SAÖDA VE SOLDA LİBERALİZM Swıgur
Savran Sol Liberalizm Korkut Boratav Bölüşüm
ve Sol Gülnur Savran Bireycilik Ragıp Zaralı
ANAP
m
Şevket
Pamuk
24 Ocak ve
co
Dağılım
w
w
w
.s ol
ya yi
n.
Adnan Ekşigil Popper E. Alunet Tanak 'Kapital'de Devlet Erhan Acar Yaşamak İşi Yıldıran
Koç
Ücretliler • Mustafa Sönmez Saraş S~!Jayii • Işaya Uşür
"Alternatifler" •Can Ilgın Emeklilik Yasası • Gülnur Savran 'Playboy' • Gencay Gürsoy 'Sudaki İz' •Gül Özlen Kadın Özgürlüğü
• Nail Satlıgan Kronştadt '86 • Zeynep Pınar Gramsci'de Aydın
2
ya
ol
w .s
w
w
co m
n.
yi
.
n. co
m
-..r
Filozoflar
yi
Die Philosophen haben die Welt nur verschieden interpretiert, es kömmt drauf an, Sie ZU verandern. dünyayı çeşitli
biçimlerde
ol ya
ycrumlamakla yetindiler; oysa, asıl önemli
olan
dünyayı değiştirmektir.
w w
w
.s
Brüksel, İlkbahar 1845
ON BİRİNCİ TEZ KİTAP DİZİSİ: Şubat
2
1986
Kapak
Sertaç Ergin Orhan Ofset ÖzdP.m Kardeşler Matbaası
Kapalı Baskı Dizgi/Baskı
ULUSLARARASI YAYINCILIK Ltd. Şti. Klodfarcr Cad . No· 3 1/5 Cağa l o g lu _ İstanbul
ya
yi
n.
co m
Onbirinci Tez K i tap Dizi si
ONBİRİNC İ TEZ KİTAP DİZİSİ
KURULU:
ol
DAN I ŞMA
w w
w
.s
Hacer Ansal, Cengiz Anıı, Atila Eralp, Ömer Erzereıı, Yıldırım Koç , Şevket Pamuk, Nail Satlı gaıı, Gülnur Savran , Sungur Savran, Mustafa Sönmez, E. Ahmet Tonak, İşaya Üşür, Calip L. Yalman, Ragıp Zaralı
Abone
Koşulları
CY ıl da
Dört Kitap) :
Yurtiçi :
4500 TL.
Yurtdışı :
A.B.D. <Uçak postası ile> Büyük Britanya
Federal Almanya Fransa
$20
flO 32DM U OFF
Sağda
ve Solda
İÇİNDEKİLER İkinci Kitap Üzerine
Sol Liberalizm : Maddeci Bir Eleştiriye
Savran
Doğru
n.
Sungıır
co
m
Liberaliznı
İkti sat Politikası ı\ltcrnatifleri , Bölii ~ iim İlişkileri ve Sol .......... ... ................... .
ya yi
K orluıt Bora tav
5
10 41
Gülnur Sav ran
Bireyl eşme Çağrıları Üzerine
Ragıp Zaralı
A..'<ı\P Üstiinc Tezler ve Dii şi.inccl cr
77
Şevlıet
Pamuk
87
Adnan
Ekşigit
24 Oca k Sonrasında Sını fla r ve Gelir Dağılımı ..... .................. ... ........... .... . . Tarih selciliğin Sefaleti : Popper'in
Acar
(I)
Koç
Türkiye'dc Ücretlilerin l\Iaddi Durumu
52
102 123
129. 159
w
Yıldırım
Bakış
Kapitann Plaııı Ye Rapitalist Devlet Üzer ine Bir Not .......... ........... . ................... . .. . Kapitalizmde l':ı.')amak İ~i : Emek Siirccini n İ~ycri Mc kam ve İşbaşı Zamanı Ö tes ine Uzantıla rı
w
Erlıan
Serii \·enine Bir
.s ol
To pluınbiliın
Tonalı
E. Ahmet
....... ........ .. ......... ... .
w
DEÜİ'.\J:\1ELER
Mustafa Sönmez
Savaş
İşaya ÜşCır
«Altcrna ur~ İktisat Politikaları Tartışmalarında Gözl enen Bazı Eğil im l er Üzerine Bir Not
Can
Ilgın
Gülnur Savran
Sanayii : Türkiye K apitalizmine Bir Soluk mu'?
196
Yasa sı
?06 212
Tan'dan Playboy'a
~18
Emeksizlik
Y:\Y[NLAR Genca y G ürsoy
Bulanı k Suclalü İz
Cii.l Özlen
Kadının Özgürlügii.nün Sonın!arı
Nail
Satlıgaıı
Zey n ep
Pın ar
Kronştadt
Gramsci ve
1986
222 Ü:.cı i::e
........... . .................. .................................. .
Aydınlar
'!28
230 241
n. co
yi
ya
w .s ol
w w
m
İk i nci Kitap Üzerine
m
Birincisinden üç ay sonra Onbirinci Tez dizisinin yeni bir kitaBundan böyle de düzenli aralıklarla yayımımı zı sürdürmeyi umuyoruz. Dizimizin ikinci kitabı « Sağda ve Solda Liberalizm ,, başlığını taşıyor. Bu başlığı haklı kılan gelişme. son dönemde, yakın bir zamana kadar bir ondokuzuncu yüzyıl ideolojisi sayılagelen liberalizmin, hem sağda, hem de solda, dünya çapında çarpıcı bir yükseliş içine girmesi. o arada Türkiye'de 12 Eylül sonrası seçimle gelen ilk iktidarın liberalizm söylemine, daha önceki sağ iktidarlarda görmeye alışık olmadığımız ölçüde, sahip çıkmaya çalışmasıd ır. Böylece ülkemizin düşünsel ve siyasal hayatını birinci kitabın konusuna kı yasla daha doğrudan ilgilendiren , o ölçüde de tartışmalı bir alana e:I atmış oluyoruz. Özellikle, bu kitapta yer verdiğimiz, «sol liberalizm ,,e ilişkin olan yaz ılar ikinci kitabın, daha başlığından baş layarak, hatırı sayılır bir polemik dozu taşımasına yol açıyor. Dizinin ikinci kitabının, bu niteliğiyle, ülkemizde canlı düşün sel tartışma ortamının zayıflad ı ğı bir sırada yayımlanıyor ol ması, tizi karş ılaştıgımız - ya da karşılaşmayı beklediğimiz birtakım eleştirileri önceden cevaplandırmaya itiyor. Bu bağlamda ele almakta yarar gördüğümüz ilk itiraz, solun bir bütün olarak davranmasını gerektiren koca bir mücadele alanı - demokratik özgürlükler uğraşı - dururken, solun saflarında yeni bir tartışma sürecini başlatmanın sakıncalarına ilişkin . Her şeyden önce belirtilmesi gereken, eğer «yeni,, bir tartışma varsa, bunun. bu sayıda eleşti.rilen «sol liberaller»ce başlatıldığıdır. Gerçekten, «liberal soJ,. - «Sivil toplumcu" tezler, öncülleri tıa 196ü'ların ortalarında ortaya atıldığı halde, son altı yıllık dönemin öncesine kadar, sol içinde ancak marjinal bir yaşam alanı bulmuşken, eskiden bunları eleştiren çok sayıda düşünür ve yazarın giderek artan desteğine kavuştu. Ne var ki büyük ölçüde tek ya nlı bir «tartışma " idi bu: Muhataplarının önemli bir bölümü, nesnel ve/veya öznel nedenlerle bu monologu bir diyaloga
w w
w
.s
ol ya
yi
n. co
bıyla karşınızdayız.
5
dönüştürme olanağından yoksundu; öte yandan, «Sivil toplu mcu» dalgaya karşı çıkanların bir bölümü üLeri nde «resmi ideoloji »nin etkisi o denli yoğunlaşmıştı ki onların muhalefeti, bu akıma neredeyse bir haklılık görüntüsü veriyor, adeta onların değirmenine su taşıyordu.
Bu ortamda «fikirlerin diyalekiiği,,nin verimine, doğru görü şler ancak karşılıklı bir tartışma içind·a billurlaşıp ayrışacagına inanan hiç kimsenin, sol içinde canlı bir tartışma ortamının yeniden doğmasından rahatsız olmaması gerekir.
ile
yanlış görüşlerin
ly a
yi
n.
co m
Türkiye solunun gündeminin öncelikli maddesinin «demokratik özgürlükler" uğruna mücadele olması, yararını savunduğumuz bu tartışmanın bastırılması ya da ertelenmes i için kesinlikle gerekçe olamaz. Her şeyden önce, bu sayımızda yer alan «Sol liberalizm,, eleştirilerinin a ğ ırlıklı bir öğe si, tam da, «SOi liberaller» in Türkiye ' nin demokratikleşme sorununa bakış açı l arı, b u bakış açısının dayandırıldığı toplumsal - siyasal tahlillerdir. Dolayısıyla demokratik özgürlükler mücadelesinin acilli ği, «Sol liberalizm,, eleştirisin i daha da güncel, daha da ertelenemez kılıyor. Eleştiri yoluyla ta.vırların berraklaşması, ayrılınan ve birleşilen noktaların açıklığa kavuştu rulması, inanıyoruz ki, gerektiginde ortak amaçlar çevresinde birlikte hareket etmeyi olanaksızlaştırmayıp kolaylaştıracaktır. bir ürküntü duyanların bir bölüörneklerini bol bol gördüğümüz seviyesiz atış maların , hatta küfürleşmeler i n yeniden başlamasından kaygılanı yor olabilirler. Böyle bir kaygıyı sonuna kadar paylaşıyoruz. Her konuda olduğu gibi sol liberalizm konusunda da, bu ikinci ki tabı mızda yer verdiğimi?. k~ tkılar , kuşkusuz Onbirinci Tcz'in gerek içinde, gerekse dışında tartışılacak, eleştirilecek ya da geliştirilecektir. Ama sanıyoruz ki, bu kitabımızda tutturulan tartışma üslubunun sürdürülmesi yararlı olacaktır. Son olarak, «Sol liberalizm,,e, dizimizin bu ikinci kilabının baş lığına çıkartılacak ölçüde bir bütünsellik atfe tmenin bir zorla ma olduğu, bu alanda tek bir çizgiden değil, olsa olsa tek tek yazarlarca savunulan bi.reysel görüşlerden söz edilebileceği ileri sürülebilir. Bireyciliği bu denli ön plana çıkaran bir akımın tutarlı bir çizgi halinde biçimlenmekten özellikle kaçınması kuşkusuz doğaldır. Ama kanımızca, bu kitaptaki yazıların kimilerinde gösterilmeye çalış ıl dı ğı gibi, «Sol liberal» - «Sivil toplumcu,, olarak nitelendirilecek birleşik bir çizgi olmasa bile, ortak bir yelpaze vardır, ve bu ideolojiksiyasal alanın köşe ve temel taşlarının gösterilmesi, «liberal sol»un sı nır çizgilerinin çizilmesi yapay bir tartışma hedefi yaratılmasına Soldaki
tartışmalardan peşin
yakın geçmi ş te
w
w
w
.s o
mü,
6
değil,
tart.ışmanın
«birlik için
açıklık "
perspektifiyle yürütülmesine
w
w
w
.s ol
ya yi
n.
co
m
hizmet edecektir. Bu ikinci kitabımızın ilk üç yazısı, liberalizmin sol içerisindeki belirişi üzerinde odaklaşıyor. Sungur Savran'ın yazısı «Sol liberalizm,,in genel ve teorik bir eleştirisini amaçlıyor. Yazar, dünya çapında gelişen bir olgu olarak gördüğü «So l liberalizm,,in bu yükselişinin maddi temellerini araştırd ık tan sonra, bu akımın dünya ve Türkiye sorunlarına yaklaşımının teorik temellerini evrensel düzlemde devlet - sivil toplum, Türkiye özgüllüğünde ise Doğu - Batı ikilikleri aracılıgıy la tanımlama çabasına girişiyor. Yazının geri kalan bölümü, «Sol liberal» teorinin gerek genel, gerekse Türkiye'ye özgü tezlerinin maddeci bir perspektiften eleştirilmesine hasrediliyor. Korkut Boratav, «sol Jiberalizm,,in en çarpıcı yönlerinden birini, iktisat politikası a lanındaki görüşlerini, ele a lı yo r. Son dönemde, dünya çapında sermayenin ç ıkarlarını korumak için yeniden gündeme getirilen ve Türkiye'de de 24 Ocak kararlarında cisim leşen liberal iktisat politikasının solun bir kesiminden kazandığı desteği, bu polit·i kanın sını flar arası bölüşüm ilişkileri üzerindeki etkileri çerçevesinde sorguluyor . Yazar ayrıca ikti sadi liberalizmi desteklemeyi sürdüren «liberal sol" u, bu ekonomik m odel ile otoriter rejim arasındaki içsel bağıntıyı göz ardı ettiği için eleştiriyor. «Sol liberalizm,,in bir diğer ana boyutunu oluşturan bireycilik ise Gülnur Savran'ın yazısında ele alınıyor. Yazar, sol içinde bireyselliği bastıran yaklaşımların aşılmasının liberalizmin birey anlayışının savunusundan geçmediğini, bu çerçeve içinde ancak yoksullaşmı ş bir bireysellik biçimine varılabil eceği ni ileri sürüyor. G. Savran'ın bireyci bireyselliğe yönelik eleş tirisinin temelini, toplumsal ilişkile rin dönüştürülmesine bağlı olan toplumsal birey anlayışı oluşturu yor. Kitabın ana temasının diğer ekseninde Ragıp Zaralı ve Şevket Pamuk'un sağ liberalizmi sıras ı yla siyasal ve iktisadi düzlemlerde ele a lan yazıları var. Ragıp Zaralı, ANAP'ı dünya çapında ve Türkiye'de son yıllarda yaşanan köklü iktisadi ve siyasal yeniden biçimlenmelerin bağlamına yerleştirerek inceliyor. Bu partinin karmaşık yapısının, Türkiye sağının çeşitli renklerdeki ögelerinin ( İslamcı lık , Turancılı!<, DP - AP geleneği vb.) kendi aralarındaki ilişkilerin tarihsel gelişiminde yeni bir aşa manın ürünü oldu ğ unu savunu yor. Yazar, Türkiye burjuvazisinin , bugüne kadar ürettiği en «Organik" siyasal temsilcisi olarak niteledi ği ANAP'ın «liberal» söyleminin a.r dında yatan ba skıcı eğilimlere de dikkati çekiyor. Şevket Pamuk i se, 24 Ocak sonrasında izlenen iktisadi ve toplumsal politikalara tek boyutlu bir «paket" olarak bakılamayacağı görüşünden hare7
ve uzun vadeli politikaları ayrıştıran bir smıflandırma Yazar bu sınıflandırma temelinde, Boratav'ın sol adına sav unulmasını eleştirdiğ i liberal iktisat politikasının , yine sınıflar arası bölüşüm bağlamındaki somut sonuçlarını sergiliyor.
ketle,
kısa
geliştiriyor.
co m
Adnan Ekşigil'in bu kitaptaki yazıs ı yazarın dah a geniş kapsamlı bir Popper e l eştirisinin birinci bölümünü oluşturuyor. Do ğru dan doğ.ruya kitabın temasına girmemekle birlikte, Ekşigil'in yazı sı bu sorunsaldan tümüyle ko puk da değil: Türkiye'de son zamanlarda tarih sel maddeciliğin terk i yönünde gelişen eğilimlerle tuta rlı olarak, sol içinde, Popper'in maddeciliği hedef a lan eleştirileri de popülerleşti. Popper'in Marx ' ı «2,çık toplum düşmanı» olarak göster en tahlilleri, sivil toplumun yüceltilmesi için uygun bir malzeme sunmakta. Yazı s ının bu ilk bölümünde yazar, Popper'in Marx eleş tirisinin, Tarihselc iliğin Sefaleti adlı yapıtında geliştiıilen epistemolojik boyutunun iç tutarsızlıklarını ortaya koyuyor.
w w
w
.s
ol
ya
yi
n.
Onbirinci Tez d izisinde ele almayı amaçlad ığımız ana konu lardan birisi kapitalist d·avlet ü zerine yapılmış olan ve halen de sürdürülmekte olan tartı şmal ar. E. Ahm et Tonak ' ın bu kitaptak i yazısı bu tartış malara bir metodolojik giriş niteliği taşıyor. Tona k. kapitalist devle t tahlilinin Kapital için hazırlanan taslaklardan hareketle gelişti rilmesinin yararlı olacağı görüşünü ileri sürerek, tartışmanın doğ rult u suna ilişkin tavrın ı açıklıyor. Onbirinci Tez dizisini gelecekte de yönlendirecek olan anlayışlardan biri de, toplumsal ilişkilerin çeşitli düzeylerde ele alınması gerektiği ve bu farklı düzeylerin bir bütün oluşturdu ğu. Erhan Acar'ın yazısı günlük yaşam ile kapitalist ilişkilerin iç içeliğinin somut bir örneğini sergiliyor: Yazar, kapitalist emek süreci ile iş-dışı yaşamın bütünselliğini , bu yaz ısında ağırlıklı olarak Batı'nın tarihsel gelişimi çerçevesinde ele alıyor. Nihayet, Yıldırım Koç'un yazısı, köklü bir toplumsal dönüşümün temel gücünü oluşturan sın ıfın maddi varoluş koşullarına ili şki n ayrıntılı bir k atalog. Y. Koç'un bu ça lış ması Türkiye i şçi sınıfının nesnel gelişmişl ik düzeyi , iktisadi kesimlere, bölgelere, cinsiyete vb. göre dağılımı ve başka yönleri üzerine araştırma yapmak isteyenler için değerli bir kaynak niteliği taşıyor. Mustafa Sönmez, Can Ilgın ve Gülnur Savran 'ın değinmeleri, sa.vaş sanayiinin kurulması çabaları, ücretlilerin emeklilik hakkına getirilen son sınırlam al ar ve Playboy·u n yayımlanması g ibi 24 Ocak tarzı liberalizme ayrı ayrı pek uygun düşen(!) gel iş m eleri ele alıyor. İşaya Üşür'ün, son dönemde iktisat politikaları çer çevesinde sık sı k tartışılan alternatif sorununa değinen katkısı, Boratav ve Pamuk'un yazılan i!e aynı alana eğiliyor. sırasıyla
Bu kitapta ilk kez yer verdiğimiz ki tap ele$lirilel'iyle dizimizin iç bölüınlenişini biraz daha çeşi tlend irmek istedik. Bu bölümün ilk kitap eleştirisinde Gencay Gürsoy, Ahmet Altan'ın Sudaki İz adlı rcmanını, Türkıye'de yaşanılan gerileme bağl< •mıncla bireyciliğin yükselmesinin bir örneği olara!< degerlendiriyor. Nail Satlıgan · ın ı<:ronstadt l!J21 üzerine yazı sı, ileride farJdı bakış açılarıyla da eğil meyi umduğumuz bir alana, toplumsal devrimler tarihine, bir kitap elaştirisi çerçevesinde el atıyor. Gül Özlen, Marksizmi ve feminizmi ki ş iliğinde birleşti rmi ş olan Evelyn Reed'in Türkçede yayım lanmış ikinci lütabını tanıtırken, Zeynep Pınar'ın yazısı da, son dönemde tartışma konusu olan aydınlar sorununa Gra!llsci'nin tuttu-
w
w
w
.s
ol ya
yi
n. c
om
ğu ışıgı yansıtmayı amaçlıyor.
TEZ O...ıı.lı«:I TEZ ı<JTAP OtZ.tSI
•
Doğru
co m
Sol Liberalizm: Maddeci Bir Eleştiriye
yi n.
Sungur SAVRAN
198ü'!i yılları n sars ıntıs ı içinde Türkiy·e solunda, hızla yaygınla· bir düşünce akımı doğdu: sol liberaliz m veya gen el olarak kul l a nılan terimle 's ivil toplu mculuk'. Öyle görünüyor ki, bu düşünce akımı nı benimsemiş olanlarla el eştirenlerin çoğun lu ğu arasında, çok fazla dile getirilmese de, ortak bir kabul var: yaygın kanı bu akı mın Türkiye'ye özg ü bir olgu olduğu. Oysa doğr u değil bu: sol liberalizm, Türkiye'ye özgü olmak bir yana, son on yıld ır d ünya solu n un saflarında oldukça yaygın bir yankı bulan bir akım. Kısa bir uf uk taramas ı , sözkonu s u akımın önem i hakkında bir fik ir ed inmek iç in yeterli. Batı Avrupa'dan başlayalım. Fransa'da 'ik inci sol' ad ıyla anılan sol liberal akım son d·2recc güçl ü. Öncü l ü ğü nü Michel Rocard'ın yaptığ ı b u akım, Sosyalist Parti'nin 1985'de yapıla n son kongresinde delegelerin üçte biri tarafınd aP temsil ediliyordu. Daha da ön emlisi , Rocard 'cı l a r par ti içinde azınlıkta olduğu halde, sosyalist hükümet, b u ak ımın y ıll ardır savunageldiği dü şünceleri uygulamakta Ot-s yanda, ü lkenin üç büyük i şçi kor.federasyonundan biri (CFDTl, y ıll ardır sol liberal bir yönetim altında. Benzer bir geli ş me sem yıl lard a İn giltere 'de de uç vermiş durumda: bir yandan İşçi Partisi'nin sağ kanad ı piyasanın erdemlerini keşfederken, bir yan~!an da Avro-komünist Büyük Britanya KP'sinde 'sivil toplumcu' bir :.1önelim ortaya çı kıyor. Aynca, İ şç i Partisi'nde n sağa doğru kopfYlUŞ ol anların kurdu ğu Sosyal Demokrat Parti'nin eğiliminin de ay'1J yönde olduğunu unutmamak gerekiyor. İsveç'te Scsyal De m okrat İşçi Pa r tisi içinde liberal bir k anal ge!işiyor ve gel·aneksel görüş-
w
w
w .s
ol ya
şa n
1 ()
w
w
w
.s ol
ya yi
n.
co
m
le güçlü bir ınticr.dcleye girişiyor. 1 italya'da, Avro-komünizmin gelişmesi sürecinde iKP icinde, çeşitli yeniliklerin yanısıra, 'devletin ~1<-ırı genişlemesinden' şikay etlere ve piyasanın crdcml<:::rine yönelik övgülere gittikçe daha sık rastlanıyor. Başka birçok alanda oldugu gibi burada da Avrupa solu geliş menin ano. kaı nagı olsa. da, dünyanın geri kalan yörzlerincle de ben;,rcr bir egilim açıkça gözlenebiliyor. Kuzey Afrika'nın sol aydınları ffran sı z kültür yaşam ının etkisinin de belirlecligi bir ortamda ) ü lkelerinin tarihini sivil toplumun ol uşumu açısından yeniden in celiyorlar. Latin Aım:::rika solunun birçok kesimi bu tür sorun larla ı.AğTaşıyor . Ama bunlardan da daha önemlisi, kapital:Jm -so nrası geç iş top l um l arının bag rı nda ortaya çıkan gelişmeler kuşkusuz . Bir yandan, başta Macaristan olmak üzere Doğu Avrupa ü lkelerin d e, 1 ir yandan da Çin Halk Cumhuriyeti'nde piyasanın plan lama k ar~ısıncla kazandığı meyziler. geliş menin kapitalist dürıya ile sınırlı dmad ı ğını ortaya koyuyor. Bütün bunlar açıkça gösteriyor ki ()vrensel bir cgili mle k arşı karşıyayız. Liberalizm, bu yüzyılın başında dünya çapında u g radığ ı venilginin intikamını alıyoı· sanki. Hem de kat.ınerli biçimde: sad e<:e sağın saflarında eski saygınlığım yen iden kazanarak dcgil , solun bir bölümünü de kendi yanına çekerek giriyor bu kz;,r tari h sahne~.ine. Öyleyse, liberalizmin bu meydan okuyuşunu cidd iye al mal ı ve bu akımın solun safbrındaki yükselişin i tarihse l maddeci bir t-c: ::ı.eldc kavramaya ça l ışmalıyız. Çünkü cger sol yeni bir toplum ku rınayı amaçl ıyorsa, gerek teoride gerekse siyasette son der ece b errak ve açı k olmak zonında. Oysa bugün sol liberalizm in dünyaya bukı ş ı , Türkiyc'nin tarihini ve bugününu kavrayı şı ve geleceğin toplu rnuna i l işkin tasarıları konusunda solun bütün kesimlerinde tu tür bir b3rraklığın olduğunu ~öylcınc1' olanaklı degil. Bu nun da desinde, 'sivil toplumcu luk· olcı.rcık anılr. 1 alnının ne olduğu, hatta -.:c:.r olup olmadığı konusunda bil·2 birçok insanın kafasında soru i şa >E'tleri var. Bu yazının amacı, sol libcrali.ımi, bir düşünce akımı ni'eligiyle ele almak, tanımlamaya çalışmak ve eleştirmek. Eleştirinin sınırlarını daha ba ştan belirtmek yarnrlı olacak. Sol liberal ideolojiyi pay l aşan çevrenin Türkiye solui1a si:rasa l üslup, ideoloji, örgütlenme tarzı, strateji ve ittifaklar konusunda birçok önerisi var. Bü'ü n bunla rın tek bir yazı çerçevesinde ele alınması k uşkusuz ola1rn.k dış ı . Buradaki arnc.cırn, sol liberali zmin düşünsel tcmell erl üz·3 ı inde yoğ· u nlaşmak. Eğer bu düşünsel temellerin çürük olduğu gösı
l
$. Alpay, .. l(ırmızı Güller - Beyaz Güller 24 Ş u bat 1985,
s.
Savu1ı • .
Cwıılıuriyel Sıyaset
Eki,
ıo-ıı.
11
:o:-ilebilirse, bunların mantıksal birer sonucu olan siyasal önerilerin konusunda cia soru işaretleri doğacağı açık. Konuya girmeden önce iki noktaya kı saca değinmek istiyorum. 'Sivil toplumculuğun' eleştirisi, siv il toplum kavramını bir teorik tahlil aracı olarak kullananların tümünün eleştirisi anlamına alın i~;amalı. Amaç, sivil toplumun fetişleştirilmesine, solun ulaşması gei eken t·<:mel amaç haline getirilmesine yönelik düşünce akımını eleş tirmek. ikincisi, aşağıda sol liberalizmin temsilcileri olarak tanık lığına başvuracağım yazarları n her konuda tıpatıp aynı düşündü ğünü savunuycr değilim. Ama sol lföcralizmin bu yazıda ele alınan düşünsel temellerine büyük ölçüde bag1ı olduklarını defalarca ortaya koymuş olduklarından, bu yazarların bu akımın önde g3len temsilcileri olarak kabul edilmeleri gerektiğini dü şünüyorum. ı.
co m
geçerliJiğ·i
SOL LİBERALİZMİN YÜKSELİŞİNİN NEDENLERİ
ya
yi
n.
Tarihsel maddeci bir yaklaşımı benimsiyorsak, 0leştirdi ğimiz bir ')lguyu sadece düşünsel plandaki konumuyla ele almakla yetinemeyiz. Aynı zamanda, bu olguyu doğuran tarihsel nedenleri de anlamalıyız; başka bir deyişle, toplumun tarihsel gelişmesi içinde sözkonusu olgunun nereye yerleştiğini de görmeye çalışmalıyız . Sol libeı alizmin dünyada ve Türkiye.de yükselişinin maddi temellerinin irdelenmesi bizi yanlış öngörülerden koruyacağı gibi, sorunun yalmz Kendisi üzerinde değ il ortaya çıkışına yol açan nedenler üzerinde de Buradaki alalım.
tartışmanın
özet bir ilk yaklaşım olduğunu akıldan çı sorunu sırasıyl a dünya ve Türkiy·e ölçeklerinde ele
.s
karmaksızın,
ol
durmamızı olanaklı kılacaktır.
w w
w
Dünya çapına değinilmesi gereken ilk etken, son on - onbeş kapitalizmin ya şadığı derin iktisadi bunalımın, İkin ci Dünya ::avaşı sonrasında özellikle emper yalist ülkelerde ortaya çıkmış olan s ınıflararası uzlaşmanın ve 'rnfah devleti'nin maddi koşulları üzerinde yarattığı tahribattır. Bu uzlaşmanın toprağında serpilip büyü müş olan sosyal demokrasi , bunalımla bi r likte b·u toprağın ayağının altından kaydığını hissetmiş v3 d erin bir ideolojik bunalıma girmiş tir. Sol liberalizm, herşeyd en önce, sosyal demokrat hareketin bu bı~nalımına bi.r cevap olarak doğmu ş tur. ·e Dünya bunalımı, aynı zamanda, ulus lararası burjuvazinin nağrında 'y·3ni' bir ideolojinin yaygınlaşmasına yol açmışt ır: yeni-lii.ıeralizm:· İdeolojik iklimdeki bu değişme, yeni-liberalizm dışında e&
yıldır
':. !
12
Yeni-liberal izmin dünya nusunda ayrıntılı bilgi
sı şu
rmaycsinin çı k arl urı açıs ından ne ifade ettiği kokaynakl arda l:;ullT·abilir: T. Arın , «K<:pitalist Dü-
ki burjuva ideolojilerinin CKeynesçilik vb.l muhteşem aczi ve baş ka etkenl er, liberal düşünc·zlerin solun saflarına da yayılmasına ortam hazırlamış tır. Gramsci'nin terimleriyle, sivil toplum içinde burjuvazinin başarılı bir hcgemonik atılımı sö:t.konusudur burada. • Bu gelişmeler, sınıf mücadelesinde konjonktüre! bir değişim le içiçe girmiştir. Dünya çapında 1960'11 yıll arın ortasından itibare n gözlenen d emokrasi, bagımsızlık ve sosyalizm mücadelesi dalgas ı, 70'li yılların ikinci yarısında geri çekilmeye başlamış, bunun geti rd i ğ i demorali zasyon ortamı liberal ideolojinin emekçi s ınıfl arı tem sii ed-en siy8.sal hareketlerde mevziler kazanmasını kolaylaştırmış konjonktürel nitelikteki bütün bu gel iş melerin ark:=t planında, yirminci yüzyıla damgasını vuran bir tarihsel dinaır,ik yatmaktadır: sol liberaliz min dün ya çapında mevziler kazanmasına uygun bir ortam yaratan asli dinamik de budur. Yetmiş yı la yakın bir süredir tarih sahnesinde yerini almış olan kapı ~ali zm ~on rası geçiş toplumlarının din amiğidir burada sözkon usu olan. Sosyal izma geçiş deneyim inin önce l920'1i yılların sonlarından itiba:--2n bl.irokratik bir yozlaşmaya uğraması, İkinci Dünya Savaşı 'ndan sonra da Doğu Avrupa, Çin vb. ülkelerde ortaya çıkan yeni geçiş toplum l arının bu yozlaşmayı miras almas ı , dünya solunda liberal eği l imlerin geli ş mes i ni iki farklı yoldan kolaylaştırmıştır. Kapitalist c! Linyada, ta başl ang ı çtan beri varolan bir sol muhalefete rağmen, rnlun bu topl umları teorik planda yetarli biçimde kavrayamarnas ı nın ve siyasal planda işçi sınıfı perspektifinden eleştirel bir tavrı kitlesel olarak alamamasının gecikmiş faturası ağ ı r olmu ştu r: solun bu genel ataleti, bu toplumlardaki gelişmel·zre tepkinin libera l kanallare, ak ışının başlıca nedenidir. Geçiş toplumlarının kendi bağ rında da, benzeı · bir etki-tepki ilişkisi ortaya çıkmıştır: bu toplum ların yaşam ı:;ürecini cendereye alan bürokratik p lanlamanın zorunlu olarak çarptığı sınırlar, piyasaya lmz la ilişkilerine) artan ölçüde lıayatiyet kazandırmıştır. Her iki durumda da, solda liberalizmin gelişmesi, bu toplumların sosyaliz me geçiş sürecini çarpıtan bürokratizme (ve onun ifadesi olan Stalini?me ve çeşitlemelerine) karşı 1:-ir t-epki olarak ortaya çıkmıştır. Dolay ısıyla da, sol liberalizmle mücadele etmek isteyenler. sonuçla birlikte nedenle de ilgilenmek, yani geçiş toplumları sorununu ciddi biçimde ele almak zorundaAslında,
w
w
w
.s ol
ya yi
n.
co
•
m
tı r .
ciırlar.
;-.enlem e. Birikim R e jimi ve l<ri/. (i l:
Geli ş mi ş
Kapitn li7m •, Onbirinci T ez, Ki-
tap ı. l< as ıın ı985, özellikle s. ı3 1 -38; S. Savrnn. · Bunalım, Yeniden-Yapılan ma, Yeni -Liberalizm •. N. Bımalımı.
Sat lı gan/S .
Savnın
!der.l,
Dunya
Kapitalizminin
Alan Yayınlan. 1986 içind e !yayına hazırla n ıyor).
1!°3
Türkiy·e'ye gelince : e;& Sol libera lizmin buradaki ylıkselişin i n temelinde bir yenilgi döneminin yarattığı çö küntünün yall ; 5ı aşi k ar. Aşağ ıd a sol aç ı sın dan bu ideoloj inin ,e:ı1cl clanı.k bır umutsu z luğun ve özgüven eksildiğinin ifadesi olduğunu gösteı meye çalışacagırn . Ama bu asli koş ulu n yanısıra başka ned·:mlerden de söz edilmeli. Bunları görmemek, h em çökünLü sona erince sol liberalizmin kendiliğinden geı ileyeceği yanılgısını yaratabilir, hem d e bu ideolojinin ardında yatan gerçek bir takım sorunlarla u ğraş ılmasını -;rngelleyebil ir.
co
m
• Türkiye sermayesi nin her g eçen gün tekelle şe n yapısın ın , yönetim veya uygulama k ade melerinde nit-alikli, eğit ilmiş i şgücüne ılı.tiyaç duyması , aydınların büyüyen bir bölümünün piyasanın ve sermayenin ç ı karlarına daha. duyarlı hale gelmesine yol açmaktadlf. Aydınların özellikle basın, reklüm, grafik , video, yayıncılık vb. kültürel faaliyetlerle içiçe geçmiş sanayilerde isti hdamının hızla artı şı , bunun yanısıra büyük serm ayenin Sf nat faaliy etlerine el atma s ı <vakıflar , galeriler vb.l, üniversiteler ile büyük san ayi arasında büyü yen işbirli ği (döner sermaye vb. l bir bölü m aydı n ı n artık liberal ide olojiye ka lıcı biçimde bağlanması yolunda güçlü bir eğilim yaratacaktır. Ku şkusuz burada sol liberal ideolojini n yaygınlaşma sına t emel olabilecek bir nesn el galişrnede n söz ediyorum. Bunun sol liberal düşünceleri savunan tekil aydınların öznel saikl-ari konusunda h erhangi bir ima içermediğini eklemek bile gerek siz.
.s ol
ya yi
n.
1
w
w
w
• Başlangıçtan be ri, Türkiye.de kapitalizmin gelişmes i nde ve burjuva toplumunun oluşumunda devletin ve devlet bü r okrasisinin ağı rlıklı bir rol oynamış ol ması, üstelik son otuz y;J içinde parlam e nte r yaşamın ü ç kez askeri müdahaleye uğraması, sol için dev]Et/toplum ilişki l erine yakıcı b ir sorun niteliği kazandırara k li beral förüşleri n destek görmesine uygun bir ortam ol uş turm uştur . Sol un bazı kesimlerin in (giderek zayıflayan ölçüde de olsal r esmi ideolojiyle uzlaşm aya yatkın tutumu da sol liberalizmin doğuşunda ve y<ıygınlaşmasında önemli bir rol oyna mış tır. • Türki ye solunun bazı olumsu z g-zlen ekleri, eskiden sola g önül vermiş sayısı z insanın, yenilg inin yara ttığı karamsar ortamın da ka tkısı yfa,, sol li beral ideolojinin çekim al anına g irm esin e yol açm ıştır. Eğer solun birçok k esimi geçmişte ac ım asız bir sekterlik sergilemi ş olm asa, bugünün 'esneklik' v·a 'uzlaşma' < sağa karşı) çağrı ları daha az etkili olurdu; eğer sol geçm i şte müca d elen in sadece bir aracı olan örgül. disiplinini fetişleşti rmese ve örgütiçi demokrasiye b ir az hayat hakkı tanısa, bugünün örg üt d üşmanlığı b u boyutlarda ka bu l görmezdi vb. vb. 14
• Bir ölçüde Türkiye'ye özgü olan bu etk enler, dünya çapında ki etkenlerin bazan dolaysız (Özal tipi yeni-liberalizm, sosyal demokrat düşlerin 1978 - 79'da parçalanması vb.l, bazan da dolaylı (Türkiye aydınının Batı düşüncesindeki rüzgarlardan eleştirel olmayan biçimde etkilenme alışkanlığı vb.J etkisiyle birleşince, sol liberalizmin yükselişi için elverişli bir ortam oluşuyordu. Bütün bunların sonucunda, Türkiye, bugün muhtemelen, Fran~8 'nın peşisıra, sol liberalizmin en gelişmiş olduğu birkaç ülk·aden biridir dün yada. SOL LİBERALİZM NEDİR?
co m
2.
l!ıel kıstas olmalı.
ol ya
yi n.
Sol liberalizm kuşkusuz sadece bir teori değil. Dünyaya belirli bir çerçeveden bakan bir ideoloji, belirli sınıf ve kategorileri bira raya getirerek belirli bir tarzda siyaseL yapmak isteyen bir akım, kendine özgü reforan sları olan bir kültürel yönelim, herşeyin öte~~inde de b ir ruh hali. Ama bunların hepsinin Le melinde dünyayı belirli bir biçimde anlamaya yönelik bir teori de yatıyor. Dolayısıyla öteki alanlardaki farklılaşmaları, çeşitlilikleri, tutumları vb. anlayabilmek için, sol libe rallerin asgar i müştereklerini oluşturan bu merkezi teorik çekirdek, sözkonusu akımın tanımlanması açısından te-
w
w
w .s
Bu merkezi teorik çekirdeği ele alırken dikkat edilmesi gereken bir nokta var. Bu düşünce akımı dünya çapında gelişiyor olduğuna e;öre, teorinin temel yaklaşımı ve önermeleri Türkiye'ye özgü değil; başka ülkelerin sol liberallerinin de hareket noktasm ı bu yak laşım ve önermeler oluşturuyor. Buna karşılık, Türkiye'nin sol liberalleri ken di ülkelerinin dününü ve bugününü anlayabilmek için ek bazı kavram ve önermeler geliştirmiş durumda. Dolayısıyla, sol liberal teorinin merkezi çeki rdeğ'ini iki aşamada e le almakta yarar var. Ben de öyle yapacağım: önce dünya çapında farklı ülkeler in sol liberallerinin katkıda bulunduğu genel ya klaşımı özetledikten sonra, Türkiy·ali sol liberallerin geliştirdikleri özgül tezlere gideceğim. Kavramsal Temeller
Sol liberal düsünce çağdaş dünyayı anlamaya çalışırken temel bir k avram çiftine başvuruyor: sivil toplum/devlet ayırımı. Bu iki :Kavramın ifade etLiği toplumsal alanlar arasındaki ilişki, (en azın dan modern çağ için) toplumların tarihsel gelişmesinin anahtarını veriyor. Sözkonusu kavramların sol liberal yazında özenli bir bi15
n.
co m
çimde tanımlandığını söylemek. çok. zor. Sivil toplum, kısaca, devletin denetiminden bağımstzlaşmış bireylerin, üretimi ve özel yaşamları nı özgürce düzenledikleri ve bu amaçla örgütlenebildikleri a lan olarak tanımlanabilir bu çerçevede. Devlete gelince, sol liberal yazında devletin dikkatli bir tanımını bulmak. neredeyse olanaksızd ır. Bir tamma giriş ildiğinde ise, ampiı ;k gerçekliğin yüze ysel görünümü derinleştirilmeden ve teorileşti ı·iJ meden devlet kavramının yerini almak tadır. Örn eği n, İngiliz sol libaralleri Held ve Keane, ya klaşımlarında merkezi bir yer verdikleri d evlet ve si vil toplum arasındaki ilişkiyi, « .. . hükümet ci h azı (askeri, iktisadi ve kültürel kurumları da dahill ve Cözel mülkiyete dayalı veya gönüllü olarak yürütülen) toplumsal faaliyetler alanı,, arasındaki il işki olarak tanıml arlar/ Görüldüğü gibi, burada sivil toplum bir toplumsal ilişkiler ala11'1 olarak su nulduğu halde, devlet yüzeysel görünümüne in dir generek salt bir cih az g ibi e le alınmakta, d evletin bir t oplumsal ilişkiler bütünü olarak. doğas ı incelenmem ektedir. Bunun sol liberal teori için ciddi sonu çlara yol açacağı nı aşa ğıda göreceğiz.
w w
w
.s
ol
ya
yi
Devl etin kavramlaştırılmasına karşı gösterilen bu kayıtsızlığın öteki yüzü , sivil toplumun kavramlaştırılmasmdaki belirsizlik ler, kararsızlıkl ar ve sus kunlukl ardır. Kuşkusuz, biraz önce gördüğü müz g ibi, sivil toplumun bir tanımı yapılmaktadır ama bu n egatif l.ıir tanımdır: sivil toplum d evletten bağı msızlaşmış toplumsal alandır. Ama bu toplumsal alanın pozitif içeriği konus unda tam bir belirsizlik ve kararsızlık sözkonusudur. Bilindiği gibi, e n azından Hegel'den beri Batı siyasal felsefesind e kavra m, k endi bireysel çıkar larını izlemekte özgür, özel mülkiy·et sahibi bireyler arasında kurulan m eta (piyasa) ili şkileri üzerine yerleşmiş bir toplu mu ifade etmek için kullanılmıştır.' Çoğunluğu tarihsel maddeci bir gelenekten gelen sol liberaller ise, olumlu değerl er yükledikleri sivil toplumu iç hu zuruyla böyle tanımlayamamakta, ama almaşık bir tanımın getekliliği karşısında da bocalamaktadırlar. Bu konuda berrak olmaya çalıştıkları için yine aynı İngiliz yazarlardan uzunca bir alıntı ;.:apma k istiyorum: · Sivil toplum nedir? Kuşkusuz biz sivil topl umu sadece yeni sağın kulterimlerle - yan i kapitalist şirketlerin ve ataer k il ailelerin hakim olduğu bir dev let-dışı alan olarak· - ta nımlamıyoruz. Bu anla-
landığı
3) 41
l6
D. Helcl/J. Keane, ·in a Fit State• , New Socialist, Mart - Nisan 1984, s . 37. Sivil toplum kavramının siyasa l düşüncedeki tarihsel gelişmesi ve özellikle de Marx'daki anlamı için bk. Gülnur Savran, · Sivil Toplumun E leştirisi., Yapıt, 5, Haziran -Temmuz 1984.
nııyla sivıl topl um bugün bi r· gerçekliktir. Ama bit.im için kavramın ek bir a nl amı var; siv il toplumun , yasa l güvence alt ına a lınmı ş ve demokratik biçimde örg ütl enmiş çe ş itli toplumsal kurumları - üretim birimleri. hane birimleri, gönüllü örgütler ve mah alli düzeyd e d üzenle nmi ş hizmetler kapsayan bir devlet-dışı alan o lma potansiyel i vardır. • c'
5l
w
w .s
ol ya
yi n.
co m
Burada tipik bir durumla karşı karşıyayız. 'Sadece' ve 'ek' sözcüklerinin ima ettiği sorunların ötesinde, çarpıcı olan , yazarların iıendi sivil toplum k a vramlanna gelince sorunu belirsiz bir biçimde ·2 le almalarıdır. Yeni sagın ' kapitalist ş irk etleri'ne karşı Cya da'ek' olarakl ne tür mülkiyet ve üretim ilişkil eri temelinde örgütlenmiş oldukları belirsiz üretken ' birimler', yeni sağın 'ataerkil ailelcri'ne karşı Cya. da 'ek' olarakl ise ne tür ilişkil er içe rc! iği belirsiz 'hane birimleri'! Geleceğin yüceltile n sivil toplumunun ıç.eriğini ka ranlıkta bırakm an ı n bir yolu , böylece, muglak ve belir~' i z tanımlar ge tirmekse, bir yolu da bu konuda hep susmakt ır. Kimi sol liberalle rde, sivil toplumun 'devietten bağımsızlaşmış alan' tanımının ötesinde, içerigini doldurma yönünde herhangi bir çabaya rastlamak olanaksı :ı::dır. Ama başka bazı sol lib3rallerde bu belirsizlik veya s uskunluktan farklı bir tavra ras tlıyoruz. Bunlar, ötokiler den farklı olarak, si·. il toplumun içeriğ ini tanımlam a konusunda h erhangi bir tereddüt röste rmemiştir. Bu ya kla ş ı mda sivil toplum, aynen geleneksel si :·asal dü şüncede oldu5u gibi, piyasa ili şkil eri üzerine y-~rleşen bir lcplumdur. Sivil toplumu n oluşumunun ve h ayat iyetinin te melleri1·;ı piya sa ili şkil eri nin d evletin 'bogucu· müdahalesinden bağım s ı z biçimde kökleşmesin e be.ğlayan sol liberallerin çogunlukta olduğ u tile söylenebilir.'; Bunların bazıları daha d a öteye giderek kapitaiizmi açık açık savunmayı da üstlenmişlerdir. 7 D. Helcl/J. K ea ne, a.g.m .,
w
nim. Bu söLcük lcr topluma yen i
6l
38. 'Sadece· ve 'ek ' sözcükleri ndeki vurgular be-
sağın
atfet ti ği
ilave olarak ne ön erirlerse önersinl er, sivil
i ç0ri ği
de kabul ettikl erini gösteriyor g ibi ge-
liyor ba na: yani 'kapitalist ş ir k et l er ve ataerkil aileler'! Bu yaklaşımın Türkiye baglamındaki en rıç ık sözc üleri A . S. Akut. $. Alpay ve S. Gürsel
7l
~-
yazarların ,
olmuştur
son
y ıll arda.
Bir örnek olarak bk. A . Mine, · Altmışseldzci bir Kapitalizm İçin• , Yeni Gündem, 3, ı - 15 H aziran 1984. Aslında, piyasayı savunup kapitalizme karşı çık mak, özn el niyetl er ne olursa olsun. ciddi bir il iş kileri
ile sermaye olar ak zaman zaman niden
kurulması
ürünüdür. M eta
kopmaz bir içsel bağ ı vardır. Bu bag dı ş s a l ge n~ cy elıilir CYugoslaYya örn ef~il ama. er veya geç ye-
kaçınılmazd ır.
i stiyorum . S. Gürsel.
ya n dsa m an ın
ili ş ki s inin
Fı a n ~ ıi'
Bu
bağ l a mda
ikti sa tç ı sı
A
ilg in-;- bir noktaya
Mine' in
değ inm <=!k
y uk arı d a anıl an
yazısın ı
17
Sivil Toplumun Yüceltil m esi
yi n.
co m
Dolay ı sıyla, sol liberal Leorinin kendi kuru l uşundan ileri gelen Lir ikircilikl ilik iço ı diği söylenmelidir. Bazı sol libe raller p i yasay ı lve/veya k apitalizmi) sivil Lopl umla birlik te savunurke n, ba z ıl arı piyasa (ve/ veya kapitalizm) konusunda sadece dolaylı olarak ol um Ju tavır almak ta, ama düşüncelerini açık seçik dile getirmemekted irler. An cak bu ikinci kategoriye g iren sol liberallerin de piyasayı savunan lardan çok fark l ı bir konumda olmadıklarını düşü nrn ek ıçin birçok neden vardır. İki sine değineyim kısaca. Birincisi, sol linerallerin h epsinin burjuva toplumu bireyini Cclolayısıyla bireycili i;il y ü celtmesi', bu birey özel mülkiyeL v·a piyasa toplumu nun hücrelerinde hayat bulduğuna g öre, bütün sol liberallerin piyasa i liş h ilerine en azından sempati ile baktığına ili şkin bir karinedir. İkin cis i, sivi l toplum kavra mı n ın yerleşik anlamı bireysel çı karlaı· te melinde örgütl enmi ş bi r p iyasa toplumuna i1arct e ttiğine göre, kavrama fark lı bir içe rik y üklem e k isteyen leri n sus ması değil bunu t'.çı kça dile getirmesi g·arekirdi.
Kavramlar ne derece yetersiz biçimde tanımlanmış olursa olsol liberal teori top l umların gerek taı·i h sel gelişimini, g·:>ı·e k~e günümüzdeki sorunlarını devlet ile sivi l toplumun ili ş kil erind en yo ia çıkarak açıklar. Bu kavra m ikili sinin çok fa rklı a lanlara uygu l an ması yoluyla gelişt iril en çeşi tl i açıklamaları n b ir or tak no k tas ı v ardır: tarihte özg ürleşmey i , d·2mokrat ikleşmeyi, b askıya karşı mü cadeleyi, iktisadi ge li ş me yi vb. saglayan h ep sivil toplumdur, sivil toplumun devlete karşı kazandığı özerkliktir, bu özerkliğin serbest bıraktığı büy ü k enerji ve h ayat iyettir. Buna k arş ılık, bu tür olu m lu gelişme leri durduran , enge lleyen ve in sanlı ğ ı geri bir konumda bı .raka n da h ep devleltir. İki örneğe değinmekl e ye tineceğim. (Türkiyc'ye gel ince ü çun cü bir örnek üzerin de daha durmak fırsatını elde edeceğiz.) Herşey
w
w
w
.s o
ly a
S l.ın ,
tanıtırken basının bağlı
C. Y aşasın Piyasa!•, Yeni Güne/cm, 3. L - ı 5 llazi ran ıgsı. s. 2ül ı,.a bü yük b ölümünü piyasa ile kapita lizmin z.ornnlu olarak birbirine
olmadığı nı
vunmadan
an l atmaya hasrediyor. Yani Gürsel'e gör e kapitalinni sa-
piyasayı
savunmak
olanaklı.
Bu
giriş yaz ı s ınd an
edinilen
izleninı
Gür sel'in övgü y le su ndu ğu Minc'in de lam bunu yapacağı. Ama ne gaı·inti,· ki. yazısının yukarıda verilen baş lı ğı nın da ;1ç ı kça ı:;ös terdigi p;i bi. M i ne: '><18!
clece piyasayı clegil asl ınd a lcapitalizmi sav unmaktadır. Bu kon uda ay rınlllı bir tahlil \'<' el eştiri için Güln•ff San-an'ın bu kitapt ;ı ki yazıs ına b aşvuru lab ili r.
!P
w
w
w .s
ol ya
yi n.
co m
den önce, sol liberal teoriye görJ, d e mokrasinin ' tarihsel geli ş imi ve yaşayabilirliği , doğrudan doğruya sivil toplumun güçlülüğüne bağ lıd ı r. Eğer s ivil toplumun temelinin piyasa e konomisi olduğu kabul t"diliyorsa, o zaman demokrasinin anahtarının piyasa ekonomisi ol duğu da söylenecektir. Nitekim sol liharal söylemde sivil toplum kavramı, yer yer, piyasa ekonomis i ile demokrasi arasında kurulan zorunlu ilişkinin basit bir dolayımı haline gelmiştir. Aslında formü;ü kısalt.mak olanaklıdır. Bir sol liberal yazarın deyişiyle, «Bence piyasa mekanizması dodiğimi z a dem-i m e rheziyetçi kayna k dağıhm mekani zmaları, demokrasinin o lması için gorckli koşuldur. » !' ikinci bir örnek, kapitalizmin güncel bunalımı ile ilgili olarak rnl liberal teorinin getirdiği açık la madır. Ba tı 'nın bütün sol liberal !eri, günümüzde kapi ta list dünya e konomi sinin yaşadığı bunalımı, Keynesçi tekniklere dayan an 'aş ırı' devlet müdahalecil i ğin in, 'refah tievle ti'nin ve bürokratikle ş rnenin, piyasayı ve sivil toplumun yara tıcılığını boğmasın a, es n e kliğ ini ortadan kaldırmasına baglamaktac~ırlar.10 Dolayısıyla, bunalımın çözümü de devletin toplumsal ya~arnın her al anına uzanan müda h a les inin sınırl a nma sından, p iyasa t>konomisinin 'özgürleş tirilm es i.nd e n g eçer. Örnekleri çoğaltmaya gere k yok. Sol lihua l teori (ve ideoloji) her bağlamda sivil toplumun gü çlerinin devletten bagımsızlaşması nı, devletin yaşamın farklı alanlarına müdahal esinin en aza indirilmesini hararetle savunur. Hatta sivii toplum alanının ge ni şletilm2siyle devletin alanının sınırlanmasının, sol Jib·J rnl ideolojinin te m e l perspektifi olduğu, bu ideoloji iç in herşeyin anahtannın burada yattığı bile söylenebilir. Türkiye'de genellikle kullanılan 'sivil toplumculuk ' kavramı yerine 'sol liberalizm' tanımını tercih ed i şimin nedeni de bu noktada açıklığa kavuşuyor. Bireylerin özgürlüğü , inisiyatifi, g irişimciliği vb. temelinde yükselen bir sivil toplumun devletten bağımsız alanı rın genişl emesini ve d ev le tin faaliye tlerinin mümkün olduğu ölçüde kısıtlanmasını kapitalizmin şafağından beri savunan bir siyasal düşünce akımı ve ideoloji vardır: bu ideolojinin adı tam da liberaliımd ir. Klasik liberali z min tanımı için, 'sivil toplumculuk' akımına karşı sempatisinden hiç kuşkulanılamayacak bir yazara bırakalım sezü: 0) ıoı
A . S. Akat, ·İktisat Politikal arı, Büyüme ve Demokrasi• l<0nulu açık oturum, Yeni Günclem, 13. 3 - \ 5 Oc.ak 1985, s. \ 4 Bu yakla ş ım a örnek olu r a k Fran sa'da A. M in e, P. Rosan va llon v e ba ş k a l a rı nın ça lı şm a l arı
ver ilebilir. B :..ı ya kl aş ı mı n b i r el eştir i si için bk . A. Li p iell. f,Ps TPnıps ModernPs, '1 48. K ası m 1983
Ln
n i<;f' d e l'Et a t-prm·i cl c>ncP
19
.. (LJberalizml çok tartışmalı bir kavram olsa da. tarih ıci n de anlı•ını olsa da, ben k avram ı burada devlette n bagıınsız l.ıi r özel alan tanımlam a ve böylece devleti n kendisini yeniden tanımla m a çalırısı a nlamınd a kullanacağ ı m -y<ıni !>ivil toplumun !kişi sel, a ile ve i ş yaş amınını s iyasal müda haleden olgür l eşt irilm csi ,-e aynı anda devıeı otoritesi n in s ınırl an dırılmas ı. .. • ı ı değişmi ş
co m
Klasik liberalizmin bu tanımının, k e limesi k e limesin e bugünün 'sivil toplumculuk ' akımına uygulanabileceği ortadad ı r. Do layısıy ;a, g ünümüz ün bu akımı liberalizmin, değişik bir gelenekten gelen ve baz ı amaçla r bakımından esk isinde n far klı l a~an yeni b ir versi yonu ola rak düşünülmelidir. Zaten bu a k ı mın temsilcileri de krndi dü şünce l erini nitelemek ıçin, bazan açık bazan örtülü biçimde, 'sol liberal izm' terimini kulıan mayı u ygun g örme k tedirl·ar. Alain Minc'in şu satırları bunu pek açık ça or taya koy uyor: yat kın
n.
ola n yeni kuşaklar m pi • •ısa sistemi ne du yduk b ir sol libcrali11nin ortaya ç ık ışına denk düşüyor. 13ir sol liberal il m de kesinlikle c!ogmalıd•r.• 1~ · Eskiden sola
yi
!a rı aşı rı lıa yrı.:nlı k ,
ol
ya
Ter im Türkiye'de 'sivil toplumcular' tar afından pek kullanılm a dı. Ama burada da, liberalizm e karşı duyuk~n sempati sı k s ık ve çeşitli biçimlerde dile getirildi . Örnegin S. Günsel, ANAP'tan umu d u nu kesmeye başladığı bir anda şöyle yazıyor: « Umarım ki ANAP' la birlikte liberal dönüşüm d e g üme g itmesin .,, 1 " İ . Kü çükömer i•;e i:ıir görüşmede şöy le diyor:
w
.s
« Batı'd a liberal r adi kal ve soldur ... Libere etmek d e m ek, toplumu buglayan, durd uran il işk i le rd en kurtarmak demektir ... ANAP liderinin seçim konuşmalan kar~ısında !ı(;yecanlandıgımı itinıf etmeli yim_. ı ı
Türkiye'de sol liberalizmin bu en eski ve en derinlikli kuram cı bir yazısının başlığını da şöy le koymuş: «Türkiye'de Sol Liberal Olabilir mi?,, 1 ~
w w
s1
1ll D. H e ld , · lntroduction: Central Perspectives on the Modern State-, Societies, d er. D. Held vd., Martin Rob e ı· tson, Oxford, 1983 içinde, ı 2l A. Mine. a.g. m . Aynca bk. P. Rosan vallon, • Liberalismc de droite. de gauche•, lnt erven tiorı, 9, May ıs - Temmuz 1984. 13) S. Gürsel, · Ha yal Olan Libera l Dönüşüm•. Y eni Günclenı, 19, ı - 15
States cıııd
s . 3. liberalismC' Nisan 1985.
s. 10. 14l i. Kü çükömer, S. Gürsel'le
görüşme, Yeııi Gündem.
3.
ı
-15
ll aıira n 1 98~.
15l · Türkiye'de S ol Liberal O labilir mi? Program İlke leri•. Yeni Gündem, 5. ı - 15 Temmuz 1985, s. 12. Ama Yeni Gü.n clem'do çıkan b aşl ıkl ar konusunda çok ilı· tiyatlı o lm ak gerekir. Okuyucunun göıu nd en knçm ı ş olabilir, Yeni Giincll'm'
Türkiye Sol Libe ralizminin
Özgünlüğü
in
yayınlanmaya başladıg ı
layışı açısından
da
ol ya
yi n.
co m
Türki ye'nin sol liberalleri, genel çerçevelerini Ba t ı'd aki teorik 1emellerd en devraldıkları hal<.le, sol liheral kuram ı Türkiye gerçeği ne uygularken özgün bir Lakım tezler de geli şti rirler. Burada da, genel teoride oldug u g ibi , hareke t noktası temel bir ayırımdır: Doğu/ Batı ka.rşıtJığ·ı (ya da somu tta a ldı ğ ı biçimle Türkiye / Batı karf;ı tJığıl . Ba tı'da iktidarın kapit a lizm-öncesi dön e mden beri Chem d e binlerce yıldı r) parçalanm:ş oluşu, özerk bireylerin, piyasa ·ekonomisinin ve kapitali zmin erkend en ge lişmesini olanaklı kılmış, bu da güçlü bir sivil toplumun oluşumuna yol açmıştır. Demokrasinin Batı 'da bu kadar yerl eş ik ve sürekli olmasının nedeni işt·e budur. Türkiye'nin (veya genel olarak Doğu ' nunl tarihsel gelişmesi ise. ~.n 1 libera llere göre, bambaşka bir doğrultu izl·Jmiştir. Burada iktidarın baştan beri gözlenen yekpareliği, merkezi devletin güçlülüğü, ~ivasanın ve kapitalizmin gelişmesine izin vermemiştir. Dolayısıy in, sivil toplum gelişememiş, yüzyıllar boyunca devletin mutlak hakimiyeti altında inlemiştir. Bugün bile Türkiye'nin 'sivil toplum kurumları'na sahip olmadığı çeşitli yazarlarca defalarca belirtilmiş ı ir. 1 r. Aynca, en azından 198ü'e kadar, Türkiye'de kapitalizm hakim iiretim tarzı haline gel ememiş, piyasa sistemi yerleşe memiştir. 17
biı- yazısı
donemde. hem konumut., hem de galetecilik an-
ço!; ö nGmli bir olay oldu. Rona Aybay'ın derginin 7. sayısın yayınlanmı ş tı. Başlıgı ·Liberal Olm'adan Demokrat Olunamaz•
yaz ının içer iğ i hiç de bu tezi kanıtlamayı amaçlamıyor, demokrat degil liberal olmanın önko'illllan nı araştırıyordu. Nitekim, eleştirel bir okuyucu mektubunun a rdından Aybay da ıo. ~;ay ıda bu başlığ ın kendi başlıgı o lm adığı nı cı.çıldadı. Yazının orijinal baş lı gı Aybay'a gbrc · Liberal Ol mak Kol ay mı?,, idi. Ama Aybay'ın tahminine gür e, " derginin yazı işleri sonımlularınca• değisliıilmişti. İ ı;in galelcci likle ilgili ahlaki boyutunu bir yana bırakıyorum . !Ger< i bu nun biraı daha hafif örneklerine Y en i Güııdenı'd e sı k sık rastlamak olanaklı.! Ama · derginin yazı i şleri sorumluları • bu vahim olay konusunda benim görebildigim kadanyla. bir açıklama yapmadıklarınn göre, bu başlıgın onların düşüncesini ya n s ıttı gı son ucunu çıkarmak çok mu yanlış o lur? Bu arad<: t>klemekte var: Kü çüköme r 'i n daha sonra yayınlanan bir ya11s ının başlığı · Liberal Değil Sivii Toplum· <Yeni GU.ndem , 21, ı -15 Mayıs 1985, s. ısı. Ama niye böyle dendigi yazıda hi ı,; anlatılmadığı gibi , ·dibere t'lme .. kavram ı hu y<vı da da yiırn merke7i bir yer tutuyor. Aynca, aşagı cla gö rüleceğ i gibi. 'liberal' ile 'sivil'. farklı d ü7.Cyi erde. birbirini p;erektiren lrnn·amla r . tol Bk. örneğin .\il. Beıe;e · lle ı-linı;uer'in ~orulan Tür!<iye için Geçerliliğini Koı·uy or• Yenı Güııd c>ın. [> ı - ıs T0 mıııu / !984, s. 24 25.
w .s
idi . Oysa
w
w
olmanın
21
Türk iye.sine, toplum temel bir süTürkiye'nin Loplumsal yaşam ında herşey y ukarıdan aşagı ya· beli r lenmiştir; bütün toplumsal alanlar d evletin hakimi yeti altındadır. Zcı.ten cum hu riyet devleti de Osmanlı toplu:nundan bir kalıntıdır. Türkiye tarihini n bu özgüllügü bize, ayn ı zamanda, cu mhuriyet dön emi Türkiye.sinin siyasal tarihinin dç anahtarını vermektedir. Gerek cu mhuriyetin kuruluş s üreci, gerek se son kırk yıl boyunca demokratik ve demokratik-olmayan rejimler arasındaki sürek li gidi ş-gelişler, Türki y·a'd e devletin bu özel konumuna dayanılarak açıklanmaktadır. Sol li beral yazarlara gör e bu gidiş -gelişle r açıs ın ,-tan bakıldığınd a Türkiye benzersiz bir n itelik gösteri r : çü nkü Batı s üre kli olarak demokrasi altında yaşarken, Latin Amerika g ibi yöreler demokrasi yi p·ak tanımamıştı r. '' Türkiye'n in siyasal tarihinin bu tekrarlanan kalıbını açıklayan, devlet ile sivil topl um arasında ki müca d eledir. Bu da yen i ikiliklere başvur ularak derin l eş tiril ir: teped e n inmeci bürokrasiy·a karııı siv il toplum, laik Batıcı cepheye karşı İ slamcı Dogucu cephe, İttihat ve Terakki'ye karş ı Prens Sabaı1e. tt in , CHP'ye karş ı Serbest Fırka, DP, vb. vb. Cumhuriyet tarih i:ıin bütün dönüm n oktaları bu iki gücü n mücadeles iyle açıklanır.'!' Yani yirminci yüzyıl Türkiy e'sin in siyasal tari hi , sol liberal t·0oriclc, :::.ürekli biçim d egiştiren (ama kendisi hiç değ i şmeyen ) bir 'töz' ün kendini tekrar tekrar ortaya koymasının bir yansıması haline gelir. Temeld e, bu teor i bi r statiklik ve duraganlık teorisidir. Sol liberalizm, bu teorik teş h isten hareke tle, ö n üne çok belirg in bir si yasal hedef koyar. Durum açil<lır: eger Türkiye'de demok rasi bir türlü ye rleşemediysc. bunun nedeni sivil toplumun zayıflı g ı , hatta yoklugudur. O zaman çare kendiliginden belirir: Türkiye ~ol unun yen i g ünde minde baıı kö şeyi s ivil toplumun 'ku rul ması' almalıdır. Bu amaçla «Ka nuni devrinde uygulanan k omuta ekonomi J<.ısacası.
Osman l ı.d a n günümüı. yaşamıştır;
w
w
.s
ol ya
yi n.
co
m
reklilik içinde
·. .ı g.m . l<tıç uk önı;)r' ın t<Hlışm ası nda dikkati
w
J7l İ. Küçükömer, · Tu rki ye'd e Sol.
çeken bir nok ta. Öıa l"ın tanıklıgına ba~vurarak. 24 Ocak öncesi için, ·demek ki bi zimkisi p iyasa sistemi de14"ilmi !7" son ucuna varabilmesidir. Oysa maddec i i deoloji t eori si , /\iman İdeo /.ojisi ile birlikt e. tarihin. insa nl arın kendilcı·i ve yaptıklan b ler lw nusundaki d uO)üncelerine d ayc1 nıl arak a nl aş ılamayacagı nı
ortaya
ko ymuştu .
l bi M . Belge. S. Demirel ıl e gö rü ~me. Yeııı Cuncleııı, 23. 16- 3 1 Agustos 1985. s. 7.
Sürekl i kenara
d emok nı si nın bıra k sak
dugu bir bu
fa n te ıi dü nya':> ının
kolaycı
ın okrası
Bat ı· cıa
;,adece so n k;rk
yı l ııı
bir
b il e, 13elge'nin Latin Am erika kon usundn
yak l aşımı
Mücadele ~ i
.
başka Y ap ıt ,
tutsagı
old ugu
aç ı k. L ~ıtin
o l ay ı nat ı
oldugunu bi r ba s ınını n
k ur-
Am erik a konusundaki
yerde eleş t irmi ş tim . Bk. · L atin Amerika'da De12. F.y l ul - Ekı nı 1085. s. 47-53
::.i (ile) nitelik olarak aynı. .. " olan günümüz kom ula ekonomisin e::·ı rnn veril meli, piyasa 'kalıntı' devletin baskılarından kurtarılmalı. r ekabet, girişimcilik , bireysel inisiyatif iktisadi yaşama egemen olrnalı, bireyciliğin ayıplanmasına son verilarek bireylerin gelişmesi sağlanmalı, 'sivil toplum kurumları' oluşturulmalıdır 3.
ÇELİŞKİLER, Y AN!LGILAR,
YANILSAMALAR
'Görünmeyen'
Sınıf
ol ya
yi n.
co m
Sol liberal teorinin yukarıda. özetlen·en merkezi çekirdegi, gerek iç tu tarlı ğı açısından, gerek yöntemsel temell eri bakımından, gerek~e tarihsel ampirik malzemeyi kull anışı bakımından büyük sorunlar içermektedir. Yazının geri kalan bölümünde, yer smırıııın izin verd i ği ölçüde, bu sorunların ba7ılarına değinmek istiyorum. Burada yapılacak eleştirinin teorinin sadece bu merkezi alanının sorunıarına yönelik olduğu unutulmamalı. İdeoloji , siyaset, stratej i, i ttifaklar vb. konularda söylenecek çok şey var a ma bunların hepsini [ıynı yazıda ele almak olanaklı değil. Aynca, bu eleştirinin, genel bir nitelik taşımasından dolayı. bazı sorunları kısa ve özet biçimde ele alması kaçınılmaz. Mücadelesi
Sol liberal teorinin merkezi çekirdeğinin özetlendiği bölümde hiç söz edilmediği okuyucunun dikkatini çek : niş olabilir. Bu bir raslc:ntı değildir: o Ö?,et, sol liberali 7m in k8nclisini sunuşunun elden geldiğ·ince sa dık bir izdüşümüdür. Bu teori bü tün bir tarihi, Batı'sıyla . Doğu'suyla, Türkiye'siyle ve bunlar arasın daki farklılıklarla bütün bir tarihi, sınıf kavramına hiç başvurma dan açıklayabilmektedi rı Burada, sivil toplum içindeki derin topiumsal farklılaşmalar, bölürmeler, bunların ürünü olan çelişki ve mücadeleler, tarihin gelişme dinamiği araştınlırken hiç başvurul mayan öğelerclir. Böylece, sınıf mücadelesi bu teoride tarihin itici /ÜCÜ olmaktan çıkar; bu motorun yerini s ivil toplum il·8 devlet aras ındaki karşıtlık ve mücadele alır.
w
w
w .s
ıoplumsal sınıflard an
- ------ır,)
Bu teori zaman yı sı nd a
C.
nı ın a n ~a~ ı r tıcı
Arc a yüı
el; ile
yap ıla n
bir lulıgu bürünuı-. Yeni Cündenı'i~ 27. sagörüsmcnin
b<:şın 1 yerleşti ril en
innası z ~i
riş yazısında , !arı "
.. 27 Mayıs. 12 Mart v e 12 Eylül gibi riramatik dönüm nokta · «asker ile p o litilwc ı " arasındaki f'nrk l ıla ş ma ' o ç eliş ki ye bağlanmak
tadır.
~Ol Blc 9 No.lu dipnol l<t ı· C' r i l e n kaynak.
23
Bazı
sol liberal yazarlar, bu tip ele~tiriler karşısında, ender olasöz etmiş ve k endi tahlillerini sınıf tahlili ile bütünleş tirmeye ça lı şm ı şl ardır.:!ı Bu çabaların or tak noktas ı ş öyle özetle n e bilir: sınıfla r , Be lge'nin clcy işiylo, 'yapısal ve görünmeden belirleyen' (v urg u bonim} etkendi r; Dogu/Batı çelişkisi veya demokra~ i /bürokra tik devlet geleneği çelişkisi ise bun un somut beliriş bi çi mi. Ne var k i, bu tür bir çaba başarıs ı z kalmaya mahkümdur. Yön temsel açıdan, bir olgunun tem elde yatan bir ilişkinin somut beliri ş biçimi olarak sunulabilmesi için , bu olgunun sözkonusu ilişkinin bir ürünü olarak tahlil ed ilmi ş olmas ı ge rekir. Ba şka bir biç im de -~öyle n ecek oiursa, teori soyut kategoriden Ctemel ili ş kiden) hare k e tle ve sağlam bir usyü rü tmeyle somut olguya ul aşabilmelidi r. Elimizdeki örnekte, bilims·c! açıklama sınıf tahlilinden örneğin Doğ u l Batı çelişkisi so mutluğun a yükselebilmelidir. Oysa sol liberal teori bu iki düzey arasın daki i lişkiyi kurm a~·a çalışmamı ştır hiç,bir zaman. Kurması da olanaksızdı r zaten, çünkü tarihi a nlamak için kullandı ğı kategoriler, sınıflara böl ünme mi ş bir sivil toplum ile sı nıflarla farklı türde n ilişkiler içinde olmayan bir d·cvlettir. Bu teoride tarihin kurucu öğeleri farklıdır: Batı'da sivil toplumu oluşturan bireyler, Türkiye'de (veya Doğu'da) toplumun bütününü sultası altında tu tan bürokrasi. Böy lece, dünya tarihi, birey ile devlet arasındaki (klasik liberalizmin bu klasik ikiliği) ilişkin i n tarihi h aline gelir. Bunun sol liberal teori için çok ciddi sonuç la r dog u racağmı tah!,1in etm ek güç ol masa ger ek. He rşeyden önce, teori birey (veya !oplumun bütünü) il e devleti karşı karşıya getirdiği için , bireyleri ~f;an Cveya toplumun bütününün pa rçal arını oluş tur an) sınıfların devletle farklı tipten ilişkiler içinde ol abileceğini anlama k olanaks ı zlaşır. Bu da devletin, sınıf hakimiyetinin yeniden üretildiği ve Korunduğ u bir toplumsal iiişki lcr ala nı olarak kavranmasını engelle r. K ısacası , d evleti n sınıf d oğası, sol liberal teorinin bakı şaç ısı dı !;n nda kalı r. Bunun do l aysız bi r başka son uc u, sol liberalizmin dev :d kavram ı nın tanımında kaçınılm az biçimde zaafa düşmesidir. S ı ;uflar aras ında bir topl umsal ili<;;ki b içi minde kavranam adı ğ ı için, devlet Ctanımlandıbı eneler durumlarda da) bir 'cihaz' olarak ·ale al ınır. Böylece, bağımsız, sm !flaı üstü, bütün s ınıfları ve toplumsal kategorileri aynı biçimde ezen bir hayalet haline gelir. Nihayet, devldle sınıfl ar arasındaki ili şkiler l cor i k a l a nın dış ı nda kalın ca, top s ınıflardan
w
w
w .s
ol ya
yi n.
co m
cak
21 l M. Be!ge, ·Ka dınl ar Günü'nden Gen ç lik Y ıl ı · n a-, Y eııi Güne/em, 17, 1- 15 M art 1985. s. 3 ve S. Gü rsel, «DYP'nin G e lec.0gi ve Dem:ıkra s i », Yeni Cii ııd enı, 21. ı - 15 M ay ı s 1983. s 12. 2'1
lumla devlet arasındaki içsel bağıntı kaybolu r. D;]vJet in topiu ı nb ilişkisi dışsal bir nitel ik kazanır: bir çelişki olmaktan çıkar, basit bir karşıtlık ilişkisine Can tinomyl dönüsü :·. Oysa. «Siyasal iktidar s ivil :uplumdaki uzlaşmaz ç-~ li şkinin resm i ifade~inden başka birşey degil dir_ ,,. ~
Özgürleşmenin Kaynagı Olarak Si•: il Toplu m
Sol libernlizm in inse,nlıgın ilerlem esi ve özgürleşmesi yönündcbütün gelişmelerin aktif öznesi ol a rak siv il toplumu gördüğüne , devleti ise h·er zaman baskının kc.'yna g ı olarak sunduğuna daha önce değ inmiştim. Bu, insanlığın eıı azın dan son y üzyıll ar boyunca yaşadığ ı ini şli -çıkı ş lı mace~·anm son derece tok yanlı biçimde okun; rıasından başka birşey d.eğildir. Bira.l yakından bakıldıgıncl3, bu basit tablonun çizilebilmesi için iki önkoşulun gerekli oldugu görüi0bilir. Birin c i önkoşul, sivil toplumun bir bütün olaral• ele a lınm as ı ve bu bütünün içindeki bölünmelerin , ayrışmu!~rın. fark lılaşmala rı n görmezlikten gelinmesidir. Bunun, toplumun sınıflara ayrışmas ı açı sından ele a lındığında doğurduğu sonuçlanı_ biraz önce d·oğ indi m. Ama, daha da ötede, sivil toplum içindeki çeşitli kurumlar fail e, okul vb.) veya çeşitli toplumsal ili şkil er <erkek/kadın, yetiş}:in/ço ::uk, hakim ulu s v eya ırk / tci.bi ulu s veya ıı· k vb.) ek farklılaşmala rın ve bölünmelerin kayn ağıdır. Bu bölünmeler, yer yer, en despo ~ ik devletin baskısını bile kat kat ger;dc b ıraka n bir baskı, tahakküm , ezme zinciriyle, som u t bireylerin köteleşmesinc yol açabili r. 8::t!)ka bir deyişle, sivil toplum , neracl en bakılırsa bakılsın, sadece bireysel özgürlüklerin değil. aynı zamanda sayısız tipten baskının rla
w .s
ol ya
yi n.
co m
~i
yatağıdır.
w
İk inci önkoşul, devletin sadece toplumu ezen ve bask ı altına
w
c.:! an yön leri yle kavranmasıdır. Uius l ararası sol liberal ~'azında d·3vief., genellikle, toplumun can d amarların ı tıkayan. h?_yati:·e•ini basl!ran, hantal bir bürokrasi olarak r csmec'ili r 1\irk;:,,c'n in sel l ibeı-ol ıcri buna d evleti, Türkiye bağlamınd a, ordu ı l c öul cşl eştim1e türünc.ien ek bir katk ıd a bulunmuşlardır. Burada, bir bütünün parçalarından birine indirgenmes i, devl et in crgaı~!anndr.ın biriyle sı nır !Gnma s ı g ibi çok ciddi bir yanıl gıyla ka ı~ı lrnı·şıy;-yv. De' !etin öte22) K. Marx. Felsefeııiıı Sefcılcii. (,C \'. A . l< n r d[.m. Soi
Yayın l arı.
/,nkarn, HJ 7'1.
s. 182-103. (Çcviridcl<i 'uygar toplum· terimi burad•ı 's i\·il t oplum · o l ar ak dü· /CI ti im i ş tir . l
25
oı;_:;rnı;::nn:rı,
;;!
p~ll'
::1ullcrin, hatta yC'r Lir
an:cntcnun. pcu-Jcııı1c!1l(,y,• uw:c.ı!ı sivil hü!<l.tsivil bürokrasinin L:n muimnsı, bunlann da
~,·er
sınıf !1akimiyeıinin !)ii
er alant olurak l<a\
rarım~1;;ını eııgcıllcrnek
w
w
w
.s
ol ya
yi n.
co
m
lc Jwlrnnz; çal!?an sınıfların dn. toplumun ö~cki katman l arının da, devlet. Cvf'rind._; verilecek. ml.icudcle aracılıgıvlı~. lrd·ih boyunca üııem l i Jrn.,'.~rnıml<.ıı- elde ctmi0ı oldu:darFıt gö/lerdc'ı "aklaı' . işte, sivil topLımun özgürlcsınenin tek Lavn~·gı oldLigU yolundaki yargı, !Ju iki 6.ıkoşulun eleş~irisiyle birlikte, :vıl<ılma:ra ın<ıh klımdur. Bır kei' sivil toplumun baskının sayısız ç·2şidini bagrında i..ıcıslcdigi kabtıl edilcligindc. ayrıca da devletin sadece toplumun büLÜn~:nü ezen bir cih21 olmayıp toplumsal mücadelelerin bir alanı oldugu hatırlanınca, zaman zaman özgürleşme mücadelesind·8, somut koşullara baglı olarak, devletin sivii toplumdan d a h a ilerici bi r rol ·.::111t~yabilocegi ortaya çıkar.~:· Bunun sayısız örncg i verilebilir. Karlınlann ezilmesi sözkonusu oldugunda Clrnşkıısu7. kadın mücadelesinin bir ürünü olara k) çe:/Jtli ülkel·2rde devletin ya~aları çoktan toplumun ilerisine geçrn iş ı ir. I3ugün birçok ülkede kadınlar devletin yasalarını toplu m içindoJ\i mücadelelerinde daha ileri bir atılını için bir man ivela olarak ;rnııanabilmokteclirlcr. Çocuklar üzerindeki baskı l ar açı sından da Lir çok ülked·8 devletin yasaları ve uygulamaları, toplum içindeki ı-,askıcı yapıya göre çok daha ileridedir. T ürkiye'de kız çocuklarrn ıllrnkula günclorilrnosi zorunluluğundan, İskandinav ülke'lerinde aile kinde du\ağın devlet üashısı ile yasaklanmasına ve bütün ülke\.<ıı- d0 ç·ocuidarın belli hir yaştan önce çalıştırılmalarına engel olmaya ~'hnclik yusalarn dek l:ıircck örnek bunu açıkçR göstcrrnektec.iir. !Bül:.ın bu :, asaların ancak kı~men uygulanıyor olması, hal 18 y-:::r yer lıiç uygulanrnıym· olırnısı. bu 1 artı~nw. açısı n dan ikıncilclir· burnrla :iı~ernli olrın. kadın hal<!ann.n, çor;uk hctl<iatt;ıın vb. '.;C-~\ tı:1ulm1'.0>! '~' : ;..;sınd~l, mCıccıcıe:ıonin böyle durumlarda sivil toplumdaki ba'>kıcılı ga karşı devletin yasalarına yaslanma ol&nağına sahip olmasıd ıı-. l En beklenmedik bir alanda, burjuvaz! ile işçi sınıfı arasınclahı :Jııki l erde b Je, znrnan /aman sivil toplum :çindek; mücadelede d·8\' >.Lin ve yasaların ça l ışanlar tarafından kullanılabileceğine d ikka ti ,. "!rnrek ou l<un uyn son vercl im. Çok çcşiLli örn eklere başvurma k cıianaklı aı'Pa burada sözü klasik rnaclclccilige bırakmakla :,·etiniyoı ıı
l
J
n1 :
S;)Jun
!iJ·rnıliınıi
baskının dır l ar.
ı ıı
<·'lm
oldutu
lüı tınc!cn
Bk. E.
L<ıclau.
C. Vlouflr.
J.ondr<t. 198;)
: .. lı
•,a\'lınııı<ısıı:;ı
anası
~
179 -ıRO.
1 ir
ul<11
b;t11 ,.,,,a;
lxı~illc<t.ı ıııcy9
111?.CJl?lllOI'>'
cıııd
ı-ı,·
;ıçık~;ı
bılc,
cl< ·ı· lc:ın
lrnr!')ı
lıe:·
çılrnıakta·
Socin/isl Sl raterıy. Versr:.
· İngiltC're d e ışguııtiıııt ıı sı ıı ı rlannıcı sııw geli nce. büt un başk,1
de d e oldugu g ibi , bu
s oı
u n hi çbir
7a nıan ycısamcı nrn
uı:.. clC'.-
nrndcı hr: lesi
ol -
nrndan çöıülınenıi ştir. İ şç·ilcı·in d ı~aı i cl nn sürekli ba5 ın cı o lm asaydı bu müdahale hi ç bir zaman gerçckl e~ıncıdi. Am a her duru mda. İ 'K i ler ile kapitali stler a rasın d a 01.cl a n laşmal:_: r ia b ıı so nu ~ <' id e celi l e meıdi. Gen el .~ i y a sa l ey l enıııı bu ıoru n l u J u g u , sad ece ikli~ad ı c ylenıde ser·ma yeni n daha guçlu l<H<'ı° "it: ıguııu n bi r· ı'>pat:<iır _ ı
Sivil Toplum, Lib eralizm, Demokras i
co m
Kı sacası , özgürlük mücad e le~i kimi zaman d e vlette kazanılm ış .:•lan mevziler in kullanılması yoluyla ~-ürütülür, kim i zam a n da toplumdan devlet:ç dogru yükselen bir ba şkaldırmayl n. Çü nkü özgüı' ,ı:.ı.ı~ mücadelesinin öznesi sivil toplıırnun bütünü dcg ildir; sivil tupJ;,ımu ol uşturan sınıf l arın bazıları ve ezile n öteki kateg orilerdir.
w
w
w
.s o
ly a
yi n.
Sol liberalizmin genel olarak h e r türlü özgürJ·;)ş ın crı ın k a ynag ı ~~ı sivil toplumda buldu ğu gibi , demokrasinin de geli şme s ini ve ka lımını s ivil toplumu n kaderine bağlad ıg ına deği nmi ştim. Ayrıca , :>ivil toplumun bu durumda piyasa ekonomisi ile demokras i arasın da bir dolayım oluşturduğunu , esas ili ş kinin piyasa ekon omisi (ve g id·arek kapi talizm) il e demokrasi arasında kuruldug unu ela b elirtmiştim . Bu ilişkinin bir tek doğru yanı vardır: kapitalist üretim tarz ı nın hakim olduğu bazı toplumlarda. belirli dönemlerde, be lirli b ir tıp demokrasi (burjuva demokrasi s il te mel devlet biçimi h a line gelm iştir. Ama bunun ötesinde, piyas ::ı. ekonomisi (veya kapitalizm l d e mokrasinin n e yeterli, ne c!e gerekli k cş ulu'..iur. Önce ilkine ba kalım. Demo kras inin ka p il a liz m lC' b irJıl.•l c :1cı-c 'foyse otomatik olarak geliştiği dog nı d c_sild ir. Burjuva d c m ok n:.sisi. ne piyasanın, ne kapiLalizmin, ne de b urju \·a z ınin bir ü rü n ü olmu ~ tıır tarihsel olarak. Dog ru. burjuva 1.. i. klasik burjuva d evrimleri ça g ında mutlakiyetçi devle tlere karş ı demokratik yönelimli bir m üca dele ve rmi ştir. Bu ınüca dek:de geniş çalı 7an kitlelere dC' önderlik etmiş ti r. (Jakobenizm tam ela budur!) /\ma bir kez ik ti darı el e gcçiı· d iginde adı m adım bu demo k ratik l•on u mda n uzal\l~' 'i nıı •?tı r burj u va.li. Bugün tanıdıgımı z biçimiyl e l.ı urjuv a d emokrasis i, başta işçi ~ı!1 1fı olma k üzere çalı şan kitlelerin \ ü.1 \' 1 iı aşhın bi r s(i re clir vü r ınekte oldukları müca de lel erin sonu cu nda o r taya ç ı krnı ~ fıı· Ço!rn ;;.a m an da b u r juvaziye rağ men . .~i l I< :'via r ': Ücret , Fıcıt ve> J( ri r <e v . I< Stı !ıı r 'ıcl Sos' ·ı l Y;ı,·ınhr İ • aııbul ., 90. <M et indeki ( C\iri ba ın <ı ıll ıı· ı
ııı ,
'·
27
aras:,1da kL!l"ulan iki:ı ci Lür ilişkiye gotiriroı·. Piyasa ·~'konomis!nin gcçci ti olduc';u, 2m'..! clc;ııol<rcıs'nin d'siııin biıc :L.ine rastlanmayan sJ:11sız Loplumu;1 \'arjıgı, b·Lı sol liberalleri bcijrli bir ayırıma yöneltiyor. Buna göre, pi: tıscı ekonoın i si clomokı asinin gcı·ekli koşuludur saclocc, yeterli ko~. ulu cbgil. Du konumuı~ c.!omo~·:rasiyi piyasanın otomatik bir sonucu lMlinc gctir0n basitçi yak18.~ımdan üstün oUuğu na ku:j!(u yok . Ama bu üstünlük bu t-:nin de yanliş olmasına or:gel değil. Du racia yanlışlı gın nedeni ötekinden farklı. Orada, koskoca bir tarihsel ampiri k ı'n::ı.!zemc (kitle mücadoleleriJ görmazlikten g::ıliniyordu. Burada ise ;:ırihsel ampil'ik malzemenin tutsağı haiine geliyor teori. Bugüne .rn.dar tarihte demokrasinin sad<'ce piyasa ekonomisinde görüldüğü \'arsayımından hareket eden sol liberalizm, piyasayı demokrasinin :nı-ı.~•tıksal önkoşulu baline getiriyor. Yani tmgüne k adar başka türlüsü görülmediği için bugünden sonra da başka türlüsü görülemez. Bunun, ampirist bir bilgi teorisi d)şmda savunulabilecek bir öner-
c:~o . ;c;ınio·i
ile
deınukra'.;i
n. co
m
Bu bu:i piyasa
1110 olmadığı orLada.~·-·
2.,ı
w
.s
ol ya
yi
Buna başka bir nokta daha cldenmeli: demokrasi statik bir model olarak değil de tarih içind e gelişen ve açılan bir toplumsal iliş kiler a l anı olarak e le alınırsa, devrimler yaşamış ve piyasa ekonornisin i büyük ölçüde ilga etmiş toplumlarda demokrasinin görülme· c!iği Lüründen bir ampirik gözlem d e agırlığını yitirir. Kim bugü 1 n ün Kütn'sının veya J\iihıraguı:ı.'sın n devrim öncesi Küba veya Niırn.ragua' cia n daha demokratik olclu g unu yadsıyabilir? Eğ·2r karşılaş trrrna wman içinde de ğil ele. topluml0r arasında yapılac::ıksa, o za. ıı~an da anlamlı olan, frnnsa ile Küba arasın da değil, bu sonuncuScı il e I-hiti anısında bı r kar"';ıla;. ' •rma olucclu ku~kusu/.. A~lıncln
sıJı ünü
C'ttıgıııı
yı.ııı lı şııı
u rdınc! <ı
ti 1lJH ela temel bir yöntcmteori. somut tc11 ihsel Jıo. ,5ul/crla rn;ır.: ıksnl ol<J n'k w·rel~lı lw.'.:•ıliarı birbirine lrnrı<>tırıyor . Riı- son ucun hı lirli biı· tmib;el p:ü/lem döneminde saclE:Ce belirli koş ullar altında ortay<-1 olrnıış o!ma:ın~!:ın. bu ko ş ull arın maııtıl~sal oı,1rak gr rckli koşullar oldugu s',nucu n a sıçranf!ma/ Ta ki ~;önlrın oic<•-ak sı<?: bir nmpirizm beniınsc>nsin. ı\ıırn o ınınan c!a i.,in iç: ne .ı.üne\ arım yön'.. cnıinin uygulanması gireceğin den nrnntıksal ~e;oklilik kate;ı:orisJndpn hiç sö7- edileme/. Lul i ibonıl!znı/cleıı.okı <1si i!i~;ki~inin burml:'.kiyle ortaklık l ar t~'.şıya n bir pcrspel\ı;ncn c>le nlınd. ;ı iJi r bı.ı~!rn ffctiı1 11. Cülalp'in On 1~iı iııci Tez cliLisinin birin( i kitabında yt;yınlanun y<r/ıs·dıı·: Üçııncü Dünya'cln i'evlet ve Demoknı si., <ııell!klc s 70-i3. DC'nıokrn,:iylc lıbcnıliımın tlıml.iyle foı ldı i lkelerden lıarekı•t < ltiklei'ini açılc secik biçimde o:·taya koyac l.ıir kayı·. ı\ i~·in bk. B. Manin. ·!.es cleu: libe albrnc>ö. mn•-clı- ou ;:rntre-ı,cnı,·oiı·s·. /•,'r."vention. 9. ~1Iayıs l'cınıııcl/ "Hl·l s 10 irnr<'Cla
r<ı[ıyor .
w w
S"l sorun
Kıs<ıca
il'ad~
':cli;irSE', •,ol
libcnıl
Kapitalizmin veya piyasa ekonomisinin demokrasinin no anası de koşulu olduğu böylece orLaya çıkıyor. Ama. sorun burc.tdcı biLrniyor. Aslında piyasanın, bireysel çıkarların, kısacası sivil toplumun en olgun ifadesi olan liberalizm, en azından manlıksal plundn. demokrasinin koşulu olmak bir yana, demokratik ilkelerle çelişen iJir teorik yapıya sahiptir. Bunun çok basit bir nedeni vardır. Liboralizmin temel ilkesi bireyin haklarınt savunmak, bu amaçla da doYletin toplum üz·:::ırindeki eLkisini mutlak biçimde sınırlamakLır. Oy sa demokrasi bambaşka bir ilkeden yola çıkm : ~,alt s;yasc-t! c.\emok ı asi ile sırnrlandıgı zaman bile, demokrnsinin temel ilkesi Loplumun ~."ıyoJerinin devletin oluşumuna, izleyeceğ i siyas·.3Le ve toplumu bi•.imlendirme yönündeki giriş iml erine katılmasıdır. Bunun şu veya l~u blçimc!c gerçekleştiği bir durumda, cg·ar çogunluk liberalizmi;ı L'ireyin 'dokunulmaz hakian' olarak ilan otLiği haklardan birini veya birkaçını, örnsğin mülkiyet hakkını, ortadan kaldırma:,'. E:ff1 a ç·:~yorsa, demokrasi ile liberalizm açıkça çelişkiye girecektir.'!': (Böy ie durumlarda 'liberal" hakların hangi 'Jiberai olmayan· yönteL1ler!e savunu!dugunu İspanya.dan $i1i 'ye say1sız örnek bize ögretme!< tedir'.) ~: Liberallerin zaman zurnan demokrasi ile liberalizm ara~ ında seçim yapmalan gere kLiginde ned·2n iibernlizmi seçLi klerini de bu çE:lişk.i orLaya koyar. Ayrıca bu kadar ileri gitmeye do gerek yok . Gt'rçckte li bcr<"l. • !Zm, artık burjuva demoluasiJ·Jrinin ayn lmaz bir parçası haline g::' , ·ıiş oian bazı Loplumsal örgüL!cnme b1çin:leri:ıı le de ç0lişir. En ba') ıa da send ikalarla. Bu çelişki de l ibaralızmin bireyci temellerinden haynakianır. Liberalizmin sav JlldL!gu piyasa ckor;omis!nde r<?lrnb .~ ~ i!işkisi, olmazsa olmaz lıir koşuldur. S?.decc sermayeler ar2.s ındc:ı :~egil işçiler arasında rekabet de. CBu, sermayenin işçilere ka~-ş ı üs tün lüğünü sağlayan asli unsurlc:rclan biridir.) İsçiicı· u 2sı_:ci ~ r-: kabet ise, zorunlu olarak, işçilerin birloşmcsiyle, kclick ı if oyL:rni ~ · le, sendikalarla, grevle vb. çelişki içindedir. Bu çelişkiyi işçiier çok ~amut biçimde tanırlar: grev kırıcılık, dcgrudc:ın dogruya i:ıçileı '""' G' ~mdaki rekabetin bir biçimi, bir ürünüdür çünkü . Liberali7.m, son -
w
w
w
.s
ol
ya
yi
n.
co m
~e
27) Bu durumda son donemin en ünlu gerekiyor: "Serb€st
lıterali
gi ri şim sislem~ni
düzeyini önemli ölçüde yükseltmeyi Brezilya için de geçerlidir.". US
! !ayek"in
şu
saurlarına şaşmamak
benimseyen ülkeler. baçnrmışlardır;
h a lkların1;1
ya :~nm
bu Gli.ney Kore için de.
Neıvs
and Worlcl Report, 8 Mart 1976. Aktan;c,nclisıııc ·· . Le Moncl c> Uip: r, L985. l i<ıyck in Cüncy Kore \C Brcıilyu·sına ölc ki unlu li ." Sili'sini ck!ers0tc bıı konudn o!dukca !JCıTak b i ı· l ı kir tc!in 0-
ran: CJ. Julicn . .. LJnc bN 0 <: Pbutlrc: Jc "Uers ıncıtique.
ral
Mayıs
Fricdmnn"ın
lıi liri ı
29
(.ılmlcırııı işÇ'iler <: rası
rekabete büy ük bir darbe vurdugu nun bilin tarih boyunca her önemli dönemeçte sendikala~ cı karşı tavır almışur. Klas ik liberalizmin bu konudaki tutumunu A. işı klı Ye ni Gündem.de sergi l emişti r. ::' . Çagdaş yeni-l iberallerin <Hcagan , Thatcher vb.) ise ne kadar sendika düşman ı olduklarını belgele meye gerek yok sa nının. Bir tek şey hatırlatmakla yetine~ im: Th atcher Britanya mad·a nci le rinin grevini (g reve katılmayan ) ·o ireyl orin ' haklarını savunarak kırmaya çal ı şıyordu. Unutmamak t-'2n:ı kir ki , yeni-liberaller sadece devletin herşeye e l atmasına de 1.;ıl se ndika lurın g Lı c ün <:, ·eme k pm'.a rının esn e ksi zliğ in e' vb. d e çcı. 1·1 1 lar . Geienekse ı veya yeni liberalizm in söyledi kl erin in sol li beralizı : ıi ba~lamay&cagı düşünülebil ir. f{uşkusuz . Ama soldan g eld ikl e ri !Ç·in send i kaları konımaya d oğa l olarak eğilimli olan sol liberalle~ırı cı·3 bir noktadan sonra 'Rubikon'u aştı klaı ı gözlenmektedir. Öril ı'!ği n Fransa'C:a sendika ları ve dolayısıyla send ikalı işçiler i 'k orpo ratizm' :ıe suçla>ı n sol Jiberallcı· bu nokta ya varmışlardır bil·z.:!~' Tür ı; iye' de h enüz o aşamaya varmad ık: bu tür gö rü şler yazı lı olarak tii;e D,etiri lm is degil. Umarım getirilm ez de . olduğundan,
Yöntemsel Sorunlar
ya
Doğu / Batı Karşıtlığı:
yi
n.
co m
c ındc
S u! liberalizmin te mel kavramlarının ve teorik önermelerinin sor unlarla karşılaş tı ğını göstermeye çalıştım. Ş imd i b ira z d a ol<ulun Türkiy·a üzerine geliştirdi ğ i teorik çer çeve üzerin d e durmak ~(crekiyor. Burada da hareket noklası Batı ile Doğu (ya da Türkiye ) u.rasınclaki k ar'i ıtJık olmalı. Önce, bu k arşı ll ığın tarihin an ahtarı t !arak kullanılmasının yarattığ ı yön temsel sorun lara bakalım. [{a,pitali.1:min be~iğ i Batı Avrupa (ve on un mirasç ısı olan ABD, !<.anada ve öte kil e r ) il e dünyanın geri k alan yöreleri aras ında ta ; ihs·al geli şme açısından çok önem li fa rklılıklar olduğu yeni keşfe dilmi yor. Ne var ki , bu farklılığı tarihi okumanm temel yöntemi iıa1ine geti rm e k yöntemsel açıdan yanlış bir yaklaşım. Sol liberal
w
w
w
.s
ol
:-ıdd i
2Bl A
Işıklı.
Si\'il l oplum Örgütleri Olarak Sendik al ar•, Yeni Gündem, 26, ı6- 3 1
Tcmnıu.1
19W>.
D emokrasilerd0 Dernekler. Senclik'.:llar, Meslek
Kuru lu ş l arı •
Ek'i. 2H l Sol l ib(;l'alilmin 17rn n s ı z basınındaki en purl1'k sözcüsü li beration gazetesi. t nın
da
ı
Mayıs
( t 98:ıı
kutlamaları
öncesinde birinci
sa yfa s ına
büy ük punto-
larla ş u b aş!ı!'ı ntıyo r(! u · Les syndi cats, sont-ils rirıgnrd s? • Y an i: «Sendi k Glar i~e Ywam·ı-ı, mı? • Ba~ l ıgı n a ltını olwyan lnr·. revab ın bü yük ölçüde . yan mai' c'ıctm unu gön b il iyordu ·~o
:0oride Dogu'nun ve 13atı'nın tarihsel gelişmeleri arasındaki l'add~ >k, bu iki a!anm larihinin kökeninde yatan farklılıktan yolı:ı çı\:~b ' ak açıklanıyor. Yani başlangıçta ne varsa, sonuçta da o var. Bini2rce yıl önce başlayan bir süreç için de, Batı'da iktidar pnyla:;;ılmt7. !Joğu'da ise bölünmemi5 olduğundan dolayt. .. bugüil ele aynı ~C;l devam ediyor. Buruda clegişmeycn bir tarihsel kc-_der aracılığıyla .l; urulmuş bir süreklilik teorisi ile l<arşi kaı-şıyayız . ' Başlangıç no]( lasınrn, arada geçen süre boyunca meydana gelen muazzam tarih 111
~el
değişime rağmen
i.
sürekli : enidcnürctilrncsi:ıin sııTı · s~.
l~Cı
tahlilinde, «Otonom kültür-21 m.i.ras". Toplumların üre~ im tarzlanndaki büyük altüst oluşlara n.ı.gmcn asli bir sürekliiik icinde yaşamalarını kültürel mi:as ile açıklı:ımanın anlamı ortacln: :1rncldi ya~amın yenidenürctiminin kültür üzerindeki belirleyiciliği i[ffihiıı. dısrna çıkarılmış oleyor böylece. Artil~ burada kültürün 'göı clı ö:;·erkligi'nden eleği!, tarihin Lcmol beJir'c> icisi o!d:ıguı:c12:' ~/'z 0Lmck daha doğru olur. Bütün bunlar3 kapitali1:nıin bilcşi1{ gelişi coğrafi alan l arı n
bu
)
al:tı lmı ş!ıgını çoktandıı· i<ırmı1
n.
:~ıiııin.
co m
l."liköm.:fi,ı
olclu:':L·
eklenirse, Dogu'nun ve Batı'nın muLluk biçimde farklı yiirl.ingelerde geliştikleri yolun daki varsayımın kabul edilir bir yaııı u!mac!ıgı açi!\.ça ortaya çıkaı·. Dogulı-3aLı ayırımına ilişkin olarak biı· ba~kc~ yöntem :;or ..ıııu11d cla!1a degiıırnck gerekir. Sol liberal teori, bcışka yaklaşımların genci .c indirgemeci tavrına kai·"ıt olarak, Dogu v·?- Batı tarihlorinin ;i7. g ül ıtitcliklerin; yakalama idclic.>ındaci.ır. Ama b . uıu gerçc!doş:irnw ~·ön temi. Dogu toplurnlarırnn gerçek öı güllügl.;nü kavramas ını o!cı 1 ıaksız. kılar. Sorun şurdan kaynaklanmaktadır: sol liberal teori , kapitalizmin (aslında çok çeşitli biçimlere bürünebikıcek olan) g31ifi ;ne sürecini Batı'daki gelişme biçiıniy](~ özde~!cştiıir. B3:. bcc kaptı...ı.Jizme geçişin biçimlerinin faı-k lı tarihsel iklimtcrcl2 f<: ;-~ ;,l:'.<.:ma' •. ıanım gereğ·i olanaksız hak g;clir. Buradan ela. Batı " ı 1 ın Ö/ ,St<1 _r--:"ic; rne biçiminin gözlenemedi3"i toplumlarda kapi talizmin l ve sivil top lumunl gelişme diği sonucuna vanllr. Oysa sorun tam ela kapitalizmin gelişmasinin bu toplumlardaki Ö7gün biçimini yak<ılayabilın cl<
yi
:~·3rçegi
w
w
w
.s
ol
ya
1•
, .
"1
: lf."
:mı 13u düşünceyi tcoıik olarak en ç-ok deı·in!eşlirmi~ olan İ. l<Lı<;ukö:nl'ı"ın. Bnt ı insanı ile Dogu in sanı arnsınc!aki
loji içinde de· la~tığ·ını güstu
aramış olıııı:ısı , i~·or.
flk.
;3;' Sol l!bcrnl teorinin bu
bu
farkı, keneli c!cyi')iylc. "ister istcıııe/ değişmeyen
"·ı üı hiy c "t 1 rı
Sol. .. ·
f"pı k~ılı!·:laıcluıı
kader
a g-.m
ıw~ıı
ı:ınlı:ıyı~ını:ı
c'qın-ıl
azgclişmis
n:ı
d<' !ın
kuclaı·
biyu ynl,
8.
soyuı/cdıu•ıw,
kapitalizmde clc\"lctin somu t konumıınu önc,,ki b;r ,. a,ıııı cl<1 ·"·rınfı<;ıvi'"ı de .fr inınistim.
clı:!
ne
bunun
nasıl
soııunınu.ı
Jrnvnı:ı'<:maclı":i
Buraclrıki
yön10ıns0l
:i 1
Son olarak, Dogu/l3at ı ay ırımında , "Batı" kavramına verilen do sorunlu olduğu belirtilmeli. Burada, kapitalizmin geliş mesi, burj uva top lumun un eski toplu mdan kopu şu, sivil toplum/ devlet il i şki l eri aç ıs ınd an Batı 'nın türdeş olduğu varsayı lmı ş du ı L! mda. O ysa ufkumuzu salL Avrupa ile sınırlasak bile, Batı'nın b u <· Çılardan türdeş olmadığını kolayca görebiliriz: İtalya, Almanya ve Dogu Avrupa ülkelerinde, burjuva toplumunun kendisini önceleyen ıoplumdan kopuşu, İngiltere, Hollanda ve Fransa gibi ü lkelerden çok farklı bir biçim almıştır. Üstelik, bu ü ikelerd·an bazıla nndaki sürnçleı· ile Türkiye'nin ya5adı ğı süreçler arasında önemli bazı ortaki ıklar bulunmaktodır." · Bu nohtanın saptanması, tarihi Doğu /B:::ı.tı ~yı rı rnı temelinde anlama çabası c.çısından büyük soı·unlaı· dogura:·aktır: tarihsel kökenleri benzer oldugu hald·<:, s ivd toplum/devlet :li~kisi i.mkımından birbirinden farklılaşan Ba tı toplumlarının varlı g ı kadar. tarihsel kökenleri foı-k lı ola n bazı Batı ve Doğu ülkel·~rinin benzer bir süreçten ~eçrneleri de bu ayırımın sivil toplum/devlet ili '?
Batı Yakası
ya rarlılı ğı nı
Hikayelerinden ...
s ınırlandırır.
yi
kileriniı~ açıkbnmas ı ndaki
n. c
om
İ(,eriğin
ya
Sol liberalizmin Türkiye'de geliştirilen versiyonunun 'Batı ' i<avamma vcrdigi nnlam, gerçcgiıı sadık bir ifadesi olmaktan çok ıızaktır. l-IGrşeyden önce, sol liberallerin Batı demokrasisi karşısın daki ha~/ranlıgı zaman zanwn safdillik düzeyi n e varabilmekted ir :ı:ı Burjuva demokrasisinin gene l bir e leştirisi bu yazının kapsamını a~tyor. Ama şunu belirtmeden geçmek olanaksız: Batı'da varolan rlemokrasi de bir devlet biçimidir v·c dolayısıyla özsel bir biçimde hr sınıf hakimiyetini cisimleştirir. Parlamentonun üstünlüğü, özgürlüklerin bir sınıra kadar geçerli liği vb. gerçekten bu hakimiyeL biçimini öteki lerden çok önemii bakıml ardan ayı rır. Ama orada el a s·açilmcmiş bir profesyonel bürokrasinin, sivil toplu m örgütlen nrnsine tümüyle aykırı biçimde düzenlenmiş bir ordunun ve en b aş :a 'ulusal ç ıkarlar'ın belirlediği siyasal sınırların son tahlilde parla.ncntodan ağır bastığını unutmak, bir düş dünyas ının gevşekliğ i n-
w
w
w
.s
ol
!
eleştirinin
ö,-gü l bir
alıına uygu l anışın ı
i Llemek isteyen okuyucu orada soru-
nu ete kem iğe bi.ırünmüş bir biçimde görebi lir. Bk. ·Yeni-liberalizm , A7geli!inıi!l Ka.pitcıli Lm.
:ı'.d
Devle!·. Ya,rnt. 4. Nisn n -
Mayıs
1984.
D nha ay ı ıntı!ı bilgi için Oıı/Jiıinci Tez di.t.isinin birin ci kitabındak i ynLiının s. !79-191 arasın da!~ı bölümüne bak ıl abilir.
:13) Bk. A . Köym cn. l'18S \C
·G ündcnıcle
Yine Dcmolc r a5i",
R,•dikal Solun Cc·rcldi li ~ı
Yenı Cıi11d e nı ,
FC?ni Giindeı>ı. 29. ı
ı5
l3. 3 - 15 Ocnk
Eylül 1985.
ol ya
rına işaret etmiştir yeniden.:ıı
yi n.
co m
de oyalanmaktan başka birşey değildir. Batı devk~t.i de son tahlilde ~ınıf hakimiyetini korumaya yönelik biçimde zora ve şiddete dayanır. Bunu görabilmek için burjuva toplumunun tehdit altına düştü ğü tarihsel anlarda 'demokratik' devletlerin kaderinin ne olduğuna bakmak yeterli: tarih bu konuda da bize bol bol malzeme sağlıyor. Ama o kadar uzaklara gitmeye gerek yok. Son ayların bir-iki olayı üzerine düşünmek bile, Batı d·smokrasilerinin gerçek doğası k onu$Unda bize ipucu sağlayabilir. Demokrasi geleneğiyle övünen İngil Lcrc'nin 'bağımsızlığı' ile dillere destan yayın kurumu BBC'nin onyıllar boyu işe alma konusunda gizli servislerin denetiminde olduğun un açıklanması önemsiz bir olay olmasa gerek. COlayın çok büyütülmemesi gerektiği, daha sonra yapılan açıklamalarla ortaya çıktı: gizli servislerin bu denetiminin sadece belirli konularda ve zamanlarda uygulandığı ileri sürüldü. İnsan bayağı rahat bir nefes alıyor. Bir bakıma, BBC'nin istihbarat örgütüne karşı 'göreli özekJığe' sahip olduğu bile söylenebilir!) Fransa'da ise casusluk örgütünün, hem de bir sosyalist hükümet döneminde, uluslararası terörizme girişmesi, üstelik olay büyüyünce hükümetin casuslarını deneLleyemediğinin, parlamentonun ise kims·2yi denetlemeye niyetli clmadığının ortaya çıkması, Batı demokrasisinin karanlık noktala-
w
w
w .s
Zaten günümüzün Batı devleti konusunda (demokrasi konurnnda değil ama başka konularda) Avrupalı sol liberallerle Türkiye'nin sol liberallerinin görüşleri oldukça farklı. Batı'nın sol liberalleri İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan müdahaleci 'refah' devietini, sivil toplumun hayatiyetini kurutan, bireylerin yaşamını istila eden bir ahtapot gibi görüyorlar. Yani onlar da kandi devletlerinden şikayetçiler; onlar da Batı'da bireyin, bireyseJ. girişimciliğin , piyasanın, sivil toplumun yeniden özgürleşti::iJmesi gerektiğini dü~ünüyorlar. Bu, Türkiye'nin sol liberallerinin Batı toplumsal yaşa m ı konusunda kendi teorik çerçevelerinin sınırları içinde dahi yanıldıklarını düşündürüyor. Ayrıca, hiç olmazsa bazı bakımlardan, Türkiye'nin özgüllüğü konusunda söylenenlerin de pek geçerli olmadığını ortaya koyuyor. 34)
Batı
demokrasilerinin doğası konusundaki yanılsamalara M. Belge de, eskilerin •mefhum-u muhalif» dedikleri yöntemle çarpıcı bir katkıda bulundu. Ünlü ·polis yasası• tartışılırken yaLdığı bir yazıya. ·Devlet Kavramı Polisi İçeıir• (Yeni Gündem, 23, ı - 15 Haziran 1985! başlı ğını koymuştu Belge. Ama yazının başlığı içeriğini doğru yansıtmıyordu . Belge için sorun Tiirlüye'deki · devlet felsefesi• idi, ·devlet kavramına verilen içerikte yatıyor•du. Yani kavramın kendisinde içerilmiş değildi aslında baskı, polis vb. Türkiye'de ona böyle bir içerik verilmişti.
33
... Doğu
Masallarına
Sol liberalizmin Türkiye tarihi üzerine geliştirdiği tezler başlı bir yazının konusu olacak kadar özgün ve çeşitli. Burada sade ce bazı temel noktalara paragraf başlıkları biçiminde deği nmek le yetinmek zorundayım. • Türkiye toplumunun yüzlerce yıldır aynı Loplumsal gücün ( uürokrasinin) hakimiyeLinde yaşadığı, devletin toplumsal ve iktisadi yaşamı Osmanlı'dan bu yana aynı biçimde etkilediği ve d enetiediği, «Osmanlı-Türk» tarihinin temel olarak bir süreklilik çizgi~inde geliştiği doğru değildir. Bu sorunu Onbirinci Tez dizisinin ilk }:itabınd a ele aldığım için burada yeniden ayrıntıya g irmiyorum. • Süreklilik temasının b ir uzantısı olarak, Türkiye'de kapitalist üretim tarzının ancak son yıllarda (örn eğin 24 Ocak kararlarıy la birlikte) hakim hale geldiği, cumhuriyet devletinin kapitalizm6ncesi bir kalıntı olduğu ve gerek kapitalizmin, gerekse üretici g üçlerin gelişim ini engellediği iddiaları yanlıştır . Tersine, cumhuriyet devleti g erek kapitalizmin serpilip ge lişmesinde, gerekse burj u va toplumunun kendinden önceki toplumun bağrından kopup çık masında önemli bir rol oynamıştır. Kuşkusuz, devletin bu ağırl ı klı rolü, Türkiye'yi (ve ona benzer öteki k apitalist ü lkeleri) Batı'nın erK.en burjuvalaşan toplumlarından farklı kılmaktadır. Ama işte sol liberal teorinin kavrayamadığı tam da budur: kapitalizme adımını geç atan toplumlarda geçiş sürecinin özgüllüğü. • Ne var ki, devletin bu g ü çlü konumuna rağmen, Türkiye'de "herşeyin yukarıdan aşağıya geliştiği ve belirlend iği » iddiası ne tarihsel açıdan doğrudur, ne de günümü z için. Tarihsel olarak bakıl dığında, Osmanlı toplumunda da, bütün toplumlarda olduğu gibi, !:iınıf mücadelesi çeşitli biçimle rde sürmüş, Anad olu , Osman lı imparatorluğunun kuruluşundan itibaren say ıs ız isyan ve halk h arek etiyle sarsılmıştır. Merkezi otorite her an istediği ni buyurmak bir yana, çeşitli tarihsel kavşaklarda, çeşitli güçlerle ittifaka girmiş, tavizler vermiş, geri adımlar atmış ve toplumdan gelen baskılar karşısında kendi işleyişine dahi yeni biçimler verme k zorunda kalmış hr. Osmanlı toplumunda merkezi devletin Avrupa feodalizmine baxarak daha güçlü olduğu hiç kimsen in tartışma konus u yapmadı ğı bir gerçektir. Bu farklılığın da Avrupa'da kapitalizmin gelişmesi ne çok daha uygun bir ortam yaratırken, Osmanlı'da bu gelişme nin önünde bir engel oluşturduğu doğrudur. Ama buradan bir hakim-i mut lak teorisine varmak oldukça büyük bir sıçramadır . • Günümüz Türkiye'sine gelince: burada sözkonus u iddianın nasıl şaşırtıcı boyutlara ulaşabildiğini görmek için M. Belge'ye kulak verelim önce:
w
w
w .s
ol ya
yi n.
co m
başına
34
·Bunu söyleye söyleye insanın dilinde tüy bitiyor, ama olay değişme için tekrarlamaktan başka çare de yok: Tü r kiye'de lıerşey bu arada dil, kültür, bilim dahi, merkezi politik otoriten in lrnrarıyla yukarı dan aşağıya belirlenir.• :ı.;
diği
Türkiye'yi sadece son beş yıl ü zerine ölü toprağı serpilmiş bir toplum gibi düşünecektir kaçınılmaz olarak. İşçilerin, gecek ondu yokı:;u llarının, memurların, öğ rencilerin vb. 60'1ı ve 7ü'li yılları n önemli b ir bölümünde, bir toplumsal can lılı ğın girda bında hareketlendiği h ayalinden bile geçm eyecektir . Ve eğer hakkınd a herhangi birşey duymuşsa, 15 - 16 Haziran olaylarının da "d evletlülar» tarafından Juşk1rtıl dı ğı sanısın a bile kapılabilecektir. Belge, 'dil, kültür, bilim' den de söz ettiğine göre, kendi kend imi ze şu soruyu da sormadan geç m zmeli yiz: acaba arabesk de mi merkezi politik otoritenin bir , tezgah,, ıdır? • Son olarak Türki ye.de sivil toplumun hiç gelişmemiş olduğu (ya da daha e nder olarak söylendiği g ibi çok cılız kaldığı) iddiası na değinmek is ti yorum. Bu konuda kuşku s u z çok uzun tartı ş malar yapıl abilir. Türkiye insanının ne ölçüde sivil toplum (ya da aynı anlama gelmek ü zere burjuva toplumu) bireyi olduğ u çeşitli açıl ar dan ele alınarak değerlendirilebilir. Ama birşey çok açı ktır: Türlciy-c'de gerek bireyciliğin gelişimi açısından, gerek burj u va hukukuıı:m yerleşmesi açı sından, gerekse 'sivil toplum kurumları' olarak a .11lan toplum -içi örgütlenmelerin olu şum u aç ı sından sivil toplu mun varolmadığını söylemek olanaksı zdır. Bireycilik konusu b u kiı a pta başk a bir yazıda e le al ındığına göre, hukuk konus u na ise Onbirinci Tez dizisinin birinci kitabındaki yazımda değinmiş olduğu ma göre, toplum-içi örgütlenmeler konusunda bir-iki örn e k vermekle yetineceğim. 1 960' lı ve 70'li y ıllarda, olumlu olumsuz yanlarıyla, Türkiye'de se ndikacılık önemli bır atı l ı m yapmıştır. Bu dönemde işçi sın ıfı içinde se ndikalaşma oranı (devlet me murl a rına getirilen s·a ndikal aşma :ı 1 asağ ına rağmen) gel i şmi ş kapitalist ülkel erin büyük çoğunluğun dan dah a yüksek bir düzeye ulaşmıştır. Üstelik , yeni se ndikaların bir bölümü tam da topl umsal örgütlenmenin devletten bağımsızlaş masını simgeler bu dö n emde. mu da sol liberali zm açısından sivil ,oplumun geli ş mes ini n temel göstergesidir.) Sendikalar konusuru n, Türkiye'de sol liberal teorinin tutarlılığı açısından n as ıl dikenli b ir alan olduğunu İ . Küçükömer bir yazısında çok iyi sergiliyor. :ı:; Bu
satırları
son
okuyan bir
yabancı,
yirmibeş yıldır
w
w
w
.s o
ly a
yi n.
co m
dır değil,
3~ l
·Mutlak Bilgi Olama.ı: • . Yeni Gündem, 20, 16- 30 Nisan 1985, s. 3. Vurgu beni m. 36) ·Türkiye'de Sol. .. -, a.g.m.
35
Sendikaların
'devlet send ikaları ' oldu ğu yolunda kategorik bir önerme sonra, şunları ekliyor yaLar: « Geçmişte karşıt görünüm vermiş sendikalar da vardı. Ama otoriter, bürokratik, anti-demokratik sendikalardı.» Olabilir. Ama bu sıfatların hiçbiri bu sendika l arın 'devlet sendikaları' olduğunu ya da 'sivil toplum kurumları' olmadığını kanıtlamaz. Bu sayılan özellikler en gelişmiş demokrasiye (ve de si vil ropluma) sahip kapitalist ülkelerin sendikalarında da yaygın olarak görülür. Nedenleri de i şçi sınıfı içinde bürokratikleş me eğilimleri n den, Stal inizrn'in ve sosyal demokrasinin siyasal geleneklerine kadar uzanır. Ne olursa olsun, bunların hiçbiri Türkiye'ye özgü şeyler yaptıktan
m
değildir.
.s ol
SONUÇ VE ÖTESİ
ya yi
n.
co
Öteki toplum-içi örgütlenmelere dönersek, son dönemde Yeni Gündem'de yayınlanan bir araştırmanın bulgularına göre, Türkiye'deki dernek sayısı 1946.da yaklaşık 800'den 1980'de 54 bine yüks·a lmi ştir. :1• Bu dernekl eıin hCıyük çoğunlugunun J 980 öncesinde nas ıl bir canlılık gösterdiği ise henüz bell eklerden silinmem i ştir. Meslek kuruluşların (barolar, tabip, mühe ndis, mimar odaları, esnaf dernekleri vb.) ise Türkiye'de birçok başka ülk~den bile daha g üçlü ve e tkin oldu ğu genell ikle bilinen birşe ydir. Bu durumda Türkiye'de 'sivil toplum kurumları'nın oluşmamış olduğu önermesinden geriye ne kalıyor?
w
w
Buraya kadar söylen enleri özetlemek yararlı olacak. Sol liberalizm, tarihi ve günümüzü siv il toplum ve devletin karşıtlıgından yola çıkarak kavramaya çalışır. Sivil toplum genellikle t()plumdaki tüm yaratıcılığ ı n, özgürle~menin, demokratikleşma nin ve ik tisadi gelişmeni n kaynağ ı olarak görü lür. T ürkiye'ye uyguland ı gında, sol
1. Ö. Kaboğlu, ·Dernekler, Demokrasi ve Tül"l<iye•, Yeni Ciiııdem, 30. 16 30 Ey lül 1985, s. 22. Tabloyu eksik bırakmamc1k içi n Kaboğ lu"nun, nüfusu azçok Türkiye'nin nüfusuna eşit olan Fransa'da bu say ının on k at ı dernek oldugunu bildirdiğini de ekleyeyim. Bu fa rk ku şkus uz çarp ıcı dır ama Türkiye"de toplum içinde örgütlenmenin daha zayıf oldufnın u gösterir sadece. Bu tür karşılaştırmalar yapılırken. Fransa ile Türkiye arasında kişi başına gelir, okuma yazma oranı, iş haftasının ve yıllık t atilın uzun lu ğ u. fiili çalışma. yaşamının uzunluğu, ögrenci nufusunu n toplam yaş g rubuna ora nı vb. birçok etkendeki farklılı ğ ın da göz önüne alınma&ıncla y arar olduğu kanısındayım. Sonuç olarak: ben Türkiye'de toplum içindeki örgütlenmenin ileri kapita list ülkeler kadar yaygın olduğunu söylemiyorı..m; kapitalist geliş menin düzeyine göre küçümsenmeyecek bir ölçüde olduğunu söylüyorum.
w
3-,ı
36
lıberal
teori Doğu (ya da Türkiye) ile Batı arasında postüle ettiği temel bir karşıtlıktan hareket ·ader: Batı'da sivil toplum ve demokraı::i ge lişmi ştir çünkü Batı tarihinin erken aşamalarından itibaren ikı iclar parçalanmıştır. D oğ u 'da ise m erkezi otoritenin bölünmemişli gi ve güçlülüğü sivil toplumu n ge li şmesini engellemiş, bu yüzd·an gün ümüze kadar Türkiye'de h erşey 'yukarıdan aşağıya' belirlenmiştir.
ol
ya
yi
n.
co m
Sol liberal teorinin eleşti rel bir gözl·a incelenmesi, gerek genel teorik çerçevesinin, gerekse Türkiye konusundaki tezlerinin büyük sorunlarla malül oldugunu ortaya koymaktadır. İkincil eleştirileri bır yana bıraktığımız takdirde, bu sorunları şöyle özetlemek mümkün: genel teori açısından bakıldığında, sivil toplumu oluşturan sı nıflar aras ındaki mücadelenin göz önüne alınmaması, bir yandan, devletin sını f hakimiyetinin bir dolayımı oldugunun perdelenmesi11e yol açarken, öte yandan, si vil toplumun kendisinin, özgürleş me nin kayna ğı olmak bir yana, zaman zaman en gerici ilişkilerin ürediği ve yeniden üredi ği bir toprak olabileceğinin görülmesine engal olur. Özel olarak da, s ivil toplum (ve üzerinde yükseldiği piyasa ekonomisi) demokrasinin ne kaynağıdır, ne de olmazsa olmaz koşu l u . Demokras inin kaynağı, sol liberal teoride arka plana itilmiş bulunan sınıf mücadelesidir. Üstelik, sivil toplumun en olgun ideolojik savunusunu olu şturan geleneksel <sağl liberalizmin bireycilik ilkesi, belirli koşullar altında, hem demokrasiyle, hem de işçi sendikalarıyla çelişkiye girebilir.
w
w
w
.s
Türkiye'de geliştirilen tezler açısında n bakıldığında, Doğu'da ve Batı'da sivil toplum/devlet ili şkilerinin anahtarının. bu coğrafi alan!a rda tarihin kökeninde varolan bazı özgüllüklere dayanılarak açık lanması, bir yandan, yöntemsel açıdan sakattır çünkü temelde tarih-dışı bir sürekl ili ğe dayanır; bir yandan da, Batı'nın türdeşl iğini varsaydığ ı için tarihsel g·arçeklikle a mpirik olarak çelişir. Sol liberal teorinin Batı demokrasisi konusundaki görüşleri de büyük ölçüdC' hayalcidir. Son olarak, sol liberalizmin Türkiye'de tarihsel geliş me konusundaki iddiaları teorik bakımdan azgelişmiş ülkelerde kapi talizmc g-açişin özgüllüğü nü kavrayamadıgı gibi, günümüze iliş ıdn somut gözlemler tarafından da yanlışlanmaktadır. Şimdi bütün bunları bir kenara bırakmak ve başka bir soruya cevap arayarak sonuçlandırmak istıyorum tartışmayı. Marksist bir açıdan bakıldığmda sol l iberalizmin anlamı nedir? Bu yeni ideoloıi n in önerdigi gelecek, tarihsel maddeciliğin geniş ufkunun penoaresind en bakıldığında nereye yerleşma ktedir? Bir de sol için liberal clmuk n-a demektir?
37
w w
w .s ol
ya
yi
n. co
m
Bu sorunun cevabını araştırmadan önce bir saptama yapmak gerekiyor. Sol liberali7m, Türkiye'de solun acil gündeminde buluMm demokratik haklar mücadelesinin teorileştirilm esi değildir. Sol liberalizmin el·<::ştir;si de bu mücadeleyi önemsememek anlamına gelmez. Bunu belirtmek gerekli çünl<ü sol liberaller kendilerine yöneltilen ele şti rilere bu tür bir refleksle karşılık veriyorlar. Örn e[?.in A. Köymen'e göre, sol liberalizme yöneltilen el eş tirilerin ardın da. sosyalistlerin «bu rjuva demokrasisi gibi geri bir tarihi kat·2goriyi» savunmaması gerektiği önyargısı yı:ıtıyor. : 1 " Oysa Köymen burjuva demokrasisinin önemsenmesi gerektiği kanısındadır. Elhatte geçmişte Türkiye'de burjuvazinin bütün hakimiyet biçiml-arini birbirine indirgeyerek burjuva demokrasisini bir 'uy u t maca' gibi gören ültra sol yaklaşımlar olmuştur. Ama bunların redded·:lmesi için sol liberalizmin tezlerine ka tı lmak hiç de gerekli değil dir. Köymen'in çok anti-demokratik bulduğu anti-Bernstein'cı gelen·2k, burjuva demokrasisinin kurumlarının emekçilerin mücadeles~ açısından çok önemli oldugunu sayısız bağlamda te krar tekrar belirtmiş, h atta burjuva demokrasisi nin geleceğin demokrasisi için ;ııi bir okul olduğu gerçeğinin bile alt ını çizmiştir. Dol ayısıyla sorun burjuva demokrasisinin önemsenip önemsenmemesiyle değil, hangi bakışaçısından önemseneceği ile ilgilidir. Yani sol liberal olmanın anlamı demokrasiyi savunmanın ön·amini kavramak değildir. Öyleyse nedir? Paradoksal görüne bilecek bir önermeyle başlamak isLiyorum: ge niş bir tarihsel ufuk çerçevesinde düşünüldüğünde, liberal bir sosyalizm anlayışın ın anlamı, herşeyden önce, devletin varlığı ile ı ızlaşmayı kabul etmektir. Devi-eti bütün geriliklerin ve baskı ların kaynağı gibi g ören bir akım için böyle birşey söylenmesi yad ırga nabilir. Açıklamaya çalışayım. Yeni bir toplum kurm ayı hedefleyen öLcki sol ideolojil·er, en başta da tarihsel maddecilik, devk:tin olmadığı bir dünyayı oluştur nıayı amaçlıyorlardı. Bunun n edeni, devletin, ne tür bir devlet olur~a olsun, bir sınıf hakimiyetinin, dolayısıyla da baskının, tahakkümün vb. ifadesi olmasıydı. Ama sadece bununla da sın ırlı degildi sorun. Mandel'in deyişiyle, ·Marx' ın devlet teor isini n başlangıç noktas ı devlet il e toplum arasın da yaptıgı temel ayırımdı; bir b aşka deyişle, devlet tarafından yerine getirilen işlevlerin bir toplumun üyelerinin kitlesinden ayrılmış olan bir cihaza d evredilmesini n lıi ç de zorunlu olmadığı, bu durumun sa-
38) A. Köym en, ·Radikal Solun
38
Gerekliliği•,
a .g .m.
dece, özpül ve tarihsel olaralı belirlenmiş koşullar altında ortaya çık tıgınııı kavra nması.•:!!•
Orta k işlerin toplumun dışında bir kerteye, bir cihaza aktarıl bu cihazın biçiminden bağım sız ola rak, bir yabancılaşmayı temsil eder kısacası. Toplumun kendi gücünün , k endisi dışındaki bir cihazda cisimleşmiş olarak yeniden toplumun karşısına çıkması anJamında bir yabancılaşmadır bu. Verilmiş tarihse l koşulların (sınıf lı toplumların) bir ürünü olan bu yabancılaşma, bu koşullann değ.~ştirilmesi sonucunda yavaş yavaş ortadan kalkacaktır. Sol liberalizm bu konumda n çok uzak düşüyor. Daha önceki ::: cısyali stler devletin 'oriyip g itmesini' sav unurke n, on lar tam tersine devlet ile sivil toplum arasındaki ay rı ş ma nın büyümesini istiyorlar. Bütün hedef sivil toplumun güçlendirilmesi. devletin yetkilerinin ise sın ırlandırılması. Ama sadeca sıııırl andırılma sı. Devletin varlığ ı kendi içinde bir sorun olmuyor sol liberalizme.
co m
ması,
için. sosyalizm devlet ile toplum a rasındaki bölünmeyi deriniç0rir ... devlet ile sivil toplumun ayrılması her demokratik toplumsal ve siyasal düzenin kalıcı bir özclligi olmalıdı r ... • ıo
yi n.
·Bizir.ı
leştirmeyi
w
w
w .s
ol ya
Böylece, «Sezar' ın ha kkım Sezar'a» bırakmaya hazır sol liberallc>r. CTürkiye'de «Tanrı 'nın hakkı da Ta nrı 'ya,. bırakıldığına göre bize ne ka lacak, o biraz meçhul!) Bu yönüyle, sol için liberal olmanın anlamı, devletin temsil ettiği hakimiyet ve yabancılaşmaya razı olmak, boyun eğmek. Ama sadece devletin temsil ettiği yabancılaşmaya değil. Çünkü, sol libaralizmin iddialarının a ks ine, yabancılaşmanın esas kayn~ğı sivil toplumun kendisi içinde. Devletin varlığının yanısıra, meta fetişizmi ile, anarşik gelişim i ile, boğaz. boğaza rekabeti ile, dogRyı hallaç pamuğu gibi atan h oyrat gelişimi ile piyasanın temsil ettiği yabancıl aşm aya da evet diyor sol lih::ırali zm. Pi yasanın Cmeta üretiminin) in san toplumunun maddi yeniden üretimini , bütün in~-anların iradesinden bağımsız, denetlenemeyen, her üreticiyi kör güçlerin insafına terkeden, kısacası i nsanı kendi üretici gücüne yabancılaştıran bir sisteme tutsak kıldıtını göre miyor. Özgürce birleşm i ş üreticile rin .hep birlikte bilinçli biçimde planladıkları bir toplumsal üretim yeri ne, «herkesin herkeso karşı savaşı» nı tercih ediyor. Yani toplum içinde de yabancılaşmayı benimsiyor. Bir anlamı daah var soldan liberal olm~nın. Herşeyin devlet tarafınd an yukarı dan aşağıya belirlendiğini söylem ak ve hele bunu 30) Late Capitalism, New Left Books, Londra, 1975, s. ".74. Vurgu benim. 40) D. Held/J. Keane, · fn a Fit State". a.g.m., s. 37 ve 38.
39
w
w
w .s
ol ya
yi n.
co m
1985'de, Türkiye 6ü'lı va 7ü'li yılları ya şadık tan sonra söylemek, o yıl lar boyunca toplumu saran hareketliliği ve canl ılığı unutmak d8mek. Bir de bu hareketliliğin tekrarlanabileceği konusunda hr inançsızlığın, bir umutsuzluğun dile getirilmesi demek. Üstelik, herşeyin yukarıdan aşağıya belirlenmesine bir çam olarak sivil topl\ımun bütününün omuz omuza mücadele vermesini beklemek, hayalciliğin yanısıra bir umutsuzluğun ifadesi tam anlamıyla. Kısa cası, son tahlilde, sol liberalizm emekçi sınıfların örgüfümme ve mücadele kapasitesine bir güvensizliğin teorisi. Emek çi sınıfların .;aflarında geliştiği ölçüde de kendi öz güçlerine bir yabancılaşma nın ifadesi. Öyleyse, sol liberalizmin gerçek eleştirisi bu güçlerin kendini yen iden ortaya koymasından geçiyor.
40
co m
İkt i sat Politikası Alternatifleri, Bölüşüm İlişkileri ve Sol *
-
yi n.
Korkut BORATAV
1 -
w .s
ma.hdır.
ol ya
İktisat politikası alternatifleri üzerindeki gorüş farklılıkları her zaman ideolojik tavırlarla ve değo.r yargı l arıyla yüklü olmuştur, a ma bu, birbirinden ayrıkn görüşlerin, politik iktisatın bir sosya l bilim olarak evrimine ve hatta doğu ş una katkıda bulunmasını önlememi şti r. Gerçekten, temsil ettikleri çıkarları açıkça ifade etmekten rahatsı zlık duymayan ilk iktisatçıların , esas oJ aı ak, iktisat politi kası konulan üzerinde duran deneme yazarları oldukları hatırlan
w
w
Bununla beralJor, işaret edilmesi gerekir ki, iktisat politikası alternatiflerinin belli yanlarının, özellikle etkinlik ve büyüme üzerindeki etkılerinin araştırılması, ideolojiden annmış bir görünüm alabilir, genellikle de böyle bir görünüm alır. Alternatif polilika modelleri, yandaşları tarafından sık sık, milli gelirin düzeyi ya da onun unsurları ü.rnrindeki etkileri bakımındarı değerlendirilir, karşılaştı r!lır ve savunulur. Bu durumd a tartışma , saf bilimse llik kisvesi altında sürdürülür ve tartısmanın < laı-afsız,, izleyicilerinin. belli bir alternatifin üstünlügü konus unda Sl~c:ece. kanıtın güçlülüğü ile ikna eclilebilecegi clüşünülebiliL Böyle bir yak l aşım, dogal olarak, alı nan ideolojik tavırları ortadan kaldırmaz. Türkiye'deki , özellikle 24 Ocak 1980'de benimsenen ortodoks (ve IMF - destekli) istikrar programını il'leyen iktisat politikası tarLış(" ) Bu yazı P<:ris'lc yayınılannıakta olan Eqııipe clı> rcclıc>ıches sıır la Tıırqııie baş lıldı bül!C'nin :3. snyısındn y cı- ah1cak oı,,n metnin Türk(csidir.
41
malarının
b ir değerlendirmes i nin yapılmasına gi rişi li rse, tart ı şma önemli bölümünün böyle bir ki sve altın da sürdü rüldüğü gözlemleneceklir. İthal ikamesinin veya ona karşı ihracatın teşvikinin ve piyasanın ya da piyasaya lrnrşı devlet müdahalesinin fayd aları ve dezavantaj l arı çevresindeki tar tışma, büyük ölçü de, politika modellerinin kaynak tahsisi, büyüme ve dış denge üzerin deki e tkiler i konularında odaklaşmışlır. Teknik yanı ağır basan bu savlar, sanki, «tarafgir olmayan » bir dinleyici killesine, onun söz k on usu p olitika seçeneğ i için desteğini kazanmak üzere hitap ediyordu . Bu tartışmada taraf ola n Türk aydınları, olduk ça özgün b ir tartışmanın ort asında bulunduklarını düşünüyormuş gibi gorunüyor1. Ne var ki, geliştirilen ana noktaların ayrıntılı b ir tahlili, tartışmada Ö.6Ü bakımından yeni bir şey olmadığın ı g österir. Korum a - serbest ticaret karşıtlığı (ya da yeni kılığı için de, it h a l ilrnmcsi - liberalizasyon ile birleşmiş ihracata ycnelme karşıtlığı ) k onus u nda, geçen iki yüzyılın ik tisadi yazını , bu başlıca iki politika seçe neğinin leh indeki ya da aleyh indeki tüm teorik ve a mpi r ik n ok taları içerir. K ısa ve uzun dön emlerde etkin liği ve/veya büyümeyi sağlamak üzere alternatif mekanizmalar olarak pla n / piyasa k arşı tlığı üzerindeki tartışma, dah a yeni köken li o l masına rağm en , yine de geriye, b u çağın başlarına kadar g ider ve h e r iki tarafın b aş lıca savl arının tümünün bundan birkaç on-yıl daha önce geli ştiril miş olduğunu söylemek oldukça doğru ol ur. Belki daha ilginci, bu tartışmaların, Türkiye'de iktisadi d üşün cenin gelişmes i ve politika kararlarını alanlar üzerindeki etkisinin, J 9. yüzyılın sonlarına kadar ger i ye gitmesinin gözlemleneb i leceği olgusudur. Dünya ekonomisi ile eklemlenmenin allernatif ik i mekanizma s ı ve bunlcı.ra tekabü l eden alternatif iki biri kim örüntüs ü ·--yani, biri, görece serbest ticaret ilkelcrin·J ve sınırsız bir piyasa h akimiyetine, di ğeri sanayileşme leh ine korumaya ve devlet müdahalesine dayanan iki birikim örüntü sü - uzun zamandan beri Tü rk aydınlarının gündemindeki başlıca tartışma konusu olmuştu r. Politikada karar alıcılar ile ilgili olarak, 1908 Jön Türk devrim inden beri, bu iki stratej ik alternatif arasında sarkaç-benzeri b ir g id ip-gelm e harekeli gözlemlenebi lir~ . Bu bakımdan 198ü'li yıll ar, sarkaç ha-
w
w
w
.s o
ly a
yi
n.
co m
nı n
ıı
Alternatif iktisat politikaları üzerine Türkiyc'dcki tartışma n ın aşağ ı da verilen degerlendirmes i, bu konuda 1977'dcn beri yapılan çok say ı da k i k atkının bir sentezidir ve yazarların he r birine göndermede bulunmak mümkün gö-
2l
İkti sa t politikası alternatifleri konusunda daha önceki tart; ş malar için bakı
rülmemi ştir.
nıı. :
42
Toprak Cl982l, Çavdar (1982) ve Boratav (1979l.
w
w
w .s
ol ya
yi n.
co m
reketinde, daha önceki onar yıllık iki dönemde ekonomiyi karakterize eden « korumac ı müdahaleci» örüntüden uzaklaşmayı temsil eder görünmektedi{1 . Bu gözlemler. alternatif politikaların etkinlik ve l::üyüme hedefleri çevresinde merk ezileşen tartışmalara clayaPmaktadır. Bir diğer ve önemli alana, yani alternalif iktisat politikalarının, kendisine göre değerle ndirildiği , savunulduğu ve eleştirildiği başlıca bir amaç olarak gelir dağılımı alanına kayıldığında farklı sonuçlar dogar. Alternatif iktisat politikalarının bölüşüme ilişkin etkileri üzerine herhangi bir tartışma, açıkça, ideolojik ve sınıfsal konumlar içinde yer alır. Gerçekten bu konumlar. kendileri aracılıgı ile solu:ı. sağdan ayırdedildigi denektaşları halini alırla r. Genel olarak dogrudan üreticilerin, özel olarak da işci sınıfı nın ve köylülüğün mutla k ve göreli iktisadi konumlarını olumsuz yön ele etkileyen politika önlemlerine, sol tarafından bir ilke sorunu olarak karşı çıkıl ır. ll or ne kadar sağ-, eşyanın dogası geregi, bu tür politika önlemlerini tercih ederse de, böyle önlemleri l::ölüşüme ilişkin boyutları temelinde, halkın önünde ve açık olarak savunmanı n :torlu ğu, muhafazakar okulu, tartışmayı etkinlik alanına kaydırmaya, ya da gelir bölü şü mü çözümlemesinin teorik ve kavramsal çerçevesini çarpıtma girişimine yöneltir. Bu son olgunun bazı yansımaları daha sonra tahlil edilecektir. Dahası, alternatif politikalar bakımından etkinlik-büyüme boyutu hakkındaki eski fikirlerin yeni kılıklar altında dolaşıma so kulduğu «teknik,, tartışmadan farklı olarak, Türkiye'deki tartışma nın bölüşüme ilişkin boyutlarında belli yenilik unsurları gözlemleniyor. İlk olarak. - önceki paragrafta işaret edilen bölüşüme ilişkin konuları çarpttma girişimleri biraz beceriklilik gerektirir ve esas olarak dışarıd an ödünç alınmış olma s ına rağmen, bu uygulama yerel renklerle 7enginleştirilmiştir. İki nci olarak, ve daha önemlisi, 1980-sonrası iktisat politikası tartışmaları, Türk solunun bir kesiminin«safları değiştirmesi,, biçiminde, oldukça ilginç bir olgu üretmiştir. Bu g rup (ki bu çalışmada "liberal soJ,, ol arak adlandırıla caktır), Türkiye'deki ilerici kamu oyunun geleneksel tavırlarmdan 3l
Bu son ifade şu c:özlcınc du~ unmaktııdır: K ıs a doncınli biı· prognım olarnk başlayan
istikrar
prorrnımı.
nıuluıkip
yıllaıda
Türk
ckonoınisinın
bicikım
örüntüsünün tümüyle yeniden duzenlcnıncsini amaçlayan bir yeniden - ı1yar l anma sürecine dönü~_;tü. B.:ışlangıçtnki politika paket i kcnusunda hiçbir ödün verilmedi ve bankacılık, dış ticaret ve devlet tcşcbbü~leri alanlarında aynı
doğrultuda
yeni önlemler getirildi.
··düzenleme moc!cli•nin
Böylece
başlıca parametrclcı·i
tadil
ulusal <'konoınıylc ilgili edilmiş
oldu.
13
kendini ayırmış ve da ve açık olaral<
yalnızca
etkinlik
bakımından değil, aynı
zaman ela, yürürlükteki birikim moclclini!ı dalıa «açık" ve piyusa yönelimli bir mode l doğrultusun da dönüşümünü sebatla savunmaya ba~lamıştır. Gerçel<Le. bu grubun bir şol lrnnumu korumakta olduğu iddiası, doğrudan doğruya onun, yeni politika ~önel imini açık olarak, gelir bölüşümü açısın clnn sa Yunması ile baglantılıdır - bu, libera l sol ile resmi liberal sağ arasındaki söz konusu ayırımı saglayan bir olgudur. Bu çalışmanın geri kalan tölümlerinde, ikLisaL po l itikalarında ki 1980-so nrası yeniden yönelimleri, bir sol konumdan, yani, bu poli tikaların gelir bölüşümü üzerindeki etkileri açısından savunma çabalan eleştirel olarak irdele necektir. Gösterilecektir ki bu savlar, retoriğe rağmen ÖLgünlüklen ve tutarlılıktan yoksundur ve muhtemelen çok daha derinde yatan bir ideolojik dönüşümün parçası ola rak yorumlanabilir.
-
ır
-
co m
bahımından
n.
bölüşüm
w
w
w
.s
ol
ya
yi
1 980-sonrası iktisat politikalarının bölüşüme ilişkin etkil-eri lehin deki ana sav, k endi başına istikrar programının etkilerine d eğil, «kapalı", müdahaleci ithal -ikamesi modeli ile «açık ~. piyasaya- ve ihracata - yönelik bir modelin karşılaştırılmasına dayanır. İstikrar programının kendisi bu modellerin ilkinden ikincisine geçişi gerçekleş ti r mek için bi r araç olarak anlaşılır ve bu nedenle de b ir ilk-yald aş ı m olarak gözönüne alınmayabilir. İ lginçtir k i, 1980 sonrası ıkU scı t. politikalarına Türk «liberal solu" tarafından yöneltilen başl ıca deş ti ri. korumacılıgın ve müdahaleciliğin modası geçmiş mekan izınala:ını tasfiye etm::!kte bu politikaların yeterince hızlı ve ileriye gidecek ölçüde hareket etmedigidir. Türk «Jibeıal ~ol u ", alternatif politika modellerinin (ve bunların bölüşüme ilişkin etkilerinin l karş1laştırmalı çözümlemesinde, bu konudaki geleneksel Batı eserlerinden, özellikle de Dünya Bankası'nın etkisi Glltıncla olan eserlerden esinlenmiş gibi görünmektedir. Bu eserlerin savlarının ana dogrultusu. hane halkı gelirlerinin büyüklüğüne göre bir gelir bölü~ümü kavramı -bö lüşüm il işkileri nin sınıfsal bir çozümlemesivle taban tatana 7ıt bir kavram çevresinde yapılanm ştır. Koru nnı u ~ bir ekonominin, imalat sanayiinde daha yüksek bir reel ücretle ~· clu/eyi ile sonuçlanabilecogi ve genel likle sonuçlandığı kabul edilir, aına bu. kırsal nüfus («ithal ikamesi genel olarak ihracata-yönelik sektörleri ve özel o larak ta ·tarımı cezalandırır,,) ve informel sektörde işsiz ve marjinal n üfu s ( «sanayıcle k !smen y üksek ücretleı den ötürü yüksek sermaye yoğu nl uğu,
istihdamı zayıflatır» l pahasına gerçekleşir. Nüfusun en fakir kesimleri bu alanlarda topla11dığından «Sermaye getirisi,,ne kıyasla reel ücretlerdeki bir azalma, istihdamı teşvik ederek ;şsiz ve marjinal nüfusa yarar sağlayacak ve göreli fiyatlarda tarımın lehine ve sanayinin aleyhine bir artış kırsal alandaki fakirlerin yararına olacaktır; bunun toplam e-t.I<isi ise, ulusal çapta gelir eşitsizliklerinin azalması olacaktır. İyi bilindiği gibi, göreli faktör ve sektör fiyatlarındaki bu değişmeler, ithal-ikame edici bu modelden ihracatayönelik bir modele geçiş sırasında ortaya çıkması beklenen başlıca dönüşümler arasındadır'.
co m
Bu yaklaşım, teknik jargonundan arındırıldığı zaman, az geliş bir ekonomide gelir dağılımı temel sorunsu l mı, bir yanda endüstriyel işçi sınıfı, öte yanda köylülük, işsizler ve alt-proletarya arasındaki bir çelişki olarak ele almaya varır - bunun sosyalist ve Marksist solun çeşitli çizgileri bakımından hiçbir yanıyla kabul edilemez bir yaklaşım olması gerekir; sosyalist ve Marksist sol un çeşitli çizgilerine göre aynı sorunsal ancak doğrudan üreticilerle sömürücü sınıflar arasındaki bir çelişki olarak ele alınabilir. Savın «liberal sol» tarafından bu doğrultuda sadece isteksiz bir onayına yol açan, belki, Marksizmin Türk solu saflarında sürüp giden etkisidir. Ancak, ithal ikamesinin geleneksel eleştiricilerinin Türk <<li beral sol»una güçlü biçimde çekici gelmiş olan bir diğer bölüşüm çöL.ürnlemesi daha vardır. Bu, idari kontrollere dayanan bir kapalı ekonomi içinde önemli koruma (ve muhtemelen devlet müdahalesi) «rantlar»ının doğuşuna ve o rantlara, ayrıcalıklı belli itha latçı ve sanayici grupları tarafından el konulmasına dikkati çeker. Türk liberal solu, bu sav doğrultusunda muht emelen, neoklasik yazarların eleştirilerinden çok daha ileri gitmiştir. Neoklasik yazarlar bu «ra ntlar,, ı nicelleştirilebilir gelir kategorileri olarak ele almaktan genellikle kaçınmışlardır''; ama açık bir ekonominin Türkiye'deki
w
w .s
ol ya
yi n.
miş
Bu savın standart sunuluşu ir,in bk1..: Litllc. et al. (1970, ss. 41 - 45, 81 -88) ve Krueger Cı978. ss. 146-150. 186- 187). Batılı iktisnlçıların Türk ekonomisi h ak k.!'lda ~-~·,1! i;~t'uş açı~!ncian yaptıkları elc!?lirel clcgerlendirmcler için, bk:t.: Krueger (1974bl ve Balassa fl983l. Bu ifadenin en öncrnH istisn[1sı, Krucgcr (1914et) tarafindan politik ikti.,ett alanına yapılan amaLörce bir sapn:cıdır. Burada Kıueg e r, Tüı·k GSYJ !'sı içinde, •ithal lisanslarından sağlanan rantlar•in payını tahmin etmeye k:ılkışır. Daha kabul edilebilir neoklasik tavır. g5rcli l'iyatlardnk i bu degişmeyi, efektif koruma haddi · çerçevesi içinde ele almaktır. Örneğin Little. et. al. (1970. ss. 81 - 82l, korumanın sanayide hem karlar hem ele ücretler için yarar sağ ladığını göstermektedir. Krueger bile. Türk ekonomisi ü:terindeki kitabı nda,
w 4l
5)
45
sol savunucuları için bu rantlar, ticaret ve sanayi burjuvazisinin eline geçen bir sömürü geliri biçiminde kolay bir hodef oluşturmuştur. Dı ş ticaret ve döviz lrnrları üzerindeki idari kontrolleri kaldırmak yoluyla uluslararası kapitalizmle yeniden bütünleşen bir ekonomi, bu «rantlar"a son verebilir. Böylece dış iktisadi ilişkilerin liberalizasyonu, aynı zamanda gelirin yeniden bölüşümü için «rad ikal» bir reçete olur. Bu
tartışmanın
odak
III -
noktası
toplumsal
sınıflar
ve katmanlar
co m
arasındaki bölüşüm kavramına doğru kaydırılırsa, bölüşüme ilişkin
n.
etkileri açısından J980-sonrası politika değişiklikleri lehine ileri sürülen savların, solda olma iddiasını taşıyan hiçbir düşünce okulu bakımından geçerli olmadığı gösterilebilir. Önce, Türkiye.de gözlemlendiği biçimiyle ithal ikamesinin «popülist" uyarlamasının, gelir dağılımını etkileyen, özellikle, çalışan sınıfların göreli iktisadi konumlarının sistematik biçimde gerilemesine karşı etki yapan içsel mekanizmalar yaratmış olduğu başka bir çalışmada gösterilmiş bulunmaktad ır ;. 1960'lı ve 1970'li yıllar için gelir d11.ğılımı ile ilgili bulgularımız reel ücretlerde sürekli bir artışı, özel jmalaL sanayii katma d·2ğeri içinde ücretlerin payında bir istikrarlılığı, hakim niteliği köylü üretimi olan tarım bakımından iç ticaret hadlerinde bir düzelmeyi ve ücret mallarının fiyatlarında göreli bir düşüşü gösteriyor. Bu bulguların çoğu, özellikle göreli fiyatlarla ilgili olanlar, ithal ikamesi modelini eleştirenlerin gelir dağılımı konusunda betimlemeyi pek s8vdikleri olumsuz resme aykırıdır. Bu durumda, 1980-sonrası politikaların bölüşüme ilişkin bir açı dan ve sol bir konumdan savunusu yine de, ancak (a) «açık», ihracata-yönelik bir modelin, bu bölüşüm göst-3rgelerinde bir düz3lme sağlayacağı göslerilebilirse, ve (b) bir modelden diğerine bir istikrar programı yoluyla geçişin, aym göstergelerd·8 bir gerilemeye yol açmayacağı gösterilebilir se yapılabilir. Ne yaz;k ki, «liberal sol»un dayanabileceği bu iddialar ve beklentiJ.2r her iki açıdan da zayıf bir zemine oturmaktadır. ilk nokta ile başlanırsa, tekrar tekrar vurgulanmış olduğu gibi, ihracata - yönelik bir ekonominin gerekl·2ri, emek maliyetlerinin
w w
w
.s
ol
ya
yi
1
6)
46
önceden de kullandığı aynı verilerle daha tam olarak yaptığı çözümlımrndc daha önceki sapmasından pişman olmuş·a benzemekle ve ithalat •Primleri»nden söz etmeyi tercih etmekte. bu kazançların gerçellte hayali olduğunu belirtmeye kadar g itmektedir CI<rucger 1971b, 55. 240 - 212ı. Boratav (1985l.
en aza indirilmesi -arzın iç piyasalardan uluslararası piyasalaı a doğru yeniden-yöneltil mesini de kolaylaştıracak bir en aza indirme yönünde sürakli bir baskıyı zorunlu kıl ar. Bundan dolayı , ihrncataycn elik bir modelin içsel ve mantıki yapısı içinde emeğ·:; karşı olma eğilimi vardı r'.
İhracata -
yönelik bir ekonomiye geçişle b irlikte ortadan kalkaumulan ve koruma «rantlar»ı denilen sorun a gelince, çözümleme teorik olarak k abu l edil·abHir görülse bile, bu sorun, burjuvazinin farklı bölümlerini temsil eden gruplar arasında artığın yenidendağılımını ilgilendirir. Ama bu çözümleme bizi teorik z·aminde yan lış yola götürmektedir. Bu yazar, bir başka yerde\ bu sözde «ranLlar» ın bir bölüş üm çözümle m esiyl:; bütünleştirilme s inin, eğer ve yalnızca eğer, bu bütünleştirme, gör e li fiyat h areke tlerinin bölüşüme ilişkin ·a Lk isinin gene lleştirilmiş bir incelen işi çerçevesi içinde yapı
co m
cağı
lırsa savunula bil eceğini göstermiştir.
7l
w .s
ol ya
yi n.
Bir modelde n diğerine geçi ş sı rasında bölüşüme ilişkin olarak ortaya çıkan degişmele re geri gelirsek, 1980-sonrası istikrar politikalarının, etkileri bakımından emeğe açıkça karşı olduğu hususunda muhtem elen anlaşma vardır. Ücretlilerin göreli konuml arındaki ve iç ticaret hadle rindeki köylülük a leyhin e bozulma, aynı zamanda temel gereksinim mallarının göral i fiyatlarındaki yükselme, Türkiye'deki istikrar programının , üzerinde anlaşmazlık olmayan soııuçlarıydı. Bununla be r aber, «liberal sol»da, bu ters sonucun kaçı nılmaz olmadığı ve daha «adil» bir istikrar programının olanaklı o l duğu ama uygulanmadığı yönünde bir tav ır var gibi görün m ek tedir. ilginçtir ki , G ü ney K ore modelinin olum l u gelir dağılımı so mıç·Jarını göstc;--
w
meye girişen scmpatiLanlan (bkz., örnegin Adelman ve Robinson, 1978). bölüşüm anali zlerini toplumsal sınıflar uzerinc inşa ctmelıten kaçınırlar. İhra cata - yönelik Güney Kore' deki ve populist, içe - yöneli k Türkiye'dcki
bö l üşı.i ı ı1
w
göstergelerini imalat sanayii i şçi l er i bakımından karşılaştırırsak, Güney Kore'dcki çok daha yüksek büyüme hızlarına ragmen, !al dolar olarak, işçi b 151n<'-
yı!iı;·:
üc;ıetleı·
Türl,iye'de önemli
olmuştu r
ölçüde daha yü ksek
ve
aradaki açık 1960-1970 yılları an.15ında geniş l em i ştir; ve (b J ulusal ekonomide işçilerin göreli iktisadi konumlarının bir gösf Prgt?si o!nrnk, imalat s~ n ayiinde
i şçi başına yıllık
ücretlerin
kişi başına yıllık
GSYH'ya
oranı,
Güney
Korc'de her zaman daha d üşük olmuş ve 1960- 1979 yıllan arasında geri'.umi şke n , T ürkiye'de küçük bi r duzelme lrnydetmiş tiı· fBulgular, yaznr tarafınd an
Sl
h alen sünlürülmektc olan. gelir
mukayesesi konusundaki Bora tav (1 985).
bir
dağ ılımı
göstergelerinin
ulus lara rası
ara'itırınaya dayanmaktadır).
47
esas olarak, ihracata-yönelik model bakı ileri sürülenlerle ayn ı olan ned·2nlerden dolayı desteklenemez. Ücretler ve tarımı destekleme politikaları. üzerind:::ki sınırla malar yol uyla emek gelirierinin baskı altında tutulması ve ücr2tmallarına sağ·Janan sübvans i yonların yavaş yavaş ortadan kaldırıl ması, nihai olarak, içe-yönelik bir birikim örüntüsünden dışa-:yönc lik bir birikim örüntüsüne geçmeyi amaçlayan herhangi biı· istikrar programının gor2kli ve hayati unsurlarıdır. Toplam arzın gidzrek artan bir bölümünü iç piyasalardan dış piyasalara kaydırmak için, kısmen, emek gelirleri aleyhine aymm yapan bir efektif gelirler politikası yoluyla iç talebin baskı altında tutulması v2 emek maliyetlerinin en aza indirilmesi'' konusundaki aynı düşünceler, ihracata yönelik model için olduğu kadar bu modele götüren geçiş m2kan izmaları için de eşit ölçüde geçerlidir. «Fark lı,, bir istikr ar (ya da, daha çok «an ti kri:;,,) politikası ancak, bu politika tümüyle farklı bir nihai amaca sahip olsaydı olanaklı olabilirdi. Gelir dag?lım ı tartişmalarmda sol kon um emekten yana bir temel üzerinde tanımlandığı sürece, daha önceki paragraflar göstermi ştir ki, iktisat poli fi kala rın ı n l 880-sonrası yeniden yönlendirilişi, sol açısından, bölüşüme ilişkin h2m kısa dönemli (istikrar), hem de uzun dönemli (dışa yönelik bir birikim öı ünlüsüne kayış) sonuçlarıyl a hiçbir bakımdan desteklenemez. Buna rağmen, «liberal sol» u n bu ciddi yeniden yöndim lehindeki tavrı sürüyor gibi görünmektedir ve bu israr, yalnızca, bir «ideolojik kopuş,, baglamında açıkla n abilir. Bu
değerlendirme,
w .s
ol ya
yi n.
co m
mından
-
IV -
w
w
K ı sa dönemli bir istikrar progı amının uzun-dönemli bir yeniden uyarlanma sürecine dönüşmesi, 24 Ocak 1980 politika paketinin kabul edilmes i nd-:~n yedi ay sonra kurulan askeri rejim tarafından sağlanan siyasal ve kurumsal çerçeve olmadan orLaya çıkabilir miydi? Neredeyse kendiliginden açıktır ki, istikrar programının ve sonrasının (onun «em-<~ge-karşı" yanlarının) bölüşüme ilişkin önlemleri, daha önceki onar yıl lık iki dönemin «popülist,, parlamenter rejimi safdışı edilmed ikçe uygulanamazdı. Eldeki kanıtlar şu olguyu göstermektedir: Muhafazakar Demir-al hükümeti, Ocak 1980 programını, geçici zaman-ufuklu bir şok
'.:!l
!MF'nin iki uzman ı , iicretlcrin ihraç fiyatlarına oranındaki b ir dü ş ü şü, is. tikrar programlarının başarı göstergelerinden biri olarak gördükleri ıamnn, aynı düşünceyi bir bakıma öı tüiü biçımac ycnıden doğrulamış olmaktadır: John$On ve Salop ( L980. s. 20).
48
yi n.
co m
tedavisi olarak tasarlamıştı vo bu programın bölüşümle ilgili boyutlarının, Türk parlamenter sisteminin sınırlamaları altında desteklenmesinin olanaksızlığının tümüyle bilincindeydi. Fakat bu özel konuda «liberal sol», sözd·a «liberal" ekonomik mod2l ile ona eşlik eden otoriter rejim arasındaki mantıki bağ ı görmeyi reddederken, Bay Dcmirel'den daha az duyarlı olmuştur. İktisadi liberalizm va siyasi otoriterlik arasındaki bağın iki yönü vardı. Önce, istikrar programının içkin olarak emege-karşı yanl a rı, işçi sendikalarının faaliyetlerinin Sıkıyönetim komutanları ta · rafından yasaklanması ya da kısıtlanması ile başlayan ve y·ani Anayasa'nın aşırı derec-sde kısıtlayıcı maddelerinde ve Anayasa'ya eş lik eden iş mevzuatında doruk noktasına ulaşan bir dizi eylem yoluyla kurumsallaştırıldı. İkinci olarak, yürütme ve yasama düzeylerinde, siyasal ve entelloktüel sola karşı, ilkine paralel ve eşit derecede sistematik bir operasyon yor aldı. Bu operasyonun örnekleri, burada ayrıntılarına girmeyi gerektirmayecck ölçüde çok iyi b·2 lgelcnmişti r.
w
w
w .s
ol ya
Böylece, 1980-sonrası Türkiye'sindeki durum, çalışan sınıfların kaderi ile siyasal ve cntellektü-21 sclun kaderi arasında doğal bir bağ bulunduğunu tümüyle doğrulama olanağını verir ve solun, 24 Ocak programı tarafından temsil edilen iktisat politikalarına k arş ı , kendi çıkarı bakımından da güçlü biçimde muhaldet etmesin in garekliliğini gösterir. Bundan dolayı, alternatif teorileri bizzat «pra.xis» in kendisiyle bu «test ed iş ,, in, 1G80-sonrası iktisat politikası modelinin sözde «libera ll·2şt irici ,, etkisi konusundaki tartışmay ı çözüme bağlamas ı beklenmiş olmalıydı. Şaşırtıcı biçimde görüldü ki, durum bekl endiği gibi degildir. Liberal ekonomi ve otoriter siyaset arasındaki çatışmanın yeni t·sorik açıklamaları, ekonomik temel düzeyinde işleyen (ve esas olarak burjuvazi tarafından temsil edilenl «Sivil toplum,, ile üst ya pı düzeyinde işleyen (vo ordu tarafından temsil edil::ml devlet arasındaki sözde çelişki üzerinde ge li ştirildi. (Türkiy-a'deki tartışmanın, tarihin maddeci açıdan kavranılmasına yaptığı « katkı» budur!). Bu yaklaşım, son çözümlemede, yeni rejimin otoriter yan larının kurumlaşması nı, büyük ölçüde, Türk burjuvazisinin tam desteği nin kolayla ş tırmış olmas ı olgusuna rağmen , bu aynı sınıfın. demokratik karakterine gözü bağlı bir güveni temsil eder. «Liberal sol,,un yeni ekonomik model yönündeki azimli d·3stcği artık «yanlış bilinç .. ya da yargı hataları terinücri ilE.: aç\ldan amaz. Bu olguy;,.ı , Türk burjuva?isi il e bir sürekli uzlaş ma aramaya başla yan profesyonel («ögrenim görmüş,, ) grupların safları içind e yer alan bir ideolojik dönüşüm ve kopuş ile açıklamak çok daha ger49
w
w
w .s
ol ya
yi n.
co m
çek çi olacaktır. Bu grubun toplumsal işlevlerinin yavaş fakat sürekli değişmekte olduğu bir süreci gözlemlemekteyiz. Bu grup için zenginlik, prestij ve refah burjuvazinin çıkarlarına giderek artan biçimde boyun eyme ko şuluna bağlı olmaya başlıyor. Kamu kesimin deki iktisatçıların ve uzmanların, bağımsız mühendislerin, mimarların ve hukukçuların ağırlıkla sol kanattaki görüşlerinin yerini yavaş yavaş mali danışmanların, şirket danışmanlarının ve yöneticilerinin, iş avukatlarının ve müteahhitlerin «Çağdaş burjuva» dünya görüşleri alıyor; çünkü, ilk gruptakiler ikinci gruptakilerin saflarına dönüşm ekte ya da bu saflara kaymaya can atmaktadır. Bu çağdaş burjuva tavırlarının, müdahaleci ve içe-yönelik bir ekonominin sın ırlamaları yla güçlü biçimde çatışan, kuvvetli bir «tük etimci» yaşama stili unsuru var 10 . Böylece, liberal solun, ekonomiye devlet müdahal-asine karşı aldığı güçlü tavırlar, yeni ortaya çı kan bu grubun arzu ve özle m lerini temsil ediyor olarak görülebilir - .. sol .. jargon bu grubun, geçmişiyle vicdan azabı çekmeden ideolojik kopu ş unu kolaylaştırmaktadır ... Ancak bu, sağlıklı bir gelişme olarak görülmelidir. «Solda olmanın» aydınlar için eşyanın doğası gereği sayıldığı daha önceki durum çok yapaydı ve bu ned·anle de sürüp g idemezdi. Türk toplumunun son yıllarda içinden geçtiği bunalım , geç kalmış bir ideolojik yeniden-saflaşmanın koşullarını yarattı. Artık yapılması gereken şey, nesnel·ari kendi gerçak adlarıyla adlandırmak ve bu yeni ideolojik yönelimi, sahip olduğu solda olma iddi alarından ayırmak tır. Bu, Türkiye 'nin çalışan sın ıflarıy la ortak kad erinin ve doğal bağlarının tümüyle bilincinde olan, yeniden gençleşmiş bir solun cm uzlarındaki görevdir.
ıoı
şu andaki görüşleri n örtüşmesine rağmen. •tüketimci - burjuva • ve bir bütün olarak egemen sınıflar, ya da onun bölümlerinin iktisadi çıkarları arasında her zaman çelişkiler doğabilir.
Bu
açıdan,
tavırlar
50
GÖ~DERME YAPILAN I\.ı\Y.\I AKLAR
Adclman, I. ve Robinson, S. ( 1978), lncom e Distribution Policy in Developing Countries: A Case Study of Korea , Oxford University Press for the World Bank. Balassa, B. C1983l, ·Outward Orientation and Exchange Ratc Policy in Developing Countries: The Turkish Expericncc • The Middle East Journal, Summer <Yazı.
w
w
w
.s
ol y
ay in
.c
om
l3oratav, K. (1979), Tür/ıiye'cle Devletçililı, lstanbul, Gerçek Yayıncvi. l3oratav, K. (1983), ·Türkiyc'de Popülizm .. , Y apıt, Ek im - Kasım. Bora tav, K. (1985) , ·An Analysis of thc Evolulion of Incomc Distribution in Turkey, 1960- 1979• (yakında yayımlanacak o lan Cahiers du groıwe d'etudes sur la Tıırquie contemporaine içinde!. Çavdar, T. (1983), Türlüye' de Liberalizmin Doguşıı, İstanbul, Uyga rlık Yayıncvi. Johnson, O. ve Salop, J . (1 980), · Dis tributional Aspects of Stabilization Programs in Devcloping Countrics•, IMF Staff Papers, March CMartJ. Kruegcr, A. (1974al , ·The Polilical Economy of Rcnt- Seeking Society•, American Ecoııomic Rev iew, Junc (I-laziranl. Kru cgcr, A. (1974bl, Foreigıı Trade Reginıes aıtd Economic Developmeııt: Turlıey, New York, National Bureau of Economic Rcsearch. Kruegcr, A. C1978), Trade aııd Development in Deve/oping Countries: 3. Syııthesis and Conclusions, Ch icago, University of Chicago Prcss. Little, J. et al. (1970), lndustry and Trade in Soıne Developing Countries, Paris, OECD. Toprak, Z. (1982), Tü.rlıiye'de Milli İl~tisat U908-1918l , Ankara, Yurt Yayınları .
51
m
Bireyleşme Çağnlan Üzerine
n. co
Gülnur SA VR AN
w w
w
.s
ol ya
yi
Son yıll arda 'bireyleşme' sorunu , kendi sini sol içinde gören görmeyen birçok ki şinin siyasal gündeminin en başına yerleşmi ş durumda. Geçmi ş teki 'günahların ' sor um l ul uğu b ir ey olamamışlığı mıza yüklenirken , gelecek -görecek günlerimizin umudu ela, nercdeySP tümüyle, bireyleşmemize bağlanıyor. Her fırsatta, bireyler olmam ız, birey ler gib i davranmamız yolunda çağtıla r çı kı yor. Aslında, bu çağrılar çoğu k ez ne olamadığımızın yüzümüze vuıru lmas ı biçim ini alı yor: "Biz tebaayız, kuluz; Ba tı in sanı birey! ,, Bir tür kar~·ıt lık k u r ma yoluyla çağrı kısacas ı. En azından iki soru ya yol açıyor bu çağrılar: Şu, ol mayı bir türlü beceremediği mi z Batı'lı birey kim , nasıl bir insan? Gerçe kten de bu k adar farklı mı bizden? Bu iki soru birbirinden kopu k değil as lın d ·;t. Biri nci soruda içkin olan varsayımı , ikinci soru da içer iyor: Batı 'dak i bireylerin bizden çok farklı old u ğunu , b izim onl ar gibi olamaclığ·ımı z ı söy lem e k, bazı durumlarda açık olarak, bazan da ö r t ük b ir biçimde, bu b ireylere olumlu bir değer a tfetmey i varsay ı yor. Özgür, sorumlu, inisiyatif sahibi olan ve daha nice olumlu özell ik laşıyan bu birey k a rşısında, ' tek 'liğinin bilincine varamamış Türkiye'li insanın gerçekleştiremedikleri büyüyor, devleşiyor ve onu bir 'kul' konumuna geti.riyor. Bu yüzden de, Batı ' lı bireyin bir tahlilini yapmak, b u bireyin kim oldu ğunu belirk~ meye çalışmak bana önemli geliyor. Sözünü ettiğim çağrıları yapanların bazıları, belirlenm0mi ş, ge n el bir birey anlayışından h arek et ederek s ürdürü yo rlar tartışmalarını; bazıla rında ise, bu birey çok belirtik olarak liberalizme bağl anı yor. Ama bu yaklaşımların tümünün tem elinde yatan a nlay ı ş liberalizm in bırey anlayışı. Yazarlardan bazı l arı bunu bilinçli ola.rak savunu52
ise açıkça bu ni yet dile getirilmese bile son tahlilde karşımıza liberalizmin bireyi ç ıkı yor: Bireyleşmeye ilişkin olarak anıl an kişilik özellikleri , gerçek te liber alizmin bireyinin başlıca özellikleri. Kısacası, ister açıkça olsun ister örtük olarak , bizden liben lizmin geli ştirdiği ve sav unduğu birey imgesine uymamız isteniyor. yor;
a)
LİBERALİZMİN BİREY ANLAYIŞI VE BURJUVA DÜNYASINDA BİREYLER
Soyut Birey
co m
1.
bazılarınd a
w
w
w
.s o
ly a
yi n.
Liberalizmin en temel öncülü, toplum dı7ında, topluma önc0l olarak belirl enmiş, tanımlanmış birey anlayı şı. Bu an layışta, toplumun oluşumu toplumsal !Jağlamın dışından verilmiş insan özellikk~ ri ile açıklanıyor. Toplumsal ve tarihsel koşullı:ı.rdan soy utlanmış bir bireyden yola çıkılarak topluma varılıyor. Liberal kuramın hareket y3nünün bireyden topluma doğru olması, bu kuram çerçevesinde bireylerin tarih-toplum dışı, soyut bir-<~yler olması demek. Soyu t bireylerden yola çıkarak, toplumlarm oluşmasını bu bireylerin kendi aralarında yaptıkl arı bir toplumsal sözleşmeye bağ kıyan liberal kuramcıların bazılarında toplumun olu şması insanların doğal, psikolojik özellikleri ile açıklanıyor: Örneğin Hobbes, birnylerin doğal olarak kendi güçlerini arttırmaya yöneldikl·arini varsc.ı yıyor; böyle olunca da, kaçınılmaz olarak birbirleriyle rekabet içine> giren insanların, bunun d oğuracağı kargaşaya ancak bir toplumsal sözleş meyl e son vereceklerini savunuyor. Kısacası, bireylerin to;.ı lumdan önce, ya da toplum d ı şında verilmiş olan bazı özell ikleri onları toplumlar h alinde yaşamaya itmektedir. Daha da ötesi, bu toplumun nasıl bir toplum olduğunu yine bu özellikler belirler. ' Yine bir toplumsal söz l eşme kuramcısı olan Locke 'da ise, psikoioi ik özelliklerin yerini bu k ez doğa l haklar alıyor: Bireylerin toplum kurulmadan da sahip oldukları, salt insan bireyleri olmala rın-
ll
Hobbes genellikle liberal kuramın bir temsilcisi olarak alınmaz. çünkü devlet anlayışı otoriterdir. Ancak. C. B. Macpherson. Hobbes'un devlet anlayışı nı oluştururken başvurdugu öncüllerin liberalizmin öncülleri olduğunu savuntıyor. Gerçeklen. tam da tarih-toplum dışı. soyut bireylerin psikolojik özelliklerinden hareket elligi için Hobbes liberal bir dü ş ünür. Bkz. C. B. Macpherson. The Politica/ Theory of Possessive lndividuali s nı. Oxford University Press. 1964. s. 9-70 ve Democralic Theory -Essays in Retrıeval. Oxford Uni\'ersily Press. 197:3, s. 224-250.
53
w
w
w
.s
ol
ya
yi
n. c
om
dan kaynaklanan bir takım hakları var bu düşünüre göre. Bu haklar, bireyle rin kendi bedenleri, güçleri ve malları üzerindeki mülkiyet hakları. Hangi tarihsel-toplumsal koşullarda bu hakları edindikleri önemli olmayan soyut bireyler, bunların korunması amacıyla, bir sözleşmeyle toplumu kuruyorlar. Burada bizim açımızdan önemli olan, toplumsal sözleşmenin gerçekten yapılıp yapı lmadığı, yani tarihsel bir olgu mu, yoksa bir varsayım mı olduğu değil. Yazarlar, b u sözleşmenin bir varsayım olduğunu, yani «toplum içinde, sanki bir sözleşme yapm ı şçasına d avranmak ve devleti de buna göre kurmak gerekt iğini» söylüyor olsalar bile, birey konusundaki anlayışları açısından bir şey fark etmez. Ne olursa olsun, birey, toplum tasarlanmadan önce tasarlanmış, toplumun özelliklerinden bağımsız bir takım güdüler, gereksinimler, haklarla donatılmış oluyor. İ şte bu anlamda soyut, liberalızmin bireyi. Klasik liberali zmin siyasal felsefesinden klasik iktisat öğretisi ne ve Bentham, J. S . Mill gibi daha sonraki liberal filozoflara geldiğimizde toplumsal sözleşme kuramı giderek gözden düşüyor. Ama soyut birey açısından durum değişmiyor. A. Smith'in bireyleri, doğal olarak 'takas ve mübadele' eğilimini taşıyan bireyler. Bu özellikleri değişmaz ve genelgeçer olduğu için de, bu eğilim l erin en rahat gerçekleşeceği toplum tarih içinde ortaya çıkmış en iyi, en geliş kin toplum. Smith'in yaptığı, toplumu değerlendirirken toplumdan soy utlanmış bireyleri ölçü olarak almak. Bunu yapabilmesi için ise önce bireyi varsayıyor, sonra toplumun işl eyişini bu bireye göre değerlendiri yor. Hatta Smith topluma, doğal eğilimi takas ve mübadele ola n bireylerin birbirleriyl·a karşılıklı ili şkilerinden kalkarak vanyor. Bireylerin doğal eğilimi bu olmasayd ı. Smith'in toplumu açıkla yan bir ilkesi olmayacaktı. Soyut birey anlayışının kaçınılmaz olarak beraharinde getirdiği bir man tık var. Birey ve topl um birbirinin dışında, birbirine dış sal varlıklar. Bu d ışsallık kuşkus uz kuranını başlangıç noktasına ilişk i n bi rşey: Her liberal düşünür birey ile toplumu birbiriyle h ep çatışan, hiçbir zaman u yum içinde olamayacak şeyler olarak görmüyor. Tersine birçoğu, toplumda, in sanların bu doğal özellilüarinc uyan, o özelliklerin gerçekleşmesine ortam oluşturan mekanizmalar buluyor. Smith'in 'gizli el'i bunun en iyi örneği. Smith'in bu uyuma nasıl vardığına biraz sonra dönmek üzere, şimdilik vurgulamak istediği m nokta bu yöntemsel d ışsall ık: Liber alizmin bireyinin soyut oluşu, kendi içinde bir bütün o l uşturan bireyin toplumun yanısıra tasarlanmasında yatıyor. Bu 'yanısıralık', yöntemsel olarak, ÖI'Ce bireye sonra topluma bakmak anlamını taşıyor. J. S. Mill bu 54
w
w
w
.s o
ly a
yi n.
co m
yöntemsel gerekliliği şöyle dile getiriyor: « İn sanlar bir araya getirildiklerinde, özellikl'8ri farklı olan başka bir töze Ccevher/ substance) dönüşmezler. Toplumda yaşayan insanların, bireysel in sanın doğal yasalarından türe memiş olan ve bu yasalara indirgenemeyecek hiçbir özelliği yoktur. » Bu yüzden d e, «bireysel insan biliminden sonra toplumda yaşayan insan bilimi gelir.»~ Bu sıralama ve bireysel insa n / toplumda yaşayan insan ayırım ı, birey/ toplum ikiliğinin çok açık bir ifadesi. Bireyin tarih dışı , soyut bir birey olarak alınması için, birey/ tcplum ikiliğinin Mill'de olduğu kadar sistematik bir biçimde geliş tirilmasi gerekli değil. Soyut birey, liberalizmin doğrudan doğruya topluma ilişkin bazı tahlillerinde de ortaya çıkıyor. Bu durumda, daha çok örtük bir varsayım soyut birey. Örneğin, faydacılığın en tipik temsilcisi olan Bentham, kendisini klasik liberalizmden ve özellikle d e sözleş me kuramcılarından ayırdığı halde, toplum felsefesi tümüyle liber al izmin bu öncülüne dayanıyor. En iyi toplumun toplam bireysel faydalan azamileştire n toplum olduğunu söylüyor Bentham. Yani toplum, bireylerin genel olarak en az acıyı ve en çok hazzı duyduğu ortam olmalı . Burada şöyle bir varsayım var: Acılar ve hazlar niceliğe vurulabilecek, dolayısıyla herkes için nitelikçe aynı olan (ya da nitelik taşımayan) etkilenimlerdir. Bütün bireyler için aynı d eğer cinsinden ifade edilebilecek haz ve acı birimleri vardır. Bu varsayımın top! umdaki bireyleri türdeş olarak aldığı açık. Bunlar farklı somu t belirlenimleri olan, yani gereksinimleri, eğilim leri farklılaşan bireyler olsaydı, bu t ür bir 'hesaplama' olanaksı z olurdu.3 Gereksinimleri, eğilimleri, g üdüleri türdeş olan, yani tarihsel ve toplumsal belirleniml·arden önce (ya da bunların yanısıra) kendi içinde bir bütün, bir kendindelik (entityl oluşturan bireylerin, toplumda, devlet karşı srndaki konumlan kendiliğinden ortaya çıkıyor. Bu bireyler, sınıfsal , cinsel, etnik vb. belirlenimlerinden önce, herşeyden önce birey oldukları için, devletin karşısına bireyler olarak yerleştiriliyorlar. Toplumun kendi içindeki çelişkilerinden soyutlanmış bu bireylerin asıl sorunu da devlete karşı bireysel özerkliğini korumak oluyor. Bura da, sivil toplum/devlet çelişkisinin liberal kuramda en belirleyici çelişki olarak alınmasına ve bunun toplumsal mücadele açısından taş ıdığı anlamlara ayrıntılarıyla girmeyeceğim :1 Ancak, sözkonusu çelişkinin belirleyici bir konuma yerl eşti2l 3l 4l
J. S. Mili , A System ol" Logic, Longman s, 1965, s. 573 ve s. 571. I3kz. C . B. Macphcrson, Democratic Theory , a.g.y., s. 173-177. Bu konuda S. Savran'ın bu kitaptaki ya.::ısına bak ını z .
55
w
w
w
.s
ol ya
yi n.
co
m
rilmesiyle soyu t birey arasmda ki bu baglantı önemli ge1iyor bana. Nur Vergin'in, Türkiy·3'nin tarihin e ve i klisad i yapısına ilişkin tahlillerinde bu bağlantı çok açı k. Vergin, Türki ye insanını birey olmaya çağıranlar ara s ında ırnnd is iııi en belirtik olarak liberaliz me bağ layanlardan biri. Yazılarının tümünde, bu noktaya kadar açık lama ya çalıştığım $Oyut birey anlayış1 ve bu bireyin devlet karşısındaki bağ1msız konumu esas Ç·;:1rçeveyi ol u şturuyor. Bu çerçeve içinde, Türkiye'li birey/Batı'lı birey karşılaştırmasında en önemli ölçütlerden biri, bireyin ke ndi içinde ve kendi başına taşıdıgı anlam: « ... Türk toplumunun tarihi d erinliklerinden kaynaklanan ve gel·anekselle 7rniş olan birey-toplum ilişkileri içerisinde komuta ekonomisine tabi olmak pek de yadırgatıcı gelmiyoddul ... Bireyin d·3vletin k arşısında bagımsız bir entite Ckendind clik - G.S.l teşk il etmesi ... yolundaki düşünce ve görüşler Türk toplumunda pek fazla üzerin de durulan konular değildi. ,,;' Liberal ideoloj inin gelişmesiyle bu 'model'e uygun bireyler oluruz belki, ama böylelikle özgür bireyler olacağımız konusunda kuşkularım var; bu 'model'in soyutladığı toplumsal çelişkiler o kadar kolayca soyutlanabilecek belirleniml·ar değil çünkü. Topluma bakarken odak noktası olarak birey/devlet ilişkisin i almak Nur Vergin'e özgü değil. Bunu, genellikle bireylerin cinsiy 3t vb. gibi somut belirlenimlerine çok duyarlı olan Şirin Tekeli de yapıyor. «Giyim, Kuşam ve Kadınların Namusu» adlı yaz1sında, Tekeli d·a, « ... artık devletin tebaası olmanın ötesinde bir birey kimliğini kazanmaya çabalayan insanların üzerindeki bu devlet baskısı » nı birincil hedef konu muna yerleştiriyor . Böyle olunca, bu devle t baskısının şu andaki mevcut alternatifi tercih konusu olabiliyor: « Kızı na şort giydirmeyi uygun görmeyen aile d·a, onun törenlere katılma ma sını saglayabilmeli, istiyorsa_ ,, •; Tekeli, böylelikl0, 'soyut' olmayan, ' kadın' olan 'birey'in ataerkil ailenin baskı ve rgemenlik ağına terk edilmiş olacağının farkında. Ama, bireyi devlet n etki atanının dışın a çıkarma hedefini mutlaklaştırdığı için, son Lalılilde, bireye soyut bireymiş gibi davranmış oluyor. Oyrn Tekeli de vleUe birey arasındaki ilişkiye bakarken, sınıfsal, cinsel vb. be li rl-~ 1 nimlerin bireylerin asıl somutluklarını oluşturduğunu baş tan va rsaysaydı, yazı nın sonunda dü ştügü ikileme düşmez ve o iki lemden ç ıkmaya çalı5l
N. Vergin, ·Komuta Ekonomisinden Liberal Ekonomiye G eçiş Deneyimi •, İh lisal Dergisi, Ocak Hl85, s. 34; ay rı ca bkz. ·Libcrali7m, Türkiye ve İ slam Toplumları ., Yeni Gündem, 1- 15 Marl 1985 ve ·Demokrasi ve Sivil toplum • Yeni
6l
56
Gündem, Demokrasilerde Eki. No. 5. Yeni Gündem, 16- 30 Haziran 1985.
şırken
tercihini ataerkil baskı l·chine yapmazdı. Belb i o 7.arnan, devletin soyut bireyler üzerinde değil, toplumsal gruphr, sınıflar üzerinde yükscldigi gerçeğ·i de bu kadar ikincil bir koııuma düşmezdi. bl
Burjuva
Dünyasının
Gerçek Bireyleri
w
w
w .s
ol ya
yi n.
co m
Ancak, şimdiye kadar irdelemeye çalıştıgım 'soyut birey· imgesi sadece liberal kuramcıların kafalarınd aki bir yanılsama degil. 'Soyut birey·i hareket noktası olarak alan, topluma, bireyleri n 'doğal', toplum dışı Öi'·alliklerindc n kalkarak varmaya çalıcıan her ku ram , aslında, açıklamaya çalıştıgı toplumu varsayar. O 'soyut', 'doğal' birey, gerçekte, açıklanılmaya çalışan toplumun bir ürünüdür. Liberalizm, anlamaya, açıklamaya ve savunmaya çalışlıgı burjuva toplumuna bakar vo bu toplumdaki bireyleri anlatır. Burjuva toplumunun bireyleri gerçekten d~ atornize olmuş, tek tek biriml·0r halinde yaşamakta ve davranmaktadırlar. Dolayısıyla da, bir toplulu ğ u n parçası olarak belirlendikleri, varoluşlarının toplumsal bağla rına dayandığı gözden gizlenir. Onların bu toplumdaki varoluş hali, nered·ayse toplum öncesi, toplum dışı bir varoluş b içimidir. Bu yüzden de, liberal kuram bu bireyleri kendi içlerinde birer kendin' delik olarak görür ve sunar. Bireylerin bu toplumdaki varoluş biçimi toplumsal ilişkilerin yadsınması olduğu için , soyut birey aslın da burjuva bireyinin gerç ek liğe uygun imgesidir. «Çeşitli to plum$a] bağlar ancak 18. yüzyılda, 'sivil toplum'da, bireyin karşısına ... dışsal bir zorunluluk olarak çıkarlar." 7 Bireyi toplumun yanısıra, ya da d ışında tasarlayabilen yaklaşım, burjuva Loplumunun, ve daha da özgül olarak piyasa ilişkilerinin bir ürünüdür. Bunun anlamını A. Smith' in kuramına baktıgımızda daha açık olarak görebiliriz. Yukarıda da değindiğim gibi, Smith'e göre, bireylerin doğal eğilimleri onları bir karşılıklılık ili')kisi içine sokuyor. Bu, hor bireyin kendi çıkarına yönelik olarak davrandığı bir sürc:ç7)
K. Marx. Crundrısse, • 18S7 Giı işi .. (çcv. S. Nıscıııyanl. Birikim Yayınlan. 1979,
s.
141.
!Nişanı•an'ın
'burju,·a toplumu' olarak çcvirdigi ka' rnmın 'sivi l top-
lum· olarak çevrilmesinin daha doğru olclug u
kanısınc!ayıın.
Bunun gerek-
çesi için blu. C. Savran, .. sıvil Toplu111un Eleştirisi", Ycıpıl, 1 eınrııuz 1984.J Başka bir baglaında Maı·x·ın Ricardo hakkında si,yledigi şey:n, liberalizmin bireye yaklaşımı konusunda ela söy!cnmesi mumkün: d~icı:ırdo'nun diii oiabil diğin cc alaycı
(cyniccı/Jdıı
Aına or.un alaycılıgı
karşısında isyan etm eyin ...
Bu alayc ıl: k. olguların kendilerindedir, olguları dile getiren söl'cül<lerde degil. .. Fe/sefcııiıı Sefaleti (~·ev. A. Kardaml, Sol Yayınlaı ı. 1975. s. :i1. (Det;iştiri l mi:ı çc,·iri.l
57
in sanların doğal
ly a
yi n.
co m
Le kendiliginden oluşan bir karşılıklılık. « İnsanın kardeşlerinden yardım görmesi için neredeyse s ürekli olanağı vardır ve bunu yalnızca onların hayırse v·0 rliklerinden beklemesi boşunadır... Onlardan istedigi şeyi yapma larının kendi çıkarlarına olacagını onlara gösterebilirse in sa nın ikna edici olma olasılığı artar. Bir başkasına herhangi bir i yi fırsat sunan herkes bunu yapmayı önermektedir. Bana şu istediğim şeyi ver, ben do sana bu istediğin şeyi vereyim ; bu türden bütün önerilerin an lamı budur."' Burada anlatılan değişmez. mu tlak insa n doğas ı. baş kalarıyla rekabet içinde k endi kiş i sel ç ıkarının peşinde gide n piyasa insanına tı patıp uyuyor. Bu insan gerçekten de yalnızca kendi çıkarını gözetiyor ; gerçekten de toplum, bu insan için , kendi sinden sonra anlam kazanan bir varlık. Bu ortamda kendisini toplumdan soyutlanıp, yalıtılmış bir atom g\bi görmesi çok olağan. Daha fazla uzatmadan: Liberalizm homo oeconomicus·a, piyasanın bu ussal bireyine baktığında, toplumla ilişki si dış sal olan bir birey görüyor. Bu bireyin davranış biçimlerini ve toplumla ilişki sini genelgeçer ve ·0vrensel özellikler olarak mutlaklaştı rıyor, insan bireyi olma hali c.liye al ı yor. Bundan sonra da, burjuva toplumunda insanların birbiri yle i l i şki kurma biçimini, yani piyasadaki mübadele ilişkisinin oluşturduğu karşılıklılığı, genel olarak toplumların oluşma ve iş leyiş biçimi olaral( sun uyor. Smith'e göre, eğilimle rini g-crçekleştirme,
kişisel çıkarları doğ
Bireysel Özgürlük ve Özerk irade
w
el
w
w
.s o
rultusunda davranma olan ak larını buldukları toplum, insan doğa sına en uygun toplumdur. Yukarıda değindiğim noktaya geri dönecek olursak: Burjuva toplumunda 'g izli bir el' insan ları n birbirleriyle uyum içind e yaşamalarını sağlamaktadır. Bu, k e ndi içine kapalı soyut bir b irimmiş g ibi görünen ve piyasa bağlamında gerçekten ek) öyle yaşayan bireyin özelliklerine biraz daha yakından bakalım. Böylece, belk i, bizden nasıl bireyler olmamızın is tend iğini de daha açık olarak kavrayabiliriz.
Nur Vergin «Demokrasi w~ Sivil Toplum " adlı yazısında, burju va bireylerinin en önemli özelliklerinde n ikisini vurguluyor: Bi reysel özgürlük ve bireysel inisiyatif. Bu özelliklerin gelişmesin i d«ı şöy le açıklı yor: " ... p iyasa ekonomisinin genelleş me s i ... toplumsal ili ş-
8l
A.
Smitlı,
An lnquiry iııto th e Nature cuıd C au ses of the vVealllı of Nations,
Oxfoı·d Un iver~ity
Prcss. 1976. s. 26·27. <Tü rkçe Ba s ımı: Ulusların Zengin!igi, <çcv. A. Yunus I M. Ilal<ırcıl, Alan Y ayı n c ılık ı98 5, s . 26 l
58
w
w
w
.s
ol
ya
yi
n.
co m
kilerin kapitalist sistemin mant ı ğı uyarınca örgütlenmesi, bireye ve onun uzantıs ında ve eşliği n de, özgürlüge merkezi bir konum kazan d ın yord u_.,!ı G0çmiş topl umu n topl u msal-s iyasal bağlarının koparı l ması yla, b u rjuva bir eyi gerçek ten de artık onu koruyan a m a aynı zamanda da kişisel g i rişim lerini sınırlayan toplumsal gru plara a il o lmak tan kurtu lur. Tek başınad ır, özgürdür, bütün kararları nın ve girişimlerinin soruml u l uğunu kendisi taş ı r. Toplum sal kaderi kendisinin elindedir. 'Kendi kendisinin efendisi' olan bir 'ö·rne'. d ir artık bir ey. Kendisi için yapabileceği herşey i yapma özgürlüğü n e kav u şm u ştur; halta bunu özellikle de başkalarıyla rekabet ·0derek, a l abild iğ i ne sivrilerek yapma özgürlüğü n e. Bu tarihsel gelişm e n in o l uş tu rduğu ahlak an l ayışınt Murat Belge'clen d in leyelim: «Batı 'da bur juva devrimi, 'sorumlu birey' kavramına dayalı bir 'ahlak' yarattı. Buna göre, birey, başına gelenlerden kendisi sorumluydu. Karakter kaderdi. Böyle bir bakı ş, dışsal nesnel hayatı bir2ye içselleştiri r .. . Sanatta ... d ış dünya ve insanlar bir eyin dışa vurumuna dönüşür. » 1 0 Belge'ni n, can alıcı noktal arıyla betimled i ği burjuva a hl akı nın ve bu dönem e özgü sa nat anlayışının çekirdeğin i , gerç·ak ten de, bireyin k e n disiyle ilgili karar l arın denetimini e linde tu ttugu in.ancı ol uşturu r. Böy le tasarlan an 'sorumlu bir·ay'in dış dünyayla ili şki leı-i bi reyin kendi 'karakteri'ne bagımlı kılınmı~ olur. Başka bi r dey i şle, nesnel hayatın bireye içselle ş mesi, bireyin dışta n belir lenmemiş, özerk iradesiyl2 davranclı gı anlamına gelir. Bövle bi r durumda, b i rey nes ne l hayat ı mutlak bir özgü rl ü k için de k e nd isi b içimlendiriyordur; i radesi keneli denetim i altındadı r ; kendisi d ı ş ın da h içbir etkan ya da ned ene bagl ı değild i r. Bütün başka etkenlerden, yani .siyasal, ekonomi k, ideolojik beIirlenimler den soyutlanmış özerk bireysel irade kavramı, bireylerin piyasada yaptıkları iddia edikm 'ö7gür seçiş' anlayışından kaynaklanıyor. Piyasada, birey kendi malı, yeteneği, gücü ile ne yapacağı nı özgürce kendisi seçer. Kendi kendis ini yörılend i rme özgürl üğ üne sahipti r . öte yandan, davranışlarını t·0k bir ölçüye baglı olarak belirler: ussallı k , yani kendi kazançlarını ve zararlarını hesaplam ak ! Bu toplumsal baglam içinde, bireylerin her biri bağıms ız bir bilinçtir. K. Saybaşılı burju\'a toplumu bireylerinin özgür karar verme süreçlerini şöyle açıklıyor: «Günümüzde demokrasi an l ayışının tomelinde insan hak ve özgürlüklerinin temsilcis i olan ussal ... insan bu lu nmaktadır. Ussal insan davranışının ö7.ünde ise bi rc:ı in lrnqı l aştıg ı seçen el<l eri kendi d·ağcr sistemi çerçeves inde bi r yeğleme sı9l
· Demokrasi v·' Sh·il
JO) ;\.[
·ı oplunı
13el~c. Ta··i/ıteıı Cüııcel/iye,
a.g.y. (\'urgu Alan
bcninı.l
Y;ıyınl<m
iOBJ, s. ı ~ı.
koyarak, tutarlı bir biçimde, on üst sıradaki seçenek doğrul tusunda karar vermesi yatrnal-:tadır ., 1 Geıçi Saybe.şılı daha sonra, bu soyut 'ussal birey' anlayışını somutlaştırmanın gereğ ini vurguluycr \'G bu baglamda tahliline s iyasal partil~ri ve baskı grup l arını sokuyor. Ama bu sonradan somutlaştırma bireyin algılanış biçimini degiştirmiyor. Bireyin baştan ussal birey olarak belirlenmesi ş u anlamı taşır: Birey hak ve özgürlükleıini kullanırken, yani insanlarla ilişkileri içinde, davranışlarının temelinde yatan güdü ve davranış larının sınırl arını belirleyen esas etken ussallıktır. Bu anlayışta, baş ka güdülerden ve sınırlardan soyutlanm ı ş bir ussallıgın varsayıldı ğı açık. Hakların, özgürlüklerin, karşılıklı davranışların temelinde, bunları b:)lirleyen ve ussallığın da kendisine Le:ib i kılındığı başka bir toplum sal ilişkiye yer yok burada. Bireyin özgür seçişini tek sınır iayan, diğerlerinin seçişleri. Ama bunların da temelinde ussallık yatıyor. Dol ayı sıyla da, ussal bir biçimde hesaplanabilir seçişler bunlar. Böyle bir birey arılayışıyla yola çıkıld ı ğında, bir2ylerin siyasal alandaki davranışlarını 'oyun teorileri' ile açıklamaya varmak bile
yi n.
co m
rasına
olanaklı.
w
w
w
.s o
ly a
Liberalizmin özgür seçiş, özerk irade kavr::ırnlarının içeriğini biraz daha doldurabilmek için 'başkasının aracı olmamak' ilkesini tartışmaya dahil etmek yararlı olabilir. Özne olmak, k-andi özerk iradesi i!e yaptığı seçişler doğrultusunda davranmak, kimsenin aracı haline gelmemek elemek - ki burjuva ahlakının en önemli ilkelerind·sn biri bu. Bireylerin piyasadaki davranış biçimlerini genelgeçer, mutlak, en doğal birey olma hali olarak gören bir ideoloji için çok anlamlı bu ilke. Smith'in çizdiği en doğal toplum imgesini hatırlayacak olursak, burada her birey kendi çıkarı dogrultusunda davranırken, kendiliginclen bir uyum ortamı doğuyordu . Bu uyum bireylerin ki şise l çıkarlarının karşılıklılıgından kaynaklanıyordu. Böyle olunca da, h:) ı·kes ken::li çıkarı doğrultusunda hareket eltigi sürece, kimse karşısındakinin iradesine göre davranmış olmuyor. Burjuva toplumunun bireyleri bu anlamda özerk ve ÖLgürler. Ancak bu çok özel bir özgürlük. Bir başkasının iradesi karşısında özgü r olmak demek bu: yani yalnızca olumsuz an lamda özgür olmak; birşcyden ö7gür olmak. Biraz daha amiyan·o bir deyişle, birbirinin ayağına basmamak! Burjuva toplumunun bireyi başkal arının müdaholesine kapalı olduğu için ve sadece o ölçüde özgür. Hepsi de o! Bu bağlamda Ahmet Cernal'irı, 'öıgür bircy'lcrin olduğ u Batı'da kültürün bireyler için bir g2roksinim olarak alınmayışına ve dolayısıyl lJ
·Çag daş
Dcmoknısi
!erde Eki, No. 5.
60
A nla yışı
ve
Ba!;kı
Grupları
, Yeni Gündem, Demokn1si·
w
w
w
.s o
ly a
yi n.
co m
la da b ireyin gelişmesine topl u msal düzeyde bir katkının sözkonusu ol mayışına şaş ı rmaması gerek. 1 ~ Çünkü Batı, kültür bunalımmı, 'özgü r birey'i yetiştirmiş olmasına karşın yaşamıyor; tam da, olumsuz anlamda özgür, kendisıne toplumca müdahale edilmeyen bireyler yetiştirdiği için ve daha da çok böyle bireyler yetişsin diye yaşıyor. Batı'da özgür olmanın ölçüsü bireyin kültürden pay alması değil, k ültürle ilişkisini kendi 'başına düzenlemesi olmuş. Bugün yaşanan da, bireyin, zaten ol uşumu sürecinde de katkıda bulunamad ı ğ·ı bir kültür karşısındaki terk edilmişliği. Yuka rıda, özerk irade anlay ışının, bireyin dış dünyayı tüm üyle k e ndi irad es i d oğrultusunda biçimlendirmesi an lamına geldiği n i söy l·amişli m . Piyasa gerçekliğini mutlaklaştıran ve idealize eden bu ideoloj i, olumsuz anlamda özgür olan bireylerin bu yeteneğe sahip ol du kl arını savundursun, gerçeklik bunun tam tersi: Piyasada bireyler kendi bireysel girişiml erinde gerç-8kten özgürler; kendi ira delerinin denetimini ellerinde tutuyorlar. Ama her birinin özgürlügü yalnızca kendi bireys·al girişimleriyle sınırlı. Bütün olarak ele alındıgında, piyasa herkesin birbirine bagımlı olduğu bir ortam: H erhangi bir üreticinin ürettiği malı satması ve kendi gereksin im duydugu malı a l ması için, piyasada onun malına talep olması, onun gereksinim duyduğu malın da arzının olması gerekiyor. Bireyin k işis·ş l özgürlügü, ancak, bu genel koş ullar gerçekleştiginde sözkon u su. D ol ayısıy l a, birey öznel olarak özgür; yani kend ine ilişki n olarak yapm aya karar verdiği birşeyi yapmasını kimse engellemiyo r . Ama n esn el b ir bağımlıl ık ağı içinde ve bu nesnel du rumu tek başı na, o yüce öz·ark iradesiyle d eğ iştirmes i tümüyle o l anaksız. Bu nes nel bağımlılıgın başka bir ifadesini bulmak için, bir de, yukarıda Smith'ten yaptıgım alıntıya bir kez daha bakalım. Burada Smith, asl ın da, piyasa mekanizmasının bir sonucu olarak, bireyle-r in düpedüz birbirlerinin aracı haline geldiklerini ortaya koyuyor. Daha açık olarak söylendiginde bunun anlam ı ş u: Bu özgür bireyler in toplumun b ütü n ü üzerinde hiçbir denetimi yok. Gerçekte toplum, bireylerin amaçladığı ve burjuva ahlakının b ireylere layık gördüğü şeyin ( başkasının aracı olmamak) tam tersi (h·arkos birbiri nin arac ı) ! dl
Özel Alan. ve Bireysel Gelişme
Lib€ ra lizmin, o lumsuz özgürlük an l ay ı şıyla sıkı sıkıya bağlantı olan bir başka temel kavramı ela özel alan, ya da mahremiyet. Mill bu a la n a i l işkin olarak şu gözlemi yapıyor: «Bireyden ayn olalı
61
w w
w
.s
ol ya
yi
n. co
m
rak toplumun,, buradaki çıkarı sadece dolaylıdı r ve «bu alan bir şah sın yaşam ve davranış biçiminin yalnızca bizzat kendisini etkileyen .. . bütün kısmını içine alır.»;:: Mill'e göre, özgürlüğün gerçek alanı bu ve kamunun bu alana müdahelesi kesinlikle yasak. Bu, kamu müdahelesin·2 karşı korunmuş alana, bireyin yalnızca k endisini ilgilendiren tüm yönleri giriyor. Dolayısıyla, bir tür 'iç dünya' burası. Bu iç dünyanın karşısında ise kamuya ilişkin herşeyin girdiği bir alan var. Bireyin alanı ile kamu arasındaki tek ilişki olumsuz bir ilişki: Özel alanı tanımlayan, onun başkalarını ilgilendirmemesi. Birey ile kamu arasındaki bu olumsuz ilişki, burjuva toplumu bir2yleri ndeki bir ikiliği, bölünmüşl ü ğü ifade ediyor. Sözünü ettiğim ikilik insan/yurttaş ikiliği ve burjuva toplumundaki sivil toplum/ devlet ikiliğine tekabül ediyor. Bu toplumun bireyleri, toplumun bütünün•e ilişkin sorunlarla yalnızca 'yurttaş' kimlikleriyle, yani siyasal haklarının belirlediği sınırlar içinde ilgileniyorlar; toplumun bütününe ilişkin kararlara yalnızca bu ölçüde katılıyorlar. Bu bir2ylerin bir de 'insan' olarak sahip oldukları doğal hakları (ya da insanlık haldarıl var. Bu ikinci grubu, insanların canları, malları üzerindeki mülkiyet hakları, oşillik ve özgürlük hakları oluşturuyor. Bunlar ise, sivil toplum içinde bireylerin kendi aralarındaki ilişkilerde her birinin özel alanını b:;lirleyen, bu özel alana kapanmalarını sağ layan önlemler. Bu üç hak bir arada bireye tanınan özel alanın sı nırlarını belirliyor: Başkalarının bu doğal haklarına tecavüz etmedi· ği sürece birey her istediğini yapmakta özgür. Bu olumsuz özgürlük, bir anlamda, bireyin başkalarıyla V<:) toplumun bütünüyle bağ larının yalnızca iki dizi hak biçiminde (insanlık/yurllaşlık hakları olarakl belirlenmesi dernek. Hem sivil toplum içinde insan kimliğiyle girdiği ilişkilerde, hem de yurttaş kimliği ile devletle olan iliş kilerinde, birey kendi özel alanında yaşadığı somutluğun dışında. Doğal haklarının bel irlediğ·i 'insan kimliği" ve siyasal haklarının beli dacliği 'yurttaş kimliği' bireyin kendisinden soyutlanarak oluşmuş yönleri: 'İnsan' kimliğine ilişkin hakları, bireyin çalışma, aile vb. yaşamında, ancak kendi somut özelliklerinden an ndıktan sonra baş kalarıyla ilişkiye girmesini sağlıyor. 'Yurttaş' kimliğiyle sahip olduğu hakları da, toplumun bütününe ilişkin kararlara, sınıf, ırk, cinsiyet, din farkı gözetilmeden, yani somu t ve n·2snel durumlara göre farklılaşan gereksinimler gözönüne alınmadan katılmasına olanak 12) A. Cemal, «İki Özgürlük ve Bir Kültür", Yeni Gündem, 1 -15 Temmuz, 1981. 13) J. S. Mill. Ôzgii.rliih Üstiine Cçcv. A. Ertanl, Belge Yayınları, 1985, s. 24. Aynca bkz. N. Vergin, "Komuta Ekonomisinden Liberal Ekonomiye Geçiş Deneyimi", a.g.y.
62
Her iki durumda da somut bireyle toplum arasında bir duvar var: Somut bireyin toplumun bü tününde n hiçbir talepte bulun maya hakkı yok 1 4 Böyle olunca, bireyselliğin geliş m es i tümü yle bu özel alana hapsoluyor; her bireyin kendi 'iç dünyasının' zenginleşm esi anlamı nı taşıyor. Bu iç dün y anın geli ş mesinin en belirleyici boyutu, J. S. Mill'in felsefesinde, düşüncenin geli ş mesi; ta r ih içinde özgür birı:~y selliğin oluşmasında en çok b e l bağladığı şey bu. Salt düşüncenin gelişmesi olarak alınmadığı zaman da, bireysel gelişme yine esas olarak içsel bir gel işme diye görülüyor. Bu da çok anlaş ılır birşey : Liberalizm bireysel liği, özel alanına kapanmış insanın tekliği olarak alıyor; bireyselliğin gelişmesi de bireyin içedönükl ü ğün ün g elişmesi oluyor. Bireyselli ğin geli şm esinin ölçütünü içedönüklüğün gelişmesi olarak almanın bir örnegi d e Be lge' nin yazılarında var: «Batı tarihi ... bireyin oluşması tarihidir. Her kültür kendi 'birey' ini yaratsa da, Batı'lı birey, içedönüklüğü, kendifü~ y e terliği ... karmaşıklığı ile özel bir durumdur." ı ;, Gerçi Belg e, bunların Batı'lı bireyin, benim bu yazının başından be ri kullandığım terimlerle burjuva bireyinin özellikleri olduğunu söylüyor; ama yine d·a, bu noktaya getir en süreci genel olarak 'bireyin oluşması tarihi' olarak nitelendiriyor. Bu yüzden d e, saydığı özellikler g enel olarak birey olmanın özelliklerine dönü şü y or. Burjuva düny as ındaki b ireylerin genelleştirilmesi , mutlakla ştırılması sorunun a aşag ıda d ö neceğim. Bu noktada vurgulamak istediğim ş·ay, bu anlayışta bire yselliğin geliş mesinin bireye içsel bir gelişme olarak alındığı. Oysa bu, bireysel gelişmeyi hem son derece sınırlı bir a la na h apsediyor, h em de soyut bir t·amele oturtuyor. Soyut, çünkü toplumsa l ili şkil erin ötesind e, berisinde, ya da yanı sıra tasarlanan bir bireyin geli ş m esin e dönü şü yor b u süreç. Bir eyle ri ge rçe k ten özel alan a k apanmı ş, kendilerini burada geliştiren, yani giderok daha çok k e ndine dönen ve tekliği nin bilincine giderek daha çok va ran bir toplumun id eolojisi baş ka türlü olamazdı da. Bireysel gelişme ile toplumsa llık aras ındaki ili şkiye tarihsel maddeciliğin bakışı ise bunun ta m te r si. Bu bakı şa Luka cs'la girmek istiyorum. Lukacs 1 '; insan türünün tekil örneği ol a n in san te ki
w
w
w
.s
ol ya
yi n.
co
m
tanıyor.
14) İnsan/yurttaş, s ivil topl u m/ dev let ikil ik ler i \'e 'h uk uk özn esi' k avram ı için bkL. G. Sav ran, ·Sivil Toplumun E l eştiri s i •. Yap ıt, Te m m uz 1984. ısı M. Be lge. · Türk Roma n Gele ne gi ve Sevgili Arsız Ölüm " , T oplum ve Bilim, Baha r - Ya/., 1984. s. 59. J6J G. Lukacs' ın bireyse llik ta hli li için, bü yü k ölçüde, ya/arı n. İ ta l ya nca çevirisi Oııt o logi a D ell' Essere Social e <Top lumsal Va r lıgın O n tolojisi> baş lığ ı y l a ya-
63
ol ya
yi
n. c
om
ile birey arasında bir ay ırım yapıyor. Yazara göre insan lı k tarihi ilkinden ikinciye dog ru bir gelişme. Topl u msallaşma arttıkça, yan i her bi r bireyin insanlığın ortak ürününe, kültürüne ulaşma olanağı çogal::lıkça insanlar ' tek'ler olmaktan 'birey'ler olmağa doğru evril irle r . Bütün insanların sözkonus u olanakları nın artmas ı is·3, h em in sanlığın külLürünün giderek daha evrensel bir nitelik kazanmasına ba ğlıdır, hem de bu üründen pay alabilen in sanların ar tması na. Başk a bir deyişl e, toplum sall ı ğın gelişmesi, h em farklı insan toplulukların ın ürünlerinin birbirl e ri yl<~ ili şki içinde o luşmasını getirir , hem de bu ortak ürüne h erkesi n katılımının sağlanmas ını. Çokluk, çeşitli li k ve bunların sağlayacağı özgünlük, yani bireysellik, Lukacs'a göre ancak bu biçimde gelişi r. Bireyin özgün olma şans ını elde ed·3bilmesi için nesnel dünyanın, tari hsel-toplu m sal alanın, kı sacası insan lığın her tür ü rün ünün belli bir ze n ginliğe ulaş mış olm ası gerek. Ancak bu yetmi yor. Bu zenginliğe koşut olarak, bireyin bu nesnel dünyaya katı lma, ondan pay alma ol an aklarının da belli bir düzeye g·slmiş olması gerek. Dikkat edilirse, liberalizmde bireyin kendis ini geliştirme biçimi toplumsal olmayan, hatta tümüyle toplum dışı bir biçimken, Lukacs'ta (ve genel olarak tar ihsel m addecilikte'' ) loplumsallı k bu gelişme nin o lmazsa olmaz koşulu. İlkind·0, bireyin toplumla ilişki biçimi olumsuz anlamda bir özgürlük, yani toplum karşisında özgür olmakken, ikincide, birey· sellik toplum yoluyla, toplum sallaştığı ölçüde özgürce geli şiyor. BİREYSELLİGİN TARİHSEL GELİ$İM İ
al
Bireyselliğin
.s
il.
w
Tarihsel Biçimleri
Yukarıda
hem liberalizmin birey anlayı şını eleştirmeye çcıl:ş hem de bu anlayışın temelin i oluşturan gerç ekliği. Bu gerçeklikte, yani burjuva toplumunda, bireysel Ö.Ggürlügün bir yandan bi reyin yalnızca kendisine yön elik, bireyci bir özgürlük biçimi oldu-
w
w
tım,
yınlanmış olan yapıtının,
lI. kısmının , .. füproduzio ne• CYeniden-Üı etiınl bölümünden ynrnrlandım. (Editori Riuniti, norna, 1981.l 17) 13kz. K. Marx, Gruııclrisse, «1857 Girişi• a.g.y., s. 141: « İnsan l\ elimenin Lam an l amıyla bir zoon po/ilikonduı· !siyasal hayvan -G.S.l -sal t bir 5ürü hayva. n ı değil , kendini ancak toplum içinde bireyselleştircbilen bir hayv a n. " lDegiştirilın iş çeviri.J Ayrı ca bkz. K. Marx, Feuerbach Ü zerine Tezler, V 1: " ... insan özü her bir bireyde içkin olan bir soyu tl ama clegildir. Cerçckte, insan Ö/.Ü toplum sal ili ş ki l erin bütünüdür." K Marx. The German l deology Cder. C. Arthurl. Lawrcnce and \ıVishart, 1977, içinde e k . 64
ileri sürdüm; öte yandan da, bunun bireyin kendisi açısından da sınırlı, güdük, tekyanlı bir özgürlük olduğunu. Bu olumsuz yaklaşım karşısında şu sorular akla gelebilir: «Bütün olumsuzluklarına karşın burjuva bireyleri olmak hiç birey olmamaktan daha iyi değil mi?,, Ya da hatta: «Toplum mu, birey mi?,, Bu sorular, bir ikilemle karşı karşıya olduğumuzu varsayan sorular: Birinci durumda, burjuva toplumu bireylerinin özelliklerini taşımak ya da bireyleşememek, bireyler olarak gelişememek arasında bir seçim yapmam ız bekleniyor. İkinci durumda ise, ya bireyin salt kendi çıkarlarına yönelik, bireyci bir tutum içinde olması nı savunmak, ya da toplum çıkarı uğruna bireylerin çiğnenmesine boyun eğmek gibi bir seçeneğimiz var. Ama her iki durumda da, burjuva toplumundaki bireysellik biçimi, birey olmanın başka biçimi yokmuşçasına mutlaklaştırıl ı yor. Tarihte farklı bireysellik biçimleri olduğunu savunmanın, 'tar ihsel bireysellik biçimleri' kavramına başvurmanın anlamı ise şu: Toplumsal ili şki biçimleriyle - ki buna üretim ilişkilerinden hukuksal ilişkilere k adar çeşitli ilişkil·er girer - bireysellik biçiml ari arasında bir bağlantı var. Aynı toplumsal ilişkileri paylaşan, yani veri lmiş bir üretim tarzı üzerinde yükselen bir toplumsal bütün içinde yer alan bireylerin taşıdıkları ortak özellilüer var. Bu özellikler, o toplumsal bütüne özgü bireysellik biçiminin anahatlannı oluşturu yor. 1 •a Böyle bakıldığında, birey olmak her çağda v·e her toplumda aynı anlamı taşımıyor. Dolayısıyla, 'birey' genelgeçer, mutlak bir kavram değil, içeriği toplumsal ilişkilerle belirlenen tarihsel bir kategori. Bireyin bu biçimde tarihselleştirilme si, liberalizmin soyut birey anlayışını aşmanın ve bu bireye özg ü özellikleri mutlak özellikler olmaktan çıkarmanın önkoşulu . Bu tarih bilinci olmadığında, kendi özel dünyasına kapanmış bireyci bireyleri, burjuva dünyasının b ir özelliği değil de b irey olma halinin genel bir niteliği olarak görmek çok doğal. Yukarıda sözünü ettiğim ikilemin gerçekte tarihsel olarak özgül bir ikilem olduğu, ancak burjuva bireyh;)ri varsayıldığın da geçerli olduğu gözden kaçırılınca, bu özellikleri savunmak varılabilecek tek nokta. Liberalizmin ufkuna hapsolmuş bir bakışın tip ik örneğin i Vergin'in yazılarında bulmak mümkün: «Türkiye b ireysel inisiyatifte bulunmanın küstahça bir cüret, farklılık göstermenin sivrilik, bireyci olmanın merhametsiz bir bencillik olarak algı landığı, kı sacası, birey olarak varolmanın ayıplandığı bir toplum
w
w
w .s
ol ya
yi n.
co m
ğunu
11a) Kuşkusu z aynı
toplumsal bütün içinde farklı 5ınıf, cinsiyet ve reyler üzerinde bu eh belirlenimlerin etkisi de var.
ırklardan
bi-
65
bireysellik kınanacak , tekdüzelik revaçta olacakt~. " 1 ' Kişilikli olmak adına bireysel girişimciligin, bireys<~ lleşme adına birey ciliğin yüceltilmesini ve « Cb) ireysel çıkarlar doğrulLusunda hareket etmenin bir erdem olduğu (nun),, ı!> savunulmasını gönül rahatlığıy la kınayabileceğ imiz kanısındayım . Bu kınama ille bireys·elliği ezen, ufalayan ve cemaatı yücelten bir bakışaçısını varsaymıyor. Çünkü bireyselliğin tek biçimi bireyci ve girişimci bireysellik değil. Hatta özgürce gelişen bireylerin önündeki en büyük engeller bireycilik ve bireysel girişimcilik. Bireyler uğruna bireyciliğin aşı lması gerektiğini görebilmek için ise, « (h) erşeyden önce 'loplum'u bireyin kar5ı sına bir soyutlama olarak k oymaktan ... kaçınmak gerekir. Birey toplumsal varlığın kendisidir. Dolayısıyla, bireyin yaşamın ı ifade ed i şi ... toplumsal yaşamın bir ifadesi ve doğrulanmasıdır. ,,~ 0
om
olacaktı. ..
n. c
Çelişik Gelişme
bl
bireysellik biçimlerinden sö7. e lmiş olmam, bu bireysellik biçimleri karşısındaki tavrımın bir lür görecilik olduğu anlamına gelmiyor. «Her toplumun kendi bireysellik biçimi vardır, dolayısıyla da bunlar kendi özgüllükleri içinde, ayrı ayrı ele alınma lıdır! ,, türünden bir anlayışı savunmuyorum burada. Tersine, bu farklı b ireysellik biçimlerinin bir tarihsel sürecin d·ağişik evreleri olduğu görüşünü benimsiyorum. Bunun bir uzantısı olarak da, liberalizmin doğallaştırdığı, mutlaklaştırdığı, burjuva toplumu bireyini «tarih içinde ortaya çıkmış,, bir «Sonuç,, 21 olarak ele almaktan ya-
.s
ol
ya
yi
Yukarıda farklı
nayım.
tarih içind e ge li şmesi, toplumsal ilişki biçimlerinin tarihsel gelişmesine bağlı bir süreç. Her iki durumda da, bir 'geliş me'den söz edebilmeyi olanaklı kılan , toplumsallığın giderek artması. Bu, ilk bölümün sonunda da değindiğim gibi, bir yandan üretim güçlerinin gelişmesi , yani in sanla rın doğaya g iderek daha çok hakim olması, doğanın giderek daha büyük bir bölümünün insanlı ğın damgasını taşıması deme k ; öle yandan da, insanların kendilerini yeniden-üretirken hep daha girift bağlarla birbirlerine bağlan maları, giderek kendile rini bir topluluk biçiminde yeniden-üretme-
w
w
w
Bireyselli ğin
18) N. Vergin, ·Demokrnsi ve Sivil Toplum•, a.g.y. 19l N. Vergin, · Liberalizm ve İslam Toplumları ". a.g.y. 20) K. Marx, · Economic and Philosophical Manuscripts", Early Writings, Pcli · can, 1977 içinde, s. 350. 21) K. Marx. Grundrisse, · 1857 Girişi•, a .g. y., s. 140. CNişanyan 'ortaya çı km ış' yerine 'gelişmiş' diyor.)
66
anlamını taşıyor. Dolayısıyla, h·em insanların karşısındaki doengeller, sını rlar sürekli olarak geriliyor ve doğa nın daha büyük bir bölümünü toplum biçimlendirmiş oluyor; hem de insan toplumları arasındaki kopuk] ukla r , s ınırlar azaliyor ve bu toplumlar bir büyük topluluğun organik parçalan haline geliyorlar. Kısacası, doğa ve insanlık giderek topl umsallaşıyor. Bu toplumsall aşma süreci nesnel bir olgu. Bizim isteğimizden de, niyetimizden de, değer yargılarıımızdan da bağımsız. Bu süreç k endi başına, insanlar için olumlu ya da olumsuz bir anlam taşımı yor. Toplumsallaşma, insan bireylerinin gelişmesini, özgürleşmesi ni kendiliğinden sağlayan bir süreç değil. Çünkü bu süreç özgürlüğe giden doğrusal bir gelişme değil. Bu gelişme içinde, bireylerin tümüyle özgürleşmesi bir yan dan olanaklı hale gelirk·en, bir yandan da engelleniyor. Bireyselliğin ve toplumsal ilişkilerin tarih içinde gelişmesi çelişik bir süreç. Marx Grundrisse adlı yapıtında bu çeli şik gelişmeyi üç evrede ele alıyor~~ : kapitalizm-öncesi, kapitalizm ve kapitalizm-sonrası. An cak, be n bu bölümde yalnızca ilk iki evreye bakacağım. Üçüncü evre, büyük ölçüde yazının üçüncü bölümünün konusunu oluşturu yor. İlk evrede, bir ey ait olduğu topluluğa kişisel bağlarla bağlı. Bu, şu anlama geliyor: Bireyin toplum içindeki varoluş biçimi, ne 'tür işl er yapacağı, hangi kararlara katılacağı somut olarak belirlenmiş. Onu geniş toplumun üyesi yapan bağlar, kan bağları olabilir, din olabilir, ait olduğu siyasal ka lman olabilir. Ama her durumda, bireyin kişiliğine yapışık bu bağ·lar; onun kişiliğinin somut öğeleri. Ne ol up, ne olamayacağı , kendi kaderi üstü ndeki seçimlerin sınırları bu bağlarla belirlenmiş. Öte yandan, toplumun bir parçası olması nı, topluma katıl masın ı sağlayan da bu bağlar: Toplum bireye ne verirse bu toplumsal bağlar adına veriyor. Toplumsal üründen aldığı pay, toplumun bütün üne ili şkin k ararla ra katılım1, nasıl bir a ile düzen i içinde yaşayacağı, h ep bu adı konmuş, ayrıntılı bir biçimde belirlenmiş toplumsal bağların belirlediği ş·ey l er. Geniş aile, k lan t ü ründen kan bağın a dayalı Lopluluklar:la, birey ile toplum arasındaki bağıntıyı bireyin doğal özgüllüğü oluşturuyor: Yaş, cinsiyet, doğal yetenek bireyin toplumsal konumunu doğrudan doğru ya belirliyor. İşte bu anlamda somut olarak belir}enmiş bir bağ bu. Daha genel olarak da köleci ve feodal toplumlarda, b ireyin toplumdaki konumu, işlevleri önceden, somut olarak belirlenmiş toplumsal-siyasal g ruplardan hangisi n e ait olduğuna bağlı. Örneğin Eski Yunan'da kölel·ar grubuna d ahil olmak, siyasal topl umun dışında
leri
w
w
w .s
ol
ya
yi
n.
co m
ğal
22l Bu evreler
i~' in
bkz., Crundrisse, a.g.y., s. 227-233 v0 s.
519 - !:ıSO.
67
bırakılmayı
ve belli işleri yapmayı kendiliğinden getiriyor. Dolayı bireyin geniş toplumdaki konumu 'köle' diye somut olar ak verilmiş. Gerçi köleler topluluğu içindeki ilişkiler eşit ve genel: Bu topluluğun sınırları içinde belirlenmiş bir konumu yok bireyin. Ama köleler topluluğunun kendisinin gen iş toplum içinde çok özgül bir konumu var: Kölelerin gen iş topluma üyelik biçimleri hangi sokaklarda gezeceklerine kadar varan bir somutlukta belirlenmiş. sıyla,
w
w
w
.s
ol ya
yi
n. c
om
İkinci evre, genelleşmiş meta üretimine (kapitalizme> tekabül ediyor. Burada bireyler bu tür somut, kişisel bağlardan özgürleş miş; toplumsal konumlarını önceden belirleyen, önceden tanımlan mış toplumsal bağları yok. Herşey emekgüçleriyle ne yapacakları na bağlı. Ancak bu toplumsal bağlar koparken, bireylerin büyük bölümü sözkonusu somut aidiyetin sağladığı bir takım güvencelerden de yoksun kalmış: Onlara üretim araçlarını kendiliğinden sağ layan bir toplumsal grup yok. Dolayısıyla, toplum içinde varolmalarının koşulu emekgüçlerini satmak. Bu açıdan bakıldığında, toplumla bağlarını oluşturan şey, emekgüçlerinin mübadele değeri. Bu bağın, bireyin kendi ki şiliği, somut varoluş biçimiyle hiçbir ilişkisi yok. Mübadele değeri, bireyin özgüllüklerinden, yaptığı somut işten bağımsız olarak belirl·aniyor. Dolayısıyla da soyut bir toplumsal bağ. Aynı şey, emekgücünü satın alan kapitalist için de geçerli. O da kendi somut gereksinimini dolaysız bir biçimde karşılamıyor. Mübadele değeri üretmek için üretim8 giriyor; kendi somut gereksinimlerini ancak bu mübadele değeri aracılığıyla edindiği metalarla karşılıyor. Sonuç olarak ortaya, yukarıda sözünü ettiğim piyasa bağımlılığı çıkıyor. Genelleşmiş mata üretiminde, kişisel olarak bağımsızlaşmış olan bireyler, genel bir bağımlılık ağı içindeler. Bumda, bireyle toplum arasındaki bağ bireyin tümüyle dışında, soyut ve genel bir bağ: Kapitalizm-öncesinden farklı olarak, biroaylerin somutluğunun ve özgüllüğünün damgasını taşımıyor. İlk evrede birey topluluk içindeki özgül gereksinimlere göre üretirken, ikincide genel bir değer üretiyor.
Bu iki evreye toplumsallığın gelişmes i açısından baktığımız da görünüm kabaca şu: Kapitalizm-öncesinde somut, yerel, yani sı nırlı gereksinimler için üretim yapılırken, kapitalizmde üretimin hedefi evrensel. Mübadele değeri için yapılan üretim, tüm insanlığa birden yönelik bir üretim. Kapitalizmin bu toplumsallaştırıcı etkisi, ayrıca, üretimin giderek daha toplumsal biçimde örgü tlenmesinde ve üretim güçlerinin görülmemiş bir biçimde gelişmesinde de ortaya çıkıyor. 68
co m
Dolayısıyla, bireyselliğin g-alişmesi için başlangıçta bir önkoşul olarak koyduğum 'insanlık ürünü ·~:ı bu ikinci evrede gerçekleşmiş gibi görünüyor. Ancak bu 'ortak' ürün, bireylerin somu t gereksinimlerinden tümüyle bağımsız bir biçimde oluşmuş bir ürün. Böyle olunca da, bu gemılliği içinde yalnızca nicel bir zengin leşmeyi getiriyor; bireyin doğayla ve tüm toplumsal çevresiyle ilişkileri tekdüze bir mülkedinme ilişkisine ind irgeniyor. Bu bağlamda, bireylerin gereksinimlerinin çeşitlenmesi, doğal ve toplumsal çevreleriyle iliş kilerinin çoklulaşması, yetenek ve becerilerinin farklılaşması sözkonusu değil. Reklamların geliştirdiği gereksinimlerin düzeyini gözönün e aldığ ımızda, ger eksinimlerin nicel olarak artmasıyla n itel olarak farklılaşmasm ın hiç de aynı şey olmadığı çok açıkça ortaya çıkı yor. Tem elde yatan bir mülkedinme gereksinimine indirgenebilecek bu «çok çeşitli» ( !) gereksinimler, g·a nellikle, s tatü edinme, dört duvar içine hapsolmuş özel alanı «renklendirme" kaygılanyla pe-
Kısacası,
bireylerden kopuk,
n.
kiştirilen çırpınmalar.
onların gelişme
süreçlerinin
dışın
da bir toplumsallaşma bu: Mübadele ilişkileri aracılığıyla kurulan
w
w
w .s
ol
ya
yi
toplumsallık ve bu mekanizmanın sonucunda oluşan 'insanlık ürünü' tek tek bireylerin gelişmesine yol açmıyor. Genel olarak insanlı ğın yetenekleri, potansiyeli ku şkusuz çok gelişiyor; ama bireyler açısından durum tam tersi. Bireysel gelişme ile insanlığın potansiyelinin gelişmişliği arasındaki bu çelişki kapitalist emek sürecinde21 doruk noktasına ulaşıyor. Burada işç i sürekl i olarak belli bir beceriyi geli ştiriyor; bu özel beceri v·a bu becerinin tamamlayıcıs ı olan makina gerçekten de i nsanlık açısından büyük bir gelişmişlik ifadesi. Ancak bu beceri, sözkonusu birey açısından ba şka bütün kapasitelerinin felç olması, kısıtlanması d·a mek. Sonuç olarak , bireylerin çok yanlı gelişmelerinin önkoşu llarını oluşturan bir top lu msallaşma biçimi ilginç bir çelişkiye yol açı yor: İnsanlık gelişir· ken, birey sınırlanıyor. Kapitalist emek süreci içinde i şçinin bireys·alliğinde en çarpıcı biçimiyle ortaya ç ıka n bu çel işki, genel olarak burjuva toplumuna özgü bireysellik biçiminin çok temel bir özelliği. Piyasa mekanizması, toplumda son derece g·ç]işkin bir ak ı şkanlığı , sınırları belirlenmemiş bir toplumsallaşmayı getirirken, bireyi kendi özel dünyasına ve bu dünyanın sınırlı , tek yanlı gelişme potansiyeline terk ediyor.
23) Bkz.
yukarıd a
s. 64.
24) Emek süreci konus u ıçın bkz. H. Ansal, · Te knolojinin Taraflılıgı ve Üretim İlişkileri •, Oııbirinci Te z D iLis i. Kitap ı. Kasım ı985, içi nde.
69
w
w
w
.s
ol
ya
yi
n.
co m
Bu toplumsallık bireylerin ge li şmesinin temeli haline gelebilecek kon, yalnızca soyut bir anlamda, (mübadele aracılıgıylal toplumsallaşma olarak kalıyor. Bireyin bu toplumdal\i özgürlüğünün salt olumsuz bir özgürlük olmas ı da iyice açıklık kazanıyor: Toplumun her alanda örgüLlcnmesini belirleyemeyen, yani toplumsallaşma bi çiminde sözü olmayan birey ancak toph..ımtlan. özgür olduğu ölçüde özgür oluyor. Olumlu anlamda bir özgürlük, kendi kaderi yani toplumsallığı üzerinde bireyin söz sahibi olmasını gerektirir çünkü. Burjuva toplumunun bu çelişkiyi barındıran bireysellik biçimine mutlak olarak olumlu, ya da mutlak olarak olumsuz bir biçimde yaklaşmak olanaksız. Kapitalizm içinde, farklı toplumsal koşul larda bu çelişkinin farklı yönleri ön plana çıkıyor. Bu nedenle de. bugün, tarihin bu aşamasında, gen·zl olarak 'çarpık', 'bozuk' olan bir bireyselleşme ile genel olarak 'direnebilen', 'özgür irade sah ibi olan' bireyler arasındaki bir karşıtlıktan söz edilemez. Gerç-2ktcn de burjuva toplumunun bireyleri, belli alanlarda ve belli sınırl ar içinde, kapitalizm-öncesi toplumların bireylerine göre kzndi seçimlerini daha özerk çe yapabilen bireylerdir. Ama aynı bireyler, yukarıda açıklamaya çalıştığım biçimde, güdük kalmışlığı, çarpıklığı kendi bağırlarında taşırlar. Bu yüzden d·J, 'bizdeki' bireylerle Balı bireyleri arasında temelde büyük bir farklılık olmadıgı kanısındayım. Kuşkusuz bu bin~y selli ğin gelişme biçimleri ve temposu somut tari h sel koşullara göre farklılaşmıştır, ama özde ayn ı bireyselliktir sözkonusu olan. Ancak Belge bu farklılığın öze ilişkin olc\uğunu ve 'bizd-0' bireyleşmenin 'olumsuz' bir biçimde gerçekleştiğini düşünüyor: « ... bireyle5ıne alabildiğine arttı . Bu ise, ortak bir kültürün vereceği denetim ve disiplinden yoksun, başkaları pahasına bir bireyleşma idi. 'Köşeyi dönmek', dönsmin ruhunu en iyi anlatan deyimdir.»~~· 'Başkaları pahasına bireyleşme' burjuva toplumuna özgü bireyleşmenin en 'emel özelliklerinden biri oysa. Başkalarına karşı ilgisizlik, özel alana kapanmışlık bu bireyin birey olmasını sağl ayan şeyler. Birnyselliği zaten bununla sınırlı; birey oluşunun bunun ötesi nde bir anlamı yok. Özgül toplumsal koşullarda, örneğin kapitalizmin bunalı mına aranan bazı çözüm biçimlerinde, bireyler kısa zamanda büyük servetler yapma olanağını bulabilirler. Bu koşullar altında, zaten toplumsal alanla bütün ilişkisi bir mülkedinm3 ilişkisi olan bireylerin 'köşeyi dönmeye' çalışmaları çok olağ·an. 'Bize' atfed il en bir başka özell ik ele 's ivrileşememcmiz', farklıltk taşıyamamam ız, sürü insanı oluşu mu z. Gerçekte bir sürüye ait ol25) M. Belge,
70
Tcırilıten
Cüncellige, a.g.y. s. 50.
w
w
w
.s ol
ya yi
n.
co
m
mak, bir küçük grubun üyesi olmak, g·anel olarak burjuva toplumu bireyinin yalıtılmışlığının doğurduğu bir gereksinim. 'Sağlıklı' bi reyleşmenin anavatanı olan İngiltere'de, belli bir futbol kulübünün bayrağı arkasında ,o 'takım' <ki bu, sürü olmanın en yaygın çağdaş biçimi) adına karşı kulübün taraftarlarını öldürmaye varacak kadar sürü insanı olabiliyor bireyler. Bu, onları ne daha az burjuva toplumu bireyl·ari yapıyor, ne de daha çok. Bu bireysellik biçiminin taşıdığı çelişkinin, aynı zamanda hem bireysel inisi yatif sahibi, hem de yalnızca insan 'tek'i olmak anlamında bir birey olmanın dışavur ması bu olay. Belge'nin Batı 'daki bireyleşm e biçimini 'ol umlu ', Türkiye'dekini 'olumsuz', 'sağlıksız' olarak görmesi, birey kategorisini tari h-dış ı bir kategori olarak almasından kaynaklanmıyor. Daha önce de gördü ğümüz gibi bireyin gelişmesini tarihsel bir sür ecin içine yerl eştiri yor Belge. Burada asıl sorun, bu tarihsel gel i şmenin t·cmelinde yatan toplumsal ilişkilerin çok açık olmaması, yer yer belirsizleşme siyle ilgili . Bireyselliğin tarihsel biçimleriyle üretim ili şkil·ari arasındaki bag belirgin bir biçimde konmadığı için, bireyleşme, ideolojik-hukuksal ilişkilerin ve kültürün neredeys·a özerk devinimine bağlanıyor. O zaman da, 'burjuva bireyinin tarihsel gelişimi' yerine, yalnızca 'Batı'nın bireyleşme tarihi'nden söz etmek kolaylaşıyor. Bunun önemli bir uzantısı var: Farklı burjuva toplumlarında, yani bugün Batı toplumlarıyla Türkiye toplumunda yaşayan bireylerin taşıdığı ortak özellikler gizlen iyor; onun yerine Batı'lı bireyle Tü rkiye'li birey arasındaki farklılıklar ön plana çıkıyor. Aynca, üretim ilişkilerini tahlile sokmamanın belki daha da çarpıcı bir son ucu var: Son tahlilde, karşımı za, yeterince somutlaşt ı rı l madığı için tarihsizl·aşen bir 'Batı ' kavramı ve b u Batı'nın bireyi çıkıyor. Burjuva toplumunda yaşayan bireylerin taşıdığı çelişk inin aşıl ması bu bireysellik biçiminin temelinde yatan toplumsal ilişkilerin dönüşmesiyle olanak kazanır. Bu da a ncak, toplumsal ilişkilerin dönüşümü, özel alan il e toplumsallık arasındaki duvarın yıkılması an lamında bir dönüşüm olduğu ölçüde mümkün. Ancak o zaman, bireyin öz gürlüğü, kendi iç dünya s ının ötesine uzanan , ve toplumun bütününe ilişkin kararlara bireyin katılımıyla olumlu bir içerik yüklenen bir özg ürlük olabilir. Bu katılım, tarih içinde ge lişmiş olan toplumsall ı~ alanından bireyin pay alması, öze l ki şi/yurttaş ikiliği nin aşılıp, toplumsal bireylerin oiu şmaya başlaması anlamını taşır. Bireylerin tümüyle özgürleşmesi, bütünsel insanlar olarak gelişme si süreci ancak böyle başlar.
71
111. al
ÇELİŞKİNİN AŞILMASI
: TOPLUMSAL BİREY
Tarihsel Önkoşullar
Bu sürecin ba şlangıç noktasını, k ar için üretimin garide bırakı bireylerin somut gereksinimlerini dile getirebildikleri bir üretim biçimine geçilmesi oluşturuyor. Daha önce de söyl ediğim gibi, toplumda ür-:Jtimin hangi önceliklere göre sürdürüleceği, çeşitli kurumların nasıl düzenleneceği üzerinde bireylerin söz sahibi olmaları, tarih içinde gelişmiş olan toplamsal alanla doğrudan bir ilişkiye girmeleri demek. Piyasa mekanizması d a, tabanda doğrudan katılı mı sağlamamış bir merkezi planlama da, bir-ayin özel alanıyla toplumsallık arasındaki duvarı ayakta tutan toplumsal örgütlenme biçimleri. Ancak, bireylerin bütünsel insan lar olarak gelişmeye başlam a sını olanaklı kılan da, tarih içinde toplumsallığın gelişmiş olması. Başka bir deyişle, burjuva toplumunun bireylerini güdük bırakmış olsa da, insanlık için çeşitli olanakları barınd ıran bir gelişmenin
n.
co m
lıp ,
gerçekleşmiş olması.
toplumsallaşma
w
w
w
.s
ol
ya
Bu süreç içinde,
yi
sürecini biraz daha ayrıntılı bir biçimde ele dış gerçeklik ve doğa giderek artan bir bi çimde insanların bel i rlediği bir toplumsal alana dönüşmüştür. İn san, doğayla iliş kisind·a, eldeğmemiş bir doğayla değil, tarih içinde insanların yoğurmuş olduğu bir doğayla karşı karşıyadır. Bu dönüştürme sürecinde insanların yetenekleri, duyarlıkları da giderek doğal verilmişliğini aşmıştır. İnsanın görmesi, duyması, her tür duyusu kültürel boyutlar edinmiş, salt doğal bir duyu olmaktan çık mıştır. Çünkü gördüğü, duyduğu, algılad ığı dış dünya, giderek artan bir biçimde toplum tarafından biçimlendirilmiş bir dünyadır. Dolayısıyla, insan faaliyetinin yaratıcı faaliyet boyutlarını taşıması olanak kazanmıştır. Öznel olarak, tek tek insanlar açısından bakıl dığınde., gereksinimler hep daha toplumsal-kültürel ürünler olan gereksinimlere dönüşmüştür. Nesnellik açısından bakıldığında da, bu gereksinimleri karşılayacak olan insanlık ürünü ç·aşitlilenmiş, Bu
alalım.
farklılaşmış, zenginleşmiştir. Dolayısıyla
bu süreç sonunda, iki anlamda toplumsal olan bireyolanak kazanıyor: Hem doğal 'tekliğinden' çıkmış, farklılaşmış, toplumsal olarak yarat ıl mış bireylerin ortaya çıkma sı, h em de bunların aynı zamanda toplulukla içsel bir bağı olan bireyl er olması mümkün artık. Birsy sel gelişmesi ile toplumsallığını b irbirinin dışında yaşayan özel bireyden farklı olarak, toplumsa l bireyde bu ikilik yok. Bunun maddi temeli ise, birey ile toplumsallık arasındaki ilişki biçimi.
lerin
72
oluşması
Kapitalizmde bu ilişkiyi soyut, nesnel bir bag olan mübadele Birey bu bağı hiçbir ş·::ıkilde, kendi öznel, somut gereksinimleri ile belirleyemiyordu. Kişisel olmayan, bireyin dışında olan bir bağımlılıktı bireyin yaşadığ ı. Bireylerin üretimin bütününe ve genel olarak toplumsal örgüLlenmaye katılmasıyla birlikte bu bağ salt dışarıdan verilmiş bir bağ olmaktan çı kı yor. Toplumsal bağlar bireylerin bilinçli seçim ve kararlarına tabi kılınmış oluyor. Kısacası, 'toplumsal birey'e tekabül eden üçüncü evrede, ham ilk evrenin kişisel bağımsızlığı, h em ikinci evrenin nesnel bağımlılığı ortadan kalkıyor. İkin ci evrede toplumsal bağlar yalnızca bireylerin gereksinimleri arasında bir karşılıklılık olmasına dayanırken, üçüncü evr ede bireylerin birbirinden farklı öznel gereksinimleri bu bağları damgalıyor. İlk durumda bireyin emeği yalnızca mübadele aracılığıyla toplumsal emek halin-a gelirken, ikinci durumda, daha baştan, bireyin emeği tüm somutluğu ve özgüllüğü ile toplumsal emek. Bu, özel üretimin yerini toplumsal üretimin almasın ın sonucu: Üretim artık bir yandan büyük ölçekte örgüLlenmiş ve bu anlamda toplumsal; ama öt·a yandan da, bütün toplumun toplam üretimi gözönüne alınarak, bu toplam üretim üzerinde bilgi ve k arar sahibi oları hireyler tarafından gerçekleştiriliyor; bu anlamda da toplumsal. Özel üretimde bireyler, yalnı zca, uzmanlaşmış bir toplumsal işlevin sorumlu luğunu taşıyor; bu yüzden de golişmaleri kısmi, tek yanlı bir geli!jme. Toplumsal üretimde ise, kendi işlevlerini bir bütünün parças ı olarak, kendi bilinçli kararlarıyla belirliyorlar. 'Toplumsal birey'e i li şk in bu açıklamaların or taya çıkardığı önemli bir nokta var: Marx'ın bu anlayışında k i 'toplumsal' kavramı, somut farklılıkları, çeşitliliği ifade eden bir kavram. Farklılıkla rın bastınldığı b i r genellik ya da toplumsallık değil. Bireylerin farklılıklarını, özgü ll ükleıin i bastırmak bir yana, bu toplumsallık bütün bunların temelini oluşturuyor. Toplumsal üretim çerçev·esi içinde, somut bireyler üretimin bütününe rnüdahele edebildiği için böyle bu. Daha ganol, felsefi bir açıdan bakıldı ğında ise, bireyin gelişmesi ile bütün insanlığın ortak ürünü arasın daki tıkanıklık ortadan kalktığı, arada bir kanal açıldığı için. Bu 'kanal'ın açı l masının taşıd ığı anlama yazı boyunca çaşitli bağlamlarda deginme fırsatını buldum. Bireyin gel işmesi ile toplumsallaşma arasındaki duvarın yıkılmasının farklı boyutları vardı: Toplumun, bireyin gelişmesine yapacağı katkılardan, bireyin toplumsal kaderini gerçekten kendisin in belirlem::ısinc kadar uzanı yordu bu boyutlar. Son olarak da, üretimin Lop luın sallaşmasınm bu duvarın yıkılmasındaki belirleyici konumunun altını çizdim. Şimdi,
w
w
w
.s ol
ya yi
n.
co
m
oluşturuyordu.
73
co m
toplumsal bireyin gelişmesinin ön k oşullarından bir başkasına kı sa ca değinmek isti yorum. Bireyin in sı-:.nlık ürününden pay alabilmesi , y in·3 kar amacın:ı yönelik ÖL'.el üre timin toplumsal üre time dönü ş m es iyl e sıkı sıkıya bağlantılı olan boş zamanla mümkün. Üretici güçlerin gelişmesi, belli bir ürünün üretilmes inde ge re kli olan emek /amanını azaltı yor. Toplumsa l üret ke nliğin artması d eme k olan bu gelişme, toplu mun kendisini g idere k d a h a kı sa bir zaman dilimi içinde yenidenüretebilmcsini olanaklı kılıyor. Bireylerin toplumsal üretim içi n ayı racakl arı zaman kısaldığında, başka tür faaliyetlere yönelmeleri güncJeme gelebiliyor. Anca k, bireylerin boş rnman tale plerini dile getir:::bilmel eri için de yine üre timin planlanmasında söz sahibi olmaları gerekiyor.
yi n.
Boş zaman , bireylere, toplumsal ürntimin ör g ü tlen mesine katıl maktan, kültür-sa nat açısından kendilerini geliştirm elerine, doğay la ilişkilerinin sa!L doğadarı 'yara rlanma'nın ötesin·a geçmesine, bi reyler-arası ilişkilerin çeşitli boyutlar kazanmasına ka dar, çok farklı olanaklar açıyor. Tarih içinde yaratılmış olan in sa nlık ürününden pay almak da bu zaten .
'Boş
w
w
w
.s o
ly a
zaman·dan bu baglamda söz edildigi nde genellikle bir inançsızlık ifade edilir. f ş çık ı şı lrnhvede boş oturan, ya da oyun oynayan, h afta sonları maça gid·:::n, :ru. da televizyonda maç seyreden bireylerin, daha uzun boş ;:amana sahip olduklarında, olsa olsa dah a çok oyun oyn ay ıp, dah a çok maça gidecekleri varsay ılır, Bu in ançsızlık, kanımca, duragan bir insan dogas ı varsay maktan kay nakl anıyor. G e lişmesi özel alanına h apsol mu ş bir dünyanın bireylerinin, toplumun bütününü biçimlendirmeye heves ctme m cl·2ri; gelişme olanaklarını ke ndi başl a rın a yaratmak zorunda olan insanlar ın bu boş çaba içinde k e ndilerini tüketmemeleri çok da şaşılacak birş·::ıy değil. Bu, olsa olsa, buı juva dün yas ının bireysel gelişme aç ı sından bir fiyasko olduğunu gösterir. A nlamını k a pitalizmin eğlence sanayiinden, spor piya sasından , metalaşmış cinselliginden, kuru tulmuş doğasınd an ve atomize olmuş bireyler arasındaki ili ş kilerinden kazanan bir boş zamanın, bireyl e rin gelişmesin i sağlaması h zkle n emezdi. 'Topl umsal birey'in boş /amanını, bu bireysellik biçimin i olanaldı kılan başka bütün etk e nlerle bir arada düşünm e k gerekiyor. Bu boş zamanın içeriğini bclirley·ace k olan, toplumun ge n el olarak nasıl örgütlendiği.
74
tl
'Toplumsal Birey' Bir Ütopya mı?
Bizden burjuva toplumu bireyleri olma mı z istend iğinde, bLna bel bağl adığım a lternatif bir ütopya mı? 'Ehveni şer' le rle yetinm:::mel{, pragmatik olmayı reddetmek hep ü topyalar adı na olmadı mı ? karşı çıkarken
Bence hayır ! 'Toplumsal birey' tarih dış ı bi r in san doğas ı anlahareket edilerek oluşturu l muş bir düş ün ce d egil. Birey le r in ancak bu bi çimde geli şebil·:::cekleri ni savunman ın te mel inde, insa n doğasına en uygun durumun önc eden belirlenebileceği ve bu durumun da toplumsallık olduğu gö rü şü yatmıyor. Toplumsall ı k. tarih için de gelişmiş olan nesn el bir o lgu . Gerçek bir s ü recin sonunda b ireyler öyle bir no k taya var mı~l ar ki, yaşadıkları ile yaşayabi lecekler i arasın daki çeii.şki:ıi n taş;yıcıs ı dur um una ge lm i şler. Toplum sal birey, bu tarihsel çelişkinin yoıcatı. ıg ı dinamis in ve olanaklıl ığın ürü nü olarak orLaya çıkacak. Ya da tersinden bc;_l-~c...~·.:;& t: Bu çelişki toplumsa l bireyin oluşması yö nünde aşılmazsa, burjuva toplumunun bi reyleri taş ıdık l a rı b u y tlkl":!ı al tında g iderek d a ha çok ezilecekler: Fu tbol maçl arında daha çok sayıda insan öldürülece k ; dah a çok sayı d2. insa n ayn ı d emir süslerl e bezen ip aynı s iyah m8ş inleri g iyerek 'özel' olmaya ça lışacak; da ha çok s a yıda insan 'kö şe yi dönme ye' çalışırken vi rajdan aşağı uçacak ...
ya yi
n.
co
m
yı şın dan
w
w
w
.s ol
Üretim i li ş kil eri nin tarihsel gelişimi ve bireysellik biçimin in ta rihsel gelişimi, topl umsal birey için şu anlamda ge:rçck bir temel ol uşturu yor: Libe ralizmin, özel a l an ı içinde geli ş meye terk ed ilm iş bireyi, böylesine toplumsalla şmış, lrn rmaş ıkl aşm ış bi r dünyada kendi içsel potansiyeliyle gelişmek zorundaydı; ve o yüzden d e geliş mesi güdük, tek yanlı kaldı. Toplu msal bireyin oluşması ve bireyler in b u yönde geliş mesi ise, m addi b ir tem ele, insa nlı ğın bugüne kadar yaratabil diği n esnel dünyaya dayanıyor. Bu bireyin ortaya çık m as ı , sözkonusu insan l ık ürü nünün farklı ilkelere göre düze nlenm esin e bağlı. Birey i gelişti recek olan, b elirlenemeyen , g ize mli bir iç dün ya, ya ela mutla k oldu ğu ö lçüde ol ums u z bir anlam taşiyan bir özgür lük deği l. Tersine, toplumscıJ bi r ey, somu t, dene tl e nebilir, d ü zenlenebi lir bi r toplumsal alan ü zerinde ge li şecek. Bu yüzden de, çözüm, ' bireyci, birey,;e l girişimc i , rekabetçi olm a k ya d a (bireyl olmamak ' türünd e n ikile m le r karşı s l'ıcl~ ıreril2yip, 'önce bir birey ol manın ' yoll a rını aramakLan geçmiyor. Bu arayışın bizi götü receği yerle rd en biri, h er an mis tik boyutla r ü retmeye gebe, d ı ş8. kapalı b ir öz el dü nya. Ama da h a az 'yüce· bir yere de varabilir-iz bu yol un son u nda: Bi rey olman ın ge reklerini yerine ge7:J
w
w
w
.s o
ly a
yi
n.
co m
tireduralım, kendimizi piyasanın ortasında oraya buraya savru·· !urken bulabiliriz. Daha anlamlı olan alternatif, varmış olduğumuz bu somut noktadan toplumsal varlıklar olarak nereye gidebileceğimizi tartış mak. Bu alternatifte tartışmanın terimleri oldukça belirgin. Toplumsal örgütlenmeye ilişkin somut, maddi gerçeklerden söz ediyor olacağız. Türkiye'li bireyi geçmişte yapabildikleri ve yapamadıklarıy la, ama hiçbir an toplumsal ilişkilerin dinamiğinden koparmadan ele alırsak , belki bu kadar umutsuzl uğa kapılmayız.
76
m
ANAP Üstüne Tezler ve Düşünceler
ZARALI
co
Ragıp
1983 seçimlerinden bu yana iki yılı aşkın bir süre geçmesine bugün ANAP'ın bir geçiş dönemi olgusu olup olmadığı h a la tartışılmaktadır. Bu sorunun yanıtlanabilmesi için zorunlu olarak AN AP'ın hangi tarihsel dönemin çelişik gelişmelerinin ve çatışma larının ürünü olduğu ser gilenmelidir. Çağdaş dünya bağlamından başl ayıp, Türkiye'de ANAP'ın yükseldiği ortama, toplumsal sınıfla rın konumuna, bu partide eski ve yeni yanların o lu şturduğu bireşi me, dayandığı kadroların toplumsal yapı özelliklerine ve ideolojik formasyonlarına değin uzanan bir dizi soru yanıtlanmalıdır. Bütün bunların değerlendirilmesi ANAP'ın yükselişinin tesadüfi mi, yoksa yeni bir dönemi n düzenlemelerinin gerektirdiği bir zorunlulu k mu olduğunu gösterecektir. Ve bizce ANAP, geçici bir parti ya da bir geçiş dönemi kurulu şu olarak kalsa bile, önemli dönüşümleri gerçekleştiren ve tarihin bu evresinde karmaşık özelliklerin bireşimi ni sergileyen bir aktör olarak işlevini yerine getirmiş olacaktır.
w
w
.s ol
ya yi
n.
karşın,
ÇAGDAŞ DÜNYA BAGLAMI :
w
A.
J.
J.Jluslararası Yeni İşbölümü ve Dünya Kapitalizminin Bunalımı.
İthal ikameci sanayilaşme politikaları birçok Latin Amerika ve A sya ülkesinde - bu arada Türkiye 'de de - sermaye birikiminin belli bir düzeye erişmesini sağlamıştı. 1970'lerde dünya pazarı nın tüm sınırlarının zorlanması gündeme geldi. Uluslararası yeni işbölümü çerçevesinde, ithal ikameci sanayil eşmenin ötesinde emek yoğun sanayilerin belli bir birikim evresine gelmiş az gelişmiş kapi-
77
talist ülkelere aktarılması, ihracata yönel ik bir sanayilc<ıme politiizlenmesi, bu ülk e ekon omilerinin dünya pa7arına tam an lamı yla ::ıklcml·2nmes i , g iderek global b ir bunalıma yönelen dünya k apitalizminin süregelen durg unluktan kurt ulma çab:ı.lannı yc:ı.nsıt makt.aydı. Ancnk dLinya kap ;ta li/·11ini n bunal;ınının yoğu nl aşm::ı.~ ı . az geli ş miş kapitalist ülkeleı·ın pe~pese içine dü1tüğü dış borç krizi ve iflaslar, dayaulı:~n istikrnr po litikaları, ulu s l ararası yen i işbölü m ü ça rçev ::ısindc yoralan geli şmeler i n çelişik ve ka rma şık görünümler kazanmasına neden old u. Bu karmaşık s üreç içinde bu yeni p oliti k ala rla çı karları çelişe n sermaye k esimleri eller ind·~ ki siyasal arnçlarla gerek metropol ülkelerde, ge rekse az geli şrni 7 kapitalis t ülkcJ.a rde bu yeni ekonomi poli tikaların a m uha lefet eltil::ır b ir ya nd an bunlara ayak u ydurm ağa ça lı şsalar bile. Örnegin ul uslararası yçn i işbölüınü içinde, az gelişmiş sanayi ü lkelerinin doku ma ürünleri m etropollerin pazarlarını kaplarken . gelişmiş kapitalis t ülkelerdek i dokuma sanayiincleki serm aye çavreleri ellerindeki s iyasal araçlarla korumacı ön lemler ald ırab il dil er. Türkiye örneğinde, 1982'de sana1ic i çevreler istikrar politikalarının enflasyonla mücadele konus und a gavşeti lm::ıs ini sağladılar. Özal da, ANAP iktidara geçtikten sonra enflasyon u bilinçli olarak sürdürme politikası izled i. Bu çerçeve i çınde, <::konominin bu yen lden biçimlondirilişine bü yük b urjuvaziden tepki geldigi söylenemaz . Bu kes im Şili örneği n de de o ldugu g ibi, ith ala Lçılıga ve yaba n cı te k e lle r le ortaklı ğa yön elm ekte. Yeni dön e me ayak uyduramayan iş letmeler ise tasfi ye o lmakta, büyü k bankalar ya da tek aller tarafın dan y u tu lma kt adır . Bu rjuvazi içi nde Özal'a mu h a lefet bu k esimden gelm«ıkted.ir. Bu dön2rncle eski durumunu yitiren k esimlerden biri de genel olarak tarımdır . Türkiye'de kitle partilerinin gelenekselleş miş olan büyük ve or ta köylü yü d::ıstek le mo politikası, bu dönemde terkedildi. «fiyat makası tarım aleyhine açıldı". !Tercüma n). DYP' nin daha çok kırsal kesimde ilgi ile karş ılanmasının a na nedeni ele buydu .
w
w
w
.s o
ly a
yi
n.
co m
kasının
2.
ABD'nin
Hege mon yasını Güç lc ndiri şi.
Bir h egemonya bunalımı yaşamakta olan ABD, Raagan yönetimi il e bi r likte dün ya çapında h a ml ele r yapmaya girişti. Avrupa'ya v e di ge c müttefiklerine s iyasal \·e ekonomik ö nderliğin i y·an ide n onay lat tı. 1980 sonrası Türkiye'ni n ili şkileri Avrupa il e soğuklaşma ya girerken, A BD baz ı ask eri ko l aylıklar sağ·l ama yan ında , dış tican::tteki payını da yükseltti . Ancak bunda da bir orantısızl ı k vard ı. 78
Yeni
Sağın Yükselişi.
ol
3.
ya
yi
n.
co m
ANAP iktidarının ilk iki yılında ABD'den yaptı ğımı z ithalat yükselirken . bu ülkeye olan ihracatımız düşük düzeyde kalmaktadır. Özal'ın Başkan Reagan 'a çok veciz şekilde dile getirdi ğ i yaklaş ım, aynı zamanda dönemin man tığ ını da yansı t maktaydı: «"\Ve don' t want more aid, but morc trade» . (Da h a fazla yardım değil, daha fazla ticaret istiyoruz ) . Bu dönemde T ürkiye dış ticaretind e Avrupa ve sosyalis t ülkelerin pay ı gerilerken, ABD yan ın da Orta D oğu ülkelerinin payı yü ksel m ekteydi. Bu kayış ANAP'ın ideolojik se n tezin de önemli yeri b ulu nan Türk - İslam yakl aş ımm a da u yg un düş mskteydi. Ama bu aynı zamanda Türkiye'nin 1960 sonrası Avrupa ABD - Sosyali st ülkeler - Arap dünyası arasın daki dengeleri gözeten «geleneksel politikasında n,, k ayması ve Orta Doğu'nu n karmaşık politik coğrafyası içine sürüklenmesi anla mın a geliyordu. Onyıl lar boyunca Batı Avrupa il e bütünleşme politikası izleyen Türkiye ş i mdi ABD - Orta Doğ u eksenine k ayıyordu. ANAP ' ın oluşma sürecinde açık bir ABD dest-eğ·i gözlendi. Avrupa'da siyasal çevr eler ABD'nin Sunalp'in partisini destekleyeceği beklentisi içindeyka rı. ABD eski dış i şle ri bakanı Eaig, !Jir yemekte eski Alman başba kan Brandt'a Özal'ı des tekl 2d ikle rini açık lam ıştı. Seçimlerd·:::n k ısa sü r e ön ce 26 .8.1983 'te "\Vall Street Journal' de çıkan bir yaz ı da Özal'dan yan a açık tavır konulm uştu'''.
w
w
w .s
ANAP ' ın dünya bağla mınd a çakıştığı sü r 2çlerden bi r i de, ABD ve Avrupa'da yeni sağın yükselişidir. Buna bölgesel bir renk olarak lslamın yük se li şin i n e tkileri d e eklen m elidir. ANAP'ın ABD 'de R2agancılık ve İngi l te re'd·e Thatcherizm ile yaptığ·ı önemli siyasal ve ideoloj ik alışverişler vardır. İdeo loj ik olarak batıda da ekonomik li hzralizm ile siyasal liberaliz m in yolu birbirinden ayrılı yor, siyascı l liberalizme yeni sağ, atı l ması gereken b ir yük olarak bakı yor. Ö zal, ekonomik liberalizmin , kendiliğ ind en siyasal liberaliz mi doğuraca· ğını söyl e mişti. Ama bugün burju,·a kesi mde Ö zal'a yönaltilen eleş tirilE:rde rı. tiri do s iyasal libe ralizm i boşlaması. Aslında iktida r olduğu uzlaşım, dayandığı kadroların ideolo jisi bakımından da ANAP ve Özal'ın tu tarlı oldu ğu söylenebili r. ANAP'ın izlediği s iya set, bel -
( • l ·Seçimle re
katı la n
ü çüncü ve bizim
lıeı,aplanm ı za
en
u ygtın
parti ise. esk i
başbakan yardımcısı Turgut ÖzaJ'ı n önderliğindeki Anava ian Partisi 'c.li r. Top-
lumda biı· gerginlik yaratı l madan seçimlerde Öaıl'ı n partisinin kazanması. demok ras iye erken dönü ş içi n esen bir umu t r üzgarıdır.• Cum huriyet. Ya! . çın D oğan , · Dar Sokallla S iyaset•, 20.9. ı 985.
79
«liberal imaj »la çelişiyordu. Ama bu siyasal geriliminin ve MDP karşısında farklılaşma zorunluluğunun bir yansımasıydı. Burada bir yanılan varsa, ANAP ve Özal'dan k end i yapılanmala rının ötesinde şeyl er bekliyenlerdi. ki 1983 seçimlerin de imaj da, 1983 yılının
B.
sunduğu yoğun
ÜLKE BAGLAMI:
w w
w
.s
ol
ya
yi
n.
co m
Türkiye'de 1876 Anayasasından bu yana, siyasal sürecin kopmalarla ilerl-cdiği, ana eğilimler sürse bile yeni siyasal yapı lanma ların sık sık gündeme geldiğ i görülmekte. Bu dayanıksızl ığın en önemli nedenlerinden biri bizce kendi siyasal yapımıza özgü b ir «meşruluk bunalımı ,,dır . Toplumsal ve siyasal g üçlerin me şrulu ğu nun sürekli tartışma konusu olması, iktidar mücadelelerinin dar bir alanda geçmesi, toplumsal güçleri n iradelerini belli etmede ancak dolaylı kanallara sahip oluşu, toplu mculuğun meşruluğunun bir türlü kabul ·edilmeyişi, ı 946 yılında d e mokrasiye «eksik» geçiş , bu dönemde yasal olarak sınıf örgütlenmesine izin verilmekle birlikte, bunun fiilen yasaklanması, Tür kiye'de bazı güçlere siyasal mücad-2lelere müdahele edebilecekl·cri kanalları yarattı . Portekiz, İspanya ve Yunanistan'da «demokrasiye geçiş» bütün siyasal ve toplumsal güçl·sre «meşrulu k ,, tanınmasıyla gerçekleşirken, 1946 yılında Türkiye'de tek parti rejiminden demokrasiye «Sınırlı» geçiş, etkisini her zaman duyurdu. 82 Anayasasının da daha ilk baştan k endi s ın ı rla rına hapsolmas ı ve siyasal bunalımlara kaynaklık etmesi d·c, demokrasiye geçi şin öncelik le toplumculuğun ve toplumsal örgütlenmenin meşruluğunun sağlanmasıyla gerçekleş·cceğinı doğruladı .. Türkiye'nin kopuşlarl a ilerleyen siyasal tarihinde 1980 sonrası döneme denk düşen bir oluşum ise ANAP'tır. ANAP bir yandan yeni bit oluşum olmakla birlikte, öte yandan da geç mişten gelm e eğil im lerin bireşimidir. ANAP ayn ı zamanda yeni oluşan egemen blok içinde, «militarizm,, ile tek mümkün uzlaşma nın siyasal aracıdır. 1.
«Militarizm»le
Uzl aşım :
ANAP'ın yükselişi, belki ilkin bazı çevr elerce gönüls üzce sineye çekilmekl·c birlikte, bu çevrelerle ANAP arasında gittikçe sıkı laşan bir kader bağı oluştu. ANAP hızla sistemin meşru l uğunu sağl ayan tek siyasal organ olma k onumu kazand ı. Özal aslında konumunu seçimlerden sonra çok aç ı k bir biçimde koymuştu: «Al\ AP'ı 12 Eyll;il yarattı , elbette 12 Eylül doğrultusunda hizmet vereceği z.,,
80
ANAP sözde bir yumuşak geçişi benimsemekle birlikte, aslında bu yeni siyasal yapılanmanın kök salmasını amaçlamaktadır. Nazlı Ilıcak, 1985 sonbaharında, «Düzenin aynen muh afazasında çıkarı olan bir parti iktidardadır. Demirel'in gazete sütunlarında boy göstermesi Evren'in de işine gelmez, Ozal'ın da ... • diye yazacaktı. bir
geçişi değil
2.
Organ Naklinde
Başarısızlık:
m
«Militarizm,, Türkiye'de sağ kitle partilerine oy veren kesim üstünde kendi önderliğini inşa etmek istedi. BTP girişimi bu projeyi sabote etmeye yönelikti. BTP torpilinin MDP'yi vurması, ANAP'ın
ANAP Kimin Temsilcisi:
n.
3.
co
yükselişini haz ırladı.
Kimi yorumculara göre ANAP «koca burjuva sınıfı içinde ENve bir avuç vurguncu ihracatçının dışında hiçbir kesimin öz temsilcisi değildir".* Bizce bu doğru değildir. Siyasal tarihimizde, egemen sınıfla bu ölçüde örtüşen bir partiye rastlanmamıştır. Hiçbir parti bu kadar dolaysız kapitalizmin programına sahip çıkmamış ve savunmamıştır. İş çevreleriyle bu denli içli dışlı olmamıştır. Zaman zaman itiraz sesleri çıksa da, bunlar genel değil, tekil çıkarları yansıtmakta, uluslararası yeni i şbölü mü reçetesine ve IMF patentli istikrar politikalarına ayak uyduramayan kesimleri kucaklamakta. Tekil gurupların çıkarlarıyla çatışılsa bile, burjuvazinin genel çıkarlarının temsili önem kazanmaktadır. ANAP'a verilen desteğin çekilmesinin tek nedeni bir temsil sorunundan çok, halk muhalefetinin bastırılamayacağının anlaşılması durumunda, başka bir alternatife oynanması olacaktır. TÜSİAD başındayken Özal'ı destekleyen Ali Koçman 1985 Ekim'inde Milliyet gazetesinde yayınlanan bir görüşmesinde ANAP'ın i ş çevreleriyle olan içli dışlı lığını şöyle dile getirecekti: «Özal hükümeti, mevcut Cumhuriyet hükümetleri içinde açıkca pro-business tabir edilen, iş alemiyle birlikte ekonomiyi yönlendirmede ve iş alemine ağırlık vererek e konomiyi yapmada ve umudunu buna bağlamış olmada ortaya çıkmış ilk Cumhuriyet hükümetidir bence. ôzal'ın kafası budur, Özal v e ekibi buna inanmıştır.,,
w
w
w
.s ol
ya yi
KA'nın
(*)
Bk. Saçak, Ocak 86, Partiler•, s. 37.
sayı
24,
M. Gündüz, ·Bonapartizm, Parlamentarizm ve
81
ANAP'ın ilk oluşumunda da y<:rni ve genç bir iş adamları guru bunun ağır bastığı görülmektedir. Bun lar 24 Ocak kararları sonrası e k onomi politikalarına ayak uydurmayı beceren, yeni fırsatları değerlendiren « müteşebbis ruhlu" kişilerdir. Politikaya da herhalde kazanma olasılığı yüksek, kuralına uyunca riski az bir 'iş' olarak bak mışlardı.''
4.
« İç Sav aş Psikoz u,, ve «Depclitizasyon"
5.
ol ya
yi n.
co m
ANAP'ın kendini dayandırdığı temellerden biri de, 'iç savoş ps ik ozu' ve 'd-cpolitizasyon'dur. ANAP 1980 öncesi 35 yıllık yoğun politik ça lkan t ıların kitleler de yaratlıgı yorgunluktan, sosyal demokrasinin yarattığt büyük hayal kırıklığından ve iç savaş dehşetinden yararlanmasını bildi. Aslında kitlelerin politikadan uzaklaşmast 1980 öncesi başlayan ve yeni r:::jimin işini kola ylaştıran bir olguydu. Sosyal demokrasi büyük umutlar ve hayal kırıklıkları yaraL mış, buna toplumun bütün kesimlerini saran iç savaş dehşeti eklenmişti. Bu nedenle ÖZLil da sağ-sol kavramlarını dıştalayan bir söyl·s m seçecekti. 1982'de oluşturulan çerçe veye sımsıkı bağ lı kalına cak ve he r fırsatta 80 öncesi hatırlatılacaktı. <·k Altın da
Yeni Birliktelikler
Eski Kimlikler:
siyasal eğilimleri, yen i bir ki m lik içinde biraraya geti rdiği konusunda çok yazıldı. Bu farklı unsurları biraraya geLiren ortak özellik politikaya, bir ' i:ı' ya ela 'iha le' olarak bakmaları,
w .s
ANAP'ın çeşitli
(•) ANAP'taki
işadanıı
mühendis.
çoklu~u.
parti il yönetimlerinde
olduğu
gibi.
w
belediye başka nla rının m eslek dagılımında da yansıdı. İ l ve ilçe belediye baş kanl a rının 7t'i mimar mühendis, 54'ü lüccar. 5J'ü esı~af - serbest meslek sahibi , 24'ü toprak sahibi, 63'ü memur, 33'ü
eğitim ciyken;
kasaba belediye ba'?..
ise, l46'sı lopı-ak 9ahibi, 157'si esnaf-serbest meslek sahibi, 76' s ı memur. 74'ü tüccar, 42'si eğitimci ve B'i ise mimar-mühendisti. (**) Öz.al'ın siyasal li beralizminin sınırları doğrusu çok dar. 86 Ocagında yaptığı
w
kanlıklarında
basın toplantı s ında.
de ekonomide
bunu
olduğu
gibi
şöyle
dile getiriyordu: «Biz siyascl olarak Tü r kiy0·
liberalleşmeyi
öngördük ... Ama meseleye
Anayas ::ı
dışına çıkıp
bakarsak, kamu kurumu nilel iğindcki kuruluşları, sondikalurı ve bunun yanında dernekler, anayasasının dışında memleketin hcı· çeşit meselesinde fikir beyan etmeye
başlarsa,
bu bizi 12 Eylül öncesinin
anarşis ine
gö-
türür. Ama zamanla Türkiye daha dikkatli bir ~ck ilc' e yürütülürse bu a m•yasa. bu kanunlar değişir.• Özal Eylül l 985'tc yapt ığı basın toplantısında d a .. işi suhuletle götürmek letmek istiyoruz.•
82
l azım..
Kavgası/. \'C
yumu7ak
geçişle
meseleleri ha l-
Özal'ı 'patron ' saymaları. Bu birlikteliğe ayrıca İslamcı ve Türkçü
w
w
w .s
ol
ya
yi
n.
co m
akımların 1940'lardan bu yana gelen maceralarının bir türevi olarak bakmak da mümkün. ANAP'lılar ol uşturdukları yeni bileşimin, oy aldıkları kesimlere de yansıdığın ı savunuyorlar. ANAP ideolojisi bugün İslamcılıgı ve Milliyetçiliği imbikten geçirerek, «tutucu modernizm,, savunusu çerçevesinde saf bir kapitalist ideoloji ile kaynaştırıyor. Bu «tutucu modernizm,, sentezinin eğitim sisteminde, TRT'de, Üniversite'de her gün biraz daha yayg ınlaştığ ını görüyoruz. Özal ekonomi yanında siyasal alanda da bir «ihtilal» yaptıkla rını savunuyor: «Biz kendimizi tarif ederken sağ-so l terimlerini kullanmadık ve dedik ki, biz muhafazakarız, serbest ekonomi taraftarıy ız. Bir taraftan da sosyal adaletçiyiz ... Onların bugüne kadar laf olarak söylediklerini biz icraatla ellerinden aldık. Büyük şehirJ.ardeki reyimiz irı ana sebebi de budur. Siyas i sahada çok önemli bir ihtilal ANAP tarafından yapılmıştır. " Ve bugün bunun bir uza n tısı olarnk bir «kültür karşı-ihtilali,, de yaşanıyol'. Bütün ders kitapları 'sentezci' bir yaklaşı mla ele alınırken, egitim kadrolarında, üniversitelerde «Türk - İslam sentezi ,, görü~ünü benimseyenlerin hızla etkinlik kazandığ ı görülüyor. Türkiye'de tek parti iktidarına karşı olu şturulan DP'nin önder kadroları yine Kemalis t CHP'nin bir fraksiyon uydu.* DP Kemalizme karşı çıkan İslamcı ve Turancı kesimin oylarını toplamakla birlikte, kadrolarında bun!a!-a y·ar vermemeye dikkat etmişti. 1940'larda Üniversite gençliği arasınd a, özellikle de İTÜ'de İs l amcı gençl·a r oldukça etkiliydi. Daha sonra İTÜ ' nün bu İslamcı geleneği içinde yera lanlardan biri de Özal olacaktı. 1960'tan sonra sağ partilerde önder konumuna yükselen bu gençler arasında Demirel , Bozbeyli, Erbakan da vardı. Bu dönemde Üniversite gençliği içinde DP'yi d·c'j tekleyen İslamcı ve Türkçü kesim , ı 960'ta DP'nin laik ve 'Atatürkçü' önderliğinin tasfiyesiyle birlikte, DP'nin yerini alan AP'nin siyasal önderliğinde önemli bir yere sahip olmayı becerecekti. (Milli
C*l Biz T ürkiye"nin şu ünlü iki kamplı siyasal tablosunun otomalik bir biçimde süregeldiğini kabul etmiyoruz. 1908 sonrasında İttihat ve Terakki iktidarına karşı oluşan muhalefet bloku içinde sosyalistler de vardı. CHF, İttihat Terak-
ki'nin basit bir dev am ı değildi. L925'te ittihatçılar bütün güçleriy le CHF knı· şıs ında yeraldılar. 1930'da CHP karş ı s ında yükselen muhalefete so l da katıl dı .
1945"te solla DP
arasında
tek parti rejimine
kaı·şı
güçb irliği
girişimlerin
de bulunuldu. İnönü devlet başkan ı olduğu nda Atatürk'e muhalif ittihatçılaı· \cı bağ xu rd tı.
6.
Sağ-Popülist
n.
co m
Şef dönemind-a Mustafa Kemal yerine İnönü kültü yükseltilmiş ti. Muhafazakar kesimlere ödünler veren Demokrat'lar Kemalizm yerine kelime olarak 'Ata türkçülüğü' ikame edecekler, inşaatı bir türlü bitmeyen Anıt Kabir'i büyük törenlerle açacak ve Türk parasını yeniden Atatürk resimleriyle donatacaklardı.l Adal-at Partisi bu kadroları dönüştürürken, daha sonra İslamcılar koparak MNP'yi oluşturacaktı. Bugün de eski MHP'lilerin ve MSP'lilerin bir bölümü ANAP'ın oluşumu içinde yeralarak, bir yandan daha farklı bir kimliğ-a dönüşürken öte yandan da, dayandıkları oy kitlesi üstünde eskiye oranla çok daha büyük e tk i liliğe sahip olacaklardı. Hasılı cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Kemalizmin hedef aldığı İslamcılık ve dış taladığı Turancılık ( l94ü'lardaki flört dışında) , 1950 den itibaren her on yılda bir g.zrçekleşen değişimlerle, adım adım güç kazanmayı becerdi ve bugün h ayl i ıl ımlılaşmı ş olmakla birlikte iktidarda doğrudan bir paya sah ip oldu.
Söylem:
yi
ANAP, oluşma döneminde Adalet Partisini hatırlatan imajlar dikkat etmişti. Öt·B yandan AP gibi popülist bir söyleme d e başvurarak ki tle desteği kazan mağa çalışıyordu. Bir yandan 'Amerikan düşü'ne benzer hayaller yaratmağa, herkesin önünda fırsat lar olduğu, yararlanmasını bilenin kazandığı inancın ı yaygınlaştır mağa çalışırken, 'orta direk' söylemi içine i şçil eri , köylüleri de katı yoıdu. En alttakiler mi? Onl ar beceriksizler, ye teneksizler, sak atlar! Bu özelliklere de artık ödün vermen in za manı değild i. Herkes maaşa, ücrete güvenmeden 'iş ' yapmayı da, birş·ayler katmayı becermeliydi, çift işte çalışmalıydı, fazla mesai yapmalıydı. Milletvekilleri de 'işlerini' sürdürmeliydi. Ote yandan oolediyeler kanalıyla, halk pazarları oluşturuluyor, vergi iadesiyle ücretlilere ve maaş lılara bir şeyler aktarılıyor, gecekondululara umut veriliyordu. Özal'ın sloganı, «zenginden alıp, fakire vermek »ti. Ama bir yandan da Türkiye ' nin de Amerika gibi bir "fırsatlar ülkesi" olduğu unutulmamalıydı.
w
w
w
.s o
ly a
verrneğe
7.
Parti
Yapısı
ve Gruplar:
ANAP ' ın parti yapısı tek ki şinin önderliği altında oluşturuldu. Adeta bir futbol takımı kuruluyordu. Ana çekirdek Demirel ikti darlarının iş çevreleriyle içli dışlı teknokrat-bürokrat-uzman kadrolarıydı. Ozal, «Biz bu partiyi kurarken bütün güvendiğimiz dostlarımızı yanımıza aldık, öyle meşhurları almad ık » diyor ve «Arkadaş larım bana bağlıdır .. diye devam ed iyor. Partide babaerkil bir pat-
84
w
SONUÇ
.s ol
ya yi
n.
co
m
ronaj sistemi, ilişkileri egemen. Bugüne d eğin son tahlilde 'patron ' ya da 'ağabey' ne derse, o oldu . Takı mı Ozal'ı böyle adlandırıyor. Örneğin Dinçerler kı zağa çekildikten sonra da şöyle kon uşuyor: «Biz patronun yaptığı her işten memnunuz. Patron bana bakanlık tan istifa et, özel kale m müdürüm ol d ese, başüstüne der, giderim» . Mes ut Yılmaz da özel görüşmelerinde Ozal'dan «Bizim Patron,. diye sözetmektedir. Metin To ker de bu durum için , «iktidar + lider = parti» formülünü kullanıyor. 1985 Nisan'ında toplanan ANAP ' ın ilk kongresinde parti içi guruplar arasında ilk hesaplaşma yapıldı. Özal'ın ağırlığını koyması ile Hareketçile r gerile tildi. Bütün b u çatışm al ara karşın , Özal «ANAP içinde probl em yok, kararı ben veririm" dedi. Bugün parti içinde Hareketçiler, Selametçiler , Ilımlılar (eski AP'liler) , Karadenizliler CMesut Yılmaz 'ı n grub ı_ıl gibi g ruplar var. Parti örgütünde ise parlamento gru buna oranla daha fazla ağırlığı olan Hareketçiler bugüne d eği n ba sındaki be klentilerin tersine sessiz kalmayı tercih et.tiler . Ama Özal önümüzdeki dönemde adayların seçim i konusunda be lirley ici olabilmek için , seçim yasasında milletvekili adaylarının pa rti merkezince saptanmasına olanak sağlayan deği şiklikler yapma hazırlıklarına girişti . Bu arada bir ANAP'lı tipinin oluşup, gelişmekte olduğunu da ekleyebiliriz. Bu ANAP ' lı kimlik içinde, eski eğilimler de dönüşüme uğramakta. Benzer süreçler AP'nin gelişim süreci içinde de yaşan mıştı. Önümüzdeki dön e mde partiden olabilecek kopmalara karşın ANAP sağ ce nahın birincil part isi konumunda k almaya aday hala.
w
w
1980'li yı ll ar Türkiye 'do dovlow ve aygı tlanna i lişk i n bir çok mistifikasyonun C.-.s ın ! fl ar üstülük», «il ericilik» v.b. gibi) sona erdiği bir dönem oldu . Bu bir anlamda yükünü taşıdığımız tarihsel mirastan bir kopu ş anlamına galiyor d u . Toplumun emekçi kesimleri ilk k ez bu d en li yogun b içimde konumlarını ve haklarını yitirmenin , «yenilg inin ,, acı sını kitle boyutunda yaşadılar. Bu uyanış her gün biraz daha canlanan toplumsal muhalefetin kana llarını beslerken, büyük tohlikolerd a n biri d e ·:;ski mistifikasyonların yerini yenile rinin almasıdı r. Btı, emekçi in sanlarımızı ileride daha da büyük hayal k ı rıklıklarına ve mutlak bir «depolitizasyon »a götür ecek t ir. ANAP 'ın bilinçli olarak i z lediği böyle bir 'depulitizasyon' poli tika s ın a karşı , bir yerlere ve peşe 'takılmak'tan çok , 85
çalışanların
özerk
yap ı lanmaları
ve talepl·ar yöneltmeleri savunulHer zaman olduğu gibi bu sefer de başka bir düzlemde kabaran dalganın peşinden sürükkınenler, yalnızca o çok eleştirdikleri 'geçmişi' başka düzlemde yinelemiş olacaklardır. Bu da, kopulması en çok gereken 'geleneğimizdir' herhalde.
w
w
w
.s o
ly a
yi n.
co m
malıdır. insanlar bunu algılayacak deneyimlerden geçmiştir.
86
Sınıflar
ve
m
24 Ocak Sonrasında Gelir Dağ ıh mı *
PAMUK
n.
co
Şevket
w
w
w
.s ol
ya yi
Ocak ı 980'den bu yana g eçen altı yıllık s üre Türkiye ekonomisinin tarihinde çok far klı bir dönem olu şt urmakta. Çalışan sınıflar açısından , iktisadi durgunlugun getirdiği i şsizlik ve gelir dağılımın da emek gelirl e ri aleyhinde ge rçekleşti rile n büyük kaymalar bu dönemin e n önem li meseleleri olarak ön pla na ç ıkmakta. İk tisacii durgunluk ve genişleye n işsizliğin sonuçlan üzerin:le bir hayli duruldu . Buna karşılık gelir dağı lı m ı sorunu çok daha sı nırlı olarak gündeme geldi. Gelir d ağılımında ortaya çıkan değişik likler e - gerçek ü cretle rde k i g erileme dı şında - şimdiye kadar pek az d eğ inildi . Bu boşluğt.:n en ön emli nedeni, Türki ye'dc bölüşüm sorun l arı üzerin e yapıl acak a raştırmaları n ön ünd·a c iddi engeller ol ması. .Su en gellerin en ö nem lisi veri eksikliği. Ayrıntıl ı bir gelir dağılımı a raştırmasının ge rekti rdiğ i kay na kları ö7.el araştırmacıların bı r araya getirebilmeleri. öz·8llikle bugünkü koşu llarda çok zor . Ö te ya ndan siyasal ik tidarlar bu konuda araştırma yapılmasına her za ı11an engel olmu şlar, yapılan araşt ırmaların yayınlan masını , dağı tımını önlemeye çal ı ş mı şl a rdır. Örneg in 1960 'lı ve 1970'li y ıll arda Dev le t Plan la ma Te şk il atı tarafından yapı lan gelir dağılımı çalışma ları so nu çl arı uz un s üı-e gizl i tutulmaya çaiışılmışt ı r. G3lir d ağılı mındaki eş it sizlikl erin hızla arttıgı 24 Oca k son ras ı dön e mde aynı tutum daha da g ü çlü olarak s ürmekted ir. ( * J Bu
metin yaz arın K . Floıa ta v ve Ç. K eyder ile birl ik le lıcvı r laclıgı l< ri zi n Ge-
lişimi b<ı~lo~ı
ve Tiirl? i ye'nin i<;iııclc.
J<.n yna ı,
!1ıte rnatif Y<ıy ınl .-:rı
Sorww
başlık l ı
1arafındnn
kitabın
ge n iş l e t il mi ş
iki nci
yay ınl n n aca k t ır .
G7
Bütün bu engellere rağmen soldaki araştırmacıların ve iktisatbu konudaki olanakları bugüne kadar yapılandan çok daha güçlü bir biçimde zorlamaları, bölüşüm sorununu sürekli bir biçimde gündemde tutmaları gerekiyor. Bu kısa yazı iki kısımdan oluşmakta. Birinci kısımda 24 Ocak rnnrasında gerçekleştirilen dönüşümleri ve bunlann bölüşüm alanında sonuçları nı inceleyebilmek için son dönemin politika ve önlemlerine ilişkin bir sınıflandırma geliştireceğiz. Yazının ikinci kıs mında ise göstergele r ve gözlemlerden yola çıkılarak temel top1umsal sınıf ve kesiml er arasındaki g-alir dağılımının son dönemde gösterdiği değişiklikler özetlenmeye çalışılacak. Bu kısımdaki amacımız hem bölüşüm konus unda açık seçik söylenebilecekleri, hem de eldeki verilerin yetersizliği nedeniyle ortaya çıkan boşlukları saptamak olacak.
yi n.
-1-
co m
çıların
w
w
w .s
ol ya
24 Ocak Türkiye ekonomisi için çok önemli bir dönemeç noktası oluşturuyor. Bu tarihten sonra izlenen politikaları bir bütün olarak ele almak iktisatçılar arasında bile oldukça yaygın bir eğilim dir. Gerçekten de son altı yılda izlenen iktisadi ve toplumsal politikaların, gerçekleştirilen kurumsal ve yasal dönüşümlerin birbirlerini tamamlayıcı boyutları oldukça güçlü. Bu nedenle bu dönemdeki bütün politika ve değişikliklere bir «paket» olarak bakanların sayısı oldukça kabarık. Ancak söz konusu önlem ve değişiklikler daha ayrıntılı olarak incelendiğinde bunl arın hem kısa vadeli hem de u zun vadeli boyutlar ve h adefler içerdiği, bir kı smının kökenlerinin IMF gibi ul uslararası kuruluşlara gittiği, buna karşılık diğerlerinin kökenlerini ise esas olarak dı ş güçlerde değil, son yıllarda hızlı bir biçimd e burjuvazi lehine değişen iç s ınıf dengel·a rinde aramak gerektiği ortaya çıkıyor. Bu durumda son altı yılın politika ve dönüşümlerini pek çok azgelişmiş ü lkede eksiksiz ve fazlasız olarak uygulanan bir paket olarak görmek yanıltıcı olacaktır. Aynca, son altı yılın uygulamalarını bölüşüm alanındaki son uçları açısından incelerken, kısa vadeli politika ve önlemleri uzun vadeli, daha kalıcı olması amaçlanan dönüşümlerden ayrı olarak e le almanın bizi daha sağlıklı sonuçlara götüreceği açıktır. Bu nedenlerle 24 Ocak sonrasmda izlenen politikalar arasında bir sınıflandırma geliştirdik, söz konusu önlem ve değişiklikleri kı sa vadeliden uzun vadeliye doğru üç grupta topladık. l. Dar anlamıyla istikrar programı önlemleri. 88
2. Ülke içindeki temel biı ikim modeli olan ithal ikamesini bir kenara iterek ihracata daha fazla yönelmeyi, ekonomiyi kapitalist dünya pazarına daha fazla açmayı amaçlayan önlemler. 3. Devletin e k onomi içindeki, sermaye birikimi sürecindeki yerini ve işlevini çeşitli sermaye kesimlerinin çı karları doğrultusun da yeniden tanımlamaya yön·<ıli k politikalar, kurumsal ve yasal değişiklikl er.
w
w
w
.s ol
ya yi
n.
co
m
Bu üç grubun birbirleriyle ke sişen, çakışan boyutları var hiç 9ü phesiz. Örneğin kısa vadeli istikrar önlemleri, ekonomi yi dünya l<apitalizmine daha fazla açmayı arpaçlayan programın bir önkoşulu olarak da görüle bilir. Daha da önemli olarak, 24 Ocak sonrasında izlenen politikaların birbirleriyle çelişmediğini, aksine mantık sal olarak birbirlerini tamamladıklarını ve böylece hem ekonomi h em de toplum için çok önemli dönemeç oluşturdukl arı söylenel·i lir. Ancak bütün bunlar yukarıda özetlenen türd·<ın bir ayırımın önemini azaltmamaktadır. Son altı yılda izlenen politikaların ben zeri koşullarla karşılaşan her azgelişmiş ülkede t·ek tip olarak uygulanmadığını, h er ülkenin özgül iktisadi ve özellikle siyasal koşul brının , özgül sınıf dengelerinin ortaya farklı politika demetleri çı .kardığını unut mama k gerekir. Örneğin son dönemde verg i yasalarına ili şkin olarak gerçekleştirilmek istenen değişiklikler ne kısa vrı deli ne de ihracata yönelik bir ekonomi hedefl.sriyle açıklana maz. Bu değişikliklerin IMF paketind9n çıktığı d a söylenemez. Bu yasa değişiklikleri ile herşeyden önce bölüşüm alanında sermaye lehine u zun vadeli bir kayma amaçlanmaktad ır ve bu değişiklikler a ncak Eylül 1980 sonrasında ol uşan yeni sınıf dengeleri sayesinde gündeme gelebilmiştir. Yukarıdak i türd·en bir sınıflandırma, 24 Ocak son rasındaki önlemlerin daha dış kökenli boyutları ile daha Türkiye'ye özgü boyutları arasında bir ayırımı kolayl aştıracaktır. Ayrıca, enflasyon ve ödemeler dengesi gibi kısa vadeli istikrar hed eflerin in gör eli önami azalsa bile, son altı yılda gerçekleştirilen değişikliklerin önemli bir bölümünün bölüşüm alanındaki sonuçlan çalışan sınıfları olumsu z olarak etkilemeğe devam edecek tir. Bu nede nl e de kısa ve uzun vadeli önlemleri birbirinden ayırm ak 24 Ocak son rası dönemin bölüş üm alanındak i daha geçici ve daha kalıcı sonuçlarını ayrı ayrı in celeyebilmek açısından da öne m taşımaktadır. Şimdi bu üç önlem grubunun ve h er birinin bölüşüm alanında ki muhtemel sonuçlarını biraz daha ayrıntılı olarak ele alalım. J. Dar an lam ıyl a istikrar programı: Enflasyon ve öz·allikle dış ödemeler dengesinde gü çlüklerle karşı karşıya kalan azgelişmiş ül ke lerd e yerel iktidarların k endi rızalarıyla ve/v·aya TMF'nin baskı89
sı sonu c u nda uyguladıkları istilnur prog ra.mlaı ının kökenle ri J9.'.50. lcrc kadar gi::lcr. Türkiye'de siy.tsa l iklidcırlar 24 ü ::::Cı !( öncesindo. örncgin 1858 v·:) ı ~:r. ü'dc d2 bu tlır kı s:::ı vadeli program l arı yü rürlü
gc
koymuşlardı. 1
co m
Ortodoks i slik ı aı· ı~ı ogramı oare.s alc ı ve ncoklasik gör üşlerin sentezinden oluşan bir e ko nomik m odele dayanır. Du m odelin en önemli teş hi s i o nfl as~ on ve öd~m o ler dengesi güçlüklerinin azgeli?nıiş ü ikclerin ya p ısal özolJiklcrinden deği l ta lep faz lası ndan kaynaklandı ğ ıdır. l3öyl8ce paras a l cı ve neoklas!k görüş, enflasyonu n ve öcl:.meler dengesindeki açıkları n nedenlerin i para arzının hızlı arl!şında. aş ırı degerlend ir ilmiş döviz kurunda ve d evlet kesiminin kaynak - harcama açıkln.rı ı1d a b ulur. Programın mantığı açı ktll': enllasyo ı~ un yavaşlaması ve özel likle ülke nin c ı ş borç öd0 y2 bilirliğini tekrar kazanabilm esi, ekonomiyi daraltarak. g·ali rio ri düşü rerek saglanaca ktır. Böy lece hem ithalat talebi ve h em de yerli üretime olan talep azaltı l makta, içercle yaratılan üre tim fazlasının ihraç edilebilecek bölümünün devalü~s yon yoluyla dış paza r !ara yönlendirik~ceği umulmakla:lır. Ortodcks istikrar programlarının sırnfsal temelleri ve bölüşüm al anınd aki sonuçlan da en çok bu noktada bel irginleşmektedir. Toplam üretim ve gel irl e r dü ş erk e n işsizlik a rtmakta, - işçi hakları askı ya a lın masa bile - g-2rçek ücrntler gerilemekte, bö:ı lece toplam ürün için de ser ma yenin pa:n e meği n payına cran la artı13 göstcrmektacliı-. 13u genel tablo ve sonuçlar 1950 ve 1960'1ı yıllarda La t in Arneri 1.;a'da , Güney Doğu As va ·c:a v2 Türki ye"cl :) uygu lanan ortodoks istikrar pro3ram ları nın bl.i y ü! ı ço[; unlu ğu için g·açerlidir. L970'1i ve 1980'li yıl!ard c: \ine lMF'nin beskıs ıyla u:ırg ulanan istikrar program larınde, ise yukarıdak il ere ek olarak iki ye ni u nsu r görülmekte dir. B ~ınlardan bi rinsisi siyasal boyu tla ilgilidir. Ortodoks istikrar programları ı 97ü'lcrden bu yana esas olan.ık ç;d:eri r cjiml3r laraİ ından u ygu lanmakta. uygulı:ınabil m eUGch·. Bö lü ş üm açısında n ba kıldı gında , askeri r·ajimlerin or todoks i s likrcır pa!cetlerinc on büyük «kat k! »SI enfie.sy onuıı yüksek düzey lerde s2yret tiğ i bir ortamda scnc'. ikal h a k l arı kısıtlay a rak veya tümü yle ortada n k alci ırarak ge1-çek ücre tlerd e çok d a h a b ü yü k geri l·2 me } a ratmalarıdır." Ortodoks isti krar prog rnm l arı~11 1rnnırn.sal düzeyde ge l iş tir 2n ve s<wL;n~n para~9. ~ cı - ncoldasik i ktisatç ıl ar 1950'li ve L 960' lı yıll ~rd;} 1\i u ygulamaların başa n ~~ızlıklanı:ı hükümetl e ı·in toplum sa l basl~ı -
w
w
w
.s o
ly a
yi
n.
1
ı
l
2ı :ı ı
."'
·\.'
<Hl82l •·e Eiuen ( ı 931 l. Türel 1102 11. fı,xlcy ltD8Il ve ı · oxlry Yalma n (Hl8 ! l Fox!") (ı981l.
neı·ksoy
l!~J83l.
la r
karşısında
öLe!likle
işçi ücccci::ır
i
konusu:ıc:a <·50VŞ3 k u
davnu•rejimle rin i:ıçi haJdannı den etim altına alarak istilffor program l arın? çok daha uz.un bir süreyle t utarlı bir b içimcıo u:,tgulnyabilecegi görüşündeler. Bu n edenle 1970'li yı ll ardan bu y~ın a ::.~"!<e r: rejimle r oıtoclc.!<s is!ik ra r programlarınm bir ön km;;u lu olarak görü lrı:. cld0. Askeri rejim !er tarafından uygulanan isti k rnr progr.:ı.nıların ı n bölüsünı f:tlanın daki, çalı şa n sını rlaı· aleyhi ne sont1c,la : ı ise çok daha ;iddctli olmal~ malarına bağlamaktalar.
Aynı i ktisatçıl ar
askcı ı
ia.1
w
w
w
.s ol
ya yi
n.
co
m
2 . Dünya kapitalizm ine daha l'al'.ia açıl mış bir ekonomiy i h 0defleyen önl·sm le r: Ortodoks isti k rar programların da l 970'li ve J 98ü'Ji y ı llarda orta ya çıkan ikinci öneml i farklılık ise b u uygula rm~!a• ır. çel;: r·ü:;; Ü b:t uz un vadeli boy ut içermeye başl a masıdır. Bu yeni uns uru kuramsal düzeyde savunan parasalcı - neoklasik iktisatçılara göre azgelişmiş ülkel·a rdeki e nflasyon ve ödemel er dengesi güçlüklerini kı s~-:1. vadeli sorunlar olarak g örmek artık yanlıştır. Bu sorunların çözümü ancak u z un va d e li bazı dönüşü ml erle mümkün olabilecektir. ~· Açıkça söylenmese de bu görü şleri n ardında dünya ekonomisin~n J970'li yıllarda girdig i uzun dönemli bunalım ve bu bun alıma aranan çözümler ç·arçevesinde azgeli~m iş ekonomilere verilmek isten en görev yatmaktadır. Ancak, ortodoks ls tikrar programlarında ortaya ç ıkan bu uzun vadeli boyutu yalnızca parasalcı - neoklasik ik tisatç ıl arın veya IMF gibi ulu slararası kuru l uşlann savundugu söy lon '.)me:;. ı3u gö r ü7l:cr sanayileşme yolunda önemli aşa malardan geç m iş baz ı c- Lgelismiş ülkelerde v·a bu arada Türkiye'de d e sermaye gruplar:n :ı laı kit l::ir bi rikim m ode li arayış ları ile çakışmaktad!t". Kap'.talis t dünya ekonomisinin buhranına koşu t olarak , itha ! ikam esin ·n d' ouhrana gir mesiy le birlik te bazı azgelişmiş Cı lk e l crd cki yerel sermay·a grupl arı, sermaye açısından sınırlarına ulaşıldigını dü şündü.k l ari ithal ikamesini bir kenara iterek , ihracata yönden, kapitalist dünya pazarı na daha fazla aç ık bir ekonom i anlay ı şı içine girdiler. Böylece hem dı ş hem de iç unsurlar daha farkl ı bir birikim modeline geçilmesi k onusu nda birleşmi ş oluyorlardı. Ye ni bir birikim modelinin dar anlamıyla istikrar programının çok ötesinde bir dizi uz un vadeli önlem gerektirdigi açıl·:tır. Türldye'de son allı yılda uygulamaya kon ulan önlernlcriıı ön2 1ni' b!ı · L 1:i lümünü işte bu çerçeve içi nde e le almak gcrckmel<tcdir. Bölüşüm ·i l
Y alman C!984l. r-o,ley ( 198:3)
:;J
J<rueger C198 1l
!J L
w w
w
.s
ol
ya
yi
n.
co m
alanındaki sonuçları ar,,ıs ından b akıldıgında. bu önlemler içinde en önemli olarak şunlar görülmektedir: a l Ka mbiyo pol itilrnlarınd a yapıl an uzun vadeli değişiklikler; daha düşük doğ·8rli bir kur p olitikasına geçilmiş olması. Böylece itb 2J ikamesi modelindeki uygulamanın aksine, ithala t pahalılaş makta, ihracata yönelecek kesimler ödü nlendirllmiş olmaktadır. bJ Daha düşük değerli bir kur politikasına ek olarak, ihracatta büyük miktarlara varan teşvik ve s übva nsiyon uygul aması. Hayali ihracatın yaygın laşması ile birlikta ele alındığınd a bu u ygula ma, çok geniş kaynakların devlet eliyle belirli sermaye kesim lerine aktarı lması sonucunu vermek tedir. c) Dı ş ticaret ve öz·allikle ithalat rejimin in kademeli bir biçimde «liberalleştirilmesi »; yerli sanayinin bir ithal ikamesi modeli çer çevesinde düşünülmeyecek ölçülerd·a ithal mall a rının rekabetin e açılması. Bu önlemlerin enflasyon ve ödemeler dengesi çerçevesinde tulu lan bir istikrar anlayışının ötesine taştığı , gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceği bir yana, çok daha uzun vadeli dönüşmeleri hecleflediği görülmektedir. Dolayısıyla, bölüşüm alanındaki sonuçlarını incelerken , bu tür önlemlerin kı sa vadeli istikrar programın dan ayrı olarak ele alınması gerekir. Bu konuda bir örnek verecek olursak, diğer nedenlerin yanı sıra bu nedenle de 24 Ocak sonrasın daki u ygulamanm bölüşüm alanındaki sonu çlarının, bir başka b irikim modeline geçiş h edefini içermeyen 1958 ve 1970 istikrar programlarına kıyasla çok daha farklı, çok daha kalıcı olduğu görülmektedir." 3. Devletin ·akon omi içindeki k on um una ilişkin değişiklikle r: flh iki grupta ele ald ığımız para politikası , dış ticaret rej im i. kambiyo rejimi gibi iktisat politikaları ve ön lem ler d evletin e konomiyi yönlendiric i politikalarındak i kı sa ve u zun vade li dcğişiklik JGri yansıtıyordu. Üçüncü ve son gru pta toplanan uzun vadeli de · ğişikli kl er ise ekonomi yi yönlendirici olma k tan çok, de vle tin ekonomi içindek i yerini yenidsn tanımlamaya yönelik dönüşümlerdir. Daha somut olarak, bu ü ç ünc ü grupta son altı yılda davletin ver g ilendirme ve harcamalarına ilişkin clarak gerçekleşti ril en dönüşüm. le:rle, KİT'ler konusunda yapılan düzenlemele r ele alınmaktadır. Özellikle Türkiye koşullarında , bu değişikliklerin bö lü şüm alanm d cı önemli ve u z un vadeli sonuçlan olacağı açıktır . Yazının ikinci kı s m ında bu değişiklikler daha ayrıntılı olarak ele alınacağ ı için, burada baz ı genel gözleml·a rle yetineceğiz. Devletin ekonomi içindeki yerini yeniden tanımlamaya yönelik değişik -
61 U2
Ekzen (19841.
birinci g rupta ele alınan önlem ve pobir ölçüde onları tamamlamaktadır. Örneğin , parasalcı - n eoklasik görüş çerçevesinde devlet bütçe açık lci rının denetim altına alınması enflasyonla m ü cad eled e en önemli araçlardan biri olarak k abu l edilmektedir. Aynı şekilde farklı bir bir ikim modelinin h ed eflenm esiyle b irlik te örneğin vergi yasalarında bazı değiş ikli kleri n yapılması beklenmelidir. Ancak son al tı yılda Tür kiye'de devletin ekonomi için dek i yerine ilişkin olarak gerçekleştirilen ve bölüşüm alanında önemli sonuçl arı görülecek pek çok deği şikliği ne kı sa d önemli istikrar h edefleri n e de kapitalist Dünya pazarıyl a bütünle şmi ş bir e kon omi yaratma lıed efiylc açıkl ayabilmek mümkündür. Örneğin son yıl larda v ergi yasalarında yapıl an d·cğişiklikl erle sermaye geli rleri üzerindeki vergi yükü azaltılmakta, dev let kesim inin ekonomi içindeki ağırlı gı hı zla d araltılmakta ve ekonomide gen i ş a lanla r özel sermayeye açılmak tadır. Bu dönüşüml·er istikrar programı çerçev0sinde v eya ihracata yönel ik bir ekonomin in gcrekl8ri olar ak a çık lanamaz. Bu politikalar ve bunlarm bölüşüm ala nın daki so n uçla rı ancak Türkiye'n in özgül koşulla rı çerçevesin d e, 1980 ve sonras ında burj u vazi l·ahine gelişe n yeni sınıf dengelerinin b ir sonu c u olarak görülebilir. Bu önlemlerin önemli bir bölümü muhalefetin susturulduğu, çeşitli topl umsa l k esimlerin örgütlenebilme olanaklannrn sı nırlandığı veya tümüyle o: tada n ka ldırıldı ğı bir ortamda sermay e lehine gerçekleştirilen dönü ş ümle ri yansıtmaktadır. Özetler sek, 24 Ocak sonra sında izlenen politik aların , gerçek l eş lirilen d eğişikliklerin b irb irleriyle çelişmedikl eri w~ belirli ölçü ler içinde b ir b irlerini tamam l adıkları söyle nebilir. Anca k, bu ön lemler d2metini her azge liş mi ş ülked e aç ıl an standa r t istikra r paketi olarak nitelendirmek yanıltıcı olacaktır. Gerçekleştirilen cieğiş iklik! e rin önemli bir bölümü 1980 sonras ının özgül iç koşull a rında, d<:ıği !;?en sınıf dengeleriyle bi çimlenmiştir. H em bu neden le h em d e bölü ~üm alanın dak i kısa ve uzun vadeli sonuçlarını birbirinden ayıra bilmek amacıyla, «paket,, deyimini bir k en ara iterek , bu önlemler arası nda bir sınıfland ı rmaya gitmek gerekli olmaktad ır. liklerin bir bölümü
y ukarıda
ilişkilidir,
w
w
w .s
ol
ya
yi
n.
co m
ıitikalarla yakından
-
Il -
Son altı yı lda Türkiye'de gelir d ağılımının gösterdi ği değişik likler konusunda bilin·anlerin v e bilinmeyenlerin bi r ilk bilançosun u çıkarmadan önce, kull and ığımız gelir kavramına açıklık getiı· mek gerekir. Gelir dağılımındak i eşitsiz l ik derecesin i ölçm ek için gelişti r il en ve bugün ıı eoklasik ikt isatçıl arın yaygın olarak kullan93
clıklurı
bir yaklaşım. haneler veya ki ş il e r arasındaki gelir eşi tsizlik ölçme} i amaçlayan ge!ir~n büyükiük ciağılımı ya!Ja;;:mıd:r. Bu kavramsal çerçe\·e içinde kişi l 8rin voya hanelerin hangi üretim ilişkileri içinde bulunduğuna, gelir sahibinin üretim araçları karşı sınd[\ki konumuna bakılmaksızın, ülkedeki tüm gelir sahipleri veya haneler gelir büyüklük l·:;rine göre s ıral a nır ve aralarındaki eşit sizlik bir tek kats:::yı ile , Cini kcı.tsayısı ile ölçülür. Özellikle Türkiye g ib i birbiı·inden yüksekçe duvarlarla ayrı lan tarım ve tarım-dışı kesimleri aı c1sındc1ki ortalama gelir açıs ından oldukça büyük fark l:lıld ı:.rın oldugu. üreLm ilişl<il·orinin gen i ş çeşitlilik gösterdiği bir ülk cc:e Giıı i katsayısının goLr dağılımına ili!)k in olarak söyleyecekleri fazla anlamlı o!me.yacak, vereceği ipuçları s ınırlı kalacaktır. Çünkü üllrn ÇE'..pındtlki Cini katsayısı tüm ülke ölçeğindeki gelir dagılım:nın cşitsL1 lik d-crecesini ) ansıtmak amacındadır. Oysa k!rsa! alanda yaşayanlar için, örneğin Güney Dogu Anadolu bölgesindeki köylüler için anlamlı olan ölçüt gelirin kendi bölgelerin•n tarım kes iminde n e c!crccede ·oşitsiz bölü~7ü ldügüdür. A~ nı şekilde. ken tlerde yerlo~miş emekçiler açısından an lam lı olan, siye.sal u/ant ıl arı ve so nuçları olabilacek ölçül, işçilerin kır sal nüfu.sn kıyasla ulaştı klcın yaşam düzeyi değil, kentlerdeki gelirin emekle serrna}'8 a rasında hangi oranlarda bölüşüldügüdür.~ Bi.t. bu yazıda büyüklük dağılımı yaklaşımı yerine klasik iktisatçıları izle~,-ccegiz. Gelir dagıiırnı konusunda teme l yak l aşım ola rak birbirlcrıyle çelişki içinde olan :lcğ i ş! k toplumsal sı nıfların ve bunların alt gruplarının toplam üründen aldıkları paylar ve bu payların zaman içinde gösterdiği de~işiklikler ü zerinde d u racağız . .'.. ş.ıg.da ülk:; ~ konoınisincleki tüm çalı0anların yarıd an fa zlasını istihdam eden tarım kesimi ile tarım-dışı kesim ayrı ayn e le ctl;nacak. l3u iki kesim arasındaki ortalama gelir düzeyindek i farklı lıga ve bu f'arklıiıgı n zaman içinde göstcrdigi çizgiye de değinece ~iz. Ancak. tarım ve tarım-dışı kesimlerdeki farklı üretim ilişkileri il<' temel toplumsal sınıfların ve bunların alt-gruplannın özet biçiminde de olsa bir haritasını çıkarmak bu kısa yazının sın ı rl arı dı ~ında kalmakta. ' Eldeki v·:::rilerı ve bazı basit göstergeleri kullanarak Türkiye'de gelir dağılımının son dönemde göstordigi değişiklikler hakkında ilk adımda neler söylenebilir? Bu konudaki gözlemleri üç noktada toplamak mümkün. ı. Gerçek ücretl e rdeki gerilem e:
w
w
w
.s ol
ya y
in
.c
om
ıerini
7J
Bu l<onucla blu. Boratav ( L980l.
8)
I OfiO'lı ve• lff:'O'ii
yıllar için bk/. 13orntav
(1900)
Eldeki parasai ücret dizilerinin ve fi yat endekslerinin çeşitli s<; var. Bu nedenle gerçek ücretlerin zaman içindeki haı c:'.ü;> !erini gösteren sağlıklı dizile rin geli ştirilmiş olduğu söylenemez. Nitekim, gerçek ü c retlerin son on yılda gösterdiği gerilemeyi h e :e.pl ::ı.ma ya çalışan çeşitli çalışmalar birbirlerinden bir ölçüde de ol.scı, farklı sonuçlara varab il iyorlar. Dolay1sı y la, hiç bir gerçek üc r et el! z isin i b u konuda s öylenebilecek son söz olarak kabul etrrı8k müm k ün deği l. Tablo J'de s u nulan diLiler gerçek ü cretlerin 1977 sonras1!1 l;a gö~; !erdiği gerilemenin boyuLlcı.rın ı yakl aşık olarak yansı tmaktadır. Bu veriler gerçek asga r i ücret !erdeki ger ilemen i n 1979 yı l ından s onra başladığın ı göstermektedir. ı 984 yılına gel indi g ind e iso geı·çc k as g~; ri ücretler 1977 düzeylerinin yakla~ık yü:;de 2:3 gerisind ·~ kalrnı~
m
runJarı
co
lan:l.ı r .
.s ol
ya yi
n.
Daha a nlamlı bir kategori olan ge!'çek ort'.::t larna ücretluci:ı h~ gerileme 1977 yılın dan sonru. başlamış g·cı-çe k ortalanıa ücretler 19?0 yı lına kado.r y üzde 25 geri l e m !ştir; 1984 yılına gel i ndiğin de ise 1977· d e ki clüLeyin yüzde 50 a ltında bulunmaktadı rl ar. l970' lerin ortasıfl cl2 o r ta l anıa ü c r e tlerin asgari ücretleri n bir hayli üze rinde olduğu lıatırl anı rsa, gerçek ortalama ücretlerdeki gerilemenin çok daha hız lı olmasını clagan kar~ı l a m a k Eere kecoktir.' G2rçeh. ücretlerde gö rü le n ~.JU gerjJomc daha genel o larak t:-t r·m-dışı kcsimcie çal ı şanl::ırı~ gelirlerindeki düşl>şü yHnsıtmcı.kte.c.'~r. ıJC'vlet mcmurla nnın gerçek gefi r k:ri ncle d0 ücı·--tler:lekin o yakın bi r geri le m e olm uştur. 111
w
w
TABLO 1 Gerçek Asgari ve O r talr.ma Ü<.retl e:• ı 977 - 1984 (1977 = 100.0) Y ıl Gcrç3k Asgaı i Ücret Gerçek Ort:ı!u wa Ücrt:t
w
1977 1978 1979 1980 1981 1982 1983 1984
100.00 113.2 113.3 58.3 78.5 59.2 74.3 77 . ~3
100.0 37.G 75.9 56.6 52.4 50.~
52 .:J '18.5
Kay nak: Yıldırım (1985l. So:;ya! Sigor talar Kurumu ücre t ve ri ler i ve Tic:ar e t Baka n lı ğı İ stanbu l Geçinme Endeksi kullanılmıştı ı· nı ıo ı
Ayrıc<ı blu. Törüne;- (198;.;J ve Y ı ld!rını ( ı mı.>l. Tönmer f !985 l IC' Yıldırım (198:.l
'-''-
"
w
w
w .s
ol ya
yi n.
co m
Daha genel olarak belirtilirse, tarım-d ışı kesimde emekçiler aleyhine, sermaye lehine ortaya çıkan kayma 1977 sonrasında baş l::!yıp , sendikal hakların askıya alınmasıyla hızlanmış ve yerleşmiş tir. 2. iç ticaret hadlerindeki değişiklikl·ar: Ekonominin iki sektörü arasındaki iç ticaret hadleri kabaca sektörlerin ürettiği malların fiyatlarının birbirlerine oranı olarak tanımlana b\lir. Tannı kesiminin ekonominin diğer sektörleri karşıs ındaki ticaret hadlerinin göst·ardiği eğilimler incelendiğinde son yılların bölüşüm alanındaki dönüşümleri hakkında çok önemli ipuçları elde etmek mümkündür. Bu konuda ayrıntılı endeksler geliştirmek yerine, bir ilk yak l aşım olarak Devlet İstatistik Enstitüsünün Milli Gelir hesaplarında kullandığ·ı zımni deflatörleri ortaya çıkardık. Bur Qda herşeyden önce Milli Gelir h·asaplarının özellikle son yıllar daki hızlı enflasyon ortamında pek çok sorunla malül olduğunu belirtmek gerekir. Ayrıca zımni deflatörleri kullanarak hesaplanan iç ticaret hadlerinin tarımsal üreticilerin ellerine geçen fiyatları tam clarak yansıttığı da söylenemez. Bu konuda destek fiyatlarından ve diğer göstergelerden de yararlanmak gerekecektir. Ancak Tablo 2'de özetlenen eğiliml er yalnızca istatistiklerdeki hatalarla veya endekslerin yetersizliği ile açıklanamayacak kadar çarpıcıdır. Tarım sektörünün ekonominin diğer sektörleri karşısın daki ticare t hadleri 1977 yılına kadar tarım lehine seyrettikten son ra, hızlı enflasyon ortamında fiyat hareketleri tarımın aleyhine dönüyor. Tarım sektörünün iç ticaret hadleri 1978 - 1979 yıllarında yüzde 25-30 oranında, 1979'dan, 1980'e kadar da buna ek olarak yüzde 10-15 oranında, toplam olarak yüzde 35-45 dolaylarında geriliyor. Sektörler arası zımni d·aflatörlerin uzun vadeli dalgalanmaları incelendiğinde, Türkiye'de tarımsal üreticilerin ve genel olarak köylülüğün 1930'lardaki Dünya Buhranı yıllarından bu yana bu kadar olumsuz ve uzun vadeli bir fiyat hareketi karşısında kalmadığı görülmektedir1 1 . Burada hemen iç ticaret hadlerindeki dalgalanmaların köylülüğün içindeki farklılaşmalar hakkında hiçbir şey söylemediğini de ekleyelim. İç ticaret hadlerinin tarım aleyhine gelişmesinin köylülüğün hangi kesimlerini ne ölçüde ve hangi doğrultuda etkilediği, ne gibi dönüşümlere yol açtığı kon usundaki bilgilerimiz çok sınırlıdır. Bu önemli meselenin ayrı bir inceleme konusu olarak ele alınması gerekmektedir. lll
96
Çeşitli
Milli Gelir
h esa pl an nı
kullanarak
yaptığımız
hesaplamalar.
TABLO 2
Türkiye'de İç Ticaret Hadleri 1968 - 1984 ( 1976 = 100.0) Tarım/Tarım-dışı
Tanın/Sanayi
Tarım/Ticaret
1968
78.6
69.7
80.2
1976 1977 1978 1979 1980 1981 1982 1983 1984
100.0
100.0 103.7 85.3 69.5 61.9 61.4 56.0 53.8 55.6
100.0 101.0 91.0 74.2 65.5 65.1 59.8 57.7 58.3
ıoo.o
co
90.4 76.7 73.3 74.2 68.0
m
Yıl
66.4
n.
68.8
ya yi
Keynak: Devlet istatistik Enstitüsü, İstatistik Yıllıkları, Milli Gelir hesaplarındaki z ımni sektöral deflatörler.
w
w
w
.s ol
İç ticaret hadlerindeki bu gelişmel·~r nasıl açıklanabil i r? 1 930'lı ve 1970'1i yıllarda kendi içindeki farklılaşmalarla birlikte Türkiye' de köylülügün örgütlenebilme gücü ve egilimi kentli kesimlere oranla oldukça sın ırlı kalmıştır. Ancak parlamenter demokrasi koşullarında köylülük, iktidar olmaya aday büyük s iyasal partiler tarafından çok önemli bir oy kaynağı olarak görüldügünden, 1977'ye kadar iç ticaret hadlerini kendi lahine tutabilmiştir. 1977 sonrasın daki yüksek enflasyon ortamında ise bu örgütsüz kesimin gelirle ri hızla geril emiş, parlamenter demokrasinin kaldırılmasıyla bu eğ·i lim daha da güçlenmiştir. 3. Üçüncü gösterg-a olarak devlet harcamaların ın ve vergilerinin son altı y ıl da gösterdigi degişiklikler ve bunların bölüşüme iliş kin sonuçları üzerinde duracağız. Bu konuda alt ı noktaya kısaca degi neccgiz ·~. a) Vergi gelirlerinin Gayri Safi Milli Hasılaya oranı son yıl larda giderek azalmaktadır. Bunun ned·ani ücretliler dışmdaki kesimde vergi kaçakçılığının daha da yaygınlaşması ve yeni vergi yasaları ile genel vergi yü künün hafifletilmesidir. bJ Vergi yükünün dağılımı hızla değişmeklia, sermayo gelirleri ü zerindeki vergi yükü hızla azalmaktadır. Bu uzun vadeli kaynıa Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisi Yasalarında yapılan değiJ'.,!J Bu konuda ayrıntılı bir çalışma için blu. Türel (1985).
L7
9iklikler ile dolaysız vergilerden dolaylı vergilere dogru geçiş yoluyla gerçekleşmektedir. c) Yukarıdakilere koşut olarak devlet harcamalarının GSMH içindeki payı da hızlı bir düşüş göstermektedir. Bu egilimin doğal bir sonucu olarak devlet yatınmları g·orilemekledir. Ayrıca devletin eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik harcamaları da gerileme eğilimi içindedir. Bu Lür harcamalardan şimdiye kadar hangi toplumsal kesimlerin yararlandığını saptamak ayn bir inceleme gerektirir; an cak bu harcamaların g·arilemesinin sermaye kesimlerinin çıkarla rıyla çelişmedi ği açıktır.
w w
w
.s
ol
ya
yi
n.
co m
d) I3üyük boyutlara varan bütçe açıklan yoğun biçimde iç borçlanmaya yol açmaktadır. Devletin iç borçlanmasından ortaya çıkan faiz ödemeleri ise mali sermayeye büyük fon aktarımlarına neden olmaktadır. e) Vergi gelirlerindeki gerilcmo, yarattığı bütçe açıklarının yanı sıra KİT ürünlerinin fiyatlarında daha hızlı artışlara yol aç· makta, böylece temel tüketim malların a yapılan sübvansiyonlar gerilemekte veya tümüyle ortadan kaldırılmaktadır.. f) Devletin sermayesinin çeşitli kesimlerine yaptığı çıplak gelir transferleri <kurtarma operasyonları, vergi iadeleri, t·aşvik ödemeleri) son yıllarda büyük önem kazanmıştır. Özetleyecek olursak, bu değişiklikler devletin ekonomi içindeki yerine ilişkin olarak sermaye kesimleri lehine garçekleştiril en Gzun · vadeli, köktenci dönüşümlerdir. Bu dönüşümleri kısa vadeli bir istikrar veya kemer sıkma programının mantığı çerç-avesinde a.çıklamak mümkün değildir. Sözkonusu değişiklikler ancak 1980 sc nrasında sermaye kesimleri lehine oluşan yeni sınıf dangeleri çerçevesinde sermayenin çalışan kosimlern karşı uzun vadeli taarrunınun bir sonucu olarak açıklanabilir. Şimdi de Türkiye ekonomisi ölçegindeki bölüşüm mes·alelerirıc uzun vadeli olarak bakmaya çalışalım. Burada üç temel unsurd!ln söz edilebilir: a) Tarım kesimi içindeki bölüşüm b) Tarım-dışı kesimdeki bölüşüm c) Tarım ile tarım-dışı kesimler arasındaki fark Yukarıda da değinildiği gibi, tarım içindeki bölüşümün son yıl larda nasıl ve ne yönde geliştiği 24 Ocak sonrasında izlenen politikaların ve iç ticaret hadlerindeki olumsuz gelişmel erin köylülüğün farklı kesimlerini ne ölçülerde etkilediği, ne gibi farklılıklara yol açtığı konusunda fazla bilgimiz yok. Öte yandan tanın kesiminde elde edilen ortalama gelirin tarıın dışı kesimde sağlanan ortalama gelirin çok altında kaldıgı ve ara98
ya yi
n.
co
m
daki farkın son dönemde iç ticaret hadlerinde ortaya çıka n d·2ğişik likler nedeniyle daha da arttığı biliniyor. Milli gelir istatistiklerini k ullanarak yaptıgımız bazı ba sit h esaplamalar, 1970'lerin ortaların da vergilendirme öncesind·8 tarım-dışı kesimdeki ortalama geUrın tarım kesimindeki ortalama geli rin dörL katından fazla olduğunu, 1980'lerin ortasında ise aynı katsayının 5'in üzerine çıktığını gösteriyor. Gerçi piya sa mekanizması dışında kalan geçimlik üretimin bir bölümünü dışlaması ned·2niyle milli gelir hesaplarının aradaki farkı abarttıkları biliniyor; ayrıca aynı karşılaştırma vergilendirme son rasınd aki ortalama gelirler esas alın arak yapıldığında, anı daki fark azalmakta. Yine de Türkiy e'de tarım ve tarım-dışı k esimlerde ki ortalama gelirler arasında önemli farklılıklar olduğu ve bu farklılıkların son dönemde hızl a artt~ğı açıkça ortaya çıkmaktadır. Tarım-dışı kesimdeki bölüşüme gelince, hangi ölçüt kullanılır sa kullanıl sın bugün tarım dı şındaki k esim İkinci Dünya Savaşı'nın vurgunculuk ve karaborsa yıllarınclan bu yana bölüşümün en eşit siz olduğu dönemi yaşamakta. 1960'lı ve 1970'li yıllarda yapılan gelir dağılımı araştırmaları, h anele r arası gelir dağılımındaki eşit sizlik derecesi açısından tarım v·2 tarım-dışı kesimlzrin birbirine oldukça yakın olduğu sonucuna varmışlardır = . 1980'li yıllar için aynı şeyi söyleyebilmek mümkün değildir. Gerekli verilerin yokluğunda bir hipotez düzeyinde de olsa, bugün tarım-d ışı k esimdeki eşitsizliğin kırsal alanlarındaki eşits i zlikten çok daha ile ri boyutlarr! vardığı kolaylıkl a öne sü rülebilir. Bu farklılığın devam etmesi u ztın vadede ne anlama gelecektir? Tanın ve tarım-dı şı kesimlerdeki o r talama gelirler arasındaki fark n edeniyle, kırsal alanlardan k entlere göç edenlerin gelirlerinde zaman içinde önemli artışlar ortaya çıkması beklenmelidir. Ancak nüfusun g ider2k artan bir bölümünün tarım dışında çalışmasına, tarım -dışı kesimin ülke ekonomisi içindeki ağırlı ğınm artmasına koşut olarak, tarım- dışı kesimdeki daha derin eşitsizlikler ülke çaprncla ki bölüşüm meselelerine, siyasal tartışma ve mücadelelere daha fozla egemen olmaya başlayacaktll'. Tarım dışındaki bölüşüm bugünkü kadar eşitsiz olmaya devam Er~erse, ülke çapındaki böl üşümün de gider-3k daha eşitsiz h a le g2lmesi, bölüşüm meselelerinde sermaye ile emek arasındaki t·2mel çeli şkinin giderek daha fazla ağırlığını duyurması kaçınılmaz olacak-
w
w
w
.s ol
1 1
tıf.
Bu tür bir yazıyı, saptanabilm esi daha kolay olan gel işmel erlo , e:;ilimlerle sı nırla mak hatalı olu r , gelir dağ ılımı konusun da bilinen 131 Örneğin bkz. Devlet Plünlama Teşkilatı
(1976) .
bilinmeyenlerin de altını çizmek gerekmektedir. Verive ay rıntılı çalışmaların yapılamaması nedeniyle, aşağıdaki k esimlerin son yıllardaki d·ağişikliklerden nasıl veya ne yönde etk il endiğine ilişkin bilgilerin son d·arece s ınırlı olduğu nu özellikle belirtelim. a) Kendi içlerindeki farklılaşmalarıyla birlikte tarımsal üretic,iler. b) Serbest, meslek sahipleri, esnaf, küçük üreticiler gibi birbirinden farklı grupları içeren geniş ve heterojen bir kesim olarak kPntlerdeki küçük burjuvazi. c) Artan işsizlik karşısında işsizl·2r işsizliği nasıl göğüsledil er, kendilerine ne ölçüde ve ne tür gelir kaynakları bulabildiler? Bu üç kesimin hem sayısal olarak hem de siyasal ağırlıkları nedeniyle Türkiye'de çok önemli konumları olduğu açıktır. Bu durumda 24 Ocak sonrasındaki d eğişi klikle:rin bu k esimle ri nasıl etkilediğinin incelenm esi, siyasal uzantılarıyla birlikte, acil bir araştırma konusu olarak gündeme gelmektedir. Sonuç olarak, 1980 yılı Türkiye'de siyasal, topl u msal ve iktisadi açı lardan bir dönemeç nok tası oluşturmaktadır. Bu tarihten sonra uygulanan iktisat politikaları ve önlemler, kentlerde çalışan sınıf ların gelirlerinde önemli bir gerilemeye neden olmuştur. Aynca tarım k esimindeki gelirlerde de gen·al bir gerileme görülmektedir. Bölüşüm alanındaki bu dönüşümü yalnızca kısa vadeli bir istikrar pprogramının, bir kemer sıkma operasyonunun sonucu olarak görmek hatalı olur. Son altı yılın politika ve önl·amleri incelendiğind e , bun ları u ygulamaya ko yan siyasal iktidarların, gelir dağılımında, çalışan sınıflar aleyhine ve sermaye gelirleri lehine uzun vadeli bir kaymayı hedefledikleri açıkça görülm0ktedir.
yanısıra
yetersizliği
w
w
.s o
ly a
yi
n.
co m
]erin lerin
KAYNAKÇA
w
Berksoy, T. C1982) «Türkiye'de istikrar Arayış l arı ve IMF·. Erdost (1982) içindg, ss. 147 - ı 74. Boratav, K. C1980). Gelir Dagılıını , Kapitalist Sistemde, Türkiye' ele, Sosyalist Sis · temde, 4. Baskı. İstanbul. Devlet İstatistik Enstitüsü, Türkiye İstatistil~ Yıllıgı, çeşitli yıllar. Devlet Planlama Teşkilatı (l976l , Gelir Dcıgılımı 1973, Ankara. Ekzen, N. (1984) •1980 Stabilizasyon Paketinin 1958, 1970 ve 1978 - 1979 Paketleri ile Karşılaştırılmalı Anali zi., İ. Tekeli vd. ( ı 984 l içi ndc, ss. 165 - 187. Erdost, C. Cderl.l (1982) , l M fi', İstilırar Politilıaları ve Türkiye, Ankara. Foxley, A. (1981), ·Stabilization Policies and Their Effccts on Employment a n d Jncome Distribution: A Latin American Perspectivc• , W. R. Cline v~
100
m
S. Weintraub (der leyenler>, Econ.omic Stabilizalion Policies in Developirı.g Coun.tries, Washington D. C. içinde, ss. 191 - 225. Foxley, A. (1983), Latin American Experiments in Neoconservative Economics, Berkeley, Los Angeles ve Londra. Krueger, A. D. ( 1981) · ln teractions Between lnflation and Trade Regime Objec.t ive-s in Stabilization Progra m s•, Cline ve v\Teintrau b <derleyenler), Stabilization Policies in Devetoping Countries içinde, ss. 83 - ll8. Kuruç, B. vd. ( 1985), Bırakınız Yapsınlar, Bırakınız Geçsinler - Türkiye Ekonomisi 1980 - 1985, Ankara. Tekeli, İ. vd. U984l, Türlıiye'de ve Dünyada Yaşanan Ekonomik Bunalım, Ankara. Törüner, M. ( 1985), •Ücretler ve Maaşlar 1980 - 1984•, Kuruç vd. 0985) içinde, ss. 202 - 212. Türe l, O. (1984) ·Ekonomik istikrar Programlarına Gen el Bir Bakış•, 1. Tekeli. vd. ( 1984 l içinde, ss. 188 -· 228.
N.
C
1985) , ·Gelir Dağıl ımında Bozulma•, ss. 7 - 9.
Para ve Sermaye
Piyasası,
w
w
w
.s ol
K asım,
ya yi
Yıldırım ,
n.
co
Türel, O. (J985l, •1980 Sonrasınıia Kamu K esi mi ve Fin ansmanı Üzerine Gözlem ve Değerlendirmeler», Kuruç vd. (1985) içinde, ss. 94 - 130. Yalman. G. L. (l984l, ·Gelişme Stratejileri ve Stabilizasyon Politikaları: Bazı Latin Amerika Ülkelerini n Deneyimleri Üzerine Gözlemler•, 1. Tekeli vd. (1984) içinde , ss. 83-164.
101
Tarihselciliğin
Sefaleti: Bakı ş
co m
Popper'in Toplumbilim Serüvenine Bir
Ad n a n EK ŞİGİL
1-
n.
-
yi
Toplumsal b ilim ler f e lsefesini belirleyen ana tartışma başlangı beri, doğal ve toplumsal bilimlerin yöntemsel birliği konusu etrafında d ö nmüştür. Bu tar tışmada gelen eksel olarak «doğalc ı,, ve «gay rıdoğalcı » ( doğalcılık karşıtı) terimleriyle nitelenen iki laraf vardır. Doğalcı taraf, nesn elerinin karmaşıklığ ı , kantilatif metodların kull anımı , deneysel koşulların değişkenl i ği gib i k on ularda doğal ve toplumsal b ilimler arasında bir takım farklılık ların varlığın ı k a bul etmek le birlikte, temelde bunların nicel farklılıklar oldu.ğu nu, toplumsal bilimlerin getirdiği açıklamalaruı, doğa l bilimlerdeki aç ıklama öl çü tlerin e uymamas ı için bir neden bulun m adığını savun ur. Gayndoğalcı taraf ise, sözkonusu fark l ılıkların çok daha de rinlere gittiğ i ve düpedüz nitel farklı l ık l ar olduğunda ı srar eder; bunun son ucu olarak da, gayndoğal cı tarafa göra, toplumsal bilimlerin olu şturd uğu bilgi doğal bil imlerdeki gibi nedensel b ir açıkla manın değil , yorumcu bir anlam biçimin in ürünü olmak durumundad ır. Literatürde genellikle «verstehen,, sözcüğüyl e anılan, sezgisel bir kavray ı ştır bu: doğal bilimlerin dışsal ve nesnel yaklaşımın dan farklı olarak , bilimsel öznenin kendini nesnesinin yerine koyabildiği bir esnekliğe sahip, toplumsal bilimlerin biaat nesnesini oluşturan tasarımlar ve anlamlar dünyasını güçlü bir imgelemle yak a la m aya çalı şan , «içs·al», «özne],, bi r kavray ı ı:;. Bu yöntem bi rli ği tartışmasının en göze çarpan özelliği, geleneksel olar ak doğalcı tarafın pozilivizmle, gayrıdoğalcı tarafın da idealizmle bağlantılı şekilde düş ü nü l mesi, hatta neredeyse eşanlamlı sayılma-
w w
w
.s
ol
ya
cından
102
sıdır.
Böylece sözkonus u tartışmanın uz un bir dönem belirli bir almahküm olduğunu görüyoruz: ya doğalcılık ve pozitivizm, ya da gayrıdoğalcıl ık ve idealizm. Bu durumun neden i, tarafların birbirlerine karşı e n canalıcı savları geliştirirken bile, doğal bilimlerin yapısıyla ilgili tek, sabit bir yorumdan hareket etmeleridir. Bu, yüzyıl başından itibaren özellikle « mantıksal» biçimiyle güçlenerek tüm yöntem ta rtışmasına egemen olan pozitivist yoru mdur. Doğalcıların ikna edici bir toplumsal bilim modeli kuramamasın dan, daha doğrusu varolan toplumsal bilimleri temellendirememesinden, bizzat doğal bilimleri bile aydınlatmakta yetersiz kalan bu pozitivist yorum sorumludur. Aynı şekilde, gayrıdoğalcıların toplumsal bilimlerin k e ndine özgü yönlerini ortaya k oyarken, doğal ve topl umsal bilimler arasındaki bir takım önemli ortak yönü gözden kaçırmalarından, hatta adeta gönüllüce iki bilim gurubu arasında k i köprüleri atmalarından sorumlu olan, g·ane bu pozitivist yorumdur. Şu halde tartışmanın pozitivist bir doğalcılık/idealist bir gayrıdoğalcılık karşıtlığı içinde sıkışması, başka bir ol asılığ ın , pozitivist almayan bir doğalcılığın algılanmasının gecikmesi, gerek d oğal cıların gerek gayrıdoğalcıların bu yorumu olduğu gibi k abul etmelerinin doğrud an bir sonucu sayı labilir. Şurası açık k i, toplumsal bilimler felsefe sinin yönü önemli ölçüde doğal bili mlere atfedilen yöntem ve açıklama biçimine g öre değişmektedir. Bu açıdan bakıldığında, doğal bilimlere ilişkin egemen imgeyi kırmış bir düşünürün toplumsal bi limler felsefesine yaptığı müdahalenin ayrı bir önem lrn zanacağ ı ortadadır . Popper, işte böyle bir dü şünürdür v e bu bakımdan toplumsal bilimler felsefesine ilk müdahalesi olan Tarihselciliğin Sefaleti adlı yapı tı bu alanda hatırısa yılır bir yer tutar. Popper'in kitabın g iri ş bölümünde şu söyledikleri, bu yapıtın yuk a rda değindiğimiz perspektifin bir ürünü, hatta öncüsü olduğunu göstermesi bakımından aydınlatıc ı dır:
w
w .s
ol
ya
yi
n.
co m
maşıksızlığa
birinin tabiatçılık-aleyhtarı veya tabiatçılık-taraftarı mi. yoksa her i kisini birleştiren bir to')riyi mi benimseyeceg i. büyük ö l(ü de sö/ konusu bilim in ve onun konu sun un karak teri hakkındaki görüsüne baglı olacaktı r. Fakat onun h Rni m seyeceği tavır, fi zik metodları hakkındaki görüşüne de bağlı olaca ktır. Bu ik inci noktanın, şimd iye kadar sayı lanların e n önemlisi olduğuna i n anıyorum. Ve öyle sanıyorum l<i melodoloıik tartışmaların çoğundaki h ayati yanlış lar. fL,ik metodlaıının bai'ı çok yaygın yan lış a nl aşı lnıal an ndan ileri gelmektedir.• ı ·Melodla
uğraşan
w
öğretileri
Jl
Kari Popper, Tarihselciligin Sefaleti, Cçev. S. Ormanı İnsan Yayınları, 1985, s. 30. <Orijinali; The Poverty of llistoricism. Routledgc and J<cgan Paul, Londra, 1957!.
103
Popper,
bilimlerdeki <onun için esas itibariyle fizik) "Ya'./!emdi öz epistemolojisiyle bertaraf ·attiği kanısındadır ve amacı, yukardaki sözlerle ifo.de etLigi içgörüden ka1karak, doğal bilimler felsefesine getirdiği kalkının sonuçlannı toplumsal bilimler f3lsefesine uygulamak ve böylece bu alandaki tartışmaların yönünü yeniden belirlemektir. Poppcr'in böyle bir girişi min verimli olacağını düşünmesi boşuna değildir; üstelik bu girişim kendi açı sından tamamen tutarl1 ve gereklidir de. Çünkü, doğal biliml·ar f e lsefesine egemen olan ve sözkon:..ısu yanlı ş anlamalara kaynaklık eden klasik bilim imgesini en sistematik şekilde geliştiren ve büsbütün yaygınlaştıran «mantıksal pozilivizm .. se, bu akıma karşı en sistematik ve ilk etkili eleştiriyi getir8n de, gerçekten bizzat Popper'in kendisi olmuştur. Poppergil epistemolojiyi burada etraflıca gözden geçirmeye yerimiz yok. Fakat bazı t-2mel savlarını hatırlamamızda yarar var. Önce tümevarım ı alalım. Golcnck3el pozitivist epistemolojiye göre, bilimde bilgi oluştur ma süreci önce gözlemde bulunulm ası, dala toplanması, sonra bunların daha geI'-el bir önermeyi doğrulayıp doğrulamadığına bakıl ması doğrultusunda gelişir. Bilimin ve genel olarak insan bilgisinin ussallığı bu süreç üzerine kuruludur. Mantıksal pozitivizmin bu epistemoloji ye en önemli katkısı da, gözlemsel öğel·arin geniş u ygulama alanı olan hipotezleri nasıl desteklediğin i açıklayan tümevarımsal bir mantı k oluşturmak olmuştur . Poppor'in başlıca savı, kendini bu noktada gösterir: tümevanmsal bir mantık olamaz; t·ak bir mantık vardır, o ela tümdengelimsel mantıktır. Popper'e göre bilimin ussallığının, topladığımız dalanın, hazmettiğimiz gözlemlerin hipolezlerimizi ne kadar ve nasıl desteklediğiyle hiç bir ilgisi yoktur: ussall ık bir yöntem sorun ud ur ve bu yöntem, dogadan gözlemsel öğeler toplamak gibi edilgin bir süreci değil, aktif bir sorgulamayı, doğaya birşeyl<~r söylemeyi öngörür. Önce dünya hakkında bir takım savlar öne sürülür -tercihan «Cesur », «akıntıya karşı,, savlardır bunlar- ve bu savlar:::lan bazı gözlemlenebilir sonuçlar çıkarsanır. Sonra sonuçların deney karşısında doğru çıkıp çıkmadı ğı «test,, edilir; doğruysalar, gitgide daha özgülleşen testlere d·avam edilir; do ğ ru değilse l ·sr, savlar yenide n gözden geçir ilir ya da yeni savlar orLaya konur. Klasik ampirisL şemanın tersine, teoriyi d.;)neyin önüne koyan, fakat aynı zamanda teorinin deneyin den eLiminden kaçmasını engelleyen bir süreçtir bu . Bu iki durumu tutarlı bir şekilde bağdaştırmak, gerek doğrulamacı bir ampirist model-a, gerekse klasik rasyonalist modele kapalı iken, süreçteki yanlış lama dinamiğiyle mümkün olmaktadır. Yanlışlamanm, Popper'in sistedoğal
w
w
w
.s o
ly a
yi n.
co m
gın yanlış anlamalar» ı
104
w
w
w
.s ol
ya yi
n.
co
m
m indeki hayali önemi de buradv.d ı r: hem lümclengelimci b ir epistemolojinin kof bir rasyonalizme clönüşmesini önleyen, h em gerçek bir rasyonalizmi ınür.1kün kılan, \'azgoçilmcz bir araçtır :;·anlışla ma. Bu bakımdan Poppsr'e göre yanlışlama, ba?cn düşünü l düğü gibi doğrulama sorunsalının simetri!{ b ir öbür yü?ü, ya da ampirizm tarafından kurnazc;ı tersir.·2 çcvrilmi.~ basit bir şekli say ı lamaz. Poppeı-'in di2,cr bir ana savı da, bilginin meşrulaştırılması kon usunda gösterir kendini. Gelenekse! epistemoloj~ııin ısrarına k arşın, Poppcr'e göre bilgin in temelleri yoktur: bir bakınrn t ü.m bilimsel kuranılar ilke olarak yanlıştır,:? yani beli rli bir h ata payı iç·arir ler; anca l( bazı kuramların digerlerinden daha az yanlış olm:ısı sözkonusudur. Popper'o göre, bir hipota~in bir yığın deneyden sağ salim çıkması (' corrotoration,,), o hipotezin eldeki gözlemsel ve dcrn~ysel veriler tarafından tamam en dcsU klcncli~i anlamına gelme/.. Bu sadece, o hipotezin c l cşLirc l bir ol.:meye -şimdilik- dayandığı nı gösterir, o kadar. Yani doğruluğu geçici:lir. Popper' in h ataların elenmesi }Oluyla dogruya yaklaşılabilecegi, fakat har elemenin ardında daima bazı hataları n kalmasının kaçı nılm az l ığın dan dolay t dogruya asla varılamayacağına ili şk in bu düş ünces ini n ( «verisimilitude,, ) altında bel irli bir doğruluk kavram ı yatmak tadır ki bu kavram da, hiç de yeni bir yakla~pnın ürünü olmamakla beraber, Foppeı.-i en azından döneminin egemen epistemolcj isinden uzak l a~tıran bir başke. faktördür. Popper'in «r2alist,, olarak nitelediği bu yaklaşım, negatif b ir biçimde ele olsa, bilinebilir gerçek bir d ün yan ı n vEtr l ıgın ı ve buna bağlı olarak da, doğrulu ğun tekabü l ettigi nesnel bir gerçek ligin varlıgını öngörür. Doğru l uğu gerç·:::kler e tekabü.liy9t ularnk görme fikri, Poppcr' in kendine h edef al d ı g ı mant ı ksal pozitiv i/min sentaktik yaklaşım ı n ı n tersine, semantik bir kavram olarak kJac,ili: doğruluk dlışüPcc.sinc dönüşü temsil e tmek ted ir . Fakat Popper'in realizm i bunun la k a lmaz. Popper, gene mantıksal pol'itivistl·2rclen far-klı ol~>raı.;:, ku:·aınsal ve göz lemlenemcz birimlerin varlıgına inanır; ve bilimin yalnız betimle meyla sınırlı ka l ııı.adıgını. nedônse! açıklamalar gelirdigini savunur. Keza, metafizik konusunda ela Popper f'ar'.-dı dü~ünmektedir . Mantıksal pczitivizmc göre. yalnl/ ilke olarak cicğrulnnabiLr cm2rmeler anlamlıdır; ve m etafizik önermeler do!~rulanabilir bir nitelik taşımadığı n dan, an\ 2ms ı zdıda r. Popp·:::ı'c gör0, bi limin metafizikten böyle bi r an lamlı l ık krite riyle ayrı l mas ı bil im açısından bir tür inti hardır. Çünkü bi r kere, doğru lanabilir olup da bilimsel say ı lama2)
Einstein'ınkilcr
de
dalııl
c,·cl.
l l·,-.J
w
w
w .s
ol ya
yi n.
co m
yacak yığınla önerme \'ardır {astrolojik önermeler, örneğin); daha önemlisi, bilimin birçok önorm0si başta en temel bilims·0l yasalar olmak üzere- tıpk ı metafiziğin ön~rmcleri gib i c.logrulanamaz n ite l iktedirlcr; çap l arı, menzilleri bu işe gdme:ı ecek kadar büyüktür. BLt bakırnd·.ı.n anlamlılık kriteri uygulandığında bi limin bu önermelerini do rnetafil'ige dahii etmek gerekec2klir. Popper'e göre anlamlilık kriteri, mantıksal pozL:vizmi yalnı;; bili.ıı/mclafi/ik ayrımın da clegil, diger pekçok canalıcı noktada da çıkmaza sokmuştur; anlam kuramı, belki dil fels-afesinde faydalı olabili r, fak at b ilimin anlaşılmac;ınc!a bir yeri yoktur. hatta bilim felsefesi için b ir fclükct ol muş! ur Şu halde Popper'e görn, doğrulanamaz deği l , yalnız yanlışlanamaz önermeler m2tafizik önermelerdir ve yan lışlana madıkları için de <:ı.nlam· dan yoksun olmaları gerekmez. Metafizik, tersine, yerine göre, hem biı· b;liınin doğucı koşullarını hazır layacak. ya da \aralan bir bilimi verimli yönlere s8vkedecek kadar, hem de, yerine göre. bir bilimi felce uğratacak kadar «anlam» doludur. Kuşkusuz, Popper·e göre he r bilimsel pratik, ken din e yalnız zarar değil , fayda ( "h·:uristic" Lür bir fayda) geLirdiği durnmlarda bile, metafizikle arasındaki çizgiyi gözetmek zorundadır; fakat metafiziği imhaya kalkışması. yeni ve daha beter bi r metafi. 7ikle karşı karşıya gelmesinden ba-?ka bir sonuç vermez. Egemen bilim felsefesinin ü?erincle çok hasc;as olduğu nesnellik konusuna gelince: Popper bu koruda da ele5tirelclir. Bilim in nesnelliği, egemen felsefenin sandıgı gibi bi lim adam ı nın tarafsız, kişi sel ve toplumsal çıkarlardan uzak, onl arı ,,aşmış .. insan ü stü ki şili gincle degil, bizzat ·;)Jeştiri geleneginin koşullarında yatar. Çevresindeki değ·erlcrclen soyutlanmıs bir kişi. id3al bir bilim ada mı olamaz çünkü hiç'.;ir ara~tırma ilgi \·e çıkar boşlL•guncla j ürüyem87. Pop per'in, eg·arnen felsefenin daima toplumsal bilimleri gözönüne ald ı ğı sırada dogal bilimleri lıntırlatmak için vurguladıgı bir noktadır bu. Nihayet, Poppcr'e göre hiçbir ı,ümdengelirnci yaklacıım, degişik bilimlerin özgül ncsnckrinin biı-biderino indirgenmesini kabul ede m3z. Çünkü bilimlerin nesnesi rımpirik değil, kuramsaldır. Oysa pozivitizm, nasıl kuramı gözlem üzerinde inşa etmek istiyorsa, ayn ı şekilde dünyanın lünı bilgisini kendine tem;)l aldıı?;ı fizik üzerinde kurmaya çalışır. 1:3öylccc, genci olarak so ::ı yolojiyi psikolojiye, psikolojiyi fizyolojiye, fi~yolojiyi biyoloji: c, biyolojiyi kimyaya, kimyay ı ela (are.duki diger tüm branşları ela u ıı ut maksm n l fiziğe i n dirge rnek pozitivizmin nihai arnacıdıı. Popper için bu amaç bir düş olarak kalmaya mahkumdur, zira bilimler öz·arktir; birinin nesnesi, ötekinin nesnesiyle açıklanamaz. 106
Popper dey ince herhald e ilk a kla gelen sav lar bunlar. Bunların hepsin in de, mantıksal pozitivizmin oldugu kadar genel pozitivist epistemolojinin ·2leştirilmesinde önemli mesafe ta~.ları o 1u)tu,·ctuf.'"u açık. Şimdi bu savları arkamıza <ııarak topl..ımsaı bi'imlcrle ilgili yöntem tarLışmalanna katı l dıgıml/l c.ll.isünclim. Nası! bir sonuçla karşıl aş ı rız? Popper neyle karşıl aşmışLı r? -
ll -
w
w
w
.s ol
ya yi
n.
co
m
Tarih selcili ğin Sefa!e li'ne baktıgımızc.la, yazarının h~lngi toplumsal bi limciyi h edef a l dığını, hangi özgül öğreLiyi' değerlendi nne sine zemin yaptığ;ını an lamamı;: kolay degilclir. Comte'a, Marx'a, Mi ll'e, Mannhoim'a bir takım göndcTmeler var ama. ilgi noktasının kimde yogunlaştıg·ı aşik,'r deği l Bunda yevarın. dm inclir>;i bu düşü nürle r in dok trin k ri n in mümkün mertebe iç çelişkilerinden arınmış sen te tik bi r ideal «mode l,,ini çıkarma k istemr;si ve yalnı .. YC ::2 ln~~' ca bu m odelle muhatap ka l mayı tercih etmesinin'1 rolü herhalde büy ü ktür. Görünürde, ek:ştirilecek kuramı o 1 cluğundan daha «tutarlı., kıl ma a mac ı nı taş ı yan bu aşırı pedagojik cömertlik, Poppcr'in genel olara k toplumsal bil im lere yönelik tatminsizliğini olclugu lrn.der, müdah a lec i ve g ü dücü tavrını da gösteren ilginç bir beli r tidir. Fakat Popper'in toplumsal felsefo al anında yazdığı, Türkçe'ye yıllar önce çevrilen ünlü bir yapıtı do.ha var:1 ır ki bu y?pıt \çık Tcplum ve D üş ma n ları- yazarı n toplumsal ale.ncla esas h edef ve muhn1ap n!dığı toplumb ili mcin in k im olduğu konusunda hiçbil- ku~kuya yer bı rakmaz: Marx'tır bu. Açık Tonl mn\ın dc1lrn. tarihsel bir :Yaklaşımla Tarihselciligi rı Sefalet i'ni tamamlı:mak ve bu kilaptaki sem at iki iğin yarattığı boşlukları doldurmak için kalem·2 a 1 mdıgı anımsanırsa, açıkça ilci.n edilmemekle beraber I\farx'ın, Tat ihsc!cilii "in Sefaleti' nin de başlıca hedefini oluşturduğunu s6ylornek abartmrt olm17 . Böylece su ortaya çıkmaktadır: Poppcı- icin, dogal b'liml·::!r reısc!'esi ne getirdiği anti-po/itivist eleştirinin toplumsal alandaki sonuçları
nın açıklıga kavuşması . biı· ba'.-:ıma ivfr.rı.;'ın çalışnıası•ıın
değerlen
dirilmesinde d üğü mlenme k tedir. Ru duı umda, seçilebildigi ve ay ı k lanabildigi kadar, Popp-:Jr'in Tarilıs~ ' ci li ğin Scfo lei.i'incle Marx ·a yönelttiği eleştirilere bakma!~ 8yrı bir önem lra;,,ııııyor. Bu eleştirilerin r-·cncl vugısı şöyle Ö/elleneb ilir: ~lc:'d'.\.·:n çalış ması, toplumun anlaşılı'Ylasındt• en cidcli çaba 1 c..rdnıı hirlni i4'nc1 ; cd·::ı r. Bu çaba kalın bir İ /. b•ruknrn~tır: bu;'.ün Marx öncesi bir toplumsal bilime dönÜ!)Ü ctüşünmnk bile mümkü n değildir; bu alanda 3)
A g.c., s. 3 ı
- 32. 107
w .s ol
ya
yi
n. co
m
herkes, kabul etsi n e t mesin, karş ı olsun o l masın , Marx'a birşey l er -belki bir içgörü, be lki bir bilinç. belki de belirli bir psikoz?- borçludur. Ancak Marx'ın öğretisi baz ı bilimsel öğele r içermekle beraber, genel hatl arıyla metafizik bir yapıya sai1iptir ve tarihsel gerçekler karşısınci~ki evrimi içinde, ?aten sınırlı olan o bilimsel içeriğin i ele yi ti rerek, v-:: rim siz -hatta gerek top lumsal bilimlerin geiişi mi açısından, gerek varoluş s:.ıl ve siyasal açıdan tehlikeli- bir ideoloji haline bürünmüştür. 1 Kuşkusuz, yalnız şimdi degil, Tarih~elcili ğin Sefaletrnin yazıl dığı dön emde de kulağa pek yabancı g·&lmeyen hükümler bunlar. İl ginç olan bu hükümlerin kendileri değil , Popper'in bunlara nasıl, hangi argümanlarla vardıgı. Çünkü dogal bilimlerdeki anti-pozitivist eleştirisinin ışığında, bazı argümanları kullanamayacağı ml ı hakkak. Örıı eği n Popp·2r, tümdengolimci yaklaşı mından ötürü Marx'ı eleştiremez. Buna bağ lı olarak da Marxgil öğretin in, «data .. yı aşan yoğun kuramsal niteliginden ötürü «anlamsız,, ya da bilgisel içerikten yoksun bir doktrin olduğunu sav unamaz. Öte yandan Popper , k endi siyasal görüşleriyle uyuşmamakla birlikte, Marx'ın siyasal taraftarlı ğından yön tems·sl açıdan şikayetçi olamaz. Aynı şek il de, Poppcı·'in Marxg il kuramdaki bir takım gözlemlenemez öğelerden (değer teorisi gibil fazlı:t rahatsız olmaması gerekir. Keza Marx'ın, belirli toplumsal kategorileri psikolojik bir z·smine ind irgeme çabasında bulunmad ı ğı için Popper'in eleştirisine hedef olması beklen emez; ter sine, Popper'in Marx'ı farklı toplumsal bilimlerin değişik n·::ıs n e lerini birb irine indirgemekten özellikle kaçındığı ve sosyoloj inin özerkliğini~ koruduğu için desteklemesi beklenebilir. Nitekim öyle de yapar. O hald e Poppe r'in Marx'a yö nelttiği eleştiri hangi nok ta larda
w w
toplanmaktadır?
Birinci nokta, Popper'in «toptanc ı toplumsal mühendislik ,, ter i miyle adlandırdıgı ve Marx·a atfettiği ya!<laşımdır. Bu yaklaşıma göre, toplumsal bilimler, «toptan», rad ika l, devrimci dönüşümlere z·;::min oluşturabilirler ve böyle bir z2min oluşturabildikleri ölçüd e bilimdir!-:;r. Popper'e göre bu ya k l aşım «müh endislik» yönüyle doğ rudur, çünkü toplumu insan eylem ine açık ve tasarlanacak bir mekani2.ma olarak görür; fakat « toptancı -· yönüyle h ayalperest ve çe-
4l 5l
Poppor. The Op eıı Socıeıy arıd ils ı-:nemıes, 2. cilt, Routl edge and Kegan Paul. l ondra. 1974 (GöL:dcn geçi ri l miş 6. baskı _ İlk baskı: 1945) . s. 81- 82. I3urada Popper'e uyarak . •·sosyoloj i .. gi l, siyaseti,
108
ikti sadı
da kapsayacak
sözcüğünü
daı·
akademik
şekilde, geniş a n lamıyla
anla mı y l a
kullanıyoruz.
de-
çünkü toplumsal düşünceye damgasını basmış derin bir yanılgıdan kaynaklanır. Poppar'in "~arihselcilik ,, diye nitelediği bu yanılgıya göm toplumsal bilimlerin amacı , Loplumu temellendiren gelişme yasalarını h:eşfederek ve bu yasalara dayanarak tarihsel öndeyilerde bulunmaktır. FakaL Popper'e göre toplumsal bilimlerin mantıksal yapısı, tarihsel gelişmeleri -özellikle devrim gibi büyük çaplı olguları- önceden kestirmelerine elvermez. Ancak bu imkansızlık, toplumsal bilimlerin varolamayacağı anlamına da gelmez: daha pragmatik, «perakendeci", ya d a «l·ahimci,, (lehimci, değiştirip yenisini a ramanın tersine, varolanın tamir tıdil erek korunması an lamında h erhalde} bir toplumsal mühendislik, toplumsal planda pekala bilimsel bir yaklaşımın oluşturulmasını mümkün kılar. Popper'i izleyer ek aralarındaki farka bakarsak, perakendeci veya leh imci mühendis, toptancı mühendisin tersine, insanlığın k aderine ili şkin Larihsel bağlantıları veya tarihsel gelişme yasalarını araştırmaz, çünkü insanlığın kaderini önemli ölçüde kendisinin tayi n ettiğine inanır. Tarih öngörülemez ve planlanamaz, doğru; faka~ toplumsal kurumlar planlanabilir ve planlanmalıdır. Bu anlamda insan iradesinin tarihte ön emli bir rolü vardır: tarihin yonu ınsana tarihsel gelişmenin «doğal kanunları,, tarafından empoze ed i imiş olmayıp, bizzat insan kararlarının bir fonksiyonu olarak belirlenmiş tir. Gerçek bir politikayı mümkün kılan da bu durumdur. Bu bakımdan Popper'e göre, örneğin Marx'ın Feuerbach üzerine 11. t-azi, gerçek bir eylem çağrısı olamaz çünkü Marx'ın tarihselciliğinin getirdiği mutlak bir cic:terminizmle güdümlenrniştir.'; Popp-ar'e göre, determinizm in olmadığ ı b ir dünyada, insan eylemlerinin n erelerde son bulacağını tahmin etm ek çoli güçtür. Yazarın toplumsal bilimler e yükled i ği rot, işte bu güçiüğe yön-alik olarak ortaya çıkmaktadır: toplum sal bilimlerin görevi, i.nsan eylemlerinin düşünü lmemi ş sonuçlarını önceden saptamaktır . Ama determinizm yokluğunda , topl umsal bilimlerin bu yönde alacağı mcsaf.8 çok değ ildir. Örneğin devrim gibi Lopyekün bir olayın nasıl gelişeceği, n e sonuçlar vereceği, toplumsal bilimlerin hesaplama yeteneğ ini fe rsah ferscı. h qşan say~sız faktöre bağlıd ır . Ama belirli bir kurumda özgül bir düzenlemenin sonuçlarını toplumsa l bilimlerin kestirme imkanı yok değildir. Bunun içir.ıdir ki Popp·2rgil toplumsal bilim, devrimlere değil , ancak küçük çaplı reformlara zemin olu şturabilir ve ancak böyle bir zeminle yetindiği s ürece bilimd ir. Bu bakımdan perakendeci mühendis, toplumun bütünün·2 ilişkin (devle t} genei değ i şiklikler y erine, küç ük, sınırl ı konulara ilişkin (okul, dini ku-
w
w
w
.s ol
ya yi
n.
co
m
lişkilidir.
6)
T. Sefaleti, s. 81.
1.09
co m
rumlar, polis örgülü, ileLişim araçları, vs.l projelerle meşgul olur. Ve bunu da özgül bir sınırlama içinde yapar. Örneğin bir «mühendis sosyolog,, veya .ik tisatçı sigorta şi rkatlerini incelerken, araştır masını s igortacılığın kökeni ve toplumsal işlevi tartışmasından bağımsız olarak, süzgelimi, sözkonusu )irkellerin karının veya verdikleri h izmetin nasıl, hangi yöntemlerle daha fazla arttırılabileceği sorusuna yönelik olarak yürütür. Kısacası perakendeci mühendis, ufak adımlar atar, fakat bunlar daima toplumsal yaşamda birer etkili müdahale niteligi taşu-: bir bakıma toptancı mühendis, alışıla gelmiş eylemci çığ·ırtkanlıgına karşın devrimleri beklerken', perakendeci müh;;ındis reformlar yapar. Ayrıca, devrimler de geldiği zaman, çoğu kez toptancm111 istediği veya beklediği şekilde gelmez; oysa reformlar toplumsal mühendisi çok fazla hayal kırıklığına uğ ratmaz; uğratsa da, bunları bir dizi tadilatla kendi veya içinde bulunduğu topluluğun amacına göre yenid«m biçimlendirmesi daima mümkündür. Toptancı ise devrimi denetleyemez ve genellikle de a l-
yi n.
tında kalır.
w
w
w .s
ol ya
Popper'in peral'-endeci toplumsal mühandisliği, açıktır ki. doğal bilimlerde kuramların deneylerle smanma sürecinin toplumsal plandaki karşılığıdır. Toplumsal reformlar, toplumsal kuramları test etm enin yoludur. Popper'in toplumsal bilimlerde cl-::ıterminizm yokluğuna işaret eLmesi de, kendi doğal bilimler metodolojisinden kaynaklanmaktadır: yazara göre determinizm, XIX. Yüzyıl'da tüm bilimlere damgasını vurmuş bir düşünce tarzı olmakla birlikt·::ı, asım da bilimlerin açıklayicı gücüne birşey katmaz. Nitekim bugün doğal biliml er determinizme tabi değildir; toplumsal bilimler de olmamalıdır. Bilimlere açıklayıcı gücünü veren yasalardır; ve bilimlerde determinizm -yoklugu, -yasaların olmadığı anlamına gelmez. Doğal biliıplcrde de, toplumsal bilimlerde de yasalar vardır; fakat bunlar yapılabilecek birşe-y !eri gösL·arir pozitif hükümler olmaktan çok, negatif şekilde neyin yapılamayacağına işaret ederler. Örneğin fizikte termodinamiğin ikinci kanunu, yüzdeyüz verimli bir makina yapamayacağımızı gösteren bir t·2knoloj ik uyarı n iteliği taşır. Her yasa aslında bir yasaklamadır veya bir yasaklama şeklinde ifade edilebilir. Toplumsal bilimlerdeki yasalar da böyledir. Popper'in örneklerini alırsak: «Bir sanayi toplumunda belirli bazı üretici baskı guruplarını örgütlcdiğiniz kadar başarıyla tüketici baskı guruplarını örgütl·8ycmezsiniz.» Yahut: «Rekabet fiyatlarının temel fonksiyonlarını yerine getiren bir fiyat sistemine sahip merkezi planlı bir toplum olamaz,, Ya da: «Enflasyonsuz tam istihdama ulaşamazsı nız. ,,' Bu ve benzeri yasalar, Popper' e göre, neler in yapılacağını 7l
110
A.g.e .. S. 94 - 95.
w
w
w .s
ol
ya
yi
n.
co m
g östererok eyleme belirli poziLif reçeteler vermekten çok, nelerin yapılamayacağrnı belirterek eyleme bazı sınırlamalar getirir, yani eylemi doğrudan degi l, dolaylı olarak yönlendirir. Bu açıdan bakıldığında perakendeci mühendis, yalnız ufak reformlarla yetinmek degiJ, aynı La manda bel i ı li bir pozitif ideale bağlL kalmaktan veya böyle bir ideal önermekten de kaçınmak zorundadır. Etk in eylemciliği uyarınca, perakendeci m ühendisin bilgisi ni u ygulamak için kesin amaçlara ihtiyacı olduğu su götürmez. Ancak bu amaçlar daimH belirli bir sakıncayı, ş u veya bu kötülüğü azaltm ay ı, mümkünse ortadan kaldırmayı hadefleyen negatif nitelikli amaçlar olacaktı r. Lehimci mühendisin daha üstün bir düzene veya belirli bir mutluluğa yönelen pozitif bir ideale baglanması gerekmez. Tersine, izlediği bilimsel yöntGmin mantığı, lehimcinin p ratiğinin daima yadsınmaya açık bir denemeler se risi olmasını gerektirir. Burada Popper'in toplum ve bilim modellerinin birbirinin üdeta sim3trik bir uzantısı olduğunu görüyoruz: nasıl ki teoriler sürekli o larak yeni çözümlerin ortaya atılması ve sınanması aracllığı yla k urulur. benzer şekilde, Poppergil toplum da aynı ussal yöntemle kurulacak t ı r. Bilimsel bir önerme yadsınabilir, fakat meşruluğu hiçbir zaman ortaya konamaz; aıııa belirli bir kuramın bir diğerine (geçici olarakl t-a rcih edilmesinin meşruluğu gösterilebil ir. Aynı şe kilde, toplumsal alanda bi r eylemin meşruluğu ortaya konamaz; ancak , toplumsal kurumların sakınca ve kötülüklerini topluma daha iyi hizmet v ere bilecekleri şekilde adım adım telafi etmek mümkün dür. Bilim hatalardan nasıl adım adım uzaklaşırsa, toplum da kölül ükl·arden öyle uzaklaşır, Doğruluğa nasıl hiçbir Laman u laşamıyor sak C«verisimilitude»l, iyilik ve mulluluğa da ulaşamayız; ancak eleştirel yaklaşımımızı teorilerimize uygulayarak nası l cehalet çemberimizi daraltabiliyorsak, toplumun bugünkü du rumunu da bu yaklaş ım ımıza tabi tuta rak mutsuzlugumuzu sınırl ayabi1iriz. Şimdi, Popper'in gerek bu perakenck:ci mühendisliği temellendirmek, gerek toptancı mühendis li ği eleştirmek, gerekse bu iki «mühendislik» arasındaki karşıtlığı kitabı boyunca koruyabilmek içi n başvurdu ğu arg ümanlara bakarsak, bunların iki ayrıma d ayandı ğını görürüz . .birincisi, trendler ve yasalar arasındaki farktır. Popper'e göre bi r trend, belirli bir gerçekler veya gözlemler dizisi n in belirli bir yönde izledigi güzergahı dile getirir. Yüks·3len veya düşe n ölüm oranları , doğum oranları. işsi zlik oranları, vb. hep trendlerdir. Trendl e ri ifade eden önermeicr kat·::gorik CkoşulsuL l ve tekildirler, dolayısıyla öndeyilcre meydan bırakmazlar: son g ünlerde havaların yağmurlu gitmesi, ya da son aylarda ödem3 aç ı ğının arLması, havaların yagmurlu gi t meye veya öd eme açığı nın artmaya 111
edeceğini
devam
tahmin etmenin bir temeli oiamaz. Oysa yasalar ve evrenseldirler. Demirin ısıtıldığı zaman genişl-2yec·ağini söyleyen yasa, tanı olarak ifade edildiği zaman, tüm demirden nesnelerin ısıtılcllğ·ı vakit genişloyecogi anlamını taşır. Her ne kadar yasanın dogruluğunun kanıtı b:)lirli demir parçalarının harek etleri konusunda belirli gözlemler ise de yasanın kendisi, belirli bir demir parçasının ısıtıldıgını veya ıs;tılmakta olduğunu söylemez. Yasa yalnızca bu koşul un yerine getirilmesi halinde ne olacağını belirLi r. Yasaların bilinm·0si, trendlerin biliı!mesinden farklı olarak, öndeyi için bilimsel bir zemin oluşturur.s Diğer ayrım, iki bilimsel öndeyi tipi arasındadır. P Popper 'in «kehanet» dediği bir tip, gerçekleşmesini engellememiz·a imJüin olmayan olayların öndeyisidir. Fırtınalar, ay ve güneş tutulmaları gibi olayların tahmini bu tiptendir. Bunların doğrulanması yalnızca bekl eyerek, sabırlı gözlemlerle olur. Popper'in «teknolojik» ön::l.eyiler dediği diğer tip ise, mühendisliğin temelini oluşturur ve b3lirli son uçlar elde etmek için atmamız gerck0n adımlar konusunda bize yol gösterir. Bunlar, fiziki, kimyasal, Lop! umsal vb. koşulları amaçlarımız doğrultusunda belirli etkiler yaratarak değiştirecek şekilde müdahaleye imkan vernn öndoyilerdir; nitekim doğrulanmaları da doğaya -veya topluma- aktif müdahaleyle, yani tasarlanmış deneylerle olur. Teknolojik öndcyiye tipik bir örnek, belirli statik kurallarıyla bir köprünün ne kadar ağırlık kaldırabileceğinin önoaden tahmin edilebilmesi ve bu tahmine göre inşa edilmesidir. Popper'o göre, kehanetler teknolojik önd·Jyilerden daha caziptirler, ancak kapalı sistemler öngörürler. Kapalı sistemler ise aslında yalnızca astronomi ve meteoroloji için sözkonusu olabilir: güneş sistemi, muazzam boş mekün alanlarında dış müdahaleckm nispeten korunmalı oldugu için, kendini tekrarlayan, durağan, dolayısıyla kapalı bir sistem sayılabilir. Fakat Popper'e göre doğal bilimleriıı diğer bütün dalları, genel inancın tersine, oldukça açık sistemlerle karşı karşıyadırlar; bu bakımdan astronomi - ve matcoroloji- d(Jğal bilimler içinde bir istisnadır. Şu halde doğal bilimlerin ana öndeyi biçimi «teknolojik» öndeyidir; toplumsal bilimler ise açık sistemleri haydi haydi öngördükleı ine göre, onların da esas öndeyi biçimi teknolojik önd·ayi olacaktır. Popper'in doğalcılık/gayrıdoğalcılık tartış masındaki tutumu bu bağlamda açıkça ortaya çıkmaktadır. Yazar
w
w
w .s
ol ya
yi n.
co m
koşullu
8l 9l
A.g.e., s. 143 - 160. A.g.e .. s. 70 - 71. Aynen bkz: Poppcr, "Prcdiction and Prophecy in the Social Scienccs•., Coııjectures aııd Refutations, Roullcdge and Kcgan Paul, Londra, 1974 (5. baslu - ilk baskı: L9G3l, s. 336- 34G.
112
doğalcılığı savunmaktadır:
toplumsal bilimler vardır ve genel hatbilimlerle aynı açıklama ve öndeyi biçimini izler. Bu iki öndeyi arasında yaptığı ayrım ışığında, Popper'in toptancı mühendise getirdiği eleştirinin ilk elde şu olduğu düşünül·abi lir: toptancı mühendis doğalcı olmakta, doğal bilimlerin yöntemlerini genel olarak izlemekte haklıdır, ancak hatası doğal bilimlerde istisna teşkil eden astronominin yöntemini benimsemiş olmasıdır. Fakat Popper'in «cana lıcı » olarak düşündüğü hata bu değildir. Çünkü Popper de bilmektedir ki toplumsal bilimlerin yukardaki tanıma göre «kehanet»te bulunması, mantıksal bir tutarsızlık içermez. Yazarın ünlü saat/bulut b enzetmesine başvurursak, toplumsal bilimlerin nesnesi, toplum, bir saat değildir; ama tam bir bulut olduğu da söylenemez: toplum, açık bir sistem olmakla beraber, belirli tekrarlılıklar, düzenlilikl·ar gösterir. Toplum, g ü:ıeş sistemi gibi bitimsiz bir uzam ve zaman içinde korunmalı degildir ama, belirli yapıların sürekliliğinin oluşturduğu zaman dilimkri içinde kısmi bir ukorunma,,ya sahiptir. Ve bu zaman dilimleri pekala bazı «kehanet,,leri mümkün kılacak marjlar sağlar. Bu marjların anlamlı kehanetler için yeterli olup olmadığı ayrı bir konu CPopper yeterli olmadığı kanısındadır); ama ortada mantıksal bir çelişkinin bulunmadığı açık tır.
Çelişki, yakında,
ya yi
n.
co
m
larıyla doğal
fakat başka bir yerd·adir. Popper'e göre, topmühendis toplumun gelişme veya ilerleme yasalarını keşfetti ğini, toplumların kaçınılmaz olarak geçeceği tarihsel aşamc;,ları saptadığını ve birbirinden açıkça ayırdettiğini savunurkan, --çoğu kez do ğru biçimde- çeşit çeşit trendler gözlemlemekle işe başlar, fakat ardından bu trendlere dayanarak, sanki bunlar birer yasaymış gibi bir takım öndeyüarde bulunur. Daha da beteri, bunlar kategorik, koşulsuz öndeyilerdir; oysa değil trendler, yasalar bile ancak koşullu öndeyilere izin verir. Bu durumda, sözkonusu koşulsuz öndeyi veya «kehanet»ler bilimsel bir temGlden yoks .m kalırken, bunların dayandığı düşünülen «gelişme yasaları» kavramı da tutarsız laşmaktadır. Bundan çıkan sonuç, toptancı mühendisliğin devrimci projesini ayakta tutan toplumsal düzenlerin kaçınılmaz aşama ları fikrinin, görünürdeki bilimsel zeminini yitirmesidir. Toptancı mühendisl iğin son tahlilde bir iltopya olmasının nedeni de budur. Burada Popper'in söylediği şey, toptancı -ve ütopik- mühend isin yasa ile trendi birbiriyle karıştırdığıdır. Yani toptancı mühendis, «şu-şu d eğişiklikk'!r olmaktadır» önermesiyle «ŞU değiş i klik olursa, şu sonuçlar çıkar» önermesi arasındaki farkı görememektedir. Popper'in toptancı mühendisle yalnız Marx· ı değ il, Comtc'u, Mill'i ve hatla - belki Hayek hariç- tüm toplumbilimcileri kastettiği 1•
w
w
w
.s ol
tancı
113
anımsanırsa,
bu iddiadan kuşkulanmamak güçtür. Bu toplumbilimtarih çözümkımeleri arasında bazı yöntemsel ayrımlara ve epistemolojik inceliklere Popper kadar dikkat sarfetmeyebilirler, ama pek de karışık olmayan böyle elemanter bir ayrımı gözetmemeleri hiç de yakın bir ihtimal degildir. Nitekim dikkat edilirse, sorunun bu düşünürlerin analizlerinde değil, Popper'in argümanlarında yattığı görülür. Popper, «kehanet» sözcügünü açıkça iki ayrı anlama kullanmaktadır: «kehanet» önce, gerçekleşmesini engellamemize imkan olmayan olayların öndoyisidir. Fakat Popper'in argümanının sonuna gelindiğinde kehanet, herhangi bir koşuldan bağımsı z olarak, «hangi şartlarda olursa olsun,, gerçekleşecek bir olayın öndeyisi halini alır. Şimdi burada, bir astronomi tahmininin, örneğin, ikinci değil birinci anlamda bir kehanet olduğu ortadadır. Popper'in eleştirisinin «canalıcılıgı », vazgeçilmez ve koşulsuz olarak belirli bir nihai duruma sürüklenen bir «mutlak trend ,, fikrinin saçmalığından kaynaklanmaktadır. Oysa, Marx'ın kapitalizmin sonuna ilişkin tahmini (ya da Comte'un Bilimsel Toplum aşa masına ilişkin tahmini, örneğin) Popper'in ilk tanımladığı şekilde bir kehanet olarak düşünülürse, görünürdeki saçmalığını veya tutarsızlığını kaybede r. Bu kehanet, kayıtsız şartsı z gerçekleşecek bir ol ayın tahmini değil, bilinçli insan müdahalesiyle engellenmesi mümkün olmayan bir olayın öndeyisi olarak değerlendirildiğinde -yani Popper'in bizzat perakendeci mühendislik d·ad iği yaklaşımın sınırları hakkında bir önermeler dizisi olarak kabul edildiğindc yanlış çıktığı veya çıkacağ ı pekala savunabilir, ama herhalde saçma veya tutarsız olduğu ileri sürülemez. ~ Aslına bakılırsa sorun, Popp·ar'in özgül argümanlarının da ötesinde, Marxgil doktrine karşı önerdiği kendi toplumbilim modelinde yatmaktadır. Yukarda perakendeci mühendisliğin Popper'in doğal bilimler metodolojisinin dolaysız bir u za ntısı olduğunu söyledik: burada toplumsal kurumlar aracılığıyla gerçekleştiril en raformlar, doğal bilimlerdeki deneylerin dogrudan karşılığıdır. Açık ki, reformların doğal bilimlerdekine benzer şekilde toplumsal teorilerin sınan masında bir deney niteliği kazanabilmesi için, sözkonusu reformları uygulayacak olanların problemleriyle, perakendeci mühendisin kuramsal problemlerinin aynı olması gerekir. Oysa Poppergil mü-
om
ciler, 10 yaptıkları
1
w
w
w
.s ol
ya y
in .c
11
10)
Yazının içeriğini etkilemediğinden.
limci• sözcüklerini 11)
eşanlamlı
burada •loplumbiliınci• ve • loplurnsal biolarak kullanıyoru;.-.
T. Sefaleti, s. 170 - 171.
12) Popper'in bu
hatasının ayrıntılı tartışması
için bkz: A. Ryan, Tf:e
of the Social Sciences. Macmillan, Londra, 1970, s. 197 - 219.
114
P/ıılosoplıy
yacağı ortadadır.
ya yi
n.
co
m
hendislik bunun böyle olup olmadığını sormaz, hatta sormamayı bir ilke olarak benimser. Bu, doğallıkla iki tarafın problemleri arasın da tam bir özdeşliğin varsayılması demektir. Reformları ancak yö netici sınıf uygulamaya muktedir olduğuna göre, varsayılan özdeş liğin, Popporg il mühendisl iği yönetici sınıfm ideolojisi haline dönüş türmesi işten bile değildir. İlgin ç- olan şu ki -ve bu, yazarın toplumsal doktrin kurucularını yorumlayış tarzını göstermesi bakımından da aydınlatıcıdır- Popper'in o kadar saldırdığı Comte'un sosyolojisi de, reformları toplumsal teorilerin sınanmasında birer deney olarak gören bir «mühendislik" üzerine kuruludur: aslında, her iki düşünürün do toplumsal mühendisliği tıpatıp aynıdır. Şu farkla ki Comto kendi toplumsal mühendisinin -sosyologunun- siyasal yetke ile ilişkisini açıkça belirtir <sosyolog doğrudan doğruya siyasal yetkenin kendisidir), Popper ise bunu yapmaz. Kısacası, Popper toplumsal kurumlarda yapılan bir dizi reformlar vasıtasıyla sürekli yenilenen ve sınanan bir toplumbilim önerirken, bu kurumlann doğası hakkında herhangi bir açıklama getirmekten titizlikle kaçınır. Böyle bir yaklaşımın, bizzat sözkonusu kurumlar hakkında bir takım savlar getiren Marxgil veya benzeri doktrinler karşısında ciddi bir eleştirel iç·arikton yoksun kal acağı, bir bakıma bunları ıskala
w
w
w
.s ol
Ancak önerdigi modelin zayıflığı, Popper'in Marxgil kuramın bünyesinde bazı önemli « çelişkiler" veya hatalar saptamasını elbette engellemez. Bunlardan .biri de Marxgil kuramın nesnesiyle ilg ilidir. Popper'in bu konudaki e leştirisi, yukarda reformları savunmak için söylediklerinin bir türev idir. Yazara göre toptancı mühendisliğin öngördüğü devrimci projeler, toplumsal ilişkilerin bütününün yenici-an düzenlenmesi amacını taşır. Fakat toptancı mühendisler tarafından bilimsel bilginin ve siyasal dönü ş ümün n esneleri olarak önerilen bu «bütünsellik,, !er, mantıksal açıdan bu iki faaliyetin de nesnesi olamazlar, çünkü tüm gözlem ve betimleme seçici olmak zorundadır: doğanın bütünü incelenemez, en azından insan zekası buna elvermez; doğayı incelemek, doğanın sonsuz yönünden bazıları nı seçerek bunlar üzerinde durmay ı gerektirir. Oysa toptancı mühendisin bütünsellik kavramı «bir nesnenin tüm niteliklerini» ve «parçalan arasındaki tüm ilişkileri» kapsarY: Burada Popper'in kastettiği şey, ayrım yapmaya düpedü.1, üşenen, ya da bir dizi ayrım yapabild iğ·i halde bunla r karşısında eşi t derecede kayıtsız kalabile n kaypak bir bütün sellik anlayışıdır. Yazarın bu noktada da kağı t tan-şatolar kurup y ıktığını görüyoruz: böyle b ir bütünsellik belki 13l T. Sefaleti,
s.
ııı.
1J5
aramadığı ortadadır.
ya
yi
n.
co
m
Hegel'e atfedilebilir, fakat ne Marx'ın n e de diğer toptancı mühendislerin Cne de Popper'in bu baglamda yoğun biçimde hedef aldığı Mannheim 'ın) bu tür bir bütün anlay ı şı yl a hareket etmedikleri açık tır. Bu düşünürlerin konularını kurma ve siyasal faaliyetlerini oluş turma biçimleri birbirleriyle derin farklılıklar gösterebilir, fakat Popper'in eleştirisinin sürükled iği asgari planda bu toplumbilimcilerin h epsi toplumsal bütün selliği belirli temel niteliklerin (egemen düşünce biçimi, mülkiyet sistemi, devlet tipi, vb.) prizmasından algı lar: hepsi için de, nedensel önceliğe sahip bu «temel nitelikler,,in dönüşümü, toplumsal bütünün diğer yönlerinin dönüşümünün bir önkoşuludur. Buradaki «bütün »e ilişkin varsayımların Popper'in eleş tirdiği o gizemli bütünsellikle hiçbir ili şki si yoktur. Ayrıca bu varsayımların, Popper'in bilimsel pratiğin tek meşru nesnesi olarak sunduğu Gesta!L bütünlüğünden farklı olduğunu söylemek pak kolay değildir. 11 Yazara göre Gestalt psikolojisinde «bütün" , bir nesnenin bir derneşik yığını yerine düzenli bir yapı olarak görülmesini sağ layan belirli özel yön veya niteliklerin e i şaret eder: Gestalt kuramcısının «bütün»de aradığı, derneşikliğin tersi olan birşey, bir düzen, bir simetri, bir süreklilik, bir yapıdır. Popper'in de kabul ettiği gibi, bu niteleme pek fazla birşey d amiyor; ama bu elemanter düzeyde toptancı mühendisin de «bütürısellik,, le bunlardan çok farklı şeyler
w
w
w
.s
ol
Popper'in değindiği diğer bir yanılgı ise, toptancı mühendisin özcü eğilimidir. 1 :; Popper'in anladığı anlamda özcülük, belirli bir tanımlama kuramına ve tanımlamaların bilimsel açıklamalardaki işlevine ilişkin belirli bir düşünceye dayanır. Buna göre tanımlama lar, nesnelerin «öz,, ünün veya «özsel nitelikleri »nin betimlemeleridir ve bilimsel açıklama özlerin, dolayısıyla da doğru tanımlamala rın keşfini gerektirir. «Madde nedir?" , «Toplum nedir?» gibi sorular, özcü düşünürlerin sormayı sevdikleri türden sorulardır. Özcü düşü nürlere göre, bilimsel bir yakl aş ım bu tür sorulara yeterli yanıtlar getirmek zorundadır, çünkü bu yanıtlar sözkonusu sorulan oluştu ran terimlerin esas anlamlarını açıklığa kavuşturur ve böylece bu terimlerin i şaret ettikleri gerçekliklerin doğasını betimlemiş olurlar. Diğer yandan Popper'in nominalist olarak nitelediği düşünürler ise, özcülerden farklı olarak, « Şu veya bu madde nas ıl devinir?,. yahut « Şu veya bu özgül toplum nasıl düzenlenmiştir?» türünden, farklı biçimde sorular formüle etmeye yatkındırlar. Nominalis tlere göre bilimin tek görevi, olguların devinimlerini betimlemektir, bu 14) A .g.e., s. 111- 119. ısı
116
A.g.c., s. ss - 62.
.s ol
ya yi
n.
co
m
ise uygun ve faydalı olan her yerde yeni terimlerin özgürce kabulünü ve kullanımını g·erektirir; sözcükler, özlerin betimlemeleri değil, tasarım veya be timlemenin basit birer aracıdır. Popper, özcülüğü en arı biçimiyle Aris to'ya atfeder ve bundan bir d ers çıkarır: bilimlerin doğuşu, Aristovari üzcü sorulardan vazgeçip nominalist sorularla ilgil enmeye başlamanın tarihidir. Bugün hiçbir fizikçi, atom v·eya ışığın özüne ilişkin sorular sormaz; «atom» ve <:Işık,, sözcüklerini ise yalnızca belirli fiziksel gözlem öğelerini betimlemek için kullanır. Oysa Popper'e göre toplumsal bilimlerde özcü eğilim çok güçlüdür, bir bakıma ha la Aristo çağı yaşanmakta dır: çoğu toplumbilimci, toplumsal bilimlerin ana görevinin devlet, para, sınıf g ibi birimleri incelemek olduğu ve bunun da ancak sözkonusu birimlerin özlerinin keşfedilmesiyle gerçekleşebileceği kanı sındadır. Burada da maal·esef, Popper'in yeni bir kağıttan-şato kurduğunu görüyoruz. Bir kere, daha sonraki tarihçiliğin de doğruladı ğı gibi, Popper'in bilimlerin doğuşuna ilişkin basmakalıp dersi hayli tartışma götürür: yazarın özcü/nominalist ayrımını burada aynen kabul ederek söylersek, Aristo Popper'in sandığından çok daha fazla nominalist sorular sormuş, keza bilimciler de «ÖZCÜ» sorularla çok daha fazla ha şırne şir olmuşlardır. Öte yandan, özcü eğilimin toplumsal bilimlerdeki yaygınlığı Popper'in savunduğu şekilde doğ ru bile olsa bu, yazarın sandığı kadar büyük bir sakınca yaratmaz: bilimsel pratikteki işlevi doğru anlaşıldığı takdirde, özcü eğilim bilime gölge düşürmez, tersine, bilimin nesnesine ilişkin bazı problemleri daha etkin bir şekilde kovalamasını sağlar. 1 G Ama en önemlisi, toptancı mühendislerin hiçbiri -n·e Marx, 17 ne de diğer önem-
w
w
w
16) Feyerabend, Hane. Koyrô gibi yazarlar çeşitli yapıtlarında buna epey ı şık tutmuşlardır. Aynca B. A. Brody da ha d a ileri giderek ilginç bir makalede C·Towards an Aristotelian Thcory of Scientific Expla nation•, Philosophy of Science, 39, s. 20 -· 311 Aristogil bilimsel açıklama görüşünün öz kavramından yararlanarak ·dedüktif-nomolo jik » modeli zay ıfl ata n bazı önemli sorunlardan korun abildiğini savu nm ak tadır. Bilindiği gibi •dedüktif-nomolojik" model, 1 fempel'e ve bizzat Popper·e atfedilen bilimse l açık l ama kuramıdır. 171 Marx'ın ö7../görüntü karşıtlığına sık sı k b aşvu rma sı, onu Poppcrgil bir özcül üğe mahkum etmez. Marx' ta bu ayrım, kapitalist toplumun bir takım gözlemlenebilir özelliklerinin gözlemlenemez yapı ve mekanizmalar aracılığıyla açıklanmasında mecazi bir betimleme aracı vazifesi görür. Bu şek liyle öz/görüntü karşıtlığı Marx 'ı nihai bir aç ıkl ama tarzına ve bunun sonucu olarak doğanın bitimliliğine ilişkin herhangi bir metafizik varsayıma bağlamaz. Fakat kabul etmek ge!"ekir ki bu ayrım Marx ' ın özellikle ideoloji kuramının ço~~ değişik -ve karşıt- biçimlerde yorumlanmasına yol açmıştır. Kanımı zca. Marxgil kuram aç ı klayıcı gücünden birşey yitirmeksizin bu ayrımdan bağımsız olarak ifade edilebili r ve böyle ifade edilmesi nde yarar vardır.
117
w w
w
.s
ol
ya
yi n. c
om
li doktrin kurucul arının h erhangi biri- Popper'in göstermeye çalış tığı anlamda bir özcü değildir: «Şu veya bu toplum nasıl örgütlenmiştir? ,, sorusu, biraz belirsiz kalmasına karşılık toptancı mühendise hiç de yabancı olmadığı gi bi, toptancı mülnndis «Para n edir?.,, .. sınıf nedir?» veya «Devlet nedir?» d iye sorduğu zaman da, 1 " bunl arın özlerinden veya tözlerinden çok, özg ül devi nimleriyle ilgilenir. Toptancı mühendis 0lbette analitik amaçla ta nımlamalardan yararlanır, fakat açıklamaların yerini tanımlamalarla doldurmayı düş ün mez. Popper'in bir diğer saptama sı da, baz.ı önemli toplumsal kuramların ad hoc karakteriyle ilgilidir. Yazar b u sefer doğrudan doğru ya ve yalnız Marx' ı hedef aldığı h alde, eleştirisi maalesef burada da boşluk la kalmaktadır. Popp·ar'e göre , Knpfüı.l'deki özgül biçimiyle Marx'ın iktisat kuramı, gerek tarih karşısında getirdiği k eh anetler açısından, ger ekse mantık karşısında teorik bütünlüğü açısından, genel hatlarıyla yanlışlanmış bir kuramdır. Fa kat Poppergil epist cmoloj i uyarınca, kuramın yanlışl an m ış olması, yan lı <]lı:ın abil ir ve dolayısıyla bilimsel bir nitelik taşıdığına işaret etmektedir. Bu anlam da P opper için kuram özünde bilimseldir, ancak sonraki biçimleri çabuca k metafizik bir görünüm almıştır. Bunun n edeni , içerd iğ i çeşitli savların yan lı şlanamayacak hal e gelmesi için kuramın bünyesine b ir takım ad hoc savların zerkedilmasidir. Bu ek savları ku rama sokanların başında da bizzat Marx gelmektedir. Popper'e göre Marx, örneğin k ar hadlerinin düşme eğilimi ve işçi sınıfının artan yoksullu ğu yasasının doğ ru çıkmad ığını gördüğü zaman , bu beklemedi ğ i geli şmoyi "açıklamak » için analizine - Lenin 'in daha sonra empe r yalizm kuram ıy la geli ştirccegi- sömürgelerdeki sömürünün karşı-etkilerine ili şkin yeni bir sav ilave elmiştir. 1 !• Ş imdi, bu özg ül örnek ü zerind·a durursak, sömür ge faktö rü sav ının ad hoc bir sav olmadığı açı ktır, çünkü bu teori dah a başlan gıç tan ·itibaren kar h adlerinin dü şme yasasın ı sınırlayan _,.e tam da Popper'in i stediği şe kilde, yasayı yasa yapan- bir koşul niteligi taşır, yani bu yasanın bir parçasıdır. Başka bir deyişle, Marx sömürge faktör ünü, k u ra181 Tabii bu sorulan Poppcrgil anlamda soran topl u mbiliıncilcr yok değil. Örneği n P oula nl zas' ın çöLümlemelerinin büyük bir bölümü ta nımlam a lardan oluş ur. Poulantzas bir b a kıma Popper'in ideal özcü top l umbiliınci s idir. Fakat böyle olm ası , Poppergil eleşt i r in in yapnuıgı gi bi, Pouluntzas'ı bili m-öncesine havale etmek için yeterli b ir neden olamaz. Poula nlzas'ı de ğerl endi recek bir eleş tiri son tahl ilde bu t anımla m a l arın bollugun a değil, doğruluğuna balrnrak k arar vermek zorundadır. 19) The Open Society and its Enenıies. 2. cil t, s. 175.
118
uydurmak için sonradan değil, kuramıy l a birlikte, kuramın sınırla yıcı-açıklayıcı bir öğesi olarak or taya koymuştur. Buna karşılık Lenin'in ·emperyalizm tezi örneğ in, Marxist kuramın başlangı çta teorik olarak gerçekten öngörmediği bir olgu olan Rus Devrimi'n i veya prototipini açıklamak için gelişti rilmiş bir sav olduğu için, görünürde ek bir ni teliğe sahipmiş izlenimini bırakabilir. Ancak bu sav d a, Kapital'd eki sömürgeci sömürü savının mantıksal bir sonucu, kesintis i ~ bir türe vi olduğu ölçüde, ad hoc sayı l a maz. Fakat sorun burada değ ildir: Marxist kuram elbette bazı yerlerde bazı ad h oc tezlere başvurmuş olabilir; aranırsa bunların bulunması herhalde çok güç değil dir. Soru n, Poppe r 'in bilimsel söylemi bir takım ad hoc savla ra başvurd uğu için me tafiziğe mahkum etmekteki ısrarında yatmaktadır: eğer bu ısrara uyulur sa, yal nı z Marxist doktrini değil, başta Popper'in baştac ı fizik olmak üzere diğer bütün bilimleri d e m e tafi z iğe mahkum etmek gerekir, zira bu biliml er de en az Marxizm kada r ad hoc savlardan yararlanır (bunlann en muhtcşemini, Merkür'ün sapmasın a karşı geliştiri len ad hoc açı klamalan anımsamak yeter). Popper ad h oc savlar dan hoşlanm amakta haklıdır; ad hoc savla r bilimsel kuramlan h antallaştırır. Fakat açık ki , yazarın bu savların varlığını bilim / metafizik ayrımının bir kriteri haline getirmesi , onu kabul edemeyeceği noktalara sürüklemekted ir. Nihayet, Popper'in tarihselciliğin haya ti yanılgıların dan saydı ğı b ir inanca yöne lik eleştirisi daha vardır ki, b elki de en önemlisidir.20 Bu inanca gör e, toplumsal yaşamda g özlemlenen bir tak ı m süreklilikler, doğa dakiler gibi evr ensel olmayıp , belirli toplumlarla -o da belirli bir dönem için- sınırlıdır. Popper'e göre bu inanca dayalı bir toplumsal bilim , sın ırlı yasalarl a yetinmek zorundadır. Oysa yazar a göre yasalar sınırlı olamaz: eğer yasalar tarih sel dön emlere , yani toplumsal değişmeye tabiyse, toplumsal değişm e ya salar tarafından açıklanamaz deme ktir. Bu, toplumsal değişmenin düpedüz bir mucize oldugunun kabulü a nl amı nı taşır. Böyle b ir durumda ise, beklenmeyen gözlemlerle ka rşı laşıldığı zaman var olan kuramları yeniden gözden geçirmeye gerek kalmaz: yasaların değ i ş mi ş olduğunu söyleyen ad hoc bir h ipotez, herşeyi « açıklama ,,ya yeter. Bu, toplumsal bilimle rin sonu dem ektir. Neyse ki Popper'e gör e gerçek farklıdır: doğada olduğu gibi toplumda da pekala bazı evrensel düzenlilikle r vardır; ve doğal bilimlerin na sı l ba zı evrensel yasaları varsa, toplumsal bilimlerin de benzer genci yasaları vardır. 21
w
w
w
.s ol
ya yi
n.
co
m
mını gözlemlediği gel işmelere
20) T. Sefaleti, s. 34 - 35, 135 - ı42. 21) Tabii bumda Poppcr loplumlnra il iş k in clü zcnl ilikl cr savunurken , toplumla-
119
Yukarıda gördüğümüz
w
w .s
ol
ya
yi
n. co
m
gibi, Popper bu yasalara. örnek olarak birkaç aday göstermekten do geri kalmaz.~:! Açıkça hedef almamakla beraber, eğer doğruysa, Popper'in bu eleştirisi Marx'a karşı güçlü bir sav oluşturmaktadır. Çünkü gerçekten de Marx, tüm toplumlar için geçerli olduğu sanılan birçok sürekliliğin aslında yalnız belirli bir toplum veya toplumlar için geçerli olduğunu ısrarla ileri sürmüştür. Hatta birçok izleyicisi için Marx'ı «burjuva düşünürlor»den ayıran temel içgörüsü, bu düşü nürlerin kapitalizme özgü hBlirli düzenlilikleri evrensel bir yasa şeklinde genelleşLirmelerinc karşı çıkmasında ve bu yasaları ait bulundukları gerçekliğe oturtarak tarihselleştirmesinde yatar. Bu «tarihselle~tirici ,, yaklaşımının Marx'ın ayırdodici bir özelliği olduğu epey tartışma götürür; nitekim uzun tartışmalara konu olmuştur. Ancak tarihsel değişmenin Marx'ın düşüncesindeki vazgeçilmezliği muhakkaktır ve bu kendini en açık şekilde Marx'ın temel yasaları nın yapısında gösterir: bu yasalar tamaman genel bir nitelik taşı makla beraber, uyg ulanma alanları belirli toplum ve dönemlerle sınırlıdır. Marx'ı Poppe rgil eleştirinin menzilin e sokan da bu durumdur: Popper'e göre, genel bir yasa olgular arasında evrensel bir ilişki betimler ve zaman ve makan sınırlamalarından bağımsız olarak daima geçerlidir; dolayısıyla zamansal veya mekansal olarak sınırlanmış bir yasa, genel bir yasa olamaz -hatta bir yasa olamaz: bu olsa olsa bir genellemedir. Oysa dikkat edilirse bu vargı, özgül bir CHı.ımegil) düzenlilik ön görmakte ve bu düzenliliğe ili şkin bazı cömert varsayımlara dayanmaktadır. Burada düzenlilik C«regularity,,) kuramlarının tartışmasına girişecek değili z. 2 :ı Şu kadarını bir hüküm olarak söylemekle yetinelim: zamansal ve melu'tnsal olar ak sınırlı g:mel yasalar vardır; nitekim doğal bilimlerde (özellikle kimya ve biyolojide) bunların birçok örneğine rastlanılabilir. Bir yasanın belirli bir toplum veya dönemle sınırlıyken, aynı zamanda tam bir genelliğe sahip olması mantıksal bir imkansızlık değildir. Bu
w
bakımdan Marx'ın bazı yasalarının öngördüğü tarihselleştirici sınır
lama, onu Poppcr'in rükl-amez.21
düşündüğü
anlamda ad hoc bir relativizme sü-
rın kapalı bir sistem olduklarını söy lememektedir: sözkonusu düzenlilikler evrensel yasalara ve teknolojik öndeyilerc değil, lrnhanetlere izin vermez. 22) Yulrnnda, s. 110. 23) Bu tartışmayı son şekliyle kapsayan bir çalışma için bkz: D. M. Armstrong, What is a Law of Nature, Cambridge, 1983. Ö z.ellikle sınırlı yasalar için bkz:
s.
24 - 29.
24) Bu nokta için bkz: T. Benton, Philosophicaı Foundations of the Three Sociologies, Routledge and Kegan Paul, Londra, 1977, s. 43.
120
Marx'm yaklaşımında tümel ile tikelin, evrensel ile tarihselin ve ne anlamda bağdaş~ığ tnı görmek için, başlıca yasalarından birine bakmak yararlı olabilir. Örneğin kapitalist birikimin genel yasasını alalım. Bu yasa, l<:abaca, artan emek ürctlı::-::mlig;inin artan bir iş g üven sizli ğine yol açlığını söyler. Ma rx'a göre bu yasa, toplumsal emeğin üretke.n ligindek i artışın daha az insan gücü gerektirec eğine ili şkin yasanın kapitalist toplumda aldıgı «tersin-o dönmüş» bir biçimidir:·!·-· emek/üretim araçları ilişkisinin bu toplumda kazandığı özg ül nitelikt·on ötürü emeğin üretkenliğindeki bir artış, emekçiler arasında gitgide şiddetlenen bir iş bulma rekalJeLine yol açar. Marx, bu yasayı formüle ederken, bazı iktisatç1lan, farklı birikim biçimlerini karıştırarak sözkonusu yasay ı toplumsal zenginliğin bir tür kayılsiz «doğal yasa,,sı haline soktukları için eleşti rir. Açık ki Marx, ortaya koydugu yasanın böyle bir dog:::ıl yasa olduğu nu yadsırken, toplumsal zcnginliktclö bir artışın her zaman ve her yerde omekçinin iş güvenliğinde bir azalmaya yol açacağırn yadsı maktadır. Burada, tarihin sözkonusu yasayı nasıl kucakladığını görüyoruz. Ama bunun, yasanın genelliğine gölge düşürdüğünü sanmak hata olur, çünkü yasayı maydana getiren öğ·eler tümellerden ibarettir. Dikkat edilirse bu tümeller üç genel önerme veya önerme dizisine indirgenebilir ve yaklaşık olarak şöyle ayrıştırılabilir: 1) «Toplumsal emağin üreLkenliğind eki arLış, daha az insan gücü gerektirir.» 2l «Kapitalist toplum»: 1-farx'ın bu ca t;;lamdaki deyimiyle «emekçinin üretim araçlarını değil, üretim araçlarının emekçiyi çalıştırdığı .. mekanizma. Burada kapitalist toplum, «toplum .. sözcüğ·ün ün çağrıştırabileceğinin tersine, bir tikel değil, tüm2ldir; yani kapitalist üretim biçiminin diğer üretim biçimlerine ağ ı r bastığı belirli hir toplumun gerçekligini, belirli bir «toplumsa i kurujuş»u - örneği n Marx'ın yaşadığ·ı İ ngiltere 'yi- d·Ggil, bizzat lrnpitalist üretim biçiminden anlaşılan ilişkıler şemasını ifade eder. 3) «Emeğin üretkenliğinde ki bir artış, emekçiler arasında gitgide şiddeüanen bir iş bulma rekabeLine yol açar.» Yasa, bu üç tümelin bir araya gelmesi şeklinde dü5ünülebilir: birinci önennani n ikinciye «uygulanması», bize ifadesini üçüncü önermeci o bulan sözkonuSLl yasayı verir. Bu açı dan bakıldığında, yasanın sınırlılıgını karakterize ederken bunu belki biraz özgülle ştirm2k gerekir: yasa aslında belirli bir dönem veya toplumla değil , belirli bir ilı::;kilcr şemasıyla smırlıdır; belirli bir dönem veya toplumla sınırlı olan yasanın kendisi değil, u ygulanma alanıclır. Şu halde },1arx kapitalist birikimin genel yasa-
w
w
w .s
ol
ya
yi
n.
co m
nasıl
25) K Marx, Cc:pital, Inlcrnatıonal Puplislıcrs. Cilt I, s .. 614 - 5. Örnek Bcnton·un. A .g.c., s. 42 - 43.
121
ortaya koyarken, yasayı g·2çerli kılacak dönem veya toplumlar hakkında herhangi bir özel hükümde bulunmamaktadır: yasa, belirli saptanabilir koşullar altında -kapitalist üretim ilişkil erinin egemen olduğu Loplumsal sistemlerde- geçerlidir; ancak bu koşul lar şu veya bu toplum veya dönemd·a karşılanabilir veya karşılan mayabilir. Yasa, diğer bütün yasalar gibi, koşulludur. Şu ekonomik ilişkilerin ağır basması halinde şu sonuçlar meydana gelir: söylediği şey, bu türden hipo tetik bir biçim taşır. Yani yasa, sözkonu su ekonomik ilişkilerin gerçeklikteki karşılıklı ağırlıkl arı hakkında harhangi bir hükümde bulunmaz ve bu bakımdan kapitalist birikimin gerçekleşmediği toplumların varlıgıyla da yanlışlanamaz. Kı sacası , doğruluk veya yanlışlığından bağımsız olarak, bu yasanı n biçiminde, onu sınırlı fakat gen el bir yasa olarak k a bul etmemizi engelleyecek hiçbir mantıksal öğe yoktur. Popper'in ele5t. irileri bu karlarla ka l :rrııyor. Fakat bu nok taya dek değindiklerimiz in bıraktığı izlenim yeterince açık: Popper'in genel olarak Loplumbilim değerlendirmesinde, özel olarak da Marx' ı yorum lam asında, yürümeyen birş·ayler var. Bu değerlendirmeyi yakından izlerken, toplumbilim ve Marx hakkında aydınlanmaktan çok, Popper'in düşüncesinin açm azlarını ke şfetmekle sınırlı kalıyo ruz adeta. Bu durumun siyasal olduğu kadar, Popper'in doğal bilimler metodoloji sinden kaynaklanan bazı ned·anleri olsa ger ek. Bunları yazı m ı zın ikinci kısmında gözden geçirmeye çalışacağ ı z.
w w
w
.s
ol
ya
yi n. c
om
sırı ı
J ::.2
m
Kapital'i n Planı ve Kapitalist Devlet Üzerine Bir Not
n.
co
E. Ahmet TONAK
w
w
w
.s ol
ya yi
Her bilimsel çalışma alanında oldugu gibi, kapitalist devlet teorisi üzerinde çalışanlar da kendilerinden önce bu konuda nelerin, nasıl tartışıldığını öğrenmeye girişirler v·J birikmiş bilgiyi kendilerince tasnif ederler. Kapitalist devlelin iklisadi işlevini emek-değer teorisi bağlamında ek~ almayı düşünme} c başlaclığımcla haliyle benim için de başlangıç noktası farklı olamazdı: O güne kadar yazı lanları okumaya giriş tim. ÇogunluUa, nispcLen d eğişik sayilabilecek her yaklaşım yeni bir Marx yorumu yapmaktaydı. Herkesin ü zerinde anlaştıgı nokta, M arx'ın kapitalisL devle t konusunda sisLcrnatik bir çözüm leme bırakrnadı g ı görüşüyd ü. Durum böyle olunca, Marx sonrası düşünürlere sistematik olmayan dcginmelerden sistemalik bir yaklaşım üretmek kalıyordu. Bu çabanın ilk adımı da, Marx ' ın deği şi k ye rlerd e yazdığı değinmeleri arlrn arkaya dizarek sözkonusu metinlerden ipuçları yakalayıp genel yorumlara, giderek zaten ana hatları önceden belirlenmiş kapitalist devlet teorisine geÇ"<)rlilik ?em ini olu!?turmaya varmak oluyordu. Böylesine açıkca belirtilmiyordu ama, okuduklarımdan çıkan buydu ve de teorik yetkinlik açısından doyurucu olduğu söy lenemezdi eldekilerin. Aşagıdaki not belirtmeye çalıştıg ım doyum~u.du lda, literatürün bir ba şka açıdan, o ana kadar düşünülm emiş yeni bir alana çekil·a. rek degerle ndirilmesinin gerckliligini ve ge<,:erlili gi ni göstermek için kaleme alınmı ş tır. Daha uz u n bir met nin il k böl ümüdü r ; ilcirıci bölüm ise özellikle Marx sonrası katkıları tasnife ili şki ndiı· ve daha son ra yayın lanması clu ş ünülmektedir.
*
:;n::
123
w
lim~ .
.s o
ly
ay in .c
om
Genellikle kapitalist devlete ili şkin Marksist teorik tartışmalar siyasi ya da sosyoloj ik boyutlar merk2z alınarak yürüLülegelmiştir. Devletin iktisadi rolüne ili şki n nispeten sayıca a z olan çalışmada ise, emek değ·er teorisinin kategorilerin i kulla nmak yerine, açık ?a da kapa lı, ş ~ı ya da bu biçimde Keynesgil yaklaş ım hakimdir. Kapi talist devlet ü zet·ino siyasal bilim ve sosyoloji yanı ağır basan çalış maların çoğunlukta oluşu bir ölçüde Marx'ın devlet üzerine yazmabrının Kapital - öncesi döneme rastlaması ile de açıkl anabilir. Ekonomi Politiğin Eleştirisine K a tkı ( 1859) CEPEK) ve Grundrisse (1857 - 8) ile son bulan bu dönemin k a rakt eristik özelliği, Marx'm Hegel'le yakın ili şkisi, giderek bu teorik bağ ın zayıflaması ve kurum3al bazda kavramsallaştırılmış sivil toplum kategorisinin yoğun olar ak kullanımıdır. Sözkonusu dön em boyunca, Marx, devleti, sivil toplumun s iyasi bir kurumu olarak ele al mıştır. Bu notta devletin siyasi boyutu ile doğrudan ilg ilenilmediği için Marx'ın katkıl arının bu veçhesi ele alınmayacaktır'. Yine de geçerken, devlete ili şkin yeni siyasi analizlerin çoğunda gözlemlediğ im bir eksikliği, Grundr!sse - sonrası Cya da «olgun Marx,, dönemi) iktisadi tahlillerin bu kavramsallaştırma çabalarına yeterince yedirilememiş oluşunu k aydetmek isterim. Devletin iktisadi rolü üzerine b irçok yeni çalış mada da, bizatihi devlet kategorisinin Marksist iktisat teorisi içindeki kon umsal belirsizliğ·inden kaynakla nan bir karı şıklık sürmektedir. Devletin ikti~;adi rolünün h angi boyutları, n e tür sorular sorularak, nasıl çözumlenecektir. Bu karıŞı klıgın, bir ölçü de «plan sorunu ,, nun çözümü ile M arksist devlE:t teorisi arasındaki bağın görülemeyişind -3n kaynakland ığ ı kanısındayım . Plan sorun una kapitalist devlete iliş kin olara k eğilmeden ön ce, kısaca sorunu nun ne olduğunu göre-
w
w
Pla n sorunu, Marx 'ın Kapital'i yazmaya haz ırlanırken değişik zamanla rda oluşturdu ğ u ön taslaklar ve çerçeveler ile Cyani araş t;rma pla nı ile), gerçekte yazabildikleri arasındaki ilişkinin niteliği ü zerine geçen tartışmaya verikn addır. Marksist toplumsal bilimciler için bu tartı şmanın ne denli hayati olduğunu vurgulamaya gerek yoktur. Tartı şmanın yoğu n l aş tığı boyutlar, Marx' ın değiıı
Bu
kısa
not devlet gelir ve giderleri üzerine ve A.B.D. ekonom isi ne uygu ladaha geniş bir çalışmadan aktarıl nıı !?tır CTonak, J984l. Oakley' n in, Ma rx' ın dü ş üncesinin gelişimi üzerine yazdı ğ ı kitaptan çok yararla ndığım ı be lirtm ek isterim. P lan soru nu üzerine bi linen kayn a kl a rd an bazı l a rı ş unl ardı r: Grossman (J929l, Rosdolsk y (J977l, Itolı (tari hs iz ), Rubel (1981 l Ye Vygodoski ( J 976l. malı
2l
124
sah ip olduğu yaklaşım biçimleri ve bitya da bitmemiş çal ı şmalarında (özellikle Kapital'in değişik ciltlerinde) çerçevelerin ne şekilde benimsendiği, gerçekleştirildiğidir. Dolayısıyla, sadece neyin pianlanıp da gc:rçekleştirilemediği değil, uynı zamanda hangi sıra içinde ve na s ı l yapılması gerektiği k onularında da ipuçları elde edilecektir. Aşağıda, Marx'ın devleti ele alış biçiminln «plan sorunu" bağ lamında geçirdi ği değişiklikler değ·crlendirilecektir. Oakley'ye göre, Marx' ın ilk planı, İktisadi ve Felsefi E! Yazmalan'na (Paris Manus<:ripts; Ni san - Ağustos 1844 ) yazdığı Önsöz'ün taslağındadır 3 . Öte yandan, sözkonusu Önsöz'de Marx siyasal bilim ü zerine önceki bir çalışması olarak Deutsch - Französische Jahrbücher'de yayınlanan «Critique of Hegel's Philosoph y of Law. Introduction » ( Aralık 1843 Ocak 1844) makalesinden bahsettiğine göre, devlet üzerine ilgisinin bu ilk p landan daha eski olduğ unu varsaym akta sakınca yoktur (Oa kley, 1983, s. 28). Çok ilg inçtir, Marx'ın devlet üzerine oluşturduğu en ayrıntılı ç·crçeve - p lan, Kasım 1844.de yazıldığı tahmin edilen ve «Modern Devlete İlişkin Bir Çalışma İçin Taslak Plan» başlığını taşıyan m etindir. Metin aşağıdaki gibidir: şi k taslakları oluştururken
ya yi
n.
co
m
miş
• l. Modern devletin doğuşunu n tarihi ve Frans ız Devrimi. Siyasi k erter in kendini beğenmişliği -kendini kadim devlet sanm as ınd an dolayı.
w
w
w
.s ol
Devrimcilerin siv il topluma ilişkin tulumları. Cümle unsurl<1r medeni ve devlet öğe leri olmak üzere ikili nitelik ta.~ırlar . 2. İnsan hakları beyannamesi ve clevletin teşekkülü, Kişisel özgü r lükler ve kamu otoritesi. Ö::.gürlülz, eşitlik ve birlik. Ha l kın Hakimiyeti. 3. Devl et ve sivil toplum. 4. Tem sili devlet ve anayasa. 4 . Temsili devlet vo anayasa. Anayasal temsili d evlet, demokratik tcmsiE devlet. 5 . Kuvvetlerin clngılımı. Yasama ve yürütme yetkileri. 6. Yasama yetkisi ve yasama organ ları. Siyasi kulüpler. 7. Yürütm e yetlüsi. Merkezileşme ve hiyerarşi. MerkeLileşme ve siyasi sivilleşme. Federal düLen ve sa nayileşme. Devlet teş kilat ı ve yerel hükümet. 8'. Ya sama yethisi ve hıılwlz. 8'·. Milliyet ve hallı.
3l
Rubel , Ma rx'ın bu Önsöz'de bahsettigi devlet üzerin e tasarladığı çalışma nı n an a temas ının ·bürokrasi» ağırlıkl ı olma ihtimalinin yüksek olduğun u öne s ür m ektedir. CRubel, 1968 s. XXV'den yorumlayan Carver, 1975, s. 13).
125
9'.
Siyasi parliler.
9". Genel seçim lıal~hı, clevletiıı lağvı için mücadele Ye burjuva toplumu•. (Marx, K \'e Engeis. F., 1975 A, s. 666) ı.
·İnsanot;lu nun
üretim güçlerinin
om
Görüleceği üzere, Marx·ın yaklaşımına özellikle hakim olan, sivil toplum bağlamında devletin tarihi gelişimi ve siyasi boyutun tahlilidir; iktisat hiç yoktur. Öte yandan, Marx'ın iktisadi boyutun önemini d·avlet tahlili bağlamında sezişinin ipuçlarına 184G'larda ble rastlamaktayız. Marx'ın 28 Aralık 1846'da Annenkov'a yazdığı mektup, hem devlet tahliline ilk yaklaşımını gösLe ı·mcsi bakımın dan, hem de daha sonraki dönemlerde geliştirdiği maddeci yak!uşıın ile · karşılaştırma imkanı vermesi açısından önemlidir.
belli
biı·
gelişmişlik
düzeyini
varsaydığımızda, belli bir licareL ve tüketim biçimi elde ederiz. Üregel i şm işlik düzeyi va.rsayıldıgın da, buna tekabül eden bir sosyal düzen, sosyal kurumların veya sı nıfların tümünün biı· organiza:-,yonu, tek kelimeyle bir sivil toplum olacaktır . Böylesi bir sivil to;Jlwn varsayılclıgında da, ona uygun, si-
vil toplumun resmi
EATl. Görülebileceği
ifadesincleıı başka
bir
şey
olmayan bir siyasi dü-
(Marx, I<. Ye Engels, F., 1965, s. 30:
allını
ben çizdim -
ya y
ze;ı o/a.cal<.tır•
in .c
t imin, ticaret ve tüketimin belli bir
üzere sivil toplum / d·0vlet ikilemi Marx'ın 1846' ana çizgisidir. O dönemler için, topiumsal belirlenim/etkileşim süreci içinde, farklı düzeylerin hiyerarşik ilişkileri ni Marx'ın ele alış biçimini aşağıdaki gibi şematize edebiliriz. yaklaşımının
ol
daki
w
w
w
.s
İı-;t.i!.!8dl D~izen
1)
126
Marx - Engels Toplu Eserler !İn gilizce) editörlerine göre, Marx, bu yaıma.ya bir başlık vermemiştir ve 1844 - 47 defterinin başlarında bir yerdedir. Y&zmanın ana noktaları, Marx'ın 1843 yazı nda dünya ve Fransız Devrim tarihi Ü'le rinc kaleme aldıgı Kreuzncıch Defterleri'nin konu başlıkları ile uyum göstermektedir. lMarx, K. ve Engels, f., 1975, s. 719).
yukardaki mektupta iktisadi alt yapı ü a ü st ya'.:'J! bir ön kavranış biçiminin varolduğu öne sürülebilir: bir yanda sivil toplum ve devlet, öte yanda i ktisadi düzen. Marx'm maddeci perspektifinin gelişimi sırasındaki en geli şmi ş/ yetkin f crrnülasyon, EPEK 'nm malum Önsöz'ündedir; artık sivil toplum / devl·at ayrımından vaz geçilmiştir. Marx, 1857 - 58 dönemi boyunca daha çok bir düşünce berrakl !ğına varmak kaygısıyla Grundrisse'yi kaleme alm ı ştır. Görebildi[.i m kadarıyl a, Grundr issc'de Marx'ın araştırma tasanlarına ili şkin ve her birinde «devlet»e yer verüan iki ayn plan vardır. Tek tak ele alalım bun ları. ı 857 Eylül' ünde yazılan ve diğer plana göre bir h ayli ayrıntılı olan bu ilk p lan, devleti üçüncü araştırma kalemi olarak ele al ma k tadır. Bu kalemin alt başlıkları ise şöyle: «Burjuva topl umunu n d evlet biçiminde yoğu nlaşması - kendisi ile ilişkili olarak. 'Üretken olmayan' sınıflar. Vergiler. Devlet borcu. Kamu kredisi. Nüfus. Sömürgeler. Göç lMarx, 1973, s. 108). İkinci plan ana hatlarıyla ilk plana benzem0ktedir ve 1857 Kasım'mda yazılmıştır. Bir bakıma bu plan, ilk planın geli ştirilmiş biçimi olarak da görülebilir. Devleti ilkin, ü lk e içi bağlamda, daha sonra da dünya ekonomisi bağlamında «dışsal olarak» ele a lmaktadır. Alt başlıklar da şöyledir: Devlet ve bu rjuva toplumu. Vergiler- üretken olmayan ['il1 ıflar. Devi et borcu. Nüfus. Sömürgeler lMarx, l 973, s. 264). Ayrıca, Marx, Lasalle'e yazdığı 22 Şubat 1858 tarihli mekt ubunda, esas çalışmalarını al tı kitapta toplayacağını ve altıncmın tamamer ck\·let üzerine olacağını halirtmiştir lMarx, K. ve Engels, F., 1975, s. 96Bir
bakıma,
ol
ya
yi
n.
co m
ayırımının
w .s
7)
Marx' ın, 1859'da maddeci sorunsalı gayet b errak b ir biçimde formüle edebilecek olgunluğa eri ştiğini aşağ ıya EPEK'nın Önsöz' ünden aktardı ğımız (ünlül alıntıdan izleyebiliriz.
w
• Vardı ğı m ve kc şl'cde ı· keşfetme/' ça lı şma l arıma yol göslenrn ilke h a line gelen sonuç, I<ı saca aşağıdaki şc ki ide rormülc ed ilebilir.
İnsanlar, hayatlarının lopluınsal ü r cli m i i çi nde belirli ve in:ıdclerin bağım s ı/,
eden
ü retim
w
den
ür elim güçleri nin belirli bir ili şkileri
tci:!u:nL!n iktisadi
etli ği
gelişm i ş lik
içine girerler. l3u üretim
yapısını.
d(JLeyine tekabül
i l işkilerin in
lamamı
Ü/erinde belli toplumsal bilin ci n tekabü l
bir hukuki ve siyasi üst
yapının
ol u şluğu.
gerçek lemcli mey-
dana getirir. Maddi hayalın üretilme bi çimi, .gencide toplumsal. siyasi ve cntellektüel h ay at süreçlerini belirleı·· (Marx, K. ve Engels, F., 1969.
S.
503).
Yukarıdaki alınt ı ,
üretim güçleri tarafından belirlen·cm üretim toplumun iktisadi yapısı ile, toplumsa l b ilincin oluşmasında önemi büyük yasal ve siyasi yapılan açık ça ayırdetmektedir. Bu ayırım, s ivil topl u m I devlet ayrımının hayli ilişkileri bütünl üğü anlamında,
127
yi
n.
co m
önemli olduğu Hegelci sorunsaldan radikal bir kopmanın sonucucur. Marx'ın bu yeni formülasyonu sadece iklisadın birinciliğini vurgulamakla kalma makta ayrıca esasta üstyapı sal olan kurumların ik tisat ile olan ilişkilerinin belirlenmesine de bir hayli önE'rn atfetmektedir. Marx'ın kapitalist toplumu kavrayışındaki bu m etodolojik değişim ve değiş·aı1 planlar bağlamında iktisada ilişkin genel araştırma projesi üzerine görüşleri, kapitalist devletin ele alı rnşmın gider-ak Marx'a iktisat içi bir alan olarak gözükmesi anlamına gelmekt·3dir. Bu olgu, bir bakıma devletin çözümlenişine r ehber niteliği ta şımaktadır. «Vergiler» , «üretken olmayan emek», <·devlet borcu» ve «kamu kredisi» vb. şeklindeki kategorilerin son dönem planlarında tekrar tekrar kullanılması devleti~ iktisadi rolü nün anlaşılmasının, vergilerin ve çeşitli devlet ha.rcamalarının emek değer teorisi bağlamında kavramsallaştırılmasını gerektirdiğine dikkati çekmektedir. Özeti<~, Marksist kapitalist devlet çözümlemelerinin bu tür b.~r noktadan yola çıkmalan yeni ve verimli alanlar açacak tır. Bu moto·dolojik dayatma, Marx'ın uzun yıllar boyunca degiştirip yenilediği araştırma taslak planlarının yukardaki türden bir yorumunun tabii sonucudur.
ya
KAYNAKLAR
w
w
w .s
ol
Carver, T ., (derleyen ve çevirenJ, 1975, l(a rl Marx: Texts on Mcthod, Ncw York: Harper aııd Ruw Pul.ılishcrs .. Grossman. H., 1929, The Chaııge of lhe Original Struclııral Plan of Marx's Capi· tal ancl !is Causes. basılmamış çeviri. Itoh, M., tarihsiL, The Plaıı Problem ancl Systcm of ı'vtar:dan Ecorıonıics, basılmamış makale. Marx, K.. 1973. Grıınclrisse: Founc!ations of ıhe Critique o/' tlıc Politica l Eco110my CRough Draftl, Ne,ı· Yoılc Vinlagc Books. Marx, K. \"O Engcls, F .. 1969, Sclectccl ı-ı:or/?s - 1, Moscow: Progrcss Publishcrs. Marx, K. Ye Engcls, F., ı975, Se/ected Corresponclence, Moscow: Progrcss Rublishcrs. Ma rx, K. ve Engcls, F., 1975 A, Collectecl Worhs -· ıv , Ncw York: lntcrnational Publi5hers. Oakley, A., 1983, The Mahing of Mcırx's Criticcıl Theory, Bibliograph ical Analysis. Landon: Routlcdgc and Kegan Paul. Rosdolsky, R., 1977, The Malıing of Marx's «Capital•, Landon: Pluto Press. Rubel, M., 1968, ·Intro, Marx, K.•, Deuvres: Economie, Paris. Prcss. Rubel, M., 1981, Rııbel on lvlarx: Fice Essays, Carnbridge: Cambridgc University P rcss. z Tonak, E . A , 1Q84. A onceptualization of Statc RcYcmıcs a nd Expcndit..ıres: U.S.A. L952 - 80. basılmamış doktora tezi, Ncw School for Socia l Hescarch. Vygodoski, V. S., 1976, Marx'ın Düşüncesinin Gelişimi, İstanbul: Bilim Yayınlan.
128
yi n. co
m
Kapitalizmde Yaşamak İşi: Emek Sürecinin İşyeri Mekanı ve işbaşı Zamanı Ötesine Uzantılan
Erhan ACAR
w
w
w
.s
ol ya
Kapitalist üretim ı lişkileri, emek sürecini, birbirinden ayrılm ış ve merkezi denetim allına alınmış bir işl emler dizis ine dönü ştü rdü . 1 Böylece, geniş emekçi kitlelerini beceri gerektirmeyen ve vası fsıL. l aşan işlere iterken, bi.'1lerce yıl süren bir işyeri /yaşam çevresi mı:ı kanları birlik teliğini, iş başı ve işdı şı zaman içi çel iğin i parçaladı. Patronun diled iğin ce işe alma ve işten a tma özgürl üğ ü , kendi mülkü olan bir işyerinin m ekan sal ki mliğinde kurumsallaştı . Emek sürecini istediğince yoğunlaştırabilmasi için ise, emekçinin işdışın daki g ünlük yaşantısıPdan ayrı l mış ve tanımlanmış, bildiğ i gibi yônetebileceği bir işbaşı zamanını satın alabilmesi gerekiyordu. Bu düzenlemeler, emeğin üretkenligine sanki kapitalistin yatınmlann dan kaynaklanıyormu ş görüntüsü vererek, e m eğin üretLiğ i artı değerin sermaye tarafından gaspedilm asine perde çekiyordu. İşyeri ve i şbaşı, sermayenin emek sür eci ve bu s ürecin ürünleri üstündeki egemen liğ in i kurumsalla şt ırmak için diğer me kan ve zamandan ayrıldı.
Ancak kapitalizmin birçok kurum sal düzenlemesi gibi, bu ayı da gerçeğin tersine görüntü ler. Gerçekte, emekçinin işyeri dışındaki ve işdı şı zamanındaki yaşantısı , işbaşı yerindeki ve zamanındaki kadar işinin bir parças ı. Emek sürecinin iç erdiği çalışma rımlar
ı
J
Kapitalist emek sürecinin gelişimi, Onbirinci Tez'iı~ bil"inci kit abı nd a H . ANSA L' ın · Teknol ojinin Tarafl ılığı ve Üretim İ lişkileri • başlıklı yazısında, özel-
likle teknik boyutlarının gerçekteki sosya l kimliği a ç ısından anlat ılmı ştı.
129
w
w
w
.s
ol ya
yi n. co
m
biçimleri ve koşu lları , gerektirdigi beceril er, emekçinin işciışında k i yaşam b içimleri ve koşullarıyla, bu yaşamda gelişLird igi becerile r le tamamlanıyor ve yeniden üreliliyor. Kapitalistin eme k s ürecini düzen leyiş biçimi ve bu düz·anlerin emek üstündeki çeşitl i basktkı rı, i şçi nin emek süreci dışındaki yaşa mını da b içimlendi rip baskı al tına al ıyor. Bu yazı, kapitalist üretim ilişkilerinin emekçi üstündeki baskısının , işbaş ı ve işdı şındaki bütünlüğünü a ktarma) ı amaçlı yor. Kapitali st, e mek sürecinin egem2nligini adım adın1 c lin-2 gcç:r eli. Her adım, kendisinde n öncekileri d e iç')re n ve geni~ l eLen ) cı:i bir d·snetim biçimiydi. Kapitali s t, emek sürecin '.} yeni dene tim bi çimleri getirdikçe, işçinin i şdtşı )-aşamında boyun eğmek zorunda old u ğu koşullar da bu yani der:etim biçimi ) le birlikle dönüş t ü. Kapitalizm öncesinde, c m ck süreci gcncl! ik l:: üreticinin kendi denetimind eydi. G er çi bu den etim, zanaatkar usta nın, antik lop lu mda köle E:ınegi, ortaçağda ise kal!'a v·e çırak emeğ i üstündeki egemenl i ğini de içe riyordu. Ancak ürünün ııe zaman ve nerede, no süı-ode ve hızd a, ne miktarda, ha ng i işlemler s ı rasıyla ve h angi alet ler, gereçlerle üretileceği kararla n d,. üretic i nrnaa tka rın deneti mindeydi. Hatta n ered e, kaça sa t ılacag ına bi l·2 üret icinin k endisinin ya da örgütünün karar verdiği durumlar yayg ı ndı. Kapitalizm üncesi küçük meta üre timinin en ileri aşamasında. yani zanaatkar loncasında . lon canın ustaları üstünd eki denetimi , hiyerarşik d e ol sa, bir tür özerklik görünümü de taşıyoı clu. Zan aalkanr. ·evin in al tındaki atelyesi, aynı sofra çevr esind e otura n us la / ka l fa/çırak hi yerarşisini; lonca sokağı boyunca di zilen ay nı zanaatın u s lalarının ev-atelyele ri ise. loncanın usfaları arasındaki hiy erarşi yi bir arada tutan bu özdenetimin bir parçasıydı .. Parça-başı i ş v·zrme (ya da dışarı iş vernıe) sis temiyle l<api talist, zanaatkar lon calarının pazar üstünd ek i d enetimini çözdü ve çökertti. Bu dönemde zanaatkar , emek süreci üstü n deki denelimini koruduğu sürece sermayenin baskılarına göPoce kapa lı bir yaşa mı s ürdürebildi. Manifaktür atelyel·ari, bu özde n e timin mezarı oldu. İşi vasıfsızlaştırarak k e ndi a lelyesinde topladığı becerisiz işçi le re yaptıran kapita li s t, bu ad ımı yl a ürünün n e süre boyunca, n ere de ve kim tarafından, han gi i ş l e ml e rl e üre tilecegi kararlarını cı a üreticiden kopardı. Köşebaşlannd a en düşük ücretlerle çalışmaya hazır, yarı aç emekçikrin bekleştiği g ünlük emek pazarları ve onların çevresinde en u c uz yaşam biçimlerinin ol u şturduğu sefalet mahalleleri bu dönemde gelişti. Fabrika, işçiyi makinanın bir uz.ant ı sına indirgeyerek, çalış ma hız ı üstündeki d e n et imini de elin de11 a ld ı. Emek sürecindeki disip L30
ya
yi
n.
co m
lin, sadece şirkct-şclıirlcrirı i 11 garnizon yaşantı sında değ il , g enelde, konut, egitim, dinl ence gibi alanların tümünde, ahlak ve k ü ltür politikalarında, çeşitli ekonomik, siyasal ve id·aolojik baskılarla bütü nleşti. Tekelci sermaye ise ge l işen işçi sınıfı direni şi karşı sında, da~1a ince görüntülere başvuru yo r ve çeşitli katılım programl a rı, sosyalizasyon politikaları il·0 emek s ürecine getirdiği sınırlı ayrı calı k larla işçi sınıfını yeni bölünmelere zorlarken, öte yandan d a , ka~la n arak gelişen tüketim pazarı aracıyla günlük yaşama getirdiği ek e n omik, siyasal ve id ealoj i k ipotekler i ki tlesell-:;ştiri yor. Ancak, bu gelişen ve giderek incele şen denetim biçim leri, k an diler inde n önce varolan daha kaba baskı yi..intemlerin i ortadan k a ldırmadı. Sermay-:::, emek sl.' r ecinin egemenliği için verdiği savaşta bütün si la hlarını yeri ne göm clcgcrlon d irmeye devam ediyor. G eçici işler, i ş in aynntılı işlemlere bölüner·ak becerisizleşmesi ve vasıf s ıL.laşmas ı, işgü cü nü bölükleştircrek v e Löl erck yönetme, o tom asyonun ge tird i ğ i i ~S i /lik korkt.<su ve katılımın saht.0 görüntüsü, fi rmaların dcgişik atdycJerinde, degişik firmalarda, fark l ı bölgelerde , ayrı ülkelerde on uygun uygulama niteligini kazamyor. Bu baskı yöntemlerini n birbirin0 eklonmesi sonucunda, tüm degişe n görüntülere karşın, işçi sını l'~n ın yüzelli yıl kadar önc·e Engels tarafınd an anlatı lan durumu büyuk bi c çoğunluk için temelde değişmiyor:
w
w
w .s
ol
Neden çalışı r? i. aşkından mı? Doğal bir dürtü yüzünden mi? Hiçbiri değil' Pt1ra ı. in ç<;i!şıyo:. yani işi n J,endisiyle hiçbir ilgisi olm ayan birşey için: ü5lc .k, o !rn(.ar u, un bir süre hiç kesintisiz bir tekdü zelikte ça l ış ıy or ki. "Jgc ,· l n kü<,ük l.ıir insa nlı k duygusu !;almışsa, s ırf bLı çalışma biçimi ··ile el ıha ili< ı...:rLıç halta iç inde işini i şke nceye çev irmeye yeter. t~l,.>lL •Hı. ;:c;ıa!·:i i.1 iı~ gadclurc,a so m•çlarını çoğa l ttı. Birçok dalda, işçinin ı ''.alıye.i l:cı dakih<ı lekrarlnmın , yıliarca hiç de ğişm 0yen, önemsiz \ c ti. mi;. le nı eka nik biı· işlı..:nıe indirgend i. Küçük çocuk lugund an beri her gün on i liı sual ign e u ç ları sivriltm i ş veya d iş l i çark ları cğlelemış \ e bütün bu süre boyu nca İngili z proleter ini n yaşama ya zorlandıgı koşullarda yaşamış bir adanı, otuzuncu yılında insanca duygularını n Ye yetenek leri n in ne kadarını koruyabilir? Buharın kulla nıl ması da lıiçbirşey i değiştirmedi. i şç in in faaliyeti kolay laştı, kas gücüne ihtiyaç aznll ıldı, fakat i şi n k endis i a nlamsı z lıgın ve tekdüzel iğin ~;<.ıh i kusına \'nrc!ı. Hiçbir zihinsel faal iyet alan ı s unmayan b u i ş, i sı;· inin dikkcıtini ancak ca şka birşe y düşuncesine izin ve rm ey ecek k a da:· gercl<ti riyor '!
Engels, n ü, 2)
i şçinin
işçi sınıfının iş d ı şındaki kişiliğinin
yaşam
koş ullarını n k ö tülüğ ü
genel çöküntüs ünü , kapitalist emek s ü recin in
F. ENGELS, ( 1851 >. Tfıc Coııdiıion of the Worlıing Class irı Eııgland Cİng iHe rc·de İşçi Sınıfının Duı u mul L'1wrcnce ~:mel Wisharl, Lonctra, 197:!. s . 140.
] 31
in .c o
m
bir sonucu olarak vurguluyor. Bu yazıda biraz daha ileri giderek, çevre, beslenme, sağlık, eğitim, cinsellik g ibi alanlardaki düzensizliklerin, eksikliklerin ve bozuklukların emekçinin g ünlük yaşamı na getirdiği bask ıl arın, emek sürecindeki baskıların sadece bir sonucu değil , aynı zamanda bir parçası olduğunu vurgulamak istiyorum . İş ve işdışı yaşamın bütünlüğünün': bu vurguyla kavranması nın ve kavramsallaştırılmasının önemli politik boyutları var. İşdış ı yaşam koşulları, emek sürecindeki sermaye baskısının sadece sonuçları olarak kavramsall aş L:rıldıkça, işyerindeki mücadelenin ka zanımların ın kendiliğinden gün lük ya şam alanında da kazanımla ra dön ü şeceği düşünül·c.bi liyor. Oysa h er iki aiandaki baskıların birbirini tamamlar niteliği g öz. önünde tu tulunca, işyerindeki yaşam koşullarına kar!jı verilecek mücadelenii1 ~1 aşam koşullarına karşı da cephe aç ı lmad ıkça arkadan vurulabileceği belirginleşiyor. Öte yandan da, yaşam çevrele rinin ve gün lü k yaşam la ilg ili hizm e tle rin iyil e ştirilmesi için girişilecek i:tüca-::~eie, kazan ımlarının kalıcılaşması için i ş başı mekanı ve zaman ımla da koşut kazanı m lar sağlamalı.
ay
Bu iki mücadele alanının büi,ünleştirilmesi konusu, bu yazının Bundan sonraki bölümlerde, bu bölümde çok kı saca özetlediğim gelişmeyi ayrıntılandıre.rak, işl e birlikte yaşamın «yaşama k işi,, ne dönüşümün ü a nlatmaya çalışacağım . Bu anlatım boyunca ele alacağım örnekler çoğun lukla Batı'dan, özellikle de İn giltere'den. İşbaşı ve işdışı yaşam bütün l üğü n ü.ı Türkiye'de aldığ ı özgül biçi mleri, başka bir yazıda tartışmayı umuyorum.
.s
ol y
kapsamı d ışında.
Parça-Başı İş: «İstediğim
w
w
Zaman, İstediği m Ye rd e, İstediğim Kadar"
w
Ondokuzuncu yüzyılın sonu kadar yakın bir zamanda, i ngilte re'de elörgücü i şçilerin bir temsilcisi, parça-baş ı i ş veren bir imalatçıyı Kraliyet Komisyonu'na şikayet ediyordu: .. önce işi köylere götürüp şe hirdek ini aç bıraktı , şe hirdekini daha ~V<l çalışmaya ra z ı
3)
edi nce, bu sefer köydekiler biraz daha aza çal ı şmaz lar-
Bu bütünlük, G. SA VHAN ' ın On birinci Tez' in birinci · Sosyali st - Feminizm
Ol a naklı
mı? •
başl ıklı
yazısında
k itab ın da
yay ı mlana n
vu rg ul adığ ı
'üretim / ye-
nidenüretim ilişkil eri nin birli ği' kavram ı na y a kın. SaYran d a, kadın sorun l arının
sosyalist bir devrim le
belirtiyor.
132
kc· ndili ğindcr.
çözülmesinin
be klenemeyeceğini
sa i ş i ~cdıir de k i lere yor.· ·!
vereceği n i
söyl ed i.
Yıll ard ı r
böyle çelik-çomak gi d i-
w
w
w
.s ol
ya yi
n.
co
m
Parça-başı iş veren kapi ta listler , birk aç yüzyıl dır tanıyordu sermayenin b u sihirini: mülküyl·a, geleneğ i yle , dallanıp budaklanmış yaşam biçimi ve ilişkileriyle mekana kök salı p sabitleşmiş zanaatk ar emeği karşı sında se rmaye, Alaaddin.in cini gi bi, orada kaybolup burada beliriveren; bir köyü ya da mahalleyi söndürüp soldur arak. ötedekinin tepes ine devlet ku şu g ibi kon abilen bir güçtü . Kendi te zgahında, evine bağ lı çalışan 'bağımsız' zanaatkar, m ekanını terkedip gitmek ü zGre olan kapitaliste çoğu kez kapı eşiğinde te slim oluyordu: «Peki , bey, sen ne veriyors un ? ... » Kapitalizm-öncesinin lon caiarnda birbirinin komşusu olan zan aatkarların mallarının fiyatlarını birlikte beli rleme olanağına karş ın, dağınık kö ylerdeki birbirinde n habersiz bağımsı z sanaatkarlar, kapitalistin teklif e t tiği ücret karşısında dayanaksı z ve çaresizdi. Pazardan aldı ğı ham maddeyi zanaatkarlara bırakıp, belli bir zaman sonra i şlen mi ş mallan toplayarak pazarlayan tüccar-kapita1ist, ortaçağ s u rlarının v·a lonca denetiminin koruması dışındaki bu ucuz zanaatk a r e meği karşısındaki pazarlık g ü cüne dayanarak sonunda lonca sistemini çökertti. Parça-başı iş verme sistemi, loncanrn iki temel denetim alanını yıkı yordu: üretici ile pazar arasında ki ilişki , ve usta, k alfa, çı rak arasında.ki ilişki:' Ustayla bu pa.zarlığ ı , kapitalistin emak süreciyle tek ilişkisiydi. Ne işyeri kurmak derdi vardı , ne de aletlere, tezgahlara yatırım yapmak. Ustaya verdiği hammaddeden, fire ya da tırtıklanma yoluyla eksilen miktarı d·snetlemekten başka, işin yapılış biçimine hiç karı şmıyordu. Ancak parça-başı iş verme siste mi, k apitalistin işi dağıtı ş d ü zeniyle em ek sürecini de parçalamaya ba~lamas ı biçiminde gelişti. Bu yeni süreçte, i şleri ayrı parçalara bölüp değişik ustalara dağıtan k apitalistten başka kimse, son ü r ünün bitmiş , birleştirilmiş, pazarlanmaya hazır halini görmem eye başladık; gömlek yakaları nın ya da kollarının işi alan usta tarafından el altınd an pazarlanma olanağı yoktu:
4l
A. FRIEDMAN, l n clu stry and La bour: Class Struggle at
Worlı
ancl Monopoly
Cap i.ta l i sm CSanayi. v e [m ele İşbaşında Sınıf Mücadelesi \·e Tekelci Kapital i zm) . The M acmill an Press Ltd., Lo n d ra . i977, s. 153. 5l
a ncı Funcl ion s of H i erar chy in Ca pi tali st Produ c ti on .. <Pat ı onl ar Ne Yapar ? K apitalist Ü r etimd e Hiyerar-
S. MARGUN, · W hat Do Bosses Do? Th e Origins
şi nin Kökenl eri ve İş l ev i eril . T .';e Review of Radica/ Political Economics, New
Y ork . c il t 6, no. 2. 1971 . s. 54.
133
!fer işçiye ver ilen iş!e ı ·i ayırmak, b u B) rılmı7 i ~ lemleri ge niş bi r pazaolan bir ürün olarnk birleşt ire n kişi kLııli ğiy le k apitalis tin kend in i üretim sürcc'rıin zorun lu bir p;ı:çası haline getirebilmesi nin, pahrılı mnkinalardan önceki clönemde, tek yoluydu .. Kapitalist işbölümü. parça-başı iş ve· me düzeninde ge li ~cn biçinı.y le , • başarılı ,, emperyalist güçlerin kolcnilc:'ini yönetmek ici n bnşvurclugu ilkeyle aynıydı: bölve-yönet. .. " rı
İşin bu biçimde dag 1tılı ş ı , kapitalistin us taya egemenliğini yoğunlaştırırken. aynı
ustanın yapt ığı i şi, bilmiş
bir ürünün üretilmesindeki çeşitli işlemleri tamamlamaktan, bunlardan biri {ya da birkaçı) üstünde uzmanlaşmas ına dönüştürüyordu. Giderek ustanın çırağına öğreteceği becerilerin çcşi ti il iği azalıyor, bilgi-emak değişimine dayanan loncadan ka lma usta-kalfa-çırak hiyerarşts i, yerini ustayla i şçisi arasındaki emek-ücre t ilişkisine bırakıyordu. Başlangıçta, yanlarında bir iki kalfa çal ı ştıran küçük us taların yaygın old uğu döneml·ardc, «Çalışkan bir çırak, her zaman ustası nın kızıyla evlenme firsatını bulmasa bile, sonunda kendi işini kurm ak için makul bir umut besleyebilirdi ... işverenle çalışan arasında temelde bir çıkar ayırımı yoktu,, .' Onsekizinci yüzy ılda Yorkshi:::-e' daki «Kumaşçıların Ahvalini Tarif Eden Şiir,,de akşam sofrasında ustadan talimat alan Tom , Will, Jack, Joe ve Mary'nin, us ta11ın ailesi mi yoksa çırakları mı olduğu belli değil; ama h epsi bir yandan dokumacı ve hepsi «elleriyle ayaklarıyla zaman tu tar / sabah beşten akşam dokuza kadar,, :
ol y
ay
in .
co
m
7-amanda
.. aman çuk <;alışın çocuk l aı/ Gelecek Pazar aımaru na yeVe Torn gitsin yarın çık»ıkçılara/ Will d e b akın s ın hallaçl ara/ Ve J ack yarın sabah erken k alksın/ Gitsin haşıle vine h aş ıl alsın/ Ve dokunıru ~ kumaşı çözgüye gerL1/ So n nı tezgaha takınak için / Joe biraz mısır Yer atıma/ Vvolds'<ı (yün almayal g itmeliyim sataha/ ÇL--meleriıni iyi lem:z leyip parlatın/ Erkenden kalkacağ ım yarı n / Mary bak oı-ad« yün vcır a l da boya/ Yamalı örtüye seril i - bak oraya•. Usta' nın karısı: ·Buyurdun ba na işimi/ Anıa önce o narm al ı yım gömıC:: ğini / Söyle bana kim oturacak ig tekerine/ Hem kim koyacak kekleri sepetine/ Kim bakacak e km cge. hallaça, k arıştırmaya/ Sagmaya, ah ı r lara bir de ok ula yo llam ay8 · Ve hamur aç ıp pişirm eye oğlanlara/ Ve maya aramaya, bütün bu nl arıcl Ve yı ka may a sabah, öğ l e, akşam/ Ve Dedi U sta -
kumaşlar/
w
w
w
.s
tişmeli
6l
7)
MARGLIN, 1974, s. 38-39. P. DEANE, ·Great Britain• bölümü, Tl: e
Foııtana Ecoııomic
The Emergeııce of lndustrial Societies - l
Sanayi 218-219.
Toplumlarının
Ortaya
Çıkı ş ı
History of Eurooe:
CFontana Avrupa iktisadi Tarihi: _ ı l. eler. C. CIPOLLA, Fon lana, 1973, s .
kapları
l:aynatınayn
rı temiılemeye
uman sütler geç-m eye/ V e
ak şu ın
olunca y ine
ahı
.. '
İ şin
evde yap ı lması y la e vin diğer g·cçimli k i şleri nin , bu şii rde bir çok k öyde çalı şan zanaat ustas ının bir yandan pazar için kü ç ük tarımsa l üretimin in i ş l eri de eklene bilir . Tarlal arın, bahçeleri n . bağla rı n, bosta nları n , büyü k ve küçük baş h rıy vanların , kümesl·2rin sağladıgı ek gel ir, kapi talistin bağı m s ı z zanaatkara önerd i ği ücretin d ü şü kl üğü nün da yandı ğı varsayımlar d an biriydi ." G er ç i bu olanaklar başla n gıç ta u stadan yanaydı: zaten geçimini tarım dan iy i kölü s ağ l ayan zanaa tkarları n ek bir i ş te çalı şmaya ancak ge reks inimlerinin y oğunlaş tığı ve d iğer işlerinin e l verdiği mevsimd e raz ı ol masına, bu gü n bile , örneği n turizm gelirle rinin tarım ge lirl er iyle birle ştiği bölgelerde yap ı us ta larında rastl anabiliyor. Ama yayg ınl aşan mül k süzl eşme, artan pazar b askısı ile birlikte, parça- başı iş zanaatkarın başlıca geçim kaynağı h a lin e g-sldi kçe; bu düzende çalı şan us ta la r çoğalıp k api ta list, elindeki i şi is tediği ustaya, istediğ i zaman, istediğ i miktarda dağı ta bilme olanağı buldukça, parça- başı ücretler ü stündeki baskılar yoğ unlaş tı. Bir h akime göre, ondokuzu ncu y üzyıl başl arınd a dokumacılara o kadar bol keseden ücretler öd e niyordu k i, h aftada üç dört g ün çalışmakla, ıama nlannın ve paralarının çoğunu birahane lerde harcayabilecek, evde çay masal a rından rom ş iş esi n i eksik etmeyecek kadar ra hat yaşayabi li yorl ardı . Aynı ra h atsızlık , daha onsekiz inci y üzy ı l ortaları n d a sermayen in başka bir sözcü s ü t arafında n da dile ge tirilmiş, ücretl·3r in dü şm esinin, fakirliğ in yaygınlaşm asının, ima lat sanayis inin ge li şm esi için gerekli oldu ğ u savunulmu ştu :
.s ol
ya yi
n.
co
m
an l atılan içiç e li ğin e,
w
İ yi b ili nen bir gerçek ti r ki ... kıtlık, bir dereceye k adar, sanayii ge liş tirir. ve üç gün lük Çal ı~nı uylu geçi nen bir im ala tçı hafta nı n g eri im -
w
lan za m a n ın ı lembe llik ve sar h oşlukla geçirecektir İm ala t b ölgeler indek i f'a k irlcr a nca k yaşamala rın ı ,.e h afta lı k sefa h atla rını sürd ürm ek iç-i n gerekl i olan sü r eden rrLla a~la. çalışmayaca k t ır .. bir
w
l atınd a
ucıet i n c: ir imın in
yacag ını. ny rı ca
büyük ulusal
h ay ırl ar
Yünlü ima-
ve yararlar
sağ l a
fak irlere gerçek bir zara rı dokunmayac'agını rahatça
iddia ede bi liri / ... ııı
Parça-başı
ücre tle r i n , a sgari geçimlik düzeylere itilmesi, evinevi ni n sagladığı h er t ü r ek geçim-
de
ça l ı şan baglmsı z zanaat k a rın
fll
E. P. T i IOMPSON, Th c ı\la hi ıı g of the E119li sh Worlüııg C/a ss ( İ ngi li z İ şç i Sı nıfınm Olu şunı u l.
nı
Peııg u in
Bo0ks. 1963. s. 300-301.
F. ENGELS. (1802J , /(om; t Sorunu. O dak Yayı n ları. 197'1. s. 17. IOJ Aktrırnn THOMPSON. H!63. s. 30fl.
w .s
ol
ya
yi
n. co
m
lik kaynağı, bu ücretler üst ündeki baskının bir parças ı na dönüştür dü. Üretim sürecinin dı şındaki ev ya~antısınin h e r üretken anı , ustanın ücre tinin kapitlalistten alamayacağı bir parçası olmaya baş ladı. Toprağ·a bağlı olan ve hala bir miktar toprak işleyen zanaatkarın bu gel·sm:kscl kapitali zm-önces inden kalma ilişkileri , bir baskı aracı olarak kapitalist ili şkileri ile e klemleniyordu. Aynı dönüşm e ve eklemlenme, usta nın çalıştırdığı emekgücüyl·c ilişkisinde de söz konusu. Gerek kapitalizm-öncesi lonca atelyesinde, gerekse köy evind ski tezgahı başında çalışan kalfa, çırak veya ustanın aile bireyleri, emekleri karşılığında ustanın zanaatını öğ r<mirler ve onun verdiği harçlıkla , evinde sağladığı yatak ve yemekle geçinirlerdi. Ustanın evdeki baba otoritesi ile emek sürecini yönetimindeki yetkinliği birdi. Evdeki ortak yaşam, emek sürecinin gerektirdiği bilgiyi otorite hiyerarşisi ile birlikte yeniden üretiyor; emek gücünün y·cnidcn üretimi ile üreti m ilişkilerinin yeniden üretimin i bütünleştiıiyordu. Parça-başı ücret ilişkisinin geti rdiği baskı zanaatkar evindeki yaşamın bu bütünselliğini dönüştürdü ve tüccar kapi talistin k a r dünyasına eklemledi. Kapitalistin daha çok işe daha az ücret ödemek için yap tığı baskı, ustanın gerek kalfası ve çırağı, gerekse kansı ve çocuklarıy la ilişki sini değiştiriyordu. Bilginin, becerinin ve kazancın paylaşıl ması, giderek sınırlanan parça-başı ücretin bölüşülmesine dönü:?üyor; vurduğu yerde ' zanaatın gülleri ' nin açtığı usta-tokatı, götürü işin daha çabuk bi ti rilmesi için başvurulan kısır bir baskı aracı oluyordu. Evin babası ustanın gelenek.s-cl otoritesi, evin sağladığı tüm geleneksel geçim olanakları, daha a z ücrete daha çok para üretmek için uygulanan baskının bir parçası haline geliyordu. Bu baskıyla birlikte ücretin 'yatak ve y·smek' olarak ödenen kesiminin niteliği de geleneksel ölçülerd e n uzaklaşıyordu. Ondokuzuncu yüzyıl
w
w
ortalarında, İngiltere 'de tuğla imalatında , ... da im a va sıf lı bir işçi olı:n ve keneli gı ubunu yöneten ka l ıpçıların herbiri, yöneti m i nde çalışan yedi ki ş iye evinde yatak ve yemek sağla,.. maktadır. Usta'nın aile bireyler i olsalar bi!e, bu adamla r , oğlanlar ve kızlar, aynı evde ve he psi kötü havalandırılmış genellikle iki, bazen ü ç, zemin kat odası nd a kalmak tadır ... ' ı
Evinde çalışan zanaatkarlara dağıtılan i şlerin , daha gen-el emek s ürec inin parçaların ı oluşturan 'ayrıntı işler'e dönüşmesi; ha az öğ-renme ve beceriyle daha vasıfsız e meğin daha çabuk manlaşacağı işle r halin e gelm esi, evdeki emek süreciyle diğer ı ıı
136
K . MARX , (1867l ,
Capi ~al
m:apila ll , T hc Modern Library, 1936, s. 507.
bir dauzge-
çirnlık
ferinin
üretimin dengesini bozuyordu. Emek s üreci. diger a il e emeğini giderek daha çok talep ediyordu:
bi r~ j -
Bir örguc.unun k a;· ı sı. o nun içi n heı n:ın; n en ön emli sa nayi va rlıl{l a rından çayı
biri ol mu')lur Kalite muınul leı· üzcnnclc çalı!ııP bütün bir park endi bilircl i [?;i .r.aman!Mcla ka rıs ı diki ş işlerini tamamlardı. Tez-
gahla tek tir i şte uzmanl aştıı' ı ıa m a n ise, karısı küçük çocu kl a rının yü n ipli g i sarmasın ı ı ·e ınc.hilderi d clclurnıası nı yönetiyor ı·e ay rı ca gü nlü;< eviş!eı·i ni yerine geti ı iyorciu. Kcıdınlaıın teıgalıta çal ı şt ı gı d a oluyordu ı:-ma bu gC;nellik lc ;ıc;il d:..ıruml«rd o ı:,crck i yordu; ancak ' u ı. un bun a lım"clan
sonra bi rçok
l\a clın
k oca l a rının
Le ze;a hlarını
gece
geç
vakill c rc k adar ç alı ~ tırıp koca l arın ı n gel irler ine lrnlk ı d a bulunm aya
m
çabalodı. 1 2
w
w
w
.s ol
ya yi
n.
co
Uzmanlaşma ve vasıfsızl aş ma y l a bi! tikte e vdeki emek sür ecinin, d iger geçimlik ev üretimin in zamanını ve mekanını istila etmeye başlaması, ev sanayisindeki i şgüc ünün giderek evine bağlı kadın ve çocuk emeğine dayanmasına yol açıyordu. Ondokuzuncu yüzyı l ortalannla, örneğin Coventry örgü çorap sanayisindeki erk e k fabrika işçileri, kapitalistlerin evlerine verdikleri makinalarda «Sessizce ucuza çalışan .. kadınların, fabrikalarda genel bir ücret indirimin·a yol açtığından şi kayetçiydi; bu dönemde evde çalışan işçi lerin büyük bir çoğunluğu kadınlardı. 1 '1 Yine aynı dönemde, örnegın Nottingham dantel san ayisinde 'bitirme' i ş leri, «Hanım -ev l eri,, nin bir odasında, kendisi de bi r usta J.i:ansı o lan Hanım 'ın d eğ n~ği n in d enetiminde çal ışan kadınlı çocuklu 20 - 30 i şçi tarafından yapılıyordu. Çocuk İstihdamı Komitcs i ·n ~ n l 864 ' teki raporunda, bu biçimde çalıştırılan çocukları n «uzun süre ceza lı gibi çalıştıkları iş l e rinin tekdüze ve göz yorucu olduğu, ve h ep aynı beden durumunu kcrumak zorun lugundan dolayı son derec·8 yorgunluk yaratan bu ça lışmanın son un a doğru çoc ukl a nn kafeste kuşia r gibi huzur-:;u7laştığı; işlerinin kölel ikten farksız olduğu ,, bilcliriliyordu. 11 Smek sürecinde yapabancılaş manın başlamas ı , g ünlük yaşam da beliren yabanc ıla şmay la elele yürü yordL.:.. Art ık h ane halkın a zan aatını öğret·<>n baba- us tanın yerini. kan sını çocugunu daha yoğun çalışmaya zorlayan küçük işveren alıyo.-du. Uslanın karısı da h .ı önce k Gndi üretti ği geçimlik macldel 0r i ~ırt ı k pa7arda n al ı yor; ustanın küçük çocukl arı oy unJan ve eg itiınd 3 n hopup, g idere k uzaya 1 1
i ş zama nın a bağlanıyordu.
12l FRIEDMAN, 1977, s. 175. 1;3) FRIEDMAN 1977, s. 176. 14J MARX . 1867, s. 51!.
137
Evinde çalışan Lutc.. .1ın ;? ini «b ildiğ i g ibi ya pmak ,, özgü rlügü, lrnpitalizmin işyeri v·s i ;.ı ba~ı kurumlarına kacşl dirc:1işini uzun bir zam a n sürciı:irdü. Gs l i~e·1 makinaıar ve d eg işen çalışma koşul bn zorle.clı!:ça, el tezgalılnnnın ve c rg ü ge rge flerinin yerleştirilmesi için düze nl e nmiş oturma odaları y·slmem eyo başlayınca , ya bir zemin kat odası eklenerek ya ela yeni bir J.:at çık ara k evdeki atclyc olarak 1 ku llan ı ldı. •• Bu diren i:3in en kapsamlı örneklerinde n birini, ondokuzuncu y üzyıl ortas ında, Covcntry'd·a gel iş meye başlayan doku ma fabrikalarıyla yanş an dokumac ı ustaları verdi :
ni l lil lficlds lardı.
ev l eı i y cıpi ıran
Dokuırn:ıc ı
uzatıyorlardı.
a lm aşı ktı. .
s ıL!iği
ile büyü k
l eşt irın ckley di.
karl arı
lrnııutlarııı ı
(Anca k )
fabr ik an ın
bu
Dullar gücü
ev-labıik a.
g;;reli
yarı ş ı
e \·
dizi~inin
evde
üst
yapıla n i ~in
bjrço k
tümü
çalışıyo!·
yerleştirip
kalı
boyunca
fabrikalara cid-
bu gücün maliyet
tezgahların
uyg un ye-
sürdürmeye
cv- fabı-ilrnlar" .
e~ncks iL!iginin
\ Cı i l ir kc n ,
ancak bloklald evl erdeki
gücu kull a na-
ı n a btdı~r rna!cin a!<:;· ı
~aftı
sonla rındu
b u Jıcıı·
l.ıu lrnr güci.ı lrnllaııma y a
k fabrikalarla
çalı~tır~rn ı
1850'lerin
di bir
yn da
ederinin di z i ba'.j!a.
te l'galıl an
<e vlerd eki
clolrnnrn cı l a rı .
c:v
uynrlayarcıJ,
om
baz ı
ber i
ay in .c
ıe.ı7'dc ıı
bilecek biçimde
görel i verimy~_nlarını dü şürüc ü
çalıştıgında
birçı
sagla-
n::ı.biliy ordu. Bloktaki ba/.I dok u mac ı lar işsiLken digerl eı i ça lı şt ıgırıcl::ı. y ine hepsi atö l yeic>rdck i m ak inalc>!'I çalıştı ran buhar kirasına katılmai{
inrnn gücü yle
ly
Lorundaydı 18CO'la baş l aya n ekonomik bunalımla birlikte, ev fabri kalardaki dokumacıl arı n birçogunun i 5siz kalmasıyla, bi r çok ev-fabrika <;Hlı~ınayi'l
döndü. ı ı;
w
w
w
.s o
Fabrika sistem inin ge li ş m es in den sonra b ile varolrnaJüa ısrar eden ev - i şye ri birlik teli ğ i n in görece başarılı örneklerin i ele kapitalist fabrika Lörl·sr verdi . Ondoku zuncu yüzy ıl ı n ba ş l arında, adın; fabrika k öylerine veren Arkwri ght'ın Cı·omfrırd 'da ki ilk su gü cüy le çalı şan tekstil «d cğ irm;:;ni n d e" * i ~çiJ er i için yap t ığı iki sıra üç katlı evlerin , ilk iki katında i şçi lerin a ilel e ri yle yaşamas ı için b irer 0da bulunuyor, h;:;r dizin in en üs t kat ı uzun bir ço rap tezga hı atelyes irı d e n olu şuy or ve burada işç i ailel eri fabrikada hazırlanan ve eğiri len ipl ik le çorap örüyordu ı < Ortaçağ boy unca sürege len i şyer i ev birlik teligi, ya pa rça-ba şı i'? verme siste minin sonunda e vi ye n i tür bir işyerine dönüştürme ı :; ı
J.
BUH NE' ı
T.
/ı
Socrn! llistory of ilousing
( J< onutun Sosy<! I Tarih i l.
ML'-
t !ı uen, 1978, s. 79. ıGl
HllEDMA N, 1077,
S.
155- 157.
( '' ) İngi ltere'de, Onsc k i1:inci Yü zyıl ~nırn ncla bulunan bi r ti.ı ı su cleg irrncni y l e çe1 lı srı n
ı
n
bu ilk tcJ",li l
frıbı ilrnl<ırıntı
«textile mili "
llckstil degirmenil deniyordu.
13. BRAC.-GJRDLE, l'he Archec!or; y <J tiıe !ı ;c!uslricıl RC'\' nlution <Sa na y i Devr i mınin
Arkzoloiisil,
Didıinson U.-ıivcrsity
Prcss
1973, s. 190-! 92.
siy1"~.
ya da manifakt ür atel yclerinin ve fab ri kalan n evinde çalışan sona erdi . Emek sürecinin işyerin de den8tim altına girmesiyle birlik te evde i şle birlik t·a yaşa mın yeri n i " yaşamak işi .. almaya başl adı. i şçi l eri işyerlerinde toplamasıy l a
Manifoktür Ve 'Özgür Emek Piyasası': « İstediğimi Alırım , İstediğimi Atanın ..
w
w
w
.s ol
ya yi
n.
co
m
Kapitaliz min manifakLür dö nemi nin tari h e bırakLığı miras tek bir sözcükle öz·atlenmek gereki rse, bu sözcük 'Vasıfsıziaştırma' o lu r . Emel< sürecinin, kap italiste a it i şyerinde , seri h alinde ya d a birbirine koşut işle mlerin s ürekli aynı i~;çi tarafından tekrarlanmasına in dirge nmesi, sadece i şi n d·c g il, işçin in yaşa mının h e r boyutunu n vas ıfsızla ş masına yol açtı. Kapitalistin parça-başı iş verirken ke şfett i ği böl ve yönet ilkesi, manifaktür geli ştikçe e m ekçi sını fları topyeku n b ir becarisizleşmenin , yoksu llaşmanın , sağlıksızlaşmanın, yabancı laşm an ın lrncağın a itiyor du. Becerilerini parçalayıp vasıfsız işçilere dağıttığ· ı zanaatkarın evini de yoksul işçi a ilelerini n tek odalı sığın a kları n a bölen manifaktür, bir iki yüzyıl için de, gel iş tiği k ent merkezkrin i ve emekçiye sunduğ·u k ent yaşam ını insanlık tarihinin en utanç verici sayfalarından bir ine dönüş t ürüyordu. Zanaatkarın el becerisini ve yat kı n lığını gereksizleştiren, daha önce ancak ustasının yapabildigi i şleri sokaktan toplanan h er yarı aç eme kçi n in hemen yapmayı öğre n e bilec eği hale sok an el a letleri; dah a önce ye tişki n erkek k::tslanna gerek gösteren işler in en bitkin kadınl arın ve en k üçük çocukla n n çok daha az ücret karşılığ ı yapabi leceği biçime sokan makinalar , bu dön·3mdc ge l i ş ti v e kapi talistin manifak tür atelyesind e boy boy dizildi. Yeni m a k inalan yla kapitalisl, e mek s ü reci nin te p esindek i i ğ reti konumu na iki önem l i sosyal payanda dayıyordu. Birin cisi, yön etiminde ki i şgücü, artık sad·ace ayn i:o le rde uz manlaşan u stalar olarak değil , e rkekler/ ka dın l ar, yctişkinl e dçoc uk lar, ya bancı s3vme· ye n yer li işçil er, dil bilmeyen yabancı göçmenb- olara k d a bölünü yord u . İkincis i , v-a belki dah u be li rleyicisi, kapi talist, i şç i siy le i lişki sine kök ten bir dönüşüm getiriyordu arlık !rnpitcı.Jist, ürcticida n be lli sayıda ürün parças ı cleğ:il , k e neli alet ve rnakina l a rın ı çalı ştır makta d il ediğ i gibi kullanabil eceği bir 7aman s üresi satın alıyor d u . Saat-ücreti ya da gü ndelik, parça- başı ücret te n çok fa rklı bir ilişki biçimiydi, çünkü, hem kapitaliste işçisini çalı şm a süresine€ d e netlemek 'hakkını' veri yor, hem de ' hırslı ' usta ları n ken d i h esapl arı na fa z ladan p a rça üretip palazl an malarına v·a pa tronları n a ra139
sc;, ç..,ki.:oı"du. S~«ll uc.reli ve ~;Lındelikie, eli sopalı da emek sürecinin kapısından giriyor; haftanın üç günü çok çeıı;;ıp d:)rt günü insen g i1~·i yaşayabi lmek ö7gür lüğünün yerini, lwr g i."ı·ı bogaz tokıu~una ölesiye çalı~mak Yorun luğu alıyord u . !Johunwc ı u s tak:rır:.111 hafta sonunu dil ediklerind o «Az'.zlerirı Paz; rl cs i günü. haLta /\7.ii.lerin Salı günü» ne uzatma özgürlüğ üı ' ile birlikte, o gü ne kadar "dürüs t bir işgününün' karş• lıgı olarak varsayı l mış sağ lık . bes lenme, ko n ut, ciinl e ncc lrnşull s. rı ela tarihe 1-~arış ı yordu. işçi , ınani ft~ktü r ac<ılye: i nclc sadece g ide rek dah a az beceri ge rektiren, s ıkıcı, tekdüze işle m l eri dayanabilcccgi en fa zla h ızla yapmayı ögrcnmekle ka l mıyor; ayn ı zamanda gicl2rc k kötülc ş:m , karanlık , sıkı şık, pis. havası z koş ullarda çalışabilmayi de öğreniyor du. Emek sürecinin vasıis:zlaşrnas ı . işbaş ı zamanla birlikte işyeri mekanının da kötüle::>.mcsiydi. IIer g ün yenisi kcşf3di len pa!ıalı makinalara sermaye yetiştirme yarış?sındak i kapitalistler, satın aldık ları ·zmeğin karşılığı kadar, çalı şma koşullarınm bedelini de e n düşük düzeyde tutmak çabasın d aydı. i şçi , boğaz tokluğu ücretleri g ibi, en az çalışma mekanı, en az ış ı k ve hava, en az boş zamanla ve! inmek 7oru ndaydı. Emekçi, işyerinde kazandıgı bu yetinme bec·0risini, aldığı düşük ücre tle yaşayabilmek işinde de, en a.t. gıdayla, e n kötü sağlık koşullarıyla, en sıkışık Ye düşük sta ndartlı yaşam çev rel·ari yle yetinme becerisi olarak sürdürü yordu. İşçiy i daha düşü k ücretle çalışmaya n:1.z ı c :lebilrnck, daha uc u za yaşf:.maya cgit.meyi gerektiriyordu. Bu ~1 üzden, Sanayi Devriminin g-:~ti rdiği vasıfsızl aşan i şlerle birlikte, 1700 1840 a rasındaki dön emde i ng i liz i ~çi s ı n ı l'ı nın yaşam koşulla rnıd cı r!a be lir g in ve kasıtiı bir vasıfsızl aştırma izle n iyor: kip
0lmalarına
.s
ol
ya
yi n. c
om
uc.:tabaşı
t rn· !l ıç i si
w
!J2:at( :;in
dırıcı
biçimde
ı\fr. Sala m ~. n · ın .
an l attı ğı
.. ~ omu n
<•yrı nlılı
ve inan -
sal'i plcri.
~ i fl(ilcr.
j ylr üsu nu gay et
suvaşı·n d P, to pnık
w w
< ı i ,,ıc·
i naldl<,·lar ve Li//aL Hülnın e l"in k rn d is ı. ışçı:ıi bur-·daya dn Liı· 1.:eslpnme d u/ e ııin cloıı patat{'S rei imıı:e sü ı m c klc el birliği edi-
y; ııw ıı
l\fr. SalaPrnıı
yord u .
unsuru
(ıl ıcı rnk
görü yor :
kün c ln n en clüi ük
clu
Pc:!~ı t c'.
üı
patntc~ı
Cson
c~crccel
·ı~utatc~ın kull a nılması
retlerle
yaşamlaı ını
etk in bir sosyal d en ge .
a slında işçilerin
sürdürebilmesini
müm·
saglıyor
b u yu/d " n. İn ;•il Pre"dc J.:ıtlcl erın fakirleşmesini ve vn bi r y u/.yıl d a;ıa uzatmış ol abilir; fakat diğer seçen ek
sıfsı/lct~ımıs ını
IH' nlı !~:.- devı imden bu şk::ı bir.. ey clegi ldi. İngilte renin y ü 7yıl
1
nı~·.ıarında
kurlu i ması ..
ı:')
FnıEo;vL\N .
1$!1 · ı l IOM i 'SON
. 1..• 1~
buyül; öl r;ucle
1911. s. ıs3. '~)6:3.
tö } ·esine
s. 348.
ş i d detli
pa ı;ıte-;i ıı
l« ırı ş ıklıldarhı
bc> ~n rı sı
o ndok uzuncu
altüst
snyılınalı dır." 1 "
o lın a kta:1
Kentlerde ki sıkışık ya şa ntının s ütü ktUaşLırıp pahal andırma s ı , bira içilmesini kısıtlamak iç in konan verg i, işçiyi bu gıdalı içeock lerden de koparıp, bol şekerli çayla avunmayı öğrenmeye itiyordu. Kapi talist, e m ek sürecinin zamanını saatle ölçülen, değ·cr biçi len zaman parçala rına bölerken. kü çük giri şimciler de yaşam mekan mı parselley ip böle r ek i şç i kon u tl a rı d iz ilorin·c dönü ş üyord u . Emek sürecinde geli şen "beceri ölçeğine göre bir ücret ölçeği ,,, bu e vlerin dikkatl e ö lçülmü ş bi ç ilm iş düzen ind e do yan sıyordu : işçi e v i er i a rlık çok end er oiara k tek başı na yapıl ı y or; şi md i arı ı 1:. say ıl a r da. bi r d ü zi neden a l lmış e\ e kada r sayıla rda i nşcı <.'d i l i y or. Tek bi ı · mü lcıo:hhit. ti r veya iki sokagın ta m amın ı birden in!ia ed i yor. Bu n lar şöyle d ü zenien iyor: Ö n tarafla rda n birine ark ad c1 b ir ı, ap ı sı ve küçük bi ı · Lıa l~çesi olacak !<a dar ta l i hli o lan en iyi s ın ıf e \'lt'I' yer l e~t ir iliyo ı · ,.e bunlar en y ü bek l:iral2rı geli ı ·iyor. Bu evlerin <:rkasında ik i ucu ya µılar l a k apa lı ol a n ve bu u ç l ardan birinden girilı n d ar bir ger,.ı t . bir a ı hı sokak yr r a l ıyo;. i3u <! ı · J,a soluga bal<~ı n c·, Jer en d üşü k k i, ay ı get 'ı i yor ve en bakı m su: l arı ol u y or . B unl a rın a ı,ka d u\ ~:rlctn. orttı k ..
i hincl
bir soL<1t;H b<-1luın \'C ilk s:rcıdakilt' 1 ·dc!1 drı>ı~~
s ı rad~, k ;ieraen
c::ııw
çok
kiıcı
geıi rcn
üçü n cü
sın.ı
cvleı
le
ya yi
c!/., i k inc i
n.
co
m
bü y ük
Mü tealıhil!er
bu ) önlemi y erden tasarruf s a ğl a dı ğı v e ilk !.e üçGncü s ı r<ı l ard a! . i evler in da!;a yüksek k i r~la rı yoluyl a dalıa ) uheJ, ücret alan i ~ç i leri de soym c:k olana.<:.:ı ,·e rd i ğ i için Lercil ed i yo ı la r '" ..
.s ol
Bu tür J<:o :; u t ç evreleri, eski yen ke n tse l çev r ede kendiliği nd e n kötü yaşam k oş ull a rının ötesind e, kasıtlı ve tasarlanmı ş b ir vas ıfs ızl aş tı rma ölç·3ği n i n işç; s ını fının g ün lük yaşamın a uyg ula n -
ı;el işen
rnası ydı:
w
Kaı~!tal i st c;ö n üşü rııü n.
l•er t ü r
lvplumsal
yoksun ilk elerinin ka bul edilm esiyle
w
scf:1:et k on ul.lan mülkün top lanı
be n imsen:11iş kira'.,ı
SLrnınluluk
duygu.;und, n
birl ikte. sefalet maha lleleri ve
oldu..
k onu t
yükseliyoı·du..
Geni ~
koş ull a rı o d u:ı
kötüleş tik çe
esk i e\'le r i n . t ü m
w
b ir nil enin tek bi r odaya tıkıştı rı lciıgı sık ı şık kira konu tl urına çev ı- i l mesi . d aha 'zengi n · ken tlerin arlan nüfusun u barındır m aya yetmiyoı·
d u. Du boğ uc u koş ull arı başın dan kendine sta n dart edinen yeni m<ı haller yapılmalıyd ı. .. Bu y ı ğılman ın lnyn8ğın ı k ~n rnl".rnk için. sadece. k en d iler ind en eko n om i;, ba lrnnda n daha güçlü ol an l ar kada r paiar lık etm ek
'e razı olmamak g ü cüne sabip olmayan yoks u lların
gereksi n im l er inden kar ç· ı karm ak şehveti n in yaygı nlı ğını anlamak yelı'!1C/.; onyedinci yüzyılda n iti baren ma!ınımiy el . nüfu sun hatırı ~;a yı l ır bi r !:ölüm ü n ü n kı~ ın P!i olar ak benim~;ç n ı;;i~li. Faki r li!( ,.e açlık larnfı n dan
ma h ım,;- ! '. n ı •<1dan
bcığa~·
tokl u g~ı
düzeyi nd0k i ücr ctlc>rle
201 ENGELS. 1815 , s. 87. l41
çalışma 1 arı
bcklenemt>?di .. Daha büyük kentlerin nüfusunun n erdey
se dörtte biri. .. dl.l/en!>i/ i~lerdc çalışanlardan ve dilencilerden oluşuyor du; kapi talistin emegi keneli koş u llarıyla işe alıp istediği zaman anında
i!itcn çıkardıgı, klasik kapitalizmin sağlık lı emek pazarı, işt0 bu emek l'c-ızlasına ctayanıyordu~ 1 ...
.s
ol
ya
yi n. c
om
Bu emek [adasının oluşturdugu yedek sanayi ordusu, işle i şsiz ligi bir çok anlamda içiçe yaşıyordu. Birincisi, hem i ş le hem işsizlik Le, h em i şbas ında hem günlük yaşamında aynı güvencosizligi yaşı yordu . Manif'akLür işleri çogunlukla gündelik ya da haftalık lı. l'ı1a nifaktür i'?vor·:::ni kapitalizmin devresel bunal ıml arına karşı savcın ma s ızdı. Patronun bu güvencesizl iği işçiye kat kat yansıyordu. Ccçiei bir genişleme döneminin yükselen ücretleriyle «görel i bir rahat içinde :ı aşarken, yoksulluğun -:m ileri derecesi, halla açlıkLı.n ölüm,,~ h emen kap;nın ardında beklemekle olabilirdi. Manifaktür i şçisi, yüksek bir hareketliliğe sahipti: kirasını ödedikçe ücretine uygun bir ev<:: taşınabilir, kirayı ödeyemez hale gel ince k 2ndini hemen sokakta buLırdu. Birkaç parça dün:,:evi eşyasıyla işten i şsizli ğe, boğaz tokluğundan açliklan ölmeye kolaylık la gcçebiliyordLl. Kendinden dü~ük ücretle ça!ı~maya ha z ır bir yedek ordu tarafın dan kuşatılan işyerind·ski güvencesizliği; k entin, bülün diğer geleneksel geçim dayanakla:·ını kurutarak klişatlıgı yaşam ınja da sürüyordu. Bu hareketliliği, rnanifaktür işçisine sadece birbirinc:en farklı çok çeşitli işlerde ça l ışmay ı öğretmekle kalmıyor, aynı becJri esnekliğini i şsizligin çeşitli biçimlerinde de gösterme yeteneğin i veriyor clu: geçinmek için başvurduğu icut!ar şaşırtıcıdır tüm dünyada bilinir; fakat bugüne kaC:ar bütün büyük kentlerdeki ka.vşakiarla birlikte ana caddeler de. Yok sul Yusm;ı mütevellileri ya da belediye yetkilileri tarafından çalıştırı lun işsi/ imi ınış kişiler tarafında n süpürülmüşlü r ... Şehirlere gelen ve büyük miktarda •n:1gon• tı afigi taş ıy a n büyük kara yolları boyunca, geı.; mcktc olan arabalar ve oınnibu:;'lar a ra sından canlarını tehli k eye atarak taze at pis!igi toplayan. ve bu iıntiya/ için çogu rnman yetkilileı-e haftada birkaç şiling öde;en küçük el arabalı birçok insan göı·üle bi lir ... Ö/ellikle Cumartesi öglcden sonraları, tüm çalışan nüfusun soBu ·•nüfus
fazlası»nın
w w
w
Londnı'nın kavşak-süpü. üculeı·i
kaklarda olduğu sırada. işporl<ıcılıl< ve sey yar satıcılıktan geçinen kn !abalık ortay<' çıkar. Ayakkabı ve korse bağları. kuşal<lar, sicim, pas-
~il
L. MUMFORD.
Tlıe
418, 432.
22) EKGELS. llJ43. s.
142
ıco
Sity in llisl<P·y
<TPrihte Kentl.
HHrbinger, 1061. s. 417,
tal ar. poı·takallaı·. lıer tur 1-a'ı~:u k eıı~ a. bu damlar kadınlar \'e çocuhlar tarafında n satılmaktadır \·e diger zar:ıanlardn da. bu tü r sat·r:ıl<ı sokak kü!ielerinde. ya ela gczerC'k pasla. 7encefil binı s ı ya da ısırza n birası sa t arken ["örü l ebiliı · . Kilııit ve benzeri şey l e r, kırmız ı balmunıu. \ 'O ateş ~akmak i(·in pntentli karışımlar bu sokak satıcıla rının diğer geçim ka ~ nukları !'el; isler arar :? :
an.ı 0 !ndadır. Kinı i ~i
de cokak solrnk
geıe rck
ufak
ıe
yi n.
co m
Engzıs·in, dilenc ileri de ekleyerek çizmeyi sürdü rdü ğü bu tab lo, son otuz-kırk yılda Türkiye.do yaşayan lar i çin hiç de yaba n c ı de gil. Gocckondu!unun yenicen koşfcdilo·1 'marjinatliginin ' tek dı:ıgi şik yunı i şpor t a kutusund:-ıki malların türü. Giivencesiz «küçü k rnnayi» işlerinde, birkaç el aletindon ol u şan tamirci cıtelyclerinclo yedek parça sı bulunma1an i Lhal m:ıllarına paı ça uydurmak ile, h::en tin orasından bu ı asıııde n bulup bv !u~turulan ınall'c meyle rl ı~ r !enen " ter. eke mahall elc rin ~le" )<t~ama l\ i şini ~·ürdürmcı. Lc.ızc · Lı ceri lcr gerektiriyordu. Her tür allyapıclan yoksun gece kondu ma hallol eı·inin tozunda, çamurunda, c,öp y ı gmlar;ncla yaşamayı öğre n·;;;moycn, aynı koş u ll ardaki küçük aLelyele rin yagıncla, isi n de, soğ;uf>.unclıJ, ~ıcag ında çalı7maya kcıtlananı.ızdı.
ol ya
En kö t ü .:;evresel l.osulhlrda en düşük ücretlerle yaşamak işini. Engcls'c gör(', lngi li z icçi sınıfım~ t~ö~tc .. en!er İrlandalı göçmenlercı;: . Er. kutu meslH'nier on lar iç ın }derlidir. tci; l.Jir plik tuba ela gi}sion tar icin deı t cl2gildiı. aynkkabı diye \;iı ~1 cy i /Htcn bilmezle:-; yi-
k~ri
w .s
yec('klC'ri pı!!ntcstC'n '· e s:<tiC'ce pa~ı>tostc ıı ibarett ir: l;ıı ilıtiynçları öi<•sim!eki k a/ı: •ıdıld[ı rı l:er'.·c.:i i<,l<İ\'C lıarcaı lar Bö,·le tıiı u·kın yük'.;r•k c.cı·ctıcre ne n·crck,i1i nıi oıu.:ıi:ir l..i? ... irl<ındalı. eway;• al ışık clegildır. bir sama n y ,gı m
gij ilcm c_. ccck
l ıııle geln~i~·
bi! kaç paçan·a gece yn
tcıgı
olnr2 k \ c !erlıdıı ZHI en t · 'İ yere d8 i i tiyucı yr,k tur. Mcm!ck etind ck i k c·pi<, kulubc;'.;;ndc tüm C \. i şler ini tc,, bi:· odPC'H go. uyorc'u.
w
~,iJesin iıı inı;illerc·dc de bi r odadan faLlasına gereksinimi yoktur. Ya-
ni,
arl ık encnsC'llc:,nıiş
oiu n bir od;1ya birço k insam
tıkı ştır mak acıc-.ı
tnınf'ıııclun gel iı .lnı i ~,li r ..
w
İ ı l a nd tılı göçmenler
lıer cln!dn i ııgil i ı. i';~i~irıin ucı ,:l'leıı süıekli dü 7ıney c zorla n ınaktadıı
Ve bu ci<ıl'ıı:· ~ok,ur. Aı lıccl ri gc r c ldiı cıı y;ı da ! arın t ümü İrla nd a lıhtnı ·ıçıklıı flir l<lnıi ·c ı ~
iıi~ ı.;cı
'l
m:m'indc işçi olabi lm esi için ingılıL uygnrlıo"ına sng lam ası , genelde bic
('!,tirmcyc n dal da biı I cl;sti l 'dcgir YC
adctlcı ine u~ ııııı
İngili/c dönüşmesi
çok kaba ku\'vetc dayan an bütün
bı)<;it
gerekir ı\ma. becerici, :ı ,.e Uliılik gerckti r mC'yen i!>lcr-
dc iı·ırndıı!ı !ı<'rlrng-i bir İn gili/i n yerini Hlabi lir .. :~ı
~:JJ
ENGELS, 18·15.
211 ı··crr.s
181~
~-
112.
s.
111-ua.
j::
l
«Yerli Saxon fizyonomisinden farklıl ı gı ilk bakı şta belli olan Kclt yüzleri» İrlandalıları bel irli tür emek süreçlerine 'tayin' ederke n; m anifaktürde ve ilk fabrikalarda yaygın olan emek süreçlerindeki çalışma biçimleri de kendilerine özgü yeni bir kötürümler 'ırkı' yaratmaktaydı. Küçük yaştan başlayarak uzun saatler aynı durumda çalı!}mak, çarpik bacakları , bükük bell-eriyle ilk bakışta ayırdedilebilcn, «ing ili z burjuvazisinden apayrı bir ırk,, doğurmak taydı. ~·-·
o!abiiiı
!:un.aı ı
Çüııkü
iter ik:
görmcmi.i. halta
Eorrn'd«n kentin
yanında oı
d /ilmckledi; .. Bu
ta \'(
c!ışı n a
kti~ ük
clukl.anlaı ın ,
bu
sınırlı
dogru her yöne
burıu\ n,: iı ıin
tut-
rastlama-
bakımlı
gidc ıı
dük-
k alan mahalle-
<ı lı~ veriş
a rdınd a
ya
ier!P L·'llı bir ii;~kisi oldugu, li konut bemtlerindekilcrin,
lıiçbir işçiye
arkalarında
yi
rıll';
C<<ddc! c rın
yıl l a rca
gid i p f;<:;lmeye \e Levki için gezintilere
ınaiiallesini
hiçbir isc:j
ki,
hergün ş:J: ıir merkeLine gidip g elen birisi, bu g()-
\'G
dşlLrini ~adcc(; iş.ne t•ıkça,
şekilde l.İU/.L.nlcnm işt i r
co
u k<:dRr garip bir
ya'iryan
n.
!Manclıe'>terl
şehırclc
m
Ko.piLalisLlc i şçı nın emek s ürec inde ki yerlerinin giderek farklı laşmas ı, birbirinden yaşam koşulları ve fiziksel görünüml.zriyle ayrılan iki sı nırı yaratnıakla kalmıyor. b u ayırıma, kentse l mekanda da sistematik bir biçim veriyordu:
merkczlerindekilerin ve dü,:enpis i şçi e,·lerini suk!ayanlıo:rdan
clal:a şık ve bakımlı oldL•.ğu dcgnıdur; bunu nla birlikte, g üçlü mideleri ve n1yif sinirlen olan zengin adı:ıınlan n ve kadınların gözlerinden.
.s ol
/.Cn.r:i nliklerini n k opmaz bir parçası olan bu sefalet ve pisliği saklamaya yetm ektedirler ... c•;
w
w
w
Kapitalistin emek sürecine verdigi biçim, bu s ürece egem3n olmak için uyguladıgı baskı. işçinin gün lük yaşamını ve bu yaşam daki baskı l arı belirlediğ i g ibi; i şçi sınıfının emek sürecinde ki ba skı lara ve koşullara başkaldınşı, yaş<.nmaya zorland ıg ı koşul larda da bu tür d·:::stek buldu. Daracık atelyelere tıkıştırdığı işç ilerin, sırt sır ta çalışmayı omuz omuza direnmeye dönüştürmeye başlaması kadar; kal abalık ve sıkışık işçi mahalle le rinde ba ş layan salgınların, yangınların tüm k en ti sarıvermes i de burjuvaziyi tedirgin ediyordu. Manifaktür'ün yarattığı vasıfsızlık, g iderek sağlıksızlık, geri tepmeye başlayan bir silah h a lin e geliyordu. Fabrika, işyerine ve iş başı zama nına denetim getirmek kadar, yaşamak işine de çekidüzcn v erme k amacından doğdu.
25l ENCELS, 1845, s. 145. 26) ENGE LS. ı 845 s. 77-78.
144
Fabrika ve
Şirket Şehrinde
« İstediğim Hızda
Disiplin : ve Biçimde Çalıştırırım,.
ol ya
yi
n. co
m
Onsekizinci yüzyıl sonlarına doğru, sanayi devriminin şafağın da, birden çoğalan «sanayi mucitleri,,nin başlıcalarından biri olan Richard Arkwright'ın iki icadı:ı 7 birbirini tamamlaya rak fabrika çağının iki önemli ilişki biçiminin temelini atıyordu. Bunlardan ilki, a k a rsu g ü cüyle çalışan pamuk eğirme tezgahı , emek sürecini insan g ücü ve çalışma hızı ile belirlenmekten çıkarıyor ve merkezi bir mekanik güç kaynağına bağlıyordu. İkinc i si ise, daha önce de değin diğim, «Arkwright Köyleri »ydi: bu köyler, gezginci emeği su başla rında kurulan «tekstil değirmenleri» ne bağlamak için işverenin yaptırdığı işçi evlerinden oluşuyordu. Her iki buluş da, ondokuzunc u yüzyıl boyun ca ve yirminci yüzyıl başlarına kadar sermayenin emeği «disiplin altına almak» için baş v uracağı yol ve yöntemlerin kaynağı olmakta aynı derecede önemliydi. Emekçiyi makinaya bağlamakla emekçi ailesini fabrik aya bağ lamak, bu «disiplin »in birbirinden ayrılmaz gerekler iydi. İ şbaşında disiplinin sağlanması için aynı disiplinin işdışında da kurulması zorunluydu. İşçiler, «fabrikadaki can sız mekanizmanın canlı uzantı ları»2 8 haline gelirken , « i şgücü de, aynen fabrikadaki mekanik karşılığı g ibi, iyi düzenlenmiş ve bakımlı bir canlı makina sistemi ola rak görülüyordu. İyi bir yaşam çevresi, insan makinasını işe uygun bir durumda tutmak için gerekli bir faktördü":
w w
w
.s
.. .İşe gelmemek sürekli bir sorundu ve eezginci olmak eğilimindeki fabrika işçileri çoğ unlukla biı· işte birkaç hafta çalıştıkta n sonra baş ka bir fabrikada çalış m ak için gidiyorlardı. İyi bir evin sağlanmasıy la. işten atma tehdidi işe gelmemey karşı başanlı bir önlem olmaya başladı, ve kendisine iyi bir e v verilen kadının. kocasın ın başka bir işe geçmesine izin vermey eceği görüşü y ayg ın lı k kazand ı ... ~n
Manifaktür sermayesinin birkaç y üzyıl süresinde kentlerde yoemek pazarl arını terk ederek, uzak subaşlanna ta-
ğ unlaştırabildiği
27l C. HILL, Reformation to lndustrial Revolution CReformasyon'dan Sanayi Devriminel, ı967 , s. 25ı-252 , 266; DEANE, 1973, s. 175-176; BRACEGIRDLE, ı973. s. 190-192; MARX. 1867, s. 4ll'de ise. akarsu gücünden önce beygirlerin de bir süre aynı amaçla kullanıldığ ı nı ve 'beygirgücü' teriminin bu dönemden kaldığını an l atıyor, ve sudeğ irm eni nin sabit hızını. mevsimlere gör e değişen g ü cünü. belli bir yere bağlı oluşunu , k a pitalist açısından sakıncal arı olarak say ı yor.
28l MARX, 1867, s. 461. 29l BRACEGIRDLE, 1973, s. 192.
145
şman
tekstil sermayesin in bu göçü nün ardında sadece, sabit bir g üç gibi, ' teknik ' gerekler görmel< en azındanı yetersiz. Zaten, çok geçm ed en, Watt"ın, «kendi gücünü kömür ve su tüketerek sağlayan, gücü tamamen insan denetiminde olan, lı0rn taşınabilir h·em de bir hareket aracı olan, kentsel olup s u- değirme ni gibi kırsal olmayan, üretimin kentlerde yoğunlaşmasına izin verip su -değirmenleri gibi ülkenin h er bir tarafına saçılm ayan, heryGrde k ullanı labilir olup yerleş meyi seçtiği yerin yerel koşulların dan görece pek etkilenmeyen.,-'•> bu har-makinas ı , bu teknik zorun luğu ortadan kal dırı yo rdu. Ancak l..ıu yeni makina da, m ekandan bağı msızlaştı rdı ğı tekstil sanayisinden çok daha gen i ş kömür vo demir üretimi dallarını açıyor. kırın h er köşesinde demiryolları yapı
m
k aynağın a ulaşmak
mını olanakiı kılı yordu.
1
w
w
w
.s
ol ya
yi
n.
co
Ondoku zuncu y üzyıl boyunca, se rmayen in büyük kentler dışın da ve kırsal bölgel3rcte giderek büyüyen yatırımlar yapması için L·almik gerekle r ve olanaklar hiç eksik olmadı. J\ma bunlar kadar önemli bir sosyal ncd0n de vardı: s·:::rmaye daha önce, ortaçag keııt !erinde yuvalanan zanaatkar loncalarının denetimini kırmak için ku llandı ğı yola yeniden başv u ruyordu. Robert Owen'ın New La nark' ta d evraldığ ı işçi l er, ne kadar yabani. k uş ku cu, yalancı ve as i İskoç emekçileri olsa da.:{ı manifaktür k e ntlerinde örgütlenme ve bilinçlenme yoluna g irmekte olan işçi sınıfından farklıydı; ü ç dört yıl içind·2 O wcn. işçilerin çalışma ve yaşa;n koşullarındaki re formlarıyl a New Lanark'ı örnek bir fabrikaya çevirdi.: ~ Owen'ın r9 formları, New Lanar.k işçilerini s ınıf mücadelesinden uzaklaştır makta ve kooperatif bir ütopyanın 'barış' düşleriyl·e uyuşturmakta çok etkili olmuştu . Kısacas ı, sermaye ondoku zu ncu yüzyıl boyunca, hem m erk ezi ve mekanik bir g ü ç kay nağına bagtı makinalar sistemini kurabil m ek için , h e m de bu s iste mde çalışmaya rnz ı olacak kadar uysal ve manifaktürün 'kötü ' alışkanlıkl arıyla bozu l mamış emeğ i bulmak için, kent dışına, yeni sanay i bölgelerine yöne ldi. «Fabrika köyleri", b u emeği denetim altına almak için geliştirilen araçlann en önemlilerinden biri olarak belirdi, büyük kömür madenlerinin, demir-çelik sanayi nin ve demiryollarının «şi rket şehirleri" olarak gelişti.
30l M ARX, 1867, s. 412. 3Ll THOMPSON. 1963. s. 858. 32l R. A YBA Y. Sosyalizmin Önculerindeıı Robert Owen: Yaşamı, Eylemi, Ögretisi, Remzi Kita bevi, ı 970. s. 66: Owen ' ı . en aL.ından idealist bir sosyal is t olarak tanılan bu çalışma. Owen 'ı n reformlarının gerçekte kapitalist açısından dahn verimli. düzen li ve apolilik bir işgücü yaı a lmaya yönel ik nilcligini gö/.clcn lrn.çı rı yor
l46
ve sag lıksız manifaktür atelyelerine ve düzenli m ekanlar sağlamasına koşut olarak, fabrika köyleri ve şirk et şe hirl eri de düzenlilikl er i v e kırsal çevreleriyle «kömür kenLi ,, nin saglıklı bir almaşığıyd ı . Çünkü, WatL' ın buhar m akinasını kuşanan sermayen in k e ntlere dönüşü, man ifaktürün sefalet birikiminin utanç tablosunu, insanlığın şi mdiye kadar gerçekleş tirebildiği en in and ırıc ı cehennem görüntü s üyle örtüyordu: Yeni
fa brikaların , sıkışık
kıyasla , geniş, aydınlık
k ~plamı~tı
Komur ken tini gece duman
bulutları
fabrika
Kentın
bacalarından
sisleıi.
s i yah tı.
Kara
çogunlukla ken tin
paı çalayarak içine kadar giren demiryolu depo ve leheryana is \"C koı· sacıyo rdu . Yapay aydınlatma i çin gazın
bulunuşu ,
bu pislik
co m
organi.ı:masını
bel irgin reng i kabarıyor,
yayılımın ın va.ı:geçilemez
gazın yardımı uğrnyacaktı.
tipik bir
bir
yardı m cıs ı ydı.
.. Bu
olnrnsayd; i« duman \·e sis yüıün de n s ık s ı k k e:;in t iye Kenlerın iç-inde gıv. ü r etimi kentleri n yeni görüntüsünün
yan ı ydı:
kentsel siluetin üstüne muanam kitleleri yle yüksc•-
tankları.
·prati k ,,
çıkarların yaşamsal
şunu
gerek si nimlere egemen olu-
yi
gaz
n.
len devasa gaz t~: nld an. l<aledrnller kadaı- büyük yapılardı. .. kentin tepesinde yükselen gör ü ntüleriy le. hav as ına sal dıkl an zeh i r lerle, bu simgeliyordu .. . Bu yen i çevrede ka r a g iysiler artık yas tutmak için degil, kor uyucu r enkleri için giyiliyordu. Siy'ah soba-borusu şap ı~levsel
bir tasanm içeriyor ve buhar gücünün et-
ya
kalar ise neredeyse
ol
kin bir sim gesi iıaline geliyordu ... Bu koşull a r al tınd a mutl u olabilmek için insanın bütü n duyularının körelmesi go ekiyordu .. :::
w
w
w
.s
Bu kentsel cehe nnem orta mına karşı, kırda kend i kentini ol u ş turan fabrika, aklın cenneti gibi görünüyordu. İ şçini n, makinanın kölesi haline g-8lmesi n in adı işsizlikten kurtulmaksa, fa brika konutlarında kiracı olmanın ad ı da &ağl ıklı ve düzgün bir yuvaya sa hip olmaktı. İşy erin e bağlı konutların oluşturdugu bu esir emek pazarı , fabrikadak i makinal arın b üsbü tü n kolaylaştırd ığı iş i , i şçinin ka rı sına ve çocukların a da s unuyordu. Ancak Cumartesi öğleni yem e k masası üstündeki ça n ağın içinde toplanan a ile geliri, bir erk ek , bir kadın ve birkaç çocuk i şçinin h erbiri geçimlik ü c retin çok al tına düşürülmüş k azançlarından oluşuyordu.
Makina ve fabrikayla, kapitalist, sermayenin yeni bir sihirini; sömürü nün en ag ı r biçimlerin e, en y umuşak iyiliksev·srlik ve cömertlik görüntüs ünü verebilm e gücü nü ke şfed iyordu . İsten ildiği g ibi hızlandırılabilen makina sistemi sayesinde, i ş in yoğunlaş tırıl ma sına işgü nünün kısaltılmas ı görüntüsü verilebiliyor; n eyi n e kadar ürettiğ ini izleyemez hale gelen işçiye ödül gibi sun ulan yeni parçabaşı ü cret sistemi, yogunlaşan sömürüyü g izliyordu . 33) MUMFORD. 1961, s. 470-471.
L47
Bu si hir, fabrika köylerinin ve şirket şehirlerinin sahte cennetinde de geçerliydi. İşyerine ve işe bağlı bu tür yerleşmeler sadec0 işçi konutu değil, tüm bir işçi yaşantısı sunuyordu. Ondokuzuncu yüzyıl ortasında yayımlanan bir romanın kahramanı M. Hardy'nin fabrikasında: İmalat amacıyla kullanılan san'ayi binasının hemen yanında, işçilerin
birçok apartman d a iresine bölünmü ş d i ğer bir bü yük yapı dikiliyordu. Bu yapının zem in katında , h epsi ni fabrika çalışanları nın örgütleyip yö:ı et ti ği, türlü mallar satan kooperatif dükkanları, çamaşırhane , akşa m okulu, ilk yardım merkezi ve her çeşit dinlence odaları v·ardır. Tümünün incelenmesi ve düzuı l e nm es i (gerekli sermayeyi de saglam ış olanı M. 1lardy tarafınd a n o kadar ihtiyat ve ak ıl lılıld u yapılmıştı ki, ki rala r ve yiyecek:er norma l fiyatlarının n eı-e deyse üçte birine mal oluyor du. Ayrıca her işçinin alacağı ayl ığın karş ılık olarak tululdugu bir tür u ylıl< hes«b ı nın bulunması, ödeme le ı-in aydan aya yapılmasına ol a n a k ta nıy or, kira ve diğer borçlar ise aylık !a rd a n doğrudan düşülebiliyordu. Ve bütürı bunlar, M. Hardy'nin b u tur bir ortak yaşam için saglad ıgı sermayey i yüzde beş gibi makul bir fai zden m ahru m etmeden ge rçekleşebil iy o rdu. Bunlar ve b aşka birç ok sosya l önl e m , M. H aı·dy' nin işçilerini diğer işçileı·in oluşturduğu büyük kitlelere kıyasla çok ayrıca lı klı bir konuma getiriyor ve bu yerleşmeyle ilgi lenen tahrikciierin besled igi k ın ve kıskançlığın başlıca kayn ag ı oluyordu ... ~ı
ya
yi n. c
om
yaş a dı ğı
.s
ol
Ancak, Owen' ın N ew Lanark 'ından esinlenen tilin bu «kooperatif mutluluk» öykülerinin bir de acı yüzü vardı. Yakın zamanlara kadar 'popüler' olan eski bir Amerikan zenci kömür madeni işçisi şarkısında dile getirildiği gi bi: onaltı tonu, e line geçen ne? birgü n daha borç içine; Aziz Peter, çağı rm a beni gidemem . Ruhumu borçl a ndım şirket kantinine. •
w
• Yükle
w w
Batt ı n
Şirketlerin sağladığı
g ünlük yaşam hizmetleri, işçıyı ı şıne ve sadece bu bir tür ayni ava ns ücret düzeniyle, ekonomik bir borçlandırma yoluyla, bağlamakla kalmıyordu . Şirket konutların da oturmak, birçok k ez işçiyi politik vesayet altına da sokuyordu. Marx'ın da gözle mlediği gibi, örneği n «kömür işç il erinin , ev edinmek için sömürücülere bağımlı olmala nnın ne anlama ge ldiği h e rhangi bir grev sırasında görülebilir»di.=ı ~. 1844'te ki Durham kömür madencileri grevi , işyerin e
34) E. SUE, L e Juif Erranl (MaceraperP.st Yahudil. roman. 1845, bölüm XIV. 35) MARX . 1867, Peli can . 1976 basımı . s. 1084. 148
co m
.. .dört aya yak ın bir ,1amandır şün.ıyoı· ve maden sa11ipleri hala üstünlüklerini sağlayacak bir yol gö remiyorlard ı. Ancak, bir yol hala açıktı. Ev sistemini hatırladılar; akıllarına geldi ki. bu isyan kar ruhların evleri ONLARlN malıydı. Temmuzda, işçilere ta11liye b ildirisi yapıld ı , ve bir hafta içinde kırk bin işçinin h epsi kapı dışarı at ıl dı. Bu önlem en merhamets iz biçimde uygu landı. Hastalar, güçsüzler, ihtiyarlar ve küçük çocuklar. hatta doğum yapmak üzere olan kadınlar. acıması zca yatakları nd a n ş ürüklenip yol kenarındaki hendeklere atıl dılar ... Büyuk sayıda asker ve polis, bütün bu zalim işlemleri uygulayan hakimlerin e n küçük bir işaretiyle ve en küçük bir direniş belirtisinde ate ıı açmak üzere h azır bekliyordu .. .:H;
«Sanayi Devrimi » dönemi boyunca, özellikle Metodistlerin başı ideolojik kampanyalar, lngiliz işçi sınıfını «çalışkanlığa, tutumluluğa ve dindarlığa" zorladı. «Bir yandan fabrikadan, bir yandan da Pazar okulundan kaynaklanan disiplin ve düzen baskı ları , yaşamın her yönüne, boş zamanlara, kişisel ilişkilere, konuş ma biçimine, ter biye kurallarına yayıldı» .37
yi n.
nı çekti ği
w
w
w .s
ol ya
Yöneticiler, özellikle Chartist'lerin döneminde (1780 - 1830), dü zensız boş zama nların , kasaba ve kentlerde yaygınlaşan uygunsuz buluşm a yerlerinde siyasal kışkırtma için kullanılmasından kaygılanır olmuş tu. Devlet. kütüphaneler ve parklar gibi daha zararsız dinlence yerleri sağlamakla kalmayıp, kimini de kısıtlayarak ruhsata bağladı. Alkol ancak belirli saatlerde içilebiliyor; müzikhol ve benzeri eğlence yerleri ruhsatla işletileb i liyordu ... Tüm bunlar , yalnız baş ına ya da aile çevresinde yürütülen eğlencelerin ge l i şmesine yo l açarken, eğl e n ce ve dinlencenin toplu biçimlerini azalttı.. Ne kadar kısa sürerse sürsün ve insanlar uzun bir ça lı şma gününden sonra ne kadar yorgun olursa ols un , boş zamanlar kes inlikle özgürlük olarak algı l anı yordu. Bu, <çoğunlukl a tats ı z olanı iş eyleminden, ustabaşı veya postabaşındım . ve işi çevreleyen k a tı disiplin ölçülerinden kurtulmak anlamın a ge lon biı· özgürlüktü ... yine de bu işdı şı zamanlar, k ısa bir sürede ge lişe n yasa lar ve kural lar. ay ı p ve a h lak anlayışlarıy l a k uşatıl dı. Bazı gözlemciler bu sürecin tümünü. « İŞ disi plininin• k arşılığın ı oluşturan bir • işdışı disiplininin • geti rilmesi olarak nitelendirirler ... 38
361 ENGELS. 1845, s. 258: Durham'daJ<i bu grev. daha sonra Marx · ın yukarda değindiği
1863 kı ş ındak i grevde de oldugu gibi, b irlikte. bir süre çenedeki Larlaluı da barınma la sonuç l andı.
işçilerin
evlerden
atılması
ile
ça basına
k arşın.
ba!l·arısızlık
!Boş
Zaman
Şokul.
37! THOMPSON . 1963, s. '142. :3Bl C. JENK!NS ve B. S llEl\MAN . Th e Leisure Shocll s . 40-41.
1981.
J49
yi n. c
om
Ancak, emek sü recine disiplin getirmek için gelişti rilen ybnteml·z rin işçinin yaşamak işine de uygulanmasının en çarpıcı ör n·zğini, yirminci yüzyılda otomobil sanayisinde montaj ha ttını ilk kez harekete geçiren Hen r y Ford verdi. 1913'te uygulamaya k oyulan m ontaj h altının, çal ı şma hı zının denetimini tü müyle yönetim elin e vermesi sonucunde. işten ayrı lma, işe gelmeme gibi direnmelerin yoğunlaşması üzerine Ford, beş-dolar-günlük prim siste mi ne ve bununla birlikle işçilerinin işdışı yaşamını denetleme program ı na başvurdu. Günlük ücretin 2.30 dan 5.00 dolara yükselmesi için işçinin, montaj h attının tasarımında yara rl anılan zaman ve hareket etütle ri kadar titiz bir biçimde tutulan bir puantaj sisteminde yeterli sayılacak bir düzenlilikte yaşaması gerekiyordu. Ford $irk0ti, bu uygulama için yüz kişilik b ir sosyoloji bölümü oluşturdu, ·ıe kendilerine verilen araba, sürücü ve tercümanla ev ev gezen bölüm elemanl arı, kimsenin fazla içmediğini , herkesin normal bir cinsel yaşamı olduğu nu , boş za manların yararlı bir biçimde geçirildiğin i , şirketin evler ine pansiyoner a lınmadıgını ve evl·crin temiz tutulduğunu, vb. denetlemeye girişti. An cak, aynı yılda ge rçek ordular a 1 ·asında çıkan savaş, ve ardından gele n bunalım dön·crni, Ford'un şi r ket şeh rinde garn iwn yaşantısı gerçekleştirme tasarı larının başa
ya
rısını sınırladı. :ı!\
Emek sürecindeki denetimin i yoğ unl a~Lırmak için sermayenin her çare, aynı zamanda i~çi s ınıfına da yeni bir direniş arac ı veriyordu . Montaj h att ının , iş in yoğunlaştırılması kadar durdurabilmesini de kolaylaştı rdıgı gibi, ı.ı işverenin, i şçileri işyerine bağlamak ve denetim altınd8 tutmak için saglad ıgı konut alanları, işçi sınıfının örgütlenmesi geliştikçe , işyerini kuşatan direniş yuval arına d önüşüyord u. Örnegin, J\.BD'de, Pennsylvania eyaletinde, " ... 1902 yılın dal<i grevde, yüzlerce kömü r ma deni işçisi a ilesi. ekip biçtikle r i küçük çiftlikler ve büyük bahçeler sayesinde mücadelule-
w w
w
.s
ol
başvurduğu
39) M. Si IAW, <Maı k~il'm
Marxirnı
and Sociul Scirnce: ?'he
Roots of Social
ve Sosyn l Bilim ler, Toplumsal Bil ginin K ökenler i ),
Knowledge Photo Prcss.
Londra, 1977, s. 19-22; aynca, E. J. HOBSBAWM, The Age of Capital: 1848-1875. !Sermayenin Çağı· 1848 - 1875l , Abacus. 1975, s. 254'te, şirketlerinin
üniformalar ve nitb€1erle
yarattıkları
Avrupa'da demiryolu
askeri disiplin sistemini
anlatı yor..
40) D. GARTMAN, .. Qrigiııs of
150
<Montaj
! !atlının
tlıe
A sse mbly Line and Capitalist Control o l' Work
Ford'da İşin Kapitalist Den etimi), Case, Studies on the Labou r Process !Emek Süreci Ü;.o;erine Örnek Ça l ışma. larıl . der. A . Z!Mf3ALIST. Monthly 11evie,\· Press. 1979. s. 294 at Ford·
Kökenleri ve
rini sürdürebi l mişLi ,,_ 1 1 PuJJman ve Goodyear g ibi şirke tlerde , bir kaç i şçinin işten çıkarıldığı haberi, hızla yayıl dığı şirket şehirlerin de yaygın dayanışma g revlerine yol açıyord u . 1 •• Kent merkezlerindeki yogun emek pazarından yararlanmak ı..izere
zamanında, ça l ıştırdıkları
işçil eri n
yaşam
a la nlarına
yakın
om
yerleşmiş fabri k alar da huzursu~ olmaya başl ı yordu. Yak ın bir örn·akte, çevredeki tersane i şçilerinden yararlanmak üzere 195ü'lerde H a liç'te yerleşen Arçelik ş i rketinin bir yöneticisinin 1960'larda sık laşan grevlerle ilgili olarak be l irttiği gibi, «Sendikalar g rev olan yere kadınları , çocukları yığıyor; mahalle içinde olan fab rika bu olayı hep kapı s ında buluyordu ,, ı::_ ABD sermayesi aynı hu z urs u z luğ u ı 91 s 'te yaşıyordu: Geçenlerde çcılkcıııtılı bir tramvay grevinin sa ncıl ar ın a hedef ola n bir
lerdeki
işgöre nl er arasında
n. c
dogu kcntindehi büyük biı- sanayi lrnnıluşunu n ~e finin açıkça belirttiğine göre, grevci lerin fabrikanın önünden her geç işi, bütün bölümsank i bir
hastalık ateşini n yayılmasına
yol
açıyord u . Bu kiş inin düşüncesi n e göre. eğe r fabrik alar banliyölere tnş ı nırsa, çalışa n lar mazdı.
bu kadar
sık
aralarla
bu l aşıcı
mikroplara maruz ka! -
yi
11
ya da çeşitli ateJyelerin ekle çok katlı fabrikaların, kentin dışında geniş bir arazide yaygın bir montaj hattı düzeni kurmak için' kent merkezind·an kaçmala rı, aynı zamanda çevrelerindek i işçi yerleşme lerin in oluşturduğu abl ukay ı yarmayı da amaçlı yordu. Monta j hatlının, emek sürecine getirdiği yeni becerisizleşme ve vasıfsızlaşma düzeyleri ve yönetim e sağlad ıgı yen i denetim olanakları, metropoliten al anların çevresindeki örgütsü z emeğ i yeni emek s üreci için daha uygu n bir i şgücü kaynağı halin e ge tiriyordu. Sermaye, ·am ek s ürecindek i egemenli5ini korumak için eski bir yola yen ide n başvu ruyor; m erkez ine yerle~tiği ya da çevresinde oluşturduğu kentlerden kıra kaçıyordu. Ancak bu kez, işçisinin yaşam koşullarını da kendi cebinden saglayan babacan patron maskesinin b edellerini yüklenmeye niyetli deği ldi . Bu har gücüne göre
örgütlenmiş,
ol ya
ta kılmasıyla büyümüş
w
w
w
.s
nip
1 ıJ R. SMUTS, Wonıeıı cıııcl Worlı uı Amer i ccı (Amcrika'cia Kad ın la ı · ve İ ş l . New
York.
HJ7ı.
s.
ı ı-ı3
42) M. FELDMAN , " A Contıibution to llıe Critique of' Urban Politica.I Economy: Th0 Journey to Work» fl<entse l Ekonom i Politi g in E leştirisine Katk ı : İşe Gi diş-gelişl. A11tipocl<>. c. H, No. 2 (Eylül 197ll. s. 37. 43) Türkiye 'd e bu tür cliı'l'niş l oı-in aldığı biçimi öyk ülcndiren lıir kaynnk: L . T EKİN. Berci /( risti11 Çöp f\J asalları, Adam. 1984. s. 70-75. 14J D. GORDON. Mcırxism cıııcl tlı e ,\! eıropo liı>. d er. TABB ve SJ\WYERS. Oxforcl University Press. IS/8 i~incleki nıalrnlesi ..
- ' 1..Jc
ya yi n. c
om
Zaten, kapitalist tarafınd an sağlanan, işye rine bağlı işçi konutu, özünde dengesiz ve çelişkili bir durum: «Çünkü ... karlarını korumak için ücretleri düşüren bir kapitalist, topraktan ve işyerine bağ lı konuttan kazandığı karları da baltalamak zorunda kalır. Kapitalizm, emeğin bir ye re bağlı olmamasını, h em firmalar arasında, h e m de i şl e işsizlik arasında özürce dolaşabilm esini gerektirir» :1 ~ Emeği bağlamak fakat kendisini emekten bağımsız kılmak. Yirminci yüzyılda, bu çelişkiyi çözmek için sermaye, tekelci g ücünün sağladığı h a r çareye başvurdu. Tekelci kapitalizmin yeni çarelerinin bir yanı, sermayenin g ittikçe yoğunlaştı ğı üretimde geliştirilen yeni emek süreçlerinden; öbür yanı ise gittikçe toplumsallaşan tüketimde yaygınlaşan yeni yaşam biçimlerinden kaynaklanıyordu. Sermaye, emek sürecinde yoğunlaşan sömürüye 'demokratikleşme' görüntüsü vermeye çalışırken, emeğin bağlarının ek onomik ve politik bedellerini de 'sosyal' devlete ve 'r efah' pazarlarına devretmeye yöneliyordu. İ şteki ka tı d isiplin görüntüsü 'katılım'a dönüştük çe, «yaşamak işi» ndeki ipotek örüntüsü belirginleşiyordu. Otomasyon, Sosyalizasyon ve Tekelci Kapitalizmin
Anonimleşen Yüzü: « İsteğiniz Bizim de İstediğimiz, Fakat .. ·"
.s
ol
1970'lerde İngiltere 'de ileri bir otomasyon düzeyinde kimya teknolojisine sahip olan ve yeni bir çalışma düzen i d enemesine girişen suni gübre tesisleri nde yapılan bir araştırmanın vardı ğı ,
w
w w
Gerçek: i şi anl amlı bir deneyim halıne getirm ek hakkındaki bütün büyük laflara karşın, çoğu kişi n in anlamlı bir i ş yapmadığı. 'Teknik sistem·. 'sosyal sistem' gibi tüm p arlak isim lendirmelore karşın, Chenı Co sisteminin - ve on un bil' parças ı olduğu daha geniş kap italist sistemin - tarafs ı z b ir sislem olmadıg ı. Bu sistemde, yönetimin 'stili' ne olursa olsun. ve bazı yöneticiler 'kişilik ' olarak ne k a dar iy i •h erifl er• olursa olsun. işçi ve yönetici olan insanlar aras ınd a.1<i ili şk il e rin daima sın ıf ili ş kil eri olduğu. Bu ~eme l gerçek ler kavranın ca birçok şey yerine oturuyor: neden işçil er ürünleri ziyan ediyor, ve yasamları ziyan oluyor; nede n yöneticilnr çocukça oyunlar oynu yor, ve neden · işçileri•nin •çocuksu • olduğunu düşü nüyor; neden b azen •katılım· istedikleri ni söylerke n , as lın da böyle birşeyi h iç istemiyorlar; neden ba zı •ilerici• şirke tl er politikalarına send ik a l arı da k atmay ı a m a çlarken. yöneticileri bile yeterince katıldıkları nı duym u yor; neden Riverside'daki bu • modern fabrika·da le me lde eski h a lini koruyan bir-
45l FELDMAN, s. 37.
152
çok yön bulunabiliyor. Üstelik, ChemCo'nun · İngiliz sanayisinde biı eşi daha bulunmayan değişme programı -na karşın . ••;
n. co
m
Oysa, işin büyük bir bölümü nün w8ldeğmeden işleme• (proccss work) haline getirildiği «ChernCo»da (yazarlar, ş irketin gerçek a dı nı vermemek koşulu yla araştırma izni alabilmişti ), 197ü'den bu yana «Yeni Çalış ma Düzeni " CYÇDl uygu lanıyordu. Bu programa gör e, «Zenginleştirilmiş » i şl er, işe «katı lmak», «doyumlu ,, iş, " ... insanların bütün gün bir bant başında dikilip aynı ik i ucu birbirin·s kaynattığı 'Mickey Mouse' işlerin,, (bir yöneticinin ifadesi) yerini alı yordu. Bu sistem aslında, bir yandan, önemli ölçüde yükseltilen ve «artık ligin tepesinde yer a la n • ücr etl·sri ve «emek kullanımını» akılcılaştırmayı am açlı yor, öte yandan da işçil eri n k endilerini j ~Je ri ve Şirket'le özdeşleştirmelerini arttırmak istiyordu:
ol ya
yi
İşte buydu paketin i çerdiği gerilim _ ve bu gerilim, kapitalist üretjmin temlindeki çelişkiden kaynaklanıyordu: yani , aslında sosyal olan üretimi n aynı zamanda kar için ör gütlenmes i zorunluğ undan. Chem Co'nun yüzyüze olduğu sorun ve becermesi gereken numara, üretimi ka pitalist bir biçimde sosyalleştirmekti: kapitalist bir sosyalizasyonu sağlam ak . İşçiler işlerine daha çok " katılmaya .. ve ·kendilerini gerçekleş ti rm e y e• çağrılırken aslında daha çok sömürülecekti ... ·17
İşçileri
YÇD'ye katan yüksek ücretler, ay nı zamanda yaşamın yanlanna katılmalannı da sağlıyordu . ChemCo'nun Riverside tesislerinde çalışmak bir araba gerektiriyor; araba benzin gerektiriyor; ama deniz kıyısında ucuz tatil yapmak ola nağı veriyor; deniz kıyısına g idince çocu klar dondurma istiyor ve tüm bunlan sağla mak için çift vard iya çalışm ak , s ık sık «fazla mesai» almak gerekiyor:
w
.s
başka
w w
Borç da a ltyorlar: a raba için ava ns. evin ipotcp:i _ daha az parayla ipotek karşılığı kredi almaya güvenemezlerdi, ancak krediyi bir k ez aldı lar mı, üretime de daha s ıkı bir boyundurukla ba ğ lanıyorlar ... Sermayenin bu para tuzağını ustabaşı da iyi biliyo r. Zaten i ş inin bir parçası da bu tuzağı kurmak: · Adam a l acagım zaman birkaç çocuğ u ola n evli ve ipotekli bir ada m ararım. Kasten. Burada çalışa na da telkin y <:>.r parım . Mü mkünse bir ev aldırtırım • . ı'
T. NICHOLS ve H. BEYNON , Living with Capitalisın: Class Relal:ons wıd the Moclern Factory (Kapitalizmle Yaşamak: Sını f İ lişkileri ve Modern Fabrika l , Routledge and Kegan Paul. Londra, 1977, s . 204. 471 NICHOLS ve BEYNO N, 1977, s. 8-10. 481 N ICHOLS ve BEYNON. 1977. s . 199.
461
J53
"he katılım», « işin /enginleşmesi,,yle birlikle, günlük yaşam da /.'.cnginleşiyor. tüketime kı:ıtılım genelleşiyor . Modern ve etkin görünüslu, ut:aktan kumandalı clektronil~ koıısoll &rı n başına oturmak işçiyi. bir malünanın canlı eldcntisi olmaktan çılrnrı;,·or; her gece evinde izlediği aynı d8ı-ecec.!e modern ve clel<troı ıik TV ve vicl·3o' nun borçlan ise, her sa bah , ve bazı gecdcr. işyerind eki konsolun baş;nda bulunmas1111 saglıyor. işteki elektronik becerilerin, bilgisayar konsoluna elyatevdeki e lektronik egl·ance araçları ve kişisel bilgisayarla bütünleşmesinin başlangıçları, 19.JO'lere kadar g idiyor. Örnegin, İkinci Savaş sonrasında. ABD'de. kentsel alanların :l ı smdaki fabrikalarıı1 montaj bantlarından ekspres yollara dökülen yüzbi nlerce otomobil, toplumun tüm kesiml e rinin büyük kentlerin dışındaki «subuı·b,,lerde (banliyö-kentler ya da altkentıerJ ye rleşrnesin i olanaklılaştırıyordu. Sokaklar boyunca dizilmiş bahç-ali evlerden oluşan bu yerleşmelerde yaşam, bant başında ya da konsol başında di zilen ve yanındakiyle konuşma f ırsatı bile bulamayan işçinin işbaşı yaşamından çok farklı değildi. Bireysel tüketimin tükenm ez işleri, tüketimde komşusundan geri kalmamak yarışı, komşuluk, toplu yavanı gibi ilişki almaşıklarını ezip geçiyor; her ailenin tüm gücüyle kapitalizmin her pazarında varl ığını sürdürme çabası, yaşamak işi nin tek ve kaçınılmaz biçimi oiuyordu:
Ancak,
ol y
ay
in .
co
m
kınlığının,
AlllrnnL!eşnıenın
<suburöaniLa<ıonl
~erıııayc
birikimi sürecindeki
ro-
.s
il.I. lrnn uı, lrnraycll<:rı H' lrnnnı hizmetlerine tiogrudan yalırılan ser ın~ıye
ı.c
sınırlı
kalnııyonl u.
biçimı,
nıi-.
;•rm ı oldu.
w
lorılt;m
liri ve in" lokcıııla
w
ı
İ.:iiı
Ttı m
bir0y<C'llcşmiş Alışı·c ı
a!LJ,0nt5cl toplum biçimi
i7 merkezle: i ı c BÜpNnıarirntler
ya cl;ı ~ ıneın •·da n. ii/.el
~ ünııe
yf'ni dinlence bıı;irı ! cı i de ; ltkentsl 1 ~·~ıyıiını
w
Lırılciı
Falwı
iıun l aı
lrnpitEJıi,_,ı
evinin
vaı~
kendin
iıın!uylc
Cvere,
r ukcli ıııin ı.cyiııdc,
alt i1.cntlcn!c
nüne iu
151
tuııı
bu
IJorçluluk
e;~
etkin
uytıııısu,
1vanıılcşliı t·ıı
1!er O\.
ht.vtı /una
lacal'ıııdan
yctcı·li ulclıgı
kadnrl
ol:ıırnk!ıla<;
1-.içinıdn
oı,rıuı.;
bi\ im.
ev
bir
t asarım
ür:.i-
rv·sine. bahçe nıc1
dona nımı
ela dah i l ol mak
/.o r undaydı.
toplumcln egemen olan
ilişkile·
dP çok açıkça etkinleşiyordu. En ya lın diı
eı·c t:Öi!Ük bırcylori
ınükcınıııel
btıLclolabınclan
elektrnnık
nleticri.
lrnndin L'
ı"n ~:<'ı~idGıı üı·etilnıesindc
süı-.::kli
ynnınci".
d<'.11 cialıa da önenılı olan. c.itken tlenleki tek aile
tül,ei inıı
nu olnı ak oynadıgı roldü hııwlııı:.
bireysel
meta tilkctiminin son derece etkinl0ş
dün~<J. iş
borç
pazarı na
b8gl•ycı·ctu.
panı
rlireyler iıı
. 1< göslt'ı mcleriıw del'lrn l
üstune
kurulmuştu
ve gencide toplumun luketici
Ye
bütü-
önemli bir sapma ya kıedıierınclpn
yara~·-
!anmak
haklarının
<tiınmasıyln
geri
k<.ıUi ılık
kuıuluşlarının
timi. beraberinde finans
veı·iliyonlu
I<!tle tüke
koydugu ekonomik ve kültü-
rel kurnilnı a kitlesel bae;ımlılıgı d:ı getiriyordu ı~ı
.s o
ly a
yi n.
co m
Birlik te yaygınlaşıp ge n elleşen emek, tük etim malları ve konut pazarları , bir yandan k onutu i!:?~ 8rinclcn l~agımsızlaştırıp. işba şı ve işdışı me kan arasındaki bagları çö:1.üyor; öte yandan bu mekansal bağlar yerine ekonomik, politik, ideolojik ipotekler getiriyor; bedelini devletin ya da finans sermayesinin aı1on irn kişiligi nin yüklendiği kurum sal bağ l ar geliştiri yor. i şe devamsızlık ya da grev yü zünden ipotek borçlarını aksatan işçi, kapısında b ulduğu haci :;ı: m0murunun ödünsüz yüzünü, zenginleştirilmi ş, ka tılımlı i şi ndeki anlayışlı patronunun öbür yüzü olarak tanıya mıyor. Disiplinin veriııi katılım , meka n sal bağların yerini tüketime baglnnına alırken, lrnpitalizmin baskıs ı da parlak ambalajların, r enkli reklamların, kurumların resmiyetinin ve kişiselleş me yen kuralların ardı n a saklanı yor. Pazarların gene ll eşerek genişlemesi, kökl eri emek sürecinde yatan bir bölünme ve kat manlaşmayla birlikte yürüyor. Kapitalistler, emek süreci üstündeki egemenliklerini pekiştirmek iç in sosyal ve mekansal bölünmelerden yara rlanı yor ve bu bölünmeleri geliştiri yorlar. Bilimsel iş idaresinin emek sürecinde yarattığı büro/atelye. yönetici/işçi, akyaka/ maviyaka bölünmeleri, cins·0l bölünmeler]:; birleşerek her ikisi de çalışmak zorunda olan karı - kocanın gelirlerinin oluşturduğu aile kaza n çlarını labakalandı nyor: (ABD'del en kötü akyaka
i5lerı
herhalde
kadınlar
taraf ın dan
görül-
mektedir - kart delicile ri , santral memureleri, sekreterler g i bi. Kadınl ar ayrıca. ekonomi nin en kötü işleri olan ıno n laı hatlarında da
w
işgücü nd ek i oranlarına
lama
kad ı n
iş(i
aile
göre fazla
gelırini
sınıf
w
bu, birçok a lt.orta
sayıda
~.) gibı
',
ailenin.
temsil edilmektedir... Ortabir miktarda arttırmakta, ve
koct~nııı
kendi
enşına
saglayamaya-
orta s ın ıf st atüsü ne ulaşmasına ii'!n ,·c:-m<>ktcdir. Bu. gerek sosyo loj ilc gernkse ekonomik açıdan nn!amlı bir gerr,ckt ir: akyaka işler
w
ca~ı
deki kadınların çogu k ez demeklir.:,11
maviyakalı
ı~lcıdcki
crkr,kleı·le
evlenmP~ı
Her e m ekç i ailesinde birbirine uygun düzeylerde iki ücretin birol u ş turdu ğ u geli r tabakalanmasının ardında, emek sü-
l eş mes inin
~9l
M . CA STELLS, The Urban 1977,
s.
Questioıı
!Ke nt
Soıunul.
Aıııold
Pıc~~
Londn.ı.
387-388.
50l 1I E\IV, W or h in America a ncl Welfare. ABD
r Amerilw'c!o i.,J
1973 ;, 63
Dcpıırı ıncnı
of l l callh. Ed ucation
rncinde yapay olarak yaratılan ve üretilmesini zorlayan bir iş-sta tüsü
bazı
niteliklerin sürekli yeniden var:
ayırımı
om
Statü ~yırım l n rının gittikçe ônemli olnrnsının anlamı şuduı-: emek pazannda bu ayırımların ôııemi arttıkça , isteni ien özellik lere sahip iş çiler bu ayırım l arın ı gerçekleştirece k , koruyacak ve zaman içinde yeniden üretecek biçimde davranacaktır. He rhang i biı- altkente d eğil de sa:\inlerin!n uygun statüye sahip olclugu altkentlere t2şınrnk bunu sağ lamanın bir yoludur. Seçmiş oldukları altkentte, de ğişik statü grupları, kendi statülerini pekiştiren yaşam tarzlarını ve tülrntim biçimlerini gerçek le ştirebi lir. Ve kendi ozelliklerinin çocuklarında da sürmesini sağla mak için egitim sisteminden y:ırarlanabil i der . :; ı işyerinde yaratılan statü, ve buna bağlı ücret farkları, bölünmeleri, mekanda birbirind·an ayrılmış, lrnpmuş yaşam cephelerinde yeniden üretiyor. Altkentleşme, özellikle ABD'de, sadece tüketim pazarına bağlanmak yoluyla işe bağlanmayı pekiş tirmekle kalmıyor, aynı zamanda işçinin yöneticilerden, teknik elemanlardan, ustabaşlarından farklı işbaşı konumunu, yaşamak işin de de sürdürüyor «Basit bir yer değiştirme veya işöğrenmeyle değiştiremeyecekl eri toplumsal özelliklerle (cinsiyet, renk, ırk) ,,, diğer k esimlerin kendilerine karşı besledikleri önyargılarla, konut stokunun fiyatlarındaki katmanlaşmayla, bu ceplerde ömürboyu yaşama mahkum olan alt katmanlardaki işçiler, « ... bunalım dönemlerindeki yüksek işsi zlik oranlarına rağmen yaşadık:lan mahrumiy·at alanlarında kalmaya devam ederler ve orada, işler düzel diğinde üst yöneLicilerin emrinde olacak bir ucuz emek deposu oluş tururlar ... »~'~ Ücretlerdeki ve statülerdeki farklılıklarla birlikte, i şbaşında farklı çalışma biçimleri, yeni «Z·enginleşt irilmiş, katılımlı, kendini gerçekleştirmey e ızın veren işJor,,den yaFarlanma olanaklarının farklılığı da, değişik emek kes imlerinin yaşam biçimini farklılaştırı yor. Üst yöneticil·ar, belli bir sorumluluk ve özerklik içeren işleri , vazgeçemeyecekleri işçilere bir ayrıcalık olarak sunarken, i şçilerin büyük bir kesimi için iş güvencesizliği ile birlikte. « doğrudan denetim» yöntemleri geçerliliğini sürdürüyor - banL hızı, ustabaşı baskısı , bu işçilerin üstünden kalkmıyor. Onlar için katılım , marjinal prim sistemlerinden, parça başı ücretlerin·a psikolojik baskısından öteye g itmiyor fşba ş ındaki ayrıcalıklarını «Orta sın ıf ,, yaşantısına
Böylece,
w
w
w
.s
ol
ya y
in .c
işbaşındaki
51 l P. ASHTON. · ·ı he Political Economy c f Suburban Dev e lopment. !A ltkentscl C..elişm e nin Ekonomi Poli ti g il . Marxitm anc/ i!ıe Metropolis, del'. TABB ve 52)
SAWYEf1.S, Oxford University Press. 1978. s. 81. FRIEDMAN. 1977, s. 108, 138.
dönüştürebilen
yakalı
babasından farklı
saygınlık
l arı
kesime karşın , «mavi olarak, işten evine getiremiyor»:
çalışan,
ve
orta
sınıf
aile
değorlilik dL~ygu
ya
yi
n.
co m
Orta sı nıf aile babaları , işlerinin taşıd ığı duygusal ödı.illeri, özellikle saygıyı, evlerindeki statülerini sağla mla ştırmakla ve otori telerini kurmakta kullanabiliyor. El emeğ ı yle çalışanlarsa, başka stratejiluı· geliştirmek zorunda kalıyor ,.e işinde yaşadığı statü yokscınlugunu e\·· de gidermek geregi ni duyabiliyol". mu) tür tepki biçiminde ortaya çı kan otoriter koca/baba. aiies:ni söLel saldırga n lık ve fiziksel cezalandırma ile sindiı·iyor ve evcil yaŞamın duygusal ayrıntılarına kayıtsı, ka!ırken çocuklarında n kay ı tsız şarts ı z ilaaL talep ediyor. Bir ba5ka tür tepki. ev yaşantısından el ayak çeken çekingen kocanı n duygusal doyumu arkadaşları arasında aı·a masına ve evin yönetimini. çocuk l arı n bakımını karısına yüklemesine yol açıyor.. CBöyleceJ ... o.!"ta ~ınıf ebeveynleri öı.) onlendirmeye i..\nem vererek çocuklarının bagın ı SiZ lıkl arını kazanmalarını \'e kendi davraı117lar>nı, onaylanabilir yonlerde olmak ÜLere, kendilerinin de.ıetlemeleri n i isterken; çalışan sı nıf evlerinde uyums[dlıga C:aha çok önem verilmekle, çocuklar söyleneni )' apacak biçimce yeti~ tiri lnıektodir ... Çalışan sınıfın gördüğü iş lerde vurgu, itaat ve talimatları yerine getirmek üstünedir. Bu i şler, çalı~an Si n ı f yetişkinl eri n e 'Anlanrnl, biLe düşmez.' di) e ögretiı· \ e bu tutum evlerine kadar taşınır.:::
İ şçi sın ıfının büyük bir çogunl ug u ı çın ı şın tekdüzeliği ve an
.s
ol
lamsızlığının yaşamda ya rattığı taşkınlikla s aldırganlık ve ilg isizlild e kayıtsızlık varlığını sürdürüyor. Engels' in yüz8lli yıl öncek i gözlemleri bugün de başka gözlemcilerden hala destek bulmakta:
... Çağdaş bir örnekte. ~ekiz ~.::a t suresince ana bama bedenen bagkalmış ve kendine hiçblnieY katmayan. tekrarcı, vasıfsıL., makina ya ayarlı bir ış yapmış olan Detroit'Ji otomobil işçisi. fabrikadan koşarak çık ıp, ikinci elden almış oldugu Cadillac Eldorado'suna atladı gı gibi. saatte seksen mille ekspıes yola fırladıktan sonra bır bira için duı·dugu barda lrnvga çıkarıyor ve eve gidince de karısını dövüyor - bu arada mahall es ine yeni taşınmış bir zencinin eviıı i tuşlamayı da ilı mal etmiyor. Kısacası. bu işçinin boş zama nı , fabrika yaşamının öldürücu temposunu karşılayan bir patlama ... Başka bir otomobil i ş çisi ise sessiLce eve gidip sedire yıkılıyor. tek başına yiyip içiyor. hiçbir kuruluşa katılmıyor. hiçbirşey oku mu yor, hiçbırşey bi lm iyor hiçkimseye oy vermiyor, ev çevresinden ve mahalleden hiç ayrılmı yor. gece geç-vakit filmini izliyor, TV programının birbiri peşisıra akışına ka) ıtsız. yerinden kalkıp yeni bir kanalı çevircmiyecek ku d ar yorgun ve dü[;nıeleri kapatama yacak kadar bıkkın. Kısacası bu
w
w
w
lı
;,:3J 1'
ROBERTS. The Worl?iııg Class Cl-;çi Sınıfı J. Lonclra. 1978. s. 86 87 i ·;7
işçi nin
boş /amanıncla ışt0 n
dönü~üyor;
yabancılaş ın n yaşü m da n
y<1rnttıgı
emeginin
/ih in clurgunlugu
yııba n cı l nşmaya
boş za r.~an ı nı
cl n k ap-
lıyo r ... -ı
En yeni iş alanları da bilg isayarlar, robotlar yan ınd a en tükebiçim lerini de sürdürüyor. Genç dahi teknisyenlere lüks villaların, so n model araba l arın ve hisse senetı-arinin armağan edildi g i, bilgisayar atı l ımının en büyük adımlarından mikro-devre muci 1.esinin ü reli lcligi Silikon Vudi si'nde, İspan yol asıllı işçi kadınlar mont&j haltının bask ısın ı u yarıcı ha plarla taş ım aya çalı şıyor: « İla ca başlıyorsun , çünkü iş çok s ı kicı, saatlerce neye yaıadığ ını bilmed igin bir panoda ça lış ı yors un. Bir h ap (m etamf·ctamin t ü ründen) aldın mı içinde enerı inin zzt. zzt, zzt di ye çaktığını duyuyo rs un ve öyle b ir Ç'alısı) orsun ki ! Eskisini n iki kat ı sayıd a devre tamamlı yor sun. Derk en arkanda duran teknisyen , 'Çabuk olsana, dün gece 100 devre bitirmiş t in ' diyor_ ,,.-..-. hbaşında dopi n g \·3 u yuşwrucu. isdı ~ ı nda vid eo öyküleri ve bilgisayar oyunları. Kapita li7min, i ş baş ınd a ve işdışında uyguladığı baskılar bG.tünü k ar~:lıgında sundugu, tümüyle fan tazilere dönüşen bir yaşam. K adın işçiler, bu bütünlügü e n ağır emek sü reçlerin de, çocukl u k tan be ri ycti nmesiıı i ögre tild iJderi b ir hayal dünycı. s ı say·asinde göğ üslü yor ken d i ev lerinde bulaşık yıkamanın uzun gecele rinden, Telefunken'cle g ün boyu tele vizyon tüplerine kaynak ya;Jmaya kadar: iş
İŞ l'
kl'Lla n aoılme k
lı aya ll ere
t ı·i
::. ı ğını r lar .
dükkanın ı
.s
do n durmacı
İ l ı:tleclip
iii şkiler i
için
ol
farçabaşı
tirdiklcri
ya
yi n. c
om
tici
ısimler
dü1IP1
ve
d ü ş ll'r.
ta!aıı·
au
kocasında n
tüm özlemleri ni
\IVi n te rfeld, sa hi bi
H ayalınde
Fı
.
k adı nlar,
Frau
bir
pastalar ve dond ur m a t ü r -
Lange evlenmeden önce
baş k a
u il ege-
olacag ı
birisiyle
evle nseyd i
yaşad ı ,::" ı herşey in
w
ne kadar dc~gi~ik olacnı:;ını düşünü r ... Pa rçabaşı i ş in dü ş leri çoğ un · luliln gcçnıı~c dönüktür. Gereksi nim d uyulduğ u nda geç mi ş te n geti r i-
w w
lirler; ara yoktur
ve
zi lı
çnldıgında
bır
kay bolul"lar.
yandan hayal
Aradan hem en sonra
düş l er
kurup bir ya n dan kayn ak yaparken
üçüncü. yedi nc i ya da onuncu tüpte daha öncede n
hat ı rl a dı g ını z
bir
noktaya gcliıs ini/ \ e · ll ıılı! i şte gel elim. • diye dü şünüp tek rar dü ş l e r in ile dönersiniz _ ta ki y ine öyle bi r nok tay·a gelinceye, ya d a
ranı~'d o
bir sohl:et
'14) il. L. VVILENSKY.
s. s.
l nclıısı ı ıal ı\1cın
sı
verilene k adar ... •''; !İ ş . Meslekler ve
! Sanayi in s"a nı l , der.
T. BURNS.
S i l i con
Valley • !Silikon Vadisi)
National
Ge og ra plıic,
Ekim
.:72.
5Gl M. HERZOG. rronı l/anc/ ıo Woı.t/ı
gaztoklu.~u na: Ktıclrnlar ve Parçııbıışı
158
nı·a
112.
55J M . JOHNSON. lf"ı!J2,
veya bi r
•Work. Caı e;ers and Social lntegrati o n ·
Top! um sal Bütünleşm,~ l. lfJG9,
baş l ayn na
Wonıen
ancl Piece•vorlı ! Elden A ğıza Bo-
f ş J . Pel ıca n .
1976. s. 53.
m
Türkiye' de Ücretlilerin Maddi Dururnu
KOÇ
in .
co
Yıldırım
Yanın yüzyıl önce Türkiye'de sol çevrelenle önemli bir tartıs ma gündemdeydi. Kadro Dergisini çıkaran düşünürler, Tür~<iye'de işçi s ınıfının önemli bir maddi güç olmadığı inancındaycl!. Hi::m 2 Kıvılcım CDr. Hikmet Kıvılcımlı) ise, 1935 yılıııda yayınla~lıg ı, Tür kiye İşçi Sınıfının Sosyal Varlı gı (Birinci Kilapl Sayı, Topografy:ı , Kadın ve Çoc ı ık isimli çalışmasında, Türkiye'de sanayi işçilerinin lop lam nüfu sa oranının Çarlık Rusyası 'ndakinden biraz daha yü h ~·ek olduğunu ileri sü rüyordu. ' ı 935'ten gün ümüze Türkiye'de ücretlilerin ve işçi sınıf mırı L0!1 lumsal yapı ve dinamikler içindeki gücü ve etkinliği çok tartı~ıldı. Ancak L935 yılında Clrnnımca veriler epey zorlanarak) yapılan ç:ilışmanın çok da ötesine gidilemedi. 1935'teki kitapçık siyasal IJir çiı gi nin savunmasiydı . Sanırım bu nedenle de nesn e l t>;crcckliği kavn:: mada pek yeterli değildi. Ama saygı duyulacak bir çabaydı da. Bugün aynı konuyu farklı bir sorunsal içinde clegerlend:rnvk el urum unC:ayıi':. Bugün aklı b'.tşında kimse Türkiye'de ücrellilerın toplumsal ya şamdak i önemli rolünü inkar ve gözardı edemez. Bugün sorun, iş çi sınıfının olup olmadı ğı degildir. Olclugunu herkes kabul ediyor. Bugünkü sorun, ücretlilerin ve işci sınıfının yapısını ve dinamiğini kavramaktır'. ÖnümüLdcki on yıllarda Türki~c·nin t.oplumsul ve po
w
w
w
.s
ol
ya y
0
ıl
!{ı\'l!c;rn .
H:liıncı. I'iirl~ıye i .~ç i Sıııı/'111111
Topografycı. l\c:clııı ı·e Ç()ctıl,, l\!iıı ksi/111 l;; ~ı
İstnnlJııl. Hl~!>
Sosycı! Vc:ı lı.cıı
J)ibliycıtc:zi.
( Dırnıcı l\ıtcıpJ Sayı, İ st<ınbul Br)/.kurt '.\1.: t
litik yaşamına damgasını vuracak olan en önemli g üçlerden biri iş çi hareketi olacaktır. Burada özetlenen çalışma kimseye hiçbir şeyi kanı tlamaya çalışmıyor. Amaç, 1935 yılında çocukken, bugün büyüyüp olgunlaşa nın yapısını ve dinamiğini kavramak ve tartışmakla sınırlıdır. TORKİYE'DE NÜFUSUN YAPISI VE ÜCRETLİLER
I.
w
w
w
.s
ol
ya y
in .c
om
J 980 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre, Türkiye'nin nüfusu 44,7 milyondu. Bu toplamın 30,5 milyonu, 12 ve daha yukarı yaşlardaki insanlardan oluşuyordu. Ancak, 12 ve daha yukarı yaşlardakilerin tümü gelir getirici bir işte çal ışmıyordu. 1980 yılı Ekim ayında gelir getirici b ir işte çalışan1ann sayısı l 8,5 milyondu.~ Türkiye'de ücretlilerin maddi durumu konusundaki bu çalış ma, ağırlıkla, gelir getirici bir işte çalışanlarla ilgilenecek. Ancak i;;sizler de, işgüçleıini satma olanağı bile bulamamış ücretliler olarak, konumuzun içinde. Nüfus sayımlarında, gelir getirici bir işte çalı şanlar gelir kaynaklarına göre sınıflandırılmaktadır. Bu sınıflandırmada kullanı lan uluslararası standart ,üretim araçları mülkiyetiyle ilişkilidir. Bu verilerin daha rafine duruma getirilmesi gereklidir. Ancak yayın land.lğı durumuyla bile, önemli sonuçlar çıkarmaya uygundur. Son dönemlerde yapılan sayımlarda, gelir getirici b ir işte çalı şanlar, «ücretli», «işveren ,,, «kendi hesabına çalışan,, ve «ücretsiz aile çalışanı,, biçiminde sınıflandırılıyor. «Ücretli,, sınıflandırması nr:ı., ana geçim kaynağı ald ı ğı ücret (ya da aylık) olan kişiler sokuluyor. Bu sınıflandırm aya göre, l 5 ve daha yukarı yaş l ardaki nüfus içinde, gelir getiren bir işte çalışanların 1960 yılında yüzde 18,8'i, 1965 yıl ında yüzde 22,4'ü ücretliydi. 1970 ve daha sonraki yıllardaki nüfus sayımlarında, faal nüfus tanım ı değiştirildi. 12 ve daha yukarı yaşlardaki nüfus içinde, gelir getirici bir işte çalışanların 1970 yılında yüzde 27,6'sı, 1975 yılında yüzde 31,0'i ve 1980 yılında da yüzde 33'4'ü ücretliydP
2l
DİE, Genel Nüfus Sayımı. 12.10.1980, Sosyal ve Ekonomik NiteUkleri Yay. No.
3)
DİE, Geırnl Nüfus Sayımı. Nüfusıın Sosyal ve Elıonomi.h Niteli.illeri., 25.10.1970.
1072, Ankara, 1984.
Yay. No. 756. Ankara, l977. DİE, Geııel Nüfus Say;nıı, Niifusun Sosyal ve Elwnomill Nitelikleri, 26.10.1975.
Y ay. No. 988, AnJrnra, 1982.
L60
w
w
w
.s ol
ya yi
n.
co
m
1970 - 1980 dönemi ele al ındığında, gelir getirici bir işte çalışan lar içinde kendi hesabına çalışanllrın oranının yüzde 26'7'den yüzde 23'2'ye ve ücretsiz a ile çalışanlarının da yüzde 45,0'ten yüzde 42,4'e düştüğü görülüyor. Bu dönemde küçük üreticilikten ücretlili ğe doğru bir geçiş açıkça ortadadır. 1980 - 1985 döneminde ise bu sürecin hızlandığı (başka verilerin ve gözlemlerin desteğiyle) rahatça söylenebilir. Bu verilere göre, 1980 yılı Ekim ayında gelir getirici bir işe sahip 18,5 milyon kişinin 6,2 milyonu «ücre tli »dir. Türkiye'de çalışan insanların üreLim araçlarıy la ili ş kisinde kır ve kent arasında önemli farklar bulunmaktadır. Ken tsel bölgelerde 1982 yı lın da iş sahibi olan 5,3 milyon ki ş inin 3,4 milyonu (yüzde 64,6 ) ücretliydi. Kendi hesabına çalışanlar yüzde 26,1, ücretsiz aile çalışa nla rı ise yüzde 5,0'lik bir paya sahipti. Diğer bir deyişle, DİE verileri ve tanımlamalarına göre, gelir getirici bir işte çalışanlar içinde ücretlilerin oranı tüm Türkiye'de yüzde 33,4 iken, kentsel bölgelerde yüzde 64,6 idi .' Devlet İstatistik Enstitüs ü .nün kullandığı «Ücretli" kavramı, top!Lıınsal sınıf anlamında «ücret li»yi tam anla mı yla karşı lamamakta dır. Bu uyumsuzluğun bir nedeni incelenen nesnenin özelliğidir. Ücretlilik netleşmemiştir, sınırlar yeterince belirginleşmemiştir. Diğer bir deyişle , mülksüzle ~ me süreci tamamlanmamışt ır. Uyumsuzluğun diğer bir nedeni, DİE tanımının g örünümü esas a lmasıdır. DİE •ıe rilerinde, örneğin, şirket yöneticile ri d e «ü cret almakta .. ve bu nedenle «Ücretli" statüs üne so kulmak tadır. Ücretlilerin sayısal gelişimiyle ilg ili ön emli bir kaynak, Sosyal Sigortalar Kurumu 'nun sigortalılara ili şk in olarak yayınladığı verilerdir. Bazı araştırmacılar, Sosyal Sigortalar Kurumu'n a kayıtlı kişi sayısındaki gelişimi, Türkiye'de işçi sa yısının gelişimi olarak alıyor lar. Bu doğru değildir . SSK verilerini , özelliklerini bilerek kullanmak gerekir.:; Ayrıca, SSK'nun yaygın olarak kullanılan verileri , yıllık ortalamalar değildir. Eylül ayı başına ili şkindir. SSK verilerine g öre, 1975 yılında Sosyal Sigortalar kapsamında 643 bin işyeri vardı. Ancak bunların üçte birir.den azı (205 bini) ça4l
DİE, Kentsel Yerler H anehallıı İşgücü Anket Sonuçları - 1982, Ya y. No. 1070 Ankara . 1984.
5l
SSK verilerin özelliklerinin aynnt ıl ı olarak d egerlc ndirilmes i için bkz. Koç. Yıldırım. ·Tü rkiye'de Çalı)ına Y a1a mınu İli~kin Veri l er . Veri Kaynakları ve Ö zell ikl eri .• ODTÜ Gelişme> Dergisi. Cilt 9. Sayı 2. 1982.
161
lıştırdıkları işçilerin
tümü ya da bir bölümü için sigorta primi ya961 743 olurken, prim yatıran işyeri say ıst 294 284'e çıktı.o; Çalıştırdıkları işçilerin tümü ya da bir bölümü için sigorta primi yatıran işyerlerindeki sigortal ıların sayısı 1978 yılına kadar arttı. 1955 yılında 533 bin sigortalı vardı. 1965 yılında 896 bin, 1971 yı lında ı milyon 405 bin, 1978 yılında da 2 milyon 206 bin oldu. 1979 yılında sigortalı sayısında bir azalma görülüyor. Bu gelişme kuşku suz e k on omik bunalımın bir sonucudur. Ancak kanımca işçilerin işten çıkarılmalarından çok, si gortasız çal!şmanın yaygınlaş ma s ı nın etkisi ağır basmak tadır. Sigortalıların sayısı 1981 yılında 2 milyon 228 bin oldu. 1981 1984 döneminde artmaya devam etti ve 1984 yılı Eylül ayında 2 milyon 439 bin düzeyine ulaştı. 1984
yılında kayıtlı işyeri sayısı
in .c o
m
tınyordu.
TÜRKİ 'YE.'DE ÜCHETLİLERİ N MÜLKSÜZLEŞMES İ
il.
Bir ülkede ücretlilerin toplumsal yaşamda etkin olmak zorunda önemli etmenlerinde n bi r i mü l ks ü zle şmel eri, ek gelirden yoksun kalmaları ve ücret gelirinin tüm gelirleri içindeki payı nın tüme yaklaşmasıdır. Yaşamın zorlukları ancak bu koşullarda ortak çözüm yollarını ön plana çıkarır. Diğer bir deyiş le , mülks ü zleşme, toplumsal yaşamda ücretlilerin etkinli ğinin artmasın ı n gere kli , ancak yetersiz bir önkoşuludur. Bu nedenle, Türkiye'de ücre tlilerin durumu incelenirken, ö ncelikle ele alınması gereke n konu , özellikle küç ük üreticiliğin mülksüzleşme sürecidir. Bilindiği g ibi, kapitalizmin geli şmesinin küç ük üreticili ği kaçı nılmaz olarak tasfiye edip etmediği konusunda farklı görüşler vardır. Ancak, Tü rkiye'de özellikle 1980 sonrasında uygulanan ekono mik polit ikalarla mülksüzleşme sürecinin hızlandığı söylenebilir . Dah a önceki yıllar için de ciddi iddialar vardır . Örneğin, IV. Beş Yıllık Kalkınma Planı' nda şu değerlendirme yer alm aktadır: «1963
w
w
w
.s
ol y
ay
kalmalarının
6)
Sigortalılara
ili şk in
ve rile r
şu
yay ınl ard a n
sağ la nm ıştı r :
Koca ma n. Tuncer .
Sosyal Sigortalar Kurumuna Tcıbi Çalı şanların A y lara Göre İstihdam, Prim Ödenen Gün Sayıları ve Ücr et Ve r ileri, DPT: 959 _ İ PD: 2 15, An ka ra, 1970. Saatçi, Mus ta fa, Yıllara Göre İstihclanı. Ücret v e /şgücii. Piyasası Verileı i (1960 - 1969), DPT: 986 - SPD: 222, Anka ra 1970. Sosya l Sigorta lar Kurumu' nun 1975 - 1984 döne mine ilişk in olara k her yıl yayıml a dığ ı SS K İ stati stik Yı l lıkları.
162
tarım sayımı sonuçlarına göre yüzde 9,1 olan topraksız a ile oranı 1968'de 17,5'e ve 1973 yılında yüzde 2J,9'a çıkmıştır. » 7 Çeşitli ülkelerde yaşanan mülksüzleşme süreçlerinin sonrasın da gelen sınıf kavgalarının çok iyi farkında olan Türkiye Cumhu ri yeti yöneticileri, bir taraftan 1930'larda girişilen endüstrileşme atı lımının gerek duyduğu mülksüzleşmiş üretici sıkınt ısı çekerken, bir taraftan da bu insan l arın üretim araçları mülkiyetinden kopmalarına engel olmaya ça lışıyorlardı. 1945 yılında çıkarılan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun l 7'nci maddesi, sürekli tarım işçileri ne toprak verilm esin i ve tarımda küçük işletme tipinin yaygınlaştı
m
rılmasını amaçlıyordu.
Bu dönemde i şç ilerin toprakla mülkiyet bağları kopmamıştı ve gelir kaynakları önemliydi. Bu durum devlet politikası olarak da destekleniyordu. Zamanın Çalışma Bakanı Sadi Irmak, J 947 yılı bütçesi nedeniyle Millet Meclisi 'nde yaptığı konuşmada şöyle diyordu: "Onun (İşçimizin) toprakla olan ilgisini devam etti-
n.
co
işçilik dışı
receğiz_ ,,~
w
w
w
.s ol
ya yi
Türkiye'de üreticilerin mülksüzleşme ya da kapitalizmin geliş me süreci henüz ayrıntılı olarak incelenmemiş, ancak Türkiye'de sı nıflararası ilişkilerin kavranması açısından son derece önemli bir konudur. Nusret Ekin, 1960 öncesindeki dönem e ilişkin olarak şu değer lendirmeyi yapıyor: «İstikrarlı bir işçi kadrosu yaratma hususunda alınan bir çol< tedbirler, ekseriya müs bet son uçlar vermemi ş, işçiler gayri muntazam fasılalarla çalıştıl<ları müesseseleri terk etmiş ve yüksek işçi devirlerinin meydana çıkmasına sebep ol muşlard ır. Sanayiimizin kuruluşunda fabrikaların muhtaç olduğu işçi kadrosunun pek küçük bir kısmını şeh irlerde mevcut işçi kaynaklarından temin edebilmek mümkün olmuş, fakat asıl kadronun devşi rilmesi, ancak tarımdan muayyen şartlar altında geçici bir zaman için uzaklaşmış, köy menşeyli insanlardan teşkil etmek icap etmiştir. İlk senelerde sanayiimiz i şçi bulmakta hayli müşkülat çekmiş, savaş yıllarında bu müş külat, askeri kuvvetlerin arttırılması son u cunda, biraz daha şiddet lenmiştir. II. Dünya Savaşını takip eden yıll arda bu tedarik zorluklarının biraz d aha hafiflediğini görmekteyiz.,,!•
sı
iV. Beş Yıllık Kalkınma Planı. s. 13. Hükümet Programı ve Tatbilıleri, Ankara, 1947, s. 427.
9)
Ekin,
7)
Nusret,
· Türki yc'nin
Sanayileşmesinde
İ lıt isat Fakültesi Mecmuası. Hnzi ran - Eylül 1968.
Köylü-Şehirli
işçiler.
·İ. Ü .
s. 231.
163
w
w
.s
ol
ya y
in .c
om
Bu y ıllard a yapıla n bir başka çalı şmada da, mü l ksüzleşme dü zeyinin geriliğine değ inilm ektedir: «Türkiye'de hemen her branşta sanayi işçiliğini fabrika veya maden ameleli ğini, kendine biricik geçim vasıtası olarak seçmiş, bu yolda yetişmiş işçi azdır. Bu görüşü ... , Türkiye' de daimi ve profesyonel işçi kıtlığı mevcuttu r şeklinde de ifade edebiliriz.» 10 Bugün etkinliğini sürdür-an gurbetçilik, geçmiş dönemlerde de vardı. Yarı - işçileşebilme olanağı, işçileşmeyi paradoksal bir biçimde önledi. Ü lkede geçerli teknoloji ve çalışma ilişkileri belirli aylarda geçici işçilik yapm aya olanak vermese tümüyle mülksüzleşe cek birçok aile, erkeklerin bir bölümür.ün guı be~e gitmesiyle mülksüzleşme sürecine karşı direndi. Yan - işçileşme işçileşmeyi engelledi. Bu süreç yıllar boyu ülke içinde yaşandı. ı soo·1ı yıllarda ise «gurbet» aynı zamanda yurt-dışı oldu . Bu dönemde yurtdışına çalışmaya gidenlerin önemli bir bölümü küçük üre ticid ir. lJ u insanlar özel likle Avru pa,'da «işç ileştiler » ve bu sayede kendi ü!lrnierinde arsa, ev, dükkan ya da üretim aracı sah ibi oldular (mülkiüleştiler). Geçmişin gurbeti farkl ı bir boyutta yenilendi. Yf rı işç ileşme mülksüzleş meyi önledi ve hatta mülk l üleştirdi. Kapitalizmin ge l işmesin in b ir parçası ve dP.yanağı olan mülksüzleşme süreci ekonomik buhran dönemlerinde hızlanıyor ve yarı işçilik sayesinde mülk sahipliğinin sürme~ine olanak tanımıyor. Ancak bu konuların daha tartışılması gerekiyor. Bu konuda akla gelen bir nokta da, mü lksüzleşme sürecini tamamlamamış üreticilerin kendilerini yeniden üretmede tümüyle iş verene dayanmak zorunda olmamasıdır. Eğer yasalarla çalışma yükümlülüğü getirilebilir ve bu uygulanabilirse, tümüyle mülksüzleş mediği için göreli olarak daha düşük ücretlerle çalışmaya ra zı olacak üreticiler bulm a k daha kolaydır (Ereğli Kömür İşletm eleri'nde geçmişteki zorunlu çalı şma uygulaması bu aç ıdan incelenmeye değer).
w
1950'1i ve 1960'lı yıllarda tarımda makineleşme, endüstrileşme sürecinin hızlanması, kentlerin çekiciliğinin artması, v.b. etmenler sonucunda kentlere göç hızland ı ve i şçi sayısı arttı. Ancak köy-kent bağı kopmadı . İşçileşme tam bir mülksüzleşmeyle değil, küçük üreticiliğin bir biçimde sürmesiyle birlikte yürüdü. Ö zellikle 1963 sonrasında toplu iş sözleşmeleriyle işçi ücretlerinde ge,r çek artışların sağl anması, kentsel bölgelerde gecekondu bölgelerinde oturanların bile yararl andığı (ancak kö yde bulunma ıoı Özkan. Ahmet Ali. · Türkiyo"dc Sunayı
lan , !. Kitap. İstanbul, 1948 :;. 38 ve 61
164.
İ sçilt.ri,
«İ çtimai Siyaset
Konferan s·
w
w
w
.s ol
ya yi
n.
co
m
yanı bazı kolaylıklar, yeteri nce mülksüzleşmeden sürekli işç i statü süne geçenlerin sayısını artırdı. 1970'Ji yı ll arda birçok i şçi yıllık ücretli iznini hasat mevsimine denk getirip, köyüne gidiyordu. Mülksüzleşme süreci tamamlanmadan sürekli işçiliğe geçi ş, 1950 sonrasında işçi hareketini önemli ölçüde etkileyen özel liklerden biri ol du. Bu olgu da baş lıbaşına irdelemeye değer önemdediı-. Ancak 1970'li yıllara gelind iğind e kentsel alan larda yaşayan ücretliler için mülksüzl eşme hemen hemen tamam lanmışt ı. Kırsal alanlarda ise sını fsal aynmla rdaki belirsizlikler sürüyordu. Bu dönemde köyden gelen gıda yardı mında da önemli azalmalar görülmektedir. Ücretlilerin üretim araçları üzerindeki mülkiyetle ilişkisi, içiçe geçmelerle, çeşitli biçimlerde s ürebilir: (1 l Ücretli, köyde toprak sahipli ğini sürdürebilir. Toprağı bir başkasına kiralamış, yarıcıya (ortakçıya) vermiş olabili r ya da kendisi işlemeye devam edebilir; (2) Ücretli , kendi emeğiyle üretimde bulunduğu küçük bir işyeri açmış, ya da evde kendi araçlarıyla. üretimde bulunuyor olabilir; (3) Ücretli hisse senedi mülkiyeti aracılığıyla bir gelir elde ediyor olabilir; ücretli rantiye ola bilir. Ücretli, üretim araçları üzerindeki mülkiyeti sürmeden de, çeşit ı ; l'k gelir kaynaklarına sahip olabilir: (1) Ücretli evine iş alabilir, evd e araçsız ya da mülkiyeti başkalarına ait araçlarla üretimde bu lunabilir, ikinci b ir işte ücretli olarak çalışabilir; (2) Ücretliye köy ~lcm Ckarşılıksı z l gıda y ardımı gelebilir; (3) Ücretliye yurtd ı şında çrtlı şan yakın akrabadan (karş ılıksız) para yardımı gelebili r; (4l Ücretli emekli ay lı gı alı y or olabilir. Devlet İstatistik Enstitüs ü 1973 - J974 yıllarında, nüfusu 2ooo'in altındaki kırsal k esim yerle~ im birimlerinde bir anket uyguladı. 11 1978 - 1979 yıllarında da kent.sel yerlerdeki durum incelendi. 12 Bu anketlerin son uçlarına göre, kıı·saJ kesimde J milyon 173 bin ücretli olmasına karşın, ı milyon 790 bin kişinin ücret geliri bulunmaktadır. Diğer bir deyişle, 617 bin ki şi nin ana geçim kaynağı ücretlilik değildir, ancak bu kişiler belirli dönemlerde ücretlilik de yapıyor ve ücret gelir i e lde ediyorlar. Temel özelliği ücretlilik olma dan ücret karşılı ğ ı çalı şan kit!enin bu büyü klü ğü, kırsa l kesimde ve kentlerde in ş aa t sel;;töründe ücre llileı-in örgütlenmesinde, tarım
ı ı l Dİ E, l\ırsal Kesim Gc!ır
Dagılımı V<' 7 ı.il<elim Harccı malcırı . 1073 - 1974, Yay. No. 881, Ank ar a, ı mn . ı 2 l DİE. K entsel Y erl <'r ll cıııehalkı G elir v e Tü k etim Harcam al arı Anlıe t Son•ı ç la rı, 1978 - 1979. Ycıy l\'o. 999. 1\nk a ı .1. 1982.
165
işçilerinin
sınıf
hareketine
katılmalarında
önemli sorunlar yarat-
maktadır.
kesimde haneler, hane reislerinin işteki durumuna göre sınıflandırılmış. Ücretli olmadan ücreL geliri elde edenlerin durumunu ve elde edilen gelirin hane için önemi ni bu konudaki sınıf landırmalardan izlemek mümkün. Hanehalkı reisi «işveren" olan hanelerin sayısı 75 bin. Du hanelerin yıllık toplam geliri 1 milyar 21 milyon lira. Bu gelirin yüzde 23'ü ücret geliri. Haneh alkı reisi «kendi hesabına çalışan,, 2 milyon 102 bin hanenin toplam geliri 24 milyar 268 milyon l1ra. Bu toplamın 3 milyar 759 milyon lirasını (yüzde J5) ücret geli r i oluşturuyor. Hanehalkı reisi «mesleksiz,, gözüken 200 bin hanenin toplam geliri 2 milyar 255 milyon lira. Bu gelirin ise yüzde 21'i ücret geliri. Ücret gelirinin, «işveren ,,, «kendi he sabına çalışan" ve «mesleksiz,, hane başkanlı hanelerin toplam geliri içindeki payının yüzde 23, yüzde 15 ve yüzde 21 gibi yüksek oranda olması, toplumsal yapı ve dinamikte gözönünde bulundurulması gereken önemli bir olgudur. Ücret gelirinin bu hanelere dağılımı da yapıdaki bulanıklığı sergiliyor. Anket yapılan 2973 - 1974 döneminde kapsamdaki kırsal kesimde 7 milyar 669 milyon liralık üc ret geliri yaratılmıştır. Ancak bu toplam ücret gelirinin sadece yüzde 4.2'sini ücretliler elde etmi ş. Kendi hesabına çalışanların ücret geliri ücretlilerinkinden fazla (toplamın yüzde 49'u) . Toplam ücret gelirinin yüzde 6'sını mesleksizler, yüzde 3'ünü i şverenler almış. Kırsal alanda ücretli olma:;an ların bu yaygın ücret gelirine karşın, kentlerde ücret geliri elde edenlerin yüzde 98 ,2'si ücretli. Madalyonun diğer yüzü ise ücretlilerin gelir kaynaklarıdır. DİE anketine göre, kırsa l kesimde hane reisi «Ücretli,, 457 bin hane gözüküyor. Bu hanele rin toplam yıllık geliri 6 milyar 218 milyon lira. Bu toplam gelirin yalnızca yüzde 51'lik bölümü (~ milyar ı 97 milyon lira) ücret geliridir. " Ücretli» hanelerin toplam gelirinin yüzde 23'ünü kendi üretimlerinden ya p tıkları satışlar, yüzde 7'sini ticaret geliri, yüzde ıı 'ini hizmet geliri, yüzde 7'sini de diğer gelirler oluşturuyor. Kırsal kesimde bu sınıfsal bulanıklığın ve sınırların belirsizliği nin yanı sıra dikkati çeken diğer bir nokta da, ücretlerin bir kısmı nın hala mal Cürün) biçiminde ödenmeye devam edilmesidir. Ücret gelirlerinin yüzde 5'i bu biçimde ödenmiştir. Kırsal kesimde ücretlilerin mülksüzle şmeleriyle ilgili olarak baş vurabileceğimiz ikinci bir anket, Gruplu Maden İşçileri isimli çalışma dır. Bu çalışma, Türkiye'de işçilerle ilgili olarak yapılmış içeriği en
w
w
w
.s
ol ya
yi n. co
m
Kırsal
166
zengin ve kapsam l ı araştırmalardandır. Anket, 1974 yılında Zonguldak Metropoliten Alanı Belediyeler Birli ği Planlama Örgütü Baş uzmanlığı tarafından yapılmıştı r. Çalışma, bir a y Zonguldak kömür madenle,r inde, bir ay köylerinde kendi işl erinde çalışan ve köyde oturan 10 bini aşkın işçiyi kapsıyor. İşletmede belirli bir anda bu b içimde çalı şan 10 bini aşkın kişi varken, bir o kadarı aynı anda köylerinde bulunuyor. Bu biçim iyle bakıld!ğında, grupla iş çiler ( «münavebeli işçiler,, ) Zonguldak' ta kömür işçilerinin yaklaşık yarısını oluşturuyor.'"
Bu anketin sonuçlar ı na göre, gruplu işçilerin yüzde 97'sinin tageliri var. Yüzde 14 'ü Federal Almanya'da çalışan yakın akrabasından parasal yardım a lı yor. Yüzde 8l'i ise hayvan besliyor. Bu özel durumda mülksüzleşme , kırsal kesimde genel olarak belirlenenin çok daha gerisinde kalıyor. Bu özel durumda mülksüzleşme süreci yaşanmıyor; belki tam ·te.rsine çeşitli gelir kaynakları sayesinde mülklüleşme süreci kısıtlı bir biçimde sürüyor. Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından yapılan ve yayınl anan kentlere ilişkin anketin s un u l uş biçimi, kırsal yerler anketinden farklı . Bu nedenle, yukarıdaki yöntemi izlemek mümkün değil. Kır sal kesim anketinde hane reislerinin işteki durumuna göre yapılan sınıflandırmadan hareketle, h anelerin toplam gelirinin gelir kaynakl arına göre dağılımı veriliyordu . Kentsel yerler anketin de ise gelirin dağılımı verilmiyor. Gelir sahiplerin in sayısı sunu lm uş. Sunuştaki bu değişiklik , karşıl aştırmayı zorlaştırıyor. Kentsel yerler anketlerine göre, Türkiye'de ıo binin üstündeki nüfuslu yerleşim birimlerinde 2 milyon 727 bin ücretli vardı. Bu ücretlilerin 74 bininin ayrıca « müteşebbis,, geliri , 259 bininin diğer kaynaklardan geliri (gayrimenkul geliri, menkul kıymet geliri, h ibe ve tek taraflı transfer geliri l bulunuyordu. Çok kabaca şu söylenebilir: 2 milyon 727 bin ücretlinin 2 milyon 394 bini tümüyie mülksüzleşmiştir. Diğer kay naklardan geliri olan ların bir bölümü emekli aylığı alanlardır. Ayrıca, h em «müteşebbis,, geliri, hem «diğer,, gelir kaynaklarına sahip kişiler olabilir. Bunla.r düşünül dü ğünde, kentlerde 2 milyon 400 binin üstünde bir mülksüzleşmiş ücretli kitlesinden söz edilebilir. Kırsal kesimle k arşılaştırıldı ğın da, kentsel kesimde ücretliler açısından sınıfsal ayrımın çok daha net ve iç yapının çok daha berrak olduğu kolayca söylenebilir. Ankette müteşebbis geliri olan 27!3 bin lüşi değerlendirilmişti r. 275 bin işverenin yalnı zca 3 bininin bi r biçimde ücret geliri vard ı r .
w
w
w
.s ol
ya yi
n.
co
m
rım
13) Zonguldak Metropoliten
Alan ı
Bel ediyel er
Birliğ i Plunlama
manlığı , Grııphı Mac/en işçiler ( W71J, Zonguldak,
1976.
Örgütü Başu7.
i şverenin diğer gelir kaynaklarına sahip olmaları sınıfsal yapıları nı bulandırm ıyor.
275 bin
i şverenin
38 bininin
diğer
gelir kaynakla-
r ınclan geliri bu 1unu yor.
Kendi he sabına iş yapanları n say ısı J milyon 73 bin dol ayın Bu toplamın 48 bininin ücre t geli ri de bulunuyordu (yüzde 4,4l. l 73 bini ise diğer gelir kaynaklarından gelire sahipti. Ücretliler içinde ücret d ı şı geliri olanların ve ücret geliri elde edenler içinde ücretlilerin oran ı ke ntler arasında büyük farklılık gösteriyor. Ordu'da, ü crn tlilerin yüzde 22,8'inin ücret dışı geliri vardı. l stanbul'da ise üc ret dışı geliri olan ücretlilerin toplam ücretliler içindeki oranı yüzde 9,5. Buna karşılık, Ordu'da ücret geliri elde edenler içinde ü cre tlilerin oranı yüzde 99,8. Bu oran Diyarbakır ve Erzurum'da yüzde 99,5 ve İstanbul'da y üzde 98,6. Bu koş ull arda, kentlerde ücretliler arasında yaygın bir mülksüzleşmeden .rahatlıkla söz edilebilir. Kırsal kes imde ise özellikle ücretlilikle küçük üreticilik aras ındaki ara kesimin önemli olduğu, ayrımları net olan berrak kategorilerin kentlerdeki düzeyde oluş madığı görülüyor. Bu özellik , kırsal kesimden kentlere geçici işçi olarak gelenler aracılığıyl a, özellikle in şaa t sektöründe işçi hareketini etkiliyor. Türkiye'de ücretliler açısından s ınıfsal ayrımlar net, iç yapılar berrak mı? Ücretlilerin gelirleri içinde ücret gelirinin payı ve ücretliler için de salt ücret geliri olanların oranı arttıkça ve ayrıca ekonomide elde edilen ücret geliri içinde ücre tlilerin a ldığı pay ve ücret geliri elde edenler içinde ücrer,liJeri n oran ı yükseldikçe, ayrımların net ve iç yapıl arın berr ak oldug u söylenebilir. Bu açıdan bakıldı gında, Türkiye'de k e ntsel yerleşi m birimlerinde ayrımlar net, iç yapılar berraktır. Kırsal kesimde mülksüzleşme süreci daha geri bir chi zeydedir. Buna baglı olarak da, ayrımlar bazen muğlak, iç yapı l rı.r bazen bulanıktır. Ancak Türkiye'de ü cretliler ve a iJele rj arasında sınıf değiştir me umut ve gtri şim leri oldukça yaygındır. Bir bütün olarak ve kendi gücüne dayanarak hareket etme geleneğinin yeterince yerleş med iği koşullarda ki ş ilerin tek tek s ını f deği şt i rerek kendilerini kurtarma çabaları ön plana çıkar. Türkiye 'de eğitim özellikle 1930'lu y ıllardan 1960'lı yıllara kadar sınıf değiştirmenin önemli araç la rınd an biri oldu. Bugün ise b u ola nak , çok yetene kli ola n lar clı~ıındakilere b üyük ölçüde kapan-
w
w
w
.s
ol y
ay
in .c o
m
daydı.
dı.
Avrupa'ya gidenlerin biriktirdik leri para birçok durumda taşın m az mallara yatırıldı. Tür kiye'yc dö n en le r ise « h ayatını güve n168
ol ya
yi
n. co
m
ce altına almak» için «yatırım,, yaptı. Avrupa'da kalma kararında olanlar, bu ülkelerin standartl arına göre i şçidir. Gidenlerin bir kıs mı dönmeyecek. Dönenlerin önemli bir bölümü «yatırım ,, yaptıy sa da, bu yol büyük ölçüde kapandı. Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde sağlanan birikim Avrupa'daki kadar değildir. İşçilikten küçük üreticiliğe ve patronluğa sıçramada ara a şama inşaat sektöründe taşaronluk, tarımda elcilik , v.b.'dir. İşçilerin önemli bir bölümünün kafasında bir «küçük patron " olma , yanın d a birkaç işçi yle b!rlikte kendi işinde çalışma umudu v ardır. İmalat sanayiinde ise kıdem tazminatı birçok işçi için bir işyeri açma umuduydu. Ancak son yıllarda makine - teçhizat fiyatlarının olağanüs tü artışı, bu yolu da. önemli ölçüde kısrlfadı. Deniz Kandiyoti tarafından 1976 yılında yapılan bir anket, İstanbul - İzmit bölgesinde çalışan işçiler a.rasında bu konuda şu sonuçları vermektedir: "Özellikle vasıflı işçiler arasında bir finansman kaynağı bularak kendi işyerlerini açma, işveren - işçi olma özlemi bir dereceye kadar mevcuttur. Ellerine toplu para geçmesi halinde, İstanbul işyerlerinde işçilerin yüzde ı 7'si, İzmit'te yüzde J o'u kendi işlerini kurmak, tica.r et yapmak g i bi olasılıkları dile getirmişlerdir.» 11 Ekonomik buhran döneminde sınıf değiştirme zorlaşma ktadır . Buhranın yükü öncelikle küçük üreticiler ve taşaronlara yıkılmak tadır.
TÜRKİYE'DE ÜCRETLİLERİN ÖZELLİKLERİ
A.
w
TJT.
.s
Diğer taraftan, vasıflı işçilerin işyerl erinde yönetici görevlere geçmeleri de, yüksek öğrenimli teknik personel sayısındaki hızlı artış nedeniyle, giderek olanaksızlaşmaktadır.
Kaçıncı Kuşak Ücretli? davranışlarını
w w
Ücretlilerin
etk il eyen etmenlerden biri,
kaçıncı
kuşak işçi olunduğudur. Gelişmiş
kapitalist ülkelerde nüfusun çok büyük bir bölümünü ücPatliler oluşturmaktadır ve bu insanlar kuşaklar boyu ücretlidir. Sınıf bilinci aile içinde kökleşmiştir. Türkiye'de ise mülksüzleşme sürecinin s ürmesi nedeniyle, birçok aile ilk kez ücret.Jilik olgusuyla karşıla şmaktad ı r. Bug ün i şçilil~ yapan mülksüzleşmi ş üreticilerin önemli bir· bölümünün bir ku şak öncesi küçük üreticiliktir. 14) Kandiyoti , Deniz, • İstanbul İzmit Sanayi Ku şagındn hçılcr.•· 1 0 D A iE Anınıe İdaresi De r gisi, Cill 10. No. 6. Ankara. 1977, s. 1'19.
169
İstanbul'da imalat sanayiinde 1985 yılında uygulanan kapsamlı bir ankete göre, anket kapsamındakilerin yüzde 34,9' u n un babalRrı ücretlidir (yüzde 10,3'ü rnnayide düz i şçi; y üzde 3,l'i tarım işçisi; yüzde l,8'i bürokrat memur; y ü zde J ,7'si kamu kesiminde düz i şç i; yüzde l ,3'ü hizmetler sek tör ünde hünerli e le man ; yüzde l,O'i imalat san ay iinde teknisyen ) . Çalı şanl arın yüzde 39,S'unun ba bası çiftçi, yüzde 7 .6's ının babası esna f ve küçük ticaretle uğra şan , yüzde 0,3'ünün babası ise kendi mesleğinde serbest çalışan ki ş il erdir. 1 ~·
Ucretlilerin İ şteki Görevi
om
B.
w w
.s
ol
ya yi n. c
Y u karıda kullanılan nüfus say ım ı son u çlarında ücretli olarak göz ükenler i şyerlerinden aldıkları ücret karşılığ ı çalışmaktadırlar. Sosyal Sigortalar Kurumu verilerinde sigortalı olarak göz ükenler de , ücretli olarak çalışan lar içinde Sosyal Sigortalar Kurumu'na prim ödeyenlerdir. Ancak h er iki veri dizisi içinde de, işyerinde yönetici durumunda olan ve çalışmaları üretim sürecinin teknik yanıyla bağlantısız kişiler bulunmaktadır. Bu kişiler. ücr et karşı l ıgı çalışmalarına ve SSK'na prim ödemelerine karşın, diger ücretliler den ayrı ol a rak değerlendirilmesi gereken bir kesimdir. 1980 yılı nüfus sayımı so nuçların a göre, k a mu kesimi ve özel kesimde ücret karşılığı ça lı şanlardan 84 bin erkek ve 7 bin kadın üst düzey yönet.ici, ticarette 20 b in dolayında müdür ve kendi i şi n de çalı şı rken ücret a lan girişimci, tarım i şletmelerinde 1000 dola yında yönetici ve d iğer alan larda 18 bin dolayında yönetici sayısı nın araştırmamız açısından topla m ücretl i say ısından düşü rülmesi ge re klid ir. ı ı;
C.
Ücretli Verilerin de Gözükmeyenler
w
İstatistikl e rde ücretli olarak gözükmemesine karşın gerçekte ü cretli ya d a yarı-işçi olan çok sayıda kişi de vardır. Ancak bunların sayıları konusunda g üvenilir veri bulunmamaktadır. Türkiye'de eve iş ve rme sistem i son yıllarda yaygınlaşmakta dır . 1986 Yı lı Programı·ncla bu uygulamanın daha da yaygınla ştırı15) Erbesler Ayfer, · istanbul'da imalat Sanayii İşgücü nün !<ökc n i ve Egitinı Yap ı sı ,» MPM Verim lilik. Cilt 11, No. 2, 1905/ 2. ilu lwnuda öncü n itelikte bir çal ışma için bkr. Arı , Oğ uz, Ankara ve İstan bul'da İm alat Sanayii İşçilerinin UyLLmu v e Sanayi ile Bütünleşmesi, Boğaı
içi Üniv. Yay., No. 145, !st. 1978. 16) DİE ,
i70
1980 Nüfus Sayımı, s. 100 - 103.
w
w
w .s
ol ya
yi n.
co m
lacağı belirtilmektedir. E·"e iş venne sistemiyle çalışanlar genellikle kadınlar, yaşlılar, çocuklar Ye erkek işsizlerdir. Birçok işçi için eve iş verme sistemi ikinci bir gelir kaynağı işlevi görmek tedir. Bu koşullarda çalışanların çalışma süreleri uzu n, ücretleri düşüktür. İş ycrleri evleridir. Bu nedenle evlerde, diğer üreticilerden uzakta, iş çilik bilincinin kolay kolay gelişemeyece[ji bir ortamdadır1ar. İşve ren karşısında ya lnızdırlar. Bazı uygule.malarda üretim aracı işve r enin dir. Bazı malların üretiminde ise üretici üretim aracının sahibidir, ancak hammaddelerin sağlanm ası ve üretilen ürünün pazarlanması açı sından bir işveren e bağımiıdır. Bu sistem, ücretlilik bilincinin gelişmesinin ön emli engellerinden biridir. Sümerbank'ın el tezgahlarında halı dokut·t urmasında da benzer bir durum söz konusudur. Binlerce köylü, Sümerbank'ın verdiği girdileri kendi tezgahlarında S üm erbank'ın verdi ği modellere göre dokuyarak halı üretir ve atılan ilmik sayısına göre bir ücret alır. Bu insanlar üretim araçlarının Ow.lı tezgahı nın) sahibidir. Bu tezgahın alınmasında Sümerbank yardımcı olmuştur. Ancak bu üreticiler Sümerbank'ın dolaylı işçisi durumundadırlar. Türkiye'de yürürlükteki çalışma mevzuatına göre, ev e i ş verme sistemiyle çalışanlar «işçi» değildir. Bu kişilerin hizmet akdiyle değil, bir işin üstlenilip yapılmasını içeren «istisn a a kdiyle» çalış tıkları kabul edilir. 1 7 İstisna a k d iyl e çal ı ş·tığı kabul edilerek işçi statüsünün dışında tutulan ve çalışma mevzuatının işçiyi koruyucu hükümlerinin dışı na itilen diğer önemli bir kesim de, ormanlarda ağaç k esimin de çalışan işçilerdir. Bu işçiler genellikle kendi balta ve testerele.r in i kullanarak, Orman İd aresi 'nden götürü i ş a lırlar. Birbirlerinden ayrı yerlerde ağaçları kesip, dallarını temizleyip, belirli me.rkezlere taşırlar. Her yıl onbinlerce orman köylüsü gerçek birer üretici ücretli olarak çalışırken, k endilerine «bağıms ız çalışan» mu amelesi yapı lır. Bu mülksü zleşm iş ü retici ücretliler arasın da sın ıf bilinci geri düzeylerdedir ve gelişimi de yavaştır. Hamallar da ücretliler arasında özel bir kesim oluşturur. Bunlar s ürekli işçidirl er, ancak işverenlerle il işkil eri b eli rli bir işi n yapılması süresi ile sınırlıdır. Aynen tarımda geçic i sürelede işlerde çalışan sürekli i şçiler gibi bir ilişki içindeclirisr. Türkiye'de kırsal kesimde mül ksüzl eşme sürecinin tam anlamıyla sonu çlanmaması, az topraklı köylülüi?;ün yaygınlığı ve bir kı sım k üçük ü reticinin tarımda işgücü gerelnniyen dönemlerde diğer
17l Eve iş verme konusunda daha geniş bilgi için bkz. Koç, Y!ldırıın. · Eve Verme. İ şçiler ve Sendika lar, • Bilim ve Sanot . No. 2:ı . Kas ım l9P.2.
h
171
D.
Ücretlilerin Sektörlere Dagılımı
co m
se ktörlerde çalısm'ly<\ h,v ır oiması g ibi necienlcrle, ~,.arı-işçilerın geçici işlerde çalışmaları son derece yaygındır. Geçici işçilik birçok i~,si:z. için ele iş olana 3'J olmakt adır. Türkiye'de geç ici işçilik e n fazın. inşaat ve tarını sektörleri nd e yaygındır. Ancak tuğla-l<ireıni t üretiminde, T. C. Devlet Demi ryolları İşletmesinde. Şeker Fabrik?.larında, enerji işkolunda, orman yollan yapımında ve turizm i ş ko !unda da geçici işçilik söz l{onusudur. Türkiye'de ücretlilerin duı umu incelenirken, ürEtken bir çalış ma içinde olup, ögrenci stEitüsünde sayı l an endüstri meslek lisesi öğrencileri de hesaba katılmalıdı,r. Ayrıca, hapishanelerdeki döner sermaye işl etmele rinde de küçümse nmeyecek miktarda deger ü retilmektedir. Bu işlerde çalıştırılan tutuklular da özel bir nitelikle ücretlidir.
w
w
w
.s
ol ya
yi
n.
Üretimde kullanılan teknoloji , üretim sürccının niteliği, üretim biriminin yeri, işyerinde işçi yoğunluğu, işin vasıf gereksinimi ve benzeri başka etmenlere bağlı olarak, çeşi'bli sektörlerde istihdam edilen ücretlilerin niteliği ve bu in sanların genel davranışları birbirinden farklıdır. Sanırım en büyük fark, tarım ile imalat sanayii arasındadır. Tarımda insan doğa ile içiçe bir üretimde bulunur. İnsan, doğan ı n kullanım değeri üretme kapasites ini denetler, biçimle ndirir, gelişti ı ir. Tarımsa l üretımde kullanılan tekno!oji ııe kadar ger·iyse , üretim sü r€cindc insanın rolü o k adar bağımlıdır. Bu ise tıtrımda kaclerciligin yaygın olmasının anu ı~ ecleni ve dayana.~ıclır. Sulama, verimlilik, zararlı böceklerden koruma g ibi konuiarda do.11,anın kendi iç meka niz mn l e.rın a bağımlı elan i nsanların k a clcrcilikleri kaçınıl mazdır. İmala t sanayiincle ise durum tümüyle farklıdır. Üreten, hamm a dde nin biçimlerini degiştircn ~ümüyle insan emeğidir. Ya canl ı emektir, ya da makinelerd e veya otomatik s üreçlerdeki ölü emektir. imalaL sanayiindeki üretim süreci kaderciliği yeniden üretmez. Ücretlileri bir bütün olarak ele alırken, Türküye'de yukarıd:'.. el e alınan e tmenl er açısından bazı genel özelliklere dikkati çekmek gf;reklidir. Gerç\'lüe bu bölümlerin her bir i ayn bir çalışmanın kon usu olacak kadar kapse. mlıdır. Burada ele alınacak özellikler yal nıl'ca genellemelerdir. ı.
Tannı
Scktöri.incl0 Ucretlile r
Türkiye'de ücrctıi emeg in ilk gcli şt.igi sektörlerden biri tarım s0 kt örüd ür. Osnıanlt İmpa ratorluğu döneminde ücretli i şçi istih 172
dam eden büyük çiftliklerin varlığı bilinmektedir. Çukurova ise üc retli işçilerin çalışma ilişk i l erin in düzenlendiği ilk bölgelerden biridir. Ondokuzuncu yüzyılın başlarında Mehmet Ali Paşa'mn oğlu İbrahim Paşa'n m Çukurova bölgesinde yerleşti rdiği bazı u ygulamalar bug ün bile yürürlüktedir .1 H Türki ye'de tarım işçi l erinin say ı s ı konusunda çel i şi k rak a mlar bu l unm aktad ı r.
Türkiye'de çok
bal ıkçılık
değildi r.
Tanm
i şçi si
ya yi
talarından kaynaklanmaktadır.
n.
co
m
1962 - 1969 dö n eminde Türkiye 'nin bütün illerinde uyg ul a nan köy envanter etüdleri sonuçlarına göre, J .268.274 topraksız çiftçi ailesi vardı. Bunların l.175.159'u tarım işçi s i oldugunu bildirmişti. Diğerleri ise ortakç ı v e kiracıydı. 1 " Kırsal alanlarda topraksız köylülerden ücretli işçi olarak çalı şanlar ya tarı m işçiliği yapmaktad ır , yG. da orman işçiliği . 1970 y: lında y apılan nüfus sayımı sonuçlarına göre, tarım-or man-balı kçılık işkolunda 602 bin ü cretli vardır. 1975 yılı nüfus sayı mına göre bu sayı 1 milyon 21 bin oldu. 1980 yılında ise 589 bin e dü~tü . Üç sayımda ralrnmlardak i bu büyük oynama, ge r çek yaşa mın verilere yansıması değil, nüfus sayımla rı n ın özellikleri ve h a sişkolunda
istihdam
edilen ücretli
sayısı
o la r ak çalışanların sayıs! konusunda en kapsa m lı ve İşçi Bul ma Ku ;·urnu tarafından yapı lmı ştı r ve ne ya7. ı k ki , yeterince d eğerlend irilm emi ş ti r. iş ve İ şçi Bulma Kurumu, 1G70 ve 1074 yıliarında Mevsimlik Toplu İ şç! İstihdam rrc hber l eri~.ı yayınla ndı. Bu araşt ırmalard a, U~ rımda m evsimlik işç i çalışan bütün bölgeler, yapılan işin niteligi., işe be.şJ ama ve iş i n biti ş Larihle ri , ça l ışan işçi s ayt sı, başka bölge. !erden gelen işçi say ıs ı ve eski işçi ça lı ştırma oranları g~ bi konu l aı- da ayrıntılı veri s unulrn akt9.dır. Bu axaştırmalar, bu tarihlerde yakl aşık 800 bin dolayında k i şinin tarım işletmelerinde ücretli olarak
w
w
.s ol
L raştırma, İş
w
L8l Aksoy Suat, Tarımda İş Hu kııku, Tür!{ Zirai Ekonom i Derneği Yay. No. ı. Ankara, 1969. Bu çok degerl i çalışma , işçi hareke ti tarihi konusunda çalışan larca yeterince değerlendirilmemişt i ı-. 19) Köy Envanter Etüdieri önce her i l bir kitap o la rak yayınl a ndı. İll eri n tüm ünün bitmesi ne az kala, çeşitli 5 a kın calar ileri sür ülerek. yayımı durduruldu. 1971 yılında Ankara 'claki AID'den tüm illerin s onuçl a rını kapsay a n Jrnpsamlı bir çizelge temin etmişti m . Ve r iler buradr n a lınmı ştır. 20) İ ş ve İ şçi Bu l ın oı Kurumu Mf?v:;iml i h Toplu İşçi İsl ilıc/e; nı Re hb eri ( ı J Y<ıy No. G6, Ankara. 1970. İ ş ve İ şç i Bulma K urumu ıi ieı ·:;iınlil~ Top::ı İsçi is t ihc!cın ı Her. beri ( ı i . Y,ıy . No. ı ıo, Ankara. 1974. 17 3
çalıştığını
göstermektedir. Ancak b'..lnların ne kadarının tümüyle ne kadarının ise yarı - işçi niteliğinde olduğuna ilişkin bilgi yokbur. Çok kaba bir tahminle, Türkiye'de tarım işçisi olarak çalışan 500 - 600 bin dolayında mülksüzleşmiş ücretlinin, 400 - 500 bin dolayında da yarı - mülksüzleşmiş köylünün bulunduğu söylenebilir. Tarım i şç ileri incelenirken bir konuda dikkatli olmak gerekir. Türkiye tarımında ücretli ile işveren arasındaki ilişki genellikle geçici niteliktedir. Tarımsa l üretimin tüm yıl boyu i st ihdamı gerekli kılacak biçimde planlanamaması ve doğal koşullara aşırı bağımlılık nedeniyle, kısa sürel i istihda m esastır. Ancak bu uygulama, geçici istihdam ile geçici işçiliğin karıştırılmasına neden olmamalıdır. Tarım işçilerinin önemli bir bölümü için tek geçim kaynağı ücretliliktir. Anca k işyerlerinin sürek! i olarak değiştirilmesi, geçici i.şçilik gibi bir görünüm yaratabilir. Bu insanlar geçici sürele,rle değil, süreldi işçilik yapmaktadırlar. Ancak tarımdaki teknoloji gereği, bir işveren tarafından istihdam edilme süresi kı sadır. Türkiye'de h ayvancılık alanında çogdaş işletmelerin yeterli sayıda bulunmama sı neden iy le, bütün yıl boyu s üren bir iş olan hayvancılık ta ücretli işçiilk yaygınlaşmamıştır. Tarım işç isi tüm ailesiyle bidikte çalı ş ır. Gezginci niteliği önemlidir. Yılın belirli aylarında kazandığıyla bütün yıl geçinmek durumundadır. İşveren ile arasındaki ili şki kısa sürelidir. Bir sonraki iş döneminde aynı işverenin yan ında çalışabilir de, çalışmayabi lir de. İşçiler arasında aynı köyden olma önemli bir bağdır. i ş çi ile i şveren arasında bir aracı kademe vardır (yörelere göre bu aracının adı elci, dayıbaşı , boladur, dragoman, kahya, çavuş veya başcıl olabilir). Bunlar genellikle işçiye hakimdir. Onu çeşitli biçimlerde (borç ven~rek, iş bularak, vb.l kendisine bağlamıştır. Ücret genellikle zamana gör e değil, yapılan işe göre ödenir. Yı lın ancak belirli sürelerinde gelir getirici bir işte çalışan bu kişi ler, mümkün olan en kısa sürede en fazla ücreti alabilmek için çok yoğun bir tempo ile ve dinlenmek için mümkün olduğunca az zaman «harcayarak » çalışı.rlar. Geçici sürelerle işçilik eden yan-
w
w
w
.s
ol y
ay
in .
co
m
mülksüzleşmiş işçi,
işçilerle
mülksüzleşmiş
işçilerin
aynı
işyerlerinde
çalışması
işçilik
bilincinin yerle şmes ini zorl aştıran etmenlerden biridir. Orman köylerinde yaşayan insa nlar için de benzer sorunlar söz konu sudur. Bu bölgelerde ekilebilir toprak azdır. Hayvancılık ve gurbetçilik ana geçim kaynağıdır. Köylerin önemli bir bölümü ise yılın belirli dönemlerinde orman yolu yapımında ve ormandan ağaç kesme işlerind e çalışırlar. Bu iş de y ılın belirli ay l arına özgüdür. Mülk174
süzleşmiş
ücretlilerle yarı-işçi niteliğindeki insanlar bir arada çalı kesme , dallarını temizleme ve taşıma işi götürü olarak verilir. Orman İdaresi ile üretici arasındaki ilişki görünüşte hizmet akdi değil, "vahidi fiyat ,, sistemine dayalı bir istisna akdidir. Ağaç lar dağınıktır. Toplu çalışma yoktur. Parça başı ücret ödenir. i ş bulunabilen sürelerde son derece yoğun bir tempoyla çalışılır. Tarım ve orman işçiliği ayrıntılı olarak incelenmesi gereken bir konudur. Ancak çok özetle şu söy lenebilir: Çok yoksul olmalarına karşın, yukarıda e le alınan etmenler nedeniyle bu işkolunda ücretli işçiler kendi yaşam koşullarını belirlemede ve toplumsal yaşam da, diğer işkollarına göre çok az etkili olmuşlardır. Türkiye'deki tarım ve orman işçilerini, en gelişkin biçimiyle Lalin Amerika'mıı bazı ülkelerinde gördüğümüz, özellikle ihracata dönük tarım plantasyonlarındaki plantasyon işçileriyle lcarşılaştırmamak ge rekir. 2.
Madencilik Sektöründe ücretliler
n. c
om
şır. Ağaç
w
w
w
.s
ol ya
yi
1970 yılı nüfus sayımı sonuç larına göre, Türkiye 'de madencilik ve 'kış ocakçıliğı sektöründe J08 bin ücreLli vardı. 1975 yılında bu sayı 111 bin ve 1980 yılında da 129 bin oldu. Bu işçilerin yak laşık yüzde 80'i kamu kesiminde çal ış ı yord u. Madenler genellikle kentlerin dışındadır. Maden kentleri oldu ı:,unda b ile, kırsa l a lanlarda yaşa mını sürdürerek . madenlerde çal ışan çok sayıda ücretli bulunur. Türkiye'de işç i istihdamı açısından en önemli madencilik bölgesi Zonguldak'tır. Eski ad ıyla Türkiye Kömür İ ş l etmeleri Eregli Kömür İşletmesi Müessesesi, yeni adıyla da Türkiye Taşkömürü İş letmes i, yaklaşık 50 bin maden işç i sini n i şvereni durumundadır. Ancak burada da, «hukuksal tanımlar,, ile s ınıfsa l tanımlar arasında bir çelişki söz konusudur. Maden işçileri i şvere n ile bir hizmet akdi yapmışl ardır. Bu anlamda « i şçi,,di rler. Ancak işçilerinin, özellikle de kamu kuruluşla rının madenlerinde istihdam edilen lerinin, önemli bir bölümü henüz mülksüzleşmemiştir. Belki aksine bir s üreçten de söz edilebilir. Mülksüzleşme ile ilg ili bölümde, Zonguldak'taki gruplu maden işçi leri arasında yapılan bir anketin son uçları ele alınmıştı. Kamu kesiminde maden ocaklarında ücretli olarak ça lı şmak, köyde toprak sa tın almaıa bile sağlayabilir. Türkiye'de özel sektöre ait madenlerde çalışanl ann toprak mülkiyetiyle ilişkileri konusunda yapılmış bildi ğ im bir araştırma yok. Özel sektöre ait madenlerde çalışma koşu lları çok dah a zor, tehlike 175
daha yüksek, ücretler daha düşüktür. Bu nedenle, zorunlu olma~ıa nlar kolay kolay bu madenlerde çalışmaz. Sanırım, özel sektör e ait madenlerde çalışan « i şçil erin .. çoğu mülksüzleşmiş ücretlilerdir. Anca k köy yaşa ntısı, toplumsal hareketlilikt€n uzaklık, geri teknolojinin yara ttığı k adercilik, kamu k esiminde işveren devletin paternalist uygulamaları, maden i şçilerinin de toplumsal yaşamdaki etkilerinin kısıtlı olma s ın a yol açmıştır. İ nıalat Sanayiinde Ücretliler
"J .
imalat sanayiinde ücretli olarak çalışan çok b ü yü k b ir bölümünün mülksüzleşmiş i şçil er ol du ğunu gösteriyor . Bu kişiler in köyleriyle ve dolayısıyla toprakla bağlan g iderek kopmaktadır. Geçmiş on yıllarda k öyden g elen yiyecek miktarı g iderek azalma ktadır. Mülksüzleşme bölümünde ele alın d ı ğı gibi, kentsel işgücü içinde ü cret dışı geliri olan ücretliler çok küçük bir
ay in .c
a zırılık oluşturmaktadır .
om
Yapılan araştırma l ar,
ların
w
w
w
.s o
ly
1970 yıl ında yapı lan nüfus sayımına göre, imalat sanayiinde 831 bin ücretli vardı. l975 yı lı n.da bu say ı l milyon 66 bin ve 1980 yılın da da 1 milyon 500 bin oldu . İmalat sanayiinde çalışan ü cret lilerin sayısındaki bu artışın Türkiye'de endüs trileşme süreci n in hız lanmasının sonucu olduğu açı ktır . İmalat san ayiinde ücre tli o larak çalı şan ların önemli bir böl ümü, 10 ve d a h a fa zla sayıd a ki ş inin çal ıştığı işyerlerinde is tihd a m ediliyordu. Devle'u İs tatistik Ens titü s ü'nün her yıl yaptığı yıllık imalat san ayi anketleri s onu ç l arı n a göre, 1979 yılında 10 ve daha fazla s ay ı d a ki şinin çalı ~ tığ1 işyerlerinde is tihdam edilenlerin sayı sı 786 bindi. 1982 yılında ise 837 bine çı ktı. 1983 y ılınd a 25 ve daha fazla sayıd a kişinin çalıştığı işyerlerinde istihdam edilenlerin sayısı ise 800 bin oldu Y1 Bir ülkede ima lat sa n ayiinde ü cretlile.r in yapı sı ve dinamiğini incelerken, gözönünde bulundurulması gereke n değişkanlarden biri , ülkedeki endüstrileşme sürecinin özellikleridir. Ülke, kapita list ilkel (temel) birikim sürecini hızla yaşamak ve hızla endüstril eşmek çabasındaysa., işverenlerin ve hükümetlerin i ş çilere ve işçi hareketine tavrı buna uygun olarak gelişir. Enr'!ii strileşmede ithal ikameci politikalar izleniyorsa ve ülkede geni ş leme potan siyeli olan bir iç pazar mevcutsa, durum farklıdır. Ama 2ll DİE, 1985 İstatistil~ Yı/lıgı, Ankara, 1985.
176
eğer
uluslararası
alanda işgücü maliyetinin düşüklüğü önem kave yeni bir uluslararası işbölümü çerçevesinde, ülke ihracata dönük bir sanayileşme görevini üstlenmişse, işçi!ere karşı tavrı temelden değişiktir. Diğer bir deyişle, imalat sanayiinde ücretlilerin niteliklerine iliş kin olarak yapılan degerlendirmeler, endüstrileşmenin içinde bul unduğu aşamaya, endüstrileşme sürecinde izlenen yola ve uluslararası işbölümünde üstlenilen rol ve görevlere göre önemli değişik likler gösterir. Bugün Türkiye'de, ithal ikameci endüstrileşmeden, ihracata dönük bir ekonomik yapıya ve ul uslararası işbö l ümünde yeni rollere geçişle birlikte, ücretlilere karşı işverenlerin ve hükü metin aldıgı tavırda önemli bir değişikliği yaşıyoruz. Bu değişi ldik, özellikle imalat sanayiincleki ücretlilerin bu çalışmada ele alınan maddi niteliklerinde önemli bir değişiklik yaratmadan, gelirleri ve çalışma koşullarını etkiliyor. Bu da, on ların işverenlere ve hükümetlere karşı olan tavrını değ i ştir i yor.
n. c
om
zanıyorsa
1970
yılında
yi
4. Elektrik - Gaz - Su Sektöründeki Ücretliler
bu sekLürde, Türkiye Elektrik Kurumu, Devlet Su
ol ya
İşleri, Elektrik İşleri Etücl İdaresi, Çukurova Elektrik T.A.Ş . ve İller
15 bin ücretli çalışıyordu. J 975 yılında bu sayı 19 bine, da 33 bine çıktı. Bu sclctördeki çalışma koşulları ve iş ilişkileri, imalat sanayiindeki gibidir.
Bankası'nd a
1980
yılında
İnşaat ve Bay ın dırlık Sektöründe Ücretliler
w
5.
.s
çi-işveren
Türkiye'de en fazla ücretlinin çalıştığı sektörlerden biri de, inve bayındırlıktır. 1!)70 yılı nüfus say ımı s onuçlarına göre, bu sektörde çalışanların sayısı 414 bindi. 1975 yılında 163 bin ve J 9UO yılında 709 bin oldu. Türkiye'de kentleşme s ürecine koşut olarak, konut gereksinimi art.ti. Diğer taraftan, yol ve baraj g ibi temel a ltyapı yatırımlarının ülkede iç-pazarı n ge nişlemesinde ve üretimin istikrarlı bir biç:mcle artırılmasındaki önemli rnlü, bu alanlardak i yatırımları ve işçi is-
w
w
şaat
tihdamını artırdı.
Konut üretiminin imalat sanayiindeki üretim sürecinden farkbir niteliği vardır. İşyeri sürekli olarak değ i şir. Ayrıca, konut üretiminde çeşitli aşamalarda işçi grupları birbirinden ayrı olarak i']yerinde çalışır. Geleneksel telrnolojilerlo konut üretiminde vasıfsız i şç i kullanımı önemli miktardadır. Üret.im süreci hava koşullarına
lı
177
bağlıdır.
olarak, konut üretiminde çalı ile imalat sa nayii işçileri arasında bir konumdadırlar . Kırsa l bölgelerden gurbete çıkanların yaygın olarak çalıştığı alan inşaat sektörü ve özellikle de konut üretimidir. Bu geçici istihdam, işçi ler arasında çeş i tli yan lı ş eği limle ri doğurur. Kı sa dönemli çıkarlar bazı dur umla rda ön pl ana geçer. İş bulunabilen kısa süre içinde mümkün olduğunca fazla para kazanabilmek için, i şçi hareketinin kazanımları kenara iti lir. İ şçilerin önemli bir bölümü, vergi ve sigorta primi k es in tilerinden kurtu labilmek için kaçak çalışmayı kabul eder. Gün lük çalışma süreleri genellikle normalin üstündedir. İnşaat mevsiminde hafta tatili ve genel tatillerde çalışma son derece yaygındır. Bu özellikler, sendikalaşma eğiliminin düşüklüğ ün e yol açar. imalat san ayiinde büyük işyerlerinde çalışan işçilerin hem e n hem en tümü se ndikalı yken , inşaat işkolunda özel sektör i şyerlerinde sen dikalaşma oranı çok dü şüktü r. Anca k tarım sek törünün de üstündedir. Son yıllard a inşaat sektöründe se; maye birikiminin ve merkezileşmenin hızlanması ve toplu konut üretim inin ön plana çıkma sıyla birlikte, çağdaş tekno lojiler de kul la nılmaya başlandı. Bu gelişime koşut olarak, in şaat sektöründe özellikle konut üretiminde çalışan işçiler giderek imalat sanayii işçilerine ben zemeye başlaya Bütün bu niteliklerine
bağlı
ay
in .c o
m
şa n işçiler, çeşitli açı larda n , tarım -orman
ol y
cak tır .~2
w
w
w
.s
Bayındırlık hizmetleri a l anın da ise k a mu kesimi ağırlıkta dı r. Ancak altyapı ya tırımla rının in şaat sürecinde özel sektör e tkinli ğ i ni artırmak tadır. Özel sektörün al tyapı inşaaLlarını ge rçekleştirdiği durumlarda sen d ikal aşma oranı düşmektedir. Kamu kesiminde bayındırl ı k hizm e tlerinin yür ütülmesinde çalışa n i şçile r ise hemen hemen tümüyle sendi ka lıdır. Muh afazakar hükümctlerin bütün dünyada uyg u ladığı politika lardan biri, bug üne kadar devlet ya da diğer kamu birimleri tarafından yürütülen bayındırlık işlerinin özel sektöre devridir. Bugün Türkiye'de de bu uygulama g ündemdedir. Önümüzdeki aylarda bu pol i tikanın yaygınl aştırıl arak hayata geçirilmesi, bu sek törün yapı s ında ve işçi-işveren il işk i l erinde önemli değişikliklere yol açacaktır . İnşaat i şçileri, özell ikle büyuk yat.ırım dönemlerinde, işçi harek e tinde önemli olaylar yarat tılar ( L974 İskenderun Demir Çelik olayları bunların e n önemlilerindendir). Ancak bunlar k al ıcı olmadı , güçlü bi.ı:- örgütlenmeye dönüşmedi . İnşaat üretiminin n ite li-
22) Bu konuda d aha geniş bilgi için bk L. Koç, Yıldırım ... Konut Üretiminde İşçi ler,• TMMOB İnşaat Mü hendisler i Odası , !<.onul Kurultayı, 16, 17, 18 Nıscın 1982, s. 323 - 336, Ankara, 1982.
178
ği,
birçok yan-işçi için geçici bir ek kazanç birçok kişinin imalat sanayiinde iş çiliğe geçişte inşaat işçiliğini geçici bir dönem olarak görmesi ile i şyerinde ve işkolunda işçi devrinin yüksek olması gibi nedenlerle, bu sektördeki işçiler imalat sanayii işçilerinden farklıdır. Ancak, bu sektörde çalışan işçiler ve yarı -işçilerin kırsal alanlarla bağları nın sürmesi, bu kişilerin kırsal alanlara yeni düşünce ve davranıcı lan taşıyan bir unsur olmasına da yol açmaktadır . bu alandaki
kapısı
6.
çalışmanın
olması, mülksüzleşmiş
Hizmetler Sektöründeki Ücretliler
m
Toptan ve perakende tica.ret, lokanta ve otellerde, ulaştırma, ve depolamada, mali kurumlar, sigorta, taşınmaz mallara ait i ş ler ve kurumlarda, toplum hi7melleri, sosyal ve kişisel hizmetlerde çalışan ücretlilerin sayısı 1980 y ıl ında 3 milyon 118 bin clolayrndaydı. Bu alanda birimler genellikle küçüktür. Ancak ulaş tırmada T. C. Devlet D e miryolları, mali kurumlarda ise bankalar, önemli sayı da ücretliyi bir arada bulundurur. T. C. Devlet Demi ryolları ' nda 1984 yılında 64.964 kiş i (27.943 memur ve 37.021 işçi) çalışıyordu.~:; 1984 y ılı sonunda kamu bankaları ile özel banka larda çalışanların sayısı ise 141 .974 idi.~ Dikkat edileceği gibi , ekonominin çeşitli sektörlerinin üretim açısından farklı nitelikleri, bu alanlarda istihdam edilen ücretlilerin ücretli olarak farklı davranı ş lar içine girmesine neden olmaktadır. Sektörler arasında var olan farklar, aynı sektör içinde de g örülmektedir. işyeri nin yeri , kamu kes imi ile öze l kesim. büyük iş y erle r i ile küçük işyerle ri, y e rli s ermaye ile yabancı sermaye, işy erinin büyüklüğü gibi etmenle r ve bunlarla bağlantılı olarak kullanıl a n teknoloji, aynı sektör ve hatta aynı malın üretiminde bile ücretli leri fa rklı davranışlara itmektedir. Bu farkla r diğer bölümlerde sektör fnrlcı gözetilmak s izin ay rıca ele alın acaktır. Bir ülkede ücre tlil erin toplum s al yaşamda ağı rlıklarını ar tıra b ilme leri için, yalnı zca ücre tlile rin sa yı s ının a rtışı yeterli değildir. E le alınan ve alın acak di ğer etmenlerin de rolü büyüktür.
ya yi
n.
co
haberleşme
w
w
w
.s ol
1
E.
Ücretliler ve İşçi Sınıfı !Üretke n Emek, Üretken Olmayan Em ek)
Türkiye'de yeterince tartı şılmayan konulardan biri , üretke n emek ile üretken olmaya n em ektir. Bu kavramlar tartışılmayınca 2:3)
DİE. 1985 is ta tistil~ Y.llıgı, Anl<t.ıa, 1985.
24) Türkiye Banka lar Birli ğ i , Hesap ları,
T eşll ilcıt,
Banlrn l a rıını zın
1981 Sonu Bilanço, Kar ve Zarar
Mevd uat v e Kreclileri ll a l~h ın clıı B il:;; i !eı, Ankara, 1985.
179
in .c
om
ve açılmayınca, ücretliler ile işçi s ınıfı kavramları da muğlakla~ makta ve genellikle i şçi sınıfı kavramı tüm ücretlileri kapsayacak biçimde kull anılmaktadır. Ücret·li kavramı ile çizdiğimiz çerçeve, mülksüzleşmiş ve ana geçim kayn ağı, başkasına ait bir işyerinde ya da başkasına ait üretim araçlarını kullanarak çalı ş ma karşılı ğ t aldığı ücret olan kişiyi içermektedir. Ancak her ücretli, deger yaratmaz; ya da, emeğini bir maddi ürün içinde billurlaştırmaz. En genel tanım olarak, maddi ürün üretiminde çalışan ücretlileri işçi s ını fı olarak tanımlaya biliriz. Diğer bir deyişle, mülksüzle şmiş olmak ve başkası için çalışma karşılığında alınan gelirle geçinmek, işçi sın ıfı içinde yer al mak için gerekli, ancak yetersiz bir koşuldur. Bu kişi ancak aynı zamanda maddi ürün üretiminde yer alıyorsa, dar anlamı ile işçi sınıfına dahil olur. Buna göre, dar tanımıyla i şç i sınıfı, ücretlilerin ancak bir bölümüdür. Bu çalışmanın başlığının da «İşçi Sınıfının Maddi Durumu » olmamasının nedeni bu ayrımdır. Maddi ürün üretimi kavramı genellikle sanıldığından daha kar maşıktır.
ol
ya y
Bir yaklaşım, maddi ürün üreLimincle çalışmayı «mavi yakalı işçi,,, «bedeniyle çalışan işçi» ya da doğrudan üretimde çalışan işçi kavramı ile özdeşleştirmektedir. Bu ha ta lıdır. Üretim sürecinin kollektifleşmesiyle birlikle kafa ve kol emeği bütürı.lü güyle bir kollektif işçi oluşur 2 ~. Üretim sürecine kafası yla ka tk ıda bulunanlar ile kol gücüyle ya da her ikisiyle katkıda bulunanlar arasında bir ay-
w
w
w
.s
25) · İnsan tek başına lwndi beyninin kontrolu alt ındaki kendi kaslarının etkinliği olmaksı.:ın doga üi'erindc çalışama.r. Doganın sisteminde oldugu gibi, nasıl kafa ve el birbirine aitse, e me k sü reci nde de .dhin çalışması ve el çalışması birleşiktir. Daha sonra birbirlerinden ayrılıı"lar, hem de biı·birinin öldüresiye duşmanı olacak kadar. Ccnel oturak söylemek gerekirse, ürün, lok bir üreticinin doğrud an ürünü olmaktan. toplumsal bir urünc. bir koll eklif işçinin ortak ürününe, diğer biı· deyişle. bireysel ogcleri şu ya da bu ölçüde emeğin nesnesinin işlenm e sü reci ne uyan bir çalışan personel bütünlüğünün ürününe dönüşür. Eme k sürecinin işbirlikçi Cortaklaşacıl n iteliğ i yaygın l n!) tıkça üretken emek ve üretken cmefti gerçoklcşli ren ld şi. yani ü retken i şı;, i kavramında da buna bağlı bir ge ni ş leme kaçınılmuL o larak ortaya çı kar. Üretken olarak çalışmak için işçinin kendi elleriyl e iş yapan biri olması artık gerekmez. Kolleklif i şç inin bir organı Cöge5il olması, kollel<tif işçinin ikincil işlevlerind en birini yerine getirmesi yeterlidır. Üretken çalışmaya ili5kin olarak yukarıda belirtilen ve maddi ürnlimin dogasından türetilen a na tanım, bir bütün olarak ele alınan kollcktif ı şçi içinde do geçerliliğini sür~k li olarak korur. • CMarx, Capital l, s. 551 - 552, Everyman's Library, 1968).
180
rım
yapılamaz. Yapılacak ayrım ,
w
w
w
.s
ol ya
yi
n. c
om
üretimin teknik örgütlenmesi ile üretimin kapitalist örgütlenmesi arasındak i farktır. Ustabaşının görevinin bir bölümü üretimin teknik açıdan gerektiği biçimde sürdürülebilmesinin sağlanmasıdır. Ustabaşı bu yanıyla üretken emeğin ve işyerindeki kollekt if işçinin bir parçasıd ır. Ancak ustabaşının diğer işlevi, işyerinde işçilerin gereken biçimde ve disiplinle çal ı ş masının sağlanmasıdır; i şçilere gözkulak olunmasıdır. Bu işlev ise üretim sürecinin dışında, üretim araçlarıyla doğrudan üreticiler arasındaki ilişkinin kapitalist nit-eliginden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle bu. faaliyet üretken olmayan bir faaliyettir. Bu açıdan yaklaştığımızda, kapitalist bir ülkede, tarım - orman cılık ve balıkçılık, madencilik - taşçılık, imalat sanayii, inşaat, elektrik - gaz - su üretiminin tümünde maddi ürün üretilmektedir. Taşımacılık ve ilet.i şim sek törlerindeki faaliyetin önemli bir bölümü ise üretilen ürünlerin ve girdilerin taşınmasına ve üretimin sürmesine ili şk indir ve bu nedenle de, tüm ekonomi düzeyinde bir kollektif üretimin parçalarıdır. Ayrıca proje - plan, makine tamir - bakım, işyeri temizleme işleri de üretken çalışmadır. Ancak, yukarıda belirlenen üretken sektörlerde (maddi ürün üretimine doğrudan ya da dolaylı katılan sektörlerde) çalışan herkes üretken bir çalışma içinde değildir. Üretken sektörlerde olmasına karşın üretimin teknik ör gütlenmesine katılmayan birçok kişi, üretken değildir. Örneğin, bir fabrikada büroda plan - proje çizen bir ücretli mühendis, müksüzleşmiş ise, işçi s ınıfındandır. Buna karşılık, üretilen ürünün reklam işleriyle uğraşan ücretli bir büro işçisi işçi sınıfının dışın dadır, çünkü yaptığı işin üretimin teknik örgütlenmesiyle ve yürütülmesiyle ilişkisi yoktur. Ayrıca, üretimin teknik örgütlenmesine kafa emeğiyle ka·~ılı=ın kişi Cbeyaz yakalı) üretkenken, sokakları süpüren çöpçü Cınavi yakal ı ve bedeniyle ça lı şan) üretken bir faaliyet içinde değildir. Bu yaklaşıma göre, Türkiye'de en dar tanımıyla işçi sınıfının boyutlarını bulmak için önce aktif bir biçimde gelir getirici bir işte çalışan ücretlileri saptamak, bunların mülksüzleşme düzeylerini irdelemek v·s daha sonra da, ücretliler içinden üretken faaliyette bulunanları belirlemek gerekir. Üretken ücretlilerin saptanmasın da önce üretken olmayan sektörler elenir. Üretken sektörlerde çalışan mülksüzleşm iş ücretlilerin arasından ise üretimin te knik örgütlenmesinde yer almayanlar ayıklanır. Bu doğrultuda yaptığımı z bir çalışmaya göre~';, Türkiye'de üc26) J<oç. Yıldırım . · Türkiye"dc Üretken Fmek
No. 11, Haziran -Teınmu/
Agu~tos
\'C
Üretken Olmayan Emek," Yapıt,
1985, Ankara.
181
retliler içinde i şç i sm ıfının boyutu 1970 yılı nda 2 milyon 28 bin, 1975 yılında 2 milyon 749 bin ve 1980 yılında da 2 milyon 957 bin. 1980 yılında 2 milyon 957 bin CtreLken ücretlinin 563 bini tarım - orman balıkçılık sektöründe, 119 bini madencilik - taşçılık sektöründe, 1 milyon 351 bini imalat sanayiinde. 27 bini elektrik - gaz - su üreliminde, 665 bini inşaat ve bayındırlık sektöründe, 233 bini de ulaş tırma - haberle şme - depolama sektöründe istihdam ediliyordu. F.
Ucretlilerin Bölgesel
Dağılımı
w
w
w
.s
ol ya
yi
n.
co m
1960 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre, Türkiye'de 2 milyon 437 bin ücretli vardı. Sigortalıların sayısı ise 621 bindi. ı 980 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre ise Türkiye'deki ücretlilerin sayısı 6 milyon 162 bine ula şmıştı. 1984 yılı Eylül ayında Sosyal Sigortalar Kurumu'na prim ödeyen sigortalıların say ısı 2 milyon 439 bin idi. Tl.i.rkiye 'de ücretlilerin ve maddi ürün üreten i şçilerin en yoğun olduğu il İstanbul'dur. 1960 yılında İstanbuJ'da toplam 420 bin ücretli ve 146 bin sigortalı vardı. 1980 yılı nüfus sayı mına göre, 1980 yılında İstanbu l'da toplam ı milyon 105 bin ücretli bulunuyordu. Türkiye'deki ücretlilerin yüzde 18'i, 1984 yıl ı Eylül ayında sigortalı ların yüzde 27'si (651 bin sigortalı) va büyük imalat sanayii işçilerinin yü7de 3l'i İstanbul'dadır. 1980 nüfus sayımı sonuçlarına göre, İstan bul ilinde gelir getirici bir işte çalışanların yüzde 71'i ücretlidir~ 7 . İzmir de ücre'tlilerin yogun olduğu bir ildir. Türkiye'de 1984 yılı Eylül ayında sigortalıların yüzde 8'i, büyük imalat sanayii işçileri nin 1981 yılında yüzde 9'u İzmir'dedi.r . Türkiye'de ücrellilerin bölgelere ve illere göre dağılımında ilginç bir tablo görülmektedir. Türkiye'de kentle şme ile endüstrileşme s üreçleri birbirine koşut gelişmemiştir. Osmanlı imparatorluğu döneminin büyük kentleri birer endüstri merkezi olmaktan çok, merkeziyetçi bir yapının idari birimlerinin ve ordunun yerleştiği yerler ve ti caret merkezler iyd i. Bugü n Türkiye'de ücretlilerin önemli bir bölümünü barındı ran İstanbul, bu nitelikte bir kenttir. İstanbul'da geleneksel üretimden çağdaş endüstriye geçiş ve yaygın biçimde ücretli istihdamı Cumhuriyet döneminde gerçekleşmiştir. Buna karşılık, bazı kentlerimiz ge li şmelerini hemen hemen tümüyle endüstrileşmeye borçludur. Karabük. (Karadeniz) Ereğli, Çerkezköy, Seydişehir, Afşin-Elbistan, İskenderun, Kırıkkale bu gelişimde büyük endüstri birimlerinin etkisinin güzel örnekleridir. 271 DiE, Genel Niifus Sayımı, Niifıısıın Sosyal ve Elıonomil~ Nitelikleri, 12.10.1980, İstaııbul İli, Yay. No. 990 - ı7, Anlrnra. Ocak l983.
182
Kamu Kesiminde Ucretliler
w .s
G.
ol ya
yi n.
co m
1970'li yıllarda organize sanayi bölgelerinin kurulması ile belirli kentlerde işçi yoğunluğu daha da artm ı ştır . Kamu kesiminde yatırımların planl anmas ında uzu n s üre Anadolu'nun değişik illeri tercih edildi. Birçok ilde e n düstrileşme s üreci incelend iğinde, Sümerbank, Etibank veya Tekel fabrika larının hu ilde kurulan ilk önemli işletme olduğu gö rülür. Bu işletmeler uzun süre çölde birer vaha gibi kaldı. Ancak daha son raki yıllarda vahanın çevresi de yeşi ıl endi, çevreye yeni fabrikalar açıldı. Bu «Çölde vaha lık» durumu, kamu k esiminin yatırım pol i tikas ındaki bu dağınıklık stratej isi, l 940'l ı ve 1950'li yıll arda çok sayı da işçin in aynı bölgede birarada bulunmasını önleyerek ve işçilik bilinci ve mücadele geleneğin in hiç ycrleşmedig i bölgelerin in sanlarını , bu bölge : nsanlarının genel yaşam düzeyinin üstünde koşullarda işçile ştire rek, Türkiye'de genel olarak işçi hareketinin dinamizmini bu yıl larda kısa dönemde olumsuz etkiledi. Ancak 1980'li yılla rda kamu kesiminde izlen en i şçi - işveren ilişki leri stratejisi nedeniyle ve yıl ların birikimi sonu cu nda, işçi hareketinin din amizmi ni İ stanbul ve benzeri birkaç ilin dışına taşırmada, bu dağınıklığın son derece önemli olumlu sonuçları olacaktır. Maden i şçilerinin en önemli bölgesi Zonguld ak'tır. Bu bölge, 19' uncu yüzyıldan beri işçi hareketinin beşi klerind en biridir. Tarım işçileri açısından ise Çukurova Bölgesi'nin özel bir önemi vardır.
w
w
Türkiye 'de kamu kesim inde ücreW istihdamı genellikle sanıldı ğından daha önemlidir. Kamu kesiminde en kaba sınıflandırmayla, «İŞÇİ» ve «memur» r;tatülerinde ücre tli istihdam edi lir. Geçmiş yı llarda toplam istihdam iç inde göreceli olarak küçük b ir yeri olan «Söz le şmeli person e l .. statüsündeki istihdamın ise L986 y ı lı n da artırı l ması planlanmaktadır. 2'
Türkiye.de «dev let memuru» sta tüsünde çalışanların say ıl a rı y la ilgil i kaynaklardan biri, T. C. Emekli Sandığı verileridir. J 984 yı lı so nu itibariyle, T. C. Eme kli Sandığı ' na bağlı «ak tif sigortalı » sayısı ı milyon 375 bi ndi. 2!' 28) DPT, 1986 Yılı Programı. 29) DPT, 1986 Yılı Programı , s. 273.
183
Devlet Personel Dairesi tarafından yapıl an bir çalışmaya göre ise, ı Mart 1980 tarihi itibariyle ı milyon 238 bin memur bulunuyordu.:ıo
w
w
w
.s
ol y
ay in
.c
om
Kamu kesiminde çalışıp «işçi » ya da «Sbı.leşmeli personel,, statüsünde olan ücretliler Sosyal Sigorıaıaı· Kurumu'na prim öderler. Bu nedenle SSK veriieri kullanılabilir. SSK verilerine göre, 1981 yılı Eylül uyı başında kamu kesiminde 779 bin sigortalı istihdam ediliyordu. Devlet Personel Dairesi verilerine göre ise, l Mart 1980 tarihinde genel bütçeli ve katma bütçeli lrnruluşlarcla ve KİT'lerde 4,4 bin sözleşmeli personel, 84,2 bin geçici personel ve 515,5 bin i şçi is tihdam ediliyordu. Belediyelerde çalışanlar ela bu toplama eklenirse, SSK verilerine yaklaşılmaktadır. 25 ve d aha fazla kişinin istihdam cdildigi imalat sanayii işyer lerindeki istihdamda da kamu kesiminin önemli biı· yeri vardır. l 983 yılında bu nitelikteki işyerlerincle 800 bin kişi çalışıyordu. Bu i şçilerin yüzde 35'i kamu kesimindeydi. Uygulanmakta olan ekonomik politika, kamu kesiminin istihdam içindeki payını azaltma doğrultusundadır. Ancak bu politikalar kamu kesiminde istihdam edilen ücretlilerin işçi hareketi içindPki etkinliğini artıracaktır. Kamu kesimi işyerleri genellikle büyük birimlerdir. Çok sayı da ü cretli bir arada bulunur. Ancak JH80'1i yıllara k adar kamu kesiminde istihdamın bazı özellikleri, kamu kesimindeki ücretlilerin işçi hareketi içinde etkin bir rol oynamasın ı önemli ölçüde kısıtla dı: Kamu kes imi işyerleri ülkeye dağılmıştır ve bir çok bölgede en önemli ve hatta tek büyük işletmedir. iş güvencesi genellikle yüksektir. Çalışma yoğunluğu genellikle düşüktür. Lojman ve benzeri yan yararlar çoktur. Ücretler genellikle özel sektördekinden yüksf'ktir. İşyerleri, işçi sağlığı yönünden öıel sektördekind·:n dal-ıa ivi bir durumdadır. İş g ü vencesi, çalışma süreleri ve yıllık ücretli izinler konusunda memurlara tanınmış haklar genellikle işçilere de verilmiştir. Sendikalar genellikle başka ili şkileri de kullanarak iş çilerin ücretlerinde ve çalışma koşullarında önemli gelişmeler gerçekleştirmiştir:: 1
30) Devlet Personel Dairesi, Kamıı Personeli Aıılwf Sonuçları - ı Mart 1980, Ankara, lü81. 31) Belediyelerde ve idari açıdan dcvl<.:le lnıgınılı tarını sa.lış lrnopera.tifleı-i birliklerinde, siyasal partiler arasındaki ç-ekişmelcr nedeniyle, işçi - i şveren ili ş kileri çok özel ve ilginç bir nitelik kazandı. Pu özel durumlar için bkı . Y. l<oc. • lü71 ıü80 Döneminde Belediyelerde i ~~ i - hvercn İli ş kileri •. Toplıını ve Bi-
184
Bun lar ve benzeri baz ı özell ikler, ücrelli lerin ba? ı ni te likleri güçlü bir h arekette beklenmesi gcr:) ken bi r yapı yı pasi fl eştirdi. Ancak l 980 ve sonrası nda uygu !anan eirnnomik pol i tii~a nın işçilere yönelik önlemleri ni n e n kalı biçir.1dc hayata &eçirildiğ i alan kamu sektörüdür. Bu nedenle, kamu ke~im i nclcki ücrcılilerin tavır larında önemli dcgişik l ikler bcklenmclid'r. 19:30·1ann memur u ile 19(i0'Jarı n ve özellikle ı 970'leriiı memuru dünyaya bakış açısııı cl an çok farklıdır. Aynı durum bup;lin işçi statüsünde istilıctam edilo'1 kamu kesimi ücretlileri için ele geçerlidir. Özetle; kamu kes iminde 2 milyon 200 bi n dolay ı nda ücret li ist ihdam edilrnekt<~dir ve bunların toplums<; I :,.a:;;amciaki roll~ri önümüc--:rlc !ü yı ll arda art aca k t ı r. Yaban<:; Sermayeli Şil'ketkıdc' Ltihclam
co
H.
m
:1c,:1sından
w
w
w
.s ol
ya yi
n.
Tüddye'de yabanc ı sermaye yalı rıml<.ın. llong-Kong, Güney Kor e , Filipinler ve Tayvan gibi ülkelerle kaı·f? ı laşLırıldısıncla, düşük düzeylerde kalm:::ktaclıı-. Tü rk iyc'dc ki yabancı sermaye yatı rımla rı G221 sayılı Yaba n cı Se:-mayeyi Te0v!k Yasası, 6325 sayıl ı PeLrol Ya~,ası, 1567 sayılı Türk Paras ı Kı y m etini Koruma Yasası'na dayalı 17 sayılı k arar ve halen yürü rlükle olan :30 Kasım 1914 ta r ih li Ecnebi Anoni m ve Sermayesi Eshama M ü nhasem Şirketlerle Ecnebi Sigor ta Şi rlrntl eri Hakkında Kanun'u Muvakkat çerçevesinde faa liyet göstermektedir. I3u şirl-:ederin yanı ~ıirn , Tl.ırkiyc'clo inşaat ihalesi l<azanan müteahh it şirketlerle, A. B.D.'nin c.ıskcı·i üsleri de Türkiye· do işç i istilıdam etm e kted ir . Tü rJ;iye'de faa liyette b u lunan yabancı seı mayeli şirlrntler i n ist! hckmına ilişki n ve ri son derece kısı tl ıdır. 1975 y ılı n da yapılan bir çalışmaya göre, !073 y ıl ında ı 10 yabancı sermayeli şirkete gönderile n anket formlarından yanıL ge!e n 70'unda, 1963 yı lın d a 10.469 i şç! çalı'.)ır ken, 1972 yıiında çalışan sayısrnın 01 :3G7'yo çı ktıgı görülmek l cdiı·."" G lıngör Urns·ın yaplıgı bir ç;:ıl~şmay2. göre ise, yabancı sermayeli c.irketlci·dc ı 073 yı l ında 43.493 ve 1976 vı l ıncla 46.GLJ.J l~işı çai ı ~111al<taclıc· 1 ':. ffay inc ve Dış Ticaret lim, Bahar 1982 ,.c Y. l\.oc.
·lüı J,ıyc'de
l\Jı1 . ı~ı:m
Doıwıııindl'
1<ırıııı
Sa l ış
J<ooperntiflcri 13irl i kicrıııdc L,c:;i - lşvcn.n ili~kilcrı," i .ü. ii~tisat rcı!?ü!tesi .\lec111uası Özel Scyı Jl, l'rof. lJr. CC!·,·it Orlw11 '/ iitr-1;,r1 ;1'iıı Aı;ısıııc. Arnıcıycııı, İs· lnnbtı l. Hl8·!. [(nmu l\c~;inıindc istilıch:.m;ıı O/Cllil !er; ile ilgili olarnl; b'.J. Y. Koç, · P lan lı Dl'ıııemdc İ şçi 1 lmcl\C~( in i lkl irleyen :ı~ı
[tım n'er. · ODTÜ Celiş-
11'e Dergisi. f[).<Jı Ö:cl Sc;yısı. Tiir'<i.\·c'cle l'lcıılı C<''isnwııin Yirrıi Yılı. Şalıin. !\!cbı:1cl, Tıı .':iye'clc Yr;/ıc:,ıcı Sc•rnıcıye Yatırımlan, ı\n~t~ır;ı , U:l7S.
:nı l -r.,:
Cüıı:
1, 1,
Turlci·ye'cle Yul;ancı Seı;ncye i'clııımlcırı
İst un:)llı ,
Hl7\J.
,,,.
'
U·J
Müsteşarlıgı'ndan sagladıgımız
bilgisayar çıktılarına göre ise, 1982 sonunda 6224 sayılı yasa kapsamındaki işyerlerinden imalat sanayiinde faaliyet gösteren 104.üncle 43.949 kişi istihdam ediliyordu. 1980 yıl ına kadar Türkiye'de yatırım yapan şirke tlerin ana ama~ ı . Türkiye'de iç pazara ulaş abilmekti. ı 980 sonrasında Türkiye, ulu s!a r :'ıTası işbölümünde yeni bir yere oturtulmaya çalışılıyor. Tayvan, Hc.ng Kong, Güney Kore gibi ülkelerin yanı sıra, TürkiY'e de ucu?. i ~g i.icü kaynağı olarak kullanılmak isteniyor. Ucuz işgücü kaynağı elma ise iki yolla gerçekleştirilecektir. Gelişmiş Batı t.Jkelerind·2 geııiş ücretli kitlesinin kullandığı bazı temel tüketim malları Türkiy·2' d e üretilecek ve bu mallar ucuz fiyatlarla bu ülkelere ihraç edil·ecektir. Bu üretim doğrudan ya bancı sermayeye yatırımlarında da gerc·::> k'.eştirileb i liı·, yerli sermaye yatırımlarında da. Aynca! Türkiye, i'ı c üııcü ülkelere ihracat yapmak için bir sıçrama tahtası ya da bir c. ~ olarak kulla nıl tt b i lir. Bu clurunı c!a, yaba n c ı se r nıay~ ya yaln ıL ba~·n?.. ya da yerli bir ortakla birlikte yatırım yapmayı yeğl emektedir. 1980 öncesinde Tlirkiye'd·c iç pazarın sürekli olarak ganişleme si, yabancı sermayeli şirketlerin büyük karlar elde etmesini ve çalıştırdıkları işçilere Türkiye'de diger işyerlerinde rasllananın üstünde ücretler ve daha iyi çalışma koşullan s ag!amas ına yol açıyord u. Ancak ihracata dönük bir üret imin ön plana çıkması ve uluslararası piyasalarda rekabette en önemli unsurun düşük işgücü maliyeti olmasıyla birlikte, bu yapı degişccektir. Geçmiş yıllarda yabancı sermayeli işyerl erinde çalışan işçilerin büyük bir bö; ümünün gerek aldıkları ücretler, gerekse de yüksek tekel karları elda ed·2n şirket le rin bu işleyi ş inden yararlandıkları gibi düşüncelerle bir işçi aristokrasisi oluşturup oluşt u rmadıkları tartişılabilirdi. Giderek bu konu ikinci plana itilecektir. Önümüzdeki yıllarda, Tı.lrki y e'de serbest l..ı0lgeler kuruldukça, H ükümetin is tediği boyutta y abancı sermaye gelince ve Türkiye, uluslararası işbölümünde kendi payına düşeni gerçekleş tirmeye baş l ayınca, Türkiyc'de yabancı sermaye yatırımlarında istihdam edilen işçi sayısı artacak, yaba ncı sermayeli işyerlerinde işçi - işve ren ilişkileri geçmiştekinden farklı olarak gerginleşecektir.
w w
w .s ol
ya
yi
n. co
m
yıl ı
L
Tek elci İşletmelerde İstihdam
'fürkiye 'de tekelci işletmelerde (ö7.ell ikle ı 9CO ve öncesinde) is tihdam edilen işçiler, diğer işyerlerine göre daha yüksek ücreller ve daha iyi çalışm a koşullan elde eltiler. Bu ş irketl e r, kullanılan daha gelişmi ş teknoloji ve elde edilen tekel karları nedeniyle, işçi 186
m
lGre daha iyi koşullar saglayabildi ve buna karşın, kür oranını yükse k düzey lerde tuttu. Ancak, bu işletmelerde çalışan işçilerin diger hazı özell ikleri (işç i yoğunluğu, ·sgiLim ve vasıflılık cli"ızcyi, vb. l nedeniyle, sendikalaşma bu i şyer leri nde hızl a yayıldı. Bu işyerler incl e ki işçiler, Türkiye koşullarında siste mle uzlaş mı ş ve pasif bir i şçi aristokrasisi olu ş~urmadı. Aksine i~çi hareketinin dinamik bir nitrlik l<azanmasına büyük katk ılarda bulundu. is tanbul Sanayi Odası·nın yaptıgı 500 büyük sanayi şirketi araştırm asına göre, 1984 yı l ında bu işye rl erinde 598 bin kişi ça lışı yordu. Bu gruptaki 116 özel ş irk etin i stihda mı ise 267 bindi.'ıı Tekelci sermayenin sanayi dışındc-. ki a l anları ndan b iri banka l n rdır. 1984 y ılı sonu nda özel sektöre ait b<rnka larda G2 bin kişi çalı ş ı yordu.=1~·
co
İnşaat sektöı ünde te!rnlci işletmel e r Tü rkiye içinde ve Türkiye dışında işçi
isti hc!am etmektedir. Orta Dogu ülkelrri \ c Libya' da inüstlenen yerli tekelci inşaat ~irketleı inin ist:hden-• b::.jL!' 1 200 bi n dol ayındadır. Bu şirketl er in Türkiye'clek i isti h dam ı s ürekli olarak değişmek ted i r ve bu k on uda güvenilir veri yokLur. Dış ticarette tekelci i ş letmelerde işçi istihdamı , yapılan işi n ni 1
ay in .
şaat işi
teliği gereği, kısıtlıdır.
büyük kapiteJist işletmelerde tarım işçilerinin istihdPm ı çoğu nlukl a geçici niteliktedir. Bu konuda da güvenilir veri yokt ur. 13ir bütün olarak bakıl d ığında , Türkiye'de yerli büyük serm ayeye a it işyerlerinde istihda m edilen i şç i sayıs ı çok kaba bir tahminl e 500 bin dolayındad ı r. Uygulanan ekonomik politikalar nedeni:,•le, Türki:ıe'de serm ayenin tekelle şme di."l7(~y i artmaktadır ve bu Şii ketlerdeki toplam istihdam yükse imektedir. Bu işçilerin bü~ uk bir bölümü sendikalıdır. Önümüzdeki y ı l l arda bu i ş letmele rde işçi - i şveren il işkile ri büyük uyuşmazl ık lara gebed ir.
w
w
w .s
ol y
Tarımda
J.
İ şyerlerind e İşç i Yoğunlu gu
İşç il er arasında sınıf bilincinin , O/ gucune güvenin gelişmesini n ve gücün göstergelerinden biri. aynı işyerinde çalışan i şçi sayıs ı nın yüksekligi, işyerler i nde i~ç i yog u nluguclur. Kapital izmin geliş m esi, serma yeni n merkezileşme ve yog un laşma süreçlerinin etkili
----
---
"Ml btanbul Sanayi Odrn;ı Dergisi . Ekim
:35) Türkiye
13ank<ıhr llırlıgi
198:i.
a "e.
187
olması, giderek dRha çok ~ayıda Licrnliiyi Bu birliktelik. tel{ Le!\ bircylGriıı gücünün güç yaratır.
aynı çat ı altına topigmıııın
getil'ir. üstünde bir
Tı..rJ.:iye'de
işçilcr;n işyorlcrino dagıl ı rnım!a büyük farklar buBu nedenle, işyori başma işçi sayısına ilişkin genel ortalamalar genellikle pek anlamlı sonuçl&r vermez . Türkiyc'do işçi l erin iş)'eri büyüklügüne göre işyerlerine dağılı mına ilişkin veri son derece kbıtlıclır. Bu konuda on geniş kap'-.amlı kayna!{, Sosyal Sigortalar Kururnu'nun vcı·ileridir. 1981 1984 dönemine ilişkin verile rde, 1000 ve daha fazla sayıda sigorlalının islihdam edi l diği işyerleri ni n sayı sın da bir artış göLükLiyor. 191.31 yılında bu nilelikte 174 işyeri vardı. Bunların sayısı 1082 yılında ljlJ'c düştü. 1983 yılında 17l'e çıktı. 1984 yılında ise 182 old u . Çalışan sigortalı sayısının 500 ile 999 arasında olduğu işyorlerirı i n sayısı l981 yılında 296 ilccn 1934 yılında 335'0 yüksE:lcli. Aşagıdaki çizelgede, 1981 - 1984 döneminde Eylül aylarında adlarına prim yatırılan sigortalı sayisına göre, işyerleri ni n dağılım ı sunu luyor:
yi
n.
co m
lunınaktadıc.
Gön! İşyerleri 1981 1982
Say ıl a rı::ı;
ya
Si gortalı Sayısına
w w
w
.s
1 2-9 10 - 24 25 - 49 50 - 99 100 - 249 250 - 499 500 999 1000 fazlası Toplam i!)yeri
K.
103.21 G 125.004 18.701 5.324 3.184 2.008 682 296
111.571 129.1 95 19.571 6 517 3.193 2.016 704
174
158 273.226
ol
Çalışma S i gcrta lı Sayı sı
250.588
:wı
1983
1934
115.577 132.739 20.43'2 G.448 3.218 2.012 727 303 171 281.627
122.638 136.880 21.276 6.800 3.325 2.099 749 335 182 294.28 1:
İ şsizle r
İşsizler, işgüçlerıni salma olanagı bulamayan ücretlilerdir. Tür-
kiye'de
kırsal
kesimde
mülksüzleşme
sürecinin henüz tamamlanma-
--·-
r rog ıcı 111 ı.
:33) SSK. llJB:J Çalışımı
llcıporu,
1 1183
B ı lcı ıı \'O.rn.
Irı8'1
İş
Ankara. 1984. SSK . J:ı 81 Çcılışıııa
Raporıı,
1081
T!ilwıçosu
JV85
İş Pro9rcwıı
Ank clr<I, 1985.
188
Yay. No. 101, Yay.
ıo.
1~0.
mış olması , kadınl arın işgücü piyasasına
yeterince çek i lememiş ol«gizli işsizlik ,, g ibi kavramların içeriğinin belirsizliği, işsizl e ' in ancak bir bölümünün iş bulma aracı olarak İş Ye İşçi Bulma Ku rumu'na başvurması gibi nedenlerle, işsizlere ilişkin olarak verilen :akamlar güveni lirlikten uzaktır. 1986 Yılı Prograını'nda Devlet Planl a ma Teşkilatı 'nın sunduü;u verilere göre, Tü:rkiye'de 1985 yılında ı milyon 98 bin açık iş siz \'8 1 milyon 299 bin ümidi kırılıp da iş aramaktan vazgeçmiş i şsiz bu-
ması ,
lunma k tadır.::•
İ ş ve i şçi Bulma Kuı umu verilerine göre ise, J978 yılı sonunda en işsiz sayısı 153 bin idi. 1979 yılında 189 bin oldu. 1980 sonrasında hızla artarak, 1984 yılı sonunda 722 bini erkek, 11l2 bin i kadın, toplam 864 bine ulaştı.:' 1980 öncesinde işs izlik öncelikle ve agırlıkla, i şgüc ü p·yasasıncı. yeni k atılan l ar için bir sorundu. 1980 sonrasında ise iş sa hipleri de
Em ekli Ucretli ler
co
başladı. Ayrıca, işsi/lik
süreleri de
uzadı.
n.
L.
yitirmeye
ya yi
işl erini
m
kayıtlı iş bekle:ıı
w
w
w
.s ol
Türkiye'de 6 milyonu aşkın gelir getirici bir i ş te çalı şan «ücret li,, statüsünde insan varken, 900 bin dolayında da emekli 'ardır. Emeklilerin bir bölümü, a ldıkları aylıklarla geçinemedikleri için, emekli aylı ğımn yanı sıra bir işte çalışmaktadır. Memur emeklileri n in bu hakkı vardır . Sosyal Sigortalar Kurumu·nd an yaşlılık aylı ğı alanlar ise kaçak çalışmak durumundadır; çünkü gelir get irici bir işte çalışmaları durumundu yaşlılık aylıgı kesilir. Türkiye'de bazı emekli dernekleri olmasına karşı n , emekliler genel olarak örgütsüzdür. Tü rkiye'de emekli sayısı son yıllarda hııla artmışlır. 1977 yı l ında Sosyal Sigortalar Kurumu'ndan yaşlılık aylığı alaniarın say ı sı 179 b indi. 1984 yıl ı sonunda 571 bine çıktı. 1977 yılında Emekli Sandığı'ndan emekli aylığı alan l arın sayısı 189 bindi. 1984 yılı son u n d a 361 bine ulaştı. Aylı k alan dul ve yelimler h ariç, 1984 yılı sonunda sosyal :: igor ta k urumlarından ayl ı k alan emekli ücretli say ı s ı ı mil yon 11 biıı k i şiydi.:!!)
37! DPT, 1986 Yılı Program ı, s. 236. 38) İş ve İşçi Bulma Kurunıu. HJ84 İslcıti.~til~ Yıllıoı . Ankara. Hi83.
39l DİE, 1985 i stalistill Yıl/191
189
M.
Yurtdışında Çalışanlar
w
w
w
.s o
ly a
yi
n.
co m
1960 sonrasında çok say ıda in sa n yurtdışında çalışmaya gitti. Bu konuda genell ik le «y url.dış ın daki işçiler»> kav ramı kullanılmak tac;lır. Kanımca , «y urt dışında i şç i o la rak çalışanlar" kavra mı daha doğrudur, çünkü Türkiye 'd e n y u rtdışına çalışmak için g idenlerin önemli bir bölümü ınülk s ü 7 l eşmemiş ve özellikle de toprakla bağla rı kopmamış küçl.ik üreticilerdir. Yurtdı ş ına çalışmaya g idenlerin Türkiye'nin toplumsal yapıs ı ve din a rni gi ÜLerinde çok yön lü etkileri oldu. Ko numu z içinde bunlara. de ğ i nmek bi le mümkün değil. Konumuzla ilgili on ö nemli gel i ş me, yurtdışında ça lı şı p Tür k iye'ye para göndermenin küçük üretic!ligin mülksüzl21 m e s ürecini yavaşlatması ve bazı yörel9rde geri d 0!1 dürmes i ve h atla Türkiye 'de n g ide n mülksüzl eşmiş işçi l erin üretim arac ı sa lın a la bilme lerini sag l a m ası d ır. Konumuzla ilgili diger önemli özellik ise, Avru pa ve Avustralya'ya çalı şmaya g idenler in bu ülkelerde güçlü sandikalaila l~aglar kurmaları ve gelişmi!) bir sosyal m evzuat ve u yg u lnma!arla t a nı şma l andır . l 973 - 1974 yill a rıııdan sonra Avru pa ülkelerine işç i olarak çalışa ca k ki ş i gön derme çek anıld ı. Bu na karşılık, Orta Doğ u ülkelerine ve Libya·ya jşçi akilnı b aşladı. Orta Dog u ülke leri ne vo Libya·ya gidenlerin çok büyük b ir bölümü mülksüzleşmı ş vasıflı işçilerdir. Ancak b u işçiler, se n di kal arın zayıf oldugu ya da de·, lct ~~n dikası n iteligin de b ulundu g u , ya da sendikal örgütlenmenin yasa k oldug u ül k ele re gi tm e ktedirl or. A yrıca , şa n tiye l erd e bir kı şla disiplin i içinde, ü lkede ki d i ğe r işçileı· ı e bağ kurmadan çal ı ş m a kta d ırlar. Bu nede nle , Ort a Dogu ülkeleri ve Lib)a·da çalı ~anle.rın çogu mü lks ü zlcş mi şk en ve birik tire bildik leri pa ra CAv rupa'ya göre ) d aha kı sıt lıyken , i şçi lı ak l arı ve sendikal hak vo özgürlük ler aç ı sın d a n son derece geri bir ortama giLmektedirl el'. Avrupa ülkeleı i ve Avustralya'ya ve dalıa so nraki dö n em d e de Orta Dogu ülkeleri ve Libya'ya giden lerin nitelikleri ve bu ü lkelerd eki d e neyimleri bi rbi rinden farklıd ıı ve Tü rkiye'do ücretlileri n maddi durum unu farklı etki lemişlerdir. Bu konu, bu yönüyle ayrı ca incelenme lidir. J985 yılında Avrupa ül keleri nde 854 bi n yurttaşımız işçi o la rak çalışıyordu. Bunların yanında 802 bin de çocuk vard ı . Orta Doğu ülkel eri ve Libya.'da çal ı şanla rın sayıs ı ise 204 bindi . Bu kişilerin yanlarındaki çocuk sayı s ı yalnı zca 990'clı 1° Orta Doğu ülkeleri iç inde 40) Çalışma ve Sosyal Gı.i.v eniilı Bcılwnlıgı I 9:Jü .\lali Yılı Bütçe K anuııu Tasarısı,
llizmet G erellçesi.
190
en fazla ki şinin çalıştıgt ülke Suudi Arabistan'dı (150 bin kişil. Suudi Arabistan'da ise bugün bile sendikaların kurulması ve etkinlik göstermesi yasaktır. N.
Kadın
Ucretlilcr
w
w
w .s
ol
ya
yi
n.
co m
Kadınların ücretli olarak çalışma yaşamrna çekilmesinde önemli dönüm noktalarından biri, Birinci Dün ya Savaşı'dır. Birinci Dünya Savaşı döneminde erkeklerin askere alınmas ı nedeniyle çok bü yük bir i şgü cü açığ ı doğdu ve çok sayıda kadın, ücre-..li işçi statü sünde işyerlerinde ve özellikle de imalat sanayi inde çalışmaya ba~ ladı. Kadınların tarımda ücretli olarak çal ı ş mal arı ise d aha eski tarihlere gitmektedir. Ulusal Kurtulu ş Savaşı'nın ardından başlat ı lan end ü strileşme atılımı sırasında kadınların yayg ı n bir biçimde işgücü piyasasına çekilmesini gerektirecek bir işçi s ıkıntı sı yaşanmadı. Daha önceki bölümlerde deginildigi gibi. mülksü7leşmemiş işçi eks ikl iği oldu. İş yerlerindeki yüksek işçi devri bazan önem li bir sorun oıu:ıturc' -" Ancak bu, farkl ı nitelikte bir sorundur, kadın işçi say ısının artırıl masıyla ÇÖ7ümlencmez. 1920'li yıllarda özel sektör eliy le endüstrileşme , ı93o·ıu yıllarda ise kamu kesimi ya·tırımları aracıl ı gıyla endüstri l eşme gi ri şimleri, kı rsa l k esimde ta rımın sağladıg ı ndan daha iyi koşul l arla iş ol anağ·ı sağlad ı ğında erkek i şç i bulabildi . t 950'1i y ıllarda n ilibaren ele !urdan kente bir göç başladı. Kırsal alanlara maki neli tarımın yaygın bir biçimde g irmesi yeni toprak l a rı üretime açtı ve baz ı bölgelerde yarıcıl ı ğı tasfiye etti. Böyle,ce bir grup köy lü köyden k<:mte ilik·:. Buna karşılık , önemli sayıda rnülksü7le şrnem i ş köylü de, kentin çekiciliğiyle , köyleriyle baglarını koparmaksızın kentlere göç ettiler. Böylece t950'li yı llarda hız l a n an sanayileşmenin gcreko·inim duydu ğu işgücü de saglandı. Bu süreç hiçbir zaman <belki İkin ci Dünya Savaşı dönemi dışın da) tarım dış ı sektörlerde önemli miktard a k adın emeğine gereksinim duymadı. Mülksüzleşmenin yeterli düzeyde olmadıgı dönern lerd 8 ne kadın, ne erkek işçi yeterli say ıdaydı. Mülksüzleşrne nin yeterli düzeye u l aştığı dönemlerde ise erkek nüfus yeterli miktardaydı. Yedek sanay i ordusu büyük ö lçüde erkeklerden oluşuyordu . Ücretlerin düşük o lclugu durumlarda kadınlar belirli sektörlerde yoğunl aştıl ar.
Kad ın
ücretl ilerin
Ancak bu gel işimde menler etki liydi.
say ısın ı n artmas ı l96o·ıı yı ll ardan i şgücü
p i yasasının
son ra oldu. talebinden çok, başka et·
191
kadınların
Bu dönemde olarak uı Llı:
çalısına
iste.[-,i
çeşitl i
nedenlere
bağlı
w
w
w
.s
ol
ya
yi
n.
co m
CD Kadıııle:~nn egitim düze:/i yüksekli. Egilirn düzeyinin yükselmesi, gelir getirici bır işte ç.D lışma ve bu yolla üı.gürlügünü sağla ma C6iliınlerini artırdı. a Tiikelim lrnlıp,an h!zla degismeyc bn~lndı. Erk0klerin ücretlcıindeh.i gerçek at lışlar tüketim k.s,lıplarınc!c:k i clegişm<::n in J-aralLıgı harcama arlı~ ı gereksinimini karşılayarnayıııcıı, ai1ecle gelir getirici biı· i şte çalı~~~ln sa:, ısının artması ogilirni güçlc ııcli. • Ücrcilerin düşLügü düncmlordo ise, ai lenin gelirind eki düşüşün engellenebilmesi için kact;nlar ic?gücü piyusasına çel\ilc.l i. Türkiye"do yanın gün çahşman ı n fazla yaygm olmaması, kadın ların işgücü piyasasına çcl<ilmcs ini zoı laştıron biı· özelliktir. Kadınların önemli bir bölümü ı şycrlcı·indeki çalışmaya geçici bir iş olaıak bakrnal,taclı.-lar. Kadınların bir bölümü, evleninceye kadar çalışmaktadır. Eir böiümü C\ lendiktcn sonra Çcllışmaya devam etmekte, ancak çocuk salıibi oldul;tan sonra Cbazan isteyerek, bazan çocuğa bakacak kişi ~ a da kurum olmaması nedeniyle) çalışma hayatından geçici yel cıa sürch.li olarak aynlmal~tadff. Kadı nın toplumclaU genel ezilmişli<::i ve gcı iye itilP1işlig i çalışma hayatında da etkili olmaktaclll'. Bütün ull;:elcrdcki sendikal hareketlerin deneyimi , kadın işçilerin ag·ırlıklı oldu gu isy(;ı l cı inde örgütlenmenin, aynı Loşullann geçerli olcıugu ve cı kcklcriıı c,:ogun!uktu. bulurı du g u yerlerden daha zor oldugunu göstcrnıehtcc.l i r. Kadının birçuk durumd a eve il-:inci kazancı ge~ireıı kişı olmasının cLt bunda etkisi olsa gerektir. ı S80 yılı :ıüfus sayım! sonuçlarına göre. TLirkiyc'dcki 6.2 mil yon ücretlinin 5,2 milyonu erkek, 9'16 bini kadındır. 9'16 bin kadın ücretlinin 3S2 bini toplum hinııellcri ile toplum sal ve J\iş;scl hizıncdcrde çalısm<.:lnadıt. De\·lel memuru oldrak lrnmu hiımeti gören kadınların {ögre•rneı1lcr, saglık personeli, vb.J büyük çogunlugu bu gruptadır. 216 b!n ücretli kadın imcüat sanayiinde istihdanı edilmektediı·. Tcı.rını \ ~ ormancılıkta ise 2 14 bin kadın ücretli çalışmaktadır. Ücretli J.;ad ı nların ögrnninı durum l arının incelenmesi, özellikle egitim düzeyi yüksek ola.nların çal ışma egilimlerinin yüksek oldugunu göstermektedir. Sigortal ı lar arasında ise kadınların oranı yaklaşık yüzde ıo 'clur. 1863 yılı Eylül ayında 65 bin lrndın, G:3:'5 biıı erkek sigortalı vardı. 1973 yılmda kadın sigortalı ların sayıs ı 132 bine, er~rnk sigortalıların sayısı 1 mil;yoıı ;517 bin8 çıkmıştı. 1984 yılı Eylül ayında ise
192
O.
in .c
om
24.2 bin kadın sigortalıya karşılık, 2 milyon 197 bin erkek sigortalı bulunuyordu. 11 Kadmların ücretli olarak çalıştı ğı, ancak verile rde gözükmeyen iki alan daha vardır. Ev hizmetlerinde çal 1 şanlar genellikle kadın ücreı.Jilerdir . Bunların bir bölümü sürekli işyeri değiştirirken, bir bölümü her gün aynı evde çalışmaktadır. Bu tür işlerde çalışanların sayısına il i şkin bir tahmin bile yoktur. Son yıllarda yaygınlaşan ve daha da yaygınlaşacak olan eve-iş vermc sistemi, özellikle çocuk nedeniyle tüm gün işyerinde olamayan kadın ücretliler için kurtarıcı görünümünde bir tuzaktır. Evei;·- verme sistemin den en fazla ·atk ilenenler kadınl ardır. Kadın ve erkek ücretlilerin yaş dağılımı oldukça farklıdı r. Kadın ücretliler ağırlıkla alt yaş gruplarında yoğunlaşmıştır. Ücr e tlilerin Yaş D ağ ılımı ve Gen ç İşçil er Türkiye'de ücretlilerin
yaş
dağılımı
konusundaki en
kapsamlı
çalışma, Türkiye Nüfus Araştırması'dır. Devlet İstat i stik Enst itüsü'
w
w
w
.s ol
ya y
nün 1974 - 1975 yıllarına ilişki n bu yayınında ücretlilerin kırsal a lan, kentsel alan ve metropoliten alanda yaş dağılımı sunulmaktadır.-12 İ şsizlikle ilgili bölümden de anımsanacağı gibi, gençler arasında i ~sizlik oranı çok yüksektir. İşsizler, iş arayan ücretli ol mal arına karşın, ücre tlilere il i şkin verilere dahil edilmemiştir. Ücretl ilere iliş kin veriler, bu özellik gözönüne alınarak değerlendirilmelidir. 1974 - 1975 yıllarında ücretlilerin yüzde 18'i 12 - 19 yaş grubundar:ır. 20 - 29 yaş grubundakiler ücretlilerin yüzde 31'in i oluşturmak tadır. 30 - 39 yaş grubundakiler yüzde 23'lük, 40 - 49 yaş grubundak iler ise yüzde 18'lik bir paya sahiptir. Türkiye'de çı rak ad ı altında ve yasa ile çıraklara getirilen hak lar tanınmadan acemi işçi çalıştırmak so 11 derece yaygındır. Ö.
Ücretlilerin Eğitim Dur umu
Ücretlilerin yaşamı kavrayabilmelerinin , çozurn önerilerini ve programl arı değerlendirnbilmelerinin, politika üretebilmelerinin en önemli önkoşullarından bir eğitimdir. Türkiye'deki eğitimin niteliği, insa n yaratıcı lı ğını ne ölçüde geliştirdiği ve ne ölç üde engellediği, i nsanın dünyayı kavrayışın ı ne kadar artırdı ğı ve ne k adar kı4ıl SSK. 1984 istatistih Yıllıgı.
4.'l
DİE, Türlüye Niifus Araştırması (1971-1975), DİE: 841, Aııkuıa. ı978.
193
olsa da, eğitim düzeyinin yükselişine olumlu b ır olarak bakabiliriz. Geçmiş dönemlerde eğitimden geçme, bir sınıf at·l ama aracı olabiliyordu. İşçiler arasında da özellikle örgün mesleki eğitimden geçenlerin sayısının azlığı, bu kişilerde kendilerini «ameJe,,den ayır ma isteğini yeşertiyordu . Eğitimin sınıf atlama aracı olabildiği dönemlerde, ücretliler içinde yetişen en yetenekli kişilerin küçümsenmeyecek bir bölümü sınıf hareketinin dışına çıktı. l 960'lı ve 1970'li yıllarda eğitimin nicel yönü açısından önemli mesafe kaydedildi. (1) Ücretlilerin genel eğitim düzeyi yükseldi. (2) Eğitimin sınıf atlama işlevi önemini yitirdi. Böylece, ücretlilerin dünyayı kavrama ve de ği şbirme için politika üretme yetenekleri ve kapasiteleri arttı. Ayrıca, üretim sürecinde ve üretimin örgütleı1mesinde yer alan yüksek d üzeyli teknik eleman say ısı da yükseldi. Geçmiş dönemlerde yüksek eğitimli teknik personelin önemli bir bölümü üretimin kapitalist örgütlenişi içinde idari görevler alıyordu. Teknik personel sayısrnın artması ve işletmeci -ikti satçı türü idari kadroların son yı!la.rda önem kazanmas ı, teknik kadroları diğer ücretlilerin yanına itti. Diğer taraftan, üretim teknolojisindeki gelişmeler, üretimin teknik örgütlenmesinde beden iş çilerinin öneminin azalmasına, kafa emeğinin rolünün artmasına yol açtı. Bu sürecin Türkiye'ye oldukça yavaş yansı yan sonuçları nın Türkiye işçi hareketinin entellektüel niteliği açısından ne kadar önemli olduğu açıkt.ır. Erkek ücretlilerin büyük bir bölümü ilkokul mezunudur. 1970 yılında erkek ücretlilerin yüzde 53'ü ilkokul mezunuydu. 1980 yılın da ise bu oran yüzde 57 oldu . Bayan ücretlilerde ise ilkokul mezunlarının oranı 1970 yılında yüzde 25 iken 1980 y ılında yüzde 28 oldu. Erkek ücretlilerde ortaokul ve dengi meslek okulu mezunları nın oranı 1970 yılında yüzde 7'den 1980 yılında yüzde 9'a yükseldi. Kadın işçilerde bu oranlar, sırasıyla, yüzde 7 ve yüzde 8 oldu. 1970 yıl ında erkek ücretliler arasında lise ve dengi meslek okulu mezunlarının oranı yüzde 8 idi. 1980 yılında yüzde 13'e çıktı. Ka· dınlar arasında bu oranlar daha yüksektir. 1970 yılında kadın ücretlilerin yüzde l 7'si lise ve dengi meslek okulu mezunuydu. 1980 yı lında ise bu oran yüzde 27 oldu. Lise ve dengi meslek okulları Türkiye'de sınıf hareketi açısından son derece önemlidir n l 950'li ve sıtladığı tartı şma lı
w
w
w
.s
ol ya
yi n.
co
m
gelişme
43l Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. Y. Koç, .. cumhuriyet Döne minde Örgün Endüslriye l Mesleki ve Teknik Orta Eğitim <ı923 - 198ll, AYKO Egiiim Bilinı Derlemesi. 112. Eylü l 1982.
194
1960'lı yılların sendikacıları yerlerini hızla genellikle lise ve özellikle endüstri meslek lisesi mezunu yeni bir sendikacı kuşağa bırak maktadır. Endüstri meslek lisesi mezunları arasından işyerlerinde sendika temsilcisi olanların sayısı ve oranı giderek artmaktadır. Kadın işçiler arasında lise ve dengi okul mezunları genellikle büro işlerinde çalışmaktadır.
Kentsel yerlerde yaşayan ücre"tlilerin genel eğitim düzeyi, Türortalamasının da üstündedir. 1982 yılında yapılan anketlere göre, kentlerdeki 3,4 milyon üc,r etlinin yalnızca yüzde 7'si okuma yazma bilmemektedir. Yüzde 54'ü ilkokul, yüzde 16'sı lise ve endüstri meslek lisesi, yüzde 9'u ise yüksek öğrenim mezunudur.
om
kiye
n. c
SONUÇ
w
w
w
.s
ol ya
yi
Türkiye'de ücretlilerin maddi durumuna ili şkin bu özet çalışma bile, 1935 yılının çocuğunun 1958 yılında büyüyüp olgun laştı ğını ve gelecek vaadettiğini gösteriyor. Bu özet çalışmada sınıfın maddi durumu incelenirken, s ınıf hareketi ele alınmadı. Bugün, bilinç ve deneyim birikiminde ulaşılan düzey de , maddi yapıya uygundur. Kanımca, dünyayı değiştirme niyet ve çabasında olanların üzerinde durması gereken en önemli konulardan biri, kurulu düzenle çelişisinin çözümü de dünyayı de ği ş tirme doğrultusu nda olan ana ve büyük gücün yapısını ve dinamiği ni kavramak ve buna uygun programlar geliştirmektedir. Bu özet çalışma, bu kavrayış doğrultusunda bir çabadır.
195
·DEGiNMELER. ( .•
Sanayii : Türkiye Kapitalizmine Bir Soluk mu? iç ve
dı ş
sermaye, gerekse azgeCAGÜJ emekçi sınıf lan için ne an lam taş ı yor? Türki ye'de savaş sanayii ne neden ger ek du yu luyor, son u çları neler o la bilir? Bu so rul arın yanıtını araştırmaya geçm eden önce, savaş sanayiini n tanımı ve öze llikleri üzerine birkaç şey söylemek ge r ekli. !işm i ş ü lke
w
w
w
.s o
ly a
yi n.
T ürkiye'de özellikle ol ağanüstü dönem lerde, yöneti m deki askerlerce üzerinde durulan «Savaş sanayiinin geliştirilmesi sorunu•, bu kez Özal Hükümeti tarafından, bugüne ka dark i girişim leri aşan bazı düze nlemele r le yeniden gündeme getirildi. "Savunma Sanayiini Geli ştirme ve Destek leme İdaresi Başkanlığının Ku rulması Yasas ı ,, ve bu yasa çer çevesinde özel bir fonun olu ştu rulması, bu amacın ge rçek l eşt iril m esi için atıl a n en önemli ad ım lar ... Bu düze nl em eye bağlı olarak gerek yerli özel sermayenin ger ekse çokuluslu silah tekellerinin Türkiye'de savaş sanayi inde faa liyet gösterme k üzere haz ı rlıkları nı arttırm aları , ortaklık iç in girişim l erde bulunmal arı dikk a ti çekiyor. Türki ye gibi bağımlı, azgelişmiş bir ü lkede savaş sanayiinin geliştirilm es i h angi sorunlara «Çözüm. amacı taşı yor? Üretici güçlerin silah üre timine dönük kullanılması azgelişmiş bir toplumsal formas yonda n e tür etkiler yaratıyor? Bu çabalar gerek
co m
Savaş
196
Savaş
sanayii nedir, ne
değildir?
Önce, neden yaygın deyi m iyle •Savunma sanayi i· d eğil d e savaş sanayii tanı mını kullanıyoruz? Doğru s u , ilginç bir şek ild e , bugün savaş sanayiin in en yetkili kuru munun ge nel müdürü bizi bu açık lama zahmetind en kurtarıyor. Makina Kim ya Endüstrisi Kurumu CMKEKl G enel Müdürü Mustafa Taşan şöy le diyor: .. savunma ve taarru z, bir h a rbin içerisinde yer a lan iki taktik olaydır. Cüzler için gerekli olan an:ı.ç -gereç, s ila h , mühimmat gibi yatı nmlar, vas ı tala r , bütün için h aydi hayd i gereklidir . Şu h ale göre bu ih tiyaçları üreten sınai kuruluşlara sadece bir bölümün adını takmak,
et Sanayii, • Rok Optik, elektro/optik • Elektronik , • Uçak sanayiisanayii . •
sanayii,
m
Bu sanayiler birbirlerini tamamlayarak bir savaş ürünü ortaya çıkarmaktadır. Bir örnek verm ek gerekirse, bir sava ş gemisi. gemi i n şa . ağır s ilah , elektr onik, optik. motor, elekromanyetik sanayii kollarının mamullerini ku llanarak meydana getirilmektedir. Birkaç istisna dı şın da dünyada, sal t s ilah üretmek a macı ile kurulmuş bir firma pek yoktur. D ünya silah üreticileri, aynı zamanda birer makina, kimya sanayicisidirler. Patlayıcı madde üretenler aynı zamanda sivil amaçlı kimyasal maddeler, hatta ilaç üretiminde de söz sahibidirler. Bu durum gemi inşada, eletronikte, optikte otomotivde d e böyledir. Bu yolla firmalar hem savaş ürünleri talebindeki azalışları sivil üretimleri ile telafi etm ekte, h em de sivil talepteki azalış durumlarında savaş sanayiine dönük üretimle sermayelerini değerlendirme olanağına sahip bulunmaktadırlar.
w
.s
ol ya
yi
n. co
"savunma sanayii,, deme1< yan lı ş Doğrusu «harp sanayii" dir. Bu gerçeğe :ağmen «Savunma sanayii,, d eyimini n kullanılması yaygın bir haldedir. Bu kullanımın tek sebebi hissidir. Zira harp sözcüğü masum değildir, içinde emperyalist düşünceler taşır. Genellikle başka l arının toprakla rınd a cereyan e d eceği varsayılır. Bu sebepl er e müsteniden, ülkeler ve kurulu ş lar. ge rçeği harp sanayii olan yat ırımlarına s avunma sanayii dem ek , kunıluşlı:ı. rla ilgili anlaşmalarda da bu tabiri kullanmak yoluna gitmişlerdir. Böylece daha masum bir niyete sahip olduklarını ihsas e ttirm işlerdir . " (Dünya, Savunma ve Yan Sanayii Dosyası . 29 Ağustos 1983) Savaş sanayii, diğer sanayi kollarından bağımsız değildir. Savaş sanayii savaş araçlarının tümünün üretimini amaçlayan , b aş la maki na, kimya gibi tem e l sanayiler olmak üzere tüm sanayi kollarının olanaklarını kullanan bir sanayi organizasyonu olarak tır.
tanımlanır.
sanayiinin a na bölümle-
w w
Savaş
ri
şu
şekilde
s ınıflandırılmakta
dır:
• Ge mi inşa san ayii. • Ta nk ve zırhlı araçlar sanayii. • Motorlu araçlar sanayii, • Ağrt si lah sanayii Ctop, obüs, havan vb.l, • Ağır silah mühimma tı , • Hafif silah sanayii lG3. MG3 tabanca vb.l • Hafif s ilah mühimmatı,
Savaş sanayii, bugün dünyada çokuluslu tekellerin faaliyetlerinin yoğunlaştığı, içinde devle tlerin de yer aldığı bir ekonomik faaliyet türüdür. Bu sanayi kapitalizm açısından ta ş ıdığı birtakım özgül yanl arı dolayısıyla günümüzde yatırımların yoğunlaştığı, aynı zamanda büyüme hız ının y üksek olduğu bir sektördür. Kapitalizmin id eologları, Irnnjonktü-
197
ettiği
büyümeyi gerekçeleriyle savaş
sanayiinin geliştirilmesi gerekti ği ni vurgu lamakta, bunu söylerken de ideolojik söylem, · dış düşman lann hızla silahlanmaları ve ül keyi tehdit etmele ri", «iç düşman ların terörist eylemle ri » temaları üzerinde kurulmak ta dır. Savaş sanayii, başka hiçbir sanayi dalının sahip olmadığı miktar ve yaygınlıkta bir talep ya ratmaktadır. Bu talep, uluslararası sermaye için serm ayeyi. değer lendirmenin , önemli bir olanağını yaratmaktadır.
Öte yandan, savaş ü rü nünün olan devletin genel olarak alacağı malın fiyatından çok kalitesiyle ilgili olması bu sanayi için değişik bir avantaj n iteliğinde. Çünkü savaş sanayiinin ürününün seçiminde •Ucuzunu alıp vaziyeti idare edelim» tercihi yapılamaz. Tercihte b elirleyic i etken f iyat değil, · düşman » ın karşı gücünü en azından dengeleyebilecek nite likte •mal» a sahip olm aktır. Savaş sanayiinin bir öze lliği de azalan kar oranlan krizine karşı «sermayeyi değersizleşt i rme .. önle m inde etkin bir alan olması dır. Be ş yıl önce en ölümcül olan bir silah, araştırma-geliştirme faaliyetindeki gelişme sayesinde, dah a etkilisinin yapılması sonucu hiç kullanılmadan değersizleşip d e m ode olabilir. Burada önemli olan en etkili, en çok üstünlük sağlayan silahın icadıdır. Bütün bunlar. savaş sanayiine şaşmaz bir talep sağlamaktad ır. Hem de
Azgelişmiş
ya
ol
.s
w
w w ] 98
ülkelerde
savaş
sanayii
Metropol ülkelerde kurulan modern s ava ş sanayii, özellikle 2. Dünya Savaşından bu yana hız kazanan bir süreç sonucunda komplekslerle devleşen bir ekonomik faaliyet türü ni teliği nde. Metropollerde ki sermaye birikimi düzeyinin yarattığı bunalıma çözüm getirebilmek, yeni sömürgecilik ilişkilerini sürdürüp, yükselen sı nıf mücadelelerini bastırabilmek amacıyla metropol ülkelerin bağ rında militarizm sürekli olarak gelişmektedir. Tü m «Silahsızlanma.. nutukl arına rağmen silahla nma her kategorideki ülke için vazgeçilmez bir tutku halinde sürmektedir. Bu yarış, azgelişmiş kapi talist ü lkelerin de katılımıyla yaşan maktadır. AGÜ'lerin kıt kaynak larına karşın silahlanmaya ayır dıkları toplumsal artık şaş ırtı cı boyutlara varabilmekte, öte yandan bu ülkelerin giderek kendi silah l arını üretme yö nünde bir eğili m içine girdikleri, başlattık ları bazı girişimleri ise arttırdık l arı gözlemlenmektedir. · Dış düşmanlara karşı savunma gereksinimi, terörle mücade le.. ideolojik gerekçeleri, her devlet gibi AGÜ devletinin de sila hlanma ve silah sanayiine kaynak temelini oluşturmakayırmasının
yi
alıcısı
alıcısı hazır Cdevletl ve yine devletçe korunan Araştırma-Geliştir m e CA-Gl harcamalan ile sübvanse edilen bir sanayi dalı ...
co m
teşvik
n.
sağladı ğı,
re istikrar
tadır.
yeni döviz girdisi bile sağlayabi lecektir. AGÜ hükümetinin bir diğer beklentisi, savaş sanayiinin ülkede önceleri sivil amaçla kuru lmuş sanayilere yeni i'? alanları yaratması. atıl kapasitenin bu alanda kullanılarak sermayenin değerlenmesini
sağlamaktır.
in .
co
m
AGÜ sermaye sınıfı açısın dan, ülkede savaş sanayiinin geliş m esi, talep darlığı çeken tesislere yeni pazarlar yaratılması a n lamına gelir, Alıcısı hazır, vergi, ucuz kredi vb. kolaylıkların ve sübvansiyonların sağlandığı, h arp işkolu olması nedeniyle işgücünün disipline edildiği, dolayısıyla sömürü oranının yükseldiği savaş sanayii. ülke sermayedarları açı sından da çekicidir ve geliştiril mesinde yarar vardır. Çokuluslu s ilah tekelleri açı sından ise AGÜ'de savaş sanayiini n geliştirilmesini desteklemek şu yönlerden yararlıdır: Birincisi, savaş sanayiinin bazı emek-yoğun parçalarının. ucuz ve disiplinli emekgt.icünden yararlanarak bu ülkelerde üretilmesi önemli bir avantajdır. İkinci s i. AGÜ'de ithalatın kısılmas ı yla uğranılan pazar kaybı . bizzat ülkenin korunan ve teşvik edilen pazarında faaliyet gösterilerek telafi edilebliir. Bu yapılırken AGÜ devletinin sağla dığı çeşitli teşvik ve desteklerden yararlanmak da ayrı bir cazibe unsurudur. Çokuluslu tekellerin AGÜ'de savaş sanayiinin geliştiri lm esi projesine sempati ile bakmaları bir yönüyle kendi devletleriyle karşı
w
w
w
.s
ol
ya y
Sürekli ödemeler dengesi açığı veren AGÜ'lerde, silahlanme gereksinimini olabildiği kadar yurt içinden karşılama bir hedef olarak belirmiş, o güne kadar ülk e de sivil üretime dönük sanayileri savaş sanay ii ürünleri üretecek şekilde reorganize etme yoluna gidilerek savaş sanayiinde "ithal ikamesi » uygulamasına geçilmiş tir. AGÜ'de savaş ~anayiinin kurulması birinci elde AGÜ ordu sunun. hükümetinin, AGÜ sermaye sınıfının. çokuluslu tekellerin çeşitli beklentilerinin çakışması sonucu gerçekleşmektedir. Ordunun savaş sanayiinin kurulmasından yana tavrı, onun « vatanı iç ve dış düşmanlardan konımak, kollamak» işl evini daha etkin biçimde yerine getirmek istemesiyle ilgilidir. Her ordu bu işlevini daha iyi yerine getirmek için daha modern ve e tkili silahlara sahip olmak, fiili güç birikimini arttır mak ister. O nedenle savaş sanayiinin kurulması, orduların taleplerinin başında yer alagelmiştir. AGÜ hükümetinin üikede savaş sanayiinin geliştirilmesinden beklentisi de birkaç yönlüdür. Birincisi, silahlanma hızlandıkça ve silah ithalatı. toplam ithalatın içinde önemli boyutlara ulaştıkça bu durum ülkenin kıt döviz kaynaklarını zorlamaktadır. Silah ithalatı, y urt içi üretimle azaltıla bildiği ölçüde öd emel er d engesi krizine soluk aldırmak mümkün olacaktır. Ayrıca, olabildiği ölçüde. üretimin bir kısmının ihracı
199
veya
ülkesinin jeopolitik olanakyararlanma olanağı sağ layabilmektedir.
larından
Türkiye'de
savaş
gelişt irilm es i
sanayiinin
giri şi mleri
n.
co m
Türkiye'de kurulu. artık geleneksel sayılan ve devle t eliyle CMKEKl gerçekleştirilen savaş sanayiinin ötesinde bir savaş sanayiini n geli ştiri lm esi niyet ve giri şimleri özellikle Kıbrıs Hare katları sonrasında ortaya çıkmıştı. ABD'nin sağladığı silah yardımını Kıbrıs politikası konusunda bir baskı ögesi olarak kullanmak istemesi ve ambargo uygu laması, "kendi silahını kendin yap" sloganında cisimleşen bir yaklaşıma yol açmış, bu amaçla da silah üretimini de amaçlayan, silahlı kuvvetleri güçlendirme vakıfları
w w
w
.s
ol
ya
yi
karşıya kalışlarıyla ela ilgilidir. Metropol devleti, AGÜ'deki silahlanmayı h ep kendi denetiminde tutmaya, fiili güç birikiminin boyutlarının kendi inisyatifinden çıkmamasına dikkat eder. Dola yı sıyla , bu amaç çerçevesinde ke ndi ülkesindeki silah üretimi ve ihracatına da bu h edefi doğru 1tusunda gerektiğinde sınırlamalar koyar. Oysa silah üretimire yönelmiş tekeller için önce keneli çıkarları, yani azami kar önerl)lidir. Kendi devletinin bu tür kısı tlamaları sözkonusu olduğund a, AGÜ'de üretim faaliyetine kapıların açılmış olması, c.okuluslu şirket için bir çıkış noktasıdır. Çağımızda serm ayenin uluslararasılaşması, savaş sanayiine yönelmiş sermaye için de geçerlidir. Savaş sanayii de uluslararası bir işbölümü çerçevesinde gerçekleşmektedir. Silah üretiminin, özellikle emek-yoğun parçaları AGÜ' lerde yapı l makta, kar oranı düşük ve gelişmiş ülke orduları için artık demode olmuş silahların yapımına AGÜ'lerde izin verilebilmekte, bunun için gerekli kredi, knowhow, lisans transferi nde gelişmiş ülke hükümeti de yardımı nı esirgem em ektedir. Bütün bu alışveriş, çoğunlukla salt ekonomik düzeyde olmamakta, pazarlı ğın alanına siyasi/askeri tavizler de girmektedir. Örneğin, belirli bir silah türünü ülkesinde üretmek isteyen AGÜ, bu silahın yapımı için gerekli teknoloji ve krediyi sağlayan empe ryalist ülkeye topraklarında üs sağlayabilmekte
200
oluşturulmuştur.
Savaş sanayiinin geliştirilmesi konusunun özellikle 12 t-.fart ve 12 Eylül gibi olağanüstü dönemlerde güncelleştiği gözlem l enmiştir. Bu dönemlerde yönetime el koyan askerler, kendi asli işlevleriyle ilgili bu sanayie özel bir önem verilmesi için yogun çalışma içinde olmuş lardır. 12 Eylül döneminde de savaş sanayii konusu yeniden güncelleşmiş , ancak bu kez salt ordunun ısrarlarıyla kalmayan, sivil ekonominin çıkarlarıyla da bütünleşen bir bağlamda savaş sanayii üzerinde durulmaya başlanmıştır. Nitekim bunun bir ürünü olarak savaş sanayii, 1981 'de toplanan 2. İk tisat Kongresi 'nde Türkiye'nin
önem-
li sanayilerden biri olarak tanım lanmıştır. Bu kongreye verilen
nin ve büyük
ola-
Savaş saııayiine yönelişten
gü-
birinde konunun öneifade edilmiştir: «Savun-
dülen
ma sanayiinin, yüksek teknoloji geregi, makinu imalat, ınetalurji,
mesi.
şöyle
kimya, el ektronik sanayii sektörle ri il e çok yakın işbirligi , sanayi mizin geliştirilmesine büyük katkılarda
yan
bulunacaktır.
Yaratacağı
kullanımı,
sanayii
üretim
artmasına
ayrıca
amaçlardan biri hükümet
yetkilikrince ithalat:n ikame edildolayısıyla dövi/ tasarrufu
olarak ifade edilmiştir Milli Savunma Bakanı Zeki Yavuztürk bu şöyle
konuda
demektedir: " H arp
silah araç ve gereçlerinin fiyatlarının
giderek için duyulan
artması
ve tedariki döviz harcamalan
destek olacağı gözönüne al ınarak bu sanayi kolunun d es teklenmesi
savunma
gereklidir." CAkın Çakmakçı, İkin
in .c
kapasitesinin
t ,\ rtışmak
caktır.
tebliğlerden
mi
burjuvazinin bekyararlı
lentilerini
om
yoğunlaşacağı
orta dönemde
ci İktisa t
Kongresi ,Sanayile:ım e Politikal a rı , s. 204, l98Ll ı 980'lerin yoğunlaşılan çabaların
mı
,. f - 16
sanayii ile ilgien somut-ve önemi adı projesi " ile atılmıştır.
Görü ş meleri
üç
yı l
an laşması
14
Ulusu
satın
icraatı
dığı
ı
4,3 milyar
bombardıman
IGO u ça
w
avcı
w
sanayiinin gel iştirilme
w
Savaş
si ile ilgili daha önemli bir adım 13 Kasım 1985'te «Savunma Sana-
adlı
Geliştirme
ve
Destekleme
Başkanlığının Kurulması "
yasanın
Sava ş
çıkarılmasıyla atıldı.
Sanayiinde çok yönlü bir
atılımın
zeminini oluşturan bu yasal düzenlemenin getirdiği yapıya ve
işleyiş esaslarına
ce bu
Dairesi CACDAl tara fınd c. n yay ı n nan l979-1983 dönemi istatistikle-
Hükümeti'nin son
sini öngörmektedir.
İdaresi
bağlt
Silahsızlanma
rinde görülebilmekted ir. Sözkonu-
ABD i 5b irli ğ· i ile yapı l ması ve ilk uçağın 1988'cle üretilme
yıını
Silah Denetim ve
su dönemde Türkiye'nin
tane F'-16 nı
ile ilgili bir veri .
Bakanlığına
!983'te
dolarlık bu proje 10 yıl iç inde ğının
boyutları
./\BD Savunma
Aralık
imzalanmıştır.
olarak
larının
CYankı ,
süren bu pro-
.s ol
jenin
savaş
üzerinde
önemini arttır 4 10 Haziran 1984). Türkiye'nin si lah harcama-
maktadır
ya y
li
başlarında
sanayiinin yurt içinde
geliştirilmesinin
geçmed en ön-
atılımdan Özal hükümeli-
silahların
toplamı
865 milyon doları
al m i lyar
bulmuştur.
Bu
alımın 850 milyon doları B. Alman ya'clan, 750 milyon doları ABD'den,
150 milyon dolan İtalya'dan, geri kaları ı ela Fran sa. İııgiltPrc \·e öteki ge li ş miş kapitalist ülkelerden sağlanmıştır.
Aynı kayn~ğa
göre,
1979-1983 döneminde toplam dün ya silah satışı 169,5 milyar dolan bulmuş, Türkiye bu toplam içinde yüzde l'in biraz üzerinde pay a l mıştır.
Sa\•aş
bir sanayi
sanayiinin kendi olmadı gı nclan
tik. Dolayısıyla, kurulması
gireli
başına
5Öze tmiş
savaş sanayiinin
demek. silah yapımına sanayilerin üretim-
sağ layan
201
n.
co m
nik konusunda ihtiyaç duyulmaktadır• (A. Çakmakçı , a.g.e., s. 200202). Böylece savaş sanayiin i, iç pazara dönük tarzda kurulmuş olan ve 1980'den bu yana da «ihracata yön elm e" konusunda pe k ilerleme kaydedememiş otomotiv ve elektronik sanayileri için krizden çıkışın bir kapısı olarak da nitelemek yanlış olmayacaktır. Ayrıca, bu sanayiler yine iç pazara dönük olacaklar, ancak bu kez belli bir alım gücüne sahip geniş tüketici kesimlere değil , Ordu'ya satacak lardır. Alım gü cüne sahip geniş tüketici kesim önkoşulunun bu bağlamda olmaması da Özal'ın kemer sıkıcı poli-
yi
lerini «Silah .a dönü k olarak reorganize etmeleri anlamını taşımak tadır. Modern endüstı-i terminolojisinde «Sinerji» diye adlandırı lan ve mevcut tesise bazı ekipman ve işgücü eklenmesiyle yeni bir ek ürün üretimine yönelm e faaliyeti savaş sanayiini kurmanın özünü oluşturmaktadır. Başka bir deyişle Türkiye'de savaş sanavii ürünleri, ilk elde mevcut sanayi kuruluşlarının sinerjik adaptasyonu ile üretilir hale getirilecek, buna paralel olarak yep yeni tesislerin kurulması da sözkonusu olabilecektir. Dolayısıyla savaş sanayiinde ithal ikamesi derken yepyeni sanayinin kurulmasından çok. «ithal ikameci» tarzda kurulmuş ve ağırlığını otomotiv ile elektroniğin oluşturduğu sanayilerin «Silah,, üretimine dönüş reorgani zasyonu ve bütünleşmesini anlamak gerekir. Buradan da savaş sanayiinin «d ışa açılma ,, da güçlük çeken otomotiv ve elektronik sanayi lerine yeni bir soluk anlamını taşıd ı ğını söylemek mümkündür. Nitekim bu yönelim 2. İk tisat Kongresi'nde şöyle ifade edil miştir: «Otomoti v sanayimiz bir darboğazdan geçmektedir. Bugün si lahlı kuvvetlerimizin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde organize edilererl: orta vadede kendisine yeni bir pazar imkanı yaratabilmek tedir. Halen bütün silah sistemlerinin ana bölümünü elektronik sistemler oluşturmaktadır. Bu itibarla harp sanayii konusunda en acil teknolojik gel işmeye elektro-
tikalarına
düşmem ektedir.
Ö te yandan savaş sanayiinin ne ölçüde başarılı olacağı belirsiz olmakla birlikte, ihracata yönelip döviz girdisi sağlaması da hedeflenmektedir. Bu konuda savaş sanayiinde faaliyet gösterme haz ı r lıkları yapan sermayedarlardan Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sakıp Sabancı şöyle konuşmaktadır: « İngiliz Tigerfish'e ortak yatırım teklifi yaptık. Yabancı firmalar bilgi sayar çağına yakışan kafa ve teknoloji ile gelirlerse Ortadoğu bizim için sa vunm a sanayii ile al akalı büyük bir pazar olabilir,, !Cumhuriyet, 30 Kasım 1985). Aynı konuda Koç' la ortak yatının planlayan Ford Aerospace'in bir üst düzey yöneticisi de şunları belirtmektedir: «Silah sanayiine girerken Türkiye olarak değil. bölgedeki yer i
ya
ol
.s
w
w
w 202
aykın
Yeni yasa, fo n ve
sanayiinin geliştirilmesinin hukuki çerçe vesini oluşturan «Savunma Sanayii Geliştirme ve Destekleme İdares i Başkanlığının Kurulması. .. » yasası 13 Kasım 1985'te yürürlüğe girdi. Yasa, savaş sanayii ile ilgili yönetsel kunımlaşmada üç kademeli bir h i yerarşi öngörüyor. Yasaya göre savaş sanayii ile ilgili üçlü organın en üstünde Savunm a Sanayii Yüksek Koordinasyon Ku rulu yer alıyor. Başbakan , Genelkurmay Başkanı , Milli Savunma, Dışişl eri, Maliye, Sanayi Bakanları , Kuvvet Komut anları , Baş bakanlık, DPT, Hazine ve Dı ş Ticaret Müsteşarları ndan oluşan kurul, yı lda en az iki k ez toplanacak ve Genelkurmay Başkanlığın ca haz ırl anan Stratejik Hedef Planı ' na uygun olarak Fon ile teda riki öngörülen silah sistemleri ile araç -gerecin tedarik biçimini saptayacak. İkinci kademede yer alan Savunma Sanayii İcra Komitesi ise Başbakan , Genelkurmay Başkanı ve Milli Savunma Bakanı'ndan oluşuyor. Kurula, Savunma Sanayii Geliş tirme ve Destekleme İd a resi Başkanı sekreterlik yapacak. Bu kurulun başlıca görevleri ise yasada şu şekild e ifade edilmi ş durumda: savaş
-
Kam u , özel sermaye ve yasermaye katkısı ile savunmaya yönelik üretim tesisi kurma olanaklarını araş tırm ak, yönlendirmek, ta hakkuk pl a nları nı izlem ek, devletin katılımı için ilkesel kararla r almak, bancı
-
Sağlanan
silahın
araştır
ma-geliştirme ,
prototip imali; firmalara avans verilmesi, uzun vadeli siparişler ve diğer mali ve ekonomik teşvi klerin sap tanması doğrultus unda Savunma Sanayii İdaresi Başkanlığına talimatlar vermek, - Sila h sanayii ürünleri ihra catı, off -set ticareti ile k arşılı klı ticaret k onularında kararlar a lmak, - Savunma sanayii ile ilgili kurulu şlar aras ınd a koordinasyon
w
w
w .s
ol ya
yi n.
Türkiye'de
hazırlıklar
-Türk Silahlı Kuvvetleri Stratejik Hedef Planı'n a göre temini gerekli modern silah, araç ve gereçleri n yurt içinden, ge reği halinde yurt dışından tedariki konusunda karar a lmak,
co m
gözönüne alınarak ağırlık kazanıyor. Bir ticaret ortağı olarak ortaya çıkıyor» <Cumhuriyet, 2 Kasım 19851
sağlamak ,
- Fonun kullanılı ş esaslarını saptamak (Resmi Gazete, 13 Kasım 1985) . Savaş sanayiin yü rü tme ile ilgili organı ise Savunma Sanayii Geliş tirme ve Destekleme İdaresi Ba ş kanlığı 'dır . Bu organ fo nun iş letilmesinden de sonı mlu olacak. Başkanlı ğı n görevi, Savunma San ayii İcra Kom itesi 'nin ald ığı k ararları uyg ulamak ola ra k tanı m l an m ışt ır. Dol ayısıyla bu üç lü ya p ı ya bak ı ld ı ğında en yetkili kad e-
203
Genelkurma y ve Milli Savu nma Bakanı'ndan oluşan Savunma Sanayii İcra Komitesi olduğunu görüyoruz.
bir kısmı , aynca MSB bütçesinden si lah için ayn lan ödenek ve her yı l bütçeye lrnnulacak ödenek i l e si l ahl ı kuvvet ler vakıflarından transfer edile cek gelirl er fonun k ay n akları nı
w .s ol
ol u şturmak tad ı r.
Fon 'un bir özelliği de Sayış d olay ı sıy l a par lanı en tonun
tay ' ın
w w
d enetimi dı ş ında tutulmuş olmasıdır. Böylece, «Savaş hali ilanına, s ilah lı kuvvetl erin yaba ncı ülkel ere gönderilmesine., k arar ve r m e yetkis ine sahip olan parlam entonun savaş sanayii ile ilgili bir fo nun d enetimind en u zak tu tulması gibi, ancak azgelişmiş siyas i yapımı z a yakı şab il ece k çeli şi k bir durum ortaya çıkm ıştı r. Savaş
çe r çe ven i n
sanayii i l e ilg ili yasal h a zırlanmasının hemen
ardından
el ek tronik ve otom otiv
204
önde gelen firmaları sasanayii ile ilgi!; hazırlıklarını
da açıklamaya başlamışlardır. M evcut tesislerin sinerjik adaptasyonu ile savaş sanayi inde faaliyet göstermek isteyenlerin ağır lıkta olduğu gözlenmiş tir. Örneğin K oç'un fırın , şofben g ibi daya nıklı tüketim malları üreten Demirclöküm tesisi ile elektronik alanındaki Arçelik tes i slerinde Ford A orospace'den teknik elemanlar incelemel er yapmışl ar \·e Ford Avrupa Yön etim Kurulu B aşkan 1 Robert A. Lutz şöyle konu ş mu ş tur: « Araları nd '1. gece g ön.iş araçları da olan geniş bir yelpazedeki askeri elektronik teçhizat ü zerinde fizibilite çalışmaları sürü yor. Bunun içinde ısıya duyarlı Sidewinder füzeleri de var» (Cumh uriyet, 2 K as ım 1985).
ya
l arı gelirlerinin
vaş
yi
Savaş sanayii ile ilgili önemli bir gelişme de bu alanda kullanıl mak üzere özel bir fonun kurulmu ş o l m as ıd ır. L986 'cla 400 mil yar liranın top l anmas ı beklen en fonun başl ı ca ka y n akla rı , ağırlıkla . h alk kesiml erind en sağlanacaktı r. İçki ve sigaradan yapılacak k esintiler, akaryakıt tüketim vergisi m atrahı üzer i nden yüzde 3'lük k esin ti , mil li piyango, mü şterek bahis gelirleri, bedelli ask erlik gelirleri, ücr et dı şı geli r ile kurumlar vergisinden yüzde 2,S'luk pay, oyun salon-
sanay ı ı nın
m
Başbakan.
n. co
menin
Başkan ı
Sabancı
H olding motorlu tatransmisyon mili üreten Akkarclan ad lı tesisiyl e savaş sanayiind e yer almak niyetinde olduğunu ifa d e e tmi şt ir. Şöyle diy or Sabancı: Akkardan'da mekanik üret imler yapıyoruz. Mesela şıtlara
burada savunma sanayii ile ilgilı parçal ar yapabiliriz.., <Cumhuriyet, 30 K ası m 1985). Alarko Holding i se İs tanbul Ümraniye'de elektronik malzeme ü r etimi yapa n üç büyük fabrika larının olduğuna işaret ederek. · bu fabri kalarda yap acağı mız kü çük bir değişik l ikle silah sanayii nin iht iyacı olan tüm elektronik a k s amlarını üretebiliriz,. dem ek tedir. Holdingin ikinci Başkanı
açıklanmışt ı r.
co m
n.
ol
Yerli sermaye gruplarının bu birli kte veya bunlard an bağımsız olarak birçok yabancı firmanın da Türkiye'de savaş sanayii ile ilgili projeler önerdikleri gözlemlenmektedir. Bun lardan birkaç örnek; F. Alman Krauss Maffei, İngiliz Alwis ve GKN ile iki Brezilya firması, baş ta tank ve top olmak üzere « Zırhlı araç.. üretimi için girişimlerde bu lunmuşlardır. İngiliz Westland ve Royal Ordinance firmaları helikopter üretimi için projeler önermişler, ABD'li Wcstinghouse ve General Elektric ile İngiliz Gec Marconi şirketle ri , askeri elektronik teçhizatın üretimiyle ilgilendiklerini belirtmişlerdir.
w
w
.s
hazırlıklarıyl a
w
Bugüne kadar azgelişmiş bağımlı ülkelerde kurulan savaş sanayilerinin sonuç l arı, bu sanayiler kurulurken umulan beklentilerin pek. de gerçekleşmediğin i ortaya koyuyor (Ayrıntılı bilgi için bkz: U. Albrecht, P. Lock, H. Wolf, Silahlanma ve A zgelişmi ş likl. Birincisi çoku luslu silah tekellerinden bağ ım s ı z, onlara rağmen savaş sanayii kurup ge l iştirmek h emen lıemen yaşanmamış bir deneyim. En azından lisans, knowhow yönünden bir bağımlılık ilişkisi mevcut. Savaş sanayiinde yaşa:ı2.n deneyimler, bu sanayii gel iş tir menin döviz tasarrufu değil, bağımlıl ı ğı arttırıp deger kanamas ı na yeni boyutlar kattığını ortaya koyuyor. Önceden ithal edilen savaş sanayii ürününün korunan iç pazarda üretilmesi hammadde, yedek parça, k n ow how yönünden dışa bağımlılık sürdükçe ithal ikamesi sağlam ıyor , tersine bu sanayie dönük yatırımlar dışa bağımlılığı arttırıyor. Ya c~a savaş sanayii sermayesinin, uluslararası işbölümünde rol alması, çoğun lukla, bu işbölümünün emek-yoğun sektörlerinde faaliyetle mümkun oluyor. Bu da ancak ülkenin işgücünün aşırı sömürüsüyle ger-
ya
O tom arsan ise Niğde Aksaray' da kurduğu otomotiv fabrikasında her türlü askeri araç üretmeyi planlıyor. Ayrıca elektronik sanayiinin önde gelen kuruluş la rından Vestel <Asil Nadir Grubu), Profile, Telctaş'ın, otomotiv sanayiinde Ercan Holding'in mevcut tesislerinde savaş sanayiine dönük adaptasyon planladıkları
Savaş san ayiinin m evc ut ve muhtemel sonuçlan
yi
Üzeyir Garih, bugün Türkiye'de F-16 uçaklarının ve tanklarının tüm elektronik aksamlannın üretilmesinin ve bakımlarının yapıl masının olanagı bulunduğuna da dikkati çekerek, küçük bazı deği şiklikler ve malzemelerde iyileş tirmeye gidilerek askeri oto araçlarının üretilmesi için gerekli ortamın bulunduguna da işaret etmi ştir (Dünya, 26 Kasım J985l.
çekleşebiliyor.
Bir di ğer olumsuz sonuç, baülkelerin yetersiz kaynaklarının olağanüstü aşındırılması il e ilgili. Toplumsal artığın önemli bir bölümünün silah gibi üretken
ğımlt
205
içeren ve askerlerin durumuyla ilgili iç Hizmet Yasasına tabi tutulabiliyorlar. Bu da demokratik işçi haklarını daha çok zedeleyebilecek bir sonuca yol açıyor.
co m
Öte yandan yerli ve yabancı sermayenin stratejik bir sektör olan silah yapımına girmeleri, silahlı kuvvetlerin «Omuzu kalabalık,,larıyla, silah kapitalistleri arasında maddi çıkar temelinde yükselen ve s iyasi yapıya da etkileri olan tehlikeli bir kaynaşmayı beraberinde getirmektedir.
n.
Brezilya, Arjantin, M ısır, Hindistan, Singapur gibi Türkiye benzeri azgelişmiş bağımlı toplumsal formasyonlarda savaş sanayii deneyiminin yarattığı bu son uçl arın Türkiye'de de yaşanmayacağını kim söyleyebilir?
ya
yi
olmayan ürünlerin üretimine ayrılması, başta eğitim, sağlık, konut olmak üzere toplumsal refahın arttırılmasına dönük yatırımlardan vazgeçilerek gerçekleşiyor. Diğer sanayi dallarının, savaş sanayii ne dönük adaptasyonu ve bu alanın üretken olmayan bir özelliğe sah ip olması sonucu, ülkede tek yanlı bir gelişme yaşanabiliyor. Ülkenin kıt sermayesi, nitelikli iş gücü, belki de h iç kullanılmaya cak silahların üretimine hasredilebiliyor. AGÜ'lerde savaş sanayiinin geliştirilmesinin bir sonucu da bu sanayilerde çalışan işçilerin aşırı sömürülmesinde kendini gösteriyor. Harp işkollarında genellikle grev yasağı bulunuyor <Türkiye' de de yıllardır bu böylel; ayrıca işçiler, askerlerin katı disiplini
.s
ol
Mustafa Sönmez
w w
w
«Alternatif» iktisat Politikalan Tartışmalannda Gözlenen Bazı Eğilimler Üzerine Bir Not 24 Ocak Kararları arkasından gelen 12 Eylül hareketiyle birlikte, Türkiye iktisadiyatında olduğu gibi, Türkiye iktisadi düşüncesi üzerinde ::le önemli etkiler yarattı. Etkilerin yönü, daha Kararlar'ın yürürl üğe konmasıyla birlikte ortaya çıkan tepkilerde ifadesini b uldu. Kimileri kategorık olarak Kararl ar'ın yanında yer alıp değişen yoğunluklarda desteklerken
206
kimileri de, yine kategorik olarak Kararlar'a karşı vaziyet aldı l ar. Bu vaziyet alışlar içinde ortaya atılan görüşle rin her zaman berrak bir ifadeye sahip oldukları söylenemez ise de, bir berrak lığın olduğu da söylenmelidir: Tav ı r lar, özünde net idi. K arurl ar'ı destekleyenler başlangıçta. Türkiye ekonomisi nin düzlüğe
çıkması,
"da rboğazlar,,
olduğunu
tarafta yer a lanlar diyelim Güney Kore'nin «ihracat mucizesi• nden, Şili'deki enflasyon oranının yüzde sekiz yüzlerden. yüzde iki yüzlere inmesinden vb.' den bahsederler ken, buna karş ı !ık sol tarafta yer ahnlar yine Güney Kore'den ancak bu sefer ihraca t gelirlerinin kimlerin lehine (kimlerin aleyhine ) nasıl sonuçlandığından , dolar cinsinden ücretlerin seyrinden; Şili'ceki enflasyon oranının düşürülmesinin hangi kemerlerin sıkılması ile ger çekleştiğinden;
alınan
borçların
kimlerin sırtına vuru l duğundan vb.'nden söz ettiler. B unları ve diğer benzer konumdaki ülkeleri de ulus l ararası işbölümünün dayatmaları ile yeniden yapıla n d ı rıl maya ça lışıla n ülkeler o larak d eğerle n dirdiler. Ayrıca, bu tarafta. olmazsa olmaz bir önkoşul halinde «demokrasi· , hiç dillerden düş m edi. K arşı taraf ise, «demokrasi · ı çın değil a m a ; «ekonomi· için •alternatif.iniz ne? diye bastırıp durdu Sesleri öylesine g ür ç ık tı ki, tartışmay ı izleyenler de inanmaya başladılar bir «alternatifsizlik.. sorun u olduğuna. Ve nihayet, «alternatif. iktisat politikaları tartışmalarının dü zenli bir biçimde olmasa dahi · düzen içinde· sürdürüldüğü gözlenebildi. Yukarıdaki gözlemlerin tekil özgüllükleri kapsamadığı açıktır. Tartışmaların bugün de farklı b ir düzlemde sürmediği söylenebilir.
birliğine
ulaşılamadı.
Tartışmalarda.
ol
ya
ileri sürdüler; bu «kaçınılmazlık· 12 Eylül'den sonra. belirgin \ •e ıs rarlı bir biçimde «alternatifsizlik" şeklinde sunulmaya başlandı. Kararlar'ın karşısında vaziyet alanlar ise bu türden kararların, Türkiye'nin çalışan sınıflarına hiç bir yarar sağl ayamayacağını; ancak çok az sayıda diğer bir kısım insanı düzlüğe çı karabil eceğini ya da -belki daha doğrusu- esasen düzlükte olan insanlar arasında görece güç kaymasına yol açabileceğini ileri sürdüler. Görüşlerini de, büyük ölçüde, uluslararası iş bölümünün dayatmaları ile tem ellendirdiler. Böylece, çözümleme birimi boyu t d eğişikli ği n e uğradı. Bununla birlikte bu görüşlerde, uzunca bir süre, «alternatif'5izlik· in ima ettiği anlam ve kap.;;am üzerinde bir anlayış
!ardı. Sağ
co m
için bu türden
«kaçını lmaz •
n.
kurtulması
k ararların
yi
dan
w
w
w
.s
her iki taraf. görüşlerine « dışarı . dan destek aradılar ; buldular da. Böylece dünyaya bakış açılarında tem elden farklılık da olsa, örtük biı· ortak payda ortaya çıkmış oldu. Kararlar'ın karşısında yer a lanlar. daha baştan, bu türden kararların uluslararası iş bölümünün dayatmasıyla « dışarı d an · alınmış olduğunu ileri s ürmüş oldukları için bir üstünlük elde ettiler. Tarafların, tartışmaları nda kuL !andıkları kavram ve terimler sözlüğü de birbi rlerine karşıt idi . A yrı ayn dünyalara hitap ediyor-
207
tartışmalarındaki
bazı
üzerine dü ş ünce ve gözlemlerimi zi belirtmek istiyoruz. H er şeyden önce, lartışmala rın anla ml ı ve anla~ılabil ir olmas ı ıçın, kavramlar seli üzerinde anlaşmanın gerek li o lcl ugu açık olmalıdır. Bunun için önce, .. altern atif» kavramının kendisi üzerinde durmalı yız. Allernatif derken kastedilen nedir? Şu hususu yinelemekte bir sakınca ~oktur: «Allernatif,, kavramının niteleyicisi «iktisadi,,dir, yani, iklisadi a llernatiftir, tartışmalarda söz konus u olan. Meslekten iktisatçıların çok iyi bilecekleri gibi, değişkenlerin birbirleri yle farklı biçi mlerde iliş k i lendirilmesi so nu cunda, biri diğe rine "alterna ti f,, birkaç "model»i t üretm e o l a n ağı vardır. Bu a n lamda Güney Kore «modeJ,, i ile. di yeli m Şili .. ınodehi birbirlerinin alternatifidirler. Bu, monetarizm in kendi içinde "alternalif,, modelleri olabileceğine ilişkin bir örnek. Keza aynı durum Keynes'ci m odel ler için de ileri s ürül ebilir. Gerek mo netarist, gerekse Ke yn es'ci model Clerl. loplumdaki temel s ınıf ve tabakalar üzerinde farklı c:: tki ler yaratabi leceği gibi, bu sınıf ve tabakaların kesimleri arasında da değişik son uçlara yol a çabil ir. Ancak m odell erden hiç birisi, sınıfların temel kon um ve yapılarını esastan değiştirmez. Şimdi, bu iki model de bi r bi rl e-
w
w
w
.s
ol
ya
yi
eğili m ler
co m
polilikası
rine alternatiftirler . O halde, «alter natif,, olma du ru mun un bir başka şeye göre belirlendiği söylenebilir. Bu başka şey de temel sınıflar Cve tabakaları ile bunların farklı kesi ml eri üzerindeki etkilerdir. Farklı bir ifade ile .. a llernatifler.. nötr değillerdir; etkilerin in yönü ve amaçlarını n farklı olması anlam ında. sınıflardan ba ğ ım sız o lamazlar. Baş k a bir açı dan da bunun böyle oldugu görülebilir. Bilindiği g ibi, herhangi bir ikti sat politikası d emeli, kabaca, iki değişken setinde n oluşur: amaç degişkenler ve araç dcğiş ken ler. Amaç değişkenler a çısı n d an bakı l d ığında, her bir iklisat politikası kendi no rm 'tınu da beraberinde geti rmek durumundadır. Bu anlamda ik ti sat politikal a rı normatiftirler. Burada soru n, normların belirlenme sürecidir. Normların belirlenme s ürecinin seçimle ya da bir başka m ekanizmayla s iyasi iktidarı elde ede nl er kanalı ile dışa v uı-uldu ğu, somulluk Irnzandığı bilinen bir şey dir. Siyasi iktidarOarlın normları seçm esi ise boşlukta değil, belli danak Clarl temelinde şekillenir. Bu açıd a n görüldü ğ ünde , iktisat politikalarının s ü bjektifliğinin, buların objektif bir temele sahip olmasını, en azından u zun dön em ilibariyle, dışlamayacağı herhalde
n.
24 O cak 1980 Kararları diye bilinen iklisat polilikaları demetinin ta rlı ş ılm a h ikayes ini özetledikte n sonra. .. allernati f,, i k lisa l
208
açı ktır .
çözümlem e iki da berab0rinde gelirir: bi r yandan ıktisat politıkalarının toplum sa llı ğ ı ve diğer yandan iktisat politikalarının politikliğ i . Bu Yuk arıdaki
u zant ı s ını
ğerlendirilmek durumundadır. İşte
bu husus, eğe r olacaksa, a lternatif iktisat politikalan ta rtışmala k eş i ş me terimini oluştur rı nın malıdır.
iktisat politikaları tartışmaları nda öte yandan, açık lı ğa kavuşması laz ım g ele n <kuramsal ve pratikl iki sorunlu a landan söz edil m elidi r . Bunlardan birincisi, · alternatif,, ıktisat politikalarının sermaye birikim tarzı ile o lan bağlantıları; diğeri ise iktisat politikalarının uygula m a/gerçeklenm e alanının , yan i devletin nitel i ğinin sapürnmasıd; r Biri n ci alana ilişk in olarak, (tar tı şmalarda gözlenebilen ) sanıyo rum temel soru ş u dur: Acaba h e r bir birikim tarzının kendine özgü, neredeyse "zorunlu ,, olarak uygu lamak durumunda kalın an ik tisat polit i kalarından söz edilebilir mi? Başka bir anlatımla, h er bir birikim tarzının « kaçınılmaz .. b ir biçimde uygu l ayacağı i ktisat politikaları demetinden söz ed ilebilir m i? Buradaki gözlemle ri analize çevirmek amacı taşımadığ ı mız için bu alandaki tartış m aya burada g irmek isterniyoruz. Ancak hemen belirtmemiz uygun olacak husus şudu r: Bizce soruyu bu şe ki lde koyup , a nalizi bu doğrul tu da geliştirmek sermaye birikim
n itel i ğ i ni eksik (ve yank avramak olur. Öte yandan soruyu böyle bir algılayışın, «büyüme,,yi tahlil ve izah eden, her bir büyüme strntejisinin farklı araçlarını da zo runlu olarak beraberinde ge tire ceğin i ileri süren ekonomik iktis at teorisı paradigmasıyla olan paralel liğin e de dikk a t çekilmelidir. İktisat politikalarının u ygu. lama/gerçeldenme alanı, yani iktisat politikası - dev l e t (siyasi i ktidarı i l işkisi , alternatif iktisat p olitikalarının nötr o l madığının som utta gözlenebileceğinin far ki ı düzlemdeki bir ifadesind e n başka bir şe y değ·ildir. Üretim ilişki l erini temelden d eğ i ştirmeyi hedef al mayan her bir iktisat politikası nın devletin ya pı ve niteliğini daha analizin başında veri aldığı vurgu lanmalıd ı r. İktisat politikası tart ı şmaları yap ıl acaksa -ki yapıl malıdır-, bu noktanın ve ima ettiği ilgili alan l arın sorgu l anmas ı gerekeceğ i. bizce aç ı ktır. Ancak, eğer yu k arıda değindiğ im iz , her bir ik tisat politikas ı n ı n temel top lumsal s ı nıflar (ve tı:ı.ba k alarl üzerindeki etkilerinin fark lı olacağı şekli nd eki tesp it yanlış d eğil se, iktisat pol i tikalarının <dal tarihsel/toplu msal değişmel er oda. ğından değ e rl end iril ebi leceği (hatta değerlendiri lmesi gerekeceği l d e açık o l malıdır. Bu k ı sa değinmede ki a m acı mı z birikim tarzı/devler, dev let/ iktisat politikaları , ik tisat politikaları / birikim tarzı bağlant ıları nı incelemek deği l ; bu b ir diğ e r
w
w
w
.s
ol y
ay in
Alternati r
tarzının
lı ş )
om
"alternaLif,, iktisat poher zaman açıkça bel irtilmemiş dahi ol~a. politik "a lternatif,, ini de içinde taşıyacağı ileri sürüle bilir. O itibarla, «a lternatif,, iktisat politikaları, poli tik aternatifleri ile bir arada delitikal arının
.c
bakımdan,
209
sonra «görüş" halini alabilen bir «SOl» vardı. Ekonomik alanda, çözümlem e düzeylerinin şıklığı ve inceliği bir tarafa bırakıldığında eleştirinin «espri,, sinin fazlaca farklılaştığını söylemek mümkün değil gibi. Devletin ekonomiye müdahalesi, yeniden dağıtımcı iktisat politikaları, kaynakların yanlış dağıtılmasına yol açıyordu.
n.
ya
ol
.s
w
w
w sın! .
Öteki varyantta ise, Batı'da örnekleri daha önce görülen, nedense Türkiye'de 12 Eylül'den
210
« doğru "
dağıtılab i l
co m
Kaynakların
mesi için fiyatların d oğru olması; bunun için de «piyasa ..Jarın mevcut olması gerekirdi. Kaldı ki müdahale bir alanda gerçekleşince diğer «alan,, Jara da s ıçrıyordu . Osmanlı'dan beri mevcut olan yeniden dağıtımcı politikalar, insanlara, bedelini ödemeksizin • bir şey l er» veriyordu. Bedeli ödenmediği için de • verilen» şeylere her zaman ve her alanda sahip çıkılm ıyordu. Piyasa ve fiyat bir de bunun için gerekliydi bu görüş lere göre. Görüşün «Orijinalite .. si tam da bu noktada belirginlik kazanıyor: İktisat (politikaları) ile demokrasi arasında sıkı bir ilişki söz konusudur. Yanlış iktisat politikaları yanlış siyasete yol açar; böylece demokrasinin sekteye uğ rama olasılığı artar. Bilindiği gibi, genel olarak demokrasinin, özel olarak da •burjuva demokrasisi»nin ekonomik temel ile ilişkilerinin nası l olduğu, oldukça tartışmalı bir konudur. Teorilerden birine göre Batı Avrupa'nın gelişmesi bir «kalıp» tır. Bu kalıp da, özünde iki öğeden oluşur: kapitalizm ve demokrasi. Azgelişmiş ülkeler bağlamında
yi
incelemenin konusu olacak. Bu nedenle bu konudan şimdilik ayrılmak istiyoruz. Bununla birlikte ilgili iki hususun daha altının çizilmesinde yarar görüyoruz. 24 O cak Kararları'nın uygulamaya konulma s ından ve özellikle bu Kararl ar'ın ardından gelen 12 Eylül'den sonra, «i ktisat politi kaları » günah keçisi konumuna getirildi. Başımıza ne gelmişse, bu güne değin uygulana gelen iktisat politikalarından gelmiştir şek linde özetlenebilecek bir görüştü bu. Bu görüşün, kabaca, iki varyanta sahip olduğu söylenebilir. Varyantlardan biri ve zaman içind e sesini ilk duyuranı, sermayenin dolaysız temsilcilerine ait idi. Aynı şey l e r daha sonra «bilim çevreleri,, nden de duyulacaktı; elbette ki daha inceltilmiş olarak ... Buna göre, devletin ekonomiye müdahalesi sonucu hemen her alanda çift fiyatlar, yani ranLlar ortaya çıkmış: kamu iktisadi kuruluşlarının boyutları çok genişle mi ş, verimsiz çalıştıkları için açıklan sürekli büyümüş, bu açık lar da bütçeye yük olmaya baş lamıştı. Enflasyonun temeldeki başlıca nedenlerinden biri de bu idi. Üstelik uygulanan iktisat politikaları sonucu ekonomi dışa kapanmı ş, döviz kaybettirici bir durum ortaya çıkmıştı. "Sorun,,un teşhisi, çözümünü de beraberinde getirdi: Ekonomik müdahale kalk-
örneğin
Fransa'da sol, monetarist uygulamak tarzında kaldı; ya da Gonzalez de monetarizme yenildi; solcular gerçekten başarılı olmak, kendilerini kanıtlamak istiyorlar ise alternatif iktisat politikaları geliştirmek durumundadırlar: Marksistler buna m ecburdur şeklinde özetlenebilecek görüşlere rastlanabilmektedir. Bu türden görüşlerin kavramsal açıdan tutarlı olmadıkla rını düşü nüyoruz. Bu en azın dan iki bakımdan böyledir. Bir kere her «SOi» Marksıst olmak durumunda değildir. Aynı yazı Clarl içinde h em sosyal demokratlar, hem solcular, hem de Marksistler dem ek ve analizi h epsi için aynı düzlemde yürütmek kavram kargaşalığıdır. İkincisi iltifat edilir ya da edilmez, o ayrı bir konu - ama M::trksistlerin önüne en can alıcı, en temel sorun olarak («düzen için.. ve «düzen içinde .. ) «alternatif iktisat politikaları üretme .. yi koymak çok da a nlamlı sayıl m asa gerek. Buradan el bette ki, Marksistlerin iktisat politikaları üzerinde düşünmemeleri, konuşmamaları gerektiği sonucu çıkarılamaz. O teorik çerçeve içinde de iktisat politikaları ile bu politikaların yol açtığı/açacağı gelir bölüşümü, istihdam. enflasyon gibi sonuçlarla ilgilenilir. Bu politikalar içerikleri ve niteliklerine bağlı olarak eleş tirilebilir ve hatta «halktan yana" olanları desteklenebilir. Ama hepsi bu kadar. Sonuç olarak, «alternatif,, ikpolitikalarını
co m
iktisat
w
w
.s o
ly a
yi n.
aynı
yacaktı r.
w
'
kalıp geçerliliğini koruBu ülkelerde d e kapitalizm geliştikçe demokrasi yerleşe cektir. Kapitalizmin gelişme sürecinde piyasa, fiyat mekanizması, bireycilik gibi belli kurum ve algılayışlar da beraberinde gelişmiş tir. Demokrasi bu gibi kurum ve algılayışlar temelinde kök salabilmişLir. O halde demokrasinin temellerinin «Uygun" olabilmesi. kapital izmin «uygun,, olmasına bağlı olacaktır. Şimdi dikkat edilirse burada kritik kavram kapitalizm kavramıdır. Kapitalizmin hangi teorik çerçevede kavramlaş tırıld ı ğına bağlı olarak demokrasi de o şekilde cisimlenecek, içerik kazanacak; yanısıra. ötesine gitme ihtiyacı duyulmayan bir erek halini alabilecektir. Yukarı da sözünü ettiğimiz «SOi» görüş ler, kullandıkları terminoloji farklı da olsa «ruhen .. . andı ğımız teoriyle yakınlık gösterir. Bunlara göre de, ötesine gidilmeye ihtiyaç olmayan bir nokta vardır ki bu raya, insanın «birey.. olması ile varılır. Birey olmanın temellerini ise piy3.sa sağlar. Buradan çıkan sonuç, aslında berraktır: «Demokrasi.. bir amaç ise bu amaca uygun temeli hazırlamak gerekir; ki bu da .. uygun .. kapitalizmden baş bir şey değildir. Vurgulanması yararlı olabilecek ikinci husus ise «alternatif" iktisat politikaları tartışmalarında özellikle bu politikaların somutluk kazanacağı siyasi partilerin Ya da görüşle rin nitelenmesi ile ilgili «Alternatif,, tartışmalarında
da
211
tisaL politikaları LarLışmalarında kim Cler)in kime hitap ettiğinin açıkça ortaya lwnulmasında ya rar vardır. Tartışmaların, içe rik -
leri ıtibariyle Leknik yönleri ile norma ilişkin yönleri birbirlerinden belirgin b ir biçimde ayırdc dilmelidir. İşaya Üş ür
ş!tlcmelerinin
ly a
.s o
w
w
w 212
işçilerin,
memurla-
r:n. kısacası ücreLli!erin cıkarları na taban tabana karşı t olduğu r'.lincinin toplumda bir ölçüde de olsa kökleşmeye başladığın ı gösterdigi için sevindirici. Ama solun bir noktayı d a ha sürekli olarak vurgulama sı gerekiyor: Özal'ın ücretli emekçileri hedef alan uy g u lamaları da r a nla m d a iktisat siyasetleri ile sınırlı deği l ; Ö zal La L980'den bu yana işçi sınıfına karşı genel ve cepheden bir sınıf mücadelesi açm ış durumda. İşte. 1985 yılı kapanırken gürültülü bir biçimde gü nd eme gelen ve "geç emeklilik .. diye anılan yasa deği şiklikleri lam da bu mücadelenin yen i bir somut örneği. Sorunun ne olduğu biliniyor: hükümetin önerisiyle meclisten geçirilen iki yasa değişikliği, hem işçil er in (yani SSK'ya kayıtl ı olarak çalışan ücretlilerin), hem de devlet memurlarının (yani Emekli Sandıgı'na bağlı olarak çalışan ücreililerinl emekli maaşı alabilmek için ileri yaşlara kadar bel<lemelel'ini bir ;1orunluluk hal in e gelirdi. Bü yük 1<;t1clerin hakl arını
yi n.
Cumhu r iyet gazetesi bir sür~ önce Özal hükümetinin ikinci yılı nı do ldurması vesi les iyle çeşitli sınıf ve mesleklerden orıiki ki'?iY" yönelltiği sorularla bir mini -ankel dü7enlemişLi. Bu mini-ankete verilen cevaplardan çıkan en ilgin<,. sonuç şuydu: "Özal hükümeiinin ekonomi politikası e n çok kimlere zarar verdi?· sorusuna. araların da tüccarı. boya toptancısı. ıhra calçısı, dayanıklı tüketim malları bayii de bulunan onbir kişi. hiç şaşmaksızın, «işçiye, memura" cevabını veriyordu. Ankete katılan !ardan sadece biri bu fikirde değildi: Özal"ın iktisat siyasetinden en büyük zararı •stokç u .mın gördüğünü düşünüyordu. f3u özgün fikirli kişinin kimliği de çok önemsiz d eğ il : bir s üre önce, Türkiye· nin tekelci sermayes inin öz örgütü TUSİAD'a yeni başkan adayı o larak adı kulislerde dolaşan 'genç serm ayccilerimizden' Öme r Dinç. kök'ten başkası degil bu muhterem zaL' Mini-ankete öteki kişilerin verd i ği cevaplar. 24 Ocak prognı,mının ve onun günümüzdeki ç·t'
Yasas ı
co m
Emeksiz!ik
h edef a la n
ANAP
sözci.ı !c r i
bu
girişi mi .
u ;_; ...ın
c.lön:)mli
sorun un nü n ne
k ısaca
bunların
m esi bile, tutar
yan ı
hiçb irin i n ilcr
Sa n dığı'nınl arasında
ile giderleri
beliriyc;·.
Ça lı şan l ar
yönetilmeli.
o r taya k o-
kuruma
sahi p çı ktı gı zaman bakalım g er çe kten m ali sorunu kalacak mı
y u yor. Öza l ve ek ibinin temel gerekçesi, si g orta ku ru ml arın ı n !SSK ve Emekli
aç ık ça
riyle çal ı şanların geleceg!ni g ü vence altına alma i şlev in i gö rdüğün e göre. sadece çalışanlar tarnfından
gözden geçiri l
o lmadı g • nı
oldu g u
13u kuru mlar ça lı şnn ların primle-
milli menfaatkr·in b i r gereğ i o larak su ndular. O ysa ileri sürülen gerekçelerin
uzun dönemli çözümü
kunımun?
gel irler i
Oysa yasa d eğ iş ikliği, kal dı r m a•
.. bürokrasiyi ş imd i
büyük oran-
ça lı şanl arı n
kılığ ı nda,
ancak
kısmen
m
açıkça
temsil edildi ği y ön etim kurulunun s ın ı rlı ye tkil erinin bir böl ü m ünü
form • u gerekli kıldı ğı yol und a. Bu idd ian ın ciddi ve b e lgele nm iş
de genel müdürlüğe aktarıyor. Üs-
l erindeki
açıkların
bunların
co
bütçe bu tür bir .. r e-
tı s ızlıklar olduğu,
telik , yen i bir düzen l em eyl e, SSK'
o lm ası
nın
anlam lı. Ama daha önemlisi, eğer
dar
ortada bir mali sorun varsa, bunun çok farklı yönteml erl e çözü-
m ası
lebi leceği .
Örnek ol arak SSK'y ı alalım . SSK'nın 1985'de açığı yok.
getirileceği de açıklanmış bulunu-
yor. Yan i
çalışanların
l986'da ise 15 milyar TL açığ· ı ola-
rumlan olan söz
üzerind eki zaten s ınırlı hakkı da iyice ortadan
genci kurulunun, bugüne kao l duğu g i bi yılda bir topl an-
n.
d este kl e nm e mi ş
yerine üç
ya yi
say ıl arl a
cağı
yolunda
bir hüküm sigorta ku-
kal dırı lı yor.
1985) . Buna karş ılık, işve r enlerin SSK'ya y ıllard ı r ödemedi-
Bi r ikinci gerekçe var ki, buna maalesef «il erici çevreler,., SHP
ğ i birikmi ş
prim borcunun 96 mil-
ya l TL'ye
· indirildi ğini"
sözcül eri boyun ca.
w
Aralık
.s ol
tahmin ediliyor. <Bilgiler C. Arcayürek'ten, Cumhuriyet, 23
toplanması
yıllık aralıklarla
C,:>. lı şma
Bakanı'nın
k endisi açıklı ya r. !Cum_ 25 Aralık 19851 Bu du
w
huriyet,
• nesnel.,
ik tis~-:.di
emekliler ü l kes i .. olduğu , bunun kabul edilemeyeceği koro halinde
ge-
söyl endi. Neden kabul edilemeye-
r ek çel erin ardın a sakla:ı m ak birnz tuhaf olmu yo r mu? SS K'n ın
cegi açıklanırken de. başk a şey l e-
mali d urumu kötü o lsa bil e, bu nun esas soruml u sun u (borcunu
erkend en a k ti f nı alda psil<0lojik
ödemeyen patron ! arı l rahat bıra kıp i şç i ye yüklenmek ne anlamda
tüye
w
rumda sözde
vb. de kat ıldı tartı şma Tüı·k iye'ni n bir "genç
" mi ll i
ın e nfaatler.. c
yo r ? Ü stelik ş ük
hizmet olu -
SS K !'on ların ın dü -
f'aizli kredi gibi kullanciırıla -
rak çar çur
edil digi düşünülünce.
rin
ya nı sıra,
u ğ rayacağ ı
dü. Yan i m emura: gen ç
"ge nç emeklil erin ,, yaşam d a n ba kı mdan
bile ileri sürül-
şöy l e
den iyordu .. kardeşim, sen
yaş ında
ayrıl
çökün -
em ekli ye
işçiye,
böyle
ayrıl ırsan
çöke r sin . Ben senin iyiliğini düşü ner ck sa.n a erk en e mekliliği ya-
213
farklı
koşullarda yaşayan farklı
üyelerinin ortalamaı;ı olduğunu unu tmamak ger ek. Sağlık hizmetlerinin çok daha k i tleselleş tiği gelişmiş kapitalist ülkelerde bile, bir fabrika yöneticisi ile bir kol işçisinin yaşam süresi beklentisi arasında on yıla yakın bir fark var. Bütün bunlar bir yana, fiili hesaplar zaten ortada: Türkiye'de mevcut emeklilerin sad ece beşte birinin elli yaştan genç olduğu biliniyor. (Cumh uriyet, 26 Ocak 1985). Onlar da, izin verilsin, ps ikolojik çöküntüyü mü , yoksa ücretli köleler olarak yabancı laş tıkları bir emek sürecini mi tercih edecekleri ne k endileri karar versinler! Bir de yumuşatıcı gerekçe var. Özal durmadan tekrarladı tartış ma içinde: kazanılmış haklar geri alınmıyor, mevcut ücretlilerin durumunda hiçbir değişiklik yok diye. Bunun doğru olmadığını belirtmek zorunlu. Çünkü Özal'ın bu söylediği sadece devlet memur-
için
ları
yabancılaştırmayı
doğru.
(Büyük bürokratkim ister?) İşçiler için ise yasada yapılan değiş i klik, yaşlısından gencin e doğru kadem e kademe artan b içimde kazanı l mış hakları gaspediyor. Bunun önemine birazdan döneceğim.
Gösterilen
gerekçelerin hepsi göre, sözkonusu "reform ,,ların başka, daha gerçek nedenleri olmalı. İşte bu nedenlerin hepsi, kısaca, Özal'ın sermaye ile işçi sınıfı arasındaki mücadelede, sermayeye yeni mevziler kazandırmasının farklı yönleri olarak özetlenebilir. Görelim. + Dünya kapitalizminin bunalım ı içinde, çalışanların geleceğini bir ölçüde güvence altına alan r esmi sigorta sistemleri, bütün ülkelerde kapitalist devletler ıçın ağır bir yük haline geldi. Thatcher İngil tere'sinden Mi tterrand Fransa'sına, istisnas ı z tüm kapitalist devletler, gerek harcama kısıntıları, gerek primlerin yükseltilmesi yoluyla, çalışanların bu haklardan daha az ve daha
dayanaksız
olduğuna
w
w
w
.s ol
ya yi n
sınıfların
ları
om
devlet, bir «psikoloj ik çök üntüyü yasaklam a yasası » çıkarmalıydı ! Bu gülünç yanları bir tarafa b ı rakı lsa bile, bu gerekçenin de savunulabilecek yanı yok. Olmadığının kanıtları da tekn:ır tekrar açıklandı. Türki ye'de ortalama yaşam süresi gözönüne alınınca insanların önemli bir bölümünün yasaların em eklilik için öngördüğü 60 yaşı (erkekler içinl doldurmadan öleceği açık. Ortalama yaşam süresi, Özal'ın iddia ettiği gibi 62-63 olsa bile, ortal amanın,
.c
saklıyorum.,, İşin Türkçesi şuydu:
214
pahalıya yararlanmas ını sağl ama_
Ama oralarda işçi sınıfının gerek sendikal, gerekse siyasal hareketleri ayakta ol duğu için gerçekleştirilebilen değişiklik ler ancak marjinal. O ysa Özal. içinde bulunduğu elverişli ortamdan yararlanarak çok daha ileri bir adım attı: bu yasa değişiklik lerinin sonucunda, kağıt üstünde var olan emeklilik h akkı işçi sı nıfının büyük bölümü için fiiliyatta yok edildi. Biraz önce ortaya
çalışıyorlar.
w
w
w
.s o
ly a
yi n.
co m
lama yaşam süresi vb. ile ilgili koruma görevini üstlenenler de işsizlik büyüyor, sosyal olarak söylediklerim bunu açıkça «aman patlama olur.. d iye alarm sinyalortaya koyu yor. Buna bir şey da ha eklenmeli : Şükran Ketenci'nin leri veredursun, aslında T ürkiye CCumh uriyet, 26 A ralık ı 985) çok sermayesi açısından, geniş bir yedek sanayi ordusu 24 Ocak 'ı n önhaklı olarak be l irttiği gibi, iş ç il e rin ön emli bir bölüm ü s ürekli ola- gö rdü ğü «ihracat ekonomisi .. için rak iş d eğişt irmek ve birçok işte en önemli kozlardan biri. Çünkü sigortasız olarak çalışmak zorunyedek sanayi ordusu, işçinin iş çiye, da kaldığı için, e m ekl ili ğe hak çalışmayanın çalışana karşı rekakazandıran asgari sigorta lı çahş betini kızı ştı rarak, işçi sı nıfının ma süresini zaten çok geç doldu- ücret ve çalışma koşulları konusundaki mücadelelerine ve örgüt rabiliyo rd u. Şimdi yeni değişik likler b u güçlüğe yeni sı nı rlarla lenmo çabalarına en büyük darbeek katkı l ar getirerek emekli l iği iş yi vurur. Türkiye'de işsizliğin burçi sınıfının çok büyük bir bölümü juvaziyi ürküttüğü de çok doğru için kullanılamayacak bir hak ha- değildir: işportacılık tan geleneksel aileye kadar birçok toplumsal kuline dönüştürüyor. Zaten ANAP sözcülerinden rum işsizliğin yaratabileceği sobiri, Oltan Sungurlu, tartışmalar runlara karşı birer tampon görevi görmektedir zira. Kuşkusuz, zasırasında açıkça söy l e m emiş mi "esas olan insanın ölünceye ka- man zaman, Fas'ta n Dominik dar çalışmasıdır » diye? Yeni ya- Cumhuriyeti'n e kadar görü ldü ğü sal değişiklikl e r işte bu ilkenin gibi, patlam a lara yol açabilir bu uygulanması ve Türki ye' nin işçi durum. O yü zde n de b iraz risklive memurlarının emeklilik hakkı dir. Ama işsizlerin top lumun en nın ortadan kal dırılması dem ek, örgütsüz kesimi olduğu da unuherşeyde n önce. tu lm amalı. + Esas amaç bu olmakla bir+ Sermaye aç ı sınd an bu yasa likte, bununla bitmiyor i ş. İk in değişikliklerinin önemli bir yanı, cil baz ı a m açlardan da söz edil- SSK'n ın gerçek bir mali reformla meli. Bu nlardan biri, çalı ş makta daha iyi bir i ş l erliğe kavuşturul olan işçilerin geç emeldi olma sı ması zorunluluğunu ortadan kaldolayısıyla, var olan işsizler or- dırması. Bu, işverenlerin bugüne dusunun bir nebze de olsa daral- kadar olduğu gibi bundan sônra mas ın a engel olmak. Evet, Türkida doğrudan doğruya kuruma ödeye'de bir «gen ç emekliler ordusu • meleri gereken primlerin önemli yok a ma koskoca bir "yedek sa- bir bölümünü ödemekten kaçına nayi ordusu .. var. Sabancı'dan bilecekleri anl a m ına. geliyor. CAnKaya Erdem 'e kadar herkes işsiz cak bunun bir s ınırı var kuşku likten şikaye t ededursun, işçi sını suz: prim borçlarını ödem eye nler fı içinde sermayenin çıka rl arını ödeyenlere göre mali bir avantaj
215
ol u ştur u r.>
ya yi n
+ Genel olarak işçi sınıfının aleyhine ve genel olarak senna yenin lehine olmasının yanısıra, emekliliğin geciktirilmesi sermayenin özet bir dilimi için önemli olanakların önünün açılması anlam ına da gelir. Aslında resmi sigorta ku r umları aracılığıyla düzenlenen faaliyet, en genel d ı:·: zcyde, işçi sınıfının çalışan kesi m inin toplam ücretinin bil- bölümünün, sınıfın çalışamayacak yaşa gelmiş kesimine yaşlıl ı k s igortası olarak aktarılmasının devlet
tası planlarının hızla geliştiğ i bilinmektedir. Zaten Özal yönetimi do bunu kolaylaştırmak için elin d e n geleni yapmaktadır: özel sigortaya ödenen primin vergi ma trahından düşülmesi olanağını tanıyan yasa hükmünden yeni Sigorta Yasası'nda getirilmesi dü şünülen düzenlemelere kadar. +Özal hükümetinin bu çabası , sözkonusu gelişmenin , sadece sigorta sermayesi için deği l , ser mayenin bütünü için de olum lu bir nitelik taşımasındandır. Burada iktisadi alandan ideolojik alana geçiyoruz. Resmf kurum lar ca düzenlenen sigorta faaliyeti işç i sınıfının topla m gelirinin sı nı fın farklı böl ümleri (gençler ve yaş l ıları arasında bölüşümü üzer i ne yükselir. Yan i ilke olarak kollektif ölçekte düzen l e n miştir. Dol ayısıyla da tekil işçinin çıkar l a nnı s ınıfın bir bütün olarak ç ı karlarına bağlı kıl ar. Oysa özel s igor ta prog ramları, her işçinin bir birey olarak kendi geleceğin i garanti altına almasını içerir. Dolay ısıyla da, "her koyun kendi bacağından asılır ,, felsefesine katkı da bulunarak, kapitalist toplumun bireyci ideolojisinin işçi sınıfı için de yaygınlaşmasını ve sınıf daya-
om
ettikleri için, bu, ikinciler bir " haksız rekabet» görünümünü kazanır. Onun için sermayenin rekabeti bu tür uyasadıŞI » davranışların üst sınırını aç ı sından
.c
elde
k uruml arı aracılığıyla gerçe k leşti
w
w
w
.s ol
r ilmesinden başka birşey değil di r. CTek il işçi açısından bakıldı ğında ise gelir in geciktirilmiş bi çimde harcanması sözkonusudur.l Devletin bu faaliyeti resmi kur umlar eliyle düzenlemediği yerde i ki olasılık vardır: ya çalışanların yaşlılıkları için (aile kurumu dı ş ı nda l hiçbir güvenceye sah ip olmam ası; ya da bu güvencenin özel yollardan s ağlanması. Bu iki n ci durum, her çalışanın (veya belirli bi r işyerinde çalışanların tümünün) bir öze l sigorta sistemine katılması anlamına gelir. İ!? te bu tür bir gelişme sigorta ala nı n da örgütlenmi ş sermaye için büyük olanakların yaratılması demektir. Nitekim, son dön emde Tür!d ye'de CABD vb. ülkelerde yaygın o lan l özel yaşl ı lık sigar-
216
nışmasının zayıflamasını
+ Bu
sağ l ar.
değişiklikle r i
çerçevesinde. Özal'ın yaklasımı. burjuvazinin v e rdiği sınıf mücadelesinin sadece amaç l arı açısından değ il aı-açları a.çısından da iyi bir örneğini
yasa
oluşturmuştur.
Çarpıcı
örnek, i ş çi sınıfını bölerek kimi kesimlerini tarafsızlaştırma yoluy-
Bu arada, Türk-İş de «kazahakla r ,, ed ebiyatı altında sadece ş u andaki üyelerinin durumunu kurtarmaya çal ı şa rak , n a s ıl bir işçi s ınıfı örgütü de ğ il , belirli kı smi çıkarların savunucus u olan bir bürokratik cihaz ol duğu açı k seçik sergilem iştir. Böyle bi r ya klaş ımın yenilgi ye m a h küm olması b ir yan a , şu gerçeğ i n alt ı çizilmeli: bugün çalışmakta o la n i ş çile rin haklarına hiç dokun ul ma mı ş olsaydı b ile, bu, hu kuk suı v. n lanıda belir li birey l e ıin .. ka7.a n ıl mı ş h ak l a rı ,, nın ge ri alınmad ı ğ ın ı gösterirdi sadece. Am a s iyasa! a n lamda işçi sınıfının kaza nı lmı ş haklarının yok ed ildiği gerçeği ni ortad a n kald ı rmazd ı .
haklarını yeniden tanı h e r fırsatta ilan eden bir partin in. var olan hak l arın gasped i lişi ne doğru dürüst bir tepk i bile gösLerememiş olması acıkl ı bir görünü m yaratmı şt ır . Var o lan ka zanı m lan koru ya mayan la rı n geçmi şte yitiri l mi ş hakların tckraı· kcı zan ılma s ın ı
sağlayabileceğine
ki m Üstelik, bu deği şik liklerde m illetvekillerine ta nın a n özet ayrıcal ıkl arı n SHP m illetveyumuşattığ ı iddiası bil e ki lleri ni geçerli olam az. Bırakalım b öyle bir yaklaşımın «sosyal demokrat" ad ını taşıyan bir p a r ti için yüz kıza rtıcı n i te li ğ i ni; bu ay rı ca l ık lar SHP m illetvekilleri nin başını döndürmü ş olsa bile, y ine de h iç olmazsa SSK yasasınd.aki deği şikli ğe karş ı mücad ele edebilird i bu zevat. Çünkü o d eğ i şi kliğin , mi lletvekillerin e ta nın a n ayrıca lıkla hiçbir i li şk isi yoktu. Bu a::rıcalık l a r sadece Emekli Sandı ğ ı yasasındaki değişiklik içi nd e yer i n anacaktır?
w
w
w
.s ol
ya yi
nılmış
kaldırı l an
y acağmı
m
taktiğ i dir.
bugüne kad a r s i gor:alı olarak çalışmış oldukları s üreye bağl ı olarak, kimin in durumun a h iç dokunulma m ası , ki m inin du rumunun ancak kı smen kötüleşti rilmesi, b u g ün çalışanlar aras:nd a bi r bölü nm e yarattığ ı g ib i, ye ni ve g enç işçilerin du r um u n d2ki radikal kö t ü leş m e k a rş ı sında sını fın bu en d eneyi m siz u nsurlarını yalnız bırakmıştı r. CBu da asl ında yaşlıları ceza land ı r maya yön elik görün en yasanın en çok bugünün gençler ini ceza l a n dırdığını ortaya koymaktadır. l
co
kı l ma
İşçilerin
n.
zayıf
la raki bi
Söz Türk- İ ş'i n ta vrıncl<l.n açıl SHP'ye de degi n mek gerek. SHP'nin bu olay vesilesiyle so n d e r ece kötü bir s ın av verdiği ni n unutulmaması gerekiyor. İşçi le rin geçmiş d öne md e ortadan m ışke n
al ı yordu.
Böylece, muhaliflerinin de görkemli katkısıyla, Özal i şçilere ve m e mu r lara karşı yeni bir zafer k azan mı ştı r . Direncin zay ıflı ğı, zaferi n ko l ay lığı , bu a dı m ın ard ı ndan " kıdem tazm i na. tı fon u .. ile ilgili ya sa n ın g ündem e getiril mesi içi n çok u ygL•n b ir o r tam doğmasına yol açmıştı r . Bu y::' ni yasayla da işçilerin işten atı lm ası ö n ünd e ki tek öne m li engel ort<:.dan kaldırarak . 60'lı y ıll ı.ı. rdrın b eri zo r lu mücadelelerle elclo edi len bir m <Jvzi daha yıJ,ıJ m ış o l ac ~l<tır. Böylece. burjuvazinin i<·çi s ın ı fı 2 17
gücü g ünden güne
karşısındaki
p e kiştirilmiş olmaktadır.
Basından
öğrendiğim ize
Özal, günümüzde sınıflar aravar o lan güç ilişkilerinden yararlanarak çalışanl a rın geç emekli l iğini yasallaştırdı. Uzak o lmayan bir gelecekte bu güç il işki leri değiştiğinde çalışanlar da Özal'ın erken em ekliye ayrılmas ı s ınd a
göre,
son tartışmalar sırasında bir cümle d e sa rfetmi ş: «Emeklilik yaş sınırını yükseltmek vatanseverliktir." İnsanın içinden, büyük bir şa irin dizelerini tersinden okumak geli yor: eğe r vatan severlik buysa, öyleyse vatan ... Özal
nı
sağlayacaklar ku şkus uz .
Can
Ilg ın
co m
şöyle
len bir söz
ya
ol
.s
w
w
Çağdaşlaşma açısından
büyük diye sunula n bu yeniliğin altında n e yatıyor? İç bayıltı cı traş losyonlan, « dünyanın pahalı ürünleri,, olmakla ovunen göz kamaştırıcı çakmakları , kalemleri, saatleri, «lider olmuş •., «d ev.. elektronik aygı tları. «en büyük Porche" arabal arı ile, bu zarif ve şık dünyanın içyü z ü ne? adım
w
b ir
Değişik
218
biçimlerde dile getiri-
vardır.
Erkekler in kadınlara bakışını özetler bu söz: kabaca, «Salonda h anım , mutfakta hizmetçi, yatakta fahişe ,, gibi birşe y. Ama özellikle de çekirdek aile içinde yaşaya n ve kansı ev kad ı nı olan, orta-büyük burjuva erkeği nin talepleri dile gelir burada. Çağlar boyunca, namus sim gesi olmakla şe hve t sim gesi olmak arasında parçalanan kadına , son bir-iki yüzy ıldır bir de evkad ın lığı rolü yüklendi. Kadın , çeş itli ve çelişik rolleri arasında daha da çok bölü ndü. Erkek, kadından bu rollerden hangi birine uymasını isteyeceğini iyice şaşırdı. Ama öylesine oburdu k i, h içbiri nden vazgeçem ed i, h epsini birden istedi. Aynı kadın , hem h anı m olsundu , hem hizmetçi , hem fa hiş e. H em eviş ind e "b en ,, ini k öreltsin , bed enini yıpratsın; ama hem d e bak ı mlı ve güleryüzlü olsun. Hele
yi
Hepimizi n gözü aydın. Playb oy çıktı! Derginin sunuş yazısı na bakacak olursak, artık «ger çekten demokratik, lai k, liberal ve özgür» bir ü lkede yaşadığ ı mız kanıtlandı. Üstelik «çağdaş birey« -ama tabii ki erkek birey- olma nın r eçetesine de kavu ştu k. Dergi, ince zevkleri ola n , r enkli ve şık Türk erkeğiyle demokrasi ve özgür düşünceyi bu l u ş t u rma misyonunu yüklenmiş gibi görünüyor.
n.
Tan'dan Playboy'a
--
bu parçalan erkek için sorunlara yol
açmıyor d eğ i ldi. evkad ın lığı -eşlik
Yalnızca a nalık
w
w
.s
rolleri ile benimsediği ve bu ro lleriyle yüce l ttiği k arıs ı, gece onun fantaziler in in y ıld ızı h a line gelemiyordu bir çır p ıda. H em zaten, bölünmeni n namus tarafında kalan bu kadın da c i nselliğe o kadar yabancılaşm ı ş ki, bu fan taz iler için bir aday ola bilmesi o nun için de pek güçtü. Çekt i g itti a dam. Oynak, i şve li, « i şi nin ehJi,, kadınlard a buldu. fantazilerinin yıldı z ını. Birikimle r ini orada boşalttı. Orada felekten geceler çaldı. Evi-ailesi başkaydı; barlar, pavyonlar, genelevler baş ka. Ama bu arada adamın dünya sı d a parçalanıyordu . Bir tarafta, pislik içinde bir yasaklar dünya-
w
om
A ncak bir yerlerd e b ir terslik var. Bu koru nmuş d ünya bu b as ınca dayanaca k gi bi deği l. Cin sell iğ i eli nd e n alınm ı ş k adın bunalıyor. Kad ın bunaldıkça a dam bu nu fırsat b ilip, çekiyor kapıyı gidiyor. Bu dü n yanın h er ikisi için d e daha çekici kılınm ası gerek. Bastırı lmı ş cin selli ğin, öfkeye dönü şen sevginin, o bun a ltı c ı ilgisiz li ğin yuvayı sarsmasını engellemek şart. Kadının yen i mobilyalar. nası l sa mod as ı çabucak geçeceğ i için s ürekli bir proje olarak kalabilen giysiler, evişini bir ya nda n azalt ı rken öbür yanda n arttıran ev aletleri ile avundu ğ unu varsaya l ım. Ama adamın da bu alanın içinde kalı p , yin e de biraz h eyecan yaşam asın ı sağ layacak bir yo l olmalı. Şiddetiyle, pis l iğ iyle , çıplak şe h vetiyle erkeğin öbü r dün yasını buraya taş ı m a k sözko nus u olamaz. İyisi mi, bu gereksinimlerini biraz da ha
ol ya
Doğru su kadın ın
mı ş lığı
y uvas ı.
yi
fa hi şe fahişeliğini.
s ı: h eyecan ve rıcı , iç gıdık l ayıcı, a ma s uçluluk duygusu dol u. Ve, giderek ya lnı zca bu yapay ve yasak dün yada anlam taşımaya baş layan sevgisiz bir cinsellik. Yasak olduğu ölçüde çekici, kadın beden ini erkeğe bir fetiş olarak sunduğu için uyarıcı olan bir cinsellik biçimi. Öbür tarafta, ütü lü çarşafl ar, yakas ı kırış ı ksız gömle kler, çocuğa du y ul a n şef kat , hanım-eşe duyula n " saygı,, Te kdüze. coşkusuz, sık ı cı, ama temiz bir dün ya. İ ffe ti n, n a m usun al anı . En azınd an kendini bu im geyle sunan a ile
n. c
...
gece yatakta, a m a n muhakkak istekli ve oynak olsun. Ne var ki kad ın bö l ünmüştü bir kez. Hem onu hem onu olamıyo rd u. Esas olarak da, egem en ahlakın, ruhunu namus ve saflık timsali olarak yeti ştirm esi ile beden ini kendisinden koparıp erkeklere su nması arasında k i çelişkiyi taş ım ayı bir türlü b eceremi yordu. Ama tek tek kadınlar bu yükü n altında eziled ursu n, kadın cinsinin k e nd i içinde zaten varolan iş bö lü mü bir yandan erkeğin gereksin imlerini karşılamayı s ürdürüyordu: Bir tarafta analar-eşler vardı, öbür tarafta fa h işel e r. Hanım h anımlı ğını -anal ı ğ ını bilsind i,
219
cilalan mı !:i
bir biçimde.
koltuğuna gömülmüş . yanıbaş ında ho şgörülü
ve güleryüzlü karısı. ayağın ı n dibinde cici çocu k l arı. erkek olarak onu ilgilendiren her şeye ulaşma o la nağına sah ip Play boy'la erkek Ka n sının hep bir a rada karşılayamadığı çelişik taleplerinin karşılanmasında Playboy'un katkısı önemli. Kuşkusuz Playboy'u okuyan erkeklerin h epsi evli değil. Hatta belki de okur kitlesin in sayısal çoğunluğunu bekar erkekler oluş turuyordur. Ama bu çok önemli değil. Önemli olan Playboy'un aile ideolojisiyle çe l işmiyor olmas ı : Playboy, müzmin bektr olarak kalmayı seçmiş olsa da, bekarl ık döneminin geçici su l tanl ı ğ ını yaşıyo r olsa da, bir kurum olarak çekirdek aileyi bü tün ideolojisiyle birlikte benimsemiş bekcirlara seslen iyor. Orta-büyük burjuva çekird ek a ileden başlayarak halka hall<a ge ni şleyen nezih bir dünya yanın dergisi bu. Sözkonusu aile kurumuyla potansiyel olarak sıkı bağları olan beka rl arın, batakha nelere düşmeden, mutena bölgelerde kalarak feti şleşmiş kadın bedenine ulaşmasını sağ lı yo r . Cırlak seslerin susturuld u ğu.
w
w
w
.s o
ly a
yi n.
daha .. uygarca» karşılayabilsin erkek. Çekirdek ailen in şık l ığı \·e zerafetiyle uyumlu bir çı l g ınlık oısun bu. Tan. Merhaba, Bravo, Erkek çe, P laymen, Playboy vb. erkek lere, yasak ve fetişleşmiş bir cin selliği yaşamaları için sunu lmu ş çeş i tli araçlar. Yelpazenin bir yer alan Tan , bunların ucunda olarak eme kçi sınıflı:ı.rın ağ ırlıklı e rkekleri n e layık gö rülmüş o l anı; öbür uçlaki Playboy ise, kendisinin de gu rurla belirttiği gibi bir seçkinle r kulübü. Bu gazete ve dergilerin kimi, kadıncı. uygulanan şiddeti sergileyerek uyarıyor e rkekleri, kimi de kadının bed enini parselleyip belirli bölgelerini reti ş haline getirerek. Türkiye'de, örneğin kadın eşci n selliği gibi tümüyle yasaklanmış ilişki biçimlerini kullanarak bu işi göreni yok henü z (film sahneleri dı ş ında) . Ne de kadın bedeninin en ücra köşele rin e kadar ulaşanı. Demok ra llı ğ ımı z ve lib era l liğimiz ge liş Ukçe bunlar da olur herha lde. k im bilir Ancak Playboy 'uıı Batı'daki erki"'!<. de rgileri arnsı ncl a ela bir özell i ği var. Playlıoy kadı n bede:ıiııi «estetildik " ö lçüleri içinde sergiliyor. Ve yal nı zca kadın beden ini se r gi li yor: Ne çıp l ak erke!< var, ne cinsel temas. ne eşcinsel kadı nl ar. l; e r!:;ey, erkegin. karı sın ın da varolabilecegi bir alanda. bir e k uyarıcı bulmasına göre düzenlenmiş. Aile ala nın ı fazla k irletecek ve tehd it edecek birşc y
yok. Yalnızca, erkek cinse lli ğinin nesnesine dönüşmüş kadın beden leri var. Ama birşey daha var: ki.ilLür. politika, işdünyası. Burjuva erkegine cinsellik düny asıyla başka dünyalarını bir arada y?.şatabile cek bir araç bu. Evinde, rahat
co m
incelmiş.
kabalıkların
törpülendiği.
yer ol m ayan uygar bir
ş;dd et e
dünyanın
Evcilleştirilmiş pornografiy i ı~ ilt· k u rumuna sokara;( erkeğin gön tünü h oş ederken, kadı n cinsinin ke n di içinde bölünmü ş l ügünü JJ(' k i şlir m <' çabalarınızda başarılar ..
G üln ur
Sav ı- an
w
w
w
.s ol
ya yi
n.
co
m
dergisi Playboy. Bu de rgide, n esn e l eşmiş kadın bedeni bir şıklılc ve zarafet tülüyle örtülmüş Kadın bedenin e yö n el tilen ş iddc- L yu muşatı l mış . Derginin, sun u ş yazı sında sözü edilen .. demokratik ,, ve «liberal,, niteli ğ i de bu yumu şatmanın bir ürünü olsa gerek.
22 1
YAYINLAR
Can Yayınları, İstanbul, 1985.
İn celeme, araştırma, köşe ya-
vb. edebiyat
rında
dışı
aradığımız,
tarlılık, inandırıcılık
ifade araçlagerçeklik, tugibi ölçütleri
mek »
tir <Yeni Gündem , 13-16 1985). Edebiyatın kendine tanıdı ğı bu «eğlenme» özgürlüğüne, bir okur olarak benim hiçbir itirazım yok. Ancak ay n ı özgürlük alanını, e l eştirmen ve okurlar için de tanımak zorundayız. Kendine göre gerçeklerle, «Oyun" olsun diye ve •eğle nm ek» amacıyla yazıl mış bir ro manı eleştirirken, kimseden «e debiyatın örselenebilir onurunu,. d ikkate alması beklenmemeli . Fethi Naci'nin, Sudaki İz ıçın, •Okuduktan sonra duyduğum tek duygu sadece 'tiksinti' oldu" demesi de yadırganmamalıdır <Ad a m Sanat, Aralık 1985). Sudaki İz, 12 Eylül öncesi dö nemin genç kuşakları arasından seçilmiş beş örnek tip üzerine kuruluyor. Köylü kökenli solcu Necip, kentli kökenli solcu Fazıla ve Bülent, kentli kökenli serüvenci Ömer ve köylü kökenli (önce d inci, sonra bireyci) şair Suat. Bu beş gen cin yaşam öykülerini üç Ara l ık
yi
zısı
n.
Ahmet Altan, Suda ki İz,
w w
w
.s
ol
ya
edebiyat ürünlerinde arayamazsı nız. Aramaya kalkarsanız, san atın «kutsal» sorums uzlu ğuna gölge düşürmüş olursunuz . Sanatçı ille d e doğruyu söylemek, yazmak zorunda değildir. Dilerse, İ kinci Dünya Savaşı'nı, Hitlcr'in can sı kıntısından çıkard ı ğını ileri süren bir roman Ya da Ekim Dcvrimi'ni Lenin'in kısa boylu o l uşuna bağ layan bir öykü yazabilir. Kimse kalkıp, « bunları nereden çıkarı yorsun?.. diye soramaz. Ahmet Altan'ın, Sudaki İz romanı i!e ilgili bir söyleşide belirttiği gibi, belki yazar «roman yazma oyunu» oynuyordur ve bu oyun «aslında» onu, «bütün gerçeklerden daha fazla ilgilendiriyor.. dur. Ya da ki tabında, "bildiği miz anlamda gerçeğin egemen olmasına tahammül ,. edemiyordur. Belki de yazarın »birincil amacı ,. kendini «eğ l endir-
222
co m
Bulanık Sudaki İz
.c
om
Köpekler birdenbire çıktıdu ... !ar ... Birden arkasına d ön üp deli gibi koşmaya ba şl ad ı. .. Birden tipi nin aras ınd an siyah birşeyle r gördü. Daha n e olduğunu anlayamada n bütün hı zıy la , oku lun a da m boyundaki dikenli tellerine takıld ı. Bedenine d olan an paslı tellerin arasında bayılıp ka ld ı. " Gırgır 'ın ünlü Muhlis Bey' iyle fotoroman karı ş ı ğ ı bu •anamnez,, özeti, bize, Necip'in maru z kaldığı fiziksel ve r u hsal travmanın, on u n kiş il iğ i ne, toplu m a ve d üzene karşı n asıl güven sizlik ve öfke toh u m larını attığın ı gösterm eye yetiyor . Şimdi bir adım daha atıp, öğren cilik y ıll arının zam a n dü zlemin e gelelim : Necip h er nasılsa liseyi bitirip İstanbul'da üniversiteye girm i ş ti r. «... Kadın l a rın güzel koktuğunu og renmiş, öğ ren c i kahvelerinde oturmuş ve bütün bu yerlerde bir insan gibi değil de toz r engi pis bir bu lamaç gibi dolaşmıştı, hiç kimse hiçbir konuda düşüncesini sormam ı ş, va-
ay in
za m an d üzlemi içinde izlerken , zaman, mekan ve ki şile r arasın daki gel-gitlerin sağladığı akıcı lı k la romanı bir solukta bitiriyor sunuz . Sonra? Sonra ya Fethi Naci'ninki gibi bir «tiksinti,, duyg u su , ya benimki g ibi, arabesk m üzik din lemek zoru nda kald ı ğım zam a nlar duyduğuma benzer hafif öfkeli bir bıkkınlık, ya da ·hoş görü, beğeni ve hayranlık " . Bunl arı n h epsi olabilir. Türk iye'de artık h er cins m al, k endine u ygun bir alıcı bulabiliyor; yeter ki iyi pazarlansın. Fakat ben ce h epsinden önemlisi, say ıl arı giderek artan ve bizim topl um için görece ye ni sayılabilecek bir insan tipinin bu rom a nda bulacağını sandı ğ ım özdeşlik duygusudur. Bundan daha sonr a söz ed eceğim.
w
w
w
.s
ol y
Sudaki İz'in yazan bütün rom a n boyunca, hiç eksil m eyen bir gayretle, solcu ey l emci li ğin ·patogen ezini» araştırıyor. Çün k ü ona göre bu bir rah atsız lı ktır ve bütün rahatsızlıklar gibi bunun da bir nedeni olm as ı gerekir. Bu n edeni ortaya çıkarm a k içinse, fazla uğraşmaya hiç gerek yoktur. Özgeçmi şi şöy l e bir gözden geçirm ek yeter. Örneğin Necip n eden solcueylem ci olmuş? Önce çocuklu k d ön em inin zam a n düzlemlerin e bir b a k alım : Necip «En yakın kasabadan üç kilometr e uzaktaki» ortaokuldan kovulur. .Biraz önce sakin sakin yağan kar birden tipiye çevirmişti... Kasabaya doğ ru yürümeye koyuldu. Soğuktan ve öfkeden kusacak g ibi olu yor-
rolamamanın
acısı,
ça resiz l iği
damla damla öfkeye d önüşm üş tü . İl k başlarda birtek gülü m semenin yokedebi leceğ i kadar güçsüz, köksüz ve yapay olan bu öfke, o tek gülüm semenin olmamas ı yüzünden gittikçe büy üy ü p güçlen mişti. Yal nı z bir tek kişi fa r ketmişti onu" . Kim ola bilir o ki ş i? Elbet bir solcu m ilitan: «Ben de senin g ibiydim ilk gel diğimde . Böyle olur insan kente ilk geldiği n de. Sen ak şam üstü dersten so nra ben i bekle. Benim adı m Fikr e t". Fikr et b ir oturumd a Necip 'i
223
kend i yo luna soka r ve Necip so l ç ık ar .
iki
sol c u-eylemci
aşağı
yuk a rı
d e,
a y nı
l a rda k a p a rla r . Bülen t varlık lı b i r ailenin tek çocu ğ udur. Annesi bas kı cı
ve
soğ uk
bir
kadın .
· An -
nes indan nefret et t i ğ in i. ann esin i ö ldür m ek is te di ğ ini dü ş ünmü şt ü birşcy
a ma an n esin e
s öy l e m e mi ş
Lİ •>.
Bu ö l'ke onu büy üyü n ce solcu yapmaz da n e yapa r ? Faz ı la i se. "Onik i yaş ı nday k e n F re n s ı z Lisesi 'n e g ird i ğ i y ı l. hem dctnsöz iı o m verdi ğ in i
d e r a h i be ol m aya knca.;·
k e. cl . n ı
Yaşayabi lm es i
k utsallı ğ ın
i ç in bir
h em d e o nun
d e h şe
ol m as ı .
k öl esi
u ğ ru n a a c ı
çe kmesi
ge rek i y~rdu .. . i ş te si ze fanat ik bir
m ilita n için
kusu zsuz bir
ki ş ilik y apıs ı.
Suat ' ın geçmi şi
kurtarır.
d a,
b aş ınd a
ye ş il
gitmi ş,
kursuna
gula rını ,
örtü
takke, Kuran
ama «bütün duy -
düş ün cel e rini k ap la y ıp
gibi
a ltınd a,
w w
in ancın yalnız
d e p ek p a rt a l<
ama o sonradan ke nd i ni Suat 7 - 17 yaşları a ras ın
w .s ol
de ğ ildir
çimle nmi ş ti...
s ıkın tı la rı
k alın
içini
bir
ıs ıta n
ku ş ku c u
zek i ve tohuml arı bi -
a d a mın
bir
Kısa
ki ş i l i ğ i
ve
boylu
o lduğunu
uzayıp
yok eden bir k a nıtlamak
eski bi r
o l m a nın
a nlatılır Kekeme bir :;erüvenleri , hiç y ok -
tan adam öldürmesi ve hiç yok -
n e keyiflen e hikaye edilir. Köylü-
d evrimci
N ecip 'le kentli sevgilisi
Zerrin aras ındaki ilişki , renkli bas ın ı n pazar ilavel eri n i aratmayacak bir hafiflikte sayfal ar boyu sü r üp gider: «- Peki ne zaman olacak d evrim ? .. . ... - Bu yıl o lur. - Aaa, deli misin sen? Bir daha n as ıl beklenir? ... Daha çabuk olmaz ri yonı m
ze k a n ı n
-
.. .
rim? Olur.
- S öz mü?
g üvence veren başl a r. Sual · Tö vbe Ya rabbi .. .. diyerek T a n ny ;
- Bak , ik i ya d evrim
köşeye s ı kıştırı r :
rı z
i nan c ın
çat ı ş m a ya
"g öster bEJ n a k cn
mı?
İki aya k adar olur mu dev -
an-
s ın ı rs ı z yara tı c ılı k
yıl
İki aya kadar olacak söz ve-
-
224
CCan gol
ta n a:; ılma s ı , topalları taşlayan bi r çocuk acımasızlığıy la, keyifle -
geceleri rüyas ınd a ·sa görür. Fakat g ü nün bi r inde · hiçbir örtüye katk adınl a r..
raha t lı g ı ..
• Çıldırm ı ş ..
ög renci önderi
uzun uz un eylem c inin
rı ş ın
l a yı ş ı y l a.
casusu .. diye ipe
çeken . isken cc sonu c u
kı v ran ır .
ve
boşinan ç
ü zere devi -
g iden bu çabayla, bir ke-
• sagc ıla rı n
diyi
-
bağ ım s ı z
tutsak eden, bireyi
nip dururken , olayları gülünçl e ş tirmek iç in ö1.:el bir çaba gösterilir. Yer yer infantil bi r sı ğ lıkla
ve kompl ek sl eri içinde
lanamayacak diken l i bir
ana ekseni, devrim -
in s anı
ya
solcu
Romanın c iliğin
kurtulur .
yi
a nnesine söyle m iş. te d ü ş ü rm üştü ...
bo y unduruğundan
y aş
inan c ın
okuy arak
m
Di ğer h asta l ığı
inanmayacağım ..
d i n i yoksa san a diye m eyda na
n. co
eyl em ci olup
Söz.
..
a y daha bekler im . olur ya da ay rı l ı -
matlığı
co m
zaman uNecip bir hiçtir ", örgütünü kaybetmek onun için «Ölmek gibi bir şeydir». Bütün uailesini bir felakette kaybeden küçücük bir çocuk gibi sahipsiz, korumasız ve sevgisiz,. kalır. Fazıla ile Bülent'se işçileri örgütle mek üzere yıllarca onlarla birlikte yaşadıkları gecekondu semtini, işçi kardeşleri için pişirdikleri hindiyi çamurlar içine düşürdü kl eri bir yılbaşı gecesi terk ederek, devrimcilikten sessizce emekliye ayrı lırlar. Ama bunlar da iflah olmaz. Mutsuz bir evlilik içinde Bü lent zayıf ve silik bir koca, Fazıla'ysa hala kendine kişilik arayan ve koca5ını eski sevgilisiyle aldatan bir kadındır artık. Bütün bu enkaz kişiler ortalıkla sürünürken, romanın «esas oğlanı,, Ömer, akla hayale sığmaz serüvenler yaşar. Gerçi ruhbilime pek m e raklı olan yazar, çocukluğunda onunda acılardan nasibini almasını ihmal etmez vo sığ bir kumsa ldaki bir karış suda, çocuğun annesiyle babasını göz göre göre boğar. Ama bu acı Ömer'i solculuğa falan itmez. Dünyanın dört bucağını dolaşıp duran, görmüş geçirmiş bir serseri olmaya iter. Paralı asker olur, belirsiz ülkelerde savaşır, adam öldürür. Gemici olur, uzak denizlerde liman liman gezer. Ama hep güçlü, hep yakışıklı, hep korkusuz, hep filozof ve biraz da hüzünlüdür. Dövüşmesini ve sevişmesini iyi bilir. Ne hikmetse kendisini Anibal diye çağıran Dominguez adında bir de dostu varc.iı r. Heryerde
w
w
w
.s o
ly a
yi n.
Sudaki İz'in devrimcileri insani hiçbir duygunun yeşermesi ne izin vermezler. Aşk, cinsellik, sevgi gibi duygular, ideolojinin katı kuralları içinde bastırılmış ve yasaklanmıştır. Cezaevinde Fazıla'nın, «etinin içinden gelen bir sesle» söylediği türkü bile, cinsel çağrışımlar yaptığı için «ranza!arın üzerinden gelen sert bir uyarı.. ile susturulur uBu ne biçim ses Fazıla ne biçim türkü söylüyorsun". Ahmet Altan'ın devrimcilerinin ,. Jütle., hakkındaki görüşleri çok ilginçtir. Örgütten uzak laş maya başlayan Necip'le, örgütün yöneticisi Kenan arasındaki diyalog, eşine az rastlanır kabalıkta bir abartma örneğidir: •-Revizyonistler gibi konuşu yorsun Necip arkadaş. Kız arkadaşlardan ayrıldıktan sonra çok değişti n sen. Kitleleri hareketin içerisine almak demek, on ların değer yargılarını kabul etmek demektir. Kitleler egemen sınıfların d eğe r yargıları na sahiptir. Onlar bizim mücadelemizi yozlaştırırlar. - Ama halk olm adan halk için mücadele etmek çok güç .. .... - Bizim halkı kurtarmak için halka ihtiyacımız yok Necip arkadaş ... » Sudaki İz 'in devrimcilerinin s onları da tıpkı çocuklukları gibi, acılar ve umutsuzl uklarla doludur . Necip'le örgütü arasındaki çelişki, Necip'in ele ş tirileri ni sürdürmesi n edeniyle gid erek büyür ve Necip dışlanır. Fakat örgüt ol-
225
n.
co m
sevgilisi Fazıla'ya döner ve ona. ·-Benim sevgiye ihtiyacım var, sevilmeye ihtiyacım var. geceleri seni yanımda görmek istiyorum" der. Fazıla ise, kocası Bülent' i sevme mekle beraber yine de onunla ve çoc uklarıyla kalmayL yeğler: "Bcıı serü\·en istemiyorum Ömer ... G üven aşktan daha önemli benim için". Sonunda Ömer yeniden ser scril ige, Fazıla da mutsuz evliliğine döner Sudaki İz'in önde gelen beş kah ramanı içinde, yazarı n kendisiyle az çok özleştirdiği kişiler Ömer'le. Suat'tır. Söylemek istediklerini çoğu zaman onların ağ zından söyler. Solcu -eylemci Necip, bir kantin kavgasında, ölümle ilgili olarak, slogan kokan yavan laflar ederken ( "Nas ıl olsa birgün öleceğiz . Biz ölürsek arkadaşlarımız sürdürür. Korkmaya değer mi?» l. Ömer aynı konuda. çağdaş ermişler gibi konuşur: ·- Nasıl olsa öleceğiz. Birgün önce birgün sonra benim için farketmez. Yeter ki eğlenceli bir ölüm olsun .. Herkesin kendi ölümü var Dominguez. Benim ölümüm bir kadın. Siyah , tepeden t ı rnağa kapalı bir giysi giymiş, saçları giysileri gibi siyah bir kadın ... Fazıla ile tartışmalarında. hiçbir inacın tutsağı olmayan Ömer'in, yaşamın her alanında ne derin bilgi Ye deney sahibi olduğunu , en önemlisi de yaşa maktan , sevmekten ve ölmekten korkmad ığını farkednri7 Sııat ise. fizik yeter-
w
w
w
.s
ol
ya
yi
onunla birliktedirler. Romanın sayfalar boyu süren bu bölümleri. ucuz serüven filimlerinden koparılıp yan yana dizilmiş, ipe sapa gelmez parçalarla doludur. Ka ranlık sokaklar. egzotik barlar, en bayağısından seks gösterileri. esrar. kavga, ölüm, aşk. Bir ba karsınıL Ömer'in adam öldürm e krizleri tutar. «Ö nce bir dükhrna girip bir tabancayla iki şarjör. alır. . Taban cayı sağ cebine, ~ar jörleri sol cebine.. koyar. Sonra "bir kadın . alır ve küçük bir Ote le götürür. Gece koyulaştıktan sonra otelden çıkar ve karanlıh insansız sokaklara dalar. Kana susamış Ömer nihayet öldürecek bir zenci bulur ve kurşunları karnına boşaltır. «Şimd i ze nci iki bacağının arasında yatıyordu ... Ömer tabancasını doğrultup zencinin tam şakağına ateş etti ... Yüzünün bir yanından kanlar bo şa lıyordu. Ömer koyu kahverenginin üstünde kırmızının iyi clurmac!ığına ka rar verdi". Aynı Ömer, bir bak :ır sınız Karayipler'de büyük annesi yaşında · Arp virtüozu Misis Perkins»in koynuna girer. Kadınca ğız Ömer'le sevişmenin hazzına dayanamayarak. · ölüyorum, tan rım. çok güzel, çok güzel Ömer. çok güzel ölüyorum,. diye diye, tam o anda resmen vefat eder. Arkadaşı Dominguez, masala rı «Vajina .. biçimindeki Cnasıl birşeyd i acaba?) bir meyhanede bı çaklanı p öldürülünce, Ömer acısı nı dindirmek için son bir adam daha öldürür ve galiba artık biraz sıkıldığı için istanbul'a C'S!d
226
ışıklar
fışkıran »
çıplak
kadınla,
renkli ışıklar fı şkıran .. çıplak erkek imgesi birleştirilince, ister istemez şu mesaj canlanıyor kafamızda: «polilikayla uğraşma, yaşamaya bak». Bu mes8.j da, yine ister istem ez, akla her dönem de ve her yerde; bazan bir aile bü · yüğü, bazan bir k öşe yazan, bazan da bir taksi şoförü kılığında karşımıza çıkan, «O tipi » çağrıştı rıyor: « Oğlum aklını başına topla, sana mı kaldı elin a melesiyle uğraşmak. Bak gençsin daha, ya karlar başını alimallah ". Ya da • abi boşver anadın mı, bu mem leket ;ıdam olmaz, keyfine bakacaks ın icabında ... » Eskiden bu dost nasihatları d a ha çok yaşlı ku şaktan gelirdi. Ge nçler arasındaysa, toplumculuğu biraz köylü uğraşı gibi gören, içten içe ona kapı l anları alaya alanlar vardı kuşkusuz, ama sol kültürün yarattığı kolektif süpe rego karşısında pek ortalığa çı kamazlardı. Bireycilik, ş iiri, roma nı, öyküsü olmayan, futbol giyirnkuşam ve erkek cinselliği dışında ufku bulunmayan sıkıcı bir dünyaydı. Bugün sa nırım durum hayli
Toplumculuğun
ezilmeye bir dönemde, dünyanın eskittiği bu görüş bizde ye-
çalış ıldığı artık
niden keşfedildi. Bugün, göğsünü gere geı-c «ben bireyciyim arkadaş " diyen çok genç v ardı r herhalde. Artık toplumcuların gölgesinde yaşama ları da gerekmiyor. Onların da düşü n ürleri, edebi yatçıları, ressamları müzisyenleri olacak elbet. Kendi benliklerini kanıtlayabil mek iç in , önce toplumcuları aşa ğ ılamalarını doğaJ karşılamak gerek. Bu romanda işte böyle bir özdeşlik duygusu bulunacaktır
yi n.
« gümüş
değişti.
co m
sizlikleri bir yana, ince zekasıyla yaşamın anlamını ya da anlamsız lığını kavramış bir yazardır. Ömer' in gerçek serüvenlerini o kendi iç dünyasında yaşar. O da tıpkı Ömer gibi biraz hü zü nlü bir filozoftur. Bu iki insanın söyledikleriyle, şampuan reklamlarındaki gibi yavaşlatılmış hareketlerle yürüyerek roman boyunca birkaç kez görünen , etinden « al tın r enkli
san ı rım.
döneminin kuşak l arı arasında, burada romanı yazılan gençlerin, yaşamın her alanındaki boşluğun politika tarafından doldu rulduğu bir ortamda yetiştik!eri doğrudur. Bu yüzden, insan ilişkileı·ini en besleyici kaynaklardan yeterince yararl anamamış, sevgiyi, aşkı, ne bedenlerinde ne de ruhlarında doğru dürüst tadamamış, . etlerinden altı n ve gümüş renkli ışıklar" saçar ak birbirlerine doya doya sarılamamış, bağı şlanmaz yanlışlara düşmüş ve çok güna hlar işlemiş olabilirler. Yüzlerce ölü ve yaralı dışında, bir zamanların bu genç insanlarından toplumsal bilincimize nası l bir tortu kalacağını henüz bilmiyoruz. Ama birşey var ki, ne edebiyat, ne toplu mbilim , n e do tarih tersini yazabilecek: Bu genç kadınlar ve erkekl er, çocuksu sakarlıkları, beceriksizlikl eri ve ölçüsüzlü kleriyle. bin yı l dır uyuyan
w
w
w
.s o
ly a
1960-80
227
Anadolu öbürüne
bir ucundan ve yaşamın dair" , belki biraz
toprağının
« dün yanın
değişebileceğine
vakitsiz bir sevinci taşıdılar. Sular duru lsun bakalım, iz kalıp kalmadığını o zaman göreceğiz. Gencay Gürsoy
Saraçoğlu ,
Kadın Özgürlüğünün Sorunları, Çeviren: Zeynep
Yazın
Yayınları.
1985.
yi n.
Evelyn Reed,
co m
Kadın Özgürlüğünün Sorunları Üzerine
dınlann aşağı
cins oldukları miti, kendi kad erlerini denetleyebilmesi, · kadınların sömürülmesi konularını inceliyor. Son böl üm ünde ise, Amerika'da femi nist hareketin başlatıcılarından ve NOW CUlusal Kadın Örgütü) adlı örgütün kurucul a rından olan Betty Friedan ' ın Kadınlığın Gizemi adl ı kitabı üzerine dü şün dük lerini s ı ralıyor. Baş ta da belirttiğim gibi, Reed kadınların bugünkü durumunu, bu duruma nasıl geld i ğin i ve bu konumdan nasıl kurtulabil eceğini hep Ma rksist bir bakış açısı ile açıklıyor. Özellikle ilk bölümde Engels'in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni a dlı kitabından sık s ı k alıntı yap ı yor. Kadının farklı topl um lardaki durumunu incelerken, sınıfsız ilkel toplumlarda kRdınlar dahil herkadınl ar ın
w
w
w
.s o
ly a
Evelyn Reed' in ilk kez 1969' da yayımlanan Kadın Özgürlüğü nün Sorunlan adlı kitabı, geçti ği . miz Ekim ayında, Yazın Yayınla rında Türkçe olarak yay ım landı. Evelyn Reed 1905-1979 yı ll arı arasında yaşamış Amerikalı bir kadın. Aslınd a antropolog olan Reed yaşamı boyunca aktif olarak kadın sorunları ile de ilgilenmiş. Kendisini sosyalist feminist d iye tanıml aya n Reed aynı zamanda Amerika'daki Kadınların Kurtul uşu Hareketinin de önde gelenlerinden. Reed kadın sorunun a Marksist açı d an yaklaşımıyla tanınır. Bu kitabının da İngilizce orjinal baskısında «Marksist bir yaklaşım » alt başlığı yer alıyor. Evelyn Reed, çeşitli yerlerde yaptığı konuşmal a rı ve dergilerde yayımlanan yazılarını içeren kitabında sırasıyla; kadın ve aile, ka-
228
amaçlar için bu kurumları gerekli kıldığı sorusunu, Reed gene Engels'in başta da adı geçen yapıtına dayanarak yanıtlıyor. Burada kendi kendine de sorduğu soru bence çok önemli: Varlıklı sınıf tarafından kendi mülkiyet çıkarla rına hizmet etmesi için yaratılmış bu kurumların, neden ve nasıl az mülkiyete sahip hatta mülkiyetsiz sınıflar tarafından da benimsendiği ve korunduğu sorusu. Sanayi kapitalizminin yükselişi ile birlikte çalışanların koşulları nın değişmesi , kadının üretici konumundan tüketici konumuna gemesi ve bu bağımlı kadınların yaşam boyu sorumluluğunun evlilik yolu ile erkeğe atıl m ası. Bu iktisadi sömürüyü gözlerden gizlemek için de kilise tarafından yeni bir mit yaratılıyor. Bu, ailenin kutsallığı ve doğallığı miti. Reed'in getirdiği açık l ama kısaca bu. Bana, aile kurumunun o günün koşullarında nasıl kurulduğunu anlamak için bu açıklama anlamlı geliyor. Ancak bu açıkla ma, neden bu iktisadi sömürünün bilincine varmış, mülkiyetsiz sı nıflar tarafından da aile kurumunun benimsendiği, hiç reddedilmediği ve hatta korunduğunu açıklamak için yeterli gelmiyor. Toplumda ezililen sınıfın erkekleri ve kadınları, ezilen sınıf olma konumlarına karşı ortak bir mücadeleye girebilirler; ancak temel olarak kadının -kadın olduğu için- ezildiği aile kurumuna ve kendisinin bu durumuna ka-
co m
sonradan orcinsel eşitsizliğin ise sınıflı toplumlar oluştuktan sonra oluştuğunu, dolayısıyla cinsel eşitsizliğin sorumlusunun doğa değil , sınıflı toplum olduğunu vurguluyor. Reed ilk bölümün bir yerinde, kadınların kurtuluşuna ilişkin olarak, kapitalist toplumun kaldırı lıp yerine sosyalist ilişkiler kuru lunca, bütün işçilerin, ırksal azın lıkların ve kadınların da bir cins olarak «kurtarılacağ ını » vurguluyor. Buradaki kendiliğindenci tavrını Reed, kitabın başka yerinde, kadınların kendi yaşamlarını ve kaderlerini denetleyebilmeleri için, (şimdi de toplumsal koşul lar değiştiğinde d e ) mücadele vermek zorunda olduklarını vurgulayarak bence bir ölçüde dengeliyor. Tarihsel gelişmelere bakarak Reed kadınların ikinci cins durumuna düşmelerini , sınıflı toplu mun oluşumuna bağlıyor. İlkel toplumdaki kollektif hayatta kadı nın üretimde yeri o ld uğunu ve cinsel olarak da bağımsız olduğu nu söyleyen Reed, özel mülkiyet, tek eşli evlilik ve aileden oluşan sistemin doğuşuyla birlikte kadın l arın tek tek evlerde yalnız birer eş ve anne haline getirildiklerini savunuyor. Kitabın bana göre en tartışma gerektiren bölümü ise, Reed' in evlilik ve aile kurumlarının doğuşunu , işlevini ve bugünkü durumunu incelediği üçüncü bölüm. Hangi tür toplumun, hangi
n.
eşit olduğunu,
çıkan
w
w
w
.s
ol
ya
yi
kesin taya
229
çıkmak zorunda. bu alanda çıkan olduğu çok açık; neden o da yıkmaya ça lışsın bu kurumu? Erkeklerin siyasi görüş ya da dü şü nce bagla mında katılabi l ecekleri bu liir m ücadelelerin gerçek taşıyıcıları kadınl ar. Kadın sor ununda herşe yi, Reed 'in deyimiyle , kapitalist sınıfsa ) sömürü tarzı ,, nd~ aramak. bana kadınların ezilınişliklerind e erkeklere düşen payın gözardı edilmesi anlamında yetersiz geli yor. Bugünkü toplum biçiminde çifte ahlak anlayışının geçerli olduğun u vurgulayan Ret:d'e kat ıl mamak elde değil. Gerçekten de tek eş lili k -başından beri- yalnızca kadınlar için geçerli. Tam da bu yüzden , özellikle cinsel baskı, ya da cinsel eşits i zli ğin olduğu yerlerde soru n kadınların sonınu; o noktada e rkekten d estek beklem ek, onun da buna karşı mü. cadele etm esini istemek bana gerçekçi gelm i yor.
Reed kitabının başka bir yerinde kadının ez il mişliğini kapita list sistemd e değil de erkekte araya n görüşü e l eştiri yor ve bunun y anl ı şları nı ve çıkmaz l arının nere leı·de olduğunu göstermeye çalı şıyo r. Reed Kadınların Kurtuluşu Hareketi d ı şında kalan bu tür feminist grupların , herşeye rağmen , yapt ıkları skandal yaratan eylem le rin i «erkek şöve ni7mini ve erkek üstünlüğünü » tartıştığı için anl a m l ı bul uyor. Ünallı yıl önce yazı l mış olan ve sosyalist femi n ist literatürün ilk örneklerinden olan bu kitap, özellikle 70'li yılla:·da Avrupa'da gelişe n feminist hareketin den eyim, ta rtışm a ve soru nlarını kap · samıyor. Reed'in bu kitabının Türkçe yayım lanm ı ş olması, herşeye rağmen çok sevindir ici. Türkiye'de kadın sorunu, kadın özgürlüğü konuları üstüne düşünenlerin okumasında, tart ı şmas ı n da yarar o lan bir kitap.
co m
yalnız karşı
.s
ol
ya
yi
Erkeğin
n.
dın
w
w
w
G ül Özlen
l da Mctt. Kı·o nstad ı 1921
Kronştadt
1986
çev. Ümi t Altug. lst a nbul. Sokak Yayınlan ,
l985, 93 s., 400 TL.
18 Mart 1921 günü Petrogracl ' da, tarihin ilk başarılı işçi d evri m in in gerçekleştirildiğ i bu kentte, gazeteler. tarihin ilk fakat b;:ı şarısız işçi devri mi d e nt-mesi olan
Pa ri s Comm une 'ü nün dönümünü kutlayan yayımlanıyordu. rad'ın
ta dt
ellinci
yıl
başlıklarla
Aynı gü n Petrog_ 25 km. ötesindeki Kron ş donanma üssünden gelip
te rn saldın siyaseli:ı i tcrl\ ederek savunmaya geçeceldi. Şimdiye kadar birçok ülked e olduğu gibi Türki ye.de de Kronştadt olsun işçi devrimleri tarihi ·· nin başka kritik dönem eçleri olsun hep ça rpıtılmış " kısa tarih dersleri,,nden okundu. Bun lardan J938'de " onaylananına " bak ılırsa:
co m
«SosyalisL Devrimcilerle, Men ş e viklerle ve yabancı devletlerin tems ilcileri yle işbir li ği halinde olan Beyaz Muhafızlar ayaklanmaya önderlik ediyordu. İlk başta, asiler. kapitalistlerin ve toprak agalarının iktidarını ve mülkiyetini yeniden kurma amaçların ı örtbas etmek için bir 'Sovyet' yaftası kullandı tar. 'Komünistsiz Sovyeller!' diye haykırdılar ...
yi n.
Ekim devriminin kurargülıı Smolni'nin pencerelerinde yan l;. ılanan Lop sesleri. modern tarihin en zengin siyaset l abonıtuarı o!an bu devrimin en tra jik oluntulann clan birinin son unu habe!" vcriyord u. Kızıı Ordu, 16.000'i ask e r olan 50.000 nüfuslu KronştaclL k e ntinin arka sokaklarında, Bolşevik i kti clarına karşı ayaklanın 1 ş Geçici Devrim Komitesinin so11 direniş yuva larını temizlemeye çalışıyor du. Ne var ki bu kez Kızıl Ordunun karşısındakiler. daha birkaç ay öncesine kadar cılcluğu gibi itilaf devletleri askerlerince desteklenen, çarlık ordusu generalleri nin komutasındaki «beyaz muhafızlar,, değildi; şimdi Kı zıl Orduya ayaklanmanın bastırılması emrini veren Trotskiy'in Ekim ihtilali günlerinde «devrimin nam usu ve şerefi,, adını verdiğ i , 25 Ekim (7 Kasımı 1917'd e "Aurora" zırhlısı topların ı
tadtlı
ol ya
nın
Saray'ın
ateş l eyerek
zaptını
Kışlık
başlatan Kronş
w
w
w .s
d e nizcilerdi - ayak lanma Petrograd'da bulunan Victor Serge'in anı!arıncl<:t aktardığına göre, « Yaşasın clii nya de\·riıni .. diye bağırarak ölüyorlardı CErinırnrungen eines Revolutionaers 1901-1941, çev. Cajetan Fre und, 3. B., Hamburg. V erlag Association, l 977, s. 150-5 l ı. Olayın trajikliği bu kadarla kalmıyoı·: Gene aynı gün Bolşeviklerin yıllar dır umut bağladıkları Almanya· da bir işçi ayak lanması daha bastınlıyordu "dün ya devrimi " bundan böyle uzun süren bir dur gun luk dönemine girecek. Konıin sırasında
·Kronstadt ayaklanmasının patlak vermesini kolaylaşt ıran iki neden vardı; gem il erin mürettebatının bileşimindeki bozukluk ve Krons tadt'daki Bolşevik örgüt ünün güçsüzlüğü... Bütün bunlar, Sosyalist Devrimcilerin, Menşeviklerin ve Beyaz Muhafızların Kronstad t'a girebilmelerini ve oranın denetim in i ele geçirebilmelerini mümkün kıl dı." fSBKP <Bl Merke7. Komitesi. Sovyetler Birligi T<onıünist Partisi rBolşevilıJ Tarihi, İstanbul, Aydın lık Yay ı nları . 1975, s. 305 - 06l.
Hnışçev sonrası «tarihler,, d e ise önce, bütün öteki suçlamalar tekrarlanırken Krorıştadtlıla rı n «Bol ş eviksi7 Sovyetler.. istedigi yolund aki iddiadan - bu slo gan Anayas2_cı Demokrat Pa r t i kurucusu. Şubat devrimi s onrası dışişleri bakanlaıından Milyukov'a a itti vazgeçildiğini CGcschich te der Komınunistischen Partei eler Sowjetunion, 2. B., Berlin, 1960.
iktidarının
ihyasının
w
w
w
.s o
yer almadığını, Kronştadtlılann olsa olsa «Savaş komünizmi» uygulamasına karşı orta köylünün haklarını savunduklarını, bunun ise Ru s Komünist Partisinin tam da ayaklanma günlerinde toplantı h alinde bulunan X. kongresinde kararlaştırılacak olan NEP'e !novaya ekonoıniçeskaya politika yeni iktisat siyaseti) ters düşme diğini, hareketin tümüne keskin b ir Bolşeviklik düşmanlığı hakim olmakla birlikte ayaklanmanın başından sonuna dek «bütün sosyalist partiler»in - yani Sosyalist Devrimciler ile Menşeviklerin, ayrıca anarşistlerin - katılacağı özgür seçimlerle Sovyetlerin yenilenmesinin savunulduğunu, yoksa Bolşeviklerin Sovyetlerden ihra-
232
co m
ly a
ağalarının
cına Ya da Sovyet sistemi yerine Kurucu Meclisin toplantıya çağrıl masına yönelik her hangi bir talebin ortaya atılmadığını bilmeye hakkı vardır. Dahası, köklü toplumsal dönüşümlerin alacağı siyasal biçimler konusundaki ufuklarını temsili parlamenter demokrasiyle sınırlandırmak istemeyenler için Kronştadt türü olayların incelenmesinden çıkarılabile cek say ı sız dersler olduğu su götürmez. Bu bakımlardan Kronş atdt'ı Sokak Yayınlarınca kitaba eklenen «Önsöz»de yer alan devişle, " ...bir kez de 'kurşuna d izilen lerin' ağzından dinlemaye» gerçekten ihtiyaç vardı. Ida Mett' in bu yolda bir ilk adım sayıla bilecek olan kitabını çevirip yayımlandıkları için Ümit Altuğ ile Sokak Yayınlarına teşekkür borçluyuz.
yi n.
s. 424'ten Fritz Kool ve Erwin Oberlaender, der.. Arbeiterdemokratie oder Parteidiktatur, c. II, München, Deutscher Taschenbuch Verlag, 1972, s. 525, dn. 14), son zamanlarda da Kronştadt olayına hiç yer verilmediğini <B. Ponomarev et al., Sovyetler Birliği Komünist Partisi Tarihi, çev. Hayri Gün, İstanbul, Bilim Yayınlan. 1976) görüyoruz. Bu gün her yerde olduğu gibi ülkemizde de Sovyet devrimiyle ilgilenen h erkesin Kronştndt ayaklanmasının patlak vermesinde sonraki yönlendirme çabaları ne olursa olsun - Sosyalist Devrimcilerin, Menşeviklerin, yabanc ı devletlerin vb.'nin parmağı bulunmadığını, Kron ştadtlıla rın talepleri arasında sermayenin, toprak
=
"' **
Kronştadt olayından gelecekte bu tür felaketlerin yaşanması nı önlemeye yardımcı olabilecek dersler çıkarmanın ön k oşu l u, kuş kusuz, olayı kendisini çevreleyen bütün bir nesnel ve öznel etkenler salkımı içine yerleştirmek nedenleri (öncesi) ve etkileri (sonrası l ile birlikte, yani dinamizmi içinde kavramaya çalışmaktır. Ekim devrimi, savaşın amansı zbir yıkıma uğrattığı, açlığın pençesinde kıvranmaya başlamış bir ülkede gerçekleştirilmişti. Ardından Brest-Litovsk banşıyla geniş topraklar, Üzerlerindeki iktisa-
teoriden türetiliyor d eğil di. Nitekim X. kongrc de bir yanda n Kron ştad t ayak!anm as ı «beyaz muhafızlar» ın kış kırtt ı g ı bir «k üçük burjuva karşı devrimi ., <Leninl olarak lanetlenirken , bir yandan da Kron ştadt lıl arı n bir kı s ım taleplerini , özellikle bunların iktisadi nitelikte olanlarını h ayata geçirecek NEP « Le nin ist-Bolşevik ,,
baş la tı lıyordu.
co m
uygu l am ası
**~:
Elbette reg ınc e
Kron ştadt
ol ayın ı
d eğe rlendirebilmek
içinde yer aldı ğı maddi koş ull arı bağl amın da ele a lmak yetmez; sağ l ıklı bir m addeci tahil, öznel koş ulların , özell ikle olay ın yol açtı ğ ı siya sal ve teorik sonuçların da mutlaka hesaba katılmasını gerektirir. Sokak Yayınlarının kitaba eklediği, neredeyse M ett'in metniyle aynı uzunluktaki «Önsöz,,, yazarının, sözü nü ettiğ imi z yöntemsel gerekli ğ in fark ınd a ol duğunu düdüren umut verici cümlelerle baş lıyor. Söz geli ş i yazar. « ... birçok muhalifin ya bütün olan biteni ... arızi n edenlerle, 'hatalar' nesnel zoru n l uklaı-l a açık lamaya (ya da mazu r gös term eye) çal ı şmas ını , ya da liberal 'in san hakları' söyleminin içinde k almasını .. e leş ti riyor; eleştiri nin « ... yap ının ve sürecin... sivri u çlan , a s ırılıkları ü zerind e,, değil , «kend i.. si üzeri n de yoğunlaşması gerek ti ği ni öne sü rü yor. Ama d a h a bu olumlu önermelerin aras ın a bile g irmekte
yi n.
onu
yalnızca
geiçin or-
tamın
w
w
w
.s o
ly a
di kaynaklarl a birlikte Alma nya' ya terk edil m !~. birkaç ay so nra başla.ya n iç savaş ve yabanc! müdahales i, ülkenin hem insan i hem de m addi güç!erini daha da tüketmişti. iç savaş sırasında "Hor Şey Cephe İçin! " parolası ortaya atılmıştı; kırlık alanlara gönderilen « iş ç i bölükleri» özellikle köylülere yönelik bir «i aşe dil< tatörlüğü ., u ygu luyor, köylül erin artık ürününe zorla el koyuyorl a rdı. Köylüler bunun üzerine üret imlerini kı s ınca bu "s avaş ko münizmi» önlem leri d e yarardan çok zarar getirmeye başlamıştı. Fabrikalar boşalmış, sınai üretim n e!"edeyse durma noktasına gelmi ş ti - işçi l er ya iç savaş cephelerindeydiler ya da açlık sorunu y la baş edebilmek için bağlarını h a la korudukları köylerine dön mi.i şle rdi. Gerçi sonunda iç savaş kazanıldı; ama ülkenin h er yanı nı işçi g r evleri, köylü ayak lan malan sardı. İş te Kronştad t olayının a rifesinde Ru sya' nın görünümü , birkaç fırça da rbesiyle çizi!di!: inde, böyl eydi. Emo'•çi h a lk. öze llikle de köylüler arası nda hüküm 5Ü r en derin h o ; nutsuzu ğ un köker,inde esas olarak Ru sya'nın iiretici güçler temelini n geriliğin den kaynaklanan, ama önce Dün ya Savaşı, ardınd an da iç savaş koş ull arı altında kat kat ağırla şan bu «kıtlık .. sorunu yatmaktaydı. Bu sorunl a boğuşu lurken başv urul an «Savaş komüni zmi" uygu lam ası,
koş ull a rın
d ayatt ı ğı
bir zorunluluk olarak tasarlanmı ştı; yoksa klas ik Marxist ya da
233
gecikmeyen biıtakını t c orık gara betl er (örnegin birer teorik kav ram
, defoı
olan
.. yozla ş ma ,, nın
ınD syoı1n
arı..d
i le gıbi
neds-nler
~öst0rilrnesil.
işçi
devletinin
bürokratik bozul-
ugrama süreci derinleşi Thcrmidor 'dan söz
gu nlaş ıyor
malara yordu.
kılması
eden l er,
Thermidor'un
yı llarca
" bekleyip
dönüştürüyor.
Okur, ön sözün sonuna goldi g indc. Sokak Yayınl a rı yazannın . kopuşu nıtik
Leninci gclenei<lcn temsi l
karşı
m an ı nda
ctugunu
etmediğini.
devrim in Lenin zagerçekleştigini
anlıyor.
savun · Anca k b t• .. karşı
devrim· tam olarak ne zaman ol mu ştu r ? Bu konuda bir aç ıklık yok. Önce · Kronstadt hareketinin ezilmesinin bürokratik karşı de,·ileri sürülü-
yor. Bu, tartı şmaya değer bir göbürokratik yandaşları
yozlaşma
haraı-c11i tarlışmalara
Gel g elelim,
« ...
ca bekleyip
devrim ,, ile
arasında
Leo-
yol
açmışt!ı-.
ba7,tlarının
durdt?kları
da
yıl l ar
'Thermi-
ilgili daha
çarpıcı
bir görüşle kars ıla$ıyoruz: " ... Rusya'da siyasal erk'i n va rlı ğını sürdürnbilmesi sosyal devrimin yenilcligini gösterir .. . Geleneksel hakim
s ınıfın
yerini a lan bü r okratik
sı
nıf bunu başarmıştır. Sosyal dev-
ri m ise
bununla sona
Si yasal
devrim , siyasal
iktidarın.
bir
başkasının
ol ya
rüştür ;
ris i nin
m üca-
Biraz il erd e .. IJürokratik karşı
yi
ol du ğu
ri m in zaferi,.
yıllarca
onu önlemek için dele et m işlerdi
bil'
" bürnk-
gelmesini
durmamışlar ., .
m
Stnlin'in
Ayrıca
n. co
na
çok geçm eden yove ön sö7ü içindC'n çı zoı· bir çcli 5kiler yumagı
İk tidaı ın tek ligi d e-
bu durum:
' 'am ediyor. ancak Sovyellerin iktida rı ele geçirmesiyle kuru lan
devletin
sın ıf
ermi ştir.
.. c rk,,i n.
elinden bir·
elin e geçmesi, böylece " tip. inin d eğ i şmesicl ir
top lu m sal
devrimin yolunu açan
ela budur.
Toplumsal de\'rinıin siyasal biçim d aha
büründüğü kurulduğu
riınci
ın e ..
surecin e uğ ram ış l a r, .i ktidar giden:k Bolşc' vik partisinin elinde
bulundugu
1ekellcşmişli. Ama y eni, ikinci biı·
devrimi nelen vazgeçil m esinin «tek
ıktid;ı ı ·
Cı l ked e
w w
w
.s
clüi·· bU ·• idiyse bile, bunun . 'ikili iktidafın sonu .. ile hiç biı· ilgisı voklur. ikili iktidar durumu . 1017 Şubatında başladı; a y nı y ıl ın Fkim ay ında Geçici H ükü m ctin clagıt ıl mac;ı bütün iktidar ın Sovyetk re geçmesiyle son buld u Ger c,. ı Husya'nın emperya list devletler cc kuşalılmıcı!ıgı vC' ic s avaş ko ) Ullarında Sovyet!er. J<ronştadı lı areket i sırasında [leri boyu tl ara \'ar m ıs bir siyasal mülksuzle<. -
2~ -l
oc! ag ı
y a r. ·tıl m ası
cic'gildi
anda
körelmey0 .. yüz
tutan. ·dc v lcl olmayan bir cl ev !ot Lir. Bu ise. niteliği darın mına
Lanı m
degişsc varlıgını
de -
ger cg i , -- sın ı r siyasal ildi -
sürdürmesi a nla -
geli r .
Ön sözü n ılk alt başlığı _ ·< L3resL Litovsk'un Getirdiklcri-· nc ayrıl m ış. Ön
söz yazarına göre. dev H.usya·rıın
savaş
Almanya ile
barış an tlaşm as ı
yap mac; ı .
sosyaliz. ın ..
hülinclı·
ayrı
bir «dünya
ku ru cu luğ una
tarihin ilk işçi devleti açı bir siyasal intihardan baş ka bir anlama gelemezdi . BrestLitovs k barışıyla Rusya'dal<i devrimci iktidarın yakaladığı soluk a lma fırsatı , O rta Avrupa'da devrimi n patlak vermesini zorl aştff madı. kolaylaştırıp hızlandırdı: Barışın üzerinden dokuz ay geçmeden Alman devrimi başladı. BrestLitovsk barışı, bilinçli bir yal nı z cılık siyasetinin ürünü olmaktan o denli uzaktır ki 1923'e elek uzanan Alman devrim süreci boyunca genç Sovyet devletinin ve 1919'dan başlayarak - Komi tern' in Alman devrimcilerine verdiği desteği bu günün ölçüleriyle baktığımızda, maceracı bulmamak zord ur. Ön söz yazarı ise, hem jacobinisme'e demediğini bırakmıyor , hem de Bolşevik lerin devrimi «ihraç etmeye,, kalkışmamal arını - bir başka deyi ş le " Napolycınculuk " tan uzak durmalarını - onların içt e nsizliğinin bir kanıtı gibi sunuyor ... savaş,,,
yi
n. co
m
s ından
w w
w
.s
ol ya
başlamaya karar verilmesinin sonucuydu. Hiç bir şey gerçek 1 c n~ bu kadar aykırı olamaz. Rus devriminin ilk evrelerinde devrim önderlerinin hepsi sonraclan .. tek ülkede sosyalizm ,, teorisinin şampi yonluğun u yapacak o lan Stalin dahil-. bu devrimın, Avru pa devriminin prelüdü ol maktan başka hiç bir bağımsız anlamı olamayacağına inanıyordu. Ge nç işçi devletinin çok geçmeden ileri Avrupa ülkelerinde gerçekleşecek devrimlerin desteğine kavuşacağı inancını ancak t 92ü'lerin başla rında, Alman devriminin son atı lımlarının da yenilgiye uğrama sından sonra terk ettiler. 1917 Şubatı ile Ekimi arasın daki dönemde Geçici Hükümetin izlediği siyaset, devrimin derinleş mesini önlemek amacıyla, çarl ık rejiminin başlat tığı savaşı sürdürmeye yönelikti. Bol şevik l er ise, işçi kitlelerini «derhal banş • vaadiyle seferber etmişler, onların bu tavrı, Ekim devrimi arifesinde belli başlı Sovyetlerde mutlak çoğunluf;u kazanmalarında belirley ici rol oynamıştı. 1918 Şubatında son bulan üç aylık bir dön eme yayılan Brest-Litovsk görüş m elerinin üstünkörü bir tahlili bile, o dönemde Rus ya'nın zaten savaşacak gü cü kalmadığını, görüşmeler kesildikçe Almanların Rusya içlerine doğru daha çok ilerlediklerini sonunda devrimin başkenti Petrograd'ı tehdit etmeye başladıkla r ını açıkça ortaya koyar. Bozgun ha !indeki çarlık ordusu kalıntılarıyla yürütülecek bir ' devrimci
Ön sozu n " İ şçi Denetiminden Diktatödügün e»· alt başlığını taşıyan bölümü , Bolşevik · !erin ve onların önde ri Len in'in sosyalizm ufkunun ne denli sın!ı- lı, hedefl cd i!deri top lu msal düze nin ne deni ürl\i.iti.icü olduğunu sergilemey i amaçlayan al ıntılar la bezenmiş Ön söz yazarı na göre. Leııin'in " geçiş " s o runsalı içeris inde rornıülleştirdiği parola1 21·. · Prol eteı-ya
aktarılan birincisinin kaynak metindeki) as lı şöyle: " ... !birinci cümlenin çevirisi doğru) Başka bir deyiş l e sosyalizm bütün halkın hizmetine koşulmu ş, o ölçüde de kapitalist tekel olmaktan ç ı kmış Jrnpitalist devlet tekelinden başka bir şey değildir. » * Ön sözün sonundaki notlarda gönde rme yapılan kaynak metnin kendisinde altı çizilm i ş o lan iki ibareden birincisinin yanlış çevrilmiş, öbü r ünün ise yok edil mi ş olması ilginç de ği l m i? Tesadüf bu ya, ön söz içindeki dip notu rakamları ile ön s özün so nundaki kaynaklar arasındaki bağlantının 9. dip notu numarası nın metinden düş Cürüll mesiyle koptuğu biricik yer burası! Görüldüğü gibi n e kapitalist devlet tekelinin başlı başına bütün halka hizmet etme.si söz konusu, ne de ·bütün halkın hizmetine koşulmuş » tekelin kapitalist tekel olarak kalması. Lenin'den aktarı lan bu sözler, Bolşeviklerce önerilen geçiş önlemlerinin d em okratik değil, sosyalist önlemler o ld uğunu , oysa Rusya'nın sosyalizm için he nüz olgun l aşmadığını , d evrimin hala burjuva demokrati k aşamad a bulunduğunu savu!'lanları, en başta da Me n şevik l eri hedef almaktadır. İçinde yer ald ık l arı baglam, sosyalist toplumun do ğasına değil, o topluma geçiş önlemle rinin toplumsal- s ıyasal içe_
laket'ten
co m
(İngilizce
w
w
w
.s o
ly a
yi n.
onun sosyalizm anlayışını açığa vuran birer .:;osyalizm tan ımıdır. Ünlü «Sovyet iktidarı artı elektrifikasyon» sloganını, iyice bilindiği için olsa gerek , şöyle bir fiskeleyerek geçiveren yazar, hemen ardından, «... Leninizmin 'ruhuna' en uygun» bulduğu «tanım .,ı aktarıyor: «Sosyalizm devlet-kapitalist tekelinden hemen son r a gelen adımdır. Başka bir deyi ş l e sosyalizm bütün halka hizm et eden kapitalist devlet tekelinden başka bir şey de ğildir .» Buraya kadar yazar, Bolşe viklerin hedefinin, Rusya'yı sanayileştirmekle sın ırlı olduğunu ü zerine basa basa ileri sürmüştü zaten. İşte şimdi de onların bu hedefe götüren bir yol olarak gördükleri sosyalizmin, tekelci devlet kapitalizminden öteye gitmediğini kanıtlamış olmuyor mu?! Hızını a lamayan ön söz yazan, biraz aşağıda bu kez Lenin'in hiç d e sanıldığı k adar «ih tilalci» olmadı ğını, « ... eski d evlet mekanizması ni devra lmaya» pek ala hazır olduğunu göstermeye kalkıyor. Gene bir alıntı yla: «Büyük bankalar sosyalizmi kurarken ihtiyaç duy duğumuz ve kapitalizncrlen devraldığımız devlet ayg ı tıdır ... ,, Alıntıları ait o ldukları bağla ma oturtmak , bütün bu kanıtlam a çabalarını çürütmeye yeter. Ama önce bir tahrifatı düzeltelim. Yukardaki iki alıntının Yakl a.~an Fe-
( "' J • . Or. in cthc r worcls, s0c.i< ıl i ın ı s m ere ly statc capi ta list monopo!y wiıich is made t o serv c the iııterests of th e whole people cı nd h as to thal e' te n t ceased
to be
236
capilcıli -;t nı o nopoly .'
Ama bu
işaretlerin
süs için kon Kaynağa ula şabilenler, alıntının h emen berisinde devlet makines inin d evra l ınm az l ığı üzerinde uzun ıızadıya duru l duğ u nu göreceklerdir. Bu nunla birlikte, Lenin'e gör e. modern devletin, baskıcı aygı muş
tının
o lduğu
sanıl mamalıdır.
yanı sıra geliştirmiş olduğu
n. c
om
bir başka boyutu vardır: büyük bankalardan oluşan muazzam bir muhasebe aygıtı. Bu aygıtın devranılmasında sakınca yoktur; kapitalizmden kaynaklanan çarpık lıkların budanması yeterlidir. Şu halde devralınması söz konusu olan. tırnak işaretsiz yazılamaya cak bir «devlet ayg ı tı,,dır. Bölümün ilerisinde yazar, «i? çi denetimi" ile işçi devleti arasında sahte bir karşıtlık kuruyor; «fabrika komiteleri,,nin m erkezileştirilmesini iş çi denetiminin (ve işçi devletinin) yozlaşmasından sorumlu tutuyor. Oysa işçi denetiminin, yazarın d ey iş iyle. « .•. fabrika işletmesiy l e sınırlt• kalmama sı. «... toplum un her alanını kapsaması ", ancak merkezi bir yapıya kavuşmasıyl a mümkündür. İ şçi denetiminin "kollek tif öz yönetim " düzeyine yükselmesinin vazgeçil mez koşulu da b udur. İşçi denetiminin hızla yozlaşt ı ğı doğrudur. Bunu n nedenlerini merkez iyet ya da ademi merkeziyet gibi biçim sel özelliklerde değil, gerçek toplumsal süreçlerde, m addi koşul larda aramak gerekir. Ama ön söz yazarı, bu tür etkenlerin oynadığ ı rolü ister istemez gözden kaçırmak pah asına, " ... kimi za-
yi
ilişkin bir polemiktir. Kapitalist tekel olmayan kapitalist devlet tekeli: Lenin 'in bu paradoksal (gibi görünen! ifadesını gene kendisinin bazı benzer formülleriyle koşutl uk içinde dü şünmek gerekir- örneğin «burjuvazisiz burjuva devleti" ile. Formülleri n görünüşteki çelişkiliği, as l ında geçiş sürecinin çatışmalı özelliği ne ilişkin derin b ir iç göruy u barındırır. Devletl eşt irilmi ş, böylelikle kapitalist özel mülkiyet kon usu o lmaktan çıkarılmış işletm eler, sırf bu sayede sosyalist üretim ilişki l erinin birer cisimlenişi haline gelm ezler; ama işçi devletinin merkezi yönlendiriciliğiyle desteklenen bir işçi denetim i altında girdikler i ölçüde artık kelim enin klasik anl am ında kapitalist değillerdir. Aynı şekilde bir i şç i devleti de. körelme sürecinde ne denli yol almış olursa olsun. ürünlerin bölüşümü alanıP.da «burjuva normları .. na riaye tin yaptır ma gücü olarak kaldığı sürece, salt bu yönüyle dahi burjuva d evletiyle bir sürekliliği tems il eder. Terminolojideki bu tutum daha 1930'lar da ekonominin devletleş ti r ilm i ş kesimini sosyalizmin tam amlanmış iktisadi temeli olarak gösteren, «bü tün halkın devleti »n den söz eden yaklaştmlara kı yasla ge l eceğin toplumu konusund a çok daha geniş ufuklu bir ba-
w
w
w
.s
ol ya
rıgıne
kış açısın ı yans ı tır.
Alıntıların i kicisindeki tahri rat dah a masum ( !l - sadece "dev_ Jet aygıtı" kelimelerinin çevresindeki tırnak işaretler i kaldırıl m ış .
237
yonunu açık l ayacak şey onun clevlet ve toplum anlayışıdır. Sunu de-
nıan
bitmcL tüken m ez geçiş aşa kurduğunu . kimi zaman da elektrik şebe kesin i sosyalizm zannettiğ i ni " C?l ileri sürdüğü Lenin ile dalga geçmeyi yegliyor. maları
co m
yi n.
Kanım ca yazarın bütün bıı Li hin karı ş ıklığının a l tında yalan temel neden. Sovyet devriminin yozlaşmasına yol açan belirleyici etkenin tam o larak ne olduguna karar vere m e miş olması dır . Bütün kötülüklerin kaynagı. Lenin'in ve Bolşeviklerin sınır tanımaz bir iktidar hırsının tutsağı o larak yekpare bir siyasa] rejim kurmaları mıdır? Bu yolda salt bir araç . olarak gördükleri kitle hareketini yön lendirebilmek için ge rek tiğin de Devlet ve D evr iın 'de ki, "anti-otoriter» görüşleri - kuş kusuz ya l nızca taktik nedenlerle ortaya atacak kıvraklığı göstererek, " ... ani m anevralarl a kitle hareketi üstüne oturabilmiş .. olmal arı mıydı? Yazarın. ön sözün bölüm başlıklarında Lenin'in degişik konjonktürlerde, değişik soyutlama dü zeylerind e söylenip yazıl mış sözlerini ali a lta ge tirerek yaratmak istediği •Çarpıc ı tezatlar,, görüntüsü, böylesine bir • şey tani tertibi .. akla getiri yor. Yoksa asıl bozukluk, daha derin lerde. lenin'in nihayet bir takipçisi old u ğu Marx i7md e mi
mek istiyoruz: iktidarın tepesine oturan bolşevik bürokrasi, kimileri nin sandığı gibi olağanüstü koşul lara teslim olmak zorunda kalmadı. Tam tersine, kendi programını büyük ölçüde u ygulamayı b aşardı. .. Marl~sizmde zaten var olan ve Lenin'i rahle-i tedrisinde yetiştiren I<autsky'nin de katkısıyla gelişen, ayd ınlanm acı pozitivist eğilim. en d üstrileşme ve ilerleme miti. me5ih ben?eri toplum kurtarıcılığı misyonu. batı turü kapitalist ge li ş me Ö/.lemi ni çelccıı a ncak e ndüstri top lumu nun iı~~ ası nın b.ıtı yoluyla ger ç ckle~cmeyecegi ni idrak eden r.yclınlann lrn !kınmac ı ve dcvlelç! ideolojisine: w m el oldu · 1 İtnliklPr yanıra aittir!
w
w
w
.s o
ly a
Ön sözün başlarında başkala rının «liberal söylem,, in i e l eşti r mekten gen kalmayan yazarın, çok geçmeden i.oplumsal gel i şme ye her türlü müdahalenin zararl ı , belki de zaten başarısızlığa mahkum o l duğu görüşüne savruldu ğu, böylece son zamanların b ı ktı ncı liberal kalıplarını büyük bir sadaka tl e ya n k ıl a ndırmaya yöneldiği gözlen iyor. Marxizm in ay dınlanmayla, pozitivizmle ilişkisi nin n e olduğunu, Lenin'in Kautsky ' nin b ir «Çömez,,i say ı lıp sayı lma yacağ ını tartışmanın yeri burası değil . Ancak Stalin'i Lenin'e, onun aracılığıyl a da Mar x'a indirgemenin s ık sık denenmiş, çoğu kez kapitalizmin - ve onun « Olağan . devlet biçimi ola n temsili de mokrasini n - çarnaçar kabullen ilmes iyle sonuçlanan tehlikeli b ir yol
baş l amaktadır? Şöy le :
·İşçi denetimi ve özyönetim dene yimi ile karşı k a rşıy a kalan Mı· rk
sist-Len ini st
238
bü r 0krasin i n
r cal: s! -
olduğunu
lar
hatırl atalı m.
ya l n ı zça
Şu
satı r
bir kalem sürçmesi-
XX. yuLyıl Marxizmi, sı nı i mücadelelerinin çelişik, zikzak! ı gidişi içinde, siyasal pratikle al başı gelişti. Bu gelişme süreciııd< ' parlak teorik genelleştirmeler. sis temleştirilmeler ile, özellikle sosyalist inşa konusunda önceden ol gunlaştınlm ı ş sağlam bir Leorik zeminin yokluğunda, el yordamıyla alınmış konjonktürei tavır ların kimi zaman evrenselleştiril
Uzun dönemli etkileri açısın Kronştadt'ın en uğursuz sonuçları, parti içi demokrasinin bastın 1ması nda bir araç olarak kullanılması oldu. Lenin ' in X. kongrede yaptığı konuşmalar, mu hali f kongre delegeleri de ayak -
mesi, bir norm düzeyi!1c yüksel tilmesi yolundaki talihsi<: çab:ılar iç içediı-. Gitgide zenginleşen tarihi tecrübeler ışığında bu kar maşık mirasın eleşlirel bir gözle yeniden ele alınması. konjonktü rol olan ile yapısal olanın özgü 1 ulusal olan ile evrenseı olanın ti tizlikle ayırt edilmesi gerekiyor Runun için bilimsel maddeci teo rinin yol göster ici liğine, nesnel etken l er ile öznel etkenl eri diya lektik bir birlik içinde kucakla yan yaklaşımına ihtiyaç var. Ön söz yat.arının inanılmaz bir hafiflikle birer « arızi neden,. saydığı :)ürokratik bozulma ve yozlaşma kavra mları . bu alunda gi ri şi l en ilk ı,isle ınli tcorile1tirmı ) çabaları arasında yer alır. Bu kavramla r üstünde yükselen teoriye gön: Sovyct devriminin bu günkü akı
lanmanın
bastırılması
harekatına
w
w
w
.s o
ly a
fiilen katıldıkları halde, · İşçi \ıru halefcti .. ni. "Demokratik Merke ziyetçiler.. i isyancılarla aynı safta gösterip göz dağı veren çıkış!arla doludur. Oysa bu kongrede, hele ı EP dönemi açılmak üzereyken . muhalefetin tezlerinin çok daha en ine boyuna tartışılması gerekirdi . Aynı kong rede alınan b:r ka ı-arla parti içindeki hizi:)lerin koşul!arın zorlamas ı gereJ,çe gös · Lerilcrek ve geçici olacağı belirtilerek olsa da - yasaklanmasının.
yi n.
dan
co m
nin - ya da daha ıyi olastlıklıı bir dizgi yanlışının - mı sonucudur?: «Modern kitle toplumu ile gerçek demokrasi (temsil dolay ı mından kurtulmu ş cloğruclan demokrasi) , ... bir arada bulunabilir mi? Deneyler bi:w tersini gösteriyor .
Sovyetl erin Bolşevikler dışındaki bütün partilerden arın dırılma:;ında. böylece prolcterya adına tek bir partinin yekpare ik tidarın pekiştirilmesinde etkisi bü yük oldu. Art arda gelen bütün bu aymazlıklarda Kronştadt'ın bastırılma biçim in in ve onun yarattığı bozgun havasının oynn clığı rol yadsınaına7 . sonunda
beti, ne yalnızca n esn el nedenlerin ne de tek ba şı na irad i etken terin sonucuduı·. Kapitalı z m sonrası toplum l arı yeniden sosyali;:m yoluna sokacak olan. anti bürok ratik biı· siyasal devrimdi!'. Kron ~ ladtlı isyancılar, içinde ya~ad ı k ları, oluşmasına büyük katkılar da bultınduld ar; ge rçekli ği 191 7
n.
co m
Ida Mett kimdir; milliyeti, s iyasal görüşü, KronştadL olayıyla i l i şkisi n edir? Dahası , kitabın özgün a dı nedir; hangi dilden çevrilmi ş, h angi tarihte yazılmıştır? Bu kadar uzun bir ön sözle başla yan kitabın bu konularda hiç bir bilg i içermemesi büyük eksiklik. Bir kaynakta CKool ve Obc rlaender, eler., c. II, s. 522, dn. ll Mc tt' in · Luxemburgcu" olarak nitelen dirildiğini gördüysek d e, Sokak Yayınları çevirisindeki kaynakçasal bilgi eks ik liğind en ötürü, bize m aku l gözüken bu yargının elimizdeki metn e ilişk in o ld uğundan emin ol a mıyoru z. Buna karşılık Akın D üzak•n' ın Kro nştad t üstüne çöken kasveti başarıyla - ve coğrafi ayrıntı ları da göz önünde bulundura n bir özenle - ya nsıtan kapak düzenlem esini övmek isteriz. Ne ''ar ki « Kron ştadt» ın Rusça söyl en iş i ne uygun olan değil de Latin alfabesi kullanan batı dillerindeki g ibi yazılması , kapa ktan başlayarak g öze batıyor.
w
w
w
.s
ol
ya
yi
Ekiminde Rusya'da gerçekleşenin, bir devrim degil, • teknik olarak örgütlenmiş bir hükümet darbes i" old uğunu iddia eden ön söz yazarımızdan daha iyi !rnvra m ış lardı. Bayraklarına yazdıkları, Geçici Devrim Komites inin çağrıla rınd a sık sık tekrar bnan ş iarl arı şuydu: «Üçüncü De,-:-im ". Kronş tadt traj ed isin e karşın barikatların ötesine geçmemekte direnenler , bir gün bürokrasinin siyasal tekelini kırmayı başarırlarsa , Kron ştad t lı denizcilerin bu a m acını da hayata geçirmiş olacaklardır. Hiç ku ş ku yok, 1921 Kron ş tadt'ınd a n 1986'da çıkarı lm ası ger eken d er sin farklı olduğu nu , gen e bilimsel maddecilik temelinde, öne sürenler bul unabilir. Ne var ki ikide bir «' üret ici güçler' meraklıları" ile alay eden , «h ala 'üretim ilişkileri ', 'üretici güçler'le uğraşmak isteyenlere devletin koll ektif mülkiyenin sui generis bir üretim ilişkisi o lduğunu ... », farklı gö r üşl erle hiç hesaplaşma dan, « h atırlata n " ön söz yazarın da böyle bir perspektifi boşun a arıyoruz. O nun bütün yaptıgı, «Lassallien devlet sosyalizmi, Marksizmin e ndüs trileşme mitosu, 'bilimsellik' fetişizmi, ikinci enternasyonal il erlemecil iği , Jacoben Csic) tarzı yukardan aşağ ı toplum örgütleme, örgütsel hiyerarşi. .. » türünden, son zamanlarda okuyup dinlemekten usandığımız birtakım günah keçileri sıralamak.
*** 240
* ** Sokak
Yayınlarının
ilginç bir
yayım politikası var. Önce asarı
atika müzesinden bir eski şöh ret: "Devr imci sendikalizm,, kuram cıs ı, «eylem" tutkunu, bu t utkun l uğu yüzünden h ayatının son d emlerinde hem Lenin'i hem Mus solini'yi (!J takdir etmiş G eorgc Soı-el'de n Marksizme El eştire l Yak laşımlar. A rdından özellikle İngi liz toplumunu az çok tanıyan
erişmediği
yerine gene toplumsal mücadeleler tarihine ilişkin bir y ayını tercik ederim - söz gelimi ön sözün son bölümünün ayrıldığı Mahnovşçina üzerine. Ama, lü tfen , · Önsöz., resmi tari hin örtbas ettiği gerçekler varsa bunları açığa çıkarmakla elinden geleni ardına koymamakla birlikte, biraz daha kısa olsun, okurun karar verm e sürecine biraz daha az müdahalede bulunsun
co m
şovenlik düzeyine için, bütün sosyal yurlseverliğine karşın aydınca bir keyifle okuyabilecekleri, George Orwell'den Aslan ve Unicorn. Bakalım Kronstadt 192l 'i ne izleyecek? Marxizmle duygudaş bir şey olmayacağı neredeyse kesin de. ben kendi payıma, daha saygıde ğer adlar taşıyan yayın evlerince son zamanlarda bol bol yayımla nan liberal/neoliberal amentüler
aydınların,
Sat lıgan
yi n.
Nail
Aydınlar
ly a
Gramsci ve
.s o
Antonio Gramsci, Aydınlar ve Toplum, (Çev: V. Günyol/F. Edgü/B. On aranı , Alan
Yayıncılık,
Ekim 1985.
ayında çı
yazı ları üç bölümde topluyor. İl k
kan Aydınlar ve Toplum adlı kitap, daha önce, 1967 yılında Çan Yayınları' ndan , 1983'de ôe Örnek Yayınları 'ndan aynı isimle çıkmış. tı. Bu basımında da, bu oldukça erken çeviri üzerinde herhangi bir değişiklik yapılmamış. Gramsci üzerine çeşitli yayınlann yapıl makta olduğu bir ortamda, Gramsci'nin kendi yazılarının - bir bölü münün de olsa- yaygınlaştırıl ması kuşkusuz çok yararlı. Aydınlar ve Toplum , Hapisane Defterleri 'nden seçilmiş bazı
· Kitltür Ya(çev. V. Günyoll; ikinci bölümünki ·Tarihsel Maddecilik Sorunları " (çev. V. Günyol/F. Edgü); üçüncününki ise · Edebiyat ve Eleştiri Sorun ları " (çev. B. Onaran). İlk iki bölümde, aydın, hegemonya. felsefe kavramlarının belirlediği bir alana ilişkin sorunlar ele alınıyor; bun lar birbirini bütünleyen bölümler. Üçüncü bölüm daha özgül bir alana yönelik. Ben bu yazıda yal nızca ilk iki bölüm üzerinde du-
Kasım
w
w
w
Geçtiğimiz
bölümün ana
şamının
başlığı
Sorunları "
24 1
konusunda yaygın olan bir iki l e lemi aşmanın yolunu gösteriyor. Sözünü ettiğim iki lem, ayd ı n yüceltmesi/aydın düşmanlığı ikilemi: Aydınlanma geleneğinin de etkisiyle, aydınlara onurluluk, ilericilik vb. bir takım olum lu değer atfetmek i l e aydınları n .. gerçek dünyadan kopuk". do la yısıyla .. ayakları yere basmaz .., .. işe yaramaz,, olduklarını savunmak arasında gidip gelindi hep Türkiye· el e. Bu savru lu şun, gidiş-ge l işin temelinde aydınları kendi içinde bir bütünlüğü olan ba ğ ım sız biı· grup olarak görmek yatı yordu. Aydınlar, « düşünen ", .. bilen " insa n lar olma nitel ikleriyle belirle:1iyor ve bu onak özellikl0ri ile tanımlanan bir grup ol arak alını yorlardı. Böyle olu n ca da, bu hayal ürünü .. nıhani " grubu yücelt mek ya da yere çalmak çok kolay-
m
- hem bu ikisinin ara bir bütünsellik olduğu için . hem de üçüncü bö l ümüıı kapsadı ğı alanda söyleyecek çok şey im olmadığı i çin. Gramsci 'nin yapıtının bir özel !iği var: Son dönem yazılan nı n ana gövdesi hapisaned e iu ttuğu notlardan oluş u yor; dolayısıyla da. geliştiril m ekte olan bir dü şünce yi tamamlanmamış , sistemleştiril memi ş haliyle yansıtıyor. Bu yüzden, belli bir konu üzerine çeşit l i defterlerden farklı bölümler çekip ç ı karmak mümkün; ayrıca . bu bölümlerin her zaman aynı vurguları içermeleri, kavramlar arası nda apaynı bağlantıları kurma ları da sözkonusu değil. Özetle. herhangi bir Gramsci m etn i nin kısmi o lm ası, hatta defterlerdeki başka böl ümlerle uyu ş m ayan yön ler taşıması n eredeyse kaçınıl -
ya
yi
sında
n. co
racağım
w w
w .s ol
maz. Bütün bunlar bu kitap için ele geçerli. Aydınlar ve hegemon ya kon ulan bütün hapi sane d ef terlerine serpiştirilmiş durumda. Bu yazılarda Gramsci'nin bu konularda söyled iklerinin yalnı zca bir bölümü var. Benim buradaki am acım da, Gramsci'nin yapıtın
da aydınlar ve h egemonya sorunl arının ele alınışına ilişkin yorumlara bu yazıların nasıl ışık tutabilece ğini
çı karmaya
ça lışmak.
Ama ilkin, Gramsci'nin Türkiye'de sürüp g i den .. aydın " tartışmas ı için çok yararlı olacağına inandığım bir tezini ele almak istiyorum. Gramsci kitabın ilk bölümünde. Türkiye'dc "aydın
242
cı 1
Oysa Gramsci'nin kalkış nok bunun tam tersi: .. Değişik ve apayrı bütün düşünce çabaları nı (faaliyetlerini - Z.P.l belirleyen. tası
bunları
başka
rınkinden
toplumsal
tak ı mla
<gruplarınkind en
-Z. P. l ölçüyü düşünce çabalarının (faaliyetlerinin) özünde aramak.. ... yazara göre yanlış. rGramsci , a.g.y., s. 25. Bundan sonra bu kitaba gönder iler sadece sayfa no'su belirtilerek yapılacak tır.) Aydın l arı belirl eyen, düşün sel faaliyetlerini hangi toplumsal ili şkil e r içinde sürdükleridir, na sıl işçiyi belirleyen de, kol emeğinin kendisi değil, bu faaliyeti hangi özgül toplumsal ilişkile r ayıran ...
dınları
yazarlar, edebiyatçılar . m eslel\ ten filozofla,· kendilerini egemen toplumsal gruptan bağımsız, (;zerk bir grup olarak algılar ve sunarl ar. Ü r eti m dün yasın ın , toplum sal ç ık a r çatış m al arının üzerinde g örürler kendilerini. Ancak, Gramsci'ye göre bu, tümüyle bu aydın ları n kendi larin i algılayışlarıyla i lgi li birşeydir; gerçekte bunlar da temel sını fl ardan birine bağlıdırl ar. Kısacası. kitabın birinci bölü mi.inde. Gramsci aydınları t opl umsal iliş kil e re bağlı olarak tanımlı yor ve böylelikle aydın kategori si ni , geleneksel aydınların kendi belirledikleri sın ı rl a rın ötesine doğ ru ge ni ş l etiyor. Benzer bir i ş lemi ikinci bölümde d e filozoflara u yguluyor: Yazara göre herkes filozoftur! H erkes dili kullandığı ölçüde belli bir düşün ce sistem ine. «Ortak duyu ,, ve · folldor .. dan pay aldı ğı ölçüde de belli bir dünya g örü şü ne katılıyordur Cs. 52l. Felsefe , yalnızca uzmanlaşmı ş, m es l ekten filoz ofl a rın özgül faaliyeti ile sınırlandırılamaz bu yüzden. Gördüğümüz gi bi. G r a msci'nin ikinci böl ümde gel i şt irdiği bu tez. asl ında. herkesin aydın olduğu yolunda ki görüşün somut bir örn eğe, bu k ez filozoflara. uygulanm ası. Bun u mümkün kılan yine Gramsci'nin temel an la yışı· Top lumdaki hiç bir faali yet, t.op l uın sal i li ş kil e r bütününden kopuk. kendi içinde mu tlak, özerk bir ala n oluşturmaz . Bütün faaliyetler. an lamını bu toplu m sal ili ş kilerd e n al ır. Geleneksel ayd ın kategorisine
co
m
sanatçılar.
w
w
w .s
ol y
ay in .
içinde s ürdürdüğü ise. Dü şü ns el faaliyet. şu ya da bu öl çüde her · i ş .. te vardır; bu anlamda her k es aydındır! Ancak, toplumda aydın i ş levin e sahip olmak, ya da toplumsal işlevi ayd ın olmak farklı birşeydir. İşte b u işlevi bel i rleyen. sözkonusu aydının toplumsa l i li ş kileridir. Aydın olmayı bir toplumsal işlev olarak tanımlam ası. Gramsci 'yi aydınlar arasında bir ayırım yapmaya g ötürüyor: gel en eksel aydınlar ve organik ay dın lar. Organik aydınlar . belli bir üretim ta rz ına özgü tem el sınıflard an bi riyle birlikte doğ an ve ona «yal nız ekonomik alanda deği l , politi ka ve top l um alanlarınd a da tür deşligini ve görev (k endi işlevinin -Z.P.l bilincini» Cs. 20) veren toplumsal gruptur. Örn eği n , burj u va s ınıfının organik aydınlan üret im sürecinden hukuk-iktisat-siyaset alanına , her düzeyde, burjuvazinin kendisini yeniden-üretmesini . sağ l ayacak işlevleri yerine getirirl er: teknik elemanlar doğ rud an üretim sürecindeki !rnrarları oluşturarak , huku kç ular burjuva legalitesi nin oluşması nı ve korunması nı sağlayarak. resmi görevliler · demokratik - bürokratih toplum düzeni,, nin yarattıgı iş !evl eri Cs. 32l yerine getirerek . .. Gelen eksel ayd ınların sınıf bağlılıkları organik aydınlarınki kadar açık deği l dir . Bunlar genellikle kendi uzmanlık a l an ların a kapanmış , bu alan içi nde bi r b irli k duygusu yaşayan meslekten aydınlardır: Bilim adamla rı ve l<a -
ı-----
yasal toplum» ya da «devlet... Ayh er iki alanda da faaliyet gösteriyorlar, yazara göre: işlev leri hem hegemonya kurmak, hem de politik yönetim. Bu ikinci alanda, bürokratik işl evlerden baskı ve disipline kadar uzanıyor aydınların rolleri. Dolayısıyla, Gramsci ile birlikte. aydınları, gelenel<sel aydınların kendilerini gördüklerinden daha geniş bir grup olarak gördüğümüzde, yapt ıkları işin kültüre! olmanın ötesinde, politik boyutlar taşıd ığını da kavrarız.
co m
dınlar
n.
Gramsci'nin, aydınların, kültür alanıyla sın ırlandırmadığı, tam anlamıyla politize ettiği faaliyetlerini her toplum düzeninde aynı biçimde görüp görmediği tartışmasına burada g irmem olanaksız. Ama iki nokta kuşku götürmeyecek kadar açık: l/Yukanda andığım, hegemonya ve ba sk ıdan o l uşan ikili işlev, yazarın özellikle burjuva toplumlarından sözettiği bir bağlamda yer alıyor. Yani, en azından burjuva toplumlarında bu tür politik görevleri var aydın ların. 2/Yeni toplumun yeni aydın tipi de politik görevlerle yükümlü. Elimizdeki metinde bu aydınların politik görevi farklı bir biçim taşıyor. Yeni topl umun oluşturulma s ında yeni tip aydınlara düşen en önemli görev, tarihsel maddeciliğin Cpraksis felsefes inin) hegemonyasını kurmak. Bunun salt kültürel bir mücadele olmad ı ğı ise Aydınlar ve Top!um 'un ikinci bölümünde çok açıkça ortaya çıkı-
w
w
w
.s
ol
ya
yi
giren uzman, meslekten filozoflar, toplumsal bağlılıklarının bilincinde olmadıkları için kendilerini özerk bir alanın üyeleriymiş gibi sunarlar. « Aydın » kavramının bu geniş letilmiş tanımı, Gramsci'nin dü şüncesi ile ilgili yaygın bazı yanılgıları ortadan kaldırıyor. Gramsci, bu biçimde tanımladığı aydın ların, gerek eski toplumun yeni den-üretilişinde, gerek ~·eni top!umun kunılu şunda oynadıkları r ol üzerinde uzun uzadıya durmuştur. Bu g1::rçekten hareketle, bazı Gramsci yorumlan, i.\sty~pı dönüşümlerinin ve özellikle ds k ültür alanındaki değişikliklerin Gramsci için taşıdığı önemi ölçüs üzce abartmışlardır. Üstyapı, toplumsal ilişkiler bütününün, kültür ve felsefe de üstyapının canalıcı odağı olarak görülmüş tür. Oysa Gramsci'nin aydınları. üstyapı içinde sivil toplumun ötesinde siyasal top lu m a uzanan, toplumsal bütün içinde de üstyapı dan altyap ıya yayılan bir faaliyet alanına sah iptirler. Dolayısıyla, Gramsci'nin bu aydınların yaptıkları ve yapacakları konusundaki tahlilleri böylesine tek yanlı o lamaz. İlkin , aydınların üstyapı içindeki ırnnumlanna bakalım. Üstyapıda, egemen sınıfın. başka grupların rızasını (consentl a larak kurduğu hegemonya ile devlet aracılığıyla kurduğu « doğru dan doğruya baskı .. yı ayırıyor Gramsci. Bunlardan ilkinin alanı •sivil toplum .. , ikincininki ise "si
244
sı
sarsı lacak .
karş ı - h ege mon ya
ne burjuvazinin organik aydınları sal t kültür alan ı sınırları içinde yer alır. ne de işçi s ınıfını n organik aydın l arı nın h e gemonya kurm a görevı yalnızca bir kültür sorunudur. Ancak , bun ların da ötesinde, Gramsci'nin aydınları nın varolu~ alatıı üstyapıyla da sınırlı değildir. Burjuvazi n in organik aydı nl arını n doğru dan üreti m s üreci içindeki işlev lerin e yu karıda değinmiştim. (Ayrıca bkz. s. 34 , s. 36) Yeni t ip ay dına geli nce, bu konuda şöyle di yor Gramsci: · Ye ni bir aydın k atı yaratma sorunu .. . herkeste belli bir gelişim aşamas ınd a var olan kafa çabas ını (faaliyetini -Z. P.l , eleştirel yoldan gelişt i rme k tir sadece. Bunu da yeni bir denge kurmak amac ıyla , bu çabanın (faaliyetin) kol ve sinir çabasıyla olan ilişkisini değiştirmekle. fizik ve toplumsal dünyayı durmadan ye nileyen pratik, genel bir çaba (faaliyet> o lan kol ve si nir çabasın ı yepyen i ve tüm bir dünya görüşüne temel yapmakla ge rçekieştircb iliriz a ncak." Cs. 26 ) . Ka fa-kol eme ğ i ayırımını giderek ortad a n kaldırmaya yö ne li k bu yak l aş ı m ın derinde yatan a nlam ı , tek nik uzmanlık alan l arı arasın daki bölünmü ş lügün aş ılması ve bu te knik bilgile r in bil imsel bir düzeye çıkar tıl ması. Bu g erçe kl e ş tiği nd e. yan i ay d ın bütünsel bir bili m kavrnyı ş ına ul&. ş tığ ında, salt u ?,man ol m ak ta n ç ı kar , h em uzm an. h em politi k acı - yö n l end i ri ci olur <s. 2 7). Gramsci'de yeni aydın ne bir
w
.s o
ly a
yi n.
kurulacak. Bu karş ı-h ege monyanın nas ıl kurulacağı sorunu gündeme poli t ikayı getiriyor. Gramsci ilkin şu nu saptıyor: «Nor mal zam a nlarda" Cs. 58) egemen sınıfın ideolojisi toplum üzerinde hegemonya kurmuş durumdad ı r. Yeni felsefenin kendi h egem onyasın ı kurm ası kendili ğ indenci bir biçimde sağlanamaz. Bu, a n cak organ ik aydınların aktif olarak · halka yönelmesi,, Cs. 6ll ile gerçe kle şeb ilir. Bu süreçte en önemli aşama, bağ ı msı z ve tek bir dünya görüşüne sah ip bir g rup haline gelme k. Bir grubun kendisini di -
1
Dolayısı y l a,
co m
yor. Gramsci'ye göre, hegemonya kurm a nın yolu •ortak duyu »nun e l eş tirilme s ind e n geçiyor. Bu e l eş tiri, ha l kın yaygın olarak payla ş tığı ve hakim ideolojiden ön emli etkiler içeren , bölük-pörçük bir anlayış ve düşünü ş biçimin in eleş tirilmesi demek. Tarihsel madd ecilik, tarih bilincine ve bütünsel bir dünya görüşü olmasına d ayanarak ortak duyuyu eleştirdiğin de, hakim ideolojinin hegemonya
w
ğerlerinden ayırması,
farklıl!kları
w
nın bilincine varması için ise örgütlenmesi gerek, Gramsci'ye gö re. Bu da, gündem e poli tik parti sorunlarının gelmesi demek CBkz. s. 64-67) . Böyleli kle, karşı - hegemonya kurma süreci, i şçi sınıfı nın organik aydınlarının politize ed il m i ş bir felsefe anlayışı çevresinde oluşturduk l arı politik bir mücadele sür eci olarak çı kı yor karşım ı za.
21.;
monya kurma
içindeki h ege -
i şlevini
de.
altyapı
daki üretimi örgütleme işlevi ni d e politize ediyor yazar. Her alanda, bütünsel
görüşünün.
bir dünya
toplumun
ilişkin
bütününe
nüştürücü
döhissediliyor
varlığı
Karşı -hegemonya
ku rm a
hem kültür ve politika
süreci.
alanların ·
da, hem üretim alanında varolan ilişki-kavrayış biçimlerinin dönüş türülm esi süreci aslında . Bitirmeden önce kısaca çevi r i değinmeden
sorununa gım.
Düşüncesi
ı-ilmemiş yazarın
bir
zaten yazarı
kullandığı
yazılardan
arasındaki
halindeki
terimleri çek ip bunlann içind e yer aL
ol
ç ıkararak,
baz ı
dıklan
bağlam l arı
göz önüne ala
.s
rnk ilerleyebileceğimiz bir durumla karşı k arşıyayız. Böyle olunca . terimlerin çevirisindeki her dikyazarın düşüncesini
w
katsizlik.
ramam ızda
bir engel
kav -
o l uşturuyor.
w w
Burada, ilk ik i bölümde ortaya çı
kan çeviri soru nlarını tüketici bir biçimde ele almaya giriş m eyece
ğim.
Onun
diğini
yerine, yanlış çevrilbazı terimler
düşündüğüm
üzerinde
k ısaca
durup. bu vesiley -
le Gramsci'nin düşüncesir.de önemli yeri
olan bir-iki kavrama de-
ğinmiş olacağım .
İlk sorun «dornination,, yanca riınin in
240
yoluyla
ilk
kullanılıyor;
kavrnm
baskı
egemen olmaya tekabü l
ediyor, ikinci kavram da
rıza
yo.
luyla hegemonya kurınaya . Nite kim, Türkçe metinde " direct doınination ,, baskı,,
olarak
Ancak , baskı
" doğrudan
doğruya
aynı
karşılanmı~
(s
terim bazan da
karşıtlığ ı
baglamında
30) . rıza/ değil.
mında kull anılıyor. Bu ikinci kul-
içerikl erini,
hammadde
olarak
olarak "egemenlik » anl a -
lanıma, egemenliğin her iki ögeyi
içerdiği durumlarda rastlı yoruz. Örneğin, " egemen olmak isteyen her grubun geleneksel aydınları 'ideolojik olarak' kendine dönüştürme ve kazanma,, Cs. 28) çabasından sözedild iği bir durumda, Türkçe metinde, " egemen ol mak isteyen" yerine "başa geçmek isteyen" denmiş. Yine " egemen" toplumsal gruptan sözedildiği başka bir bağlamda kullanı lan sözcük " baştak i ,, Cs. 2L , dn. ı ı . Oysa. lam ela bu bağlamda, «baş ta olan''. egemen toplumsal gru bun aydınlar bölüğü, yani biı· «politik sınıf ,, : bütün olarak egemen toplumsal grup değil. Bu kavramlar ağıyla çok yakından ilintili olan bir başka örnek do ikinci bölümden: «Belli bir hegeınonik gücün bir öğesi olma bilin-
birden
yi
ancak, bu
karşıt
karşıtlıkla,
sist.e ml eşti
çevirirken,
Kavramlar
ı-amına
bu
genel
terimler k onu-
kavramların
lead/direct/rule,
ya
ilişkileri ,
(İngilizce
me
i tal yanca dirigere-direzione l kav -
ed emiyece-
sunda özellikle titizlik göstermek gerekiyor.
gili . Grarnsci bu kavramı genel likle, önderlik/yönlendirme/yönet-
co m
ne ele salL t1;eknik
Üstyapı
n.
uzmanı,
kültür eleman.
( İ tal
dominare-doıninazionel
Türkçc l eşLiı·ilm esi
te -
i le il-
ci" tam karşıtına dönüşm üş ve " belli bir baskı (hcgomonia .aslında böyle, Z P.J gücünün bir ögesi olma bilinci ·
olmucı
rs.6tf-65J .
Aynı
ya nlı ş
biraz aşağıda te kra ı·
tinde
bu
·işçi
kavram
Cs. 34l . • i şç i yığınları,,
lanıyor.
İ kinc i sorunlu tcrinı .. toplum -
rak geçiyor. G er çi her iki durum
sal blok ". Gram sci bu kavrnrnı, bir toplumsa l grubun baş ka top-
dınlarının
lum sa!
toplumsal grup;
gruplar
üzeri ndc h ege-
kurmasıyla
monya
lar/gruplar arası
oluşan
sın ıf
ideolojik birliği
s ın ıfı,.
Cs. 36 ! ola
da d a
sözkonusu o lan, k ent ay hegemonyası
altın d aki
dolayısıyla
büyük
bir olasılıkla da i şçiler. Ancak bu bir yorum. Çevirm en keneli
yonı
ifade etmek için kullanılı yor. Ya-
munu bir dipnotla veriyor: • m as
zarın
sa strum ental e ...
direklerind en
( • tarihsel blok " kavra mın ın
yanısıral.
terim ,
y ı ğınlar,,
yığın,
gelmektedir."
Ö zellikle
deki
(ve kültürell
bü-
«kendi
uyarmalıydı: ay dın larının
dan ,
alt ındaki
kavramsal
ke
Gramsci'nin
düşünce
s ınıf'lar
için.
.s
" su bordina te " . ·su bal tern .. (tabi. bağı mlı> terimleriyle eşa nlaml ı Hegemonya
w
kullanılıyor.
kendi üzerinde hege-
w
mon ya k uru lmu ş grup k a tegorisi genci bir kategori; bunun içine i ş
w
ç i sı nıfı da girebilir. k öylüler d e, burjuvazi
hegem ony ası
Çeviri
sorunları
bir
yana.
Gram sci'ni n yaL ıl arının mümkün oldugu kadar büyük bir bölümü nün
Türkçed e
çıkması
çoh
öneml i . Gramsci'cl en çok sözedil iyor: Grarnsci hakkında çok y azı
ol
bir konumu o lan bir te r i m: Genellikle, h egem o nya ku -
kuramamış,
o n l a rın
toplumsal gruptan söL -
ediyor.
si nde özel
grup v0
yani
ya
rimi , yine
sözcügü çevi rm eni
Yazar açıkç.a, ken: ke ndi tabi grup la rın
yi
giderek y itiriyor.
Nihayet. • instrumen tal mass .. ( İ talya n ca m assa strum en tale l le
küçük
Cs. 31).
bir ye rd e toplumsal Cs. 60l, başka bir ye ı·de
tün " rs. 6 2 ) olarak geçin ce ter im-
o larak
kullanan an l a m ına
ikinc i durumda , İtal ya nca metin -
l eşemiyor;
rama mı ş
a r aç yığını
Bu kadar önemli, özgül
d e • toplumsal
sinliği ni
işçi
yani
n.
ram bir
biri bu kav -
co m
hegemonya an lay ı şı nın t e-
m el
lı yor.
Bu
bir de
söylenenleri. ) azılan ları Gramsci'nin kendisinden,
hem de bütün tutarsızlıkları ile ve bülü n düzensizliği içinde oku yabi lmek, bu konuda kc-ndi görCı şümüzü oluşturabilmemi1.. içi n ge rekli .
de. Türkçe me Zey n ep
P ın ar
co m
Kitap 1
n.
BUNALIM, AZGELİŞIVlİŞLİK DEVLET
yi
Galip L. Yalman
POPÜLİZM TARTIŞMAS I ÜZER İ NE
ya
Haldun Gülalp
ÜÇÜNCÜ DÜNY A' D A DEMOKRASİ
ol
Anwar Shaikh
.s
KAR VE BUNA UM Tülay
Anıı
w
w
D ÜZEN LEME, B İRİKİM . BUNALIM Gülnur Savran
SOSYA LİST
F'EMİNİZM
H acer Ansal
w
KAPİT AL!ST TEKNOLOJi
Sungur Savran TÜRKİ YE'DE BURJUVA DEVRİMİ
e e e e
Mustafa Sönmez - İŞÇi GENÇLİK Can Ilgın - DEM!İREUAGOJİ Ômer Erz.ereıı - ABEN DROTH İÇİN Miquel Marti i Po/ - 13U AN
ULUSLARARASI YAYINCILIK Klodfarcr Cad. 31/5 Cagaloğlu . İSTANBUL Genel Dcıgılım
CEMMAY
İstanbul / ADAŞ
Ankara / DATIC l zmir
ol
.s
w
w
w yi
ya co m
n.
.s
w
w
w yi
ol ya om
n. c