Devrim 1

Page 1

Mayıs 2010, Sayı 1

Yeni dönem, yeni adımlar... 1990’lar uluslararası devrimci hareketin genelleşmiş bir kriziyle belirlendi. 2000’li yıllarda ise devrimin inatçı kuvvetleri bir yeniden toparlanma süreci yaşadı. Önümüzdeki onyıl, hiç kuşkusuz, emperyalist dünya egemenliğinin mazlum halklara yönelik sömürgeleştirme saldırısına karşı direnişlerin onyılı olacaktır. Yaygınlaşan sefalet, açlık ve emperyalist zorbalık, savunma mücadeleleri biçiminde bile olsa, tüm kıtalarda direnişler açığa çıkarıyor. Bu direnişlerin devrimci hareketle buluşması veya kendi devrimci liderliğini yaratması kaçınılmazdır. Zorlu mücadeleler bizleri beklemektedir… Türkiye’de de yeni bir sınıf mücadelesi depreminin öncü sarsıntıları başlamıştır. Bu mücadeleler içinde devrimci bir önderliğin yaratılması, acıların kaynağı olan kapitalist düzenin yıkılması, depremin emekçiler lehine sonuçlanması açısından hayati bir önem taşımaktadır. Türkiye devrimi, 12 Eylül askeri diktatörlüğüne direnemeyen ve Doğu Bloğu’ndaki çöküşe devrimci yanıtlar veremeyerek eriyen geleneksel sol akımları aşmak zorundadır. DEVRİM, bu çabanın bir aracı olma iddiasındadır. Bir internet bülteni olarak yayınlanacak DEVRİM, 15 günlük yayın periyoduna sadık

kalmaya çalışacak. Devrimimizin siyasi ve örgütsel sorunlarını, güncele dair siyasi tutumları burada ele alacak, sorunlara yanıtlar getirmeye çabalayacağız. Öte yandan, Devrimci Komünist Hareket’in uluslararası örgütlenmesine dair perspektiflere yer vereceğiz. Uluslararası İşçi Birliği – Dördüncü Enternasyonal’in dokümanlarına da DEVRİM’den ulaşılabilecek… Devrimci Komünist Hareket, 1990’lara, hatta 2000’li yıllara yayılan krizini aşma yönünde önemli adımlar attı. Bu adımlar elbette ancak bir başlangıç zemini olarak değerlendirilmelidir. Farklı geleneklerden gelen, o geleneklerin zaaflarını gören, bizzat o zaaflar nedeniyle dağılmış ama inadını yitirmemiş devrimcilerin yeniden ve devrimci komünist çizgide birleştirilmesi süreci kuşkusuz basit bir süreç değildir. Devrimimiz, yaşamlarının merkezine devrimi yerleştirmiş kadroların zorlukları aşma ısrarı ile yükselecektir. Kuşkusuz, böylesi bir adanmışlık, işçi demokrasisi ve devrimci ahlakla bütünleşmek zorundadır. Yolumuz zorlu bir yoldur. Ne var ki, ya bu zorlu yol aşılacak ve devrimimiz kazanacak, ya da insanlık, gezegenle birlikte karşı karşıya olduğu yok oluş tehdidine teslim olacaktır. Teslimiyet lafı ise lügatimizde yoktur…


Devrimimiz ve yol... A

BD emperyalizminin Irak’ı işgal ettiği günlerde, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, “Pandoranın kutusu açıldı, hiç kimse kapatamıyor.” diyordu… Oysa tarihi izlemenin tarihsel maddeci yöntemine sahip olan Devrimci Komünistler için, dünya politikasının karmaşık ilişkilerini izlemek ve pandoranın kutusunun 90’ların başında Sovyetler Birliği bürokrasisinin blok halinde yıkılışlıyla birlikte açıldığını anlamak zor değildi. Irak işgaline gelene kadar pandoranın kutusu Balkanlar’da çoktan açılmış, Devrimci Komünistler açısından içine girilen yeni sürecinin adını koymak zor olmamıştı. Devrimci Komünistler için bu yeni konjonktürün ismi, II. Enternasyonalci Batı Marksizmini referans alan devrimsiz sosyalistlerin iddia ettikleri gibi, ‘tarihin sonu’ ya da ‘proleter devrimler çağının kapanması’ değil, bilakis, Leninist emperyalizm teorisinin bir kez daha haklılığının ortaya çıktığı, yeniden paylaşım ve yeniden sömürgeleştirmedir… Sovyetik bloğun dağılmasıyla ortaya çıkan egemen söylem: emperyalist-kapitalizmin artık kıyamete kadar tek egemen sistem olarak kalacağı ve bu dünyada yaşayan bütün ülkelerin buna göre kendilerini konumlandırmaları üzerineydi. Fukuyama’nın ortaya attığı ‘tarihin sonu’ tezi özetle 2

buydu. Emperyalist-kapitalizmin, eşitsiz gelişim yasası gereğince kendi anayurtları dışında ortaya çıkardığı çelişkilere verdiği cevap, ‘küreselleşen dünyada egemen Batı uygarlığına koşulsuz itaat ve sınırsız hizmet’ti… Sovyetik bürokrasisinin çöküşü, emperyalistkapitalizmin dünyaya pompaladığı ‘refah toplumu’, ‘sosyal devlet’ demagojilerinde de boşluk doğurdu. Sosyalizmin olmadığı bir dünyada kapitalist sermayenin mutlak egemenliği tesis edilmişti ama yoksulluk ve savaşlar yok edilemiyor, bilakis giderek artıyordu… Bütün yalan söylemlere karşın, uluslararası emperyalist odaklar arasındaki egemenlik yarışı ve paylaşım kavgası kızışıyor, emek-sermaye çelişkisi ortadan kaldırılamıyor, dikilen çuvala yoksulların elindeki mızrak sığmıyordu… Tarihin sonunun gelmediği, bilakis tarihin yeni bir döneminde olduğumuz anlaşılınca, emperyalist ideologlar yeni bir fetva vermekte gecikmedi: Hundington’un ‘uygarlıklar arası çatışma’ tezi, sürecin yönlendirici söylemi oldu… Hundington’a göre, önümüzdeki yüzyıl medeniyetlerin çatışma yüzyılı olacaktı. Oysa bu söylemin asıl söylediği, ‘modern’ kapitalist dünyanın nimetlerinden yararlanmak için, bu dünyanın medeniyetini


benimsemek ve ona itaat etmek gerektiğiydi. Ne var ki, bunun olması da yeterli değildi, önemli olan, ‘modern’ kapitalist uygarlık için gereksinilir olmaktı… Uluslararası emperyalizmin ideoloji üretim merkezlerinin yaptığı bu ayarlamalar, aslında Leninist emperyalizm teorisinin bir kez daha doğrulanmasının üzerini örtmekten başka bir anlama gelmiyor. Ne var ki, II. Enternasyonalci Batı Marksizminin günümüz temsilcileri, dünyanın küreselleştiğini, bu yeni konjonktürde emperyalizmin de yapısal değişikliklere uğradığını, bu anlamda, kapitalist anayurtların dışında kalan geri ülke kapitalizmlerinin emperyalist anayurtların sahip olduğu ‘refah’ düzeyine ulaşabilmelerinin tek koşulunun, emperyalist anayurtların oluşturdukları siyasal araçlarla ulaşabileceklerini savundular. Oysa mumları yatsıya kadar yanmıştır: Leninist emperyalizm teorisinin ortaya koyduğu gibi, emperyalizm çağının en önemli niteliği, emperyalistler arası yeniden paylaşımdır ve bunun olabilme koşulu savaştır… Sovyet bürokrasisinin yıkılışının zihinlerde yarattığı bu korkunç alt üst oluş, emperyalizmin yeni konjonktürünün algılanmasında da gecikmelere neden oldu. Ortaya atılan süslü teoriler, 12 Eylül’de dönmüş, devrimci militanlıktan bar filozofluğuna terfi etmiş yorgun ve yılgın ‘yaşlıları’ bir kenara bırakırsak, beyin tahrip süreçlerini en çok genç devrimcilerde yaşattı ve süreç artık gizlenemeyecek boyutlara geldiğinde ayılanlarımız çok oldu… Küreselleşme masalı çocukları Yaşadığımız şu günler, emperyalizmin bu yeni konjonktürünün derinleşme günlerdir. Artık küreselleşme masallarının çocukları bile uyutmaya yetmediği günler yaşıyoruz… Emperyalist haydutluğun dünyayı acımasızca yeniden paylaştığı, kendi anayurtları dışında kalan coğrafyaları yeniden sömürgeleştirdiği ve yaşanan sürecin bütün öğelerinin artık hiçbir süslü demagojiyle gizlenemediği günler yaşıyoruz… Yaşadığımız günler, teslimiyetçi solun ileri sürdüğü neo-Kautskci ‘süper emperyalizm’ ya da ‘barışçı emperyalizm’ söylemlerinin hayatın içinde iflas ettiği günlerdir… Tek kutuplu egemen emperyalistkapitalizmin dünyaya ‘barış’, insanlığa ‘demokrasi’ getireceğini vaaz edenlerin söylemleri, Balkanlar’da yakılan ateşin, Ortadoğu ve Kafkaslar’da yükselen

ısısı karşısında bir mum gibi erimiştir… Artık emperyalist haydutların maskeleri düşmüştür ve Devrimci Komünizmin Leninci kavranışı, yani devrimci teori, tarih önünde bir kez daha sınavını başarıyla vermiştir. Eksik olan bu başarılı kavrayışın yaşamın içinde ete kemiğe bürünmesidir… Bugünü anlamamız için, 90’lı yılların başına dönüp sürece bir kez daha bakmamız gerek… Bugün tüm dünyanın dehşetle izlediği, Holivud senaryolarına rahmet okutacak bu korku ve vahşet filmi, daha o yıllarda gösterime girdi... Bugün pek çok analize kaynaklık eden ve internette herkesin rahatça ulaşabileceği emperyalist planlamalar, aptallığını oğluna devretmiş baba Bush’un 90’lı yılların başında giriştiği Körfez işgaliyle sahneye konmuştu. Daha o yıllarda bunu görebilmek ise, tarihsel maddeci düşünce sistemine sahip olan Devrimci Komünistlerin ayrıcalığıydı… Türkiye’nin sol politik aktörleri, bir balığın hafızasından daha gelişkin bir hafızaya sahip olsaydı eğer, Saddam’ın Kuveyt işgaliyle giriştiği provokasyonun, bölgesel bağlamda Kürt ve Filistin direnişini ve giderek İran Şii direniş gücünü emperyalist planlar doğrultusunda tasfiye etmenin girişimi olduğunu unutmazlardı. Oysa o günlerde bu provokasyonu destekleyenler bile çıkmıştı. Elbette bu sol düşünce ve davranış kalıbının tarihsel arka planı, Kemalizmin ideolojik-politik sirayetinden başka bir şey değil. Türkiye solu, emperyalizmin Saddam’a yaptırttığı bu provokasyonun arka planını doğru okusaydı şayet, değerlendirmelerindeki yanlışlıktan hareketle kendisini özeleştiri sürecine sokabilirdi, ama bunu yapmadı… Bunu yapmak bir yana, gelinen noktada, Filistin’de, emperyalizmle uzlaşmış olan Filistin Kurtuluş Örgütü’nü daha ‘laik’ ve ‘modern yaşamı’ savunduğu gerekçesiyle desteklemeye kadar vardı bu bakış açısı: “…Arap şeyhlikleri, El Kaideciler ve öteki şeriatçı güçler, Filistin’i bulunduğu demokratik ve laik zeminden uzaklaştırmak isterken, ABD emperyalizmi ve İsrail de, şeriatçı güçlerle aynı doğrultuda davranarak onu terörist eylemler ve iç karışıklıklara iterek boğmayı planlayacaklardır… Hem İsrail hem de despotik Arap şeyhliklerinin Filistin davası karşısında duydukları öfkenin bir nedeni de (…) ‘Kutsal Topraklar’a demokrasinin ve laisizmin gelmesidir.” (İhsan Çaralan; Evrensel gazetesi, 13 Kasım 2004) Oysa işgal edilmiş bir ülkede desteklenmesi gereken güç, işgale karşı savaşan Hamas’tı, fakat 3


Kemalizmle inlemenmiş kafalarda oluşan İslami alerji, gözleri de kör etmişti… Emperyalizmin bölgesel planlamaları artık internet üzerinden ele ayağa düştüğü için, solumuz açısından, savaş karşıtlığında birtakım küreselcilerle, liberallerle, Fethullahçılarla buluşmak kolay. Ne var ki, bu savaş karşıtlığını, devrimci politika öğeleriyle harmanlayan ve geleceğin mahşerine hazırlanan bir programatik çerçeveye rastlamak, samanlıkta iğne aramaktan farksız… Emperyalist paylaşım savaşına kuru ‘insan hakları’ ve ‘çocuklar ölmesin, şeker de yiyebilsinler’ hümanizması üzerinden yaklaşan solumuzun, somut durumun tahlilini yapma ve hem bugüne hem de geleceğe dair taktik çerçeveler oluşturma konusundaki tıkanıklığı da devam etmiş oluyor... Montaj teorilerin iflası Ama hayatın somut gerçeği öylesine devrimci, öylesine açık ki, bütün softalıkların, bütün politik kabızlıkların üstesinden gelecek kadar da öylesine inatçı ki, kuru ajitasyonların, skolastik belirlemelerin geçersizliğini acımasızca ortaya koyuyor. Tarihin devrimci akışı, kendisini bölgemize oturttuğundan beri, yapılan bütün kuru ajitatif belirlemeler, teorinin griliği ile kalıyor; pratikle, hayatın yeşiliyle buluşamadan ölüyor. Artık çözüm kendini dayatmaktadır ve çözüm önerilerini sunamayanların tarihi yapma şansları kalmamıştır… Neredeyse 40 yıldır ideolojik-politik yapılarını idarei maslahatçı bir anlayışla oluşturanlar, oluşturdukları paradigmaların yetersizlik ve geçersizlikleriyle tarih sahnesinden çekilmek ve yerlerini yeni politik aktörlere bırakmakla yüzyüzedir. Çünkü Türkiye devrimci hareketinin 40 yıldır referans aldığı Batı’dan ithal montaj teorilerin kendi gerçekliğimizde açık kalan kısımları ne Doğulu devrimci politika olgusunu ne de emperyalizmin bölgemiz özgülünde oluşturduğu politikaları ve bunların özgünlüklerini açıklamakta yeterli olma yeteneği vardır. Modernist ve Batılı Marksizmin etkisiyle bölgemize ve ülkemize turist gözlükleriyle bakılmış, bölgesel direniş odakları reddedilmiştir. Örneğin, bölgesel bir politik olgu olan Arap sosyalizmi (BAAS) Bonapartizm olarak, Şii direnişçiliği ise dini temelde kavranmış ve ‘din toplumların afyonudur’ tekerlemesiyle papağanlık yapılmıştır. Ama artık bu tür izahatlar ve kolaycılıklar ne olanı ne de olacak olanı anlamamıza yetiyor… 4

Çünkü emperyalist kıyametin alevleri çok uzak olmayan bir gelecekte her yanı sardığında kendini o ateşlerde yakamayan devrimci, kül olmaktan öte anlam taşımayacaktır... Bölgesel özgünlükleri ve bu özgünlüklerin Ortadoğu’da devrimci politikaya sunduğu imkânları göremeyenler, içinden geçtiğimiz günlerde de yeni bir çıkışın arayışı içinde değildir. Çünkü statükoda hemen herkes birleşmiştir. Dengeci siyaset ve varlığını sürdürme kaygısı temel yaklaşımdır. Oysa hayat boşluk tanımıyor, statükoyu koruma derdi, tükenişten başka bir anlam ifade etmiyor… Politik olarak ortaya çıkan değersizleşme, kimilerimizi statükoyu korumaya, şımarık bir küçük burjuva gibi davranıp, herkese karşı olmaya yöneltirken; kimileriz de emperyalizm ve bölgesel güç odakları arasında tercihlere gitme kolaycılığını sergiliyor. Devrimci Komünistler ise, ısrarla işçi sınıfımızın ve bölgemiz mazlum halklarının bağımsız politik hattını ve enternasyonal örgütlenmesini savunmada ısrarını sürdürüyor. Şimdilik siyaset sahnesinde etkinliğimiz yeterli olmasa da, teorinin doğruluğuyla buluşacak devrimci militanlar, Devrimci Komünizmi etkin bir politik aktör haline getirecektir. Tıpkı Bolşevikler gibi… Bu toprakların devrimciliği Türkiye devrimci hareketi, politik bir güç olma durumundan uzak oldu bu süreçte. Bütün pratik yaklaşımı ya teoriye softaca sahip çıkma ya da yukarıda belirttiğimiz gibi kaba bir pragmatizmdir; varlığını sürdürme telaşının pragmatizmi… Emperyalizmin eski köhne yapıları dağıtmasıyla, modern üretim ilişkilerinin gelişeceği ve toplumsal formasyonların sosyalizme uygun üretici güçler geliştireceği beklentisi safsatadan başka bir şey değildir. Marx’ın devrim kuramının böylesine papağanca ezberlenmesi, Doğulu toplum formasyonu konusunda sonradan dile getirdiklerini görmemek, verili koşullarda politika üretmemek demektir. Oysa Marksizmin yanına Leninizm olarak eklenen teori ve pratik bütünlük, Doğulu toplum formasyonunun kavranması ve Marksizme uygun devrim teorisinin geliştirilmesinden başka bir şey değildir... Önümüzdeki süreç, devrimin ve devrimciliğin topraklarımızdaki güncellenmesi sürecidir. Devrimci Komünistler bu sürecin etkin bir parçası olmak iddiasındadır...


Devrimci Komünist Hareket’in örgütsel yönelimleri

1.

Devrimci Komünizmin nihai hedefi, insanlığın doğa ile barışık biçimde, sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız bir dünyada eşit ve özgürce yaşamasıdır. Böyle bir dünyaya ulaşmak mümkündür ve fakat zorlu bir süreci gerektirmektedir. Tek tek ülkelerde hakim sınıf olarak örgütlenmiş burjuvazi ve emperyalist dünya egemenliği, doğal ve insani yıkımı hiçe sayan gündelik çıkarlardan ve kâr imkanlarından hareket ederek, tüm bir gezegeni felakete sürüklüyor. Bu sistem, dünya ölçeğinde güçlü ordular, baskıcı yasalar ve acımasız bir sömürü ile besleniyor. Emperyalist egemenliğin ve sömürücü sınıfların insafa gelerek, insanlığın ve gezegenin geleceğini kurtarma yönünde bilinçli adımlar atması mümkün değildir. Dolayısıyla, mevcut çark, toplumsal devrimler yoluyla kırılmalı, tek tek

ülkelerdeki devrimci mücadeleler, emperyalist sistemin kalbine doğru yayılarak, tüm dünyada işçi sınıfı egemenliğini tesis etmelidir. İnsanlığın sınıfsız topluma doğru yürüyüşü ve gezegenin kurtuluşu ancak böylelikle mümkün olacaktır. Toplumsal devrimin itici gücü işçi sınıfıdır. Bu, durum, işçilerin genetik olarak iyi insanlar olmasından kaynaklanmaz. Esas olan, işçi sınıfının tüm üretim sürecinin asli unsuru olması, üretim ilişkilerinde bulundukları konum itibarıyla başka sınıfları sömürebilecek mülkiyet ilişkilerine sahip olmaması, büyük miktarlarda merkezileşmiş ve dolayısıyla, grev ve barikat direnişleri yoluyla devasa bir devirici kudrete sahip olmasıdır. Kapitalizmin ve emperyalist dünya egemenliğinin mezarını kazacak olan yegane sınıfın işçi sınıfı olması bu niteliklerinden kaynaklanır.

2.

3.

İnsanlığın, işçi sınıfı liderliğinde sınıfsız, özgür topluma doğru yürüyüşü, kaçınılmaz, kendiliğinden ve otomatik bir süreç değildir. Bilinçli, iradi bir müdahaleyi, bir mücadeleyi gerektirir. Aksi takdirde, bir gelecek şuuru taşımayan ve gündelik güdülerle hareket eden kapitalizm insanı ve doğayı yıkıma uğratarak, gezegendeki yaşamı sona erdirecektir. Bu nedenle işçi sınıfı örgütlenerek tüm ezilen sınıfları kendi etrafında toparlamalı ve mevcut sistemi yıkmalı, emekçilerin iktidarını kurmalıdır. Tarihsel süreç göstermiştir ki, bunun yolu, zora dayalı toplumsal devrimlerdir. Tek tek ülkelerde kazanılan zaferler, dünya ölçeğindeki devrimci sürecin birer mevzisi olarak görülmelidir. Sosyalist devrim, ulusal ölçekte başlayan ve dünya ölçeğinde tamamlanabilecek bir süreç olarak ele alınmalıdır. 5


4.

İşçi sınıfının patronlara karşı gündelik mücadeleleri içinde pek çok farklı örgütsel biçim ortaya çıkmıştır. Ne var ki, iktidar mücadelesi ancak tarihsel deneyimleri kendinde cisimleştirmiş, işçi sınıfının hafızası olmayı başaran bir parti aracılığıyla yürütülebilir. Yine tarihsel süreç göstermiştir ki, merkezileşmiş ve disiplinli bir aygıt olmaksızın hiçbir devrimci süreç zafer kazanamamıştır. İşçi sınıfının devrimci mücadelesi açısından değerlendirirsek, büyük Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren merkezi aygıt Bolşevik Parti’dir ve devrimle birlikte daha üst düzey bir aygıtı, dünya devrimi için vazgeçilmez olan Komünist Enternasyonal’i yaratmıştır. Hiçbir devrim taklit edilemez; devrimci mücadeleler dünyanın pek çok yerinde, pek çok farklı taktiklerle ve o mücadelelerin yerel renkleriyle belirlenir. Ne var ki, Bolşevik Parti’nin işleyiş ilkeleri, bugün de işçi sınıfının devrimci örgütlenmesi açısından bir rehber olarak görülmelidir. Bu ilkelerin esasını oluşturan temel, demokratik merkeziyetçiliktir. Demokratik bir biçimde tartışılan ve tarif edilmiş mekanizmalarca alınan kararların bütün parti organlarınca yaşama geçirilmesini ifade eder. Ancak Bolşevik Parti’nin işleyiş tarzı, sadece bir iç işleyiş kuralına indirgenemez; onun kitlelerle, işçi sınıfıyla kurduğu bağın biçimi de bir diğer temeli oluşturmaktadır. Devrimci parti, kendisini kitlelerin yerine koymaz. Devrimci mücadelenin temel stratejisi, kitle hareketinin ve kitle mücadelelerinin içinde devrimci önderliğin adım adım inşa

5.

6. 6

edilmesidir. Başka deyişle, partiyi bir ‘kuruluş’ ilanı olarak değil, bir inşa süreci olarak görmek gerekir ve bu süreç kitle mücadelelerinin içine yerleşmek zorundadır. Kitle hareketinden kopuk, dar ve ‘öncü’lüğü kendinden menkul örgütlerin kendilerini işçi sınıfının liderliği olarak görmesi, elbette işçi sınıfının onları önder olarak kabul etmesi anlamına gelmez, gelmiyor. Dolayısıyla, devrimci partinin inşası emekçi kitleler içinde, kendi niyetlerimizi, bilincimizi ve heyecanımızı değil, emekçilerin duyarlılıklarını esas alarak, sabırlı bir çalışmayı gerektirir. Kitle mücadelesinin esası, bilinç-eylem-örgütlülük arasında bir ahengin varlığını bilerek hareket etmektir. Devrimci partinin inşası da en sert ve ‘nihai’ sloganları ortaya atarak vicdan rahatlatmak değil, emekçi kitlenin bilincini, eylemliliğini ve örgütlülüğünü geliştirerek, bunun içindeki en ileri unsurları partide birleştirerek ilerlemek anlamına gelir. Emekçi kitleden ve kitle mücadelelerinden kopuk bir parti inşası, fanusta hareket etmekten ve ‘devirici kuvvet’ bakımından etkisiz bir toplam yaratmaktan öteye geçemez. Farklı dönemlerde ve farklı süreçlerde, kitle hareketinin yükseldiği ya da geriye çekildiği, hatta dibe vurduğu anlarda bile, aslolan, partinin kitlelerle azami bağıdır. Bolşevik tipte bir partiyi gerilla gruplarından, bireysel intikamı esas alan küçük-burjuva radikal örgütlerden ya da işçi sınıfı hareketi gerilediği için çevreciliği, eşcinsel haklarını ya da feminizmi temel alan gruplarla birlikte ‘geniş hareket’ler oluşturmaya çalışan reformistlerden ayıran

7.

en temel yan, emekçi kileleri ve onların mücadelesini esas almasıdır. Elbette tüm ezilen kesimlerin haklarını savunmak ve bu mücadelelerde yer almak önemlidir, ancak devrimci parti inşasının ana kulvarı işçi sınıfı mücadelesidir. Bu noktada, Bolşevik tipte bir partiyi oluşturan militanların niteliği öne çıkmaktadır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, devrimci bir militanın öncelikli kriteri ‘inanç’ değil, ‘bilinç’tir. Bolşevik tipte bir parti, bir kahramanlar topluluğu değildir; militan, bugünden nasıl şekilleneceğini bile tam olarak kestiremediğimiz komünist toplumun ‘her şeyi aşmış’ insan tipi hiç değildir. Devrimci parti bugünün sorunlarını yaşayan, bugünün kavramlarıyla düşünen, gündelik hayatın içinde ve bizzat bu hayatın dönüştürülmesi için çaba sarf eden militanlardan oluşur. Devrimci bir militan için Şaolin rahipleri gibi ‘yüce’ kriterler belirlemek, bizim değil, küçükburjuva radikallerinin işidir. Ve elbette Bolşevikler, reformistlerin ‘gevşek’ militanlık kriterinden de kesin bir çizgiyle ayrılır. Biz, sıradan işçilerin parti yaşamına ve karar alma süreçlerine katılabileceği, mücadelelerde yer alabileceği, gelişeceği ve ilerleyeceği bir atmosferin kriterlerini savunuruz. Bolşevik tipte bir partinin militanlık kriteri nettir: Partinin sorumluluk ve hak sahibi üyeleri, parti programını savunan ve bu programın hayat bulması için çalışan, bunun için belli bir organda görev alan, kitle mücadeleleri içinde partiyi geliştirmeye çalışan, yayını emekçilere ulaştırmak için çaba

8.

9.


sarf eden ve düzenli olarak aidatını ödeyen militanlardır. Elbette devrimci ahlaka sahip çıkmak ve sınıf düşmanlarına karşı net bir tutum sahibi olmak hayati bir ön kabul olduğu için, kriter olarak sıralamak bile gereksizdir. Bunların dışında kriterler koymak, günlük hayatın içine yerleşmiş, kitlelerle bağı olan ve kitleleri kazanmayı hedefleyen devrimci bir partinin değil, dar tarikatların niteliği olabilir. Küçük-burjuva radikalleri, militanlarını sınamak için, ‘ölümü göze alabilecekleri’ eylemlere, bombalı pankart asmaya, belirli hedefleri molotoflamaya ya da ‘cezalandırma’ eylemlerine yollamaktadır. Küçük-burjuva radikalleri, bu dolayımla, militanlık kriterini ‘cesaret’ ve ‘inanç’ üzerine bina etmektedir. Bu, kitle mücadelesi açısından bir anlam ifade etmez. Çünkü şiddeti öncü grupların düzenli bir faaliyeti olarak algıladığımız andan itibaren, kitle mücadelelerinin ihtiyaçlarına göre değil, kitleler adına uygulayacağımız şiddetin ihtiyaçlarına göre şekillenen bir örgütlenmeye gitmemiz kaçınılmazdır. Bolşevik Parti, bu dipsiz kuyuya düşmekten ısrarla kaçınmıştı. Bolşevikler için şiddet sorunu, kitle mücadelesinin içinde bir sorun olarak değerlendiriliyordu. Esas olan, kitlesel şiddetin örgütlenmesidir. Kitlelere rağmen değil, kitlelerle birlikte hareket eden devrimci partinin sorunu, grevlerin, fabrika-işyeriokul işgallerinin örgütlenmesi, kitlenin öz savunmasının yaratılması ve arkasında kitlelerin konumlanacağı barikatların

10.

inşasıdır. Devrim, kahramanların halka armağan edebilecekleri bir yılbaşı hediyesi değil, sıradan insanların sıra dışı bir toplum harikası yaratması demektir. Devrimci Komünist militanlar, kahramanlar değil, sıradan insanlardır. Bolşevik tipte bir parti, sıradan işçilerin partisidir. Onları toplumun diğer kesimlerinden ayırt eden, bilinçleri ve örgütleridir. Dolayısıyla, Devrimci Komünist militanlar, o bilince ve örgütlülüğe sırtlarını yaslayarak, kitlelere önderlik etme mücadelesi verirler. Parti içi ilişkiler de bu esasa göre biçimlenmelidir. ‘Her şeyi bilen liderler’ bir yanılsamadan ibarettir. Kolektif bir liderlik inşası, parti içinde canlı bir tartışma atmosferi, işçi demokrasisinin yaşama geçirilmesi ve kritik kararların mümkün olan en geniş üyenin katılımıyla alınması temeldir. Bolşevik partinin demokratik merkeziyetçi işleyişinin ayırt edeni, kararlar bir kez alındıktan sonra, her üyenin o doğrultuda hareket etmesidir. Aksi takdirde, disiplinli ve ‘devirici’ bir yapı oluşturmak mümkün değildir. Reformistlerin bir vuruşta dağılan ‘geniş’ yapılarıyla, Bolşeviklerin ‘devirici’ yapısı arasındaki temel fark budur. Kariyer merakı, gizli hizip girişimleri, ayak oyunları ve dedikodu gibi yöntemler devrimci ahlak düşkünlüğünün tipik göstergeleridir ve Devrimci Komünistlerin tenezzül sınırlarının ötesindedir. Bugün Türkiye’de Bolşevik tipte bir partinin yaratılması önünde ciddi engeller bulunmaktadır. İşçi sınıfı mücadelesi dibe vurmuştur. Rejim, bir yandan kendi ‘sol’unu yaratırken, bir yandan

11.

12.

da emekçi mücadelelerine ve tüm devrimci girişimlere saldırmaktadır. Buna rağmen yoksulluk ve sömürünün ulaştığı katlanılamaz boyut, emekçilerin pek çok kesiminde bir tepki ve arayışı da ortaya çıkarmaktadır. Devrimcilerin görevi, bu emekçi kesimlerle bağ kurabilecek en uygun araçları yaratmaktır. Bunun için öncelikli adım, derli toplu ilerlemeyi sağlayabilecek bir işleyişin ve kadrosal ilk birikimin yaratılmasıdır. Devrimci Komünist Hareket’in bugünkü ekseni, devrimci uluslararası geleneğin net bir tarifi, bölgeye ve ülkeye özgü bir siyasi program ile örgütlenme ve mücadele yöntemlerinin ayrıntılandırılmasıdır. Sınıf mücadelesine yön verecek bir devrimci önderliğin yaratılması, bir doktrin kumkumasına hapsedilemez. Coğrafyamızın derin yaraları ve acıları vardır, bunların devası coğrafyamızı kucaklayacak bir devrimci yükseliştedir. Ortadoğulu bir devrim için, Ortadoğulu bir devrimci hareketin yaratılması; emekçi kitlelerin en can alıcı sorunlarına doğru yanıtların getirilebilmesi; kitle mücadelelerine nüfuz etme inadını yüklenmiş, yaşamının merkezine devrimci mücadeleyi koymuş militanların birleştirilebilmesi esastır. Sokağın diliyle konuşan bir hareket, doktriner bir varoluşu aşarak, teoriyi pratik mücadelelere tercüme ederek yaratılabilir. Hiç kuşkusuz, bunun önkoşulu, pek değerli devrimci insan malzemesini Devrimci Komünist Hareket’te birleştirmek ve hareketi işçi sınıfının devrimci partisine dönüştürmektir...

13.

7


İşçi Cephesi’nin açıklaması ve devrimcilerin ahlakı

D

evrimci hareketimiz, kapitalist toplum yapısının tüm çürümüşlüğü, yozlaşmışlığı ve ahlaki çöküntüsü içinde kendine yol bulmaya çalışıyor. Hiç kuşkusuz devrimimizin insan malzemesi, bu toplumsal yapının bir parçasıdır ve eğer felsefi bakımdan idealizmin etkisinde değilsek, bu toplumun içinde başka bir toplumun insanının, zaaflarından arınmış bir ‘sosyalist insan’ın yaratılabileceğine inanmayız. Devrimciler, bu toplumun niteliğinin bilincindedir; çürümüşlüğün, yozlaşmışlığın ve ahlaki çöküntünün etkilerine karşı içsel mücadelelerini sürdürürken, kendi devrimci/proleter ahlaklarını örgütsel bakımdan canlı tutacak tedbirler alırlar. Devrimci ahlak, ‘ahlak’ kavramına toplumumuzda yüklenen cinsellikle ilgili –çoğu erkek egemenliğinin ürünü olankuralları değil, kapitalist yozlaşmanın insan davranışındaki tahribatına karşı uluslararası devrimci işçi hareketinin geliştirdiği ilkesel bütünlüğü ifade ediyor. Bu ilkesel bütünlük, kaynağını emekçi mücadelelerinin dayanışmacı niteliğinden alıyor; sömürücülerin, onların uşaklarının ve lümpenlerin sürekli yeniden ürettiği aşağılık kültüre karşı, ezilen sınıfların tarih boyunca verdiği mücadeleler içinde yaratılan değerleri temsil ediyor. Elbette devrimci örgütlenmeler hatalar yapmıştır, yapacaktır. Tıpkı devrimci bireyler gibi, hatalara ve zaaflara karşı ‘şerbetli’ tek bir örgütlenme de yoktur. Bu noktada önemli olan, sorunları açık yüreklilikle tartışmak, tartışmaları bilince sıçratarak aşmaya çalışmaktır. Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da vurguladıkları kriter bizim için hareket noktasıdır: “Komünistler görüşlerini saklamaya tenezzül etmez…” Açıklık ve dürüstlük gibi ilkelerin yanı sıra, sınıf düşmanlarımıza karşı uzlaşmaz tavırdan taviz vermemek, kişisel kaderimizi ezilen ve sömürülen yığınların kaderiyle birleştirmek, çürümeye ve yozlaşmaya karşı sınıfımızın yarattığı olumlu değerleri savunmak ve yeniden üretmek, günlük faaliyetlerimizin bir parçası olmalıdır. Ne var ki, toplumsal çürüme 8

derinleştikçe, solda da ahlaki sorunlar artıyor. Uluslararası İşçi Birliği Dördüncü Enternasyonal’in (UİB-DE) IX. Dünya Kongresi bu konuda bir karar dokümanı kabul etti. Dokümanda ahlaki soruna dair şöyle deniyordu: “Bu iç bir sorun değildir. Daha genel bir süreci, kapitalist toplumun çöküşünü yansıtmaktadır. Bu tip sorunların, kendini devrimci solda ifade eden örgütlerde de sık sık yaşandığını görebiliyoruz. Bütün ülkelerdeki sol örgütlerde fiziksel boyuta da ulaşabilen vahim çatışmalar yaşandığına tanık oluyoruz; bunlar, örgüt gelirlerine ve varlıklarına el koyma girişimlerinden, yolsuzluk, zimmet, her türlü hain manipülasyon ve yıkıcı faaliyete kadar farklı biçimlerde ortaya çıkabiliyor. Soldaki bu tartışmaların nadiren atlatılabildiğini görüyoruz; sessiz bir çatışmayla devam eden süreç aniden patlak veren bölünmelere ve ahlaki suçlamalara varan hizip mücadelelerine dönüşüyor. Ya da meseleler, özellikle liderler söz konusu olduğunda, hiç bir şey yokmuş gibi hasıraltı ediliyor…” Devrimci Komünist Hareket de kriz yıllarında pek çok sorun yaşadı, ayrışmalar ve dağınıklıklarla yüzleşti. Bunlar olumsuzdur ama gerçekliğimizdir. Ayrışmalar yeniden ve yeniden ele alınabilir, alınmalıdır da. Devrim bir güç sorunuysa, devrim iradesiyle hareket edenlerin güçlerini birleştirmesi ve kavgayı çürüyen düzene yöneltmesi elzemdir. Biz, kazanıcı olmak için sürekli bir mücadele yürütmeyi, öncelikle kendi hatalarımızla hesaplaşmayı esas alıyoruz. Kabul edilemez olan ise, devrimci hareket içinde şiddetin, yalan, iftira ve karalamaların, gizli hiziplerin, ayak oyunlarının, hatta hırsızlığın meşru görülmesidir. Biz sadece sola dönük siyasetlerden ve gereksiz polemiklerden uzak durma tavrını benimsiyoruz. Ne var ki, kimi zamanlar kaçınılmaz açıklamalar kendini dayatıyor. Son süreçte, İşçi Cephesi (İC) dergisinde İspanyol Lucha Internacionalista ile ortak kaleme alınan bir metin, bu türden bir açıklamayı zorunlu kıldı.

İC, uzun yıllar yayınında ve internet sitesinde UİB-DE’nin metinlerine yer verdi, herhangi bir bağı olmamasına rağmen, kendini akımımızın organik bir parçası gibi gösterdi. Hatta İC’nin internet sitesinde 25 Aralık 2009 tarihli bir yazıda, UİB-DE Brezilya partisi PSTU’nun seçimlerdeki başkan adayı Ze Maria hakkında, “Şu an itibarıyla tek işçi aday Ze Maria. Onun adaylığı, yalnızca burjuva programın değişik temsilcileri karşısında sınıf mücadeleci solun temsilcisi olmasından ötürü değil, aynı zamanda enternasyonalist ve devrimci kutbu temsil edecek olmasından dolayı da büyük önem taşıyor,” ifadelerine yer verildi. İC’nin UİB-DE’yi böyle sahiplenmesi, bizce kamuya açık bir müdahaleyi gerektirmiyordu. Neticede, devrimci akımlar başkalarınca takdir görebilir. Oysa yıllarca metinlerini yayınladıkları, hatta dokümanlarını özetleyerek kişisel imza koydukları, “devrimci ve enternasyonalist” diye övdükleri, bir parçası olmak için çabaladıkları ancak kabul edilmedikleri UİB-DE’yi, bugün ‘bürokratik hattı’ nedeniyle dışında kaldıkları bir yapı olarak tanımlamaları, kuşkusuz çelişkili bir durumdur ama aynı zamanda, en hafif tabiriyle, açık bir çarpıtmadır. UİB-DE Uluslararası Sekreterliği bu konuda gerekli açıklamayı yapmıştır. Biz, devrimci niyetler taşıyan herhangi bir yapının, bize sokaktaki herhangi birinden çok daha yakın olduğu ön kabulüyle hareket ediyoruz. Siyaseten çok uzak olduğumuz sol kesimlerle bile dostane ilişkiler geliştirmemiz, onları en azından devrimimizin yol arkadaşları olarak görmemizdendir. Zindanlarda, işkencelerde kader birliği yaptığımız dostlarımızla günlük mücadelelerde bir araya gelemiyorsak, bunun sekter/tekkeci bir zihniyetten kaynaklandığı açıktır. Oysa çarpıtmalar, yalanlar, dostane ilişkiler üzerinde yıkıcı etkiler yaratmaktadır. Buradan hareketle, İC’nin, güvensizlik yaratan bu tür tavırlardan öncelikle kendisinin zarar göreceğini dikkate alarak, bir değerlendirmeye gitmesini öneriyoruz.


Türkiyeli işçilere ve işçi sınıfı örgütlerine… i spanya’daki Lucha Internacionalista (LI) ve Türkiye’deki İşçi Cephesi (İC) ortak bir deklarasyon yayımlayarak, her iki ekibin de Uluslararası İşçi Birliği – Dördüncü Enternasyonal geleneğinden geldiğini belirtmiş, “her iki yapı da uluslararası önderlikten ve bu önderlikçe önerilen inşa politikalarını uygulamakta olan seksiyonlarından farklı pozisyonları savunmak zorunda kalmıştır. Farklı deneyimlerden hareket edilmiş olsa da, sonuçta önce İC’yi ve bir süre sonra da LI’yi Uluslararası İşçi Birliği-Dördüncü Enternasyonal’in dışında kalmaya iten -bürokratik bir önderlik anlayışına ve politik ve metodolojik açıdan hatalı bir süreci dönüştürmeye dönük- ortak refleksler, her iki grubu buluşturmuştur,” ifadelerini kullanmıştır. (Dokümanın İspanyolca aslıyla Türkçede yayımlanan hali arasında farklılıklar bulunmaktadır. İspanyolca dokümanda, “Farklı tutumlardan hareketle Enternasyonal liderliğinin ve başlıca seksiyonların inşa siyasetine muhalefet ettik ve dahası hatalı çizgiyi düzeltmek için ayrı ayrı siyasi ve yöntemsel mücadeleler yürüttük. Liderlik İşçi Cephesi’ni UİB-DE’nin dışında bırakacak ve daha sonra LI’yi tasfiye edecek bürokratik bir hat geliştirdi,” ifadeleri kullanılıyor. Ç.N.) Dahası, deklarasyonda, “UİBDE’nin tutumlarını devrimci anlamda dönüştürme mücadelelerine devam edecekleri” belirtiliyor. Herhangi bir örgütün siyasi farklılıklar taşıdığı bir diğer örgütle mücadele etmesinin ve kendi siyasi tutumlarını kabul ettirmeye çalışmasının tamamen meşru olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyoruz. Bizim kabul edemeyeceğimiz şey, herhangi bir ekibin şu an neden UİB-DE’nin mensubu olmadığı konusunda yalan söylemesidir. Söz konusu ekipler, siyasi bir mücadele verdiklerini ve bizim ‘bürokratikleşmemiz’ neticesinde UİB-DE’den tasfiye edildiklerini öne sürüyor. Tavrımızı çok açık bir biçimde ortaya koymak istiyoruz: Bu iki ekip, iddialarının aksine, siyasi sebeplerle değil, müsebbibi oldukları ciddi ahlaki nedenlerle UİB-DE’nin dışındadırlar. Birincisi, Türkiye’deki İşçi Cephesi, bizim bu ülkedeki destekçilerimizden bir kesim tarafından yayınlanmaya başladı. Bunlar, seksiyonumuzun seçilmiş liderliğine karşı gizli hizip faaliyetine girişmiş bir gruptur. Bu faaliyeti yönlendiren, o dönem İspanya’da faaliyet yürüten Türkiye kökenli bir unsurdur ve faaliyetine LI’de devam etmiştir. Gizli hizip faaliyeti,

devrimci militanlar arası güveni tahrip ettiği için, devrimci örgütlenmeler içinde hiçbir zaman kabul edilemez bir faaliyettir. İspanya’da bulunan Türkiyeli unsurun gizli hizbin bir parçası olduğunu itiraf etmesinin ardından, cezalandırılması gündeme gelmiş ve cezasını takip eden süreçte, tekrar bir militan hukukuna kavuşmuştur. İC ise, bu süreçte tarafımıza UİB-DE’nin sempatizan seksiyonu olma başvurusunda bulunmuştur. Başvuru değerlendirdikten sonra, bu ekibin güvenilmez faaliyetleri dikkate alınmış ve seksiyon olarak kabul edilmemesine karar verilmiştir. Lucha Internacionalista’ya gelince… UİB-DE’nin 2008 Temmuz’unda gerçekleştirilen IX. Dünya Kongresi’nin de ilan ettiği üzere, Uluslararası Onur Kurulu’muz, LI’nin uzun bir süre önce parti parasını çalma gerekçesiyle ihraç edilen bir unsuru ısrarla savunduğunu, bu sebeple iftiralara ve zeminsiz ahlaki suçlamalara başvurduğunu vurguladı. LI, parti parasını çalan bu unsuru ısrarla savundu, bunun için iftira ve yalana başvurdu. Onur Kurulu’muz, UİB-DE’nin ahlaki kavrayışıyla LI’nin ahlaki seviyesinin uyuşmadığını tespit etti. Dünya Kongresi’ndeki tüm delegeler de Onur Kurulu’nun bu tespitinin lehinde oy kullanarak, Lucha Internacionalista’nın sempatizan olarak bile bizimle bir ilişkisi olamayacağını oy birliğiyle kabul etti. Buna rağmen, LI’ye kamuya açık bir çağrı yaparak UİB-DE’ye yönelik iftiralarını düzeltmesini, en azından bunu sürdürmemesini talep ettik; bunu yaparken, işçi sınıfı mücadelesinin ileride onlara devrimci ahlakın Bolşevik bir örgüt inşası ve Dördüncü Enternasyonal’in yeniden inşası açısından mutlak bir gereklilik olduğunu öğretebileceğini düşündük. Dolayısıyla, LI ve İC tarafından yayınlanan bildirgede, UİB-DE’yi bir yandan “IV. Enternasyonal’in yeniden inşası açısından temel güçlerden biri” olarak ilan eden, bir yandan da UİB-DE dışında kalmalarına dair yalanlar ortaya atarak bizi ‘bürokratik bir hat izlemek’le suçlayan bu gruplar, kendilerinin aslında ne olduklarına ilişkin yeni kanıtlar ortaya koymuş oluyor… Bizim, bu durum değişmediği sürece, bu gruplarla kardeşçe ilişkiler geliştirmeme sebebimiz de zaten budur… UİB-DE Uluslararası Sekreterlik, Sao Paolo, 9 Şubat 2010

9


ARJANTİN SOSYALİST İŞÇİ CEPHESİ (FOS):

MALİ MESELE ÜZERİNE

Uluslararası İşçi Birliği - Dördüncü Enternasyonal’in Arjantin örgütü Sosyalist İşçi Cephesi tarafından kaleme alınan ve devrimci örgütlerde mali mesele üzerine önemli tespitleri içeren belgeyi yayımlıyoruz... 1. Bir kez daha devrimci bir partinin mali durumunun önemi üzerine Partinin Bolşevikleşme süreci açısından temel bir başlangıç noktası teşkil ettiğini vurguladığımız mali mesele üzerine bir dokümanda şunları ifade etmiştik: “Belirtmek lüzumsuz görülebilir ama devrimci ya da reformist, gerillacı ya da pasifist, halk cepheci ya da sınıf çizgisindeki her politik örgütün, politik projesi ne olursa olsun, işleyişini sürdürebilmek için her zaman mali kaynaklara gereksinimi olduğunu anımsamakta yarar var. Bazıları adam kaçırır, bazıları çalar ya da sendikaların kaynaklarını kullanır; bazıları ise şirketlerin ya da parlamentoların kaynakları ile yaşar; ama hepsinin, şu ya da bu şekilde 10

mali kaynak bulmada kendilerine özgü yöntemleri vardır. Demek ki devrimcilik iddiasındaki her örgüt de, hedefleriyle tutarlı bir mali plana sahip olmak zorundadır. Mali planı olmayan bir devrimci örgüt, er ya da geç, teoride karşı çıkılsa bile, teslimiyete sürüklenir ve devrimci olmayan örgütlerin mali projelerinden birini uygulamaya başlamak zorunda kalır.” Sözü geçen metinde –bu tartışmanın teorik ve tarihsel önemini kanıtlamak için– demiştik ki, 1903 Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi Tüzüğü konusunda Lenin’in mali meseleyi tartışmanın ana noktalarından biri yapması rastlantı değildi. Savaş alanı RSDİP’in II. Kongresi’ydi. Kongrenin programı oybirliğiyle kabul ettiği gerçeğine rağmen, iki farklı tüzük önerisi vardı. Tartışma ilki çevresinde sürdü. Lenin’e göre sadece “…programı kabul eden ve örgütlerden birine kişisel katkı sunduğu kadar partiyi maddi olarak da destekleyen” kişiler üye kabul edilebilirdi. Martov ise, “programı kabul

eden, görevlerini yerine getirmek için liderlik organlarının gözetiminde etkin olarak çalışan” birinin parti üyesi olarak kabul görmesi gerektiğini savundu. Dolayısıyla, Lenin’e göre, parti üyesi olabilmek için, kişinin bir organa dahil olması (“örgütlerden birinde bizzat yer alması”) ve “maddi olarak” katkıda bulunması gerekiyordu. Demek ki, Lenin’in görüşüne göre, devrimci örgütler kendi mali kaynaklarına sahip olmalıdır. Kitlelerin güvenini kazanmak ve devrimi gerçekleştirmekten –yani iktidarı ele geçirerek proletarya diktatörlüğünü tesis etmekten– bahsetmek, bu hedefi gerçekleştirmeyi mümkün kılacak “maddi kaynakları” dikkate almadığınız sürece, son derece romantik kaçacaktır. Öte yandan, bu kaynakları bizzat devrim yoluna baş koymuş üyelerin yaratacağı son derece açıktır. O dönemden bu yana, kendi mali kaynaklarımızı yaratma hedefi Bolşevizm tarihinin ayırt edici bir unsuru olmuştur. Lenin bunu asla küçük bir ayrım noktası olarak görmedi. II.


Kongre’nin bilançosunu çıkardığı Bir adım ileri, iki adım geri adlı kitabında, söz konusu ayrımı şöyle değerlendirdi: “…eğer üzerinde ısrarla durursak, öne çıkarırsak, bütün kökenleri ve sonuçlarını irdelemeyi önerirsek, herhangi bir ufak ayrım noktası muazzam bir farklılaşmaya dönüşebilir…” Neticede tarih Lenin’i haklı çıkardı. 1903’te –Rus sosyal demokrasisinde iki eğilim oluşmasına sebep olan– sorunun yarattığı ayrım, politik, programatik ve teorik tutumların uzlaşmaz hale gelmesine kadar genişledi. Bolşevikler ve Menşevikler 1917 devrimi sırasında artık birbirlerini düşman addediyordu. ‘Mali kaynaklar’ tanımı, bugün bizim aidat dediğimiz katkıları içeriyordu ama tek kaynak bu değildi: Sempatizanların yardımları ve hatta kamulaştırmalar gibi kaynaklar da vardı. Lenin, vizyonu ile tutarlı olarak, partinin mali meselesine her zaman refakat etti, -1903 ile 1906 arasında partinin merkezinde bulunanKrasin ve Bogdanov ile birlikte kamulaştırma planlarına bile şahsen katıldı. Fakat sadece sıra dışı yollardan mali kaynak sağlama işinin ötesinde, en başından itibaren, gazete dağıtımı ve aidat toplama gibi sıradan mali konulara da büyük önem verdi. Mali mesele ve yayın Lenin yayın ile mali mesele arasındaki ilişkiye de defalarca dikkat çekti. Bilindiği üzere, yayın konusu da Bolşevizmin bir diğer ayırt edici özelliğidir ve konu Lenin’in klasik eseri

Ne Yapmalı?’da ele alınarak geliştirilmiştir. Aralık 1912’de -Bolşevik Parti’nin gelmiş geçmiş en iyi örgütçüsü olan- Sverdlov, Pravda (Gerçek) adlı yeni Bolşevik yayın organının basımının yeniden örgütlenmesi görevini üstlendi. O günlerde Lenin ona birçok mektup göndermişti. Birinde Sverdlov’a, “Bu işi bizzat kendi eline almalısın. ‘1 Numara’yla (Badaiev) birlikte bu işi eksiksiz hallet. Bir telefon temin edin, yardımcılar ayarlayın. Bunları bizzat kendin halletmelisin.”1 diye yazıyordu. Ocak–Şubat 1913’te kaleme aldığı başka bir mektupta Lenin, Sverdlov’u, yayının devrimci görevleri organize etme ve maddi kaynak yaratma bakımından değerini küçümsediği için eleştiriyor ve şunu öneriyordu: “1. Elde edilecek her bir kuruşa ihtiyacımız var (...). (Gelirlerden ve aboneliklerden elde edilecek) parayı bizzat kendi elinde muhafaza etmelisin.”2 Sonrasında Sverdlov Pravda’yı radikal bir şekilde dönüştürmek için olağanüstü bir devrimci enerji harcadı. Yapılan reform ve süreli yayınla ulaşılan yeni dinamizm hakkında kısa bir bilançonun ardından Lenin bir kez daha şöyle yazdı: “Değerli yoldaşlar, ilk olarak, boktan (yoktan) başarıyla çıkan sizlere en derin selamlarımı yolluyorum. Oradan çıkabilenlerin şerefine! Ve şimdi, şakayı bir yana bırakıp ciddi olalım. Her şey muhteşem bir biçimde yerine getirildi. Aynen devam!”3 Sverdlov’un raporlarına göre, 1912’nin Nisan–Mayıs döneminde, hem de karşıdevrimin tam ortasında, 80 bin Pravda basılmıştı. Bu sayı yazın 13 bine düşmüş, Menşevik

gazetesi Luch’un (Yıldırım) ortalama 7 bin kopya basıldığı Aralık ayında ise 23 bine ulaşmıştı. 1913’te Menşevikler ancak 10 bin civarında gazete satarken Bolşeviklerin gazete satışı 40 bindi. Mali mesele ve parti ahlakı Yukarıdaki birkaç satır Bolşeviklerin mali meseleyi daima ciddiye aldığını ve bunun parti kavrayışıyla yakından ilgili bir konu olduğunu göstermeye yeterlidir. Bütün bir devrimci nesil, bu kavrayışla yetişti ve sonuçta çok güçlü ahlaka sahip bir örgüt inşa edildi. Troçki, öncülerin mali meseleyle ilişkisini şöyle özetliyordu: “Harekete katılan herkes tüm maddi varlığını hareketin kullanımına sunmuş, bedenleri ve ruhlarıyla harekete bağlanmış, kendilerini hizmet ettikleri davayla özdeşleştirmişti.”5 Bu nedenle Jena kongresinde, Alman Sosyal Demokrat Partisi lideri August Bebel ile birlikte hareket eden sosyal demokrasinin ünlü savunucularından Hugo Hasse, kendini partiye adayabilmek için -yıllık 90 bin mark kazandığıfevkalade kârlı mesleğini bırakacağını ilan ettiğinde, Bolşeviklerin çarpıcı tavrı çok daha belirgin hale geldi. Alman kongre delegeleri Hasse’yi ayakta alkışlarken Ruslar yerlerinden kıpırdamamıştı. Onlara göre, bu sahne Alman partisindeki devrimci ruhun eksikliğini gösteriyordu.6 Zindanlara ve sürgünlere alışkın olan Rus delegeler, lider konumundaki devrimcilerin en 11


azından bu kadar fedakarlık yapmasını gayet olağan karşılıyordu. Troçki Bolşeviklerle özdeşleşen geleneklerinin uzlaşmaz bir savunucusu oldu ve IV. Enternasyonal’in kuruluşunda bunların tümünü uyguladı. Baştan beri Sol Muhalefet’te ve IV. Enternasyonal’in kuruluşunda yer alan, Troçki’yi Türkiye’deki sürgün yıllarında ilk ziyaret edenlerden biri olarak Bolşevizmin gerçek ruhunu kurtaranlardan Fransız avukat Maurice Paz’a yazdığı bir mektupta Troçki şunları söylüyordu: “Devrimciler arasında bilge kimseler de vardır, cahiller de; devrimcilerin kimisi zeki, kimisi vasat olabilir. Fakat kim ki engelleri yıkmaya hazır değildir, özveri ya da feda ruhu yoktur, işte o devrimci bile değildir.” Troçki, mektubu şöyle bitiriyordu: “Öncü işçiler hassas ama değişmez bir kuralı kararlı bir şekilde benimsemelidir: Barış dönemlerinde zamanlarını, yeteneklerini ve maddi varlıklarını komünizm için feda etmeyi bilmeyen liderler ya da lider adayları, devrim günleri geldiğinde ilk ihanet edenler olacak ya da kimin kazanacağını görmek için bekleyenler arasında yer alacaktır. Eğer partinin başında bu türden unsurlar bulunuyorsa, büyük gün geldiğinde partiyi kaçınılmaz bir felakete sürükleyeceklerdir.”7 Mali mesele ve geleneğimiz Bolşevik geleneğin takipçileri olarak, partilerimizi militanların katkılarıyla ayakta tutmayı, inşa faaliyetimizin temel unsurlarından biri olarak görüyoruz. Bir taraftan, 12

uluslararası akımımızın kurucusu ve başlıca lideri Moreno bu konuya büyük önem vermiş ve bizzat ilgilenmiştir. Diğer taraftan, eski yoldaşlarımız, militanların örgütü ayakta tutmak için nasıl aidat topladıklarına, hatta araba, ev, miras gibi bağışların yapıldığına şahittir. Bu kavrayış akımımızın tarihine damgasını vurmuştur ve Moreno’nun Birleşik Sekreterlik (BirSek) ile parti ve Enternasyonal kavrayışı üzerine tartıştığı ‘Bolşevik Fraksiyon Platformu ve Bildirgesi’nde açıkça ortaya konmuştur. Pek çok madde arasında Bolşevizm üzerine yaşanan tartışmayı özetlersek, Moreno’nun önerilerinden biri şudur: “Dördüncü Enternasyonal’in tüm seksiyonlarının tüzükleri şöyle bir madde içermelidir: ‘Düzenli olarak aidat ödemeyen, haftalık toplantılara katılmayan, yayını satmayan ve kararlaştırılan eylemleri uygulamayan militanların örgütle ilişiği kesilecek ve sempatizan olarak kabul edilecektir, çünkü sadece partiye bağlı olanlar üyeliği hak eder.” Mali mesele ve solun krizi Rus devrimi deneyimi ve Bolşevik tipte bir partinin olmadığı ya da zamanında oluşturulamadığı her devrimin bozguna uğramış olması, Lenin’in haklılığını kesin olarak kanıtlamıştır. Devrimcilere göre bu tartışma daha o zamanlarda bitmişti. Ama tarih başka türlü gelişti. Yukarıda da alıntı yaptığımız Şubat 2008 tarihli dokümanımızda şu görüşlere yer vermiştik:

“Kendilerini resmi olarak Bolşevik diye tanımlayan örgütler, zaman içinde bürokratik ve burjuva aygıtların/kurumların basıncına uğramış ve pek azı Lenin’in kavrayışına sadık kalmıştır. ‘Oportünist savrulma’ olarak tanımladığımız sürecin -yani emperyalizmin Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte gerçekleştirdiği taarruza bağlı olarak solun dünya ölçeğinde sağa savrulmasının- ardından yürüttüğümüz tartışmaları hatırlayacak olursak, sol örgütlerin birçoğu kendilerini farklı aygıt ve kurumlara uyarlamakla kalmamış aynı zamanda Bolşeviklik iddialarından vazgeçmişti. Hâlâ Bolşevik olma iddiasındaki diğer bazı örgütler de, sürece uyarlanarak büyük yara almıştı. Aynı zamanda, reformistlerin aksine partinin Bolşevik niteliğini savunmayı sürdüren akımımızın bile bu savrulmadan hasarsız çıkmadığını görebiliriz. Liderlikten başlayarak, pek çok militanın artık mali sorumluluklara gereken önemi vermediği gerçeğini dile getirdik. Toplantı gündemlerinde mali meseleye gereken önem verilmiyor. Öte yandan, birçok militan, içinde bulunduğu koşulları gerekçe göstererek aidat ödemeyi aksatıyor ya da hiç ödemiyor. Parti aidatı, çoğu durumda militanlık kriterlerinin en önemsizi olarak ele alınıyor. Öncelikli olarak kişisel ihtiyaçlarımızı karşılıyor, ancak ondan sonra geriye kalanın bir bölümüyle aidat ödemeyi düşünüyoruz. Pek çok militan aidatları ellerinden geldiğince geciktiriyor.” Aynı dokümanda şu olguyu da vurguladık: “Bizimle diğer


akımlar arasındaki fark, diğerlerinin mali meselede kriz bile yaşamamış olmasıdır. Tam tersine, diğer akımların büyük bir kısmı, partinin niteliği de dahil olmak üzere her alanda zaten teslimiyete sürüklendi, bu elbette mali meseleye de yansıdı. Bu nedenle, emperyalizmin saldırısına uğradıklarında, yaptıkları tek şey güle oynaya karşı tarafa doğru yürümek oldu.” Bu eğilimlerden farklı olarak, biz, büyük bir kriz yaşamakta olduğumuzu açıkça ifade ettik. Bizim yaşadığımız süreçte, olup bitene uyarlanmış olmak niteliğimizde ciddi bir değişime yol açtı. İç çatışmalar bu yüzden çok çetin geçti ve nihayetinde Uluslar arası İşçi Birliği – Dördüncü Enternasyonal (UİB-DE) yok olma noktasına sürüklendi. Bu çerçevede, akımımız içinden önemli bir kesim, düzenin şu ya da bu aygıtına taviz verdi ya da teslimiyete sürüklendi. Elbette gelişmelere direnen bir kutup da vardı. Bu kesim Bolşevik UİB-DE bayrağını yükselterek, dünya partimizi yeniden inşa etme kararlılığıyla hareket etti.” 2. Bugünkü durumumuz ve yıl ortasına kadarki mali görevlerimiz Bu tartışmayı son yaptığımızdan beri partimiz ciddi bir yol aldı. Sıradan mali konularda dengeye ulaştık ve önemli bir birikim toplamayı başardık. Bugün, doğru yönde nitelikli adımlar attığımızı söyleyebiliriz. Aralık 2008’deki, dizüstü bilgisayar satımına dayanan harici mali kampanya, bunu gayet iyi gösteriyor. Bütün bunlar, Enternasyonal

faaliyetler, sendikal kampanyalar, sorun yaşayan yoldaşların savunulması, eğitim masrafları, kütüphane inşası, ofis altyapısı, parti için yapılan seyahatler gibi bazı harcamaları karşılamada belirleyici unsur oldu. Şimdi en ufak bir kuşku duymadan iddia edebiliriz ki, bu ilerlemeyi gerçekleştiremeseydik, en azından büyük bir sıkıntı, belki de ufak çaplı bir kriz içinde olurduk. Fakat parti bu mali gerçeğin kaldırabileceği belli bir aşamaya gelmiştir. Şimdi önümüzde yeni olasılıklar ve özellikle işçileri ilgilendiren yeni zorluklar var ve bu, şu an gerçekleştirmek üzere olduğumuz yeni ofisin açılmasından çok daha zorlu olacak. Ek olarak, parti inşasında ileri adımlar atmanın başka yolu yoktur –partinin önceki durumuna göre bir üst konuma sıçramak ve daha üstün militanlar ve kurmaylara sahip olmak. Eğer bu hedefe ulaşmak için gerekli kaynaklarımız yoksa bizden daha büyük akımlarla mücadele edemeyiz. Bunlar olmadan, her bir politik yönelim ve inşa ile ilgili konuşmanın içi boş kalacaktır. Bu atılıma hazırlanmak için, Merkez Komite’nin profesyonel bir parti merkezi oluşturma yönünde ilerleme kararı vardır. Bu olmadan nitelikli atılımlar atmamız mümkün değildir, hatta gerileme tehlikesi vardır. Bu açıdan, profesyonel politik kadrolar yaratma kararı alınmıştır. Böylece süreli yayınlar, teorik çalışmalar, mücadelelere yapılacak daha etkin müdahaleler gibi çeşitli alanlarda iyileşmeler umuyoruz. Öte yandan, sendikalar ve başlıca bölge örgütlerinin

inşasına tahsis edilecek kadrolara da gereksinim duyuyoruz. Bu nedenle liderlerin partiye daha fazla zaman ayırmaları ve çalışma saatlerini azaltmaları gerekiyor. Fakat bunlar daha ilk adımlar. Kongre’mizden sonra, sadece merkezde değil bölgelerde de çok daha hızlı ilerlemeliyiz. Bu yüzden mali faaliyetler geçen yıla göre çok daha agresif bir nitelik taşıyacaktır. Bütün bunlar, hem olağan hem de olağanüstü mali ihtiyaçlar için, elimizde olandan daha fazla harcama yapacağımızı açıkça gösteriyor. Bu nedenle bu dokümanda bu yarıyıl için önerdiğimiz mali görevler, yılsonuna kadar yapmayı dilediğimiz atılım için temel hazırlık platformunu oluşturuyor. a) Aidatlar Yıl ortasına kadar, geçen yıl aynı zamanda yaptığımız gibi, partinin olağan mali durumunda bir yeniden düzenleme yapmayı diliyoruz. Bunun iki nedeni var. Bir yandan, yukarıda söz ettiğimiz gibi, hem olağan hem olağanüstü mali durumlarda yeni harcamalar yapmamız gerekecek. Öte yandan, güncellenmeyen aidat taahhütleri ve militanlara yakışmayacak kadar düşük aidatlar yüzünden bazı ödemeleri geciktirdik. Söylediğimiz gibi, Bolşevikleşme mücadelesinin bir parçası olan mali mesele, sürekli bir mücadele gerektirir. Çünkü kapitalist bir toplumda yaşıyoruz ve yabancı sınıfların parti üzerindeki basıncı hiç dinmiyor. Militanlarımız, daha çok sistemden kaynaklanan ‘kişisel problemler’ nedeniyle 13


sürekli bir baskı altında: Ailevi sorumluluklar, banka borçları, vergiler, ev ödemeleri, kişisel harcamalar vb. Örgüt tartışmalarında belirginleşen parti rejimi, koruyucu bir kuvvet, bir duvar, kısacası, proletarya menfaatlerinin yön verdiği karşı etkide bir sınıf baskısı olmuştur. Geçen yıl, partinin büyük kısmı, tüm kişisel gereksinimleri karşıladıktan sonra geriye kalan üzerinden hesaplanan rakamın aidat olmadığını anlamayı başardı. Dahası, militanlar aidatların, sorumlulukları arasında en kutsalı olduğunu kavramada yol aldı. Fakat çoğu militanımızın aidatlarında önemli ayarlamalara ve düzenliliğe ulaştığımız bugün bile hâlâ bazı gecikmelerimiz söz konusu ve aidatlar maaşlardaki artışlara göre ayarlanmamış durumda. Bunu düzeltmek zorundayız yoksa sorunlar devam edecektir. Bu nedenle tartışmayı geçen yılki kriteri esas alarak sürdürmeyi istiyoruz: Her militan kendi gerçek olanaklarına göre aidat ödemelidir. Örneğin, kira ödeyen biri ile ev sahibi olan birinin durumu aynı değildir, keza işi olanla olmayanın, çocuk sahibi olanla olmayanın da. Bundan dolayı, az aidat ödeyen ve maaş artışlarını aidatına yansıtmamış olan yoldaşlar kendi hücrelerinde acil bir ödeme planı yapmalıdır. Böylelikle, aidatlarını güncellemek için tüm zorluklara rağmen gerçek bir çaba harcayan yoldaşlarla, daha iyi durumda olup da geri kalan yoldaşlar arasında her yerde rastlayabileceğimiz eşitsizliği yenmede ilerleme sağlamayı ümit ediyoruz. Partinin finansmanı 14

parti militanlarının yaşamlarında eşit öncelikte olmalıdır. Tüm bu tartışma, organlarda sürdürülmelidir, aksi takdirde bu konuda biçimsel bir işleyişin ötesine geçilemez. Eğer faaliyetimizi bu şekilde yürütürsek, her yoldaşın aidatında daha çok kontrol sahibi olacağız ve doğal olarak bazı otomatik ayarlamalara geçebileceğiz. b) Dahili Mali Kampanya ve Harici Mali Kampanya Mali kampanyalar, ekstra harcama ve yatırımlar için yarattığımız kaynakların bir parçasıdır ve işaret ettiğimiz üzere parti için hayati önem taşır. Bir yanda, 13. maaş ikramiyesinin ilk kısmını topladığımız ve ikramiyenin yılsonundaki ikinci kısmı ulaştırıldığında tamamlanacak geleneksel bir kampanya olan ‘Dahili Mali Kampanya’mız vardır. İlk tahminlere göre en az 63 bin peso yatırım yapmamız gerekmektedir. Bu hedefi tutturmak istiyorsak Temmuz’daki dahili kampanya hayati önem taşımaktadır. Bu nedenle her yoldaş hesaplarını yapmak ve sorumluluklarını yerine getirmek zorundadır. Militanların burada benimsediğimiz katkı kriteri, kişisel aidatlarla aynıdır, her yoldaş kendi durumuna uygun olarak elinden gelenin en iyisini yapmalıdır. Bu yıl Massuh’daki öğretmenler arasındaki kampanya nedeniyle partinin yoğun müdahalesi gerçeğini kullanarak mali durumları iyileştirmek istiyoruz. Gerçek şu ki, genel inşa planımızın bir kısmı, yeni bir toplu

para takviyesi, gazete satışlarının artışı ve yeni üyeler ile çok ilgilidir. Bu yüzden kampanya sadece var olana değil, yeni bağlantılara da dayanmaktadır. Bu son hususta, devam etmekte olan üye kazanma sürecine bir katkı biçimi olarak bu yeni yoldaşlarla politik ilişkilerimizi kuvvetlendirmeyi arzulamaktayız. Gazetemiz, konu hakkında yayınlanacak makaleler ve kampanyanın tanıtımı ile Harici Mali Kampanya için merkezi bir araç olacaktır. Dahili Mali Kampanya için kayıt çizelgesini genelgeye iliştirilmiş olarak bulabilirsiniz. Böylece liderler hücre toplantılarında doldurabilirler ve katkıların durumu ve partinin kendisi hakkında daha kesin bir fikir edinebilirler. Topladığımız parayı bu Harici Mali Kampanya için bir başlangıç olarak kullanacağız. Buenos Aires, 12 Haziran 2009 1. Cf. PIS’MA V.I. LENINA, N.K. KRUPSKOI, G.E ZINOVIEVA I L.V. KAMENEVA V PETERBURG (Letters from V. I. Lênin, N. K. Krupskaya, G. E. Zinoviev e L. V. Kamenev sent to Petersburg), in : Iz Epokhi Zvezdy i Pravdy (Da Época de “Zvezdy (The Star) and “Pravda (The Troth), Vol. 3, Petersburgo : Gosud. Izd-vo., 1922, p. 206. 2. Cf. LÊNIN, VLADIMIR I. Pis’mo I. M. Sverdlovu (Letter to J. M. Sverdlov) (09.02.1913), in: V. I. Lênin. Polnoe Sobranie Sotchinenii (Complete works), Moscow : GIPL, 1961, Vol. 48, pp. 156.) 3. Cf. PIS’MA V.I. LENINA, N.K. KRUPSKOI, G.E ZINOVIEVA I L.V. KAMENEVA V PETERBURG (Letters from V. I. Lênin, N. K. Krupskaya, G. E. Zinoviev e L. V. Kamenev sent to Petersburg), in : Iz Epokhi Zvezdy i Pravdy (From the epoch of “Zvezdy (The Star) and “Pravda (The Truth), Vol. 3, Petersburgo : Gosud. Izd-vo., 1922, p. 210 4. Cf. Sverdlov, Jakob M. Izbrannye Proizvedenia v Trekh, Vol. 1, Moscow Gosud Izd-vo – Pol. Literatura, 1957 page 217 5. Devrimciler nasıl oluştu?, sayfa 265, Writings, Tome 1, Volume 1 6. Devrimciler nasıl oluştu?, sayfa 265, Writings, Tome 1, Volume 1 7. Amerikan muhalefetinin görevleri, Mayıs 1929, Writings, Tome 1


Bağımsız kadın örgütlenmesi ya da feminist cephe Bu metin, ABD’de kurulu FSP ile UİB-DE liderliği arasında süren geniş bir tartışmanın kadın sorununa ilişkin kısa bir bölümüdür… Kadın örgütlenmesini ele alış açısından örgütlerimiz arasında önemli bir fark var. Freedom Socialist Party (FSP), bağımsız kadın örgütlenmesini, ve politik hattının ana ekseni olarak kadın liderliği iddiasını savunuyor. Bizim akımımız açısından ise, kadın meselesinde tutumumuz, salt proleter mücadeleler olmayan, muhtelif sınıfları kapsayan temel bazı mücadelelere ilişkin tutumumuzun aynısıdır. Anti-emperyalist mücadelelerde, demokratik konulara ilişkin mücadelelerde, ırkçı ayrımcılıklara, cinsel baskılara vb. karşı mücadelelerde de tutumumuz aynıdır. Troçki ve Bolşevik geleneği tekrar hatırlayacak olursak, devrimcilerin en büyük görevi, politikada ve işçi sınıfı örgütlenmesinde tam bağımsızlığı sağlamaktır, burjuvaziyle ya da onun farklı kesimleriyle sürekli bir ittifak kurmak değildir. Moreno’nun Geçiş Programının Güncellenmesi’nde belirttiği gibi, eylem birliği ile cephe arasındaki farkı vurgulamanın şart olduğunu düşünüyoruz: Eylem birliği, cephenin tersidir: Süresi, yapısı ve hedefleri açısından zıttır. Cephe görece istikrarlı organizmalar yaratır, birleşik cephenin komitelerinin örgütlenmesini ve bunların görece daha demokratik işlemesini, eyleminin sürekliliğini önerir. Öte yandan eylem birliği anlıktır, göreli bir demokratik işlevi olan herhangi bir organizma yaratmaz, işlev kararlarla ve bu kararları alan organizmaların mutlak bağımsızlığı ile sağlanır. Cepheden farklı olarak, eylem birliği geçicidir. Bu tanımdan hareketle ve diğer sınıflardan bağımsızlık biçimindeki stratejik ihtiyacı dikkate alarak, politikalar ve örgütlenmeyi de hesaba katarak, önceliğimizi işçi cephesinin kurulması olarak tanımlıyoruz; farklı sınıfları kapsayan her türlü cepheyi ise reddediyoruz. Moreno’nun da dediği gibi, “Bu cepheler bir süreliğine görece ilerici olsa bile tarihsel olarak burjuvaziye hizmet ederler ve proleter sınıf bağımsızlığı sürecini yavaşlatırlar.” Bağımsız kadın örgütlerinin kurulması, bize göre feminist cephelerin kurulması anlamına gelir, başka bir deyişle, kapitalist toplumun baskısına karşı kadın haklarını savunmak için farklı sınıflardan gelenlerle ortak bir cephe kurmayı ifade eder. Ayrıca, inanıyoruz ki, Lenin Clara Zetkin ile yaptığı bir konuşmadaki şu sözleriyle bu görüşü savunmaktadır: “Parti’de ve Enternasyonal’de devrimci kadınların en iyilerine sahip olmanın haklı gururunu taşıyoruz. Fakat sadece bu yeterli değildir. Şehirlerden ve kırsal kesimden milyonlarca çalışan kadını kendi yanımıza çekmeliyiz. Onları kendi grubumuza katmalıyız ki mücadelemize ve özellikle toplumun komünist dönüşümüne katkıda bulunabilsinler. Kadınlar olmadan gerçek bir kitle hareketi gerçekleştirilemez.

Bizim ideolojik kavrayışımız spesifik örgütlenme sorunlarını beraberinde getirir. Kadınlara özel bir örgüt yoktur. Komünist bir kadın, komünist bir adam kadar Parti üyesidir. Bu alanda özel dayatmalar olmamalıdır. Unutmamalıyız ki Parti, kadın kitlelerini uyanışa geçirecek, onlarla bağlantıda olacak ve onları etkileyecek insanlara, çalışma gruplarına, komisyonlara, komitelere, ofislere, bu görevi yerine getirecek her ne ise ona sahip olmalıdır. Bunun da sistematik bir çalışma gerektirdiği aşikardır.” Bağımsız kadın örgütleri kurmama yönündeki politikamızın gerekçesi budur. Çünkü farklı sınıfların bayrağı etrafında toplananların farklı sınıfsal karakter göstermeleri kaçınılmazdır. Bunun tersi de doğrudur. Biz kadına yapılan baskılarla savaşmak için, emekçi kadınları kendi sınıfları ile birlikte örgütlemenin ve diğer sınıflarla ancak gerektiği kadar eylem birliğine gitmenin önemli olduğunu düşünüyoruz. Uluslararası İşçi Birliği – Dördüncü Enternasyonal’in IX. Kongresi’nde tartışılan kadına yönelik baskılar üzerine belgede dediğimiz gibi: Emekçi kadınlar için politikamızın merkezinde şu olmalıdır: Onlara ezilmişliğe karşı mücadelede tek yolun, kapitalizmle işçi sınıfı safları içinde mücadele ve sömürüye karşı savaşımlarının bir parçası olarak sosyalizm için mücadele olduğunu göstermeliyiz. Baskıya karşı mücadelede bağımsız kadın hareketine hayır, bu çalışan kadını sınıfından ayırır, tıpkı eşcinsel hareketinde olduğu gibi er ya da geç, kaçınılmaz olarak hükümet ve burjuvazi tarafından ele geçirilmesine yol açar. Sadece ezilmişliğe karşı bir programı olan her hareket, tek başına ele alındığında, içinde burjuva örgütler barındırmasa bile başlı başına çok sınıflı bir harekettir, çünkü ezilmişlik tüm kadınları ve tüm sınıfları ilgilendirmektedir. Kategorik olarak şunu söylüyoruz: Kadın sorunu, bir cinsiyet sorunu değil, sınıfsal bir sorundur. Kadınlar farklı sosyal sınıflara bölünmüştür ve bu da farklı eylem programları var demektir. Aynı zamanda, ezilmişliğe karşı verilen bütün mücadeleleri son derece önemli saydığımız için, mutlak politik bağımsızlığı ve örgütlerin bağımsızlığını daima koruyarak, olası bütün demokratik etkinliklerde birleşik eyleme katılırız. Serbest kürtaj hakkı, kadınlara yönelik şiddete, cinsel tacize karşı mücadele gibi somut ve kararlı bir hedef için, burjuvalar da dahil olmak üzere bütün kadınlarla eylem birliği yapabiliriz. Fakat kapitalist sömürüye karşı verilen günlük mücadelede, işçi kadınlar burjuva kadınlardan kaçınılmaz olarak ayrılır. Bu nedenle onları sınıf örgütlerine katmak, ezilmişliğe karşı mücadeleye liderlik etmelerini sağlamak ve ezilmişliğe karşı verilen mücadele ile sömürüye karşı, kapitalizmi ve emperyalizmi bitirmek üzere verilen mücadelenin bir bütün olduğunu kanıtlamaya çalışmak gerekir. Kadınların mutlak kurtuluşunu sağlamanın tek yolu budur... 15


Emperyalizme, sömürge hükümetine, sendika bürokratlarına karşı! E

mperyalist saldırganlık bölgemizde yüz binlerin canını aldı. Türkiye’nin sermaye sınıfı, bu katliamların doğrudan ortağıdır. Emperyalizmin hizmetini görmekte kusur etmeyen ve sermayelerini giderek şişiren, devletin her kurumunda hegemonyasını artıran tarikatlar koalisyonu da suç ortağıdır. İşçi sınıfımız ve mazlum halkımız kukla AKP hükümetinin sömürge idaresi gibi işlemesi sonucunda, mutlak bir yoksullaşmaya, işsizliğe, açlığa ve toplumsal cinnete mahkum olmuştur. Yoksul Kürt halkı üzerindeki baskılar, ‘açılım’ palavralarına rağmen sürmektedir. Ülkenin yoksul çocuklarına zindanlar reva görülmektedir.

Böyle bir çürümenin ortasında, TEKEL işçilerinin yaktığı direniş ateşi tüm yoksullara ve ezilenlere bir umut olmuştur. Karda kışta kahramanca sürdürülen mücadele, geçici hukuki kazanımı fırsat bilen sendika bürokratlarının hamlesiyle yatıştırılmıştır. Sendika bürokratlarının sattığı bu direnişin alevi yeniden harlandırılmalı, ülkenin dört yanında tüm direnişçi işçilerin birliği sağlanmalıdır. Kukla hükümetin devam edeceği açıkça görülen saldırılarına karşı koymanın başkaca yolu yoktur. Buradan hareketle, 1 Mayıs, işçi sınıfımızın, tüm emekçilerin ve ezilenlerin güçlerini birleştirerek yeni bir mücadele dalgasını yükselttiği dönüm noktası olmalıdır. Üç yıldır süren

direnişimizle kazandığımız Taksim’e de işte bu hedefle çıkacağız. Emperyalizme, sömürge idaresi gibi işleyen AKP hükümetine ve satılmış sendika bürokratlarına karşı sınıfın ve ezilen yoksul halkımızın mücadele birliğini savunacağız… Bu vesileyle, 1977 1 Mayıs’ında Taksim’de yitirdiğimiz 34 sınıf kardeşimizi, 1989 1 Mayıs’ında Taksim’e yürürken polis tarafından vurularak öldürülen genç devrimci Mehmet Akif Dalcı’yı ve 1996 1 Mayıs’ında işkencede katledilen yiğit yoldaşımız Akın Reçber’i bir kez daha anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyoruz. 1 Mayıs Alanı’nı kazandık, son kavgayı da biz kazanacağız! Barikat! Grev! Devrim!


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.