191254
SAYI: 2010/07
DAH‹L) 1 Nisan - 15 Nisan 2010 5 TL (KDV
HASANKEYF’‹N KATL‹ YAKIN
Akbank & Garanti suç orta¤› DEVR‹MC‹ SA⁄LIK-‹fi’‹N ÖRNEK MÜCADELES‹ 108
L A S Y O N A E N T E R N
fi A L A L A
Kuflatmay› yarman›n yollar› EN ÜNLÜ TANINMAMIfi YÖNETMEN HARUN FAROCK‹
Wankel motoru EXPRESSS FRANSA’DAN B‹LD‹R‹YOR
Korsika’da “minik” devrim
C‹HAN TU⁄AL ‹LE “PAS‹F DEVR‹M” ÜZER‹NE
AKP çal›fl›yor
Y ENİ B İR D ÜNYA, Y ENİ B İR D ÖNEM... CEMİL KOÇAK
TÜRKİYE’DE İKİ PARTİLİ SİYÂSÎ SİSTEMİN KURULUŞ YILLARI (1945-1950) / Cilt 1
İkinci Parti 976 sayfa
Cemil Koçak, Türkiye siyasî tarihinin tartışmalı dönemlerinden birinin en ayrıntılı ve en kapsamlı panoramasını gözler önüne seriyor. İkinci Parti, 1945 yılını temel alarak, tek-parti döneminde şekillenmiş siyasî alışkanlıkların İkinci Dünya Savaşı sonrasında beliren yeni uluslararası gelişmelerle bambaşka siyasî, iktisadî ve toplumsal dönüşüm ağında Demokrat Parti’ye uzanışını ele alıyor.
341 sayfa
635 sayfa 846 sayfa
726 sayfa 528 sayfa
.
558 sayfa
İ T A P L A R I .. K R E Ğ İ D N K ’I CEMİL KOÇA
MERAM 108: ANAYASA PAKET‹
AKP çal›fl›yor eçen Meram’da kald›¤›m›z yerden devam edelim. Yeni sol parti EDP’nin genel baflkan yard›mc›s› Faruk Alpkaya’n›n Radikal ‹ki’deki yaz›s›ndan ve Birikim ve Taraf yazar› Ümit K›vanç’›n Yeni Harman’daki söyleflisinden flu sözleri nakletmifltik: “AKP’nin muhafazakâr olmak bir yana, ‘devrimci’ oldu¤unu söylemek mümkün.” “Binlerce yasa de¤iflti birkaç ay içinde. Neredeyse ‘ulan bu devrim gibi bir fley’ dedirtecek olaylar oldu.” Yapt›¤›m›z bu al›nt›lar›n daha mürekkebi kurumadan, AKP’nin anayasa paketi geldi. Buyrun “devrim”in çifte kavrulmufluna. Yarg› despotizmi sona eriyor, vesayet rejimi can çekifliyor. Türkiye AKP sayesinde sivillefliyor, demokratiklefliyor. Aksini iddia eden ya Ergenekoncu ya da “kazma” solcu. Ya da ikisi birden. Gelgelelim, Cüneyt Ülsever diye bir Hürriyet yazar› var, Özal’› yere gö¤e koyamayan, 28 fiubat’a en bafl›ndan beri karfl› duran, son birkaç y›la kadar AKP’ye alk›fl tutan bir isim. “Te¤et geçen” krizi yorumlarken “yan›lm›fl›m, Friedman de¤il, Keynes hakl›ym›fl” diyebilme dürüstlü¤ünü gösteren bir liberal. Bak›n o ne diyor bu demokrasi devrimine:“Bu metni (paketi) yazanlar ya çaps›z ya da niyet baflka!” (31 Mart 2010) Bize kal›rsa ikisi birden. Ünlem iflaretine gerek yok, flafl›rt›c› bir durum de¤il. Çaps›zl›¤› tek örnekle geçelim: ‹lk metinde, say›s› 19’a ç›kar›lan Anayasa Mahkemesi üyelerinin ikisini cumburbaflkan›n›n “sade vatandafllar” aras›ndan seçmesi öngörülüyordu. Hangi vatandafllar aras›ndan, neye göre? Yegâne kriter, bu vatandafllar›n 45 yafl›n› doldurmufl olmalar›yd›. Abdullah Gül bile ikna olmad›, itiraz› üzerine Anayasa Mahkemesi’nin üye say›s› 17’ye indirildi. Anayasa Mahkemesi’nden girmifl olduk, “niyet”e de oradan bakal›m. Önce bir haber:“Dr. Alparslan Altan, Anayasa Mahkemesi raportörlü¤ü görevinden, denizcilikle ilgisi bulunmamas›na ra¤men 26 fiubat’ta üçlü kararnameyle Denizcilik Müsteflarl›¤›’na Müsteflar Yard›mc›s› olarak atand›. Aradan 31 gün geçti, bu kez Gül taraf›ndan Anayasa Mahkemesi yedek üyeli¤ine ‘üst düzey yöneticiler’ kontenjan›ndan seçildi.” (Milliyet, 31 Mart 2010) Anayasa Mahkemesi’nin üye say›s›n›n 19 olarak öngörüldü¤ü günlerde, Ülsever flöyle diyordu:“11 üyeli Anayasa Mahkemesi 19 üyeye ç›k›yor, 16 üyeyi cumhurbaflkan› atarken, 3 üyeyi TBMM seçecekmifl. Bu ne demek? Abdullah Gül 16, AKP 3 üye seçme hakk›na kavufluyor. Gül’ü (cumhurbaflkan›n› do¤rudan halk›n seçmesi için daha y›llar var) AKP seçti, o da flimdi Anayasa Mahkemesi üyelerini seçecek, üyeler de iktidar›n TBMM’de ç›karaca¤› kanunlar›n anayasaya uygunlu¤unu denetleyecek! Yeme de yan›nda yat!” (24 Mart 2010) Aritmetik revize edildi: Abdullah Gül 14, AKP 3 = 17. TBMM’nin seçece¤i üç üyenin AKP hanesine yaz›lmas›n›n sebebi basit: O üç üye nitelikli ço¤unlukla de¤il, salt ço¤unlukla seçilecek. AKP grubu 100 küsur fire verse bile, partinin, yani genel baflkan›n gösterdi¤i isimler (Siyasî Partiler Kanunu’nun sa¤lad›¤› sulta sa¤olsun –o kanuna elbette dokunulmuyor) Anayasa Mahkemesi’ne paraflütle inecek. Geriye kalan 14 üyenin dördü do¤rudan, di¤erleri de dolayl› olarak Gül taraf›ndan seçilecek. Sezer kimi özellefltirmeleri veto etti¤inde “cumhurbaflkan›n›n yetkileri çok fazla, kahrolsun 12 Eylül Anayasas›” feryatlar›n› hat›rlayal›m. fiimdi Anayasa Mahkemesi cumhurbaflkan›na resmen ba¤lan›yor. AKP’nin icraatlar›n› onlar denetleyecek, “fl›rac›-bozac›” misali. Ülsever’in açt›¤› parantezin alt›n› çizelim. “Cumhurbaflkan›n› do¤rudan halk›n seçmesi için daha y›llar var.” Kaç y›l? Yaln›z Ülsever de¤il, kimse bilmiyor. Bu da ayr› bir “ya çaps›zl›k ya niyet baflka” bahsi. Parantezin alt›n› çizmemizin as›l sebebi, “cumhurbaflkan›n› do¤rudan halk›n seçmesi” k›sm›. Cumhurbaflkan›n› do¤rudan halk›n
G
Kapak: Turgut Yüksel (Bosch’tan bozma)
• Manzara . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .4 • AKP’nin “pasif devrim”i . . . . . . . . .8 • Anayasa paketi . . . . . . . . . . . . . . . . 13 • Hasankeyf katliam› . . . . . . . . . . . . 17 • Roman Çal›fltay› . . . . . . . . . . . . . . . 20 • Devrimci Sa¤l›k-‹fl . . . . . . . . . . . . . 22 • “Serbest Bölge” . . . . . . . . . . . . . . . . 26 • Radyo Express . . . . . . . . . . . . . . . . . 28 • K›raat & Duman› Üstünde . . . . . . . 32 • Turhan Selçuk’un ard›ndan . . . . . 34 • A¤›r Çekim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 36 • Harun Farocki . . . . . . . . . . . . . . . . . 37 • “Köprüdekiler” . . . . . . . . . . . . . . . 40 • “Nefes” & “Hurt Locker” . . . . . . . 41 • Radyo Brecht . . . . . . . . . . . . . . . . . 42 • Meflin Yuvarlak . . . . . . . . . . . . . . . 44 • Mavi Daktilo . . . . . . . . . . . . . . . . . . 46 • Müzik Dolab› . . . . . . . . . . . . . . . . . 47 • K›lavuz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 50 Ahmet Ergenç, Ahmet Güngören, Ahmet Gürata, Alican Tayla, Asena Günal, Arslan Ero¤lu, Ayfle Çavdar, Ayflegül Yalç›nkaya, Baflak Akgül, Cemil Cahit, Çi¤dem Öztürk, Didem Dan›fl, Doruk Yurdesin, Emre Yeksan, Ender Ergün, Erdir Zat, Ertan Keskinsoy, Fevzican Abac›o¤lu, F›rat Genç, Göksun Yaz›c›, Hakan Lokano¤lu, Haziran Düzkan, ‹rfan Aktan, Koray Löker, Merve Erol, Muhsin Akgün, Murat Meriç, Özay Selmo, Pelin Özer, Pınar Uygun, Ragıp Duran, Saner fien, Sarkis Paçac›, Semih Poroy, Serkan Köybafl›, Selçuk Oktay, Siren ‹demen, fiahan Nuho¤lu, Turgut Yüksel, U¤ur Biryol, Ulus Atayurt, Yücel Göktürk, Zeynep Nuho¤lu Bask›: Ezgi Matbaac›l›k, Sanayi Caddesi Altay Sok. No:10 Yenibosna / ‹stanbul Tel: 0.212.452 23 02 bas›m yeri ve tarihi ‹stanbul, Nisan 2010 da¤›t›m Do¤an Da¤›t›m A.fi. yönetim yeri: Süslü Saks› Sok. no: 5/3 Beyo¤lu - ‹stanbul tel-faks: 0.212.251 87 67 e-mail expressroll@gmail.com abonelik expressroll@gmail.com y›l 6 say› 108 1 Nisan - 15 Nisan 2010 imtiyaz hakk› Bilge Ceren fiekerciler sorumlu yaz›iflleri müdürü Merve Erol ilan irtibat Özay Selmo (0.533.514 90 49) YEREL SÜREL‹ YAYINDIR. 15 GÜNDE B‹R YAYINLANIR. ISSN 1307 - 461X
seçmesi durumu de¤ifltirmiyor, zira cumhurbaflkan› adaylar›, istisnalar haricinde, parti temsilcileri olarak seçime girecekler. Genel seçimleri kazanan partinin (yani genel baflkan›n ve dolay›s›yla baflbakan›n) gösterdi¤i aday›n cumhurbaflkan› seçilmemesinin “Türk demokrasisi”nde çok zay›f bir ihtimal oldu¤u aflikâr. Ezcümle, Anayasa Mahkemesi her halükârda siyasî iktidara, yürütmeye ba¤lan›yor. Yaln›z Anayasa Mahkemesi de¤il, Hâkimler ve Savc›lar Yüksek Kurulu (HSYK) da öyle. De¤ifliklik tasla¤›nda üye say›s› 21’e ç›kar›lan HSYK’n›n baflkan› Adalet Bakan›, bakanl›k müsteflar› da tabiî üyesi. Elde var iki, her kesimin elefltirdi¤i bu garabete AKP’den t›k yok. Dört üyeyi cumhurbaflkan› at›yor, bir üye de Anayasa Mahkemesi’nden, etti yedi, HSYK’n›n üçte biri do¤rudan yürütmeye göbekten ba¤l›. Gerek Anayasa Mahkemesi’nin, gerekse HSYK’n›n bu kompozisyonlar›, AKP’nin dilinden düflürmedi¤i AB kriterlerine, Avrupa Yarg›çlar Dan›flma Konseyi’nin koydu¤u ilkelere ayk›r›. Ama, ne gam: Konu parti kapatma olunca referans ald›klar› Venedik Komisyonu’nun seçim baraj›n›n yüzde 3-5 aral›¤›nda olmas›na dair hükmü de yok say›l›yor, yüzde 10 baraj›n› indirmenin laf› bile edilmiyor. Parti kapatma konusu da tam bir hokkabazl›k örne¤i. Parti kapatmaya, Meclis’te grubu bulunan partilerin befler üyesinden oluflan bir komisyon üçte iki ço¤unlukla karar verecek. Böylece AKP kendini sa¤lama al›yor, ama mesela üç parti anlafl›p BDP’yi kapatt›rabilecek. Ayr›ca, grubu olmayan veya Meclis d›fl›nda kalan partilerin kaderi de grubu olan partilerin elinde olacak. Onca “aç›l›m”dan sonra, Kürtlere, Alevîlere dair bir düzenleme olmamas›n›, memurlara toplu sözleflme hakk›n›n tan›n›p grev hakk›n›n tan›nmamas›n›, kad›nlara bahfledilen “pozitif ayrmc›l›k”› (o zaten uluslararas› sözleflmelerin gere¤i) ve kad›nlar›n engellilerle ayn› maddede an›lmas›n›n manidarl›¤›n› geçelim, Can Yücel’in kulaklar›n› ç›nlatal›m. Anayasa paketini enine boyuna konufltu¤umuz ‹lker K›l›ç’›n hat›rlatt›¤› üzere, “Türkiye’de kuvvetler ayr›m›” demiflti Can Yücel, “kara, hava, deniz kuvvetleri ayr›m›d›r”. AKP paketi de o hesap: Yasama 12 Eylül’le yürütmeye ve MGK’ya tâbi k›l›nm›flt›. Dolmabahçe mutabakat›yla eli serbestleflen yürütme flimdi yarg›y› kendisine ba¤lamak istiyor. Kuvvetler ayr›m›ndan anlad›klar›, Erdo¤anGül ayr›m›. Ülsever’in deyifliyle, “sen sana piflir, sen sana ye” modeli. Ama, sadece onlar›n modeli de¤il. ‹lker K›l›ç’›n dedi¤i gibi: “Yarg› neoliberal politikalar›n gerisinde kald›. Hâlâ s›n›f ç›karlar›ndan ba¤›ms›z bir rol oynayabiliyor. Bu engeli kald›rmak istiyorlar. Bu sadece AKP’nin de¤il, genel olarak burjuvazinin tasar›s›. ” Aziz Nesin’e, “yapt›¤› hiç mi iyi bir fley yok 12 Eylül’ün?” diye sormufllard›. O da “olmaz m›, var” demiflti, “taksimetre geldi, ama bir taksimetre için de iyi ki darbe oldu denemez”. AKP paketinde de taksimetreler var, ama var diye demokratik denemez. Vesayet rejiminin bir-iki diflinin çekilmesi, geçici 15. maddenin kald›r›l›p 12 Eylül’ün yarg›lanmas› elbette iyi, ama referanduma gidildi¤i takdirde, paketten ay›klay›p lehlerine oy vermeye izin yok. Oyunun ad› ya hep ya hiç. Ya AKP’ye biat et ya da demokrasiden vazgeç. Evet, bir “devrim” var. Ama liberal kalemlerin ve onlar›n dümen suyundaki solcular›n iddia etti¤i türden de¤il, Cihan Tu¤al’›n Gramsci’den yola ç›karak tan›mlad›¤› bir “devrim”: “Burjuvazi saflar›n› geniflletti. ‹flin içinde polis de var, muhafazakâr sivil bürokrasi de. Devletsel, kurumsal ve s›n›fsal aç›dan varolan iktidar yap›lar› güçlendiriliyor. Güçlenen nedir? Piyasa kapitalizmi ve millî Türk devleti.”
3
MANZARA Edirne’den Ardahan’a
Bilgi’de sendika
Yedinci kat kâbusu
Fatih Akyel içerde
Aylar süren çaba meyvesini verdi, Türkiye’de ilk defa bir vak›f üniversitesine sendika girdi. Bundan böyle, mavi / beyaz yaka ayr›m› olmadan, akademik kadrosundan temizlik ifllerine, teknik eleman›ndan güvenli¤ine, Kufltepe’den Dolapdere’ye, bütün ‹stanbul Bilgi Üniversitesi çal›flanlar› D‹SK’e ba¤l› Sosyal-‹fl Sendikas›’nda örgütlenebilecek. Faaliyetlerine, düflünce ve üretimlerine sayg› duydu¤umuz pek çok çal›flan›n bulundu¤u Bilgi Üniversitesi’nde bu ifle önayak olanlar› kutluyor, say›lar› giderek artan baflka üniversitelere do¤ru dayan›flma a¤›n› yaymalar›n› umut ediyoruz. Ellerine sa¤l›k!
Bir dönem neredeyse her gün duyard›k “gözalt›nda intihar” haberlerini. Nedense mahkûmlar kendilerini bir karakolun penceresinden at›verirdi. Kâbus, fiiflli Emniyeti’nde geri döndü. Bir McDonald’s flubesini kurus›k› tabancayla soyan 23 yafl›ndaki Erhan T., bir baflka denemesinde yakalanm›fl, savc›n›n ek ifade talebiyle fiiflli ‹lçe Emniyet Müdürlü¤ü’nün yedinci kat›ndaki fiiflli Asayifl Büro Amirli¤i’ne götürülmüfltü. Pencereden baflka flah›slar taraf›ndan itildi¤ini gören tan›klar var bu sefer. ‹ntihar olsa bile, gözalt›ndaki bir san›¤›n güvenli¤indeki “ihmalkârl›¤›n” bile okkal› bir cezas› olmas› gerekir.
Bir sonraki sayfada yaz›s›n› al›nt›lad›¤›m›z ‹smet Çi¤it, ayn› yaz›da flöyle diyor: “Fatih Akyel, bir kere bile formas›n› giymedi¤i, antrenman›na ç›kmad›¤› Kocaelispor’dan yüzbinlerce lira paray› çat›r çat›r ald›.” Ve çok ahlar ald›. Oynad›¤› maçlarda da çirkef futbolu yüzünden hep kula¤› ç›nlat›l›rd›. Sedat Peker’le yak›nl›¤› da bilinirdi. En son Tepecikspor’un formas›n› giyiyormufl. fiimdi Akyel de flike soruflturmas›ndan tutuklu, ne idü¤ü belirsiz Tepecikspor’un baflkan› da. Aliflan askerden y›rtmak için bu kulübe “transfer” olmufltu, Okan Y›lmaz gibi 1. Lig’de nam salm›fl pek çok topçu da bu formay› giyiyor. Nedense, flafl›rm›yoruz.
O DA SU, BU DA SU
B‹R MECL‹S ARAfiTIRMA KOM‹SYONU TOPLANTISI
Dikili’de zafer, ‹SK‹’de direnifl
“Sen benim genel müdürüme...”
izler ‹stanbul Su ve Kanalizasyon ‹daresi’ne (‹SK‹) ba¤l› tafleron flirketlerde çal›flan iflçileriz. Su açma, kapama, sayaç okuma ifllerini yap›yoruz. ‹SK‹, 15 y›ld›r bu iflleri tafleron flirketlere yapt›r›yor. Ço¤umuz on y›ld›r bu iflte çal›fl›yorduk... ‹SK‹, tafleron flirketlerin sözleflmelerini feshetti¤i için, biz ‹K‹ B‹N ÜÇYÜZ iflçi, iflten at›ld›k! Ne bir aç›klama yap›ld›, ne de bir muhatap bulabildik. Sanki yokmufluz, hiç olmam›fl›z gibi... Ama biz var›z, buraday›z: Günlerdir ‹SK‹’nin önünde eylemdeyiz! ‹flimizi geri istiyoruz! Geri al›ncaya kadar da ‹SK‹’nin önünü eylem yerine çevirece¤iz. T›pk› Tekel iflçileri gibi...” Karel, Sistem ve Elsan tafleron flirketlerinde çal›flan iflçiler, ifllerine son verilmesinin ard›ndan, 15 Mart’ta direnifle bafllad›. Muslu¤undan kalitesiz, sa¤l›ks›z, yaz aylar›nda iyice yetersiz su akan ‹stanbul,
“B
bir de bu suyu a¤›r bir sömürü karfl›l›¤›nda al›yor. Ama baflka türlü bir belediyecilik de var. ‹zmir Dikili Belediye Baflkan› Osman Özgüven’inki gibi mesela. Dikili’de 10 tona kadar su kullan›m›ndan para talep etmeyen Özgüven, memlekette çok uzun zamand›r görmedi¤imiz bir devrimci hizmet gelifltiriyordu. Bunu da iri laflarla de¤il, basit bir hak tarifiyle yap›yordu. Ve iflin güzeli, belediye bu uygulamadan zarar etmiyordu, aksine, su tasarrufu yap›yordu. Ama bu kadar› dahi fazla geldi. Özgüven hakk›nda, “görevi kötüye kullanmak”tan dava aç›ld›. Bir dava daha, memleketin trajikomik tarihine yaz›ld›... Buraya kadarm›fl. Özgüven ve belediye meclis üyeleri geçti¤imiz ay beraat etti. Özgüven’e göre, “suyun insan hakk› oldu¤u, ticarîlefltirilemeyece¤i mahkeme karar›yla tescillenmifl oldu”. Hukuka sayg› deniyor madem, buyursunlar emsal karara. ‹stanbul’dan ve Türkiye’nin bütün flehirlerinden tafleron flirketler ellerini çeksin, ‹SK‹ iflçileri kadrolu olarak dönsün, su her yerde bedava olsun!
4
BMM Maden Araflt›rma Komisyonu, mart sonunda 14 milletvekiliyle ‹zmir Bergama’ya, Koza Alt›n Madeni’ni incelemeye gitti. Ve bu milletvekillerinden ikisi, AKP’nin has adamlar›ndan Ak›n ‹pek ve flürekas› taraf›ndan öyle piflman edildiler ki, Hasip Kaplan “flimdi çevrecileri daha iyi anl›yorum” demek zorunda kald›. Cumhuriyet ve Evrensel gazetelerinden muhabirlerin de flahit oldu¤u olaylar flöyle geliflmifl: Foto¤rafta gördü¤ünüz Koza Alt›n Madeni Genel Müdür Yard›mc›s› Hayri Ö¤üt, sunumu esnas›nda “siyanür kanser yapar diyen varsa, Nobel T›p Ödülü’ne aday gösterece¤iz” diyor. CHP milletvekili Halil Ünlütepe uyar›yor: “Sizin aksi yönünüzde düflünen biliminsanlar›na karfl› daha sayg›l› ve ölçülü olun. Burada olmayan hiç kimseyi küçük düflürmeye hakk›n›z yok.” Söz konusu olan milletvekillerini bilgilendirme toplant›s›, Ünlütepe de vekildir, söyler. Ama Ak›n ‹pek öyle düflünmüyor, o da uyar›yor: “Sunumu yapan kiflinin sözlerini bitirmesine izin verin.” Araflt›rma komisyonu el pençe divan ‹pek ve adamlar›n› m› dinleyecek, tart›flma m› açacak? Ünlütepe ilk fl›kk›n mümkün olmad›¤›n› düflünüp d›flar› ç›kmaya yeltenirken etraf› ‹pek’in korumalar› taraf›ndan sar›-
T
Koza Alt›n Madeni Genel Müdür Yard›mc›s› Hayri Ö¤üt galeyan halinde
l›yor, d›flar› böyle ç›kar›l›yor. Hasip Kaplan, bunun üzerine, bir milletvekiline böyle davran›lamayaca¤›n› söyleyerek Ak›n ‹pek’e dönüyor: “Neden milletvekilinin görüflünü ifade etmesine tepki gösteriyorsunuz? Benzer davran›fl› bizlere karfl› TBMM komisyonundaki toplant›da da sergilemifltiniz.” Ve afla¤›daki sahne: Hayri Ö¤üt, “siz benim genel müdürümle bu flekilde konuflamazs›n›z” diye Kaplan’›n üzerine yürüyor, bir BDP’liye söyleyebilece¤ini tahmin edebilece¤iniz laflar› ard› ard›na s›ral›yor. En hafifi flu: “Sen benim milletvekilim de¤ilsin.” Tesisten ayr›lmak için araç isteyen Ünlütepe ve Kaplan’a ‹zmir vali yard›mc›s›n›n “yetkim yok” dedi¤ini, AKP’li ve MHP’li milletvekillerinin hiç oral› olmadan “sunum”a devam etti¤ini belirtelim. Evet, Kaplan belli ki çevrecileri daha iyi anlayacak verileri toplam›fl. Ama madene dair verilere tabii ulaflamam›fl. ‹ki milletvekili, araflt›rma komisyonu toplant›s›nda “sunum”un kesilemeyece¤ini, siyanürün sorgulanamayaca¤›n› da bilmemifller. Sonuçta Koza’ya “kendi milletvekilleri” lâz›m, bunlardan da bol bol var. Bir yandan da devasa bir medya a¤›na sahip olma peflindeler. Do¤an Grubu’yla yapt›klar› Milliyet, Vatan, Star TV pazarl›klar› ne oldu acaba?
MERHAMET‹N‹Z‹ SEVS‹NLER
Tekel’in mal› deniz...
M
aliye Bakan› Mehmet fiimflek’in Tekel iflçilerine nas›l merhamet gösterdiklerine dair söylevi hat›r›n›zdad›r. fiimflek, ebced hesab› yapar gibi, iflçi kellesi bafl›na masraflar› say›p dökmüfl, nihayet “ayl›k ödedi¤imiz maafllar depolardaki tütün de¤erinden daha yüksek” demiflti. 550 bin sözleflmeli tütün üretici say›s›n›n nas›l 190 bine indi¤ine, o çok de¤erli oryantal tütünün memleket topraklar›ndan niye sürüldü¤üne haliyle pek girmemiflti. De¤inmedi¤i bir baflka konu da, “Tütün, Tütün Mamûlleri, Tuz ve Alkol ‹flletmeleri A.fi.”ye, yani Tekel’e ait olan birbirinden de¤erli kamu arazilerinin nas›l olup da tez zamanda el de¤ifltirdi¤iydi. Tekel direniflinin devam etti¤i 67 gün boyunca, Ankara, Artvin, Ayd›n, Burdur, Çank›r›, Denizli, Eskifle-
derek bürokrasiden s›yr›l›yor ve arazilerin rant de¤eri katlan›yor. O da olmazsa, t›pk› Mecidiyeköy Likör fabrikas› gibi, önce plan tadilat› yetkisi olan TOK‹’ye, oradan da özel flirketlere aktar›yorlar. Tayfun Kahraman’›n dedi¤i gibi, ço¤u 2863 say›l› Kültür ve Tabiat Varl›klar›n› Koruma Kanunu gere¤ince kültür varl›¤› olan Tekel tafl›nmazlar› böylece k›sa yoldan rantdafllara da¤›t›l›yor. fiehir Planc›lar› ve Mimarlar Odalar› hukukî yollar› zorlasa da, süreç t›k›r›nda iflliyor. Bir örnek: Maliye Bakanl›¤› taraf›ndan 49 seneli¤ine Bilim ve Sanat Vakf›’na devredilen Kartal Cevizli’deki 300 dönümlük Tekel fabrikas› ve sosyal tesisleri. ‹rtifak hakk› y›ll›k 1.6 milyon liraya, o da üç sene sonra tekrar görüflülmek üzere vakfa devredilen devasa
hir, Mersin, ‹zmir, Kars, Konya, Çanakkale, Samsun illerinde toplam 28 arazi, hem de Özellefltirme ‹daresi’nin imar planlar›nda yapt›¤› de¤ifliklikle katbekat de¤er kazanarak özel flirketlere aktar›ld›. Bu “at›l arazilerin”, içlerindeki tütün ve bak›m depolar›, çay bahçeleri, sosyal tesisleri ve kreflleriyle flirketlere ne kadara patlad›¤› ise meçhul. Ancak ‹stanbul fiehir Planc›lar› Odas› Baflkan› Tayfun Kahraman’›n ‹stanbul’daki Tekel arazilerinin devri vesilesiyle iflletilen mekanizmalara dair aç›klamalar›, ortada bir “kelepir” pazarl›¤›n›n döndü¤üne iflaret ediyor. Baflbakanl›¤a ba¤l› Özellefltirme ‹daresi Baflkanl›¤›, sat›lacak arazilerin imar planlar›n› yapma ve onaylama yetkisine sahip. Bu da yetmiyor, hükümet satmakta zorland›¤› baz› kamu arazilerini, t›pk› ‹stanbul Karayollar› 17. Bölge Müdürlü¤ü arazisinde oldu¤u gibi, önce Tekel’e, sonra Özellefltirme ‹daresi Baflkanl›¤›’na devre-
arazinin emlâk de¤erinin en az 300 milyon dolar etti¤i belirtiliyor. Ancak bedel belirlenmesinden hemen sonra Maliye Bakanl›¤›, 14 Mart 2009’da yay›nlanan “Hazine Tafl›nmazlar›n›n ‹daresi Hakk›nda Yönetmelikte De¤ifliklik Yap›lmas›na Dair Yönetmelik” ile irtifak hakk›n› yüzde 70 oran›nda indirdi. Bu indirim istihdam› teflvik için her giriflimciye uygulan›yormufl, dediklerine göre. K›ssadan hisse, Tekel çal›flanlar›na ve hepimize ait dev bir arazi, önceki baflkan› D›fliflleri Bakan› Ahmet Davuto¤lu olan, mütevelli heyetinde MÜS‹AD eski baflkan› Dr. Ömer Bolat’tan Anlay›fl dergisi imtiyaz sahibi Abdülhalim Damar’a kadar bir dizi tan›d›k figürün yer ald›¤› Bilim ve Sanat Vakf›’na, y›ll›¤› 500 bin liradan, on binlerce paral› ö¤renci okutmak üzere devredildi. Mesele sermayenin renginde de¤il, bunun bir gasp olmas›nda. Ve Maliye Bakan›’n›n alenî yalanlar›nda... – U.A.
5
SÜT GREV‹ KAPIDA
Sütten ak kafl›k ç›km›yor üyük flehirlerde yaflayanlar, uzun y›llard›r, kap›ya süt getiren küçük üreticiyi görmüyor. Pek ço¤umuz için iki litre sütü bir tencerede kaynatmak diye bir mefhum kalmad›, endüstriyel sütün tad›na, standard›na al›flt›k. O standarda varana kadar sütün neler yitirdi¤i ayr› bir mesele. Sütlükten ç›kmas› da muhtemel... Ama o sütü de büyük üreticiye küçük mand›ralar, süt birlikleri üzerinden köylüler veriyor nihayetinde. Ve bu kesim, Türkiye’nin en dar gelirli, yoksul kitlelerinden birini oluflturuyor. Üstelik, epeydir süren bask›lar›n neticesinde, bafllar›nda bu aralar kara bulutlar dolafl›yor. Her y›l süt fiyatlar› üretici birliklerinin anlaflmalar›na göre belirleniyor. Son anlaflmaya göre, 1 litre sütün fiyat› 85 kurufl. Biz marketten sütü 2 - 2.5 liraya al›yoruz. Buna ra¤men, süt flirketlerinin fiyatlar›n indirilmesi yönündeki büyük lobisi dinmek bilmiyor. Bu öyle bir lobi ki, mevcut sözleflmelere dahi uymayarak emrivaki yapabiliyor. Geçti¤imiz günlerde banka ödemelerini litre bafl›na 72.5 kurufltan yapt›lar. Üreticiler bu emrivakiyi kabul etmedi, bankadan para çekmediler. Bu öyle bir lobi ki, bir süredir Ba¤›ms›z Süt Platformu’nu greve zorluyor. Yak›nda Çanakkale, Ba-
B
ATV’DE BÜYÜK SIÇRATMA
Kapal›çarfl› nas›l kapand›? allahi biz de flahit olduk, aynen dedikleri gibi oldu. Seher’le (Tülin Özen) Mahmut (Olgun fiimflek) gayet güzel muhabbet ederlerken Seher Alevî oldu¤unu söyledi, Mahmut flafl›r›r gibi oldu, “güzel türkü söylemenin nedeni anlafl›ld›” gibilerden bir laf etti. Ertesi gün Seher’i annesiyle tan›flt›racakt›... Fakat hop, ne olduysa oldu, hemen bir sonraki sahnede Seher h›nc›ndan deliye dönmüfl, “bir daha onun yüzüne bakmam” diyor, Mahmut piflmanl›k içinde k›vran›yor. Öyle bir kopma var ki, hayat›nda film seyretmemifl biri senaryo yazmaya kalksa, böylesini yapmaz. Radikal’in kültür ataflesi Kemal Y›lmaz da duruma uyanm›fl, me¤er o sahne –art›k içeri¤i neyse– ma-
V
6
kasa kurban gitmifl. Herhalde Mahmut’un annesi “ben Alevî k›z istemem” filan demifl olacak. Atv, Kürt Alevî ›rgatlarla muhafazakâr a¤a ve eflraf› karfl›laflt›rd›¤› “Kasaba”yla denk düflürmeye niyetlendi¤i aç›l›m umman›nda k›y›dan fazla uzaklaflmak istemedi herhalde. Bu rezalete imza atan, en ufak bir tart›flmay› yans›tmaktan t›rs›p memleketi güllük gülistanl›km›fl gibi yutturmaya çal›flan, nihayetinde bir esere elinde sansür makas›yla pald›r küldür giriflen, “yandafl”›n “özel”i, Çal›k Grubu. Bir de yandafl›n “kamu”su var ki, onu da arka kapa¤›m›zda okuyacaks›n›z. ‹kisini de bir çuvala koyup Salih Memecan’lar›n yeni kurdu¤u Medya Derne¤i’ne havale ediyoruz.
l›kesir ve Bursa bölgelerinde 15 günlük greve gidilmesi muhtemel. Greve gidilirse, 15 gün boyunca çi¤ süt halka bedava da¤›t›lacak, bu bölgeden süt al›m› yapan Danone-Tikveflli, SÜTAfi, SEK, Yörsan, Tahsildaro¤lu, Teksüt gibi firmalara sat›fl yap›lmayacak. Hayvanc›l›¤›n giderek dibe vurdu¤u flu koca Anadolu’da bir de hükümetin abukluklar› var. Önümüzdeki günlerde Meclis’e sunulmas› beklenen Veteriner Hizmetleri, Bitki Sa¤l›¤›, G›da ve Yem Kanunu Tasar›s›, hayvanc›l›¤a büyük bir darbe vuracak, en baflta Hayvan Islah› Kanunu’nu ifllevsiz k›lacak. Yani art›k Türkiye’de sa¤l›kl›, verimli hayvan üretimi için araflt›rma sahas› daralacak. Kazanan, ithalatç› firmalar, birkaç tekel olacak.
F‹KR‹TAK‹P: KOCAEL‹SPOR S‹NE-‹ SINIFA DÖNSÜN
Körfez’e Livorno modeli ir zamanlar›n f›rt›nas› Kocaelispor’un 2. Lig’e düflmesi, haftalar öncesinden kesinleflti. Baflkan› açl›k grevine bile yatt›. AKP belediyesinden umut, sanayiciden g›k yok. Olmas›n da zaten. En güzel teklif, Özgür Kocaeli gazetesi baflyazar› ‹smet Çi¤it’ten geldi. Çi¤it’in 28 Mart tarihli yaz›s›ndan bir bölüm al›yoruz, yürekten destekliyoruz, bu modelin yayg›nlaflmas›n› diliyoruz: “‹talya’da Livorno tak›m›, tamamen iflçilerin tak›m›d›r. ‹ngiltere’de Liverpool, Almanya’da Frankfurt, liman iflçilerinin deste¤iyle ayakta durur. Dünyan›n pek çok ülkesinde, fabrikalar›n tak›mlar› var. Büyük firmalar›n tak›mlar› var. Ayr›ca, iflçilerin, sendikalar›n tak›mlar› var. Türkiye’de önemli örnek Kardemir Karabük. Hem Demir Çelik fabrikas›, hem bu fabrikada örgütlü Çelik-‹fl Sendikas› Kardemir Karabük’ü aya¤a kald›rd›. Bu y›l uzak ara Bank Asya’da flampiyon oluyorlar. Görürsünüz, gelecek y›l da Süper Lig’de baflar›l› olacaklar. Türk-‹fl’ten Türk Metal ve Petrol-‹fl, Hak-‹fl’ten Hizmet-‹fl, D‹SK’ten Lastik-‹fl el ele versinler. Kulüp yönetimine de sendikac›lar, örne¤in Lastik-‹fl Genel Baflkan› Abdullah Karacan baflkan olabilir. fiirket kurulur. Sendikalar tüzel
B
kiflilik olarak, sendika üyesi iflçiler gerçek kifliler olarak bu flirketin orta¤› olurlar. 5 TL her iflçiden kesilsin gibi zorlama konulara da gerek yok. Kocaelispor’a destek, toplu sözleflmelere bir madde olarak girer. ‹flçi bafl›na ayda 1 TL kesilsin. Sözleflmede hüküm koysun, iflverenler iflçiler ad›na bu paray›, sezon bafl›nda bir defada peflin versin. Daha sonra, iflçilerin ücretlerinden ayl›k 1 TL kesilir. Kocaelispor, bir anda bütün borçlar›ndan kurtulacak kayna¤› bulur. Bu sezon 3. Lig’e düfltük. En iyimser yaklafl›mla, Süper Lig’e ç›kmak için, bu y›ldan sonra iki y›l var. Biz bir y›l daha uzatal›m. Gelecek y›l 3. Lig’de, –hadi bu kadar› ay›pt›r diyorsan›z– bir sonraki y›l Bank Asya’da biraz dural›m. Soluklanal›m. Futbolcu yetifltirelim. Üç y›l sonra bomba gibi Süper Lig’e dönelim. Hem güçlü, iddial› bir tak›m kurar, hem Kocaelispor’u kârl› bir flirket haline getiririz. Orta¤› iflçiler, sendikac›lar, üç y›l sonra bu kulüpten kâr pay› almaya bile bafllarlar. Top yere vurdu. Daha afla¤›s› yok. Art›k z›plama, yükselme zaman›d›r. Bu ifl, ciddi adamlarla, güvenilir insanlarla yap›labilir. Bu kentte potansiyel güç var. Örgütlü çal›flanlar›n müthifl bir gücü var.”
TÜRK‹YE ALTLI ÜSTLÜ BÜYÜYOR
Yoksulluk kader olamaz ‹SK’in araflt›rmas›na göre, Türkiye’de iflsiz say›s›, aileleriyle birlikte, Yunanistan’›n toplam nüfusuna yaklaflm›fl. Araflt›rma, iflsiz say›s›n› 2.6 milyon, aileleriyle birlikte 10 milyon olarak belirliyor. ‹fl aramaktan toptan vazgeçenlerin say›s›nda da ciddi bir art›fl olmufl. “Genifl tan›ml› iflsizlik” aç›s›ndan bakarsak, durum daha feci. Türkiye ‹statistik Kurumu’nun tan›m›na göre iflsiz say›lmayan 2 milyon kifli de dahil edildi¤inde, iflsiz say›s› 5.5 milyona, iflsizlik oran› da yüzde 20’ye var›yor... Yani, “d›flar›da” bir açlar ordusu var, her bir çal›flan›n yede¤i bol miktarda var, herkes haddini bilsin, ifline flükretsin, hak hukuk filan aramas›n... “D›flar›s›” öyle oldu¤u için “içerisi” de korkunç durumda. Ya da tam tersi. Türkiye’de çal›flma koflullar›, yer yer cehennemi, genellikle araf›, ancak ayakta kalabilme, tutunabilme ihtimalini vaat ediyor. Akflam gazetesinin OECD verileriyle CNBC’den aktard›¤› bir arafl-
D
t›rmaya göre, Türkiye, haftal›k çal›flma saatleri aç›s›ndan dünyada üçüncü s›rada. Singapur 46.6 saatle birinci, Güney Kore 46 saatle ikinci, Türkiye’nin ortalamas› haftada 45 saat. Yani, memlekette dört kiflinin iflini bir kifli yap›yor, üç kifli aç dolafl›yor. ‹fl sahibi o vatandafl da en iyi ihtimalle yoksulluk s›n›r›nda. Türkiye Kamu-Sen’in geçen ay aç›klad›¤› verilere göre, dört kiflilik bir ailenin yoksulluk s›n›r› 2.936 lira, çal›flan tek kifli için bu rakam 1.463 lira. Rapora göre, “ortalama ücretle geçinen bir memur ailesinin ulafl›m, sa¤l›k, e¤itim, haberleflme, giyim gibi di¤er zorunlu ihtiyaçlar›n› karfl›lamas› için maafl›ndan geriye yaln›zca 170 TL kal›yormufl”. Çal›flan›n hali bu, d›flar›da bir açlar ordusu. Forbes dergisinin “En zengin 100 Türk” listesine göre, bu 100 yüzsüzün toplam servetinin yüzde 55 artt›¤›n›, dolar milyarderi say›s›n›n 28’e ç›kt›¤›n› daha önce hat›rlatm›fl m›yd›k?
C‹HAN TU⁄AL’LA AKP’N‹N “PAS‹F DEVR‹M‹” ÜZER‹NE
Kutsallaflt›r›lm›fl liberalizm Malûm, AKP en son Refah ve Fazilet partilerinde vücut bulan “Millî Görüfl” gömle¤ini ç›kard› ve iktidar oldu. 1990’lar›n ortalar›nda Refah’› iktidara tafl›yan o gömle¤in bir yüzünde ‹slâmc›l›k, öbür yüzünde “Adil Düzen” yaz›yordu. Yeni gömlekte ise ‹slâmc›l›¤›n yerini muhafazakârl›k, “Adil Düzen”in yerini neoliberalizm ald›. Ve bugün, Cihan Tu¤al’›n deyifliyle, “k›smî bir ‹slâmîleflmeye koflut olarak, derin bir kapitalistleflme yaflamaktay›z. Önümüzdeki paradoks flu ki, bu kapitalistleflmenin ana mimar› eski ‹slâmc›lar. Üstelik, bu kapitalistleflmeyi baflka kimsenin yapamayaca¤› kadar halka benimsetmifl durumdalar.” Bu k›smî ‹slâmîleflmenin ve derin kapitalistleflmenin ad›, AKP lisan›nda “muhafazakâr demokratl›k”. Kraldan fazla kralc›lara göre ise “bu bir devrim” –olumlu anlamda tabii. Müesses nizam›n bekçilerine göre de bir devrim bu, ama “karfl› devrim”. Onlar›n meselesi kapitalizm de¤il elbette, iktidarlar›n›n meflruiyet zemini olan kerameti kendinden menkul bir laiklik. Türkiye’de bir dönüflüm oldu¤una kuflku yok. Ama bunun nas›l bir “devrim” oldu¤unu görebilmek için sa¤dan de¤il soldan, yani d›flar›dan de¤il içeriden, yukar›dan de¤il afla¤›dan bakmak gerekiyor. Cihan Tu¤al da öyle yap›yor, merkez-çevre flablonu gibi Amerikan sosyolojisinin cambazl›klar›yla de¤il, Gramsci’nin s›n›fsal-siyasal kavramlar›yla bak›yor. “Pasif Devrim” adl› kitab›n› bu kavramsal çerçeve ile 2000-2002 ve 2006 y›llar›nda ‹slâmî hareketin atardamarlar›ndan Sultanbeyli’de yaflayarak edindi¤i deneyimin ›fl›¤›nda kaleme alan Cihan Tu¤al’› dinliyoruz... Kitab›n›zda (“Passive Revolution– Absorbing The Islamic Challenge To Capitalism” / “Pasif Devrim –Kapitalizme ‹slamî Meydan Okuman›n So¤urulmas›”) 2000 y›l›nda Fethullah Gülen cemaatini “Bat›c›” bularak uzak duran, kendini anti-kapitalist, devlet ve milliyetçilik karfl›t› olarak tan›mlayan Yasin’in alt› y›l sonra neredeyse bambaflka bir karaktere dönüfltü¤ünü anlat›yorsunuz. Yasin’in h›zl› de¤iflimi bize neleri anlat›yor? Cihan Tu¤al: Sultanbeyli’de Yasin özelinde konufltu¤umuz durum, asl›nda –eski radikaller aras›nda– çok genel. Sadece Yasin gibi esnaflarda de¤il, ayn› de¤iflim ö¤retmenlerde de, yerel siyasetçilerde de görülüyor. 2000 y›l›nda Sultanbeyli’ye yerleflti¤imde ilk tan›flt›-
8
¤›m kiflilerden biriydi Yasin. Çok sert ve k›zg›nd›; özellikle de devlete, ABD’ye, ‹srail’e, sermaye s›n›f›na çok sert karfl› ç›k›yordu. Kürtlere yap›lanlara çok tepkiliydi. “Kürt halk›n›n çekti¤i zulümler” diye bafllayarak iki saat konuflurdu. Yasin köken olarak nereli? Kuzeydo¤u Anadolu’dan, köken olarak da Türk. Milliyetçi bir sülâleden geliyor. O ve çevresi koparak Refahç› olmufl. MSP gelene¤inin içinde de zaten çok ciddi bir milliyetçilik var. Fakat Yasin oradan da kopmufl. Bunda Suudi Arabistan’a gidip gelmesinin, radikal ak›mlar›n da etkisi var. Esnaf, emlâkç›l›k yap›yor, elbette kâr ediyor, ama do¤rudan kâr için çal›flmay› reddediyordu. En az›ndan kendi iddias› “yapt›¤› her fleyi Allah için yapmak”. Muhtemelen 2000
öncesinde illegal bir ‹slâmî örgüt üyeli¤i var, ama bana hiçbir zaman söylemedi. Benim tan›flt›¤›m dönemde ise böyle bir fley olmad›¤›n› düflünüyorum. Görüfltü¤üm kifliler aras›nda eski örgütlülüklerini söyleyenler de, saklayanlar da oldu. Örgütlü olmayanlarda, mesela ö¤retmenler ve esnaflarda a¤ türü iliflkiler vard›. Radikalizm örgütler taraf›ndan de¤il de, bu a¤ iliflkileriyle yeniden üretiliyordu. Radikalizmin çok yaflayamamas›n›n nedeni de bu: Dönemin Fazilet Partisi’nden çok daha radikal insanlar vard›, ama radikallikleri hiçbir örgütlülü¤e denk düflmüyordu. Sözünü etti¤iniz öfke ve sertlik genellefltirilebilir bir ruh hali miydi? Kitapta Sultanbeyli’yi anlatsam da, as›l olarak radikallerin hikâyesine odaklan›yorum. Onlar da Sultanbeyli’ye genellenebilecek insanlar de¤il. Parti ve cemaat üzerinde di¤erlerine nazaran çok daha büyük etkileri var. 2000-2002 aras›nda, radikaller ilçede etkili bir az›nl›kt› diyebiliriz. O dönemde ço¤unlukta olan hangi kesimdi? Fazilet Partisi çizgisiydi. Onlar Yasin ve benzerlerinin geçirdi¤i kadar büyük bir de¤iflim yaflamad›lar. Genel çizgi de “kapitalizme karfl›y›z, komünizme, laik devlete karfl›y›z” diyordu, ama o ço¤unluktan “Kürt halk›na yap›lan zulüm” gibi laflar duyamazd›n›z. Kapitalizm karfl›tl›¤› ço¤unlu¤un benimsedi¤i bir söylem miydi? Laf olarak mevcuttu. “Bu ne demek” diye sordu¤unuzda net bir fley ç›km›yordu. Yasin ise daha ayr›nt›l› aç›klamalar yap›yordu. Ço¤unluk daha ziyade “Özalvâri kapitalizme karfl›y›z” düflüncesini kastediyordu; yani “karma ekonomi olsun, s›n›flararas› denge gözetilsin, özel mülkiyet yok edilmesin ama kontrol alt›nda tutulsun, serbest teflebbüs de olsun” diye düflünüyorlard›.
Karfl› olduklar›, serbest piyasa kapitalizmiydi. Yasin’in alt› senedeki de¤ifliminin ana hatlar› nelerdi? Üç aç›dan de¤iflim var: Kapitalizm, Kürt meselesi ve devlet konular›nda. “Biz devlete fazla küfrettik” diyordu art›k 2006’da. “Bu büyük bir hatayd›. Müslüman Kardefller gibi özendi¤imiz hareketler bir devlet kuram›yor, oysa bizimkiler devleti ald›” diye düflünüyordu. AKP’yi “bizimkiler” olarak görüyor. “Bizim devletimiz de buna aç›k, Müslümanlar› koruyan bir devlet, M›s›r’a benzemiyor. Zaman›nda bunu yeterince anlayamad›k” diyor. M›s›r devleti - Türk devleti ve M›s›rl› ‹slâmc›lar - Türk ‹slâmc›lar olarak bakt›¤›nda, “biz iki aç›dan da üstünüz” argüman› flekillenmiflti. “Me¤er dünya çap›nda Müslümanlar›n temsilcisi bizmifliz, lider biz olmal›y›z, devletimiz AKP’yi içererek bunu gösterdi. AKP de bu esnekli¤i göstererek Müslüman Kardefller’den çok daha zeki oldu¤unu ortaya koydu. fiimdi zaten onlar bizi taklit ediyor” noktas›na gelmiflti. “Sonuçta, Müslümanlar› dünyada devlet ve asker savunacak. Alttan hareketlerle bu ifli yapamazs›n, bu ifl devletle olacak, zaman›nda onu y›pratmam›z yanl›flt›” diyordu art›k. Kapitalizm için ise “mükemmel bir sistem olmayabilir, ama insan›n f›trat› budur, ona uygun bir sistem. Zaman›nda gereksiz hayal kurduk” diyorlard›. Bunu ö¤retmenler çok güzel ifade etti: “O zamanlar çok köylü kafas›yla düflünüyorduk. Her fley imece usûlü olacak diyorduk. Komünizme de, kapitalizme de karfl›yd›k, ama komünistler gibi düflünüyorduk asl›nda. Yanl›fl yapt›¤›m›z› anlad›k bugün.” Kapitalizm için “yan›lm›fl›z” dedirten de¤ifliklik neydi? AKP iktidar›yla beraber bir zenginleflme mi yaflad›lar? Oyunun kurallar›n› kabul etmek bu biraz. Asl›nda, 1970’lerden beri yavafl bir zenginleflme var. Özal bunun kap›lar›n› aral›yor, AKP de iyice aç›yor. ‘80’lerde hem devlete hem kapitalizme karfl› çok radikal olan bir esnaf, ‘90’larda sadece devlete karfl› olmaya devam ediyor. O dönemde, ticaretle hafl›r neflir olmufl, kaz›klamay›, kaz›klanmay›, ticaretin kodlar›n› çözmüfl, “piyasan›n kendi gerçekleri var” noktas›na gelmifl. “Faize karfl›yd›k ama, bizim çal›flt›¤›m›z bankalar ‘faiz uygulam›yoruz’ diyerek faizin daha beterini uygulad›lar. ‹slâm ad› alt›nda milleti kaz›kl›yorlard›, serbest piyasadan uzak duraca¤›z diye daha beterini yap›yorlard›” diye anlat›yorlard›. Bu durum esnaf baz›nda daha anlafl›l›r, ama ifl ö¤retmenlere gelince, büyük bir zenginleflme olmad›¤›n› görüyoruz. Ancak o ö¤retmenler enformel baz› ifllerin içinde olup bunu benden sakl›yor olabilirler. Onlar aç›s›ndan, paran›n tad›na varmak olmasa bile, AKP’nin etkisiyle iktidar›n tad›na varmak ve ilk defa Meclis ve devletle kendini bütün hissetmek söz konusuydu. “Bugün zengin olmayabilirim ama, bu daha hakl› bir sistem; ben yaflamasam bile belki çocuklar›m
daha müreffeh yaflayacak. AKP iktidarda kald›¤› sürece bu mümkün” diye düflünüyorlard›. “fiu ana kadar Türkiye’de piyasa kapitalizmi demokratik olmayan biçimde uygulan›yordu” çizgisine gelmifllerdi. “‹slâmc›lar” –bu terim art›k b›rak›l›yor– daha do¤rusu “muhafazakâr-
AKP as›l olarak milliyetçi bir parti. Bunun içine ABD’cilik, AB’cilik, ‹slâm enternasyonalizmi, yani ümmetçilik yedirilmifl durumda. fier’î hukuktan baz› noktalar› laik hukukun içine sokmak isterler, ama yapamazlarsa uykular› kaçmaz.
Cihan Tu¤al “Pasif Devrim –Kapitalizme ‹slamî Meydan Okuman›n So¤urulmas›” adl› kitab› Stanford Üniversitesi Yay›nlar›’ndan ç›kan Cihan Tu¤al’›n doktora tezi “Türkiye'de Kent Yoksullar› Aras›nda ‹slamc›l›k: Gündelik Politik etkileflimde Din, Mekân ve S›n›f” bafll›¤›n› tafl›yor. New Left Review ve Birikim dergilerinde makaleleri yay›nlanan Tu¤al halen Stanford Üniversitesi’nde ö¤retim görevlisi.
lar d›fllanarak uygulan›yordu” diye düflünüyorlar. Zenginleflmeyenler de sistemi sahipleniyor. 2006’da Sultanbeyli’ye döndü¤ümde, art›k çok net biçimde AKP destekleniyordu. ‹ki koldan anlatay›m. Biri, genele uymayan radikaller; ikincisi, Fazilet Partisi etkisindeki iflçi taban›. Sonuçta, Sultanbeyli taban› ço¤unlukla inflaat ve tekstil iflçileri ya da sokak sat›c›lar› gibi enformel iflçilerden olufluyor. ‹kinci çizginin kapitalizm alg›s›,
RAD‹KAL ‹SLAMCILAR NEREDEN NEREYE GELD‹?
Yasin’in dönüflümü asin’le 2000’de ilk tan›flt›¤›mda, k›rk yafl›nda eski radikal ‹slâmc› bir esnaft›. 1990’larda, yaflad›¤› fakir ilçedeki ‹slâmc› sokak hareketinin önderlerindendi. (...) Düzenli olarak gayr›resmî, radikal camilerde cuma namazlar›na giderdi. (...) Ortaklar› ve müflterileriyle namaz k›lard›. Ortaklar› ve arkadafllar› gibi, o da fazla teslimiyetçi, korkak, bir derece milliyetçi ve devlete karfl› itaatkâr buldu¤u Fazilet Partisi’ni desteklemezdi. Küresel ‹slâm birli¤ine yürekten ba¤l›yd› ve Türk ulus-devletini ayak ba¤› görürdü. Mahallesine ilk gitti¤imde Yasin’e ilçede çok say›da Nurcu ö¤renci oldu¤unu duydu¤umu söyledim. Buna kahkahalarla güldü ve “‹slâmc›lar›n bu kadar kuvvetli oldu¤u bir bölgede nas›l Nurcular olabilir?” dedi. Devlet yanl›s›, Türk milliyetçisi, Bat›c› ve kapitalist bir ‹slâmî grubun Sul-
Y
“kontrollü olsun, serbest piyasa olmas›n, mülk devlet taraf›ndan s›n›rlans›n” noktas›ndan “her fley serbest piyasad›r”a geldi. Befl senede bu nas›l oldu? Bunun siyasî arka plan› var. Kapitalizm konusundaki fikirleri belki befl senede de¤ifliyor, ama bunun siyasî haz›rl›¤› 1970’lerden beri liderli¤ini kabul ettiren MSP-Refah-Fazilet çizgisinden geliyor. Buradan gelen liderlere güven sonsuza yak›n. ‹flçiler güvendikleri siyasetçilerin ço¤unun blok halinde AKP’ye geçmesinden dolay› rahatl›kla Saadet’ten ayr›labiliyorlar. Onlar›n de¤iflen çizgisinin taban üzerinde büyük etkisi var. Saadet Partisi kapat›l›p yerine AKP kurulsa, taban›n bu “yeni” partiyi benimsemesi daha kolay anlafl›l›r. Ama Saadet dururken, taban›n büyük ço¤unlu¤unun AKP’ye geçmesini nas›l aç›kl›yorsunuz? Saadet Partisi art›k o taban›n gözünde neyi temsil ediyor? Saadet Partisi, k›saca, kaybeden stratejiyi temsil ediyor. Sokak sat›c›l›¤›, pazarc›l›k da yapan iflçilerden biri flöyle bir metafor kulland›: “Bizim karfl›m›za sürekli da¤ ç›k›yordu, biz de Refah’la, Fazilet’le tepesine t›rman›p da¤› aflmaya çal›fl›yorduk; Saadet hâlâ aflmaya çal›fl›yor. Oysa, AKP etraf›ndan dolafl›yor.” Ancak, bu her fleyi kabullenme süreci de de¤il. Altta “bir gün ‹slâm devleti kurulur mu?” diye yanan bir köz var. Saadet’te kalanlar s›n›fsal aç›dan kimler? Sultanbeyli, ‹stanbul’da Saadet’in hâlâ en güçlü oldu¤u yer. S›n›f› burada hem meslekî-ekonomik hem de e¤itim durumu aç›s›ndan düflünelim. ‹ki anlamda da Saadet en alttakileri temsil ediyor. ‹lçedeki yönetim kadrosunda iki-üç ifladam› görüyoruz, ama ço¤unluk iflçiler ya da seyyar sat›c›lar. Ezici ço¤unluk ilk ve ortaokul mezunu. Böyle bir s›n›fsal yar›lma da yafland›. Ama üst kadrolarda üniversite mezunlar›, ifladamlar› da var. AKP’nin s›n›fsal adaletsizli¤i hâlâ sorun eden bir kesimi de içsellefltirebildi¤ini söylüyorsunuz... Evet, öyle bir sübap var. “‹slâmc›ysan›z Saadetçi olman›za gerek yok, biz de uy-
tanbeyli’de bar›nabilece¤ini ancak benim gibi yabanc›lar düflünebilirdi. (...) Yasin’i 2006’da tekrar ziyaret etti¤imde, Nurcular›n seminerlerine kat›lmaya bafllam›flt›. Bana onlar›n “muntazam” çal›flan yegâne ‹slâmc› hareket olduklar›n› ve bu sayede uzun vadede ayakta kalacaklar›n› anlatt›. (...) Yasin art›k radikal, gayr›resmî camilere gitmiyor ve “Çat›flma ortamlar› iyi de¤il. Akl›selim olmam›z lâz›m. Toplumun her kesimi için en iyisi bu” diyordu. Art›k iflyerinin kap›s›nda ayakkab›lar ç›kart›lm›yor, namazlar›n› iflyerinde de¤il, camide k›l›yordu. (...) Eylemlerle geçen bir önceki on y›l› piflmanl›kla an›yor ve flöyle diyordu: “O zamanlar sistem karfl›t› bir hareket vard›, ama sahici bir içeri¤i yoktu. ‹lim ve irfana dayanm›yordu. fiimdi Müslümanlar çok daha muntazam düflünüyor. Ufuklar› daha genifl. Baflkalar›n›n hakk›na sayg› göstermeyi de ö¤rendiler. ‹slâm’› zorla kabul ettirmek zaten do¤ru de¤il. Bütün bunlar› ö¤rendiler ve ülkeyi idare edebilmek için daha iyi bir konuma geldiler.”
9
gunuz” mesaj› veriyor. Partinin içinde hâlâ ‹slâmc›lar, kapitalist olmayan bir ekonomi düflünü canl› tutanlar var, ama az›nl›ktalar. ‹flçilerin dönüflümü, eski radikal esnaf ve ö¤retmenlerinki kadar keskin de¤il. ‹flçilerde serbest piyasa kapitalizmine itiraz hâlâ mevcut. Radikaller de¤iflim yönünde otuz ad›m att›ysa, iflçiler üç ad›m att›. AKP’nin parti program›nda iflçilere ve çal›flanlara referans yok, küçük-orta esnaf›n, KOB‹’lerin gelifltirilmesi vurgulan›yor... Evet, adil düzen söylemi buharlaflm›fl durumda. Bu durum yavafl yavafl Fazilet Partisi’nde bafllam›flt›. Bu bir al›flma süreciydi. O ara aflamadan sonra, flimdi tam serbest piyasa söylemine geçildi. Kitab›n›z›n ana eksenini oluflturan “pasif devrim”i tan›mlar m›s›n›z? Bir ülkede ciddi bir devrimci mobilizasyon oluyor. Bu mobilizasyon öldürülemiyor ya da yok edilemiyor. Tam tersine, devletsel, kurumsal ve s›n›fsal aç›dan varolan iktidar yap›lar›n›n içine so¤uruluyor. Sonuçta, bir dönüflüm olsa da, esasen varolan yap›lar güçlendiriliyor. Hiç dönüflüm olmasa, zaten karfl› devrim olur. Burada güçlenen nedir? Piyasa kapitalizmi ve millî Türk devleti –hatta laik s›fat›n› bile kullanabiliriz. Hangi mobilizasyonlar›n so¤urulmas›ndan bahsediyorum? ‹slâm Türkiye’de hiçbir zaman çok güçlü bir “iç tehdit” olmad›. As›l tehdit ‹ran devrimiydi. Son otuz senede yaflananlar›n ço¤u, yar› aç›k yar› kapal›, ‹ran korkusuyla yafland›. Bu korku yer yer irrasyonel; laik kesimlerin bir k›sm›nda daha da abart›ld›. Ama ‹ran devriminin ihrac› her zaman bir tehditti. ‹ç cephede de yer yer Refah Partisi’nin d›fl›nda kalan, yer yer içine s›zan devrimci çevreler vard›. Bunlar Refah’› her zaman radikalize ettiler. Ancak, Türkiye’de devrimci bir kitle organizasyonu olmad›. Devrimciler taraf›ndan etkilenen RP yer yer sistemi destabilize eden bir durum yaratt›, ama ‹slâm devrimi ufukta de¤ildi. Bu destabilizasyona karfl› darbeler yafland›, ABD ve AB devreye girdi. Bu mobilizasyon yok edil-
10
AKP’nin iki yüzü: 4x4 jipli kad›nlar, tesettür defileleri ve iftar çad›rlar›...
mek yerine, yeni bir parti vas›tas›yla devlet ve sermaye s›n›f›n›n içine sokuldu. Genel devrimden fark› net: ‹slâm devrimi yaflanmad›. Karfl› devrimden fark› ise, ciddi bir dönüflümün yaflanm›fl, Türkiye’nin ‹slâmîleflmifl olmas› ve büyük ihtimalle de bu yönde devam edecek olmas›. Ama bu ‹slâmîleflme, ‹slâm devleti anlam›na gelmeyecek. Sermaye s›n›f›n›n daha kapal› bir s›n›ftan, yar› statü grubu - yar› s›n›f türü bir yap›dan daha aç›k bir sermaye s›n›f›na dönüflmesi, o anlamda burjuvazinin daha büyük bir güç kazanmas› söz konusu. Baz› çevrelerde bu bir burjuva devrimi olarak pazarland›. Bu bir burjuva devrimi de¤ildi, Türkiye’de burjuvazi zaten
güçlüydü. Pasif devrim sayesinde sadece saflar›n› geniflletti, bürokrasiye karfl› güçlendi, ama bürokrasi de yok edilmedi. Bu iki güç el ele ilerledi. ‹flin içinde polis de var, muhafazakâr sivil bürokrasi de var. Laik bürokrasinin güç kaybetmesi, bürokratik iktidar›n Türkiye’den buharlafl›p gitti¤i anlam›na gelmiyor. Kapitalist devlette bürokrasi hiçbir zaman tablonun d›fl›nda, ikincil bir unsur de¤ildir. Bu anlamda pasif devrim, bir burjuva devrimi de¤ildir. Bir de, pasif devrimi yukar›dan devrimden ay›rmak gerekiyor. Pasif devrimde sivil toplum ile siyasî toplum ve devlet koordine çal›fl›yor. Sivil toplum ve siyasî toplum Türkiye’de çok güçlü. Yani bu durum devlet elitlerinin komplosu de¤il. Burjuva devrimi de¤il ama, burjuva bak›fl aç›s›n›n alt s›n›flara benimsetilmesinde çok baflar›l› oldu; giderek yoksullaflan çal›flanlar›n borsaya bak›p “ekonomi iyiye gidiyor, Türkiye büyüyor” demesi gibi... Evet, kesinlikle. Genifl kitleler için ekonominin “fleylefltirilmesi” söz konusu. Bu, iktidar aç›s›ndan bir baflar›. Burjuvan›n ideolojik hegemonyas› mutlaka kuruluyor. Ama klasik anlamdaki “burjuva devrimi” kurgusunun maalesef en ciddi çevrelerde dillendirildi¤ini görüyoruz. Diyorlar ki, “aristokratik iktidar vard›, 2002’den 2007’ye olan süreçte burjuvazi gelip bunu devirdi. Abdullah Gül’ün cumhurbaflkanl›¤› ile burjuva devrimi kemale erdi”. Yok böyle bir fley. Burjuvazinin bir kanad› zaten çok güçlüydü. TÜS‹AD düflmüfl falan de¤il. Sa-
Pasif devrim sayesinde burjuvazi saflar›n› geniflletti, bürokrasiye karfl› güçlendi, ama bürokrasi de yok edilmedi. Bu iki güç el ele ilerledi. ‹flin içinde polis de var, muhafazakâr sivil bürokrasi de. dece, MÜS‹AD da iflin içine kat›ld›. Türkiye’deki mücadele burjuvazinin içindeydi. Burjuvazi aristokrasiye karfl› savaflm›yordu. Burjuvazinin daha liberal ve d›flar›ya dönük kanad›, yeniyetme burjuvalarla gücünü birlefltirerek kapal› olan burjuvaziyi altetmifl oldu. ‘90’larda “organik krizin” ortaya ç›k›fl›ndan bahsediyorsunuz. Gramsci’ci bir aç›dan, “Refah Partisi sivil ve siyasî toplumu birlefltirdi, ama devletle bir kopma gerçekleflti” diyorsunuz. AKP bu dönemde nas›l ortaya ç›kt›? Yine “da¤” meselesine geliyoruz. Sivil ve siyasî toplum Refah taraf›ndan birbirine çok iyi eklemlendi, fakat hiçbir zaman devlete s›zamad›lar. Bir yandan da Fethullah Gülen örne¤ini görüyorlard›: Baflka stratejilerle, biraz daha Amerikan modeliyle devlete s›z›labiliyordu. Oysa Refah gelene¤i ne askere, ne de polise girebildi. Meclis’e girip at›ld›lar. Devlete giremediler. Malûm, bir Cezayir örne¤i mevcut. Savafl bafllatsalar, ya ac› bir flekilde yenilecekler ya da on sene kanl› bir içsavafl sürecek. Onun sonucunda da yenilmeleri daha büyük ihtimal. Karfl›lar›nda Frans›z deste¤inde Cezayir ordusu de¤il, ABD deste¤inde bir Türk or-
dusu var. Cezayir örne¤i baflar›l› olsa belki daha cesur olabilirlerdi. Türkiye’de kayda de¤er bir silahl› ‹slâmî örgütlenme olmad›, de¤il mi? Bir dönem tabanda silah al›m›n›n yayg›nlaflt›¤› biliniyor. Bunlar Kalaflnikof türü silahlar de¤il de, piyasada bulunan av tüfekleri gibi. ‘95-‘96 y›llar›nda Türkiye’de bu tür silahlarda patlama yaflan›yor. O dönemki laik spekülasyon, belki komplo teorisi, belki gerçek, bir haz›rl›k oldu¤u yönünde. Ama bu hiçbir zaman, partinin üst kademelerinin sahiplendi¤i bir projeye dönüflmüyor. Ancak, bu yap›labilirdi; illâ Hizbullah’›n ya da benzeri bir örgütün yapmas› gerekmiyordu. Refah göz yumsayd›, el alt›ndan destek verseydi, içsavafl bafllard›. Bu, iflin devlet boyutu. Bir de kapitalizm boyutu var mutlaka. Sermaye hareketi ‘90’larda art›k KOB‹’likten ç›k›p gözünü biraz daha dünya pazar›na dikti. Büyük sermayedarlar olufltu. ‹lk iflaretler Refah Partisi’nin 1991 program›n›n mu¤lakl›¤›nda görülüyor. 1994’e gelindi¤inde, âdil düzen ve anti-kapitalist ö¤eler art›k programdan iyice ay›klan›yor. Bugünün AKP’sini nas›l tan›mlars›n›z, temel özellikleri neler? Ekonomik kriz bugün ifli çok kar›flt›r›yor, 2008’den bakarsak daha rahat konufluruz. O tarih itibariyle, AKP Türkiye’nin en serbest piyasac› partisi. As›l olarak milliyetçi bir parti. Fakat bunun içine ABD’cilik, AB’cilik ve ‹slâm enternasyonalizmi, yani ümmetçilik yedirilmifl durumda. Ancak, aslen Türk milliyetçisi. Bir yandan da muhafazakâr-seküler diyebiliriz. Laik devletin genel parametrelerini korumak isteyen, din devleti hevesi olmayan, ama zina tart›flmas›nda oldu¤u gibi, fler’î hukuktan baz› noktalar› laik hukukun için sokmak isteyen bir parti. Ama bu da öncelikleri de¤il, yapamazlarsa uykular› kaçmaz. Partinin en çok sahiplendi¤i, vurgula-
Liberal demokrasi, düflmanlar›na karfl› her zaman yar›-yasal yöntemlerle savaflm›fl bir rejim biçimidir. ABD liberalizmi düflmanlar›n› d›flar›da görür. Türk tipi liberaller solu, Kürt siyasî hareketini ve Kemalistleri düflman görüyor. d›¤› özellik “demokratl›k”. Nas›l bir demokrasi anlay›fl› var? Bu baya¤› karanl›k bir mesele. Parti taban›nda liberal demokrasi fikrinin genel kabul gördü¤ünü söyleyebiliriz. 2000 y›l›nda, sadece askeri tasfiye etmek için demokrasi isteniyordu. 2006’da yapt›¤›m görüflmelerde, daha içsellefltirilmifl bir ço¤ulculuk vurgusu var. “Biz de, onlar da yaflas›n”, “mini eteklilere eskiden oldu¤u kadar tepki duymuyorum” fleklinde bir yumuflama, ço¤ulculu¤u kabul etme var. Fakat bu çok karmafl›k bir süreç; ‹slâmc›lar›n da, laiklerin de duymak
AKP’N‹N BATICILI⁄I NASIL KABUL GÖRDÜ?
Tersine komplo teorileri slâmc› eylemciler, AKP’nin aç›kça Bat› yanl›s› politikalar›n› dinî ve milliyetçi aç›klamalara dayanarak meflrulaflt›r›yorlard›. En hararetli Bat› karfl›tlar› bile durufllar›n› de¤ifltirmiflti. Kalabal›k bir cuma namaz›ndan önce, Kâmil (ilçenin üçüncü büyük camiinin, befl y›l önceki Bat› karfl›t› söylemleriyle ünlü imam›) hutbesinde flöyle dedi: “Vasat ümmet olmay› ö¤renmemiz gerekiyor. Bu da orta yolu bulup itidal sahibi olmam›z› gerektiriyor. ‹slâm, orta yolun dinidir. ‹frat ve tefrit aras›ndaki dindir. Siyasî tart›flmalarda söylenenlerin ortalamas›n› al›n ve en iyi fikri bulun. Örnek bir Müslüman olmak için ifl hayat›n›zla dinî hayat›n›z› dengeleyin. Bu dünyan›n zevklerinden mahrum kalmamal›s›n›z, ama onlar›n peflinden afl›r›l›¤a da kaçmamal›s›n›z. ‹slâm’daki ideal siyasî çizgi böyledir. Afl›r›l›klar aras›nda köprü olmam›z lâz›m. Bütün devletlerin arac› olarak güvendi¤i bir ulus ve devlet olmam›z lâz›m. Türkiye, Bat›’yla ‹slâm aras›nda köprü olmal›d›r.” En radikal vaizler ve camiler bile merkeze kaym›flt›. ‹slâm’›n küreselleflen dünyaya eklemlenmesini do¤allaflt›r›rken, (dinî) kapitalizmi de flöyle paralellikler kura-
‹
rak do¤allaflt›r›yordu Kâmil: ‹slâm nas›l H›ristiyanl›k ve Yahudilik’ten üstünse, dindar ve dengeli çal›flma hayat› da hiç çal›flmamak ve afl›r› çal›flmaktan üstündü. Nas›l ‹slâm, Yahudilik ve H›ristiyanl›k’tan do¤al olarak farkl›ysa, AKP’nin arac› konumu da Bat› emperyalizmi ve dinî fanatizmin afl›r›l›klar›ndan farkl›yd›. Ancak ‹slâm’› Bat›’yla entegre olmaya dayal› ulusal projeye çekmek her zaman bu kadar kolay olmad›. AKP farkl› kitlelere farkl› mesajlar vermek zorunda kald›. Sultanbeyli’deki ço¤u destekçisi, AKP’nin göründü¤ü gibi ABD yanl›s› olmad›¤›na inan›yordu. AKP Büyük Ortado¤u Projesi’ni destekleyen bafll›ca hükümetlerden biriyken, kendi taban›nda ABD karfl›t› oldu¤u izlenimini baflar›yla yaratt›. Yasin bir gün bana hükümetin ekonomik sicilini savunurken, o günkü ekonomik göstergelerden çok daha önemli oldu¤unu düflündü¤ü bir fleye dikkat çekti: “Bu hükümet Türkiye’de gelmifl geçmifl en yerel, en millî, en popüler, ezilenleri en çok savunan hükümet. Bakanlar Kurulu’na bak, hepsi halktan geliyor. Ayn› zamanda en iyi d›fl politikalar› uygulayanlar onlar. Bizi Irak’a girmekten Allah kurtard›. O hareket hükümetin en büyük hatas›yd›. Ama belki orada bilmedi¤imiz bir ifl vard›. Hükümet ABD’ye izin verdi ama, sonra önemli liderlerden biri ‘Meclis karar verecek’ dedi. Bu ‘karar›n aleyhine oy
istemeyece¤i boyutlar› var. Laikler bu konunun içsellefltirilmifl oldu¤unu duymak istemezler. ‹slâmc›lar›n ve liberallerin duymak istemeyecekleri durumsa, liberal demokrasiyi de¤il, Türk tipi liberal demokrasiyi içsellefltirmeleri. Bu ne anlama geliyor? Baz› kesimleri, özellikle de demokrasi düflman› olarak gördükleri kesimleri, karanl›k yöntemlerle hâlletmeyi meflru görüyorlar. Zaman›nda, Türk tipi liberal demokrasinin düflmanlar› Kürtler, ‹slâmc›lar ve solculard›. Bunlar› ortadan kald›rmak ya da marjinalize etmek için her türlü kanl› ya da kans›z, ama karanl›k yöntem meflruydu. fiimdi AKP taraftar› muhafazakârlar ve liberalller düflman olarak solu, Kürt siyasî hareketini ve Kemalistleri görüyorlar. Askerin tasfiyesinden anlafl›lan ne? Askeri tamamen siyasetin d›fl›na çekecek bir yap›lanma m›, yoksa kendilerine daha yak›n zihniyette bir ordu mu arzu ediliyor? Tabii ki böyle bir özlem olabilir. Öyle bir fley 2000’de pek gerçekçi de¤ildi; flimdi belki daha gerçekçi. Askeri siyaset d›fl›na itmenin d›fl›nda demokrasiye dair parametreler neler? Parlamenter demokrasinin dahi en temel özellikleriyle ba¤daflmayan bütün yasa ve kurumlar yerli yerinde duruyor. AKP’nin kendi parti tüzü¤ü son derece otoriter; partiler yasas›, seçim yasas›, yüzde 10 baraj aynen berdevam... Kuvvetler ayr›m› problemleri duruyor. Hatta Terörle Mücadele Kanunu, Polis Salahiyet Kanunu, YÖK kanunundaki ekler gibi bir çok antidemokratik yasa ç›kar›l›yor... Bu noktalar› onlar nas›l görüyor, ona bakal›m. Entelektüellerin de etkisiyle, “bu ülkede bir sürü demokrasi düflman› var, onlar› kontrol etmek için bu araçlar› kullanmal›y›z” diye bak›yorlar. Bu aç›dan Kemalistlerden bir farklar›
kullan›n’ demekti... E¤er AKP yeterince millî olam›yorsa, sistem yüzündendir. Ne zaman bir parti millî ç›karlara göre davransa, hükümetten indiriyorlar. AKP bize en yak›n parti, ama kendini gizlemek zorunda.” Hükümeti savunan eski radikallere göre, ABD yanl›s› d›fl politikalar böylece “tersine komplo teorileri”yle aç›klan›yordu. Yasin AKP’yi millî oldu¤u için destekliyordu ve tersine komplo teorisi, partinin radikal ‹slâmc› olmas›yla alâkal› de¤ildi. Bu onun bütün partileri ‹slâm’a iman dereceleriyle de¤erlendirdi¤i eski konumuyla k›yasland›¤›nda, önemli bir de¤ifliklikti. ‹slâm böylece milliyetçili¤in içine daha çok çekilmifl ve her ikisi de Bat›’yla entegre olmaya dayal› ulusal projenin içine so¤urulmufltu. Yasin’in orta¤› buna daha dikkat çekici bir komplo ekledi: “Bugün tüm Müslümanlar Türkiye’den önderlik bekliyor. Halifeli¤in merkezi Türkiye. ‹slâm’›n sanca¤› Topkap› Saray›’nda. Müslümanlar ayakland›¤›nda sanca¤› biz tafl›yaca¤›z. Ortado¤u’nun bafl›nda Türkiye var. ABD’nin Irak, ‹ran ve Suriye’ye sald›rmas› bir takiye. As›l hedef Türkiye. Türkiye’nin alt›n› oyuyorlar ki sald›rabilsinler. Di¤er yandan sanki hedef biz de¤ilmifliz gibi davran›yorlar.” Çeviren: Doruk Yurdesin (“Passive Revolution – Absorbing The Islamic Challenge to Capitalism”den k›saltarak)
11
12
du¤umuz küresel savafllar Bush rejimiyle özdefllefltirildi bir ara, ama bunun isabetsiz bir inanç oldu¤u liberallerin gözbebe¤i Obama’n›n iktidara gelip Afganistan’daki savafl› fliddetlendirmesiyle ortaya ç›kt›. Bizdeki durumun temel fark› ise, liberalizmin düflmanlar›n›n iç düflmanlar olmas›. Alaturka liberalizmin Amerikan liberalizminden temel fark› bu. Türkiye’de her fley hâlâ ‹slâmc›/laik tart›flmas›nda yürüdü¤ü için, “bu insanlar ‹slâmc› da onun için bu kötülükleri yap›yorlar” gibi bir vurgu var. Ben “hay›r, mesele art›k bu de¤il, liberal demokrat hâkimiyet kuruluyor ve nihayetinde liberalizm de böyle bir fley” diyorum. Bu aç›dan AKP’nin ANAP’tan fark› ne? AKP baz› aç›lardan ANAP’›n devam› niteli¤inde, di¤er aç›lardan da çok daha fliddetli bir ANAP. Çünkü kitle gücü çok daha fazla; “pasif devrim” kavram›n›n esprisi de burada. ANAP böyle bir dev-
AKP’nin kitle gücü ANAP’tan çok daha fazla. ANAP da cemaatlerden destek al›yordu, ama bu kiflisel ba¤lar art›k bir kadro transferi halini ald›. Böylece Türk devleti art›k iyice kutsallaflt›. AKP ANAP’tan çok daha ezici ve r›zaya dayal›. rim de¤ildi, koca bir mobilizasyon yoktu arkas›nda. Bu kadar do¤allaflt›rma, dinîlefltirme, kutsallaflt›rma yoktu. Bugün, liberalizm bize kutsallaflt›r›larak geliyor. ‹llâ laiklik üzerinden elefltiri yap›lacaksa, ‹slâmc›l›k gelene¤inin Türkiye’ye bir kötülü¤ü var denecekse, sorun burada. 1980’den 2008’e kadar ABD’de (k›sa bir Clinton aras›yla) yaflanan Cumhuriyetçi hâkimiyet de böyle bir fley: Kutsallaflt›r›lm›fl bir piyasa ve liberal devlet. ABD’de, Türkiye’ye benzer olarak üçte bir civar›nda köktendinci oy var. Cumhuriyetçi Parti düflünüldü¤ünde bu oran yar› yar›ya, belki daha da fazla. ABD’de seçmenlerin büyük bir kesimi dinî kayg›larla oy veriyor; serbest piyasa, demokrasi dinî bir flekilde, kutsal olarak alg›lan›yor. Bu belki ANAP’ta da vard›, ANAP da cemaatlerden destek al›yordu. Turgut Özal
darbe öncesi MSP’den aday olmufltu, Nakflibendiydi. Ama bu kiflisel ba¤lar art›k bir kadro transferi, ciddi bir mobilizasyon ve devlet taraf›na geçifl halini ald›. Böylece, Türk devleti art›k iyice kutsallaflt›. Bir anlamda, ‹kinci Cumhuriyet kurulmufl durumda. Ama bir yandan da kutsal bir Birinci Cumhuriyet sürüyor. Bu aç›dan AKP, ANAP’tan hem çok daha ezici, hem de çok daha fazla r›zaya dayal›. Anti-kapitalist bir söylemden neoliberalizmi benimseyen ve ABD’ye destek veren keskin ve h›zl› dönüflümü “pasif devrim”le aç›kl›yorsunuz. Pasif devrimin bu kadar etkili olmas›n›n araçlar› ne, mekanizma nas›l iflliyor? Kapitalizm meselesi biraz daha mu¤lak; AB ve ABD meselesinde yaflanan de¤iflim daha net karfl›m›za ç›k›yor. Burada, kadrolara güven meselesi rol oynuyor. Herhangi bir kadrodan bahsetmiyoruz; ‘70’lerden itibaren, bir taraftan profesyonelleflirken bir taraftan da halkla iç içe olmay› sürdürüyorlar. Siyasî toplum ve sivil toplum kavramlar›n› bunu göstermek için kullan›yorum. ‘80’ler sürecinde bir yandan siyasî toplum olurken, bir yandan da sivil toplumla s›k› ba¤lar› hiçbir zaman yitirmiyorlar. O s›k› ba¤lar› koruyan, s›cak kalmas›n› sa¤layan yöntem ne? Belediyelerin çok iyi kullan›lmas›, Millî Gençlik Teflkilat›, partinin kendi teflkilatlanma biçimi... Köklerini halkta ve sokakta tutan bir teflkilatlanma var. Mesela, Refah Partisi bir mahalle temsilcili¤i kurarken, her sokaktan, her apartmandan, k›r göçmeni bir nüfus yafl›yorsa her hemfleri cemaatinden birer temsilci al›yordu. Sokakta bir bölünme varsa, o bölünmeyi yok saymak yerine, “hepiniz gelin, bölünmenizi burada halledersiniz” diyor. Gündelik hayatta yaflanan her fleyi, gerilimli olsa bile, parti içine tafl›yorlar; ortadan kald›rm›yorlar ama, gerilimleri so¤utuyorlar. ‘80’lerde, ‘90’larda bunun en net yafland›¤› alan Kürt-Türk meselesiydi. Bu mesele AKP’de o kadar iyi becerilemiyor. Hegemonyay› çok iyi kuruyorlar, ama yumuflak kar›nlar› da buras›. Sivil toplum-siyasî toplum eklemlenmesinin en zay›f noktas› eskiden ekonomiyken –çünkü ‘80 ve ‘90’larda iflçi-iflveren kesimlerini çok iyi birlefltiremiyorlard›– ve Kürtlerle Türkleri daha iyi kaynaflt›rabiliyorken, flimdi ifl tersine dönmüfl durumda. Krize kadar ekonomik meseleyi, parti içi s›n›f meselesini daha iyi hallettiler, ama kriz kar›fl›kl›k yaratacak. Fakat, Türk-Kürt sorunu kendi kontrolleri d›fl›nda 盤r›ndan ç›km›fl durumda. Çünkü art›k Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kuruluyor. (Devam› gelecek say›da)
Söylefli: Siren ‹demen - Ulus Atayurt
yok diyebilir miyiz? Bir anlamda. Kemalistlerin daha liberalize kanatlar› gibi. Bir yandan demokratikleflme istiyorlar, bir yandan da bunun konrollü olmas›n› istiyorlar. Demokratikleflmeden söz ederken tahayyül edilen ne? Çok temel fleyler: ‹nsanlar›n siyasette önünün aç›k olmas›, her fleyin aç›kça ifade edilebilmesi, makûl s›n›rlar içinde her partinin ve organizasyonun kurulabilmesi, seçimlere kat›labilmesi, Meclis’te her konunun aç›kça konuflulabilmesi, askerî vesayetin kalkmas›, periyodik seçimler, Türkiye’nin darbe gölgesi alt›ndan art›k ç›kmas› gibi çok yeni olmayan fleyler. “Derin devletten kurtulal›m” diyorlar, ama bu derin devlet gidiyor, yerine baflka bir fley geliyor. AB’nin asgari de olsa istedi¤i sosyal politikalar ve sendika yasalar› es geçiliyor; hemen herkesin, AKP taban›n›n da karfl› gelmesine ra¤men, baraj ve santral projelerini devam ettiriyorlar; polis say›s› muazzam art›r›ld›... Genel olarak, örgütlenmeye karfl› bir tahakküm tavr› yok mu? Polis bafll› bafl›na bir mesele. Türkiye’de birçok mücadelenin yan›nda, bir de polis-asker mücadelesi var. Asker marjinalize ediliyor ama, onun yerine güç oda¤› haline gelen odaklar sadece sivil de¤il; baflta da polis geliyor. Bu da tabanda hofl karfl›lan›yor. Bir de, unutmayal›m ki, Avrupa siyasallaflm›fl, sendika gelene¤inin çok güçlü oldu¤u bir co¤rafya. AKP’nin liberal demokrasisi kesinlikle böyle bir liberal demokrasi de¤il. ABD gibi, sendikalar›n zay›f oldu¤u bir demokrasi özlemi duyuluyor. Polis güçlendirilirken askerin tasfiye edilmek istenmesinin nedeni, ilkesel olmaktan ziyade, ordu içinde hâkim olma ihtimalinin zay›fl›¤› m›? Asker seçilmifllerin kontrolünde de¤il, ama polis hükümetin polisi diye görülüyor. Bu sadece AKP meselesi de de¤il. Türkiye’de bir liberalle konufltu¤unuzda, “polis ne kadar kirli ifl yapm›flsa, ordu yüzünden yapm›flt›r, asl›nda bir özerkli¤i yoktur, yavafl yavafl hükümetin kontrolüne girdi¤i için sorun yok” diyecektir. fiu anki liberal ve AKP çizgisi bu. Ayr›ca, liberal demokrasi gere¤inden fazla yüceltiliyor, çünkü liberal demokrasi ve liberal siyaset çok da matah olmayan bir fleydir: Kendi düflmanlar›na karfl› her zaman yar›-yasal yöntemlerle savaflm›fl bir rejim biçimidir. ‹talya’da da, Almanya’da, ABD’de de böyle. Dolay›s›yla, neyi elefltirdi¤imizin fark›na varmam›z lâz›m. Hatta daha ileri giderek flunu da söyleyebiliriz: Bugün liberalizmin dünyadaki öncüsü ABD’ye bakarsak, liberalizmin as›l düflmanlar›n›n d›flta oldu¤unu ve her türlü yöntemle bu düflmanlara karfl› sürekli bir teyakkuz hali oldu¤unu görürüz. Yaflamakta ol-
AKP’N‹N ANAYASA PAKET‹ VE KEMAL‹ST MANTIK ‹LE NEOL‹BERAL FELSEFEN‹N AfiKI
Seviyeli bir beraberlik Bu aflk› biliyoruz, 24 Ocak’la 12 Eylül nikâhlan›nca ‘82 Anayasas› do¤mufltu. 24 Ocak kararlar›n›n mimar›, Erbakan’›n milletvekili aday›, liberallerin bafltac›, AKP’nin seçim afifllerinde selefi ilan etti¤i Özal, 12 Eyül’ün koydu¤u siyasî yasaklar›n sürmesi için referanduma gitmiflti. Bu arada birkaç sivilleflme makyaj› yapmay› da ihmal etmemifl ve demokrasi flampiyonu kesilmiflti. Gelenek devam ediyor, AKP 12 Eylül Anayasas›’n›n özüne dokunmuyor –geçici 15. madde gibi CHP’nin restini görme bab›ndaki jestler bir yana–, Kemalist bir mant›kla neoliberal politikalar›n üstyap›s›n› restore ediyor, siyasî iktidar› kamu denetiminden muaf k›l›yor. Ve bunu, Özal misali, sivilleflme diye pazarl›yor, cemaatler ve liberaller taraf›ndan da alk›fllan›yor. Kemalist mant›kla neoliberalizmin bu aflk› elbette resmiyete dökülmüyor, “seviyeli bir beraberlik” olarak yaflan›yor. Baz› seviyelerde mutlak uyum, baz› seviyelerde iktidar aflk› kavgas› olarak. Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi ö¤retim üyesi ‹lker K›l›ç’a ba¤lan›yoruz. Anayasa de¤iflikli¤i paketinde neden en çok HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin yetkileri tart›fl›l›yor? ‹lker K›l›ç: Çünkü taslak daha ziyade bunlara odaklan›yor. Yarg› Bonapartizmini törpülenmeye çal›fl›l›yor. Yarg› Bonapartizminden kast›n›z ne? Yarg›, baz› durumlarda, s›n›flara karfl› daha ba¤›ms›z davranabiliyor. Özellefltirmeler, ulafl›m zamlar› ve en son 4/C konusunda yarg›n›n oluflturdu¤u engel buna örnek. Türkiye kapitalist düzene tepeden inme bir devrimle geçti ve tepeden devrim bürokrasiyi, devleti ön plana ç›kard›. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde, “devrimleri” gerçeklefltirecek bir burjuvazi olmad›¤›ndan bu görevi bürokrasi üstlenmiflti. Süreci bafltan almayal›m, ama özetleyecek olursak, zamanla oluflan burjuvazinin bürokrasiyi bir engel olarak görmeye bafllad›¤›n› söylemek gerekiyor. Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerini s›n›rland›rma çal›flmalar› bunun uzant›s›. AKP’nin maksad› sivil bir anayasa olsayd›, sadece Anayasa Mahkemesi, HSYK ve YAfi’a odaklanmazd›. Elbette bu yap›lar›n yaratt›¤› sorunlar var. Ancak yine de Anayasa Mahkemesi’nin pek çok anlamda yürütmenin freni ifllevi gördü¤ünü unutmamak lâz›m. Mesela, “yap-ifllet-devret” kanunu çerçevesindeki birçok özellefltirme Anayasa Mahkemesi ve Dan›fltay’dan döndü. Taslakta yarg›n›n özellefltirmelerle ilgili yetkisi s›n›rland›r›l›yor mu? Teklif metninin 125. maddesinde kimsenin dikkat etmedi¤i bir cümle var: “Yarg› yetkisi hiçbir suretle yerindelik denetimi fleklinde kullan›lamaz.” “Yerindelik” kavram›n› flöyle aç›klamaya çal›flay›m, diyelim bir havaalan› yapacaks›n›z, yarg› “havaalan›n› buraya de¤il, fluraya yap” diyemez. Ancak, aç›k takdir hatas› varsa, o zaman denetleyebilir. Bu tasla¤a göre o yetki kald›r›l›yor. Ayn› flekilde, özellefltirmelerin iptaline Dan›fltay veya idarî mahkemeler karar veriyor. Taslak bu yetkiyi törpülüyor. Bugüne kadar yarg› özellefltirmelerin önüne ne kadar geçebiliyordu ki? Do¤ru, çünkü bu konuda Anayasa ve Dan›fltay kanununda de¤ifliklikler yap›ld›. Dan›fltay’›n yetkisi imtiyaz sözleflmelerinde s›n›rland›r›lmaya çal›fl›ld›. Ana-
‹lker K›l›ç
Hükümetin yetkisini art›rmak dünyan›n neresinde sivilleflme olarak tan›mlanabilir ki! Yürütmenin gücünü art›rmak isteyen, neo-liberal anlay›flt›r. O yüzden 12 Eylül anayasas›ndaki mant›k yeni pakette de korunuyor. yasa’da öngörülen de¤ifliklikle bu konudaki s›n›rlama daha da art›r›lmaya çal›fl›l›yor. Yerindelik meselesini biraz daha deflelim isterseniz. Diyelim ki, çok küçük bir derenin önüne dev bir baraj inflaat› yap›ld›. Dan›fltay normalde bunun denetimini yapabilmeli. Yerindelik politik veya teknik kararlara iliflkindir, hukukî kararlara de¤il. Fakat küçük bir derenin önüne baraj yap›lmas›n› hukuk denetleyebilmeli. Oysa, “yarg› yetkisi idarî eylem ve ifllemlerin hukuka uygunlu¤unun denetimiyle s›n›rl› olup hiçbir suretle yerindelik denetimi fleklinde kullan›lamaz” denerek hukukun yürütmenin teknik ve politik kararlar›n› denetlemesinin önüne geçiliyor. Baraj örne¤inde oldu¤u gibi, kamu yarar›ndan uzak bir projeye yarg›n›n müdahil olmas› zorlaflacak. Asl›nda, ilk sorumuz flu olacakt›: De-
mokratik, sivil bir anayasan›n kriteri nedir? Sivil bir anayasan›n sivil toplumun, derneklerin, sendikalar›n, bireyin gücünü art›rmas› gerekir. Aksi halde, yani idarenin yetkisini art›r›yorsa, o anayasa sivil ve demokratik olamaz. Tasar›n›n sivil anayasa öngördü¤ünü savunan hukukçulara ne diyorsunuz? Tek örnek yeter: Cumhurbaflkan›’n›n yapt›¤› ifllemler neden yarg› denetiminin d›fl›nda tutuluyor? Anayasa Mahkemesi ve HSYK üyelerinin seçimine iliflkin maddelerde cumhurbaflkan›n›n yetkileri art›r›l›yor. Elbette HSYK ve YAfi kararlar›na yarg› yolu k›smen aç›l›yor, ama sivil bir anayasan›n tek kriteri bu de¤il ki. Sivil ve demokratik bir anayasa konusunda en büyük tart›flma cumhurbaflkan›n›n tek bafl›na yapt›¤› ifllemler ba¤lam›nda yap›l›r. Liberal kalemler bu konuda tart›flmaya girmeyerek liberalliklerinin s›n›r›n› ortaya koyuyor. Fakat, HSYK ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde TBMM’ye de yetki veriliyor... Bunun hukuk düzenine katk› sa¤lay›p sa¤lamayaca¤› tart›flmal›d›r. Say›fltay üyelerini ve baflkan›n› TBMM seçiyor. Peki, Say›fltay’›n yolsuzluklara müdahale yetkisi var m›? Yok. fiunu unutmayal›m: Esas mesele kanunlar ve Anayasa de¤il, iflleyifl biçimidir. Türkiye’nin temel sorunu budur. Demokratik bir anayasayla da yolsuzluklar›n, çarp›kl›klar›n önünü alamayabilirsiniz. Türkiye’deki sorunlar üstyap›lar›n, yani Anayasa Mahkemesi, HSYK gibi kurumlar›n yap›s›ndan kaynaklanm›yor. Ayn› hukuk sistemiyle sosyalist bir rejimi de kapitalist bir rejimi de idare edebilirsiniz. Do¤ruluk ve yanl›fll›k hukuk metinleriyle çözümlenemez. Metinlerin yorumlanmas› hep konjonktüre göre de¤iflir. Yeni bir anayasan›n demokratikleflme konusunda bir hükmü yok mu? Haflim K›l›ç da söyledi, sadece anayasay› de¤ifltirerek sorunlar› çözemezsiniz. Türkiye’de sorun sosyolojiktir. Sorunu hukukla çözmeye çal›fl›rsan›z, ›skalars›n›z. Kemalizm elefltirilerinde hep üst kurumlara, toplum mühendisli¤ine de¤inilir. Bugün yap›lan da Kemalist mant›¤›n uzant›s›, çünkü sorunun kayna¤› olarak üst kurumlar görülüyor ve orada düzenlemelere gidiliyor. Türkiye'de, hukuk sisteminin devletin resmî ideolojisinin savunuculu¤unu yapt›¤›, dolay›s›yla bireyin hak ve özgürlüklerinden ziyade devlet bekas›n› temel ald›¤› söylenir... Böyle bir yap› gerçekten var m›? Yok mu? Hakim mülâkat›na kat›lan yedi üyeden befli idareden. Mesle¤e giriflte idarenin bu kadar bask›n rolü varken, hakimlerin idareye “ra¤men” iktidar›ndan bahsedebilir miyiz? fiu anki HSYK’n›n bafl›ndaki Ertosun’u idare atamad› m›? Yeni tasla¤a göre, Anayasa Mahkemesi’ne iki “s›radan” vatandafl üye atanabilecek. Peki, neden mesela sendikalar veya sivil toplum örgütleri üye gösteremiyor? O iki s›radan vatandafl üyeyi de yine cumhur-
13
baflkan› seçip atamayacak m›? Bu mudur demokrasi? Ayr›ca, o iki vatandafl için getirilen tek kriter 45 yafl›n üzerinde olmas›. Cumhurbaflkan› neye göre eleme yapacak? Demokrasiyi sadece seçime indirgerseniz, s›n›rlar›n› çok daralt›rs›n›z. Taslakta kamu denetçili¤iyle ilgili düzenlemede “TBMM baflkan›na ba¤l› olarak kurulan Kamu Denetçili¤i Kurumu idarenin iflleyifliyle ilgili flikâyetleri inceler” deniyor. Bunu nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Bak›n, TBMM ‹nsan Haklar› Komisyonu var mesela. Ama bu komisyon insan haklar› konusunda herhangi bir iflleve sahip de¤il. Kamu Denetçili¤i Kurumu’nun sadece idarenin iflleyifliyle s›n›rl› tutulmas› d›fl›nda, kamu bafl denetçisinin de TBMM’de gizli oyla dört y›l için seçilmesi öngörülüyor. Dolay›s›yla, parlamentoda ço¤unlu¤u olan parti bu denetçiyi seçecek. Dönüp dolafl›p seçim meselesine geliyoruz. E¤er kamu denetçisi, mecliste ço¤unlu¤u olan parti taraf›ndan seçilecekse, burada demokratik iflleyiflten söz edilemez. Sizce yeni anayasa tasla¤›n›n bar›nd›rd›¤› temel kusur ne? ‹çerik bir yana, biçimi tart›flamad›k. Yeni bir anayasan›n yap›labilmesi için bütün demokratik tart›flma kanallar›n›n aç›lmas› gerekir. Hükümetin, t›pk› bir zamanlar ordunun yapt›¤› gibi, halk›n kafas›na bir anayasa metni vurmas› kabul edilemez. Siyasî partilere paket için üç günlük süre verdi hükümet. Böyle bir fley olabilir mi? Asl›na bakarsan›z, pakette her ne kadar tart›flmaya, itiraza ve kabule de¤er hususlar bulunsa da, topyekûn bir metin olarak bakt›¤›n›zda, ciddi yenilik olmad›¤› görülür. 10. maddedeki de¤iflikli¤in hiçbir anlam› yok mesela. Ne diyor 10. madde? fiimdiki anayasada varolan “kad›nlar ve çocuklar eflit haklara sahiptir. Devlet bu eflitli¤in yaflama geçmesini sa¤lamakla yükümlüdür” cümlesine sadece flu eklenmifl: “Bu maksatla al›nacak tedbirler eflitli¤e ayk›r› olarak yorumlanamaz”. Zaten Türkiye anayasas›n›n ayk›r› olamayaca¤› uluslararas› sözleflmeler var. Bu cümleyi eklemenin bir anlam› yok. Kad›nlara Karfl› Her Türlü Ayr›mc›l›¤›n Önlenmesi Sözleflmesi (CEDAW) zaten bu hükmü zorunlu k›l›yor. Ciddi bir de¤ifliklik getirmiyorsa, hükümet neden bu anayasal düzenlemelere ihtiyaç duydu? Anayasa Mahkemesi ve HSYK konusunda önemli düzenlemeler var asl›nda. Ama bundan ziyade, yürütmenin güçlendirilmesi çal›flmas›n›n bir uzant›s› bu düzenleme. Asl›nda, 12 Eylül mant›¤›. ‘61 Anayasas› sendikalar›, sivil toplum örgütlerini, bireyin hak ve özgürlüklerini güçlendirirken, ‘82 Anayasas› yürütmeyi güçlendirdi. AKP’nin anayasa paketi bu aç›dan ‘61’in çok gerisinde, ‘82’nin de yan›ndad›r. Bu haliyle anayasa paketi bireyin hak ve özgürlüklerini gelifltirmez, sivilleflmeyi art›rmaz. Ama üstyap›ya iliflkin, yani Anayasa Mahkemesi’nin kararlar›nda ve içtihatlar›nda, HSYK’n›n kararlar›nda de¤ifliklik yaratabilir. Tekrar
14
vurgulayay›m; AKP’nin anayasa paketindeki esas mesele, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’yla ilgili düzenlemeler de¤il, yürütmenin güçlendirilmesi. Yürütmenin, yani halk›n oyuyla seçilen temsilcilerin yetki alan›n›n art›r›lmas›n›n sivilleflme göstergesi oldu¤una kat›lm›yor musunuz? Sivilleflme, devlete ve bizzat yürütmeye karfl› tan›mlan›r. Sivil toplumun, demokratik kitle örgütlerinin, sivil toplum örgütlerinin etki alan›n›n devlete karfl› art›r›lmas›yla tan›mlan›r. Hükümetin yetkisini art›rmak dünyan›n neresinde sivilleflme olarak tan›mlanabilir ki! Kuvvetler ayr›l›¤› ilkesi hukuk kuram›nda nereye dayan›yor? Kuvvetler ayr›l›¤› modern anlamda Montesquieu’ye dayan›r. Kuvvetler ayr›l›¤› denge-fren mekanizmas› yoluyla in-
‘61 Anayasas› sendikalar›, sivil toplum örgütlerini, bireyin hak ve özgürlüklerini güçlendirirken, ‘82 Anayasas› yürütmeyi güçlendirdi. AKP’nin anayasa paketi bu aç›dan ‘61’in çok gerisinde, ‘82’nin de yan›ndad›r.
AKP’nin anayasa tasla¤›nda YÖK’le ilgili bir düzenleme yok, çünkü böyle bir ihtiyaç yok. YÖK art›k AKP’nin güdümünde.
sanlar›n hak ve özgürlüklerinin korunmas› amac›yla ilke edinilmifltir. Dikkat ederseniz, AKP’nin tasar›s›n› övenler, ço¤unlukla 1924 anayasas›n› be¤enirler. 1924’te denge-fren mekanizmas› yoktur, esas yetki parlamentodad›r. Fakat parlamento ço¤unlu¤u ayn› zamanda hükümetin gücüdür. Bunun demokratl›¤› da tart›flmal›d›r. Karfl› tez ise flu: Hükümeti hükümet yapan halk oyudur. Yurttafllar bir sonraki seçimde hükümeti devirebilir... Bu tez sand›k demokrasisiyle s›n›rl›. Önemli olan, mevcut hükümetin yanl›fllar›n›n bir sonraki seçimde cezaland›r›lmas› de¤il, yürütmenin ayn› esnada denetlenebilmesidir. Ayr›ca, cumhurbaflka-
n›n›n kararlar›na bu taslakta da hâlâ yarg› yolu kapal›. Marx’›n sand›k demokrasisini elefltirdi¤i güzel sözü vard›r: “Halk, sesini oy sand›klar›yla duyuruyor. T›pk› Zekeriya peygamberin tanr›s›n›n kuru kemiklere ruh üfleyip canland›rmas› gibi”... O canlanma da millî egemenliktir güya. Halk seçim zaman›nda kuru sand›klara oy atar, oradan ç›kan karara da millî irade denir! Oysa, kaderimi befl y›lda bir yap›lan seçimlerle de¤il, her an belirleyebilme kapasitemin art›r›lmas› gerekiyor ki, o sistem demokratik olsun. Televizyonda kanal seçebilmeye demokrasi demek, liberal demokrasinin anlay›fl›d›r. Bak›n, ‘61 Anayasas›’nda üniversiteler Anayasa Mahkemesi’ne iptal davas› açabiliyordu. fiimdiki taslak bunun yan›ndan bile geçmiyor. Kuvvetler ayr›l›¤› ilkesine dönelim; yürütme, yasamay› oluflturan Meclis’te ço¤unlu¤u oluflturan parti veya partilerden olufluyor. Burada kuvvetler ayr›l›¤› ne kadar mümkün? Can Yücel söylüyor, “Türkiye’de kuvvetlerin ayr›l›¤› Hava Kuvvetleri, Kara Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri fleklindedir”. ‹flaret etti¤iniz sorunun temelini Siyasî Partiler Kanunu oluflturuyor. Kesinlikle baraj›n düflürülmesi gerekiyor. Aksi halde, bu sorunun önüne geçemezsiniz. Ne var ki, Erdo¤an baraj› düflürmek gibi bir niyetleri olmad›¤›n› aç›kça ifade etti. Oysa, demokratik bir anayasa için temsil sorununun ortadan kald›r›lmas› gerekiyor. Frans›z devrim bildirgelerinde “bir anayasa kuvvetler ayr›m›n› içermiyorsa, ona anayasa denmez” deniyor. fiu anda yap›lmak istenen ise kuvvetler ayr›l›¤›n› yürütme ve parlamento ço¤unlu¤u lehine k›s›tlamak, dolay›s›yla denetim mekanizmalar›n› zay›flatmak. Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerinin k›s›tlanmas›n›n alt›nda, mahkemenin verdi¤i parti kapatma kararlar› yat›yor. Anayasa Mahkemesi'nin demokratik kararlar veren bir kurum oldu¤u da söylenemez... Bunu do¤uran Anayasa Mahkemesi’nin yap›s› de¤il ki. Ayr›ca, bir anayasa yap›yorsan›z, neden sadece belli sorunlara odaklan›yorsunuz? Neden bir uzlaflma zemini yakalamaya çabalam›yorsunuz? Türkiye’nin tek sorunu parti kapatmalar› m›? Seçim baraj›na ne diyeceksiniz? Mevcut toplumsal, s›n›fsal ve siyasal durumda uzlaflma zemini nas›l yaratabilir? Her kesimin ç›karlar› ve talepleri farkl›yken mutabakat nas›l sa¤lanabilir? Örne¤in, Kürtlerin taleplerine Türkiye’deki milliyetçileri nas›l ikna edeceksiniz? Ya da tam tersi... Onu çözmenin yolu hukuk metinlerinden geçmez. Bu sorunlar› hukuk yoluyla çözmeye çal›fl›rsan›z, yarg›n›n bask›s› ön plana ç›kar. O zaman da “yarg› iktidar› var” diye bas bas ba¤›r›rs›n›z. Bütün siyasî hesaplaflmalar, toplumsal sorunlar yarg›da çözülmeye çal›fl›ld›¤› için mevcut durum bizi ç›kmaza sokuyor. Bunun sebebi hakimlerin iktidar› de¤il. Toplumsal sorunlar› siyasî ve sosyolojik sorunlar olarak kavrarsan›z ve çözümünü o alanlarda sa¤larsan›z, yarg› bu kadar erk sa-
hibi olmaz. Bugün TMK ma¤duru çocuklar gündemde. Daha önce DGM hükümleri vard›, ama çocuklar bu kadar yayg›n olarak hapse girmiyordu. Demek ki burada yarg›sal de¤il, siyasal sorunlar var. Siyasal sorunlar yarg›ya tafl›nd›¤›nda, sorunun kayna¤› yarg›ym›fl gibi alg›lan›yor. Ayr›ca unutmayal›m ki, çocuklar›n yarg›lanmas›na neden olan TMK’y› bu hükümet yeniden düzenledi. Hukukta yorum çok önemlidir. Yorumsa konjonktüre göre flekillenir. Di¤er yandan, orman vasf›n› yitiren arazilerin sat›fl›yla ilgili düzenleme yap›lmas› da gündemde... Yap›lmas› gereken, orman vasf›n› yitirmifl alanlar›n tekrar a¤açland›r›lmas›n› sa¤lamak. Bir orman› vas›fs›z k›lmak çok kolay; çakars›n›z kibriti bitirirsiniz... Yarg›daki Bonapartizmden söz ederken yarg›n›n s›n›flara mesafeli yaklaflma ihtimalini anlatm›flt›m. 12 Eylül darbesi ne getirmiflti; neo-liberal politikalar›. Onun hukukî zemini de ‘82 anayasas› ve 24 Ocak kararlar›yla oluflturulmufltu. AKP’nin anayasa paketi adeta bunun bir devam›n› teflkil ediyor. Yürütmenin güçlendirilmek istenmesinin alt›nda bu anlay›fl yat›yor; çünkü yarg› neo-liberal politikalar›n görece gerisinde kald›. Hâlâ s›n›f ç›karlar›ndan ba¤›ms›z bir rol oynayabiliyor. ‹flte bu engeli kald›rmak istiyorlar. Bu sadece bir AKP projesi de¤il, genel olarak burjuvazinin tasar›s›d›r. Parlamento ço¤unlu¤u kimin ç›karlar›n› temsil ediyor? HSYK’ya veya Anayasa Mahkemesi’ne atama yapacak olan yürütmenin politikalar›na bak›n, yan›t ortada. Ayn› flekilde cumhurbaflkan› kimin ç›karlar›na daha fazla uyum sa¤l›yor? Yarg›y› da bu sürece uyumlu hale getirmek istiyorlar. Yarg›n›n zaman zaman egemen s›n›f›n ç›karlar›na ayk›r› karar ald›¤›n› söylüyorsunuz ama, ayn› yarg› devletin bekas› ad›na y›llard›r çeflitli kararlar veriyor. Yak›n zamanda AKP’ye verilen ceza, DTP’nin kapat›lmas› vakalar›na ne diyeceksiniz? Do¤ru ve yanl›fl kavramlar› egemen söyleme göre flekillenir. AKP ve DTP hakk›nda haz›rlanan iddianamelere ve kararlara bakal›m. DTP iddianamesiyle AKP’ninki ayn› mant›kla de¤erlendirilseydi, DTP kapat›lmazd› veya AKP de kapat›l›rd›. DTP kapat›l›nca AKP’ye yak›n olanlar dediler ki “Anayasa Mahkemesi hukukî bir karar vermifltir”. AKP hakk›ndaki kapatma davas› için ne dediler? “Siyasî bir karar”... Neye göre siyasî, kime göre hukukî? Leyla Zana DTP üyesi olmad›¤› halde, kapatmaya gerekçe gösteriliyor. Hatta kamuoyunda tart›flma olunca, Anayasa Mahkemesi gerekçeli karar›nda Leyla Zana’yla ilgili k›sm› bold’layarak yay›nlad›. Oysa Anayasa Mahkemesi kamuoyuyla konuflmaz, karar verir. Dolay›s›yla, hem Anayasa Mahkemesi’nin kararlar›n› elefltirmeye hem de DTP’nin kapat›lmas› karar›na “hukukîdir” diyen AKP’lileri elefltirmeye hakk›m›z var. DTP konusunda Anayasa Mahkemesi’nin yan›nda olanlar, Anayasa Mahkemesi’yle ilgili düzenle-
meyi ne kadar sa¤l›kl› yapabilirler? Anayasa Mahkemesi’nin yasaman›n ç›kartt›¤› kanunlar› denetleyebilmesi itibariyle olmazsa olmaz bir mekanizma oldu¤unu tart›flm›yoruz. Zaten Anayasa Mahkemesi fikri de liberal düflüncenin bir ürünü. Oysa, bugün baz› liberaller Anayasa Mahkemesi’nin tamamen kapat›lmas›n› istiyor. ‹kinci Dünya Savafl›’ndan sonra, sadece ceza kanunlar›yla sistem aleyhine
ifllenen hareketlerin önüne geçilemeyece¤ini görüp parti kapatmay› “militan demokrasi” fikriyle ortaya ç›karan da liberal düflüncedir. “Devlet piyasadan elini çeksin” diyen liberaller flimdi, “devlet kriz anlar›nda ekonomiye kar›fl›r” diyor. Anayasa Mahkemesi’yle ilgili fikirleri de bunun gibi, tamamen konjonktürel. Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can Adalet Bakan›’n›n HSYK’da yer almas›n›n güvence oldu¤unu söylüyor...
AKP aleyhine kapatma davas› açaca¤› söylentileri var. Hükümet bu kayg›yla o cümleyi anayasa metnine koymufl olabilir; güncel bir kayg›d›r. Ama tasar› bu haliyle geçerse, çok daha vahim sonuçlara yol açabilir. Diyelim ki bir hükümet bir tehcir karar› ald› ve bir etnik grubu s›n›r d›fl› etti. Böyle faflist bir hükümetin partisi kapat›lmaz m›? Avrupa’da da bir sürü faflist parti kapat›ld› ve A‹HM bu kararlar› destekledi. Ya da diyelim bir yönetmelik ç›kar›ld› ve kad›nlar›n topuklar›na kadar uzun olmayan eteklerle okula gitmeleri yasakland›. Bu idarî ifllemi yapan siyasî parti hakk›nda kapatma davas› aç›lamayacak, çünkü AKP’nin yeni anayasa paketine göre idarî ifllemler, partinin kapat›lmas› için kriter olmayacak. Siyasî partiler hakk›nda kapatma davas› aç›lmas›n›n TBMM’de kurulacak bir komisyonun iznine ba¤lanmas›n› nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Bir kere, komisyona sadece Meclis’te grubu olan partilerden befler üye kat›labilecek. Parlamento d›fl›nda veya grubu olmayan siyasî partiler bu konuda karar veremeyecek. Fakat flimdiki meclis aritmeti¤ine bak›nca, kapatma davas› karfl›-
Ama o bile “bugünkü koflullarda bir güvence” oldu¤u için böyle diyor. Adalet Bakan›’n›n HSYK’da olmas› güvence de¤il, risktir. Hükümet mensubunun bulunmas›yla HSYK’n›n demokratikleflmesi sa¤lanamaz. Nas›l sa¤lan›r peki? Demokratik mekanizmalar›n art›r›lmas› ve HSYK’n›n kendine özgü bir sekreteryas›n›n oluflturulmas› bunun yolunu açabilir. Tasar›daki “idarî eylem ve ifllemler odak olmada kriter olarak gözetilemez” düzenlemesi ne anlama geliyor? Tüzükler, yönetmelikler, genelgeler düzenleyici ifllemlerdir. Trafik polisinin ceza kesmesi de idarî bir ifllemdir. Yarg›tay hakim ve savc›lar›n›n dinlenmesini gerekçe göstererek Yarg›tay Baflsavc›s›’n›n
s›nda AKP, befle bölünüp ayr› partiler ad› alt›nda gruplar oluflturur ve o komisyonda ço¤unlu¤u sa¤larsa, kapatmay› engelleyebilir. Ayr›ca, oylama gizli yap›lacak. Oysa kamuoyu, kimin, kim hakk›nda ne karara vard›¤›n› bilme hakk›na sahip olmal›. Baz›lar› bu anayasa tasla¤›na karfl› ç›kanlar› demokrasiye karfl› ç›kmakla yaftal›yor. Biraz vicdan› olan kimse böyle bir ç›karsamada bulunmaz. Ayn› zamanda, bu tasla¤›n demokrasi getirmekten uzak oldu¤u da kabul edilir. Memurlara toplu sözleflme hakk› veriliyor, grev hakk› tan›nm›yor. Sendikay› derneklerden ay›ran, grev ve toplu sözleflme hakk›d›r. Anayasan›n 13. maddesi, hakk›n özüne dokunulamayaca¤›n› söyler, grev hakk› vermeyerek hakk›n özünü vermemifl olursunuz. Tasla¤a göre, toplu
Memurlara grev hakk› tan›nm›yor. Sendikay› derneklerden ay›ran, grev ve toplu sözleflme hakk›d›r. Anayasan›n 13. maddesi, hakk›n özüne dokunulamayaca¤›n› söyler, grev hakk› vermeyerek hakk›n özünü vermemifl olursunuz.
15
148. madde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel flikâyetin yolunu aç›yor... Düzenlemeye göre, flikâyet konusunun hem Avrupa ‹nsan Haklar› Sözleflmesi kapsam›nda olmas›, hem anayasal hak ve özgürlüklerden biri olmas›, hem de ihlâlin kamu gücü taraf›ndan yap›lm›fl olmas› gerekiyor. Oysa, bir hak kamu gücü taraf›ndan ihlâl edilmese de devletin pozitif sorumlulu¤u vard›r. Diyelim, Güneydo¤u’da bir köy bas›ld›, insanlar öldürüldü. Onlar› devlet veya devletin paramiliter güçleri de¤il de PKK öldürmüfl olsa bile devlet yaflam hakk› kullan›-
TMK ma¤duru çocuklar gündemde. Çocuklar›n yarg›lanmas›na neden olan TMK’y› bu hükümet yeniden düzenledi. Demek ki yarg›sal de¤il, siyasal sorunlar var. Siyasal sorunlar yarg›ya tafl›nd›¤›nda, sorunun kayna¤› yarg›ym›fl gibi alg›lan›yor. m›n› sa¤lamad›¤› için objektif sorumludur. Taslakta “kamu gücü” vurgusu yap›lmas›, devletin bu objektif sorumlulu¤undan kaçmas› anlam› tafl›r. Yürürlükteki anayasada bu konuda nas›l bir hüküm var? Herhangi bir hüküm yok. O nedenle bu öneri bir ilerleme olarak görülebilir. Ama yap›lan s›n›rland›rma bu hakk› kullanmay› engelliyor. Ayn› zamanda, A‹HM baflvurular›n›n önüne bir engel daha konmufl oluyor. Bu Anayasa Tasla¤› 12 Eylül anlay›fl›n›n bir devam›. Sadece cumhurbaflkan›n›n yetkisinin art›r›lmas› nedeniyle yürütme güçlendirilmiyor, ayr›ca yürütme ve idarenin yarg› yoluyla denetiminde yetkili Dan›fltay’›n Anayasa Mahkemesi ve HSYK’daki etkisinin azalt›lmas›yla; Anayasa’n›n 125. maddesinde yap›lan “yerindelik denetimi” üzerindeki kuvvetli vurgu; siyasî partilerin kapat›lmas›na iliflkin maddede yer alan “idarî ifllem ve eylemler” ile hükümetin ba¤›n›n kopar›lmas› yönündeki hükümle de 12 Eylül anlay›fl›, neo-liberal devlet ve ekonomi anlay›fl› devam ettiriliyor. Geçici 15. madde kald›r›larak darbecilere yarg› yolu aç›l›yor, zihniyet devam etmifl olsa böyle bir de¤ifliklik düflünülür müydü?
KÜLTÜR VE SİYASETTE FEMİNİST YAKLAŞIMLAR 2010 Feminist Yaklaşımlar dergisinin üçüncü kitabı. Kitap, Feminist Yaklaşımlar’ın 2009 yılı boyunca internet üzerinden paylaştığı yazılardan yapılan bir seçki niteliğinde. Türkiye’de demokratik açılım ve anadil tartışmaları, kadınların barış mücadelesi, İsrail’in Filistin işgali ve işgalin Türkiye’deki yansımaları ve küresel kapitalizm ve feminizm tartışmaları kitapta yer alan konular arasında.
• Çözüm Sürecine Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden Bakmak / Handan Çağlayan • Türkiye'de Demokratik Açılım ve Anadil Tartışmaları Üzerine: Füsun Üstel ile Söyleşi • Toplumsal Barış ve Kürtçe Dil Eğitimi Üzerine: Ronayi Önen ile Söyleşi • Açıl Susam Açıl / Karin Karakaşlı • Pavagan E (Yeter!): Zabel Yesayan'ın Barış Çağrısını Duyabilmek / Melissa Bilal • Etnikleştirilmiş Silahlar ve İsrail'de Feminist Antimilitarizm / Rela Mazali • Türkiye'de Yahudi Olmak: / Beki Bahar ile Söyleşi • Türkiye'de Yahudilik ve Sabetaycılık: / Leyla Neyzi ile Söyleşi • Filistinli Aktivist Bir Kadın Sanatçı: / Reem Kelani ile Söyleşi • Türkiye Popüler Müziğinde “Aykırı” Kadınlar / Burcu Yıldız • Yoksul Olma Özgürlüğü ya da Küresel Kapitalizme Dair Feminist Bir Teoriye Neden İhtiyacımız Var? / Anna Tsing • Feminizm, Kapitalizm ve Tarihin Oyunu / Nancy Fraser • Fraser ve Feminizm: Söylem Kimin Söylemi, Tarih Kimin Tarihi? Özlem Aslan, Zeynep Gambetti
15. maddenin kald›r›lmas› darbecilere iyi bir mesaj olur elbette. De¤ifliklik yasalaflsa bile zaman afl›m› gibi unsurlardan ötürü darbecileri hapiste görmek pek mümkün olmayacak, ama e¤er yan›l›yorsam bile hapiste gördüklerimiz belki de flu sözü dillendireceklerdir: “Biz içerdeyiz, fikrimiz iktidarda”. Bu meclisin anayasa yapamayaca¤› söyleniyor. Buna dayanak olarak da yüzde 10 baraj› ve dolay›s›yla temsiliyet sorunu gösteriliyor. Anayasa de¤iflikli¤i referanduma götürülürse, temsil sorunu afl›lm›fl olmaz m›? Meflruiyetin tek yolu seçim de¤ildir, “evet” ve “hay›r”la meflruiyet sa¤lanamaz. Meflruiyetin kriteri hak ve özgürlüklerin korunmas› veya art›r›lmas›d›r. Ama buna halk karar vermifl olacak... Halk faflizme karar verdi¤inde meflru mu diyece¤iz? ‹sviçre’de minare yasa¤› halk oyuyla al›nd›. Meflru mu diyece¤iz? Sadece sand›ktan ç›kana meflru denirse, kimsenin özgürlü¤ü kalmaz. Hitler de halk oyuyla gelmiflti. Pakette, son madde olarak “halkoyuna sunulmas› halinde tümüyle oylan›r” deniyor; diyelim ki 10. maddedeki de¤iflikli¤i istiyorum da 53. maddeyi istemiyorum. Ne olacak? Toplumsal mutabakat›n ölçütü nedir? Bu siyaset biliminin tart›flma konusudur. Toplumsal mutabakat› bask›yla da sa¤layabilirsiniz, demokratik tart›flma kanallar›n› açarak da. Hukuk metinleri de¤ildir toplumsal mutabakat› sa¤layan. Tersine, toplumsal mutabakat›n hukuk metinlerini belirlemesi lâz›m. ‹deal bir mutabakat yoktur; sadece insanlar›n susmas› vard›r. Asl›nda, Habermas’›n fikrinin alt›nda da bu vard›r. Bunu insanlar›n hak ve özgürlüklerini geniflleterek veya daraltarak yapman›n yollar› var. Toplumsal mutabakat herkesin ayn› düflünmesini de¤il, insanlar›n birbirinin haklar›na tahammülünü gerektirir. Bu ise anayasa metinleriyle yap›lamaz. Tart›flarak, konuflarak yap›labilir. AKP’nin paketi insanlar›n hak ve özgürlüklerini geniflletme fikrinden de mutabakat sa¤lama amac›ndan da uzak.
Söylefli: ‹rfan Aktan
sözleflmeden uzlaflma ç›kmazsa, uzlaflt›rma komisyonuna gidiliyor. Uzlaflt›rma komisyonunun hükümleri ise kesindir. Taslakta “haklar” halihaz›rda zaten var. Sadece, bu haklar kullan›lam›yor. Taslakla ilgili bir yaz›n›zda Carl Schmitt’i referans alanlara flu hat›rlatmay› yap›yorsunuz: “Referans ald›klar› Schmitt, yarg›n›n pasif bir süje oldu¤unu, o nedenle bir iktidar oda¤› olamayaca¤›n› söylüyordu...” Carl Schmitt iktidar heveslisi bir adamd›r, e¤er o bile yarg›n›n bir iktidar oda¤› olamayaca¤›n› söylüyorsa, buna dikkat etmek lâz›m. Evet, yarg› pasif bir süjedir, çünkü dava açt›¤›n›z zaman yarg› ifllemeye bafllar. Yarg›n›n bu pozisyonu istisnaî durumlarda de¤iflir. Yarg› sisteminde hakimlere nazaran aktif olan kifli savc›d›r. Türkiye’de bir yarg› iktidar›ndan söz edilecekse, o da savc›lar›n iktidar›d›r. Getirilecek baz› düzenlemelerle savc›lar›n flimdiki kadar rahat hareket etmeleri engellenebilir. Peki yeni düzenlemeyle bu yap›l›yor mu? Hay›r. Ceza Usûl Kanunu’ndaki ilgili maddeler do¤ru düzgün uyguland›¤›nda bu sorun da çözülür. Fakat HSYK’da yap›lmas› düflünülen düzenleme bu sonucu getirmez, çünkü sadece üye yap›s›na odaklan›yor. Dikkat ederseniz, anayasa paketini kimi alk›fll›yor, kimi de tümden reddediyor. Oysa meseleye daha bafltan yanl›fl dahil olunuyor. Demokratik bir anayasa, do¤ru düzgün bir kamusal tart›flmayla temellendirilir. O yüzden sözünü etti¤iniz yaz›mda Habermas’›n “argümantasyon teorisi”nden bahsettim. Habermas, bafltan do¤ru veya yanl›fl›n olmayaca¤›n›, bunun iletiflim sürecinden sonra ortaya ç›kabilece¤ini söyler. Dolay›s›yla, belli bir iletiflim sürecinden ç›kmayan do¤ru veya yanl›fllar, gerçek do¤ru ve yanl›fl de¤ildir. Demokratl›k, istemedi¤i fikirleri de duymaya tahammül etmektir. Dikkatinizi çekeyim, yarg› sadece AKP’nin meselesi de¤il. Yürütmenin gücünü art›rmak isteyen, esas olarak neo-liberal politika anlay›fl›d›r. O yüzden 12 Eylül anayasas›ndaki mant›k yeni pakette de korunuyor.
AKP’N‹N BARAJ ISRARI VE HASANKEYF’‹N EfiS‹ZL‹⁄‹
Kalbini hançerleyen ülke Dicle Vadisi ve Hasankeyf üzerine kurulmak istenen Il›su Baraj› ›srar›, dehflet ve komedi aras›nda gidip geliyor. Bu bölgede nas›l hunharca bir katliama giriflildi¤i aflikâr, gelgelelim, onca kampanyaya ra¤men devletin, flirketlerin ve bankalar›n püskürtülmesi mümkün olmuyor. Hasankeyf üzerindeki ›srar, iliklerimizi emen zihniyeti gözler önüne seriyor. Do¤a Derne¤i’nden Güven Eken, Dicle Vadisi’nin ve Hasankeyf’in neden ihtimamla korunmas› gereken bir do¤al ve tarihsel çevre oldu¤unu anlat›yor... Do¤a Derne¤i’ni hidro-elektrik santrallere (HES) karfl› yürüttü¤ü mücadeleyle tan›yoruz. Ancak HES’lerle ilgili çal›flmalar›n›zdan daha da eski bir mücadeleniz var: Her hükümetin inatla savundu¤u Il›su Baraj› projesi yüzünden sular alt›nda kalma tehlikesiyle karfl› karfl›ya bulunan Dicle Vadisi ve Hasankeyf’i kurtarmak. Bu konuyla neden ve ne zamandan beri ilgileniyorsunuz? Güven Eken: Hasankeyf meselesine ilgimiz, Do¤a Derne¤i’nin kuruluflunun öncesine dayan›yor. ‹lk kez Do¤al Hayat› Koruma Derne¤i’nde çal›fl›rken GAP ‹daresi’nin davetiyle Güneydo¤u’ya gittim. GAP projesinin do¤al hayat› ve canl›lar› nas›l etkileyece¤iyle ilgili bir rapor haz›rlamam›z› istediler. 1999 y›l›n›n may›s ay›yd›. Hem F›rat hem de Dicle Vadisi ve bu vadiler aras›nda uzanan bozk›r alanda k›sa ama kapsaml› bir gezi yapt›k. Bölgenin, sadece sular alt›nda kalacak binlerce y›ll›k bir uygarl›¤›n befli¤i, bir Ortaça¤ baflkenti olan Hasankeyf aç›s›ndan de¤il, henüz ad› dahi bilinmeyen, en ufak bir dokümantasyonu yap›lmam›fl Dicle Vadisi aç›s›ndan da ne kadar önemli oldu¤unu ilk o zaman fark ettik. Bir biyolojik çeflitlilik uzman› olarak gördüklerime inanamad›m. Karfl›mda, ciddi bir flekilde incelendi¤inde dünyan›n en önemli do¤a miras alanlar›ndan biri olabilecek, kilometrelerce uzanan, eflsiz bir vadi vard›. Dicle Vadisi, jeolojisi, bitki örtüsü, bal›k türleri ve yaban hayat›yla Amerika’daki Grand Canyon’u aratmayacak ola¤anüstü bir do¤al zenginli¤e sahip. UNESCO do¤al miras› olabilecek bir alan› kendi ellerimizle yok etmek üzereydik. Geri döndü¤ümüzde durumu yaz›l› ve sözlü olarak GAP ‹daresi’ne bildirdik. Il›su Baraj› çok eski bir proje,
Güven Eken
Dünya miras› ilan edilen alanlar, on kriterle de¤erlendiriliyor. Hasankeyf dokuz kriteri birden karfl›l›yor. Tazmanya adas› yedi, M›s›r Piramitleri üç, Çin Seddi befl kriter karfl›larken, dokuz kriter birden sa¤layan ikinci bir yer yok. y›llard›r konuflulur, ama pek bir fley yap›lmaz. 2004’te Almanya, Avusturya ve ‹sviçre koflullu olarak baraja destek vermeye karar verdi. Hatta göstermelik bir temel atma töreni dahi yapt›lar. Biz de bunun üzerine 2004 y›l›nda Hasankeyf konusunda kampanya yapmaya karar verdik, çünkü Il›su Baraj› Projesi, Türkiye’de do¤ay› topyekûn tehdit eden en büyük projedir. Hiçbir ikinci yat›r›m yok ki bu kadar fazla do¤al alan›, bu kadar fazla canl› türünü, bu kadar fazla tarih alan›n› tek bafl›na yok etsin. 400 km’lik bir alandan bahsediyoruz. Yani ‹stanbulAnkara mesafesi kadar el de¤memifl bir do¤al alan›, bakir bir nehir yata¤›n›, Türkiye’de sadece o bölgede yaflayan kufl türlerini, F›rat kaplumba¤as›n› (Rafet) topyekûn silecek bir proje bu. Yok olacak
Hasankeyf de cabas›. 2004’ten bu yana bu kampanya üzerinde çal›fl›yoruz. Kampanyan›zda, yok olma tehlikesiyle karfl› karfl›ya olan do¤al miras›n yan›s›ra, Hasankeyf ön plana ç›k›yor. Nedir Hasankeyf’i bu kadar önemli k›lan? Hasankeyf herhangi bir tarihî flehir de¤il. UNESCO’nun belirledi¤i kriterlere göre bir dünya miras› kavram› var. Dünya miras› ilan edilen alanlar on kriter ›fl›¤›nda de¤erlendiriliyor. Bir alan bu on kriterin birini bile sa¤l›yorsa, UNESCO o alan›, o eseri, o bölgenin bulundu¤u ülkeyi dünya miras› ilan edilebiliyor. Bu on kriterin dokuzunu birden sa¤layan dünyadaki tek yer Hasankeyf. Tazmanya adas› yedi, M›s›r Piramitleri üç, Çin Seddi befl kriter karfl›larken, dokuz kriter birden sa¤layan ikinci bir yer yok. Hasankeyf’te özel olan flu: Kültür eserleri, yani insanlar›n b›rakt›¤› eserler ve do¤a o kadar iç içe geçmifl ve bu birliktelik o kadar eski ki –15 bin y›l–, bütün kriterleri ayn› anda sa¤layan muazzam bir dünya miras›na dönüflmüfl Hasankeyf. ‹nsanlar›n yerleflik hayata ilk geçti¤i, tar›m yapt›¤›, alfabeyi kullanmaya bafllad›¤›, köyleri kurdu¤u, bilimi, sibernetik bilimini keflfetti¤i, uygarl›¤›n dünyaya yay›ld›¤› vadiden bahsediyoruz. Hasankeyf’in insanl›k için çok büyük önemi var. Maalesef Türkiye bunun fark›nda de¤il. Bu lokal bir mesele olarak görülüyor, bir enerji meselesi olarak kabul ediliyor. Türkiye asl›nda kendi kalbini hançerliyor Il›su Baraj›’yla. Hasankeyf gibi bir miras›, Dicle Vadisi gibi eflsiz bir do¤al hazineyi yok eden bir Türkiye’nin gelece¤e yönelik herhangi bir plan yapmas› mümkün de¤il, çünkü insanl›¤›n ç›k›fl noktas› buras›. O yüzden ›srarla Hasankeyf’in üzerinde duruyoruz. Sular alt›nda kalmamas› için her türlü fleyi yapaca¤›z, böyle bir hataya göz yummam›z mümkün de¤il. Hükümet Hasankeyf’in yok edilmeyece¤ini, baflka bir bölgeye tafl›naca¤›n› söylüyor. Hasankeyf’i tafl›mak mümkün mü? fiöyle düflünelim; Türkiyeyi Yunanistan’a tafl›yabilir misiniz? Önemli yap›lar›, mesela Ayasofya’y›, Efes’i, An›tkabir’i, buradaki insan yaflam›n›... Diyelim tafl›d›n›z, götürdü¤ünüz yer nas›l Türkiye olmayacaksa, Hasankeyf de götürülece¤i söylenen yerde Hasankeyf olmaz. Hasankeyf, do¤an›n ve kültürel miras›n et ve t›rnak gibi birbirine geçti¤i, kayalar›n içerisinde yerleflim alanlar›n›n bulundu¤u, Ortaça¤’dan kalma çok önemli eserlerin oldu¤u ola¤anüstü bir co¤rafya. Böyle bir do¤al peyzaj oldu¤u için zaten 15 bin y›la kadar gitti Hasankeyf’in geçmifli. Orada insanlar yafl›yor. Il›su Baraj›’yla Hasankeyf’i var eden bütün etmenler ortadan kalkacak, yani o vadi, o kanyon, iki nehrin birbiriyle buluflma noktas›... K›saca Hasankeyf’in köklerini yok edeceksiniz. Kökü yokedilen a¤aç eninde sonunda kurur. Il›su Baraj›, Hasankeyf’in köklerini kaz›yan bir projedir. ‹ki minareyi, birkaç tarihî eseri tafl›makla Hasankeyf’i tafl›m›fl olmuyorsunuz. Türkiye’nin en önemli restorasyon uzmanlar›ndan biri olan, ‹stanbul Üniversitesi
17
Arkeoloji Bölümü Restorasyon Anabilim Dal› Uzman› Prof.Dr. Zeynep Ahunbay’›n, Hasankeyf’in hiçbir flekilde tafl›namayaca¤›n›, bunun sadece peyzaj ve do¤a olarak de¤il, ayn› zamanda teknik olarak da mümkün olmad›¤›n› belgeleyen say›s›z bilimsel raporu var. Hükümet hâlâ Hasankeyf’i tafl›yaca¤›z diyor. “Hasankeyf’i tafl›yaca¤›z” iddias› devletin, inflaat flirketlerinin ve bu projeye kredi veren bankalar›n bir iletiflim manevras›d›r. Onlar bizden çok daha iyi biliyorlar Hasankeyf’in tafl›namayaca¤›n›. Bu sözler sadece kamuoyunun bu konudaki direncini ortadan kald›rmak için bilinçli olarak verilen mesajlard›r. UNESCO’nun on kriterinden dokuzunu karfl›layan Hasankeyf, flu ana kadar niçin UNESCO’nun dünya miras› listesine eklenemedi? Çünkü baflvurusunu Kültür ve Turizm Bakanl›¤›’n›n yapmas› lâz›m. Yapam›yorlar, çünkü ortada Il›su Baraj› projesi var. Bölgenin kalk›nmas› için yap›ld›¤› söylenen proje nedeniyle elli y›ld›r bölgede çivi çakt›rm›yorlar. Bölgenin geliflmesine yönelik bütün faaliyetler elli y›ld›r durmufl durumda. Turizm yap›lam›yor, kalk›nmaya yönelik hiçbir yat›r›m yap›lam›yor, dükkân aç›lam›yor, sanayi geliflemiyor, insanlar evlerini restore edemiyor. Niye? Il›su Baraj› var. Öyle ironik bir durum ki, devlet Dicle Vadisi’ni geri b›rakan ve bölgede terörü besleyen bu projeyi, bütün bunlar›n önünü kesecek proje olarak finanse ediyor. Son derece trajikomik bir durum. Baraj›n yap›m›n› üstlenen iki konsorsiyum projeden çekilmifl. Çekilme nedenleri neydi? Bu konufltuklar›m›z iflte. Hasankeyf ne yaz›k ki pek çok insan›n ziyaret etmedi¤i bir bölgede yer ald›¤› için, bilgisizlikten olsa gerek, Ege’de benzerlerine çok rastlad›¤›m›z, iki tafl›n üst üste konmas›ndan oluflan basit bir tarih altyap›s›na sahip bir yer zannediliyor. Oray› sular alt›nda b›rakacak olan kurum ve kifliler ancak derinlemesine araflt›r›l›nca olay› idrak ediyorlar. Bu konsorsiyumlar›n çekilme hikâyesi de böyle oldu. En son geçen yaz Almanya, ‹sviçre ve Avusturya çekildi. 2004’te bu ifle girdiklerinde yapacaklar›ndan çok emindiler. “Gerekirse kufllara ada yapar›z, minareleri de tafl›r›z, bir- iki
18
ma¤ara da su seviyesinin üzerinde kal›yor zaten, sorun de¤il” fleklinde bak›yorlard› konuya. Kamuoyu bask›s›yla Hasankeyf’in insanl›k için, uygarl›k için ve do¤a için ne anlama geldi¤ini farkettiklerinde geri ad›m att›lar. Zaten Türkiye’nin ulusal mevzuat› da, imzalad›¤› uluslararas› sözleflmeler de, AB düzenlemeleri de böyle bir baraj›n yap›lmas›na izin vermiyor. Hiçbir Avrupa ülkesi, Il›su Baraj› gibi bir proje nedeniyle Hasankeyf gibi bir yerin sular alt›nda b›rak›lmas›n› hayal bile edemez. Böyle bir iflin içine çekilmifllerdi, sonunda yapt›klar› hatay› anlad›lar ve bu projeden ç›kt›lar. Projenin devam edebilmesi flart› olarak Türkiye’nin önüne gerçeklefltirilmesi gereken 150 kriter koydular, Türkiye bunlar›n hemen hiçbirini yerine getiremedi. Bu baraj›n elektrik ihtiyac›n›n ne kadar›n› karfl›lamas› bekleniyor? Üretilecek enerji, Türkiye’nin elektrik ihtiyac›n›n yüzde 1’ini dahi bulmayacak. Bu kadar büyük bir y›k›m bu kadar küçük bir girdi için mi yap›l›yor yani? Aynen öyle. Oysa Hasankeyf’in, Dicle Vadisi’nin UNESCO dünya miras› ilan edilmesi halinde Türkiye’ye sa¤layaca¤› ekonomik de¤er bunun kat kat üzerinde. Enerjiyi baflka bir yerde üretebilirsiniz, ama Güneydo¤u Anadolu’da kültür ve do¤a turizmi konusunda böyle bir potansiyel daha bulamazs›n›z. Bol rüzgâr al›yor diye Ayasofya’y›, Sultanahmet’i kald›r›p oralara rüzgar türbünleri kur-
Akbank ve Garanti Bankas›’n›n, bu kirli projenin içinde kalmalar› yetmiyormufl gibi, verecekleri ödenekleri art›rmalar›, bunlar› gizlemeleri, hatta medya kurulufllar›nda haber yap›lmas›n› engellemeleri korkunç bir fley.
mak fikri konuflulabilecek bir fley midir? Hasankeyf de böyle bir fley iflte. Ama bölge uzak, proje çok ya¤l›... Kamuoyu da konunun ciddiyeti hakk›nda yeterince bilinçlenmedi¤i için, hâlâ bunu yapmaya çal›fl›yorlar. Hükümet bu baraj›n güvenlik için de gerekli oldu¤unu, bölgedeki terör tehdidini azaltaca¤›n› savunuyor. Baraj gerçekten böyle bir özellik mi tafl›yor? Bunlar›n hepsi kamuoyunda bu projeye taraftar toplamak için profesyonelce kurgulanm›fl iletiflim mesajlar›. Enerjiyle ikna olmayan› millî güvenlik, onunla ikna olmayan› terörle mücadeleyle ikna etmeye çal›fl›yorlar. Bu baraj›n yap›lmak istenmesinin yegâne sebebi, bu ifli yapacak olan flirketlerin bu iflten kazancaklar› para. Devleti de, bankalar› da, milleti de, halk› da bir güzel inand›rm›fl durumdalar. Zaten bu yüzden ihalesiz yap›lmaktad›r bu baraj. ‹nanabiliyor musunuz, Türkiye’nin en büyük yat›r›m projelerinden biri olan Il›su Baraj› ihalesiz yap›l›yor. 1997’de ç›kar›lan bir kararnameye dayand›r›larak 2004’te Bakanlar Kurulu karar›yla ihalesiz olarak Cengiz ve Nurol ‹nflaat’a verilmifltir. Kanun yoktur, usûl yoktur. Neden o flirketlere verilmifltir, bilinmez. Bu imza nas›l at›ld›, karar› kim ald›, sorsan›z söylemezler. Avrupa’daki kredilerin geri çekilmesinin ard›ndan Çevre ve Orman Bakan› Veysel Ero¤lu, bu ifli kendi bafllar›na halledeceklerini söyledi. Geçti¤imiz aylarda da krediyi verecek bankalar›n bulundu¤unu, anlaflmalar›n yap›ld›¤›n› aç›klad›. Yaln›z, bankalar›n isminden bahsetmedi. Bunun ard›ndan, Do¤a Derne¤i bu bankalar› bas›n yoluyla aç›klad›. Bu bankalar nas›l ortaya ç›kt›, konuyla ilgili aç›klamalar› var m›? Garanti Bankas› ve Akbank bu projeye yeni girmedi. 2004’ten beri projeye dahiller; konsorsiyum, Avusturya, ‹sviçre, Almanya ve Türkiye ortakl›¤›yla kurulmufltu. Bu flirketler, bankalar ve devletler çekildi, geriye sadece Türk flirketleri kald›. Garanti Bankas› ve Akbank isteseler, Türk hükümeti kriterleri yerine getirmedi¤i için, iflin içinden ç›kabilirlerdi. Asl›nda olmas› gereken de buydu. Bütün Avrupal› taraflar bu berbat projeden çorap sökü¤ü gibi ç›kt›¤›nda, do¤ay› ve kültürü savundu¤unu iddia eden, uluslararas› standartlarda çal›flt›¤›n› söyleyen iki Türk bankas› da çekilmeliydi. Bu kirli projenin içinde kalmalar› yetmiyormufl gibi, verecekleri ödenekleri art›rmalar›, bunlar› gizlemeleri, hatta medya kuru-
Il›su Baraj› Projesi, Türkiye’de do¤ay› topyekûn tehdit eden en büyük projedir. Hiçbir ikinci yat›r›m yok ki bu kadar fazla do¤al alan›, bu kadar fazla canl› türünü, bu kadar fazla tarih alan›n› tek bafl›na yok etsin.
Hasankeyf’i yaflat›rsa bu ülkede demokrasiyi yaflat›r, tarihi yaflat›r, kültürü, do¤ay› yaflat›r. fiu an Türkiye’nin en ciddi meselelerinden biri bu. Hasankeyf gibi bir co¤rafyan›n hakk›n› korursak insanl›¤›n hakk›n› koruyabiliriz, demokratikleflebiliriz. Demokrasi sadece bugünün insanlar›n›n parmak ço¤unlu¤u de¤il ki, geçmiflte yaflam›fl uygarl›klar›n da demokraside söz hakk› olmal›, çünkü onlar›n att›¤› temellerin üzerinde yafl›yoruz. Baflka sivil toplum kurulufllar›n›n konuya tavr› nas›l? Neredeyse tamamen ilgisizler. Destekleyenlerin ço¤u da flifahî bir destek veriyor. TEMA, Do¤al Hayat› Koruma Derne¤i (WWF) gibi kurumlar dahi sessiz. Üstelik WWF uluslararas› faaliyet gösteren bir kurulufl. Bundan sonra ne yapmay› düflünüyorsunuz? Mücadelemize devam ediyoruz, daha yeni bafllad›k. Gerekiyorsa sokak sokak örgütlenece¤iz, bunu duymayan insan kalmayacak. Asl›nda onlar saklad›kça, bu ifli örtbas etmeye kalk›flt›kça daha çok duyuluyor. Hasankeyf y›k›lmaz. Sular alt›nda kal›r, yine de yok olmaz. De¤eri
rarlar oldu¤unda sorgulay›c› bir anlaflma. Burada bilinçli ve sistematik olarak do¤aya, tarihe ve kültüre yap›lan bir haks›zl›k var. Türkiye’de ister kamu kurumu, ister özel kurum ya da sivil toplum kuruluflu, hiçbir kurum bulamazs›n›z ki, “Hasankeyf meselesini içime sindirebiliyorum, sular alt›nda kalabilir” desin. Hiçbir banka bunu yapamaz. Türkiye’deki en ciddi sanat eserinden, en önemli do¤a miras›ndan bahsediyoruz. Bunu yok etmeniz, her fleyi yok edebilirsiniz demektir. Dünyay› kurtarmak çok büyük bir söylem olabilir, ama bu asl›nda elimizde olan bir fley. Yapmam›z gereken en temel fley, kendi güç, yetki, iktidar alan›m›z neyse, o alan içindeki dünyay› kurtarmak. Hasankeyf’i yok ederek, dünyan›n yok olmas›na neden olan önemli ad›mlardan birini atm›fl oluyoruz. Bu bankalar›n yapabilece¤i en güzel sosyal sorumluk projesi Hasankey’i kurtarmak olurdu. Sivil toplum kurulufllar›
daha fazla artar, daha fazla tan›n›r. Günün birinde nas›l olsa baraj y›k›l›r, hafriyat devrilir, Dicle Nehri yine akar. Yok olacak olan asl›nda bankalar›n kendisi. Geri ad›m atmazlarsa, onlar›, 15 bin y›ll›k, bugün dahi insanlar›yla birlikte yaflayan bir tarihi yok eden bankalar olarak tarihe geçirece¤iz. Bir tarafta verdikleri kredilerden kazanacaklar› üç-befl kurufl para, di¤er tarafta eflsiz bir do¤a, tarih ve tabii ki itibarlar›... Karar vermek durumundalar. Bu bankalar için en onurlu durufl, projeden bir an önce çekilmek ve çekildi¤ini aç›klamakt›r. Sivil toplum kurulufllar› olarak sadece yapt›klar›m›zdan de¤il, yapmad›klar›m›zdan da sorumluyuz. Bu ülkede Hasankeyf, Dicle Vadisi gibi önemli bir co¤rafya yok ediliyorsa ve bizler buna tepki vermiyorsak, görevimizi yapm›yoruz demektir. Hasankeyf bir gün sular alt›nda kal›rsa, bunun vebalinin alt›nda hepimiz kal›r›z.
Foto¤raflar: Tolga Sezgin / NarPhotos
nan bir durum. Faturay› k⤛da basmayarak ya da bir sivil toplum kurulufluna sponsorluk yaparak çevreci gözükülebilece¤ini san›yorlar. Çevrecilik böyle bir fley de¤il. Aslolan, bizzat yapt›¤›m›z eylemlerdir. ‹nsan haklar› konusunda çok iyi fleyler yap›p di¤er taraftan katil olmak diye bir fley olabilir mi? Hasankeyf meselesi, çevrecili¤i reklam malzemesi olarak kulland›klar›n›n somut kan›t›. Bir yandan, Türkiye’de do¤ay› en fazla yok eden projenin gerçekleflmesini sa¤lay›p, Hasankeyf’i yok edip di¤er yandan çevreden, do¤adan bahsedemezsiniz. Bu Akbank için de geçerli; onlar da sanat projelerine destek veriyorlar. Halbuki Türkiye’deki en ciddi sanat eseri Hasankeyf’tir. Bankalar her projeye kredi verebilir mi? Bunun k›staslar› yok mu? ‹ki banka da Birleflmifl Milletler’in Global Compact anlaflmas›na imza atm›fl. Bu anlaflma, çevreye daimî, istikrarl›, kastî za-
Söylefli: Saner fien
lufllar›nda haber yap›lmas›n› engellemeleri korkunç bir fley. Bu kadar korkunç bir direnç göstereceklerini kestiremedik. Bu konuyu bankalarla görüfltünüz mü? Tabii, üst düzeyde görüflüyoruz... Projeye destek verdiklerini kabul ediyorlar m›? Bunu nas›l aç›kl›yorlar? Her iki banka, bu iflin içinde oldu¤unu kabul ediyor. Zaten olmasalar çoktan yalanlarlard›. Yüz yüze konuflmalarda da bunu kabul ettiler. Her iki banka da piflman oldu¤unu söylüyor, ama flu aflamada geri ad›m atmaya niyetli de¤iller. “Bir daha olsa yapmay›z” diyorlar. Bir daha diye bir ihtimal yok. Dünyada bir tane Dicle nehri, bir tane Hasankeyf var. Niye çekilemediklerini anlatt›lar m›? “2004’te att›k imzay›, biz de zor durumday›z, bu paray› vermezsek her aç›dan bask› alt›na gireriz, devlet ve flirketler bizi bask› alt›nda tutuyor, bu ifli yapmaya mecburuz, üzgünüz” diyorlar. Bankalar›n ad›n› bas›n bültenleriyle duyurmaya çal›flt›n›z. Haber yapan oldu mu? ‹lk defa Milliyet’te, bankalardan al›nan demeçle birlikte yay›nland›. Ard›ndan alternatif medyada birkaç gazetede... Ancak sonras›nda ciddi bir ambargoyla karfl›laflt›k. Su anda tüm medya üç maymunu oynuyor. Geçti¤imiz günlerde Garanti Bankas›’n›n genel müdürlük binas› önünde bas›n aç›klamas› yapmaya çal›flt›k. Güvenlik elemanlar› zor kullanarak elimizdeki dövizleri almaya çal›flt›. Tüm ajanslar, medya oradayd›. Ertesi gün en ufak bir haber dahi yay›nlanmad›. Sordu¤umuzda kiflisel iliflkilerimiz sayesinde iflin boyutlar›n› ö¤reniyoruz. Bu asl›nda o haberi yapan arkadafllar› aflan bir boyut. Bildi¤iniz gibi, Garanti Bankas› ve Akbank Türkiye’nin en büyük reklam verenleri; medya kurumlar› bunlardan ciddi bir gelir elde ediyor. Durum böyle olunca, haberleri yapan arkadafllar gayet iyi niyetli ve istekli olmalar›na ra¤men, haberlerin yap›lmas› engelleniyor. Hatta baz› haberlerin son anda farkedilip sayfalardan ç›kar›ld›¤›n› bile duyduk. Yani emir büyük yerden geliyor... Kesinlikle. Haberlerimiz böyle ciddi bir ambargoya u¤ray›nca, biz de bir ilan haz›rlay›p paras›yla yay›nlatmay› denedik. “Sizce Garanti Bankas› ya da Akbank Hasankeyf’i yok edecek Il›su Baraj›’na para verir mi?” “Vermez” fl›kk›n› iflaretleyip bankalar›n cevab›n› sorduk ilanda. Gayet bar›flç›l, bankaya da söz hakk› tan›yan bu ilan› yay›nlatamad›k. Hepsi bir a¤›zdan ç›km›fl gibi, ilan›n bankalara yönelik bir mesaj oldu¤unu, yay›nlatabilmek için bankalardan onay yaz›s› almam›z gerekti¤ini söylediler. Garanti Bankas› faturalar› müflterilerine matbu de¤il, internet üzerinden gönderiyor. Her f›rsatta “Çevreci Bonus” slogan›yla çevreye sayg›l› olduklar›n› vurgulad›klar›n›, Do¤al Hayat› Koruma Derne¤i’nin (WWF) ve Atlas dergisinin Yeflil Atlas ekinin sponsoru olduklar›n› biliyoruz. Bu durumu çevreci iddialar›yla nas›l ba¤daflt›r›yorlar? Bu, Garanti Bankas›’n›n çevrecilik ve do¤aseverli¤i hafife almas›ndan kaynakla-
19
ROMAN ÇALIfiTAYI'NDA B‹R TORBA SÖZ VER‹LD‹
Rüyadan uyanmadan önce Eski ad›yla Romankara, yeni ad›yla Roman Gençlik Derne¤i, “Roman aç›l›m›”n›n havada kalmamas› için takipçi olmaya kararl›. Dernek Baflkan› Selçuk Karadeniz, 14 Mart'ta hükümetçe gerçeklefltirilen son Çal›fltay'dan izlenimlerini Express'e anlatt›. Roman Gençlik Derne¤i’nin öyküsünü anlatabilir misiniz? Ne gibi faaliyetleriniz oldu, flu anki gündeminiz nedir? Selçuk Karadeniz: Derne¤i kuran ekibin bir bölümü daha önce Helsinki Yurttafllar Derne¤i, ERRC (Avrupa Roman Haklar› Merkezi) ve EDROM (Edirne Roman Derne¤i) taraf›ndan yürütülen “Türkiye’de Roman Haklar›’n›n Gelifltirilmesi” adl› bir projede yer alm›flt›. Bu ekip Türkiye genelinde bir saha araflt›rmas› yapm›fl ve Roman derneklerini ziyaret etmiflti. Saha araflt›rmalar›nda, varolan Roman derneklerinin hepsinin mahalle derne¤i oldu¤unu gördük. Türkiye’deki tüm Roman gençlerini kapsayan, insan haklar› ve
Selçuk Karadeniz
demokrasi talebiyle siyaset yapan bir dernek kurmaya karar verdik ve 17 Ocak 2007’de Ankara’da Roman gençler olarak Romankara’y› kurduk. 2 Aral›k 2009’da ismimizi Roman Gençlik Derne¤i olarak de¤ifltirdik, çünkü ismimizden dolay› sadece Ankara merkezli bir dernek oldu¤umuz san›l›yordu. Bizim amac›m›z, Roman olan olmayan tüm gençleri bir araya getirerek etkileflimi art›rmak. 19-22 Ocak 2008’de Türkiye ve Avrupa’dan 46 üniversiteli Ro-
Resmî baflvuru yapt›¤›m›zda “Türkiye’de Roman yaflam›yor” diye cevap al›yorduk. fiimdi bir baflbakan “can yoldafllar›m” diye hitap ediyor, yani bizi tan›yor. Di¤er yandan, Romanlar çok kötü flartlarda yaflamaya devam ediyor.
SAMSUN’DAN ROMAN ÇALIfiTAYI MANZARALARI
Do¤ru söylediklerine inanm›yoruz Roman Çal›fltay› Romanlar› ne kadar tatmin etti, yak›n dönem tecrübelerinin izlerini ne kadar sildi? Samsun 200 Evler mahallesine ba¤lan›yoruz. Belediyede tafleron iflçi olarak çal›flan arkadafl›m›z›n ismi ve sureti bizde mahfuz... Samsun’daki yerinden edilme hikâyenizi anlat›r m›s›n›z? Bizler Samsun - Canik 200 Evler mahallesi Romanlar›y›z. Yaklafl›k 1500 kiflilik bir nüfusa sahibiz. 1923’te mübadeleyle Selânik’ten geldik, Samsun Yenimahalle’ye (Tenekeli mahallesi) yerlefltirildik. 1923’ten 1996’ya burada yaflad›k. 73 sene yaflad›¤›m›z Yenimahalle’de yaflam koflullar›m›z›n çok kötü oldu¤unu söyleyen Samsun Belediyesi, evlerimizi y›karak 200 Evler mahallesinde 200 adet ev yapt›rd›. Büyük bir flenlikle yeni mahallemize yerlefltik. Evler tapu tahsis belgeleri verilerek bize teslim edildi. Ancak “200
20
Evler” mahallemiz de 2008 y›l›nda kentsel dönüflüm bahanesiyle TOK‹ ve belediye taraf›ndan y›k›ld›. Tehdit ve bask›yla “264 Evler” ad›yla infla edilen toplu konutlara tafl›nmak zorunda b›rak›ld›k. Toplu konutlara nas›l tafl›nd›n›z? Belediye görevlileri sözleflmeleri imzalayal›m diye içimizden insanlara birtak›m vaatlerde bulundu ve mahalleyi ikiye böldüler. fiehrin çeflitli yerlerinde çal›flan insanlar›m›za “mahallenizi ikna edin, yoksa sizi çal›flt›rmay›z” diye tehdit savurdular. Bir yandan da mahallede “tek kurufl para almadan sizi ev sahibi yapaca¤›z” diyorlard›. K›saca bask›, tehdit ve kan-
man gencini bir araya getirdik. ‹lk kez böyle bir fley gerçeklefltirildi. Ortak sorunlar›, bize yönelen insan haklar› ihlâllerini tart›flt›k. Daha çok, konut ve istihdam sorunlar› dile getirildi. Gördük ki, bize karfl› önyarg›lar oldu¤u için evsiz ve iflsiz kal›yoruz. Mahallelerde k›sa dönemli projeler yerine, daha uzun vadeli ifller yapmak gerekti¤ini gördük. Yak›nda kamplar yapmay› planl›yoruz. Bunun için bir yol haritas› oluflturduk. Ancak Roman Çal›fltay›, planlar› biraz de¤ifltirdi, çünkü birçok dernek temsilcisi bizden yard›m ve destek istiyor. 14 Mart’taki Roman Buluflmas›’ndan önce dernek temsilcileri olarak bir araya geldiniz mi? Evet. 7 Mart’ta Ankara’da Roman dernek temsilcileriyle bir toplant› yapt›k. Toplant›da taleplerimizi konufltuk. ‹zmir, Ayd›n, Manisa, Edirne, Tekirda¤, Bart›n, Zonguldak, Samsun, Mersin, Adana ve Ankara’dan 36 dernek baflkan› bulufltu. E¤itim, istihdam, konut sorunlar›n›n çözülmesi ve ayr›mc›l›¤›n kalkmas› gibi talepler bir kez daha tart›fl›ld›. Talepleriniz “Roman aç›l›m›”nda ne derece yer buldu? Faruk Çelik, 14 Mart için “yeniden bir do¤um günü” demiflti, siz ne düflünüyorsunuz? Aç›l›m› ancak içi doldurulursa destekliyoruz. Bir defa, konut s›k›nt›s›yla ilgili ciddi bir belirsizlik var. Konutlar›n yap›lmas› elbette güzel. Ancak, bu konutlara tam olarak nas›l sahip olaca¤›m›z belli de¤il. TOK‹’nin bu meseleye bir an önce netlik kazand›rmas› gerekiyor. E¤er bu konutlar Roman mahalleleri d›fl›nda yap›lacaksa ve Romanlar di¤er alanlarda desteklenmeyecekse bafla döneriz. “Roman aç›l›m›”n›n en dikkat çeken maddesi bu mesele gibi görünüyor. 14 Mart’ta da salonun en hareketlendi¤i an, TOK‹ taraf›ndan vaat edilen evlerin gösterildi¤i dakikalard›. Evet. Bu süreç insanlar› çok heyecanland›rd›. 2007’de, 2008’de resmî yerlere baflvuru yapt›¤›m›zda “Türkiye’de Roman yaflam›yor” diye cevap al›yorduk. fiimdi bir baflbakan “can yoldafllar›m”
d›rmaca yoluyla bizi evlerimizden ettiler. Biz mahalleyi en son terk edenleriz. fiimdi mahkemeli¤iz. Hile ve bask›yla imza att›rd›lar, flimdi de bizi evlerden atmak için davalar açt›lar. Ayr›ca oturdu¤umuz süre için kira isteyeceklermifl. E¤er evleri de tahrip etmiflsek ayr›ca para isteyecekler. Eski mahallemizde daha mutlu ve huzurluyduk. Diyelim ki evlere para ödemek zorunda de¤ilsiniz, eski mahallenizde mi oturmak isterdiniz, toplu konutlarda m›? Biz Romanlar kilimimizi soka¤a ataca¤›z ve aya¤›m›z yere basacak. Soka¤a ç›kt›¤›m›zda birbirimizi görebilece¤imiz, kaynaflabilece¤imiz, ruh yap›m›za uygun yerlerde yaflamak istiyoruz. Apartman hayat› bizim özgürlü¤ümüzü elimizden ald›. Dostluklar›m›z bozuldu, akrabal›klar›m›z zarar gördü. TOK‹ evlerinde bizim yaflamam›z mümkün de¤il. Biz burada kendimizi kapal› bir cezaevinde gibi hissediyoruz. Eski mahallede herkes kilimini kap›s›n›n önüne atar, çay›n› demlerdi, ad›m atacak yer bulamazd›k. Burada
10 Aral›k da, 14 Mart da bizim için önemli. Önceleri randevu alamad›¤›m›z resmî kurumlar flimdi Romanlar için seferber olmufl durumda. fiu anda s›cak bir konu. Ancak bir-iki ay sonra bu konu gündemden düflüp Roman kardefllerimiz rüyadan uyand›klar› zaman sorun yaflayacaklar. Çok büyük sözler verildi. Sözler yerine getirilmezse, mahalle dernekleri de zor durumda ‹nsanlar›n hayal bile edemeyece¤i evleri gösterdiler. kalacak. Bir defa, derAma kentsel dönüflüm örnekleri ortada: Y›k›lan evler nekler aras›nda bir ve hemen yanlar›nda çad›rlar. Sadece flehir d›fl›na birlik kurmal›y›z. konut yaparak bu sorun çözülemez. Derneklerce çeflitli komisyonlar kurulmas›n› öneriyoruz. Herkes daha iyi billukuleliler, flehrin 45 km ötesinde yap›di¤i bir alanda sorumluluk als›n. Ortak lan evlere gönderildi. ‹nsanlar üç ay sesimiz olsun. Her kafadan ses ç›kmasonra bu evleri b›rak›p Sulukule’nin s›n. Önce ortak bir metin oluflturaçevresine yerleflti. Sulukulelilerin yal›m. Bas›n bizi “9/8’lik aç›l›m” diye flam tarz› oraya uygun de¤ildi çünkü. lanse ediyor. Derneklerin tamam› Birçok yerde benzer görüntülerle karfl›bundan rahats›z. Bundan sonraki ilk lafl›yorsunuz: Y›k›lan evler ve hemen hedefimiz, dernek temsilcilerini Anyanlar›nda çad›rlar. Sadece flehir d›fl›na kara’da toplay›p ortak bir manifesto, konut yaparak bu sorun çözülemez. herkese uyar› niteli¤inde bir metin Bundan sonras›na dair beklentileriniz yay›nlamak. neler?
Söylefli: Baflak Akgül
diye hitap ediyor, yani bizi tan›yor. Di¤er yandan, Romanlar çok kötü flartlarda yaflamaya devam ediyor. O gün buluflmada insanlar›n hayal bile edemeyece¤i evleri gösterdiler. Ama kentsel dönüflüm örnekleri ortada. ‹zmir, Ayd›n, ‹stanbul ve daha birçok yerdeki mahallelerle iliflkilerimiz var ve projelerin sonuçlar›n› görüyoruz. Mesela Su-
bitiriyor bu y›l, flimdiden kara kara düflünüyorum. Ben istemez miyim çocu¤um okusun? Ama elde avuçta yok. Sadaka istemiyoruz, ifl versinler, çocu¤umuzu da okuturuz, evimize de bakar›z. Biz bir otobüs dolusu insan Samsun’dan çal›fltaya bir umutla gittik. Zannediyorduk ki bizi konuflturacaklar, s›k›nt›lar›m›z› anlataca¤›z. Ama hiç kimse bizi konuflturmad›. Onlar konufltu, biz dinleyip geri döndük. Üzgün gittik, üzgün döndük. Aç›l›mla bizi bir araya getirip mutlu Romanlar olaca¤›m›z› söylüyorlar. Bizi ba¤›rlar›na basacaklarm›fl, sorunlar›m›zla ilgileneceklermifl! Evlerinden at›lan insanlar nas›l mutlu olur? Bizi kand›rmaya çal›fl›yorlar. Biz bunlar›n do¤ru söyledi¤ine inanm›yoruz. Asl›nda bizleri oca¤›m›zdan ederken insanlara sanki bize sahip ç›k›yormufl gibi göstermeleri yalandan baflka bir fley de¤il.
Söylefli: Ayflegül Yalç›nkaya
her yer bombofl. Bu evler önceki evlerimizden farkl› görünüflte, daha güzel olabilir ama, burada kafam›z rahat de¤il, mutsuzuz. O kadar ki, burada biri hastalansa, ölse haberimiz yok. Hani derler ya ‹stanbul’un tafl› topra¤› alt›n, bizim eski mahallenin tafl›, topra¤›, çamuru bile alt›nm›fl. Roman aç›l›m›ndan ne anl›yorsunuz? Kültürümüze uygun yerlerde yaflayabilmeyi, dilimizi yaflatabilmeyi, iflsizlik sorunumuzun çözülmesini anl›yoruz. Samsun’da en iyi müzisyenler bizde, ama Roman oldu¤umuz için ifl vermiyorlar, verseler de çok ucuz çal›flt›r›yorlar. ‹fl baflvurusu yapt›¤›m›zda, gerekli flartlar› tafl›d›¤›m›z halde, ifl adres bilgilerini doldurmaya gelince, 200 Evler mahallesi dedi¤imiz an “telefonunuzu b›rak›n, biz sizi arar›z” diyorlar. Aç›l›mdan çocuklar›m›z› ekonomiyi dert etmeden okutabilmeyi anl›yoruz. Çocu¤um ilkö¤retimi
DEVR‹MC‹ SA⁄LIK-‹fi SEND‹KASI’NIN ÖRNEK MÜCADELES‹
Kuflatmay› yarman›n yollar› Sendikal mücadelenin nas›l bir kuflatma alt›nda oldu¤u malûm: ‹flkolu ve iflyeri barajlar›, neoliberalizmin amentüsü olan tafleronlaflman›n yaratt›¤› engeller, iflveren terörü, medyan›n sermaye yandafll›¤› ve örgütlenmeye karfl› yarat›lan ideolojik iklim... Bütün bunlara geleneksel sendikac›l›¤›n kronik zafiyetleri eklenince sendikal mücadele hayat bulam›yor. Ama, Devrimci Sa¤l›k-‹fl’in örgütlenme anlay›fl› bu kuflatmay› yarman›n mümkün oldu¤unu gösteriyor. Sendikan›n baflkan› Arzu Çerkeso¤lu’na kulak kesiliyoruz. de de, maliye vizelilerde de sa¤l›¤›n bir kamu hizmeti oldu¤u, çal›flanlar›n›n kamusal hizmet üretirken güvenceli istihdam edilmeleri gerekti¤i üzerinden yürüttük mücadeleyi. Sonunda, üniversitelerde çal›flanlar›n tamam› k›smen daha güvenceli olan 4/B statüsüne geçirildi. Üyelerimizi de beraber mücadele etti¤imiz Sa¤l›k Emekçileri Sendikas›’na (SES) geçirdik, çünkü 4/B’liler kamu sendikalar›na üye olabiliyor. “Maliye vizeli” çal›flt›rma biçimi böylece ortadan kalkt›. Tafleronluk örgütlenmeyi nas›l etkiliyor? Sa¤l›kta iflçilerin ço¤u tafleron firmalarla istihdam ediliyor. Sa¤l›k Bakanl›¤›’na ba¤l› hastanelerde, 2008 sonuna ait res-
Tafleron sistemi vicdanen iflas etmifltir: Bebek ölümleri, hastane yang›nlar›, iflsiz kalan onca sa¤l›k çal›flan›, domuz gribinden ölen tafleron temizlik iflçisi... Bundan sonra ›srar etmek, devlet aç›s›ndan suç ifllemektir. mî rakamlara göre, 118 bin çal›flan tafleron flirketlerde; üniversite hastaneleri ve di¤er kurumlarla beraber toplam say› 150 bin. Sa¤l›kta dönüflüm program›yla sa¤l›k kamusal hizmet olmaktan ç›kar›ld›, bütünüyle piyasaya aç›ld›, kazan›lm›fl haklar› ortadan kald›ran güvencesiz çal›flt›rma yayg›nlaflt›. Hekimlik hariç bütün hizmetler, hemflirelik, hastabak›c›l›k, laboratuar, görüntüleme, bilgi ifllem, otomasyon, temizlik –ki temizlik sa¤l›k hizmetinin ayr›lmaz parças›d›r, yo¤un bak›mda temizlikle
Foto¤raflar: Diha
Devrimci Sa¤l›k-‹fl, son dönemde, örne¤in ‹stanbul Okmeydan› Hastanesi’nde önemli hukukî kazan›mlar elde etti. Hangi eksende, neyi temel alarak mücadele yürütüyorsunuz? Arzu Çerkeso¤lu: Dev Sa¤l›k-‹fl, dokuz y›ld›r sa¤l›k alan›nda güvencesiz çal›flt›rmaya karfl› mücadele yürütüyor. 2001’de SSK’ya ba¤l› 11 hastane aç›ld›. Uzman hekimler dahil herkes iflçi statüsünde sözleflmeyle ve bireysel hizmet akdiyle çal›flt›r›lmaya baflland›. Sözleflme metni haz›rlamaya bile katlanmam›fl, orman iflçileri için haz›rlanm›fl sözleflmeyi imzalatm›fllard›. Örne¤in, sözleflmede “efli do¤um yapan çal›flana izin verilir” maddesi var, ama çal›flan›n kendisinin do¤um yapmas›na iliflkin hüküm yok, çünkü orman iflçilerinin tamam› erkek; sa¤l›k iflkolunda ise kad›n çal›flanlar yo¤un. Sekiz-dokuz ayl›k örgütlenme sonunda çeflitli eylemler yap›ld›, bakanl›kla görüflüldü. Sonunda, 3 bin 200 sa¤l›k çal›flan›n›n tamam›n›n kadrolu atamalar› yap›ld› ve o mücadele baflar›yla sonuçland›. Ard›ndan, üniversitelerdeki “maliye vizeli” çal›flanlar›n mücadelesi bafllad›. Maliye vizesi ne demek? Maliye Bakanl›¤› üniversitelere “istedi¤in bölümde, ister laboratuar teknisyeni ister hastabak›c› olarak flu kadar iflçi alabilirsin” diye vize veriyor. Bireysel sözleflmeyle iflçi statüsünde çal›fl›yordu bu arkadafllar. 2003’te güvenceli ifl talep ettik. Klasik sendikal anlay›flla “ço¤unlu¤u örgütleyelim, toplu sözleflme imzalayal›m” demedik. SSK hastanelerin-
belediyede temizlik ayn› fley de¤ildir– taflerona aktar›ld›. Bir taraftan, tafleron flirketlerce istihdam edilen çal›flanlar›n sendikalaflmas›n› yürütürken, ana hedefimizi “insan ihaleyle çal›flt›r›lmaz, sa¤l›kta tafleron olmaz” diye koyduk. fiöyle bir fley mümkün de¤il: “Gidelim bir hastanede örgütlenelim, toplu sözleflme imzalayal›m.” Tafleronluk zaten toplu sözleflme sistemini engellemek için uygulan›yor, ana hedef sendikas›zlaflt›rmak. Mesele sadece ifl güvencesinin olmamas› de¤il, çal›flanlar›n yaflamla iliflkileri güvencesizlefltiriliyor, insanlar üç-befl y›l sonras›n› planlayamad›klar› bir yaflama mahkûm ediliyor. ‹lk aflamada, tafleronlaflmay› görünür hale getirmeye çal›flt›k. Sa¤l›k çal›flanlar›n›n dahi ço¤u tafleronlaflman›n ne düzeyde oldu¤unu bilmiyordu. Cerrah arkadafl›m›z, ameliyathanedeki çal›flanlar tafleronda m›d›r, 4/B’li midir, bilmezdi. Hastanelerde hizmetin ço¤u tafleron çal›flanlar›n üzerinden yürür, ama onlar›n eme¤i görünmez. Bizim as›l amac›m›z tafleron çal›flt›rmay› ortadan kald›rmak. Bir hastanedeki ilk toplant›da bu perspektif olmadan yol kat edemeyece¤imizi anlat›yoruz. ‹flçi arkadafllar›m›z da bunu kavr›yor: Tafleronluk belas›ndan kurtulmad›kça bize rahat yüzü yok. Tafleronla sendikan›n yan yana durabilmesi pek mümkün de¤il. Sendikalaflma bafllad›¤› anda, yo¤un bask› ve iflten ç›karmalar da bafll›yor. 7 Kas›m’da, Türkiye’nin her taraf›ndan 2 bin tafleron çal›flan›yla TBMM’nin önünde, yasal baflvuru olmaks›z›n, bir miting yapt›k. Tafleron çal›flt›rman›n yasaklanmas› talebini, hukuksal dayanaklar›m›z›, kazand›¤›m›z davalar› içeren dosyay› Meclis’e ilettik. Tafleron çal›flt›rma asl›nda anayasaya ve ifl kanununa ayk›r›. Hukuksuzluk bir yana, insan›n ihaleyle al›n›p sat›lmas› insan onuruna ayk›r›. Birilerinin oturdu¤u yerden rant elde etmesi kabul edilemez. Hukuk alan›n› mücadele içerisinde yeniden tarif etmek için giriflimlerde bulunduk, çünkü hukuk k⤛t üzerinde de¤il, s›n›f mücadelesiyle flekillenen bir yap›. Örgütlendi¤imiz
22
hastanelerde, tafleron iflçilerin yapt›klar› iflin ve ba¤l› olduklar› iflverenlerin tespitini istedik. 2008’de, bir alt-iflveren yönetmeli¤i ç›kt›. Bu yönetmeli¤in muvazaay› (hileli ihaleyi) düzenleyen maddesi çok aç›k: Bir muvazaa tespiti durumunda, taraflar alt› gün içinde itiraz etmezlerse, Çal›flma Bakanl›¤› taraf›ndan karar kesinlefltirilir. Adana Çukurova Üniversitesi Balcal› Hastanesi ve Diyarbak›r Dicle T›p Fakültesi hastanesiyle ilgili muvazaa raporlar› itiraz olmad›¤› için kesinleflti. Ege, ‹stanbul ve Uluda¤ Üniversiteleri’ndeki muvazaa raporlar› alt-iflverenler itiraz etti¤inden mahkemede. Fakat olumsuz bir karar beklemiyoruz. Kesinleflen raporlar için kararlar›n uygulanmas›n› zorluyoruz. Özellikle Balcal›’daki arkadafllar›m›z çok etkin bir mücadele örgütlediler. Hastaneden flehir merkezine yürüdüler, sosyal güvenlik kurumlar›nda bas›n aç›klamalar› yapt›lar, “SGK mahkeme kararlar›n› uygula” diye dev bir pankart› sosyal güvenlik binas›na ast›lar. Bunun üzerine, 13 Ocak’ta Çal›flma Genel Müdürlü¤ü’nün emriyle, hastanedeki 1200 çal›flan›n tafleron flirketle iliflkisi bitirildi, rektörlük üzerinden tescil ifllemleri yap›ld›. Elde etti¤iniz bu sonuç nas›l bir anlam tafl›yor? Bu, özellefltirme alan›nda son y›llar›n en büyük kazan›mlar›ndan biri. Tekel iflçilerinin kaybetmemek için direndikleri haklar, bizim aç›m›zdan bafl›ndan beri olmayan haklard›. Ayn› fley di¤er hastaneler için de gelecek. Bu sonuç, güvencesiz çal›flt›rmaya karfl› mücadele hatt›n›n nereden çizilmesi gerekti¤ine de ›fl›k tuttu. Pek çok sendika ilgilendi; 13 Ocak’tan beri telefonlar durmuyor. Hedefimiz kazan›mlar› sa¤l›k alan›n›n bütününe, tüm Türkiye’ye yaymak. Tafleron sistemi asl›nda vicdanen iflas etmifltir: Bebek ölümleri, hastane yang›nlar›, iflsiz kalan onca sa¤l›k çal›flan›, domuz gribinden ölen tafleron temizlik iflçisi... Son kazan›mlar sistemin hukuksal alanda da iflas etti¤ini gösterdi. Bundan sonra ›srar etmek, devlet aç›s›ndan suç ifllemektir. Okmeydan› Hastanesi’nde arkadafllar›m›z iki ay maafllar›n› alamam›fllard›. Bir günlük ifl b›rakma eylemi yapt›k. O akflam maafllar ödendi. ‹ki kanal canl› yay›n yap›nca –sa¤l›k iflkolu olunca, medya daha hassas oluyor– Tayyip Erdo¤an’›n baflhekimi aray›p “ifli halledin” dedi¤ini duyduk. Ard›ndan, 18 arkadafl›m›z iflten ç›kar›ld›. Baflhekim “bu kiflileri geri almam›z söz konusu de¤il, asl›nda daha fazla insan ç›kartmam›z isteniyor, ama biz geri kalan›n› tutaca¤›z” dedi. Bu hukuksuzlu¤a karfl› ç›kt›k, 45 gün kap›da direndik. Sonunda, 18 arkadafl›m›z› geri ald›lar. Bir fabrikada 45 de¤il, 145 gün direnseniz de sesiniz duyulmayabiliyor, ama sa¤l›kta toplumsal destek ifli de¤ifltiriyor. Hukuksal aç›dan Çal›flma Bakanl›¤› “sa¤l›k alan›n›n taflerona verilmemesi gerekir” diyerek itiraz›n›z› onayl›yor. Ama do¤rudan sa¤l›kla ilgili olmayan ifllerin taflerona verilmesi konusunda
hukukî engel yok. Sa¤l›k alan›n›n d›fl›ndaki kamu kurulufllar›nda tafleronlaflmaya karfl› mücadele nas›l yayg›nlaflt›r›labilir? Asl›nda kamuda iflimiz daha kolay, çünkü kamusal hizmetlerde süreklilik ve bütünlük esast›r. Tafleronluk, bir ifli parça parça ihale etmek oldu¤una göre, kamu hizmetiyle mant›ken ba¤daflmaz. Kamu hizmetlerinde tafleronlar›n çal›flma süreci hakk›nda söz ve karar sahibi olmalar› mümkün de¤il; çal›flanlar do¤rudan hastanenin yönetimi taraf›ndan sevk ve idare ediliyor. Gerçek tafleron
Arzu Çerkeso¤lu “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nda tafleronlaflt›rmaya hay›r” eyleminde aç›klama yaparken
Neoliberalizm örgütlü iflçileri örgütsüz iflçi kitlesiyle kontrol alt›na al›yor. Kuflatma ancak güvenceli, kadrolu, sözleflmeli, tafleron iflçinin, akademisyenin, temizlik iflçisinin ortak hedeflerde buluflabildi¤i bir düzlemle yar›labilir. iliflkisi kamuda zaten kurulamaz ve kurulmuyor da. Gerçek tafleron nedir? Diyelim inflaatta boya ifli bir adama ihale edilir, gelir, iflçisiyle ifli yapar, gider. Belki iflçiler de¤iflmiyor, yirmi y›l ayn› yerde çal›flmaya devam ediyorlar, ama k›rk tane flirket de¤ifltiriyorlar. Okmeydan›’nda biz örgütlenirken, bir y›lda 11 flirket de¤iflmiflti. Bu kadar abart›l› flirket de¤ifltirilmesinin sebebi ne? Rant sistemi, beceriksizlik, hepsi var. Bir flirket y›ll›k bir ihale alm›fl, bir ay çal›flt›rm›fl iflçileri, maafllar›n› ödemeden kaçm›fl gitmifl. Okmeydan›’nda baflhekim “ben paray› verdim, bir daha ödeyemem” diyor. “Ödeyeceksin, burada üst-iflveren sensin, tafleron nefes alsa sorumlusu sensin” dedik. O da “sa¤l›k müdürlü¤üne, bakanl›¤a sordum, ‘bir daha ödeyemezsin, iflçiler gidip flirketten alacaklar’ dediler” diyor. Tuzla tersanelerinde ve daha pek çok yerde de uygulama böyle de¤il mi? Evet. Arkadafl›m›z flirketin Güneflli’de-
ki adresine gidiyor, öyle bir flirket yok, kapat›lm›fl. Ama ayn› isimli flirket sosyal hizmetlerden baflka ihaleler de alm›fl. Asl›nda üç-befl flirket aras›nda dönüyor tüm pazar; tam kapkaç düzeni. O nedenle, bu kazan›mlar›n genel olarak kamu hizmetleri aç›s›ndan anlaml› oldu¤unu düflünüyoruz. E¤itim alan›nda da güvencesiz çal›flt›rmaya karfl› muhatap her zaman bakanl›kt›r; tafleron flirketleri hiç muhatap almad›k. Özel sektörde örgütlenmeniz ne durumda? Sa¤l›kta kamuda çal›flanlar›n neredeyse yüzde 70’i güvencesiz; özel sa¤l›k ise çok büyük rantlar›n ve kavgalar›n döndü¤ü bir alan. On y›l önce ad› duyulmam›fl hastaneler iktidar ba¤lant›lar›yla yay›l›yor. Özel sektörde örgütlülük hemen hemen yok. Birkaç hastanede var, onlar da özel sektörün ve piyasan›n en korunaks›z ve kötü koflullarda iflledi¤i yerler. Kamudaki deneyimle özel sektörü örgütleyebilece¤imizi düflünüyoruz, flu anki stratejimiz aç›s›ndan ikinci planda, ama yok da de¤il. ‹stanbul’da üç hastanede örgütlüyüz. Baraj engelini aflmak için, toplu ifl sözleflmesi (T‹S) yerine, protokol sözleflmesi imzal›yorsunuz... Evet, ama inan›n, birçok T‹S’ten daha iyi oldu. Daha önce üniversitelerle de imzalad›k. Mesela, 19 May›s’ta, Sivas’ta. Sonuçta, içeri¤i belirleyen mücadeledir. ‹stanbul’da fiiflli Etfal ve Taksim Hastanesi’nde örgütlendik, Haydarpafla Numune yeni bafllad›, Kartal bölgesi iyi gidiyor, di¤er illerde de var. Üniversitelerle bafllad›k, devlet hastanelerine do¤ru gidiyoruz. Devlet hastanelerinde koflullar daha kötü, tam orman kanunu söz konusu. Üniversite ve devlet hastaneleri aras›nda nas›l farkl›l›klar var? Tafleron sorunlar›n› devlet hastaneleri daha a¤›r yafl›yor. May›s 2009’da Sa¤l›k Bakanl›¤› rant mekanizmas›n› kontrol alt›na almaya çal›flan bir genelge ç›kard›. Esas amaç, en fazla ifli en ucuza yapt›rmak. ‹lkin çal›flan say›s›n› inan›lmaz derecede afla¤› çekiyorlar. ‹kincisi, ücretleri düflürüyorlar. Kofluyolu Hastanesi’nde, temmuz ay›nda, bir anda herkesin maafl› 300 liraya düfltü. ‹tiraz dilekçesi verdik, itiraz edilmezse kazan›lm›fl hakk› kaybediyorsunuz. Dava sürüyor. Sa¤l›k Bakanl›¤›, Kofluyolu’ndaki giriflimden sonra frene bast›. Numune Hastanesi’nde arkadafllar baflhekimle görüflmeye gitti, baflhekim “bakanl›k ücretleri afla¤› çekmemiz için bast›r›yor, ama Kofluyolu’nda bir sendika dava açm›fl, onun sonucuna göre hareket edece¤iz” diyor. Büyük kentlerde henüz ücretleri bariz bir flekilde düflürmediler. Kamu Hastane Birlikleri Yasas› önergesi var gündemde, o yasayla birlikte Sa¤l›k Bakanl›¤›’na ba¤l› bütün hastaneleri iflletme haline getirecekler. Onar onar grupluyorlar hastaneleri, befl kategoriye ay›r›yorlar. Hastaneler merkezî idare taraf›ndan belirlenen yedi kiflilik bir heyet taraf›ndan yönetilecek. Bir kifli o ilin Ticaret Odas›’ndan olacak, ama ta-
23
bip odalar›ndan ya da di¤er sa¤l›k örgütlerinden kimse olmayacak. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nda (SHÇEK) örgütlenmeniz nas›l gidiyor? Kamu sendikalar›nda da, iflçi sendikalar›nda da iflkolu tan›m› “sa¤l›k ve sosyal hizmetler” olarak geçiyor. Memur sendikalar›nda SES’in alan›nday›z. Sosyal hizmetlerde biz bile bu düzeyde tafleronlaflma beklemiyorduk: Yüzde 90’a yak›n! Sosyal Hizmetler’e ba¤l› sosyologlar, bak›c› anneler, babalar, psikologlar, hepsi tafleron, sadece yöneticiler kadrolu. Çok fazla iflsiz sosyolog ve psikolog oldu¤u için Sosyal Hizmetler’de çal›flmak iyi bir seçenek olarak görülüyor; güvencesiz, ama ücretler fena de¤il. Yo¤un bir esnek çal›flt›rma ve kötü koflullar söz konusu. Sosyal Hizmetler dedi¤iniz devletin “sosyal” yüzü, do¤rudan kamu hizmeti olmas› gereken ifllerin bafl›nda geliyor. ‹stanbul Avrupa yakas›nda, Sosyal Hizmetler’de tafleron flirkette çal›flanlar›n örgütlenmesini hemen hemen tamamlad›k. Anadolu yakas› yeni bafllad›. Burada da h›zla hukukî kazan›mlar elde edebilece¤imizi düflünüyoruz. Beklentimiz, bir-iki ay içinde Çal›flma Bakanl›¤›’n›n SHÇEK kurumlar›ndaki incelemeyi bitirip raporunu bize vermesi. Ard›ndan hukuksal süreci devam ettirece¤iz. SHÇEK’de tamama yak›n bir örgütlülü¤ü nas›l becerdiniz? Bir hastanede tafleronda örgütleniyorsak, hep yüzde 70-80’i buluyoruz. Güvencesiz çal›flanlar›n birbirinden ve sendikas›ndan baflka güvenece¤i bir fley yok. Sendikaya az çok güven tesis edildikten sonra ve o hastanenin ya da hizmet kurumunun do¤al önderleri mücadeleye girdiklerinde ço¤unlu¤u sa¤lama problemi olmuyor. Sosyal Hizmetler’de, bütün çal›flanlar “bizi böyle çal›flt›ramazlar”›n bilincinde. ‹kincisi, korku daha az, çünkü ço¤unluk üniversite mezunu, “iflten at›lsam da bir flekilde hayat›m› sürdürebilirim” diye düflünüyorlar. Haks›zl›¤› kabul etmek istemiyorlar. Sosyal Hizmetler’de örgütlenme içeriden bafllad›, biz sadece destek olduk. Kamu hastanelerinde, kamu çal›flanlar›yla tafleron iflçiler yan yana çal›fl›yor. Ama Dev Sa¤l›k-‹fl’te sadece iflçileri örgütleyebiliyorsunuz. Aradaki iliflkiler nas›l? Bizim iflkolumuzda, ayn› ifli yapan ama farkl› statüde çal›flanlar›n say›s› çok fazla. Bir hastanede üç hemflire farkl› statüde çal›flabiliyor. Benim gibi 40’l› yafllarda olanlar kadroludur. Daha gençler muhtemelen 4/B’lidir. Yeni mezunlar ise tafleron flirkettendir. ‹kincisi, farkl› meslek gruplar›; hekimi, hemfliresi, laboratuar ya da radyoloji teknisyeni var. Hem pozisyonlar›, hem çal›flma koflullar› farkl›d›r. Sa¤l›k alan›nda güvencesiz çal›flanlar›n örgütlenmesinin önünü açan birkaç faktör var. Bunlardan biri, sa¤l›k hakk› mücadelesi. Özellikle AKP’nin gerçeklefltirdi¤i sa¤l›¤›n piyasalaflt›r›lmas›na karfl› yürütülen müca-
24
En hayatî haklar›n piyasaya ba¤l› ve paral› hale geldi¤i bir süreçte, örne¤in ifle gidifl-gelifl saatlerinde ulafl›m›n ücretsiz olmas›, sa¤l›¤›n, e¤itimin, suyun paras›z olmas› gibi talepler sendikal mücadelenin temelinde yer almak zorunda. dele, son befl y›l›n en hareketli alanlar›ndan biri. SSGSS yasas›na karfl› ortak yürütülen eylemler oldu. Biz de sa¤l›k çal›flanlar›n›n güvenceli ifl mücadelesi ile sa¤l›k hakk› mücadelesini birlikte gördük ve yürüttük. Bu alanda Dev Sa¤l›k-‹fl’in öne ç›kmas›n›n nedeni ne? Dev-Sa¤l›k-‹fl güvencesizlik alan›nda baflar›lar elde eden tek örgütlenme gibi görünüyorsa, bu bizim muhteflem oldu¤umuzdan de¤il. Esas olarak iki faktör var. Birincisi, sa¤l›k hakk› mücadelesinin hareketlili¤i; ikincisi, Türk Tabipleri Birli¤i (TTB) ve Sa¤l›k Emekçileri Sendikas›’n›n (SES) hastanelerde yaratt›¤› güç dengesinin güvencesiz çal›flt›rmay› sorgulanabilir k›lmas›. Hem merkez hem iflyerleri düzeyinde ortak bir faaliyet yürütüldü. Üye dosyalar›nda ço¤u zaman hem bizim hem SES’in üye formlar› vard›r. Diyelim bir hastanede örgütleniyorsunuz –örgütlenme çal›flmas›nda gece servisi, nöbetler önemlidir–, üç hemflire arkadaflla konufluyorsunuz, kadrolusu da var, tafleronu da. Dolay›s›yla, hem SES’e hem de Dev Sa¤l›k-‹fl’e üye yap›yoruz. Bu bir sendikal rekabet meselesi de¤il. “Üye yapal›m, ço¤unlu¤u sa¤layal›m, toplu sözleflme imzalayal›m, aidat alal›m” gibi bir sendikal anlay›fl›m›z olmad›. 2001’de, SSK hastanelerinde “gelin sendikaya üye olun, toplu sözleflme imzalayal›m” diye bir süreç yürütmedik tek
bafl›na, “sa¤l›k hizmeti bir kamu hizmetidir, güvenceli ve kadrolu kamu çal›flanlar› taraf›ndan yürütülmelidir” dedik. “Arkadafllar›m›z› kadroya almazsan›z, iki ay sonra toplu sözleflme için gelece¤iz, madem iflçi statüsünde çal›flt›r›yorsunuz, toplu sözleflme imzalayacaks›n›z” dedik. ‹fl güvencesinin iki yolu var, ya 657’li memur olarak ya da toplu sözleflmeyle ifl güvencesi olur. Toplu sözleflme yerine kadroya ald›lar, tamam› memur oldu. Üniversitelerdeki maliye vizelileri ise 4/B’li yapt›lar, onlar da SES’e üye oldu. SES’le aran›zdaki iliflki çok istisnaî, nas›l olabildi bu? SES ya da genel olarak kamu sendikalar› hâlâ militan mücadele gelene¤inin ve örgütlenmenin canl› oldu¤u sendikalar. Ben de SES’ten geliyorum. Daha önce, Türk Sa¤l›k-Sen’de ve SES’te üç dönem flube baflkanl›¤› yapt›m. Biz hayat›n do¤al ak›fl› içinde birlikte olduk. Sa¤l›k alan›nda ortak örgütlenmeyi anlatmak daha kolay, çünkü hakikaten ayn› ifli yap›yoruz, ama farkl› koflullarda çal›fl›yoruz. Eflitlik talebi çok gerçek bir talep. Örgütlenme sonras›nda sendikan›n çal›flanlarla ba¤lar› nas›l sürdürülüyor? Aidat al›yor musunuz, e¤itim çal›flmalar› yürütüyor musunuz? Aidat sendikan›n ihtiyaçlar›n› karfl›lamak için verilir, ama aslen iflçi s›n›f›n›n örgütlenmesi içindir. Tek bafl›na ne o flubenin ne de sendikan›n tasarrufundad›r. Hangi sendikan›n ihtiyac› varsa oras› için kullan›l›r. Tafleron örgütlenmesi aidat aç›s›ndan elveriflli de¤il; her an iflten ç›kar›lmakla karfl› karfl›ya olan ve çok düflük ücretler alan çal›flanlar›n maafllar›ndan kesinti yapam›yorsunuz. Yasal olarak aidat bir günlük yövmiye olmas›na ra¤men, son genel kurulda kifli bafl›na ayda befl lira belirledik. Asl›nda, tamamen gönüllülük esas›yla, banka kanal›yla aidat al›yoruz, yüzde 10-20 oran›nda toplayabiliyoruz. Profesyonel yönetici olmad›¤› için, sendikam›z›n ihtiyaçlar›n› karfl›l›yoruz, telefonlar›m›z kesilmiyor. Birçok yerde flubelerimiz di¤er sendikalarla ortak. Örne¤in, Adana’da flube binam›z SES’le, Antalya’da Oleyis’le beraber. Üyelerle iliflki konusunda iki fley yap›yoruz. SES’ten arkadafllar›m›z› da katt›¤›m›z hastane meclislerimiz var; her servisten bir arkadafl›m›z yer al›yor. Say› hastanenin boyutuna göre de¤ifliyor. Ayr›ca, seçimle iflbafl›na gelen temsilciler kurulu oluflturuyoruz. E¤itim çal›flmalar› yapmaya çal›fl›yoruz, ama örgütlenmenin s›cak oldu¤u yo¤un dönemlerde bunu çok düzenli sürdürmek mümkün olmayabiliyor. Yay›n faaliyetimiz maddî nedenlerle s›k›nt›da, çünkü yay›n çok pahal› bir ifl. Sadece yarg› kararlar›n› toparlay›p bir önsöz yaz›p bassak bile çok ifle yarayaca¤›n› düflünüyoruz ama, bunu henüz yapabilmifl de¤iliz. Üye say›n›z ne kadar? 6 bini geçti. Temmuz’da 5 bin 200’dü. 2001’de 400 üyeyle bafllad›k. Genel merkezimiz ‹stanbul’da, Antalya ve Adana’da flubelerimiz var. 1 May›s’a
vencesizlik art›k esas çal›flt›rma biçimini almaya bafllad›. Bu sistem asl›nda tek bir fleyin üzerinde yürüyebilir: Sendikas›zl›k. 25 y›ld›r dünyada yaflanan yeni iflçilefltirme sürecinin ana ekseni güvencesizlik. Doktorlar, hemflireler, akademisyenler, mühendisler, herkes için geçerli bu. ‹flsizli¤in bu kadar artt›¤›, iflçileflme sürecinin bu kadar geniflledi¤i bir süreçte önceki dönemin büyük ölçekli üretimine göre örgütlenmifl sendikalar yeterli de¤il. Sendika fabrikan›n ön kap›s›ndan girer, arka kap›s›ndan ç›kar, örgütler, ço¤unlu¤u al›r, yetki baflvurusu yapar, toplu sözleflme imzalar... Bu hayat art›k bitti. Sorun, bu iflçilefltirme sürecinin temel dinamiklerini kavrayamamak ve buna göre yeniden konum alamamaktan kaynakl›. Yak›n gelecekte hükümetle ya da sermayeyle emekçiler
Sa¤l›k Bakanl›¤›’ndaki kadrolaflmayla, iktidar partisinin referans›yla ifle girenlerin say›s› yüzde 80-90 civar›nda. Ço¤u AKP kad›n kollar›ndan gelen insanlar, ama mücadeleyle bambaflka oluyorlar. S›n›f mücadelesi böyle bir fley. aras›ndaki ana mesele, en temel yaflamsal haklar›n piyasalaflt›r›lmas›, hak olmaktan ç›kart›lmas› ve güvencesizlik olacak. Tekel’de ya da arkas›ndan gelecek fleker fabrikalar›nda oldu¤u gibi, k›smen güvenceli olanlar özellefltirme süreciyle güvencesiz hâle gelecek. Baflta ifl güvencesi olmak üzere, tüm kazan›lm›fl haklar› s›k› s›k› koruyan ve güvencesiz çal›flt›rmay› bütünüyle ortadan kald›rmay› hedefleyen bir sendikal süreç lâz›m. Tekel mücadelesi gösterdi ki, flu anki sendikal örgüt ve merkezlerimiz bunu yapabilme aç›s›ndan çok s›k›nt›l›. Mevcut sendikalar›m›z›, örgütlerimizi yok saymadan, onlar›n birikimleri üzerinde, ama yeni dinamiklerle ve gerekti¤i yerde birtak›m kopufllarla bu süreci yürütmek zorunday›z. Neolibe-
ralizm örgütlü iflçilerin kazan›lm›fl haklar›n› örgütsüz iflçi kitlesiyle kontrol alt›na al›yor. Örgütlü, güvenceli, kadrolu emekçileri öyle bir güvencesizlikle kuflat›yor ki, oray› hareketsiz hale getiriyor. Onun bir d›fl halkas›nda da iflsizler var. Böylesi bir kuflatma sadece içerden direniflle, kazan›lm›fl haklar› koruma mücadelesiyle yar›lamaz. Kuflatma ancak farkl› statüde çal›flan, güvenceli, kadrolu, sözleflmeli, tafleron iflçinin, akademisyenin, temizlik iflçisinin ortak hedeflerde buluflabildi¤i bir düzlemle yar›labilir. ‹kincisi, sendika mücadelesinin hedefleri ücret ve ifl güvencesiyle s›n›rl› tutulamaz. Bütün yaflam›n güvencesiz, en hayatî haklar›n piyasaya ba¤l› ve paral› hale geldi¤i bir süreçte, örne¤in ifle gidifl-gelifl saatlerinde ulafl›m›n ücretsiz olmas›, sa¤l›¤›n, e¤itimin, suyun paras›z olmas› gibi talepler sendikal mücadelenin temelinde yer almak zorunda. 25 y›l önce, bir iflçi ald›¤› ücretle evini geçindiriyordu, flimdi çocu¤unu devlet okuluna gönderdi¤inde de, sosyal güvencesi olsa da e¤itime, hastanelere para ödüyor. Bütün bunlar hem örgütsel hem de mücadele perspektifi aç›s›ndan sendikal yenilenmeyi zorunlu k›l›yor. Mutlaka dirençler olacakt›r. Ama, mücadelenin ihtiyaçlar›na göre, yeni biçimler, yeni örgütler, yeni kurumlar yaratmal›y›z. Bu do¤rultuda somut önerileriniz var m›? Öncelikle, o konfederasyon, bu konfederasyon gibi ayr›mlar› asla düflünmemek lâz›m. Mücadelenin ortakl›¤› temeldir. Örne¤in, itfaiye iflçileri Türk-‹fl’e ba¤l›; uzunca bir zaman tafleronlaflt›rmaya karfl› mücadele yürüttüler. Biz D‹SK’e ba¤l›y›z, ama taleplerimiz ortak. Bu nedenle, itfaiye iflçilerinin sürekli yan›ndayd›k. Çad›rlar› söküldü¤ünde ilk biz gittik, Türk-‹fl’e ba¤l› hiçbir sendika yoktu. Belediye-‹fl ile Devrimci Sa¤l›k-‹fl aras›nda çok özel bir ba¤ olufltu. Tekel’de sizce sendikalar niye yetersiz kald›? Tekel direnifli tek bafl›na bir Tekel direnifli olmaktan ç›kt›. Direniflin güçlü bir toplumsal destek almas›n›n nedeni, taleplerin kuflkusuz çok hakl› ve meflru olmas› ve Tekel iflçisinin kararl›l›¤›. Tekel direnifli belki bundan alt›-yedi y›l önce bu kadar duyarl›l›k yaratmayabilirdi. Bugün piyasalaflt›rma politikalar›, yoksulluk ve iflsizlik art›k tüm toplumda çok hissedilir hale geldi. Tekel direnifliyle simgeleflen taleplerle herkes kendi yaflam›ndan özdefllik kurdu. Sendikalar aç›s›ndan, güvencesiz çal›flt›rmaya karfl› insanca yaflam taleplerinin tüm ülke sath›nda güçlü bir flekilde örgütlenebildi¤i inisiyatifler oluflturmakta ciddi s›k›nt›lar yaflad›k. Bütünlüklü bir program oluflturulmad›, hep bir tak›m ihtilaflar ç›kt›. “Bütün gücümle bunun arkas›nda duruyorum” diyerek toplumu ça¤›racak bir muhalefete ihtiyac›m›z var. Ama bütün s›k›nt›lara ra¤men, TEKEL direnifli baflar›l›d›r, s›n›f ve sendikal mücadele aç›s›ndan ç›tay› yükseltmifltir.
Söylefli: Alpkan Birelma
kadar Kocaeli, Bursa ve Diyarbak›r’da flube açmay› hedefliyoruz. Üç ilde de yeterli üyemiz var, ama maddî nedenlerle henüz açamad›k. Sendika yönetiminde kaç kifli çal›fl›yor? Merkez yönetimi befl kifli. Bölgelerde temsilci ya da uzman düzeyinde çal›flan arkadafllar›m›z›n say›s› da alt›-yedi. Akademisyenlerden, di¤er sendikalar›n uzmanlar›ndan gönüllü destek al›yoruz; biz istemeden dahi katk›lar geliyor. Önceden, merkezden gidip gelerek çal›flma yürütüyorduk, flimdi art›k yerel kadrolar ç›k›yor. Adana - Balcal›’da dört y›l sonunda iyi bir ekibimiz olufltu. Diyarbak›r’daki arkadafllar›n hemen hepsi iflten ç›kar›ld›, ama yeni bir kadro süreci devrald›; Bursa ve Kocaeli’de de öyle. Bu iflin kendisi çok ö¤retici. Bizim üye profilimiz sol duyarl›l›klar› olan insanlar de¤il. Özellikle Sa¤l›k Bakanl›¤›’ndaki kadrolaflmayla, iktidar partisinin referans›yla ifle girenlerin say›s› yüzde 80-90 civar›nda. Ço¤u AKP kad›n kollar›ndan gelen insanlar, ama mücadeleyle bambaflka oluyorlar. S›n›f mücadelesi böyle bir fley. Tekel’de de gördük bunu. Geçenlerde, iki çocuklu genç bir arkadafl›m›z anlat›yor: “Önceden dünyayla alâkam yoktu. ‹fle gider gelirdim, akflam kahveye giderdim, top muhabbeti, kar› k›z muhabbeti filan... fiimdi dünyan›n yükü benim üstümde gibi hissediyorum, Amerika’da olan fleyle de ilgileniyorum, bambaflka bir ülkedekiyle de...” Sendikalar›n dönüflmesi için sizce ne yap›lmal›? Dört büyük konfederasyonun toplam üye say›s› 500 bini bulmuyor. T‹S’ten yararlanan iflçi say›s› 300-400 binlerde. Ama 20 milyonun üzerinde çal›flan var, resmî rakamlarla bile yüzde 50’den fazlas› kay›t d›fl› çal›fl›yor. 4/B’si, 4/C’si, üniversitede 50/D’si, tafleronuyla gü-
25
“BÖLGE” BELGESEL‹: SERBEST BÖLGELERDEK‹ KADIN EME⁄‹
Ahir zaman çal›flma kamplar› Son otuz y›lda dünyada giderek artan “serbest ticaret bölgeleri” sermayeye sorunlardan ve masraflardan azade rant vahalar› sunuyor. Bir yandan da “içeride” çal›flan emekçilerin örgütlenme mücadelesi devam ediyor. Türkiye’deki serbest bölgelerde kad›n eme¤i üzerine “Bölge” belgeselini çeken Güliz Sa¤lam ve Feryal Sayg›l›gil'e ba¤lan›yoruz. Serbest bölgelerle ilgilenmeye nas›l bafllad›n›z? Güliz Sa¤lam: Konuyla ilk olarak Antalya serbest bölgesinde, Novamed fabrikas›nda Petrol-‹fl’in yürüttü¤ü sendikal mücadeleyle tan›flt›k. Petrol-‹fl kad›n dergisinin yay›n yönetmeni Necla Akgökçe, 2006’da dergide konuya e¤ilerek “aç›n kulaklar›n›z›, buradaki kad›nlar direniyor” diye yay›nlar yapt›. Y›llard›r kad›nlar›n grev yapt›¤› yok. Biz o zamanlar Filmmor’da gönüllü çal›flmalar yürütüyorduk. 2007’nin Morgündem’ine girecek k›sa bir fley haz›rlamak için atlay›p Antalya’ya gittik. Grevdeki kad›nlarla k›sa röportajlar yapt›k. Zaten direniflteki kad›nlar 8 Mart’ta ‹stanbul’a gelince herkes onlar› tan›d›. Sonra da genel olarak serbest bölgelere bakmaya karar verdik Feryal Sayg›l›gil: Türkiye’de o zaman 21 serbest bölge vard›, flimdi 19 tane var. Yaklafl›k 46 bin kifli çal›fl›yor. Serbest bölgelerdeki emek rejimi, özellikle de kad›nlar aç›s›ndan nas›l bir manzara çiziyor? Sayg›l›gil: Novamed grevinden ötürü, kad›nlar›n serbest bölgelerde daha fazla sömürüldü¤üne dair merak›m›zla beraber, bir önyarg›m›z da vard›. Uzakdo¤u’da, Güney Asya’da, Meksika’da “Maquiladoras” denilen serbest bölgelerde, özellikle tekstilde kad›nlar›n çok kötü flartlarda çal›flt›r›ld›¤›n› biliyorduk. Sonra, sömürünün sektörlere göre de¤iflti¤ini gördük. Mersin’de mesela, filmde Nesrin’in dedi¤i gibi, iki kifliden biri serbest bölgede çal›fl›r. Ya ‹stanbul’a gurbete gideceksin, ya da bölgede sigortal› çal›flacaks›n. Ücretler merdivenalt› atölyelerinden biraz daha iyi. Kay›td›fl›l›k d›fla-
26
r›ya nazaran çok az. Bu da son zamanlarda bafllam›fl. Filmdeki Hatice’nin 17 y›ll›k eme¤inin az bir k›sm› sigortal› gözüküyor. Ama d›flardaki küçük atölyelerle karfl›laflt›rd›¤›n›zda, ihracata dönük serbest bölgelerde, durmadan ifl yetifltirmek zorundas›n›z. Kimi zaman kad›nlar 38 saat kesintisiz çal›flt›r›l›yor. Sa¤lam: Bölgelerde üç vardiya sistemi en büyük sorunlardan. ‹lk baflta bana çok kötü gözükmüyordu. Ama filmi yaparken insan do¤as›na, biyoritmine ayk›r› oldu¤unu anlad›k. Antalya Novamed’dekiler mesela, bir süre akflam, hemen ard›ndan sabah, sonra da ö¤leden sonra çal›fl›yorlar. Hayat kalm›yor.
Serbest bölgeler Agamben'in “çal›flma kamp›” benzetmesine çok uyuyor. Görünümleri de öyle. Antalya, Tuzla ya da ‹zmir serbest bölgelerine gitti¤inizde sokaklarda neredeyse kimseyi görmezsiniz. D›flar›daki bir iflletmeyle serbest bölgedeki aras›nda nas›l farklar var? Sayg›l›gil: Fikriye flöyle diyor: “fiehirdeki bir fabrikada arkadafllar›m›zla daha çok beraber olabiliyorduk, ö¤le tatilleri ve hafta sonlar›n› beraber geçiriyorduk, burada s›k› kurallardan kaynakl› bir kopukluk var.” Agamben’in “çal›flma kamp›” benzetmesine hakikaten çok uyuyor. Görünümleri de öyle. Gerçi bölgeler aras›nda farklar var. Ama Antalya, Tuzla ya da ‹zmir serbest bölgelerinde sokaklarda neredeyse kimseyi görmezsiniz. D›flar›dan kimileri için bölgelerde çal›flmak prestijli gibi gözüküyor, hatta “serbest bölgeye girmek, AB’ye girmektir” diyenler var, ama girince öyle olmad›¤›n› gö-
rüyorlar. Erkek iflçilerle de konufltuk. Mesela biri, fabrika serbest bölgeye girmeden önce arkadafllar›yla beraber sendikal›ym›fl, serbest bölgede sendika da¤›lm›fl ve o da ücretsiz izne ç›kar›lm›fl. Serbest bölgede sendikalaflma daha m› zor? Sayg›l›gil: Elbette, faaliyet gösteren Birleflik-Metal-‹fl ve Petrol-‹fl de çok zor girip ç›k›yor. Kap›larda s›k› kontrol var. Örgütlemek için ortam yok, etrafta iflçi bile göremiyorsunuz. Asl›nda, 9 Haziran 2002’den beri, AB uyum yasalar› çerçevesinde serbest bölgelerdeki iflçilerin örgütlenme hakk› var. Bir de dünyada kuzey ve güney serbest bölgeleri diye bir ayr›m yapmak lâz›m. ‹hracat yerine, yerel tüketim ve istihdama yönelik zengin ülkelerdeki serbest bölgelerde sendikalaflma sorunu yok. Güneyde ise, yasalarda örgütlenme hakk› yeni yeni yer al›yor. Ama pratikte büyük engeller var. WEPZA (Dünya Serbest Bölgeler ‹ktisadî Birli¤i) toplant›lar›nda ülkeler bu bölgelere yat›r›mlar› nas›l art›rabileceklerini tart›fl›yorlar. Burada hep “siyasî güven” ve “istikrar”dan dem vuruluyor. Yani asl›nda örgütlenmenin azl›¤›na, iflçilerin uysall›¤›na bak›yorlar. Sa¤lam: Mesela, Novamed patronlar› iflçilere defalarca “ne yapal›m, ülkenizde bana ciddi bir yapt›r›m yok” diyebiliyor. Dünyada, özellikle güneyde serbest bölgelerde kad›n eme¤inin daha çok tercih edildi¤ini görüyoruz. Türkiye’de ise durum biraz farkl›. Bunu nas›l aç›kl›yorsunuz? Sa¤lam: Kendileri çok güzel ifade ediyor zaten. Kad›nlar›n elleri daha küçük, o yüzden daha seri çal›fl›yorlar, daha itaatkârlar, daha ucuza geliyorlar. Asl›nda, kad›nlar daha az isyan eder yaklafl›m› do¤ru de¤il. Erkeklerin nas›lsa evi geçindirdi¤i ve kad›nlar›n istendi¤i zaman iflten at›labilecek bir yedek iflgücü oldu¤u zann›na dayan›yor, muhafazakârl›kla ilgili bir fley bu. Krizde, evet, ilk kad›nlar› at›yorlar, ama kay›t d›fl›nda da en büyük istihdam kad›n ve giderek art›yor. Sayg›l›gil: Monoton ifllerde kad›nlar›n daha sab›rl› oldu¤u düflünülüyor. Serbest bölgeler dünyada otuz y›ld›r var. fiimdi yüzde 70 oran›nda kad›n istihdam ediliyor. Ucuz eme¤in motor gücü kad›n. Büyük firmalar üçüncü dünyada iki fleye bak›yor: Do¤al kaynaklar ve ucuz iflgücü. Zaten serbest bölgelerde bürokrasiden kurtuluyorlar, Türkiye’deki gibi altyap› olanaklar› sa¤lan›yor, elektrik, haberleflme gibi giderler çok düflük tutuluyor, muazzam vergi muafiyetleri var. ‹flverenlerle konufltu¤umuzda ise, “devlet hâlâ iflin çok içinde, hâlâ bürokrasi var” diye veryas›n ediyolar. fiirketlerin iste¤i, devletin tamamen çekilmesi. Otomotiv firmas›yla yerli tafleron firma baflbafla kals›n, hiç vergi al›nmas›n istiyorlar. Asl›nda, bölgelerde yat›r›m yapm›fl birçok firma “biz ülke d›fl›na ç›kmak istiyoruz, ama eski makineleri gümrük vergilerinden dolay› d›flar› ç›karam›yoruz” diyor. Emek sömürüsünün daha da ileri oldu¤u M›s›r ve Suriye’ye gitmek istiyorlar. “Çeker gideriz” tehdidi her zaman var.
ö¤rendik, özgüven kazand›k” diyor. Bizim “serbest bölgede koflullar çok kötü, kad›nlar çal›flmas›n” deme lüksümüz yok, ekonomik özgürlükleri, baflka kanallarla temas kurmalar› her bak›mdan önemli. Kameray› kapatt›¤›n›zda bambaflka hikâyeler ç›k›yor ortaya. Biz filmi çektikten sonra, tan›d›¤›m›z kad›nlardan boflananlar oldu. Sa¤lam: Ailesi sendikaya bulaflm›fl kad›nlar›n sendikaya daha fazla sempatisi var. “Amcam uzun zaman sendikal›ym›fl, bir zarar› yok”, “kocam da çok u¤raflt› kendi fabrikas›na sendika gelsin diye, ama yapamad›lar” diyen kad›nlarla da karfl›laflt›k.
“Bölge” 17 Nisan cumartesi günü 16:00’da, ‹stanbul Film Festivali kapsam›nda Pera Müzesi’nde gösteriliyor.
Serbest bölgeler dünyada otuz y›ld›r var. fiimdi yüzde 70 oran›nda kad›n istihdam ediliyor. Ucuz eme¤in motor gücü kad›n. Büyük firmalar üçüncü dünyada iki fleye bak›yor: Do¤al kaynaklar ve ucuz iflgücü.
Novamed direniflinden nas›l bir deneyim ç›karmal›y›z? Sa¤lam: Novamed’den bir sonuç ç›karmak için henüz erken. Serbest bölgeye girmek ve toplu sözleflme (T‹S) yetkisini almak yetmiyor. ‹çeride iflçi say›s› artarken sendikal› say›s› azal›yor. Aral›kta T‹S’in yasal süresi bitecek. Kad›nlar iflten at›lmaktan korktuklar› için hep “son anda, kas›mda üye olaca¤›z” diyorlar. Ancak bunca kazan›m sonras› duyulan güvensizli¤i ben anlam›yorum. 82 kad›n›n grevi, birlik olunursa serbest bölgede de kazan›labilece¤ini çok iyi gösterdi. Sayg›l›gil: Novamed, serbest bölgelerdeki ilk direnifl de¤il. ‹lki ‹zmir’de, filmdeki Hülya ve Fatma’n›n da üye oldu¤u Birleflik Metal-‹fl taraf›ndan 2005’te gerçekleflti. LISIAerospace adl› uçak parçalar› yapan Frans›z flirketinin yerel firmas› FTP’deki grev de baflar›l›yd›. Nova-
Güliz Sa¤lam (solda) ve Feryal Sayg›l›gil
med’de ise feministler, uluslararas› ve yerel sendikalar bir araya gelerek baflar› elde ettiler. Ancak, imzalanan T‹S’te kad›nlar ad›na pek de bir fley yoktu. Evet, ücretler artt›, ancak iflyerinde hâlâ maske tak›lm›yor, T‹S’te meslek hastal›klar›yla ilgili hiçbir ibare yer alm›yor ve fliddetli bask› devam ediyor. Kad›nlarda gözüken karpal tünel sendromuna, bel f›t›¤›na, ayakta durmaktan kaynakl› tüm hastal›klara bir önlem al›nmad›. Kad›nlar›n taleplerinin T‹S’te yer almamas› bir soru iflareti. Novamed, 448 günlük müthifl bir grevdi. Fakat sonra sendikal›lardan da duyduk: “Biz o kadar bask›ya maruz kalm›yoruz, birlikte hay›r diyebiliyoruz, as›l bask› sendikas›zlara yap›l›yor.” Aral›kta T‹S yetkisi düflmesin diye yeniden s›k› bir örgütlenme gerçeklefltirmek gerekiyor. Kad›nlar evlenip ya da çocuk yap›p iflten ayr›ld›klar›nda sendika bilgisinin aktar›lmamas› da bir sorun. Ço¤u kad›n›n dönüfltürme gibi bir derdi yok. Bölgelerdeki kad›nlara, haklar›na, toplumsal cinsiyete dair bir sendikal e¤itim verilmesi gerekti¤ine inan›yoruz. Serbest bölgede kad›n eme¤iyle ilgili bir film çekmenin zorluklar› neydi? Sa¤lam: Çekim izinlerinde çok s›k›nt› yaflad›k. Antalya serbest bölgede tamam dediler, ancak çekim günü polise kesinlikle içeri al›nmamam›za dair yaz› göndermifller. Sadece d›flar›dan çekim yapmam›za izin verildi. ‹zmir’de ise çok k›s›tl› bir izin ald›k. Mihmandarlar›m›z› oyalayarak çekim yapabildik. Kültür Bakanl›¤›’n›n deste¤ini belgelendirsek de, zorluklar azalmad›. “Seküler sermaye”nin ‹slâmî gelenekten kad›nlara, baflta baflörtüsü olmak üzere epey zorluk ç›kard›¤›na dair haberlere çok rastl›yoruz, ancak filmde ters istikamette örnekler de gösteriyorsunuz. Sayg›l›gil: Durum bölgeye göre çok de¤ifliyor. Mersin’de a¤›rl›kl› olarak yeflil sermaye hâkim. Ö¤lenleri erkekler camiye gidebilsinler diye kad›nlardan daha fazla mola al›yor. Ramazanda ço¤u iflyerinde yemek ç›km›yor, çay verilmiyor. Oruç tutmayanlar, ma¤durlu¤un ötesinde, damgalan›yor da. Bektâfli ya da Alevî oldu¤u için büyük s›k›nt› yaflayanlarla konufltuk. Kürt kad›nlar›n tercih edilmedi¤ini, Kürtçe konuflulamad›¤›n› bildi¤imiz yerler var. Tekstil atölyelerinde genellikle milliyetçi flark›lar çal›n›yor, Kürtler flark› istediklerinde yapt›r›mla karfl›lafl›yorlar. Asl›nda, toplumsal cinsiyet dahil tüm ayr›mlar› iflçilere karfl› kullanmak ifllerine geliyor.
Söylefli: Ulus Atayurt
Sa¤lam: ‹flin içinde yabanc› sermaye varsa, çal›flma flartlar› Türkiye’de bir nebze daha iyi diyebiliriz. Yerli firmalar genelde çok daha özensiz. Sayg›l›gil: Pek çok iflletmede hâlâ koca ya da baba izni flart kofluluyor. Fikriye çok güzel dile getiriyor: “Bizi ‘aileye katk› götürüyorlar’ diye görüyorlar.” Bölgelerde nas›l bir erkek-kad›n eflitsizli¤inden bahsedebiliriz? Sa¤lam: Taciz içerde, d›flarda, her yerde var. Bölgelerde kad›nlar hakk›nda daha kolay flaibeler yarat›l›yor, hemen damgalanabiliyorlar. ‹kincisi, bölgede bir kad›nla erke¤in yak›nlaflmas› çok göze bat›yor, muhafazakârlar hemen laf üretiyor. Bölgelerden birinde biz de tacize maruz kald›k. Bir çat›da bir yandan yan›m›zdaki adamla konufluyoruz, bir yandan da çekim yap›yoruz. “Burada sizin gibi kad›n yok” derken, dokunmaya, fiziksel temas kurmaya bafllad›. Cep telefonumuzdan arayanlar, “akflam ne yap›yorusunuz?” diye soranlar ç›kt›. Her seviyeden erkek kuflatmas›na flahit olduk. Sendikal› oldu¤u için Novamed’den at›lan Münevver de var filmde. Örgütlülük Münevver’i nas›l de¤ifltirmifl? Sa¤lam: Münevver sendika bilmezken otellerde temizlik iflçili¤i yap›yor, hiç fabrika deneyimi yokken tam grev zaman› Novamed’de ifle giriyor. Gözlemleyerek, internetten araflt›rarak, “sendika iflçi haklar›n› koruyan bir fley, hiçbir zarar› yok” diyor. Kocas› da onayl›yor tabii. Koca da ilginç. Evde ifl yapt›¤› zaman utan›r, komflu görmesin diye bulafl›k y›karken perdeyi kapat›rm›fl. Münevver Novamed’de çal›flmaya bafllad›ktan sonra, bir arkadafl›n›n da iknas›yla ev ifllerini daha çok müfltereklefltirmifller, ama kocas› çamafl›rlar› hâlâ bahçe yerine evin içine as›yormufl kimse görmesin diye. Petrol-‹fl de çok arkas›nda yer ald› Münevver’in. O nedenle, iflten at›lmas›na ra¤men memnun sendikal› olmaktan. Sayg›l›gil: Serbest bölgedeki s›radan iflçiler konuflmaya korkuyorlar. Görüfltü¤ümüz kad›nlar› bir örgüt ya da parti üzerinden buluyorduk genellikle. Korkut Boratav’›n “1980’li Y›llarda Türkiye’de Sosyal S›n›flar ve Bölüflüm” adl› kitab›nda söyledi¤i gibi, art›k farkl› bir iflçi s›n›f›yla karfl› karfl›yay›z. Sa¤ partiye oy veriyorlar, muhafazakârlar, bir yerlerine de¤ince sendikayla irtibatlan›yorlar. Dünya meselelerine kapal›, geleneksel kad›nlar daha ço¤unlukta. Ancak bir sol politikadan gelenler görüflmeyi kabul ediyordu. Novamed’li kad›nlar, grev sürecine istinaden “kendimizi ifade etmeyi
27
AGAMEMNON
15-31 MART 2010
II. Amerikan ‹çsavafl›
G8’in savafl kumanyas›
ABD Yasalaflan sa¤l›k reformu ABD’yi böldü. Yoksul kesimin sa¤l›k masraflar›n› “ödemek” istemeyen Cumhuriyetçiler, Demokratik Parti bürolar›n›n camlar›n› k›rd›, vekillerin bahçesine tabut koydu, telefonlar›na tehdit mesajlar› b›rakt›. Amerikan medyas› haberleri “ikinci içsavafl” bafll›¤›yla verdi. 1 trilyon dolarl›k reformu ç›karan Obama, Amerikan halk›n›n yüzde 40’› (Cumhuriyetçilerin yüzde 67’si) taraf›ndan “sosyalist”, yüzde 14’ünce “deccal” olarak görülüyor. Kaliforniya eyaletinin marihuanay› yasallaflt›rmak üzere harekete geçmesi gündemin daha da ›s›naca¤›na iflaret ediyor.
AFGAN‹STAN G8 ülkelerinin d›fliflleri bakanlar›n›n Quebec toplant›s›ndan Afganistan’da Taliban’a karfl› askerî harekât yürüten ABD ve NATO’yu destekleyen bir “ekonomik paket” ç›kt›. Afganistan ile Pakistan aras›ndaki ticarî iliflkileri gelifltirmeyi ve s›n›r›n altyap›s›n› kuvvetlendirmeyi amaçlayan paketin kalk›nmay› teflvik etmesi ve iflsizlik oran›n› düflürmesi umuluyor. Taliban ve El Kaide militanlar›n›n kolayca girip ç›kabildi¤i Afganistan-Pakistan s›n›r›nda bafllat›lacak ticaretin yerel ekonomiyi canland›rmas›, böylece Taliban’›n yoksul halk üstündeki etkisinin k›r›lmas› bekleniyor.
FRANSA Korsika’da“minik” devrim Bölgesel seçimler Sarkozy’nin cakas›n› bozdu. ‹lk turu birinci tamamlayan sosyalistlerin çevresinde kurulan sol ittifak 22 bölgenin 21’ini kazand›. Sadece bir bölgede yönetimi alan iktidar partisi UMP yenilgiyi kat›l›m›n düflüklü¤üne ba¤larken inand›r›c› olamad›. Faflist Le Pen’in yeni bir MC hamlesi yapmas› ve Korsika’da ilk kez solun kazanmas› dikkat çekti. Express, Paris’ten bildiriyor... “ÖNCEL‹KLE sözlerime siyasî partiler için bir dakikal›k sayg› durufluyla bafllamak istiyorum.” Biz de Fransa bölgesel seçimleriyle ilgili yaz›m›za Georges Frêche’in seçim akflam› sarfetti¤i bu cümleyle bafllayal›m. Frêche enteresan bir flahsiyet. Bir yandan, küresel ›s›nman›n bir “hayal ürünü” oldu¤u yönündeki yumurtlamalar›, di¤er yandan da “Fransa millî tak›m›nda 11 oyuncudan dokuzu siyah, halbuki gerçek bir temsiliyetin olabilmesi için en fazla üç ya da dördünün siyah olmas› gerekir” türünden alenen ›rkç›l›¤a varan demeçleri sebebiyle 2007’de Sosyalist Parti’den (PS) uzaklaflt›r›lm›flt›. Buna ra¤men, geçtigimiz 21 Mart’ta ikinci kez üst üste güney Fransa’daki Languedoc-Roussillon bölgesinin baflkan› seçilen Frêche, ayn› günün akflam› televizyonlarda sözlerine flöyle devam ediyordu: “Oy kullanmayanlar›n ve Millî Cephe (MC) seçmenlerinin oranlar›na bak›nca görüyoruz ki, Fransa’da kimsenin siyasete en ufak inanc› kalmam›flt›r.” Hiç de haks›z say›lmaz. Fransa genelinde esamesi okunmayan ve gerek ana ak›m medya, gerekse siyasî partiler bünyesinde “milliyetçi-solcu-lâvuk” olarak alg›lanan Frêche’in, Montpellier, Nîmes ve Perpignan gibi nispeten büyük flehirleri içinde bar›nd›ran bölgesinde, ba¤›ms›z aday olarak oylar›n yüzde 53’ünden fazlas›n› alarak rahat bir flekilde seçilmesi zaten bafll› bafl›na birçok verinin göstergesi. Bunlar›n en net olan› bölgesel seçimlerin di¤er ulusal seçimlerden (cumhurbaflkanl›¤› seçimleri ve genel seçimler) çok daha farkl› dinamikleri harekete geçirdi¤i. Seçim sonuçlar›na bakt›¤›m›zda, k›ta Fransa’s› genelinde, Korsika’n›n da ilk kez minik bir “devrim” gerçeklefltirerek sola kaymas›yla, 22 bölgenin 21’i sol partilerin elinde. Sadece kendine has tarihî özellikleri olan Alsace bölgesi iktidardaki UMP’de kalmaya devam ediyor. Seçim sonuçlar›ndan beri baz› genç solcu grup ve dernekler internette “Alsace’› Almanya’ya geri verelim” kampanyalar› bafllatt›. ‹flin ilginç yan›, Fransa haritas›n› bafltan afla¤› pembeye (Sos-
28
yalistlerin sembolü olan gülün rengi) boyayan bu sonuçlar bir ilk de¤il. 2004’teki seçimlerde sa¤ partiler sadece iki bölgede birinci gelmifl, Alsace’›n yan›nda bir de Korsika yer alm›flt›. Gelgelelim, 2002’den bu yana Fransa’da kesintisiz olarak, vaktiyle Chirac’›n, flimdiyse Sarkozy’nin partisi UMP iktidarda; üstelik, 2002 ve 2007 cumhurbaflkanl›¤› seçimlerinin yan›s›ra, genel seçimleri de nispeten rahat skorlarla kazanarak.
‹ktidarda sa¤, bölgelerde sol Peki bu kökten tezat nas›l aç›klanabilir? Bölgesel meclislerde Sosyalist Parti’nin yan›s›ra, ‘90’lar›n sonunda ve 2000’lerin bafl›nda, genel seçimlerde yüzde s›f›rlara kadar düflen Komünist Parti’nin ve ayn› zamanda Yefliller’in üyeleri de bulunuyor. Bu tablodan birkaç nesnel sonuç ç›karabiliriz. Birincisi, iki turlu halk oyuyla yap›lan cumhurbaflkanl›¤› seçimleri, siyaseti olabildi¤ince kutuplaflt›r›p sol ve sa¤ partileri tek bir “güçlü” aday alt›nda birleflmek zorunda b›raksa da, ayn› fley bölgesel seçimler için geçerli de¤il. Seçmenler, gündelik hayatlar›yla ilgili çok daha do¤rudan ve somut bir siyaset alan› oluflturan bölgesel seçimlerde “marjinal” ya da “radikal” etiketi yap›flt›r›lm›fl partilere daha rahat oy verebiliyor. Bölgesel meclisler kapsam›nda partilerin daha kolay ortak listeler oluflturabilmesi de sol ad›na önemli bir avantaj. Bölgesel seçimlerin ilk turunda, Sosyalist Parti’nin sol kanad›ndan kopan, kelimenin gerçek anlam›yla “sosyalist” Jean-Luc Mélenchon’un Sol Parti’si ile Komünist Parti’nin bir araya gelerek oluflturdu¤u ve “solun solunda birleflme”nin büyük ad›m› olarak görülen Sol Cephe (DG) oylar›n yaklafl›k yüzde 6’s›n› ald›. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Daniel Cohn-Bendit ve José Bové önderli¤inde üçüncü s›raya oturan Yefliller’in Europe Ecologie hareketi yine oylar›n yüzde 12’sini alarak bu konumunu pekifltirdi ve bu iki oluflum ikinci turda, yüzde 29’la ilk turun galibi olan Sosyalist Parti’yle ittifak yapt›. Sol ittifak›n d›fl›nda kalmaya devam eden Olivier Besance-
not’nun Yeni Antikapitalist Partisi’yse kuruldu¤u günden bu yana oy kaybetmeye (yüzde 2.8) devam ediyor. K›sacas›, solun bölünmüfl olmas› cumhurbaflkanl›¤› seçimleri ve genel seçimlerde ciddi bir handikap olsa da, ayn› durum bölgesel seçimlerde tam tersi etki yap›yor.
Sarkozy sinizmi ve MC’nin dirilifli Sa¤ partilerse seçime cumhurbaflkan› Sarkozy’nin ›srarla savundu¤u “ilk turdan itibaren tek liste” stratejisiyle gitti ve feci bir hezimete u¤rad›. E¤itim ve sa¤l›k, emeklilik yafl›, kamu hizmetleri, yarg› düzeni gibi neredeyse bütün temel alanlarda köklü liberal reformlara giriflen ve her seferinde halk›n tepkisine, irili ufakl› grev ve gösterilere toslayan hükümet partisi UMP, bu stratejik hata da eklenince, yüzde 26’yla Fransa tarihinde bütün seçimler kapsam›nda en düflük oyu ald›. Sarkozy için daha da beteri, afl›r› sa¤c› MC’nin oylar›n›n tekrar patlayarak Fransa genelinde yüzde 12’ye dayanmas›yd›. 2007’de son derece popülist bir flekilde güvenlik ve göç üzerinden kampanya yürüterek afl›r› sa¤c›lar›n oylar›yla cumhurbaflkan› seçilen Sarko, piflkince “MC’yi ortadan kald›rm›fl” olmakla övünüyordu. Gel gör ki, ayn› dönemde Sosyalist Parti’den “transfer etti¤i”, Ségolène Royal (ki seçimlerde Sarkozy’nin en büyük rakibiydi) yalakal›¤›ndan Sarkozy hayranl›¤›na son derece h›zl› geçifl yapan Eric Besson, bu y›l bafl›nda, Sarkozy’nin direktifiyle ülke çap›nda bir “millî kimlik tart›flmas›” bafllat›verdi. Eski “sosyalist”, çiçe¤i burnunda Millî Kimlik ve Göç Bakan›, baflka bir deyiflle “post-
Pentagon’un e¤itim sahas›
Bul ve yok et!
Çin’in yeni idam rekoru
Demokrasi için boykot
HA‹T‹ Prof. Michel Chossudovsky, Global Research’teki makalesinde Amerikan ordusunun Haiti’deki insanî yard›m faaliyetlerinin, Irak ve Afganistan’daki birliklerle ba¤lant›l› bir e¤itim program›yla iç içe yürütüldü¤ünü yazd›. Ba¤›ms›z askerî haber portal› Stars and Stripes, Haiti depreminden hemen sonra gönderilen komando birliklerinin o s›rada Afganistan’a gitmek üzere e¤itimde oldu¤unu duyurmufltu. Chossudovsky bu süre içinde Haiti’de e¤itim faaliyetlerini sürdüren birliklerin flu anda Afganistan’da bulundu¤unu bildirdi. Pentagon bu konuda henüz aç›klama yapmad›.
RUSYA Moskova’da metro istasyonlar›n› hedef alan terör sald›r›lar›nda en az 38 kifli hayat›n› kaybetti. Rusya lideri Medvedev, sald›r›y› planlayanlar› “bulup yok etme” sözü verdi. ‹lk sald›r›ya hedef olan Federal Güvenlik Teflkilat›, 18-20 yafllar›nda iki kad›n intihar komandosunun düzenledi¤ini aç›klad›¤› eylemlerden Kuzey Kafkasya’daki ‹slâmc› örgütleri sorumlu tuttu. Rus hükümeti ve Federal Güvenlik Teflkilat›’n›n Kuzey Kafkasya’daki sert stratejisine tepki gösteren Çeçen lider Doku Umarov, flubat ay›nda “savafl›n Rus kentlerine do¤ru geniflletilece¤ini” söylemiflti.
BR‹TANYA Uluslararas› Af Örgütü, Çin’de geçen y›l binlerce mahkûmun idam edildi¤ine inand›klar›n› aç›klad› ve Pekin hükümetinden idam cezas› infaz edilen mahkûmlar›n say›s›n› aç›klamas›n› istedi. Af Örgütü, ölüm cezalar›na iliflkin 2009 y›l› raporunda, Çin’in dünyan›n geri kalan›n›n toplam›ndan daha fazla kifliyi idam etti¤i tahminine yer verdi. Rapora göre, dünya ülkelerinin üçte ikisi idam cezas›n› kald›rd›¤› halde geçen y›l dünyada 700’den fazla kifli idam edildi. ‹ran, Çin’in ard›ndan idam infazlar›nda ikinci s›rada yer al›yor. Bunlar› Irak, Suudi Arabistan ve ABD izliyor.
BURMA Cuntan›n bu y›l yapmaya haz›rland›¤› “kontrollü” seçim, hapisteki devrik lider Aung San Suu Kyi ve partisi Demokrasi ‹çin Ulusal Birlik’in (NLD) boykot karar› almas›yla flimdiden meflruiyetini yitirdi. NLD bildirisinde seçim yasalar›n›n kendilerini ve 2000’in üstünde siyasî mahkûmu yar›fl d›fl›nda b›rakmak üzere tasarland›¤› gerekçesiyle boykota gitti¤ini aç›klad›. Burma’n›n cunta anayasas›na göre, parlamentonun yüzde 25’i genelkurmay baflkan› taraf›ndan atan›yor ve anayasay› de¤ifltirmek için parlamenterlerin yüzde 75’inden fazlas›n›n onay› gerekiyor.
Seçim sonuçlar›n›n bölgelere göre da¤›l›m›
modern gestapo” Besson’un yürüttü¤ü millî kimlik tart›flmalar› ve s›n›rd›fl› etti¤i evraks›z aile haberleriyle geçti bir y›l. Fakat Sarkozy’nin umdu¤u olmad›, 2007’de tutan maya ikinci kez tutmad› ve otantik “faflistler” iktidar partisinin oyununa gelmeyince MC küllerinden yeniden do¤du. Hem de tarihî lideri, Frans›z baflbu¤ Jean-Marie Le Pen’in muhtemelen partisinin bafl›nda son kez kampanya yürüttü¤ü seçimde. Le Pen’in yerini hiç kuflkusuz k›z› Marine Le Pen alacak ve görünen o ki, ‹slâmofobi, millî kimlik, evraks›zlar, göç sorunu gibi Sarkozy’nin alevlendirdi¤i tart›flmalardan kazand›¤› ivmeyle MC, Frans›z siyasetinde önemli bir yer oynamaya devam edecek. Peki, ana ak›m medya tabiriyle UMP’nin “yedi¤i tokada” tepkisi ne oldu? Seçim akflam› bilumum televizyon kanallar›na konuk olan UMP aday ve yöneticileri hep bir a¤›zdan (Sarkozy’nin a¤z›) ayn› iki m›sral›k nakarat› tekrarlay›p durdu. Birincisi, “oy kullanmama oran›n›n rekor düzeyde olmas› en fazla bizi etkiledi”. Herhangi bir mant›¤a uyma ihtimali olmayan bu aç›klama yine de klasik bir savunma silah› olarak yorumlanabilir olsa da, as›l ikinci “m›sra” durumun vahametini gösteriyor: “Frans›zlar yapt›¤›m›z reformlara karfl› de¤il, yaln›zca bu reformlar›n daha h›zl› yap›lmas›n› istiyor.” Buna ba¤l› olarak da hemen ertesi gün Baflbakan François Fillon ne reformlar›n içeri¤ine ne de yürütülüfllerine yönelik hiçbir de¤ifliklikte bulunmayacaklar›n› belirtti ve kabinede göstermelik bir-iki “nokta” de¤ifliklik yap›ld›. K›saca ve basitçe yüzsüzlük olarak yorum-
PS UMP DG
Solun iki kutbu: José Bové ve Georges Frêche (en altta)
lanabilecek bu tav›r asl›nda Sarkozy ideolojisinin ve tarz›n›n bütün temel hatlar›n› gözler önüne seriyor: Halk› tamamen hor gören, kibirli, inatç›, sinik ve en önemlisi asla ama asla en ufak taviz vermeyen “post de Gaulle’cü” yeni Frans›z liberal sa¤›. Sarkozy, Chirac’›n ard›ndan UMP’nin dizginlerini eline ald›¤›nda diline dolad›¤› “kopufl” siyasetiyle asl›nda bunu kastediyor. De Gaulle’ün, 11 y›ll›k cumhurbaflkanl›¤›n›n ard›ndan, ‘68’in ertesinde, önerdi¤i bir referandumun halk oyuyla reddedilmesinin ard›ndan istifa ederek görevini b›rakt›¤›n› hat›rlamakta fayda var.
Postmodern Frans›z demokrasisi Gelelim 2007’de Sarkozy’nin seçildi¤i cumhurbaflkanl›¤› seçimleri d›fl›nda son otuz y›ld›r sürekli yükselen oy kullanmama oran›na. 14 Mart günü bölgesel seçimlerin ilk turunda sand›k bafl›na gitmeyen seçmenlerin oran› yüzde 53.6! Gidip de bofl (veya geçersiz) oy verenleri de ekleyince yaklafl›k yüzde 57 ediyor. Parisli seçmenlerin yüzde 66’s› oy kullanmad›. Bu kadar vahim rakamlar›n tek aç›klamas› tabii ki bunun “yaln›zca” bir bölgesel seçim olmas›ndan ibaret olamaz. Oy kullanmayanlar›n oran›, 2004 bölgesel seçimlerinde yüzde 37.8, 1998’deyse yüzde 42’ydi. Ayn› durum, di¤er seçimlerde de sürekli tekrarlan›yor. Frans›z demokrasisi h›zla seçmenlerin sadece yar›s›n›n oy kulland›¤›, seçim sonuçlar›n›n hükümetin temel icraatlar› üzerinde en ufak bir de¤ifliklik yaratmad›¤›, Bat› usûlü bir “düflük yo¤unluklu demokrasi”ye dönüflmekte. Bu durumun en net göründü¤ü
örnek, tabii ki, halk oyuyla reddedilen Avrupa Anayasas› Tasar›s›’n›n ikiz kardefli Lizbon Antlaflmas›’n›n bu kez referanduma sunulmadan Parlamento’dan geçirilmesi oldu. Böylesine anti-demokratik bir icraata giriflmekten çekinmeyen bir iktidar›n, oy kullanmayan seçmen say›s›ndan dem vurmas› da cabas›. Düflük yo¤unluklu demokrasinin bir baflka temel semptomu da seçim kampanyalar›ndaki tart›flmalara yans›yor. Futbolu b›rakt›¤›ndan beri aktif olarak ›rkç›l›kla mücadeleye giriflen, 1998 Dünya Kupas›’n›n kahramanlar›ndan efsane defans oyuncusu Lilian Thuram’›n dedi¤i gibi, “bir ülkede çok fazla futbol konufluluyorsa, bu, demokrasi için kötüye iflarettir”. Türkiye bas›n›yla tan›flsa Thuram’›n ne düflünece¤ini merak etsek de, Fransa’da da durum çok farkl› de¤il. Bölgesel seçim kampanyas›n›n sürdü¤ü aylar boyunca millî kimlik tart›flmalar›n›n yan›s›ra en fazla konuflulan konu hiç kuflkusuz Fransa Millî Tak›m›’n›n Güney Afrika’daki Dünya Kupas›’na çok (!) tart›fl›lan antrenör Raymond Domenech’le gitmesinin do¤ru olup olmad›¤› ve tabii ki Thierry Henry’nin eliydi. Belki de Guadelup’lu Frans›z Henry’nin elle oynayarak att›¤› pas sonucu Fransa’n›n Dünya Kupas›’na kat›labilmesinin, tam da “Frans›zl›k kimli¤i” tart›flmalar›na denk gelmesi de tart›flman›n k›z›flmas›nda rol oynam›flt›r. Fakat, Bir+Bir’in ilk say›s›nda Pascal Boniface’›n dedi¤i gibi, hükümetlerin kimi zaman savafl ç›karabilmek ad›na söyledi¤i yalanlar bile asla bu kadar ses getirmiyor, bu kadar konuflulmuyor. Sonuçta, düflük yo¤unluklu demokrasi, beraberinde, Türkiye’de yabanc›s› olmad›¤›m›z Cem Uzan tarz›nda popülist siyasetçileri de getiriyor. Son y›llarda bunun Fransa’daki en güzel örne¤i kendini “son hakiki De Gaulle’cü” olarak tan›mlayan Nicolas Dupont Aignan. Türkiye’nin AB’ye girmesine en karfl› olan egemenlikçi-miliyetçi ak›mdan, patronlar›n ve ultra-liberalizmin ateflli destekleyicisi Aignan bölgesel seçimlerde de Yefliller’e savafl açt›. Afifllerinden biri adeta h›zland›r›lm›fl popülizm kursu gibiydi: “Yefliller = Trafik = Çevre kirlili¤i”. Bu slogan, Aignan’›n aday oldu¤u Paris bölgesinde Besancenot’yu sollamas›na yetti! Georges Frêche’in sayg› durufluna kat›lmamak için Fransa’n›n son elli y›ld›r hiç olmad›¤› kadar iyimser olmas› gerek. Alican Tayla
29
IRAK
Cemal: “Maliki t›rnaklar›n› ç›kartmayacakt›r”
‹fiGAL sonras› Irak’›n ikinci “demokratik” seçiminin sonuçlar› geçti¤imiz hafta aç›kland›. Express bask›ya giderken Irak Seçim Kurulu, Allavi’nin Meclis’te en çok sandalyeye sahip olarak kazand›¤›n› ilan etmifl, flu andaki Baflbakan Maliki de bu sonuca itiraz edece¤ini söylemiflti. Toz duman›n dinmesi epey zaman alacak. Irak’›n iflgali s›ras›nda tuttu¤u internet günlükleriyle hayli ün kazanan, Irak Dünya
Mahkemesi son oturumunda ülkemizi de ziyaret eden Dahr Cemal ile seçimlerin öncesini ve sonras›n› konufltuk. Bat› medyas›n›n seçimlere ilgisizli¤i flafl›rt›c›yd›. Sizce ilgide azald› m›? Dahr Cemal: Medya, en az›ndan ABD’de, seçimin kendisinden çok, ne kadar “baflar›l›” oldu¤u üzerinde yo¤unlaflt›. Newsweek, ifli Bush’un uçak gemisinde verdi¤i “görev tamamland›” pozunu kapa¤a tafl›maya kadar vard›rd›. Yani, medya Irak seçimleri üzerinden Irak iflgalinin y›kama-ya¤lamas›n› yap›yor. Irakl›lar›n ac›lar›n›, ABD’nin böl-
geye kal›c› olarak “konuflland›rd›¤›” üsleri görmezden gelen bir politika bu. Seçim sürecindeki fliddet ve oylar›n birbirine çok yak›n ç›kmas› durumun k›r›lganl›¤›na iflaret ediyor. Yeni bir Sünni-fiii çat›flmas› kap›da m›? fiu andaki güvenlik koflullar›n›n vahameti konusunda hakl›s›n›z. Bugünkü Arap gazetelerine konuflan Maliki, kaybederse seçim sonuçlar›n› tan›mayaca¤›n› söylemifl. Öteki tarafta da, Allavi’nin listesinden aday olanlar can güvenli¤i endiflesi içinde. Tehditler bafllad› ve böyle devam ederse flid-
detin yeniden ola¤anlaflmas› iflten bile de¤il. Tabii, ABD medyas›n›n bu tehlikeye de¤inmedi¤ini söylemeye gerek yok. Allavi de Maliki gibi fiii, ama Sünnilerin önemli bir bölümü ona oy verdi. Sizce Maliki yenilgiyi kolay kabul eder mi? Maliki kendini iktidar mekanizmalar›na öyle perçinledi ki, hele polis ve ordu da kendi denetimi alt›ndayken, bence bu güçten kolay vazgeçmeyecektir. Muhalefete raz› olaca¤›n› sanm›yorum. ABD kendisini aç›ktan ya da baflka yöntemlerle zorlamad›¤› sürece, Maliki t›rnaklar›n› baflbakanl›k makam›ndan ç›kartmayacakt›r. Maliki iktidarda kal›rsa Sünnileri siste-
GIDA Tortilla isyanlar› G›da piyasas›n›n küreselleflmesi, g›day› dünya çap›nda ucuzlatt›. Ancak açl›¤a çare gibi görünen bu olgu tam tersi yönde iflliyor. Piyasadaki ucuz fiyatlarla rekabet edemeyen milyonlarca yoksul çiftçi iflas edip açl›kla yüz yüze geliyor. Kronikleflen küresel g›da krizi, Meksika’da oldu¤u gibi, toplumlar› gelecek iradesi göstermeye zorluyor.
YUNAN‹STAN Önce halk! AB taraf›ndan kaderine terk edilen Yunanistan’da emekçiler ayakland›. Mart ay›nda iki genel grev örgütleyen iflçi sendikalar› konfederasyonu GSEE, 34. Kongresi’nde “piyasaya de¤il, halka öncelik” dedi. KR‹Z döneminde Avrupa, iflten at›lan veya ücretsiz izine gönderilen iflçileri ve kamu harcamalar›ndaki kesintileri konufltu. Ulusal hükümetler krizin etkilerini azaltmak için ücretleri düflürdü, dolayl› vergileri art›rd› ve kamu birikimleriyle batan bankalar› destekledi. AB’nin en zay›f halkas› Yunanistan’da baflta emekçiler, yoksullar ve göçmenler olmak üzere bütün toplum krizden etkilendi. Ortak bir ülke, ortak bir ordu ve ortak bir para politikas›ndan bahseden Avrupa, Yunanistan’› yaln›z b›rakt›. Tembellikle itham etti¤i ülkeye adalar›n› satmas›n› teklif etti. Faturay› gene halka ç›karmak isteyen Papandreu hükümeti, karfl›s›nda iflçi hareketini buldu. Peflpefle iki genel grev örgütleyen Yunanistan emekçisi, iflçisiyle memuruyla toplumun en diri ve örgütlü kesimi oldu¤unu gösterdi. Yunan Genel Emek Konfederasyonu (GSEE) 34. Kongresi’ni, “Piyasaya de¤il, halka öncelik” slogan›yla gerçeklefltirdi. 1918 y›l›nda kurulan ve 450 bin üyesi olan GSEE, Yunanistan’›n tek iflçi konfederasyonu. Kamu çal›flanlar› konfederasyonu ADEDY’de oldu-
30
TIMOTHY WISE
¤u gibi GSEE içinde dört büyük politik platform bulunuyor. Seçim sonuçlar›na göre bu platformlar›n a¤›rl›klar› flu flekilde: PASKE (sosyal demokrat - PASOK - yüzde 48), DAKE (merkez sa¤, Yeni Demokrasi - yüzde 24) DAS (komünist - PAME - yüzde 20) AP (ba¤›ms›z giriflim – Radikal Sol ‹ttifak, Syriza - yüzde 6). Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC) temsilcisi, 2007 y›l›ndaki kongrede oldu¤u gibi komünist delegeler taraf›ndan protesto edildi. PAME militanlar› kürsüyü devirdikten sonra salonu terk etti. Göstericiler “kuzu postunda kurt” olarak niteledi¤i ETUC’un iflçi s›n›f› mücadelesi içindeki AB ajan› oldu¤u söylüyordu. ETUC temsilcisi Tom Jenkins krize karfl› mücadele eden Yunan iflçilerini selamlay›p “krizin bedelini emekçiler ödeyemez” dedi. ‹ki genel grevden sonra siyasî liderler de kongreye kay›ts›z kalmad›. Yeni Demokrasi’nin yeni Samaras ve Baflbakan Papandreu konuflurken salonda Yunanistan’› krize sürükleyen partileri protesto edecek “komünist” kalmam›flt›. Baflbakan, “krizi birlikte aflaca¤›z” diyerek iflçileri kemer s›kmaya davet etti. Az say›da Radikal Sol ‹ttifak delegesi tepki gösterdi. Aç›klamalar› flöyleydi: “Kongrede kargafla yaflanmas› s›n›f birli¤ine zarar vermifltir ve baflbakan›n ayakta alk›fllanmas› kriz politikalar›n›n aklanmas› anlam›na gelir.” Yunan iflçi hareketi, as›rl›k tarihi, örgütlü oldu¤u binlerce iflyeri ve on binlerce militan›yla, her türlü iç çeliflkisine ra¤men, krize ve kumarhane kapitalizmine karfl› insanca bir yaflam için eylemde. Selanik’ten ‹stanbul’a gönderilen mesaj flöyle: “‹flçilere sendika, sendikalara demokrasi!” K›vanç Eliaç›k
Common Dreams, 5 Mart 2010
UCUZ g›da açl›¤a neden oluyor. Görünüflte bu mânâs›z bir ifade gibi geliyor. E¤er g›da ucuz olursa daha kolay sat›n al›nabilir, dolay›s›yla daha çok insan›n beslenme ihtiyac› karfl›lan›r. Ancak bu yaln›zca kentlerde yaflayan insanlar gibi g›day› sat›n alan kifliler için geçerli. E¤er g›day› üreten kifliyseniz, ifl baflka. Böyle bir durumda ürününüz ve eme¤inizin karfl›l›¤›nda çok daha az para kazan›rs›n›z, ailenizin geçimi için çok daha az geliriniz olur. Filipinler’deki pirinç yetifltiricileri gibi, Vermont’taki mand›rac›lar da bu flartlar alt›nda yaflamlar›n› sürdürüyor. Bugün mand›rac›lar, sütlerini üretim maliyetinin çok alt›nda sat›yor. Her geçen gün mutfaklar›nda daha az yemek pifliyor. Dolay›s›yla birço¤u, endifle verici bir h›zla iflten çekiliyor. Ekonomik f›rt›na dindi¤inde, ço¤umuzun muhtaç oldu¤u süt ürünlerini üreten çiftçi ailelerden geriye çok az kalacak. ‹flte ucuz g›dan›n temel çeliflkisi de burada... Düflük tar›m fiyatlar›, çiftçiler aras›nda k›sa vadeli açl›¤a neden oluyor. Uzun vadede ise, çiftçilerin say›s›n› ve daha fazla g›daya yap›lacak yat›r›m için gereken paray› azaltt›klar› için g›da bulma güçlü¤üne yol aç›yor. Dünyadaki yoksul nüfusun tahminî yüzde 70’i k›rsal alanlarda yafl›yor ve tar›ma dayal› bir yaflam sürüyor. Ucuz g›da onlar› aç b›rak›yor, yoksul bir yaflama hapsediyor. Çiftçiler yetifltirdikleri ürünü zarar›na satt›¤› için tar›ma yat›r›m yapacak para bulam›yor. Asl›nda g›da krizi, bu meselelerden sorumlu hükümetler ve uluslararas› kurumlar için alarm görevi görüyor. Politik uykular›ndan sars›larak uyand›r›lanlar aras›nda, 1980’de tar›msal kalk›nmaya ay›rd›¤› yüzde 30’luk harcamay›
min içinde tutmak için S›rat köprüsünden yürümek zorunda kalmayacak m›? Kesinlikle. Tahminimce tehditler, yolsuzluk suçlamalar› derken, seçim sonuçlar›n›n meflruiyeti uzun süre gündemde olacak. Barzani ve Talabani d›fl›nda güçlerin ç›kmas›yla Kürtler aralar›nda sorunlar yaflamaya bafllad›. Bu, bölge siyasetini raydan ç›kar›r m›? Yoksa Kürtler bunu içeride çözüp ona göre mi davran›r? Bence Kürtler, söyledi¤iniz gibi, son aflamada sorunlar›n› kendi içlerinde çözer. Çünkü ç›karlar›n› savunmalar›n›n tek yolunun birleflik bir cephe görüntüsü verip öyle davranmaktan geçti¤ini düflünüyorlar.
ABD ile ‹ran aras›ndaki gerilimin çat›flmaya dönüflmesinin Irak üzerindeki sonuçlar› ne olabilir? Tahmin edebilece¤inizden çok, ama çok daha fazla. ABD ya da ‹srail, Irak’a sald›r›rsa, Irak’taki ABD güçlerine sald›r›lar›n hiç görülmemifl düzeylere t›rmanaca¤›ndan emin olabilirsiniz. Tabii, ABD güçleri önlem olarak korunaklar›na çekileceklerdir, ancak o duvarlar›n ne ölçülerde dövülece¤ini, ayr›ca Körfez’deki petrol trafi¤inin ne kadar güvensizleflece¤ini tahmin edin. Hem ‹ran, hem Türkiye, Irak’ta yat›r›m yap›yor. Sünni ve laik Türkiye’nin varl›¤› Irak’ta nas›l karfl›lan›yor?
2006’da topu topu yüzde 6’ya indiren Dünya Bankas› yetkilileri var. Fakat, ifle bak›n ki, Dünya Bankas›’n›n 2008 y›l› Dünya Kalk›nma Raporu’nda, 25 y›ld›r ilk kez Kalk›nma ‹çin Tar›m altbafll›¤› yer al›yordu. Bu taze ilgi, sadece büyük çapl› ihracat ürünlerine de¤il, ayn› zamanda küçük çiftlik tar›m›na da yeniden yat›r›m ça¤r›s› yapt›¤› için memnuniyetle karfl›land›. Dünya Bankas› elbette ilk olarak, tar›m›n ihmal edilmesine neden olan politikalar› desteklemifl olman›n sorumlulu¤unu almaktan titizlikle sak›nd›: Bunlar, yaln›zca yard›m ve yat›r›ma yönelik kesintiler de¤il, ayn› zamanda, birçok hükümetin yerel tar›m› destekleme kapasitesinin içini boflaltan ve kredi koflulu olarak kabul ettirilen yap›sal uyum programlar›yd›... Ayn› yap›sal uyum programlar›, hükümetlerin ekonomiden tamam›yla elini çekmesini sa¤lamak üzere yürütülen kampanyan›n bir parças›yd›. Piyasan›n fiyatlar› hükümet müdahalesi olmadan koyabilmesi için t›ls›m›n ifllemesi gerekiyordu.
Küresel piyasa baflar›s›zl›¤› Geliflmekte olan ülkeler için tar›m alan›nda önemli olan flu: E¤er temel tah›llar›, ABD, Avustralya ya da Brezilya’da yap›labildi¤i gibi verimli –ucuz anlam›nda– bir flekilde yetifltiremiyorsan›z, belli ki temel tah›l üretmemelisiniz. Bunlar›, uluslararas› pazardan almak daha ucuz –yani verimli– olacakt›r. Belki de ihraç edilecek çiçekler üretmeli ya da ABD pazar› için k›fl çileklerine yönelmelisiniz. Fakat belki de hiçbir fley yetifltirmemelisiniz, çünkü belki de topra¤›n›z verimli de¤ildir ve nas›l olsa yetifltirdi¤iniz ürünleri bir limana ulaflt›racak yollardan uzaktas›n›zd›r. Dolay›s›yla, belki de, piyasan›n sizden hiçbir beklentisi yoktur. Art›k bahçenizde yetifltirdi¤iniz tah›llara da ihtiyac› yoktur, çünkü zaten ithal ediliyordur. ‹flte teori tam da bu flekilde iflliyor: E¤er bir ülkenin d›flar›dan ithal etti¤i g›da kendi ülkesinde yetifltirilenden daha ucuza geliyorsa, ihtiyac› olan bütün g›day› ithal etmelidir. Bu yaklafl›m›n en bariz problemlerinden biri flu: E¤er çiftçiler g›da yetifltirmeyi b›rak›rlarsa, aileleri yiyecek bir fley bulamaz ve e¤er ifl bulamazlarsa g›da alacak paralar› da olmaz. ‹kincisi, bir ülke, özellikle fiyat yükselmesi ve g›da ürünlerinin azalmas›yla a盤a ç›kan g›da ba¤›ml›l›¤› sorunuyla karfl› karfl›ya kalabilir. Yak›nlarda ortaya ç›kan g›da krizi tam olarak buydu. Filipinler gibi ülkeler ihtiyaç duyduklar› pirinci tedarik edememiflti. Kendilerini böyle bir piyasa flokundan korumak için pirinç yetifltirmeyi b›rakm›fl-
Orta ve Kuzey Irak’taki Türkmenler gibi baz› topluluklar aras›nda Türkiye’nin bölgedeki yumuflak güç yat›r›m› memnuniyetle karfl›lan›yor. Ancak özellikle fiiiler, bu varl›ktan ayn› düzeyde hoflnut de¤il. Sünnilere gelince, birço¤unun özellikle ticarî perspektiften bak›nca Türklerin varl›¤›ndan hoflnut oldu¤unu söyleyebiliriz. ABD ‹ran’›n yat›r›mlar›na izin veriyor... Aç›kças›, ülkedeki ya¤ma göz önünde bulundurulunca, ‹ran’›n pastadan kapt›¤› pay, ABD’ninkinden çok daha az. Bat›l› petrol flirketlerinin ya¤l› sözleflmeler için ayaklar›n› kap›ya nas›l s›k›flt›rd›klar›na, bir ülkeyi sömürüye nas›l zorlad›klar›na tan›kl›k ettik.
lard› ve hiçbir ülke onlara pirinç satacak durumda de¤ildi, çünkü hepsi öncelikle kendi halk›n› doyurma telafl›ndayd›. Bu durum, “ihtiyac›n olan ucuz g›dan›n tümünü uluslararas› pazarda bulabilirsin” diyen politikalar›n tehlikelerini ortaya ç›kard›. Birçok ülke bunu dikkate ald›; bugün Filipinler’de, pirinç üretiminde yeniden kendine yetebilmeyi sa¤layacak birkaç y›ll›k bir ulusal program uygulan›yor. Hükümetin ideolojik at gözlüklerini ç›karmamakta kararl› göründü¤ü ülkelerden biri de Meksika. M›s›r›n anavatan›nda, bu tah›l›n g›da olarak tüketilen tah›l türleri içinde dünyan›n en önemli tah›l› say›l›p özenle yetifltirildi¤i bilinen bu ülkede, insanlar›n bu temel g›da maddesini sat›n almaya güçleri yetmedi¤i için sokaklarda tortilla isyanlar› patlak vermiflti. Kuzey Amerika Serbest Ticaret Antlaflmas›’n›n (NAFTA) imzalanmas›n› izleyen 15 y›l içinde Meksika, kendi yetifltirdi¤i m›s›r›n yar› fiyat›na Amerikan m›s›r› sat›n alma olana¤› buldu. Meksika, flu anda, ihtiyaç duydu¤u m›s›r›n üçte birinden fazlas› için ABD’den ithal edilecek ürünlere bel ba¤lam›fl durumda. ‹ki milyon kadar aç çiftçi, ucuz g›da bollu¤u yüzünden tar›m yapm›yor. G›da krizi, kimilerince, piyasa baflar›s›zl›¤›n›n küresellefltirilmesi olarak adland›r›lan olguyu da örnekliyor. Küreselleflme, yeni pazarlar açma ve dünyan›n de¤iflik bölgelerinde yetiflen ürünleri do¤rudan rekabete sokma süreçlerini de içeriyor. Burada, piyasalar›n düzgün bir flekilde iflledi¤i, fiyatlar›n gerçekten de ticareti yap›lmakta olan fleyin gerçek de¤erini yans›tt›¤› varsay›m› var. Tar›mdaki varsay›m, verimlili¤in yüksek kazanç getirece¤i yönünde; yani düflük fiyat, üretilen fleyin gerçek de¤erini yans›tacak. Yans›tmazsa, bu durum ekonomistlerin tabiriyle “piyasa baflar›s›zl›¤›”d›r. Tar›m, piyasa baflar›s›zl›klar›yla dolu. Meksika ve ABD aras›ndaki m›s›r ticaretinde, bunu net bir flekilde görebilirsiniz.
Meksika’n›n m›s›r savafl› Çevresel maliyetler, piyasan›n, maliyetleri ve kazançlar› lây›k›yla de¤erlendiremedi¤i kilit alanlardan biridir. ABD, çevresel maliyetlerde uzmanlaflm›flt›r. M›s›r, ABD ürünleri aras›nda çevreyi en çok tahrip edenidir. Su israf› ve kimyasal kullan›m›, sunî gübrelerin su yollar›na akmas›, Meksika Körfezi’ne dökülen Mississippi
Maliki, bugünlere nas›l geldi? K›saca, ABD’nin Irak’ta siyasî sistemi olufltururken ilk hedefi, ‹ran’a karfl› duran, ABD yanl›s› ve laik bir fiii hükümetti. Ancak bunun mümkün olmad›¤› görülünce, Maliki’de karar k›l›nd›. Maliki ise Saddam’›n fiii versiyonu, baflka bir fley de¤il. Kürtlerin ba¤›ms›zl›¤› hâlâ hayal mi, yoksa do¤ru zaman› m› bekliyorlar? Aç›kças›, baflta Maliki de olsa, Allavi de olsa, Irak yönetimi gerçekten ba¤›ms›z bir Kürt yönetimine hiçbir zaman yol vermez. Bence Kürtler de bunu biliyor ve bu yüzden bu do¤rultuda bir ad›m atmaktan imtina edecekler. Söylefli: Ertan Keskinsoy
Nehri’nin a¤z›ndaki ölü bölge... Bunlar›n tümü, ABD m›s›r üretiminin yüksek çevresel maliyetlerine örnek olarak gösterilebilir. Üreticiler ve tüccarlar, bu tahribatlar›n maliyetleriyle ilgili olarak hemen hemen hiçbir zaman çözüm üretme yoluna gitmez ve m›s›r›n Meksika s›n›rlar› içindeki sat›fl fiyat› asla bu çevresel maliyetleri yans›tmaz. Peki, Meksika taraf›nda neler yaflan›yor? Küçük üreticiler, küçük ilavelerde bulunarak büyük bir biyolojik çeflitlili¤i ellerinde tutmaya devam ediyorlar. Piyasa, bu olumlu katk›lar› ödüllendirmiyor. M›s›r biyolojik çeflitlili¤inin küresel pazarda hiçbir de¤eri yok, oysa bu m›s›r tohumlar›, gelecekteki m›s›r çeflitlerinin yap›tafllar›n› oluflturuyor. ‹klim de¤iflikli¤i, ziraî ilaçlar vb. etmenlere karfl› dayan›kl› olmak için bunlara ihtiyac›m›z olacak. Meksika tohumunun fiyat›, kamu yarar›na olan bu katk›lar› yans›tm›yor. Ticareti küresellefltirdi¤inizde, piyasa baflar›s›zl›¤›n› da küresellefltirmifl olursunuz. Düflük fiyatl› ABD m›s›r›n›n, gerçek de¤erinin alt›nda de¤er biçilmifl Meksika m›s›r› ile do¤rudan rekabete girmesinin önünü açm›fl olursunuz. Meksika m›s›r› bu rekabet ortam›nda kaybeden taraf olur, fakat bunun nedeni daha az verimli olmas› de¤ildir. Bir çiftçi, “Meksika’da 8 bin y›ld›r m›s›r üretiyoruz. E¤er m›s›rda bile karfl›laflt›rmal› üstünlü¤e sahip de¤ilsek, hangi üründe olaca¤›z?” demiflti. Hakl›yd›. Sorun flu: Küresel pazar›n tan›mlad›¤› karfl›laflt›rmal› üstünlük, Meksika m›s›r›n›n sundu¤u üstünlü¤ün de¤erini karfl›lam›yor. K›s›tlay›c› düzenlemelerin olmad›¤› (fiyat serbestisinin uyguland›¤›) piyasada, de¤erli olan tek fley, bir ürünün ne kadar ucuz oldu¤u. Piyasa baflar›s›zl›¤›n›n küreselleflmesi, daha kirli bir çevreye, g›da üreticilerinin giderek yoksullaflmas›na, g›da ba¤›ml›l›¤›n›n artmas›na ve açl›¤a yol açacak. Bu yüzden, g›da krizinin bafll›ca günahkârlar›ndan biri, bizim ucuz g›da konusundaki gözükaral›¤›m›z... Küresellefltirme her fleyi ucuzlat›yor. Fakat baz› fleylerin ucuzlat›lmamas› lâz›m. Piyasa birçok fleye de¤er biçme konusunda oldukça baflar›l›, fakat insanî de¤erlerden uzak durmal›. Toplumlar insanî de¤erleri bizzat kendileri saptamal›, piyasan›n onlar ad›na bu ifli yapmas›na izin vermemeliler. Topraklar›m›z ve üzerinde yetifltirilebilecek yaflamsal g›dalar gibi ucuzlat›lmamas› gereken baz› vazgeçilmez fleyler var. Çeviren: P›nar Uygun
31
k›raat
umayan as›n, Bir+Bir ok Bir yanl›fll›k olm kalmaa, ›ys ld Ka ld› m›? Express okuru ka giden e den sonra bayiy de s›n, nisan›n 7’sin de in et hb efl-dost so kahrolur kal›r, vab› ce ”›n ›n ad um iye ok mahçup olur, “n . ur ol r zo rmufltuk, n say›da duyu Do¤umunu geçe mifltik, de i” gib ¤i di de “Shakespeare’in e Exec ad .S fadan iyidir” “iki kafa bir ka dedin ni ri” tle zre “pafla ha toppress’le olmaz, r bi ifl marlar› kesilm e... ¤i gibi, “sanat da ys ne r He d› devam›? Ne lumun...” Nas›l n. te za i hm Ra i Bedr böBizim “paflam›z” , ›z› m k›r u karpuz çok demiflti üstad: “B s gies pr Ex , le öy r+Bir de lüflmek flart.” Bi . ›z› m bi k›r elerken do¤umunu müjd Geçen say›da olsun” riz rp sü , im etmeyel “içerikten bahs bir çift ra la okumam›fl olan demifltik. Hâlâ lük’te öz flis Ek “Arzuhal”i ipucu: Bir+Bir’in üstlük ne tü üs ifl, ilm ed harfiyen iktibas leri dert kalem de, el gönlübol bir alar›nda ar t›r sa memifl, görmesin, üflen Aynen ›fl. listesini ç›karm geçen isimlerin li. isa karpuzu m Bedri Rahmi’nin
X - KÜTÜPHANE Alexandra Carter Dans Tarihini Yeniden Düflünmek (BGST) Andre Gunder Frank Yeniden Do¤u –Asya Ça¤›nda Küresel Ekonomi (‹mge) Ayflegül Sabuktay Devletin Yasal Olmayan Faaliyetleri –Susurluk Olay›’na Hukuk Siyaset Kuram›ndan Bak›fl (Metis) Chantal Mouffe Siyasal Üzerine (‹letiflim) Christian Marazzi Sermaye ve Dil (Ayr›nt›) E.H. Carr Komintern ve ‹spanya ‹ç Savafl› (‹letiflim) Fatih Özgüven Hep Yazmak ‹steyenlerin Hikâyeleri (Metis) Fred Magdoff Ekonomik Krizin ABC’si –Eme¤iyle Geçinenlerin Bilmesi Gerekenler (Epos) Giorgio Agamben Çocukluk ve Tarih (Kanat) Gökhan Günayd›n Tar›m ve K›rsall›kta Dönüflüm –Politika Transferi Süreci / AB ve Türkiye (Tan) Gustave Flaubert Bir Delinin An›lar› (Sel) Jack Kerouac Zen Kaç›klar› (Ayr›nt›) Jean Echenoz Jerome Lindon (Norgunk) K›vanç Eliaç›k Bask›y› Durdurun! –Avrupa, Türkiye, Sendikalar ve Gençler (Alan) Martin Amis Londra’da Bir Park (YKY) Olivier Roy ‹slâm’a Karfl› Laiklik (Agora) Orhan Kemal Han›m›n Çiftli¤i (Everest) Tezer Özlü - Ferit Edgü Her fieyin Sonunday›m (Sel) Walter Benjamin Sanat ve Hayatta Elefltiri –Alman Romantizminde Sanat Elefltirisi Kavram› (‹letiflim) Yaflar Çabuklu Postmodern Toplumdan Kesitler (Paloma)
*
• * Mehmet A¤ar, Susurluk olay› • ortaya ç›kt›ktan sonra, “Korkacak, çekinecek bir fley yapmad›m. Namuslu, yasalara sayg›l› hiçbir vatandafl bizden zarar görmedi” demiflti. Susurluk olay›, bu durumdan ma¤dur olanlar›n, A¤ar’›n ifadesiyle “namuslu olmayan, yasalara sayg›l› olmayan vatandafllar›n”, anayasa çerçevesinde kabul edilmifl yarg› süreçlerinin d›fl›nda yarg›lanm›fl olan vatandafllar›n, her zaman tâbi oldu¤u hukuktan daha fazlas›na tâbi oldu¤unu gösteriyor. Tâbi oldu¤umuz hukuksal düzen hukuksal s›n›rlar içinde olsun ya da olmas›n, Walter Benjamin’in “ezilenlerin gelene¤i bize yaflad›¤›m›z ‘istisna durumu’nun kural oldu¤unu ö¤retmifltir” sözünü hat›rlat›yor. (...) Susurluk olay›yla ilgili aç›klamalardan hangisi daha ikna edici? (...) Habermas’›n bak›fl aç›s›ndan yap›lacak bir yorum, olay› liberal demokrasinin ilkelerine yeterli önemin verilmemesi sorunu olarak, Schmitt’in bak›fl aç›s›ndan yap›lacak bir yorum ise, liberalizmden kaynakl› bir sorun olarak görmekle sonuçlanacakt›r. Farkl› bak›fl aç›lar›n›n bu kadar çeliflkili sonuçlar üretmesi, ayn› sorunun, yani siyasal gücün hukuka tercüme edilmesi sorununun farkl› niyetlerle görülmesinden kaynaklan›r. Habermas meflruiyetin sa¤lanmas› için toplumsal gücün hukuka dönüflmesinde liberal demokratik mekanizmalar›n ifllemesini öngörürken, Schmitt bizatihi bu mekanizmalar› sorun olarak görmektedir.
32
IKEA neoliberal toplumda self servis benzin istasyonlar›, ATM makineleri, telefon ve internet bankac›l›¤› ve birçok baflka alanda yayg›nlaflan kendin yap kültürünün bir parças›yd›. IKEA’n›n evde monte edilen ürünleri, kamusal alan› bireylere yaflamlar›n› sürdürmeleri için bir araya getirmeleri gereken hammaddeler sunulan bir alan olarak gören neolibelar sistemin bir simgesiydi. Kamusal alan›n gerilemesi ve kendine yeterlili¤e dayal› bir bireycilik anlay›fl›n›n öne ç›kar›lmas›yla birlikte ev yeni yaflam tarz› kültürünün oluflmas›nda önemli bir merkeze dönüfltürülmüfl, bireylerin kendi elleriyle monte ettikleri eflyalar bir kimlik deneyimini yans›t›r hale gelmiflti. Kendin yap kültürü bireyin kendi kiflili¤ini kurmada aktif ve oyuncul bir rol icra etmesini mümkün k›lmaktayd›. ‹ç dekorasyon yerini iç tasar›ma b›rakm›fl, montaj›n bireysellefltirilmesi sayesinde tasar›m herkesin yapabilece¤i bir fley haline gelmiflti. (...) Modern toplumdaki birey tek, üniter, kal›c›, esnek olmayan bir kimli¤e sahipti. Postmodern toplumda ise ak›flkan, parçal›, çoklu kimlikler öne ç›kt›. IKEA farkl› montajlarla farkl› evsel kimliklere imkân veriyor gibi görünse de, IKEA’dan döflenmifl evlerin tümü birbirine benzemekteydi. John Hartley’e göre günümüzde yeni kimlikler oradan buradan sat›n al›nm›fl, afl›r›lm›fl parçalar›n bir araya getirilmesinden oluflmaktayd›. Kendin yap’a dayal› yurttafll›k modelinde bireyler belirli bir kimli¤i de¤ifltirebiliyorlar, kimlikler repertuar›na rahatl›kla girip ç›kabiliyorlard›.
Osmanl›lar, Avrupa ve Asya aras›nda co¤rafî ve ekonomik bir kavfla¤a yerleflerek bundan olabildi¤ince faydalanmaya çal›flm›fllard›r. Do¤udan bat›ya uzanan baharat ve ipek ticareti hem kara hem de deniz yoluyla Osmanl› topra¤›ndan geçiyordu. Constantinople Bizansl›larca kurulduktan sonra yaklafl›k bin y›l boyunca kuzey-güney ve do¤ubat› aras›nda önemli bir dört yol olagelmiflti. Bu durum ona ‹stanbul ad›n› veren Osmanl›lar aç›s›ndan kendisini fethedilmesi daha da cazip bir flehir konumuna sokmufltu. 600 bin ile 750 bin aras›nda de¤iflen nüfusuyla ‹stanbul aç›k ara Avrupa ve Bat› Asya’n›n ve neredeyse dünyan›n en büyük flehri idi. Bütün olarak bak›ld›¤›nda, Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun flehirleflme oran› Avrupa’dan daha öndeydi. Ticaret güzergâhlar› konusunda birbirleriyle rekabet eden di¤er önemli ticarî merkezler Bursa, ‹zmir, Halep ve Kahire idi. (...) Elbette herkes gibi Osmanl›lar da transit güzergâhlarda alt›n yumurtlayan (en az›ndan bu izlenimi veren) tavu¤u kesmek niyetinde de¤ildi. Her ne kadar “dünya ekonomisi ve malî sistemindeki geliflmeler, bat›dan do¤uya giden büyük ölçekli alt›n ve gümüfl ak›fl›na karfl› savunmas›z olan ve bundan genelde olumsuz etkilenen Osmanl› malî sistemi üzerinde ço¤u zaman olumsuz etki yaratsa da” transit ticaretten gelen para oldukça önemliydi.
Son on y›ll›k dönemde, anlaml› üretim art›fl›na konu olabilen ürünler m›s›r, çeltik, yafl meyve, sebze ve beyaz etten ibarettir. Say›lanlar›n d›fl›ndaki ürünlerde üretim ya geriye gitmekte ya sabit kalmakta ya da üretim art›fl› nüfus art›fl›n›n do¤urdu¤u ilave talebin gerisinde kalmaktad›r. Bu durum, Türkiye’nin AB sürecinde alabilece¤i kota miktar›n›n, giderek daha az bir düzeye gerilemesine neden olmaktad›r. Nüfusu h›zla artan bir ülke için, bu durumun kabul edilebilir olmad›¤› aç›kt›r. Üretimi artan süt ürünlerinde ise “kay›t d›fl›l›k” sorunu, Türkiye’nin karfl› karfl›ya kalaca¤› önemli bir sorunun habercisi niteli¤indedir. Buna göre, yaklafl›k 11 milyon tonluk süt üretiminin 4 milyon tona yak›n düzeyi kay›t alt›ndad›r. 3 milyon tonu küçük mand›ralarca, 4 milyon tonu da sokak sütçüleri taraf›ndan kay›t d›fl› olarak sat›lmakta, ifllenmektedir. (...) Üretim d›fl› kalacak kapasitenin yarataca¤› sorunlar, “kay›t içi” tan›mlamas›nda olan süt piyasas›nda çokuluslu flirketlerin önderli¤inde bir tekelleflmenin yaflanmas›, “kay›t d›fl›” mand›ra ve sokak sütü sat›c›lar›n›n üretim, iflleme ve sat›fl süreçlerinde ülkenin en yoksul ve kalabal›k üretici / tüketici kesimini oluflturuyor olmalar›, sorunun di¤er önemli boyutunu oluflturmaktad›r.
Duman›
üstünde
Cevherin efendisi yoktur Ernst Bloch - ‹zler - çeviren: Suzan Geridönmez (‹letiflim)
az›n›n izinden giderek –okurken ve yazarken, her dem aktif– alg›lad›¤›m›z dünya ile yaflad›¤›m›z, varl›¤›m›zla bir ölçüde nüfuz etti¤imizi sand›¤›m›z dünya birbirinden ne kadar da farkl›. Birinde nesnelerin ve tariflerin, prospektüslerin ve tabelalar›n, haritalar›n ve kodlar›n, tan›mlanm›fl bir bafllang›ç ile sonun ortas›nda bize dikte edilmifl s›n›rl›l›¤›n eyvallah’›na zorlanm›fl›z; oysa ötekinde aldat›c› günden azat edilmifllerin yafls›zl›¤›yla kamaflm›fl vaziyette havada uçuflmaktay›z. Dünyan›n kabuk kabuk soyuluflunu kan›tlamak için kapa¤› kald›rmam›z yetiyor, bir kavray›fl mahmurlu¤unda hafifçe dalgalan›yor, “içinde beyaz sihir olan birkaç masal”›n sisli koridorunda ilerliyoruz. “Art›k bafl›m›za gelmese de dönüflümün eski mekân›nda biz de yer almaktay›z, ama baflka araçlarla...” Bir mahzende bir kap› aç›l›yor, ma¤aran›n oyu¤undan derin suya dal›yoruz, gökyüzü çepeçevre dolan›fl›na bak›fl›m›z›n hemen ucundan bafll›yor. Olanaks›z›n mahsûlü kavray›fl›m›z›n topra¤›ndan bafl›n› hafifçe günefle uzat›yor, taptaze soluklar›n içinde yeni bir hayata göz k›rpt›¤› kitaplar yaz›l›p okunuyor. Ernst Bloch’un “‹zler”ini bitirdikten sonra, bu kitaba dalm›fl okurun tasvirini hayal etmek, sat›rlar›n› hevesle çizmek kadar, k›y›s›na notlar düflmek, bir paragraf› ayn› büyülenmifllikle defalarca, her seferinde yeni tatlar alarak okumak kadar bafltan ç›kart›c›. O okur, sadece baflkalafl›m›n›n tablosunda suluboya bir figüre dönüflünün hayretiyle sars›lm›yordur, ayn› zamanda düflünce ile fliirin dans›ndan do¤mufl rüzgâr›n da idrakindedir. Bu afallat›c› deneyim, okurun elinin alt›ndakini bafl›na taç yapar, yazar›n haleli dokunuflunu kendisinin k›lar. Bak›fl›, tükenmez kitab›n formülüne, yöntemin bilgiyle duyguyu örüflündeki ölçü tan›maz hassas dengesine uzan›r. Tarihsiz yürüyüflüne devam eden hikmet’in efllikçisi gibi beliren yazar›n aktard›¤›na katt›¤›
Y
derinlik ve yorum da anonimleflme arzusu duyan bir kimliksizleflme çabas›n›n yan›ndad›r. Cevherini üreten sözün efendisi yoktur. Çehresi okuyan›nkiyle birleflerek dönüflen yazar, “Öncesi”nden bafllar, “Ama kendime sahip de¤ilim. Bu yüzden henüz olmaktay›z” diye içinden tekrarlayarak “Durum”a var›r: “Ne de olsa insan, henüz bulunmas› gereken bir fleydir” diye m›r›ldan›rken “K›smet”in bilgisiyle çal›flmaya devam eder: “Çünkü bir hayat ne kadar sefil yahut ne kadar da hareketli ve parlak geçmifl olursa olsun, ölüm onu ayn› oranda siler ve çukura (maden oca¤›na) yollar; k›sacas› kapitalist despot da nihayetinde son-kaderde yaflar, bize hayat›n yar›-girizgâh›n› dayatan ve ard›ndan bizi hiçli¤e teslim eden son-kaderde.” “Varolma”n›n sahipsizli¤iyle konuflur: “Bu hikâye hiçbir fleye benzemiyorsa, derler Afrika’da masal anlatanlar, onu anlatana âittir, fakat varsa bir hikmeti, o vakit hepimize âittir.” Ve “fieyler”de “Her fley canl› olsayd›, etraf›m›zdaki hiçbir fley sürüp gidemezdi” diyerek okurun dikkatini k⤛ttan, bir zamanlar canl› olan malzemeye yaz›lm›fl olandan süzülen hayata yaklaflt›rarak çekilir. Anlatman›n, hat›rlaman›n, aktar›l›rken yitirilmiflin, hikâyelefltirilememifl olarak kalan›n, efsane kaErnst Bloch
rin” kitab› kaç sayfa olurdu? O kitaba hep yeni bafltan (ortadan, sondan) bafllama arzusu duyaca¤›m›z için matematiksel dünyaya iliflkin bir yan›t verilemez elbette. Yazar›n hikâyeleri örmesindeki üslûba öykünerek, bütün kitaplar›n› okuduktan sonra farkl› ve yepyeni kitaplara varma arzusu da uyanacakt›r içimizde. Tükenmezin içine yerlefltirilmifl tükenmezlik tohumlar›n› keflfetmenin ifltah›yla, anonim cevherin odas›na girebilece¤imizi varsayar›z. “‹zler”, okuyan› ço¤altan kitaplardan; sentetik bilginin niceli¤iyle de¤il ama, bilgeli¤in ölçüye s›¤mazl›¤›yla... Ço¤alt›c› etki insan›n sadece kendisinde olup bitmez bazen, bafll› bafl›na bu bile bir hazineyken, ötekinin ço¤alt›lm›fll›¤›na da uzanacak enerjiyle donat›lan kifli, kendisinden uzak b›rak›lm›fla da yönelerek ölçüsüzce zenginleflir. Bu ço¤altma ayn› zamanda kitab›n parçal› yönteminin de formülüdür; ço¤alt›lan, biriktirilen hikâyelerin, “sona ermeleri ancak kar›flt›r›l›lp çalkalanmalar›yla tamamlanan hikâyelerin” iz-okumas›d›r. Bu yöntemde, her fleyi birlefltiren, aforizma ile masal› kaynaflt›ran, bireysel ile kitleseli birlikte yo¤uran bir anonimlik tarifi de bulunur. Böylece kitap, ahlâkî olarak, yaz›n›n hiçbir hâkimiyet alan›nda k›st›r›lamayaca¤›n›n güvencesi olarak sapasa¤lam ve ayn› zamanda hayallerin malzemesinden üretilmifl bir belirsizlikle an›tlafl›r. – Pelin Özer
Yepyeni filmlere do¤ru Öktem Baflol - Senaryo Kitab› (Pana Film)
stanbul Üniversitesi ‹letiflim Fakültesi’nde sinema dersleri verdi¤im dönemde, bir grup ö¤renci çevremde toplan›p, “senaryo hocam›z senaryonun önemsiz oldu¤unu söyledi” diye güya flikâyette bulunup yan gözle de tepkimi anlamaya çal›fl›yordu. “Bu durumda sizin için de o dersin önemi kalmam›fl oluyor” diye karfl›l›k vermifltim. Buna tam anlam›yla karfl›t bir örnekse, Bilgi Üniversitesi’ndeki derslerinde, senaryo kurallar›n›n önemini vurgulayan Öktem Baflol’un bafl›ndan geçer; sinema ö¤rencilerinin bu kurallar› ö¤renmeden karfl› ç›kmay› marifet sanmalar›na isyan ederek, y›llar sona yazaca¤› kitab›nda, “Karfl› iseniz neden derse geliyorsunuz? Senaryo hocas›na kurallar›n gereksiz oldu¤unu ö¤retmek için mi?” diye sorma gere¤ini duyacakt›r. Bu sorunun içerdi¤i mesajlardan en önemlisiyse, kurallar› y›kma iddias› tafl›yanlar›n o kurallar› herkesten iyi ö¤renmek zorunda olmalar›d›r. Sözünü etti¤imiz kitap, senaryo yaz›m›n›n, en az bir orkestra partis-
‹
t›na ç›kar›lm›fl›n, hikmetin, yan›lg›n›n, ders vermeyen bilgeli¤in, masal diye bellenmiflin farkl›, farkl› oldu¤u için ak›lda kal›c› yorumunun, kutsal kapsam›na al›nm›fl›n, iz b›rakan›n, izleri silenin, yeniden bafllatan, durduran, afallatan hat›ran›n, rüyan›n hayata kar›flt›¤› anlar›n, hayalet tasvirlerinin, hayalet avc›l›¤›n›n, tablolardan gün›fl›¤›na s›çrayanlar›n, gözler aç›kken görülen düfllerin, k›ssadan hisse ç›kart›lamayan durumlar›n, “kendi bafl›m›zdan geçen veya onlar› dinlerken, bizi sanki kendi bafl›m›zdan geçmiflçesine sarmalayan hâdisele-
yonu kadar, bir kurallar bütününe gereksinim duydu¤unu her bölümünde bir kez daha kan›tl›yor. “Senaryo Kitab›”, benzersiz bir çal›flman›n ürünü oldu¤u aç›kça gözüken bir yap›t: Bine yak›n film örne¤inden yola ç›karak, senaryo yazman›n kurallar›n› ve dramatik teknikleri, her birinin bir öyküsü ve a盤a ç›kmam›fl yetene¤i oldu¤unu varsayd›¤› potansiyel okuruna ulaflt›rmay› hedefliyor. 7 May›s 1966’da ‹stanbul’da do¤an Öktem Baflol, Paris I-Sorbonne Üniversitesi’nde senaryo üzerine doktora yapm›fl; kendisiyle tan›flt›¤›mda Bilgi Üniversitesi'nde ö¤retim üyesiydi. fiu s›ralar Eurimages’da ve Pana Film’de senaryo dan›flmanl›¤› yap›yor. “Senaryo Kitab›”, uzunluklar› ve kapsamlar› farkl› yedi ana bölümden, yazar›n kendi deyifliyle, yedi dosyadan olufluyor. Bunlardan ilki, senaryo terimlerini, senaristin çal›flmas›n›, mesle¤in iflleyiflini ve senaryo tarihini anlatan girifl dosyas›. ‹kinci bölümse senaryo yaz›m›n› ve her türlü teknik detay› örnekleriyle ele al›yor. Üçüncü dosya, dramatik anlat›m ba¤lam›nda, bir filmin sorunsal›n›n nas›l belirlenebilece¤ini, öyküleme teknikleri ve çat›flma yarat›m›n› inceliyor. Yazar, dördüncü dosya ile birlikte, dramatik yap› ve tematik yap› aras›ndaki farklardan yola ç›k›p dramatik iflleyiflin temel özelliklerini inceliyor. Beflinci dosya, senaryo kurgusuna ayr›lm›fl; do¤rudan sunumlar›n biçimi, farkl› kurgulu senaryolar ve dramatik ironi kurgusunu ele al›yor. Alt›nc› bölüm, karakter, haz›rl›k ve di¤er dramatik elemanlar› tüm detaylar›yla sergiliyor. Yedinci ve son dosya ise diyalog yaz›m› ve senaryo kurgusunun di¤er türlere nas›l uygulanaca¤› hakk›nda bilgiler veriyor: K›sa metrajl› film, belgesel ya da reklam senaryosu gibi konular bu son dosyan›n içinde yer al›yor. Öktem Baflol, bu çal›flmas›yla, senaryo yazarl›¤›n›, Aristoteles’in “Poetika”s›ndan bu yana süren bir dramatik yaz›m gelene¤i içindeki yerine oturtuyor. Bu yaz›m disiplinini, “ülkemizde henüz varolmayan bir terminolojiye kavuflturma” iddias›n› da tafl›yan kitab›n›n giriflinde, amac›n› “senaryo yazmak için engin denize aç›lanlara, s›¤›nabilecekleri bir liman oluflturmak” formülüyle özetliyor. Ben kendi pay›ma ne Türkçe ne de baflka dilde bu kadar kapsaml› bir “Senaryo Kitab›” görmedim. Siz de flimdilik senaryo tekni¤i üstüne hiçbir fley bilmiyor olsan›z bile, kitab› dikkatle okuduktan sonra senarist olabilirsiniz. Yeter ki anlatacak bir öykünüz olsun! – Ahmet Güngören
33
KARA TREN: TURHAN SELÇUK
‹mza: TURHAN Türkiye’de karikatür sanat›n›n bunca etkili olmas›nda Turhan Selçuk’un eme¤i büyüktü. Selçuk’unki, durdu¤u yerle yetinmeyen, ifle sayg›y› esas belleyen bir emekti. Mirasç›lar›ndan Semih Poroy, ustas›n› anlat›yor... arikatürümüzün en uzun soluklu ustas›n› yitirdik. Yaln›zca uzun soluklu de¤il, belki de en yetenekli, en çal›flkan! “Belki de” diyorum, çünkü bunlar pek öyle ölçülebilir fleyler de¤ildir ama, çekiflme ortam›nda zaman zaman didiflseler de, kendi kufla¤›ndan arkadafllar› Turhan Selçuk’u hep ayr› bir yere koymufllard›r, buna güvenerek kullan›yorum bu nitelemeleri. Örne¤in, Ferruh Do¤an flöyle demektedir: “... Turhan Selçuk’un yapt›¤› flekil ve konu yenili¤i, Türk karikatüründe çok önemli bir merhale olmufltur...” (1955) Altan Erbulak da flu saptamay› yapmaktad›r: “... Cemal Nadir
K
(...) ayd›n kiflilere ve (...) büyük kitleye ayn› karikatürü ayn› derecede sevdirmesini biliyordu. (...) Turhan Selçuk hariç ayn› ortam› tutturan bir karikatür sanatç›s›na rastlamad›m...” (1969) Evet, çok çal›flkan... Neredeyse 50 y›l günlük karikatür, günlük çizgi-roman (Abdülcanbaz), ç›kard›klar› mizah dergilerine ya da baflka haftal›klara say›s›z çizim... Kaç on bin eder bu? Dahas›, say›labilir mi? Bu çal›flkanl›k, büyük serüveninde çizgisiyle oynamay› da unutturmam›flt›r Turhan Selçuk’a. Çizgisini daha bafllarda kabul ettirmifl olmas›na karfl›n bunun rahatl›¤›na hemen hiç s›rt›n› dayamam›flt›r. Çizgiyi s›nar; kendisini de. Kalakalm›fl çizgilerle günün sorunlar›na, mizah›na dal›nmayaca¤›n› bilir. Çizgisiyle geliflir, çizgisini gelifltirir. Karikatürleri siyah-beyaz›n hem esasl› bir den-
Çizgisini daha bafllarda kabul ettirmifl olmas›na karfl›n bunun rahatl›¤›na hemen hiç s›rt›n› dayamam›flt›r. Çizgiyi s›nar; kendisini de. Kalakalm›fl çizgilerle günün sorunlar›na, mizah›na dal›nmayaca¤›n› bilir.
gelenmesinin hem de bunun nas›l bir mant›kla mizaha mal edilebilece¤inin unutulmaz örnekleriyle doludur. Renkli çal›flm›flsa rengin tad›n› ç›karmaktad›r. O tad›n ayr›m›na var›rs›n›z, ne keyiftir! Çizgisiyle oynarken bunu imzas›na da yans›tt›¤›n› neden sonra ö¤rendim. Cumhuriyet Kitaplar›’ndan 2003’te ç›kan oylumlu 60. y›l albümü “Önce Çizgi Vard›”n›n Cumhuriyet’in Kitap ekinde tan›t›m› yap›lacakt›. Kitap eki ekibine ben de ucundan k›y›s›ndan yard›m etmeye çal›fl›yordum. Bir kapak tasarlad›m. Ortada, z›rh›n› kuflanm›fl, sorguçlu mi¤feri ile Turhan Selçuk’un ünlü gergedan çizimi vard›. Sa¤da, y›llar önce Avustralyal› karikatürcü Allan Reeve’in çizdi¤i Turhan Selçuk portresi yer al›yordu. Solda ise, zemindeki rengin içine bir pencere açm›flt›m; o beyazl›kta büyücek bir Turhan imzas› görünüyordu. Matbaaya yollamadan önce, kapa¤› bu biçimiyle Turhan Selçuk’a fakslad›m. Biraz sonra bir telefon... Turhan Selçuk ar›yor: “Poroy, teflekkür ederim; güzel olmufl. Yaln›z, benim imzam art›k böyle de¤il... Gazetedeki son çizimlere dikkatle bakarsan anlayacaks›n. Albümün bafl›nda da kulland›k... Sana zahmet olmazsa, imzan›n o son hâlini girelim, olmaz m›...” Benim kulland›¤›m, önceden yay›nlanm›fl bir albümünden ald›¤›m imza yine bildi¤imiz Turhan imzas›yd› ama, Abdülcanbaz’›n babas› art›k onu kullanm›yordu. Çizgideki de¤iflim sürecinde imza da de¤iflmifl, kunt bir hale gelmiflti. Deyim yerindeyse, ayn› kalarak de¤iflmiflti! H’nin boyu k›salm›fl, A’n›n kuyruklar› gitmifl, N biraz genifllemiflti. Bunlar, ancak dikkatle bak›l›rsa ayr›msan›yordu. Turhan Selçuk’u yitirdi¤imizi haber veren Cumhuriyet’in birinci sayfas› haz›rlan›rken, arkadafllar›n yine eskice bir Turhan imzas› kullanmak üzere olduklar›n› gördüm. ‹mzan›n sahibinin telefondaki sesini duyar gibi oldum. H›zla arflive indim; o Kitap ekini buldum, o imzay›... Turhan a¤abeyin son imzas›, istedi¤i imza olarak yay›mland›. Semih Poroy
A
⁄
I
R
Ç
E
K
‹
Haz›rlayan: Ahmet Gürata
M
Losey’den “Gizli Merasim” ve sa¤da “Genç Hizmetçiler”
Müzikal portreler
29. ULUSLARARASI ‹STANBUL F‹LM FEST‹VAL‹ BAfiLIYOR
Zor seçimler, usta ifli filmler entin iki yakas›nda yedi sinema salonu,
K 200’den fazla film, atölye çal›flmalar›, sinema dersleri... 3-18 Nisan aras›nda düzenlenecek 29. Uluslararas› ‹stanbul Film Festivali, izleyiciyi doyurman›n da ötesinde zor durumda b›rakan bir zenginlik içeriyor. Bu kadar çeflitli film aras›ndan merakl›lara k›lavuzluk etmeye çal›flmak da imkâns›z bir ifl. Zira herkesin kendine göre bir festival “stratejisi” var. Aram›zda en iddial›lar, filmleri birbirine kar›flt›rmak pahas›na, günde üçdört filmle s›n›rlar› zorluyor. Yeni filmleri günü gününe takip etmeye çal›flanlar, “Dünya Festivallerinden” ve “Gala” bölümlerini tercih ediyor (hofl, art›k heyecan›na yenik düflemeyenler için, beyazperdenin yerini tutmasa da, internet var). Yafl› kemâle ermifl sinefiller ise, özel bölümlerdeki “eski” filmler aras›nda bir yandan “yeni” keflifler ar›yor, bir yandan da eski sevgililere yeni gözle bakmak istiyor. Festival d›fl› platformlarda yeterince izleme imkân› bulamad›¤›m›z belgeselleri, canland›rmay› ve videolar› da unutmamak lâz›m.
Joseph Losey: S›n›f ve Güç ABD do¤umlu Joseph Losey’in hayat›ndaki dönüm noktalar›ndan birini Senatör McCarthy’nin öncülük etti¤i “Cad› Kazan›” oluflturuyor. 1951’de, onurlu bir duruflla, Temsilciler Meclisi’nin Amerikan-Aleyhtar› Faaliyetler Komitesi’ne ifade vermeyi reddedince kara listeye al›nd›. ‹ngiltere’ye yerleflen Losey, ‹ngiliz ve Avrupa sinemas›n›n en önemli yönetmenlerinden biri oldu. Brecht’ten feyz, Ayzenfltayn’dan ders alan Losey, önceleri Amerikal› da¤›t›mc›lar›n h›flm›ndan korunmak için takma adla filmler çekti. Harold Pinter’la iflbirli¤i, hayat›n›n ikinci dönüm noktas›yd›... ‹stanbul Film Festivali, Losey’in k›rk y›l› aflk›n sinema kariyerinden Fatih Özgüven’in seçti¤i filmlerden oluflan bir seçki sunuyor: “Eva” (1962), “Genç Hizmetçiler” (1963), “Modesty Blaise” (1966), “Kaza Gecesi” (1967), “Gizli Merasim” (1968), “Arabulucu” (1970), “Kaderini Arayan Adam” (1976)... Yönetmenin sürgünlük duygusunun damgas›n› vurdu¤u bu fliddet dolu aflk öykülerini kaç›rmamak gerek.
‹stanbul Film Festivali bu y›l müzik tutkunlar›na renkli bir program vaat ediyor. Uluslararas› Yar›flma’da yer alan “Gainsbourg”, çizer Joann Sfar’›n kendi çizgiroman›ndan uyarlad›¤› bir film. Çocuklu¤undan ölümüne, Frans›z flansonunun en yenilikçi ajan-provokatörü Serge Gainsbourg’un hayat›n› ve –Jane Birkin’den Brigitte Bardot’ya– aflklar›n› konu al›yor. NTV Belgesel Kufla¤›’nda ise, farkl› müzisyen portreleri, birbirinden de¤erli dokümanlar var: “Neil Young’›n Bavulundan fiark›lar” (Jonathan Demme); The Edge, Jimmy Page ve Jack White’› bir araya getiren gitarc›l›k dersi “Gürültü Ustalar›” (Davis Guggenheim); Amerikan Yurttafll›k Hareketi’nin Özgürlük fiark›lar›na yer veren “Devrim fiark›lar›” (Bill Guttentag ve Dan Sturman); “Pina Bausch’un Dans Rüyalar›” (Anne Linsel ve Rainer Hoffmann); grubun ilk resmî konser kayd› ve belgeseli “Kuzey Ifl›klar› Alt›nda White Stripes” (Emmett Malloy) ve cazla, rock and roll’la el ele yürüyen “Arif Mardin’in Hikâyesi” (Doug Biro ve Joe Mardin)... Sonra, sinemadan ç›k›p sesi sonuna kadar aç›n...
X Sinematek 3 Saat: Bir ÖSS Belgeseli (Can Candan, 2008): Üç saatlik s›nav kumar›n›n bir y›la yay›lan hikâyesi (DVD) Annemi Öldürdüm (J’ai tué ma mère) (Xavier Dolan, 2009): 20 yafl›ndaki yönetmen ve baflrol oyuncusundan flafl›rt›c› bir film (‹FF) Bal (Semih Kaplano¤lu, 2010): Genç ve orta yafll› halini izledi¤imiz Yusuf’un merakla bekledi¤imiz çocuklu¤u.
“Gürültü Ustalar›”
36
Kontrol Limitleri (Limits of Control) (Jim Jarmusch, 2009): Jarmusch’un filmle ilgili söyleflisi Bir+Bir’in ilk say›s›nda (‹FF) Korkuya Yolculuk (Journey into Fear) (Norman Foster, 1943): Geçen say›da tan›tt›¤›m›z Albay Haki’yi bir de beyazperdede izleyin (‹FF) Min Dît (Ben Gördüm) (Miraz Bezar, 2009): Sinemada en sonunda, “Ora”da “gerçek” ve “Kürtçe” hayat.
Daima Mutlu (Happy Go Lucky) (Mike Leigh, 2008): Bu kez ‹flçi Partisi’nin ezdi¤i ve yabanc›laflt›rd›¤› orta s›n›f aras›nda bir parça umut... (DVD)
Savafl Zaman› Yaflam (Life During Wartime) (Todd Solonz, 2009): Yönetmenin 15 Nisan’da Salon’da olaca¤›n› hat›rlatal›m (‹FFF)
Geride Kalan (Elia Suleiman, 2009): Süleyman’la sinema dersi 16 Nisan’da, Mithat Alam’da (‹FF)
Suç Ordusu (L’Armée du crime) (Robert Guédigian): Soysuzlar Çetesi’nin tarih masal›n›n panzehiri (‹FF)
“ALMANYA’NIN EN ÜNLÜ TANINMAMIfi YÖNETMEN‹”: HARUN FAROCK‹
Wankel motorunun kaderi Harun Farocki birkaç cümlede nas›l anlat›l›r? 1960’lardan bu yana 90’dan fazla video ve filme imza atm›fl bir yönetmen/görsel sanatç›, çok say›da makale ve kitab› bulunan bir düflünür, etkili sinema dergisi Filmkritik’in yay›n yönetmeni, her dönem muhalif olmufl ‘68’li bir eylemci... Thomas Elsaesser’in ifadesiyle, “Almanya’n›n en ünlü tan›nmam›fl yönetmeni”... 21. Ankara Uluslararas› Film Festivali’nce düzenlenen toplu gösterim vesilesiyle flehrimize gelen Farocki’ye teybimizi tuttuk, görmüfl geçirmiflli¤inden süzdüklerini dinledik... Kaja Silverman’la birlikte Godard üzerine bir kitap (“Speaking About Godard”, 1998) kaleme ald›n›z. Kariyerinizi onunla karfl›laflt›racak olsayd›n›z, neler söylerdiniz? Sinemaya yaklafl›m›n›z aç›s›ndan bir benzerlikten söz edebilir miyiz? Harun Farocki: Aram›zda büyük bir fark oldu¤unu düflünüyorum. Godard genellikle oyuncular›n rol ald›¤› kurmaca filmler çekiyor. Benim filmlerimse belgesele daha yak›n. O, her seferinde farkl› bir fley yaratmay›, sinemay› sürekli olarak yenilemeyi ve dönüfltürmeyi baflar›yor. Son yirmi y›l içinde çekti¤i filmlere, “Yeni Dalga” (Nouvelle Vague, 1990) ya da “Aflka Övgü”ye (Éloge de l’amour, 2001) bak›n... Hepsi de tamamen yeni ve farkl› bir yaklafl›ma sahip. Bense böyle bir fleyi asla baflaramazd›m. Ben genellikle verili ö¤elerle çal›fl›yorum. Kendi çekti¤im ya da baflkalar›n›n kaydetti¤i görüntüleri kullan›yorum. Godard gerçekten de inan›lmaz bir yönetmen. Farkl› üslûbuna karfl›n, filmleri ticarî aç›dan da baflar›l›. Bu anlamda sanat ve piyasa aras›ndaki duvarlar› y›kt›¤›n› söyleyebiliriz. San›r›m ard›na dönüp geçmifle bakmayan yegâne yönetmen. May›s ‘68’den etkilenmifl, ancak asla dönüp o dönemde yapt›klar›n› tekrarlam›yor. Pek çok yönetmen geçmiflte yapt›klar›na geri döner, Truffaut bile bir aflamada geçmifle dönüp geleneksel tarzda bir sinemaya yönelmifltir. Chabrol’a göreyse, mevcut sinema düzenini de¤ifltirebilecek az say›da yönetmenden biridir Godard. Bunun için “her zaman yapt›¤›n› yapmas› yeterlidir”. Godard’›n radikal biçimde kendini yenilemesini ve daha önce kulland›¤› üslûplara asla geri dönmemesini gerçekten inan›lmaz buluyorum. Öte yandan, Godard sinemada söylemle sinematografinin ne derece iç içe oldu¤unu bizlere gösterdi. 1974-83 aras›nda Filmkritik dergisinin yay›n sorumlulu¤unu üstlendiniz ve sinema üzerine yaz›lar yazd›n›z. Sinema üzerine yazma deneyimi yönetmenli¤inizi nas›l etkiledi? Bu iliflkiyi nas›l ifade edebilirim, bilmiyorum. Elbette ç›k›fl noktam›z Cahiers du cinéma dergisi çevresinde toplanan Yeni Dalga yönetmenlerininkine benziyordu. Onlar da sinema üzerine düflünüyor ve yaz›yorlard›. Bir noktada, sevdikleri filmler üzerine yazmakla yetinmemeye bafllad›lar ve yeni bir sinema tarz› oluflturmaya karar verdiler. Ancak, Yeni Dalgac›lar aç›s›ndan sinema üzeri-
Harun Farocki
Müzikte yaflanan devrimin bir benzeri sinema alan›nda yaflan›yor. Sinema sektörünün olmad›¤› ülkelerden son derece ilginç filmlerle karfl›lafl›yoruz. Bu, tüm dünyada görsel okur-yazarl›¤›n yayg›nlaflmas›yla ilgili bir fley. ne yazma faaliyeti hayatî bir öneme sahip de¤ildi. Yönetmen olduktan sonra yazmay› b›rakt›lar. Bense yazmaya film elefltirmeni olmak gibi bir amaçla bafllamad›m. Sinema üzerine düflünme sürecinin do¤al bir parças› olarak geliflti yazma deneyimi. Benzer bir özyans›tmac› e¤ilime modern edebiyat ve güzel sanatlarda da rastlan›yor. Yazar ve sanatç›lar, ortaya koyduklar› eserlerin do¤as›n› daha iyi anlayabilmek için yazmaya yöneliyorlar. Benzer biçimde, sinema dergicili¤i de bana film üzerine daha genifl boyutta düflünebilme imkân› sundu. Ayr›ca, verdi¤im ders ve seminerler de bu anlamda katk›da bulunuyor. Örne¤in bir seminer çerçevesinde bir filmi sahne sahne al›p ayr›nt›l› bir flekilde inceliyorsunuz... Filmkritik kapanal› uzun zaman oldu. Baflka platformlarda yazmay› sürdürüyorum. Bunun önemli oldu¤unu
düflünüyorum. Tabii bu yaz›l› metnin sözlü anlat›mdan daha üstün oldu¤u anlam›na gelmiyor. Ancak, düflüncelerimi yaz›l› bir metne dökmenin yararl› oldu¤una inan›yorum. Filmleriniz de yaz›l› metinlerle yak›ndan iliflkili. Hatta kimi zaman film için haz›rlad›¤›n›z bir metni yay›nl›yorsunuz. “Fabrikadan Ç›kan ‹flçiler” örne¤inde oldu¤u gibi... O biraz farkl› bir durumdu. Filmi çekerken, akl›mdan geçenlerden bir türlü emin olam›yordum. “Fabrikadan ç›kan iflçilerle ilgili bunca klibi toplamam›n bir anlam› var m›?” diye kendi kendime soruyordum. Bir çözüm olarak, bu konuda düflündüklerimi k⤛da dökmeye ve yay›nlamaya karar verdim. ‹flin ilginç taraf›, konuyla ilgili yay›nlad›¤›m metin, filmden daha etkili oldu. Genifl bir çevre taraf›ndan okundu ve de¤erlendirildi. Bu da sonuçta filmin daha genifl bir kitleye ulaflmas›n› sa¤lad›. Bir anlamda kendi filmimin tan›t›m›n› yapm›fl oldum. Ama esas niyetim bu de¤ildi. Amac›m, konuyla ilgili görüfllerimi tart›flmaya açmakt›. Kimi zamansa, zorunluluktan yaz›yorum. Filmlerle ilgili haz›rlanan tan›t›m metinleri genelde çok yetersiz oluyor. Birileri oturup çalakalem bir fleyler yaz›yor, bu yaz›lanlar daha sonra çeflitli dillere çevriliyor ve sürekli karfl›n›za ç›k›yor, bir türlü peflinizi b›rakm›yor. Bu nedenle, daha kal›c› bir fleyler b›rakmak için yazd›¤›m da oluyor. Ama, bunun çok da yararl› bir strateji oldu¤unu söyleyemem. Zira, film hakk›nda yazacak olanlar› bir ölçüde etkilemifl oluyorsunuz. Öte yandan, d›fl ses anlat›ma yer vermedi¤iniz bir film hakk›nda hemen hemen hiçbir elefltiri ç›kmayabiliyor. Çünkü, insanlar herhangi bir yorum içermeyen bir film hakk›nda ne yorum yapacaklar›n› bilemiyor. Oysa filmde kendi görüfllerinize yer verdi¤inizde, insanlar bunu bir referans noktas› olarak al›yor. Ama bu konuda flüphelerim var. Bir soya¤ac› çizecek olsayd›k, düflünsel akrabalar›n›z kimler olurdu? Bir dönem “Ayd›nlanman›n Diyalekti¤i”nden, Adorno ve Horkheimer’dan etkilendik. Ama Todorov’un 1980’lerde yazd›¤› “Amerika’n›n Keflfi: Öteki Sorunu”, ayn› meseleleri çok daha kapsaml› ve özenli bir flekilde ele al›yordu. Keza Foucault’nun eserleri de bu konuda önemli bir yol gösterici. Ama kimi zaman daha önemsiz gibi görünen yap›tlar, örne¤in yaflamöyküleri çok daha ilham verici olabiliyor. Bu nedenle böyle bir soya¤ac›n›n anlaml› oldu¤unu düflünmüyorum. Fragmanlara dayal› bir düflünce yap›s› daha çok ilgimi çekiyor. Farkl› ba¤lamlarda, minör figürlerin görüflleri ya da k›y›da köflede kalm›fl konular önemli olabiliyor. T›pk› sinemada oldu¤u gibi... Klasik olarak kabul gören filmler her zaman en iyi filmler de¤ildir. Kimsenin bilmedi¤i filmler son derece ilginç özelliklere sahip olabiliyor. Yaln›zca önemli kitaplar› okuyan ya da önemli mimarî eserleri ziyaret eden birinin durumunu düflünün... ‹nsan s›radan kitap-
37
lar da okumal›, önemsiz say›lan binalar› da görmeli. Y›llar içerisinde anlat›m tarz›n›z›n de¤iflti¤ini görüyoruz. Ayn› zamanda, buluntu materyal (objet trouvé) olarak nitelendirebilece¤imiz, önceden baflkalar› taraf›ndan çekilmifl görüntüleri de kullan›yorsunuz. De¤ersiz olarak nitelendirilebilecek görüntülere ayr› bir anlam kat›yorsunuz. Anlat›m tarz›n›zdaki de¤iflimi siz nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Öncelikle bir noktay› düzelteyim: Kulland›¤›m buluntu materyaller her zaman “önemsiz” ya da “de¤ersiz” olarak nitelendirilemez. “Fabrikadan Ç›kan ‹flçiler” örne¤inde oldu¤u gibi, kimi önemli filmlerden klipler de kullan›yorum. “Dünyan›n Görüntüleri ve Savafl›n ‹zleri”nde de (Bilder der Welt und Inschrift des Krieges, 1988), birkaç istisna hariç, kullan›lan tüm görüntüleri biz çektik. Arfliv malzemelerine ancak belirli bir konuda yeterli görüntü olmad›¤›nda ya da çekim flans› bulamad›¤›m›zda baflvuruyorum. Anlat›m tarz›na gelince... Bir zamanlar belirli bir sinematografik tarza inan›yordum. Filmin bafltan sona bu sinematografik tarza uygun olarak düzenlenmesi gerekti¤ini ve bunun da görüntüye bak›ld›-
¤›nda fark edilebilir olmas› gerekti¤ini düflünüyordum. “‹ki Savafl Aras›nda”ya (Zwischen zwei Kriegen, 1978) kadar olan ilk dönem filmlerimde bunun izlerini görebilirsiniz. Bu üslûbun temelleri sessiz sinemaya, 1930’lar›n filmlerine dayan›yordu, ayr›ca Brecht ve Jean-Marie Straub’dan esintiler tafl›yordu... Daha sonra ay›rt edici bir üslûba sahip olmadan ve bu tarz s›n›rlara ba¤l› kalmadan da kiflisel olabilece¤imi fark ettim. Bunu yapmak için, illâ da ilham alabilece¤iniz önemli isimlere gerek yok. Baz› görünmez izler, anlat›m aç›s›ndan çok daha önemli hale gelebilir. Önemli olan, meseleye nas›l yaklaflt›¤›n›z. San›r›m anlat›m tarz›mdaki en önemli de¤iflim bu oldu. “Fabrikadan Ç›kan ‹flçiler” filminde Hannah Arendt’ten bir al›nt› yap›yorsunuz. Arendt “toplumsal düzenin
38
kendinden utand›¤›n›, bu nedenle de eme¤i gizledi¤ini” belirtiyor. Sinemada eme¤e ve iflçilere giderek daha az yer verilmesini neye ba¤l›yorsunuz? Öncelikle, günümüzde kimse art›k eme¤in ve iflçilerin bir tehdit oluflturdu¤unu düflünmüyor. Bundan k›rk-elli y›l öncesine kadar, yaln›zca ABD’de de¤il, tüm dünyada el eme¤ine büyük ihtiyaç duyuluyordu. 1960’lardan itibarense, finans sektörünün yükselifliyle birlikte, büyük bir düflüfl bafllad›. Bu, ücretlere ve iflçilerin yaflam koflullar›na da yans›d›. Ancak iflçilerin bir güç olarak toplumsal yaflamdaki etkilerini yitirmelerinin tek nedeni bu de¤il. Özellikle ABD’de sendikalar›n bozulmas›, mafyalaflmas› da bu geliflmeyi etkiledi. Yoksa, de¤iflim umudu ve iflçi kültürü, Bat›’da ekonomi çok iyi iflledi¤i ve insanlar düzenden memnun oldu¤u için yitirilmedi. Bunun çok önemli bir unsur oldu¤unu düflünüyorum. Emek hareketinin yaratt›¤› karfl›-kültür bugün neredeyse ortadan kalkt›. Orta s›n›f gi-
Emek, “beyaz ayaktak›m› kültürü”nün bir parças› olarak gösteriliyor ve nostaljik bir ö¤e olarak de¤erlendiriliyor. T›pk› Frans›z Devrimi öncesinde derebeylerinin çobanlara duydu¤u ilgi gibi.
“Fabrikadan Ç›kan ‹flçiler”den fiarlolu, Marilyn’li iki kare
derek geniflledi ve el eme¤ine dayal› olmayan iflgücü artt›. Yeni ilgi oda¤› bu orta s›n›f. Bunun yans›malar›n› baflka alanlarda da görmek mümkün. Örne¤in, günümüz sinemas›nda, erotik unsur olarak bile –zira geçmiflte yaln›zca böyle kullan›l›yordu– hizmetçilere yer verilmiyor. Ekonomik anlamda da kimse temizlik iflçilerinin sorunlar›ndan söz etmiyor. Geçmiflte bir karakter olarak iflçilere yer veren filmlerde, hiçbir zaman fabrikan›n içini, emek sürecini görmüyoruz, öyle de¤il mi? Evet, filmler genellikle iflçiler fabrikadan ç›kt›ktan sonra bafll›yor. Olsa olsa ö¤le yeme¤i aras›nda görüyoruz iflçileri. Fabrika yaln›zca bir toplumsal arka plan oluflturuyor. Belki de çok fazla tekrara dayal› oldu¤u için, “ifl” sinematografik bulunmuyor. Günümüzde ise,
eme¤in yeniden moda oldu¤unu görüyoruz. Örne¤in “8 Mil” (Curtis Hanson, 2002) filminde Eminem bir otomobil fabrikas›nda çal›fl›yor. Emek, “beyaz ayaktak›m› kültürü”nün bir parças› olarak gösteriliyor ve nostaljik bir ö¤e olarak de¤erlendiriliyor. T›pk› Frans›z Devrimi öncesinde derebeylerinin çobanlara duydu¤u ilgi gibi. O dönemde, derebeyleri düzenledikleri partilere çoban k›yafetiyle kat›l›yorlar; tar›msal emek romantiklefltiriliyor. Bugün, sanayi eme¤i de benzer bir biçimde romantiklefltiriliyor. Popüler kültürdeki kasl› inflaat iflçisi imaj›n› düflünün... Geçmiflte mahkûmlara ya da denizcilere özgü olan dövmenin yayg›nlaflmas›n› da bunun bir göstergesi olarak de¤erlendirebiliriz. Yaln›zca iflçiler de¤il, çal›flma yaflam›n›n baflka alanlar› da tabu say›labiliyor. Örne¤in, ifl al›m› için yap›lan mülâkatlar ya da yöneticilerin kendi aralar›ndaki pazarl›klar›... “Mülâkat” (Die Bewerbung, 1997) ve “Rizikosuz” (Nicht ohne Risiko, 2004) filmlerinde bu konuya e¤iliyorsunuz. Bunlar da sinemaya ya da popüler kültüre pek yans›mayan konular... “Rizikosuz”, yaflanan finansal krizin ilk dalgas›n› ele al›yor. Bat›’da ekonomi
a¤›rl›kl› olarak sanayiye de¤il, finans sektörüne dayal›. Finansal hizmetler, bir tür simgesel ekonomi oluflturuyor. Finans sektörü bir anlamda görünmeyen ve ihtiyaç duyulmad›¤› öne sürülen maddî ekonomiyi ikame ediyor. Ancak, finansal hizmetleri maddî dünyadan ba¤›ms›z olarak de¤erlendirmek yanl›fl olur. Bu sektörde çal›flanlar maddî dünyan›n varl›¤›n› unutmufl görünüyorlar, onsuz yaflanabilece¤ini san›yorlar. Mallarla de¤il, parayla çal›flman›n en kârl› ifl oldu¤unu düflünüyorlar. Bu inan›lmaz bir fley. Bat›, finansal sektörü elinde tutarak dünyan›n genifl bir bölümünü denetim alt›nda tutabilece¤i inanc›nda. Öte yandan, iflletme kültürü san›ld›¤› kadar da görünmez de¤il. Yaln›zca ABD’de bankac›larla ilgili yaz›lm›fl yüzlerce roman var. Göbekli ve puro içen yönetici imaj› bugün geride
özetlenebilecek esprilere sinema okullar›nda da s›kça rastl›yoruz. Oysa, bilgisayar programlar› bu konuda çok genifl imkânlar sunuyor. Üstelik geçmifle oranla çok daha ucuz maliyete... Ancak taklidin ötesine geçebilmek ve gerçekten yeni bir fley ortaya koyabilmek kolay de¤il. Avangard diye nitelendirebilece¤imiz ifllere sinemada daha s›k rastl›yoruz. Örne¤in, Mike Figgis’in “Timecode”u (2000), Brian de Palma’n›n “Redacted” (2007) filmi ya da “Beflir’le Vals” (Ari Folman, 2008)... Bu filmler, sinema diliyle oynayarak yeni bir fley ortaya ç›kar›yor. Günümüzde yeni fleyler yaratmak için çok say›da imkân var, zira ortada çok fazla yeni oyuncak var. Ama insanlar bunlarla nas›l oynayacaklar›n› bilemiyor. ‘70’lerde de, videonun yaratt›¤› heyecan dalgas›yla benzer bir sürecin yafland›¤›n› söyleyebiliriz. Godard bile videoyla çekiyor, onun sundu¤u imkânlarla oynuyordu. Ancak, o dönemde yap›lan her fleyin anlaml› oldu¤unu söyleyemeyiz. Daha sonralar›, videonun daha önemli bir ifllevi oldu¤unu fark ettim: Sinemaya analitik bir yaklafl›m olana¤›. Video oynat›c›s› insanlar› görsel aç›dan okur-yazar hale getirdi. Bir kitap okudu¤unuzda, ayn› zamanda bir sözcü¤ün nas›l yaz›ld›¤›n› ya da nas›l cümle kuruldu¤unu da ö¤renirsiniz. Bundan otuz y›l önce izleyicilere kurguyu anlatmaya kalksayd›n›z, bofl bak›fllarla karfl›laflabilirdiniz. Günümüzde yeni medyayla hafl›r neflir olan herkes, kesmenin ne demek oldu¤unu biliyor, izlerken fark›na var›yor. Teknik olanaklar giderek art›yor. Daha önce müzikte yaflanan devrimin bir benzeri sinema alan›nda yaflan›yor. Bugün bir film çekmek için çok yüksek bir bütçeye sahip olman›z gerekmiyor. Belki de bu nedenle, herhangi bir film okulunun ya da sinema sektörünün olmad›¤› ülkelerden son derece ilginç filmlerle karfl›lafl›yoruz. Bu, tüm dünyada görsel okur-yazarl›¤›n yayg›nlaflmas›yla ilgili bir fley. Sinemada, yabanc›laflt›rma ya da özyans›tmac›l›k gibi yöntemlerle kimi zaman ifrata kaç›ld›¤›n› görüyoruz. Bütün bunlara bak›nca, insan bazen çokça elefltirilen sosyal-gerçekçili¤i özlüyor. Modernizm, ebebiyat, sinema ve görsel sanatlarda, bir noktada temsile gerek kalmayaca¤›na inan›yordu. Tabii bu öngörü gerçekleflmedi. Modernizmin baflvurdu¤u türden bir soyutlama kabul görmedi. Belki de zihinsel yap›m›z böyle bir fleyi kabullenemeyecek kadar muhafazakâr. Öte yandan, toplumsal meselelerle ilgilenen filmlere, örne¤in Dardenne kardefllerin sinemas›na bakt›¤›m›zda, onlar›n da sözünü etti¤iniz stratejilerden yararland›¤›n› görüyoruz. Zira ayn› zamanda ikonografiyi sorguluyorlar. Ama bu tarz bir sinemay› sosyal-gerçekçilik olarak nitelendiremeyiz. Belki de yeni bir tan›m gelifltirmemiz gerekiyor. Günümüz sinemas›nda iki z›t e¤ilim var. Bir tarafta, en basit filmde dahi üslûp oyunlar›na, barok olarak adland›rabilece¤imiz bir dile rastl›yoruz. Di¤er tarafta ise, sadelefltirilmifl bir anlat›mla karfl›lafl›yoruz.
Söylefli: Ahmet Gürata
kald›. Örne¤in, 1980’lerde “Dokuz Buçuk Hafta” (Adrian Lyne, 1986) ya da “Wall Street” (Oliver Stone, 1987) gibi filmlerde, finans sektörü oldukça “seksî” gösteriliyordu. Paraya sahip olan insanlar›n art›k seksapeli de var. Özellikle Londra ve New York gibi büyük kentlerde belirli bir s›n›fa özgü yaflam tarz› standart hale geliyor. Restoranlar, büyük sanat galerileri... Bütün bunlar, ulafl›lmas› arzulanan bir sosyal model oluflturuyor. Kapitalizm ciddi bir sars›nt› geçiriyor ve pek çok ülkede her zamankinden daha bask›c› uygulamalar görülüyor. Küresel ekonomik krizi nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Asl›nda bakarsan›z, oyunun kurallar›, flafl›rt›c› biçimde, pek de de¤iflmedi. Herkes bat›k bankalar›n bedelini enflasyonla ödedi¤imizin fark›nda. Almanya bugün dünyada enflasyonun en yüksek oldu¤u üçüncü ülke. Bütün bunlar finansal sektörün krizinin yol açt›¤› sorunlar. Bu sorunlara karfl›n, genifl bir kesim kapitalizmi savunmaya devam ediyor. Döner pistonlu Wankel motoru içten yanmal› motorlara oranla çok daha geliflmifl bir sistem olmas›na karfl›n, onlar›n yerini alamad›. Parlak ya da akla daha yatk›n düflünceler her zaman kabul görmüyor. Kapitalist sistem de, o kadar uzun süre etkili oldu ve desteklendi ki, daha iyi bir sistemin yerini almas›na imkân tan›mamaya çal›fl›yor. “Federal Almanya’da Yaflamak” (Leben BRD, 1990) filminizde Almanya’yla ilgili baz› kal›p-yarg›lar› sorguluyorsunuz. ‹ki Almanya’n›n birleflmesinden sonra durum nas›l oldu, farkl› kültürlerin toplum içindeki konumu nas›l flekillendi? Elbette çok-kültürcülük, içinde pek çok sorunlar bar›nd›ran bir yaklafl›m. Ama, kendi arzunuzla davet etti¤iniz insanlar› yok saymaktan daha iyi bir politika. Bildi¤iniz gibi, ben de göçmen bir aileden geliyorum. Bu nedenle göçmenlerin e¤itimine dair çal›flmalar› destekliyorum. Bu özellikle baz› bölgelerde önemli bir sorun. Toplumsal de¤iflimin durdu¤u, iflsizli¤in yüksek oldu¤u bölgelerde gençler “neden okula gideyim ki” diye düflünüyor. Berlin’de Türklerin yaflad›¤› Kreuzberg’e yak›n oturuyorum. Burada bir gettolaflma söz konusu; bölgedeki okullarda Almanlar›n oran› yüzde 20’ye, 10’a kadar düflüyor. Gettolaflma ABD’de de çok yo¤un. Bu asl›nda kapitalizmin daha iyi yönetmek için uygulad›¤› bir taktik. Gettoda yaflayanlar da, kendilerine özgü bir popüler kültür ve stil yaratarak buna yan›t veriyorlar. Geçmiflte deneysel ya da avangard sinemaya atfetti¤imiz özelliklerin birço¤unu bugün MTV gibi popüler müzik kanallar›nda ya da YouTube’da görebiliyoruz. Bu geliflmeler karfl›s›nda, günümüzde avangard bir video sanatç›s›n›n rolü ne olmal›? Sözünü etti¤iniz kanallar avangard olma potansiyeli tafl›sa da, öncü ya da dönüfltürücü bir niteli¤e sahip de¤il. Buralarda sunulan ürünler genellikle zekice bir espriden ibaret. Bu türden, bir cümleyle
ÇI⁄IR AÇICI B‹R ‹LK F‹LM: “KÖPRÜDEK‹LER”
Gerçe¤in a¤›r kokusu ‹stanbul ve Ankara Film Festivallerinden, Alt›n Koza’dan ödüllerle dönen “Köprüdekiler”, daha önce k›sa film ve belgesellere imza atan Asl› Özge’nin ilk filmi. Zeki Demirkubuz’un yorumuna göre: “Yaflama böyle bir yerden bak›ld›¤›na daha önce hiç rastlamam›flt›m. Filmüstü bir fley.” “Köprüdekiler” vizyonda, kaç›rmamak hayr›m›za... sl› Özge’nin geçen y›lki ‹stanbul Film Festivali’nde “Alt›n Lale”yi kazanan filmi “Köprüdekiler” gösterime girdi. Film, ad›ndan da anlafl›laca¤› üzere, “Köprü”de geçen hayatlar› anlat›yor. Köprümüz tabii ki Bo¤az Köprüsü. Köprüde kesiflen üç hayat var, üçü de birbirinden dramatik. Taksim-Bostanc› hatt›nda çal›flan bir dolmufl floförü, çiçek satarak ayakta kalmayan çal›flan bir Roman genci ve ‹stanbul’a taflradan tayin olmufl bir trafik polisi... Bu üç karakteri nas›l bir senaryo bir araya getirebilir? Asl› Özge’nin buna cevab› aç›k: Senaryoya gerek yok, hayat denilen can s›k›c› olaylar y›¤›n› herkesi benzer bir noktada toplayabilir. Dolay›s›yla, bir senaryo kurup olaylar› birbirine ba¤lamak ve kurgulanm›fl karakterler oluflturmak yerine, kameras›n› bu hayatlar› kaydeden bir tan›k olarak kullanm›fl, ortaya da sahihli¤iyle insan› afallatan ve fena halde can›n› s›kan kurmaca-belgesel kar›fl›m› bir film ç›km›fl. Ama Asl› Özge’nin kameras› Dziga Vertov’un “Kameral› Adam”› gibi kendini tamamen ak›fla b›rakm›fl, rastlant›sal bir tan›k de¤il. Sonuçta karfl›m›za kaotik bir ‹stanbul portresi ç›km›yor. Bir yandan her fley gerçek hayat›n da¤›n›kl›¤›n› tafl›yor ama, bir yandan da ortak bir yörünge var. Nuri Bilge Ceylan da film için benzer bir fley söylemifl: “Tuhaf bir flekilde sahici ve spontane, ama ayn› zamanda her fleyin k›vrak bir zekâ taraf›ndan bütünüyle kontrol alt›nda oldu¤unu hissettiren detaylar..."
A
“Köprüdekiler”de Fikret (en sa¤da) ve arkadafllar›
Bu detaylar sayesinde film bir yandan do¤al bir ak›fl› resmederken, bir yandan da alttan alta akan ortak bir damar› hissettirebiliyor: Gündelik hayata s›k›flm›fl, içine do¤duklar› s›n›rlar› aflmalar› asla mümkün olmayan “küçük” insanlar›n bo¤ucu yazg›s›. Asl› Özge de filmdeki karakterlerin “kendi s›n›rlar›na çarpt›klar›n›” söylüyor zaten. Karakterler, filmin bafl›ndaki çaresizlik ve s›k›flm›fll›klar›ndan filmin sonunda da kurtulam›yorlar. Yani film bir t›kanmay› resmediyor: Afl›lmas› için bireysel ç›rp›nmalar›n yetmedi¤i, genifl çapl›, radikal bir dönüflümün gerekli oldu¤u bir t›kanmay›. Böylece film küçük hikâyelerden büyük resme varmam›za da olanak tan›yor. Köprüde geçen bu üç çaresiz hayat› ‹stanbul’un ya da hatta Türkiye’nin mikrokozmosu olarak okumak ve filmi de esasl› bir sistem elefltirisi olarak gör-
Sessiz y›¤›nlar. Sessiz ço¤unluk. Can s›k›nt›s›. Ve boflluk. Ve havada as›l› duran kocaman bir “niye?” sorusu. Asl› Özge, Semih Kaplano¤lu’nun a¤›r kanl› filmleriyle hissettirdi¤i o “taflra s›k›nt›s›n›” ‹stanbul’un göbe¤inde hissettiriyor. mek mümkün. Ama bu elefltiri bariz bir politik ajandayla, olmas› gereken fleylere at›fta bulunularak de¤il, gerçe¤in can s›k›c› portresi çizilerek yap›l›yor. Bu portrelere bir bakal›m: Fazladan mesai yapmas›na ra¤men vasat orta s›n›f lükslere –güzel bir ev ve modern eflyalar– bile ulaflamayan, sigortas›z, geleceksiz bir dolmufl floförü. Mahkûm oldu¤u kenar mahalle hayat›ndan kurtu-
lufl yollar› arayan, okuma-yazma bilmeyen, vas›fs›z, ama hayal gücü yüksek bir Roman genci. Ve internet üzerinden kendisine sevgili aray›fllar› sürekli geri tepen, büyük flehrin ritmine uyamayan, yaln›z, ba¤lant›s›z bir trafik polisi. Gerçek hayatlar›n›n s›k›flm›fll›¤› karfl›s›nda hepsinin kendince s›¤›nd›¤› fleyler var: Dolmufl floförü Türk bayra¤› eflli¤inde afl›r› milliyetçi bir gösteriye kat›l›p kendini “bölücüler” karfl›s›nda ak›ll› ve üstün hissederken, Roman genci Amerikan gettolar›ndan ihraç hiphop flark›lar› söyleyip taklit haval› k›yafetleri ve küpesiyle kendini baflka bir gerçekli¤e ait gibi hissetmeye çal›fl›rken, trafik polisi din eksenli muhafazakâr de¤erlere sar›n›p televizyon karfl›s›nda “teröristlerin” ne kadar tehlikeli ve fluursuz oldu¤undan dem vururken asl›nda geçici bir afyonu bünyelerine çekiyorlar. Bu s›¤›nma noktalar› çok tan›d›k öyle de¤il mi? Milliyetçilik, popüler kültür, din ve yine milliyetçilik. Dayan›lmaz gerçe¤in üstünü örtmeye yönelik ideoloji k›r›nt›lar›. Althusser, ideolojinin insanla d›fl gerçeklik aras›nda hayalî bir iliflki kurdu¤unu söylemiflti. ‹deolojinin baflar›s› da, kendini hiç belli etmeden, görünmez kalarak bu hayalî iliflki alg›s›n› gerçek durumun yerine koyabilmesiydi. “Köprüdekiler” küçük dokunufllarla bu ideolojik yan›lsamay› çok iyi gösteriyor ve ideolojik örtüyü delip alt›ndaki can s›k›c› gerçe¤i ortaya koyuyor. Dolmufl floförü ve efli evlerinde sürekli aç›k duran televizyondaki dizilerin gösterdi¤i flatafatl› hayata asla ulaflamayacaklar, çiçekçi Roman gencinin kliplerden ve flark›lardan ö¤rendi¤i hayat› tatmak için gitti¤i flehir merkezinde vitrinlere bir sinek gibi yap›flmaktan ve yine bir sinek gibi oradan kaz›nmaktan baflka bir flans› yok, trafik polisinin internet üzerinden edindi¤i sanal flört f›rsatlar›n›n gerçek buluflmalarda da¤›l›p gitmesi ve hayat›n her alan›nda pasif ve d›flar›da kalmas› kaç›n›lmaz. Filmi izlerken gündelik hayat›n korkunç s›k›c›l›¤› ve insanlar›n çaresizli¤i insan›n üstüne üstüne geliyor. Büyük trajediler söz konusu de¤il. Gayet basit, temel s›k›nt›lar insan› nefessiz b›rak›yor. Ve bütün bunlar o kadar gerçekçi bir flekilde resmediliyor ki, insan gerçe¤in a¤›r kokusunu duymamak için burnunu kapatma ihtiyac› hissediyor. Mecazî anlamda de¤il, gerçekten. fiahsen ben filmden ç›kt›ktan sonra bir süre o kokuyu duydum. Her yerde olan, ama perdeye pek yans›mayan o so¤uk ve ç›k›fls›z gerçekli¤in yan›mdan geçip giden insanlarda cisimleflti¤ini hissettim. Ve onlar›n ne kadar çok oldu¤unu bir kez daha fark ettim. Sessiz y›¤›nlar. Sessiz ço¤unluk. Can s›k›nt›s›. Ve boflluk. Ve havada as›l› duran kocaman bir “niye?” sorusu. Asl› Özge, Semih Kaplano¤lu’nun a¤›r kanl› filmleriyle hissettirdi¤i o “taflra s›k›nt›s›n›” ‹stanbul’un göbe¤inde hissettiriyor. Sa¤lam, yeni ve kayda de¤er bir sinemasal vizyona sahip. Daha çok film yapmas› dile¤iyle. Ahmet Ergenç
40
“The Hurt Locker” (Ölümcül Tuzak)
AYNI D‹LDE KONUfiAN ‹K‹ F‹LM: “NEFES” VE “THE HURT LOCKER”
‹flbirlikçi vicdanlara müsekkin “The Hurt Locker”›n En ‹yi Film Oscar’›n› almas›ndan birkaç hafta sonra Yeflilçam’›n En ‹yi Film ödülü de “Nefes: Vatan Sa¤olsun”una gitti. Ayn› dilden konuflan bu iki filmin Hollywood ve Yeflilçam taraf›ndan ödüllendirilmesi tesadüf de¤il. efes: Vatan Sa¤olsun” ve “The Hurt Locker”: ‹ki film de süregiden ve hakl›l›klar› kendinden menkul devletlerce “terörle mücadele” olarak adland›r›lan savafllar› askerlerin, yani o savafllar› fiilen var eden bireylerin gözünden gerçekçi bir biçimde anlatma iddias›yla ortaya ç›k›yor. Biri Irak’ta Amerikal› bir bomba imha timinin, di¤eri de Türkiye’nin do¤usundaki mücerret bir s›n›r karakolundaki bir tabur askerin savafl rutini içerisindeki hayatlar›n›n mahremiyetini “oldu¤u gibi” ekrana tafl›ma amac›nda. Her iki film de do¤ru oyunculuklar, belgesel duygusu yaratma çabas›nda bir mizansen yaklafl›m› ve kifayetli diyalog yaz›m› sayesinde izleyicide belli bir gerçeklik duygusu yaratmay› baflar›yor. Ama ayn› zamanda bu gerçeklik duygusunu, hayatlar›n› önümüze serdi¤i askerlerin tehlikelerle dolu, ama fikrî derinlikten yoksun gündemleriyle köfleye s›k›flt›r›yor. Her iki film de, bu özgün gerçekçili¤in gücünü, anlat›lan savafla ve o savafl›n ideolojik geri plan›na dair izleyicinin kafas›nda do¤abilecek sorular› savuflturmak için kullan›yor. Zizek’in dile getirdi¤i biçimiyle “The Hurt Locker”, “ABD’nin Irak’taki askerî müdahalesine dair tart›flmay› büyük oranda görmezden geliyor ve bunun yerine, görev bafl›nda olan ve olmayan, tehlike ve y›k›mla bafla ç›kmaya mecbur b›rak›lan s›radan askerlerin her günkü zorlu mesailerine odaklan›yor”. (“Green Berets With A Human Face”, London Reviw Blog). Ayn› saptamay› “Nefes” için yapmak hiç de yan›lt›c› olmaz. Hatta bunun da ötesinde, iç yüzünü anlatmaya niyetlendi¤i savafl›n esas nedenlerini ve geri plan›ndaki siyasî süreçleri sorgulatmadan, savaflta zorunlu bir flekilde ya da görev icab› yer alan askerlerin bu savafl›n faili ve ayn› zamanda kurban› olufllar›n› savafl›n gündelik zorluklar› üzerinden yeniden anlamland›rmaya çal›fl›yor. Bu, aç›kça, ideolojik nedenlerine hiç de¤inmedi¤i bir sa-
“
N
vafl›, o savafl›n birer parças› olan bireyler üzerinde yaratt›¤› travmatik sonuçlar› itibariyle meflrulaflt›rma çabas›d›r. Di¤er bir deyiflle, içerisinden bakt›¤›n› iddia etti¤i savafla dair yöneltilebilecek olan “peki bu kadar insan hayat›n› ne için kaybetti?” sorusunun önünü “bu kadar hayat feda olduysa bunun bir nedeni olmal›” önermesinin piflkin bulan›kl›¤›yla kesmektir. Tabii ki filmler aras›ndaki yak›nl›k bu kadarla kalm›yor. ‹ki film de temel olarak tan›kl›klara dayand›r›l›yor. “The Hurt Locker” gazeteci Mark Boal’un Irak’ta bir bomba imha ekibiyle geçirdi¤i günlerin tan›kl›¤›ndan yola ç›karken, “Nefes” bölgede görev yapm›fl olan müstafî üste¤men Hakan Evrensel’in an›lar›ndan yararlan›yor. ‹ki filme de kaynak oluflturan hikâyelerin birinci elden anlat›lar oluflu, bir “bu anlat›lanlar
“Nefes” de, “The Hurt Locker” da, “peki bu kadar insan hayat›n› ne için kaybetti?” sorusunun önünü “bu kadar hayat feda olduysa bunun bir nedeni olmal›” önermesinin piflkin bulan›kl›¤›yla kesiyor. yaflanm›fl, gerçek olaylara dayanmaktad›r” söylemi ile seyirciye filmi izlemeden önce bile “iflte savafl›n gerçekli¤i bu ve bundan baflka gerçekli¤i de yok” önkabulünü dayat›yor. ‹ki film de savafl›n iç süreçlerine odaklanma ve savafl›n içerisinden insan hikâyelerini “ideolojiden uzak” bir tav›rla anlatma iddias›yla savafl›n ideolojiyle iliflkisini izleyici nazar›nda görünmez k›lmaya çal›fl›yor ve bu sayede izleyiciyi savafla dair fikirlerini farkl› bir perspektif üzerinden yeniden de¤erlendirmeye teflvik ediyor. Zizek’in dedi¤i gibi: “‹deoloji, tam da görünmezli¤i dahilinde, hiç olmad›¤› kadar burada duruyor: Evlatlar›m›zla birlikte biz de oraday›z; orada ne yapt›klar›n› sorgulamak yerine onlar›n korkusu ve ac›s›yla özdefllik kuruyoruz.” Bu özdeflimi kurdurabildi¤i noktada filmler “savafl›n di¤er gerçekli¤ini” anlatt›klar›n› savunurken asl›nda savafla dair alg›m›z› ter-
si yöne çeviren bir “s›radan›n gerçekçili¤i” manevras›yla konuya dair daha önemli meseleleri görünmez k›l›yorlar. Son y›llarda savafl›n sinemadaki temsiline dair geliflen bu yeni tutum yaln›zca bu iki örnekle de s›n›rl› kalm›yor. 2007’de ‹srail’in Lübnan’a sald›r›fl›n›n hemen arifesinde ve ertesinde beliren iki film, Ari Folman’›n bir grup askerin travmalar›na dair psikolojik çözümlemeleri izleyiciye dayatan belgesel filmi “Beflir’le Vals” ve yönetmen Samuel Maoz’un 1982 Lübnan müdahalesi s›ras›nda kendi yaflad›klar›ndan yola ç›karak yazd›¤› “Lübnan”, yaklafl›k otuz y›l öncesini anlat›rken asl›nda bugünün önemli meselelerini özellikle unutturuyor veya karanl›kta b›rak›yor. Ya da genç S›rp yönetmen Vladimir Perisic’in “S›radan ‹nsanlar”›, Balkanlar’da ‘90’lar boyunca yaflanan vahflet dolu savafl› askerlik görevi s›ras›nda bir Boflnak tutukluyu infaza “mecbur” kalan bir genç erke¤in travmas›na s›k›flt›r›p ülkesinin kanl› yak›n tarihini oldu¤u yerden geriye do¤ru temize çekmeye çabal›yor. Bu filmlerin ortaya ç›k›fllar›nda ve arka arkaya baflar›lar kazan›fllar›ndaki dikkate de¤er eflzamanl›l›k, sinemayla siyaset aras›ndaki etkileflimli iliflkinin dünyan›n farkl› noktalar›nda benzer sonuçlar do¤urmakta oldu¤unun bir göstergesi. ABD’nin Obama’yla yaflayamad›¤› dönüflümü Türkiye’nin de AKP’yle yaflayamayaca¤›, bunun demokrasi kavram› çevresinde yarat›lan bir yan›lsamadan ibaret oldu¤u art›k aflikâr. Bu ortamda bir kitle sanat› olan sinema da yak›n tarihte yaflanan ve hakl›l›¤› konusunda flüphelerin yükseldi¤i “askerî müdahale”lere bak›fl›n oda¤›n› de¤ifltirerek, o süreçlere dair yeni bir anlam yaratma bahanesiyle yükselebilecek seslerin önünü kesmeye yönlendiriliyor. Devletlerin kitleler nazar›nda meflrulaflt›rmakta her geçen gün daha da güçlük çekti¤i bu eylemlerini, “mecburî fail”lerinin travmatik deneyimleri üzerinden “anlamam›z” ya da daha aç›k biçimiyle anlay›flla karfl›lamam›z isteniyor. Neye hizmet etti¤ini bir an bile sorgulamadan görevine canla baflla sar›lan karakterlerle özdeflleflip meseleyi bunun ötesinde kurcalamamam›z bekleniyor. Di¤er taraftan, ad› geçen filmlerin ‹srail, ABD, Türkiye ve S›rbistan’dan ç›km›fl olmas› da bu dört ülkede yaflanan politik süreçlerin do¤urdu¤u toplumsal çat›flmalar›n benzerli¤inin de alt›n› çiziyor. Bu “hem suçlu hem güçlü” devletler art›k sürdürmekte zorland›klar› savafllar›n amaçlar›na ya da nedenlerine ikna edemeyeceklerini gördükleri kitleleri sinema ve benzeri kitlesel araçlar yoluyla bu savafllar›n süreçlerine angaje etmeye çabal›yorlar ve sinema üreticileri de bu çabaya bir biçimde ortak oluyor. Bu filmlerin kitlesel baflar›lar›n›n ya da ödüllendirilmelerinin arkas›ndaki gerçek de bu çaban›n karfl›l›¤›n› buldu¤unun kan›t›: ‹flbirlikçilikten mustarip vicdanlar›m›z bu filmler sayesinde bir süreli¤ine de olsa rahatl›yor. Emre Yeksan
41
Haz›rlayan: Koray Löker
Obama fikrî mülkiyette muhafazakâr ç›kt› ‹hracat-ithalat konferans›nda konuflan ABD baflkan› Barack Obama, fikrî mülkiyet alan›na giren ABD menfleli ürünlere sahip ç›karken bu alanda geliflen özgürlükçü fikirleri elinin tersiyle itti. “Fikrî mülkiyetimizi fliddetle savunaca¤›z. As›l de¤erimiz Amerikan halk›n›n parlak fikirleri, yarat›c›l›¤› ve yenilikçili¤idir. ‹nsanlar›n bizim teknolojilerimizi kullanmas›nda yanl›fl bir fley yok, bundan memnunuz; yeter ki lisansl› olarak kullans›nlar ve ödeme yapmay› aksatmas›nlar.” Meselenin ödeme yap›lmas›ndan çok daha derinlerde oldu¤una dair fikirler oval ofise henüz ulaflmam›fl görünüyor.
Kamusal Bilgi Alan› tart›flmas› Türkçe sürüyor Kamusal Bilgi Alan› Manifestosu, Avrupa Kamusal Bilgi Alan› Tematik A¤› COMMUNIA ba¤lam›nda haz›rlanan bir çal›flma. www.publicdomainmanifesto.org/ adresinde birçok dilde yay›nlanan manifestoyla telif hakk› korumas› alt›nda olmad›¤› için ya da telif hakk› sahipleri bu engelleri kald›rmaya karar verdi¤i için, genellikle telif hakk› korumas›na tâbi kullan›m ya da yeniden kullan›ma iliflkin bütün k›s›tlamalar›n kald›r›ld›¤› bilgi sermayesi tart›flmaya aç›l›yor. Çeviri listesi ve Türkçe çevirisi pdf format›nda www.publicdomainmanifesto.org/node/9 adresinde...
TÜRK‹YE’DE ‹NTERNET‹N 17. YILI VE ‹NTERNET HAFTASI
Bilgi otoyollar› t›klamakla afl›nmaz Türkiye'nin internete ba¤lanmas›n›n üzerinden 17 y›l geçti. Nüfusa geç yazd›r›lan bir çocuk gibi, ilk yaflgünü kutlamas› befl yafl›n› doldurdu¤unda gerçekleflmiflti. O do¤umgününde söz alan Demirel'in a¤z›ndan T.C.’nin internet anlay›fl›n› naklediyor, reflit olmas›na bir y›l kala Türkiye’nin internet tarihine bak›yoruz. Tabii o gün adeta bir “internet dersi” veren Demirel flimdi iktidarda olsa, o konuflmas› için “dün dündür, bugün bugündür” diyecektir, o da ayr› mesele... 2 Nisan 1993 tarihinde ODTÜ ve TÜB‹TAK taraf›ndan kurulan TRNET, yani internet a¤›n›n teknolojik altyap›s›n› kullanan ulusal a¤, internete eklendi. 1998 y›l›nda, dönemin cumhurbaflkan› Süleyman Demirel, ilk kez kutlanan ‹nternet Haftas› aç›l›fl konuflmas›nda sanayi devrimini kaç›rm›fl olmaya hay›flanman›n ard›ndan, günümüzde internetle ne yapacaklar›n› flafl›ran yöneticilerin duymas› gereken bir saptamada bulunuyordu: “fiimdi elimizde bir f›rsat var (treni yakalamak için) ve bu f›rsat yeni bir ça¤a aç›l›yor (bilgi ça¤›n› kastediyor) ve bu ça¤ sizin müsaadenize tâbi de¤il.” ‹nternet Haftas›, bu aç›l›fl konuflmas›ndan itibaren her y›l kutlan›yor. Y›llar içinde internet gerçekten yayg›nlaflt› ve kutlamalar sivil toplum taraf›ndan sahiplenildi. 2007 y›l›ndan beri devlet bu etkinliklerin parças› de¤il. Nedeni, basitçe, anlay›fl de¤iflikli¤i olarak görülebilir. Özgür, yasaks›z, kamuya aç›k, hatta kamunun hesap verebilirli¤ini art›rmay› hedefleyen yaklafl›mlar, devletin internetle iliflkisine uymuyor. 13 y›l önce internetin Türkiye’ye geliflini kutlarken bu anlay›fl› paylaflan özerk ‹nternet Kurulu, bugün Ulaflt›rma Bakanl›¤› bünyesinde bir dan›flma ku-
1
ruluna çevrilmifl durumda. Çal›flma ilkeleri aras›nda “internetin güvenli kullan›m› konusunda araflt›rmalar yaparak uygun politikalar›n belirlenmesi, çocuklar ve gençler baflta olmak üzere bireylerin ve toplumun internet üzerinden yap›lan zararl› yay›nlardan korunmas›na yönelik olarak ulusal bazda yaz›l›m programlar›n›n haz›rlanmas› konusunda çal›flmalar yap›lmas› ve önerilerde bulunulmas›” gibi yaklafl›mlar s›ralan›yor. Yani internetin gerekli ve yararl› k›sm›n› “getirmeyi” kendine vazife edinen anlay›fl hâkimiyetini sürdürüyor. Buna “Bat›’n›n teknolojisini alal›m, ahlâk›n› almayal›m” yaklafl›m› da denilebilir. Elbette, zararl› yay›n olarak görülen içeri¤e ulaflmay› engellemeyi de kendine borç biliyor. Özellikle çocuk miti vurgulanarak yap›lan zararl› içerik ayr›m›, kayg›lar›n yaln›zca kolay pazarlanabilir vitrinini oluflturuyor. Atatürk’e hakaret eden bir videonun varl›¤› bahane edilerek Türkiye’den eriflilemez hale geti-
AKP, Demirel’in, internetin ekonomideki özelleflmeden baflka bir fley olmad›¤› vurgusunu ›skalamam›fl görünüyor. Oysa, 13 y›l önce devletin en yüksek merciinden söylenen sözler bugünün Türkiye’sinde havada kal›yor.
Bir zamanlar›n fiili’sinde internetin atas›: Cybersyn kontrol odas›
42
rilmeye çal›fl›lan YouTube vakas› bunun çarp›c› örneklerinden biri. Ulaflt›rma Bakan› Binali Y›ld›r›m’›n konuyla ilgili aç›klamalar›nda YouTube’un Türkiye’de vergi mükellefi olmas› gerekti¤ini vurgulamas› ak›llarda. Demirel’in internet dersi olarak özetlenebilecek konuflmas›ndan bu k›s›m anlafl›lm›fl denilebilir: “Son y›llarda iletiflim ve ulafl›m teknolojisindeki bafl döndürücü ilerlemeler, insanlar›, ülkeleri giderek daha fazla birbirine yaklaflt›rmas› aç›s›ndan ekonomideki özelleflmeden, dünyan›n küçülmesinden, hatta küremizin bir uzay köyü haline gelmifl olmas›ndan baflka bir fley de¤ildir.” AKP hükümeti, internetin asl›nda ekonomideki özelleflmeden baflka bir fley olmad›¤› vurgusunu ›skalamam›fl görünüyor. Oysa, 13 y›l önce devletin en yüksek merciinden söylenen sözler bugünün Türkiye’sinde havada kal›yor. Demirel’i dinlemeye devam edelim: “‹nternete sahip ç›k›fl›m›z da iflte bu kayg›lar›m›zdan birisidir. Bunun büyük bir potansiyel oldu¤u konusunda bir tereddüt yok. ‹nternet hayat›n tüm alanlar›n› etkileyecek imkânlar sunuyor. Burada tabirler var: Örne¤in, bilgi otoyolu. Bunlar çok yeni tabirler ve bafl döndürücü flekilde kavramlar meydana geliyor. Bu kavramlar›n ço¤u nazarî kavramlar de¤il. Yani bu kavramlardan veya bu teknolojilerden hareketle kamu yarar› ç›karacaks›n›z veyahut fayda ç›karacaks›n›z. Yani bunlar fantazi fleyler de¤il. Ve bunlara e¤ilmezseniz, o yararlardan mahrum kalacaks›n›z. Bununla karfl› karfl›yas›n›z. Binlerce, onbinlerce kilometre ötedeki bilgi kaynaklar›na ulaflaca¤›z. Düflünün, bu bilgi kaynaklar›n› meydana getirebilmek için kaç sene u¤raflt› insano¤lu. Ve buna hemen elinizi uzat›yorsunuz, o kadar yak›n mesafede ulafl›yorsunuz. Bu çok büyük bir devrim. ‹nsano¤lu o kaynaklara sadece ulaflmakla kalmayacak ve yetinmeyecek, yeni kaynaklar ilave edecektir buna. Demin bahsetmek istedi¤im icatlar bunlard›. Ekonomiden siyasete, kültürden e¤itime, tüm alanlarda yeni davran›fl kodlar› ve de¤erler ortaya ç›kacak-
t›r. ‹nternet, e¤itim alan›nda önemli dönüflümlere yol açacakt›r. Bilgi kayna¤›na ulafl›m› demokratiklefltiren, e¤itim anlay›fl›n› da de¤ifltirmektedir. Sanal üniversite, a¤ üniversitesi gibi yeni kavramlar, bilgisayar teknolojisi, internet teknolojisinin yeni uygulamalar› dünyada flimdiden hayata geçirilmektedir. Bu, üniversitelerin iletiflim ve bilgisayar altyap›lar›n›n gelifltirilmesi sorununu ortaya koymaktad›r. Bilgi ça¤› ile birlikte dünyada art›k yeni bir kalk›nma anlay›fl› geçerli olmaya bafllam›flt›r. Kalk›nma art›k sadece devletin zenginleflmesi olarak görülmemektedir. Gerçek kalk›nma, bireyin mutluluk ve refah›n›n azamî iyilefltirilmesiyle irtibatland›r›lmaktad›r. Buna insan merkezli kalk›nma modeli denilmektedir. Bu ba¤lamda bireyin yarat›c›l›¤›n›n teflviki anahtar bir kavram olarak ortaya ç›kmaktad›r. Bunun üstünde çok hassasl›kla duruyorum. Araflt›rmaya ve yenili¤e önem vermek demektir bu. Kiflileri güçsüz bir toplum mümkün de¤ildir. Güçlü bir toplum istiyorsan›z, kiflileri güçlü bir toplum olacakt›r. Güçlü bir devlet istiyorsan›z, toplumu güçlü bir ülke meydana getireceksiniz. Bu kavramlar 21. asra girerken devlet yönetenlerin de¤il, toplumlar›n ve toplumlar›n mensuplar›n›n tümünün sorumlulu¤undad›r. Demokrasiyle kalk›nma birbirlerinden ayr›lamaz ikiliyi oluflturmaktad›r. Yarat›c› gücün de¤iflimin hizmetinde olan devlet anlay›fl› ancak demokrasinin yaflad›¤› toplumlarda vard›r. ‘Eflitlik = hürriyet’ olmad›¤› yerde yarat›c›l›ktan bahsedemezsiniz. Bir milletin yarat›c› gücünden yararlanmayan hiçbir ülke kalk›nmada baflar›l› olamaz. Bir milletin fertlerinin yarat›c› gücüyle baflar›l› olman›n s›rr› maddî yat›r›m de¤il, manevî yat›r›md›r. O ülkenin de¤il, vatandafllar›n korku-
KISA ‹NTERNET TAR‹H‹
Bir özgürlük meselesi nternet a¤›n›n kuruluflu, kuramsal denemelerin ard›ndan bir-
‹ biriyle bilgi al›flverifli yapan bilgisayarlar üzerinde denemeler
yap›lmaya bafllanan ‘70’li y›llara denk geliyor. Amerika’da silah sanayiinin ar-ge fonlar›n› idare eden DARPA taraf›ndan infla edilen ilk a¤›n bugün kullan›lagelen a¤›n atas› oldu¤u genel kabul gören yaklafl›m. Ayn› y›llarda (makus Latin Amerika döngüsü denebilecek flekilde) Marksist yönetimini özellikle Amerika’dan gelen müdahalelere karfl› korumaya çal›flan fiili de, ülke çap›nda veri al›flverifli yapmaya yarayan sibernetik bir a¤› hayata geçirmiflti; kaynaklar›n planlanmas› ve yönetiminde Bayesian tahmin yöntemine dayal› hesaplamalardan yararlanmay› deniyordu. Allende yönetimine karfl› Chicago Okulu ad›na yönetime el koyan Pinochet icraatlar› içinde belki laf› bile olmaz ama, Cybersyn adl› bu proje de ülkenin nice de¤eri ve insan› gibi yok edildi. Proje, www.cybersyn.cl adresinden görülebilen kay›tlara göre, 1971 y›l›nda, sibernetik bilgi yönetimi ve de¤ifl-tokuflu gerçeklefltiren yenilikçi bir sistem olarak tasarlanm›fl, sibernetik modelin kitlesel sosyo-ekonomik ba¤lamda önemli bir uygulamas› olarak önem kazanm›flt›. Bilim, teknoloji ve siyasetin birbirleriyle nas›l iyi geçinebileceklerine baflar›l› bir örnek olmas› bile önemini gösteriyor diye düflünülebilir. Ayn› günlerde yaln›zca birkaç bilgisayar› birbirine ba¤layan internet a¤›, bugün tüm dünyadan eriflilebilen küresel bir teknoloji haline geldi, ama siyasetle iyi geçindi¤i söylenemez. Tüm dünyada dev flirketlerin suz, vatandafllar›n iyi yetifltirilmifl olmas›na ba¤l›d›r. ‹nternet çokseslili¤in, saydam yönetim anlay›fl›n›n ve demokratikleflmenin güçlenmesi bak›m›ndan son derece genifl imkânlar vermektedir. Önümüzdeki yüzy›lda bilgi kullan›m›ndaki demokratikleflme ve saydamlaflma siyasete kat›l›m› daha da kolaylaflt›racakt›r. Bilgi paylafl›m›n›n s›n›rlar›n›n genifllemesi, sivil toplumun dinamizmi, yarat›c› enerjisini besleyerek demokrasi
kâr h›rs›, hükümetlerin kontrol kayg›lar› gibi sebeplerden ötürü özgür bir internetten her geçen gün uzaklafl›ld›¤› yorumlar› yap›l›yor. Daha kadim teknolojiler aç›s›ndan da durum de¤iflmiyor. Radyo tarihi, kimin sahip olaca¤›, nas›l kontrol alt›nda tutulaca¤› sorular› etraf›nda geliflen tart›flmalarla özetlenebilir. Plak bas›m›yla endüstri haline gelen müzik dünyas›, plaktan itibaren ç›kan her teknolojik geliflmeye kendisini yok edece¤i korkusuyla bakm›fl ve mümkün mertebe bu yenili¤in kuyusunu kazm›fl, sinirli, asabî bir karaktere sahip. Böyle gerilimlere bu co¤rafyada do¤anlar zaten al›fl›k. Siyaset gelene¤i, Nevzat Tando¤an’›n ölümsüz “bu memlekete komünizm gerekiyorsa ve komünizm yararl› bir fleyse onu da biz getiririz” anekdotuyla özetlenebilen bir anlay›flla malûl. Teknoloji bundan pay›n› elbette alacak, hele de internet. Zira internet, bir zamanlar›n ünlü reklam slogan›yla “a¤z› olan konufluyor” diye özetlenebilecek, ayaklar›n bafl olmaya en müsait oldu¤u, hepimizi da¤daki çobanla ayn› yere koyan görüntüsüyle elbette kendini “ö¤reten” konumunda gören herkes için bafll› bafl›na alerji kayna¤›. Brecht, 1932 y›l›nda yazd›¤› “‹letiflim ayg›t› olarak radyo” yaz›s›na, teknolojik geliflmenin, toplumun onu tam olarak de¤erlendiremeyece¤i kadar h›zl› gerçekleflti¤i tespitiyle bafll›yor. Radyonun bir da¤›t›m arac› gibi çal›flmak yerine bir iletiflim arac›na dönmesi ihtimalinin gücünden bahsederek devam ediyor: “E¤er dinleyici, duydu¤u gibi, konuflmay› da baflar›rsa...” 78 y›l sonra, insanl›k iki tarafl› bir iletiflim arac›n› deneyimliyor. Yine onu tam olarak de¤erlendiremedi¤imiz bir h›zla girdi hayat›m›za ve Türkiye’deki k›sa tarihinden yola ç›karak ifllerin iyiye gitmedi¤ini iddia etmek mümkün. kültürünü güçlendirecektir. ‹nternet vatandafla yak›n devlet anlay›fl›n›n geliflmesine katk›da bulunacakt›r. ‹nternet vas›tas›yla devletle vatandafl aras›ndaki etkileflim daha sa¤l›kl› bir çerçeveye gelecektir.” Türkiye’nin internete ba¤lanmas›n›n üzerinden 17 y›l geçmiflken, nereden nereye geldi¤imizi Demirel’den dinlemek –1 Nisan’da yay›nl›yor olmam›z› saymazsak– halimizin mealidir.
“FRANSA ULUSALI”NDA SÖZDE DERB‹LER
Özgürlük-eflitlik-kardefllikten uzakta Ayn› tak›m›n iki taraftar› birbirine niye fliddet uygular? Bir taraftar di¤erini niye tribünden afla¤› atar? Bu çetrefilli sorulara cevap bulmak için futbol taraftarl›¤›n›n nas›l bir kimlik inflas›na denk geldi¤ine bakmakta fayda var. Fransa futbolunun son elli senesi, bu aç›dan turnusol k⤛d› gibi. ir Galatasaray taraftar›n›n, 14 Mart’taki Ankaragücü maç›n›n hemen akabinde, bir baflka taraftarca Ali Sami Yen’in alt tribün çat›s›ndan afla¤› at›lmas›n›n siyah-beyaz eflofman›na ba¤land›¤› günlerde, Fransa’da 28 fiubat’ta Paris Saint-Germain (PSG) Olympique de Marseille (OM) maç›ndan önce ç›kan kavgada komaya giren PSG taraftar›n›n 18 Mart’ta ölmesi konufluluyordu. ‹ki olay›n ortak noktas›, birbirine fliddet uygulayan taraflar›n ayn› tak›m taraftarlar› olmas›; Paris’teki taraftar da ayn› stada her hafta gidenlerce öldürüldü, ama adlî benzerlik burada sona eriyor. Ali Sami Yen’de üç-dört güvenlik görevlisinin aras›ndan s›yr›l›p çat›dan adam atan kifli taraftarlar›n aras›nda kaybolduktan bir gün sonra yakaland› ve mahkeme gününe kadar serbest b›rak›ld›. PSG maç›ndan önceki kavgaya kar›flanlarsa cinayetten yarg›lanmay› bekliyor. Galatasaray bu yüzden 100 bin lira ceza al›rken, PSG sezon sonuna kadar taraftarlar›na deplasman bileti satmayaca¤›n›, tüm taraftar gruplar›yla yap›lan anlaflmalar› ask›ya ald›¤›n› aç›klad›. Stad d›fl›nda gerçekleflmifl bu olay yüzünden en az üç maç› da kapal› kap›lar ard›nda oynayacak. PSG’liler, Fransa’da en kötü üne sahip taraftarlar. fiiddet, GS ve PSG’nin yollar›n› bundan on sene önce de birlefltirmiflti. Parc des Princes stad›nda iki taraftar grubu kavgaya tutuflmufl, olaylarda elli kifli yaralanm›fl, üstüne bir de PSG taraftar grubundan alt› kifli, Türkiye kökenli PSG’lilerin aras›na silahla girmekten tutuklanm›flt›. Ama PSG’liler aras›nda bu ne ilk ne de son
B
Kop Boulogne tiribünleri
kavgayd›. Deplasmanlarda bile defalarca kap›flt›lar, özellikle de on y›ld›r birçok kez ceza ald›lar. Yani hepsi PSG taraftar›, ama bir “grup” de¤iller.
Seyirci kültürü icat edilirse Bir+Bir’de derlenen söyleflisinde Eric Cantona, Fransa’da taraftarlar›n hangi tak›m› neden tuttu¤unu bilmedi¤ini, ‹ngiltere’de ayn› flehirde farkl› tak›mlar› tutan taraftarlar oldu¤unu söylüyor. Buna benzer bir analizi Befliktafl’›n eski kalecisi Oscar Cordoba da y›llar önce yapm›fl, bilhassa tüm Türkiye’ye yay›lan Galatasaray, Befliktafl ve Fenerbahçe taraftarl›¤›n›n hangi kriterlere göre olufltu¤unu anlayamam›flt›. Bu iki isim, durumu farkl› futbol pencerelerinden k›yasl›yordu. Cantona, hadiseye uzun y›llar top koflturdu¤u ‹ngiltere’de tak›mlar›n birbirinden ayr›flt›r›labildi¤ini söyledi¤i yerel stillerinden yaklafl›yor-
Oscar Cordoba, GS, BJK, FB taraftarl›¤›n›n hangi kriterlere göre olufltu¤unu anlayamam›flt›. Meseleyi tak›m tutman›n etnik, s›n›fsal ve dinî kökenlere göre de¤iflti¤i Latin Amerika bak›fl aç›s›yla görmeye çal›fl›yordu. du, Cordoba ise meseleyi tak›m tutman›n etnik, s›n›fsal ve dinî kökenlere göre de¤iflti¤i Latin Amerika bak›fl aç›s›yla görmeye çal›fl›yordu. Asl›nda tabii ki bunun, iki ismin de gözden kaç›rd›¤› bir baflka aç›klamas› var: Her iki ülkenin de futbol geleneklerinin biraz tepeden inme devlet politikalar›yla geliflmifl olmas›. Hem Türkiye’de hem de Fransa’da flehir tak›mlar› a¤›rl›kl› olarak mahallî tak›mlar›n ulusal bir lig yarat›lmas› ad›na birlefltiril-
mesiyle oluflturuldu. Türkiye’de bu 1960’larda gerçekleflirken, Fransa’da II. Dünya Savafl›’nda, Vichy hükümeti döneminde olmufl. Üstelik bahsi edilen PSG (1970), epi topu k›rk y›ll›k geçmifle sahip. 1960’lara kadar ulusal ligde Paris’i temsil eden Racing Club de Paris’nin (1882) alt kümelere düflüp toparlanamamas›yla kurulmufl. Sosyolog Patrick Mignon’a göre, Paris’te yerel bir kimlik yaratma çabas›n›n ürünü. 1979 y›l›nda birinci ligde kal›c›l›k sa¤lad›ktan sonra dönemin kulüp baflkan› çeflitli kampanyalarla seyirciyi art›rmaya çal›flm›fl. Bunlardan biri, 16 yafl›ndan küçüklere 10 franc karfl›l›¤› 10 maçl›k biletler da¤›tmas›. Bu çabalar sonunda PSG’nin seyirci say›s› 1980’de maç bafl›na 24 bine kadar ç›km›fl. Kulübün deste¤ini alan taraftar gruplar› o y›llarda punk modas›n› izlemifller, ard›ndan aralar›nda skinhead’ler görülmeye, sonra da buna tepki duyan ba¤›ms›z gruplar türemeye bafllam›fl. 1990’lar›n bafl›nda seyirci say›s› 14 bine kadar düflmüfl, ama Canal+ televizyonunun 1991’de kulübe ortak olmas›yla artan malî güç ve ard›ndan gelen lig ve Avrupa baflar›lar›yla, bugünkü 40 bin kiflilik ortalamaya ulafl›lm›fl. Taraftar gruplar›n›n birbiriyle çat›flmas›n›n sebebi ise, bu icat edilmifl Parisli taraftar kimli¤inin ne oldu¤unun pek bilinmemesi. Örne¤in Parc des Princes stad›n›n Kop Boulogne olarak adland›r›lan kale arkas›, afl›r› sa¤c›l›kla özdefllefltiriliyor. Bunlar›n temeli 1979’daki ilk çabalara dayan›yor. Martta ölen ve ismi sadece Yann L. olarak aç›klanan 37 yafl›ndaki taraftar bu tribünden. Zanl› olarak yakalananlar ise, Kop Auteuil denen, aralar›nda Afrikal› ve Ma¤ripli göçmenlerin de oldu¤u di¤er kale arkas› tribünlerden. Kulüp yönetimi, Paris gettolar›n›n ortak kimli¤ini kabul ettirme ve kentin yeni gençli¤ini temsil etme iddias›yla, 2000 y›l›nda Real Madrid’den büyük paralarla ald›¤› Nicolas Anelka öncülü¤ünde, hepsi de Fransa’da gelecek vaat eden genç, yetenekli ve siyah futbolcularla doldurmufl tak›m›, ama bu da pek tutmam›fl. Tribünlerin 2006 y›l›nda PSG’de oynayan Hint as›ll› Fransa millî tak›m oyuncusu Vikash Dhorasoo’ya “git metroda f›st›k sat” diye ba¤›rm›fll›¤› ve bu yüzden ceza alm›fll›¤› var.
Fransa’da futbola bak›fl Fransa, dünyada 20 bin seyirci ortalamas› s›n›r›n› aflan birkaç ülkeden biri. Ancak bu, baflta Marsilya olmak üzere birkaç flehirdeki yüksek ilgiye ve 1998’de Dünya Kupas›’n›n kazan›lmas›n›n ard›ndan artan meraka ba¤l› bir rakam. Yoksa 1960’larda 5 bin ortalamay› da görmüfller, hâlâ da futbola ülke çap›nda dehflet bir ilginin oldu¤unu söylemek güç. Ülkedeki profesyonel futbol –yani II. Dünya Savafl› dönemi– öncesinde taraftarl›¤› özendirenlerin,
44
sporun çal›flma hayat›n› düzene koyabilece¤i düflüncesiyle fabrika patronlar› olmas›n›n geleneksel bir tepkiye yol açm›fl olmas› muhtemel. ‹flçi hareketi ve sol düflünce bu ifle hiçbir zaman s›cak bakmam›fl, büyüyen futbol merak› ve zay›flayan politik yerel kültür karfl›laflt›rmalar› üzerine çal›flmalara hâlâ doyulamam›fl. Bir de Geoff Hare’in yapt›¤› “Football in France” adl› çal›flma, Cumhuriyetçi ideallerle yetiflmifl toplumun s›n›f, bölge, cinsiyet, yafl ve etnik özelliklerle bölünmeyen özerk bireylerin toplam› olarak görülmesini, bu yüzden ülke genelinde futbol taraftarl›¤› gibi kiflisel tutkular›n ikincil öneme sahip olmas›n› da buna ekliyor. Bu ekolden gelen politikac› ve elitler de futbola pek bulaflmam›fllar. Bütün bunlar üst üste geldi¤inde, Hare’e göre Fransa’da taraftarl›¤›n ‹ngiltere veya Almanya’da oldu¤u gibi yerel ve s›n›fsal kimlik üzerine de¤il, aktivist ve militan bir model üzerine kurulmufl oldu¤u sonucuna var›l›yor. Politik mobilizasyonun en güçlü oldu¤u 1960’larda seyirci say›s›n›n en düflük seviyeye inmesi de bu aç›dan bak›ld›¤›nda anlam kazan›yor. Yani bir kulüp için, sadece aile gelene¤i hat›r›na her zaman arkas›nda bulabilece¤i bir taraftar kitlesi ihtimali az. Kulüpler, bir siyasî parti gibi, taraftarlar›n› harcad›klar› zaman ve çabaya de¤er, sembolik bir fleyler sundu¤una ikna etmek zorunda.
Derbisiz ligin klasikleri Fransa’da profesyonel ligler, her flehirden yerel belediyelerin deste¤inde tek bir tak›m›n liglere kat›l›m›yla kurulmufl. Bundan önce, ayn› Türkiye’de oldu¤u gibi, flehir derbileri çok fazlaym›fl. Halen Fransa’da kulüpler yerel idarelerden para yard›m› al›yor. Bu yüzden kulüpler bu yard›m› paylaflmak yerine birleflmeyi tercih ediyorlar. Yani bir ligde ayn› flehirden iki tak›m yok, bilinen anlamda derbi denen hadise de yok. En son derbi, 1989-90 sezonunda Racing ile PSG aras›nda oynanm›fl. Derbiye en yak›n maçlar, CFA’da (4. seviye) Girondins de Bordeaux tak›m›n›n yedek (Türkiye’deki A2 gibi) tak›m›yla flehrin di¤er tak›m› Stade Bordelais aras›nda oynan›yor. Derbi heyecanlar›, bölgesel derbilerde yaflan›yor. Birçok bölgesel derbi var, ama bunlar›n ulusal bas›nda en çok ilgi görenleri, Olympique Lyonnais (bildi¤imiz Lyon, 1950) ile AS Saint-Etienne (1920) aras›ndaki Rhône derbisiyle, RC Lens (1906) ile Lille OSC (1944) aras›ndaki Derby du Nord, yani kuzey derbisi. Bunlar d›fl›nda bir de ‹spanya’dan ithal “Le classique” anlay›fl› var. OM (1899) ile PSG aras›ndaki maçlar, güneyin “asi” liman›n›n kuzeyin otoriter baflkentiyle çekiflmesini yans›tt›¤› için önemli bir klasik kabul ediliyor, en büyük gerilimler de bu maçlarda ç›k›yor. Bir di¤er klasik, Fransa futbolunun en büyük baflar›lar›na imza atm›fl iki tak›m, yine OM ile Saint-Etienne aras›ndaki maçlar.
“Fransa’da do¤du, Befliktafll› oldu”: Fransa futbolu deyince Türkiye’de akla ilk gelen isimlerden Pascal Nouma, futbolu b›rakt›ktan y›llar sonra bile, dünyan›n en meflhur taraftar gruplar›ndan birinin hâlâ gözdesi
Farkl› bak›fl› hak edenler Fransa’da ilk bak›flta fanatik taraftar› olan kulüpler OM, Saint-Etienne, PSG ve RC Lens olarak kabul ediliyor, baz›lar› buna Girondins de Bordeaux (1881) taraftarlar›n› da ekliyor. Buraya kadar, flimdilik PSG ile pek iflimiz olamayaca¤›n› anlad›k. Ama ola ki Fransa’ya bir futbol ziyaretine gidilirse, görülecek baflka güzellikler, daha köklü gelenekler var, biraz da bunlara bakal›m.
Olympique de Marseille’de alt kesimden ve göçmenlerden oluflan kale arkalar›nda kaleciler ve güçlü, savaflkan savunma oyuncular› ra¤bet görürken, orta s›n›flar›n oturdu¤u tribünlerde yarat›c› orta sahalar daha çok itibara sahip. Ülkede hem yerel hem de ulusal düzeyde kitlesel bir izleyici edinebilmifl ilk tak›m, 1950’lerin Reims’›. 1960’lar›n futbol anlam›ndaki dura¤anl›¤›n› k›ran ise Saint-Etienne olmufl. 1967-77 y›llar› aras›nda yedi lig, befl de Fransa Kupas› alan tak›m›n Avrupa’daki seyahatleri, ‹ngiliz ve Alman taraftar ekollerinin tribünlere yans›mas›n› da sa¤lam›fl. Gürültülü, tak›m›n rengine bürünmüfl, Fransa’n›n al›flmad›¤› bir taraftar türü, tribünleri bu dönemde etkisi alt›na alm›fl. Saint-Etienne, fiampiyon Kulüpler Kupas›’nda bir kez yar› final (1975), bir kez de final (1976) görmüfl, her ikisinde de Beckenbauer’li Bayern Münih’e kaybetmifl bir tak›m. 1980’lerden sonra kulüp tepetaklak gitse de, Geoffroy-Guichard stadyumunun “Yeflil Kazan” olarak adland›r›lmas›na sebep olan s›cak atmosfer bâki kalm›fl. Nitekim ikinci lige düfltüklerinde bile seyirci ortalamas› 15 binin alt›na inmiyor. Bizde de s›k s›k kullan›lan “12. adam” teriminin Saint-Etienne sebebiyle ç›kt›¤›n› burada ekleyelim. Bir baflka fanatik grup, Lens taraftarlar›, 1988 y›l›nda kazand›klar› Fransa flampiyonlu¤unun ard›ndan gecenin bir yar›s› tak›m› havaalan›nda 5 bin kiflinin karfl›lamas› ve oradan da 30 bin kiflinin doldurdu¤u stadyuma gidilmesiyle geçmifl tarihe. 1990’larda Fransa’n›n en centilmen taraftar› olmak gibi bir titrleri de var. Maçlar›n devre aralar›nda rakip taraftarlara cips ve bira ikram etme huyu edinmifller, tabii Lille ve PSG taraftarlar› bu konukseverli¤in d›fl›nda tutulmufl. Daha yak›n hissettikleri taraftar gruplar›, Le Havre AC (1872) ve Saint-Etienne gibi iflçi gruplar. Bugün ortalama 30 bin seyirciye oynayan Lens tak›m›n›n taraftar› sadece 36 bin kiflilik Lens flehrinden gelmi-
yor; Fransa’n›n kuzeyine, hatta iç k›s›mlar›na yay›lan bir kitle. 1991’den beri tüm taraftar gruplar› Supp’R’Lens ad› alt›nda toplan›yor. Supp’R’Lens her ne kadar kulüp yönetiminin bir PR ve kontrol mekanizmas› olsa da, NordPas-de-Calais bölgesinin kadim sosyal demokrat gelene¤i içerisinde, geleneksel taraftarlar›n› uzaklaflt›rmamak için mutenalaflmay› reddediyor, yar›s› alt gelir düzeyi ve iflsizlerden oluflan kitlesi için bilet fiyatlar›n› ucuz tutuyor. Bunun d›fl›nda, Lens taraftar›n›n imaj›n› reddeden ve ‹talyan Ultra modelini benimseyen militan bir kitle de mevcut, ama bunlar›n say›s› bini bulmuyor. Ve son olarak Olympique de Marseille. 52 binlik izleyici ortalamas›yla sadece Fransa’n›n de¤il, dünyan›n da en kalabal›k tribünlerinden birine sahip. Bunda Marsilya’n›n flehir kimli¤inin asi olarak flekillenmesinin pay› da var. II. Dünya Savafl›’nda yeterince vatansever olmamakla suçlanm›fl bir flehir. ‹ki dünya savafl› aras›nda mafyas›yla ünlenmifl; ikinci savafltan sonra liman›n öneminin azalmas›, endüstrileflmedeki gerileme, kötü flehir planlamas› ve ekonomik gerileme flehri vurmufl. Tak›m taraftarlar›n›n kimli¤inde de tarihe duyulan bu ac›n›n Fransa’n›n geri kalan›na, özellikle de Paris’e k›zg›nl›k fleklinde yans›mas› belirleyici. Fransa’n›n seyirci istatistiklerine bak›ld›¤›nda, bütün tak›mlar›n en kalabal›k maçlar›n›n OM’ye karfl› oynand›¤› görülüyor, zira en büyük deplasman taraftar› da bu tak›mda. Christian Bromberger’in Vélodrome stad› üzerine yapt›¤› bir çal›flma (“Futbol ve Kültürü”, ‹letiflim Yay›nlar›), farkl› tribünlerin kentin sosyolojisine göre flekillendi¤ini, flehrin her kesiminin buralarda temsil edildi¤ini, tak›mda tutku duyulan futbolcular›n bile tribünden tribüne farkl›l›k gösterdi¤ini ortaya koymufltu: Alt kesimden ve göçmenlerden oluflan kale arkalar›nda kaleciler ve güçlü, savaflkan savunma oyuncular› ra¤bet görürken, orta s›n›flar›n oturdu¤u tribünlerde yarat›c› orta sahalar›n gözde olmas› gibi... 1980’lerdeki ekonomik gerileme s›ras›nda taraftarlar aras›nda yap›lan bir ankette Ulusal Cephe’yi (FN) destekleyenlerin oran›n›n yüzde 15 civar›nda oldu¤u görülmüfl, 2000’deki bir araflt›rmadaysa taraftarlar›n ço¤u kendilerini apolitik ama FN karfl›t› olarak tan›mlam›fl. Yine de Yunanistan’dan AEK Athens ve ‹talya’dan AS Livorno tak›mlar›yla pankartl› bir dayan›flma içerisindeler. Bir de ticarî futbola karfl› güdüsel bir tepki var: 1997’de Adidas’›n CEO’su Robert Louis-Dreyfus kulübü sat›n ald›¤›nda karfl›laflt›¤› en büyük güçlük, malî faaliyetlerin küresel futbol ekonomisine eklemlenmesi s›ras›nda yaflanm›fl. Bu yaz›da bahsetti¤imiz kulüp taraftarlar›nda ortak özellik olarak belirebilecek bu yaklafl›m, Fransa liglerinin neden uluslararas› gözlerden ›rak kald›¤›na da k›smî bir aç›klama getirebilir. Doruk Yurdesin
45
OLUMLU ANLAMDA B‹R ‹NG‹L‹Z: ÖZHAN CANAYDIN
MAV‹
Mekteb-i Sultani harc› Ölümünün hemen ard›ndan Fener’i kendi sahas›nda yenemedi Galatasaray. Üzülürdü herhalde, ama alk›fl› da ihmal etmezdi. Yediden yetmifle herkes bu yüzden sayg› duruflunda bulundu Özhan Canayd›n’a. enerlilerin bile sayg› duydu¤u bir centilmen. Alt› gol yedi¤imiz maçta (evet, bu sat›rlar›n yazar› Galatasarayl›) eli-bile¤i yorulmad›. Özhan Canayd›n daha lise s›ralar›ndayken kafas›na koymufl bir gün Galatasaray’›n baflkan› olmay›. Onlar›n Mekteb-i Sultani’deki s›n›f› da iyi bir s›n›ft›r: Mehmet Ali Birand, Asaf Savafl Akad, fienkal Atasagun, Arap Kemal (Kemal Suman)... “Bitmeyen Mektep” kitab›nda Arap abi, iflin ayr›nt›s›n› çok güzel anlatm›flt›r. Bursal› tüccar bir ailenin çocu¤u. Babas› bir gün ‹stanbul’a gelmifl sportif bir amaçla, kendisini Beyo¤lu’ndaki okulun yatakhanesinde a¤›rlam›fllar, çok be¤enince buray›, “ben o¤lumu burada okutaca¤›m” demifl. Ve okutmufl. Sonra çal›flm›fl, didinmifl, ifl hayat›nda büyük baflar›lar kazanm›fl Özhan abi. Henüz baflkan de¤ilken, 10-15 sene oluyor, kulüpte de aktif konumlar› olan iki arkadafl›mla “Bursa’ya, Özhan abiyi görmeye” gitmifltik. Tekstil fabrikas›na vard›k, ama ilaç fabrikas› gibiydi. Tertemiz, çok düzenli. Her köfle bafl›nda bir Galatasaray posteri dikkat çekiyordu. ‹flçiler de Özhan abilerine belli ki çok sayg› ve sevgi gösteriyordu. Art›k s›n›f lar ve ideolojiler ölmüfl ya... Muhabbete bafllad›k. Özhan abiyle bir tek muhabbet konusu vard›r: Galatasaray! Benim de hayatta vazgeçemeyece¤im kimliklerden, aidiyetlerden biridir Galatasaray. Yan›na bir-iki siyasî/ideolojik/toplumsal/kültürel “must” koymakta herhalde sonsuz yarar var.
F
DAKT‹LO
O s›ralar yine kriz var, tüm fabrikalar iflçi ç›kar›yor. Asl›nda yan›t›n› bildi¤im bir soru sormufltum Özhan abiye: Hangi kriterlere göre ç›kar›yorsunuz iflçileri? Karfl›l›kl› hafif sinik bir gülümsemeden sonra, “önce Fenerlileri ç›kar›yoruz” dedi. fiakayd› tabii. Ekledi: “Çolu¤u çocu¤u olanlar› ç›karm›yoruz. Genç, bekâr ve kolay ifl bulabilecekleri ç›kar›yoruz.” Ç›kar›lacak genç ve bekârlar›n Fenerli olup olmad›klar›n› söylemedi. Neyse... Fenerbahçe, biz Galatasarayl›lar›n alter-egosudur. Onu ne severiz ne de ondan nefret edebiliriz. Ama ondan nefret etmeyi çok severiz. Geçmifli var: Mektepte, topra¤› bol olsun, Mehmet Ali (Gültekin) Hoca, ki vakti zaman›nda tak›mda sol aç›k oynam›flt›r, bizi e¤itmiflti: “Gâvura yenil, Fener’e yenilme!” (Ne kadar enternasyonalist!) Gece etüd saatinde bazen abiler
O s›ralar yine kriz var, tüm fabrikalar iflçi ç›kar›yor. Asl›nda yan›t›n› bildi¤im bir soru sormufltum Özhan abiye: Hangi kriterlere göre ç›kar›yorsunuz iflçileri? “Önce Fenerlileri ç›kar›yoruz” dedi. fiakayd› tabii. gelir, flimdi Lütfi K›rdar Konferans Salonu haline getirilmifl Spor ve Sergi Saray›’nda Galatasaray’›n basket (fiengün Kaptan!) ya da voleybol (De¤er abi!) maçlar›na götürürlerdi, tak›m›m›z› desteklerdik. Birkaç kez de, etüd saati Rusça ya da Lehçe sloganlar ezberleyip yine ayn› yerde Fener’in maçlar›na giderdik. Rakibi desteklemek için! Futbol ta-
k›m› ise hafta içi antrenmanlarda, hafta sonunda Mithatpafla ya da Türkiye’nin neresinde ise gidip izlenir, s›n›f›n kara tahtas› bugünkü elektronik taktik çizelgelerinden çok daha zengin bir flekilde donat›l›rd› yedi gün boyunca. Özhan abi de ayn› atmosferde yetiflmiflti kuflkusuz. Üstelik kendisi de genç millî tak›ma yükselecek de¤erde bir basketçiydi... Tabii Galatasaray Lisesi ve atmosferi, sadece futbol ya da di¤er spor dallar›ndaki tak›mlar› desteklemekle yetinmiyor. Osmanl› zaman›nda flehzadeleri, cumhuriyet döneminde de devletin üst yöneticilerini e¤iten, yetifltiren kurum, biraz, nas›l desem, resmîdir, devletlûdur, biraz muhafazakâr, biraz da Bat›l›d›r, hiç Bat›c› olmadan. Çünkü en nihayetinde statükonun bir e¤itim kurumudur. Özhan abi de mesela, da¤ bafl›ndaki yolsuz yurtsuz Atatürk stadyumuna yaz›k olmas›n, devletin paras› bofla gitmesin diye, tuttu tak›m› oralara götürdü. Bizim hakiki bir liberal yan›m›z da vard›r hani. Nâz›m Hikmet’i de, Mehmet fievki Eygi’yi de bar›nd›rabilir. Laik yan›m›z a¤›r basar, Tevfik Fikret sülâlesinden gelen kap› gibi ayd›nlar›m›z da vard›r. Galatasaray’› en özet ve en iyi betimleyen üç kavram, dayan›flma, mizah ve rasyonalite olsa gerek. F tipi teflkilât tüm çabalar›na ra¤men liseye de, üniversiteye de bu nedenle s›zamad› ve y›k›lacak kale gibi gördü Beyo¤lu’nu ve Ortaköy’ü. Futbol tak›m›ndan da uzaklaflt›r›ld›lar. (Çok üzüldüm, Fenerli Emre sakatlanm›fl!) Özhan abi titiz, disiplinli, çal›flkan bir abimizdir. Gazete kupür dosyas› vard›r; kendisinden çok, Galatasaray konusunda yaz› yazan herkesin arflivini tutar. ‹nterneti de izlettirir. Galatasaray konusunda her fleyden haberdard›r. Kulübün yüz y›ll›k üyesiyle ya da dünkü taraftarla oturup saatlerce konuflabilir. Efendilik art›k bulunmaz bir nimet oldu ya, herkes Özhan abiyi överken “çok efendi insand›” diyor. Tabii ki do¤ru... Ama Özhan Canayd›n’›n Galatasarayl›l›¤›, bu camiaya ba¤l›l›¤›, tak›m için, kulüp için sa¤l›¤›n› feda etmesi, eme¤ini, zaman›n›, paras›n› pulunu gözünü k›rpmadan seferber etmesi bence daha özel bir niteli¤i. Baflkanl›¤› döneminde öyle çok önemli, büyük, sportif, malî, idarî baflar›lar kazanamad›k belki, ama “fair play” ödülü ve Seyrantepe için ç›rp›n›fllar› unutulmaz. Ben en son Temmuz 2009’da Cunda Pilav›’nda görmüfltüm Özhan abiyi. Kendi dahil herkes biliyordu hastal›¤›n›n vahametini. Ama dimdik ayakta durdu sonuna kadar. Öldü¤ü gün otoparktaki orta yafll› adam dedi ki: “Böyle adam gelmez bir daha ne Galatasaray’a ne de Türkiye’ye. Galatasaray bu hafta Fener’i yener, sezon sonu da flampiyon olursa, Özhan abiye vefa borcunu ödeyebilir de, Türkiye ne yapacak?” Rag›p Duran
46
Müzik dolab›
Modernize makamize Gripin / MS 05.03.2010 (Avrupa Müzik)
ripin, sahnede izledikten sonra akl›m›za girmifl
G bir gruptu. ‹lk albümleri “Hikâyeler Anlat›ld›” 10 albüm Bonnie “Prince” Billy & The Cairo Gang The Wonder Show Of The World Hande Yener Hande’ye Neler Oluyor? Goldfrapp Head First Gonjasufi A Sufi and A Killer Joanna Newsom Have One On Me Mehmet Çetin & Umut Akar Surêdar Pamela Stil Zengini Sharon Jones & The Dap Kings I Learned The Hard Way She & Him Volume Two Spoon Transference
5 flark› MGMT Brian Eno Pascal Comelade L’italiano Rufus Wainwright Shame Sara Alexander Madré These New Puritans Attack Music
FRANÇOISE HARDY yeni albümü “La Pluie sans parapluie”yle formunu korudu¤unu gösteriyor. 66 yafl›na varan flansoncunun yan›nda bu sefer Arthur H, Jean-Louis Murat gibi isimler de var.
2004’te yay›nland›, ertesi y›l yeni flark›lar ve kimi konser kay›tlar›yla ikinci bask›y› yapt›. 2007 tarihli ikinci albümde ise elleri daha güçlüydü: Bir yandan Pamela, Ferman Akgül, Emre Ayd›n’la yapt›klar› güçbirli¤i, di¤er yanda “Böyle Kahpedir Dünya” gibi muazzam bir flark›. Albümün ikinci bask›s›ndaysa “Dalgaland›m da Duruldum”u bir arabesk-rock flaheserine dönüfltürdüler. Sonra araya askerlikler girdi, bir eleman de¤iflimi yafland› ve Gripin üçüncü albümlerini geçti¤imiz haftalarda ç›kard›. Albümün ad›, ayn› zamanda ç›k›fl tarihi, “MS 05.03.2010”. Üçüncü albümler tehlikelidir. Hele ki bir anda patlama yapm›fl gruplar için. Gripin’in kimi mekânlarda sürdürdükleri akustik konserlerini takip etmifl, söyledikleri yeni flark›lar› sevmifltik; albüm yüzümüzü kara ç›kartmad›. Grup, bu albümdeki “cover” hakk›n› Nilüfer’in “Esmer Günler” albümünde seslendirdi¤i “Yolcu Yolunda Gerek” yönünde kullanm›fl, iyi de etmifl. Di¤er flark›lar oldukça sakin, hatta coflkudan uzak olduklar› bile söylenebilir. Aç›l›fl flark›s› “Sen Gidince” eski zamanlardan bir Sezen Aksu flark›s› gibi bafll›yor, biraz uzuyor, ama Gripin’in arabeskle rock aras›nda gidip gelen sound’unu iyi temsil ediyor. Sonras›nda gelen “Koca Ç›nar” da öyle. “Durma Ya¤mur Durma”, albümün kamuda yank› uyand›-
ran ilk flark›s›. “Böyle Kahpedir Dünya”n›n yerini al›p almayaca¤›n› zaman gösterecek. “Gidenin Dostu Olmaz” di¤er parçalara göre sert, ama daha ötesi de yok: Albüm aç›ld›¤› gibi sakin devam ediyor ve sonlan›yor. Sözlerde hem Feridun Düza¤aç k›vrakl›¤›, hem Teoman cüretkârl›¤›, ama hepsinden öte Gripin duygusu var. Bir yanda “B›kt›m usand›m suyun üstüne yaz› yazmaktan / Her gidenin ard›ndan” gibi dizeler, di¤er yanda “Müsait bir yerde inelim” veya “Ne zaman çal›nsa kalbim / Derler ki, bir arkadafla bak›p da ç›kacakt›m” gibi klifleler... ‹kincileri görmezden gelirsek, “MS 05.03.2010”, son zamanlarda ç›kan en iyi rock albümlerinden biri diyebiliriz. Gripin’in ataca¤› yeni ad›mlar› merakla bekliyoruz. Üzerinde yürüdükleri arabesk-rock hatt› bir hayli kalabal›k, ama Gripin bu kalabal›k içinde birkaç ad›m önde. – Murat Meriç
Kara Tren: Alex Chilton (1950 - 2010)
JOHNNY CASH’IN kendi gibi mahir k›z› Rosanne Cash, müstakbel albümünde yan›na Billy Bragg ve Joe Henry gibi iki a¤›r topu alacak.
ir bilet al›n bana uçak için, istemem yavafl gitti¤i için... ‹lk dönem Mo¤ollar, dönemin meflhur flark›s› “The Letter”› böyle okuyordu. Alex Chilton’›n grubu The Box Tops’›n flark›s›yd›. Fakat Chilton’› harbi efsane statüsüne koyan, ‘70’lerde k›y›da kalsa da, ‘80’lerde yeniden keflfedilen grubu Big Star’d›. Bir anlamda, ABD’den Britanya’ya giden rock’n’roll’un ‹ngiliz aksan›n› alm›fl, iri gitarlarla soul’a bulam›fl, popun gramerini de¤ifltirmiflti. Henüz 59 yafl›ndayd›.
B tren
BECK INXS’in 1987 tarihli albümü “Kick”e el at›yor bu sefer de. Avustralyal› grubun en büyük süksesini bafltan sona çalarken yan›nda Liars, St Vinvent ve Os Mutantes’ten Sergio Dias da olacak. JACK WHITE’IN efli Karen Elson, ilk albümü “The Ghost Who Walks”u may›sta ç›kar›yor. LAURIE ANDERSON on y›l aradan sonra dönüyor. Haziranda gün yüzü görecek yeni albümünün konuklar› aras›nda Four Tet, Antony Hegarty, John Zorn ve elbette Lou Reed var. ROCK FOTOGRAF‹S‹N‹N duayenlerinden Jim Marshall’› 74 yafl›nda yitirdik. Beatles’tan Stones’a, pek çok ismin ikonesk portreleri onun elinden ç›kmayd›. fiu flahane Johnny Cash mesela.
Bir ada hikâyesi Gorillaz / Plastic Beach (EMI / Kent)
rit-pop’un mimarlar›ndan Damon Albarn, biliyorsunuz, hayli zamand›r dünya müzisyeni. Nijerya’dan Çin’e, birçok kültürün müzi¤ini kolonilefltirmiyor da, onlar›n içinde eriyor. Karikatürist Jamie Hewlett’la ortak projesi Gorillaz’da da, hiphop ve rock merkezde, çeflitli tarzlar›, konuklar› a¤›rl›yor. Üçüncü albümde bir ekoloji distopyas› var, Lou Reed’den Mark E. Smith’e, Mos Def’den Snoop Dogg’a, Bobby Womack’tan Mick Jones ve Paul Simonon’a, bir alay da kalburüstü isim. Önceki albümler gibi büyük hitler vaat etmiyor, ama on numara albüm... – M.E.
B
47
Etkileflimsel kapt›rmacalar Asl›nda dört kifli: Saksofonda Robert Reigle, gitarda fievket Ak›nc›, davulda fienol Küçüky›ld›r›m, basta Demirhan Baylan... Al›flt›¤›m›z flark›lara, hatta müzi¤e son derece uzak bir tak›m “frekans”lar bar›nd›ran elektro-akustik albüm “Century”nin kadrosu. ‹çlerinde onca albüm, onca flark›, onca efllikle bildi¤imiz flark›yazarl›¤›na en yak›n isim olan Demirhan Baylan’a Türkiye’nin kula¤›na yeni çal›nan bu müzi¤in s›rlar›n› sorduk... Seni önce bas gitarist, sonra flark› yazar› olarak tan›d›k. fiimdi bir yandan O¤uz Büyükberber’le, di¤er yandan fievket Ak›nc› ve arkadafllar›yla serbest do¤açlama yap›yorsun, nas›l bir yoldan yürüdün de buraya geldin? Demirhan Baylan: Asl›nda flark›lar›m› yazarken de free-jazz’a yak›n duruyordum. ‹lk iki albümüm de do¤açlama üzerine kurulmufltu (“Kaz›k Marka”, 1992; “Hayallerimin Tepeleri”, 1993). O y›llardan beri O¤uz’la ciddi bir birlikteli¤imiz var. fievket (Ak›nc›) ise enteresan bir karakter. Müzik kariyerine flark› yazar› olarak bafllam›fl. Ada Müzik’in bir derlemesi vard›r “Sular Yükseliyor” (1996) diye, orada fievket’in flark›s› var, benim flark›mda da O¤uz çal›yor. O zaman tan›fl›yor muydunuz fievket Ak›nc›’yla? Hay›r, tesadüfen bulufltuk o albümde. Seneler sonra, 2000’lerin bafl›nda tan›flt›k. fienol Küçüky›ld›r›m’la Amerika’da tan›flm›flt›m. Robert’la (Reigle) da akademik çevreden tan›flt›k, ikimiz de Bilgi Üniversitesi’ndeyiz. Bu ekibi de fievket bir araya getirdi, onun projesi. Konserlere birlikte ç›k›p do¤açlama yapmak fikri nas›l ç›kt›? Müzik dinleyicilerinin kimi kavramlar üzerinden gelifltirdi¤i bir alg› var. Yeni ö¤renilmifl baz› kavramlar›n karfl›l›¤›n› müzikte aramaya bafllad› insanlar. Mesela “etkileflim” diye bir kavram var, insanlar art›k sahnede bunun olabilece¤ini görüyorlar, bunu anlamland›rabiliyorlar. Standart flark›lar, kompozisyonlar, yani geleneksel formlarda üretilmifl eserlerde bu kelimeyi tan›mlayabilecek bir fley bulamad›lar. fiark›c›n›n dinleyiciyle diyalog kurmas› bir etkileflimdi, ama flu anda ondan daha fazlas›n› talep ediyor dinleyici. Bu ara yedisekiz farkl› do¤açlama grubuyla çal›yorum ve çald›¤›m konserlerde insanlar›n flark› dinlemeye gelmedi¤ini görüyorum. Neden geliyorlar peki? Sadece olaya flahit olmak için mi oradalar? Evet, flahit olmaya geliyorlar. Bunu on sene önce de yap›yorduk, ama o kavram yoktu hayat›m›zda. Daha geçen gün birisi söyledi: “Abi, tamamen serbest olunca aram›zda çok daha fazla etkileflim oluyor.” (gülüyor) Sahnede müzisyeni bir bütünün içinde takip etmek dinleyiciye çok ilginç geliyor. Bunlar ö¤renilmifl fleyler elbette. Bunun jam session’dan fark› ne peki? Asl›nda hiçbir fark› yok. Jam-session biraz daha geleneklere ba¤l›d›r sadece.
48
Karar verilmifl session’lar vard›r, ne çalaca¤›n›z› konuflursunuz, onlar üzerine do¤açlama yapars›n›z. Caz›n kökünde bu vard›r. “Fake Book”lar vard› eskiden mesela, rehber mahiyetinde. Müflteri kulüpte senden meflhur olmufl bir flark›y› ister, sen o flark›y› bilmiyorsundur, ama çalmak zorundas›nd›r. Mesela John Coltrane sahnede çalarken biri gelip o s›rada çok meflhur olan “The Sound of Music” filminden “My Favourite Things”i ister, Coltrane de bunu çalar gibi yapar. Çalmaz, ama dinleyiciye çald›¤›n› hissettirir. Sahnede 15 dakika çal›yor, 20 saniyelik ana melodiyi
Çerkez dü¤ünlerinde rastlar›z, ortada bir ritm vard›r, ama müzisyenlerin hepsi emprovizasyon yapar. ‹nsanlar da ç›lg›n gibi dans eder! Oradaki müzisyen en serbest do¤açlamac›dan daha serbesttir asl›nda. Biz de bu kökleri ar›yoruz.
al›yor, üzerini iflliyor. Bu, caz›n ilk döneminde seyirciyle etkileflime geçebilmek için uydurulan bir fley. Bizim yapt›¤›m›z, bunun bir ad›m ilerisi. Türkiye’de flu an yaflanan fleyin temelinde daha ziyade internet yat›yor, alg› bunun üzerinden kuruluyor. Çald›¤›m›z do¤açlama konserler MySpace’e de¤il de, twitter’a benziyor. Herkes ân›nda kat›l›yor. Ancak konser s›ras›nda ipin ucunu kaç›rd›¤›n› hissetti¤in anda o numaralara baflvuruyorsun. Ben senelerce “üstadlar bunlar› çald›, ben de çalarsam olay› kapar›m” diye diye baz› bas line’lar›na çal›flt›m. fiimdi farkediyorum ki, öyle bir fley çald›¤›m zaman kimse dinlemiyor! Ne zaman kendimi b›rak›yorum, kimseyi iplemeden ve hatta saçmasapan çal›yorum, bir anda ilgi üzerime toplan›yor. Bu bir fleylerin özlemi san›r›m, onlara dayat›lan temiz fleyi reddetme hali. Sinemay› de¤il de, tiyatroyu sevmek gibi bir fley bu. Sinemada her fley hesaplan›r ve sonra bozulamaz, ama tiyatroda bir oyun di¤erine benzemez. Sinema stüdyo müzi¤idir, tiyatro sahne performans›d›r. Stüdyoda en olmad›k insan bile flark› söyleyebilir hale getirilebiliyor art›k. ‹nsanlar bu teknikleri biliyorlar ve art›k yutmuyorlar. Peki bu yeni e¤ilim flark› formunu nas›l etkiliyor? fiark› formu insanlara belki de bu üçk⤛tlar› hat›rlat›yor. ‹nsanlar art›k hata duymak istiyorlar sahnede. fiark› söylerken de hata yap›labilir, ama insanlar›n duymak istedi¤i, beceriksizlikten kaynaklanan, beklenen hatalar de¤il. Daha anlaml› hatalar duymak istiyorlar. Benim bir albümümün ad›d›r bu (“Anlaml› Hatalar”, 2003), bir dönem kafay› buna fena takm›flt›m. (gülüyor) Do¤açlamada ortaya ç›kan fley bu iflte. Herhangi bir form gözetmiyorsun ve Allah ne verdiyse girifliyorsun. Bir fley vermezse ne oluyor peki? Kendinle ve müzisyenli¤inle yüzleflmek zorunda kal›yorsun. O kötü bir konser olmufl oluyor. Nas›l çal›yorsunuz konserlerde? “Ne yapal›m” diye konufluyor musunuz aran›zda? fievket birkaç kere bunu yapmaya kalkt›, ben engelledim. Bir plan program dâhilinde çalmak istemiyorum ben. Ç›kal›m, tak›lal›m. Çünkü bir fleylere karar verdi¤inde müzisyen dinlemez, çalar. Müzisyenlerin dinleme al›flkanl›¤› ve dinledi¤i fleye reaksiyon verme edebi yoktur. Bizim form, bu al›flkanl›¤› de¤ifltiriyor. Dinliyorsun ve dinledi¤in fleye reaksiyon veriyorsun. O zaman sahnede olman da bir anlam kazan›yor. Tekni¤in ne kadar iyi olursa olsun, kimseyi dinlemezsen olaya kat›lamazs›n. Ama sizin konserlerde hem Foto¤raf: fiahan Nuho¤lu
“fiARKI”DAN “GÜRÜLTÜ”YE: DEM‹RHAN BAYLAN “CENTURY”Y‹ ANLATIYOR
apaç›k ortaya ç›k›yor. Ruhsal dalgalan›mlar›n nas›l, nas›l bir karakterin var, o anda ne hissediyorsun, bunlar›n hepsini kitap gibi okuyabiliyorsun. fiark› çalarken böyle de¤il. fiark›lar idealize edilmifl, üzerinde düflünülmüfl, ince çal›fl›lm›fl fleyler. fiark›n›n kendisinde bir ruh hali var, flark›c› sahnede ona bürünüyor. Dinleyici de flark›y› takip ediyor asl›nda, di¤erleriyle ilgilenmiyor. Serbest do¤açlamada ise ç›r›lç›plak ortada kal›yorsun. Bu, müzisyenlerin pek tercih etmedi¤i bir fley. Di¤eri çok kolay, sana biçilmifl bir rol var, onu oynuyorsun. Ama kendini oynamaya kalk›nca olmuyor. Bu “ân”lar› kay›t alt›na almak do¤ru mu peki? “Century” bir daha asla çal›namayacak flark›lardan olufluyor, toplay›p kaydetmek ve isim vermek ne kadar anlaml›? Kay›t kavram› tart›flmal› bir konu esasen. Ama bu albümü yapmak, yaflad›¤›m›z süreci belgelemek aç›s›ndan gerekliydi. Albüm bir kimlik kart› ifllevi görüyor. ‹nsanlara ne yapt›¤›m›z› anlatman›n k›sa yolu. Eski cazc› büyüklerimiz var, neredeyse hiçbirinin albümü yok. Bir taraftan baflka bir gözlükle de bak›yorum olaya: Sen o albümü yapmasan da çalm›fls›n, zaten görevini yapm›fls›n. Parçalar›n isimlerini nas›l belirlediniz? Ben buna da karfl›yd›m elbette. (gülüyor) fievket’in giriflimi bu. En sevdi¤i filmlerin isimlerini koymak istedi, kabul ettik. Zaten flark›ya isim koymak bile tart›flmal› bir kavram ama, buna girmeyelim. (gülüyor) O¤uz’la yak›nda ç›karaca¤›m›z bir albüm var, orada flark›lar›n isimleri süreleri. Ama o bile saçma bak, kabul edilmifl bir zaman var ve bu senin kabul etti¤in zaman de¤il! (gülüyor) Ben kiflisel olarak bakt›¤›mda bunlarda söyleyemedi¤im fleyleri söylüyorum asl›nda. Bunlar benim sözlerle ifade edemeyece¤im fleyler, edebildiklerimi flark› haline dönüfltürüyorum zaten. Anlatamad›¤›m zaman gürültü yapar›m diyorsun yani... Bak bu da çok tatl› bir kavram. Gürültü dedi¤imiz hadisede bütün frekanslar eflit bir flekilde duyulur. Bu da, müzik dedi¤in fleyin tam aksi. Gürültünün içinde ifline gelen her fleyi duyabilmen gerek. Beni duymak istersen beni duyars›n, baflkas›n› dinlemek istersen ona kulak verirsin. Bu anlamda do¤açlamalar da gürültü olma yolunda ilerliyor. Kendini normal flark›dan uzaklaflm›fl hissediyor musun, yeni yolun bu do¤açlama ifller mi olacak? Ben de bunu kara kara düflünüyorum. fiark› yazmak, albüm yapmak çok zevkli, ama karfl›l›¤›n› alam›yorum. Sahnede do¤açlama yaparken daha mutluyum. Dolay›s›yla bunu yapmay› tercih edece¤im san›r›m. Asl›nda do¤açlama da dememek gerek belki, ben kapt›rmaca diyorum, böyle güzel bir kelime de var. Daha rock’n’roll en az›ndan. Çok da güzel anlat›yor olay›. Parçan›n bafl›n› çald›n, sonras›nda kapt›r. Hücum kay›t da böyle bir anlat›m. Daha güzel tarif edilebilir mi? Böyle daha çok kelimeye ihtiyac›m›z var bizim...
Söylefli: Murat Meriç
dinleyip hem çalmak zor de¤il mi? Ortada bir form yok, dört ayr› insan dört ayr› fley ç›kar›yor... Bu çok de¤iflken. O s›rada gitar› ya da davulu dinliyorum dersem yalan olur. Bir fley dinliyorum, ama ne dinledi¤imi anlatamam. ‹llâ ki bir yerlerden tüyolar al›yorumdur. Hep ayn› enstrüman›n bizi yönlendirmesi de yapt›¤›m›z ifle ayk›r›. fievket her zaman grupta hiyerarflinin olmad›¤›n› söyler. Ben buna çok kat›lm›yorum. Hiyerarfli elbette var, ama de¤ifliyor. Sahnede her an yönetim baflkas›na devrediliyor ve bunu çok rahatl›kla yap›yorsun. Bir grupta lider genelde en iyi zaman› olan insand›r, herkesi o yönlendirir. Bu her zaman davulcu gibi görünür, ama yeri gelir, flark›c› da bu görevi üstlenebilir. James Brown’da öyledir mesela. Biz sahnede bir yandan zaman› kurguluyoruz. Kim ne zaman girecek, ne zaman ç›kacak, hepsine ân›nda karar veriyoruz. Liderlik de elden ele geçiyor. O anda baflka birisinin zaman› daha iyi kullanaca¤›n› hissediyorsan, hemen devrediyorsun. Neticede iflin s›rr› dinlemek. Coltrane, “bir fleyi o kadar çok çal›fl›rs›n ki, o senin parçan haline gelir; o noktada onu unutman gerekir” mealinde bir laf etmifltir. Onu unuttu¤un anda sahiden çalmaya bafllars›n. Bizim sahnede yapt›¤›m›z da bir unutma asl›nda. Bildi¤imiz her fleyi unutuyoruz ve her an her fleye yeni bafltan bafll›yoruz. Dinleyici sizinle nas›l “etkilefliyor” peki? ‹lgimi çeken de bu zaten. Etkileflimi herkes kendisiyle müzisyen aras›nda kuruyor. Sadece bizde de¤il, Peyote’de çalan pek çok grupta var bu hadise. Dinleyici de onu bilerek gidiyor art›k. Buradan baflka bir tav›r ç›kaca¤›na inan›yorum. ‹stanbul menfleli bir dalga... Zaten ortam kaotik olmasa nereden nas›l ç›kabilir ki bu? Belki yeni bir armoni dokusu, yeni bir anlay›fl yarat›lacak, yeni bir söylem geliflecek... Konserde ortaya ne ç›kaca¤›n› sen de bilmiyorsun asl›nda. Bu bir yandan dinleyiciyi yok sayan, iplemeyen bir fley gibi görünüyor ama, aksine, onlar› da iflin içine katan bir durum. Ama birkaç kilit noktada onlarla buluflamazsan onlar› sahiden yok saym›fl olursun. Bu da konserin kötü geçmesi anlam›na gelir. Yeni bir fley de¤il asl›nda bu. Müzik tarihinin belki de en eski kavram›. Çerkez dü¤ünlerinde rastlar›z, ortada bir ritm vard›r, ama müzisyenlerin hepsi emprovizasyon yapar. ‹nsanlar da ç›lg›n gibi dans eder! Oradaki müzisyen en serbest do¤açlamac›dan daha serbesttir asl›nda. fiark› de¤il, çalg› çalar. Anadolu’daki ozan gelene¤i de budur zaten. Adam gelir, orada gördü¤ü bir fley üzerine hikâye anlatmaya bafllar. Biz asl›nda bu iflin köklerine iniyoruz, orijinali bulmaya çal›fl›yoruz. fievket Ak›nc› da Roll 138’deki Islak Köpek söyleflisinde bunu vurgulam›flt›: “Elli bin y›l öncesinin müzi¤ini yap›yoruz...” Neticede döndü¤ümüz nokta o. ‹flin daha da hofl taraf›, sahnede kendini gizleyemiyorsun. Nerelerden beslendi¤in
‹stanbul’un orta yeri sinema
expressroll@gmail.com
Annesi Erzurum, babas› Kütahya kökenli Frans›z foto¤rafç› Antoine Agoudjian, Ermenilerin geçmiflte ve bugün yaflad›¤› on ayr› ülkede (Lübnan’dan ‹srail’e, Irak’tan Türkiye’ye, Gürcistan’a) yapt›¤› çekimler, gündelik hayattan, ritüellerden sahneler www.agoudjian.com adresinde. Geçmifl, kay›p bir memleket olmas›n diye, 24 Nisan hat›r›na muhteflem siyah beyaz çal›flmalar, ân›nda görüntü...
“Ça¤›m›zda geçmifl yüzy›llar›n bilmedi¤i, k›sa ömürlü bir yarat›k yafl›yor. Sinemadan ç›km›fl insan. Gördü¤ü film ona bir fleyler yapm›fl. Salt ç›kar›n› düflünen kifli de¤il. ‹nsanlarla bar›fl›k. Onun büyük ifller yapaca¤› umulur...” Sinema deyince Yusuf At›lgan’› anmadan olmaz. Josef Losey’den s›n›f ve iktidar filmleri, ‹stanbul’a içeriden ve d›flar›dan bakan yap›mlar (Maurice Pialat’n›n Nâz›m Hikmet uyarlamas›nda 1964 ‹stanbul’undan arflivlik görüntüler var), ba¤›ms›z güzeller, Ortado¤u’nun sesi, vicdan› uzun metrajlar, belgeseller, galalar, atölye çal›flmalar›, sinema dersleri, söylefliler, dünya festivallerinden ödüllü seçmeler, partiler 3 - 18 Nisan aras›nda... 29. Uluslararas› ‹stanbul Film Festivali’nin 200’ün üzerinde film bar›nd›ran program›na göz atmayan piflman olur...
Chopin 200 yafl›nda
“34 ‹stanbul 2010”
Klasik romantiklerin en evrensel temsilcilerinden Frédéric Chopin’in ruhu ‹stanbul’a ça¤›r›l›yor. Do¤umunun 200. y›l›nda, Polonyal› bestecinin sevilen eserlerinden seçilen zengin repertuarla dört hafta bolunca baladlar, noktürnler, sonatlar, etütler, prelüdler, valsler, piyano konçertolar› icra edilecek, kulaklar›n pas› silinecek. Ça¤›n yetkin fleflerinden Marek Drewnowski’nin (Kristof Zanussi’nin “Chopin’in Resitali” filminde bizzat besteciyi canland›rm›flt›), Muhidddin Dürrüo¤lu, Gülsin Onay’›n aralar›nda bulundu¤u Macar ve Polonyal› yorumcular›n da dahil oldu¤u dokuz maestronun konseri 11 Nisan - 9 May›s aras›nda Kad›köy Süreyya Opera Sahnesi, Notre Dame De Sion Lisesi, Ifl›k Lisesi Muvaffak Benderli Salonu, ‹TÜ Maçka ve Akatlar Kültür Merkezi salonlar›nda bahar coflkusunu perçinleyecek...
Ahmet Umur Deniz, Arif Aflç›, Buket Güreli, Cansen Ercan, Cemil Cahit Yavuz, Günal Salt, Hakan Gürsoytrak, ‹rfan Önürmen, Memet Güreli, Serdar fiencan, Seyhan Atamer, Temür Köran: ‹stanbul’da yaflamay› seçmifl, aynı kuflaktan, farkl› disiplinlerden sanatç›lar, yaflad›klar› kentle etkileflimlerinin ürünlerini bir araya getiriyor. Hepsi de, Türkiye’deki küreselleflme politikalar›ndan, liberal bir ekonomik anlay›flla radikal dönüflümlerin alan› haline gelmifl ‹stanbul’un kansersi bir yay›lma sonucu mutant bir ucubeye dönüfltü¤ü gerçe¤inden, ‹stanbul’u pazarlama a¤›zlar›ndan mustarip. Ve, birikmifl ve çözülemez hale gelmifl yap›sal ve sosyal sorunlar›yla ‹stanbul’a bak›yorlar. “34 ‹ST 2010” sergisi Galatasaray Aznavur Pasaj›’nda yerleflik Adasanat’ta, 9 - 26 Nisan tarihlerinde...
k›lavuz
Buket Güreli
g ö s t e r i s i › fl › k v e
Gelenekselleflen, müzik sahnesine yeni yüzler kazand›ran Roxy Müzik Günleri’nde geri say›m bafllad›. Sahne fobisini aflm›fl olanlar›n 29 Nisan’a kadar Roxy ofisine en az iki, en çok dört besteyi ulaflt›rmalar› gerekiyor.
Arthur H
s e s
Karga’dan büyük hizmet: Anaak›m d›fl›nda, ak›nt›n›n tersine ›srar eden memleket müzisyenlerinin son dönem ifllerinden yap›lan derleme için: www.karga bar.org/albumler/kompilekarga...
Losey’in “Eva”s›nda Jeanne Moreau
“Aç›k fiehir”
Salon’da bu ay
“Endüstri Devrimi Bitti...”
9 May›s’a dek Tophane’deki Tütündeposu’nun evsahipli¤ini yapaca¤› “Aç›k fiehir: Biraradal›¤› Tasarlamak” ad› alt›nda toplanan üç sergi, forum, sunum, tart›flma ve elefltirel projelerle, kentten ve kendimizden ayr› düflmemenin ipuçlar›n› arayaca¤›z. Gemi az›ya alan neoliberal kent iflletmecili¤ini, güvenlik sorunlar›n›, ayr›flarak yaflamay›, sosyo-kültürel ve ekonomik kentsel koflullar›, “s›¤›nma” sorununu tart›flan platform ‹stanbul, Beyrut, Amman, Kahire üzerinden geçiyor; Bas Princen’in foto¤raflar›yla izole do¤alar› ve çevrelerine yabanc›laflm›fl halleriyle mekânsal enflasyon ve s›¤›nma icraatlar› aç›s›ndan birer laboratuara dönüflmüfl bu kentlerdeki derinleflen s›n›fsal uçurumlar› teflhir ediyor...
‘70’lerde Carla Bley’le giriflti¤i Liberation Music Orchestra’yla ‹spanya ‹ç Savafl› folkunu deneysel cazla buluflturup politik diliyle modern müzi¤e çentik atan, caz âleminin en muteber flahsiyetlerinden Charlie Haden 6 7 Nisan’da kontrbas›yla Salon’a geliyor. Ayr›ca, 10 Nisan’da da Frans›z rock sahnesinin yorumu güçlü, sesi tesirli müstesna karakteri Arthur H ayn› sahneye ç›kacak. Salon’da etkinlikler sadece müzikle s›n›rl› de¤il. 15 Nisan’da film festivali kapsam›nda ücretsiz bir sinema dersi var: Senarist ve ba¤›ms›z yönetmen Todd Solondz ö¤le sular›nda, Lars von Trier’in kurgucusu Anders Refn ise ikindi vakti zanaatlerinin inceliklerini aktaracak. Her ay tekrarlanan edebiyat günleri kapsam›nda, 19 Nisan’da Füruzan’›n “Ah Güzel ‹stanbul”unun çözümlemesi yap›lacak.
“Alg›n›n koflullar›n› yeni bir ba¤lama yerlefltirerek düflünce süreçlerimizi tazeleyici bir sars›nt›ya u¤ratmay› hedefleyen”, 9 May›s’a dek sürecek bir sergi geliyor Tophane’ye. Galeri NON’un iftaharla sundu¤u “Endüstri Devrimi Bitti. Biz Kazand›k”, Esat C. Baflak’›n son numaras›. Heykel, kolaj, enstalasyon ve gdolardan (geneti¤i de¤ifltirilmifl oyuncaklar) oluflan seçkide izleyene hemen tan›d›k gelecek, günlük hayattan seçilen nesneler, ikonlar, imgeler ve metinler kullan›lm›fl. E¤lendirirken düflündüren, geçici rahats›zl›k vermeyi ihmal etmeyen, yarat›c› ba¤›ms›zl›¤› ve özgürlü¤ü kutsayan, kucaklayan bulufllu çal›flmalar çok s›k karfl›m›za ç›km›yor...
‹talikler TRT Makas› Sunucu: Bedreddin yi¤itlerinden Börklüce Mustafa, Ayd›n illerinde adamlar›yla kullu¤a bafl kald›r›r. Ard›ndan Karaburun’a çekilir. Bedreddin, ‹znik sürgününden kaçar, Karaburun’a yola düfler. Ne var ki fiehzade Murad, Karaburun’a, Börklüce Mustafa’n›n üstüne gelmektedir. Nâz›m Hikmet anlat›yor: “Mübala¤a cenk olundu Ayd›n›n Türk köylüleri Sak›zl› Rum gemiciler Yahudi esnaflar›, on bin mülhid yoldafl› Börklüce Mustafa’n›n düflman orman›na on bin balta gibi dald›. Bayraklar› al, yeflil kalkanlar› kakma, tolgas› tunç saflar pare pare edildi ama, boflanan ya¤mur içinde gün inerken akflama on binler iki bin kald›. Hep bir a¤›zdan türkü söyleyip hep beraber sulardan çekmek a¤›, demiri oya gibi iflleyip hep beraber, hep beraber sürebilmek topra¤›; ball› incirleri hep beraber yiyebilmek yârin yana¤›ndan gayr› her fleyde her yerde hep beraber diyebilmek için on binler verdi sekiz binini. Yenildiler...” Geri kalanlar götürülür. Börklüce Mustafa’yla birlikte Ayaslu¤ çarfl›s›nda boyunlar› vurulur. Ayaslu¤, bugünkü Selçuk’tur. Osmanl›’da ilk kez kendine aç›ktan “Sultan” dedirten padiflah, II. Mehmed olur. Ünlü kanunnamesiyle yozlaflm›fl Selçuklu-Bizans aristokrasisini yeniden iktidara tafl›r. Anadolu’da art›k tutunamayan “Anadolu kültürü” s›n›rlar›n d›fl›ndan son bir savunu dener. Anadolu Türkmenleri, fiah ‹smail’in Osmanl› s›n›rlar› d›fl›nda kurdu¤u Safevi devletini destekler. fiah ‹smail’in Osmanl›’ya karfl› giriflti¤i savafl, Anadolu’nun da son baflkald›r›s›d›r. Sultan Selim, Çald›ran’a giderken, bütün Türkmenleri çoluk çocuk demeden öldürtür. 13. yüzy›l Anadolu’sunun önü böyle kesilir.
Yavuz Sultan Selim
fiah ‹smail
Çald›ran Savafl›’n› betimleyen bir minyatür
13. yüzy›l Anadolu’sunu, Selçuk ve Bizans düzenine direnifli konu alan “Anadolu’da Yeniden Do¤ufl: Kurulufltan Kurtulufla” (Ömer Tuncer, 2007) makaslanm›fl olarak TRT’nin belgesel kanal›nda yay›nlan›yor. Tam da baflbakan›n sanatç›larla buluflup Y›lmaz Güney’in filmlerinden dem vurdu¤u günlerde.