;ı l-.oııclu. Koa. topluııı-,;ıl olarak bir araya gelmek ve b;ı~Lı ıı atsio ıı:ıl ' ıı osl i (iye ler i ile a y nı i ~ yc riııclc 1,«1lı ~ nıak i steği gi bi iki dile sahip o lııı ;ı (dvuyazic,:ic J -y aııi . aynı toprağ ı p;ı) la ':-;ı tı et ııik gruplar ı a rafııı daı ı iki diliıı \e ôı.ellikk Ru-, olıııa)atı lar t ;ırarıml ; ın Rus ça'nın ktıllanılnıas ı - ela. gcııi~ hiç iıııde incelendi. 13 uduıhall ı kLı ka r~ı l ıkl ı il i ~ki için deki ct ıneııle re kar)ıla~ı ırıııalı olarak bak ıldı \'C btı koıı u daki ııecle ıı ~c llik lcr ve :--oıı uç la r -ö rneğin fa rk lı kentle~ıııc. llK'~ick 'c\ i ~ i . coğ rafi ;ıkı ~kan lı k. i leri eğiı iııı oran l;ırı , vh. üıcriııde duruldu. 1 ~ hırklı etıı ik g rupl ;ırııı hl.iyiin ıc, iııiıı
Sovycı ı oplu ımın un ge lccdtcki paraıııctrelc ri (izeriııdel-.i uz.uıı-diiııeıııl i c ı ki..,ı.
özel 1i k le canl ı a ra~ı ı rnıa ve tarı ı ~ııı;ııı ı ıı l-.oııu~u oldu. Eı ııik
sürekli liklerin ve nedeıı~ellikkriıı böyle zaıııaııa ba ğl ı ol;ı rak dii ~Li gerçekte. ha~ka yerlerde giri~ileıı ··eı ııik arnıl ıklar" iııcckıııclcri i1,·iıı daha geni) ve daha il gin<; bi r hağ l;ıııı ..,uıı; ı hilir. Bııııuıı da iite...,iııdc. hu <;iiıii ııık· ıııc çcrçevc~i. yal ııı1.ca a~iıııil;ı~yoııu değil, ayııı ı.;ı ı ıı;ıııcla etnik hilltırla~ııı;ı ) ı. nülıı ıcsi,
yalnızca "azınlıkları" değil, ayııı zaıııaııda ''çoğunlukların " ve bir dev let içinde
yan yana yaşayan etnik gruplaş ıııaların l.!rııik özelliklerini de iııce lcye n ara~ tır macılar için yararlı olabilir. Sovyeı buduııbiliıncilcr. gerçek le. SSCB dı~ındaki. özellikl e Üçüncü Dün yadaki ülkelerin etnik nııc li ğ i ile ilgi li geni~. yeterli ve sağ lam bilg iye sahip bir literatürü üretiyorlar. Bu lireratürün nit eli ğ i. ya l nızca. bireysel araşt ırmac ıların yetenekleri yle ya da Sovyet bilim insanları tarafından top lanan görgü! ve rilerl e değ il , aynı zaınanda. tikel bir kav ramsalla~tırmayla önü açılan fark l ı bir yak la~ ınıla da tanınılanını~tır.
w
w w
.s
ol y
ay i
n.
co m
SSCB'deki etni k süreçlerle i lgil i ça lı şınalar, bi limsel topluluklar için yeni ve çoğu kere şaş ırtı c ı sonuçları y la , toplumsal çözüınlcım:nin bir önemli boyutunu baş l atm ı ştır. Bu ça lı ~ma l ar aynı za ıııa nda . yayı m ve tartı ş ma kay ıtl arının açıkça gösterdiği gibi, siyasa ya pımı y l a bağ l a ntılı ve SSCB kamuoyu içi n ilginç o lnıu ~ tur. Çağdaş düny ada, devlet plaıılaıııas ınııı güçlü bir etki ye sa hip olduğ u yerl erde, geleceğin çözlirnle ıımes i, ge l eceğin biçimleııdiriliş ind c doğrudan siyasal bir rol oynar. Etno-ta rih ve ge l eceğe yönelik -örn eğ in , 1920'1crde s ık s ık yakında gerçek leşeceğ i düşünüh~ n ·'ulusla rın ortadan kalkacağı" yo lundaki yargı ları da içeren- öngörülerin bu bak ım dan büyük önemi var. Sovyet toplumu nu n (ve, anışt ı rmayla. dünyadaki di ğer çok-budun lu toplumların) gelecek aşanıa:-.ı. acaba. ''etnik" çe~it li liğin yok olma ;ı ş;11na:-.ı ını , yoksa tersim:. ay ırt edici \!inik öze lliklerin se rpilip ge li ştiği bir aşama ıııı olacak '! Ya da, bu nların her ikisinin karmaş ık b ir örüntü sü mü o lacak'? Yakın zamanda Sovyet bilim çcvn.:leri nde ve revaçta olan bası n da ileri sürül en bu görü ş l erin her biri. ya lnı zca :-.ı.:ç ilen kavramsal çerçeve ve ıerminoloj i i l ı.: i 1 işk i1 i olarak an l aşılabi lir. 13u olanak lan ıı her biri, öze lli k le et nik. karıııa~ ıkl ığı n yübd old u ğu bölgt:lerde, ki.SSCB bunların başta ge len bir örn eğidi r. aynı zam a nd;ı farklı siy asal son uç ları ve gl.!leceklcri belirtir. 1982 yı lında . part i liderl erin i ve profc:-.yonı.:I hudunbilmcıleri bir ant) a getiren bir konferans, bu sorunları n siya~aı önemini gö'1ercli. Bu kon feran:-.ta dik getirilen görüş lerin bir kı s mı ge li ~kin o ldu ğu kadar tartışıııalıydı da.1> Anclropov un ''ulusal ayrıl ıkl arı n , s ınır ayrılık l a rından çok da ha uzun bir siire varolacağ ı "nı ileri sürclii ğü o za111anki açıklaması ve " ııatsioııal 'ııost' ile il gili. iyi düş ünül111üş, bilimsel bakımdan clesteklennıi~ bi r ~iyasa" i<r in y a ptığ ı çağ rı ı .t hu eği limin güçl ii bir onayı idi.
Sovyl.!t buclun bi liıııc il er tarafından t a rtı ~ maya ve görglil iııcelcıııeye açılan çqitli siyasa l kavrnyı~. ideoloji ve ~ıraıeji :-.oruııla rı y la daha ik ri ye gidebil irdik. A ma artık ana nokta ortaya konuldu . tı n ik ~iireçle rl e ilgili çağda~ Sovyet ça l ı"111aları içerik bakımından zengindir ve hu çalı~ma ların yak la~ 1111 bakıııı ındaıı "Batı lı " ana çözüm leme gelcnl.!ği ııe göre ta~ıd ı ğı kesin rark, ö ı 11.: ıııli ölçüde ;ıy dm l atıcı öğde r :-.unab ilır. Onar yıl l ık :-o n iki dönemin Sovye ı budunbt:ıirn,eJ (/ t:tnografik ) ara~tırınaları. SSCB dı~ıııda hi1 1i1 aııcal-. z.a) ıf bi r biçiırnlc anlaş ı l mı~
140
olan yeni ve önemli geniş düşünce ve anıştırrııa kulvarları açıı. Bu çalı~ıııa, görgü! olduğu kadar analitik olarak da daha çok geli .~ ıiri c i yönde ilerliyor ve önemli siyasal sonuçlar taş ıyor. Ona katılmak ve kul lanıl ı~ biçimleri konu~unda karar vermek için, önce onun a ltında yatan ka vramsal dil in. var~ayıııı larııı ve soruların anlaş ılması zorunlu dur.
NOTLAR Yi lar. "On Naıioııs :ıııd Nationalisııı". Marxist l'crspcdivcs 1979. No.5. ''· 21-22.
co m
2 Yakı n zaıııanlarda konu yla ilgili en etkileyici ıartı~ıııal:ır (l.. i hunlar. ~·ii/.Lııııll!ıııe h:ıkıııı ııı daıı farklı olııı:ık la birlikte. teıııel lfoıılı-akı lcı yakla~ıııı ic,:i nde oııun inceleıııe komısuna tdahül eder) E. Hohshawnı'd:ın: "Soıııc Rclleclion' on Naıioııali"ıı". ve E. Ge'ııııeı"den: N:ı
tions and N:ıtioııalism. Oxford 198.1 ha~lıl..lı ı;alı~nı:ılard:ı geldi . .1 l l oh,hawııı. s. 1.17.
in .
4 Gcllııa. '· 5.t
5 Bu giirli~. üıcllikle K:ırl Kaul\ky ıaı:ıi'ıııdaıı ikıı 'unılııııı~ıııı.
ya y
6 Bu. ii/.e lliklc r:. Gcllner'in Thouı,:ht aııd Clı<ı ııı,:c h.ı~lı l..lı l..it<ıhıııııı ( Londr:ı. 19<ı~) 7. Bôlüıııiinde vu rgu l:ıııııı ı~ı ı r ve 1\1,ıı ı,.,,,, ıerıııiııolojiye T. Naim ı:ıralım.laıı. " Marxi.-.111 aııd ılıe
Mode rn .lanus" aı.Jlı ıııal..;ılcde ( Ncw Lcft Rc\'İC\\ 9~. 197.~I ,oJ...ulıııu~ıur. 7 B. Boroc hov. Natiıınalism and thc Class Stnıı.:ı.:k \Ve,ıporı 1971
ol
8 Y. Le nin . "Critical RL·ıııaıJ..., on ılıc N.ııirnıal üuı.:sııoıı". Colll'L'll'cl Works . ı\ l ml..ıı va 1976. c ilt 20. 9 .J . Sıal in . Marxisııı aııd tlll' N:ıtional l'rolılcııı. Ne\ı Yuıı... i<J~::?.
11
Ürııekil:ı
.s
10 L. N. Cıııııilev. Eıııoı.:cııcz i lıiosfcra /.cnıli. l ,cııingı.ıd 197'J. Y:11•11ın g<ıni~il;riııın bir i\ı.eıi içi n c 1. 2 ve .l'ı.: bakıı ııı..
M. Y.
Yonıh'ı.:v'iıı "Etııu'
w
tanı
v 'rt:dil'
IL'l..:ı". I Doklaıl J!l'OJ!rafidıcskoı,:o
ohsh -
dıcstva SSSR o:ıııogr.ıplıy No ..1J. Lcııiıı~r:ıd 19<,71 b;ı~lıl..lı ıııcelcnıe" ııdcıı ve S. Clıcrııeı 'ov·uıı F.tııiı:hc~kııya istoriya Afriki (i'vlo,J.. 0\,1 1977) içinddi \·al ı ~ıııa,ıııdaıı .ılındı (Son kit;ıp
w
ı a. D. Oldı.:ıogı;ı.:. N. Gireııl..o ve Y. ı\l;ıt\'ecv'iıı J...rnııı) la ılı;ilı iııccleıııelcri de yer al ıyor.)
w
12 Örııeğııı. Sotsi<ılnm· i ıı:ıt~ioııa lrıoc. 1'.l<ı,ı...ova 1972: SO\" rcıııcııııyc l'fnidıc~kic proı se~y v sssr. Mo,ı..ova 1975: ı\ 1. K uli,lıeııkıı. (),ııovııye n:ıpra\leıııyc izudıcııiy:ı ııat.~iorıalııykh otnoshcrıii v sssr. :vı o,kova 1975.
1.1 Sosyal'nay;ı politika i ııaı ~ioııal'ıı.\ c olıınslıcııi~a . ı\ l osk ova i<J~Q ! Rı g;ı K ııııi'eraıı"
Tutanakları. 28-.10 lla ı.inın 1982. )
14 Pravda. 22 Aralıl.. 1982. s::
141
Sovyetler Birliği'nde Emek Süreci
.c om
Hacer ANSAL
w
w
w
.s
ol
ya y
in
19 17 E kinı devriminin ard ında n 1922'de kurul ırnı ~ olan Sovyet Sosya li st Cumhuri yetler Birli ğ i , 25 A ra lık l 09 1'de SSC B parlamentosu tarafı n dan resmen lağvedildi . Bu, burju vazi ve hatta ba zı sol kesimlerce sosyal izmin ve M arksizn1in çöküşün ü simge li yordu. Aslında l 989'dan bu yana Doğu Blok 'unda ya ~ana n ge li ~ nıcler, di ğe r ülkelerdeki çe~itli sol ke!-. iınden in san ları büyük d i.i~ kırı k lı ğ ın a u ğratt ı. rakat. hem bu d ü ~ k ırıklı ğ ı , he nı de bunun nedenlerinde n biri olan Doğu B lok'und a ya~ayan halkların bi.ıyük çoğunlu ğunun sosyali zme k ar~ ı . hatta dü ~nıaıH.:a tav ır a lmaları aynı yanlı ~a d aya nmak tadır: Sosy ali zmin bu ülkelerd e ya~~ınan l arla, egenıen olan rejinıle özde~le~tirilmesi . rakat bunun vahim bir hata o ldu ğunu söy ley ip geç nıenin ele, bugün halfı , her türlü söıııü r(i ve baskıdan uzak . q itlikçi bir düzen isteyen, birey lerin toplumun yönetimi nde söz sahibi o labilecekleri , toplumsal kay n akların nas ıl kulla nılacağının ve toplumda nelere öncelik ve ril eceğin in i n sanl a rın ort ak kararları y la belirleneceğ i bir dünya ö ı le rnini si.irdiirı::nlerc hiç de yol gösterici o lmayacağ ı aç ı k tır. Çünkü her şeye ra ğ me n , SSC B bir :-o:-yalist toplum kurma girişimidir ve ba~arı s ı zlıkla sonu ç lannıı ştır. Bunun Marhizmin çökii~ü i le hiçbir ili ~ ki s i yoktur. Fakat ba~arı s ı z lı ğ ın nedenleri üze rinde ciddi ye tl e durmak gerekir. Çünkü sorun sosyali:-t top lumun nasıl in~a edileceği sorunudur.
Ge niş kitl elerce sosyali zınin hala geçerli , kapi talizme soınut bir altern ati f o larak kabu l görmesi , SSC B'de egemen olan rej i min tarihi o larak çok çe~it l i boy utları ile derinlemes ine anali zinden, ciddi bir ele~tiri sinden ve so:-ya li zmk özde~leştirilnıes inin neden vahim bi r hata o lduğunun göı.l er önüne serilınc:-in den geçmektedir. Ay rı ca, ge l eceğ in sosyali zminin ba~arı sı için de SSC B'dc nerelerde ve neden yanlı ş yapıld ığ ını ara ~tırıp bulmak ve bunlardan dersler ç ı karmak büyük önem ta~ ımaktadır. SSCB'de üretinıin :-on dönemde. td.no lojik gerilik ile birlikte ekonomi-
142
nin çökmesinde önemli bir etken o larak sözü cdilmekle brrlikte. genc i olarah. yaşarımı~ olan "sosyal izm " kaıııu mülkiyeti ve dev let p l anlaması ile bi r tutul muş , üretimde " iş " in nas ıl örgütlendiği ve emek süreci ele::-tirel bir ince lemeye tfıbi tut ulm am ı şt ır. Hen bu yazıda SSCB'de üretimin nas ıl düzen l eııdi ğ ini, üretim yeri ili şkilerini irdelemeye vc SSCB'de emek süreci nin özclliklcrine eğ ilm eye çal ı şacağ ım .
in .c
om
Marx'ın emek sürec i anal izine göre toplumsal artığın tasarruf edi li ~ bi çimi i ş örgütleni~ini büyük ölçüde şek il lendirnıcktcdir. Dolay ı s ı y l a, i.iretinı yeri ili şkil e ri toplumdaki sosyal ili ş kil erin bir ya n s ımas ıdı r ve bu ili ş kil e rle üretim güçle ri karşılıklı bir etkileşim içinded ir. Emek sü rec i anali zi il e Marx kapitalizmde üretim yeri ili~kilerini ve emek sü re cindeki ge li ş mel eri, emek/scrmayl! çeli şki s i aç ı s ınd an tümü yle saydamla ş tırıp ra syonel bi r ele::-tiri ye tabi tutarken, -kendisi bu konuda birşey söy kıne mi ş olmak la birl ikte- sın ıfsı1 bir toplumda emek sürecinin nas ı l o lması k onusunda bi zi m ba z ı çıka rsanıalar yapmamı za olanak sağlar. Bu nede nle yazı mda ilk önce, kapitali st emek süreci nin temel özelliklerind en kalkarah. :-.o:-.ya list emek sü rec i konusuna, daha so nra ela SSCB ' deki üretimin ö rgü tleni ş i ve üretim yeri ilişki l e rine ı şı k tutma ya ç alı ::-a
ay
cağ ım .
KAPİTALİST EMEK SÜRECİ VE TA YLORİZl\I
ly
İn san ge rek sinim du yduğu ~eyleri üretirken. kendi si içi n gerekli kul l an ım
girer. Marx'a göre, tarihi he li rlcninı lerinclen soyutlay arak ele alındığında, emek sürec i hcr)l!ydcn önce insanla doğa arasında bir i 1i şk idi r. Ü ret ici insan yapa cağı i ş i , lıe m orta ya ç ıkarac a ğı ürün aç ı s ından hem de üretimi n süreci aç ı s ında n kafa s ınd a ö nceden pl a nladı ğı emek sü rec i sonunda, ilim ye tenekl erini kullanarak , bir kullanım d eğe ri yara tır ve bu k ullan ım değeri ona büyüh. bir ha l ve doyum verir. İ nsan e ınek süreci içinde doğa il e birlikte kendini . ki ~ ili ğ in i, ye t cııeklerini ve bilincini de dönü ~ türür. Araç ge reçlerin de k ul lanımı ile. e ıııe k sü rec i. üretim g(içlerinin ge li ~ rni ~ lik a~amas ına göre de belirlenen bir ili ~ki haline ge l ir. ile hir
ili şk i ye
w
w
w
.s o
de ğe rl e ri y aratırk e n doğa
üretici in s a nın ya ratı c ılı ğ ını potan -.; iyel o larak ortaya ç ı bir alan olmak tan ç ıkmas ı kapitali zmin ge li ~ me:-. i ile bir likte olmu ştur. Çünkü kapitali zmde üretimin aıııacı kullanıııı de ğl!rlcri i.irctıııek değ il , nıübad ck değe rleri üretmektir. Yani, üretim d oğrudan doğru ya sermaye nin Emek
s ür cc iııiıı
karabil eceğ i
bü yümes i, artık -değe r elde e ıııı esi aıııac ı ik ya pılır. Bu nedenle de sermaye emek sürec ini c ıı fa zla artık -d eğer ge rçckl e~ tircce k bicrimdc d ö mi ştlirm ey e çalı ş ıı-. İ ~ç iniıı i ş i y apı ş yö ııteııılai , hı z ı , beceri lerin i ve bilgisini kullanma biçimi ÜLerinde - i ş örgütlenmesi alanında - tam bir d c n eıi nı elde ederek y aratılan artık -de ğe r nıiktaruıı ınak.!:>imi zc. CJ.meyc. ba ş ka bir cl cy i ~lc i::-in yoğunlu ğ unu 143
l.
arttırarak emeğin
verim lilik oran ını yükseltmeye çaba gösteri r. Bu amaca yönelik olarak, modern sanayi döneminde sermayeni n emeğin bilgi, beceri ve yarg ılarına bağımlılığını en aza indirecek şeki lde makinalar ve i ~ örgütlenme metotları geliştirilmi ştir. Bu yüzden kapitalist emek sürecindeki bütün bu gelişmeler toplumsal yapıyı, s ın ıf i li şki ve çelişk ilerini içinde barındırmaktadır.
n. co m
20. y ü zyıl ın başında F.W.Taylor'un geliştirdiği "B ilimsel Yönetim", kapitalist emek süreci nde çok öneml i bir teknolojik buluş olmasından değil, ideolojik uzantıları nedeniy le büyük bir etki ya ratmı ş tır. Taylor, geleneksel makina atölyesi kültürünün ancak hiyerarş ik ve otokratik bir organizasyon yapısının ge li ştirilmesi ile büyük ölçekli fabrika kültürüne dönüştürebilincce ğine inanmaktadır. Bu da üreticiden tüm üretim bilgisinin ve tasarım gücünün kesin olarak koparılmasını ve merkezi otorite olarak yöne timin elinde toplanmasını gerektirmektedir. 1 sistemat ik kaytarma (ça lı şıyor gözüküp iş yapmama) açısından iş g ruplarının gücünü ve aralarındaki dayanışmayı kırmak için, üretim yerindeki kooperasyonun, i şlevse l bir hiyerarşiye dönüştürülme:-.i şart tır. 2 Taylor'un amacı, yönetici veya herhangi bir de netleyici bu lunmad ı ğ ı zamanlarda bile, üretinıiıı aksamadan ve yavaş l amadan sürdürü lebilmesid ir. İ şin hızı, işçinin za man ve hareket etüt leri ile "bilinısel" o larak ortaya ç ıkartılan en iyi performansı baz alınarak be lirl endiği için, Tayloriznı nitel bir optimuma göıe değil, nicel bir mabimuma göre işin hı zlandırı lm asın ı hedefler. İ~çilerin daha çok çalı ştırılması da, işçi nin performan sı ile kazan c ı aras ında s ıkı bir ili ş ki kurulması yoluy la sağlanabilecektir.·'
w .s
ol ya
yi
Ayrıca,
w
Sonuç olarak, Taylor'un ge li şt i rdi ği yönetim pratiğindeki tüm bu değişik likler kapitalist ideoloji ve amaçlar etrafında şe kill enm i ştir. İ şte bu nedenle kapitalist emek süreci nde Tayloriznı, iş ye rindek i verimliliği arttırıcı etki sinden çok, içinde barındırdığı ideoloji dolayısıyla önem kazanmıştır.
w
Kapitalizmde teknolojik değişik liklerin genci yöneliml erini ve bu teknolojilerin içinde barındırdığı emek süreci ndek i gelişme l eri inceleyen Marksist araştırmacılar emek sürec inin kapitalizme özgü biçimin in hi yerarşik bir iş örgütlenmesin i, kafa ve kol emeği ayrı~masını, i ~i n çok küçük parçalara bölünerek i şç iler in vasıfsızlaştırılmasını içerdiğini ve bunların her birinin de tamamen üretimde değerlenme sürecinin amaçlarına bağlı olduğ unu ileri s ürmü ş l erd ir.-+ O halde, değer yasasının geçerli olmad ığ ı , kapitalist-olmayan toplumların emek sürecinde bu nitel ikl erin görü lmemes i gerekir, çünkü üretimin amacı piyasaya meta üretmek değildir.
144
SOSYALİZMDE EMEK SÜRECİ
co
m
Üret im güçleri nin mülkiyetinin topluııısal laşt ırıldı ğı, ürerınıın amacının sermayen in artı-değer yaratması olmadığı sın ıfs ı z bir toplumda, ekonomi k büyüme ve "artık" ancak ve ancak üretimde i~çinin öz-yönet iıııi , emek süreci nde tam bir kontrol ve inisyatif sahibi olması ile yaratılab ilir. Aksi takdirde üretimde verimlilik artı ş ı sağ lamada işçileri motive edecek hiç bir şey yoktur. İş çiler arasında rekabet o lu ştu rma çaba ları, göni.illülük,baskı ya da çeşitli tqvikler bunun yolu olamaz. Dolayısıyla, sosyalist emek sü recinde kapitalizme özgü biçimlere, örneğin sürekli aynı parça işin tekrarına dayanan her çeşit monoton insan e meği n e son verilmesi ve yapıla n i şi n , üretimi hem tasarlayan hem de uygulayan üretici insanın kişiliğini her yönüy le gel i şt iri c i bir ça lışm?- ' faaliyetine d ön ü şt ürülme si gerekir.
w .s
ol ya
yi
n.
Diğer yandan Marx'a gö re, toplumsal i lerlemen in asıl özü maddi servet birikiminde değil, serbest zaman yaratılmasındadır. Üretici güç lerin ge li şi mi başlı başına bir amaç olamaz. Fakat bu ge li şim. önce toplumun temel gereks inimlerinin maddi olarak giderilmesi, sonra da serbes t zaman yaratmak için şart olmaktadır. Serbest zamanın toplumun ti.im bireyleri içi n ya ratılmas ı ge rçek bir özgürl eşme yaratacaktı r. Bu da piya..,a ekonomisinin. dolayısıyla değer üretirlllinin aşılmasın ı gerekli kılar. O zaman zeng inli ğin ölçüsü serbest zaman olabilecek, b ireylere hem öğ renim heııı de yönetim zamanı doğuracaktır.5 Üretici insanın üretim yeri, bölge idarc'>i ve nihayet ülke yönetimine büt.ati hi katılımını sağlayacak bir iç örgütlenme gerektirecekti r ki bu da sosyal ist demokrasinin temel öğelcrindcndir.
w w
O halde, sosyalist bir toplumda üretimin nasıl örgütleneccği büyük bir öneme sah iptir. KullanılLlcak teknolojinin toplumun tlim gerehirıim l c rini karşılayabilıııesi ve çalışanlar için maksimuın serbest zaman yaratabilmı::-;inin yanı sıra, emek sürecinin hiyerarşi ic;crıııeycn , tümüyle cşi tl.ikç i ve demokratik bir yapıda olmas ı gerekmektedir. Kontrolün tüıııiiylc ça lı şa nların elinde olacağ ı sosya li st' emek sü rec inde, kapitali:-,! ideo lojinin ve kapitalist toplum ili~kile rinin bir yansımas ı olarak ortaya ç ıkmı ş olan Taylorizrne yer olamaz. Sosyalizmin Taylorizmlc kesinlikle bağ:da~nıayacağı açıktır. Buradan kalkarak. kapitalist emek sürecinin tcrsinc, so-,yalist enıck sür~c ind e şu özclliklcrin görül eceği düşiinülcbilir:
a) Teknolojik_,kontrolu ve üretim bi lgisini elinde bulunduran t<Ntrınıcı toplumsal katmanın (kafa emeği). sadece uygulayıcı konumunda olanla rın (kol cmı::ğ i ) karşısındaki egemen li ğ inin ortad an kalkabilıııc-,i içi n. tünı i~çilcr gerekli eğ iti me ve üretim bilgisine sah ip olacakt ı r. Böylece ek kafa ve kol emeği ayrımı ortadan kalkacaktır.
145
r
b) İ şç i çlok kü çük bir parça i ş in sürekli tekrarına mahkum ol ınayacaı..., üretim teknoloj isinde ge li şnıekr yaratab ilece k bilgi, deneyim ve inisyatife sahip olarak bütün yaratıcılı ğ ını emek sü reci nde göstereb ilecek, böylece kendini de geliştirebi l ecek ve dönü ştürebilecektir. c) E lbi rliğine dayunan bir iş disiplini ve eş itlik çi bir iş bölüşünıü oluşa cak, üretim yerinde hiyera rş i ye ve bürokratik kontrole meydan verilmeyecektir. Üretim sürecinin denetim ve kontrolünün zo runlu ol duğu durumlarda bu tür işler rota:-.yona tabi tutulacak tır.
co
m
Kapitalizmde tekn oloj i , kapitalist rekabet koşu ll arı ge reğ i ve artık-değeri mak simize edici yö nde ge li şt irilir ve emek :-.üreci se rmayenin tam kontrolü altında tutulmaya ça lı şılırken, sosya li zmde tek noloj i üretmenin amacı ve yönü çok fark lı olacaktır.
ol ya
yi
n.
Sosya li"t emek süreci nin hakim olduğu bir üretim tawnda teknoloji iiretimi, biliııı -..l.' I ge li şmelerden ti.inıü y l e haberdar, gerekli temel bilgileri alınış, üretim bilgi ve deneyimi ile d ona nmı ş üreticiler tarafından yap ılabil ecek tir . İşçiler uygu l.ıııı. ı ~ ı. ı o l duk ları teknolojide :-. ürckli olarak, ça lı şına koşu ll arını geli ştirici . ıuı. 'ıh. ıcı , pi:-. ve sağ lı ğa La rarlı i~leri makinala ş tırı c ı ve :-.e rbest zamanı arttırı cı yönde gelişmeler yara tmaya ça lı şacak lar . ya~ad ıkl a rı o rt amı/ doğayı en az kirletecek biçimde tekn oloj iyi d ön üştürme çabası içine girecek lerdir. Üretime ve yarattıkları ürüne yaba nc ılaş mamı ş o ldukları için daima daha iyiyi üretmeye ça l ışacaklar, ya ra ttıkları ürünü ge li ~tirt:bikcck l er, böylece de üretim güç leri sosyalist üretim ili~l-.ilerini y an s ıtacak bi çimde ge li şece ktir .
w w
w .s
Böyle bir sosyali st emek süreci ve teknoloji iiretme 'ürec i, iiıetiınin organi zasyon u ve koordin asyonunun merkezi bir ~e kild e plan l anıp üretim hedefl erinin be lirle ndi ğ i bir sistemle na s ıl u y u şacağ ı sorus unu da önüınliLc ç ıkarm ak tad ı r . Fakat merk ezi planlaııw genci olarak konumuzun s ınırları dı ~ ında kald ı ğ ından , SSCB'de üretim ö rgü tlenırn.::-- in e bakarken merkezi planlamanın sadece emek sürec ine olan etkilerine değini lmekle yeti nilecek tir. YAŞANMIŞ OLAN SOSY ALİZMOE EMEK SÜRECİ
Çeş itli Batılı sosyolog ve Mark sistlerin. daha da öne mli si, Doğu Avrupa'da bizzat kendileri fabrikalarda ça lı ~arak iş deneyim i ed innıi ~ yazarların çalı ~ ınalarına şöy l e bir göz gezdirildi ğ inde. 1980'1erin sonuna kadar kendileri ne sosya li st diyen top lumlardaki i ~ örgütlenmes inin kapitali st toplunılardakin dcn pek de farklı o lmad ı ğ ı görülmcktcd ir.6 i ş hay atının en can alı c ı özellikl erinin nasıl benzeştiği şöy l e ifade eJil mcktedir: " Monotonluk , ca n s ıkıntı :-. ı , kontrol yoksun lu ğu, parça-baş ına licrt:t ve ikramiye sistemi dolayımı il e bası...ı uygulanması ; kısacas ı : Yahancıla~ına"7 Çok çarpıc ı örnekle rden biri,
146
n. co
m
SSCB'de T ogliatti grad 'da Fiat otomobil fabrikasının İtalya' nın Torina'daki fabrika s ınd a n bile daha hi yararş ik b ir yapıya sahip o lu şu. 8 Aslında projenin tamamı Fiat teknisyenleri tarafınd an haz ırlanan planlara göre y ürütülmü ş, sadece teknik araç ve ge reçl er d eği l, fabrika içi i ş örgütlenmesi de o l duğu gibi ithal cdi lmiştir.9 Karol'a göre, D oğ u Av rupa ülkelerinde benimsenmiş olan i ş norml a rı, hedefl er, parça-başı ücret ve ikramiye sistemleri tanıanıi y l e, üze rin de i şçi ler in hiçbi r kon trolünün o lmadı ğ ı "artık " üretmeye yö neliktir ki bu da "gayet aç ık bir şekilde bizim t op lunıuıııu za benzer bir sömürü ili şki s inin varlı ğ ın a i şarettir " .1 0 Bu durum so rg ulandı ğ ında ye tkililer fabrikala rın halka ai t o ldu ğu nu söy lüyorlar. Fakat " halk " bu kendilerin e ait olan fabrikalarda "yönetim "in emirlerine kö rük örüne uymak zorund adır ve makinalar vey a üretim yapısı yahut ürünlerin ni çin üretildi ğ ini ve so nra bunlara ne o ldu ğ unu hiç bilmemektedir. 11 Baş ka bir de y i ş l e, SSCB 'de i ~ç i -; ınıfı tarafından üretilen toplumsal artık , tamamen elit/bürok rat grubun tasarrufu altında bulunmaktadır ve i şç ile rin " arıık"ırı üretim biçiıııi ve dağıtımı k onusunda hiçbi r kontroll eri yoktur. Bu da i şç i sın ı fı ile c liı/b liroknıt grup ara :-. ııı da bir sömürü ilişk ı s i yarat-
yi
maktadır.
w
w
.s
ol
ya
B öy le bir yap ı bu ülkelerde kapitalizmin en ö nem li öğelcrinde n birini , yabancılaş mayı d oğ urıııaktadır. Ürct icik r ürc..:tiııı araçlarından ve ürettik leri üründen k oparılmı ş tır. Di ğe r bi r d ey i~Ie . ca nlı emek yaptı ğ ı i ş in amac ı , hedefi ve n as ıl y apılacağ ı konu:-.unda herhangi bir söz sa hibi d eği ldir. K esinlikle sosya list olmayan bu emek sürec i toplumun genci karakterinin ve üretimin ülke baz ında toplumsal örg ütleni ş b i ç iıııinin bir ya ns ıması ol du ğ un da n , Doğ u Avrupa ve SSCB'dek i bu du rum , artık-emeğ in kullanım ı n ı belir leye n ve tasarru funu elinde bu lunduran bir grubun/sosyal f... a tnıanııı va rlı ğ ının ve dev letin çalı şan nüfustan kopuklu ğunun açık bir gösterges idir. Ru . Polonya es ki Ba şbakanı Gicrek tarafından grevdeki ter:-.a ıı e i~çilc r inc yapt ı ğı hi r k o mı ş ıııa da aç ık seç ik ifade ed ilnıi ~tir : "siz iyi ça lı ~ ııı f... i hiz de iy i yö ııete l inı " .1 2
w
İ )ç i lcrin i~ pratikl erinin. iireı iııı ye ri de ıı ey iıııl er iııiıı neden f...a piıa l izıııe bu kadar bcıı7.e di ğ iııiıı ve ııetk ıı lı tll{i y abanc ı l : ı ~ ııı: ı ve söııı ürii ııii ıı va r o ldu ğ unun en kolay açı klaıııa-, ı. bu iilf...clcr iıı lı;llti kapiıali:-.t t opluııılar oldu ğ unu söy leyip baz ı önemli Marbi:-.t dü~tiııli r lc ri n iddia etti t:i gibi 1 ~.bu iilf...ekrde tlcvlc t k:ıpi ta lirnıiııi n hi.ikiinı s iirdii ği.i ııii ileri :-.ii rıııc f... o lurdu . l·akal. SSCH \C Doğu A' rup:ı topluıııları :..:apitali:-.t iir• :t iııı t < ı l'lıııın cıı öııe ıııli ö~e:-. i o ları ıııeta iircıiıııine yöııe Ifk iiret iııı ya pıııaıııakt adı rla r ( İdil er). Vkta iirı.:ıi ı ııi ve <1 rtık -dcğe r :-.aclece pi y: ı s:ı ıııe kani zıııa s ıııııı ve ;~ ı etıııelcr :ıra s ı ref...ahet iıı \'a r o ldu ğ u bir o naıııJa :-.öı. f... o ıı u su olabi lir. Hu topl uıııb rd:ı ço f. . y<1k ııı bir tarihe kadar pi yasa e koıı o ıııi si, iiııc ııı srncbilccck hoy utl :ırda öze l nı ii lki ye ı ve rekabet bulunıııanıakta idi . Ne e ııı e k gu1.:u ne de iirct ilcn ııı:ılların bii yiik çoğu nlu ğu meta ni tel i ğ ind ey di . Dev let in
147
anayasaya göre i ş temin etmekle, iwilcrin de enıeklcrini devlete satmakla yükümlü olduğ u böyle toplumlarda kapitalist üretim tarzı nın ege menli ğ ind e n bahsedilemez. Devleti yöneten elit/bürokrat toplum -.ıl grubun üretimdeki konumunun sermayadar ile öıdeşleştirilmesi münıki.in d eğ ildir. SSCB'dek i üretim sistem inde ekonomik artık, artık-değer biçinıincle deüretimi dolayımı ile yaratılmaya ça lı ş ılmaktadır. Bu ekonomik artığa el koyma, ya da artığın kontrolünü ele geç irme, birey lerin sermaye sahibi olmalarına değ il, politik konumlarına bağl ı olmaktadır. Bir toplumda egemen s ınıf tanımının yeterl i ko~ Lılu artık'a el koyma o lamaz. Çeşitli toplum sal guruplar (feoda l ağalar, tl.!fcc iler. rantiyeler, vb.) yaşam l arı nı üreti len artık -de ğe rden pay alarak sürdürürler. Fakat sackcc ~ernıayedarlar artık-değer ürcttirirler. Kapitali st üretim tarzının en temel öğesi budur, çünh.ü yalnız kapitalist üretim tarzına içkin bir sömürü biçimidir. Sermayedarlardı şındaki sosyal s ınıfl arın ve katmanların yaşamı artık - d eğerin üretinıine bağlı olmakla birlikte, artık değerin yarat ılma biçimi ile ilişkileri tamamen dı şsaldır ve el koyma biçimindedir. SSCB'deki elit/bürokrat gurup ik proletarya arasındaki sömürü ili~kisi bu kadronun üretimdeki rolüne değ il, politik gücüne
ol ya y
dayanmaktadır. 14
in .c o
m
ğ il, kullanım değerleri
w
w w
.s
Öte yandan, Marx açık bir biçimde kapitaliznıde göz lemiş o ldu ğu i ş iliş kilerinin, değerknme süreci ile emek sürecinin bütiinlii ğ i.indcn kaynaklandığı nı ifade etmiştir. O halde, teorik olarak kapitalist üretim tarzının hakinı olmadı ğ ı toplumlarda emek sürecinin kapitalist ol m as ı mümkün müdür? Ya da bu toplumlarda emek sürec i gerçekten kapitali st midir? Bunun cevab ı ancak bu ülkelerde. özellikle de SSCB'de emek sü reci ni n daha derinl emesine irdelenmesi ile bulunabilecektir. Bu yüzden ya1, ının bundan ~onraki bölüıııkrinde SSCB'de üretim ili şk ile rin e ı şık tutulmaya ça lı ~ ılacak, Bol ~cv i kkrin sanayile şme çabası içinde c ınek sürecine nas ıl yak la ş tıklarına eğ iline ce k, devrim so nra s ında SSCB'de ortaya ç ık an to plumsal ili~kiler, Stalini st sanayil eş me süreci ve merkezi plan lama pratiğin in üret i ıne nas ıl ya n s ıdı ğ ı na hak ı lacak ve emek sürecinin nasıl şekillendiğ i irdelenmeye çalış ılacakt ır.
EMEK SÜRECİNE BOLŞEVİK YAKLAŞIM
15
Kalkınnıı ~ lık açısından son derece ge ri kalmı ş bir ülke olan Rusya'da Ekim devrimi ile ikt idarı ele geçi ren Bol~evik l er kendilerini tanı bir ekonomik kaos içinde bu lmu ş lardır. Sanayide iiretim büyük ölçüde durnıu~ ve emek verimlili ğ i çok düşmii~tür. L enin yeni iktidarın kitle gözünde ba~arı ölçütünün ekonominin ne kadar kısa za ınand a ve etkinlikle düze ç ıkarıla cağı olduğunun bilincindedir. Bunun da ötes inde, Lcniıı'e göre ilk sosya li st ülke ola n Sovyetler Birli ğ i'nde ekonomiyi gelişnıi~ kapitali-,ı ülkeler düzeyine çıkarmak
148
-ı 1
ve hatta onları aşmak gerekmekte, bu da Çok hı zlı bir sa na yi l eş meyi zorunlu kılmaktadır.
m
Sa nayileşme nin özgü l sosya li st biçiminin nasıl o lacağı konusu Marksist teoride açık bir şeki ld e ele alınmaırnş, sosya lizmin iıı ~a-.;ı için kapitalist lireti ci güçler tarafından yaratıla n bir sanay i u ygarı ı ğ ı varsayım olarak kabu I cd i 1mi~ tir. Marx'ın emek süreci anali zinde bu sanayi uygarlı ğ ının kapitalist s ınıf iliş kilerini nasıl içinde barındırdı ğ ı açı kça gös terilmiş olmakla birlikte, Bolşevik lerin sosyalizmi sa nay il eşme ile birleştirme çaba l arı nda bu analizden ç ıkarsa malar görmek çok zordur.
yi
n. co
Bolşeviklere göre sanayileşme ekonomik ge lişme ile qan lamlıdır ve bü- • yü k ölçekli ınakina sanayiin in o lu şturd u ğ u bir teknolojik baza otur mas ı gerek mektedir. Bu teknolojik baz yüksek bir emek verimlilik o ranı sağlamalı. buna bağ lı olarak da en ge li ş kin iş örgü tlenme metodlarını uygulamaya koyma l ıdır. Emek veriml ili ğ i objektif bir gelişmi.~lik ö lçütü o larak algıla nmı ştır. Parti • içinde sol muhalif gruplar da bu konuda farklı düşünmemi~lcrd ir ; kapitalizm ile sosyal izm arasındaki zorlu mücadele son tahlilde her i.ki sistemin gc rçel-..leşti reccği görece emel- ver imlili ğ ine göre belirlenecekti r .
ol
ya
Önde gelen Bolşev ik liderl er (Lenin. 8ukharin, Trotsky. vb.) üretim yerindeki teknik i 1i şk i lcrlc sosyal ili ş kileri tanıaıııen hi rbirinden koparnıışlar. üre ti ın yeri ili ş kilerinin ge nci olarnl-.. topluındal-..i sos) al ili~kilcri ya da in ~as ına çalı~ılan sosyalist toplum iliş kil e rine o las ı yansııııalanndan pek söz e ımenıişlcrdir.
w
w
w
.s
Rusy a'nın ckonoıııik az ge li ~ mi ~ li ğin in yaıııs ıra . ya~a nan diinya savaş ı vc iç sava~ sonucu tamamen çöl-..ünlli ye uğranıı~ e l- on o nıi , i. Bo l ~ev iklcriıı hareket serbest isini dalıa da s ınırlamı ş . ye ni sosya l ili~ki l e r yaratma u ğ runa poliı i k iktidarı y itirme riski ile ciddi biçimde y(izyüze kalmışlardır. Bu ko şu llar ahın da Bol~e viklcr i~çi clc vlclinin gelcc:.:eği ile, iktidarı el i nde ıuıan parti olarak kendi po litik güç tel-elle rini taıııaınen özdq l qt irmi ~lc r. iç :-.a\'a~ ııı hemen ertesinde ıüııı ıııulıalc fc t partilerini (Sov)et iktidarına dcsıek vere n ve pek çok üyesinin Kı1.ıl Ordu'tla HeyaL Ru slara kar~ı sa va~ıııı ~ olduğu Sol M e n ~ev ikler ve Sol Sosyal Devri ırn.: ila de dahil olmak i.izere) y a,al-lanıı ~ lardır. Öte yandan, Bol~cvıklcr. de v riıııiıı h c ıııeıı crtl~siııde fabrika sahiplerinin Sovyet iktidarı ik i~birli ğ ini rcddcııııc-;i (i zerine fabrikalarda i.ireıimi devanı ettirebilmek üzere i~ç ilc rce o lu ~ turulan fabrika komitelerinin de faali yetlerim.: ge m vu rnıak zorunda hi sse tmi ş l erdi r. Leniıı 'e göre üretimde gerçek i~çi kontrolü, üretimi koordine edecek merkezi bir ay g ıt kanalıy la sağ lanabilecektir . Tüııı ekonomik faali ye tleri birbiri ile uyum içinde planlayacak ıııe rke 1. i bir örglit o lmadan. Lenin , tekil i ~lcııııcleriıı i~çil er tarafından yön e tiıııinin ekono ıııik bir anarşi ye yol açacağ ına inanmı ~ tır.
149
Ayrıca,
devrimin kent kökenli , pol itik deneyiml i ve vasıflı i şç il e ri iç sabüyük ölçüde yok olmuşlar, yerlerini kırsal ke-.inıden gelmiş insanlar almışlardır. Sovyet liderl er, fabrika deney i mi olmayan bu e meğin iş d isipl ini edi nmes i sorununu en geniş biçimde kapitali st iş örgütlenmesi ıne t od ları kul lanarak çözme yolunu benimsemiş l erdi r. Yeni sosyal ve ide olojik ili şk il e rden türetilen bir yen i emek disiplini yanıtına gayreti içine girme mi ş l erdir. vaşta
genci olarak. Sovyetler Birliğinde mevcut teknik, kültürel ve örg ütsel ca hilli ği ortadan kald ırm ak ve emek verimli li ği n i artt ırmak içi n Taylorizmin benimsenmesi ve özümsenmesi ed il mesi gere kti ği inan c ı ndadı rl ar. Lcnin'e göre, bütün diğer kapita li st ge li ş me l erde oldu ğ u gibi , bu bağlamda da Taylor si stemi, burjuva sö müsi.inün rafine zalimli ğ i ile - i ş sı rasındaki mekanik hareketin analizi, beceriks iz ve gerebiz hareketlerin bertaraf edilmesi, doğru iş mctodlarının geliştiri lmes i vs. alanlarında gerçek lqti ril en - en büyük bilimsel başarıların bir bile ş imidir. Sovyet Cumhu ri yet i her ne olursa olsun , bilim ve teknolojide gerçek l eşti ril en başarılardan değerli olanları adapte etmek zorundadır. Sosyalizmin inşası, tanı da Sovyet güdi ve Sovyet iş idaresiy le örgütlenmesinin, kapitalizmin en son başarılarıy l a birleştirilmesine bağ lıdır. Sovyet lider li ği gene lde kapitalist yönetim mctoclları ve pratiği ile sosyalizmi in şa etme konusu nu problem olarak görnıem i şlcrd i r. Lenin "iktidarda burjuvazi değ il , işç il er olduğuna göre Taylorizrni daha fazla rededemeyiz. Bilim se l araştırma ve pratik deneyim ile onu n burjuva ÖLe llikleri ni bertaraf etmeliy iz" demekte, sosya li zmi n Taylor sistemin in rafin e za l im li ğ ini ortadan kaldıracağ ın a inanmaktadır. 16
.s
ol
ya
yi
n. co
m
Bolşevik l er,
w
w
w
1921 'de kabul ed ilen Y eni Ekonomik Plan (NEP) ile kabul ed ilen. sanayinin piyasa koşullarına göre ça lı ş tırılma ilkes i, işçi kontrolünün iç savaş sonras ında arta kalan son kırıntılarını da yok etmiş, i şç ilerin işletme yönetimine ili şk in herhan gi bi r söz söy leme h akk ı n ı ortadan ka l d ırmı ş, lireti nıin organ izasyon u il e ilgi li tüm yetkiler yöneticilere ve uzmanlara verilmiştir. Lenin Rusya'yı burjuva eksperlerden ve uzmanlardan öğre nmeye çağırıııı~. "saf komünist uzmanlar yetişinceye kadar 20 y ıl bek lenemez" demi ~tir.17
Büyük ölçekli makina sanay ii nin gerektirdiği biçimde karı bir komuta hiLe nin resmi parti göri.i~ü olarak aç ı klamış, " ... çok yayg ın bir görüşe göre ... (fabrikalarda) tek-adanı diktatoryası demokrasi, Sovyet tipi devlet ve kol lekt i f yönetim ile bağdaşma1.. Bundan daha yan lı ş bir görüş olamaz" demiştir. 1 8 Resmi görüş böylece üretim yeri ili şk il erini s ınıf ili ş kilerinden ay ırmı ş , salt bir teknik ili şk i olarak alm ı şt ır. Hi yerarşik bir yap ının , tek-adam yönetimi yak laş ımının üretim yerindeki s ınıf ili ~ki lerine etkilerinden söz edi lmem i ştir. yerarşi s inin benimsendiğini
150
Emek sürecinde yeni i ş örgütlenmesi yollarının bulunması gereğin i savunanlar, örneğ in Ko llantai , Osinski vb. so l muh alefetin e l eşt iril e ri etkili olamamı ş, 9. Parti Kongresi kararlarında bu konuda Buharin'in formüle ettiği görü ~ benimsenmiştir: "Te k-adanı yönetimi hiçbir şekild e s ı nıfın h akların ı ya da se n dikaların haklarını s ınırlama z, çünkü s ını f egemen li ğ i herhangi ·bir biçimi alabilir ve bu biçim teknik uygun l uğa bağlıdır, herhalükarda idarec i ve yönetici personeli egemen sınıf ata r. Tek-adam yönetimi, bir uzma nı n yönettiğ i durumda bile, son tahlilde, proleter diktatorlüğünün bir ifadesidir." 19 Dev rim son ras ı SSCB'de ya pılan Tay lo riz.m ı artı~ınas ın ı bizzat L enin ba~ olmak la birlikte, Taylorizm NEP' ın önemli bir dayanak n ok tas ı o lmu ştur. Bu planla aynı doğrultuda, maden se ndikası içinde A. Gastev, G.A. Gott'sman, Oborin ve Fclippov'un da o ldu ğu önemli bir grup, sendikaları n başlıca görev inin emek disiplin i ve emek ve rimlili ğini güçlendi rmek o ldu ğ u inancındad ır. Özellikle Gastev, işçi l ere eğer parça başına ücreti ve Taylorizmi rcdederl erse bunun ulusal bir sabotaj olacağı konusunda uyarıda bulunur. Ayrı ca da, emek ve rimlili ği zorlama olmadan arttırılaıııayacağ ından hükümet tarafı ndan ilim önem li işletmelerin nıilitarizasyonunu öne rmi ~tir. Ona göre "Tay lori zm'le mücadele. nıak in aya ka rş ı nı iicade l c demektir". Çünkü. kapitalizmin gel i ş t irdiği bi r teknolojide egeme n o lan, i~çiyi her türlü y aratı c ılık ve inisyatif kullanma o l anaklarından yoksunla~tırmış, bir emek sü reci nin demirden mantığı tartı~ılmaz b ir ü-,tünlüğe sahiptir.'.!O Sonuç olarak, maden -,end i kas ı Oca k 19 18'de parça ba~ına ücret ve Tay l orizıııi destekleme kararı alır. i şçi leri üretim alanında tanı disip li ne çağ ıra n Tüın Rus Sendikala rı Merke z K omites i de 13 Nisan 191 S'dc ücret farklılaşma..,ı. par\a baş ı na ücret ve Taylorist ikrami ye planını kabul eder.
.s
ol y
ay i
n.
co m
l atnıamış
w
w w
25 May ı s - 4 Haziran 19 18'de ı opla ıı aıı Birinci Ekonomik K onseyler (Sovnarkhozy) K ongrcs i' nde açılan Tay lorizrn tarıışına\ ı nda, Tay l o ri znıin t.:n ateş l i sav un ulucuğun u hi.iyi.i "- bir etkin li kle Gastev ve Login gibi mühendisler yapm ı } l a rdır. Kongreyi ta"- ip eden ay larda NOT (Nauchnaya Organintsiya Tunda) kabul ed ilir: NOT, üretim süreci vc ona ili~kin tüm ko~ulların ve unsur ların araştırılmasına dayanan hir örgü tlcnıııedir. Gas tev'i n bil imse l i ş örgütlenmes ine oları hayranlığ ı ve inancı. Bolşevil-.lcrin emeğin üretkenliğini artt ırm a itkisi ile örtüşrnü~lür. Büyük ölçekli yen i teknolojilerin Bat r'dan itkal i ya da ülke içinde gc li ~t irilrne l eri mümkün o lmadığ ı na göre. emek üretkenliğ inde artı ş i~çilerin daha fazl<ı fiziksel gayret göstermeleri i le sağ lanmak zorund ad ır. Buna yönelik olarak, NOT harekeli ile Tay l orc ulu ğ un en öne mli üç öğes inin yayg ın bir biçimde uygun l anıaya konulması a maç l annıı )tır : Zaman ve hareke t ctlit lerinin yaygı n olarak kullanımı, elde ed il ecek sonuç lara göre üretim sü reçlerinde farklıla~ıırılını~ iş norııı l arını n be l i rle nırn.!\ i; parça ha~ı üc151
retin buna göre tesbiti. D o layı s ı yla, NOT hare"eti. he ın Rusya'daki çalı~nıa kültürel geril i ğ in emek sürecine teıııel iş n ormlarının yc rlqtirilnıc si ve bilimsel yönetim metotları ile a ~ ı l mas ını . lıc m de daha yüksek emek verimli l i ğ i elde edi lnıcs ini amaçlayan bir hamle olarak nitelendirilebilir.
alanındaki
co m
NOT hareketi o dönemde, i ş örgütl enmes i, Taylorizın. Ru sya'daki uygu lama biçimi ve o lunıs u z etkil eri üzerind e geniş bir tartı ~ ıııa başlatnıışt ır. l 924'dc bir araştırmacı konu üzerine y az ılmı ş 763 makale ve kitap kaydederken, bir başkası 2400 Ru sca kitap ve bildiri bul undu ğunu bildirmektedir. Bu teorik tartı ş ma lar ve pratik uygulama m e totları üzerine yazılanlar ba ~ l ıca iki ana gurupta toplanmaktadır: Çok güçlü ve etkin Ta ylorist gurur ile Tay loriznıin hiçbir değ i ş ikli ğe tabi tutulmadan u ygu l anmasına karşı olan lar.
ol
ya y
in .
Sanayi yapıs ının sosyo-ekonoıııik s i s t e nıden tamamen bağıms ız olduğu inanc ı nda o lan ve i şç inin y aptı ğ ı işlerin zaman ve hareket etütleri i le rnekani zasyonunu hedef alan Gastev, Ey li.il 1920'de Sendikalar K onscy i'nin de direktifi ile M erkezi İ ş Enstiti.isi.i'nü (Tsentral 'naya Institute Truda - T sIT) kurmu ş tur. Burada i şç in in ça lı ~ ırk c n y aptı ğ ı hareketlere yö nelik incelemeler yapı lmakta, gerek siz hareketler ayık lanarak fi ziksel enerjide tasarruf sağlan makt ad ır. İ şç inin mekani zasyonu ve robotlaşnıasının sağ l a nmas ın a yöneli k ça l ı ş maların yapıldı ğ ı Ts lT'dc s ay ı sız laboratu varlar aç ılmı ş . i ş standardi zasyonunu gerçek lq tirmek için, i ş in beceri gereksinimin i nıiniınunıa indiren çok ki.içi.ik parçalara a y rılabilmes i yo l l arı arann11 ~ tır.
w
w
w
.s
NOT içinde Gastev'in en önde gelen muhalifl erini Sovyet sanay iine toptan ve di.iz bir Tay l ori znı u yg ulamas ına k arş ı çıkan 0.A. Erman~ kiy, P.M. K erjentsev ve Strunıilin o lu ~turmu ştur . Ernıan skiy , tamamen insani kay g ılarla , i w inin fi zyolojik ve psikolojik olarak koru nmas ı gerekti ğini savunmu ş, nıaksiıııizasyo n d eğil , optinıalit e ilkes ine dayanan ve emek sürec inde e meğ in yoğun l u ğu nun art tın ima sını gerektirmeyen bir bi 1inı se 1 iş örglit len ınes i i [eri si.i rınü ~t i.i r. S trunı i 1in emek gücünün rasyon el kullanımının refahı sağ lannıı ~ ve eğ itilmi ş işçiler gerektirdiğin e ve bunun bi.iyi.ik ek onomik kazanımlar ~ağ layacağ ına dikkati çe kmi~tir. Emek glicünün sadece rasyone l kullanımının deği l , rasyonel yeniden üretiminin de çok önemli o ldu ğunu v urguladı ğ ı tezlerini istati stiklerle donat ılıiıı ş ekonomik hesaplara ve planlı ekonominin veri mlilik koşut ların a clayandı rıııı ~tır. Kerjentsev. emeğin ve rimlili ğ ini art tı rma k için l 92Jde zamanın rasyonel kullanım biçimlerini araştıran Z aman Li gası (Liga Vrcnıia) ad lı grubu kurmu ştur. Ona göre, NOT s i ~tenıi nin ça lı şnuısının ön koşLılu zanıanı en iyi şe kilde değe rlendir mektir. "Zaman İç in Mücadele I llicrelcri" , kurulu şunun ilk y ılında 75 ~e hre yay ılmı ş, uyuşukluk ve yavaş lı ğa karşı mücadele vernıi ~ "işçi kahramanlar"ı madalyalar ve saatlerle öd üll e ndirnıe kampan yaları y üri.itıııü ~ tür.
152
Ts!T dışında başka bilimsel işçi araştırma enstitüleri de kurulmuştur. Bunlardan başlıcaları Emeğin Bilimsel Örgütlenmesi için Kazan Enstitüsü, Tangrog ve Kharkov Enstitüsü'clür. Fakat bunlardan hiçbirinde i şç inin emek sürecinde bilgi ve deneyimini nasıl kullanabil eceği, nasıl teknolojik değişik li k ler yapabileceği, Tayloriznıin temel ilkelerinden olan kafa-kol e meği ayrı mının ortadan nasıl kaldırılabileceği konularında ara~tırnıalar yap ılmamı şt ır.
Lenin, kapitali st
ya y
in
.c om
SSCB'de Taylorizm uygulamasına en güçlü muhalefeti Bogdanov ve bağ lı olduğu kurum Prolctkull yü rütmü ştür. Bogdanov, İşçi Sınıfının Bilimi ( 1919) kitabında emek sürecinin hiç sorgusuz lideri s~ıydığı emeğ in , üretim deneyimlerinin bilimsellik düzeyine ç ıkarılmas ı ile kafa-kol e meği ayrımının ortadan kaldırılabileceğini ileri sürmektedir. Böylece de emek gelecekteki komünist toplumda kendi yerini tamamen kendisi belirleyecektir. Bilimi işçi sı nıfına taşıyabilmek için de proleter üniversiteleri kurulmasını öngörmektedir. Bogdanov'un bu görüşleri Tenınıuz 191 8'de Moskova'da1 ilk proleter üniversitesinin açıl ı şı ile hayata geçir ilmi şt ir. Yazarlar, şai rl er, sanatç ılar, bilim insanları vb. elit bir tabakanın oluşturduğu kültürel bir kurunı olan Proktkulı da üniversitenin yönetiııııni üstlenmiştir. İç savaş s ıra sında çeşitli yerlerde açılan şubeleri ile büyüyen Prolctkult'un 1920 sonla rında aktif üye sayısı 400-500 bine u la şın ı şt ı r. külıürlin
öz iiın se nınesi ndcn ,
Buharin
"Ma rhizııı
ve
ol
Amerika n iznıin" birleşmesinden yana iken. Bogdanov ve Proktkult genci ola-
rak yeni bir proleter ki.illi.iri.in o luşturulnıa o.; ında lıcııı biçinı lıcııı de içerik açı aktif ve bilinçli nıüdalıal ede n yana idiler. Proletkult\ııı önem i , kamuyu sosyalizme geçiş için sosyal ve kültürel ilişkilerin değişmesi gerek ti ği 1--onusunda du ya rlı kılnıaya çalı~mas ındadır. Sosyal ve ekonomik düniı~limc par<1kl olarak. duygu. düşünce ve gun lük yaşaın ın so.,yalıst biçiınkriııin yaratılııı<ısı gerekmektedir. Hedefi, 1--afa ve kol emeği nin bilgi ve deneyinıkrini birkştir nıi~ işçil e r yetiştirerek emek sürecine yeni bir şeki l vermektir. Uzmanlık, iş standi zasyon u ve i~ böliiıniiııe karşı. k o llckti viı.nı, yaratıcılık ve evre nsel l iğ i vurgulamıştır. Bu kinıliğı ile Proletkult kiiltiircl dönii~üm aç ı sından NOT'a potansiyel bir alternatif o lmu şsa da yeterli mekanizmayı olu~turanıanıı~tır. Yine de sosyal ist kültürün in~ası konusunda genci Bolşevik yakla~ ııııın 1.ayıflık larını ortaya çıkarması bakımından önem lidir.
w
w
w
.s
s ından
Sınıfsız
bir topluın yaratmak için kapitalizıııe kar~ı verilen ınücaclcleııiıı ötesinde, üretim yerinde de eım:ğc lıiikıııedcıı, yöıKtı.: ııl e i~i yap<ın arasındaki. vasıflı-vasıfs ı z. tahsilli -tahsilsiz. kafa-kol eınekçisi arasındaki tüııı otorite ili~ kil erinin yok edilmesini öngö ren Prolctkult, parti ileri gelenleri tarafından, büylik bir hııla saııay ile~ını.:si ıorunlu olaıı SSCB'dc gerçdlcrı görınc;.den
153
gelerek entellck tüel fantazilc r üreımc klc su ç lanmı ştır. Sonuçta da, içinde bulunulan teknik ve ekon omik güç lü kler nedeni ile Tay lorizm i n emek sürec ine özümse nmesi gereklili ği savunusu ağır has mı ş. Pro letkult'u n f ikirleri Sovycı devriminin ilk y ılları nın co~kus u ve dinamiği içinde emek sürec i k onusunda üretilen en radikal gö rü ~lcr olarak kalını~tır.
in .c o
m
Fakat Bol şev iklerin Tay l o ri z nıe o lan hayranlıkları ve i ~ l etme lerde bilimsel yönet im metot l arını uygu lamaya koy ırnı çabaları, T ay lorizmin SSCB'dc üretim birimlerinde başarı y l a uygu l andı ğı ve kapiıali sı emek süreci ndeki gi bi y üksek ve rimlili k sağ l andığı anlam ı na gelıncrnektcdir. SSC H'de merkezi planlama çerçeve sinde oluşturulan üretimin örgütlenme biçiminin emek sürec ine yans ımas ı ve Stalini st san ayile~nH! sün~c inin ortaya ç ıkardı ğ ı üretim yeri iliş kileri , Taylorizmin SSCB'deki işlcımelerc.lc ba~~ırıya ulaş mas ını büyük ö lçüde etk ilemi ştir.
SSCil'DE MERKEZİ PLANLAMA ALTINDA ÜRETİM
21
w w
.s
ol ya y
Gerçek bir plan lama, ülke düzey inde birbirı i le bağ lantılı sektör lerd e gerekli oranlarda ve uyu mlu üretimi sağl ayabilmek elemektir. yoksa ne sonuçlar vereceği iyice ıarıılınaclan merkezi olarak üretim cmırlcri ç ıkarmak clcğ ildir. Oy sa l 928'de n itibaren SSCB'dc yap ı lan bc~-yıllık planların -;ektörler aras ın da böyle bir uyumu hiçbir zaman gerçeklcşt iremedıği görülnıektedir22 Global olarak plan ın beli rli ürünlerde ürcıiııı hedeflerin in ye rin e getiri lmiş o lduğu durumlarda bile çok nadir olarak sektörler arası i li şkilerin gerekt irdiği doğru oranlarda ürün bulmak nıüınkün ol muş tu r. Doğru mi ktarlarda üretilmiş olduğund a da stoklama ya da nakli ye sonın l arından do la y ı lirün ler ul aş ma s ı ge reken yerlere nırna n ında u l aşamarn ı ~tır. '.!.~ Bu da plan hedeflerine ulaş ılını ş olduğ u durumlarda bile ckonoın i de "i.irekl i olarak darboğazlar, kı tlı klar ya~anma sına
neden o lrnu ~ıur.
w
Saptanan be~-y ıllık hedefl er. ge nel likle. daha ge ni ~ bir planın teorik olarak alt biri mlerini oıuŞturan yıl lık planların uy g u l anmas ına bağlı bulunmaktadır. Fakat bu S?CI3'de pratikte hiçbir zanıan böyle i~ l cmem iştir. Beş-y ıl lık planın daha uygu lamaya ·konuldu ğu yı lda, çeşit li imalat ve hi Lnıet sektörl eri için bel irlenen hedefler tutturulamaınakta, sektörler a ras ı k <~r~ı lıklı ili şki le r ve uyum bozulmaktad ı r. Bu da daha ... oımıki y ıllık ve )a rı -y ıllık alt plan l arın ortaya ç ıkan fiili duruma göre uyarl anma-;ını gerekıirın i ~tir . Yapılan say ı -;ı z değişi k likler ve 1928- 194 1 y ılları arası nda Stal in ist lide rli ği n y ı l lık planlara empoze ettiği çeşitli politik önce likler. her dönem sonunda beş-yı llık pl anları t anınmaz hale geti rmi ştir.
Fakat rejim, sa ptadı ğı haşd ö ndiiri.icü s·anayjleş ıııc hız ı nedeniyle ç ı kan sonınları hal letmeye çalı şacağına , yaıırımları sürekli olarak artt ırmı ş, devrim ön-
154
cesi kurulmu ş olan büyük ölçekli fabriJ...alaıdan daha çok sayıda kurmaya çalış mış ve üretim hedeflerini daha da yükseltmi ştir. Bu da planl arı daha da gerçek d ışı kılmış ve sektörler aras ında daha büyük u y unı s u1.luğa ve koordinasyonsuzluğa yol açmı ştır. Örneğin, 1929 ve l 930'da traktör imalatı dı ş ında ağır sa nay inin hemen bütün ko llarında belirlenen hedefler tuııurulamaırn ştır.24 Aslında , genci olarak, planların güvenilir bilgilere dayan mas ı zorunlulu ğu vardır. Fakat planları yapıp emirler verenl erl e bu emirleri ye rin e gl!t irccek-
ol ya y
in .c o
m
lerin çıkarları örtüşmedi ğ ı , arada bir de sömürü ili şki s i bulundu ğ u durumlarda, çıkarılan emirlerin planda belirlendiği üzere yerine getirileceğinin hiç bir garantisi olamaz. Plan hedeflerinin saptanma s ına ve planın yapılmas ına katı lan ve p l anın nas ıl yerine get iril eceğ ini belirl eyen kollektif" üreti cilerin J...endi motivasyo nları ve inisy aıifi temeline da ya ndırılnıad an plan emirl erinin büti.inüyle uygulanabilme o la s ılı ğ ı çok düşüktür . Çünkü, tek bir merke1.in modern bir ekonomik ve sosyal organ izmanın bütün pa rçaların ı mükemmel bir şe kilde koordine edebilmesi için gerekli tüm bil gikri toplaması ve sonra da bütünüyle kapsayı c ı . bı.:lirsizlikl e re yer bırakmayan emirler üretmesi hemen hemen olanak dı ş ıdır. Ayrıca. sisteme ya b,ınc ılaş mış ve ta v ır almış milyo nlarca tekil işçinin da v ranı ş l a rının son u ç larını nıe rke1.i o larak tahmin ve kontrol etmek mümkün de ğ ildir.
w
w w
.s
SSCB'deki planlamada. m erk cı. ile toplumun ge ri kalan k e~ iml eri arasın daki çe li ~k i , genellikl e, gerekli bilgilerin merkeze yanlı ~ ula~ ma sı na ya da sapt ırı l masına yol açmışt ır. İ ş let me lere te pı.:den innıe c ıııpo1.e edilen ba~uiin dürüci.i san ayileşme hı z ı kaçınılnıaı olarak ı.:ko n omid e kroniı... kıtlıklara. bu nl arın yaraıt ı ğ ı gerilim de ~dtö rlc r arası uyumlu ili ~ kilcrin çökmesi ne neden olmu şt ur. İ ş l etme yöneticileri no rmal o larak tutturulm as ı olanak dı ~ ı olan üretim hedefle rini yakıılarnanın en ko lay ve çahuk yolu olarak üretimde ka liteyi düşürmey i bulmu ş lardı r. Örn eği n c anı san ayi inde plan hedefl eri pencere camlarının fazlas ı y la in ce ltilnıı.:s i yo lu yla tuııurulma ya çalı~ılıııı ~. sonuçta üretilmi ~ olan camın kull a nımı aç ı ~ ıııd a n çok çabuk kırılnıa 1., ındaıı d olayı bLiyük gi.iç lükkrle kar~ ıla ş ılıııı ~tır.2'\ Plan hedefl erini kaliteden vazgeçerek ıuııur ıııan ın etki leri hafif/tü keti m maddeleri sektöründe daha da vahim o l nıu ~' ı ur. Örneğin tek:-.t i ide baz ı fabrika ~ ların ürünl eri % 25-50 oran ında tamamen dl.!folu olarak llikeıiciye ula~nıı~tır. Stalinist sanayileşme politikasının temel ta~ı , i şletmelerde n maksimum üretim temposu ile maksimum üretimi sağ l amak o lmu ştur. Bu bir yandan sektörler aras ında planlamayı tamamen o lanak s ız hale getirirken öte yandan da sa nayile~ menin yükünü i şç i sı nıfı na y ıkmak dcnıcktir. Bu da hem emeğin yoğunluğ\ınu arttırarak hem de hayal standartlarını dii~üraek gc rçc kle~ıırilnıeye çalı ş ılını ~ ıır. 2 6
155
Stalini st resmi po lit i k ay ı . üretim ili ş kilerinin de ta y lı hir anali zini yaparak c iddi biçimde e l eştire n sol muhal i f Rakovsk y'e göre , y üksek plan hedefl eri ile emeğin yoğ unluğu o d e n~ce arttırılırn ştır ki, i şçiler kendilerinden talep edil en üretim miktarlarını ancak k alitey i tamamen gö1. ardı ederek karş ılayabilıniş lerdir. 27 İş letme l e rin maksimum kapa si telerinin plan hedefi olarak belirlenmes i
üretimi i s t aıi stik i olarak astronomik düzey lere ç ıkarmı şsa da, gerçek zarar kayda geçenlerden çok daha bü yüktür. Çünkü üretimde defolu ara malların kullanımı , hatalı üretimin etkileri ni n daha da büy ümesine yol açmı ştır. Bir ürünün ham madde ya da y arı mamul o larak çeş itli imalat aşamala rından geçti ğ i veya sanayinin çe ş itli k ollarında kullanıldığı durumlarda, ürünün bir sanay i kolundaki kalites iz ya da hatalı üretimi bülliıı diğe r k o lların dü ş ük kalitesi ile çarpılıy o r o lmas ı gerçekli ğ ini ortaya ç ıkarnıı )tır. Fabrikalar büy ük ölçüde defolu in şa<ıl malzemeleri ile in şa ed i lmi ş. ve defolu metalle yapılmı ş makinalarla teçhiz ed ilmek duruıııund a kalmı ştır. Bu da ülke ekonomisinin ge l eceğ ini ipotek altına alıııak , bii yü k ı.ara r lar yü"-lemck de nıekıir .18
in .c o
m
defolu /hatalı
ol ya y
Stanili st hı zlı sanay ileş m e nin ya raıtı ğ ı ikinci öneml i eıl..i , büyük bir e nıd: gücü talebi ya ratma s ı ve ekonomide cidd i bir emek güc ü s ı k ıntı s ına yo l aç ırnı s ıdır. Çq itli proj eler emek gücü yeters i z liğ i nden dolay ı programlana n ın geri sinde k almı ş, bazıl arı d•r projede anahtar konumdaki vas ıflı ya da yarı -v as ıflı işç il e rin bulun a mam as ı nedeni y le tamamlana ma mı ş tır .
w
w w
.s
Emek gii cü d a rlı ğ ının i ş l e tme ba1.1nda etki si. yönetic ilerin büyük bir gü veno.; izl i k le i şç i y ı ğmaya baş lama s ı y la o rı ay a ç ıkmı ş tı r. H ükümetçe belirlenen ücret ce tve line uy mak zo runda olan yöneticiler, istifa edip di ğe r i ş l eınıel e re ya da i n ~aa t se kıö rli n e geçe rek daha fa;da ücre t elde etmeye ça lı şan i ~ç ileriııi tutmakta bi.i yü k zorluk çekmeye ba~ laııı ışla rdır. i ~ç il e r çoğ u zaman kao., ıtlı olarak i ş y as as ını ç i ğ n eyerek kendilerini i ş t en aııırnıay a çalı ş ırke n , yönetic il er de o layları görmezden ge lmek ya da hafif ceza larla o lay ları geç i ştirme k yo luna gitmi ş l e rdir. 1!afif sanay i dallarıııcla ( ö rn eğ in ıe b.tilde) dunını daha da köıii o lmu ştur. Sa nay il e~ me po liti kas ı u ya rın ca ö ıH.:e likli o ldu ğ u için a ğ ır sanay ide ücretler daha iyi o ldu ğ undan . hafif sanayi d a llarındaki v as ıflı i ~ç ilcr v as ıt\ ı z i ~ ler yapmak için bil e ol sa ağ ır sanayiye geç ını ~ lerdir. Stalini st sa nay i lq ııı e sürec inde on aya <;ı !.. a n emek gli<.:li kıtlı ğ ı ıı edc ııi yle. bir yandan fabrikalar proletarya gel e n eğ ind en ) ok sun k ır kökenli i şç i le rle dolarken, öıe yandan da ge lenek sel p ro l e tary anın iiye leriııin kollcktif birli ğ inin dağ ılma sürec i hı z lanmı ştır. TU nı bu ge li ~ mclcr karş ı s ında Sovyet iwi sınıfı kendi ç ık arlarını s a v unabile ce ğ i ba ğ ım s ı z bir ö rgüıl e nıııcd e n yoksun bulunmaktadır . İ ~ç i o.;e ndikaları , bir yand an i şletme iç inde i ~ç ilerin 1-. azanılmı ş hak-
156
!arını, işçi ç ıkarların ı savun mak ve yöne timin baskılarına karşı işçileri korumak, ama öte yandan da, i ş letmelerde daha yü ksek k otalar dolayı sıyla i şin hızlandırılması ve parça başı ücret sistem inin yayg ınlaşt ırılması demek o lan parti politikasın a uymak ve uygu latmak durumunda kalmış lardır. Sendikaların bu son derece çe li şkili ko numu , i şç i sendikal arı baş kanı Tomskiy tarafından i şçi sınıfının ç ıkarlarının verimlilik art ı şı , dolay ı s ı y la dev let in çıkarları ile özdeş olduğunun ilanı ile "çözülmeye" çalı ş ılırn ş, bu da i şç ilerin sendikadan beklentilerini tümden yok etmi ştir.29
İşçiler,
örgü tlenebi lme ve toplu ey lem yapma
olanak ları
tümü yle engel-
in .c
om
lendiği iç in , Stalini st sanayilqıneni n yarattığı bask ı ortamına karşı tek eylem biçi mi olarak tamamen bireysel karşı k oyma bi çimlerini öne ç ıkarmı şl ard ır. Bu da, i ş letmelerin plan hedefle rini n yerine get irilmes ini daha da güçleşt irdiğ i g ibi , çok yLiksek oranda iş gücü devri, deva msızlık , özensiz üretim ve endüstriyel di siplinin bozulmasından , alk ol izm ve endüstriye l sabotaja varan sonuçlar doğurmuştur. Özellikle alko li zm işç i sı nıfının nıemnu n i yets i 7'. li ğinin başlı
ca biçimi haline ge ldiğind en , emek üret ken l i ğ ini arttırma çabaları içinde rejim, alk oli zme karş ı da kanıpanyalar açmış tı r.>O
ay
SSCB'DE EMEK SÜRECİNİN KONTROLÜ
w
w
w
.s o
ly
Merkezi planlama ve Sta l inist sa nayi leşme sürecinin ortaya ç ıkardığı Uretim örgütlenmesi ve ili şkileri . işktnıe yöneticileri ile i şçi l er arasında karmaş ı k bir i li şkiler ağı ortaya çıkarm ıştır. Sanayilq nıc hamlesi işsi zl iği tamamen sona erd irince, i şç ilerin bi reyse l olarak merkezden ge len emirlere ve uygulanan bask ılara karşı ç ı kmaları kolaylaşmış, geç imlerini k o lay la şt ırmak , daha iyi koşullarda çalı şabi lmek için sü rek li yer değişt iri lebil i rlcrken , çok çalışma hatta işe gelme zorunl u lukla rı bi le kalnıaınıştır. Diğer yanda n yö neti ci ler saptanan yük sek üretim kotaları nı ye rin e gctirebil nı ek için i şçileri çqit li baskılarla ( ücretleri aşağıda tutarak dalıa fazla ça lı~ıııaların ı sağ l amak, zorl a, yasa dı ş ı bir şeki lde faz la mesai yapıırnıak, üretim normların ı ylikse lııııck, iş gü venli ği k u rallarına aldırnıamak g ibi ... ) daha razla ıralı ~ ıııaya zo rl arke n dahi, işç ilerini kaybetmey i kesinlikle göze alaıııayacaklarından yasa d ı şı bir biçimde i.~ç ilerin kazanç larını şişirmek, i ş di siplininin bozu lm as ı na ve iş zamanının çok köt li kullan ı mına göz yummak g ibi ıa v i zlcr vermek zorunda kalıııı.~ l ard ır. Çlinkü yönetici lcri n i ş let nıel e rdek i konu ıııları n ı koru yab i 1ıııel eri, çoğu zaman çok geç, d üşük kal itede veya yanlı ş bileşimde işlctırn.:lcri ne ulaşan Lireıinı g irdil eri ne rağmen ay lı k üretim k otalarını doldurab il meleri, tamame n i şçi lerin an lay ı ş, gayret ve i ş b i rli ği ne bağlı bulunıııakıadır.
Di ğer yandan, Sta li nist sanayi l q ıııc hamles i nde n çok önce Sovyeı iwi .... i , kendi i ş yapına h ıı.ı ve i şini n organizasyonu üzerinde oldukça gen i ş ölçüde bir ·157
kontrole sahip olmu ştur ve özelli \.. le gele ncb.e l usta lar ya da vas ıflı işçiler daha önce yaptık ları iş lerin Taylorist yö ntemlerle parçalanıp, vasıf gerektirmeyen parçalarının vası f\ ız i ~çi lcre veri lmesi ne. kendilerinin de sadece vasıf, özel beceri isteyen i ~lerle il gi len melerine karşı büyük bir direnç göstermi şler dir. Ek im Devrimi'ni yaşam ı ~. sanayi/fabrika deneyimi otan i şçiler, işlerini nasıl yapacak ları ve hangi hızda yapacakları konusunda büyük özgürlük sahibi olm uşlar ve bu, işe gelip gitıne. iş ıamanı nın ne kadarını gerçekten çalı ~a rak geç ireceklerini belirlemeye kada r varabi lmi ştir.
n. co
m
Sovyet i şçilerinin emek sürec inde -;ahi p olduktan görece kontrol fabrikalarda sıkı bir detaylı iş bölümüne gidilırn:sini güçleştinni ş ve Bolşevik ler'in 1 J 920'1erde Tayloriznıi uygulama çabalarını btiyi.ik ölçüde boşa ç ıkarmı ştır .-' t 923'ten sonra tümüyle bürokratiklqen ve işçi s ınıfını politik güçten tümü yle yalıtmı ş o lan reji m tarafınd an ' EP döneminde getirilen hi ye rarşik fabrika organizasyonuna, daha sonra da tama ırn: n kendisi dışında belirlenen ve giderek artan i ş yüklerine k;ı rşı Sovyet işçisi kt::ndini savunmak zorunda kalmı ş, Taytorist yönternkrin uygulanırnısına direnç gös t c rıni ş t ir.
w
w
w
.s
ol
ya
yi
t 930'larda Stal ini st sanay i leşme hamlesi ile sanayi ya da in şaat işç i si ordusuna katılan köy kökenli i şçi l er de, daha önce olu~tunılmuş bulunan, işçi le rin kendilerinden istenen işin yapıl ı şı üzeri nde önemli ölçiiJe kontrole sahip oldukları bir emek sürecine gi rnıi ~ler, kar~ıla~tıktarı bu o rtam içi nde onlar da reji min taleplerine boyun eğmeye yanaşnıam ı şlard ır. Gc li ~t irdikleri bireysel tepkiler. yani i~ te rkctmek. devamsızlık ya da yaptıkları i şe gay ret ve dikkat harcamamak gibi davranışlar. eski, deneyimli Sovyet i şç il erin da vranı şların dan hiç de far!..lı olnıanıışt ır. Öze llikle ili-. be~-yıl lık pl an ın ba~ döndürücü hı zı duruldu!..tan ..,onra, genç-ya~ lı bütün işçiler i~in hı1.1 ve yoğunlu ğu konus unda emek sürt::cindeki görece kontrolii tanıanıe•n ele geçi rnı i~ görünmektedirl er. Emek kıtlı ğı ve h11.lı sanayilc~nıenin geti rdiği gt::ncl karga~a da işç ilerin bu s ı n ırlı kontrollerine uygun o rtam yaratnıı ~ .... onuç olarak SSC B'dt:: ~anay ik~ nıc sürec inde, Ru s kapital izm inden miras kalan gekneb c t i ~ yönte ııılerini dcği~ tirnıekte ba~arılı o lunamadı ğ ı g ibi, siste111in ekonomik ge reks inim lerine uygun yeni ku~ak i~çi yarat makta Ja ba~arılı o lunanıanıı ~tır. SSCB'de piya-;a mekaniznıa..,ı, dola) ısı;. la rdahet olnıadı~ı için i~lctıne ler hiçbir zaman kfırlılık ya da ifla, etme ~orunları ile har~ıla ~nıanıı~lar , raı..at merkezi planlamanın belirlediği paraınetrclcr netkniylc bir i~lctınc haı.ında verimlilik ölçütii de o lu şturanıamı ~lardır. İ ~letnıclerden i~ıenen sadece mıhtar olarak beli rlenen plan hede flerini yerine getirıııektir. İ ~letınc yüneticilcri a<.; ı sıııdan bu yüksek üretim kotaların ı karşılayabilnıenin en kolay yolu i ~çilc rinin i şbirliğin i kazanabilmek için ya' a~ \e kalitöi1. i ş yapmaya göı. yunınıah ol-
158
muştur. Kapitalizmde olduğu g ibi bir yedek s;ınay i ord t.'u ol madı ğ ı gibi, yasal olarak her Sovyet vatanda ş ııı<ı çalı şma hakkı tanınmı ş olıııa.~ı. i~ten atmayı da tamamen anlams ı z kılmı şt ır.
in .c o
m
Kapitali st i şl e tme l erde kesinlikle olamayacak o lan bu yöneti c i-i şçi ilişkisi SSCB 'de tam bir kı sır döngüye yol açm ı şt ır. İşcrilerin eme k sürecindeki görece kontro llerinin verimlili ğ i bü yük ö lçüde düşürıncsi, i ş letme yöneticilerini daha fazla işç i ça lı ştırmaya itmi ş, i~letnıelerdcki bu i şç i yığı lımı emek gücü kıtlı ğ ını daha kronikl eştirmi ş, bu kıtlığı da i ş<;ile r emek sürecindeki kontrollerini sürdürebilmek için kullanabilmi ş l er , gcv~d hır ç;ı!:~::ıı.t pratiğin i korumakta, i ş hızlandırma ve ücret kes intil eri ile il g ili res mi politikaya karşı yöneticileri i ş n o rmları ve ücretleri nıanipül c etmeye zorlaınakta başa rılı olmu ş lardır. Bu da Sovyet Liret im y apısının tipik bir dokusu haline ge lere k hemen bü tün işletmelere ve ilim ekonomik faali ye t alanlarına yer le ş mi ş tir. Böyle bir emek süreci , e m eğ in buyük ö lçüde somutlaşmasına yol açmış tı r. Fakat bu Marx' ın -;özü nü etti ği ileri a ı' l ;ı mda, ortak bir a ıııacı pay l aşan,
ol ya y
emek lerini bu amaca yönelik kullanan bir toplumun üye leri nin so mut emek lerinin oluşturdu ğu kollektif bir emek deği l , ama herll üretim üze rinde yüzeysel bir kontrol e sa hip i ş le tme yöneticilerine. h c ııı de devlet aygıtı üzerinde gererek bir kontro lü ellerinde bulunduranlara karşı, bir muhal if ta vır o larak ortaya ç ıkmı ş olan, tam amen at o nıize o lmuş ve y aban c ıl aş mı ş, bu yüzden de ell erindek i kontroll.i örgütlü ve bir amaca yöne li k "-ullaııına ol<l';ılı ğ ını y itirnıiş i şçi lerin , tamam en olumsuz anlamdaki sonıutlaşıııış emek lcridir.
w
w w
.s
SSCB'de çal ı şma süreleri üzerine yap ılan çal ı şma l ar, her sektörde i şletme lere, atölyelere hatta mesleğe bağlı olarak çok büyük farklılıklar olmakla beraber, emek sürecinde zaman açı ... ı ndan önemli kay ıplar oldu ğunu göstermiştir. incelenen iş le rin büyük bir çoğu nluğunda <;alı~ma gü niiniin 'k 50's inin de azı kullanılabilmekt e, bu oran bazı i ş lerde <le 35'e. hatta 'k 20'ye "- adar düşebi l nıd tedir. Bütün İ ) kategorilerine toplu halde ba"-ıldıgında bi r İ) gl'iıılinün çalış ımı için kullanıla n kısmı 'K 9 ile 'K 77 arasında dcğ i ~e bilıııe kted ir. Yapılan ara~tır malar (fa rklı sektörlerde durum çok farklıl a~abi lıııe "-l e birli"-tc) i~ç i lerin crok büyük bir çoğunluğunun cro"- az i ş yapt ı ğ ını. incelenen -18 nıı.:-,le"- gunıbu nd a n sadece 5' inde günde 6 s aaı ve daha fa Lla cralı~ıldığını gö,terıııi~ ıir. 1 ~
İ ~ç ilcrin
emek sürecinde elde ctıikk: ri kı -.,ııı i kontrollerine dayanara"- olu.~ turclukları yavaş ça lı~nıa temposunun yanı sıra, üretiıııin se ktörler arasında ürl'in akı ş ı açısından iyi koordine edileıııcy işi ve de i ~leııııe bazında üretim sürec indeki genci organi1:asyon bozuklukları çok büyük za ıııan k<ıyıp la rına yol açmıştır.
Ürcıiıııcfc i~ letrne bazında
at ö lye ler aras ı uyuııı bO?uklukları ve araçgercç lerin kölli kul l an ımı çok acrıktır. Ge nclli"-le ıııakinal;ırın bo~ bırak ılıııa
159
m
süre leri her türlü bakını, onarım. ayar ve küçük tamirat ı ç ın gerekli zama nı kat kat aşmaktadır. Araç-gereçlerin kullanımının çok kötü koordine edilmesi ve de çe~it li bürokratik İ)lenılere tabi tutulması. gerçekten büyük zaman kayıplarına sebebiyet vermiştir. İ şçi l er sürekli olarak gerek li araç-gerecin veya malzemen in haz ır olarak bu lunanıamas ı ya da teknik tali matların yeteri i bilgiyi içermemes i gibi nedenlerle i~lcrini bırakmak zorunda kalmışlardır. Yöneticiler, yerinde bulunamayan ve nerede o ldukları bilinmeyen sınırlı say ıdaki bazı malzemeleri ve araç-gereç leri aramak zorunda kalan işçileri i~ yerleri nde tutmakta ve i ş disiplinini sağ lamakta başarılı o lamamı ş lardır.
n.
co
Daha önce bahsettiğimiz ham madde ve yarı-mam ullerin kalitesizliğinin çok büyük enerji ve malzeme kaybına yol açmasının ötesinde, kalitenin güvenilemez ve tahmin ed il emez oluşu yöneticileri, uzmanları ve işçileri çok güç durumda bırakmış, kalitesiz malzemeyi işe yarar hale getirmek i ş !-.Ürec ine fazladan yük bindirmiş, bu nedenle de bliyük zaman kayıpları ol u şmuştur.
ya yi
Buna ek olarak, fabrikalar, önc.:cliklcri n nıerkez~ı olarak sürek li değiştiril mesiyle, fabrikaya aniden gelen nıalı.e nıeniıı üretim programlarındaki ürün bi l eşimine tekabül etmeıncs i.nden dola)'ı, gelen malzemeye göre ürün bilqinıini -do lay ı sıy la üretim planlarını- değiştirmek LOnıncla kalınışlar, bu da i ş l etmede ek zaman kayıplarına yol açmı ştır. '
w
.s
ol
Kısacası, Stalinist sanay il qmenin belirgin bir öze lli ğ i olan üretimin ge leneksel israfçılığı. çok aşırı emek gücü gcrcb iniıııi yaratm ı ş, kötü kaliteden ya da h ata lı üretimden işlerin tekrar tek rar yap ılmas ı, alcı aramaya gid ilmesinden uzun süren tamiratlara, hatta dev boyutlu fabrikalarda yemek için uzuıı sü re kuyrukta beklenmesine kadar tliın zaman kayıpları !-. İ stem l e büıüııleşnıi~ ve i ~çi leri kendi işlerinin hızını belirlcnıekıe iııi syaıif alıııada c.:co.;arctlc n di rnıi ştir.
süreci nde i şç ilerin bireysel tepk ileri son ucu nda elde ettikleri kı -;ııı i kontrol, rejimin en büyük ~orunu haline gelnıi~. çe~ itli bireyselleştirilmiş te~ viklc rl c emek sürec indek i çalış ına ıeıııposuııu arttırma yolları ara ıımı ~t ır.
w
w
E nıek
Bu nedenle NOT hareketi, il!.. be~-yıllık plan döneminde yerini, za manla İn~aatlarda ve fabrikalarda verimlilik a rtı )ı sağlamak arııac.:ıyla yaratılan "~ol.. i ~ç il cri" sosyalist rekabetin ilk ~ek li olınu~ıur. "Şo !.. i~çilerı" kendi üretim kotalarını tamamladıktan sonra göııü llli o larn!.. (fazla ıne!-ıai yapmak yasakla nrnı şıı) daha fazla çalı~maya talip o lınu ~ l ar. onların ürctiıııdı::ki rekorları baz alınarak diğer i~çi lerin i~ normları da yi.ibcltilıııi~tir. "şo k i ~ç il cr i " i çiıı ilk zaman lar verilen maddi tqviklcr oldukça nıi.itcvazi iken giderek önemli ikramiyelere dönü~ mü~ ve bulunması zor g ıda ve tüketim ıııallarıııa sahip o lma ayrıcalığı kazanmaları ile birlikte e liı bir gurup haline gelın i ~lerdir. Rejimin geliştirdiği bu değiş ik biçimler alacak o lan SO!-ıya li sı rekabet\.: bırakıııışıır.
160
sosyalist rekabet biçimi , özellikle eski/ deneyimli i şçi lerin rejime karşı ge li ş tirdikleri dü şmanlığın daha da artmasına yol açmı ştır .
in .c o
m
SSCB'de birinci beş-y ıl lık plan döneminde en son Batılı teknoloji lere dayanan 1500 kadar büyük ölçekli sanayi işletmesi kurulmuş, zamanın en modern ve karmaşık makinaları il e teç hiz ed ilmi ştir. Bu i şl et melerin sisteme sokulmasıyla birlikte " şok i şç il e rinin" gönüllü çalışmaları yetersiz kaldı ğ ınd a n 1935'de sosyali st rekabetin yeni bi r biçi mi gündeme getirildir: Stahanovist hareket. Stahanovizm, rejim için, teki l i şç il e r üzerinde kişisel kazançların ı nıak simize edebilmeleri için rekor kırma bask ı s ı o lu şturnıak , tembel i şç il eri aşağ ı layarak rej ime sad ık, ayrıcalıklı bir i şç i katmanı yaratmak hem i şletme yönetimi hem de emek üzerinde merkezi otoriteyi yeniden kurmak hamlesi olmu ştur. Büyük işç i kitlesi için ise Stakhanoviznı. rejimin iş hı z ı n ın arıt ılma sı na, kazançların düşürülmes in e, i ş g üvenli ğ ini n büyük ölçüde göz ardı edilmesine, kendil eriyle ay rı ca lıklı rekortmen i şç il er arasındaki fa rk ın daha da büyümes in e dayandırdığı yeni bir saldırı an lam ını taşım ı ştır.
ol ya y
Şok i ş l eri , sosyali st rckahet ve Stahanovizm gi bi aşırı bireyci teşvik tedbirleri •i te Stalini st sa nayi l eşme i~ örgütl enmesinin kollektifliğin i sağlaya n yöntemlere ve ücretl erin kollektif biçimlerine büyük hir darbe in d irmi ş, son uç olarak emek sürecinde koordinasyon tamamen o rtad an kalkmı ştır. Her işçi rekor kırına çaba s ı içinde ya da sadece keneli üretim kotalarını kar~ ıl ayabilnıek için, bir tek kendi hı zı nı düşünerek çalı~maya gi ri ~miş, bu da ortaya ç ıkan ürünü hem kalite hem de miktar aç ı s ından son derece belirsiz l eştirmi ş tir.
w w
.s
İşçilerin üretim normlarını yerine getirmedeki eşitsiz durumları ya da bu konuda ben inısedikl eri farkl ı t av ır, bitmiş ürün olarak üretim artışı sağ l amayı engel ley ici olmuştu r. Üretinıi n sadece be liı li aşama l arında sağ l ana n üretim artı şları , di ğe r aşama l ardaki üretime koşut ol madı ğ ından . sonuçta bitmi ş i.irü n olarak üret i nı art ı~ı çok sınırlı ol muştur.
Stalinist san ayileşmenin ortaya çıkard ı ğı , çqitli boyut ları n ın y ukarıda ele bu üretim yap ı sı neden iyle SSCB'de ekonom ik büyüme muazzam bir israfa dayan nıı ~. çok bi.iyi.ik gird i lerle görece mütevazi sonuçlar alın ab ilmi ştir. Bu da büyük bir ekonomik ge li ~me içi n gerek l i artık liri.in mik tarını s ın ı rlamı ştı r. Ar tık ürtini.in s ı nırlı ka lm as ını n çok çc~ iıli so nu ç l arında n biri de teknoloji üret imi ne genci olarak ye terli kaynak ayrı l ama mas ı o lmu ~t ur .
w
alınmaya ça lı ş ıl d ı ğ ı
SSCB'DE TEKNOLOJİ POLİTİKASI 11 Sovyetler B irl iğ indeki egemen elit/bürokrat grup sosyalist sistemde td..nolojik gel i şmeyi toplumsal gel i ~me ile bir tutnıu ~, bu nedenle de teknoloj ik ge l i~ me reji min politik öncelikler s ıra lamasında en ileri yeri alm ı ~tır. Ay rı ca, ıekııo161
lojik gel i şme kapitali zmin SSCB'ye yönelııiği tehdide en ka lı c ı karş ı koyma biçimi olarak görü lmü ş, hı zl ı teknolojik ilerleme Sovyetlerin merkezi bir hedefi olarak genel kabul gö rmü ştür. Sovyet yetki liler bu hedef çerçevesinde ülk eleri için en iyi teknoloji stratejisini o l uşturma gay reti içinde, teknolojinin ne kada rı nın Batı'dan ithal ed ileceği ne, ne kadarının da yerel araştırına-ge li ştirıne (Ar-ge) çal ı şmal arı nd an kaynaklanacağ ını belirlemeye çalışmışlard ır)-ı Bolşeviklerin
Taylori zme olan hayran lıkl arı, emek süreci ne o lan tekni sist ve ülkenin en hı z lı biçimde kalkınması gere kti ğ ine olan inançla rı yüzünden, teknoloji üretiminin sosyalist bir toplumda emek sürec i içinde, kafa/kol e meğ i ay rımı n ın o rtadan kaldırılmas ı ile mümkün ol abileceğ i göz a rdı edilmiş, do l ay ı s ıyl a buna yö nelik teknoloji politikaları dü şünülme mi ştir .
co m
yak l aşımları
ya y
in .
Bol şev ikl er, genel olarak Üretime merkezi yak l aş ıml a rının bir u za ntı s ı olarak, endü striyel teknoloji üretebilmek amacıyla, iç savaş ve l 920'1erin güç koşullarında, Sovyet araşt ırma merkezleri oluşturmaya ça lı ş mı şlar, fakat mevcut sanay i tes islerine ve yerleşik tekn olojilere bile yatırım için kaynak bu lu namazken, araştırma merkezlerinde yapıl acak teknoloj ik çalı ş malar için gerek li koşulların sağ lanmas ın da büyük zorluklarla karşılaş mı ş l ard ır . l 920' 1erde yeni bazı teknolojik uygul amalar yabanc ı firma lara tanınan baz ı a y rı calıklar sonu cu olarak y apılan teknik yardım anl aşmalarından kaynaklanm ı ~ tır.
Stalini st san ayi leşme il e birlikte, k ı sa vadede ve ayrıca l ıklar tanınmadan teknol oji ithalatının yanı sıra, asıl, yere l merkezi Ar-ge çalı ş maların a daya ndırıl a n hı z lı bir tekno loj i üretme pol itikas ı ben imsenmiş tir. Genci o larak Ar-gc ça lı ş mal a rı çok çeşi tli alan larda malzeme yat ırımı ve yüksek vasıflı kafa emeği mobili zasyonu gerektirir. Araşt ır ma merkezlerindeki çok say ıd aki araşt ırm acın ı n ça l ışma l arını k oordine etmek ve bunlar aras ın da bilgi ak ı ş ını sağ l amak için kurum sa l öaz ı mekani zma ların o lu şt urulma sı şarttır. Tamamen özerk o lmas ı gereken hu kurumlarda, her türlü poli tik baskı ve tehditten uzak araştırmacıların alternatif çözü m aray ı şlarının teşv ik görm esi gerekir. Fakat SSCB'de tekil araşt ırmac ıl a rın ve uzman gu rupların bilimsel araşt ırmalard a y üksek performan s gösterebi lmeleri içi n gerek li kurumsa l düzenlemeler yap ı lamam ı ştır).'i
w
w
w
.s
ol
gerçek l eştirilece k bazı
1 930'ların baş ında
yerel araşt ı rma kurum l arı daha ziyade B atı'cla ge li ~ tiri lcn teknoloji lerin Sovyet sistemine adaptasyonu il e u ğraşmış l a r, bü yük bir hı zla ye rleş ik tekn oloj ilerl e dev ö lçek li te~isler kurulurken bu tek noloj ik yeni likleri uygul amaya geç irmede oldukça ba~a rılı o ldukl a rı görü lınü ~tl.ir. Fakat Sovyet sistemine uygu n yerel o larak orijinal endüstriyel teknoloji ler ürı:tme konu sunda a):'n ı başarı gösteri l e me mi ş tir . Bir türl ü mob ili ze edilemeye n mal zeme ve ka fa ı.:nıeğ in in yetersiz kal ı ~ ı .
162
co
m
genel olarak çok masraflı olan Ar-ge ça lı ş malarına yeterli ka ynak ay rıl a m ay ı ş ı , yüksek ekonomik hedeflerin getirdi ğ i bask ıl a r, araştırmacı l ar aras ında bir türlü o luşturulam ayan bilgi akışı, Batı bilim dün yas ı ndan ya lıtılmı şlı ğ ın yanı sıra, politik nedenlerle çeşi tli araştırmac ıl arı n zaman zaman günah keçisi konumuna sokulmaları gibi pek çok nedenden dolayı yere l teknoloj ik bulu ş çabaları sonuçsuz kal mı ştır. Ay rıca, teknoloji üretimi tasarım ve uy g ulamanın birlikte dü~ünülmes ini gere ktirdiği için , üretim prati ği nde n uzak merkezi araş tırm a kurumlarında tekn oloji üretimi çabalarının genellikle ( daha sonra çeş it li geli şmekte olan ülkelerde kuru lan araştırma merkezleri deney imlerinde de o ldu ğu gibi ) başarı s ı z kaldı ğ ı görülmektedir. Y a l n ı z silah sanayiinde, rejimin aldığ ı çok özel önlemler ve teşv ikl e rl e bu say ıl an engeller aş ılabilmi ş ve önemli başarı l ar elde ed ilebilmi ştir. Fakat di ğer sanayi kollarında ve özellikle de tüketim ma lları sektöründe Stal ini st sistem yerel olarak tek noloj i üretimi için yeterli derecede uygun koşu llar yaratamam ı şt ır .
.s
ol
ya yi
n.
Stalin'den sonra üretim sisterninin ve rims i z li ğ inin ve tekno lojik s ınırlılık ların ekonomide büyük sorunlar yaratıı ğ ı genel kabul görm ü ş, bilim ve endü striyel tek noloj i a lan ında etkin reform arayışla rın a g idilmi şt ir. Bir ya ndan bu konuda radikal dü zenlemeler yapılmaya ç alı ş ılırk en, diğe r ya nd an da il eri Batı tekno loj isinin ithal i daha hı z lı bir çözü m yolu o larak görülm üş , bu konuda politik engellerin aş ılmas ı ko nu sunda çeşit li çabalara gir i ş ilmiştir. >6 Böy lece Stalin so n ras ı dönemde Sovyet bürok ras isi Batı ya tekno loji açısı ndan giderek daha fa zla yasla nmı ş, teknol oji transferi yoluy la kapitali st emek sürecindeki son ge li ş me ler Sovyet i şletme l erine yayg ın o larak g irmi şt ir . Bu da Batı işl etmecilik tek nikl eri ni , kapitali:-.t i ş l etm el e rdeki emek psikoloj isi ve endüstri yel sosyolojiy i öğ re nme gereğin i getirmi ştir.
w
w
w
l 968'de Literaturnaya Gazetta'da: "Yönetici lik ilmi günü n şa rtıdır ... Sosyalist bir toplumdaki in sa nların bilimsel yönetimi ile kapitali st bir toplumdaki in sa nl a rın bilimsel olarak yönetimi so nu ç l arı ve Ö7.Ü itibari ile iki karşı t durumdur. Fakat bu dü zle mde kap itali ?.nıin deneyimini görmezden ge lmek ve bu deney imden yararl anmamak ekonomi k aç ıdan tamamen irrasyo nel bir davranı ş olur." denmekte, devrim sonras ında Taylori zm savunu suna ben zer şekil de, kapitali st emek sü rec indeki son ge li ş mel e rin hiçbi r d eğ i şik li ğe u ğrat ılm a dan SSCB 'ye tran sferi rasyonalizc edilmeye ça lı ş ıl maktad ır. Ö rneğin Togliattigrat'taki Fiat otomobi l fabr ikası İıal ya'dakinin bir q idir, emek gücünün ö rg ütl e ni ş biçimi hiçbi r değ i ş ikl iğe tabi tutulmamı ştır (fakat SSCB'dek i fabrikad a, üretim si steminin tipik bir yans ıması olarak , dört mi sli daha fa zla i şç i ça lı ştı ğ ı söylen mektedir). Batı
tek noloj isi il e ça l ışan Sovyet işçisi mo ntaj hattının monoto n, v as ıf-
163
s ı zlaşt ı cı,
standart i ş ini ya pmakıan son derece rahats ı z o lmu ştur. Fakat kapitalist sistemdeki s ını fdaşları gibi emek sürecindeki balt geli şme l erin yarattı ğı s ı kıntılara, Batıda s ıkça görü ldü ğ ü üzere, örgütlü olarak sendikal mücade le vermek şansına sahip olmadı ğ ınd an çok daha dezavantajlı bir ko numdadır. İ ş çi sınıfının bu memnuni yet s i z li ği, daha önce bahsetti ğim i z üretim sisteminin örgü tleni ş biçimindeki farklılıklarla birlikte Batı teknoloj isinin SSCB'deki uygu l amalarını verimsiz kılmakta etkili o lmu~tur.
n.
co
m
Sonuçta, SSCB'de öncelikl i bazı alan lar dışında (s ilah, uzay vb.) etkin bir teknoloji üretme mekani z masının yaratılamamış o l ma s ı , öte yandan gelişm i ş kapital ist ülkelerde l 970'1erd en itibaren görü len hı z lı teknolojik ge li şme ve bun l arın üretim sistemlerine yan s ımaları, fakat aynı hı zda ve etkinlikde bu geli şmelerin Sovyet sistemine transferinin gerçe kl eştirile memes i , l 990'1ara gelindi ğinde iki sistem arasında çok büyük bir teknolojik farkın doğmasına yol açmıştır. Bu da SSCB'deki mevcut ekonomik sorunlara çok önemli bir boyut daha e klemi ş tir.
SONUÇ
w
w
.s
ol
ya yi
Yazı mın ba~ında da belitıiğirn gibi , M arx' ın emek süreci anali zine göre eko nomik art ı ğ ın tasarruf ed ili ş biçimi, üretim yerinde i~in örgüt l eni ş biçimini büyük ölçüde ~cki ll endirir. Üretimin toplumsal örgü tl eni ş biçimi ile üretimin nasıl yap ıldı ğ ı , ya ni , madd i içeriği birbirini k arş ılıklı olarak etkiler. Toplumsal biçim ve maddi i çeriğin görece dengeli ve uyumlu bileşimi bir toplumun üretim tarzını oluşturu r. Marx (her ne kadar teknolojik determinizm olarak çok yanl ı ş yorumla nmı şsa da): "El tezgahı bize feodal lordlu , buhar nıakina s ı ise sanay i kapitalistli bir toplum verir" diyerek, bu bileşinıin öğe l erinin b irbirine karş ı kayıtsız kalamayacağını, birbiriy le diyalektik bir etkileşim içinde o l duğunu çok güze l ifade ctmi şı ir. Üretimin toplumsal örgü t l eni~ biçimi belirl i bir içe ri ğ in şek ill enmes in e ve ge lişmes in e yol açarken, bu içerik de maddi olarak belli bir biçimi o lu ş turur ve ye niden üretir.
w
Kapitali zmi n geniş l eye n yeniden üretim ve rekabeti kapsayan işleyiş biçimi, kapitalist emek sü recinin (Tay lorist ve Fordist yöntemleri de kapsayan) içeri ğ ini olu şturmu ştur. Top lumsa l biçim ile maddi içeriğin birbiri il e çe li ~mes i toplumun i şl ey i ş me k ani zma sında büyük s ıkıntı ve rahatsızlı klar doğurur. SSCB'deki üretimin örg ütl eni ş biçiminin incelenmesi bize, kapital ist olmayan bir üretim biçimine kapitalist tek nolojinin dolayı~ ı y l a kapitali st emek sü recinin adapte edilmeye ç al ı ş ılmas ının, genel olarak SSC B'de bir biçi mmaddi içerik u y um suzlu ğun a yol aç tı ğı nı göstermekted ir. Tarihi olarak kapitalist üretim tarzı içinde gc li şıirilnıi ş olan teknoloji ve onun içi nde barınd ırdı ğ ı emek süreci, kapitafüt olmayan -kam u mülkiyeti , merkezi plan lama ve kulla-
164
ü'retme temeline oturm u~- bir üretim biçimi ile bağdaşmamıştır. teknoloji si ile kurulmu~ büyük ölçekli fabrikaların kapitalist i ş l ey i ş mekanizmas ının ve d eğer yargı l arı nın o lmad ı ğı bir ortamda verimli ça lı ~t ırılab il meleri mümkün o l amamıştır.
ntm
değe ri
B atı
yandan , üretim araç l arın ın toplumsal mülk iyeti ancak üreti cilerin öz-yönetimi ile yüksek verimlilikt e bir üretime kaynaklık edebilecek, planlama toplu m birey lerinin plan hedeflerinin saptanmasına ve planın yapı l masına k atılımı ile başarıya ulaşabilecek, plan hedeflerinin yerin e getirilme si ise kolleklif üretic il erin kendi m otivasyonlarına ve inisya tifl erin e Jayanclırılnıa s ı il e mümkün o labilecektir.
m
Di ğer
ay
in
.c o
Geleceğin sosyalizmini n na s ıl in şa edileceğ i sorusunu iktidar so nras ına ertelemeden dü şünmek gerek ti ği n e inanı yorsak, SSCB'de ortaya ç ık an sosy alist üretim tarz ının oluşmasını o lanak s ı z laş tıran , toplumsa l biçim ve maddi içerik uyums u z lu ğuna nası l meydan verilmeyeceğ i , sosyali st emek sürecinin ve sosyalist üretim yeri ilişkilerinin n as ıl o lu şturulacağ ı üzerinde titizlikle durmak gerekmektedir.
w
w
.s ol y
K apitali st üretim biçiminin i ~ l ey i ş mekanizmasına ve üretim yer inde sl!r" maye-enıek mücadel esi ne göre ~ek ille nnıi ş olan , dola y ı s ıyla kapitali st üretim ilişki l erin i içinde barındıran mevcut tek noloj ilerin, üretim araç l a rının to plumsall aştırılrnasınd a n sonra emek tarafınd a n kapitalizme özgü biçinılerimkn arındırılmasının ve ~osyali st üretim ilişkilerini içeren teknol ojiler in yaratılma s ının ancak uzun bir tarihi süreç içi nde gerçekleştiril ebi l eceğ i açıktır. Kafa ve kol emeğinin giderek bütünlqmesi ve yt:pye ni tek nolojiler ya rat ır hak ge lmesi, işçinin üretim faaliyeti içinde ve bir sosyali st toplu ııı bireyi olarak ka zanm as ı ge reken niteliklerle, alması ge reke n eği timin birlikte düşünüldüğü uzu n dönemli bir programa bağ lıdır. Fakat üretim araç l arın ın toplumsallaştırılınasından sonraki ilk aşamada ö nce, kapital izm ta rafında n geliştı rilmi ş olan üretim a raç l arının kull anımının yeniden gözden geçir ilmes i gerl!kir. Bunun nıakina dü ş m a nlı ğ ı ya da geri tek noloji lere dönmeyi savunmak la hiçbir ilişk i s i yok tur. M evcut üretim araç l arının et rafındaki kapitalist üretim ili~kilerini içeren iş örgütl enmelerinin zorunluluk ya da kaçınılmaz o larak alınmamas ı , hiyerarşik ve otori ter üretim yeri i l işkilerinin ortadan kaldırılmasının a ırnıç lannıas ı şarttır. Ba ş lan g ı ç ta aynı makinalardan üreticinin emek sürec ine egemen o lacağ ı şekilde yararlanmak ve eş itlikçi ili şk iler içeren iş örgütle nmele rin e g itmek hem müııı kün hem de sosyalizmin in~ası için zorunludur.
w
h erşeyden
Leni n'in sözü nü eıtiği kapitalizm in eıı -;on ba~arılarıyla Sovyct g ii c üııü birleştirmek ancak böyle müınkliıı o labilirdi . Fakat, emek !--Ü rec i ve üret iıııiıı 165
örgütle nmesine yakından baktığımızda, yaklaşık 70 y ıllık SSCB tarihinde böyle bir eğilime rastlanmamaktadır. Sosyalist emek sürecinin yaratılamaması sosyalist üretim tarzının oluşamamasına yol açmış, bu toplumdaki ti.im sosyal ili şkilere yansımı ş ve SSCB'de sosyali st bir dönüşüm hiçbir zaman gerçekleş tirilememiştir. O zaman SSCB'de sosyali st toplum kurma giriş iminin başarıs ı zlıkla sonuç l anmas ına fazla şaş mamak gerek ir.
m
DİPNOTLAR 1. Tayl ar. 1907. s.56.
3. T aylar. 1911. s.58. 4. Brighıon Labour Process Group. 1977.
co
2. Taylar. 1907. s.32.
Kı sım. Gelirler ve Kaynakları.
48. Bölüm. aynca
n.
S. K.Marx. Kapital, 3.Cill. Yedinci
bkı..
The Grundrissc. 20. ve 21. Bölümler.
ya yi
6. Örneğin. Haras7.ti. 1984.
7. Carrigan. Ranısay ve Sayer. 1981. s.59. 8. Karol, 1979. s.139. 9. Ha ulbcnko, 1975.
ol
1O. Karol. 1979. s.141. 11. G o rz, 1976.
.s
12. Bahra. 1977. s. 15.
13. Örneğin. Betıelheinı. 197ô ve ClilT. 1970.
w
14. Arıhur. 1992. 15. Bu bölümün yat.ı lmasında hüyiik ölçüde M.Muchie. 1986'dan yararlanılmı~ıır.
w
16. Lenin. " The
l mmediaıe
Tasks of
ıhe Sovieı Governmenı".
28 Nisan 1918. Collected
Works. vol.27. Moskova. 1965. s.259.
w
17. Lenin, "Our Achicvenıenıs and l)iffkulıies". age. s.70. 18. Lenin. age. s.249. 19. KS PP v re:t.alyuısiyakh 11. Muchie. 1986 s.150'den alınlı. 20. Bailes. 1977. s. 373-94. 21. Bu bölümün ya1.ılmasında rilll:er. 1986'dan büyük ölçüde yararlanı lmı~ıır. 22. Filı zer, 1986. s.35. 23. Japon ların geliştirdiği üretim belirtmek için
tekniğini n lıerşeyiıı tanı ı.aıııanında yapılması gerektiği ni
"jusı-in-tiıııe" (tanı 7.anıanıııda)
olarak
adlandırılmasına
nazire olarak
SSCB'deki üretim örgüılcni~iııde hiçbir şeyin zamanında yapılmaması. sisteme "never-
in-ıiıne" (a~la 7.aınan ı nda değil) atlı verilım:siııe neden olnıuıııur.
166
24. Zalcski. 1972. s.92-4. 25. Fillzcr. 1986. s.38. 26. Brag inskaya. l 930'da n 27. Rakovsky. 1981.
a lıntı .
Filtll: r. 198<>. s.40.
s.ıvn.
28. ihid. 29. Filtzer. 1986. s.2Tdc Süss. 1981. s. 141-2'dcn
a lın tı.
30. 1lou lhcnko. 1975.
32. Filtzcr, 1986. s. 157 33. Bu bölü mün
yazılmasında
genci olarak Parroll . 1983'dcn
yararla n ı l ıııı~ı ır.
34. Parroll . 198:1 . s.3. 35. Parrott. 1983. s. 12.
ay i
n.
36. Parro11. 1983. Bölüm 7.
co m
31. Sicgclhaum . 1984. s.45-68.
KAYNAKÇA -
Artlıu r.
C..
"Wlıcn
is a Ruling Class Not a
-
B alıro.
iL
"T lı c Altcrııa ıi vc
- Bailcs. K. E.. "Alcxci
in
Gasıcv
et Studics. Vol.XX IX.
R u liııg
C lass". Soci alist Organizer . No.5 12.
ol y
1992.
Ea~t crn faıropc".
and
ı lıc
Ncw Left Rcvicw. No. 106. 1977.
Sovict Controvcrsy o ver Ta ylorizııı. 1918-24". Sovi-
o.3. July 1977.
.s
- Bcuclhci ın . C.. C lass Strugglcs in tlıe USSR, 191 7-23. N'cw York. Monthly Rcv icw
w w
Prcss. 1976.
- Brighton Labour Proccss Group. "Thc
Capi t a l isı
Lahour Proccss". C apital a nd Class.
No. 1. 1977.
- C liff. T.. Russia: A Marxisl Analysis. Corri gaıı.
P .. Ramsay. il .. and Saycr. D .. Socialisl
w
-
Bols lı e vi s m
and its C ritiquc.
- Fil tzcr. D.. Soviet Work cr s - Gorz. A ..
Lond oıı. Pl uıo.
" Tlı c Tyraııny
Loııdon. Macıııi l lan.
1970.
C oııs tru cli o n aııd
Marxist Thcory:
1978.
aııd St a liııi s l lııdus triali:r.ation . Loııdoıı. Pluın.
of tlıc Factory" in
Gorı..
1986.
A. (l:d.). Thc Division of Lahour: the
Lahour Process a nd C lass Struggle in Modern Capilalis m .
B riglııon.
ll arvcstcr.
197<ı.
- H arasLIİ. M .. Marnris tan 'da İ~çi Olmak. lsıaııhu l, K ayııal-. Yayınları . 198-t - Houlhc nko. M .. "T hc - Karol. K. S .. "How
Sovicı
Working
IO Clıangc T lı ings
C l a~~".
C ritiqm'. No.4. 1975.
for Good". in Powcr and Opposition.
L ondoıı.
ini-.
Links. 1979.
'1 67
- Küsslcr. iL and
Muchıc.
M ..
"Aıııcrican Drca ım
and
Sovicı R ca liıi c~
:
Soc ı al i sııı
and
T aylo ri sm", C apital and C la-;s . No.40. 1990. - Len in. V. I. . C ollected Works . Vol.27. Moskova. 1965. -
Li c hc rs ı ci n ,
S., "Tcchnology. Work and Sociology in thc USSR : Thc NOT Movcmcnt".
Technology and C ullure. Vol. 16. No. I, 1975. - Marx . M .. Kapital, Bi ri nci Cilt. İk inı; i Kitap. U<,:üncü K ıs ı m. Bqinı; i lfö lü m. Sol Yayın l arı ,
An kara. 1966
B as ı ııı.
- Marx. K .. Kapital. Ü<,:ü ncü C ilt, Ycdind Kısı m. Sol Y ayınları . Ankara. 1978 Basım.
- Muchic . M .. "C apita list
Tcı:hno l ogy
and
co m
- Mar x. K .. The Grundrissc . Ncw Y ork. Harpc r and Row. 197 1.
Soı;ia li s t D cvelo p ınc nt".
Uni vcrsitcsi. Brig hto n. 1986.
Doktora Tc1.i. Susscx
- Rak ovsky. K .. "Thc Fi v.:- Ycar Plan in C risis". Critique. No. 1J. 198 1. -
Sicgc lbau ııı .
Norııı
L. H., "Sov icl
Dc tcrmi nati on in Thcory and
-
S ııı i th.
S .. "Ta y l o ris ııı Rulcs O K'1
n.
viet Studies. January 1984.
11 o l s lı cv i sııı. Tay l cı ri s ııı
-
S oı; hor.
Z.A .. "Sov ic t
Tayloris ııı
198 1. Ta y l cı r. F.
W .. "On
Mcchanic~ı l
tlıc
Art ol
and
191 7- 1941 ", So-
Tlıc Tcc hııi cal
lntclli gcntsia
o. I J. 1983.
Rcvisitcd". Sovit'l Studics. Yo l.XXXlll. No.2, Apri l
C uıı i n g
Mctab'" . Transaı;tions or thc Amcric.:an Socicty of
ol y
-
ay i
in thc Sovict Un ion.1 917-4 1 '. Raclka l Scicncc Journal.
Praı: ti sc,
Enginccrs. XXV ll!. 1907.
- Tay lo r. F. W .. Tlıc Principlcs of Scicntifıc Management. 1911 . yeniden hasını: Tay lo r.
.s
Ncw York. 1964.
- Z aleski. E .. Planning for Economic
(;rowtlı
in thc Sovict Union, 1918-1932. C hapcl
w w
Hill. 1972.
w
- Zalcski. E .. Stalinist
168
Plaııning
for
Ecoııonıic
Growth, 1933- 1952 . Lcın don. 1980.
Üçüncü Teknoloji Devrimi Karşısında Sosyalizm
.c om
Ergun T ÜRK CAN
ya y
in
Dünyanın hızl a deği ştiğ i gözleniyor. Ekono milerin , siyasi rej imleri n ve genelde toplumların tarih sel örgüleri çözülüyor. Sosyali st d o~trinin tamamen çöktüğü söyleniyor. Özellik le, l 989'un ilk yarı sındaki spaktaküler siyasi geli ş me ler, dikkatleri tamamen Doğu Bl oğ u'na çekti ğinde n , Dünya tablosunun geneli gözden kaç ıp, sosyali zmin , teori ve pratikteki " kaçınılmaz" h ataları, gündemlerin ilk s ı ralarını almaktadır . Oy sa, 18 Aralık 1989 tarihli Financial Tinıes'ın Lombard köşes inde şunlar okunu yordu :
A vrupa'daki politika başarısızlıklarının gerçek ölçeği, karşılaş tırıldığında, Batı'daki hataların yanında sönük kalır. Hangi ölçüt kullanı lırsa kullanılsın, Batı'nın iktisadi politika başarısızlıkları çok daha temeldedir."
.s
ol
"Doğu
genelinde, büyük iktisadi ve siyas i sorunlar ya~anır ve dı.!ri nl cşir ken , nas ıl oluyor da, bu sorunl ar, sosyalist ekono milerde, ani olarak, rcjinı sistem sorunl arına dö nü şüyor ve tüm il gil er bu konuda odaklanı yor? Bu sorul arın cevaplarını, iki sistemin özündeki ve ça lı şma ilkelerin deki farklılı k l ard a aramaya çalı ş malı y ız.
w
w
Dün y anın
w
Schumpc tergil bir çerçevede tanıml anırsa, modern kapi tali zm tekn olojik yeniliklerin sebep olduğu , dinamik bir deği ş im ve d eğe r y aratımı sürec idir. Bu süreci n özünde eş its i z ge l iş me (uneven deve l opnıent), temel bir dengesiLi ik, istikrarsı zlık (unstability) yatar; yenilikler zorunlu olarak tahrip edicidir. Kendine özgü terimiy le, kapitali zmde, sürekli yaratıc ı tahrip fırtınas ı eser (parennial galc of crcati ve destruction). Kısaca, kapitalizm, özü itibariy le, tarihsel ge li şimi y le, "anarş ik " bir yapıdır. Sosyali zm, bu
yaratı c ılı ğ ın t ahripkarlığ ını " pl anlı "
bir
şek ild e
önlemey i ve
yaratıl an değerleri p l an l and ı ğ ında,
daha adil bir şe kild e dağ ıtm ay ı amaç la ını ~tır. Ya ratı c ılık , belki tahrip gücünü aza ltıyor a nıa "pl a nlanını( bir ya ratı c ılık ,
169
"dengeli" bir teknik ilerleme süreci, global sonuçlar şimdi lik gösteri yor ki, yeteri kadar yarat ıcı veya devrimci o lamı yor. ileri teknoloj i, özellikle enformasyon teknoloji lerinin üretimi, yenilikler, bir ekonomi bazında, etkin biçimde prograınlanamıyor. Çünkü, ileri teknolojilerde uzun dönemli, makro teknik hedeflerin seçi mini isabetle yapmak hem piyasa hem de teknolojinin kendi içsel nedenleriy le, çok zor olrnaktad ır. 1
n.
co
m
Teknik ilerleme (sosyalist veya değil), klasik planlama süreç lerine bir türlü soku lamı yor; işin özü bu. Yaratıcılığın, teknik ilerlemenin get irdi ğ i büyük gelir s ı çramaları olmay ı nca da, üreti len değerin (ve artı değeri n), şu veya bu şekilde adilce dağılımının bir önemi kalmıyor. Zaten, hangi sistemde olursa olsun, birşeyler kıtsa, rantlar doğuyor; kapitalistik eşitsiz dağılım ki, böylece, bir başka şekilde, sosyalist ekonominin göbeğinde yqeriyor. Üstelik, bu kıtlık rantları (tahrip edici veya değil) yaratıcı lı ğı hiç özendirmeyen, statik, hakimiyet gruplarının, yarat ı cı lığını yitirmiş hakim azınlıkların (dominant minorities) ki, buna Batılı Sovyetologlar "nomenklatura" diyorlar, eline geçiyor.2
ya yi
Ancak, bu sonuçlar veya fazla iddialı olmayan bir deyişle, bu gözlemler, son yıllarda hatta son aylarda iyice belirginleşti. As lında, bilinen ve herkesindilinde, kaleminde olan, teknik ilerlemenin hızlanm ı ş olduğ u ydu. Yeni olan, bu teknolojik ilerleme sürec in in, bu kadar kısa zaman larda, sistem leri de tahrip edecek somut bir güç haline gelmesinin kanıtlanması, siyasi-iktisadi krizlerle bir teknik ve sosyal değişme" diye tanımlanabilecek bu global rahatsızlığın çeşitli bünyelerde yani ileri kapitalizm, köy lükle yüklü, az ge l işm i ş taşra kapitalizmi, Avrupa so:-ıyalizıni veya köylülülcrl c yaşayan Asya sosyalizmindeki tezahürleri de farklı olmaktadır. En çok da, rijid planlarla uyum esnekliği gösteremeyen sosyalist devletleri etki l ediği nden, l 989'da yaşanan olaylar, sosyalist rejimlerin özel bir hastalığı gibi algılanmışt ır. Oysa, rahatsızlık globaldır ve etkilenmiyen ka l mamaktad ı r.
w
w
.s
"Çok
hı z lı
ol
güncel l eşmc:-ı idir.
teknik ilerlemenin, toplumda ve ekonomide yarattığı tahripkar sonuçlar, kaynak israfları, kapitalizmin nornvıl davranış biçimi say ıldı ğından, bunların bir sosyali st topluma yans ım ası, terminal (ölümcül) bir hastalığın habercisi olmaktadır. Gerçekten de, kapitalizmin bu yap ı sal rahatsızl ı klarını ortadaıi kaldırmak için yola çıkan, 70 ila 40 yıllık sosya list yapılar, kapitalizmin 500 yılda alışıp bağışıklık kazandığı bu hastalığın yeni dozunu kaldıramayınca derin komaya girmişlerdir.
w
Hız lı
Ancak, kapital izm de, son 15-20 yılda, kendi doğal-organik mekanizmalarını hatta referans çerçevesini aşarak, Marx _ile Schunıpeter' in farklı noktalardan u l aştıkları, "yara tı c ı tahrip :-,ürecinin" nihai aşaması olan çelişki katastrofuna mı
170
gidiyor? Fukuyama'nın 'Tarihin Sonu" olarak gördüğü, liberalizmin nihai ve evrensel zafer anı, bizzat liberalizm in kendi altına ye rl eştirdiği saatli bombanın patlama zamanı mı olacak tır?~ " Yaratıcı tahrip sürec inin ileri aşaması"nın yani Üçüncü Sanay i Devriminin
(III SD) niteliklerini ve yans ıma ları nı görmeden önce, Klasik kapitalizmin referans çerçevesine, d oğa l (bui lt in) mekanizmalarına kı saca değinmeliyiz. Birinci Sanayi Devriminde (l SD), 18.yy. ın ikinci yarısından 19. yy. ın son çeyreğine kadar olan dönemde, küçük firmalar, altın esas lı sağ lam bir- para il e
ya yi n
.c
om
serbest ticaret doktrini çerçevesi nde. nispeten istikrarlı bir siyasi ortamda, sömürge ve yarı-sömürgelerden ak tarılan kaynaklardan da sonuna kadar yararlanarak vergi açısından nıiınimumda kalan bir devlet hak em li ğ ind e, Marshallian teorideki tam rekabet modeline oldukça yakın bir işleyiş gösteri yo rlardı. Bu dönemde de korumacılık doktin ve uy g ulamal arı, fazla üretim krizleri ve kağıt para çöküşleri ortaya çıkıyor, bazı sektörlerde tekelcilik eğilim leri kendini belli ediyordu. Ama, bunlar genci tabloyu değiştirecek ölçeklerde değ ildi . Kapitalizmin referans çerçevesi. sağlam (mata!) para, serbest ticaret, miminıuııı devlet, mal ve i şgücü piyasalarında tekelci olmayan rekabellir.
BİRİNCİ VE İKİNCİ SANAYİ DEVRİMLERİNİN TEKNOLOJİK NİTELİKLERİ
w
w
w
.s
ol
İngiliz Sanayi Devrimi (I SD), tekstildeki mekanik icatlarla başlayıp, metalürji alanındaki gelişmeler ve bunun sonucu olarak, takım tezgahlarını ve buhar makinas ı (cans ı z enerj i )nın çeşit li kombinasyonlarıyla önce FABRİKA SİSTi-'> MİNi ; sonra, ucuz. kitlevi ve hızl ı deniz ve kara ulaşım araç l arını (bu harlı gemi ve buharlı lokomotif) yaratarak ge li şim ini sürdürıııüştlir. Sanayi proletaryası ve sanayi şehirl erinin doğuşu, kapitalist sanayici gibi fabrika si-,teminin bir i.irüniidür. Fakat, fabrika sisteminin, daha teknik ifadcsiyk nıakiııa ve takım tezgahı nın , bu yaz ı çerçevesinde üzerinde duracağımız en önem li etkisi, el zanaatları ve manüfaktürdeki pahal ı , kalifiye i~glicü nü , sermaye ve ucuz emek ile ikame eden. ölçek ekonomileriyle maliyetleri hızla düşüren temel süreçleri ba~latmasıd ır. Bu sii rec in iyice an laşıl mas ı ve açıklannıası gerekir. Çünkü, bu sürecin, bu teknik alt yapının II SD döneminde, gerek kapi talist gerekse sosyalist toplumlarda yarattığı "sanayileşme paradi gması", bu sistcnılerin, mülkiyet, siyasi temsil gibi üst yapı kurumlarının tamamen farklı yap ıda o lmas ına rağmen, tamamen ben ze~ mek tedir. III SD bu paradigmaya ters dü~en bir ge li ~me çizgis ine oturunca, toplumların hem tekno striiktlirlcri hem de üst yap ıl arı büyük uyumsuzluklar göstcrmcğe başlamışlardır. Bu paradigmaya en çok sahip çıka n toplum ki, bunu yaratan değil tran sfer eden sosyalist rejinılcrdir, en büyük sars ıııtı -
171
lan geçirmektedirler.
in .c o
m
Nedir bu süreç ya da paradigma? Bu süreç, kısaca, Fordi zm diyebileceği miz, değ.iştirebilir (interchangeable) parçalarla veya sürek li (contiııuou s) proseslerle, belli bir ürünün kitle üretimidir. Kitle üretiminin mantığı ve amacı ölçek ekonomi leri (economies of scale) ile işbölümünü geliştirerek, pozitif içse l ve dışsal ekonomi leri devreye sokarak maliyetleri düşürmektir. Homojen ve kitlesel üretimlerde maliyetleri düşürmenin, verimlili ği artırmanın başka bir yolu yoktur. Zaman ve hareket etütleri (time and motion studies)n in içinde yer aldığı 'işletme iktisadı', 'işletme mühendisliği' veya ge nel olarak ' mühendi s li ğin iktisadı', bu sürecin kapitalist ya da sosyalist ekonomilerde ortaya çıkmış yan ürünleri sayılabi lir. İlk Sanayi Devriminin yarattığı 'fabrika sistemi', cansız (buhar) enerjisi ile bir tezgahlar topluluğunda homojen bir malın kontinyü üretimini gerçekleştirir. Bunun klasik örneği, İng ili z Sanayi Devrimi'nin temel ürünleri olan pamuk ipli ği ve dokumasıdır. Bu sistemde tezgahı ça l ıştı rmak için ucuz, basit işgücü (çocuklar, köyden yeni kopmuş kır proletaryası) yeterlidir. Tezgahların ve enerji sistemlerinin (yat ırını malları) tasarım ve imalatı da, icadı dahil, ileri derecede bilim ve teknoloj i düzeyi gerektirmez. Mühendislik dalları daha ileri bir aşamada ve yaygın biçimde II SD döneminde ortaya çıkacakt ır. İlk iki SD nin belkemiğini oluşturan nıakina mühendisliği, bir ay rı meslek ve uğraş olarak, 19. yy. ortalarında, 1 SD olgun luk aşamasında doğmuş. Isambard Kingdom Brunnel gibi hem inşaat hem de nıakina ve gemi inşa alanlarında parlak başarı lar sağlamış mucit-mühendiskrin ellerinde temel formasyonlarına ulaşmıştır.
.s
ol ya y
çalışan
Makinacılık. nıetaliiıji
ve
takını tezgahlarının gelişmesi
sonucunda ortaya
w w
çıkan AMERİKAN SİSTEMİ üretim nıodu içinde hızla olgu nluk kazanmıştır.
w
Amerikan sistemi, özel veya üniversal takını tezgahlarında büyük miktarlarda üretilen 'değişt iril ebi lir parçaların', montaj hattında, hızla birleştirildiği bir kitle üretimidir. l SD, İNGİLİZ SİSTEMİ diye adlandırahileceğimiz bir yöntemle gerçekleştirdiğ i tekstilde kitle üretimiy le karakterize edi lebi lirse, Amerikan sistemi de, değiştirilebilir parçalarla metal (ve ahşap) işleyen sanayi lerdeki kitle üretimiyle karakterize edilebilir. İngiliz sistemi, tekstil fabrikasıyla "putting ou t" sistemini tarihe gömerken, Amerikan sistem i, sanay ide MANÜFAKTÜR'ü hakim üretim modu olmaktan ç ıkarmı ştır. Fort-Taylor kitle üretimi, dokuma tezgahı ile değil, takım tezgah l arı ile doğmuştur. Amerikan sisteminin İn g ili z fabrika sisteminden aldığı tek şema, cansız enerjinin, belli bir mekanda, toplu o larak ve ay nı anda, çok sayıda tezgahı, sabit ve düzenli bir hızla ve tabii düşük hir maliyetle ça lı ştır masıdır.
Amerikan sistemiyle, daha
172
karmaşık
tezgahlar ve
ınakinalar
ki, sonu en-
düstriyel robotlara varacaktır, daha hünerli i şlemleri , dolayısıyla daha kalifiye işçiyi ikame ederken, teknik ilerleme sürecinin kişi başına sermaye miktarını artıran (capital deepening) tarih se l niteliği ortaya çıkmış oldu. (Marx'ın sermayenin organik bileşimi başlığ ıyla formüle ettiği olgu).
n.
co
m
Esnek olmayan (inflexible) kitle üretiminin prototipi, 1 SD ortalarında Albay Samuel Colt'un tabanca fabrikasında 011aya ç ıkmakla birlikte, sistemin nihai aşaması il SD'nde, 20. yy. başında Ford'un T tipi otomobil üretimiyle tarih sahnesine girmiştir. II SD, 19 yy. ın son çeyreğinde, başta ABD ve Almanya sanayilerinin, temel bilimlerle yani üniversitelerle organ ik bağlar kurması sonucu, ağır kimya, gıda (proses), içten patlamalı motorlar, elektrikli ciha7lar ve haberl eşme ile ilaç sanayilerindeki büyük teknolojik s ıçramalarla kendini gösterdi. Birinci Dünya Savaşı ve savaşın arıırdığı talep, makinanın-motorun bir tüketim malı olarak (otomobiller, dayanaklı ev araçları vb) hane halkına mal edilmesiyle, maliyet dü şü rmeni n başlıca yolu olarak, ölçek ekonomilerini zorunlu hale getirdi .
w .s
ol ya
yi
Ölçek ekonomileri, 18. yy. son larında A. Smith'in önerdiği işbölümü (division of labour) kuramının, ınanüfaktürdeıı ç ık arılıp, sanayide uygulanmasıdır. Sadece, üretinı hattında, saniyeleri ve vücudu n en küçük hareketlerini hesabeden, imalatı en basit binlerce iş parçasına bölen eti.idlerin ötes inde, ürün ve üretim teknolojileri yaratmakla meşgul, araştırıcı bilim adamları ve mühendislerin, kendi aralarındaki çok karmaşık iş bölümü ortaya ç ıktı . I SD'nin, kendi dokuma tezgahını, ahşap malzemeden yan ıp ça lı ştıran. pratik mucitilcrinin yerini, binlerce kişilik araştırma l aboratu va rları aldı. Üretim in yönetimi, pazarlama da yüzlerce 'iş'e ayrıldı. Böylece, bir üretimin ti.im aşama ları nı bilen ve uygulayan, terzi gibi zanaatkarlar; demirci, marangoz, araba yapımcıs ı , si lah yapımcıs ı gibi manüfakli.ir ustaları marjinal duruma düştü.
w w
Ölçek ekonomileri ve tek nolojilerin firmalar içinde kapalı devre üretimleri (ki, II SD'nin olgunluk aşamas ında ortaya çıkan temel bir olgudur), büyük firmalara, tekelci .ve oligopoldi yapılara. bunların hakim old uğu piyasa tü rl erine yol açmıştır. Marshallian tam rekabet piyasasının yan ı s ıra, Joan Robin-.;oıı'un aksak rekabet piyasaları, Chamberl ain'in tekelci rekabet piyasaları doğmaya ve bir süre sonra da, ileri kapitalist sanayi ve ticaret kesimlerinde hakim piyasalar olarak, kapitalizme damgalarını basmayı başardılar. Bir anlamda. il SD, TEKELCİ KAPİTALİZM ya da kapitalit.nıin tekelci aşaması olarak tanımlanabilir. Tekelci ve oligopoli:-ıtik yapılar, bir yanda, yaratıcı tahribat' SLireci içindeyken öte yandan daha etki li biı.:imde, tahribatın etkisini azaltman ın ya da kontro l etmenin başlıca yol u, mekanizması dunıımına geldiler. Tekelci ya pılar, tekelci o ldukları için, üreuikleri teknolojileri. istedikleri uygun zamanlarda ve biçimlerde pazarlama gücüne sahiptirler. Modern teknik ilerleme. teknoloji üretme yöntem-
173
1
1
leri de, büyük ölçekli, kollektif-organize bir faaliyet ti.irü olarak bu yapılara imkan verirler. Oligopol ler ise s ık sık kartelleşmeye ve tröst (trust) lcşmeye açıktır. Bütün bu kavram ve süreçlerin alt üst o l ması için, IlI SD'nin belli bir aşa yani 1980' 1eri yaşamak ve hakim trendi görmek gerekecektir. ır SD, inflexible kitle üretimi , yak laş ık yüz y ıl d ır, sanayi l eşmen in bel kemiğ ini o lu şturu yor; sanayi l eşme denince, hu süreçler akla ge liyor; sanay ileşmenin klasik 'parad i gmas ı ' oluyor. ma s ını
İkinc i Dünya Savaş ı ' ndan sonra ortaya çıkan klasik kalkınma iktisadı, kal-
sü rec ini , bu iki SD'nin yarattı ğ ı teknolojileri, az ge li şmiş ülkelerdeki tarımsal yap ıl ara transfer etmek, yaygın la~t ırnıak şek l inde kavramlaştırır ve öy le ta sarımlar. Aynı şe kilde, 20. yy. ın ikinci çeyreğinde uygu l amas ı baş l ayan, -;osyal ist planlamanın da temel amacı, kurulmasına ça lı ş ılan "sosyalist ekonominin" alt yapısı, bu iki S!Ynin teknolojilerini en k ısa zamanda tran sfer ederek, o zamana kadar kapitalist ekonomilerin ulaşm ı ş olduğu, ölçek ekonomilerini, o büyük kitlesel üretim mekanizma l arını, daha da büyük ölçeklerde Sovyctler'de yaratm ak tır. Kru şçev'in, Komünizmin, bolluk toplumuna ulaşarak, Kapitalizmi barış y_ ol uyla mezara gömme düşü n cesinin temelinde. herhalde, disiplinli ölçek ekonomilerinin , II SD'nin nihai s ınırların a daha çabuk va rabil eceği varsayım ı yatmaktaydı. Bu 'hayal' hiç bir zaman gerçekle~medi; çünkü, bu sıralarda ( 1960 ların başı), ili SD'nin tohumları çoktan yeşermişti.
ol ya y
in .c o
m
kınma
w w
.s
Fordizm, Sovyet plancısının bilinçaltından hiçbir zaman ç ıkmaz; hala da çıkmadığı an laşı lıyor. Özet le denebilir ki, Batı l ı ve Sovyet sa nay il eşme paradigmaları temcide aynıdır: il SD'nin, Ford-Taylor çizgisi ndeki, inflcxible kitle üretim yöntemleri. öze l inşaat (constru c ıion) türüne soku labilecek, standart yük gemisi, tanker inşası, uçak. yapı elemanları , modü ller in şaat ve halla SSCB'de, bir zamanlar nükleer reaktör üretimine değin uygu l anmıştı. Öneml i ıespitl~ri'ıniz den birisi budur. sosya list planlama ile sanayikşıne yoluna planlı veya fakir ülkeler, " Kalkıııın aııın Altın Çey reğinde" ( 1948 1973), bu iki SD aşamasına k o l aylıkla adapte olabildil er, önce tekstil, gıda ve ti.iketi nı ma l lan sanayileri ve daha sonra gc li~ıııc hızlarına göre ıııetalüj i, makina ve diğer ağır saııayikr kuruldu. Bu teknolojilerle üretim yapınak, hele makina ve kritik girdi leri dı~ardaıı gel irse ko lay o l maktaydı. Söz konusu teknolojilerle üretimi gerçck le~ıirınck iç in kalifiye i~çiden ziyade düz i şçiye ihtiyaç va rdı. Bir mujik, bir köylü, sosyolojik bakımdan bir ku~akla işçi haline getirilemiyorsa da, k ı sa zamanda fabrikaya soku labiliyor. verim alıııahiliyordu. Kapital istin 'ti ıne aııd ınotion study' ile artırdığı verim. ~osya l ist planda, Stal in ist zorlama yöntem leri . ideo lojik kaıııçılaıııa veya S talıa n ovizııı ile bir yerl ere kadar,
w
Stalin'in
yarattığı
plansız gi rmcğe ça l ışan
174
plan hedefl eri nin tutturulmas ına değin zorl anab ili yordu.'·1
Öğretim ve eğiti mden çok, "yaparak öğrenme", talim ettirme, bir tür askeri (regimental) disiplin yetiyordu. Hele ücret farklılığı kalifiye ile dtiz i ~çi, okuryazarla cahi l köy lü aras ında büyük değibe kimsey i ok umaya, daha kalifiye olmak için çaba göstermeye gerek duymuyordu . Bu sosyali zmin eşi tlik ilkesinin, bu tür teknoloji çerçevesindek i yanlı~ tJ ygulama sonuçlarından bi ri olarak kayda geçecekt ir.
meğe raz ı o l muş l ard ır.
İkinc i
Dünya
Savaşı 'ndan
sonraki,
in .c o
m
Sadece, Sovyetler Birliğ i, Çin ve Doğu Avrupa gibi sosya li st ülkelerl e, Hindistan gibi plan lı az geli şmi şler, planl arında, makimı yapan sektörlerle ilgili iddialı hedefler olduğu için, yüksek teknik öğre nime, mes leki eğitime bell i bir ağırlık vermek, kritik rnakina imal sektörlerinde, kalifiye işçi ile diğerleri arasında üc ret farklılıkları yanıtına yo lunu seçmişk r, "e~itliği" bir ölçtide tad il et-
yak l aşık
çeyrek yüz
yı l ,
bu sanayi para-
w w
.s
ol ya y
digmas ı, teoride ve pratikte egeme nliğini sü rdürd ü. Pek tabii ki, bu sü re içinde ve hatta Savaş ö ncesi dönemde, ge rek büyük firmaların gerek-;c üni versitelerin laboratuvarlarında lII SD'nin tohumları atılı yor, elek troni ğin, nükleer fi ziğ in ve modern ile tiş imin temelleri yükseliyordu . Tı pk ı . 1 SD. nasıl il SD'nin tohumlarını içinde ta~ıınışsa, IIJ SD de, 20. yy.ın ortalarından itibaren, I J SD'nin göbeği nde yeşcrnıeğc baş lam ıştır. III SD veya bu devrimin ilk aşaması cleni leh ilecek köklti deği~nıeler, yapı sal clöntişünı ler ise l 970'1e riıı orta ları ve l 980'1ercle onaya ç ıkmıştır. İşte, bu yapısa l dönü şüıntin yarattığ ı çok önem li nitelik sel fark lar. III SD'ni diğer tekno loji devriml erinden ay ırmakta ve bu farklar, gelişıııiş ve ~a nayi-ötesi topl uma geçme aşaıııası ndak i bilgi-bil işi nı toplunılany la ( B BT) saııa y ileşnıesi nin i lk aşamalarındaki fakir piya~a ekonomileri ve il SD ~onlarına takılı kalmış sosyali st ve 'd irije' ekonomi lerdek i yaşanan krizin temel
nedenleri nden bi rini olu ~ıurmaktadır.
w
Türkiye de bu kategori ekonomiler içine girdiğ inden , başka bir deyimle, sosyali st ekono ınilcrle a) ııı hastalığı pay la~tığ ından. bu (ilkenin dunıımıııu da açıklayabile n bu uzun gi riş i yapmaktan kaçınanıadık . Höylece. Türkiye'nin durumu , bu gene l çerçeve içinde, k endili ğ inden o rtaya ç ıkabil ecek tir.
•
ÜÇÜNCÜ SANAYİ
DEVRİl\Iİ 'N İN TEMEL KARAKTEIÜSTİKLERİ
Bu karakteristikleri belli ba~lıklar altında toplayabiliriı .
A) Teknolojilerin i>mrli hızla kısalıyor: II SD esnas ında, önemli yenil iklerin (c lustc r of iııııovations) ara~ıııda. yatı-
175
rımcıların
hatta tüketimcilcrin kendilerini adapte edebilecekleri 'maku l' süreler mevcuttu. Piyasa ekonom il erı, 'daha az anarşik' olabildiği gibi; planlarda "teknoloji tahmini" yapmak, bu tahminleri (varsayım l arı) plan bünyelerine sokabı l mek fazla hayati önem taşımıyordu. İlk planlarda, örneğin ilk Sovyet planların da, plan döneminin başlangıcı ile sonu arasında, gerek ürün gerekse üretim teknoloji leri çok büyük değişiklik göstermiyordu. Daha teknik bir deyiş l e "ürün devreleri" çok hızlı kapanmıyordu.
in .c o
m
Bunun nedenleri arasında 'teknoloji üretme tekniklerinin' yani kollektiforganize icat sürecin in yeterl i etkin li ğe e ri ş me mi ş o lmas ı yanında, tekel<.:i yap ı içindeki kapitalist korporasyonların, rekabetsiz bir ortamda, yenilikleri, isted ikleri faz ve miktarlarda pazarlayabilmeleri ve yine rekabet ortamı içinde olmamaları yüzünden teknik ilerlemeye. rekabet içindeki firmalara göre çok daha az kaynak tahsis etmelerid ir.
ol ya y
Tabii, bu kontrollu ortanıda, sosyal ist planlama, kapitalist korporasyonların yeniliklerini izleyecek, hatta onları belli sektörlerde aşab il ecek, Araştırma ve Geliştirme (A+G) faaliyetleri programlayıp uygulayabiliyordu. Teknoloji planlaması yapmak, bir yerde mümkün ve nispeten kolaydı.
w w
.s
Oysa, III SD'de, bazı ürünler (product technologies) ve onlarla birlikte, zorunlu biçimde, onları üreten teknolojiler (production ıechnologies) 6- 12 ay gibi ömürlere sahip oluyorlar. Bir çok öncü sektörde, teknik ilerlemenin yönünü ve hızını kestirmek pek güç veya imkansız . Şiddetli rekabetin yarattığı bu duruma, eski büyük tekelci firmalar dahi ayak uyduramayıp, parça l an ır ya da si linme aşamasına girerken, sosyal ist planlamaların, bu değişim hızına ayak uydurması, teknik o larak, mümkün de ğildi. Nitekim. l 960'Jara kadar, bir şeki lde , uzay yarı şı, gemi ve uçak yapımı , nükleer teknolojilerde öncü rolü oynayan Sovyetler. 1970'1crde, teknoloji yarı ş ında geri kaldılar.
Bu yarış ın en önemli göstergeleri makro ve mikro düzeydeki A+G HarcaMilli gel irler in % 3'1cri ne varan makro harcamalar yanında, firmaların , sektörlerin , yı llık sat ı ş larının , karlarının çok önemli oranlarını A+G faaliyetlerine tahsis etmeleri, teknoloji rekabetinin en önem li unsurudur. Böylece, araştırma yoğun veya teknoloji yoğun malların yer aldığı ileri teknoloji sektörleri ve firma ları doğınağa başladı. (Bu konuda Ek ve dip notlarda gerekli teknik açıklamalar yapılacak.)
w
maları-personel sayısıd ır.
İleri teknoloji sektörü ya da firmas ı, "girdileri arasında A+G sonuç larının
büyük
ağırlık kazand ı ğ ı "
imalat
alanları, organizasyonları
biçiminde
tanımlana
bileceği gibi; hasılaları (çıktıları) "çok yüksek katına-değer tc.ışıyan" sektörl er, firmalar biçiminde de tanıınlanabilir..'i Katma değerin yüksekliği A+G faaliyeti nin yoğunluğuna paralel oldu ğ undan ve burada in-;an (ara~tırıcı) fak törü ağ ırlık
176
kazandı ğ ı için ; bu in sanların, kendilerini toplayan veya muhtemelen bünyelerinde olmaları gereken bü yük firmaları dı ş lay ıp, kendi firmalarını kurarak büyüme eğilimleri kuvvetli olmaktad ır. Ürün devrelerinin kısa olmas ı , firmalara büyük ri sk getirdi ğ i gibi, teknol oji yete n eği yük sek yeni ve genç giri ş imci grup l arının, yeni bir teknoloji ile piyasaya girerek, hı zlı bir patlama yapmaları ol ağan hale gelmektedir. Bu süreci hı zl andıran ri sk sermayesi (venture capital) olanak l arı dır; genelde ise, ileri k apitalist sistemde bol miktarda bulunan tasarrunarın ucuza (düşük fai zle) ku ll anılabilınesidir. 6
ol
ya y
in .
co m
Rekabetin artmas ı diye t anımladığımı z olgunun, temel nedeni budur. Bu olgunun , büyük, tekelci firmalardaki 'kapitalist temerkü z' sürecini ne yönde etkilediğini , henüz kesinlikle bilemiyoru z. Ancak, yeni temerküz odakları ç ıkardı ğ ı ve katma değe ri (artı değer de diyebi l irsiniz) çok y ük se ltti ğ i için , genel temerkü z oranını da arttığ ı söylenebilir. Fakat, bu temerküz, l 960'1ara göre, 1990'1ar ve daha ileri sinde çok daha faz la sayıda od akl anmı ş ol acaktır. Bunu firma say ı larından ve çeşitli kriterlere ve ülkelere (bölgelere) göre 'en büyük 500- 1000 firmanın' liste deği ş iklikl erind en anlamak mümkündür. Bu d eğ i ş iklikl er, kapitalizmin yaratıcı tahrip sürecini hı zlan d ıran mı , yoksa ya vaş latan bir etki mi yaratacak, bu daha farkl ı ve şimdi ce vap vermemi z için elde kesin veri ler bulunmayan bir sorudur. Buna rağmen , bazı önemli göstergeler, büyük kapitalizmin , l 970'1erden itibaren hı z la kan k ay beııiğini aç ık bir şek i lde ortaya k oy mağa yardım ediyor.7
w
w
.s
Oysa, sosyalist sistemin (adı ne olursa olsun) kaınu üretim birimleri, II SD tipi büyük firma modellerini esas a ldı ğından , yeni firma d oğ urma özelliklerine sahip olamaz. A y rı ca , yeni g iri ş imc i grup ları n ortaya ç ıkm ası sosyolojik bakım dan hemen hemen imka n s ı z; sermaye bulına ve legal prosedürler aç ı sından çok güçtür. Zaten, IIl SD baş l an g ıc ındaki sosyal izmin ana sorunl arında n biri si budur.
B) Kolay Teknoloji Transfer
imkanlarının Azalması:
w
I ve II SD 'nin belk e mi ğ i o lan ürün ve üretim tekno loji leri, genelde metal i ş leyen (metal working; metal fa bricating) türünd edir. Daha önce kullanıld ı m ı , bilemiyorum . fakat, bu tü r tekn olojil eri . "mak ro teknolojiler" di ye adlandırmak isti yorum. Makro teknoloji, insan güzünün k o l a y lıkla a l g ıl ay ı p tanıml ayabilece ğ i boyutlarda, büyüklüklerde ürün ler, nıakinal ar ve sistemlerdir. Eğer, klasik ınetallürji , döküm tekn oloj isi ve bunun tarih sel türevi sayacağımı z takım tezgahları bir ekonomiye g irmi ~se, o tarihe kadar bilinen ürünleri ve makinaları , tabi i makina yapan ma kin a l a rı 'kopya etmek' veya legal ill ega l yollardan transfer etmek mümkündür. Hatta, ekonomide melal üreten baz sanayiler o l ~asa bile, günümüzde üretimi çok bo llaş mı ~ olan metallerin, özellikle de mir-çe l i ğ in it-
177
hali yoluy la tüm deği ştirilebilir parçaları (mikro mekanik hariç) bir ekonomide üretmek ve /veya monte etmek, orta düzey bir mühendislik, teknisyenlik düzeyi gerektirir. İşte bu teknolojik yap ı hem sosyalist iktisadi planlamasının hem de kalkın
Ağır
m
ma çağının geç takipçilerinin, kalkınma-sa nayileşme "paradigma"larını biçimlendirmiştir. Gerek, Stalini st GOSPLAN ' ın gerekse kapitalist mü lki yet sistemi içind~ kalkınmağa çal ı şan az ge li şmi~ ekonomi lerin bir tlirlü deği ştiremedikleri bu ikame edilmez PARADİGMA, ağır sanayi yani demir-çel ik ve makina yapan makinalar sektörü kurmak; daha çok demir-çelik, makina üretmek "tutkusu"dur. bazı,
sanayi
ya yi
n.
yarışmak, on l arın kalkınmalarını
co
l 930'1ar, SO'ler ve hatta 60'1arda, ileri kapitalist sanayi ler"tekrar" etmek (replika) için ideal bir kulvar sayı lsa bile, bu klasik sanayileşme paradigması, 1970'1erde hızla y ıkılmağa; tabiri caizse, "mikro teknolojilerin" egemen li ği yayılmağa başladı. Mikro teknoloji gözle kolaylıkla görülüp, algılanamayan; üründen hareket edil ip taklit edi lemeyen ve çok kez de 'madde' (hardware) değil, bir program, bir bilgi (software) niteliğindedir. Mikroişl e mciler ve benzeri devre e lemanları gibi çok bilinen örneklerin de ötesinde, eski sanay i devrimlerinden beri bi linen pek çok ürünün de, ileri derecede "minyatürizasyonu ", mikro teknolojiler çerçevesine soku labilir. le
İlk Petrol Krizinden sonra yoğunlaşan eneıji tasarruf çabalarını, enerjiy i ve
metalleri daha ucuz, 'yen ilenebilir' ve hat:if olanlarıyla ikame süreçlerini de minyatürizasyon çerçevesine almamı z yan lı ş olmayacakt ı r. Tabii ki , bu yeni sanayileşme biçiminde hatta karşı sanay il eşme tav ırl arın ın altında, sadece petrol kri zleri değil, çevre hassasiyetin in yayg ınl aşması ve ağırlık kazanmas ı da yatmaktadır. Böylece, etrafı kirleten, demir-çeli k öğüten ağır sanayi paradigmas ı nın yerini, etra fı kirletmeyen, çok az madde ve enerji tüketen, katına değerleri çok yüksek, 'temiz' mikro sanayiler almağa başladı. Sanayideki "yapısa l değ i ş me" dediğimiz olay budur.
w
w
.s
ol
ağır
w
C) Modern Sanayi İçinde İkili (Dual) Bir Teknik Üretim Biçiminin (Technical Mode Of Production) Ortaya Çıkması: Modern sanayinin yeni bir s ınınanıası (taxaııomy) yapılabi lirse teknik üretim biçimlerini (technical modes of production) iki büyük kategoriye ayırabili rız:
a) İleri Fordizın;; homojen malların, ilkel ROBOTLARLA kitlese l üretimi. Bu il SD tipi üretim biçiminde, üretimi gcrçek l e~ıiren direkt i şç ili ğin hemen tamamı ile kontrol ve destek hizmetleri nden çoğu rnakinalar-robotlar tarafından ikame edi lmiştir. Bazı öncü tesi slerde, rnakinaların bakım ve onarımın ı yapan
178
robotlar denennıeğe başlanmı ş tır. Bu. " makinaların makinalar tarafından üretilmesi " döneminin .ilk aşaması olabilir. Ama, henüz. böyle bir döneme giri ldi ğ ini söylemek mümkün değildir; sadece, 'intl exible', değiştiril ebilir parça üretiminin teknik sın ırlarına varı ldı ğı söy lenebilir.
co m
b)Beklenen devrim ya da sanayideki yeni teknik üretim biçimi "Esnek Üretim Sistemleri" (FMS) ve "B ilgisayarla Tümleş ik İmalat" (CiM) diye ad l andırı lan yeni düzenler içinden ç ıka caktır. Artık , akıllı robotlar, çok çeşitli parçaları, talep üzerine, mamul stoksu z üretme imkanına kavuşmaktadır. Bu üretim biçimi de, henüz yayg ınlı ğa kavuşmam ı ştı r; ilk aşamas ını yaşamaktad ır. Esnek (flexible) üretim biçimi , 21. yy. baş larında hakim üreti m tekniği haline gelebilecek mi? Eski band sistemi ile esnek sistem ne gibi 'hybrid'ler doğu racaktır? Nihai aşamada robot ların robotları çizip, üreteceğ i ve sanayin in bir 'hizmet sektörü'ne dönü şeceği , "sanayi-ötesi toplum" a u l aşılabilecek mi ? soruların cevap ları
.s
ol y
ay i
n.
'futuristik ' olsa bile, ş imdiden görünen, ileri teknoloji dallarında, hı zla, küçük ölçekli, es n~k. çok yüksek düzeyde teknik elemanlarla çalı şan üretim birimlerinin yay g ınlaşmas ıdır. Biz, ş imdilik. bu üretim birimlerini , tarihsel bir allegori olarak YEN İ MANÜFAKTÜR diye adlandırmak istiyoru z. Y eni manüfaktür, elektronik ve i l et i ş imin tüm da ll arında, biyotek ve kısmen de metal i ş leme sanayilerinde yaygın örnekler sergiliyor. Örneğin. mikroişlemcileri ve diğer elemanları kullanarak , küçük ve dinamik bilgi "grupları", sonsuz ihtimaller içeri sinde. her sektör ve ( uyarı l mı ş ve u yarılmamı ş) tüm ki ş i sel taleplere cevap verecek yeni ürünler. si-;tcmlcr, üretim tek nolojileri , program, kavram ve yapay diller üreteb ı lm e ktedirler. Bu
w
w w
M evcut teknoloji dü zeyinde (:-,tate of the arıs), bilgi grup l arının kullanıldığ ı parçal ar (DEM), hala. inflexibk-kitle üretimi ile imal edilmekte, ancak, bu komponentl erin ürün devreleri (teknolojik ömürl eri) çok kı sa o l d uğundan ve aynı zamanda, ürün ve üretim teknolojil eri. gencide sen kroni zc d ı::ğ i ştiği nden, inflexible-kitle üretim s i ste ınlcrini , kısa aralıklarla "yeni lemek" , yeniden yatırım gerekmektedir. Yeni manüfaktür, eldeki malzeme ile, yeni 'mimariler' yapma yol una g itse bile, giderek sık la şa n an.ılıklarla öze l ya pım (cu~tom made) chiplere ihti yaç duymaktadır. Kitle üretiminde, kı sa ürün devrelerinin getirdiğ i yeni y atırım maliyetlerine rağmen. ürün fi yatları (kal itenin çok ilerl emesine göre) hı z la dü ~ mektedir. Oysa, aynı durum özel yapım elemanlar içi n söz konu su deği ldir. Şimdi, bu sta ndart el ema nların fkxibl e tarzda üretimi gündemi i şga l ediyor; ku şku suz, bu noktada da belli bir esnek lik elde edilecektir. Eski, 18. yy. manüfaktürü. bir ürünün bütlin parça larını, bi r kaç yardımcı
179
kalfa ve ç ırakla gerçekleştiren geleneksel e l za n aatından, biraz ilerde, belli bir iş bölümünü içe ren atölye i m alat ıd ır. Klasik örneği, A. Smith'in ünlü 'pin factory'sidir. Bir silah ima l atçıs ı , araba yap ımc ı s ı neyse, yeni manüfaktür de, ileri teknoloj ide 'usta' grupl arın belli bi r i şbö lüm ü-u z manlık düzeyindeki işbirliğiyle, standart-kitle mal ve hizmetlerinin ötesinde, özel veya 'özelleştirilm i ş ' imalata yönelmeleridir. İleri teknolojinin bu yeni atölyeleri, mal (hardware) den daha çok da, hi zmet ya da bilgi üretimine (software); A+G faali yet ve ürün lerine doğru yol al maktad ır. bu küçük , dinamik 'bilg i' üretim grupları ya büüretim siste mlerinden , sı kılarak tatmin olmayarak ayrı l mış ya da çok mobil sosyal ortamlarda hızla bir araya gel ip-dağılmaya mütemayil, çok yetenekli, eğit im ve yaratıc ılı ğ ı en üst düzeylerdeki insan lardan olu şur. Doğaldır ki, bu insanlar gerek i şlerinde gerekse sosyal hayatlarında, hiç bir şekildey, katı hiyerarşik yap ıların içinde bulunamazlar; böyle yap ıl arda ka lmağa zorl anırl arsa, en azından yaratıcılıklarını yitirip, asosyal hale gelirler. Başka türlü söylenirse, zaten, böy le yapıl ard a, yaratıcı lık ve hareketl ili k de ortaya çıkamaz. ve
i şlev l eri gereği,
m
Tanımı
in .c o
yük- monoton-katı
.s
ol ya y
Marksist-sosyalist modellerin bazın ı oluşturan, sanayi ve tarımdaki "kol emekçisi" bu süreç içi nde, giderek önemini yitiriyor. Marksist teorideki boşluk lar, sendikal hareketlerdeki zaaflar, 'model'deki temel e lemanın , denklemlerden ç ıkmas ınd an kaynaklanı yor. Çalışma saat le ri ve saat ücret leri hala bir ölçü birimi olmak la birlikte. bu ölçü lerin kullanıldığ ı üretim al anları giderek azal ıyor; artık, bilgi-beceri ve yaratıcıl ıktan o luşan ölçü tler ücret bel irlemesinde kullanıl maya baş lı yor.8
w
w w
Bu gruplar, sadece, bir şi rketin veya çalışma ortamının gerektirdiği asgari bir örgüt yap ı s ı içinde, mümkün olduğu kadar 'informel' işbirliğiyle, kendi işl e rini ve gelirlerini kendileri tanımlayarak, kendi k oydukları kurallar çerçevesinde ça lı şı rl ar. Kısa zamanda çok verim li o l ma l arına rağnıeq, liderlik, ve yarat ı c ı lık mücadelesi nedeniy le istikrars ı zl ık, yeni yap ılanma sancıla rı bir özellik halini al ı r. Kendini sürek li yeni leyen, doğuran bu dinam ik yapıda, yönetim ve ça lı şmaya, en geni ş anlamda 'doğrudan demokrasi'; davranı ş ve düşünceye 'liberallik' hakimdir. Sürekli talep uyaran , yenilikler peşinde koşan, eski talepleri yeni mal ve hizmetlerle karşıl amağa çalışan bu küçük üretim birimlerinin planlanıak programlamak , 19. yy. kapita lizminin küçük üreticilerini 'gütmek'ten daha güçtür. Büyük tröstler, büyük ve az say ı da üretim birimlerini gütmeğe yönelik sosyalist merkezi planlarla (corporate plan ning) planların, bu koşu l lar altında, III SD aşamasında devre d ı ş ı kalıp , etkinliŞini y itirnıe!) i çok doğal d ı r. Çünkü. çok say ıda (ato nı istik) üretim birimlerini tanımlamak ve yakalamak, idareci ve hatta
180
istatistikçi için bile büyük güçlükler ta~ır. Bilinen plan lama ve programlama teknikleriyle bu i şleri sürdürmek mümkün görünmüyor. Belki, süperbilgisayarlara dayanan ultra-modern yeni yöntemler ortaya çıkarsa, konu yen iden gü ndeme gelebilir ; ama, bir Gosplan için, burası denizin bittiği yerdir.
n. co
m
IlI SD'nin, 'devrim' sayılacak en önemli etki leri gerek sosyalizmin gerekse Büyük Kapitalizmin üst yap ıl arı , siyasi ve sosyal kurumları üzeri nde görülecektir; hatta, sosyalist si stemin bütünü düşünülürse, hızla görü lmeğe de başlan mı ştır. Belki, Marksist modellerdeki, alt yapının üst yapıyı zorlamas ı değiştirmes i olgusu ve bunun insan hayatı içindeki somut örneği , yine sosyalist ekonomi lcrldc, son ay larda yaşan an ve yaşa nacak olan deneyimlerd ir.
ÜÇÜNCÜ SANAYİ DEVRİMİNİN ETKİLERİ
ya
yi
Bugünkü veri ler ve deneyimler karşısında, III SD'nin, önce sosyal ist planlama sistemlerin i etk il emesi, sarsmas ı, tarihsel ve (sosyolojik) açıdan kaçınıl maz ve mantıki görünüyor. Çünkü , hareketsiz (statik) kantitatif hedenere ulaş mak için 'kurulmu ş' katı bir ekonomi ve toplum mekanizmasının, bu kadar karmaşık hatta anarşik süreç lerle u yuşmas ı ; onu kontrol a ltına alması beklenemez.
w
.s ol
Sosyal ist dünya i le Türkiye'nin de içinde b ulu nduğu bir grup ka lkın makta olan ülke, III SD'n in get ird i ği yeni koşu ll arı ve yapı deği ş ikliklerini anl amak ta ve adapte olmakt..ı büyük güçlük çektiler. B unun en güzel örneklerinde n birini Romanya vermi ştir. Roınanya'da sosyalist rejim yıkıldıktan sonra. Ulusal Kurtul u ş Komitesi'nde yer alan , eski rejimin de önemli şahsi yet lerinde n ve ülkenin önde gelen entell ek tüellcrinden, eski komüni st Si lviu B ru can, Financial Times'dc, 29 Aralık l 989'da çıkan uzun röportajın ın bir yerinde şunl arı -;öy hiyor:
w
w
"Sanay i alanında önü müz.deki yı ll ar çok güç geçece k. On y ıl d ı r hiç bir yc ıı i teknoloji ithal etmedik. Çavu ~c-. ku ' nun. Sanayi Dı!vr i ıııi ' n i n u\·uncii .ı ~ ı ııı •, ııı.ı karşı -bi lgi sayarlara, il eti ~ime- in aııı lma1. b ı r cl i.ı~ınanlı ğ ı vardı. Pi ı n d a btı . ·,a ilgil i hiç bir şey yoktu ; 2010 y ılın · ı 1'.aJar oları p l.ııı da bi lgi.,ayar un'\ ' CL' K h ı ı tane bile tesis bulunmuyordu. Bu b ı r -t/. ~L· l i ~mi ~l ıh. \tratcj i '>i } d ı. Ç<t\ u ~~· , l.. u' ıı ı ı ıı. l 970'lcrdeki po l itikas ındaki akıhl/. lı l-. , tak ı nı tL' zgah.Jarı ih ra~ L'tnı ·kk Ro ıı ı . 111 ya' n ın ge li ~mı ~ hir ekonomi ol acağ ını fa rı.e tme~ ı y d i . Uretile n ıal-. 1111 1vı •, 'ı ! . u ı ııın çe~ itlcri en a7 Fransa'clal<. i 1'.adar çol<.. ıu Bunları n Lıl itc~ i 1970 lcrth: nı -.. ı'~h.: n yüksekti ; fakat. takım tezga hları -;dtori.ı , -..on ) ı ll arda ço~ gen Lıl dı ~ l • ' L gisayarı -;ektöre soka m ad ı ( no conıpu te rı nıı io ıı ) ." Acaba. Çav u ~es ku , i 'te~cydi , R o ma n ya' y ı h ılg1".t ~.ır \·l~ına -..ol-. ı h?lı · •ıı• \ di? Sos yo-cl-. ono nıik y ap ı buna nı i.l\a ı t ııı ı v d i? Huna bi ra1. •krtk ı.:ııı. ı-.. ·'
.....
ı
Ancak, kısaca bir ön kanaat ifade etmek gerekirse~ Romanya'nın yapısında bir 'kompüterizasyon' mümkün görünmüyor; sebeplerine de geleceğiz. Oysa, Pasi fik'in Batı kıyısındaki küçük dragonlar (G. Kore, Tayvan , HongKong, Singapur), yeni cJurumu sezip, buna kolaylıkla adapte oldu lar. On ları bu yola sevkeden ve adaptasyonu mümkün kılan sosyo-ekonomik koşulları şöy le sıralıyabiliriz:
I) Bu ülkelerin örnek ald ı kları ekonomik model (sanayi l eşme paradi gması ), siyasi ve iktisadi e tkil eş iml er nedeniyle ABD ve Japonya'dır. Oysa, bu bölge dışınd a kalan ülkelerde, Türkiye'yi de bu kategoriye sokabiliyoru z, ( bilinç altında) Avrupa'nın klasik ka lkınma süreçleri ile Sovyet planlarının karı ş ı mı bir 'ağır sanayileşme paradig mas ı' hakim olduğundan, lI SD'nin çekim alanından kurtulmaları ve 'uzay'a çıkmaları hiç kolay deği ldir.
co m
yakın
.s
ol y
ay i
n.
H ) Pasifik dragonlarının tarihlerinden ( l 930'1ar ve /veya 1950'1er) miras aldıkları bir ağ ır sanayi miras ı ve ideolojileri mevcut değildir. Çünkü, hepsi sanay ilerini, l 960'1arda. modern sanayi lq mc paradigmaları oluşurken kurdu lar. Kı ta Çin'inden yenilip kaçarak. 1950'1crdc Tayvan'a yerleşen Konıingtang, büyük bir kıtada olmadığını bilerek, kendi içinde, ağır sanayi ideolojisini kolayca tasfiye etti . Tamamen bir y ıkıntının (tabu la rasa) üzerine, sil baştan in şa edilen G. K ore sanayinin , l 967'de Süveyş Kanalı 'nın kapanmas ıy la doğan süper tanker boom'undan pay almak için , demir-çelik sektörü bazında değil fakat, çok ileri bir inşa teknolojisi bazında, gemi yapımına g irişmesi, bir ağır sanayileşme program ından ziyade, talebe cevap veren esnek-modern sanayileşme stratejisinin , yeni sanayi paradigmas ının bir örneğ i sayılmalıdır.
w
w w
III) Yine bu ülkelerin tarihlerinden miras aldıkları, kili se feodalizm vb. katı sosyal yapılar da mevcut o lmamı ş tır. Cumhuriyetçi bir dünya görüşüne sahip Komingtang' ın küçük buıjuva kadro l arı, eski Fonnoza, yen i Tayvan adasının, basit köylü , sosyal yapı s ını kı sa zamanda çözüp, ekonom iye hakim oldular. G. Kore ise, kendi feodalizmini-h.öylü ekonomi si nin temellerini , l 900'1erdc, Japon hakimiyeti esnas ında tasfi ye etmeyi başarmı ştı. Kore Savaş l arı ( 1950-3) ise geride kalan sosyal y apıları y ıkarak , Güney Kore'yi, çoğunluğu mülksüz ve göçmenlerden oluşan bir 'lumpen' y ı ğ ını haline get irmi ştir. Böylece, yen i ekonomik deneylerin yapılması için ideal bir ortam yaratılmı ştır. (Acaba, il Dünyc.ı Savaşı 'ndan sonra ortaya çıkan ekonomik mucizelerde yani Almanya ve Japonya'da. tüm eski sosyal ve ekonomik yapıların y ıkılmasın ın önemli bir rolü yok mu?) Hong-Kong ve Singapur ise, 19. yy. d.ın.. itibaren, şe hir yapıları halinde geliş miştir.
IV) Okuma-yazma yaygınlığı, ileri düzey ve kalitede teknik öğretimin ~u rumlaşmas ı.
182
Bu noktada, ilgi çek ici bir 'paraclox', Sovyetler ve Doğu Avrupa'nın bazı ülkelerinden eği tim i n yayg ınlığ ı ve kalitesi bakımından çok daha ilerde o lmasına ve hatta daha büyük bi r 'paradox" gibi görünen, Sovyetler'in, l 950'ler ve 60'1arda, uzay, nükleer teknoloji, yakıt ve metalürji a lanl arındaki öncülüklerine rağme n, l 970'1erde, bilim-teknoloji ve A+G sonuçlarınd a, geride kalmalarıdır.
co m
Tarihsel olarak, böyle bir olgu, 18. yy. da, bilim ve felsefe alanında, İngil tere ile aynı düzeyde ve hatta bazı alanlarda daha ileri olan Batı Avrupa'nın, teknik imk anl arı içinde olmasına rağmen, İlk Sanayi Devrimini gerçek leştire memesidir. Gerçi, SD'ni hazırlayan pek çok faktörden sadece birisi, bilim ve teknoloji düzeyidir. Üste lik , SD'nin il k aşamasındaki mekan ik icatlarla, "yüksek" bilimin bugünkü teknolojik devrimler gibi, olmazsa olmaz. sine qua non, organik bir ili şki de gözlenemez. Yine de bazı yazarl ar, bu aşamada dahi bilim ve teknoloji düzeyleri arasında yakın ili şk iler bulmaya devanı ed iyorlar.
Büyük Petro'dan ( 18. yy. başı ) beri , tepeden inme, Batılaşma sürecinin , zorlama yöntem iy le get ireceği teknoloj ilerin sı nırlarına. 1970'1erde geldiği; çünkü, disiplinli, sabit hedefli, kat ı kurallar dünyasının; oynak hedefli (moving target), esnek, hemen hemen anarşik bir ortamda , hiç hir yere oy nama imkan ve cesareti (motivasyon) bulamad ı ğ ı , ekonomiden ziyade, so-;yolojik bir olgu olarak ortadadır. (Oynak hedef, çok kısa zamanda ortaya ç ı kan duru mlara göre kaynak tahsisleri yapabilmek, yatırımları, normal teknolojik ömürkri bitmeden, kolaylıkla 'omsolcte' sayıp, silebilmek (scrape out) anlamında; belli bir anda, bir çok alternatif hedefin bir arada bulunması ve/veya yeni hı.!dcfl er üretilebi lmesi olanağ ıd ır).
w
w w
Rusya'nın.
.s
ol y
ay i
n.
Sovyet teknolojisinin geri kalmasında, teknolojileri yayacak (diffusion of innovation) ve yayarken, ge ni ş l ete rek üretecek piyasa mekanizma l arının, girişimc ilerin bulunmaması ileri sürülse bile, bu ela tek başına, bir iktisadi-sosyal sistemi n, teknolojide çok üst noktalara ulaş ı p. geri dönmes ini yeterince açıkla mıyor. Daha da ötesi, bugün, piyasa mekanizmaları ve g iri şimc ile r yaratmak için açılan kap ıl ardan yeteri kadar insan geçmemesi. O layın kökenleri, 70 yıl ık Sovyet tarihinin getirmeğe çal ı şt ı ğı (ve anlaşılan, bir türlü get iremed i ği) insan tipinden mi, yoksa, Sovyetler'in uzun Rus tarihinden devra l d ıkl arı geleneksel insan tipidne mi kaynakl an ı yor? Bi r anlamda, Kari Wittfogcl'in "Oriyental Despotizm" tezlere, yeniden gündeme ıni geli yor?
Olgunluk çağındaki geleneksel tekelci kapitalizmin referan!'> noktaları yani sabit kurlar, Keynesian iktisat (talep) yöne timi ve ıt::I-. hir aııa (key currency) paraya bağımlılık ; l 970' 1crde. yerin i. oy nak kurlu. oyna!.. h ~d~·fl ı ; ın,ır~ ı !.. bir yapı ya terkediyor. Bu yeni 'veril er' sosya lizmi cıki kdi _li kad.ı r ıd, l·ki kapi tali zmi de, uzun dönemde nasıl etkiler? Yukarıd.ı a~·ı!..lanug a çal ı~ıı ğ ım ı / g ıbi , tt.:keki
183
firmanın 'corporate planning'i ile sosyalizm in merkezi planlaması aras ınd a büyük nitelik farkları görülmüyor. Kaynak tahsisleri, oynak paralarla, global bir ekonomide nasıl o lacakt ır? Bu faktörler global istikrarsızlığa ne ölçüde yol açacaktır?
co m
Piyasa sisteminde nazım (regülatör) rolü oynayan global tekellerl e (çok uluslu firmalar, ulu slar-ötesi firmalar), geleneksel bankalar sistemi, devletler, elini eteğini ekonomiden ·çektikçe, giderek güç kazanan anarşik yap ı yı nas ıl "tanzim" edebi leceklerd ir? Bankalar, global borç yükü, 'off shore banking" rekabeti ve para sermaye piyasalarının, il etiş im teknolojisindeki ilerlemelerle artan dengesizlikleri nedeniy le büyük bir risk içinde bulunuyorlar. Tekelci, büyük firmalar ise, III SD'nin getird i ğ i yeni koşu ll ar ve dinam ik ortam karşısında, dağ ılıp- parçalanma; yok olma veya maliyeti çok yüksek yeniden yap ıl anma, alternatifleri k arşı sındadı rlar. olma-yeniden yap ılan ma altern atifleri ile karş ılaşan bir başka da, klasik kapitalizmin siyasi üst yapısını oluşturan temsili demokrasiler ve bunların parlemento sistemleridir. Doğu 'da çözü len sosyalist sistemler, can havliy le, bu arkaik sistemle re can simi~I ! olar~k sarı lııken , bu sistem ler kendi içlerinde, özellikle, az geli ş mi ş piyasa ekonom ilerinde büyük bir yaşama savaşı veriyorlar; t ıpkı , katı sosyalist yapı l ardaki gibi, 'Yeni Cesur Dünya'n ı n9 ihtiyaçl arın a cevap verecek nitelikte görün müyo rl ar.
in .
Dağ ılma-yok
ya y
yapı
w
w
w
.s
ol
Az ge lişmi ş yapılarda, temsili demokrasinin, köylülüğü yen iden ve gen iş le terek üreten bir i ş lev gördü ğü artık iyice anlaşılmış durumdadır. Bu az ge li ş mi ş demokrasilerde, siyas i ü st-yc.İpı ile ekonomik hayatın etkileş imini dü şü n düğü müzde, kırd a ve kentte her türl ü disiplini yi tirmi ş topl umların , değil III SD, İkinc i Sanayi Devrimi 'nin 'optimal' s ın ırl a rına bile ulaşmaları mümkün görü lmüyor. İleri sanay i topluml arı dü şünce ve siyasettek i li beral ortamların a, bazı dönemlerde 'repressive' nitelikte rejimlerin sağ l ad ı ğı çalışma disiplini ile ulaş mı ş l ard ı r. Ancak, gün ümüzde, il et iş im teknolojilerinin, 'mass media' araçlarının yaygınlığ ı karşı s ın da, dünya yüzü nde, sadece bir kaç baskıc ı rejim örneği yaşa maktadır; on l arın da modern i l eti şim teknolojilerinin global etkisine daha fazla dayanacakları tahmin edilmiyor. Demokrasileri ve sosyal ist sistemi, III SD'nin yarattığ ı büyük il eti ş im devriminin etkileri aç ı s ınd an , ay rı ca düşünmek zorund ayız. Çünkü, III SD'nin, toplumlar üzerindeki en büyük global etki si il et işim alanındaki e l eıronik araçla<sistemler yoluyla gerçekl eşmekted ir . Dünya borsal arı nda n kültürlere, siyasi dü şüncelerden günlük hayat-davranış biç im lerine değ in , uydu kanOAll arı, fax cihazları, bilgisayar ağları, oyunları , TV, video vb. yüzlerce araç-sistem, en uzak köşeleri , en küçük toplumları dahi etki si altına alan 'sosyal bir elektromanyetik
184
alan'
yaratmı ştır.
MİLLİ DEVLETTEN MAHALLİ DEVLETE
.c om
Bu alan içinde, siyasi s ınırlar, korumaya alınmış rej im bölgeleri, teoride ve uygulamada, giderek anlaml arını y itiriyorlar. Teknoloji, özellikle, iletişim ve ulaşım teknoloji leri hiç bir doğal veya yapay sın ır tanımıyor; insanlar, ye ni teknolojilerin her türlü ürünleri ve yeni düş ünceler, zevkler, tatlar, sesler daha büyük ölçeklerde ve süratlerde hareket ediyor. 'Dünya küçülüyor' diye kli şe leştiri len olgunun temelinde bu geliş mel er yatıyor.
in
Milli devletin tanımını yapmak ne kadar kolaysa, en azından tarih ve mevcut kavram set lerine dayanarak 4-5 yy. tık bir olguyu belirlemek mümkünse de, şimd i ileri süreceğimiz oluşum halindeki " mahalli devlet" i tanımlamak, yeni bir kavram seti gerektirdiğinden oldukça ri skli bir i ş olac aktır. Risklerden biri si, cari vokabüler içinde, mevcut bir terime yeni bir anlam yüklemek le ilgilidir.
.s
ol
ya y
Mahalli idare (local administration, local government), terimleri , belediyelerden (kent idaresi) il idarelerine değ in bir çok mahalli birimi kapsayan tarihi bir kategoridir. ABD yapı s ındaki federe eyaletler (states) de y ine tarihi ve bi linen bir kategoriyi o lu şturuyor. Ancak, şı mdi ileri sü rdü ğümü z, mahalli devlet (loca! state) kavramı, son gel i şme ler karş ıs ında , bağ ıms ı z (sove reign) milli devlet kavramı ile mahalli idare aras ında, kimi temel unsurlarını kay bet miş milli devlet ile etnik veya coğrafi temelde, yeniden tahditli biçimde, milli devlet modeli çerçevesinde kendini formüle etmi ş bir siyasi birimdir.
w
w
w
Dünya siyaseti, iki kutuplu modelden hı zla ayrılıp, 19. yy.ı n Milletler Soru nuna U dönü şü yaparken; iktisadi yap ı da, baş ka bir boyutta geçen yüzyı lın kapitalizmine geç iş halinde deni lebili r. U lu s lararas ı i şç i hareketinin birli ğ i ve güçlü yerini sermayenin g l obal i zasyorıuna bırakı yor. Sovyet yönetimi, bi r zaman makinas ı gibi zamanı durdurmu ş, hakim oldu ğu bölgelerde, Milletler Sorununu bu zdolabına koy mu ştur. Sovyet sisteminin zay ıflay ı p, çözülmes iyle birlikte, Milletler Sorunu, kendi si nden ayrılması mümkün olmayan Din Sorunlarıyla birlikte 'tarihin derin dondurucusundan' gün ı ş ı ğın a ç ı kı yo r. Sovyet deney i, bu şe kilde, Milletler Sorununu çöz müş deği l , eı1c lenı i ş oluyor. Tarihsel olarak dondurulduğu yerde, ' ı sınarak' can lanan Milletler ve Dinler Sorununun, zaten 's ıcak uykuda' kaldı ğı yerlerde ortaya ç ıkmas ı çok daha kolay ve doğaldır. Türkiye'den K anada'ya değ in bu sürecin en acılı biçimde yaşanacağı söy lenebi lir. Almanya ve Japonya'nı;ı, iktisadi süper güçlerini siyasi süper güç haline 19. yy. ın oynak-çok kuıuplu modeline dönü~ün başl an g ıc ı olabilir. Avrupa Toplulu ğ u çerçevesinde, 12 Eyaletli k bir Avrupa B irl eş ik Devlet-
dönü ştiirmel eri,
185
!eri modelinin şimdilik 100 yıl i leriye atıldığı; yeniden bir Alman-Fransız veya Alman-İngiliz (ve ABD) sorunu ortaya çıkabileceği gibi ; "Atlantik'den Urallar'a" bir Avrupa Evi'nin gerçekleşebileceği de söy lenebilir. Ancak, Türkiye'nin bugünkü yapısıy l a ne Avrupa Toplu l uğu ' nda ne de tasarlanan bir Avrupa Evi'nde yeri mevcuttur.
TÜRKİYE
co m
İ k t isadi yap ı y l a siyasi-sosyal yapı l arın birbirini organik biçimde etki lediği bir dünyada, III. Teknoloji Devrimi yaşan ı rke n, Tü rkiye nerede olacak ve ne yapacaktır?
Türkiye, yarım yüzy ıl d ı r benimsediği ikti sadi-siyasi 'paradi gma' ların y ıkıl gördükçe, yeni dünya modelleri, iktisadi , sosyal ve siyasi yeni sosyal buluş lar üretmek yerine, büyük bir ürküntüy le içine kapanmakta, eski paradigmalarına sarılmaktadır. Zaten, esk i paradigmalar, başka paradigma üretmesine gerek ve I veya imkan vermeyen, dı~ dünyadan ithal ed ilmiş dogmalardır. Bir zamanlar, Batı'ya gönderdiği kendi köy lülerinin bir Avrupa kentinde duyduğu ya l nızlık, korku ve gü ven s i z li ği, bir toplum olarak ulus lararas ı camiada, şimd i kendi si yaşamaktadır.
ya y
in .
dığını
ğild i r.
.s
ol
Korkan her canlı organizma gibi, ülkenin tüm siyasi katman l arı ve yönetimi, tepkiyle daha 'paranoid', daha baskıcı hale gelmekte, bütün dış temas noktaları n ı kapamaya, denetlemeye çal ı şmak tadır. Döviz kazanmak için, dış ticaret ve turizme açı l mak bu gerçeği değiştirmez. İ spanya da, Franko döneminde, d ı ş ticaret ve turizm alanında büyük ba~arılar elde etmi şti; bu bir aç ıklık kriteri de-
w
w
w
İçe kapanma ve baskı eği limi iç ve dış sorunlar arttıkça daha güçlenecekt ir. T ablo budur. Bu tablo ise, dünyan ı n gevşed i ğ i , katı polis rejimlerinin bik yerini demokratik forumlara bıraktığı bir dünyada tamamen çağ dış ı dır. Çağa ters gidiş de içine kapanmı ş bir toplumda kolay hissed ilmez.
Bu
çıkmazda n ,
bell i bir
iktidarı
veya mevcut
iktidarı
soru mlu tutmak da
yan l ışt ı r; en azından , y ukarıda yaptı ğımı z analize ters düşer. İktidarı, muhalefeti
ve yaşadığ ı darbeleriyle, Türkiye'nin yönetimi, kendi siyasi-sosya l sisteminin bir ürünüdür. Mu halefet ve iktidar gruplarının dı ~ dünyaya ve ülkenin ana sorunlarına temel bakı şla rındaki birlik ve yeni model üretmedeki kısırlıkları bunu kan ı tlamaktadır.
Bu siyasi-sosyal yap ı nasıl deği ş i r? Bu bir iktisatç ı a l anı değildir. Yukarı daki tespitlerimizi de, iktisadi yap ıyı, yeni üretim modelini ilg ile ndirdiği için yapmış bulunuyoruz. Bizim burada belirteceğimiz tek ve nihai nok ta, Türki-
186
ye'nin, siyasi-sosyal yap ı sını çağdaş hale getirmedikçe, bi lgi üreten , ötesi yapıya geç meğe hazır bir toplum , bir ekonomi ol amıyacağı dır.
sanayı
Nisan 1990 Ankara
1 1
1
NOTLAR 1
2. "Hakim
a1:ınlık" kavramı
içindt.: hkz.
Arııold
J. Toynhee.
305. 3. Francis 4.
Yalçın
Fukuyanıa .
Küçük. Sovyctl cr
Bi rli ğinde
Sosyal izmin
ı\
Kuruluıju ,
Study of History. Vol. 12.
ll aziran
Y ay ı nt.:vi.
1
ay i
ol y
.s
w w
Bu gelişmelerde. ileri sa ıınyi ekon o nıikriııin sermaye holluğunu. parlak teknoloj ik yeni liklere veya hu yenilikleri gerçekleştirecek pot ans ı yelc -.ahip genç ve küçuk girişimcilere kolaylıkla akıa rahilccck rck çok kaynak aktarını (kredi) yiin t eıııinin hüyük rolii va rdır . Bu yöntemlerden hiri venturt.: capital'dir
w
7. Fortunc. April 23. 1990 sayısında. ABl)'ni n eıı büyük 500 sanayi firma.~ı hakkındaki survcy ile ilgili olarak ilk 500'e girt.:ıı lirıııaların son 30 y ıldaki pafornıansları da ele a lınnı ı ş. Bunu göre: Satışlar. suhit liyatlarla. 1959-69 ara~ında % 91.7: 1969-79 ara s ı nda ';f 54.9 arııııı~ken 1979-89 arası % 7.1 artını ~t ır . Karlar ise, 3,6 aza lm ıljtır. düşnıü~
aynı sı ray l a
'7c 75,2; % 51,3 arturkcıı, geçtiği miz oııyı ld:ı, sahil fiyat larla % Yine l 980'de. 500 lcrin istihdam hacıııi 100 kahul cd ilir~e. l 989'th.ı hu 80 in al tına
bulunuyor. Oysa. ABD imalat sekliirü toplam
tekrar 1980
isıihd<11111.
1984'dc 90 a
düı.cyiııe yakla~ıııı~tır. Firmaların boı\lanıııa oranları
düşakeıı .
da (leveragt'
nııio)
1
1
6. Fortunç ya da Businessweek dergile rini n son yıllardaki herhangi hir suyıs ı nda genç giri~iııı ci lerin başarıları y la ilgili sonsuz nıal 1.eıııe hulm,ık mümkün. Ö1.ellikle. enformasyon teknoloj ileri. bilgisayarlar ve sof'ıware a l anlarında. büyük firmulardan ayrı[an. kendi lirrrnılarını kuran çok sayı du gi rişimcin i n hayat hikuyekri. örnek olaylar haliııdt.:. il 1 sn aşamas ındaki yeni knpitaliı. min tanını ve tahlilini yapacak araştı rn.:ıları beklemektedir.
Senııayesi'.
1
1987. s.
5. ileri teknoloji (high tt.:dı) veya daha teknik il"adt.:si ile teknoloj i-yoğ un Linin ya da ~ek t <.ıık rini, OECD. kaınıu değerlerinin. en aı '7r 2.36 oranında /\+G lıarcınıa~ı yapılan ürünler. hiçimın dc tan ıınl ı yor. Margaretlı Slıarp. "Europe: Collohoration in tlıe l ligh Tech nology Sectors". Oxford Rcview of Econonıi c Policy. Vol 3. No 1.
de. 'Küçük Girişim ci
1
1
n.
383-91.
co m
1. Ashoka Mody. 'Strategies for Devclopiııg lnrornıaıioıı lndustries. The Europcarı Journal of Developmeııt Research, vol ı, no ı , June 1989 içinde s . .ı 1-3.
1989'da.
1980 krdc
h ı zla urtıııı~ıır .
8. Ergun Türkcan. "Elektro-Ekoııoıııiııiıı Punısı " . 1989 Sanayi Kongresi Bildirileri, Yayın No: 134/1 iç ı ııde . Bu hildiridt.:. saııayi-üıt.:si hir toplumdu. hiznıetlcrin hizıııetler l c üretildiği . mal-
187
lann serbest mal, hizmetlerin (bilgi üretiminin) katına d1:ğer yarattığı ileri bir iletişim ekonomisindeki değişim ve değer sorunları de alınmıştır. Burada hizmetin değerinin sad1:ce çalışma süresi değil. zeka-bilgi-beceri düı.eyi-den1:y karı~ı ını hir kişisel endeksleme ile ortaya çıkabil1:ccği varsayılmıştır.
9. Aldous Huxley'in l 932'de yazdığı ve ilk kez Orhan Burian'ın kaleminden l 946'da T ürk-
w
w
w
.s
ol
ya y
in .
co m
çe'ye kazandırılan Rrave New World (M.r.. B . Klasikleri) kastediliyor.
188
Marx ve
~ydınlanma
Adnan EKŞİGİL
1
1
.c om
1
1
in
ı.
1
ya y
Tarihe göreceli bir bakı ş: Tüm evren sel biçimlerin gö re lil iği nin vurgulanve tarihsel kopuklukların ön plana çıkarı 1mas ı. Bili nı fetiş i z minden kaçış, bilimin mutlak yetkisine karşı direni ş: B ilimin de, tıpkı din gi bi , herhangi bir gelenek o ldu ğ unu n ve en azından diğer gelenekler kadar toplu mun varoluşsal ç ıkarları karşısında s ınırlanması gerek tiğ inin düşünü lmes i. Buna bağ lı olarak, din ve benzeri ideolojilere daha derin bir hoşgörü. İl e rleme fikrin e yönelik kuşkuc u l uk. Doktriner sistem kuru culu ğ un a ve savunu culuğuna karşı kay ı tsı zlık, hatta düşman lı k. "Monolitik" siyasal ıııücadelc l cre ve genel olarak siyasa llı ğa karş ı mesafel i bi r duru~. "Günlük" ve özel yaşam ı n mütevazı fakat "gerçek" erdemlerine daha geniş bir du yarlılı k. Psikolojik, etnik ve mahalli özgüll üklere taze bir ilgi . İfades ini "eko loj ik " kayg ıl arda bulan bir yaşamsal denge
w
arayı ş ı...
w
.s
ol
ması. Farklılıkları n
w
Bu ve benzeri olgul ar, son y ılla rd a Batı'nın dü şünce gündeminde gitgide ön s ıral ara yerl eşen temalar. Aralarında an lam lı bir ili şk i görü l ebil diği ölçüde, bu temal arın bütününü olu ştu ran anlayışa bazen "post-moclernizm" de den iyor.' 1973'deki petrol kri zi, birçok ge li ş me nin dönem lendirilmesinde o ldu ğ u gibi, post-modernizmin izinin sürü lmesinde de simgese l bir tarih sayılabi li r: Çoğu yakın dönem tarihçisine göre, İkinc i Dünya Savaşı'nın bitimi ile petrol kri zi aras ındaki zaman dilimi moderni zrni, krizden bu yana devanı eden süre ise postmoderni zrni besleyen dönemler. 1945 i le 73 aras ınd ak i yaklaşık otu z y ıl , Batı'nın neredeyse kesinti siz biçimde büyüdüğü tam bir iyimserlik dönemi. Hoş, l 945'den önce az felaket, az yık ı m yaşanmamı ş, ama in sanların h afı zası zayıf, daha doğrusu, istediklerini ko layca unutma yeten eğ ine sahi pler. B u ye tenekten
189
1
1
ötürü, Büyük Sav aş' t a akan kanlar daha kurumadan herşey e s ıfırd an. hi çbir şey o lmamı ş gibi şev kl e başl ay abilmi ş ler. y ı k ıl anları sabırla yeniden kurabilmi ş l er. l 973'ten itibaren ise, o kesinti siz büyüme tökezlemeye, ekonomi ray ından çık maya, deni zin bi tti ğ i hiss i yayg ınl aşmaya baş lı yor, etrafa gitgide kalınlaşa n bir karamsarlık tabakası çöküyor, ka ramsarlı ğ ın g ireme di ğ i sağ lam kaleleri de eski iyimserli ğin o engel tanım az heyecanınd an hay li uzak, buruk bir gerçekçilik, temkinli bir ku şk u culuk perd esi sa rı yor. İlkin , Sovyet blokunun ve bu blokla beraber "resmi Marksizm" in çöküşü
.s ol ya
yi
n.
co m
nün, bu geli ş mey i tersine çev ireceğ i dü şünüldü . Dü şünüldü ki, bu çökü ş Batı'ya yeni pazarlar açacak, bu pazarl ar yepyeni bir büyüme dönemi baş l atacak . bu dönem de sonunda yeni bir nıoderni zme kay naklık edecek. Pazarl arın açı l ma s ı ve büyüme konu sunda kesin hükümde bulunmak için belki hala çok erken, ama bu konudaki beklentilerin gerçe kleşeceğ ine dair ciddi bir belirti henüz ort ada yok. Ancak bu beklentiler ge rçekleşs in veya gerçekleş mes in , resmi Marksizmin çöküşünün bugünkü ko njonktürde moderni zrnin yeniden fili zlenmesine değ il , büsbütün kurumas ına zemin h azırl adı ğ ı aç ı k. Bunun nedeni , M arks izmin esas itibarıy l a "moderni st" bi r dokt rin o larak a l g ıl a n agc lmes inde yatı yor. M oderni st bir doktrinin çökü ş ünün post - m ode rııi L m in önünü açma s ı ve bu akımı dolay lı da olsa güçlendirmesi d oğa l bi r du ru m. Bu durumu n sonucu olarak da , artık M ark sizmin post-modern izmi deği l, post- modc rni z ınin (eğe r öy le bir derdi varsa) Marksizmi aç ık laya bildi ğ i inanc ı yayg ınlık k aza nı yo r. ö lçebilmek için , moderni zm /post- ıııoderni zm tarözgü l terimlerini ku ş kusu z ya kından incelemek gerekir. A ma bu yetmez. Ay rı ca, tartışmay a tarih sel bir perspektif ka za ndırmak için , bu teriml erin kayn akl arına da inmek şa rt. Kimi tarihçiye göre, post-moderni zmin izi, İk i nc i hatta Birinci Dünya Savaşlan ' nın öncelerine kadar sürülebilir. Oysa, postmoderni zm in kökenlerini daha da geril erde. 19. y ü zy ıl baş la rında Aydınlan ma'ya karş ı ortaya çık a n romantik hareketin bağ rında aramak hiç de zorlama olmaz. Kuşku s u z, post-moderni zmle romantizm birbirinden çok farklı dönemlerin ürünü. Bu dönen;ıl erin her biri nin baş ka hiçbir dönemle kı yas lanamay acak baz ı emsalsiz yön leri ol d u ğu muhakkak. Ancak, aralarındaki ortak noktal arı ve yakın benzerlikl eri de gözden kaç ırmama k gerekir. Pos t-nıode rni z m tart ı şma s ınd a görülen temal arın baz ıl arı , roman ti zm tart ı~mas ında sadece çekirdek halinde mevcutken, baz ıl arı ise dönemin ko~ullarına göre ~aş ırtı c ı derecede ol g unla~ ıııı ~ 0 bir nitelik tasımakta denoc a ray ı ~s ı ve "dooaya dönüs" türün " . Ö rııe o in ekoloiik J o o ~ den temaların , doğal dengenin henüz pek boz ulmadı ğ ı romantik döneme.le değ il, olsa olsa dünyanın iyice gri leşti ği post- modern gü nümüzde ortaya ç ıka b i leceği dü şünül ebilir. Oysa bu te ma l arın o dönemde - özell ikle o dönemin Alman romantizmi nde - ae ça rpıc ı biçimde gönülleri feth etti ği ni bil iyoruz. Bu
inancın doğrulu ğ unu
w
w
w
tışmas ının
190
Temaların benzerli ğ ine
ve yakınlı ğ ına rağmen, sözkonusu ak ıml ar aras ın ve ifade farkl ılı kları elbette gözardı edi lemez. Post-modcrnizm tartı şması çok daha olgusal, dışsal (d ışa dönük, "extrovert"), gözlemci, görsel ve "medyatik"tir. Sözgelimi , bir grafik sana.tç ı s ı bile post-modern izm tartışma s ının ortasında kendini bulabilir, bu tartışmaya ciddi müdahalelerde bulunabilir, çünkü tartışmaJlın koş ull arı ona bu imka nı ve araç l arı s unmaktadır. Oysa romanti zm tartışması çok daha sözsel, içsel (içe dönük, "introvcrt"), doktriner ve "felsefi"dir. Bu özell ikler "kaynaklara inme" çabalarına pekala gölge düşürebi lir: Post-modernizmin işaret e tti ğ i bazı çağdaş sorunların şekl ini ve yönünü koyu bir fel sefi söylem içinde kaybetme tehlikesi daima vard ır. Fakat öte yandan , aynı özelli kler konuyu perspektif içine oturtmaya da yarayabilir: Romant ik tartışmadaki öncel lerine gitmek, günümüze ait :-.o runların yüzeyde kalan yönlerini mantıksal sonuç ları n a götürmenin ve böykce daha iy i ka vrama nın bir aracı o labilir. yaklaşım
.c om
daki
bütün sınırlama l arı ve tehlikelerine rağmen, post-modcrni zm targirmenin bir yo lu da, romantizmin neredeyse ikiyüz y ıl önce ilk defa gündeme getird iği bazı soru nlara bakmaktan geçiyor. Şüphes i z, kendi başına yeterli olmayan. ancak gerek lili ğ i su götürmez bir yol bu. Bu gerekl il ik de, özellikle Marksizmin bağ l amında ortaya çıkıyor. Çünkü Marksist doktri nin doğuşu , romantik ak ımın hemen ert esine rastl ı yor. Bu nedenle ele, Marksist doktrin üzerinde romantizm/Ayd ınl anma karşıt lı ğı nın derin izleri var. Bu izleri göz önünde bul undurmadan, Marx 'ın doktrininin post-modern izm karşısındaki konumu nu belirlemek herhalde mümkü n deği l.
in
Kısacası,
.s
ol
ya y
tı şmal arına
w
w
w
Sözkon usu izlerin Marx ' ın d ü ş üncesinde belirli bir ik ilik ya rattığı söy lenebilir. Romanti zm/Aydınlanma tartı şmasın ın içine çeki l ebildiğ i ölçüde, Marx' ın düşüncesinin bir yönüyle Ayd ınl anmac ı , bir başka yönüy le de romant ik temalarla örtüştüğü ileri sürülebi lir. Kanımca, bu ikilıği a l gılamam ı zı sa ğ la yacak iki kilit konu, bilim ve d i yalekıikdir. Bi li m. hiç değil se görü nürde, Marx ' ı Aydın lanma'ya yak laştıran . diyalek tik ise uzak l aştıran bir takını öğe l er içerir. Bu öğe leri gözden geç irmek, Marx 'ın Ayd ınlanma ve romanti zm le olan karmaşık bağ larını çözme k içi n sa nırım iy i bir baş l a ng ıçt ır. Benim de burada yapmak i stediğim bu. Bu amaçla ilkin bu yazıda Ayd ın lanma ve romantizme ÖLgii belirli ana varsay ım ve hükümler üzeri nde durup, bunları Marx'ın doktrinin i yön lend iren. bazı temel öncü ilerle karşı l aştıq11ay ı deneyeceğim. Bu denemenin Marx' ın düşünces inde ki sözkonusu ikili ği n koşulla rı . ve teriml eri ha kkında bize belirli ipuç l arı vereceğ ini umuyorum. Bu yazı y ı izleyen ik inci yazıda ise, doğrudan doğruya Marx ' ın bil i m ve d iya l ektikıeki yak l a~ ı mını ele a lacağ ım . Oraya bir z.enıin olm as ı amac ı y l a da, aşağıda Hegcl'in cliya-
191
1
1
1 1
1
1
! ektiğ ine ayıracağı m
yeri biraz geni ş tutmayı uygun görüyorum. Eğer bu iki yada anlaml ı saptamalarda bulunabilirsem, bu saptama l arı n Marx'ın postmodemizmle ilişkis ini an lamada faydalı bir "fon" bi lgisi o luşt urabileceğ ini düşü nüyorum. En azından, yaz ılardan beklentim bu .2 zıda
il Aydın l anma düşünces inin
temelinde, tüm değerlerin öz n ell eşmesi yatar. ya da bireyin öze rkleş mes i fikrinin de bu öznelleş me olgusundan kaynaklandığını biliyoru z. B ireysel özerklik, insanın kendi başına düşünme, yargı lama ve hareket etme yetisi ne sahip o lm as ı demekti r ki bu da, insanın herhangi bir "doğa" tarafından be lirl en mediği anlamını taşı r: İnsanın esasen doğası yoktur; Fichte'ni n o ünlü deyimiyle, bir "hiç"tir insan -ve hiçten varolur. Aydın lanma'nın kilit varsay ı mı budur; ve nasıl ki her ideoloji kendi temel varsayımın dan belirli bir "kurtulu ş" şemas ı türetir, Ayd ınl anma da bu varsay ımdan yola ç ı karak kendine göre bir kurtu l uş proj esi o lu şturur.
n.
co m
Bireyselleşme
w
w w
.s
ol y
ay i
Bu projeyi en belirgin aşama larıy la şöy le ifade edebiliriz: İnsan, "özü nde", "başl an g ı ç ta" , bi r hiçtir. " İn san l ar özgür ve eşit doğar" dendiğ i zaman da kastedi len düşünce budur. İ nsarı, nasıl ç ı plak doğar ve ancak sonra giydiri lip kuşatı lırsa, ayn ı şek ilde önce herhangi bir doğas ı bulunmadığı anlam ı nda bir "hiç" olarak doğar ve ancak sonra bel irl i bir d oğa ed inir, ya da ilgili literatürün o özgü l deyimi yle, doğa llaşır. Burada, insan ın doğalla şması belirl i nitelikler kazanması demektir: Bir di le, dine, tarikata, ırka, mill iyete, şe h re, mahalleye, aileye, sülaleye, mes l eğe vs. olan aidiyet -hatta cinsiyetin fizyo lojik s ınırl arının ötesi ndeki normlara olan aid iyet dahi- bu niteliklerdendir. Tab ii bu nitelikler tikel old uğu ölçüde, sözkonu!->u doğallaş manın ay nı zama nda bir tikcllcşmc o ldu ğ u da ortadadır. Kısacas ı in san ın doğa l laşmas ı, belirl i özgül ge leneklerin, görenek lerin, alı şkanlık l arı n, önyarg ıların , t ab ul arın vs. kal ı bına girmes i, bunlar tarafın dan ku şatılmas ı , yoğ rulması an l a mını taşır. A ncak, bu doğa ll aşma "kendi liğin den" akan giden öy lesine güçlü bir süreçtir ki , insan bu kuşatmanın dı ş ına hiçbir zaman çıkmaz, çıkamaz gibi görü nür. Ni tekim, tarihin de yeterince tan ı k l ık etti ği gibi , pek ç ıkmaz da. Üstelik , ya lnızca sözkonu su sürecin kendi insani iradesini aşan sürük ley ici gücü nedeniy le değil , bi zzat kendi terc ihiy le de ç ı k maz: İ n san ö ıtül ü ve giyi nik bulunma y ı genell ik le ç ıpl ak kalmaya yeğler. Z ira "hiç ol ma" fikri, t ı pk ı , sözge limi, "piç olma" fikri gibi, belirli bir köksüzlüğü hatta kay bo l muşluğu ö ngördüğü ölçüde, hayl i zor gelebilir insana. Böylece, hangi öznel ve nesnel nedenlerle olursa olsun , sonuçta insan daha "ba~lan gı ç "tan itibaren hep bir doğa iç ind cy mi ~. bir doğas ı varmı ş gibi görü nü r. Oysa yanıltıcı bir görüntüdü r bu. Çünkü gerek insana atfedi len doğada, gerek doğa l -
192
..
!aşına
sürecinin kendisinde as lında insandan katılan. insan -y apı s ı olan pekçok Bu bakımdan burada doğa ve doğallaşma, ilk bakı şta algılanabilece ğind en çok daha az "doğal", çok daha da fazla yapay bir olgudur. "Ayd ınl an mak" da, herşeyden önce bu yapay lı ğ ı görebi l mekten geçer zaten. O halde Ay. dınlanma dü şü nces inin kurtuluş projesi ş u ÜÇ aşamada tasavvur edil ebilir: Birinci aşamada, insan bir "hiç" tir, doğas ı yok tur, çı rıl ç ıplaktır. İkinc i aşa ma daimi bir "giyinme" faslıdır: İn sa n bu noktada geleneklerin, görenek leri n, tabuların , kurumların kalıbına girip, bunlara Ölgü ti.irlü renklere büründükçe, belirli bir "doğa " ya kavuş ur. Fakat insan bir doğaya ka vuşurken, bu d oğanın yaratıcı s ının son tahlilde bizzat kendisi old u ğun u unutur, kendi başına hareket etme, düşünme ve yargılama yetileri de dahil olmak üzere ti.im benl i ğini bu doğaya teslim eder ve bir noktadan sonra, onun tutsağı olur. Burada tut sak olma, kelimenin en ge ni ş ve varoluşsa l anlamıyla yabanc ılaşmadan başka b irşey d cğ ildtr. Şu halde insanın bir doğa edinmesi, yani doğ~llaşmas ı , as lında beli rli bi r yabanc ılaşmayı öngörür. B öyle olunca, yabancıla~nıanın gideri lmesi nin. yani kurtuluşu n, bizzat bu doğallaşma sürecinin dışına çıkmak tan, bu süreçten kopmak tan
in
.c om
şey vardır.
üçüncü ve son aşamas ı da.
işte
ya y
geçti ğ i ortadadır. Aydınlanma dü~lincesinin kucakladığı hırtuluş projı:sinin
bu
k opu şa i şaret
eder.
insan kavr.ımın,ı gel ine. t)u nun Aydın l anma'nınkinin tam tersi o l duğunu söy leyebiliriz. Roman ti zm,. 1ak laş ımı . doğal laşma n ın insanın "öz"ü ilı.: ilgili hl'.r~eyı: öııcl'.I oldLiğu fikrine dayan ır: İn s~ını insan yapan, onun beli rl i bir gelenek. bir kültü r, bir yaşama biçimi vs. içinde bulunıııasıdır. İ nsan "g ı y ınik " doğnıaı. anıa giyininceyı: kadar da in san s a y ıl maz. İn san. ancak doğalla~nıan ı n önceden be l irlediği tikel bir durum ve k imlik içinde vardır ve tari hte de daima böyle \'arolagc lmi ~tir. İn sanlık durumunun bu tikel nite li ğ i , onun ev renselliğini enge llemek ~öy l e dursun, tersine mümkün kı lar: Gerçek ev{ensc l liğe. ancak ti kelliğin dolay ııııı yla varı lab il ir. Şu halde romantik dü~üncenin kurtulu~ projes i de, gene y uk arıd aki i.iç a~ama l ı çerçevede ele al ırsak, Aydııı l anma ' nınkinin tam ıer'i say ılab i l ir. Birinci a~a mada , insan doğas ı z bir "hiç" o lmak yerine, t aıııaıne n be lirli bir doğa tarafından belirlcnıııi ~ - amiyane tabiriyle "sağı solu. yeri yurdu belli " - bir va rlıktır (bir piç değ il , hır baba -hatta bir ata!). Sonra la rı bu var lık yava~ yava~ doğasından kopar, yapay l a~ı r: Doğalla~ınanın e ı k i sizlc~ınesi ve içe riksizl e~ nıcs inin dtipedliz yabanc ıla ~ ına olarak a l g ılandı ğı ikinci a~;ıınad ır bu. Bu aşamada roıııa ntiklcrin gözde deyimiyle "köksüzlqcn" insan. nihayet son a~aıııada kurtulu~u doğasına dönmek te, tek rar doğalla~nıakta bulur.
d üşüncenin beni ım.ed ı ği
w
w
w
.s
ol
Romantik
Aydınlanma'nın kurtulu~ ~cmasın ın ,
-.on t ahli ldı: Kartezyen k l scl'cn iıı temel ilkelerinden kaynaklandığını biliyonı1.. Buna göre insan, yal nı zca ve ya lnı z ca gele n eği n - ö n yarg ıların. sağd u yunun. duyulara dayanan bilgilerin. t ö re l c r iıı.
193
kamuoyunun, tikel inançl arın vb, kısacası, bütün bu öğc lcrdcn meydana gelen doğallaşmanın - köktenci bir elqtirisine gi ri şeb ildiği ölçüde insandır. Bu bağlamda insan olmak, kendini çevres indeki herşeyden soyut lamak. tüm doğal bağ l ardan, ti.im "akraba lıklar"dan koparmak giicüııe sahip olmaktan başka birşey değildir. Gerçekten de, Kartezyen felsefeye göre in sanı karakterize eden başlıca özellik eksi lnıe/eks iltnıc yetisidir: Gitgide daralan hiperbolik hiperbolü andırır- bir kuşku çe mberi içinde eks ilme, eksi ltme, yahu t deyim yerindeyse düşüncey i boşlukta yakalama, yani düşünceyi herhangi bir şey in düşüncesi olmadan kavrayabilme yetisi. Bunun di ğer anlamı, katık s ız bir düşünce ye, daha doğru s u düşünme yetisine indirgenmiş mutlak bir öznelliktir. İnsan, bu öznelliğin ta kendisidir. Hiçbir fikir, yargı, bağlılı k ya da aidiyet, eğer bu öznellikte bir şekilde kaynağını bulmuyorsa, meşru sayı l amaz. ile K artezyen dü şünce arasında dönemsel olduğu kadar kuramsa l yönü de hemen göze çarpan bazı farklar yok dt:ğildir. Bu farklara örnek olarak ilk akla gelen, Cassirer'in Aydı nl anma hakkındaki bilinen tezidir. Bu teze göre Aydınlanma, Karıe/yeniLmin tümdengelimsel indirgemeci li ğ i ne karş ı çıktığ ı ve .deney imin gözlemine ağırlık verdi ğ i için Kartezyen düşü nceden çok farklı hatta zıt eğilimkri temsil eder. Cassirer'in tezinin önemli bir gerçeğe i şaret etti ğ i muhakkak . Ama bu gerçek yuka rıd a ele aldığımız genel bağlamda, ancak bir parantez olabilir: Bütün değerl erin öz n e ll eşmes i kon usunda, Aydınlanma'nın Descartes'in açtığı alan üzerinde yükseldi ği tartışma götürmez. Keza, bizzat devrim fikrinin de Kartezyen ilkelerden kaynaklandı ğ ı ortadadır. Hoş, burada da bir parantez açılarak Dcscartes'in devrim düşüncesinin kendi ilkelerinden çıkarsanmas ından nasıl çek indi ğ i ve bu tehlikeye karşı nasıl ilginç özürlere başvurduğu anımsatılabilir. Ama bu özü rl erin hiçbirinin devrim düşünces iyl e Fransız filozofun ortaya attığı ilkeler aras ın da varo lan organik bağ ı perdel eyemediği de ortadadır. Gerçekten de devrim fikri, toplumu geçmi şi n takıntılarından, önyargılarından ve bunların cis imlen dirdi ğ i kurumlardan arın dırma, onu belirli bir yetiye indirgeme - kendi kaderini tay in etme ve tamamen özerk o lma yetisine indirgeme - ve nihayet bu yetinin bizzat "kend isi" olarak topl umu yeniden kurma dü şünces ine. dayanır. Buradaki imha ve in ~a sürecinin Descartes' in " hiperbolik" ku~ku yo lu ile öznenin s ıfır noktasına ula~nıa ve özneyi tektar o noktadan kurma yaklaşımıy la bağ lantı sı aç ıktı r. Nitekim romantik dü şünürl erin soyut insan kavramını e l e~ tirirken , Descartesçı "ruh"la devrimci ruhu özdeşl eştirmeleri boşuna d eğildir. Ro mantiklere göre, insan kendi iradesi ve bilinciyle değ il, ancak içinde bulunduğu tarihsel ve toplumsal durumla tanımlanabilir. İnı;an alın yazı s ını kendi yazmaz; bu yaz ı önceden yazılmı ştır baş kaları tarafından - tarih ya da Tanrı tarafından. Kı sacas ı insan, üzerinde istenil diğ i gibi çizip ç i zi~t iri l ccck bir yaz-boz tahtası. bo~ bir kağıt, bir tabula rasa
w
w
w
.s
ol
ya y
in .
Kuşku suz, Aydınlanma
co m
alı şkan lıkların ,
194
1 1 1
değildir.
Hele toplum, hiç değil. Olmadığı için de, romantiklerin gözde dey imiyle, politik iradeyle kurulan bir "mekani zma" değil , olsa olsa bizzat bu politik iradey i biçimlendiren ve yönlendi ren bir "organi zma"dır toplum ; yani politik bir kurgu değ il, tarih sel bir veridir. Romantik eleşt irinin esas itibariy le varo lmas ı gerekene değ il varolana, iledeğ il geriye dönük, gelenekçi muhafazakar bir düşüncenin ürünü olduğu tartışma götürmez. Romantik düşünce içi n nihai yetke, din, tin, duyum, millet gibi kavramlara dayanır. Bu aç ıd an bakıldı ğında , romantik dü şü nürlerin genellikle muhafazakar ve karşı-devrimci programlara tercüman olmal arı şaşırtıc ı değildir. Bireyc ili ğ in yads ınması , kuramsal soyutlamaya ve aşk ın ("transcendental" ) u ssal lığa, derin kuşku gibi romanti zme özgü özelliklerin "geri ci " bir programa, sözgelimi ulu sç ulu ğa nasıl ze min o labileceğinin belki de en çarpıcı örneği, J. de M aistre'in Devrim Anayasası'na ilişkin ünlü "gözlem" inde bulunur. "1795 Anayasası" der Maistre, "insan için yapıldı. İy i de, dünyada insan diye birşey yok ki! H ayatımda Frans ız l ar, İta lyanl ar, Ruslar gördüm ; hatta M ontesquieu'nün sayesinde artık Acem olunabil eceğ in i de bi li yorum. Ama insana gelince, ona hiç rastlamadım hayatımda; eğer böyle biri varsa, tamamen bil gimin haricinde benim. "
.s ol ya
yi n.
co m
riye
w
w
w
Kuşkusuz, romantikler ya lnı zca Maistre gibi -ya hut daha genel an lamda Burke tarzı - propagandac ıl ardan ibaret değ il. Tanrı , tin , duyum. millet gibi "pozitif" say ılabilecek değerleri' Ayd ın lannıa' nııı kar~ıs111<.1 dikmekle yetinmek yeri ne, Aydınlanma'nın temel varsayı m ve yarg ıl arını sorgul a may ı ve bunu yaparken de genellikle sürekli bir olumsuzlama düzleminde kalmayı yeğ leye n daha "filozof " romantikler de var. Hiç şüp he yok ki, romantik düşünceye gerçek içeriğ ini kazandıran da bunlardır. Belirlenmesi hayli güç ve özgül konumuna aşa ğıda değineceğim, fakat bu romantiklerin arasında - hatta be lki başında - bizzat Hegel'i de anabiliriz. Ama romantik eleştiri denen düşünce sistem i elbette Hegel'in felsefesi veya dönemiyle s ınırlı değil; H ege l'den önceleri sözgeli mi Jacobi'ye, sonral arı da yirminci y üzy ılda Heiddegge r'e günümüzde ise örneğ in Gadamer'e dek uzanan dirençl i bir yaşa m çizgisi var. Bu uzun çizginin menzili içinde dü ş ünüldü ğ ünde , romanti k e l eştirinin esasen soyut hümani zme, bilinç felsefeleri ne, bireysel özerklik ideallerin e, ahlükçıl ı ğa, cogito ve yans ıma teori lerine yönelik toptan bir e leştiri olduğu ortadadır. Bu e l eştirinin de temelinde, Aydınlanma'nın dayandı ğ ı asil yanıl sa maya yönelik e leştiri yatar. Bu e l eştiri ye göre Aydınlanma'nın başl ı ca "önya rg ı sı ", genelde tüm önyargıl ara karş ı o lu ş u dur ki bu da ge leneğ in tümden yads ınmas ını , imhas ını öngörür. Oysa gelc ı'ıeğe yönelik Aydınlanmacı e le~tirinin v aro lu ~ k o~ulları üzerinde biraz kafa yoruldu ğu zaman, bu e leştirinin kendisinin de belirli bir gelenek üzerinde yüb.e ldi ği görüllir. Aydınlanma'y ı bunu görmekten alıkoyan, dayandı ğ ı Ö7 ıı e anlay ı ~ıdı r:
195
w
w w
.s
ol y
ay i
n.
co m
Tarih dı ş ında ko numlanmı ş bu soyut ve aş kın özne, Ay dınlan ma' nın en zengin ilham ve güç kay nağı ol d u ğu kadar, ölümcül tu zağıdır da. Şu halde Aydın l an ma'nın can alı c ı yanılsamas ı , bir "e leştiri " o larak kendi varolu ş koşull arı nı kavrayamamas ında yatar. Ro mant ik y akl aş ıma göre, eğer ge lenek e leşt irini n yalnı zc a bir nesnes i olmay ıp ay nı zamanda varolma ko şull a rından biriyse, onu haketti ğ i yere oturtmak ve o düzlemde d üş ünmek gerekir: O düzlem de doğ ruy u yanlı ştan ayırm ay ı mümkün kılan kı sta sların yani bizzat d oğ ruluğ un dü ı.lemi dir. Böylece romantikl er için gele nek, belirli bir topluluğun ye ri . rengi, boyutu , kısacası somut bir insanlık durumunun adresi o ldu ğ u k adar, bizzat doğruluğun ve e leştirinin bir önko ş uludur. Bu noktada biraz durup, y uk a rı daki karş ıl aş tır madan çıkan manzaraya bir göz atalım . Eğer y u ka rıdaki sapt a mal a rım ız herhangi bir şekilde anlamlı ysa, bu manzarada ilginç bir tezatla k a rşı karş ı ya ge ldiği mizi söyleyebiliriz. Bu tezat, romantik ve A ydınlanmac ı y aklaş ıııı ları n a l ı ş ılıııış imge ve çağrı ş ımları y l a, a ltını çizmeye çalı ştı ğ ımız gerçek man tı ksal yönel i mleri aras ında ortaya ç ıka n tezatiı r. Önce roman tik ya k la~ ıına bak al ı m . " R oma ıı tik "sözc ü ğü :- ı k sık "devrimci" sözciiği.iy l e birlik.le an ılır. " Devrimci ronıa ıı tizm" in muhabbeti nıallını : " Devrimci olmak için biraz ro man tik olmak gerekir" dü şünces i , epey yayg ın bir inanç tır. Böyle bir gerek lil iğ in o lduğuna inanmayanlar arasında bile, romantikli ğ in hiç değ il -.e dev rimc ili ğe en iyi giden bir ruh durumu, bir "tarz" oldu ğunu tes lim edenler herh alde hayli fazladır. Di ğe r taraftan, Aydınlanma sözcü ğ ü çoğu kez sı ğ bir u ssallı ğ ı , u -;sa llık ise hesabı ve dengey i, denge de uzlaş mayı , u 7.laş nıac ılı ğ ı ve ılımlılığ ı ak la getırir. 1 Bu nitel ik lerin devrim fikri yle bağda şa mayacağı va rsayı mınd a n da kalkıl arak . Aycl ınl anma' nın devri m dü şünces i ve olgusuna yaba nc ı halla k a r~ı t o ldu ğu di.i~ün ülü r. Nitekim bunu bir sav olarak ge li ştiri p ileri siiren tarihçiler va rdır. Oysa bu çağ rı ~ ı mla rda ki kaba ve olgusal özdeşlcş tirmc l e rin ak sine, yuka rıda izlemeye ça lışt ığımız içsel mantıkl arı u yarınca Aydınlanma' nın ile riye, dev rime. romanti 7min ise geriye, geleneğe ıney letıi ğ ini görü yoru z. Ay nı du rum, bu yak l a~ ııııl arı n baz ı di ğe r çağrış ıml a rı için de geçerli . " Romanti k" sözc ü ğü n i.i n ak la ge tirdiği bir başka kavram da, "hayalci" s ıfatıdır; o kadar ki , hayalcilik rom a ntikli ğin sözliik anlamında mevcuttur zaten. Ama çeş itli türleri a ras ında. miskin, tembe l. kör ve avam bir hayalcili ğin yan ı s ıra, u yanık. elq tirel, ge ni ş ufuklu bir hayalci lik ele vardır ki yüce idealleri . üt o pya l a rı yaratan da bu hayalciliktir. Günl ük y a~amda ki arabesk ya da "ımım ı ş ı ğ ı " türiindcn farklı olarak kamusal y a ~aınd a ki roııı aıı tiklik , i şte bu ikinci tür hayalc ilikle özck~le~t irildi ğ i ölçüde, çoğu kez bel irl i bır üt opyac ı l ı k l a bağlantılı olarak dü şünülür: Ro nıantik olan , herşeyd en önce bir ütopyac ıdır : bizzat d ev rimc ili ğ i de gücünü büyük ölçüde bu iitopyac ıl ığ ınJa n al ır. Bunun karşı s ında Ay dınlannıa' nın çağrı ştırdı ğ ı ise ütopyac ılı ğı n taııı tersidir: Bizzat kendi h esapç ı , dengeci, u z la~ mac ı niteliklerinin bir tü rev i olarak.
196
Aydınlannıa'nın ayak ları
yere basan ~ağlaııı bir sağduyu ve güve nli bir gerçek çi liğ i öngördüğü dü şünülür. Oysa yukarıda değindi ğ imiz romantik c l e~tirinin ciddiye al ınabi lecek bir gerçek pay ı varsa, ortaya ç ıkan manzaranın hayli farklı o ldu ğu aşikardır: Romantik düşünce bir noktada varohının tescilidir, Aydı nl an ma ise varolması gerekene bir çağ rıdır ya lnı zca; üstelik bu çağ rı derin bir yanılsamanın ürünüdür. Eğer bu hükümler doğ ruysa, asıl "gerçekçi" say ılıııa ~ı gereken Aydınlanma deği l , romantik düşüncedir kuşkusu1.. Şu halde burada bir tür dikotorni ile karşı kı.ırşıyayız: Yayg ın çağrış ımları aksine muhafazakar fakat gerçekçi bir romantik dü ş ünce ile, gene yayg ın çağrışımlarının tersin~ devrimci fakat ütopik bir Aydınlanma arasındaki dikotornidir bu . Şimdi bu dikotonıi çerçevesinde yazımız ın baş ındaki soru ya dönebiliriz: Marx'ın Aydınlanma ve ronıanti z mle ilişkisi n as ıl kavranabilir ve nas ıl dile getirilebilir? M arx bir devrimcidir, ama (en azından kendi oluşturd u ğu gelenek uyarınca) ütopik o lmayan, gerçekçi bir devrimcidir. Öte yandan , Marx'ın Aydınlanma ge l eneğ in e dahil olduğu , hatta baz ı bakımlardan Ayd ınlan ma'nuı 19. yüzyıl'daki başlıca temsilci si olduğu hayli geniş kabul '.-!ıirc ıı bir görüştü r. An cak Marx'ın gözükapalı bir Aydınlanma izleyicisi olnı;ıdı~ı Ja, yads ınması güç bir gerçel-tir: A yd ınlanma ile ara s ında hatırı say ılır hır mesafe bulunduğu gibi. bu ıne!-.afc bizzat ronıantik e leştiride n gelen ku v\etlı c~intilerlc doludur. Yoksa. "son kertede" ya da baııal fakat kritik bir "meta-Jüzlem"de romantik düşün ce nin göbeğ ind e ıni yer almaktadır Marx '! Eğer Marx bir roman tikse, o zaman "devrimci li ği" roıııantikli ğ inin nercsiiıe na -; ıl yerlq tirilebilir'? Yok eğer. gerçekten bir Aydın l anmac ı ysa Marx, o takdirde de "gerçekçiliği" nasıl aç ıklanabilir, · Ayclınlannıa'nııı ütopyacılığıyla na'>ıl bağ daştırılabilir'? İ ~ tc bu yaz ı boyunca bizi m eşg ul etmeye aday birkaç soru.
.s ol ya
yi
n.
co m
nın
w
w
w
Konu ya girerken, üdet o ldu ğu üzere, kestirnıeyi deği l , uzu n, fakat emin yolu i zleyeceğ im. Kestirıııc yol, i ~e d oğ rudan doğ ru ya Marx'la ba~lanıak. Uzun, fakat "daha emin " yol ise, M arx'a Hegcl'in kı y ı s ınd an d o la~arak varıııak . Tahmin edileceği gibi, bu tercihimin iki nedeni var. Birincisi Hegel'in Marx' ın dü şünces inin olu ş umundaki vazgeçilmez rolli ile ilgil i: Bu rolü gözönlinde bulundurmadan, Marx' ı tarih ~cl perspektife oturtmak çok zor, hatta inıkün:->ız. İkinc i neden, Hegel'in Aydınlanma ile olan ôze l bağlantısıyla ilgili. Marx' ın Ö7ell ik k gençlik dönem i yaz ılarında Ayd ınl anma ve romantik han.~ ket üzerin e baz ı il g inç gözlem ve tespitleri bulunmasına rağmen, ağ ırlıklı olı~rak ve doğrudan doğru ya bu konularla uğraşmadı ğını bi liyoru z. Oysa Hcgel'in dli~iiııce~ ini ba~ta n a~ağıya belirleyen bu konulardır: Çağdaş uygarlık içinde Aydınlanma'nın kimli ği ve yeri, Hegel'in ana il gi alanlarından biridir. Bu bakımdan Ayd ınlannı;ı ~onıııuııa girerken Hcgel'i bir nirengi n ok tası o larak almak, ya lnı z Marx' ın d eğ il di ğe r di.i ~ ü nürlerin de de ğe rlendiri l mesi nde y ararlı bir adımdır.
197
O halde Marx'a gelmede n önce, yukarıdaki soru yu bir defa daha fakat bu sefer Hegel h akkında sora lım: Aydınlannıa'nın neresinde duruyor Hegel? Eğer karşı s ındaysa, felsefesi romantizmle tam olarak nasıl bağlantılandırılabilir?
111
co m
Yukarıda Hege l'in roma ntik harekete dah il olduğuna ilişkin bir hükümde bulunduk . Hege l'in dü şüncesi nin tam hakkını vererek bunu göstermek doğrusu pek kolay değil. Çünkü kendi hikayesine göre, bir romantik kadar Aydınlanma cıdır da Hege l. Daha doğrusu , bu iki sıfatın üstün bir bileşim i , aşk ın ("transcendent") bir sentezidir.
w
w
w
.s
ol
ya y
in .
Bu aşkın sentez fikrine biraz olsun ı sınabi lmek için, Hege l'in yöntem ine k ı saca göz atmakta yarar var. Yalnız, "yöntem" kelimesi Hegel iç in biraz hafif kaçıyor. Çünkü onun özgül bağ l amında, düşü ncesinin i çe ri ğ inden ve amacınd an ayırdedilemez, soyutlanamaz birşeydir yöntem. O halde yöntem derken, doğru dan doğru ya filozofun amacına yönel mc nıiz gereki yor. Kuşkusuz, Hegel'e tek bir nihai amaç atfetmem iz bu noktada çok keyfi bir tasarruf olur. Ancak tüketici bütün selliği içinde, Hegcl'in çeşi tli alanlardaki ayrı ayrı amaçlarının hep aynı kapıya ç ıktı ğ ını , ç ıkmak zo runda o lduğu nu unutmaya lım . Bu bakımdan "sistem"e balıklama dalma konusunda çok da fazla hassasiyet göstermeden, bir örnek olarak Hegel'in pür felsefedeki başlıca anıacını e le alalım. Tabii bu amacı da ilk etapta bel irlemek kolay say ılmaz. Hegcl için bu amacın, sözgelimi Antik felsefey i çağdaş felsef~ karşısında, ontolojiyi ep istemoloj i karşısında, yahut metafi z i ğ i bilim karş ı s ı nda, ya da din bilimi felsefe, hatta "Tanrı" y ı "insan" kar~ı s ında diriltmek. eski şanlı tahtın a yeniden oturtnı ;ık o ldu ğu söylenebil ir. Ya da bu amac ın , sözge li ş i , Kantgi l veya Kartezyen felsefeyi çözmek ve ötesine geçmek olduğu ileri sürülebi lir. Bunlar şüphes iz ya nlı ş say ıl anıayacak saptamalardır. Ama belki de en uygun olanı, Mantık Bilimi ad lı yap ıtının baş ında aç ı kça duyurdu ğu amacı , Hege l'in felsefedeki nihai amac ı olarak kabul etmektir. Bu amaç, "felsefede idealizmi gerçek l eştirmek"t ir. Hegel'e göre, her felsefe özünde bir ideali zmdir; idealist olmayan, "maddeci" bir felsefe tanım gereğ i çe li şk ili bir k avramd ı r; maddeci bir felsefe, olsa olsa bir "gayrı -felsefe," bir anti-fclsefe olabilir. Öte yandan. Hcgel'e göre, özünde bir idealizm olmakla birlikte, bu özün farkına varmak ve onu ortaya ç ıkarmak her fel sefeye nasip olmaz. Ş u halde felsefede başlıca sorun, bunu gerçek l eştir menin yolunu bulmakta düğümlenmekted ir. İdealizm, nesnelerin ve bitiml i ("begrenzt", fınite) dü n yan ın doğru bir gerçekliği
198
ya da gerçek bi r
varlı ğı o lmad ı ğı görü~ü nd en başka b irşey değildir.
Bu
görüş,
gerçek varlı ğın bitimsize ("u nbegrcnzt", iııfinite), ruha, T in'e, Tanrı 'ya ait savunur. Fakat bunu savun mak, bitiınl i y i , dünyayı mant ı ksal olarak ortadan kaldırmak, yok et mek demekt ir aslı nda. Oysa Hegel'e göre (kendi si ninkine gelinceye kadar) felsefe dünyayı deği l ortadan kaldırmak, tersine onu maddi bir gerçeklik olarak mutlaklaştırmakla sonuçlanan bi r yöntem i zle mi ş ve böylece daima kendi i lkesine ters düşmüştür. Bunun nedeni, felsefenin dayandığı kav ray ı ş biçim inin sı nırlılı ğ ında yat maktadır. Hege l'e göre iki teme l kavrayış biçimi vardı r . Bunlardan biri, gün lük yaşamda n bi limlere dek uzanan, sağduyu yu yön lend iren ve en gen iş anlamda hayatın idamesini sağlaya n - Hegel'in "verstand " dediği ve genellikle İn gi li zce'ye "u nclerstanding" ya da daha doğru şekilde " i ntellect" olarak çev rilen- "A nlanıa" yeti si, diğeri ise Anlama üzerinde yükse len, olgu larla ve "görüntü" lerle yetinmeyip bunların ötesi ne geçe n, bu niteli ği y l e de pratikten çok metafizik düğliınlcri çözen "Us" ("vernunft ", reason) yetisidir. Anlama, dü şü ncenin sınırlı ve "avam", Us ise sınırsız ve "u lvi" yönünü olu şturur. Normalde, farklı işlevlere sahip olduk l arından ötürü bu iki yeti birbirini tamamlar. Daha doğrusu birbirini tamamlamaları, Ilegelgi l sistem in emredic i bütünselliğinin bir gereğ idir. Ancak bu gereğe karşın Us, A nl a ma 'y ı tamamlamak yerine çoğu kez karşısına dik il ir. Bunun da nedeni, bu iki yeti arasında gizlenmesi, bastırı lm as ı zor bir bağdaşmaz no ktanın bu lunma '>ıdır: An lama, başta çe l işmezl ik yasas ı olmak Lizcrc, gene llikle "Aristo mantığı" adı altın da toplanan klasik düşünme kurallarına d ayan ır . bu kuralların dışına çıkanıaz. Us ise, başta bizzat çe li şmez lik yasası o lmak üzere, hu kuralların bazılarının doğrudan doğruya yads ınması nı öngören bamba~ka bir " mantı ğa" . "d iyalektik" man tı ğa dayanı r. Çeli şmezlik yasası gereği nce, bir nesne hem kendi~ i lı enı ek kendinden başka b i rşey olamaz; yani A=A- değil gibi bir hüküm mümkün değ ildi r; oysa diyalektik, kendine özgü olumsuzlama dolayıınıyla tanı d<.ı bu hükmü doğru lar. Herşey bir kenara, diyalektiğin yal nı zca bu öt.e lli ği bile Anlaına ile Us'u karşı karşıya getirmeye yeter ku~kusuz.
w w
w .s
ol ya
yi
n.
co
m
o ldu ğunu
Hege l'e göre Anlama, gerçek bir ~cn tez olu~t urnıa gücünden yoksun olup, analiz kapasitesiyle s ınırlı dır. Z ira Anlama yalnızca ayırmasın ı , bölmesini, ayırdıklarını da ayrı ayrı yerl erde sabit l e~tirmes ini bilir. Böylece Anlama'nın çerçevesinde bitimli ve bitimsiz, iki ayrı kutup olarak donar kalır. Bit imli bir tarafta, bitimsiz başka bir tarana kendi bağ ım s ı z y a ~a nılarını sürdürürl er. Görünürde, kendi tanımı gereğ i gerçek varlık bitinı-;ize atfcdil mi ~. bitinıli yc ise yalnızca geçici, o lgusal. ikinc il bir statü tanınıııı~tır, ama aslında. Hcgc l'c göre. tam tersi o lmu şt ur. 7..i ra bu çerçevede mutlaklığı ve bütünselliği temsi l ettiği dlişlin ül e n bitimsiz. ik i kutuptan ya lnı zca biri durumundad ır ve bu haliy le de gerçek an lamda bit imsiz olamaz: Çü nk ü burada bütünün kendisi deği l ya lnı zca bir yüzüdü r, dolayısıyla da kendi dışında ciman hir~ey tarafından sınırl anmıştı r. Şu yalnı zca
·199
halde bu çerçevede sözkonu su olan, biri bitim li diğeri bitimsiz de aslınd a bitimli olan türdqlcrin yanyana mevcudiyetidi r.
değil,
her
ikısi
ay i
n.
co m
Hegel, An lama'ya özgü bu kutuplaşnıaya en iyi örnek olarak Kartezye n felsefeyi gösterir. Gerçekten de, Descartes' in sisteminde bir tarafta bitimsizi yani Tanrı 'y ı, diğe r tarafta ise bitim li yi yani Dünya'yı birbirinden adeta kopuk vaziyette görürüz: Tanrı sanki dünyayı önce yarattıktan sonra bir saat ya da robot gibi kurmu ş, ardından kendi i şleyiş ine terketm i ş ve çekip gitmi şt ir. Bu ilk bakışta herkes için rahatlatıcı bir tablo olabilir: Tanrı'nııı dünyaya müdahale etmemesi, dünya i ş le ri ne bulaş ıp "elleri ni kirletmemesi" an l amında idealistlere, fi ziki yasalara karı şıp "gölge etmemes i" anlamında da maddecilere uygun düşebilir. H egel'in bu tabloya itirazı bellid ir: Uzak lara, diinyanın "ötesi"ne itilmi ş bir Tanrı f ikri, maddecilerin iş ine gelebilir ama, idealistler için ancak aptalca bir teselli o labilir, zira böyle bir Tanrı içe rik sizleşmi ~, etkisizleşm i ş ve gerçek bütü nse lliğ ini y iti rmiş bir varlıktır. Tanrı'nın bu nitelikleri kazanmas ı için şimdi ve buraya gelmesi, dünyayla bütünleşmes i , dünyay ı içermesi , "can lılaş ması " gerekir. Fakat Tanrı 'nı n can l ılaşınas ı demek, canl ıl arın da tanr ıl aşması. dü nyanın da ti ııleşmesi demektir aynı La m;ında. Hegel'in mutlak idealizm elediğ i nihai noktaya ulaş manın yolu, i~te bu çift yönlü sü rec iıı a l g ılanmasından ve izlenmesi nden geçer. Filozofun " u..,..,aı olan gerçekt ir, gerçek olan da ussa l" yolundaki ün lü rnottosu da, bu !'ıÜrec in Ö/.lü bi r ifadesinden başka bir~ey değildir
w
w w
.s
ol y
H egel'e göre Kartezyen fel scfcde görülen düalizııı, Anlanıa' ııııı s ınırlılı ğ ını vuran mükemmel bir örnekt ir. Ancak. Hegel'e göre, bu dlial izmle yalnı z maddeci sa ikleri olan Kartezye n fel sefe d eğ il, en koyu, en ödünsüz idea l ist fe lsefeler dahi şu veya bu şek ilde malu ldür, çü nkü hepsi de Anlama'nın çerçevesi içinde sey retmek zorunda kalnııştır. Oysa Anlama Bitimsiz'i, Tin'i, Tanrı 'y ı yakalayamaz, ya da yakalaması y l a kaçırmas ı bir olur. Bu kaçını lmazdır, çü nkü Anlaıııa sonuçta gay rı - felsefeye, anti-folsefeye, maddeci l iğe has bir kavray ı ~ biçimidir. İdeali zm in , felsefenin has kavrayış biç imi ise Us'd ur. O halde felsefenin ebediyen bi r yarı- i dea li zm/ yarı -materyalizm olarak sürünmekten k urıulnıa s ı ve kendi ni katıksı z bi r idealizm olarak gcrçeklqtirınesi : Anlama il e varolagelen göbekbağını koparıp Us'u benimsemes i ve yıl ın:ıdan Us' un çe rçevesinde hareket etmesiyle mümkündür. Hegel'e göre, kendi felsefesinin yaptığı da, tam budur i şte. aç ı ğa
Us çerçevesinde idea lizmi gerçekleşti rmek, Anlanıa'cla olduğu gibi basit bir soyutl amayla yetinmey ip, bu soyutlamay ı be lirli bir olumsuz lama ile tamamlamay ı içerir. Pratikte bu ~u demekti r : An l ama' nı ıı çerçevesi nde idealizme varmak içi n yapılma sı doğal olan , bi ti ın liıı in -nıadde nin - Joğ ru bir gerçe kl i ğ i veya bağıms ız bir varlığı o lmadığını sav uımıak tır. Bu. bitinısizi bitinıliden soyutla-
200
co m
maktan veya bitimlidcn soyut lan maktan, kabacası, bitinıliye düpedüz "sırt (fevirnıek"tcn başka birşey değildir bir hakınıa. Us'un çerçevesinde ise yapılması gereken, bitinıliyi kendi karşıtıyla tanımlamaktır. Bu da. bitinılinin özünün kendi karşıtında yani bitinısizde, düşüncede o l duğunu söylemek anlamına gelir. Bunu söyleyebilmek H egcl açısından çok önemlid ir, çünkü eğer özü kendinden başka bir yerde ise, bitimlinin "gerçekten" ve "özde" kendisi olabilmesi için ay nı zamanda başka birşey o lmas ı ge rek ti ği ortadadır. Böylece bitiml i kendi değil ken gerçek bitimli, kendiyken ise bitimsizdir; kendiyken "başka"sı, "başka sı"yken kendid ir. Doğarken ölü r bitimli . Kısacası, bitiml i -yani madde- ancak diyalektik bir devinim içinde varolabi lir.
ya y
in .
Şu halde bitimi inin tabi olduğu diyalektik ya da "maddeni n diyalektiği" denen sü reç, bizzat maddenin düşünce tarafından yutulu ~undan başka birşey değildir Hegel için 4 . Bu süreçte madde hiçbir zaman dışlanmaz, daima "içerilerek aşı lır. " H egelgil diyalektiğin vazgeçi lmez bir fiili olan "içererek aşına" (auflıe bung) bir maddenin, olgunun veya düşüncen in gerek mantık gerek zaman düzleminde kendinden öncek i ti.im olu~uınları, aşama l arı, karş ıLlıkları özgün hallerine hiç dokunmaksızın ve dönüştürınt!ksizin bünyesinde toplaya toplaya zengin l eşere k ge l işmesiııi anlatır. Fakat bütliıı bun l arın gelişmesi daha üst bir kertede bizzat dü~üııcenin maddeyi hazmede hazmede gelişmesi ile özde~ olduğundan , "içererek aşma" kavramının son kertede maddenin düşünce içinde eriyişi nin bir i fadesi olduğu muhakkaktır.
w
w
w
.s
ol
Tabii bu noktada hemen ak la gelen soru, Hegel'in onaya koyduğu yı.:ni araçlarla kend i amacına varıp varıııadığıy l a ilgilidir. Hcgel. Us ve dayandığı diya lek tikle, idealizmi kendi öne sürdüğü ko~ullar lfCrçevesinde gcrçekleşt irebil nıe kte midir sahiden? Bu soruya vı.: ril ecek yanı t , kuşku suı. ııc.::rede durulduğuna bağlı. Eğer diyalektiğin yan ında duruluyor, dahası , onun içinden bakılıyor, görü lüyor, düşünülüyorsa, veri lecek yan ı r pekala olum lu olabilir. Ama diya l ektiğe nüfuz etmek pek kolay değ il. Çünkü bu, genellikle sanı ldı ğ ı nın tersine, yoğun bir entelektüel dikkatten çok, nıisıi~ deneyime açık belirli bir ruh clurunıunu gerekt iriyor. Böyle bir ruh du rumunun ise, entelektüel bir yoğunla~ınadan çok boşa l nıayı, koyvernıeyi, hatta bir tür teslimiyeti öııgörclliği.i söylcııehili r. Hegelgil diyalektik üzerinde yeterince kalın bir sis perdesi var; bunu daha da kalınla~tıra cak herhangi birşey yapmak doğnı:-.u hiç istenıiyoruııı. fakat burada diyalektiğin başarısı ile hipnotiznıanın başarısı arasında bir benzerlik kurmayı da uygun buluyorum. Hipnotizmanın başarısı kuşkusuL, hipnotizmaya konu olan kişinin kendin i fazla "sıkmaına "sı na, hipnotizınacının yöntemine, kişiliğine, yaptıkları na hiç kafa yornıanıasına bağlı. Bunları sorguladığı anda. ki~iniıı hipnoti1.111anııı etkisi ne gi rmekten yoksun kalması ve böylece bliyünlin ba~arı ... ızlıkla ~ona ernıesi i ~te n bile değil. Benzer ~ı.:ki lde. diyaldtiğin (isıiin bir dünya görüşii ohıra~
201
başarı s ı. başta çe li ş mez lik yasa s ı
ve belirli mantık kuralları olmak üzere biz?at mümkün ve gerekli kılan araç ların tümünün pe ~ ine n Hegel'e teslim edilmesine bağ lı. Bu ay nı zamanda Hegel' in Anlanıa'ya yöneltt iğ i canalı c ı el eştirile rin sorgulanmaması elemek. Bu e l e~tirilerin meşrulu ğu üzerinde en ufak bir ku şkuya dü~tü ğünı üz anda, di yalekti ğ in tıls ımından o lacağ ı mı z muhakkak. Çünkü buradaki fasit daire u yarınca Hegelg il e l eştiri öy lesine kapsayıc ı ki, bi zzat bu ku ~ kunun bile bizi A nlama' nın tu zağ ına düş ürmeye ve O'na mahkum etmeye yeteceğ i aç ı k. Tabii bu söylediklerimle Hcgclg il ch.:ştiri ve diyalekti ğ in ussal planda ele alınıp ta rtı ş ılmas ının imk ans ı z o ldu ğ unu ka:-.tetıniyorum . Bu elbette mümkün, aına di ya l e ktiğ in içinde değ il dışında, Anlama'nın yanında, içinde mümkün ancak.5 Benim de burada kaç ınılmaz olarak yapmamızı öne rebil eceğ im bu . İşte bunu da y aptı ğımı z zaman, y ukarıdaki sorunun yanıtının olumsuz o lacağ ı kesi nd ir.
co m
diyalekti ğ in eleştirilmes ini
Hegel, ge li ştirdi ğ i di yalektikle -bile- ideali zmi gerçe kl eştiremez, çünkü asbizzat Anlanıa'nın yaptı ğ ından farklı bir i ş değ ildir. Hegel idealizme varmak için bitimliden, maddeden soy utlanmanın yetmedi ğini , tersine bu soyutlamanın maddey i dı şl ay arak nıutlaklaştırdı ğ ı n ı söy ler ve y ukarıda belirttiğimi z gibi , Anl a ına'y ı da önce likle bu ya nl ı~ yolu izlemekle e l eştirir. Fakat fıi lcn yaptı ğına bakılırsa görülen o ki , Hcgel'in i zledi ğ i yol da ay nıdır: Sonuçta Hegel de tıpkı Anlama gibi b itiınl iyi soyutlar, onu bir kenara koyar, ona bir noktada " s ırtını çev irir" . Fakat diyalektik sayesinde, Hege l bu i şi çok değ i şik bir şe kilde halleder : Bitimliy i hesaba katmadı ğ ını , dı ~ ladığ ını aç ık ça il an etmek yerine, bitiınlinin , bizzat kendi karş ıtının dışsal bir görünümü , tali bir varlı ğ ı, bir gölgesi oldu ğu nu tespit eder veya "gözlemler." Maddenin doğrudan d oğ ru ya o lumsu z l a nmas ı yerin e kendi kar~ ıtı ile o luıııl '.ınmas ı demek olan bu durumun Hegel'c kazandırdı ğı avantaj bellidi r: Bu duruıııd a Hcge l, ideali st bir fil ozof olarak kendini maddeden soyuılay ı ~ını. clı ~ lay ı ~ ını , maddenin nesnel bir iç hareketi olarak sunmak iııı kfüıına kavu~ıııaktad ır. Böylece maddenin kendi kar~ ıtına dönüşme sürec i, öznel bir soy utlamanın sonucu değ il, ıııadden in kendi iç dinami ğ inin bir ürünü o larak ç ıkma k t ad ır ortaya. Çoğu izleyici ve yoruınc u -;unun s ık s ık vurguladı ğ ı bir k onu olan "Hegel'deki özne yoklu ğu " nun hikmeti de burad adır : gerçekten de, y alnı z siyaset ve tarih felsefelerinde değ il , daha özglil epistemo loji planında da i ş l erli ğ i olan bir özne k a v ramı yoktur H cgel'de ve bu yokluk, onun sisteminde göze çarpan görkemli nes ııc lci li ğ in baş lıca gti vencesi say ılabilir. Hoş, uııutulnıamalıdır ki her idealizm gibi Hegclgil ideali zmin ele vazgeç ilmez kay n ağ ı olan ezeli bir özne lli ği maskeleyen, görk emi ölçüsünde yapay olan bir nesnclciliktir bu . Bir bakıma, daha üstün bir öznenin , Tanrı'nın , dipsiz derinlikl erinde y itip giden bir nesnelcilik. A ncak , Hegel'in düşünces ine tüm biç imini veren bu ncsn e lcili ğin gene ona ka zandırdı ğ ı önemli içgörüleri de
w
w
w
.s
ol
ya y
in .
lında yaptığı ,
202
unutmamak gerekir. Bunlara aşağıda geleceğiz. Eğer
ge li ştirdi ği diyal ektiğe rağmen
Hegcl'in idealizmi gerçekleştirmekte başarısız kaldığını kabul ediyorsak, o zaman bu diyalcktiğın baş lı ca özelliklerinden olan sentez ve içererek aşımı kavramlarına da dikkatle yaklaşmam ı z gerek ir. Hegel'in sisteminde sentez, bir tarafta tez, diğer tarafta antitez olmak üzere iki karşıt kutbun birliğini ifade eder. Tezin ve antitezin farklı lıkl arını hem ortadan kaldıran hem de muhafaza eden bir bütündür sentez. " İçererek aşma" da, sentezin bu ikili et kinli ği ni anlatır. Sentez, hem tezin ve antitezin karşılıklı sınırlamaları nı n ötesine geçer, "aşa r"; hem de bunu yaparken tez ve antitezin tüm özelliklerini - üstelik bu özel liklere hiç dokunmaksızın, bozmaksızın- içinde muhafaza eder, " içerir." Hegelgi l sistem, birbirini içine ala ala gitgide geni şleyen daireler şek lindeki sentezlerden o lu şur: En zengin, en geniş ve kendi dışında bir belirleyeni kalmayan nihai senteze ulaşıncaya dek, tezantitez-sentez üçlü sü birbirini izler. Diyalektiğin bu "önlenemez" tırmanışında en ilginç olan nokta, bu tırmanış boyunca hiçbir şeyin kaybolmamasıdır: diyalektik, uzun yürüyüşü boyunca, hiçbir şey i dışarıda bırakmaL, herşeyi içinde toplar. Oysa bunun ne gerçekl ik ne de hatta dü~ünce düzleminde mümkün olamayacağ ı ortadadır. Bu noktada, sonraları Marx'ta da yankı lanan Feuerbaclıç ı e leştirinin ç anlarını i şitm eme k olan aksız: Diyalektiğin, en amans ı z düşmanları, en bağdaşmaz karşıtları bile bünyesinde kolaylıkla toplayabilmesi , as lınd a tam da bu düşmanların ve karşıtların gcn;ckliğini taııımama'>ının -.onucudur. "Karş ıtların birli ğ i " nde ifadesini bulan Hege lgi l diyakktik, tanı da gerçekl ikte varolabilecek asıl "karşı t" l arın veya karş ı -güçlerin varlı ğının yadsınmasından başka bir anlam taş ımaz. Kuşkusuz, bu yads ıma Hegel'in durumunda hiçbir zaman "cepheden" o lmay ıp , daima " içererek aşma" şeklini alır. ama sonuç değişmez. Hegelgil diyalektik, bir bakıma gerçek li ğin tümünün "kutsanmas ı "ndan ibarettir: Bu diyalektik, gerçekliği başka bir "öte" şeyin, sözgc liıni l dea'nın ya da Tanrı'nın dışsal bir tezahüri.i haline getirir, fakat bunu yapmak la gerçekliği herhangi bir şek ilde etkilemez, dönüştürmez, tersine olduğu gibi bırakır. Diyalektiği n öngördüğü sentez, işte bu nedenle gerçek bir sentez olamaz. Çi.inki.i gerçek bir sentez, kendinden önceki öğelcri -bu nlara hiç dokunmaksızın- kendi içinde bir olumsuzlama zinc iri nin halkaları olarak ardarda dizip toplamak yerine, bunları fark lıl aştı rır, dönüştü rür; daha doğrusu bu öğelerin dönüşmüş bir biçimidir. Böyle bir dönü şü mde ise, bazı şeyler kazanılırken, bazı l arı da düpedüz kaybolur. Ku şkusuz, sentezin sentez olabilmesi için, kazanı lanın kaybedilenden bir şekilde (ama nasıl, o ayrı bir konu) daha fazla olması ~a rttır. anıa herhal ükarda gerçek bir sentez, deyim yerindeyse. daima belirli bir entropi öngör(ir. Bu nedenle de, gerçek sentezler Hcgel'in sistemindeki kadar sık, kolay ve çabuk boy göstermezler. Bu ise demektir ki, Hegcl'in sente71cri " gerçeğe vurulduğ u " ı.a-
w
w
w
.s ol ya
yi n. co
m
insanüstü özen le
203
w
w
w
.s
ol
ya y
in .
co m
man bu se ntezlerin as lında se nıcz olmay ıp , çoğu kez ay ırıl a rına (o nları ıneyda na getiren tez ve antiıez kre) ayrı ~ ı vcrdikleri .. Hegel'in aş ı yorum dediği birçok karş ıtlı ğ ı aslında a~amay ıp, hu karşıılıkları meydana getiren kutuplardan birine saplanıp kaldığ ı görülür. Sözge limi, özgürlükle gereklilik, bireyle toplum, özneyle nesne ya da insanla Tanrı gibi terinıle r aras ında ki ı emel karş ıtlıkları alalım. Hege l'in çalı ş mas ı , bütün bu karşıılıkların aş ılmasını , öıcs ine geçilmes ini ~maçlar. Ne var ki , bazen gerçekten de bir senteze varı yormu ş gibi görünnıe-, i ne rağmen, yakından izlendi ği zaman , Hegel'in çözümle ınt:l erinin sözk onu su karşıt ların ötesinde değ il gerisinde, biri nckn birinin içinde çözüldü ğ.ü , tamamlandı ğ ı ve sonuçta ortaya bir sentezin ç ıkmasından çok, bir karş ıtın di ğerine ağır bastı ğı ya da onu dışladı ğ ı fark edilir. Örneğ in Hegel'in tarih felse fesindeki iyi bilinen bir evrim şem as ını dü ş üne lim . Bu şemada, kubaca, Antik Yunan toplumsallık ilkesini, Hıri sti y anlık (ve onun bir tür "proto-Weberyen" _şekilde ıc mellendirdiği burjuva toplumu yahut "sivil ıoplum " ) dü bireysellik ilkes ini temsil eder: Eski dünyada bireyl e toplum aras ındaki bağ, ıikel fakat gerçekken, Hıristiyanlıkla açılan yeni dünyada bu bağ genel , fakat " ge rçekclışı "clır. Baş ı-.a bir deyişl e, eski dünya evrensellikt en yoksun fakat y abancılaş ıııarnı ş, yeni dünya ise evrensel fakat yabanc ılaş nıı ş bir in sa nlık durumunu ifade etmektedir. Anti k Yunan'la Hıri sti yaııl ığ ın o lu ~turdu ğ u bu karşıtlık , sonunda Hegel gil dev lete ve onun day andı ğ ı "ev rensel s ınıf"a, bü rokrasiye, bırakır kendini : Bu seııtezde toplum sallık ve bireyse llik ilkeleri birl eşi r, hem evrense l hem yabancıla~ nıamı ş, hem genel hem de gerçek bir bin.:y- t oplunı bağının kuruldu ğu bir durum has ıl olur. Bu aynı zamanda Hıri sti y anlı ğ ın Anıik Yunan' ı i çe re rı-: k aşmas ı , bir soy uı lama olmaktan çıkıp somutlaşma s ı , ıoplumsallaşmas ı , gökten yere inmesidir. Bu kut sal sentez - 1800 baş larının müstebit fakat A yd ı nl anm ac ı, Hıristiyan fakat akıl c ı Pru sya rejimiy le de özde~ l e~e n bu Hcgclye n modus vivcncli- ku ~ ku suz çok güzeldir de, " kazın ayağ ı " nın hiç öy le o lmadı ğ ı da orıadadır: Hegelgil devletin, "sivil t oplunı " uıı çe li şkil e rini çözen değil sadece bastıran , bastırdı ğ ı ölçüde de ilginç bir şekilde büs büıün su yüzüne ç ıkan111 muazzam bir mistifikasyon oldu ğ unu beli rtmeye herhalde ge rek yok . Di ğer ıaraftan, Hıristi yanl ı ğın Antik Yunan ' ı Hegclgil anlamda hazmetmesinin mümkün ol amayacağ ı da muhakkak. Çünkü pagan dünyadan kendisine kalan hatırı say ılır mirasa rağme n , Hıri sti ya nlığ ın bizzat A ntik Yunan ' ın bazı hayati öğe le rinin d oğ rudan d oğ ru y a dü şün se l ve kurum sal o ldu ğ u kadar fi ziksel anlamda da - yok edilmesi üzerin e kurulu oldu ğ u yad s ınamaz . H ıri sı iyan lığ ı ı'l Antik Y unan ' ı 'ancak bu öğe lcri yok ederek, imha ederek - yani kaybederek - a ~ tı ğ ı söylenebi lir ki bu da anla ım ı z olur, çünkü y ukarıda be li rtt i ğ imi z gibi . "aş ma"nın lu gatında "yok etmek," "kaybetmek" diye bir fiil yoktur. Sonuç olarak , Hegel 'in seııt ez lerıni filozofun bunları sunduğu ~ekilde kabul eınıek çok zordu r. Z ira Hegel'in iki kar~ ııın "ötesine 204
geçiyorum" derken çoğu kez yapt ı ğ ı aslında, ya iki karşıt arasında gidip gelerek düşüncesini düzenli bir be lirs i zliğ in devinimine teslim etmek, ya da bu belirsizliği sürdüremediği veya sü rdürmek istemediği noktada, üstü kapalı şek ilde söLkonusu karşıtlardan biri üzerinde karar kılmaktır. Ku şkusuz,
Hegelgil diyalektik h akkında söy lenecekler, buraya kadar değin hususlarla s ınırlı olamaz. Belki de bu hu suslar, etrafl ı bir Hegel çözümlemesindc en başta değil en sonda altı çizilmesi gereken k onulardır. Etraflı bir çözümlemede, örneğin, llegelgil diyalektiğin bütün bu içe dönük kapalı l ığ ına ve akıldıŞ ılı ğına rağmen. nasıl o lup da en akılcı ve maddeci düşünce sistem lerine bile nüfuz edeb ildi ği nin neden leri i.izeriııde durmak şarttır. Aşağıda MarxHegcl ilişkisine geldiğimizde, doğallıkla bu nedenlerin baz ıların a işaret edeceğ im. Ancak bu yazıd a hedefim ayrıntı l ı bir Hegel çözü mlemesi o lm adığ ı için, Hegel'in düşüncesine i li şk in burada v urgu l ad ı ğını sı nırl amalarla ye tinmeyi yeterli buluyorum. O halde ~imd i, öncelik le bu sınırlamaları gözöni.indc bulundurarak, yuka rıd ak i sorumuza dönebiliriz: Hegcl, gerek kendi si nin gerek birçok sadık yorumcusunu n varsaydığı gihi , Aydınlanma'nın -A ydınlanma'yı da "içeren" - zenginleştirilmiş bir antitezi ya da Ayclınlanma/Ronıaııtizm kar~ıtlığ ı nııı aşk ı n ("tran scendent") bir sentezi olarak kabul edilebilir mi gerçekten? Hegclgi l diyalekti ğ in sözkonusu s ınırlamalarını ciddeye aldığımı z takdirde, edilemeyeceği muhakkaktır. Hegel'in Aydın lanma el eştirisi de, diğer pekçok se ntezi gihi gerçek olmay ıp , kar~ ıtl ar arasında ısrarla g ide gele sonunda karşıtlardan birine yerleşi r ve son hükmünü de orada verir. Diğer se ntezlerinde oldu ğu gi bi. l lcgel'in Aydınlanma karşısındaki elc~t iri s inin de ha~ını sonundan ayırmak pek kolay değildir; ancak baz ı Aydınlanmacı öncü llerden hareket ed iyor görünmesine rağmen, bu eleşt irinin özel likl e politik sonuç ve u zant ıl arı gö1.öni.inde tutulursa, son tahlilde romantizmin temel y argıları çerçevesinde son buldu ğun u söylemek san ı rım çok yanl ı ş ol ma1..
w w
.s
ol y
ay i
n.
co m
diğimiz
Bunu görmek için , Aydııılanma'nın yukarıda değiııdiğinıiz "kurtu lu ~ ~c Hegel'in düşüıH:esinc nas ıl otunJuğuna hakmak yart1rlı olabilir. Bu ~c mada üç aşamadan bahsctmi~tik: İlkin, insan tamamen "doğasıt. " ~ekilde. bi r "hiç" olarak doğar, sonra copl uıııa girdikçe bir doğa edinir, doğalla~ır. Aıııa insa nın doğallaşması, a y nı zamanda yahancılaşnıası anlaıııına ge ldiği için. kurtu luşu da. doğallaşma sürecine.len sıyrılıp keııdi öi'gün yapa) lı ğ ına dönmesine bağlıdır. Şimdi, hcnıen helirtelinı ki. He gcl' iıı düşliııcesinde bu ~emayı onayladığını ve izlediğini gösteren pek çok hükiim vardır. Örneğ in 1kg.el, felsefe tarihindeki ufuk turunda Aristo ve Platon'un bütün erckııılerine ~arşın tenıı.:I sıııırlı lıklarının bireysel öznellik konusunda su yiii'i.ine ç ıktığını ileri sürerken. taııı da bu şema çerçevesinde hareket eder. Keza, Zihnin Fenomenolojisi adlı yapıtın da - en "edebi" demeye d ıl iııı varmıyor. ama herhalde eıı "güi'el" yap ıtında - bi -
w
ma"sının
205
co m
lincin d oğaya ve kend ine yönel ik aç ılı mlarını ele aldı ğ ı kritik dönemeçte de, Hege l bu şema nın doğrultusunda ilerler. Bu ve diğer pe !..çok örnek gözönline getirildi ğ i zaman Hege l'i n tamamen Aydınlanmac ı öncli llerden yola ç ıktı ğ ını düşünme!.. işten değildir. Oysa hayli farklıdır durum. Z ira Hegel aslında eşanlı olarak bi rbirine zı t dü~en öncüllerden yo la koyu lma k tadı r. Yani d ü şüncesini besl eye n, yalnı z Ayd ınl a nmacı değil, Aydınlanmacı olmayan -romantik- öncü llerdir aynı zamanda. Romantik önciilleri n varlı ğ ı , öze llikl e Hege l' in siyasal olg uları karş ı sına aldı ğı noktalarda iy ice hissedilir. Hegel için başlıca "s iyasal olgu" da ku şku su z, Fran s ı z Devrimi 'di r.
w
w w
.s
ol y
ay i
n.
Başka bir yerde deği l , gene aynı yapıtta , ya ni bizzat Zihnin Fcnomcnolojisi'nde, hem de Aydın l anmac ı çizgiyi i zled i ğini söy lediği miz dönemec in hemen ardından, Hegel Fran s ı z Devrimi ve De vrım' in simge ledi ğ i "terör" hakkında bir takım tespitlerde bulunur.6 "Terör", burada özgü l bir dönem i - l 793'ü- ol duğu kadar, genci anlamda "devrimci şi ddet"i de temsil eder. Hegel'e göre terör, belirli bi r soyutlamanın yahu t soyut l anmı ş l ığın ürünüdür: Ne zaman ki insan lar, kendi kiml iklerin i belirleyen çeş it li türdeki kültürel, tarihsel, :-.iyasa l - kısacası sınıfsa l - aid iyetlerinden koparlar; ne zaman ki içinde kemfıle erdikleri tüm adetlerden, ge leneklerden, görenek lerden, alışkan lıklardan, ö n yarg ıl arJan, kısacası havasını teneffüs ettikleri topl umsa l o rtamlarından bağıms ı zlaş ı p "genelde insan" olurlar; ve ne zaman ki kendi lerini ve başkalarını a rtık beli rli bir zümre veya sın ı fıJl üyeleri deği l de "yalnızca ve önce" insan olarak a l g ı lamaya baş la rl a r, yani "vatanda( olurlar, işte o zaman terör bu i n sanların tepesine çöker, on ların ayrı l maz bir parça-.;ı olur- hani arada yoklayı p giden bir karabasan gibi değ il de, adeta peşkrini hiçbir zaman bırakmayan kendi gö lgeleri gibi. Böylece. Hegcl'e göre, terör Devrim'in kaçınılmaz bir sonucudur, çünkü Devri m soyut bir hümani zme dayanır. Bu hümanizm için i n sa nın özi.i. ona "doğas ı " nı veren, onu "doğa ll aştı ran" beli rli bir "t insel kitle" ya hut -. ınıf içinde bu lu nmasında değil, tersine, her türlü içerikten ve pozitir d eğerd en tamamen arınmı ş bi r "hiç lik " olabilmes inde saklıdır. Ş u halde l legel'i n Fcnomenol oji 'de bir yandan · Aydın lanına' nın ana ilkesini sahiplenirken, öbür yandan Fran s ı z Devriıni'ni çözümledi ğ i yerde romantik şc ına doğrultusunda akıl yü rüttü ğü nü görüyoruz. 7 Yukarıda be li rtt i ğ i miz g ibi, Ayd ınlanma için doğa ll a~ nıa bir yaban cılaş ma, doğall aşma dan uzak l aşma i"c bir hırtul u ~ iken, romantizm içi n yabanc ıl aşma veya "köksüz l eş me", tam da doğallaşmadan uzakla~ma yahut yapay l aşma süreci nin bir sonucud ur. l k ;.·l·l ııı ı. ·ıli rii 'n nımlark cn i zl ediği kur1ulu ş ~e rnas ı da bu romantik şe madan ba~kası değılJ ı r. Bu b<1k ınıdan Hegel'in terör yoru mu , gerçek kurtuluşun i lk özgün belirlenme olan doğa lla~maya geri dönmekten geçti ği varsay ımı na dayanır. Hegcl'e göre terör, insan ların toplumsal bir ya~a m dı ş ı n da v arolaına yacak l arını, gerçek özgi.irlü ğ lin top lumsa llı ğın ve tarih se lli ğin d ı şında değil
206
içinde aranması gerektiğini kan ıtl ayan bir yoko lu ş durumudur. Ye bir yerde. "tinsel kitleler"in, kültürel orıamların , :-.ınıfsal konumların bağrında insanların belirli bir bütünleş me arayışlarının, daha doğrusu bu bütünleşmeye doğru "can havliyle" hamle edişlerinin acıklı bi r ifadesidir ıerör.
w
w
.s ol
ya
yi
n. co
m
Romantik ve Aydın l anmacı çözü~ıl erin Hegel'de eşan lı olarak böylesi ne yanyana gelmesinin, adeta kaynaşmasının g izini kuşkusuz, son tahlilde gene filozofun us kavramında ve bu kavraın ı tarihe uygulayı ş ındaki özelliklerde aramak gerek ir. Hegel'e göre, Fransız Devrim i Aydınlanma'nın do ru ğ u olu p, ayn ı zamanda onun iç çel i ş kisinin nihai aşamasıd ır. Ayd ınlanma ise, Hegcl'e göre, in sa nın modern dönemde tin se lleşınes ini , yani "kendi ni bulma s ı " nı ifade eder. Bunun bir i fadesi olarak Ayd ınl anma, insanın ussal iraden in taşıy ıcıs ı oldu ğ u ve ussal irade önü nde hiçbir engel bulunamayacağ ı gerçeğ i nin farkedil i şid ir. Böylece kendini geçmiş in tüm !JSdışı yeıkele rrnden, kurumlarından ve "poL itir' değerlerinden rad ikal bir şekilde ayıran, koparan Aydınlanma , insanlık tarihinde önemli bir dönemeci meydana getirir. Ne var ki, Hegcl'c göre, :-.adece bir dönemeçtir bu. Çünkü Anlaına'nın dar açıs ını n körleştirdiği Aydınlanma, insanın aslında kendinden daha büyük bir kozm ik özneni n aracı olduğunu farketmez, bundan ötürü de ussal iradenin kaynağında ya lnızca insanı görür. Oysa salt insanla ilgili hiçbi rşey - sözgelimi insanın " mutlulu ğu" yah ut "yarat ıc ılı ğı" gi bi kavramlar - ussal irade nin kaynağ ı olmaya yetmez, çünkü bun lar hir noktadan :-.onra evrensel olmayan, rastlantı sa l ve keyfi - d oğa l - fakı ör l ere dayanır. Şu halde Hegel'e göre Ayd ınl anma' nın başlıca s ınırlılı ğ ı , önplana çıka rdığ ı ussal iradenin kaynağını tan ıml ayamanıasında, bu iradeye bir içerik bulamamas ı nda yatar. Bu anlamda Ayd ı nlanma ya lnı zca pozitif değerlerin bir ol ums u zlaması olarak yaşar. Bu nedenle de yaln ı Lca y ıkar, iınha eder. Ye nihayet, Fransız Devrimi 'nin geri döndürli lemez çarkla rı içinde, kendini ve kendi öz çocukların ı yok etmekle son bulur.
w
Kozmik özne, H cgel'e göre, in san ı n içinde bulunduğu toplumun "ruh"u , yani Tin'dir. Tin ise, son kertede Tanrı 'nın ta kend i,idir. Fakat Hege l'c göre Tan rı, insanın boyun eğdiği bir yetke, bir dış güç değildir. İnsan na-; ıl . Tanrı'nın dı~ dünyadaki tezahürüyse, Tanrı da i nsanın iç dünyasının yan:-.ıınas ıdır . Bu bakım dan Ta nrı insan ın Ö7erk li ği ne gölge dU~lirmez, tersine in:-.a ıı bu öze rkl iğe ancak Tanrı fikri ile blitlinleşe rd ula~abilir. Şu halde "büyük özne" ile "küçük özne" yani Tanrı ile insan arasında bir çat ı ~ma d eğ il bi rli k vardır ve bu bir li ğ in ort ak payd as ı Us'tan ba~ka bir~ey d eği ldir: İn san ussa ll aşt ık ça Tan rı 'ya yaklaw. Tanrı da ussa ll aştıkça, yani ussal kurumlara ve pratiklere dayandıkça ge rçek nitel ik leri y le ortaya ç ıkar. Hege l'in bu "kozmik se ntez "i niıı çerçevesi nde d (i ~li ıılildU ğü zaman, bu sentez içinde blıylik tarih sentezinin, ıa rih senıezi nin içinde de Frans ı z Devrimi 'nin özgül yerini be lirlemek ko lay l a-;.ır. Burada "ıez" eğe r Eski Re-
207
jinı'in
(Ancicn Rcgimc) devletiyse, "antiteı." devrimci devlet. "sentez" de restorasyon devletidir. Hegel'e göre Eski Rejim devleti, sınıflarıyla, zü ımelc riyk, fe-
ol ya
yi
n.
co
m
odal ideolojinin bi nbir çeşit rütbe ve ayrıcalıklarıyla fark 1ıla~ını~ bir toplu ıııu öngörür. Capcanl ı bir organizma olan bu toplumun hayatiyetini sağlayan. bu farklılaşmışlığıdır. Bu farklılaşıııışlığı da ınimıkün kılan toplumun dayandıgı Tanrı fikri ve devletin kutsallığıdır. Eski Rejinı'in sonunu geti ren ölümcü l çeli~ ki , bu kutsallığın akıldışı yasa ve uygulamalarda ifadesini bulmuş o lmasıdır. Fransız Devrimi 'y le gelen cumhuriyetçi devlet bütün hunları ussalla~tırır. çağ daşlaştırır, fakat bu arada kutsallık kaybolduğu - yahut düpedüz kovulduğu için toplum, farklılaşmışlığı koruma ve farklıla~ma yeteneğini kaybeda, canlıl ı ğın ı , dengesini yit irir ve nihayet Restorasyon de vletiyle birlikte yokolmakta n kurtulur; ölümden yaşama, olunısuzlaınadan o l uınlamaya döner, antitezden senteze dönüşür. Bağrında hem devrimci devleti n ussallığından, heııı de Eski Rejim'in kutsa llık ve fark lılıkl arından birşcyler barın'dıran Restorasyon devleti, Hcgcl için, insanların özgürlük ve yükümlülüklerine sın ır koyan ve bunları düzenleyen araçsal bir kurum d eğ il, kendi ba~ıııa amaçlanması gereken bir alıın clır: İnsanların özgürlüklerini edindi ğ i, bireı in toplumla barıştığı, ev rensel bir s ınıfın (bürokrasi nin) uyguladığı evren,el ya1.,a ların hiiküııı sürdüğii bir alan.
w w
w .s
Burada ilginç olan lıusus, bu 1legelgil '\cııtez-devlet"in doğas ı old u ğu kadar, tarihte gerçekleşme biçimidir. Nasıl ki bu devlet. araçsal liberal d ev leıten farklı olarak, insan irade:-.inden ("söz le~ıııe"dc n ) kaynaklanmıyor, tersine kaynağını Tanrı'nın kozmolojik tasarımında buluyorsa. ayııı ~ckilde sözkonıısu devletin tarihte ortaya çıkışı da İıhanl veya siya1.,) bir iradenin değil, gene Tanrı ' nııı bu tasarımının bir :-.onucudur. Ku~ku 1., uz hu devlet. İıı<.;anlarııı tarihteki eyle nık rinin bir ürlinlidür. anıa bu ii rli niin insanların tasarladıkları ~ey olduğu söy lenemez. H egel'in bunu nasıl derin bir ironiyle anlattığını biliyonıL. Frans.ız devriııı cileriniıı iıııkfıns ı zı gerçeklc~tirıııek uğruna keııdileriııiııki de dahil olıııak üzere dökmediği kan ka lmaz, anıa bütün hu dökülen karılar sonunda Restorasyon devletine giden yola kırın11.1 lıalı olmaktan ba~l-.a bir işe yaramaz. Keza. Napolyoıı olıııadık hülyalarla Avrupa'y ı sil ip süpiiriir, iktidarı kendine göre biçip keser, ama sonuç, restorasyondan ba~ka birşey değ ildir. Daha birçok başka olaylar dizisi de, toplumsal aktörlerin tasavvur bile cdeıııcdiklcri ~ckilde ge lişip, Restorasyon devletine zeıııin hazırlar. 1!atta belki de bu zeıııiııi hazırlayan ba~lı c a öğe, bizzat Terör'iiıı kendisidir, çüııkli öliiııılc burun buruna ge lmek demek olan T erör. in sanları evren-;ele 1-.a vuşturan eıı 1-. e:-.t irnıe yoldur aslında. Hegel'in bu gözlemlerinin altında yatan ana fikir. filozofun 'ık -; ık Us'tın "hilesi " ya da "çalımı " diyerek ifade et meye çalıştığı durumla ilgilidir: tarihte bir gelişme vardır; bu gel i ş ıııeyi karakterize eden bir akıl da vardır, aıııa bu akıl çoğu kez roplu msal aktörleri ıı (gü<; lii ,ezgi lcre 1.,ah ıp olağaniisti.i tari lısc 1 öııtlcr-
208
w
w
w
.s
ol
ya y
in .
co m
Ier hariç) kendi öznel a kıll arına ters düşen -ya da taıııaınen dı ş ında kalan - bir çizgi izler. İnsanlar, gruplar, s ınıflar belirli anıaç lar uğ runa belirli mücadclekn; girip, birbirlerini yerlerken ortaya ç ıkan sonuç daima, o nl arın küçük akılları nı n değil büyük aklın dikte ett i ği sonuç olur. H egel'in bu "Us'un hi lesi" fikri , bazı farklı öncü lleri ve u zantıları na karşı n , Adam S nıith 'in "gizli el " kavramının daha gen i ş kapsamlı bir versiyonu say ıl ab ilir: Nas ıl ki gizli el kav ramında genci bir iyi olarak piyasa, kendini o lu şturan tikel kötülerin motifl erinden bağ ı msı z bir yaşam sürer, Hege lgi l tarihte de kozmik ak ıl, toplumsal ak törl erin isteklerinden , beklentilerinden ve hesap larından bağıms ı z ~ekild e -ve çoğu kez bu aktörlerin ceset leri üzerinde y ürüyerek - kendi yolunda emin adımlarla ilerler. Piyasa ile kozmik ak lın bu bağ l amda oı1 ak öze llikl eri. nesnelliklcridir. H oş, pi yasanın n es ne lliğ i serbest rekabet fikrine hi zmet ederken, koznıik aklın n esne ll i ğ i bu fikrin, liberalizmin ve genel olarak Aydınlannıa ' nın eleştiris ine adannıı ştır. Aydınlanma'nı n özellikle özneci ve iradeci ya nıl sa malarına yöneli k Hegelgil elq tirinin ardında, tanı da bu nesnellik vardır. Buna bir örnek olarak, Hcgel'i n anayasa düş künl üğü hakkındaki gözlemlerini a nımsamak yeter. Bu gözl e ıııle ri nde Hegel , güze l bir a nayasan ı n öyle heryerde her zaman key fe göre uyg ulan aıııaya eağ ını , uygul anmaya kalkışıldığ ı takdirde sonucun nas ıl hüsran o lacağ ını , başta Napo lyon'un İ s pa n ya'daki talihsiz g iri şimi olmak üzere. " aklın hileleri "nclen8 verdiğ i çeş itli örnekle rle an latır. Hegel'e göre, bir anayasa hazı rl amak ve sonra bunu icra etmek, tipik bir Aydın l an m a fikridir. Bu fikir, biitliıı meseleyi dı.~sa l bir araç-amaç aritmeti ğ i çen;cvcsinde basit bi r mühendislik prob leııı i olarak ele almay ı öngörü r. Oysa bir anayasa nın anlamı , kendine konu olan in sanların kimlikleri ve kendilerini nas ıl anladıkları y la ilgili birçok k oş Lılu k ar~ ılayıp kar~ıla yanıadı ğ ın a bağlıdır. f3u bak ıından söLko ııu su anayasac ılık aıılay ı ~ ı , kvk a l fıdc s ı bir gö rli ~ü n ifades idir. Bu aıı l ayı~ bir yerd e, Aydınlaııma' nın ana saik lerin den biri olan çağ ın ötesine geçme, "çağ at lama" (veya "tarihse l aşama" atlama) dürtüsli nün de bir ifadesidir ayn ı zamanda. Hcgel'e göre "a klın hilesi" f ikrinin gösterdi ği gerçek, tanı da bunun tersid ir i~te: Çağ aılananıaz, atlanmaya kalkı şıldı ğ ı takdi rde ise ac ı s ı nıutlaka ç ıka r ; i lc rl e ınc ya lnı zc a ve yalnı zc a kozmik aklın eııı retıi ği ölçüde mümkündür. Bu ölçüyü belirl eye n. kozmik ak lı n ge rçek l iği yahut "koşulları " özünıl eyebi lnıcsid ir. Ko~u ll arı n ö1.:ü mlcnmelcri ise, önce ortaya çı k malarını , o l gu nl aşmalarını ge rekt irir. Şu ha lde ilerleme bir bakıına, " k o~u ll arın o l gunlaşmas ı " ölçüsünde mümkün olan birşeydir. Ş imdi ,
Hcgcl'in ta rih anlay ı ş ı y la ilgili bu son gözlemlerimizin ı ş ı ğ ında. nas ı l bir sonuca varabil iriz? Bunun için, öııce J\yclınlanma/ro ına n ti z m karş ıtlı ğ ı n ı n y u karıda değ in d i ğimiz terimlerini anımsayal ım. Ayd ınl a nma, yukarıda belirtmeye çalı ştı ğ ımı z gibi , ussa llı kla özg ürl ü ğ ü özd e~ l qtire n bi r dünya görü ~line dayan ır. Ay dınlanm a'ya göre, özgür o labilıııck için ussa l o lmak. ussal olcıbilmek
209
ya y
in .
co m
için de herşey i açıklamayı yani ussallı ğ ın alanı içine dahil etmey i bir görev olarak benimsemek gerekir. Aydınlanma'nın gözünde u ssa llık, doğ rud an doğruya "birey" kavramında ifadesini bulan bir "bilen özne"nin varlığından kay naklanır. Bunun sonucu olarak tarih de, toplum da, politika da son kertede bireyin iradesinin bir ürünüdür. Romantizme gelince, gene y ukarıda göstermeye ça lı ştı ğ ımı z gibi, bu akım ussallıkla özgürlüğün özdeşleştirilmesine karş ı oluşan bir tepkiyi yan sıtır: Buna göre, herşeyi n -ilke olarak bile - açıklanabilmesinin imkan s ı zl ı ğı bir yana, u ssallık alanı Aydınlanma'nın umduğundan çok daha sınırlı d ır; daha önemlisi, özgürlük bireyin bilinci ve ussa llı ğ ın bu s ınırlı al~nında değ il. "öte"de bir yerde, doğanın , tarihin, tinin derinliklerinde aranmalıdır. Ussallık bölmeyi, ayırmayı, ayrıştırmay ı , kı sacas ı farklılığı ve karmaş ıklığı öngörür. Oysa özgürl üğün yeri bütünsellikte, birlikte, basitliktedir. Bunları da sağlayan, belirli bir tarihsel, doğal, kültürel , tin sel, vs.- ortama (mı?) ait olma duygusu ve bu aidiyet duygusunu dile getirebilecek (" topluluk ruhu", ulus, zümre, sın ıf, Tanrı gibi) fikirlerdir. Romantizm bazen "olağanüstü önder" ve "büyük dahi"lere verdi ğ i önemle tarihte bireye belirleyici bir rol bah şediyor görünmesine rağ men , temelde tarihi de politikayı da in san iradesine bağlı ussal bir o lu şum olarak görmez, görmediği gibi Aydınlanına'y ı da en çok konuyu böyle algı ladı ğ ı için e leşt i rir. Ussallık, nasıl Aydınlanma'nın yaşam alanı ysa, ussallığ ın sirayet edemediği ye rler de bir bakıma romanti zmin yaşa m alan ını oluşturur.
w
w
w
.s
ol
Kabul etmek gerekir ki , Hegel'in tarih anlayışı Aydınlannıa'nın da romantizmin de bu temel tanımlanıalarına pek uynıamaktadır. Çünkü bir yandan, Hegelgil tarih bel irli bir düzen, geliş me, teleoloji fikri içerir ve bu anlanıda tamamen ussal bir oluşumdur. Fakat öte yandan, buradaki u ssa llık bireysel değ il kozmik aklın ussa llı ğıdır. Görü ıılirde, bun lar aynı madalyonun iki yüzü nü o lu ş turmakla beraber, asl ınd a madal yon nedense hep birincisi üstüne dü şt ü ğü için, tarihi belirlemek görevi daima kozmik aklın tekelinde ka lır. Hegclgil tarihin bütününe damgasını vuran "ak lın hilesi" fikri de, bu durumun d o laysız bir ifades idir. Şu halde Hegel'in tarih felsefe sinin, hem Aydınlanma'dan hem de romantizmden karş ıt öğe le r taşıyan ikili bir hükme dayandı ğ ını görüyoruz: Tarih u ssaldır, en ufak bir zerresi dahi u ssa llık dış ında kalamaz; ancak bu ussa llık bireysel deği l kozmik aklın bir dışa vurumu old uğ u için, tarihte insan iradesine yer yoktur. Ku şku suz,
nedenini son tahlilde, Hege l'in romanti zmin değe rle ri ne sahip çıkarken, Aydın l anma'n ın değerlerini yitirmeme, yahut başka bir deyi,~ le, her iki sinin de değerlerini - bir taş la iki ku~ vururcas ın a- aynı anda sahiplenme çabasında aramak gerekir. Hege l'in ba~lıca kaygı ve içgörülcri , roınantizminkilerden pek farklı değildir. Hegel de, tıpkı romantizm gibi , daima bütünselliğin , birli ğ in ve basitli ğ in peş indedir. Romantizme benzer şekilde, He-
210
bu
ikili ğin
n. co
m
gel de özgürlüğün kaynağını bireyin bilincinin ötesinde, belirli bir toplumsal ve tarihsel ortama aidiyette bulur. Ne var ki, bütünselliği , birliği , basitliği yakalamak, özgü rlüğü bireyin bilincinin ötesinde aramak, u ssallıktan belirli bir kaçı ş ı öngörür. Aydınlanma açısından da, romantizm açısından da kaçını.lmazdır bu . Oysa Hegel için böyle bir kaçınılmazlık yoktur, çünkü ona göre romantizmin · dürtü ve hedefleri ussallıkla pekala bağdaştırılabilir. Hegel'in özgünlüğü de zaten, gerek Aydınlanma' nın gerek romantizmin imkansı z gördüğü bu i ş i gerçekleştirmeye kalkışmasındadır. Hegel'in Aydınlanma'dan olduğu kadar romantizmden de uzak görünmesinin nedeni bu özgü nlü ğünde yatar. Hegel romantizmin çoğu kaygı ve motifini paylaş ırken, bunları romantizmin duyumculuk veya doğalcılığıyla değil , Aydınlanına'nın u ssa llı ğı y la anlamlandırmaya çal ıw. Bazen romantizmi açıkça karşı s ına hatta düpedüz alaya almak pahasına da olsa.
w
w
.s ol
ya
yi
Şu halde, bazı yorumc ularının " ş ık " bir şek ilde formü le ettiğ i gibi , Hegel'in "amaçta romantik, araçta Aydınlanmac ı " olduğu söy lenebilir mi? Belki. Ancak çoğu şık formül gibi bu da yanıltabi lir. Eğer "amaç" la "araç"a eşi t değer biçersek, bu formül uyarınca Hegel yarı-romantik, yarı-Aydın lanmac ı demektir. Oysa filozofun romantik tarafının , tüm romantizm-karşı tı retori ğine rağ men A ydınlanmac ı tarafına ağır bastı ğ ını ileri sürmek, sanki daha doğru bir betimlemedir. Çünkü Hegel'in ussallık anlay ı ş ının ne kadar karmaş ık ve problemli olduğunu biliyoru z. Bu anlayışın başlı ca si lahı olan di ya l ekti ğin usdı ş ı yönüne yukarıda işare t ettik. Eğer diyalekti ğ in "mistik kabu ğ u " hesaba katılırsa, Hegel'in yalnı z amaçta d eğ il araçta da Aydınlanma'n ın hay li uza ğ ına dü ştü ğünü savunmak doğrusu çok zor olmaz. Gene de, Hegel'in her bakımdan katık s ı z bir roman tik olduğunu söy lemek mümkün değ ildir. Fil o7.ofun dü şünces indeki derin ikiliğ i ve onu ge lenekse l romantiklerden ay ıran özgüllü ğ ünü daima gözetmek gerekir. Bunu yapt ı ğ ı ölçüde de, sözkonu su formül elbette a nlams ı z say ılmaz .
zaman, onun dü şün ces inde de Hegel'inkine benzer bir ikili ğin varlığ ını hissederiz. Hegel'de o lduğu gibi Marx'ta da, Ayd ın lanmacı öncü llerle romantizme atfetıi ği nıi z ba zı içgörüler yanyana - ve içiçe duruyor gibidir. Bunu görmek için, Marx' ııı düşü nces inin bugüne dönük yönünü, ge l eceğe dönük yönüyle birlikte yani bütünselliği içinde dü şünmek yeterlidir. Bu dü şüncenin bugüne dönük yönü, kapitali zm çözüm lemesidir. Geleceğe dönük yön ünü ise komüni st toplum tasavvuru o lu şt urur. Marx'a dönüp
w
Şimd i
iV baktığ ımı z
Marx' ın
kapitalizm çözümlemesi nin ana özelliklerini biliyoruz: Herşeyden önce homo economicus k avra mının kökü nden yads ınmasın ı öngören bu çözümleme, toplumsal dinamiklerin gerek o lu şmasında ge rek anlaş ılmasında bi-
211
Marx'ın
ol
ya y
in .
co m
reyl erin iradelerinin ve bu iradeleri meydana getiren saik ve motifleri n be lirleyici bir rol oy nayamayacağı fikrine dayanır. Klasik i ktisadın karş ı s ına bir "Ek~ti ri" olarak çıkmas ının temelinde de bu fikir yatar. Klasik ikti sat bireyi n iradesinin menzili dışında kalan ne snelk ~ ıııi ~ y apıları - piyasa gibi - "bağı nısı z" bır nirengi noktas ından değ il , bizzat birey in bu lunduğu noktadan bakarak anlamaya ve tanım l amaya çalı şır; ba~ ka bir ifadey le, bireyselden bireyse l o lnıaya na. tikelden genele doğru hareket eder, oradan da ge ne tikele, bireyse le döne r. Marx' ın Eleştiri'sinde ise ters yönde bir de v iııinı vardır. Marx. çözü mlemesin i genel kategorilerl e -emek, sermaye gibi- baş latıp , bunlarla sürdürüp, ge ne bunlarla bitirir. Üstelik, iki termina l arasındak i hiçbir durakta da, "hirey"e pek rastlanmaı.. Çünkü Marx için birey, bir takını toplunısal ve genel kategorilerin üst (iste ge lmesinden, çak ı şmas ından başka birşey deği ldir. Bu çak ı ş manın en somut ifades i de, " s ınıf'tır. Birey ancak belirli bir s ınıf içinde '.(ard ır ; dolay ı sıy la birey sınıfı dışında tanımlan amaz, anlaş ılama z. Kı sacas ı Marx ' ın çözünılenıes indc birey, özne deği ldir; özıı·e olsa olsa "s ınıf" ııı kendisidir, yani kol ektif' bir öznedir. Ama herhalde daha doğru bir tespit ş u o l malıdır: Marx'ın çözüml emesi nin gerçek araçları, ili ş ki , süreç, çe li ş ki gihi ka v ranılardır; özne kavramı hu çözü nıknıeck analitik değil ancak mecazi anlamda varo labilir. Marx ' ın Elq tiri'si nin hilgisel statüsünü açıklayan da bu durumdur: Ekştiri. eğe r klasik ikti sadın " yarı bilim"iııiıı kar~ıs ında "gerçek bilinı'\: d oğ ru bir adımı ifade ed iyorsa. bu bilimi n başlıca güvencesi, kuşkusuz. özne kavram ının burada v urg ul ad ı ğ ını anlamdaki 'etkin" yok lu ğudu r. bilimsel yakla~ınııııııı ö n görd iiğli bu nesnelli ğin . Hegel'in y ukarıda benze r hir yönü oldu ğ u ıııuhakh.ak . Marx' ın tarihe bakı ş ı na Hegel'inkini andıran derin bir iron i kazand ıran da. ku~kusuz bu nes nl.! ll iği dir. Marx, tıpkı H ege l gibi. tarihi bir trajedi le r ve komediler alanı olarak görmeye eğilimlidir. O kadar ki , "a klın hilesi" fikrinin bir ~eki ide Marx' ın dli~üncesini de yönle ndirdi ğ i söy lenebi lir.9 Tarih , Hege l içi n oldu ğ u kadar onun için de ussal bir olu~Lınıdur ve ussal bir ~ek ilde ka vranabi lir. Ama buradaki u ssa llık bireylerin özne l u ssallı ğ ına kalnıı ~ birşey d eğ ildir; bireyler olsa olsa bu u ssa llı ğın bazı dunımlarda " taş ı y ıcı s ı" olabilir. İki di.i~üni.ir arasındak i ya kınlı ğ ı. dönemlerinin önem li tarihsel o l gularına bakı~lannda da göz lemlemek nıiinıkünd ür. rrans ı z Devrimi ku şku su z her ikisi için ek en öncın li olgudur. Hegel. Dev riııı' i n son demlerinin (Bonaparı i st a~a ınas ının yahut deformasyonunun) tanı ğı o ld uğu için. Marx da dünya tarihine ilk in Dev riııı' in penecrcs iııden baktı ğ ı için .
w
w
w
.s
değ indi ğim i z n es ne ll i ğine
Fran s ı z Devrinıi'ııin Marx'ın na zarında biri "burju va" di ğe ri "ko nılini s t " olmak üzere iki boyutu vardır. 1789 Devrimi lıer~cydt: n önce bir "buıju va devrimi "dir. Fakat burju va devrimi o l mas ı , "sahibi"ııin buı:ju vaz i o ld uğu anl amına gelmez. Devrim, buıju vazinin iktid arı n a zemi n haz ı rladı ğ ı içın bir buıjuv a ele\ -
212
rinıidir
ama, burjuvazi bu devrimi tasarlamış, atqlemiş, istekleri ve ihtiyaçları veya denetleyebilmiş değildir. Eğer ille de bir "yaratan" aranıyorsa, burjuvazi Devrim'i değil, Devrim burjuvaziyi yaratmı şt ır. Kı sa cası, burjuvazi Devrim'in öznesi değildir; dahası, l 789'da patlak veren olay lar dizisinin as lında gerçek bir öznesi yoktur. Gerçek özne. Marx'a göre, tarihte ilk defa ancak olgunlaşmış bir proletaryanın kimliğinde belirecektir. Öznesi olan ilk devrim de sosyalist devrim o l acaktır. Ama bunlar Marx için henüz geleceğe ai t bir fasıldır. Marx'ın gerek Fransız Devriıni'ne gerek daha öncek i tüm tarihsel olgulara ilişkin değerlendirmelerinde "Akl ın hilesi"nin oynadığı rol iyice belirgindir: Bütün bu olguları meydana geti ren olaylarda beklentiler. umutlar, tasa rı lar bir türlü gerçeklere yeti şemez, gerçek ler ise büti.i n bunlarla alay ed ip durur. İnsanl ar, gruplar, zümreler, .-. ınıflar, topluluklar tanı da kaderlerini ellerine aldıklarını, düzenlerini en sağ lam şek i lde kurdukl a rını sand ı ğ ı anda, tarihin bir takım "demir yasa ları "nın birer piyonu o ldu klarını keşfetmek durumunda kalır.
n.
co m
doğru ltu sunda sürdürmüş
Bu açıdan bakıldığında, Fransız Dcvrimi'nin tarihtek i diğer büyük altüst pek farkı yok tur. Tek anlamı, tarihse l geli ~ mede belirli-önemli fak at s ınırlı -b ir durağı temsil etmesidir. Ancak Fransız Devrimi'niıı Marx için bir de "komüni zm" boyutu va rdır. Konuya hu yönden bakıldığında ise. 1789 Devrimi as lında bitmemi~ bir devrimdir ve gelecekteki sosyalist devrime işa ret edl:r. Bir yerde sosyalist devrimin habercisi, sosyal ist devrim de onun tamamlayıcısıdır. Marx'ın özgül deyimiyle. Fransız Devrimi "siyasal devriın"i. sosyali st devrim de "toplumsal devrim"i ifade eder. İkin cisi. birincisinin toplumsallaşt ı rılmı ş, içe riklend irilmi ş biçimidir.
.s
ol y
ay i
o luşlardan
w
w w
Marx'a göre, 1789 Devriıni' ni n "komi.ini1m" boyutu, bizzat Devrim'in kendi ilkelerinden kaynaklanır. Özgü rlük, eş itlik , insan hakları, cumhuriyet gibi kavramlar, bu ilkelerin başlıcalarındandır. Bu ilkeler, gerek buıjuvazinin feodalizm karş ı sındaki mücadelesinin, gerek daha genci planda pıyasa ve kapitalizmin gelişmesinin kuşkusuz vazgeçi lmez araçlarıdır. Fakat Marx'a göre. bu ilkeler mantıksal son uçlarına götü rüldüğü takdirde, bizzat burj uva1.:iyc ve kapitalist cllizene bir tehdit oluşturur. Örneğin. Devriııı'in baş ilkesi olan özgü rlük kavramını alalım. Bu bağlamda özgür olmak, kuşkusuz buı:ju va olmak demektir. Ne var ki, birinin bu rju va o lması, tan ım gereği ha~kalarının burjuva olmama larını öngöri.ir. Bu anlamda buıjuva devriminin pratiği. teorisini yalan lar. çünki.i herkesin bir burjuva olma olasılığı, gene herk esin bir buıjuva olma olanaksı zlığına dayanır. Burjuva devrimi hiçbir zaman in sa nlığ ın tanıaınını kapsayamaz, fakat kendi meş ruluğu tam da bu evrensel postü lada yatar. Bu durum. buıjuva devriminin kendi ilkelerini ge rçek l e~ tirme imkan ından yoksun o ldu ğ unu gfoterir. Yoksun old u ğu na göre ele, sözkonusu ilkeler burjuva diizeniıı ötesinde bir yerde ge rçck l e~ecck dernektir. Böylece Marx, Fran:-.ız Devrinıi'niıı ev rensel ilkelerinde buı:juvazinin
213
.
1
öznel amaçlarını aşan bir anlam görür: Ona göre bu ilkeler, özlerindeki evrense lliği mantık sal sonucuna götürecek olan komünist bir düzenin öncüleridir. Frans ız
Devrimi'nin komünizmin temel fiki rleri ni bu bu fikirl erin Fran s ız Devrimi'nin tarihsel çerçevesinde gerçekleşebileceği anlamına gelmez. Marx' ın Fransız Devrimi'nin çe li şkile riyle ilgili değerlendirmes inin bizim burada vurgulamak istediği miz nesnelci yönü de işte bu noktada su yüzüne çıkmaktadır. Marx'a göre fikirler, onların gerçekleşmesi için gerekli koşulların olu ş mas ınd a n çok önce filizlenebilir. Sözgelimi, sivil toplum hakkındaki dü ş ünceler, burjuvazinin kemale ermesinden çok önce boy göstermiştir. Komüni st dü şünceler de öyle. Hatta komünizm fikri, bir bakıma Thomas M ore yahut Ortaçağ manastırları kadar eskidir. Hatta kimbilir, belki Platon kadar da eski . Lakin bu fikir istenildiğ i an - keyfe göre! gerçekleştirilemez. Gerçekl eştirilmeye kalkı ş ıldı ğ ı zaman da, sonuç hü s randır. Marx'a göre, hü sranın tarihteki en çarpıc ı ö rneğini de bizzat Fran sı z Devrimi sunar.10 Bu, Devrim'in tam da göbeğ ind e yer alan ve tüm devrimsel sürece damgas ını vuran Jakoben deney imidir. Marx' ın bu deneyime y akl aşımı iki yönlüdür. Bir yandan Marx, (Rıobespie rre'in kendi sinden pek hazetmemekle beraber) Jakobenlere sempati besler, çünkü onları n dönemini Devrim'in ge leceğe dönük tek "an"ı ol arak görür; fakat öte yandan, Jakobenl eri " k afas ı karı ş ık adamlar" olarak nitelemekten de geri durmaz ve onların "devrimci şiddet "e baş vurmalarını temel yanılsamalarının baş lı ca belirti si olarak değerlendirir, bu değerlendirme uyarınca da Jakoben terörü açıkça mahkum eder. Jakoben diktatörlüğün Marx' ın gözünde gelecekteki sosyalist devrim ıç ın bir model oluşturmadığı ortadadır. Ancak Marx'111 Jakoben yönetime ve teröre itiraz ının doğrudan doğruya ahlaki değe rlere d aya nmadı ğ ını görmek gerekir. Örneğ in, yüzyıl baş ının sosyalist önderl erinden ve kendisi bi zzat Fran s ız Devrim tarihçisi olan Jaures'in Jakoben deney imi düşünerek yaptı ğ ı ş u gözlem hatırlardadır : "Devrimler, ilerlemenin barbar yönünü o luşturur. Ne kadar as il, verimli ve gerekli olursa ol sun, devrim gene de insanlı ğ ın geri ve yarı-hay vani aşamasına ait bir olgudur." Hiç kuş ku yok ki, Jaures'in bu hükmündeki ahlaki vurguya Marx'ın düşünces inde pek ra stlanmaz. Marx' ın Jakoben teröre ve Jakoben tarz ı devrimciliğe muhalefeti, esasen onun toplumsal değ i şmenin doğas ı hakkındaki Ancak, Marx'a göre,
w
w w
.s
ol y
ay i
n.
co m
şekilde bağrında taş ıması ,
teşhi slerinden kaynaklanmaktadır.
Marx'a göre Frans ız Devrimi'nin başlı ca a nlamı, devlet-toplum ve politikaekonomi ayrış masının bir tescili o lmas ında yatar (Bu ay rı şma süreci resmen l 789'1a baş lamakla beraber, ancak 1830 Haziran DcvriıTW' y le t amamlan acaktır) . l 789'1a birlikte iktisadi faaliyetler üzerindeki tüm feodal kayıtlar kalkar ve si vil toplum "siyasal toplum"un yani devletin vesayetinden kurtulur, bağ ıınsız l aş ı r. Böylece sivil toplumla devlet aras ında d oğan karşıtlık ve gerg inli ğin be lirledi ğ i
214
yi
n. co
m
yeni bir çığır açılır. Bu çığır aynı zamanda " in sanın ev rensell i ğinden yabanc ı laşması"nın kurumsallaş masından başka birşey değ ildir. Şimdi , Marx'a göre, Jakobenlerin ölümcül yanılgılarının birincil nedeni , bu sivil toplum/devlet ayrı ş mas ının önemini ve iç dinamiğ ini doğ ru değe rl endirememeleridir. Doğru değe rlendiremedikleri için de, sanki bu ayrışma hiç gerçekleşmemiş yahut yokmuş gibi davranırlar. Bu açıdan bakıldı ğında Jakoben terör, sivil topl umdan ayrı şmış ve soy utlanmı ş bulunan devletin, kendini sivil toplum üzerine yeniden empoze etmeye ve sivil toplum içinde oluşan özel ve tikel çıkarları ezmeye kalkışmasının bir sonucudur. Marx'a göre, Jakoben diktatörlük sivil toplumla devlet arasındaki antagonizmanın üstesinden güç kullanma yoluyla gelmek ist er, ama böyle bir çaban ın başarıs ı zl ı ğı, eşyanı n doğası ge reğidir: Si vil toplum/ devlet iki l iği , sivil toplumun siyasallaştırı lmas ı y l a deği l , tikel ve evren:--cl c,·ıı...ar ları birey in ge rçe kli ğ inin potas ında birleştiren sağ lam bir sentezle gidcrikhilir. Bu senteze ul aşmak için, Jakoben güç gösterisi sonunda yalnız devleti'" ıl ı op lum üzerine empoze etmek te baş arısızlı ğa dü ş mekle kalmaz, bunun tam tcr-..i bir ge lişmeye de yol açar: Kapıdan kovulan tikel ç ı karlar, pencereden ve bacadan içeri doluşup he rşey i ele geçirir ve nihayet bizzat devleti de teslim a lı r. Jakoben diktatörlüğü izleyen Directoire'da olan, tam da budur.
w
w
w
.s ol
ya
Marx'a göre, Jakobenlerin amaç ladıkları siyasal dü zenin gerçek leşmes i için gerekli toplumsal ve ekonomik koşullar henü z hazır d eği ldir. Ama ne bu koşul l arı n gerekli olduğunun , ne de halen hazı r o lmadı ğ ının farkındadır Jakobenler. Çünkü ekonomiden anlamazlar. Anlamazlar. çünkü on ları yön lend irecek bir yöntem leri, bilgi edinme araçları, kısacası "bi lim "leri yok tur. Bu rotasızlığın sonucu olarak, gitgide çağdaş dünyadan kopuk ve sadece siyasal nitelikteki önlemlere yönelirler. Koşullara, gerçeklere nüfuz etmektek i aczleri, onları gitgide daha çok kendi iradelerine s ı ğ ınmaya zorlar. Siyaset ve s i yasal lı k tek ilkeleri hal ine gelir. Sonunda, baş vurdukları tek "önlem" olarak terör kalır ellerinde. Marx'a göre teröre başvuru, devrimin hede fledi ğ i amaçların o an için gerçekleşe meyeceğinin en açık kanıtıdır. Terör, devrimci bir hedefin gerçekl eştirilmesi nin aracı olmaktan çok, başarıs ı z lı ğı n bir belirtisidir. Marx'ın Jakoben tipi devrinıi "siyasal devrim " olarak niteleme nedenlerin den biri de, buradaki tespitidir. Jakoben tipi bir devrim , siyasi iktidarı ele geç irme çabas ıyla kendini sınırlar; sosyal ve ekonomik koşulların bu iktidarı ele geçirmeyi ve sü rdürmey i uygun ve an lamlı k ıl ıp k ıl mad ı ğ ın ı sorgulamaz. Öte yandan, böyle bir devrim siyasal a l anın kendin i si vil topluma empoze etme ve onu kendi ilkelerine göre dü zenl e nıe çabasını içerir. Bu ise öze l yaşa mın tüm alanların ı n, somut koşu llarınd a n soyut l anmış bir siyasal ev rensel l i ğ in gölges i altında kararması dc ınek tir . 11 Bu aç ıdan bakıldı ğ ında , Marx'ın gelecekte öngördüğü "toplumsal devrim " siyasa l devrimin bir devamı , ta~a mlayıcı s ı değ il , tam
215
tamına karş ıtı ,
antitezidir.
dönersek. va racağı ın ı z sonuç yeterince bellidir. Frans ı z Devrimi , po litik t av ır ve sempatileri bakı m ından Marx' la Hcgcl'i karş ı karş ı ya getirebi lecek en kı şkırtıc ı olgudur. Nitekim onları karş ı karş ıy a getirdi ği kritik noktalar da elbette yok değ il d ir. Böy le o lmas ına rağıne n , Devri m'in özel li kle tarih içindeki anlam ı gib i " baııal " konulara ili şk in değerle ndirıne l e rin de, 12 bu iki d üşünür arasında baz ı çarpıc ı benzerl ik len.: rastl ı yoru z. M arx' ın çözümlemesinde herşey den önce s i yasallı ğ ın s ınırlarına ili şkin ı s rarlı bir e l eştiri var. Bu e l eştiri y i Hegel'de de görü yoruz. Bunun özgül bir dı şav urumu olarak filozofun Anayasa e l eştiri sine y ukarıda değind i k . Keza. Ma rx'la Hegc l'in teröre yönelik e l eştiril erinde de yakın bir benzerl ik var. Hegel'in terörü nas ıl son ke rtede Aydınlanma'nın "dargörü şlülü ğü " n e. bu d argöri.i ş li.il i.iği.i de " Anlama" nın s ı nırlıl ı ğ ın a , bu sınırlılı ğ ı ise "U s"un yok l u ğuna bağladığ ını yukarıda göstermeye çalı ştık . Marx' ın da terörü benzer şek i ide Jakobenlerin - ve tcınsi le isi olduk lan Aydınlanmac ı anlayı ş ın - dargörü ş lülü ğline, bu dargörü şlülü ği.i ise "bi l i ın"lcri nin yoklu ğ una bağ ladı ğ ını gözlemli yoru z. l I oş, burada M arx ve 1-!ege l'in "bilim" ile " Us"tnn anladıkl arı e lbeıte fark lı şey l e r; fakat sonuçta her ikisinin çöı.i.i ııılc nıe k rinde de terör öznelci bi r yanıl sa manın ürünü o lına niteli ğ i taş ı yo r.
ya y
in
.c om
Şimdi y u k a rıdaki karş ılaştırınamı za
w
.s
ol
Şu halde. bu ve benzeri k oş utluklara ba k ılarak, Marx 'ııı dü şi.inces ine Hcgel'ink ine benzer bir "öznes iz tarih " an lay ı ş ııı ı n egeınen o l du ğu söy lenebi 1ir. Buradan da ka lkıl arak , Marx 'ın tari h anlay ı ş ının Aydınlanına'ya yö nelik ro mantik el eştirinin bazı tcıne l içgö rlileri y lc ört üşlli ğü nü , böy lece, hic; dl.!ğ il se analiı.ik planda Marx'ın dü şün cesinin ro ına ntik paradi g nıa içinde kaldığ ını ileri si.i rıııek de pekalfı mümkündü r. A ncak. "öznes iz tarih" anlay ı ş ının Marx' ın dü ş ünces ine egemen oldu ğu ndan bahsederken ya nlış sonuçlara va rmamak için, o nun kendi evrim şe ma sı y l a i lg ili yaptı ğ ı bir ay nını gözö nündl.! bulundurmak yararlı ol ur.
w
w
Bu , Marx' ın "Tarih " il e "T arih -önces i" ar<.1s ında göze tti ği tanıdık ay rımdır. Bu <.1yrımın çerçevesi nde bizim normalde " wrih " dedi ğ imi z ev rl.! "Tarihöncesi" ne, gay rı-ihti yari "tarih-ötesi " veya " tarih -son ras ı " di yebileceğ imi z evre de d oğrudan doğ ru ya "Tarih "e tekabül eder. M arx ' ı n ge k cckle il gili tiim proj eksiyonları ve k omünist toplum tasa vv urları bu "Tarih " in pot as ında t op lanır. Eğe r Marx'ın dü ş ünces inde "öznesiz tarih " anl ay ı ş ının bir yeri va rsa, bu kuşkusuz Marx ' ın "Tarih-öncesi " için yani huglinlimüz için geçerlidir, gelecek için değ il. Dikkat edili rse. Marx' ın sözkonusu ay rımı , tanı da öznesiz bi r tarih olamayacağ ı fikri nin man tık sal bir sonucudur as l ınd a: Tarihi özne yapar. öznl.!nin olmad ı ğ ı yerde, tarihten söz edileml.!7.. Buglin ve bugüne dek geçen zaman dilimi nde gerçek bir özney le karşıl aş ılmı y orsa , y a~anaı.ı dönemi tarih değ il tarih-öncesi olarak nitelemek gerekir. Kı sac as ı . tıp k ı insan gihi tar ih de. halen yaz ıl may ı ,
216
bekleyen boş bir defter, bir tabula rasadır. Defıere ilk öyküyü yazıp im zas ını atacak olan, proletaryadır. Ama proletarya kolektif bir öznedir ve bu niteliğiyl e tarihin q i ğinde ancak bir parantez o lu şt urabilir. Ne zaman ki proletarya diğer sınıflarla birlikte çözü lüp ortadan kalkacaktır, işte o zaman gerçek özne, birey, meydana gelecektir. Çoğu toplumsal aidiyeti ve hepsinden önce sınıfı dı~ında tanımlanabilen, algılanabilen bir birey! Komünizm işte bu bireyin sahneye ç ıktı ğı aşamad ır. Bu aşamada "Tarih-öncesi"nin yasaları işlemez, çünkü Tarih-öncesi bir "gerekl ilik alanı " iken. komünizm hir "özgü rllik alanı"dır. Böylece bu aşamada insanın "doğa l " durumu, yapaylığından-aklının gücünden- başka bir~ey değildir. Bu demektir ki insan, artık bir takını doğal ve tarihsel özelliklerden o lu~an bir "derneşik" değil, yalnızca ve yalnızca kendi kendini bı!lirleme, gerçekleştirme yetisidi r . Ne daha fazla, ne daha az.
co m
doldurulmayı
Bu aksiyomlar, Marx'ın düşüncı!sinin Aydınlanma'nın temel önciillcrine ve "kurtuluş şenıa"sı nı nasıl aynen i zled i ğini yeıerim:e gösteriyor. Aydınlanma'nın devrimci projeyle olan o rganik bağlantısı an ı msanırsa, do ğrusu bunun tersini cliişünıııek de çok zord ur zaten. Aydı nlanmac ı öncli lleri n Marx'taki mevcudiyeti. onun devrimciliğinin herhalde nihai ve vazgec.;ilıncz koşullarından biri say ılmalıdır. Şu halde, buraya kadar söylediklerim izin ı şığ ın da Marx'ı iki akını arasında n ası l konuııılandırabiliriı.? Eğer yuh.arıda Hcgcl ic.;in kullandığımız "fornıül"iin terimleriyle ifade etmek istersek, belki ~öyle bir saptamada bu lunabi 1iriz: kapitalizm çözli m lcnıesi hir "arac.;", koııılin izııı tahayyül Li ele bir "amaç" olarak nite lenebi ldi ğ i ölçüde Marx. Hegel'in tersine, "araçta romantik , amaçta Aydınlanınacı"Jır. Eğer bu saptaınacla azıcık da olsu bir gerçek payı varsa, her ikisinde zıt kefeler ağır basmakla birlikte. Marx'ın dü~Lincesinde de Hegel'iııkiııi anımsatan bir ikilik var demektir. Tabii bu. Marx'ın Hcgel'in önüne çıkan problemlerin aynılarıyla kar~ıla~tığı anlamına gelmez. çünh.li Marx'taki ikilik farklı değişkenler a ra:-.ında. farklı bir düzlcnıde satha vurmaktadır. Hegel'cle Aydınlanmacı ve romantik öncü ll er eşanlıdır ve bunlar arası n daki bağdaşmazlığ ı diyalektiğin çözmesi beklenir. Marx'ta ise sözkonusu öncüller arasına "uzunca" bir tarih kesitinin girdiğ ini görüyoruz: "Tari h"i "Tarihönccsi"nden ayıran zaınaıı dilimidir bu . Marx 'tah.i ikiliği gidcrıııesi beklenen de diyalektik değil, bu 1.aman dilimini kavga döğüş katetmesi gereken toplumsal güçlerd ir. Karşıt öğclerin yanyana gelnıcsiniıı yaratacağı "k ı sa dcvrc"yi eııgelk ınede, uzun, engebeli, ampi ri k ve yalıtkan bir zaman diliminin. maııtıbal, ~dfaf ve geçirge n bir diyalektikten daha etki li olacağ ını clli~linınck için epey neden vardır. Bu bakımdan. Hegel'Je kısa devre yapması kac.;ınılırnv veya düpedl.iz c.;özünısüz gibi görünen ikilik, Marx'ta c.;özli ıııe ac.;ık durur. Ancah.. l lcgel'inkindeıı ne kadar farklı olursa olsun. bu ikiliğin de beraberinde kendine öı.gü bir takıııı başka problemler geti rdiği muhakkaktır.
w
w
w
.s
ol
ya y
in .
na sıl u yd u ğu nu
217
Haliyle, bu problemlerin niteli ği ve sı nırları , "araç"la "amaç". "Tarihöncesi" ile "Tarih" arasındaki ili ~kinin tam olarak n asıl algılandı ğ ına bağlıd ır. Sorun , bir noktada, Marx ' ın komünizm tasavv urunun genci doktrin i içindeki yeri ile ilgilidir. Bu komüni zm tasavvuru son tahlilde bir "ütopya" sayılabi l ir mi? Öy le say ılab ileceğini dü~ünenler hiç de az değildir. Ancak bunların çok fark l ı hatta karş ıt motiflerle hareket ettiklerin i görmek gerek ir. Bu konuda, kabaca, ik i temel yak laş ımdan söz ed ilebi lir. göre ütopya, bugünden ge leceğe -veya geçmi ~c- k aç ı ~tan Bu nite li ğ i y l e ütopya, bugünün kavranamamasının bir ürünüdür. Bugünün kav ranılmas ı , yöntem, bilgi, çözü mleme, kısacası "bilim" gerektirir. Bilimin olduğu yerde ütopyaya yer yok tur - ya da sanata, edebiyata ne kadar yer varsa o kadar vardır. Marx öncelikle bir bilim adamı olduğuna göre, ya da olduğu ö lçüde, ona özgü bir "Marksist ütopya"dan bahsedilemez. Marx'ın dü şüncesine damgas ını vuran, uzak ge leceğe değ il bugüne - kapitalizme- ili şkin söyled ikleri d ir. Nitekim komünist gelecek hakkında söyledik lerinin bugüne dönük çözümlemelerinin ya nında çok ufak yer tutmas ı bir rastlan tı değ ildir. Öte yandan, bütün insanlar g ibi bi lim adam l a rı da - bazen etraflarına ördükleri yüksek duvarlara rağmen- belirli bir kü ltürel, ideoloj ik , siyasal ortamda yaşarlar. Bunun sonucu olarak, di ğe r fani ler gibi bi lim adamla rının da dinleri. mehzep leri, ideoloji leri ve -ş u yahut bu ölçüde- ütopyaları vard ır. Marx da bu genel kuralın dı~ına ç ıkmaz. Marx 'ı n ko nı ün i z nı tasavvuru da, esasen sosya list ve hümani st ge leneklerden dev raldı ğ ı bir ütopya say ıl abi lir; ama tam da bu nedenle, bu tasavvuru tamamen Marx'a atfetmı.::k ve "Marksist" o larak nitelemek an l a mlı deği ldir. Herhalükarda eğe r "Marksist" bi r ütopya varsa, bu ütopyay ı Marx'ın bilimi değ il , siyasal ve ideoloj ik mücadelesin in gerekleri aç ıklar. Bir
yaklaşıma
.s
ol
ya y
in .
co m
başka bir~ey değ ildir.
bir yaklaş ıma göre ise, ütopya il e bil gi kavram l arı birbiri ni d ı ş l amaz: her ütopya, nüvesi nde bugünün e l eşt iri s ini taşır. Bu anlamda ütopya, bugü nün dolaylı ve "alegorik " bir e l eştiris idir. Bir e leşti ri nin "el eşti ri " olmas ı ise belirli bir bil giye dayanmasına bağ lıdır. Ortada bugüne ilişkin sağl am bir bilgi yokken, kayda değer bir ütopya kurulamaz. O halde ütopya bil giyi deği l dı ş l amak, tersine zorunlu kılar. O kadar ki, güçlü bir ütopyanı n varlı ğı , bugüne ili ş kin elde bulunan bilginin güçlü l iiğünü n ba ~ lıca gö-;tergesidir. Marx'ın di.i şi.in ces inin tamamını da öncelikle bu aç ıd an d eğe rl e ndirmek gerekir: Marx'ın komünizm tasavvuru bir ütopyadır; ve Marx'ın tliın doktrini , tüm "bilim"i gücünü son tahlilde bu ütopyadan alır. Mark sist ü topyanın di ğer bazı ü topya l arın yanın da -sözgelimi More'un ütopyas ının yanında - formel olarak "c ılı z" kaldığı doğ rudur; ama bu c ılı z lı ğ ı Marx'ın politik tercihlerine, "zaınans ı zlı ğ ı " n a ve benzeri yaşamöyk ü se l nedenlere bağlamak gerek ir. Çünkli komünizm tasavvu ru tüm taınaınlanmamı~lığı ve detay eksik li klerine karşın . özünde, More'u nki de dahil ol-
w
Di ğer
w
w
Aslında
218
mak üzere bütün di ğerle rinde n potansiyeli daha yüksek, ufuklu bir ütopyadır.
kapsayıcı
ve
geni ş
.s
ol
ya y
in .
co m
Görüldüğü gibi, her iki yaklaşımın da varg ı sı ayn ıdır: Marx' ın komün izm tasavvuru bir ütopyad ır. Ancak bu ütopya sözkonusu yaklaş ımların birincisi için olumsuz, ikincisi için oluml u bir anlam taş ır. Birinci yaklaş ım ın başlıca motifi, Marksgil bilimin s ınırlarını ve "arılı ğ ı "n ı bel irli bir bilim anlayışı uyarın - . ca "ideolojiler" karş ı s ında korumaktır. Bunun da doğa l sonucu , ideolojilerle birlikte bizzat Marx'ın gelecek tasavvurunun da e·pistemolojik planda bilg i sistemi nin dışına itilmesidir. Gene y uk arıdaki fornıülümüzün terimleri yle ifade edersek sonuç, "amaç"ın ortadan kaldır.ılmas ı , Marx'ın doktrninin "araç"a, salt kapitalizm çözümlemesine indirgenmesidir. Marksist doktirinin bilimse lliği konusunun gündemin birinci maddesi haline gel diği l 970'1i y ıllarda "bilimci" diyebi leceğim i z bu yak l aşımın kuramsal tartı ş malarda nasıl belirleyici bir rol oynad ığını biliyoruz. Ş imdil erde ise bu rolü " ütopyac ı " diye nit el eyeb il eceğim i z ikinci yaklaşımın oynadığını söyleyebil iriz. Genci olarak bi li m tartışmalarının geri lediği, özgü l olarak da Marksist doktrinin b ilimselliğ i konu sunda kuşku ları n -hatta kayıts ı zlı ğ ın- iyi ce arttı ğ ı bugünlerde, bu yak la ş ın1ın ana motifi , Marksist doktrini kendince en kuvvetli sayd ı ğı ayağı üzerine oturtmak, yani Marksist ütopyaya dört elle sarılmaktır. " H crşey y ıkılabilir, hcrşey tartı ş ılabilir, ama Marksizmin i şaret ettiği idealler karşı mı zda o l duğu gibi duruyor." Son birkaç yıldır çok sık duyduğumuz bu ve benzeri sözler, bu yönlenmenin en duru ifadesi sayılabilir. Böyle bir yönlenmenin doğa l so nucu ise, biri nci yaklaşımda görüldüğünün tersine, Marx'ın kapitali zm çözüm lemesinin özgü l s ınırlarının komünizm tasavvuru içinde kay bo lmas ı, "araç"ın "amaç" içi nde crimesidir.
w
w
w
Her iki durumda da, "aınaç" l a "araç" arasında gözl e ml edi ği mi z ikilik ortadan kalkar görünmektedir. Ancc.ık bu yak laş ımların taşıdığı baz ı bariz problemler gözönünde bulunduruldu ğ u zaman, bunun teorik bakımdan bir avantaj o lduğunu öne sürmek güçtür. Ütopyac ı yak l aşımın ana problemi, ku şku s u z Marx'ın komüni zm tasavvuru ile di ğer ütopyaları aynı kefeye koy mas ında ve bunların dayandığı bilgi türleri aras ınd a bir ayrım gözctmemesinde yatar. Her ütopyanın belirli bir eleştiriye, her e l eştirinin de bugünün belirli bir bil gisine dayandığı doğrudur. Fakat bu, bugLinün bi lgisine dayanan her gelecek projeksiyonu nun ütopya olduğu anl amına ge lmez. Bunu görmek için, gene More'la bir karşılaşt ır ma yapmak yararlı olabilir. More'u n ütopyası, gününe ilişkin keskin gözlemciliğ inden kaynak l anır. Kurgusu da, doğrudan doğruya bugünün olumsuzlanması na dayanır. Bugün ne varsa, ütopyada yok, ne yoksa ütopyada vardır. Bugünün bilgisi ne kadar detaylıysa, ütopya ela o kadar çarp ı c ıdır . Morc bugüne ula~ mak için geleceği bir atlama tahta s ı olarak kullanır, ütopyas ını da bu strateji nin gerekl erine göre kurar. Bu demektir ki Morc'un bugüne dönük bir elqti ri si elbette iı9
vardır, ama bu e l eştiri , alegorik, mecazi , do lay lı bir eleşt iridir. Ü ıopya-; ı da, bu bir arac ıd ır. Oysa Marx'a baktığımı z zaman. on un böy le bir araca ge rek sinimi olm adığını görü rü z. Çü nkü Marx'ın bugünle doğru dan yüzleşmesini sağ layan başka -ve daha eık ili - bir aracı vardır. O da "b il im"dir. Bugi.i ni.in dokusuna nüfuz eınıede, More'unki de dahil olmak üzere her tür göz l e mci li ği n en keskininin dahi ötesine geçen biliın. Marx'a bir ıakıııı toplumsal ge li şme yasa ları sunar ve koıni.ini zm ıasavv uru da, Marx' ıa bu yasaların bir ti.irevi olarak ortaya çıkar. Bu be dernektir ki komün izm ıasav vu ru Marx için bir e l eştiri arac ı değ il , eleştiris inin yani bili msel çözüml emesinin ge l eceğe aç ı lan doğal bir uzantısı , bir yansımas ıdır. Marx' la Morc'un gelecek projeksiyonları arasındaki bu farkın önem i tartışma göti.irnıez. Marx'ın durumunda bugünle gelecek arasında bir akışkanlık , nesnel bir gereklilik varken. M ore'un durumunda görü len, bugi.ini.in o lumsuzl an ınas ıclır. Bu ise öznel bir soyuılamadan ibareııir.
co m
dolay lı eleşti rinin dolaysız
w
w
w
.s
ol
ya y
in .
Eğer buradaki akıl yürütme doğruysa, Marx'ııı komünizm tasavvuru esasen bir öndcyi olarak kabul ed ilebilir. Ancak böyle hir vargıya karşı şiddetli iıiraz ların yükse l eceği muhakkaktır. Yukarıda andığımız "bilimci" yak laş ıının Marx ' ın komünizm tasavvurunu bir i.il opya olarak ilan etmesi, lanı da bu vargıy ı kabul c ııııenıes ind endi r. Bilimci yaklaş ıma göre. Marx ' ın "yakın" gelecekle ilgili bazı projeksiyon l arı, e lbeı ıc birer öndey i say ılabilir. Fakat komünizm halen uzak ge l eceğe ait balta! bir k onudur. Marx'ın el indeki " ıoplunı sa l ge l işme yasal a rı "nın çapı ve menzili bu baıtal gekceğe uzanmaya, bu geleceğ i kapsamaya yeterl i gel mez. Bu bakımda n Marx 'ın k omi.ini;rıııle ilgili hüki.imlerini "ö ndey i " olarak nitelemek saçmadır. Bunları esasen birer soy utlama , ge leceğe do ğru iradi bir s ı çray ı ş, ya da politik güzerga hın önüne bir "hedef" koyma, halla belk i Kantgil bi r kategorik "buyruk" ( inıpcraı i ve) olarak değerlendirmek gerek ir. Öndey inin tan ı m ı ve bilimdeki işlevi i le il gili ıa rıı ş mal ara burada elbette girecek değiliz. Ancak bilimci yak la~ ımın bu yo runıunun poziti vist çağrı ş ımları ve bu çağ rı ş ıml arı n hemen akla getirdi ğ i s ınırlamalar yeterince aşikardır. Herlıali.ikür da, böyle bir yorumun Marx ' ın genel evrim anlayışına - bu anlayış doğru olsun ol mas ın - ayk ırı dü şti.i ğü aç ıktır. Be lki Marx' ın komüni zm tasavvurunu sözci.iğün olağa n anlamıyla "öndcy i" olarak al gıl amak ya nlı şt ır -hatta kötü bir i şlevci lik ve teleoloj iye yol açabileceği için teh likeli de olabilir - ama bu tasavvuru salt bi r soy utlama olarak değerlendirnıek de bir o kadar yanlı~t ır. Algıl ama şek li kuşkusuz çok deği şebi lir, fakat Marx' ın koıııi.ıııizın tasavvurunun bir şekilde kapitali zm çözü ml emes in in ge leceğe uzanan kolu ol duğunu göstermek herhalde mümkündür. Eğer bu mümkünse, o zanıan sözkonusu tasav vurun bir ütopya olmadı ğ ını ela kabul etmek gerekir.
da
Ne va r ki , bu noktadan itibaren bu defa ba~ka sorunlarla karşılaşmamak, ya sorunlarla ba~ka bir düzlemde yli z yli ze gelmemek i şt en bile de-
kı sme n aynı
220
ğildir. Bunu görmek için organik bir ili ~ kinin bazı mantıksal sonuçları i.i7erinde
yeterlidir. Bu yapıldı ğ ı zaman , nasıl bir vargıya ula~ılabilcceğ i tah min edilebilir: Eğer Marx' ın koıni.iniznı tasavvuru asli kapitalizm çözümlemesinin organik bir parçasıy sa, ko münizm tasa vvu runda varolan temel bir ilkeni n kapitalizm çözümlemesini de bir biçimde yönlendiriyor olması gerek ir. Eğer komünizm tasavvurunun temel ilkesi özgür bireyse. hu birey bizzat kapitali zm çözümlemesinin bir yerlerinde mevcut demektir; ve bu bireyi orada aramak ne kadar me ~nı ise, oradaki varlı ğını yadsımak da o kadar mantık dı ~ıdır. O halde Marx'ın kapitalizm çözi.iml eıııes ind e "öznesiz" bir süreç ten sözed il eıncz. Ku ~ kusuz, öznenin belirlediğ i ya da öznenin mot iflerine indirgenebilt:cek bir !-.Üreç değildir bu . Özne bu süreçte hiç görülmeyebilir. fakat daima bir i zd ü~li m ya da zımni ancak vazgeçilmez bir terimi olarak sü recin akı ~ ını sağ lar. Dü~ünükcek olursa, yukarıda M arx' taki mevcudiyetine değind i ğ imi z dram ka vramı bu durumu çok iyi açıklar. Marx'a göre tarih ("Tarih -öncesi "), bir trajediler ve komediler silsilesinden ibaret o lup, bu tarih anlayı~ı da kapitalizm çözüm lemesinin n esn elli ğ inin bir türevid ir. Çözümlemenin n es n e lli ğ i. traj ediyi veya komediyi ya da her ikisinin genci biçımi olarak dramı algılamak (ya da kurmak) için gerekli o lan perspektifi verir. Nesnelliğ i de veren in "özneden bağımsız slireç" kavramı olduğu kesind ir. Öte yandan, çok özel-ve hay li zorlama- Hege lgil tanımlamalara gir mediğim i z sürece, öznesi1. bir dram kav ramından !-.Öı.e tmeın i z güçtür. Özne olmayan ye rd e dram da kurulama z. Dnıııı bir bakııııa özııe i le sürecin ç arpı ~tı ğ ı bir a re nad ır. Sözgeliııı i , eğer kapiıa li z ıııin bir "draııı"ı varsa ve bu dram Marx'ın kapitali zm çözüıııl e ıııe si üzerinde yük se li yorsa, bu çözüııı lc menin bünyesinde ona a nlaııı kazandıran bir özne mevcut demektir. Dahas ı , eğe r kapitalizm tarihin en görke ıııli dramının oynand ı ğ ı bir sahneyse, buradak i öznenin de o derece gö rk enıli o lnıası ge rekir.
w w
.s
ol y
ay i
n.
co m
düşünmek
Bakıldığı zaman, görülen de za ten odur. Riliııdiği gibi, kapital i z nı çözünı le ınes incle Marx'ın ula~t ı ğ ı ba~ lıca sonuç. bu !-.io.;ıe min biri o luııılu diğeri olum-
w
suz iki yönünün olu ~ turdu ğu derin uç urunıl a ilgilidir. Kapitaliznı bir yandan tari hte ilk defa in sa nın özgi.ir bir birey olarak ortaya çık nıa!'>ı nı ıııümki.in kılan ko~u lları haz ırlarken , el iğc r yandan bu ko~u l ların önü ne ge ne tarihte gör(i 1ıııe mi ~ bi.iyükllikte setler çeker. Ba~ka bir deyi~le. insan muazzanı yaratıc ı ("üretici") gi.ici.inü ilk defa kapiıalizıııdc kql'eder. Ru güç o ııa tarihte il k defa gerçekten özgür olnıa fırsatı sunma ktad ır. Fakat in saıı bu fırsat ı ku llan;ııııaz. çünkü kapitali znıin çarkları içinde elindeki yara tı cı glicii denetleyemez. Denetl eye med i ğ i gibi , bu ıııu azzanı güç sonunda nes ndlc ~i r. insa nın i.ist(ine <_:ıka r. onu ezer, tutsağ ı haline get irir. Oranı. budur. hıkat dramın kapitali1.11ıe özg(i )Önü , ku ~ kusu z " in sanın insan tarafınd:ııı ~ö ııı(i ri.ilıııe~i" d eğ ildir. Sönüir(i. kapit<ı li zııı-ö n ces i topl umlarda da vard ı r. Kapitalizıııın ö1.gü ll i ı ğ ü. d:ılıa öncek i d(izeıı-
221
co m
ler gibi yalnızca yok l u ğu - ya da "yok luk içinde varlığı " - değ il , o nların tersine, " varl ı k içinde yokluğ u " simge lemes idir. Kapirali z nıin gerçek dramatik yönü de buradadır. Dram bir " paradoks" ister; "parad oks"u ise kendi ba şına yokluk yahut yokluk içinde varlık- değil, olsa o lsa varlık içinde yokluk gibi bir durum verebilir. Keza, dram i çse l lcşnıiş bir yabanc ılaşma ister; böyle bir yabanc ıl aş mayı da en iyi bi zzat kendi yaratıcılığının tutsağ ı olmu ş insan verebilir. Bu demektir ki ge rçek dram, ancak kapita li zmde vardır ; daha doğ rusu , dramın bütün koşulları esasen kapitali zmde mevcuttur. Kı sacası, kapitalizmin dramını "kendini gerçeklq tircn in sa n " ın kimliğ ind e bir özne yönlendirir ve hiç ku ş ku yok ki bu özne, sadece "sömürü len insan "ı n kimli ğ inde ki bir özneden çok daha kapsayıcı, çok daha görkemlidir.
w
w w
.s
ol y
ay i
n.
Şu halde Marx' ın komüni zm tasavvurundan iyi bildi ğimi z bu güç lü özne il e, bizzat kapitali zm çözümlemesinde de karş ı laş maktayız. Eğe r doğruy sa, böyle bir durumun bu çözümleme üzerinde çeş itli düzeylerde türlü bask ıl ar yaratacağı ortadadır. Örn eğ in yöntemsel düzeyde şöy le bir sonuca kolayca varı labilir : Eğer sözko nusu özne kapitalizm çözümlemes inin ayrılmaz bir parças ı ysa, o zaman bu çözümlemeye özgü genel ve tümel bir takını kategorilerle bu özne arası nda bir tekabüli yet veya organik bağ lantı kurmak şartt ır. Aksi halde çözümleme, ona bütün anlamını kazandıran temel ilkesine bir karşıl ık , bir "yan ıt " ve reme m i ş olur ve böy lece boş lukla k a lır, iki yak as ın ı bir araya getiremez. Son zamanlarda " Analitik Mark sizm" çerçeves inde net l eşe n yaklaş ınılardan biri olan "yöntemsel bireycilik " ın Marx ' ın çözümlemesi ne getirdi ğ i itiraz da bu noktada yoğunl aş maktadır: Bu çözümleme, bünyes inde pekillii birey kavramı nı barınd ı rmak l a beraber, bu kavrama nıeı odo l ojik ve epistemolojik bir ze min ay ır maz. Aynı itiraz ı Elster şöy le dile getirmektedir: "Marx, komüni zmin başl ıca cazibesinin birey in kendini ı a m ve özgür biçimde ge rçek le~ıirmes i fikri o ldu ğu hususunda hiçbir za man tereddüt gös ıerıııeııı i ~tir; fakat birey i aynı kararlı lıkla ... çözüm lemesin in merkezine yerl eştirdi ği söylenemez." IJ Yön temsel bireyci li ğ in i şaret etti ğ i sorunun cidd iye a lın ması ve ı srarla izlenmesi gereken pekçok yönü bulundu ğ u mu hakkak, ancak kendi önerdi ğ i çözü mün Marx'ın esas iti barıy l a bütüncü ( holi st) olan yaklaş ınıı y la rahatça ( Marx' ın haz ı vazgeç ilmez öncülleri ne gölge dü şürmeks i zin ) bağda~ab il eceği şüphe li di r.
Ş imdi , sözü daha fazla uzatmadan toparlayacak olursak, en azından ~ u hususun altını çizebiliriz: Marx 'ın doktrini, Hegel'inkini hay li a ndırır şekilde, fakat temelde ondan çok fark lı olarak, Ayd ınlanmac ı ve romantik ded i ğ imi z bazı karş ıt öğe l e rl c yüklüdür. Bu öğe l er aras ı ndaki ikil ik, ister komünizm tasavvu runu kapitalizm çözümlemesinden ayıran kal ın çizgi ~eklinde, isler bizzat kapitalizm çözümlemesini içten içe böle n k ı lca l la~ nıı ~ ince çizgiler şekl inde olsun , değ i ş ik biçim lerde al g ıl anab ilir. Her a l g ılama biçimi beraberinde kendine özgi.i baz ı
222
problemler getirir. Öte yandan, Marx' ı n doktrinini söz.konusu ikiliğin suyüzüne çıkmadığı şek ilde al gılamanın yo lları da yok değ ildi r. Fakat ne yazık ki bu türden algılama biçimleri, çözdükleri problemlerden çok daha fazl a~ ını nü velerinde taş ı r görünmektedir. Bu durumda Marx ' ın dü ~i.inces ind eki ikili ği bir gerçeklik olarak kabul edip, lartı~nıayı o noktadan itibaren sürdürmek daha veri ml i sonuçlar verebilir.
Marx ' ın
bilim ve diyalektik a lanlarındaki yak l a~ ımını ele a lacağını gelecek konuya bu noktadan devam etmeyi dü~ünüyorum . Umarım, sonunda varacağ ı m nokta gene bu olmaz.
co m
yazıda,
DİPNOTLAR Ku ş ku~uz. "pos ı - modern i zııı" ıcriıııinin
çağrışıırabileceğindcn
sanal tarihi ndeki özgün
anlamının çağrı~lırdığı
ve
fazlas ı nı i~·erecek ~e kilde.
lkklenıilerimin
her ı.aman ge n,:ekle~mediğin i itiraf elmeliyinı. Buna. verip de yerine geti bir "tefrika ~iıı.ü" de dahil: 1l. '1\•z'iıı 10. sayısında "Ay dınlanma ve Fran~ıı. Devrimi" başlığıyla ç ıkan hir y azımın ikinci ho l üıııunü bugüne dek yayınlayabi lmi ~ deği lim. Ba ~l ıkl arında ki ortak " Aydınlanma" ~üıcüğüııe rağmen. hu yatı o ya1.ı nııı ikinci hölüınü veya de vam ı deği l. O ya1. ı. ~iddcı/us~all ık il...ilemine ili~kiıı olaraı.. "ımı hafaıak tır '. "lihcral" ve "radik<ıl" diye nitelediğim uç teıin irdelenmesi uıerirıe kuruluydu. hu yaı.ı n ın ~oruıı~cılı ise hayli ı«ırklı. /\ncak yayınlanmayan ikinci biilüm Marx 'ııı Aydınlanma ve Fransıı Devrimi ile ilgili giirü~le rinı i~·e recekti. hu giirii~l en: farklı bir açıdan da oba hu yazı da da giriyorum. Ayrıca. bu y;111da ek <1ldığ.ım roııı:ıııtik tcm:ılar. "radika l teı."in içeriğiyle yakınd an ili nti li. Hu hakııııdan. hu )<11.ı "Ayd ı nla nm a ve Fran~ıı. Devr iııı i" ha ~lıkl ı yaı.ııııın devamı sayılamasa c.la. onunla bağlan t ılı olarak okunabilir Çağrışımları daha da geni~k lmek elhelle ıııüınkiiıı. Bir Frans ı ı 01.an ı ıı heıwetınesiyle. Ayd ı nlanma "ova". romaıııi1.m "dağ"dır . Biri ncisi cıv anın. ikincisi dağın değcrlcrini ıcm~il cder: kurulu düıene kar~ı giiçelıelik. uyga rlı ğa kar~ı ilkellik ... Bu hususun e n aç ık ve ayrı ntılı ~ekıldc ~ergile ndi ği ça lı ~ ma için hb.: L.Collelli. Ma rxism and Hcgel, NLB. 197:t Kit abın içinde ii1.clliklc 1. IHil iim: "ll cgel and the 'Dialect ic of mailer"'. Talıii hunun hcdcliniıı muhtcnı"lcn ''t: inayct" o ldu ğu nun farkııtdayıııı : "Wc ıııurdcr to dis~cct". Word swon h 'üıı bu ünlü dit.esi. clhclle burada da geçcrl i. Hegcl . Thc Ph e nomoııology of M ind , 1l a rp ı.:r Boıı k s. 1967. Ki tahııı iı;iııdc : "Ahsolutc Frcedoııı and Tl!rror" '· 599-61 O. ll cgcl'dcki hu ikilik Oıcriııde duran kısa fa~al iiıliı lıir ça lı ~ ıııa i~·i ıı lık ı.: Rohat Lcgro~. "lfcgcl cntrc lcs L uıııii:rcs et R o ıııaııt is ıııı.:". La Rcvolution Françaisc cntrc lu miercs et Romantisme, Cahicrs de Philosophil! Politiqııe el .luridiquı.:. Ccntre de l'uhlicali <)n' dc L'Univcrsi te dc Caen. No 16. 1989.
ay i
2.
çok daha
n.
1.
w
4.
w w
.l
.s
ol y
remediğim
5. 6. 7.
8. Hu
ba ğlamd a
bir aynın
gercktirıııcdiği i~·in al-. ıl
ve u'
kavramlarını e~aıılaııılı
olarak
kıılla
n ı ycıruııı.
9. Bu hususun
ayrıntılı
hir yoru mu
iı;iıı h k ı:
Charlc' Taylor. lll-gcl
aııd
l\lodcrn Sm:icty,
223
Caıııhridgc Univcrsity l'n;s\. 1979. Öıelli"k s. 121-122.
10.
Marx'ın
önünde daha lale örnekler yok tabii oı,aydı. örneğin RU\ Devrimi ohaydr. "imhilir ne ilginç sonuçlar çıkardı! Marx'ın iinünd\! Fransıı. Devriıııi ' m k n sonraki tek ii rne". oba olsa Pari' K onıümi 'dii r . Maııı arih M .ı rx' ı n Koııılm h.ı"kındaki yargıları da yele11nn: ilginçtir. çünkü hunlar da Fr aıNı Devrimi'ne ili~kin y<ırgılarıyla birçok hak ı ıııdan a ynı ma ntı ğı izler. Bunu yakından güsıeren tiıgıin hir kaynak iı;in hh: Shlomo /\vineri. T lı c Soda! and Political Tho u j!lıl of Kari ~ l arx, Canıhridgc Univcrsity Pres\. 1968.
w
w w
.s
ol y
ay i
n.
co m
11 . Marx'rn <.!lqtirisinin hu yiinlimk. Gı>\!lhc'den fıdeıa yankı lar vardır. Goethe'y\! giire. Fransı1. Devri111i'nin nihai anlaıııı siyasall.ı~nıa olpısunda yatar: b"i R ejiııı'dc s ıradan insanlar ya~aıııların ı toplumsal " onum. mahal ve ıııcslc"l<.!rinin k<.!sin sınırlan içinde sürdurürken. "tari hin yapımı" küçıi" hir aıınlı ğ ın i ~ id i r . ı :rans11. De v riıııi ilı; hirlikle gcı\e"lc~en. olağan y a şamla tarihin - ve 'ava~ların- k' bl;ideliği ara,ındaki binlerce yı llık duvarların yıl..ılması. siyasa l ideolojil..:rııı ve tarihsel ıııiicadelelcrin ya~amın en günlük ve ıiı.el kli~e lerine kadar girmesidir. Sonu\·. siyasal \e tarıh ,el olay l arın 'adece olçek. vah~et ve ongürulcmeı. liğindeki hlıyük .\lçı.ıma değil. aynı 1<1manda iiı.cl varolu~u n i\· mekan ındaki çarpıcı daralmadır. Fraıı\lı. l )cvrinıi'nin a,·ıığı \·ığır ile hirli "tc. ın,;ırıların kendilerini bulmak ve tanımak için gerekli olan o sü"ılnet ve ho~ ı.aıııan. toplıı111 ve dünya halı c r l e rinin yoğun homhardııııanı altınd a J..ayho lur. J!:IZl'll'C İli ğiıı o geçici -fakat asla hitıııeyen adli yeti t arafından silinip siıpünı l iir. Siyasal hutıınselliğin 'trcsi. bireyi kendini duyııı.ık tan 'e dü~ünınel..ten alıl..oyar. " l 'oliıiıc kalabalığın "tını giiriilıiısiı"ndcn. )ıartiıan hi ldinlcrin hunı" ya fıal annd;ın ha~ını alama) an hirey. hıiylel·e "cndı iı1.e l ki~ıliği doğnıllusun Ja olgunla~,ınıaı. Oysa böyle hir olgıınla~ına. tliııı llı~sal "uıtulu~l;ıra. koca dcvriııılı.:re bedeldir... Goethe'nin insan gerçd.liğinin hiyulojık ve org;ını" 10nlı11ı: ıılan dııyarlılıgının ren"lı.:ndirdiği bu "pastoral " arayı~ımla. Proıc,tanı:a halla "Gotik" hir melankolinin giilgesini giirıııeıııek gii\". Mar)('lfl dii~iiııı:esinde hiıylc hir nıelan"oliyı: clheııe yı:r yo"ıu r. ama Fr:ınsıt. Devriıııi'nin siyasallığı ile ilgili giiı.lcmlcı inin Goethc'ninkiylc haıı no"t.ılar da örtii~ınesi di"kaı çekicidir. 12. Marx bu "hatla! " konulara daha ,·ok Yahud i S orıııııı , llcj!l'l' in Hukuk Fdsc fr,., iııiıı Elc~ ti risiııc Ka tkı, Hcgcl'i ıı Dl·vlcl Üğrct isi ııi n El c!)Iİri,., i . Kutsa l Aill' gibi "gençlik" y.ıpıı l arında girer. Bu nedenle hiı de daha çok hu yap ıılan giı1.iiniindı: hu lundurdul... /\ıııa hu noktada hir hu susa di""at etmek l;iı. ıııı . \Lır'.\ ' ın ll egcl'lc ili~"isi a\·ı,1111 1 .ııı "geıı\·li"" \C "olgunluk" dön<.!ıni yaıılarında haıı ıinı:111l i raı'l-1.ır vardır. Gern;li" diinemi nde t-. lar.\. l-lcge l'ı: kar~ı sen. cepheden ı:lqt i rel ve halla sald ırg.ınken. olgunlu" doncmimle daha lıo~ gıiıühidıir ve es"i ıısta,ının ilhanı perilerine i) icc a\·ı" tı r. Bı111a l..;ır~ılı". hıı d linı:ıııde Marx kendi kuramını ve dii ~iiıırc ar;ıı;lannı kıırnıu~ ol;ır;ık gcıı,·lil.. di>neıııine manl.ı l lcgel'den \·ok daha bağıms11dır. ll u gt'ı\·e"ıı:ıı kalkılaıak. Man'ı l-lq.:l'i'lc sağlı"lı ~c"ıldc kar~ıla~tırıııak için olgunlu" diineıııi yaııl.ınıı ın e'a' alınııı;ısı gere "ıi ği dıi~iiııiilch i lır . Hu haı.ı konularda doğru ıılabiliı. /\ncal.. ı :ıa11\11. Devrimi "oııu,unda. hiıi ilgılcııd ircıı IHl\ll\l<ırda t-..l arx'ın dii ~ii nce,inc ııla~ıııanın yolır. ıınun gcn,·lik yaıılarıııa ha"ıııa ktan gt·ı,:iyor Çunkli süı.kııııus u " haııal " hususları d.ıha \"O" ll y aıılarda ıılcme" nıırmkun. ();ıha sonraki olgunlu" ).ıtılarında :>.hır\'ın ilgi alanının degi~ıi ğinı. 'ınır,aı ''e ulusl,ırara" ııtıf.ı"laı. devleı 'h gihi tbha uıgül ıc so111ııı "onul;ıra yiineldı~ini hiliyıınıı . Bu ko nuların . daha iıııı:cki genci koııııl.ırııı yerini aldı ğını 'e);ı oııl.ınn hiı ~ı: k ildc ıpı.ıline )Ol açlı~ını sanııı mak. lıerhaldı.: pe" an lamlı ol111aı \Lıf\'ın ı :ra11'11 Devrimi ile ilgili dii ~u ncelc ri nııı e' ri mine dair son yıllarda \·ıka n aynıııılı hır \";ılı ~111a i\·iıı hkı: 1-'ıançııi ., hıreı. i\ la r x l't La 1. R~\'o lııl ioıı Fraııça i se, Flaııı111anon. l 98<ı. 11. Jon Elstı.:r. ~ l akiııg Sense of i\la rx, ,,8. Caıııhridge Univer,ity Prı.:ss. l 98:'i.
224
TA~TIŞMA "TÜRKİYE İMALAT SANA YİİNDE KAR HADDİ" ÜZERİNE
m
BİR NOT*
yi n. co
Serdar ŞAHİNKA YA
Bu not ile; esas olarak yazının teorik çatı s ı değ il , teorik çatının desteklenmesinde kullanılan ampirik malzeme sorgu !anarak, teori ile tam bire bir mütekabili yet sağlamasa da kfır oranlarına fark l ı bir yak laşım sunu lmaya çalışıl acak tır.
.s ol ya
1) Ampirik Malzeme
w
w
w
Ampirik malzeme destekli araşt ırmaların araştırmacıya teorik iktisat düzeyi nde anlamı gayet açık gibi ge le n ba zı kavram ve tan ı mların somut dünyada nas ıl karmaş ı k ve belirsiz bir hal a ldıkl arını gözleme o lanağı vererek. onu düş ünmeye sevk etmek gibi öne mli bir fonks iyonu o l duğundan hareketle: söz konusu ça lı ş madaki yorumlara esas teşki l eden ampirik malze me ler VL' bunların alındığı/ türetildi ği kaynak lar birlikte değerlendiri l diğinde aşağıdaki n ok taların mu ğlak b ı rakılması "serilerin hesaplanmasının ayrıntılı açıklaması yer darlığı nedeniyle verilememektedir" ifadesi ile gide rilememckte ve ça lı şman ın sik letini dü şü rmektedir. * Klasik Marksist bunalım deği~kenlerinden Kar Haddi hesa plarnırke n öncelikle; katma değerden sermaye nin aş ınma payı ve ücret lerin ç ı karılmasıyla artık değe r hesaplanmakta ve artık d eğer toplam sermayeye bölü nmektedir. Burada önem li nokta; sermayenin aşınma payı ya da amortisman oranının belirlenmesidir. O halde; imalat sanayiinin geneline şamil ve 1950-1985 döneminde yıllara göre amortisman oranları hangi değerleri almıştır'? Eğer yıllar ya da dönemlere göre amortisman oranları farklılaştırılmadı ise her yıl için * Bu noı : Onhirinci Te1.'in " Marksi1.ııı\lı.: Tarıı ~ıııalar" konulu 11. ~ay ı ~ının Tarıı ~ ına B tilliıııü' ndç yer alan Murat USMAN iım.alı "Türkiye lıııala ı Sanayiinde Kar Haddi" ha~lıklı yazıyı okurken göze çarpan hir-iki hu susa dikkat çckıııçk aıııac.: ı y l a kalı.:ıııe alınıııı~ıır .
225
sabit bir orandan oluşan doğrusal amortisman yöntemi mi uygulanmıştır'?
* Kar haddi h esabın da paydada ye r ala n topla m sermaye kale mi T abl o l 'dc sabit sermaye sto ku o larak a lınmı ştır. Bu yaklaş ım doğrudur. Ancak ; yaz ının veri kaynakları böl ümünde (ATA LAY 1986), (KUTLAY e t. al 1977) ve ( Dİ E 1959) dı ş ında zikredile n eserlerin hiç birinde imalat sanay iine ili şkin sabit sermaye stoklarına yer verilmedi ği konu ile il gili ikt isatç ıların ma l u m larıdır. (DİE 1959'da sadece 1950 yılına ait sabit sermaye stoku rakamı bulunmaktadır)
n.
co m
Bununla birlikte, ATALA Y 1986'daki Tablo E6'da ye r alan İmal at Sanay ii ve Alt S ektörle ri İtibari yl e Sabit Sermaye Stokları ' na ait ve riler 1964- 1980 döne mine ait o lup kay nak olarak da KUTLA Y 1977 göste rilmektedir. Ay rıca y ine ATALAY 1986 :29'da anlatıldı ğ ı üze re 1965- 1975 döne mi ve rile ri KUTLAY . l977'den tedarik edilmiş, 1975-1 980 döne mi verile ri de ke ndi si ta rafından türetilmiştir. (ATALAY, 29'uncu sayfada hesaplama me todo loj isini de anlatmaktadır) O alde USMAN'ın çalışmasındaki 1980-1985 dönemi verileri nereden temin edilmiş ya da hangi yöntemle türetilmiştir'?
ol y
ay i
Bu konu , Türki ye'deki sabit sermaye, özellikle de imalat sanayi i ne dönü k sabit sermaye stoku ile ilg ili am pirik çal ış ma yapa n farklı düşünce ok ull arı na mens up iktisatçılar aras ında olduk ça tartı ş malıdır. Bugüne kadar a mpirik çalı ş ma yapan araştırmac ıl ar genel olarak meseleye ili şkin t u tarlı ve ri setle ri olmay ı şı nede ni y le varsa ke ndi çalı ş mas ı önces indek ile ri baz a larak varsay ımlar ve hesaplama tekni ğ ine ili şkin baz ı tadilatlarl a ileri ye y ürütmü ş l e rdir. Bu çalış mal ara örnek olarak ; (YILDIRIM. 1973), {VARLIER. 1975), {UYGUR. 1991)
w w
.s
* Zaman serilerinin sunuldu ğ u Tabl o ! 'de ki ve rilerin 1968 sabit fi yatl arı y l a ifade edildiğ i be lirtilmektedir. Cari d eğerli zaman serilerinin 1968 fiyatlarıy la ifadesi hangi deflatör ile gerçekleştirilmiştir'! GSMH Zımni Fiyat Dellatörü mü, Toptan Eşya Fiyatları E ndeksi ile mi ya da başka hir endeks ile mi? dört ana ve üç de bunlardan türetilen ve kapasite kullanım oranı ile toplam sekiz kolon zaman serisinin ilk dördü de aynı deflatör yardı mı ile mi 1968 fiyatlarına dönüştürülmüştür?
w
A y rı ca,
Gerek ham ve cari verile rdeki tutarlılık gere kse de sabitleştirme i şl e minde de fl a törle rin sağ lıklıl ığ ı , çalış manın ana e ksenlerini ve ekse nle re bağ lı yoruml arı bütünüyle etkil edi ğinden , bu noktal arın aç ı k lı ğa ka vu şıurulnıa!'> ı gerekme ktedir. kullanılan
226
il. Kar
Oranlarına
Farkla Bir
Yaklaşım
ve
Bazı
Bulgular*
n. co
m
Bilindiği üzere; üretim değeri (ç ıktı), girdi ve katma değerde n, katma değer ise ücret ve karlardan oluşmaktadır (KALEÇKİ. 1954'den aktaran, ÖZMUCUR. 1987:84). Q =Üretim I =Gird i VA= Katma Değer W =Ücretler GP= Gayrisafi Karlar ................ ......... . .......... olmak üzere;
yi
Q =l+VA .... ............ .. ........ ............... .. ..... (I) VA= W + GP .......................................... . ....(2) . ( 1) ve (2) den hareket le; Q = 1 + W + GP ............................................. (3) yazılabilir.
ya
Ücretlerin katma değe r içindeki payları iki oran tarafından belirlenmektedir: Fiyat/ Maliyet ve Girdi/ Ücret oran ları . Bu o ranların aı1ması, ücretl erin katma değer içindeki paylarını azaltmakta, aza lmas ı ise tersi ge liş melere yol açmaktadır.
==-
o- .. .. . .. .. . .. .. .. .. .. . .. .. .. . w
1 +
. <4)
değerinin
toplam maliyete (gir-
ve a > 1 do ı ay ı s ı y ı a da
w
a
.s ol
Fiyat / Maliyet Oranı; Toplam üretim di+ücretler) oranıd ır. a= Fiyat/ Maliyet Oranı.
w
Q = a (I+W) ....... .. ....... .. ............ (5) Katma Deoer de tanım o<>erci.Ti o o VA= Q - 1 ise . '
w
VA= a (I+W) - 1 VA= aW + (a -1) 1 .. ...... .. ............ (6) d =G irdi/ Üc ret Oranı. d = l/W .. ..... ............................. dir. Ücretlerin katma değerden aldıkları paylar da yuka rıda ki tanımsa l ilişki l er den hareketle ş u şek ilde yazılabilir: e =Ücret/ Katma Değer Oranı.
e
==_:yy_ ==
WA
aw
w +
Ca- 1)
* Ru kı sm ın ya1.1lımısında:
==
ıa ~
1
<a -
ı )
==
ı
Cl/\A.0l+ Ca - l )d
1961- 1988 dönemi iıııalaı saııayii n dc reci ücretler ve rının araşıırıldığı (ŞAHIN KAYA . 1991 )den geni~ ülçude yararlanılıııı~ıır.
ıııark-up
oranla-
227
yi
n. c
om
1963 - 1988 döneminde ima lat sanayii gene linde ücretleri n katına d eğerde n aldığı pay ı n en yüksek (yüzde 38.7) okluğu yı l 1979 olup, ay nı yıla tekabül eden fiyat/ maliyet ve girdi/ ücret oranl a rı da he men hemen en düşük düzeylerdedir. 1980 ve takibeden y ıll arda ; reel ücretlerdeki geril emeye paralel olarak. ücret / katına değer oranlarının düşüş eğ i l imi , fiyat/ maliyet ve girdi / üc ret o ranl arın da yükse lme eği l imi saptanmı ştı r . Fiyat/ maliyet ve girdi / ücret oranlarının, üc ret / katıııa değer ora nı üt.erindeki etkileri regresyon analizi ya rdımı y la görülebil ir (ÖZMUCUR. 1987:94). Oran olarak verilen ilişkideki katsayıların doğrusal olmayan tahmin yöntemleri ile hesap l an mas ı gerekir. Ancak bir bas itleştirme sonucu ç ift-logaritmik biçinı veya sabit esneklikli model kullanılabilir. Buradan hareketle aşağıdaki ili şki tahmin edilmiştir; e = Ücret/ Katma Değer Oranı a =Fiyat/ Maliyet Oranı d =Girdi/ Ücret Oranı .. ......... . ... ..... . ...... olmak üzere;
ya
ine= bo + bt - lna + bz - inci İMALAT SANA YİİNDE ÜCRET/ KATMA DEGER ORANLARININ (1963 - J988)
.s
Bağımlı
ol
BELİRLENMESİ
w
Değişken
w
w
in e
Not: ( ) içindeki
Sabit bo
5.309 1 (0 .0272) d eğe rl er
standart
Açık l ayıcı
De~işke nler
bı
b2
-2.5800 (0.0653)
-0.6558 (O.O 1O1)
R2 0.996
hatalardır.
İnce len en 1963 - 1988 dö neminde fiyat/maliyet ora nl a rındaki a rtı ş ın etk isi daha yüksek olmu ştur. Regresyoıı katsayıları loga ritmik kal ı pta kul lanı ld ı ğııı dan esneklik leri vermekted ir. Bu katsayılara göre; fiyat/ maliyet oranl arındaki yüzde l 'lik bir artış ücret / katma değe r oranlarında yüzde 2.58'1ik bir azalmaya, gireli / ücret oran l arındaki yüzde 1'lik bi r artış ise yüzde 0.66'1ık bir aza l m; ı) a neden o l maktadır. Bölü şü m dinam iklerini biraz farklı bir perspektifle ay dınlatmak amac ı y la ;
228
m
kar oranları veya daha doğ ru bir ifadey le mark-up oran ları (BORATAN , 199 1:71) ile reel ücretler a ras ındaki iliş kinin hangi yönde değişmiş olduğunu incelemek gerekmektedir. İktis at teori sinde kar oranları genel olarak kfır /sermaye stoku biçiminde tanımlanır. Bu ça lı şmada ku ll anı l an anlam ı ile kfır oranı (mark - up); katma değerde n ücretlerin çı karılması sonucu ulaş ıl an gayri safi karl ar ile deği şke n üretim maliyetleri yani ücretler + girdi maliyetleri arası ndaki ora ndır. Bu n oktan ın vurgulanabilmesi için buradaki an l am ı i le kar oranı literatürde "mark - up" oranı olarak ad l andırı lm ak t adır. Reel ücretl erde gerileme ya da ücret/ katma değer oran l arının tanım gereği küçü lebil mesi için kuramsal olarak iki fark lı bağıntı sözkonusu olabil ir;
yi n. co
(i) "mark - up" oranını n düşmediği bir d uru mda reel ücretlerin geril emesi (veya as lın da ayn ı şey olan değ i şmeyen bir teknoloji içinde ücretlerin değişken maliyetler içindeki pay ının dü ş mes i ), (ii) Reel ücretlerin artmadı ğ ı bir durumda "mark - up" oranın ın yükselmesi ya da ay nı zamanda hem reel ücretlerin gerilemes i, hem de " mark - up" oranının yükselmesi gerekir (IlORATAV, 1989: 71)
1980: passim).
.s ol ya
İlk bağ ınt ı biçimini Kalecki'ye ve Neo-Kcyncsycn iktisatçılara, ikinci bağ ın t ı biçimini ise Ricard o, Marx ve Sraffa'ya bağ lamak mlimkündl.ir (A KY ÜZ,
Sraffagi l ikti sadın kulland ı ğ ı anlamda, bir ücret kar karş ıtlı ğı varsa, bu iki herhan gi birindeki bir oynama, diğerini z ıt yönde etki leyecek tir. Buradan hareketle; ücret / katma d eğer o ra nl arı ile mark - up o ranları aras ın da logaritmik ka lı pta bir regresyon analizi yap ılmı ~t ır. e =Ücret / Katma Dci:Te o r Ora nı değişkenden
=Mark - Up
.......... ... ..... .... ........ olmak üzere;
= ho + b 1 - lıı ın
w
in e
Oranı
w
ın
w
İM ALAT SANA YİİNDE " ÜCRET I KATMA DEGER" VE "MARK - UP" ORANLARI İLİŞKİSİ (1963 - 1988)
Bağımlı Değişken
in e
Açıklay ı cı
Sabit
bı
bo -0.82 1o
6.2649 (0.8740)
Not: (
) içindek i
d eğe rl er
Deği ş ke n
R2 0.33
(0.2400) standart
hata lard ır .
229
w
w
w
.s ol
ya
yi
n. co
m
Regresyon kat say ıl arı logaritm ik kalıpta kullanıldı ğından esnek li kleri. vermektedir. Buna göre; mark - up oran l arı ndaki yüzde birlik bir artış, ücret I katma değer oranl arınd a yüzde 0.82'1ik bir azalmaya neden o lmaktadır. Her ne kadar d eğişkenlerin birbirinden türetilmesinden doğan etkileşimler içerse de ; mark - up oranlarının y ükseldiği dönemlerde ücretler gerilemektedir. Genci imalat sanayiindc ; sözkonusu ilişkinin yönü sadece 1983 - 1985 alt döneminde değişmiştir. Her iki oran da bu dönemde bir önceki döneme göre gerilemiştir. Sonuç olarak bu bulgular ışığında ; USMAN' ın çalışmasında kar oranlarının düşüş yasasının Türkiyc'dc de gözlend i ği yorun\ıı oldukça ihtiyatla karşılanmalıdır (ceteris paribus).
230
REFERANSLAR Sermaye
AKYÜZ, Y. ( 1980)
B ölü ~ üm
Büyüme
AÜ. SBF. Yay ın No: 493. Ankara. ATALAY, M. ( 1983)
Planlı Dönemde Üretkenl ik Gcl i ~rne lerinin
Tesbiti İ ç in Bi r Deneme ( İmaht Sanayi i) DPT. BORATAV, K. ( 1989)
Uzmanlık
Tezleri. Ankara.
"B ir Yapı sa l Uyum Operasyonu İ ç inde Sı nınara rası
Yılların
m
ve S ını f- İç i Bölüşü m İli şk ileri: l 980'1i Türkiye'si "Sadun AREN'e
Yay ınları .
BORATAV. K . ( 199 1)
yi n. co
Armağan İ çinde , Mülki yeliler Birli ği
Der: Tuncer B UL UTA Y . Ankara.
l 980'1i Yıl la rda Türki ye'de Sosyal S ınıfl ar
ve B ö l ü~üın - Gerçek Yay ıne v i. Yeni D izi No: 7 İ sta nbu 1
Türkiye İ :-.tati stik Y ıllı ğ ı.
Dİ E. (1959)
.s ol ya
DIE. Yay ın No: 380. A nkara.
KUTLAY, E. et. al ( 1977): Türkiye imalat Sanayi inde Sermaye ve i-~g üc.:Li DPT. Y ay ı n No: 624 - 303.
ÖZMUCUR, S. ( 1987)
Milli Gelirin Üç Ay l ık Dönem ler İtibariyle
Tahıııini . Dola rla İfadesi ve Gel ir Yo lu İle
S. ( 1991)
İ malat S; moy iiııcfo İ s~iic ü Veriınlil ii!i, Rec i ·~ ~
w
H esaplanmas ı. İ TO. Yayın No: 1987/ 1. İ :-.taııhul.
TKB . EAK: 48 / K İ G: 44. A ra lık . Ankara.
w
ŞA HI NKAYA,
w
UYGUR, E. ( 1990)
YILDIRIM , N. ( 1973)
Ücretler ve Mark-Up Oran ları. Pol icy, Product i vity.
Growı h
and
Employmerıt
in
T urkey. 1960 - 1989 and Pros pcc ts for the 1990 s. İ LO. MIES. Spccial Topic Study. Gencva.
Neoklasik İktı sad ın Teknolojik Ge li ş me Yak l a~ ı ıııı. AÜ. SBF. Yay ın No: 367.
V ARLIER, O. ( 1975)
Özel Kesim inıal at Sanay ii nde V eri mlil ik Teknolojik Geli ~im ve Kaynak Dağı lımında Etkinli k ( 195 1 - 1968). DPT. Yay ın No: 14 15 - 273.
23 1
İM ALAT SANA YİİNE İLİŞK İ N BAZI GÖSTERGELER
1972 1973 1974 1975 1976 1977 1978 1979
24. 1 27.4 27 .7 30.0 34.3 37.1 37. 1 38.7 30.7 27.1 25. 1 24.8 23.3 2 1.2 16. 1 17.3 15.4
w
36.2 33.9 33.2 31.5 33.0 30.5 34.3 37.5 37.1 34.5 3 1.5 33.4 47 .2 40.2 45.9
ol .s
w
w
1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988
47 .7 . 39. 1
1.303 1.3 15 1.400 1.388 1.450 1.427
6.264 5.878 5.387 5.622 5.477 5.156 5.092 4.785 4.864
co m
3 1.3 31.6 28.2 28.0 25.5 27.5 26.4 25.9 25.5
ıv
ın
ya y
1963 1964 1965 1966 1967 1968 1969 1970 1971
Il 30.3 3 1.5 40.0 38.8 45.Ö 42.7 45.8 49.5 49.9
1.458 1.495
1.499
1.477 1.39 1 1.362 1.339 1.332 1.3 15 1.330 1.305 1.343 1.375 U71 1.345 1.31 5 1.334 1.472 1.402 1.459
in .
Yıll ar
5.613 5.783 6.212 5.878 4.780 4.389 4.135 4.194
5.58 1 6. 177 7.028 7.760 9.441 10.1 34 10.070 10.878 11.021
------------------------------
I= Ücret/ Katma Değer Oranları II= Mark-U r Oran l arı III= Fiyat/ fY.laliyeı Oran ları iV= Girdi/ Ucrel Oranları Kaynak: Bu ıahl onun hazırlanmas ında kullanılan ana veriler. DİE'den temin ed ilıııi s o lup DİE Yıllık imalat Sanayii İsıaıi sı ikleri içinde de ıııcvcutıur. Veri leri yeni dcği~kcn: lere ve 1988 y ılı sahil fi yatlarına diinü~ıürınc ıarafını11.da11 ge rçe klc~tirilnı i~tir. Her değ i şken. i malat sanay ii dcllatörleri ile dellalc cdi lıııi~ıir. Kullanılan dcllatürler için bakı nı z: (U YGUR. 1991. Appcndix. Tablc. Al7)
232
Millet Tanımlanabilir Mi?
and Nationalism Since 1780 -Programme, Univcrsity Press, 1990, 183 sayfa.
Avrupa' nın
ortas ından
Ortadoğu'ya,
Reality-),
Canıb rid ge
nıark s i s t tarihçi 1985 y ılında Belfast'daki Queen's Üniversitesinde verdiği konferan s ın ge l i~ıiri lmi ~ biçimi ve altı böllinıden o lu ~uy or. Özelli kle gi ri ş bölümü nıil li yetç ilı gi teorik olarak sorguluyor. Yazar bugü nkü anlanıı ile kavram ın 18. y ü zy ıldan eski o lmad ı ğ ını söy lü yor ve tarih sel ge li şinıi içinde kavranıı irdel iyor.
Kitap
İn gili z
Hob s bawnı'ııı
w
w
.s
ol
ya y
Orta Asya'ya kadar dün yan ın çe~ i t l i bölgelerinde milli yetçilik temel inde şidd eti : çat ı şnıa lar yaşan ı yor. Elbette her bir çat ı şma nı n kendi tarihsel ve özgül şarkl arı mevcut; ancak ge nci olara k kabaran günümü zdeki mill iyetçi dalga in sanı ürkütmüyor d eğ il. Özel ikle de eski doğu bloğu ülkelerindeki. Bunun en önemli nedeni ise mil liyetç iliğ in kendisini ister istemezdiğer milletlere ka rşı oluşt urması. Zaman zaman faşi za n bir söy lemle.
Mytlı,
in .
21. Yüzy ıl a gi rerken dünyamız milliyetçi hareketlerl e ça lk a lanıyor.
co m
HOBSBAWM E.J ., 1780'den Giiniimiize Millet ve Milliyetçilik (Nations
w
Mil liyetçi söy lem tarih i ı; ind e tek bir biçim ve içerikte tezahür etmedi. Zamana ve coğrafyaya göre çeş itli biçimler aldı. Bu noktada kendi ön üne böyle bir probl ematik koyan Hohsbawm'm 1990 y ılımd a çıkan l 780'den Günümüze Millet ve Milliye tçi lik (Nation and Naıionalisın Since 1780) henüz Türkçeye çevi rilnıenıcsi ne rağ men tanıtılmasında yarar olan bir kitap.
Hobsbaw nı birinci bölüme milleyetçili k kavramının tarihini ince leyerek gi rer. New Engili sh Dicıio nary'nin 1908 bask ı s ı kavramının eski anl am ının daha çok etnik kökenlere göre beli rlenmi ş o ldu ğ unu . cıysa yeni an l amın ise -;iyasal büti.inlli k ve bağıms ı zlıkl a t anım l and ı ğını söyler. Dolay ısıyla karşımı i'.da sürek li d~g i ~i m içinde bir kavram va rdır ki. bu da tarihse l olarak milliyetçi li k ideolojisinin de bir evri nıi o l d u ğ unu ortaya k oyar. Yai'.<ır
millet kavram ının t anım ı için nesnel ya da ö1.nel kriterler öncrnıi yo r. halla nesnel bir ta n11ıı111 nıi.inı -
233
j
militanların olu şumuy la ideolojik Ve.! poli tik bir k a mpany anın baş latıl ması ve nihayet milliyetçi düşüncenin belirl i bir kitle desteğ i ne sahip oldu ğu aşama. Yazar kitabında daha çok bu son aşama üzerinde du ruyor.
co m
Liberal döneme damga s ını vuran anla y ı ş ulusal birlik ve geniş l e me tema l arı etrafında ge li şen bir milli yetçiliktir. Ancak Hobsbawın bu dönemde de her milli yetçi hareketin ba şarıya ulaşamadı ğını ancak baz ılarının , kendi dey imi yle bu dönem içinde geçerli olan belirli bir eş i ği aşabildi ğini yazar. Ona göre bir milliyetçi hareketin bu eş i ğ i aşabilmes inin üç k oşLılu vardır: İlk i varolan de v l eılcrden hiriyle ya da uzunca geç mi ş i olan birisiyla k urul an tarih sel ili şki ; ik incisi yaz ılı bir dile sahip entellektücl el iti n va rlı ğ ı ve. ne y azık ki der, üçüncü olarak yay ılmac ılığ ın ı ispat c ınıi ş o lma sı.
.s
ol y
ay i
n.
kün olmadığın ı düşünüyor. Bunun yerine k endisini mill et olarak gören yeterli büyüklükteki in san topluluklarını millet olarak kabul ediyor. 1 Hobsbawm ' ın genci olarak konumunu özetley i ş i şöy l e: birincisi milliyetçilik Gellner'in tanıml ad ı ğ ı anlaıncJa2 esas olarak ulusal ve politik birimin benzerliğ ini , u y uş mas ını sağ layaca k bir ilkedir. İkinc i olarak millet önsel ve deği şmez bir kategori değ i l dir ; milletlerin doğal , tanrı vergisi. başı nd an beri ortak bir politik kadere sahip olan toplul uklar olduğu iddi ası bir mittir. Aslında milliyetçi lik milletten ö nce geli r. Mi lletl er milli yetçili ğ i ve milleti yaratmaz. halla tarihsel ge rı,:ek bunun tam tersidir. Üçüncü olarak ulu-;al kes işim noktasındadır. Örneğin Frans ı z Devri nıi ' nin y urtt aş devleti beli rli bir teknolojik ve iktisadi ge li şme düzey ini gerek tirıni ~ı i . Ayn ı şeki lde ul usal dillerin o lu ş mas ı esas olarak matbaanın ve kitlesel eğ itimin bir iirün ii o lmu ştu. İtalyan birliğ i , Rison~ İııl<'ııto.
w w
sağlandı ğında ha lkın
ancak ffr 2.5 ka-
darı günlük y aşamında İta l ya n c a ko-
w
nuşuyordu. Dörd üncüsü mill etler esas olarak tepeden o lu ş turulmaların a rağ men sıradan . tabandaki in sanl a rın ihti y aç ları , umutları , ilgileri , ruh halleri vs. anlaş ılmada n da araştırılanıaz. Vc de sonuncusu ulu sal bilinç dcği~ik sosyal gruplar içinde ve bir ült..cnin değ i şik yörelerinde eş its i z ge li şnıckte clir. Bu nokta ile i lg ili üç a~amadan sözeder yazar. İlk olarak 19. y ü zy ıl Avrupa's ında k i salt kültürel. eğ it se l ve folklorik olan aşa ma ; ikincisi belirli bir ulusal dü şünce etrafında öncü ve
ı
1
l
234
Kitapla sorulan en önemli :-.orulardaıı biri:-.i de ulu s devletin kapitali zmin ~c li ~mcs in(k bir i ~lev i olup olmadığıdır. Hoh-.bawm 19. yü1.y ıl m i ll iyetçi li ğ ine bak tı ğ ında as lında hunun devk.ı güdümlü korumac ı ikti sadi politikaları olan ulusal bir ekon omi ile çakı ştı ğ ını dü ~ ünür, ancak buııu tüm Avrupa dcvlc ıleri için ge ne llc ştirıııez. H ob:-.baw nı 19. yü zy ıl teo ri ~ye ıılc rin in milli yc ıç il iğ i .toplumların gcl i ~ i ıııinde tarih sel bir aşa ma olarak gördüklerini yazar. Gerçekten de Marx'da olsun liberal ıeo ri syc nlerdc olsun millet ol ma t opl ulukların irade-; i dı ~ ınd a ama on ların ulaşabilece kleri bir nes le aşama olarak gö rü lıııli~tii r.
l 870'1 erde o rtalıkda görii nmeyen bi rçok yeni milliyetçi hareket hı zla ortaya ç ıkmaya baş ladı. Bu a rtı ş ın temelinde 1870- 1914 meydana gelen üç önem li toplumsa l ge li şme ya tı yo rdu . Modernleş me sonucu kendilerini toplumsal bir tehdit a ltında gören ge lenekse l sı nıf ve katmanların direnişi, burjuvazinin yükse li ş i ve büy ük göç ler.
.c om
aras ında
Hobsbawrn ,1 9 18- 1950 y ıll arı aras ınd ak i milli ye t ç ili ğ in yü kse li ş ini ise iki nede nle bağ lar. Bunla rdan birincisi çok ulu slu inıparat orluk l a rın d ağılım.ı s ı , iki ncisi isc 19 17 Bo l ~evik devri minin etk isiydi. Kapitalist dünya, dev rimini düııyaya yayab ileceği et ki y i göz önünde tutarak mil l iyetçiliğe daha bir sıcak bakmaya başladı. Wilson prcn .~ i pleri u l usla rın kendi kaderl erini tay in hakkını ön görü yordu ki bu herhalde B o l ~ev ikli ğe ideolojik bir altcrnatif sunabilmcklc dc ilgiliydi.
.s
ol
ya y
üzerinde durulur. Hobsbawm'a göre ulusal diller het. zaman biraz yapayd ır, bir baş ka deyi ş le ye niden yarat ı lmı ştır; çünkü gerçek te dil birli ği nin sağlanmas ı devletin standartl aşmış eğ itim sistemi sayesinde olur. Dil birliğinin i.iç önem li nedeni vardır yazara göre:;\ birincisi ulusal bi r dil belirli bir bölgede kendi içinde ileti ş i mi olan bir grup elitten bir topluluk yaratabilir ki özellikle de belirli bir devletin s ınırl a rı içinde yoğunl aş mı ş sa bu durum başka bölgeler içi n de bir prototip teş kil edebi lir. İkin c i s i ortak bir dil büyük ö lçüde yapay o larak yaratılmı ş o lacağından (özellikle yaz ı dili söz konusu o lduğunda) gerçekte olduğundan daha kalıc ı bir görünüm kazanır. Ye son olarak yöneticilerin ve elitin resmi ve kültürel dili eğ itim ve di ğer idare mekani zmalarla genellikle nı odern devlet lerin gerçe k dilleri haline gel irler.
in
İkinc i bölümde milliyetçilik ve dil ili şki si
w
w
w
1880- 19 14 arası milliyetç ili ği n bir önceki liberal döneme göre temcide üç öneml i deği şikliğe u ğ radı ğını yazar Hobsbawm. Liberal dönemin belirli bir eşiği geçebilme durumu art ık geçersizdir; bir baş ka dey i ş l e her milli yetçi hareket kendi kaderini tayi n h akk ını isteyebilmek ted ir. İkincis i daha çok varolan ulus devletler içerisinde beliren politik varolma ha kkına ili şkin kitlelerin yeni yeni uyanan artan istem leri . Ye sonun cusu bu döne ın etnik ve lin gui stik öğelcreni milli ye tçi ideolojil eri n en başat un surl arını o lu ş turdu ğ una tanıkl ı k etli ki biraz da bunun so nuc unda 19 14'e gelind iğinde
Öze l lik le iki savaş arası dönemde dünya kapital izminin yaşadı ğ ı en biiy üJ.. kriz iktisadi liberal izmin de sonunu get irıni~ti. Buna paralel o larak korumac ı vu ulu~alc ı ik tisat po litikaları düny anın dört bir yan ı nda et ki ~ ini artın.it ve c.levlı.:t hu d önc:nıde geç mi ş dönemlerl e k ı ya-. 1 .ı n ınayacak ölçüde aktif bir ~cki ld c iktisadi hayaca girdi. İ ~t c bu ge li ~ md er H obsbawııı' ın ha klı olaral-- be l i rtti ğ i gibi mi lli ye t ç ili ğe ııı üt hi ~ bir ;ıltyarı ha z ırladı.
191 8- 1950 clöııcıııiııiıı e ıı öne mli biri clc nıi ll iye ıç i'li ğiıı var olan "ulus" devktle r~ karş ı harckctlcr olarak ortaya ç ıkm as ı yd ı. Mi lli yetçilik artık birle~tir ici değ il ayrılık ÖLe lliklerind1.: ıı
ç ı yd ı.
235
ama ana temanın kendisi değil. Son bölümde Hobsbawııı 20 . yüzyılın sonundaki milliyetçiliği inceler.
co m
Ona göre içinde yaşadığımız dönem milliyetçiliğin artık hiçbir biçimde tarihsel ge li şmenin vektörü olmadığı bir dönemdir. Hobsbawnı milliyetçilik önemsiz bir ideoloji ve harekettir ve de yok olacakt ır anlamında söy lemez bunu; sadece geçmişteki gibi bir tarihsel anlamı olmayacağını belirtir. Özellikle vurguladığı ulusal ekonomilerin giderek işlevini y it irdiğidir (Japonya hariç). 1960 so nra s ı "uluslarü stü" ya da "çok-u lu slu " şirketler belirgin bir şek ilde dünya ekonomisinin temel iktisadi birimi o lmuşlardır. Çoğu kez bu şirketlerin herhangi bir devlet kontrolünün dı ş ında ç ıkabilmeleri son derece k o laydır. Yaşadı ğım ıt. dünya 20. yüzyılın teknolojisi. 19. yüzyılı n serbest piyasası ve orta çağın dünya ticaretini büyük ölçüde elinde tutan "global" kentlerinin ek lemlenmesini and ırmaktadır. Ulusal ekonomilerin işle vi ni yi tirmesi her zaman ulus devletin islevinin > de sonuna geldi ğ i anlamına gelmeı.. Devletiı; kendisini ulu slanıras ı laşm ı ~ bir ortamda adapte etmesi mümkündür. Öy le görünüyor ki bugün yaşa nan durum da az çok budur. Devletin kaynak tahsisi ve yeniden dağıt ı ııı mekani z maları di.i~ünü ldüği.inde, en azından ıııuılak ol<ırak, devletin iktisadi i~levleri sürmek tedir.
in .
Yazar ayrıca bu dönemde sömürgeci li ğe karşı verilen ınücaclelc l er in de ıni li yetç i söy lem i kullandığını. ancak bunların büyük bir kısmında, örneğin Cezayir'de, as lında nıilliyetçi ideolojinin yegane temelinin ortak bir devlet tarafından sömü rülm ek olduğ u nu yazar haklı olarak. 1918 sonrasında ulusal -kimliğin kendisini yepyen i yollarla dile geti ri ş biçimini son derece güzel anlatır Hobsbawın. Sinema, basın, radyo gibi kitle iletişim araçlarının milli ye tçi söylem tarafından nasıl kullanıldı ğ ını , kitlelerin ulusal kimlik edin me sürecinde sporun oy nadı ğı etkili rolü çarpıcı ve ak ıcı bir şekilde an l atı r.
w
w
w
.s
ol
ya y
İl ginç bir dönü~üm noktası da 1945 sonrasıdır. l 970'kre kadar arı ık milliyetçilik anti-emperyalist ve sosyal ist söyleme eklenılenıııiştir ve çarpıcı bir dönüşümJür bu. H obsbawm'a göre, birçoklarının sand ı ğ ının aksine iT. Dünya Savaşı sonrası ınilli yetçi hareketler -1. Sava~ sonrasından farklı olarak- Wilsoncu anlamda "ulusların kaderlerini tayin hakkı" ile karakterize edi lemezler. Bu hareketlere ren gini veren üç etkiden sözedilebilinir: Sömürgeciliğe karşı mücadele, clev riın ve dış güçlerin müdahalesi . Bir başka deyişle 1945 sonrası milli ye tçilik öncek i dönemlerdeki gibi etnik. linguistik, kültürel /tarihsel nıiras gibi temalar etrafında n ol u şturulan bir ideoloji değ il dir. Hatta etkileri bakımından enternasyonalisttir. 1945 sonras ı tarih devrim ler ve karşı devriınler tarihidir. Ye de milliyetçilik bu ana temay ı güçlendiren veya zay ıflatan bir şeydir:
236 1
l
Ulu sal ekonomi ve politikanın etkilerinin azalmasına bir çarpıc ı gözlem de IMF gibi uluslarüsti.i kuruluş ların sayısının son yıllarda geçnıi~le
maktadır.
Hobsbawm l 990'da yay ınladığ ı bu
"sosyali zmin" en büy ük başarılarından birisinin çok ulu ~ ıu toplumları birarada tutıııab ilnıe k oldu ğ u nu yazar. Örnek ise, ne y a zık ki, Yu gos lavyadır. Bu tür ya nıl g ılara dü şme k tarihin bu denli hı z lı aktı ğ ı bir dünyada son derece normal her halde. Ay rıca en sağ lıklı tarih yaz ımı ve teori genellikle bir sü reç :-ona erdi ği nd e yaz ılmı yor mu ?
co m
Y azara göre iktisadi ve yönetsel olarak ulusal birim içinde görece clı şard a kalmak günümüzün milliyetçili ğ inin altında yatan en önemli nedenlerden biri sidir. Bunlara kültürel asimilasyon, bürokratikl eşmeye duyulan tepki gibi etkenler de ilave edilebilinir. Geçmi şte gördüğümü z anlamda bir ulusal bağ ıms ı z lık fikri pek yoktur. Nitekim yeni " bağ ım s ı zlık " kazanan bir çok devletin yaptı ğ ı ilk iş Avrupa Toplulu ğuna baş vurmak ol-
kitabında
Ünlü marksist H obsbawm'ın kitabı üzerinde konu ş ulması , tartı ş ılma s ı gereken önemli bir yapıt. Özellikle de Türki ye'de.
n.
kıyas landı ğ ında müthi ş artmas ıdır.
Asım Karaömcrlioğlu
1 1
1 1
1
1
1 1
yi
M.
1
w
w
w
.s ol ya
1. H ohshaw ııı E.J .. Nations and Natioııalis nı Since 17811. 1990. 2. Gc llncr E.. Nations aııd Nat i onalisnı , 198:\. J. H oh~ hawııı hu konuda B c ıı cdi cı Andcr~oıı il e ay ııı uü~ liıın:y i pay l a~ı ı ğ. ı ııı ~iiy lıı yor. B. A ııdcr soıı . lımıı::irıcd C onınıuııitics: Rcllcctions oıı thc Origiııs ;mel Sprcacl of Natioııalisııı . Loııcl ra. 198:\. s i'. 4 6-49.
237
1 1
1
. DEGİNMELER
Geçt iği mi z y ıll arda Özheki sıan. Sovyetler Birli ği' ni o lu şturan di ğer cumhuri yetlerden
fark lı
olarak. temelde
ayn ı
etnik
co m
Özbekistan Gözlemleri
rulara belli cevaplar ge tirdi.
Dikkati çeken ilk özel lik, Özbek aydın l arı nın.
içinde
y eti şt ikleri
ve bir kari -
kökene, ay nı dine mensur insanlar aras ın da ani fakat vah ş i ça tı ş malara sahne o l ına
yer edinmelerini sağ layan ö nceki ideoloji
sı yl a dikkatl eri üzerine çekmişti .
de
in .
ve ölçütleri tümüyle ve tepki sel bir şe kil terketmiş o ldukl a rıdır.
Az ço k belirgin düşün ce ak ıml arından
lıca hangi po liti k akıml arı ortaya ç ık ar
birinin savunduğu şey, İ sl anı'ın reforma
mıştı , aydınların yönelimi neyd i . süzko-
tahi
ya y
Glasnost h~ A sya cum huriyetinde baş
tutulma s ı
perspektifini y itirmeksizin,
(1-ergana'da
İ slami değerl ere dönmek ve Özhck i stan 'ı
M esketlere veya Mesket Türklerine karşı
İ s lam ülkeleri grubunun bir üyesi yap-
"pogrom", Oş ve c i varı nd a Kırg 11.larla
maktır.
kanlı hoğaz l aşnıa)
Dr. İlkhaıııov' un konferansta okuduğu ve
etnik
çat ı şma lar
ol
nusu
.s
nüydü'!
hang i nedenl erin ürü-
1990 Eyl ül'ünde
yap ılan
bir uluslara-
Bu
akımın
önde gelen temsi lcisi
be~ yı l
süreli uluslarara s ı ortak bir ma projesi öneri si mahi yetindeki
tipiktir.
ile görüşme le rim öı.c lli k l e konferano; ko-
Orta Asya
Cuınlıuriyctlcriyle
geçmişteki
somurgeci
müs lüınan
Magrip ülkeleri
w
w
ras ı konferansa* katılmak içi n gi ııi ğ iın Taşkent'te, genç Öi'.bek akademi syenleri
ordi natörü Dr. Ali şer İlkhaınov (ki ayn ı
Taşken t
w
zamanda
Devlet
Sosyoloj i Ens titüsü'ncle
Üni versi tesi
üğre t i ın
üyesi ve
y ir)
ili şkisi ne
ınü 1. dünyasını
kanı )
lüman
ya ptı ğını
ui'unca mülakat. hu so-
tebliği
Dr. İlkhaııı ov, tebliği nde . M osk ova'ıı ın
Özbekistan Genç Bilimc iler Derneği B<ı~ ile
araşt ır
ili şk i s ini,
f-ransa-siiıııi.irge
(örneğ in
Ceza-
henzettikten sonra, günü din
esasına
Doğ u- mii s lüıııaıı
dayanan,
ıııüs
olmayan
Batı
* " Doğu-Batı : Topluııısalla~ıııanın ve Ki ~ i~cı Davraııı~larııı Etııik -Kü.ltürd <?ı.d.l ikleri " ha~ lık l ı kon l'enıns şu kurulu~lar tararı ııua ıı uü1.cıılenıııişti: Ta ~ kcnt Devlet .~ ııı vcrs ıtc sı . Sovycı Sosyo· loji Derneği. Ö!hckistaıı Gcnı; Bilimciler ve U1.ıııaııl~r Dc~ııcği.Oıhck i~ıan Koın~onıol Mcrkc1. Komitesi. Oı.hck i~ıaıı Gcıı~·lik Örgü tleri Koıııitcsı vc Oı.hckıstaıı' ııı Sosyal ve S ı yasal Sorunları Enstitüsü. 1
~
1
1
l
238
şeklinde
temel hir hölünmeye tahi tutmaktadır. Ona göre, " iki süper devlet ara-
ni cami mahiyetinde küçül-.. ibadet yerlerinin açılmaya başladığı yolunda söy lentiler
sındaki
vardı).
çelişkinin
Özbekistan Genç Bilimciler Derneöğrenci ve öğretme n ler arasında yaptığı ve sonuçlarını konferansın ardın dan bir haher bülteniyle duyurduğu bir araştırmanın bulguları da aynı yöndedir veya hu hakınıdan Öı.hekistan'ın en azııı dan örneğin hir Moskova'dan daha iyi ol-
hiçe sayarak belirleyen ve adeta yekpare şekilde yönlendiren hir ölçüt gihi gösteriyor ve keyfi. gerçekdışı bir dii'.i sartarna yarıyordu.
ğın
birbirine
yaklaşması, henzeşınesi
sü-
recini hile şöy le tanımlıyordu : "İ!-,laın torlurnu kesin hir tart.da dı~ dünyadan tecrit
halde değildir. Tersine, d ı ş dünyanın. İslam dünyasının hüyük kısm ında değerlerin değişmesine yol açan Avrupa uygarlı ğının büyük ölçekli nüf'u1.undan muzd aripti r. "
w
edilmiş
w
w
i şi n ilginç yanı, höylcsi hir raporla ortaya çıkan İlkhaınov'un -ve diğer akademisyenlerin- en :v. ındaıı laik olmaları ve
gün lük yaşamlarında dinle hir ilgilerıniıı hu l unrııamasıyd ı. (Sorulduğunda kendisini ateist olarak tanıtan aydınların sayısı ise hiç de az değildi). Öt.bek halk yığınlarında da. en a1.ın dan
şi mdi l ik
göstermektedir. "Mevcut sorunlara insanlar nereden bi r cevap bulahilir?"
sorusunu.
Marksinn - Lenini1.ın
dine
doğru
belirgin hir yöne-
olarak ce-
vap l and ıranların ora nı
(200 kişide), Baltık Cumhuriyetlerinde O.O; Sihirya'da 5.8; Moskova'da 11 .7 iken, Öı.hekistan'da en yüksek, 16.7'dir. Soruyu din olarak cevaplandıranların oranı ise gene aynı sıraya göre. 12.3; 18.5: 16.0 ve 14.5'dir. Ekonomik ve sosyal
.s ol ya
Demokratik ve tarihsel bi r ilerleme olan, dinin rolünün gerilemesi ve insanlı
co m
lı lı kları
duğunu
n.
Daha sonra Dr. İlkhamov İslaın' ı . bütün "Doğu"yu ve Baıı'da yaşayan Doğu kökenli insanları, s ınıfsal ve siyasal fark-
ği'nin
yi
rratikte hütün ülkeleri içine çeken sona ermesiyle hilinen anlamda Doğu-Bat ı çatışması bitıi." "Eski düşman lar arasında artık işbirliği ve iktisadi ortaklık ortaya çıkıyor". Fakat, "Doğu-Batı (yani müslüınan Doğu ve müslünıan olmayan Batı) i lişkilerinin rroblemleri günce ll iği n den hiç bir şey kaybetmediği gihi yeni bir çerçeve kazanmaktad ır."
ça geri bir ülkede.
hakınıdan
olduk-
kadının yaşamın
her
alanında eşit koııuıııunu. insanların ıor
lunısal ili şkilerindeki rahatlığı gördükten sonra. gerçek te dini aş makla ne ii neın l i hir ilerleme sağlandığı daha iyi anla~ılıyorclu.
Ancak giirüncn o ki . içine düştükl er i yeni bir varo lu ş koşulu yaratma girişiıııi ve yeni bir ulusal kiııılik arayışı. aydınları. dinin hir ulus ol u şturman ı n 1.0runlu bir unsuru olmadığını. dinin niteliği ve ~ !e v ini. alı. yapı-üst yapı ilişkisini. iiı.e ıle hildil-..lerini unutmaya yiineltmckte boşluk.
ve insanlı ğ ın demokratik ge li şim in e ı. arar verecek politikalara açık hak geıi rıııekte dir. Kişilerin
ile ileri
bugünkü gerçek durumları -
~iirdükleri gö rü ş ler arasındaki
lim yok tur. (Gerçi. Suudi Arahi~tan gibi ülkelerin dinsel mihrakların o lu ~ unıu ve
belki de SSCB'nin çok hıı.lı hir diiııüşüııı
gü<,: l enınesi
nın ha~ka
için des tek
verdiği
ve yeni ye-
y a':ıyor olıııasıyla hağlaııtılı - garıp çelişki
bir
örneği
olarnk.
k oıı fera ııs'ın
239
l J
t
l
göstcrilchili r: Boynunda gii,ıeri~li dcnehilecek haç kol ye taşıyordu ve so rduğumda il k ccvahı, "evet h ırı stiyan ı ın" ol du. Konu~nıa ilerlediğinde
hu konuda anlaıtıt...la rı şuydu: "Din ve ateizme ilişkin okullarda hir eğ i tim aldığımı süyleyemcm. Bu. pek üzerinde durulan bir konu deği l d i r. Kend i mi atci1.mdcn dine geçmi~ kabu l etmiyorum. Baham subay. partili ve ateist,
sınıfı n ç ı karı aç ı sı n dan" bakıyo rd u .
Devriıııi'nin
1. Emperyali!>I Dünya
nın bitişini çabuk l aştırd ığı
bile
yakınlık
duyamazdı:
Eki m
Savaşı
gibi fi ki rlere gerekçesi ise
ş uydu: "Eğer devrim ol masaydı İ stanbul bi 1.i nı olacaktı." Öte yandan, "lngi lii'. ve
Amerikan sermayesinin desteğini arkas ı na alan Y ahudi ler Rusya'da önem li bir güç hal ine geliyordu." Osman l ı İ mparat orluğu, ilgi nç ve olumlu bir çok uluslu devlet örneği olarak öı.ellikle Len i ngrad'daki aydı nl a r arasında popüler bir konu hal ine g"clıııiş t i. Bir Orta Doğu uıınanı olarak söyleyehilirdi ki. Abdü lhamit büyük hir devlet adam ı ydı: Ba tı lıları parmağında oynatını~ ve Yahudilere hiç yüı. vermcmi~ti.
tanrı n ı n
.s ol ya
yi
n.
di n konu-;uncla bir sorunum olmad ı ğ ı için ya kın zamana kadar kendimi de baham gihi kahul edi yordum. Esase n hen tahmin ettiğin türden bir h ı rıstiyan değilim , kiliselerle ve h ırı stiyanlığın kollarıyla da hir ilgi m yok. Bir sürü dinin varl ı ğı ve insanlığın din yüzünden, dinsel çatışmalar yüzünden çek tiği ac ılar giiziinü ndc tu tu lduğunda hile. din kitaplarında tasvir edilen
Z . Evgeniy ise. sosyaliıııı aleyhta r lığ ı nı bir felsefe düıeyi n e yi.ib.el tmeye çal ışı yordu. Mutlaka eski terminolo ji ile i fade etmesi i-,teniyorsa. artık "sorun lara yukarı
co m
çevirmeni Ta~kent Devlet Üniversitesi'nden Rus hayan Timeshova Zhanna
uydurma olduğu anla~ılır. 13en İsa'yı tarih te iyi hir insan olması anlamın
da heğeniyorum, haçı da bu anlamda takt 1lll."
w
istekle ve büyük bir h ı ı.la diğer uca savrul ma, Ö;r.bek ayd ı nlarıy l a s ı nırlı olmayan genci bir durumdu. Örneğin, ba~ta Lerıi n grad ve Moskova'da olmak üı.e re
w
konferansa katılan çok sayıda akademisyeni n ortak öt.elliği. sosyali1.11ıi. artık tü-
w
müyle geride k almış ve Ruslar için bedeli paha lı ya patlayan hir ütopya i lan etmeleriydi. Daha yakından konu ş ulduğunda anl aşılıyordu ki. hazıları açıkça monarşi s t ve ~ovendi. Örneği n , Leningrad Sosyoloji Enstitüsünden S. Lurie. Sovyet damgası taş ı yan h erşeyc karşıydı ve çarlık rejimini çok olumlu hul uyordu. "Rusya'n ı n hayatında d ığ ı
rol oynayabilecek başka parti olma-
iç in Komün ist Parti üyesi olduğunu" söyleyen Leningrad Üniversitesinden Dr.
240
Fakat ti.im bu "dü~i.ince çeşit l iliği" kafalardaki çözüm yolları nın birbirle ri ile çelişmesinde ve i lerici nitelikten yoksu n olmasından ol!-.a gerek-somut sorunların tartışma gündem i ne getirilmesi a n l a mı na gelmiyordu. Aksine hu konuda açık bi r i~
teksi1.lik ve kaç ı ~ vard ı. Pcrestroyka ile birlikte Öı.hekistan'ın topl umsal ya~amında ne gibi deği~ik l iklcr giiılcniyordu?
İlkhamov'a göre. geçm i şte kal d ığına i n anılan
ve o güne kadar tahammü l edi leiçinde olan veya öyle a l gı l a nan sorunla rın hepsi , tüm ciddiyetiyle su yüıünc vurınu~tu: Rüş ve t. yiyici li k. adanı kayı r ma. adi suçlar, i şsiz l ik , bürokrasi. çevre kirliliği. vb ... Bu, Pc rcstroyka'nııı hılir !-.ıııırlar
talihsizliği.
"belki de olumsuz
Başkent Taşkcn t 'ıe.
yan ı ydı."
hütün mevk i ler ve
ınüıııkün görevler, Ruslar. Rusla~nıış Öl.-
gördü.
bekler veya aynı şchin.Jc ikamet eden iyi
lık
esas görevini demokratiklqme mücadelesi olarak tanımlayan Erk'tir. Üçüncüsü ise, Ilirlik'in Özlıek milli-
m
yetçi li ğine tepki olarak ortaya çıkan ve görevini "Rusça konuşan halkı savunmak" olarak tanımlayan, Rus ve Avrupa Rusya'sı ndan gel mi ş Rusça k o nu ş an aydınla rın kurduğu Intcrsoyuz'd ur. Fakat Ö1.heki stan'daki Ruslar, Baltık Cumhuriyetlerindeki gilıi aktif değildi ve cumhuri-
yeti terk etnıeye de hazırdılar. Son zamanlarda da Birlik ile lntersoyuz arasında lıir diyalog
tipik olgulardır. Sosyalizm. insanlar
aras ındaki ruhani (d ini) kontrol sistemini
Komünist Parti hfila güçlüydü ama ideolojik olarak bir ~ckilsi1.lik ve belirsiı. lik vardı. kendi ni yeni eğilimlere uydurmaya çalışıyordu. Örneğin. Özhekisıan ' ın egemenliği ilan edildi. Res ıııi alfabe ola-
ama pratikte gerçekleşen yeni bir tepeden gütme sistemiydi. Artık o otorite de yıkıldı ve ideolojik olarak Ö'l.bekistan düzleminc.Je bir ho şluk ortaya çıktı. O nedenle eski değe rl erin her an yenic.Jcn karşı bir atağa. büyük hiı: meydan okumaya girişmesini beklemek gereki r!
rak. l 930'1u yıllardan itibaren kullanılan Rus (Kiri!) harllcri yerine Arap harllcrinc
geçilmesi kararı alı ndı. vh.
w
.s
ol
yıkmaya çalıştı,
w w
Yeni dönemde ortaya çıkan pol itik iirgelince; Bunlardan ilki ve en önemlisi Birlik'dir. Bu, Özbek ulusalgütle nın ele re
cılığına
dayanan, görece şehirlerdeki aydınlar üzerinde etkili ve Pantürkçülükten. Avrupa tarzı demokrasiciliğe kadar çok çeşitli eğilimleri barındıran
bir iirgüttür. Fergana o lay larında (Mesketlcre kar~ı kı rımda ) so rumluluğu olduğu yönünde çı karılan söylentiler güç kaybetınesine yo l
açtı.
Birlik.
ayrılıkçı
kurulmu ş tu .
ya y
Ona göre: Toplumsal yapıda halii çok fazla sınıf sözkonusu. Özellikle kırsal kesimde, eğitim düzeyi yaşam standard ı son derece düşük, bir çok insan yoksulluk sı nırının altında bulunuyor. insanlarda bireysel girişkenlik zihniyeti gcli~memiş veya yoktur; pasiflik, gerilik, ha~kası tara!';nd:!n yön!cndi!'i !meye, güdülmeye açık
İkinc i bir örgüt, Birlik'ten ayrılanların kurduğu,
in .c o
Rusça bilenler tarafından tutulmuştu. Bir taşralının araya girebilmesi ve hir görev kapması zordu. Yönetimin klan yapıs ı arzcıtiği, mevkilerin klanlar arasında paylaşı ldı ğı bir durum sözkoııusuydu. Para ödemeden, yani rüşvet vermeden üniversiteni n belli bölümlerine girmek hile imkansızdı. Tabii aynı zamanda rüşvete karşı mücadele de vardı.
Baltık Cumlıuriyetleri'ndeki
örgütlerden-söylentilere giire parasal yardım da dahil olmak ü1.ere-dcstek
İlkham ov'a
iinem
verdiğ i
göre. Fergana, Birlik'iıı ve görece etkinlik kurabildi-
ği lıir
hiilgeydi. Meskeılere kar~ ı pogroın ani ve kimsenin anlayamadığı bir olay oldu. KGB kaynaklı. planlı bir provakasyonun varlığı konusunda yoğun söylentiler dolaştı. Bu doğru olabilir. Ama y ı ğınla rı n düşünce tarzı, içinde bulundukları psikolojik ve sosyal koşullar nedeniyle küçük bir kı v ılcımın beklenmedik olaylara yol aı;ahileceğinin de görülmesi gerekir. Örneğin Baltık Cuıııhuriyctleri'ndc provakasyon g iri şimleri bilinen bir şey: aına
orada
-yığınların
niyle-
başarıya ula~aıııadı.
Koınünisı su<;l~ıdı.
olgunluk dü;-.eyi nede-
Parti. f-ergana için Birlik'i
Birlik ise
hiı.;
bir
sorum lulu ğu
ol-
241
madığını açıkladı
koşullarının
ve neden olarak
ya~aııı
sürekli kötüleşmesi, işsizliğin
büyümesi, vb. sor unların her türlü patlamaya hazır bir durum yaratmış olmasını gösterdi. Bir kısım Komünist Partili de aynı gör üşteydi.
Oş ve civarındaki Kırgı zlarla kanlı boğaz l aşma
da, gene özel bir nedeni olmayan, ani patlayan bir olaydı. Özhek aydınları ne istiyor, nas ıl hir
mektedirler: Lenin, SSCl3'yi egemen ve eş it cum huriyetlerin birliği olarak düşünmüştü. ulusal kimlik konusunda da du yar lıydı. Ama neticede uygu lama öyle olmad ı. Özbek yöneticiler Ruslardan daha fazla Rusçuydu. Marksist teori hile sosyali zmi kapitaliznıir1> ard ından gelen bir aşa m a olarak görür. oysa kapitalizmi hiç tanıma mış bir bölgede sosyalizm kurulmaya giri-
Özbekistan hedeniyorlar?
şild i.
Batı'da n gelen akademisyenleri biraraya toplayarak açıkladıkları gihi, sosyal düzenlemelerle hirleştiri 1ıııiş serbest pazar ekonomisi nden yanalar. Batı'nın Özbekistan'a ekonomik yatırımlar yapması ve Batı ile çeşitli bağların hı zla ge liştiril mesi , en önemli arzularından birini olus-
olumlu i ş ler başarıldı; sağlıkta. eği timd e ve diğer bazı alanlarda. Cehalet yok edildi. sanayileşme sağ landı , kadın her alanda e~it haklara kavu~tu, vs. Dikkatli bir göz Özbekistan'da başka olumluluklar da görebilir. Örneğin, radyo haber bültenleri, Özbekçenin ardından azınlık dillerinde: Tacikçe, Tatarca okunuyor. Rusçayı zor-
sözkonusu
dönemde
yi
n. co
m
Kuşkusuz
'
turuyor. Gerekli kadroların yetişmesini
bir geç i ş aşamasını takiben
ya
sağ layacak
Sovyetler Birliği'nden ayrı. tanı bağı msız bir Özbekistan'ı 7.orunlu ve engellenemez
ol
bir hedef olarak belirlemiş durumdalar.
w .s
Bu vesi leyle değinmek gerekirse. Türk burjuva gazetelerin sistematik olarak kamuoyuna pompaladığı gibi Özbekler kendilerini, "Sovyeıler Birliğindeki Türk toplul uklarından hiri " ya da "Özbek
w
Türkü" olarak değil. kendi başı na ayrı bir ulus, sadece Özbek olarak tanıııılaıııakta
Bu, aydınlar için olduğu kadar sokaktaki insan için de geçerlidir.
w
dırl ar.
Dikkati çeken diğer bir husus. Özbek ayd ı nların "yeni" hir yo l arayışını. ülkelerinin Ekim Devrimi sonrası sürecini karal ama kampanyası na çevi rmenı iş ol nıaları . halla o konudaki samimi düşüncelerinin. özellikle sosyo-ekononıik alana iliskin
'
.
olumlu o l masıydı. İ slaıııi değerlere diinüşten bahsedenler hile iizetle şöyle de-
242
lama ile resmi ve egemen di l yapma poli-ki son zaman larda buna kar~ı bir
tikası
tepki. Özbekçeyi üstün kılına çabası görülüyor- dı~ta tutulursa, dillerin eşitliğ i ilkesinin yaşa ma uygulanışı var. Radyoda, kamuya açık yerlerde çalan Özbek ıııüi'.iğ i kulağa ıı.o~ geliyor ve ıiıi1. i~lenmi~ iı.leni ıni veriyor. Ta~kcnt, bol parkları. geni~, ferah yo lları . modern ve temiz metrosu. gecekondusuz semtleriyle hiçbir Üçüncü Dünya ülkesinde görülemeyecek. modern ~elıircilik örneklerinden biridir. Bu ileri noktalara "tepeden uygulamalar" sayesinde gelinebi ldi ği ise ıarı ı ~ınayı gerektirmeyecek kadar açık. Baş tan beri var oları hala ve kusurlar Brejnev dönemi ile birlikte -ki o zamana kadar tali bir yer tutuy orlardı-
süreci n ba skın yünü hal ine ge ldi. Her ne ise. artık hu dönem bitli veya bitmesi gerekiyor! Öı.bek
aydınlar,
Sovyetler
13irli-
ği'ndeki yen i moda gereği sosyalizm say-
. fasın ı kapatmakta hemfikir olmakla birlikte, ne istedikleri konusunda gerçekte ye terince net değiller. Açık olan bir ~ey varsa o da - tıpkı diğer cumhuriyet lerde ol-
gerek irse, gfüü nen o ki. devrimin ka:1.anç-
sinin . art ık işçi sınıfı ve halk yığınla rı deği l. kendileri olmas ı . tarihsel perspektili ve sın ı f ölçütünü bir tarafa bırakarak, geçmi şte ulusuna ait n..: varsa herşcyin yüce ltilerek bugüne ta ş ınmak istenmesi ve ulusal bencilliktir.
tarafa bırakarak ve bütün çeşit l iliği ile. geleneksel burjuva sı nıf görünüm ü ile onaya ç ıkı ş sürecini yaş ı yor. Ne ki. var olan ileri kaı.anımları koruyacak ve sürece i şçi s ı n ı fının ç ık arları aç ı s ın d an müdahale edebi lecek bir politik kuvvet ortada görünmü-
duğu
gibi-
düşünceleri ıı, tasarıların
Resmi Sovyet
yay ınl arı nın
çizgisi ni
om
özne-
l arı nı gaspedip kastlaşan an ti demokrati k bürokras i, bir süre, işçi s ınıfı , sosyal i1.m adın a kendini meşrulaştırmaya çal ı ş tı k t an sonra, ş im di eski biçim ve söylemleri bir
yor.
Ahmet Akgündüz*
in .c
gfüönünde tutarak bir genelleme yapmak
*) Ahmc.l Akgündüz. Amsterdaııı Üniversitesi 1-:tnik ve Sosyal Araşt ırmalar Enstitüsü'ndc Öğre Uycliği
masına
yapmakta. 11. Tez'in 12. neden oldu.
1.5
yı l
gecikmeyle yay ınlan
ve Şairler Deryası Almanya ... " kclcrinin bir anda yine Sovyet ler Birliği nin "yliksck" çıkarları u ğ runa Batı 'ya peşkeş çeki l diği bir dönem yaşanmışt ır .
13u geli~nıeleri çok iy i değerlendiren 13atı bölünmeden hu yana sürdürdüğü birleşme ro l itikasın ı gcrçckl e~t irın i~ti r. B i rlcşmcn in gerçek le~ mesi nden hemen sonra sosyali:-.l uygu l aman ı n yan lı ~ları nı ön rlana çıkartarak. ıorlumda sosya li ı.ıııc karşı yeni bi r ~oğu k s;ıva~ ha~ latıııı~lı r. Şimdiye kadar so:-.yalist yay ınla rın kitlclı.:re ulaşmasında öneml i hiımel
ol
Batı'nın gözde ülkesi, birçok "Üçüncü Dünya" ülke aydın ların ın olduğu gibi, Türkiye'deki "aydınların" büyük bir bölü-
w .s
"Düşünürler
sayısın ın gee ikme~i yaı. ının
ya y
tim
w
münün de düşlerini süsleyen ve demokrasi örneği olarak gösterdikleri Almanya. b ir kez daha el ine geçirdiği fırsatlardan yararlan arak. Sosyaliı.m 'de n ve onun yara tı cı l arından bir tür intik;ıııı alına hesap-
w
ları yapmnktadır.
insanlık tarihinin tek yönlü sunuluşu
nu temel amaç edinen
Na:1iı. ııı'in
bugünkü
devamcıları, diğer
bir ifadeyle. tarihinden ders almayı başarnmamış A l ınanya'nın insa nları , aynı amacı demokrasi nin gölgesinde sü rdürmeye ça l ı şınaktadırlar. Reci sosyal i7.min b ir tepside sun duğu fırsatlar onları n bu amaca ula ş malarını kolayla şt ır makta d ı r. Y ı ll ;ır y ılı dünyada sosyali:1. ın i n yaşatı lma s ı ad ın a Sovyetlcr Birli ği nin çı karla rı uğruna ça lı ş tırıl a n Doğu
131oku ül-
Al ın an lıükümeti .
güren MARX -ENGELS-ENSTİTÜSÜ de hu 'aklından na,ihi ni alıııı~tı r. Yay ı nların has ımını durdurarak, bir düşüncenin engellenmeye ça l~~ıl ıııa sı elbette ki. mümkün değ ildir . Ama hu engellemenin ardın da yatan dü ~üncc giiıiin üne alındığında. :-orun bir yayın ı n ba:-.ılıp has ılm ama, ının ötesine ta~ıııal.. taı.lır. Bu burju va deıııol..ra-
243
om
kültürel yapısına yatıancı laştırıklığı içiıı. her ı.a ınan ve her yerde manipülasyona h:11.ır tıir kitle içinde eriyir gitmeye mahkumdur. Giderek artan hu manirülasyon ise. onu doğrudan rasyonel bi lgi edinimi olmayan. önyargı lı bireyler çukurun a iter. Çünkü. kendi torlunısal oluşumu ve tarihsel gelişim i hakkında hir bilince sahip o lmayanların gidecekleri yer orasıdır: Arolitik, demoralize ed ilmi~ ama saldırgan ve her zaman hir suni dü~ıııan karşısında harekete geçi rilebilecek bir tortuluk. Her~eyden <ince siyas i kültürden yoksunluğuy la göıe hatan bir insan kalabalığı. ..
in .c
sisinin sın ı rları açısından bir gösterge~i dir. Burjuva demokrasisine ıorlunıun kültürel gelişmesi gerek duyanların hu olguyu gözardı ettikleri açıkur. Tortumun kültürel gelişimini kendi kültürsüzlüğü ile -eğer kültürden tıir torlulukta nasıl davran ı l acağın ı , sadece örf ve adetleri an l amı yorsak- sı n ı rlamak isteyen hurjuvazi, bireyin tek yan lı eğitimine özel üneııı vermek tedir. Bundan dolayı kendi kültürünü evrensel kültür olarak sunmaktadır. Sunduğu kültürün alternatiflerini değişik biçimlerl e ortadan kaldırmak için her fır sattan yararlanmaktadır. Tortumun gözünde kendi koyduğu kültürel yasakları hasın özgürlüğü adı altında birçok yayını piyasaya çıkararak giı.lenıcyc çalı~ınakta dır. insanlığ ın en doğal hakkı o lan bilgilenme üzerinde gerçekleştirdiği egcınen likle olayları kendi ç ıkarları doğrultus unda sunmayı sürdürmektedir.
Sol'u ve aydını tarafından s ı kça yinelenen "Şairler ve Düşünürler Ülkesi Almanya" bugün düşünmeyi unutıııu~ i.nsanların ülkesi durumunda. Ewt iiıgür ve demokratik, ara~ıırma olanak l arı sonsuı. olan, teknolojik çağ atlam ıii bir ülkede yaşamak ho~ olsa gerek. Ama eğer var olan kitle ilet i~im araçlarıııın insanları ıııa nirule etmek amacıyla sürdürdüğü sald ı rı dan kurtulabile1,;ek güç varsa ...
ya y
Alınan
ol
Evet, burası Almanya. İsteyen istediği isteyen istediği kitahı okuyabi li r. İsteyen i stediği yere gidehilir. özgürlükler ülkesi Alm anya'da. Özgürlükleri s ın ı rl ayan görünnıeı. yasakları a~ mamak şartıyla ... Diğer gel işm i ş kapitalist ülkelerde olduğu gibi, Federal Almanya'da da toplumsal diyalog ve siyasi içerikli tartı şmalar ba7.ı istisnalar dışın da, giderek şov yasalarına tahi kılınrnı~tır. Herşey in görecelikle tanımlandığı Batı ortamında, tarih meşruluk gücünü yitirmiş tir. Geçm i şle hesapl aşma hir yana. geçmişi an ı msamak sıkıcı duygular onaya çıkartmakla hirlikte, geçmişle, iiı.gün tarih le bilinçli bir hesarlaşınanın yerini de. o çok sözü edilen ve lastikleşen stres ve
w
w
w
.s
yay ı n ı çıkarabilir.
düşünce hantall ığ ı al mıştır.
Batı
~44
bireyi, tarihse ll iğine ve hireysel
İ şte hu gücü bulmak pek ol as ı değil. Ol'set baskılarıyla in san ın heynini iğdiş eden yayın ları ve üç dakikada okunahi len gaı.eteleriyle, otu1. kanallı televiı.yon programlarıyla. insanları boş zamanların
da esir alan bir ülkede, hireyin öı.gür gelişi mini beklemek hayal aleminde gezinım: ye hen7.er. .. Bir yanda yeni Neonaı.i örgütler. bir yanda sağ kesime oy verenlerin beyin hücrelerine ycrleşıııi~ ırkçılık, d iğer yanda bütün dünyaya demokrasi dersi vermeye çalı~aıı hükümet ve kendini üstün ırk rs ikowndan kurtarmayı b;ı~:mıınam ı~ Al ıııan solu ... Öyle bir toplumsal orkestra görüntüsü sergili yorla r ki, çıkardıkları ses el'sa-
kamaştırıcı ı.enginliğinde değil. \O~yaliı. nıin insanı ıeıııel
alan geleceği nd e araıııa Bundan dolayı. bir ba~ka dünya giirüşüne ail hir diı. i uygulamanın. sosyalist demokrasi anlayışına ek lemlenıııesiyle o luşturu lmak istenen deıııokra~i anlayışı reddedilıııelidir. Taııı hu noktada devriııı c ı hareketin. ulu~larara~ı ilişkilerden oluiıı suı. yünde etk il en mesini önlemek içi n. uluslararası sosyalist tartışmalara ve uygulamalara eleştirel ve nesnel bir yaklaşıııı ic,;eri~inde olıııak. bugün dündeıı daha J'azla ii n eııı kanınmaktadır.
m
lıyıt..
in .c o
nelerindeki Breınen 11111.ıkacılarına ta ş c,;ı kartıyor. Bu orkestrada ac,;ıkıan ırkc,;ı politikaları yla Neonaı. iler ıroıııpel ve davullarla yerlerini alırlarken. sağ kanaııakilcr besteci li k. hüküıııeı ise şe l'lik görevini yerine getirmektedir. Sol ise durumdan hahcrsi1.. hala müıik aletlerini ayarlamakla meşgul. Daha doğrusu, en son Kürl'cı. Savaşında da görülebildiği gibi. olup bitenler karşısında edilgen ve arayıştan uzak, hüzünlerini ve çaresizliklerini seyirci s uskunluğuyla ifade eııııeye c,;alışmak tadır. Bütün sesler hiraraya geldiğinde mehter marşını hic,; de aratmayan hir nağ me eşliğinde üstün ırk şark ı sını duymamak mümkün d eğ il.
Reci
\Osyalizııı'in çükü~ünürı
nedenleri
tarıı~ı l ırken. ulu~lararası düı.eyde yap ı lan
Gerek hasında. ge rcl.. re~ıııi politikalarda, gerekse de Sol'da gündeme gelen tartışmalarda insanın kendisini Mahıııuı paşa'da hir seyyar satıc ı karşısında hi ssetmemesi mümkün değil. Her~eyin iyisi burada. Öt.gürlük mü. Han~ Dieıer HÜSCH'ün de dediği g ibi "Öyle özgiir, öyle özgürsün ki (!) tencereyi ağzına dayayıp, isted iğin gibi bağınıhilirsin ... ama kimse seni d u ymaz!", demokrasi nıi, onun da sın ırları hiı.de o ldu ğ u gibi devletin vazgec,;ilmez güvenliği ile belirlenir. Bizden farkı ise, devlet güven li ğinin kor unmas ı nda. devletle bi reyin doğru dan karşı karşıya kalmasını engelleyen ku -
he li rleıııelcr
ve kullanılan kavraııılar c,:ok elcl.. lcrden gec,;irilmd. ı.orundadır. Çünkü Avrupa'da ve Almaııya'cla ..,ol adı na yapılan lartı~malarda so l'uıı Avrupa merkezli a nla y ı ~ıııı ~ergileyeıı kavramlar c,;ok ra1.la kullanılmaı...ıadır . Mı s ırlı ara~tır ıııacı MAl.EK'in de vu rgul adığı gihı "Kim kimin mcrkeı. i ve kiııı kimin kiilc ~ i · 1 'Merkcl.' ve 'periferi' gihi ı...avranıların marbiı. ııı ' le hic,;bir alaLı~ı yoı...tur. Onl ar sadece. kcnd ileri ıı i ıııcrkcı.de giiren lerı n lıiı. lere. kendi devrim ve kültür ~emalarıııı dayatmalarının hir ifadesidir." Halbuki c,;ağımııdaki sorunu hiilii mcrkeı ve siiı.d e azgeli~ıııişlik arasında yatan uçurumdan c,;ok. kapiıalii'.lıı ile smyali1111 ara s ındaki
rumların varlığıdır.
çcli~ki hclirlcıııekıedir.
Avrupa rnerkeı. li bakışın lideri konu muna gelen Alıııanya'nın ekonomik 1.enginliğinin arkasınd a yatan hu küllürcl ve ideolojik fakirleşmesini görerek. onun zenginliğinin yarattığı hir t akını sosya l hakları. demokrasi tart ışıııaları nda. kriter olarak kullanmaktan vaı.gec,;ıncliyi1.. Çağ d aş lı ğ ı ve ge l işmişliği. hurjuvaıinin g<it.
hu yö nleriy le içselle~ tirıııeyi ba~araıııamı ş Raıı ve onun bir parçası olan Alınan Sol'u. "modern" ırkçılı ğın teme li olan kl'ndi kültürlerinin doğallığı, eleşt i rilemezliği ve Üsliinlüğii ilkclcrini ıaman ıaıııaıı hcniııı sc ııı e ktcd ır ler. Bu bağlamda. aıgclı~ıııi~ ül1'.e insanla-
w w
w
.s
ol
ya y
sık
13u sorunu
tüııı
rı. henı cr 'cısyali:-.l dLi~Linceleri payb~~a-
245
"111.ge li ş m iş"
ülkelere kaymaktadır. İddi alı bir söylem le. sosyaliı. min çüı. ünı bekleyen teorik sorun l arının çözüleceği yer. pratikle teorimin içiçe yaşad ığı "a7.ge lişmi {' ülke lerdir diyebi liriz ... M a r x'ı n a nlay ı ş ının
içeriğe
sahip
Avrupa merkezli
olmadığı artık gii rül ın clidi r.
Bundan dolayı, Mark s i z nı ' i kendi kül türünün mirası olarak gören Av rupa merkcı.I i an lay ı ş tan Marksizm arındırılmalıdır. "Azgclişrniş" ülke sosyalistl eri. art ık Avrupa'da geliştirile n teorinin sadece tekrarından ve k oryas ından ui'.aklaşarak. genci ilkeler doğrultusunda kendi soıııut l arına çüi'.ünı aramaya b aş l ama lıdır . Marksiz ın ' in temel ifadesi olan evrenselli k de. hu gihi ülke sosyalistlerinin ça ha l a rı sonucunda. tekrar gü n cc llcşcccktir. Evren~clliğinc yeniden kavuşmuş marksiı.m ise. "eski" Avrura' nın kültürel hegemonyas ın dan ve onu n tarafından helirlcnen normlardan kurtulma ş an s ı nı yakal ayaca ktır
ya yi n. c
Sosyalizmin sorunlarının çiii'.ümünü Avrupa Sol'nun tekelinden kurtarmak, "azgclişnıi{ ülke sosyalist leriyle Avrura Solu arasındaki alt-üst ilişkisini, eşit koşu ll arda ye ni iliş ki biçimine dönüştürmek. dünya sosyalist hareketinin ge li şimini n ö nündek i en büyük engellerden birinin kaldırıl acağı anlamına gel ir. Bu hağlam da, "azge li ş mi ş" ülke sosyalistl eri. kendi koşullarından yola çıkarak yaratt ıkl arı değerl eri . ulusl ararası sosyal ist tartı ş maların gündemine ge tirınc göreviyle karşı karşı ya o lduk larının bilinciyle hareket etmeli dirler. Avrupa y ıll a rdır sürdürdüğ ü sosyali zmin teorik ge lişme nıerkeı. i olma konumunu yitirme sürecinded ir. Sosyaliı. min teorik merkezi. bugüne kadar üretilen teorinin pratik uygulamalarının a l a nı ola-
rak görü len
om
lar da, Avrura Sol'u tara fından Avrura yaşam hiçimi doğrultusunda "gelişme" giistcrd ikleri oranda bcnimsenmcktcd irlcr. Avrupa Sol'unun hu yakla~ınıı, ne yaz ık ki, azge li şıniş ülke devrimcileri tarafından da beslenmektedir.
w w
.s
ol
0
Görünmeyen Kurbanları Marx ve Engels ... !
w
Birleşmenin
Hilal Omu-
Tarihinde kitapl arı ateşle tarih sahnesinden si lme utancını ta şıınas ı gereken bir ulusun. y ıllar so nra ikinci kez bir Kristal Gece yaşamaya aday olııı a~ ı . bütün dünyaya yansıtmak istediği dem okratik torlum görüntüsünün alt ında in san lığa karş ı
belleklere k ı11.ınan kitapların yak ılm as ı olay ın a sahne olan Bcrlin sok ak l arı. Birleşi k Alıııanya'nın ba ş kenti olmaya lıa1.ırlandı ğ ı şu gün lerde ikinci bir Kristal Gccc kararının veri ldi ği güne ev sah ipliği yapacak mı ? ..
içinde beslediği kini açığa çı kartmaktad ır. Nazizin döneminde Kristal Gece olarak
İki Almanya'nın birleşmesinden kaynaklanan bir çok sorun. bugün ülkedeki
246
tartışma
gündemini hel irlcmeye devam
ed iyor. Demokratik A l manya'nırı tasl"iye-
Bugüne kadar yayını i~lerini yürüten SED bünyesinde kurulmuş oları MARX-
siyle gündeme gelen ekonomik ve siyasal
ENGELS ENSTİTÜSÜ'nün açıklaıp aları
gelişmeler,
yan ını
na gfüe, eserlerin t orl aıııı 130 cildi kapsa-
oluşturdukları için. geniş hi ç i ıııde kamuo-
maktadır. Şu ana kadar yayın lananlara ba-
sorun l arın
giirünen
yunda tartışıl ı yor. Ancak bazı sorunlar
kıldığında bir yüzyıla damgasını vuran hu
var ki doğrudan görülmedikleri için. ka-
düşüncenin yay ınlanm amış kısmı yarıdan
muoyunda ya hiç tarcışılmıyor, ya da ko-
daha f'aı.ladır. Bu yay ı nlanmamış bölümlerin düzenlenerek okuyucuya aı..ıarılması
tışılmaya çalışılıyor. Bunlardan hir tanesi
için gerekli giri şimlerin Alman lıükıiıııct i
om
nuyla doğrudan ilgili olan kesimlerde tarise şüphesiz MARX ve ENGELS'in torlu
tarafında n
eserlerinin geleceği hakkındaki hclirsi1.liktir.
beklenmesi ise hira1. hayalcilik olur. Şim diye kadarki gelişmeler de hunun böyle
Bugüne kadar MARX ve ENGELS'in
olduğunu gösıernıekıcdir. Ancaı.. ulu~lara
kamuoyuna
ulaşahilmesini
yapılacağının
in .c
eserlerinin
kendiliğinden
rası
düzeyde Alınan lıüküıııcıine iletilecek
sağ l ayan SED' in (Sosyalist Birlik Parıisi) Demokratik Alınanya'nın tasfi yesiy le bir-
taleplerin hu yay ınların basımının gerçek-
likte siyasi sahneden kayho lın asıyla. hu
ıııalıdır. Alınan lıüküıııcıi
eserlerin yeniden bas ıl ması tehlikeye gir-
rarası
miştir. İl k bakışta konunun hiı.i , yani Al-
lıükünıcıin yayınların hasımı için kaynak
ınan olmayan ları , ilgileııdirıııccliği gibi bir
ay ırma ma politikas ını etkileyebileceği
duyguya karılmak mümkün. Eserlerin Almanca basılacak olmas ı Türkiyeli okurları·
ı.ardı edilmemelidir. Bundan 'do l ayı Al-
leşmesine katkıda bulunacağı uııuıulına
ya y
üzerinde ulusla-
bir baskı gücünün oluşturulmasının
ol
gö-
.s
ilk bakışta fazla ilgilendi rmiyor olmakla
man hiliııı kaJııılarının ve hilim adamları nın açını~ bulu nduğu iınıa kampaııya~ı
önem kazanmaktadır
eserinin Türkçeye çevrilmi~ olduğu giiıii
dan da desteğe ilıııyaç duymaktadır. 13u
w
birlikte, MARX ve ENGELS'in birçok
Almanya dı~ın
\ 'C
nüne alındığında, hu eserlerin orjinal ha:-.ı
çağrını n Türkiye'de de ilgi giireccğıni.
ııııııııı
çağrıyı yapanlara gerekli de~ıeğ ın sağ la
w
sürdürülmesi önem ıa~ımaktadır.
Ayrıca eserlerin dünya sosyalist hare-
nacağını umuı cderıııı ...
w
keti açısından taşıdığı iineınin. Türkiye sosyalist hareketi için de geçerli olduğunu vurgulamaya bilmem gerek var ıııı ... Bir düşüncenin kuşa ktan kuşağa aktarılmasın
da kitarlarııı önemi de giiı.önünc al ındı ğında.
yayınlanması
MARX-ENGELS
teh likede
TOPLU
olan
ESERLE-
Rİ'nin yay ımının devamı için çaha gfoıer ınek gerektiği ort adadır.
Ali Osman İnce
Özel Not: Eğer uygun görürseniz, açacağınıı. bir
kaıııranyayla iiı.ellikle en geni~ bilim insanları çerçeves inde ıoplayacağınıı. imı.a
l arı toplu halde a~ağıdaki adrese mümkün
olan hir süre içinde göndcrchilir~iniz.
W.F. Haug, Krottnaurcrstr. 72, \V 1000 llcrlin 38, Almanya
247
M EGA'yı Kurt a rma Çağ rısı ll aıı Almarı
"kayyum
y;ırarına çalışma1'ta
olan
hırulunun"
M l ·:GA-Yakrı derneğinin
rat ik Almanya Cumhuriyeti'nin ~ I ARX
olan
Hemen
girişimde hulunulmadığı
yaklaşımı doğru
linansnıanı
üıerinde yapılan
değer l endirile b i l ir.
Sosyalıs t
hağışı
Parti)
da eski Demokratik Almanya Cumhuriyeti'nde1'i tüm pa~if kalmama l ıdır.
çapında
hası l ması
iken. 1990
övgü
y ı lında
ilim yetkiler.
şu
ile
sağlannıı~tır.
partı
kabul
MEGA. hu
Staliniı. m'in
keı.
bugün hu acil duruma
Sosyal Tarih
devredilnıi~tir.
hirhiriy le
giri l d i ğini
orıa1' çalı~ma
dünyanın çoğu
yayının
Bu
i~lemleri
ile. siyasi
çakışan tavı rl arı
hirliği uğruna
kaderi
Ult"lar<ıras ı
Çalı~manın tarafından
getirmcıııi~tir.
yerinde.
getiri l ıııe~iııe
De-
çeki~melcrin dı~ında hırakılına 1.a ııı aıı l a r
kesintiye
uğ
geli~meler.
sürdürülmesine yönelik . Bilim kayyuma
ileıilen diğer ı;ı l epkr
duru ııı kaı~ı~ıııd.ı a~ağıtla imzası huluııaııl<ır. yayının
yeri ne
ylıı
clü~ün insanları
kurhan edilmemelidir. Ancak
dünyanın
her
MA R X'ın
insanlı1' ı;ıkarınadır \ı:
sonunda bi r
sergi lemdtedir.
hiçbir sonuç
w w
kali tesi nedeniyle
Eıl\titüsü ha~ı..anlığındaki
Bilimsel
Gelecekte de
öğrenecekle rdir
talehi ve hugüne kadar Bu
yayın sorumluluğu
kadar
yaı.ınına dığer
de Alman
ko~ulların
yayın
ait
K onseyi'niıı
için gerekli
esen de
44 cilt
sa-
w .s ol ve
damga vuran lar gihi.
ha~ılan
kuruı~ı l arımı
mokratik Almanya Cumhuriycti'nin tasliye lıd ır. Nat. iı. m'in
Daha fozla
o l anak l arına
oku na ca k tır.
Almanca
olmal ı dır.
d ~ığ ıla ca ktı r.
ilkelerinin hu yeni
yılına
ya
da tekrar
ı okuınaı.. iı;in
finansmanları
gürnıektedir.
Aristoteles ve kuramsal dtinya yılla r sonras ı ndtı
Bu nedenle. hu 1-aynak
ve kitle örgüt lerinin
yi
ağı ~imdiden uluslararası
ınesi
çalı~~ın MEGA-Yakrı 'nın
anda hüyle'i hir yayın raaliyet ini sün.Jürme
MARX-ENGELS-YAK Fl'na (IMES)
ratılrın
konusudur. Biçimsel ola-
parti
1989
Aımterdaın Uluslararası
hip olmayan
MARX
olması söı.
Parti ler üstü
sürdürülmesi yönünde etkin
planlanan 130 eserden.
kazanmıştır.
tehlikededir.
tnhidir. Fedcral hükümet kayyumun yöneticisi olarak. hu
yayının
aksine
ele~tirel çalı~rna
takdirde. yerleri bir daha Jol dunı l mas ı güç u1.11ıa nla r ekihi
Bugüne kadar dünya
tarihsel
n. co
beklediği
beri. Demok-
m
hakkında yapılan araştırma i~ l c ml crinc
konuda
hesahını kapatmasından
takdirde. hu projenin yok
olarak
PDS'in (Demokratik
hanka
üı.en.: kanıu
itihan.:n geçerli olmak
geriye kalan en önemli bil imsel projelerden hirisi
miras ı ndan
ve ENGELS toplu eserleri
rak kayyumun
Şuhat ayından
1991
yönelik Fetleral
Ş;ın-.öl ye
stirdürül-
ve Federal hükümete
çağrıda bulunıııakıadırlar.
İlk imza layanların ı.:c\·iri listesi
Dellc v Alhc rs, H ci nridı Allıcrl z, El ımır ı\lt v atcr, Norlwrt ı\ust, l\larlin H ca thı.:e , Susan Buck-Morss, Bjürn Eıı gholm , lring F c t sdı c r, 1kinridı Fiıık, Ossip K. Fl cchllıc im , Hclmut Fleischcr , H d nriı:h Ganss ıııanıı, t\l a uı-i cc Godclic r, Adı-i c nn c -{;iihler, lll'lm u t Gollwitzu, Klaus (;ysi, .1 li rj.!eıı ffahcrıııas, Friı.:ga llauı.:. Wof'ı.:arıı.: Fritz llaug, Pctcr lkil ıııaıııı , Kla us lleinrich. Urs .l a e gı.:i , Frederic .lamcsoıı . 'Waller .lens, t.:lf Kadrilzk c, Hors t Kern, Klaus-Pcll' r Kiskc r. E kk cha r t Kr ippcnd orff, H..J. Kr ys nıans ki. c; corgcs La hica, Kurt Ll•nk, S ve ıı - Eric Li cdmaıın. llans l\l cycr, llciıı c r Mli ll cr , Oskar Ncgt, l'ı:t c r von Oer lZl'll , J oh a ıııı cs Ra u, Klaus Ri edd , Rulh R c hııı a ıııı , \ Voli' Roseıılıaıını, \lidıa c l Sch uıııa nn , Doroth cc Siillc, l\ li d ıacl Thcuııissc ıı. Ernst TııJ.!l' ııdhat . lkrm a ıııı \Vc her, ı\ l hre d ı t \Vellnll'r, Uwc WcSl'I, Eridıt \.Vıı l lT, llartııı ul Z inınll'rıııaıııı
248
ol ya
.s
w
w w
co m
yi n.
om
n. c
yi
ya
ol
w .s
w
w