191254
SAYI: 2009/10
DAH‹L) 15 Ekim – 15 Kas›m 2009 6 TL (KDV
99 L A S Y O N A E N T E R N
fi A L A L A
MACAHEL VAD‹S‹ FERYAD ED‹YOR Can›m›za okuyorlar BÖLGEDE VE KAND‹L’DE HAVA DURUMU Mücadele olmazsa çözüm olmaz EV ‹fiLER‹NDE YEN‹ EMEK ÇA⁄I Müdür, iflçisi, ürünü ve misafir
IMF - DÜNYA BANKASI Ekonomik faflizmin beyaz gömleklileri
MERAM 99: IMF-DÜNYA BANKASI Z‹RVES‹
Rüzgâr›n yönü aberi (Radikal, 7 Ekim) birlikte okuyal›m. Önce “iyi” haber: “IMF Baflkan› Strauss-Kahn küresel ekonomide viraj›n al›nd›¤›n› belirtti...” Kötü haber cümlenin ikinci yar›s›nda: “ve uyard›: ‘2010’da pek çok ülkede iflsizlik artacak. Düflük gelirli ülkelerde toplumsal huzursuzluklar hatta savafl bile görülebilir’...” Anlafl›lan, viraj› alamayanlar var. Yolda silkelenmifller, uçuruma yuvarlanm›fllar. Say›lar› hiç az de¤il: ‹flsizli¤in artaca¤› “pek çok ülke”. Daha dipte olanlar da var, oralarda “savafl bile görülebilir.” “Uçurum” mecaz› IMF Baflkan›’na ait: Söz konusu haberde flu sözleri yer al›yor: “Uçurumun kenar›ndan döndük. Hepimiz biliyoruz ki, zaferi ilan etmek için henüz çok erken. Yine de en az›ndan düzelme yoluna girmifl oldu¤umuzu biliyoruz.” Kastetti¤i “pek çok ülke” de¤il elbette. Onlar›n düfltü¤ü uçurumu IMF Baflkan›’n›n a¤z›ndan ö¤reniyoruz ayn› haberde: “Dünya Bankas› rakamlar›na göre, önümüzdeki y›l 90 milyon insan›n afl›r› yoksullukla karfl› karfl›ya kalaca¤›n› ifade eden Strauss-Kahn...” Dünya Bankas› Baflkan›, daha ayr›nt›l› bir tablo çiziyor: “Robert Zoellick, bu y›l 59 milyondan fazla insan›n iflini kaybedece¤ini, Afrika’n›n Sahra alt›ndaki azgeliflmifl bölgelerinde 30 bin ile 50 bin bebe¤in ölebilece¤ini kaydetti. Küresel ekonomik kriz nedeniyle, insanlar›n iflsiz kald›¤›n›, hayatlar›n mahvoldu¤unu, k›z çocuklar›n›n okula gidemedi¤ini, ev kad›nlar›n›n hangi yemek ö¤ününü kessek diye düflünür hale geldi¤ini, çocuklar›n kötü beslendi¤ini ifade eden Zoellick, bütün bu rakamlar›n alt›nda insanlar›n yaflad›¤› gerçek hikâyeler oldu¤unu ifade ederek örnekler verdi. Zoellick flöyle devam etti: ‘A¤›r borç yüküyle ezilmifl ülkelere daha sorumlu davranarak bir el uzatabiliriz. 900 milyon insan hâlâ temiz sudan yararlanam›yor. Bir milyar insan yoksulluk çemberini bir türlü k›ram›yor.” Peki niye böyle? Onlarca y›ld›r dayat›lan, birçok durumda cebren uygulanan IMF-Dünya Bankas› reçeteleriyle geline geline 19. yüzy›l manzaralar›na gelinmesinin sebebi ne? Dünya Bankas› Baflkan›’na göre, bu zaman yolculu¤u mukadderat adeta. “‹nsanl›¤›n ilerlemesi denen fley, art›k geri dönüflü olmayacak bir flekilde geriye do¤ru gitmeye bafllad›.” Tarihin sonunda bile de¤ilmifliz me¤er. Küresel kapitalizm sayesinde barbarl›¤a geri dönülüyor. Bunun alametleri çoktand›r belirmiflti, ama Dünya Bankas› Baflkan›’ndan a¤z›ndan tescil edilmesi dikkate flayan. Öyle ya da böyle, yeni bir dünya düzeni kurulmas› gerekiyor. Nas›l›n›, niçinin Dünya Bankas› Baflkan› flöyle özetliyor: “Eski düzen bitti, flimdi vakit kaybetmeden, normal büyüme ve sorumlu küreselleflmeyi sa¤layacak kurumlar› yürürlü¤e sokabiliriz.” Demek, flimdiye kadar büyüme anormal, küreselleflme sorumsuzmufl. Hiç öyle denmiyordu halbuki. Peki, sebep neymifl? “Bunun tohumlar› çok eskiye dayan›yor”mufl: “Dünyada, son 20 y›lda büyük bir dönüflümün yafland›¤›n›, Sovyetler Birli¤i’nin, Orta ve Do¤u Avrupa’da planl› ekonomilerin da¤›ld›¤›n›, Çin’de ve Hindistan’da ekonomik reformlar›n gerçeklefltirildi¤ini, Do¤u Asya’da ihracata dayal› büyüme stratejisinin dünya ekonomisinde büyük dönüflümü sa¤lad›¤›n› kaydeden Zoellick, bu dönüflümün büyük ekonomik f›rsatlar› beraberinde getirdi¤ini ifade etti. Zoellick, flunlar› kaydetti: “Ama 20’nci yüzy›l›n son 10 y›l›nda uluslararas› ekonomik sistem zorlanmaya bafllad›. Bugünün sorunlar› o dönemde getirilen veya getirilmeyen tedbirler nedeniyle ortaya ç›kt›. 90’l› y›llar›n sonunda ortaya ç›kan mali krize kal›c› çözümler getirilemedi. Ama büyüme iyi oldu¤u için bunlar görmezden gelindi.” Ve gelindi bugüne. Anormal büyümenin, sorumsuz küreselleflmenin, “getirilen veya getirilmeyen tedbirler”in ma¤durlar›n› yak›n vadede nas›l bir gelecek bekliyor?
H
kapak: justseeds kolektifinin “Politik Posterler” sergisi afiflinden bozma
• Macahel’de HES tehdidi . . . . . . . . . 4 • IMF - Dünya Bankas› . . . . . . . . . . . .8 • Uluslararas› Özgürlük Mücadelesi ve Hukuk Sempozyumu . . . . . . . . .12 • Mezopotamya Sosyal Forumu . . . . 14 • Bölge ve Kandil’de hava durumu . . 18 • Ev ifllerinde yeni emek ça¤› . . . . . 20 • Mülteci haklar› . . . . . . . . . . . . . . . 23 • Radyo Express . . . . . . . . . . . . . . .24 • K›raat & Duman› Üstünde . . . . . . . 32 • Nancy Fraser . . . . . . . . . . . . . . . . 36 • Mavi Daktilo . . . . . . . . . . . . . . . . . 40 • Radyo Brecht . . . . . . . . . . . . . . . 42 • A¤›r Çekim . . . . . . . . . . . . . . . . . 44 • “‹ki Dil, Bir Bavul” . . . . . . . . . . . . . 46 • Olcay Canbulat’›n ard›ndan . . . . . . 50 • Müzik Dolab› . . . . . . . . . . . . . . . . 52 • John Berger . . . . . . . . . . . . . . . . . 54 Ahmet Gürata, Asena Günal, Arslan Ero¤lu, Aykut K›l›ç, Ayfle Çavdar, Balkan Talu, Bar›fl Çakan, Cemil Cahit, Çi¤dem Öztürk, Damla Özlüer, Deniz Akkol, Didem Dan›fl, Doruk Yurdesin, Eda Özdek, Ender Ergün, Erdir Zat, Fevzican Abac›o¤lu, F›rat Genç, Funda Tosun, Göksun Yaz›c›, Hakan Lokano¤lu, Haziran Düzkan, ‹rfan Aktan, Koray Löker, Merve Erol, Mine Y›ld›r›m, Murat Meriç, Nalan Y›rtmaç, Özay Selmo, Pelin Özer, Pınar Uygun, Ragıp Duran, Sanem Sirer, Saner fien, Sarkis Paçac›, Seda Zobaro¤lu, Selçuk Oktay, Siren ‹demen, fiahan Nuho¤lu, Turgut Yüksel, Ulus Atayurt, Yücel Göktürk, Baskı: Ezgi Matbaac›l›k, Sanayi Caddesi Altay Sok. No:10 Yenibosna / ‹stanbul Tel: 0.212.452 23 02 bas›m yeri ve tarihi ‹stanbul, Ekim 2009 da¤›t›m Do¤an Da¤›t›m A.fi. yönetim yeri: Süslü Saks› Sok. no: 5/3 Beyo¤lu - ‹stanbul tel-faks: 0.212.251 87 67 e-mail expressroll@gmail.com abonelik expressroll@gmail.com y›l 6 say› 99 Ekim 2009 imtiyaz hakk› Bilge Ceren fiekerciler sorumlu yaz›iflleri müdürü Merve Erol ilan irtibat Özay Selmo (0.533.514 90 49) YEREL SÜREL‹ YAYINDIR. AYDA B‹R YAYINLANIR. ISSN 1307 - 461X
IMF Baflkan›, aç›k konufluyor: “Toparlanma yavafl olacak, vakit alacak. Özel sektör hâlâ kendi ayaklar› üzerinde duram›yor, hâlâ çok fazla tüketim olmad›¤›n› görüyoruz. ‹yileflme sürecinde de görece¤iz ki istihdam, iflsizlik konusu daha yavafl toparlanacak. 2010 y›l› boyunca pek çok ülkede iflsizli¤in artmaya devam edece¤ini görüyoruz.” Anlafl›lan o ki: 1) Özel sektör kendi ayaklar› üzerinde duram›yor. Peki onu s›rt›nda kim tafl›yor? 2) Hâlâ çok fazla tüketim yok. Peki ne yap›lacak? Mutluluk zinciri tarifli “al›flverifl yap›n” kampanyalar› herhalde. 3) ‹flsizlik artmaya devam edecek. ‹yileflme sürecinde istihdam, iflsizlik daha yavafl toparlanacak. Yani, önce holdingler toparlanacak. Peki nas›l toparlanacak? Bafla dönüyoruz: Kamunun s›rt›na binerek. Haber flöyle devam ediyor: “IMF Baflkan›, yeni büyüme modeline ihtiyaç olaca¤›n›n da alt›n› çizerek, ‘Yani a盤› olan ülkelerde tasarruf, fazlas› olan ülkelerde daha fazla harcama olmas› gerekiyor. Geçifl, kesinlikle kolay olmayacak. Bizim gelecek için flekillendirmemiz gereken budur’ diye konufltu.” Yani Türkiye gibi “pek çok ülke” tasarruf edecek. Nereden? Elbette kamudan. Yani sa¤l›k hakk›ndan, beslenme hakk›ndan, e¤itim hakk›ndan, kültürden, e¤lenceden... 1948 tarihli ‹nsan Haklar› Evrensel Beyannamesi’nde ne kadar temel hak varsa... Ne diyordu Dünya Bankas› Baflkan›: “‹nsanl›¤›n ilerlemesi denen fley, art›k geri dönüflü olmayacak bir flekilde geriye do¤ru gitmeye bafllad›.” Küresel kapitalizm ça¤›nda, temel haklar aç›s›ndan dünyan›n 1948’in ilerisinde oldu¤unu söylemek zor. Onca y›l›n kazan›m›, Dünya Bankas› Baflkan›’n›n deyifliyle, “son 20 y›lda dünya ekonomisinde yaflanan büyük dönüflüm”le yerle bir edildi. Venezüella cumhurbaflkan› Perez’in daha 1988’de IMF’yi, “binalara hasar vermeyen ama insanlar› öldüren nötron bombas›”na benzetmesi bofluna de¤ildi. 1-7 Ekim’de ‹stanbul’da toplanan IMF-Dünya Bankas› Genel Kurulu’nun bafll›ca gündem maddesi, IMF’nin görev tan›m›n›n de¤iflmesiydi. Bu de¤iflimin gerekçesi flu: Bugüne kadar IMF reçeteleri cari ifllemler ve kur krizlerine göre yaz›l›yordu. Oysa küresel ekonomik kriz her ne kadar “finans krizi” olarak bafllasa da “reel sektör krizi”ne dönüfltü. Dolay›s›yla IMF’nin krizden ç›k›fl yolu gösterebilmesi için öncelikle kendi görev tan›m›n› ve reçetelerini de¤ifltirmesi gerekiyor. IMF yönetimi, mart ay›nda yap›lacak bahar toplant›s›nda bu statü de¤iflimine iliflkin tasla¤› genel kurula sunacak. IMF’nin görev tan›m›n›n de¤iflmesi, Dünya Bankas› Baflkan› Zoellick’in “eski düzen bitti, flimdi normal büyüme ve sorumlu küreselleflmeyi sa¤layacak kurumlar› yürürlü¤e sokabiliriz” diye özetledi¤i politika de¤ifliminin, yine Zoellick’in ifadesiyle, “kumarhane kapitalizminden uzun vadeli üretken sermaye sistemine geçifl”in temel tafllar›ndan biri. O bir geçifl olur, olmaz, o onlar›n meselesi. “Art›k ahlâkl› davranal›m, kapitalizm insanî olsun” diye kollar› s›vam›yorlar. “Yeni düzen”e elleri mecbur. Bizim meselemize gelince, Seattle’› hat›rlayal›m, öncesini ve sonras›n›. Küresel muhalefetin –bütün iniflli ç›k›fll› seyrine ra¤men– verdi¤i mücadele ve özellikle Güney Amerika’da hükümetler düzeyinde yans›mas› olmasayd›, DTÖ’süyle, IMF’siyle, Dünya Bankas›’yla, neoliberalizmin çark› “eski düzen” diye rafa kald›r›lacak hale gelir miydi? On y›l önceki kibirlerini hat›rlayal›m, bir de flimdiki söylemlerine bakal›m. Ve tahayyül edelim: Küresel düflünüp yerel eyleyen, tabandan örgütlenerek kitleselleflen küresel bir sol hareket, kapitalizme dünyay› dar etmez mi? Bob Dylan’›n dedi¤i gibi, rüzgâr›n nereden esti¤ini anlamak için hava durumcusu olmak gerekmiyor.
Foto¤raflar: Saner fien / NarPhotos
MACAHEL HALKI FERYAT ED‹YOR
Can›m›za okuyorlar ‹nsan›n dokunmaya dahi k›yamayaca¤› bir vadi. UNESCO’nun “biyosfer rezerv alan›” olarak tescilledi¤i bir cennet. Türkiye’de efli benzeri yok. Buras› Artvin’in Macahel vadisi. fiimdi bu cennet, dev baraj inflaatlar›, HES tünelleri, çak›l ocaklar›, yol geniflletmelerle delik deflik ediliyor, kepçeler, vinçler, kamyonlar cirit at›yor. Bu katliam›n ülkenin do¤as›n› korumak için kurulmufl Çevre ve Orman Bakanl›¤› taraf›ndan yürütülmesi de ayr› bir isyan sebebi. Macahel Kültür, E¤itim ve Dayan›flma Vakf›’n›n kurucular›ndan Bahattin Sar›’ya ve HES’lere açt›¤› hukuk savafl›yla tan›nan Yakup Okumuflo¤lu’na kulak kesiliyoruz... En yak›n ilçeye iki buçuk saat mesafede, yüksek da¤lar›n aras›nda bir vadide yafl›yorsunuz? Burada hayat nas›l, zorluklar neler? Bahattin Sar›: Macahel’de içine kapal› bir yaflam var. Burada alt› ay k›fl yafland›¤›ndan, kalan alt› ay boyunca k›fla haz›rl›k yap›l›r. Macahelliler d›flar›dan pek bir fley almaz, ihtiyaçlar›n› kendi imkânlar›yla üretirler. K›fl›n hayat rahatt›r; tek sorun, yolumuzun kapanmas›. Gelirken iki bin metreye yak›n irtifada bir geçiti aflt›k. Yolun befl-alt› ay kapal› oldu¤unu duyduk. K›fl›n hastalar›n›z› hastaneye nas›l yetifltiriyorsunuz? Befl-alt› y›ld›r Gürcistan’la iliflkiler geliflti. Ani bir hastal›k durumunda özel izinle Gürcistan üzerinden Borçka’ya ulaflabiliyoruz. Daha önce, sedye yapar, s›rtlan›p imece usûlü tafl›rd›k. O geçidi afl›p Borçka’ya yetifltirmeye çal›fl›rd›k. Hastane yolunda çok insan kaybettik. Gürcistan üzerinden Borçka’ya mesafeyi 35 kilometreye düflürecek bir yol projesi var. O yap›l›rsa, sorun hallolacak. Halihaz›rda bir yol geniflletme çal›flmas› var. Dünyan›n kayna¤› aktar›l›yor, yirmi y›ld›r devam ediyor. Maksat, yaz›n kullan›lan yolu rahatlatmak. K›fl›n yine yolumuz alt› ay kapal› olacak. Bu vadi neredeyse el de¤memifl do¤as› nedeniyle UNESCO taraf›ndan “biyosfer rezerv alan›” olarak tescillenmifl... Macahel Vadisi’nin biyosfer rezerv alan› olarak tescillenmesinin sebebi, bar›nd›rd›¤› zengin biyolojik çeflitlilik. Türki-
4
ye’de bu unvana sahip yegâne yer Macahel. Ne çeliflkidir ki, ayn› Macahel’de HES için onay veriliyor. HES Projelerinden ne zaman, nas›l haberdan oldunuz? Projeden iki y›l önce haberimiz oldu. Planlanan HES’lerden (hidroelektrik santrallerden) birinin proje sahibi Gülkar Enerji’nin ortaklar›ndan Hayrettin Gülbin, Macahellidir. Bize konudan ilk o bahsetti. D›flar›dan gelecek flirketler yerine bu projeleri Macahellilerin üstlenmesini öneriyordu. Biz bu görüflü bafltan benimsemedik. Biyosfer rezerv alan› olarak tescillenmifl Macahel’de böyle bir projeye izin verilebilece¤ini de tahmin etmiyorduk. Bakt›k ki ifl ciddi, biz de araflt›rma-
Macahel’in S‹T alan› ilan edilmeye ihtiyac› yok, çünkü UNESCO taraf›ndan “dünya biyosfer rezerv alan›” ilan edilmifl. Bundan daha de¤erli bir statü olur mu? Ama gel gör ki, bu statü Çevre ve Orman Bakanl›¤›’n› kesmiyor. HES’lere açt›¤› hukuk savafl›yla tan›nan Yakup Okumuflo¤lu, Macahellilerin de avukat›
ya bafllad›k. Ö¤rendikçe anlad›k ki, mücadele etmezsek bu santraller kurulacak, Macahel’in do¤as› elden gidecek. Hemen bilgilendirme toplant›lar› yapmaya bafllad›k, Macahellilere porojeleri ve sonuçlar›n› anlatt›k. Macahel’de kaç HES yap›lmas› planlan›yor? Macahel Havzas› 27 bin hektar, içinde üç dere var: Efeler, U¤ur Maral ve Düzenli. Düzenli deresinde iki, U¤ur Maral ve Efeler derelerinde üçer HES yap›lmas› planlan›yor. Yani vadinin tamam› tehdit alt›nda. Köylülerin santrale tepkisi nas›l? ‹lk bafllarda ne oldu¤unu anlamad›lar. Toplant›lar›n sonucunda, santrallerin verece¤i zarar› ö¤rendikçe tav›rlar› netleflti. Projeye iflletici ya da tafleron olarak kat›lmak isteyen aileler ve HES’lerle birlikte istihdam yarat›laca¤› vaatlerine inanan bir az›nl›k d›fl›nda herkes projelere karfl›. Firmalar tepkiyi önlemek için yafll›larla konuflup çocuklar›na, torunlar›na ifl vaadinde bulunuyor. Yine de halk›n yüzde 80’e yak›n› santrallere karfl›. HES’lerin baz›lar›nda inflaat aflamas›na gelinmifl, onlar› durdurmak için bir giriflimde bulundunuz mu? Macahel E¤itim Kültür ve Dayan›flma Vakf› öncülü¤ünde imza toplay›p avukat Yakup Okumuflo¤lu’na vekâlet verdik. Efeler deresinin bulundu¤u bölge “tabiat koruma alan›” oldu¤u için HES inflaat›n›n durdurulmas›n› talep ettik; yürütmeyi durdurma karar› ç›kar›ld›. Yakup Bey, Karadeniz Bölgesi’ndeki HES projelerine karfl› aç›lan davalarda hep sizin ad›n›z› görüyoruz. Macahel’deki sürece nas›l dahil oldunuz ? Yakup Okumuflo¤lu: ‹smim HES’lerle ilgili pek çok davada geçti¤inden Macahellilerin beni bulmalar› zor olmam›flt›r. Macahel’i özel konumundan, yani biyosfer rezerv alan› olmas›ndan dolay› zaten izliyordum. Macahel’de, bilgi edinme konusunda çok s›k›nt› yaflad›k. Bilgi alabilmek için Artvin Valili¤i’ne gitmek gerekiyor ki, Macahellilerin ulafl›m zorlu¤u nedeniyleArtvin’e gitmesi çok zor. S›k›nt›l› bir sürecin sonunda dava açabildik. HES’lerle mücadeleniz nas›l bafllad›? Avukatl›k kariyerim, F›rt›na Vadisi’nde yap›lmas› planlanan HES projesine karfl› açt›¤›m›z davayla bafllad›. 1996’da tatil Machael E¤itim, Kültür ve Dayan›flma Vakf› sözcüsü Bahattin Sar›
için memleketim Çaml›hemflin’e gitti¤imde, evimin yan›ndaki arazide sondaj çal›flmas› yap›ld›¤›n› fark ettim. Sordu¤umda, elektrik santrali inflaat›n›n zemin etüdü için sondaj yap›ld›¤›n› ö¤rendim. Dedelerimizin gençli¤inden beri bölgede baraj yap›laca¤› rivayetleri hep vard›r, ama hiç ciddiye almazd›k. Ben de önce ciddiye almad›m, ta ki belediye meclis üyesi bir arkadafl›m ne oldu¤unu anlayamad›¤› bir ÇED (Çevre Etki De¤erlendirme) raporunu, fikrimi almak için elime tutuflturana kadar. Raporu inceleyince fark›na vard›m ki, bu proje gerçeklefltirilirse F›rt›na Vadisi’nin sonu olacak. O dönem ‹zmir’de yafl›yordum. ‹zmir’de çevre mühendisi arkadafllar›ma dan›flt›m, staj›m› çevre hareketi avukatlar› aras›nda yapt›¤›mdan hukukî süreci ö¤renmem kolay oldu. Çevre, Bay›nd›rl›k ve Enerji bakanl›klar›ndan, Devlet Su ‹flleri’nden sürece dair sürekli bilgi istedim. ‹zmir’deki Çaml›hemflinliler Derne¤i’nden arkadafllara bu HES projesini ve yap›l›rsa ortada ne Çaml›hemflin’in ne de F›rt›na Vadisi’nin kalaca¤›n› anlatt›m. Alt› ay boyunca her hafta sonu toplant› yapt›k. Sonra Çevre ve Orman Bakanl›¤›’ndan flaibeli bir ÇED raporu ç›kt›. Ard›ndan, dönemin baflbakan› Mesut Y›lmaz, proje sahibi flirket yetkilileriyle F›rt›na Vadisi’ne gelip temel atma törenine kat›ld›. Ertesi gün gazeteler “Baflbakana Hemflin floku” diye haber yapt›lar, çünkü meydana toplanan halk baflbakan› protesto edip alan› terk etti. Çaml›hemflin’de toplad›¤›m›z 305 vekâletnameyle ÇED raporunun iptali için Trabzon ‹dare Mahkemesi’nde dava açt›k. Yürütmeyi durdurma karar›na kadarki sürede santralin inflaat faliyetleri bafllad›. Yöre halk› tepki gösterdi. fiantiyelerde kavgalar ç›kt›. Mahkemenin tayin etti¤i bilirkifliler, santral yap›l›rsa F›rt›na Vadisi’nin tan›nmaz hale gelece¤i yönünde bir rapor haz›rlad›. Trabzon ‹dare Mahkemesi yürütmeyi durdurma karar› verdi. fiirket bu karara itiraz etti. Bölge ‹dare Mahkemesi, yürütmeyi durdurma karar›n› kald›rd›. Mahkemeye baflvurup yürütmeyi tekrar durdurduk. Sonunda mahkeme ÇED raporunu iptal etti. Karar Dan›fltay’a tafl›nd›. Bu arada, F›rt›na Vadisi S‹T alan› ilan edilmifl, Trabzon Tabiat ve Kültür Varl›klar›n› Koruma Kurulu da
“Bu bölge dünyan›n 217 kufl alan›ndan biri. Dünyan›n 200 ekolojik bölgesinden biri. Avrupa’n›n acil korunmas› gereken 100 orman›ndan biri. Endemik türmüfl, uluslararas› sözleflmeymifl, ne bakan var ne gören, ne de feryatlar› duyan.”
santral çal›flmalar›n›n durdurulmas›na karar vermiflti. Yap›mc› firma, aleyhine olan bu geliflmenin iptali için Kültür Bakanl›¤› aleyhine dava açm›flt›. Bu dava da firman›n aleyhine sonuçland›¤›ndan hem bizim kazand›¤›m›z ÇED iptal davas›, hem de firman›n kaybetti¤i temyiz edildi. Tam bu arada, Ankara’daki Kültür ve Tabiat Varl›klar›n› Koruma Yüksek Kurulu, Kültür Bakanl›¤› öncülü¤ünde, ilgili bakanl›¤›n uygun görmesi durumunda do¤al S‹T alanlar›nda santral yap›labilece¤ine dair bir karar ç›kartt›. Dan›fltay da Trabzon Tabiat ve Kültür Varl›klar›n› Koruma Kurulu’ndan al›nacak görüfle göre karar verilmesi gerekti¤ini söyleyerek kazand›¤›m›z davalar› bozdu. Bu arada TEMA, S‹T alanlar›n› enerji santrallerine açan yüksek kurul karar›na karfl› dava açt›. Biz de bu davaya
Sadece yollar ve santral nedeniyle yüz binlerce a¤aç kesilecek. Ayr›ca yüksek gerilim hatlar›n›n geçti¤i yerlerde 50 metre eninde, 30-40 kilometre uzunlu¤unda bir orman alan›n›n t›rafllanaca¤›n› da unutmayal›m. müdahil olduk. Di¤er yandan, Dan›fltay’›n bozma karar›na da itiraz ederek dosyalar› bir kez daha Dan›fltay’a gönderdik. Sonuçta, Dan›fltay do¤al S‹T alanlar›nda elektrik santrali yap›lamayaca¤›na dair karar verdi. 1996’da bafllad›¤›m›z mücadeleyi bin türlü güçlükle 2004’te kazanabildik. Böylece, F›rt›na Vadisi kurtuldu. Bu dava sayesinde bütün S‹T alanlar›n›n ifline yarayabilecek bir karar da elde edilmifl oldu. Macahel de ayn› statüden yararlanam›yor mu? Macahel Vadisi’nde “tabiat koruma alanlar›” var. Macahelliler S‹T alan› olarak tescil edilmek için Koruma Kurulu’na baflvurabilir. S‹T karar› ç›kmas› durumunda santral projelerinin iptal edilmesi gerekir. Ama Macahel’in S‹T alan› ilan edilmeye ihtiyac› yok, çünkü UNESCO taraf›ndan “dünya biyosfer rezerv alan›” ilan edilmifl.”Dünyan›n bu bölgesi dünyan›n gen kayna¤›d›r” denmifl. Bundan daha de¤erli bir statü olur mu? Ama gel gör ki, bu statü Çevre ve Orman Bakanl›¤›’n› kesmiyor. 2005’te ç›kar›lan bir kanunla EPDK (Elektrik Piyasas› Düzenleme Kurumu) kuruldu, DS‹ devreden ç›-
kar›ld›. Enerji üretim lisanslar›n›n verilmesinden tutun, Çevre ve Orman Bakanl›¤›’nda projelerin ÇED kriterlerine uygunlu¤unun denetlenmesine kadar hepsinden EPDK sorumlu. Elektrik piyasas›nda devletin ifllevi noter konumuna, tasdik makam›na indirgenmifltir. 4628 say›l› yasayla firmalar›n projelerinin reddi neredeyse imkâns›z hale getirildi. fiirketlere sonsuz imkânlar tan›nd›. ‹fl öyle bir noktaya gelmifl durumda ki, uygulamada flirketlere hangi noktada zorluk ç›km›flsa, EPDK kanununda de¤ifliklik yap›lm›flt›r. Ç›kt›¤› tarihten itibaren 2008 itibariyle 31 kez yönetmelik de¤ifltirildi. 2008’den sonra kaç defa de¤iflti¤ini art›k ben de takip etmedim. Macahel’de hukukî süreç ne aflamada? Dava bilirkifli incelemesi aflamas›nda. Kas›m sonuna do¤ru bilirkifli incelemesinin yap›laca¤›n› tahmin ediyorum. Bilirkifliler “projelerin do¤a aç›s›ndan riski vard›r” derse, projenin yap›m›na izin veren karar›n hukuken dayana¤› olmad›¤› ortaya konmufl olacak. ÇED yönetmeli¤inde, HES’ler kurulu güçlerine göre farkl› bir prosedüre tâbi tutuluyorlar. Literatürde yenilenebilir enerji kaynaklar›ndan görülen HES’ler için Türkiye’de uygulanan yönetmelik baz› s›n›fland›rmalar yap›yor. 2008 öncesi ÇED yönetmeli¤ine göre, kapasitesi 10 megawatt’›n alt›nda olan HES’ler için ÇED raporu al›nmas› gerekmiyor. Bu ifle talip olan flirketler, sadece bir proje tan›t›m dosyas›yla Çevre ve Orman Bakanl›¤›’na, bakanl›¤›n yetki devri nedeniyle Valili¤e baflvurabiliyor. Valilik ÇED raporu olmadan projenin bafllat›lmas›na karar verebiliyor. Bizim Macahel davalar›m›zda da durum böyle. Bilirkifli raporu projenin kabul edilebilir s›n›rlar ötesinde çevreye zarar verece¤ini bildirirse, mahkeme, bakanl›¤›n “ÇED gerekli de¤ildir” diyerek verdi¤i karar› iptal edebilecektir. Bu durumda sorun çözülüyor mu? Hay›r, çözülmüyor. Bu sefer de flirket göstermelik rötufllar yap›p ÇED olumlu raporu almak için Çevre ve Orman Bakanl›¤›’na baflvuruyor. Çevre ve Orman bakanl›¤› ÇED olumlu raporu verdi¤inde, bu raporun geçersiz say›lmas› için yeniden dava açmak zorunda kal›yoruz. Karfl› taraf bu konunun daha önce de dava konusu oldu¤unu, eksikliklerini gi-
5
derdiklerini ileri sürerek tekrar görülecek bir davaya gerek olmad›¤› yönünde savunma sunuyor. Dolay›s›yla, ciddi de¤erlendirilmeden ÇED olumlu raporu verilen böyle projeler aleyhine açt›¤›m›z her davaya gard›m›z düflük bafll›yoruz. ‹lkesel olarak Çevre ve Orman Bakanl›¤›’n›n önceli¤inin çevre ve ormanlar›n korunmas› olmas› gerekmez mi? ÇED yönetmeli¤i, çevreyi koruyan bir yönetmelikten çok, yat›r›mc›lar›n tutundu¤u yasal bir k›l›f olarak ifllev görüyor. Türkiye’nin çevre mevzuat›, çevrenin korunmas›na de¤il, yat›r›mc›n›n korunmas›na göre kurgulanm›flt›r. “Kirleten öder” mant›kl› bir çevre mevzuat› olur mu? “Benim param var, neyse bedeli öderiz” demedi mi Milas’ta adam›n biri? 100 milyon dolar harcayan yat›r›mc›ya 60 bin lira ceza versen ne olur, vermesen ne olur! Sar›: Macahel’in “biyosfer rezerv alan›” ilan edilmesi için giriflimde bulunan bizzat Çevre ve Orman Bakanl›¤›. Ayn› bakanl›k flimdi “biyosfer rezerv alan›” yönetmelik tasla¤›n› sumen alt› ediyor. Okumuflo¤lu: ÇED yönetmeli¤i 2008’de de¤iflti. O tarihten bu yana, “biyosfer rezerv alanlar›” da hassas bölgeler aras›na eklendi. Ancak, bu alanlarda nelerin yap›l›p yap›lamayaca¤›n› belirleyecek yönetmelik bir türlü ç›kart›lm›yor, çünkü ç›kart›rlarsa bu projeleri gerçeklefltiremezler. Ayn› flekilde, stratejik ÇED yönetmeli¤i de bekliyor, AB’nin 15 y›l üzerinde çal›fl›p haz›rlad›¤› Su Çerçeve Direktifi kabul edilmiyor. Tüm do¤al varl›¤›m›z telef oluyor, kimse ald›rm›yor. Hükümet, söz konusu yönetmelikleri yasalaflt›rana kadar firmalara kazan›lm›fl hak sa¤lama gayretinde. Bu projeler gerçekleflirse, ar›c›l›k baflta olmak üzere bölgedeki geçim kaynaklar› nas›l etkilenecek?
Sar›: Macahellilerin geçiminin yüzde 50’si ar›c›l›ktan sa¤lan›yor. Ar›lar›m›z yap›lacak santrallerin yok edece¤i kestane ve ›hlamur a¤açlar›ndan besleniyor. Saf Kafkas ar›s›n›n yaflad›¤› tek bölge Macahel. Kovanlardaki verimi iki-üç misline kadar art›ran bu özel ar› ›rk›n›n yaflam alanlar› yok edilecek. Okumuflo¤lu: Sadece ar›lar de¤il, bölgedeki bütün yaban hayat› tehdit alt›nda. Yaban hayvanlar›n›n yaflam alanlar› santraller için flart olan kilometrelerce yollar ve kanallarla parça parça olacak. Bu konuyu dile getirdi¤imizde, Çevre ve Orman Bakanl›¤› “kufllar rahats›z oldu¤unda uçar gider, karasal hayvanlar da
Kyoto’yu nihayet imzalad›lar. ‹mzalanmadan önce kaç termik santral projesine lisans verildi? 2008 bafl›ndan 2009 bafl›na kadar tam 205 tane! fiimdi sordu¤unuzda, “Kyoto’dan önce verilmiflti, kazan›lm›fl haklar› var” diyecekler.
DO⁄A DERNE⁄‹ GENEL MÜDÜRÜ GÜVEN EKEN’‹N GÖZÜYLE
Derelerin soyk›r›m› ere soyk›r›m›, art›k Anadolu’nun her yerine
D yay›lm›fl durumda. Türkiye’nin hemen tüm derelerinin kullan›m hakk› HES yap›lmak üzere özel sektöre devredildi. Bu nedenle, bugün Anadolu’nun nice da¤›nda HES yap›m› için yollar aç›l›yor, ifl makineleri do¤an›n ›ss›z köflelerine kadar ulafl›yor. Da¤ deliniyor, içinde kamyonlar›n geçebilece¤i kadar genifl tüneller aç›l›yor. Da¤›n içinden ç›kan tafl ve kayalar, suyu al›nacak derenin yata¤›na dökülüyor. Dere ezilip büzülüyor. Sonra derenin suyu daha yata¤›na ulaflmadan yüksek bir noktada yakalan›yor ve tünele veriliyor. Dere suyunun ço¤u daha yata¤›n› bile görmeden yerin alt›ndan döne döne ve h›zla tünelin öteki ucuna ulafl›yor. Ard›ndan yeni bir HES bafll›yor. Bu esnada üretilen elektrikle, uzaklardaki fabrikalar çal›fl›yor. HES yat›r›m›n› yapan flirketin sahibi, servetine servet kat›yor. O derenin kenar›nda do¤an çocuklar deresiz büyüyor, köyünü terk ediyor, alabal›klar ölüyor, hayvanlar susuz kal›yor, ceviz a¤açlar› ve fasulyeler kuruyor... Bununla da kalm›yor. HES gerekçesiyle aç›lan
6
daha elveriflli alanlara, di¤er vadilere gidecektir” diye cevap veriyor. Giresun’dan Hopa’ya Do¤u Karadeniz da¤lar› do¤al bir s›n›r olarak bat›dan do¤uya uzan›r. Bu s›n›rlarda 50-60 kilometre derinlikte güneyden kuzeye do¤ru birbirinin peflis›ra vadiler var. Bu alanda yaflayan hayvanlar baflka bir alanda yaflamaz, bu alana has türler. Do¤al yaflam alanlar› bu vadiler oldu¤u için burada varlar. Sadece Artvin, Rize, Trabzon ve Gümüflhane bölgesinde 450 civar›nda HES yap›lmas› planlan›yor. Yani yaban hayvanlar, Giresun’dan Hopa’ya kadar nereye giderlerse karfl›lar›nda HES’leri bulacak. Bakanl›¤›n bahsetti¤i elveriflli alan› aray›p duruyoruz ama, HES’lerden nasibini almam›fl bir vadiye henüz rastlamad›k. Bu bölge dünyan›n 217 kufl alan›ndan biri. Dünyan›n 200 ekolojik bölgesinden biri. Avrupa’n›n acil korunmas› gereken
yollar madencilerin önünü aç›yor. Dereyi besleyen da¤›n yamaçlar›nda maden aramak ve ç›karmak için ruhsat al›n›yor. Da¤ y›k›l›yor. Dere ölüyor. Do¤a insans›zlafl›yor, insan do¤as›zlafl›yor. fiu anda Çoruh’un Aksu adl› kolunda ve di¤er tüm kollar›nda bu senaryo harfiyen oynan›yor. Aksu Vadisi bir koruma alan› (Yaban Hayat› Gelifltirme Sahas›) olmas›na ra¤men, vadinin suyu düzmece bilimsel raporlarla yasad›fl› bir flekilde sat›lm›fl. Bölgede inflaat yapan flirket vadiyi talan ediyor, derenin kenar›n› hafriyatla dolduruyor. Aksu’da yaflayanlar olan bitene isyan ediyor, ancak açt›klar› dava bir y›ld›r sonuçlanm›yor. Aksulular›n henüz bilmedi¤i fleyse, derelerinden sonra da¤lar›n›n da ellerinden al›nacak olmas›. Yerin alt›ndaki bak›r› ve alt›n› ç›karmak için! Baflvurular çoktan yap›lm›fl. Peki son karar› kim verecek? Alan› koruma alt›na alan Çevre ve Orman Bakanl›¤›. Baflvurular›n nas›l sonuçlanaca¤›n› tahmin etmek hiç zor de¤il. Türkiye’de Aksu deresinde yaflayanlar gibi binlerce insan su kaynaklar›n›n bu flekilde kullan›m›na tepki gösteriyor. Bu insanlar›n ço¤u k›rsal alanda yaflad›¤› için seslerini yeterince duyuram›yor, ama say›lar› yüz binleri, belki de milyonlar› buluyor. Kiminin deresi sat›lm›fl, kiminin gölü kurutulmufl, kimininse tarlalar› bir baraj›n sular› alt›nda kalacak.
100 orman›ndan biri. Endemik türmüfl, uluslararas› sözleflmeymifl, ne bakan var ne gören, ne de feryatlar› duyan. Aç›lan yollar nedeniyle çok genifl bir orman alan› tehdit alt›nda de¤il mi? Onlarca kilometre tünel, bu tüneller boyunca aç›lacak onlarca kilometre yol... Bu yollar büyük ifl makineleri için kullan›laca¤›ndan en az befl metre geniflli¤inde olacak. Bölgenin yamaçlar›n›n afl›r› dik olmas› nedeniyle bu yollar için yamaçlar›n yüzeyinde yer yer yirmi metre genifllikte çal›flma gerekecek. Bu kadar yo¤un a¤aç dokusunun bulundu¤u bölgede ne kadar a¤ac›n yok edilece¤ini siz hesap edin. Sadece yollar ve santral nedeniyle yüzbinlerce a¤ac›n kesilece¤ini hesaplad›k. Ayr›ca santrallerde üretilecek elektri¤i tafl›yacak yüksek gerilim hatlar›n›n geçti¤i bölgelerde tehlike oluflturaca¤› için 50 metre eninde, 30-40 kilometre uzunlu¤unda bir orman alan›n›n t›rafllanaca¤›n› da unutmayal›m. Sadece bu bile yüzbinlerce a¤aç demek. Ç›kart›lan yüzbinlerce ton hafriyat daha önce defalarca yap›ld›¤› gibi yine dere yataklar›na ya da flevlerden afla¤› dökülecek, heyelan ve sellere neden olacak. Hadi diyelim dökülmeyecek, nerede depolanacak? Bu bölgede orman olmayan bir alan m› var? Her köfle do¤a cenneti. Nereye baksan›z orman, nereye baksan›z su. Bu bölgede maden iflletmeleri açmak için yap›lan baflvurulardan bahsediliyor. Bu konuda bilginiz var m›? Sadece Rize bölgesinde yüzlerce maden iflletmesine maden rezervlerinin tetkiki için sondaj izni verilmifl. HES’lerin ard›ndan bir de maden belas›yla kafl› karfl›ya gelece¤iz. Karadeniz h›zla bitiriliyor. Mesela, Karadeniz otoyolunun deniz dolgusu ile yap›lmamas› için davalar açt›k. “Milyonlarca y›lda oluflan do¤al k›y› ekosistemini üç-befl bürokrat ya
var. Bölgenin halk› art›k ç›ld›rma noktas›na geldi. Çevreyi korumakla yükümlü bakanl›¤›n tavr›nda hiç de¤ifliklik olmad› m›? Devletin politikas›, çözüm bulmaktan çok, imaj› kurtarmak yönünde. Bak›n, Kyoto sözleflmesini nihayet imzalad›lar. ‹mzalanmadan önce kaç termik santral projesine lisans verildi¤ini biliyor musunuz? 2008 bafl›ndan 2009 bafl›na kadar tam 205 tane! Cumhuriyet tarihi boyunca 16-17 termik santralimiz varken, bir y›lda 205 termik santral için izin verildi. fiimdi sordu¤unuzda, “bu lisanslar Kyoto’yu imzalamadan önce verilmiflti, kazan›lm›fl haklar› var” diyecekler. Avrupa’da yenilenebilir enerji kaynaklar› tan›m› 10 megawatt ve alt› kapasiteye sahip nehir tipi. HES, rüzgâr ve benzeri elektrik üretme yöntemleri için kullan›l›yor. Bu limit Türkiye’de 25 megawatt’t›, bu da yetmedi 50 megawatt’a ç›kar›ld›. Neden? Çünkü uluslararas› sermaye ve bankalar yenilenebilir enerjiye kredi veriyor. Yenilenebilir enerjiye sa¤lanan teflviklerden yararland›rmak için s›n›r› 100 megawatt’a da ç›kar›rlar. Bu tarz projeleri onaylayan Çevre ve Orman Bakanl›¤›, bizim anlad›¤›m›z anlamdaki çevrenin
Türkiye’nin en büyük problemlerinden biri Çevre ve Orman Bakanl›¤›’d›r. Sellerin sebebi de bu bakanl›kt›r, kanserin art›fl›n›n sebebi de, tar›m alanlar›m›z›n kayb›na neden olan da, göllerimizin kurutulmas›na neden olan da bu bakanl›kt›r. bakanl›¤› de¤il maalesef. fiu anda Türkiye’nin en büyük problemlerinden biri Çevre ve Orman Bakanl›¤›’d›r. Sellerin sebebi de bu bakanl›kt›r, kanserin art›fl›n›n sebebi de bu bakanl›kt›r, tar›m alanlar›m›z›n kayb›na neden olan da, göllerimizin kurutulmas›na neden olan da bu bakanl›kt›r. Yap›lan ifllerin iddia ettikleri gibi bölge insan›na istihdam sa¤layaca¤› vaadi de yalan. Her santralde ortalama on kifli çal›flacak, onlar da mühendis. Bu yörenin insan›ndan olsa olsa bir bekçi alabilirler. ‹nsanlar› “ifl sahibi olacaks›n›z” diye kand›r›yorlar. Buray› yok edenler bu vadilerde de¤il, büyük flehirlerdeki kulelerinde yafl›yorlar. Karadeniz ölüyormufl, sel oluyormufl, dereler kurutuluyor, yataklar› tarumar ediliyormufl, halk isyan etmiflmifl, kimin umurunda? ‹nflaat› süren baz› santrallerde
halk santralleri, elektrik direklerini tafll›yor, yollar› kap›yor. Gidiflat endifle verici. ‹dare tüm taleplerimize kapal›. Yarg› sürecinde bu santraller engellenemezse –ki yarg› karar›na ra¤men ‹kizdere ve Senoz vadisinde çal›flmaya devam ediyorlar– ne olacak? Karadenizlilier savunduklar› dereleri gibidir; ne zaman taflaca¤› belli olmayan dereler gibi. Bak›n Senoz’da insanlar “burada art›k do¤a kanunlar› geçerlidir, baflka kanun tan›m›yoruz” diye aç›klama yapt›lar. Ad› Çevre Bakanl›¤› olan bakanl›¤›n çevreyi ve ormanlar› korumak yerine neden flirketlerin yan›nda oldu¤unu, davalar› neden Çevre ve Orman Bakanl›¤›’na karfl› açmak zorunda oldu¤umuzu anlayam›yorlar. F›nd›kl›’da köylüler yaflam alanlar›n›n bozulmas›na, derelerinin gasp edilmesine fliddetle karfl› ç›k›yorlar, flirket yetkililerine alenen “buraya gelirseniz misafirperver olmayaca¤›z” diye ba¤›r›yorlar. Yani ifl, hukuku aflma noktas›na gelmifltir. Hemen her derede gönüllü dere bekçileri var. Dünyan›n neresinde dere bekçisi var? Bu bekçiler tan›mad›klar› arabalar› vadilere dahi sokmuyorlar. Bu flirketler bu vadilerde en az 49 y›l kalmay› planl›yorlar. Vadileri tarumar edilip dereleri soyk›r›ma u¤rat›l›rken, yaflam alanlar›n› kaybeden insanlar, hayvanlar, bitkiler, böcekler buna sessiz kalmaz, kalamaz. ‹flin do¤as› bu. Yaflad›¤› alan yok edilen kimse öbür yana¤›n› da uzatmaz. Karadenizlilerde peygamber sabr› oldu¤unu da kimse söyleyemez. Bana göre, bu sürecin bu flekilde devam› bu flirketlerin bu vadilerde 49 y›l bar›nmalar›na imkân vermez. Karadenizliler için vadilerinde yaflanan bu durum, yaflam alanlar›na tecavüzdür, haneye tecavüzdür. Biz bu vadileri evimiz biliriz. Bize sormadan kimse evimize giremez. Girerse, bu bize göre haneye tecavüzdür. Vadilerimiz bize emenettir, bizim onurumuzdur. Kimsenin namusumuza ve onurumuza el atmas›na izin vermeyiz. Ne Karadeniz halk› ne bu vadiler ve dereler ne de bu alanlar›n gerçek sahibi olan yaban hayat orta mal›d›r. Vadilerimize, derelerimize kimsenin girmesine izin vermiyoruz. Girmeye çal›flana karfl› da Karadenizliler kendilerine yak›fl›r bir yol bulacakt›r. Gireni d›flar› ç›kartacakt›r. Bu kadar aç›k ve nettir.
Söylefli: Saner fien
da siyasetçinin doldurarak yok etmeye karar vermesi mümkün de¤ildir. ‹nsanl›¤›n buna hakk› yoktur” dedik. Yak›nda Dan›fltay otoyol hakk›nda karar verecek. Dan›fltay’›n ne dedi¤ini hep beraber duyaca¤›z. Bildi¤iniz gibi, Karadeniz otoyolu denizin doldurulmas›yla dolgu üzerine infla edildi. Karadeniz ekosistemini nas›l mahvetti¤ini kimse merak ediyor mu, bu dolgu malzemesi nereden, nas›l geldi? Merak eden otoyoldan ç›k›p ilk vadiye girsin, dünyan›n en büyük ve ucube tafl ocaklar›n› karfl›s›nda görecektir. Bütün vadilerin giriflleri y›k›ld›, dünyan›n en barbar yöntemleriyle. Bu tafl ocaklar›n›n vadi girifllerini ne hale getirdi¤ini anlatmak için kelimeler yetmez. Dolgu malzemesi için vadilerin girifllerini sonsuza kadar yok ettiler. Yapt›klar›, uydulardan bile görülüyor. Bak›n yayla yollar›na! Her yaylaya, hatta her evin kap›s›na yol yapmaya çal›fl›yorlar. Yaylalar› birbirine ba¤lamak gibi anlams›z bir projenin peflinde, yaylalar› da flantiye alanlar›na çevirdiler. Karadeniz’in can›na okumak için ne mümkünse yap›l›yor. Karadeniz’i Karadeniz yapan sahil art›k yok oldu. Yaylalar mahvedildi. fiimdi s›ra derelere ve ormanlara geldi. Karadeniz’de yaflamak için insanlar›n tek sebebi kalmad›. Karadeniz deniz demektir, orman demektir, dereler, yaylalar demektir. Ne deniz ne yayla kald›. Karadeniz’den geriye heyelan, sel, gözyafl›, iç burkulmas› ve insanlar›n ah› kal›r. O insanlar yanlar›ndan ak›p giden derenin sesiyle büyümüfller. O ses kesilirse ç›ld›r›rlar. Karadeniz’de hayat›n enerjisi o derelerden, o denizden geliyor. Baflka bölgelerde yap›lmas› planlanan HES’lerle ilgili durum nas›l? F›rt›na Vadisi’nde kazand›¤›m›z baflar›n›n ard›ndan di¤er bölgelerden de bize ulaflt›lar. Yetiflebildiklerimle bizzat ilgileniyorum: ‹kizdere, Çayeli, Hemflin, F›nd›kl›, fiavflat, Macahel... Yetiflemedi¤im davalar› o bölgede bizimle koordinasyon halinde çal›flan avukatlar yürütüyor, onlara bilgi ve tecrübemizle destek veriyoruz. O kadar h›zl› bir süreç ve o kadar fazla HES projesi var ki, hangi biriyle bafl edece¤imizi flafl›r›yoruz. Sadece ‹kizdere’de 21, Çayeli’nde 16, F›nd›kl›’da 19, Macahel’de 8, fiavflat Meydanc›k’da 4 adet var. Her vadide 15-20 HES projesi
7
Desen: Turgut Yüksel
IMF - DÜNYA BANKASI’NIN ‹STANBUL Z‹RVES‹
Ekonomik faflizmin beyaz gömleklileri Tayyip Erdo¤an’›n “yerin dibinde adeta bir flehir kurduk” diye övündü¤ü, inflaat› 13 ayda tamamlamak için üç bin iflçinin 24 saat helâk oldu¤u, dört iflçinin bu insanl›k d›fl› tempoda hayat›n› kaybetti¤i Kongre Vadisi, ruhuna yarafl›r bir flekilde IMF-Dünya Bankas› zirvesiyle hizmete aç›ld›. ‹stanbul’un bu zirveye sessiz kalmayaca¤› günler öncesinden belliydi, polis her zamanki vahfli tutumunu sergileyince Harbiye semti ve ‹stiklâl Caddesi de ad›na yaraflan çat›flmalara sahne oldu. Tayyip Erdo¤an kürsüde “d›flar›dan gelen protesto seslerine kulak vermek lâz›m” derken, güvenlik güçleri protestocular›n canlar›na kastediyordu. “Eski dünya” faflizminin öncü müfrezeleri “Kara Gömlekliler”, “Kahverengi Gömlekliler”di, “yeni dünya”n›n ekonomik faflizminin öncüleri ise IMF ve Dünya Bankas›’n›n beyaz gömleklileri. “Working Class Hero”nun dizelerindeki gibi, “öldürürken gülümsemeyi bilen” bu beyaz gömleklilerin dünyan›n dört bir yan›ndaki icraatlar›na yak›ndan bakal›m... nsanl›k tarihinde ilk defa, dünya tar›m› bütün gezegenin g›da ihtiyac›n› karfl›layacak yeterlilikte. Bunun aksini söyleyen yok. Peki, çok de¤il, daha geçen y›l patlak veren “g›da isyanlar›” neyin nesiydi? O tabloyu bir hat›rlayal›m: “Haiti’de g›da ürünleri bir y›ldan k›sa bir süre içinde ortalama yüzde 40 pahal›lan›rken, pirinç gibi temel ihtiyaç ürünlerinin fiyat› ikiye katland›. Bangladefl’te 20 bin tekstil iflçisi g›da maddelerindeki bafl döndürücü fiyat art›fllar›n› protesto ve ücret art›fl› talebiyle sokaklara indi. ‹flçilerin ayl›k 25 dolar ücretle çal›flt›¤› ve açl›k çekti¤i ülkede son bir y›lda ikiye katlanan pirinç fiyat› emekçileri tehdit ediyor. M›s›r’da, Kahire’nin kuzeyindeki endüstri merkezi Mahalla al-Kobra’y› iki gün boyunca yerinden oynatan emekçilerin g›da fiyatlar›n› protesto gösterilerinde güvenlik güçleri iki kifliyi öldürdü, yüzlerce kifli gözalt›na al›nd›, hükümet iflçileri
‹
çal›flmaya zorlamak için fabrikalara sivil polisler yollad›. M›s›r’da bir y›l içinde temel g›da fiyatlar› yüzde 40 artt›. Nisan bafl›nda (2008), Fildifli’nde binlerce kifli ‘aç›z’ ve ‘hayat çok pahal›, bizi öldüreceksiniz’ diye sloganlar atarak devlet baflkan› Laurent Gbagbo’nun konutuna yürüdü. Benzer gösteriler, grevler ve çat›flmalar Bolivya, Peru, Meksika, Endonezya, Filipinler, Pakistan, Özbekistan, Tayland, Yemen, Etiyopya ve Orta Afrika’n›n büyük bölümünde meydana geldi.” (Bill Van Auken, Global Research, Nisan 2008) fiimdi bir de BM G›da ve Tar›m Örgütü’nün (FAO) Nisan 2008 itibariyle verilerine bakal›m: “Mart 2007’den Mart 2008’e tah›l fiyatlar›, dünya ölçe¤inde yüzde 88 artt›. Üç y›ll›k dönemde bu¤day fiyat›ndaki art›fl ise yüzde 181’di. 2008’in ilk üç ay›nda pirinç fiyat› yüzde 50 zam gördü. Tayland’da en temel besin kayna¤› olan pirincin tonu 2003’te 198 dolardan sat›l›rken, 2007’de
MICHEL CHOSSUDOVSKY’N‹N GÖZÜYLE IMF - DB - NATO ÜÇGEN‹
Her ülke bir koloni Nerede yap›l›rsa yap›ls›n, IMF toplant›lar› fliddetli protestolarla karfl›lan›yor. Bu gösteriler hakk›nda ne düflünüyorsunuz? Michel Chossudovsky: Bretton Woods sistemine, IMF ve DB’ye karfl› büyük bir tepki var. Ama as›l mesele flu: Ne için mücadele ediyoruz? Gösterileri düzenleyen ve kat›lan STK’lardaki hâkim düflünce, korkar›m hâlâ bu kurumlar›n reforme edilmesi, onlara insanî bir bak›fl verilmesi, yoksullar›n yarar›na çal›flmalar›n›n sa¤lanmas› yönünde. Bu yaklafl›m›n yanl›fl oldu¤u kan›s›nday›m. Bu kurumlar›n bizatihi varl›¤›n› tart›flan, meflruiyetlerini sor-
8
gulayanlar›n say›s›n›n giderek artt›¤›n› görüyorum, ama yine de bir kafa kar›fl›kl›¤› var. Pek çok kifli IMF ve DB’nin karfl›t roller oynad›¤› görüflünde, ki bu do¤ru de¤il. Ayr›ca, bu kurumlar› tek bafllar›na ele alma e¤ilimi de yayg›n. Asl›nda bunlar, Bat›l› elitlerin ülkeleri basit birer “territory”ye dönüfltürmek için kulland›klar› araçlar›n sadece ikisi. Dünya Bankas›’n›n insanlar› yan›ltt›¤›n› m› düflünüyorsunuz? Yoksulluk yaratan IMF’ye karfl›, DB’nin insanî bir yaklafl›m benimsedi¤i, yoksullukla mücadele etti¤i düflünülüyor. Hatta bu iki kurum aras›n-
323 dolara, Nisan 2008’de ise 1000 dolara yükseldi. Haiti’de 50 kiloluk bir çuval pirincin fiyat› Mart 2008’in son haftas›nda ikiye katland›. Bu rakamlar, günlük geliri 2 dolar›n alt›nda olan ve bunun yüzde 60 ila 80’ini beslenmeye ay›ran 2.6 milyar insan için felaket anlam›na geliyor.” (Ian Angus, Global Research, Nisan 2008)
“Yoksullu¤un Küreselleflmesi” Peki niye böyle? Dünyada g›da k›tl›¤› m› var? Yok. Aksine g›da fazlas› var. Bob Geldoff, Afrika’ya yard›m konserleri için kollar› s›vad›¤›nda, b›kmadan usanmadan Kuzey Denizi’ne dökülen tereya¤lar›n› örnek gösteriyordu. Elbette uç bir örnek, kapitalizmin mant›¤›n› ve eti¤ini sergiledi¤i için çarp›c› da. Ama yap›sal iflleyifl çok daha rasyonel. Öyle rasyonel ki, yard›ma ihtiyac› olmayan Afrika’y› yard›ma muhtaç hale getirmekle kalm›yor, hay›rseverli¤i ve onun imledi¤i vicdanî, ahlâkî duyarl›-
da bir çat›flma oldu¤una bile inan›l›yor. Oysa DB esas olarak IMF ile ayn› ifli yap›yor; tek fark, üçüncü dünyada baflka sorumluluklar› da var. Bir anlamda DB çok daha tehlikeli, çün-
kü varsay›lan görevinin yoksullu¤u azaltmak olmas› elefltirilerin önünü kesiyor. Esas›nda, bu iki kurumun da arkas›nda Wall Street var; bunlar sosyologlar taraf›ndan de¤il, bankac›lar taraf›ndan yönetiliyorlar. Daha da önemlisi, pek çok kifli, bu ikilinin NATO'yla ba¤lant›s›n› görmüyor. IMF ve NATO aras›nda çok s›k› bir koordinasyon var. E¤er bir ülke IMF müdahalesini kabul etmezse, NATO müdahale ediyor, ya da NATO ve çeflitli gizli servisler IMF programlar›n› empoze etmek için gerekli koflullar› yarat›yorlar. Sadece NATO’nun da olmad›¤›n›, CIA’nin gizli operasyonlar›n› Orta Asya ve Kafkasya’da gördük; savafl kurumlar›yla ekonominin yönetimi küresel ölçekte iflbirli¤i yap›yor. Bunlar bir zincirin halkalar›. Bazen,
koflullar› savafl yarat›yor, sonra ekonomik kurulufllar gelip parsay› topluyor. Bazen de istikrars›zlaflt›rma iflini, Endonezya’da oldu¤u gibi, IMF üstleniyor. IMF’nin federal hükümete eyaletlere kaynak aktar›m›n› kesmesini dayatmas›, yerel yönetim sistemine dayal› iki bin adadan oluflan Endonezya’y› infilâka sürükledi. Her ada kendi kaderine terkedildi. Yerel yönetimlere kaynak aktar›lmas›n›n kesilmesi için IMF mi ›srar etti? Evet, e¤itim, sa¤l›k ve di¤er harcamalar› kestirdi. Böylece bu küçük adalar›n her biri küçük bir eyalet oldu. Farkl› etnik gruplara, herkesin kendisinden sorumlu olmas› cazip geldi elbette. Bunu planlayanlar nas›l bir sonuç elde edeceklerinin elbette
Foto¤raf: Garcia
Kenya’y› vurdu. Nairobi hükümeti, IMF tavsiyelerine uymay› kabul etmedi¤i için kara listeye al›nm›flt›. Kenya’n›n d›fl borç faiz ödemesinin yeniden yap›land›r›lmas›, tah›l piyasas›n› deregüle etme flart›na ba¤land›.”
Ekim 2009: ‹stanbul’da düzenlenen IMF-Dünya Bankas› toplant›s›n› protesto eden göstericilere polis bu mesafeden gaz bombas› atabildi
“Ekonomik totalitarizm” Örneklerin Afrika’dan olmas› yan›ltmas›n. Birçok Asya ve Güney Amerika ülkesi de afla¤› yukar› ayn› durumda. Bugün dünya kapitalizmine meydan okuyan Venezüella’n›n, IMF ve Dünya Bankas›’n›n boyunduru¤u alt›nda oldu¤u y›llardaki manzaras›n› hat›rlayal›m: Sene 1988. Carlos Andres Perez, ikinci kez cumhurbaflkan› seçilmek için yapt›¤› kampanyada, IMF’ye “insanlar› öldüren, ama binalara hasar verme-
Dünyada g›da k›tl›¤› m› var? Yok.1980’lerden beri ABD ve AB’nin tah›l fazlas›, Dünya Bankas› gözetiminde, sistematik olarak, dünyan›n dört bir yan›nda g›da tar›m›n› ve yerli çiftçili¤i çökertmek için kullan›ld›.
fark›ndayd›, daha önce çeflitli yerlerde defalarca yapt›klar› fleydi. Yugoslavya’da, Brezilya’da, eski SSCB’de hep ayn› fleyi yapt›lar –ayn› fley potansiyel olarak ABD’de de olabilirdi– bölgeler kendi kaynaklar›na, yani kaderlerine terkedildi. Bu durum kaç›n›lmaz olarak çat›flma ortam›n›n, iç gerilimlerin ortaya ç›kmas›na neden oluyor. Bunun emperyal bir plan›n parças› oldu¤unu mu söylüyorsunuz? Bir “yeniden kolonizasyon”un, yeni bir sömürgelefltirmenin söz konusu oldu¤unu söylüyorum. Ülkeler “territory”lere, kolonilere dönüfltürülüyor. Ülke ile “territory”nin fark› ne? Bir ülkenin yönetimi, hükümeti vard›r. Kurumlar› vard›r. Bütçesi vard›r.
yen bir nötron bombas›”, Dünya Bankas› politikalar›na “kurflunla de¤il, açl›kla öldüren bir ekonomik totalitarizm” diye veryans›n etmiflti. Seçimlerden galip ç›kan Perez, 1989 bafl›nda “Washington Konsensüsü” olarak bilinen on maddelik IMF program›n› kabul etti ve karfl›l›¤›nda 4.5 milyar dolar kredi ald›. Perez’in yürürlü¤e koydu¤u neoliberal reçete, baflta akaryak›t olmak üzere temel tüketim maddelerinin fiyatlar›n›n f›rlamas›na yol açt›. Kitlesel huzursuzluk ad›m ad›m t›rmand›, ekmek fiyat›n›n yüzde 200 zamlanmas› barda¤› tafl›ran damla oldu. Caracas ayakland›, Perez s›k›yönetim ilan etti ve baflkenti çevreleyen yoksul mahalleleri piyade birlikleri ve deniz komandolar›yla kuflatt›. Ayr›m gözetmeden, erkek, kad›n ve çocuklara atefl aç›ld›. Gayr›resmî kaynaklara göre, üç bini aflk›n kifli öldürüldü. Alt›n› çizelim: “Kurflunla de¤il, açl›kla öldüren bir ekonomik totalitarizm” diyen Chavez de¤il, ABD’nin,
Ekonomik s›n›rlar›, bir gümrük sistemi vard›r. Bir “territory”deyse IMF denetiminde nominal bir hükümet var sadece; ne kamusal okul, ne hastane, ne sosyal güvenlik... Zira hepsi DB’nin buyru¤uyla kapat›l›yor. Ne endüstri kal›yor, ne tar›m, çünkü onlar da IMF program› uyar›nca y›ll›k yüzde 60’a varabilen faizlerle çökertiliyor. Y›ll›k yüzde 60 m›? Brezilya’da yüzde 60’tan da fazlayd›. Botswana'da faiz oranlar› dehflete düflürecek kadar yüksek. IMF pek çok yerde krediye bir s›n›r koyuyor. Böylece insanlar banka kredisinden de yararlanam›yor; bu da faiz hadlerinin patlamas›na ve ekonominin ölümüne neden oluyor. Sonra, serbest ticaret aç›l›yor. Yerel bankalardan yüzde 60 faizle borçlanan yerel kapi-
talist flirketler faizlerin yüzde 6’larda oldu¤u ABD ve Avrupa ürünleriyle rekabet etme durumunda kal›yor. Asl›nda, bu reformlar esas olarak yerel kapitalizmi hedef al›yor. Peki, bunlara karfl› nas›l mücadele edilmeli? Tek bir tema etraf›nda harekete geçmeyi reddederek. Tek bafl›na Bretton Woods kurumlar›na ya da DTÖ’ye veya çevre meselelerine ya da genetik manipülasyonlara yo¤unlaflamay›z. Bu iliflkilerin bütünüyle ilgilenmemiz lâz›m. Bütüne bakt›¤›m›z zaman, güç kullan›m›yla aradaki ba¤› da görüyoruz. Bu ekonomik sistemin arkas›nda, kapitalist düzenin gizli yönleri karfl›m›za ç›k›yor: Askerî-s›naî kompleks, gizli servisler ve organize suç ba¤lant›lar›.
Çeviren: S.‹.
l›¤› da kendisine mâlediyor. Bu yap›sal iflleyifle, tah›la odaklanarak bak›nca resim iyice netlefliyor. ABD ve AB’nin tah›l fazlas› var. Üçüncü dünya ülkelerindeki yoklu¤un sebebi de bu “fazla”. Kapitalizm, do¤as› gere¤i, sermaye fazlas›na yat›r›m alan›, ürün fazlas›na pazar bulmaya mecbur. Varl›¤› buna ba¤l›. Ve bu, kapitalizmle emperyalizm aras›ndaki göbek ba¤›. Yat›r›m alan› ve/veya pazar olmaya yanaflmayanlar›n flöyle veya böyle hizaya getirilmeleri gerekiyor. Bunun da çeflitli yollar› var. Do¤rudan ya da dolayl› askerî müdahale ve fiilî iflgal bunlardan sadece baz›lar› ve genellikle en son tercih edilenleri. Aslolan siyasî, iktisadî-malî yollar. Onlardan netice al›namad›¤› takdirde di¤erleri de devreye giriyor. Ve her halükârda meflruiyet haz›r ve naz›r: Bar›fl, demokrasi, refah, istikrar. Hepsi ayn› kap›ya ç›k›yor: Serbest piyasa. fiimdi, serbest piyasa ad›na tah›la, “küresel tah›l”a ne yap›ld›¤›n›, Ottowa Üniversitesi ö¤retim üyesi Michel Chossudovsky’nin “Yoksullu¤un Küreseleflmesi ve Yeni Dünya Düzeni” adl› kitab›ndan okuyal›m: “1980’li y›llardan beri, ABD ve AB’nin tah›l fazlas›, Dünya Bankas› (DB) gözetiminde, sistematik olarak, dünyan›n dört bir yan›nda g›da tar›m›n› ve yerli çiftçili¤i çökertmek için kullan›ld›. DB’nin kredi vermek için temel tar›m ürünleri ithalat›ndaki s›n›rlamalar›n kald›r›lmas›n› flart koflmas›, ABD ve AB tah›l fazlas›n›n yerel piyasada damping yapmas›na yol açt› ve yerel üreticileri iflasa sürükledi. IMF ve DB’nin dayatt›¤› ‘serbest tah›l piyasas›’ çiftçi ekonomisini y›kt›¤› gibi, pek çok ülke için ‘g›da güvenli¤i’ diye bir fley b›rakmad›. Daha önce, tah›l fazlas› veren müreffeh ülkeler olan Malawi ve Zimbabwe ile 1990’a kadar –yani IMF’nin ABD ve AB tah›l fazlas› için damping buyru¤u verdi¤i tarihe kadar– g›da aç›s›ndan kendi kendisine yeterli olan Ruanda’da küçük çiftçiler peflpefle iflasa sürüklendi. 1991-92’de açl›k, Do¤u Afrika’n›n tah›l deposu olarak bilinen
9
AB’nin nezdinde sayg›n bir devlet adam›. “Kurflunlarla de¤il, açl›kla öldüren ekonomik totalitarizm”e isyan edenleri kurflunlayan rejimin cumhurbaflkan›. fiimdi, Perez’in kabul etti¤i Washinton Konsensüsü’ne, “ekonomik totalitarizm”in on emrine bir bakal›m: 1. Malî politika disiplini. 2. Sübvansiyonlar›n durdurulup kamu harcamalar›n›n e¤itim, sa¤l›k, altyap› yat›r›m› gibi alanlarla s›n›rland›r›lmas›. 3. Vergi reformu. 4. Faiz oranlar›n›n piyasa taraf›ndan belirlenmesi. 5. Döviz kurlar›n›n rekabete aç›lmas›. 6. Serbest ticaret koflullar›n›n ve ithal mallar›n dolafl›m›n›n sa¤lanmas›. 7. Yabanc› sermayenin do¤rudan yat›r›m›n›n serbestleflmesi. 8. Kamu iktisadî teflebbüslerinin özellefltirilmesi. 9. Devletin piyasalar üstündeki kontrolüne son verilmesi ve fiyatlar› piyasan›n belirlemesi. 10. Özel mülkiyetin yasal güvence alt›na al›nmas›. Haz›r söz “ekonomik totalitarizm”e gelmiflken, geçenlerde “Ekonomik Faflizme Dair Düflünceler” bafll›kl› bir broflür yay›nlayan John Berger’a kulak verelim: “Açgözlülük ve kâr tutkusu üzerine kurulu bu kültür, neoliberalizm olarak an›l›yor. Ama ben ona ‘ekonomik faflizm’ diyorum. Neoliberalizmin bu kelimeyi hak etti¤ine inan›yorum. Bütün dünyada yoksullar ve yoksulluk ola¤anüstü bir h›zla art›yor. Bu art›fl›n sebebi do¤al k›tl›klar de¤il. Bu yoksullu¤u yaratan, serbest piyasa mekanizmas›. Yoksulluk hem nicelik olarak hem de derinlik olarak katlanarak art›yor. Milyonlarca insan yetersiz beslenmeden mustarip. Ve bu say› her y›l daha da art›yor. Böyle bir fenomen ortadayken, bunun müsebbibine ekonomik faflizm demenin neresi abart›? Neoliberalizm ekonomik faflizmdir, zira d›fllanan ve yoksullu¤a mahkûm edilen insanlar, piyasac›lar›n zihniyetinde ‘loser’d›r, kaybetmeye yazg›l›d›r. ‘Loser’lar, iki nedenle kaybetmeye mahkûm. Çünkü,
tüketemiyorlar. Ve üretemiyorlar, üretseler bile verimsizler, çok az üretiyorlar. Galiplerin yarg›s› o ki, ‘ma¤luplar’ altinsanlar. Efendi ›rka, üstün ›rka mensup de¤iller.” (Roll, özel say›, Ekim 2009)
Yap›sal Uyum Ekonomik faflizmin bafl aktörleri Dünya Bankas›-IMF ikilisinin dünya halklar›n›n hayat›nda nas›l bir rol oynad›¤›n›, gezegenin her köflesinde neoliberalizmi kurumlaflt›rmak üzere uygulamaya koyduklar› “Yap›sal Uyum” program› gözler önüne seriyor. 1945 sonras›nda modernleflmeye, sanayileflmeye soyunan, ancak sermaye birikimi yetersiz oldu¤u için borçlanan ve özellikle de sosyalist blo¤un –ikinci dünyan›n– çöküflüyle, birinci dünya tefecili¤inin tam mânâs›yla eline düflen üçüncü dünya ülkelerine, d›fl borçlar›-
Fiyatlarda spekülatif dalgalanma
G›da ürünleri üzerinde spekülatif ifllemler yap›lmas› siyasî bir kararla dondurulsa, g›da ürünlerinin fiyatlar› derhal düfler. Bu ifllemlerin hükümsüz hale getirilmesinin önünde hiçbir engel yok. Ancak, DB ve IMF’nin niyeti o yönde de¤il. n›n müzakere edilmesinin ve yeniden kredi alabilmelerinin flart› olarak, yerel tar›m› çökerten neoliberal politikalar “Yap›sal Uyum” diye dayat›l›yor. Amiyane tabirle, “yersen” misali. Yedirdikleri flu: Bir yandan ithalat serbest b›rak›lacak, di¤er yandan ihracata dönük üretim yap›lacak. Örne¤in, tah›l ithal edilecek ve tah›l üretmek yerine, ihracaata dönük “yüksek de¤erli” ürünlere yönelinecek. Yani üçüncü dünya ülkeleri temel g›da yeterliliklerini sa¤layan üretimden vazgeçecek, birinci dünyan›n ihtiyaçlar›yla uyumlu üretim yapacak. Bu yeni üretim için de Dünya Bankas›’ndan kredi deste¤i al›nacak. Sonuç: Üçüncü dünyan›n borç bata¤›na ve g›da yeterlili¤inden g›da krizine, dahas› açl›¤a sürüklenmesi. Birinci dünya içinse, fazla sermayeye yat›r›m
24 OCAK’TAN 12 EYLÜL’E VE BUGÜNE TÜRK‹YE- IMF & DÜNYA BANKASI
Ücretlere t›rpan, sermayeye ikram 970’te Türkiye çal›flan s›n›flar›, zaman›n ihracata dönük en güçlü üçüncü dünya ülkelerinden biri olan Güney Kore çal›flanlar› ile karfl›laflt›r›ld›¤›nda, dolar cinsinden, saatte iki kat daha fazla ücrete sahipti. Bu durum hükümetlerin k›s›tl› ithal ikameci icraatlar›n›n yan›s›ra, iflçi ve köylü hareketlerinin sermaye karfl›s›nda cephe kazanmas›na neden olan örgütlenme kabiliyetlerinden dolay› 12 Eylül darbesine kadar devam etti. 1960’tan itibaren uygulanmaya bafllanan befl y›ll›k kalk›nma planlar› genel olarak emek-sermaye dengesini hesaba katmak zorunda kalan bir yap›ya sahipti. Bu dönemde hükümetler fiyat denetimleriyle, tar›msal üretimde gerek büyük, gerekse küçük üreticilere sa¤lanan sübvan-
1
10
alan›, fazla ürüne pazar. Gelgelelim, sistemin ifllemesi için üçüncü dünyan›n üretime ve tüketime devam edebilmesi gerekiyor. Yani buyrun Dünya Bankas›’n›n yoksullukla mücadele program›na, buyrun IMF ile stand-by’a. Michel Chossudovsky’nin dedi¤i gibi: “Küresel ça¤da açl›¤›n nedeni g›da k›tl›¤› de¤il, tam tersi: Küresel g›da fazlas›, geliflmekte olan ülkelerin tar›msal üretiminin dengesini bozmak için kullan›ld›. Ve dünyan›n her yerinde çiftçilerin yoksullaflmas›na sebep oldu. Dahas›, IMF ve DB’nin ‘yap›sal uyum’ programlar› açl›¤› ortaya ç›karan süreçle yak›ndan ba¤lant›l›, zira bu programlar küresel piyasan›n do¤rudan ç›kar›na olmayan kentsel ve k›rsal bütün ekonomik faaliyet alanlar›n› sistematik olarak baltal›yor.”
siyonlarla, ithalat k›s›tlamalar›yla ve K‹T’lerin düflük fiyat politikalar›yla büyük sermayenin iç pazardan belli bir pay almas›n› mümkün k›ld›¤› gibi, iflçi s›n›f›n› da tüketimde bir aktör haline getirerek sermaye-emek çeliflkisini ve gelir adaletini günümüzden daha dengeli bir denklemde tutuyordu. ‹hracata vurgu yapan günümüz tezlerinin tersine, iç pazar›n geniflli¤inden faydalanan ithal ikameci sistem, tüm handikaplar›na ra¤men, iflçi s›n›f›n›n görece yüksek bir ücret almas›n› zorunlu k›l›yordu. Bu flartlarda, sermaye ve çal›flanlar, çok partili parlamenter sistem içinde tüm iktidarlar›n gözetmesi gereken bir denge içinde faaliyet gösteriyordu. Ancak 1960’lardan itibaren kademeli olarak tesis edilen ithal ikameci sistem, popülist politikalar›n d›fl›na ç›ka-
Milyonlarca insan› açl›¤a ve kronik yetersiz beslenmeye sürükleyen ve süregiden küresel g›da krizinin tek nedeni, IMF - Dünya Bankas› patentli “Makroekonomik ‹stikrar” paketleri ve “Yap›sal Uyum” programlar› de¤il. Bir de borsa spekülasyonu boyutu var. Chossudovsky’yi dinliyoruz: “G›da fiyatlar›ndaki t›rmanma büyük ölçüde piyasalardaki manipülasyonun, esas olarak emtiya piyasalar›ndaki borsa spekülasyonlar›n›n sonucu. Tah›l fiyatlar› New York ve Chicago borsalar›ndaki büyük ölçekli spekülatif operasyonlarla sunî olarak flifliriliyor. Bu¤day, pirinç ve m›s›rdaki spekülatif ifllemler bu ürünlerin gerçek al›m-sat›m› yap›lmadan gerçeklefltirilebiliyor. Tah›l borsas›nda ifllem yapanlar, tah›l al›m-sat›m›n› yapan kurulufllar olmak zorunda de¤il. ‹fllemler ürünlerin fiyatlar›ndaki düflüfl ya da yükselifllerin üzerine oynama imkân› veren hisse senedi endeksine ba¤l› yat›r›m fonlar›yla yap›l›yor. Sat›fl opsiyonu fiyat›n düflece¤ine, al›fl opsiyonu ise fiyat›n yükse-
mayan hükümetlerce sanayileflme sürecini hem iç pazar› büyütecek, hem de sanayi ürünlerinin ihracat›na izin verecek denli geniflletemedi. 1979’a kadar sanayi, büyük oranda ithal girdilere ba¤›ml› kald›. Hükümetler, tüm dünyada hüküm süren Keynesçilik sayesinde, 1974’e dek bugünkü kadar vahfli olmayan bir kredi sistemiyle artan ithalat ihtiyac›n› d›fl kredilerle gideriyordu. Bu genel tablo içinde, IMF’nin Türkiye’ye ilk önemli müdahalesi d›fl ticareti “serbestlefltirerek” iç tüketimden ihracata h›zl› bir geçifl yap›lmas›n› empoze etmek oldu. Bunun ilk ad›mlar›ndan biri, liran›n dolar karfl›s›nda de¤erini düflürmekti. 10 A¤ustos 1970’de, 1 dolar 9 liradan 15 liraya ç›kar›ld›. 10 A¤ustos kararlar›na bir dizi ithalat izni ve serbestleflme hamlesi de dahildi. Bu hamlelerin bir k›sm› ancak 12 Mart 1971 darbesinin akabinde sendikal haklar›n ask›ya al›nmas› ile gerçekleflebildi. Ancak yeniden
parlamenter sisteme geçilmesiyle darbe öncesi sermaye-emek dengesi tesis edilebildi. 1974’te petrol fiyatlar›n›n bir anda üç kat artmas›yla iyice kendini hissettiren küresel kriz s›ras›nda Demirel hükümeti popülist politkalara devam etti. Petrol fiyatlar›na zam yapmad›, ithalat ba¤›ml›l›¤›n› k›sa vadeli ve yüksek faizli krediler bularak iyice azd›rd› ve 1977’de Türkiye tarihinin en büyük krizlerinden birinin patlak vermesine sebep oldu. ‘77 bunal›m›n›n ortas›na düflen Ecevit hükümeti kendini sermaye ve emek kesimi aras›nda bozulan dengelerin ortas›nda buldu. 1976’da imalat sanayiinde çal›flanlar›n ortaya ç›kan de¤erden pay› yaklafl›k yüzde 31.7 düzeyindeyken, bu pay verdikleri örgütlü mücadele sonucu 1979’da yüzde 38.7’ye yükselmiflti. Say›lar› 6 milyona varan sendikal› çal›flanlar (dönemin Türkiye nüfusu 43 milyondu) krizin gölgesinde ücretlerinin dü-
lece¤ine dair bahse girmek anlam›na geliyor. Borsa kurumlar› ve finans kurulufllar› birlikte hareket ederek belli bir ürünün fiyat›n›n yükselece¤i üzerine oynuyorlar. Spekülasyonlar piyasada inifl-ç›k›fllara neden oluyor. Bu de¤iflkenlik spekülatif ifllemleri iyice teflvik ediyor. Kârlar, fiyatlar yükselifle geçti¤inde elde ediliyor. G›da ürünleri fiyatlar›nda son dönemde meydana gelen spekülatif yükselifl, dünyay› daha önce efli görülmemifl bir ölçekte açl›kla karfl› karfl›ya getirdi. G›da ürünleri üzerinde spekülatif ifllemler yap›lmas› siyasî bir kararla dondurulsa, g›da ürünlerinin fiyatlar› derhal düfler. Bu ifllemlerin hükümsüz ve etkisiz hale getirilmesinin önünde asl›nda hiçbir engel yok. Ancak, Dünya Bankas› ve IMF’nin niyeti o yönde de¤il.”
di¤i bu sözlerinin tarihsel ba¤lam›na bir göz atal›m. II. Dünya Savafl›’n›n galibi ABD, emperyalist hegemonyas›n› kurmaya bir dizi uluslararas› kurumu tesis ederek bafllad›: Birleflmifl Milletler, NATO, IMF, Dünya Bankas›, sonralar› Dünya Ticaret Örgütü... Keynes’in kapitalist, sosyalist ve ba¤lant›s›z ülkelerin (birinci, ikinci ve üçüncü dünya) bir arada yaflamas›n› esas alan küresel ekonomi modelini kendi hegemonyas›na karfl› bir tehdit olarak görüp elemine eden ABD, bu ifli IMF ve Dünya Bankas› üstünden yürütmeyi planl›yordu. Ancak üçüncü dünyan›n emperyalizme karfl› sosyalist ülkelerle birlikte tav›r al-
Cargill’ller, Kissinger’lar
ya Bankas› gündemini ö¤retiyordu. 1973 sonras› kriz döneminde dünyada da bir dizi sars›nt› gerçekleflti. Petrol krizi s›ras›nda h›zla artan petrol fiyatlar›ndan nemalanmak isteyen New York bankerleri, ABD’nin silah tehdidiyle Suudi Arabistan ve Kuveyt gibi ülkelerin artan kârlar›n› kendi kredi a¤lar›n› geniflletmek için kullanmaya bafllad›. Bunun için en güvenilir müflteri olarak görülen hükümetlerin hizaya getirilmesi gerekiyordu. 1973’te fiili ve Uruguay’da, 1976’da Arjantin’de gerçekleflen ve bunlar›n ard›ndan gelen nice askerî darbe, hem borç verilecek ülkeler yelpazesini geri ödemeleri garanti edecek flekilde geniflletiyor, hem de Keynesçilikten iyice kopart›lan IMF ve DB’nin yeni politikalar›n› flekillendiriyordu. Ecevit, ana muhalefette oldu¤u 1979’da su yüzüne ç›kmaya bafllayan ve y›l sonunda Demirel’e, müsteflar› Özal taraf›ndan sunulan 24 Ocak Kararlar›’na
bofluna “Latin Amerika modeli” dememiflti. Ancak Avrupa Sosyal Demokratlar›, art›k de¤er krizi s›ras›nda sosyalizme meyletmeyeceklerini aç›klar, ‹sveç, Portekiz ve ‹talya’n›n baz› bölgelerinde komünizm direkten dönerken, krizi aflman›n yolu Özal taraf›ndan en basit formülle dile getirildi: Ücretler düflürülmeli, sermaye birikimi tekrar tesis edilmeliydi. 24 Ocak Kararlar›, Demirel dahil hiçbir politikac›n›n alenen kabul edemeyece¤i bir siyasî intihard›. Temel mallardaki tüm sübvansiyonlar kald›r›lacak, pahal› döviz, ucuz kredi ve düflük ücretle desteklenen ihracat ana mesele haline gelecek, iç talep daralt›larak çal›flan s›n›flar üzerindeki vergiler art›r›lacakt›. Yani genifl halk kitleleri ve özellikle örgütlü iflçiler yoksullaflt›r›lmal›yd›. Bu “flok tedavi”, Türkiye dahil, dünyan›n hiçbir üçüncü dünya ülkesinde demokrasi ve parlamenter sistem dahilinde yap›lamazd› ve yap›lamad›. O yüzden-
dir ki, Kenan Evren darbe sonras› yapt›¤› ilk konuflmada yüksek ücretlerin Türkiye ekonomisine darbe vurdu¤undan söz ederek tüm sendikal haklar› ortadan kald›rd›¤›n› aç›klad› ve ücret belirleme görevini kendi kurdu¤u Yüksek Hakem Kurulu’na devretti. Verdi¤i demeçlerde DB ve IMF kredilerinin kullan›lmas› ad›na ba¤›ms›z yap›lar›n kurulmas›n›n gerekti¤ini defalarca beyan etti. Darbenin iktisadî ve cebrî yüzünü ruh ikizleriymiflçesine ören Özal ve Evren'in çabalar› ve çerçevesi ve Dünya Bankas› - IMF taraf›ndan çizilen uyum paketi sayesinde, 1979-88 y›llar› aras›nda emek verimlili¤i yüzde 50, sanayi üretimi yüzde 66 artarken, çal›flanlar›n sanayideki art›k de¤erden paylar› yüzde 37.2’den yüzde 15.4’e geriledi. 12 Eylül’ü, “flimdiye kadar iflçiler güldü, gülme s›ras› bizde” diyerek alk›fllayan Halit Narin’in baflkanl›¤›n› yapt›¤› T‹SK murad›na ermiflti.
Derleyen: Ulus Atayurt
flürülmesine r›za göstermeyi bir yana b›rak›n, saflar› s›klaflt›rmaya devam ediyordu. Böylece sermaye-emek aras›ndaki k›smî mutabakat sona erdi. Ecevit hükümeti ise, t›pk› 2001 krizindeki gibi, hem siyasî güçten hem de radikal ekonomik önlemlerle çal›flan s›n›f›n avantajlar›n› koruyacak bir vizyondan yoksundu. Fiyat serbestisi, tar›msal desteklerin kald›r›lmas› ve yurtiçi talebin k›s›lmas›n› tavsiye eden IMF’ye karfl› bir nebze direniyor, ancak radikal bir de¤iflikli¤e takati olmad›¤› için “popülist” modelin çöküflü karfl›s›nda eli kolu ba¤lan›yordu. Di¤er yanda ise, krizin hemen öncesinde, 1975’te befl y›ll›k Dünya Bankas› mesaisinin ard›ndan yurda dönen, k›sa bir dönem Sabanc› Holding’te çal›flt›ktan sonra MESS’in (Madeni Eflya Sanayicileri Sendikas›) bafl›na geçen Turgut Özal, sermaye kesimlerine ve baflta Demirel olmak üzere siyasîlere IMF ve Dün-
Derleyen: Siren ‹demen - Yücel Göktürk
IMF ve DB reçetelerinin yoksullu¤un, açl›¤›n çözümü olmad›¤›, aksine sebebi oldu¤u ortada. Üçüncü dünya ülkelerine dayatt›klar› “Makroekonomik ‹stikrar” paketlerinin, “Yap›sal Uyum” programlar›n›n ve müdahale etmeye yanaflmad›klar› borsa spekülasyonlar›n›n, zaten yoksulluk ve mahrumiyet içinde yaflayan yüz milyonlarca insan›n daha da yoksullaflmas›na, mahrumiyetlerinin katlanarak açl›k s›n›r›na gelmesine yol açt›¤›n› sa¤›r sultan bile biliyor. O yüzden dünyan›n dört bir yan›nda lanetle an›l›yorlar. Chossudovsky’nin, Henry Kissinger’›n 1974 y›l›nda, ABD D›fliflleri Bakan› s›fat›yla, “ABD ‘nin Güvenli¤i ve Denizafl›r› Ç›karlar› Aç›s›ndan Dünya Nüfus Art›fl›n›n Düflündürdükleri” bafll›kl› toplant›da sarfetti¤i flu sözleri s›k s›k hat›rlatmas› bofluna de¤il: “Petrolü elinde tutan devletleri de elinde tutar, g›day› elinde tutan halklar› da elinde tutar.” Kissinger'›n 1974’te, dünya büyük bir petrol krizi yaflad›¤› s›rada söyle-
Sene 2008: Filipinler’de, Manila’n›n kuzeyinde, bir kamu kooperatifinin seyyar arac›n›n önünde ucuz pirinç alabilmek ad›na upuzun bir kuyruk oluflmufl. Bu bölgeye daha uzun y›llar yetecek kadar pirinç stoku bulunuyor, ancak piyasaya karaborsac›lar hâkim
mas›yla biçimlenen dünya konjonktürü, 1970’lere kadar bu kurumlar›n ifllerlik kazanmas›na izin vermedi. IMF ve Dünya Bankas›, uzun y›llar dünyan›n büyük bir bölümünün gözünde hiçbir itibar› olmayan, hatta neden kurulduklar› dahi bilinmeyen örgütler olarak kald›. 1973’teki fiili darbesi ve ard›ndan neoliberalizmin babas› olarak kabul edilen Milton Friedman’›n fiili ekonomisinin bafl›na geçmesi, IMF ve Dünya Bankas›’na 1980’lerde küresel ekonomide oynayaca¤› rolü ilk kez uygulama imkân› sa¤lad›. Aradan geçen y›llarda köprünün alt›ndan çok sular akt›, ama IMF ve Dünya Bankas›’n›n temel düsturu de¤iflmedi, Kissinger’›n tek cümlede özetledi¤i ilkenin emrine amade oldu. Ama gelinen noktada maske düflmüfl oldu¤undan, ikisi de çehre ve söylem de¤ifltiriyor flimdi. Demeçlere bakarsan›z, yard›m kurulufllar› sanki. Gerçi yard›m ettikleri olmuyor de¤il. Bu bak›mdan Cargill’e benziyorlar. Bilindi¤i gibi, Cargill, dünyan›n dört bir yan›ndaki tah›l piyasalar›n›, tar›msal girdileri, tohumlar› ve ifllenmifl g›da ürünlerini elinde tutan bir avuç küresel tar›m flirketinden biri ve önde gideni. Befl k›taya yay›lan 140 küsur alt flirketiyle dev bir ahtopot gibi. Uluslararas› tah›l ticaretinin önemli bir k›sm› onun ellerinde. ‹flte bu Cargill, “g›da yard›mlar›” yap›yor. fiöyle: ABD’nin 480 say›l› yasa gere¤i kamusal fonlarla finanse edilen “g›da yard›mlar›”n›n, 1950’li y›llardan beri bafll›ca üstlenicisi Cargill. Yoksulluk yaratarak zenginleflmesi yetmiyor, yoksullara yap›lan yard›mdan da sebepleniyor. IMF ve Dünya Bankas›’n›n Cargill’le benzerli¤i mecaz de¤il, olgu. Zira zaten Cargill’gillerin temsilcili¤ini yap›yorlar, Kissinger’gillerin ad›na. “Petrolü elinde tutan devletleri de elinde tutuyor, g›day› elinde tutan halklar› da elinde tutuyor.”
11
ULUSLARARASI ÖZGÜRLÜK MÜCADELES‹ VE HUKUK SEMPOZYUMU’NUN ARDINDAN
Aslolan ordunun yarg›lanmas›d›r Halk›n Hukuk Bürosu, 1994 y›l›nda Befliktafl’ta bir kafede polis taraf›ndan öldürülen avukat Fuat Erdo¤an’›n an›s›na “Özgürlük Mücadelesi ve Hukuk” baflkl›kl› bir sempozyum düzenledi. Venezüella, Kolombiya, Arjantin, ‹talya, Yunanistan, Filistin, Irak, Lübnan, M›s›r ve Bask bölgesinden gelen hukukçular›n kat›ld›¤› sempozyumun moderatörlerinden ve Halk›n Hukuk Bürosu avukatlar›ndan Ebru Timtik’ten Terörle Mücadele Yasas›’ndan Ergenekon’a, tecrit uygulamas›ndan Güler Zere’nin durumuna, Türkiye’de hukuk haline gelen hukuksuzluklar› konufltuk... Bu sempozyum fikri nas›l do¤du, neyi amaçlad›n›z? Ebru Timtik: Ça¤dafl Hukukçular ve ezilenlerin avukatlar› olarak böyle bir sempozyum düzenlemeyi uzun zamand›r düflünüyorduk. Bugüne kadar, yasal düzenlemelerin tart›fl›ld›¤› birçok bilimsel toplant›ya kat›ld›k, ama hiçbirinde halk›n yarar›na kafa yoruldu¤unu görmedik. Bütün toplant›lar sermayenin ifline gelecek yasalar› destekleme peflindeydi. Kimsenin bizi, yani ezilen halklar› konuflmad›¤› bir durumda böyle bir sempozyum yapmam›z farz oldu. Demokrasilerin girdi¤i ç›kmazlara çözüm aray›fl› saikiyle Latin Amerika, Ortado¤u ve baz› Avrupa ülkelerinden, halklar›n mücadelesinin yükseldi¤i yerlerden gelen meslektafllar›m›zla gerçeklefltirdi¤imiz sempozyum sonucunda kurumlaflma, toplant›lar› süreklilefltirme ve bir yay›n ç›kartma karar› ald›k. Sempozyumun en önemli konu bafll›klar›ndan biri, Terörle Mücadele Kanunu’ydu (TMK)... Tüm dünyay› etkisi alt›na alan ve “büyülü” bir kavram haline gelen terör, müphem bir içerik ve genifl bir çerçeveyle sunuluyor; böylelikle üretilen korku, yasan›n meflruiyetini oluflturuyor. TMK, 1991’den beri uygulan›yor. Terör konsepti de bu paralelde ‘90’l› y›llarda yerlefliyor. Bu y›llardan evvel, ayn› fliddet uygulamalar›yla devam eden siyasî yarg›lamalar vard›. Siyasî yarg›lama tan›m› önemli, çünkü siyasî olarak karfl› tarafta birileri oldu¤u kabulünü gerektiriyor. Terör kavram›yla birlikte OHAL uygulamalar›n›n yayg›n ve meflru bir flekilde varolmas›n› sa¤layan bir konjoktür yarat›ld›. OHAL, esas olarak hukukun ask›ya al›nmas›d›r. TMK ile hukuksuzluk hukuk haline getirildi. Öte yandan, terör kavram›n› küresel kapitalizm ve emperyalizmden ayr› düflünmek mümkün de¤il. Terör kavram›, korku üreten bir mekanizma olarak ifl görüyor. Basit bir örnek vereyim: Amerikan ajanlar›n›n terörle mücadelesini anlatan bilgisayar oyunlar› var. Bu oyunlarda ad› terörist olan karakterin teni Amerikal›ya göre daha koyudur ve boynunda Filistinlilerin takt›¤› pufliler vard›r. Bu teröristlerin sakland›klar› yerlerde de Che posterleri ve duvar yaz›lar› bulunur. Tüm bu kodlamalarla, ABD Irak’a, Afganistan’a girme meflruiyetini kazan›yor. Di¤er taraftan, iflgal koflullar› kendi ülkelerindeki yasalar› da oluflturuyor. Örne¤in ‹ngiltere’de anti-terör yasas› sadece yabanc› uyruklu-
12
Ebru Timtik
lar için ç›kar›lan ve uygulanan bir yasad›r. Terörist, d›flar›dan gelen bir varl›k, kendi yurttafllar› aras›nda mevcut olmayan bir yarat›l›fla sahip, Bat›l› olmayan insand›r. Sempozyumun ikinci bafll›¤› “uluslar›n kendi kaderini tayin hakk›”yd›. Kürt aç›l›m›n›n konufluldu¤u ve özerklik formüllerinin dile getirildi¤i flu günlerde BASK bölgesinden gelen
Ergenekon’un bir kontrgerilla yarg›lamas› oldu¤unu söylemek zor. Birkaç kontrgerilla flefini karfl›m›za getirerek “geçmiflimizle hesaplaflt›k” denmek isteniyor. Kontrgerilla halihaz›rda mevcudiyetini ve faaliyetini devam ettiriyor. bir konu¤unuz da vard›... Uluslar›n kendi geleceklerini belirleme hakk›, tüm dünyada kabul görüyor. Ulus kavram›n›n ça¤›m›zda pek makbul olmad›¤›n› art›k biliyoruz. Ancak, tart›flmay› sosyolojik terimler üzerinden götürmenin anlaml› oldu¤unu düflünmüyorum. Sorun asl›nda politik bir sorundur, dolay›s›yla ekonomiktir. Bask, bilindi¤i gibi, çok zengin bir bölge, orada bir hak sahipli¤i kavgas› sürüyor. Ve bu, ulusal bütünlük üzerinden yürütülüyor. Bask bölgesinde yaflayanlar kimliklerinin tan›nmas›n› istiyor ve topraklar›ndaki kaynaklar›n kendi tasarruflar›nda ol-
mas› için mücadele ediyor. Kürtler de ayn› mücadeleyi veriyor. Ancak, biny›llard›r bu co¤rafyada yaflayan bir halk›n varl›¤›n› inkâr edebilmek için absürd etimolojik aç›klamalar›n yap›ld›¤› bir atmosferde bu halk›n kendi gelece¤ini belirlemesine izin verilece¤ini düflünmek yan›lt›c› olur. ‹flgal, imha, ilhak politikalar›yla, aya¤›nda terlikli çocuklar›n kap›lar›n›n önünde öldürüldü¤ü bir zamandan geliyoruz. Bunlar tarih de¤il, üç-befl y›l evveli. fiimdi aç›l›mdan bahsediliyor, belirsiz bir içerikle yürüyen bir süreç var. Dolay›s›yla, özerklik formüllerini konuflabilmek için çok erken. 13 y›l sonra hâkim karfl›s›na ç›kar›labilen, gururla “bin operasyon yapt›m” diyen Mehmet A¤ar’›n, 17 bin faili meçhul cinayetin sorumlular›ndan biri olan albay Cemal Temizöz’ün yarg›land›¤› flu günlerde, Türkiyey’le benzer bir geçmifli paylaflan Arjantin’in Hakikatleri Araflt›rma Komisyonu Baflkan› da kat›ld› sempozyuma. Arjantin’in kontrgerillayla hesaplaflmas› Türkiye için bir örnek oluflturabilir mi? Arjantin’de çok ciddi say›da insan faili meçhul cinayetlere kurban gitti; bizim konu¤umuz da dahil olmak üzere, binlerce insan uzun seneler tutuklu kald›, binlerce insan gözalt›larda iflkenceyle öldürüldü ya da sakat kald›. Bütün bunlar 1980’lerde, ‘90’larda Türkiye’de yaflananlara çok benziyor. Ancak, Arjantin’de yaflananlara halk›n tepkisi Türkiye’dekinden çok farkl› oldu. Orada kontrgerilla ile hesaplaflma bizdeki gibi yukar›dan bir operasyonla olmad›. Konu¤umuz, o dönemi flöyle ifade etti: “‹flkencecilerin, katillerin kap›lar›n›n önüne biz binlerce insan olarak gittik ve ‘bu adam iflkencecidir, katliamc›d›r’ dedik, yasa karfl›s›na ç›kart›l›ncaya kadar her gün bu eylemleri yapt›k. Kitle gösterileri ve taban›n hareketi sonucunda yarg›lamalar bafllad›.” Ergenekon’a bakt›¤›m›zdaysa, yukar›dan bir müdahaleyle bafllat›lan ve ço¤unlukla siyasî bir hesaplaflma görünümü arz eden bir süreçle karfl› karfl›ya oldu¤umuzu görüyoruz. Bunun gerçekten bir kontrgerilla yarg›lamas› oldu¤unu söylemek çok zor. Tabii ki yarg›lananlar aras›nda tescilli katiller var. Mehmet A¤ar, mahkemeye bir zahmet teflrif etti¤inde, verdi¤i ifade, bize sadece göstermelik olarak o sandalyeye oturdu¤unu, kendini hâlâ çok güvende ve korunakl› hissetti¤ini gösteriyor. Bu davalarla Arjantin’deki yarg›lamalar› k›yaslamak mümkün de¤il. Kontrgerilla yarg›-
22 yafl›ndayken DHKP-C davas›nda 34 y›l hapis cezas›na çarpt›r›lan Güler Zere, 2008’de, cezaevindeki 14. y›l›nda damak kanserine yakaland›. Tedavisi için yap›lan bütün giriflimler Adalet Bakanl›¤›’ndan geri döndü ve Güler Zere ölüme mahkûm edilmifl oldu
Tecritin tüm sosyal hayat› kapsayacak flekilde gündelik bir politika olarak da uyguland›¤›n› görüyoruz. Mesela, Kazl›çeflme’nin yasal miting alan› olmas›, sesinizin toplumla buluflmas›na engel olmak için uygulanan bir tecrit yöntemi. doktor biyopsi için iki ay sonras›na gün verdi. ‹ki ay sonra örnek al›nd›, sonra patolojik inceleme sonucunun gelmesi beklendi. Aradan geçen uzun süre sonunda Güler’e teflhis kondu. Fakat teflhis kondu¤unda, Güler art›k bir fley yiyemez hale gelmiflti. Güler flu anda tedavisi için gerekli olan moral ve fizikî koflullara sahip de¤il. Bu hastal›¤› ö¤renir ö¤renmez derhal infaz›n ertelenmesi için baflvurularda bulunduk. Ancak, baflvurumuza cevap gelmedi. ‹kinci kez baflvurdu¤umuzdaysa, daha önce bir baflvuru olmad›¤› cevab›yla karfl›laflt›k. Önceki baflvurumuzu belgelerle ispat ettik. Bu kez de bir yanl›fll›k oldu¤u cevab›n› ald›k. Adana’dan al›nan hastal›k raporu –ki kanun üniversite hastanelerinin heyetlerinden al›nan raporlar›n, adlî
t›p raporlar›n›n muadili oldu¤unu söyler– kabul edilmedi. Savc› tamamen keyfî bir uygulamayla Güler’i Adlî T›p’a gönderdi. Adlî T›p Kurulu, toplam bir dakika hiçbir muayene yapmadan Güler’e bak›p geri gönderdi. Biz itiraz ettik. Daha sonra, itiraz etti¤imiz makam süreci tekrar bafla sard›. fiimdi radyoloji raporunun gelmesi bekleniyor. Radyoloji raporunda art›k sadece Güler’in kaç gün ömrünün kald›¤› ö¤renilebilir. Biz art›k flöyle düflünüyoruz: Güler’in b›rak›ld›ktan birkaç gün sonra ölece¤inden emin olmak istiyorlar. Bu aflamaya gelindi¤inde Güler b›rak›lacak. Her geçen gün savc›n›n verece¤i karar önemini yitiriyor. Çünkü Güler ölüyor. Sadece Güler’in yaflad›¤› bir durum de¤il bu, devletin insan›n yaflama hakk›na iliflkin tutumu asl›nda sorun. fiu anda, pek çok tutuklu ve hükümlü ayn› koflullarda, hatta daha da kötü koflullarda. Güler’in teflhisi kondu¤undan bu yana, cezaevinden ayn› nedenlerle üç cenaze ç›kard›k…
Söylefli: Funda Tosun
lamas›nda aslolan, ordunun yarg›lanmas›d›r. Burada sadece birkaç kontrgerilla flefini karfl›m›za getirerek “bak›n, geçmiflimizle hesaplaflt›k” denmek isteniyor. Kontrgerilla halihaz›rda mevcudiyetini ve faaliyetini devam ettiriyor Türkiye’de. Bu ba¤lamda, ma¤duriyetler benzemekle birlikte, yaflad›¤›m›z süreç Arjantin’den farkl›. Sempozyumun bir konusu da hapishanelerdeki tecrit uygulamas›yd›. Tecrit son y›llarda bütün dünyada yayg›nlafl›yor galiba... Tecritin tüm dünyada gittikçe yayg›nlaflt›¤›n› bu sempozyumla bir daha gördük. Tecrit, hapishanelerde insanlar› sesten, renkten, bilgiden yoksun b›rakarak cezaland›rma yöntemi. Ayr›ca, tecritin tüm sosyal hayat› kapsayacak flekilde gündelik bir politika olarak uyguland›¤›n› da görüyoruz. Mitinglerin flehrin d›fl›ndaki alanlarda yap›lmas›, mesela Kazl›çeflme’nin yasal miting alan› olmas›, sesinizi toplumla buluflturman›za engel olmak için uygulanan bir tecrit yöntemi. Siz ayn› zamanda Güler Zere’nin avukatlar›ndans›n›z. Güler Zere’nin serbest b›rak›lmas› yönünde bir geliflme var m›? Türk Tabibler Birli¤i ‹stanbul Tabip Odas›’n›n yay›nlad›¤› hücre tipi hapishanelerin ve tecrit koflullar›n›n ba¤›fl›kl›k sistemini düflürerek baz› hastal›klara yol açt›¤›n› ve geliflim seyrini h›zland›rd›¤›n› ifade eden raporlar var. Bu raporlarda geçen hastal›klardan biri de, Güler Zere’nin yakaland›¤› kanser hastal›¤›. Güler’in durumu geçen eylül ay›nda ortaya ç›kt›. Güler dama¤›nda ç›kan bir iltihap sebebiyle birkaç kere revire gitti ve her seferinde antibiyotik ve baz› ilaçlarla geri gönderildi. Güler’in bir türlü iyileflmemesi üzerine gönderildi¤i Elbistan Devlet Hastanesi’nde rahats›zl›¤›n›n kötü huylu bir tümor oldu¤u anlafl›ld› ve Adana Üniversite Hastanesi’ne sevk edildi. Adana’da Güler’e bakan
iyarbak›r’da, 26-29 Eylül tarihlerinde düzenlenen birinci Mezopotamya Sosyal Forumu’na çeflitli ülkelerden aktivistler, akademisyenler, devrimciler kat›ld›. Sümer Park’taki forum süresince Kürt sorununun farkl› boyutlar›n›n yan›s›ra, Ortado¤u halklar›n›n karfl› karfl›ya bulunduklar› zorluklar, dünyay› yönetenlerin Ortado¤u’ya dair tasar›lar› ve bölge devletlerinin tutumlar› da mercek alt›na al›nd›. “Su ve Enerji Savafllar› Ortas›nda Mezopotamya” bafll›kl› panelde, bölgede son dönemde yayg›nlaflan “güvenlik barajlar›” ele al›nd›. Jeoloji Mühendisleri Odas›’ndan Murat Hocao¤lu, fi›rnak ve Hakkâri’de s›n›r güvenli¤i sebebiyle 11 su fliflirme bendi yap›ld›¤›n›, bunlar›n üç ay içinde tasarland›¤›n› anlatt›. Hocao¤lu s›n›rdaki barajlar›n may›n tarlas› uygulamas›n›n devam› oldu¤unu söylerken, bu projelerin yaratt›¤› ekolojik ve sosyolojik tahribata dikkat çekti. ‹nflaat Mühendisleri Odas› yöneticilerinden Ahmet Göksu da “güvenlik gerekçesiyle yap›lacak bentlerin bölgeyi insans›zlaflt›raca¤›”n› vurgulad›. ‹fade özgürlü¤ü, kültürel haklar, siyaset kuramlar›, eylem yöntemleri, kad›n hareketleri, hukuksal uygulamalar, uluslararas› deneyimler ve daha pek çok konunun tart›fl›ld›¤› MSF’nin en dikkat çekici oturumlar›ndan biri, Kürt anarflistlerin ve vicdanî retçilerin bir araya geldi¤i “Devletten Hiçbir fiey ‹stemiyoruz” paneliydi. Van’da örgütlenmeye bafllayan Kürt anarflistlerin çal›flmalar›n› ve Kürt sorununa dair görüfllerini önümüzdeki say›da aktaraca¤›z. PKK siyasetini elefltiren anarflistler panelde çok tepki gördü ama, MSF’de PKK’nin ciddi olarak elefltirilebildi¤i oturumlar›n olmas› bile Kürt hareketinin farkl› seslerden art›k kaç(a)mad›¤›n›n göstergesi gibi görünüyor. Dört gün süren forumun yap›ld›¤› alandaki “Demokratik Konfederalizm Çad›r›”nda halaylar çekilirken, savafl uçaklar› Diyarbak›r semalar›nda turlamay› sürdürdü. Forumdan bir gün önce ise fiervanên Hilala Zêrin (Alt›n Hilal Savaflç›lar›) adl› silahl› örgüt, ekolojik aç›dan politikalar›n› yetersiz bularak PKK'den ayr›ld›klar›n› ve bundan böyle Güneydo¤u’daki do¤a tahribat›n› silahl› direnifllerle engellemeye çal›flacaklar›n›, baraj yap›mlar›n›, do¤a tahribat›na sebep olan fabrikalar› ve bu çal›flmalar› sürdürenleri hedef alacaklar›n› aç›klayarak kuruluflunu ilan etti. Y›llard›r Avrupa’n›n çeflitli ülkelerinden aktivistlerin, siyasetçilerin u¤rak yeri olan Diyarbak›r, ilk defa, yo¤unlukla Ortado¤u’dan gelen aktivistlere ev sahipli¤i yapt› ve “Filistinli Mülteciler ve Filistin Sorununa Çözüm Perspektifleri” adl› bir panel de düzenlendi. ‹fade Özgürlü¤ü panelinde konuflan avukat Meral Dan›fl Befltafl, Kürtlerin u¤rad›klar› hak ihlâllerinin yarg› organlar› taraf›ndan nas›l katmerlendi¤ini anlat›rken önemli bir geliflmeyi de aktard›: 2005’ten beri A‹HM de faili meçhul yak›nlar› ve göç ma¤durlar›n›n davalar›n› Türkiye’ye iade ediyor ya da Türk devletinin lehine kararlar veriyor! MSF’nin en hararetli tart›flmalar›ndan biri, feminist Handan Ça¤layan’›n anadil talebine dair yorumu üzerine yafland›.
D
14
TAZM‹NAT DAVALARINDA DEVLET‹N KUMPASI
A‹HM’in 180 derecelik dönüflü Mezopotamya Sosyal Forum’daki konuflman›zda A‹HM’in son dönemde Türkiye’den giden dosyalarda devlet lehine kararlar verdi¤ini söylediniz. Köylerinden edilen Kürtlerin baflvurular› karar aflamas›ndayken niye Türkiye’ye iade edildi? Meral Dan›fl Befltafl: Köylerinden edilen Kürtlerin ço¤u için tek umut A‹HM’den ç›kacak karard›. A‹HM ise Türkiye’de köye dönüfl konusunda bir kanun ç›kt›¤›n› gerekçe göstererek dosyalar› iade etti. A‹HM’e göre, 5233 say›l› kanun, köylerinden edilen, yak›nlar› faili meçhule kurban giden, bu savafltan dolay› her türlü ma¤duriyeti yaflayanlar›n haklar›n› sa¤layacak. Dolay›s›yla, ma¤durlar iç hukuk yollar›n› tekrar tüketerek A‹HM’e gidebilecekler. Oysa, A‹HM’e baflvurulan dönemde iç hukuk yollar› zaten t›kal›yd›, o yüzden insanlar A‹HM’e gitmifllerdi. Köy yak›lmas› idarî bir pratiktir. Jandarma da bu uygulamay› inkâr etmiyor. 5233 say›l› kanun, sonradan ortaya ç›kan bir mekanizma. Bu nedenle A‹HM’in karar aflamas›ndaki dosyalar› iade etmesi, siyasî bir karard›r. Bir mahkemenin delilleriyle birlikte önüne gelen bir dosya hakk›nda, karar vermeden iade etmesi hukuk konseptine ayk›r›d›r.
A‹HM Kürtler için iç hukuk yollar›n›n tüketilmesi flart›n›, hak ihlâlleri çok yayg›n ve genel oldu¤u için kald›rm›flt›. Bu, ma¤dur Kürtler için çok önemli bir kazan›md›. Fakat A‹HM, köye dönüfl dosyalar›n› iade ederek 180 derece dönüfl yapt›. Köye dönüfl davalar› d›fl›nda A‹HM’in verdi¤i siyasî kararlar yok mu? Faili meçhul cinayetlere, yarg›s›z infazlara dair de benzer uygulamalar› var. Bu uygulama 2005 y›l›nda 5233 say›l› kanunun ç›kmas›yla bafllad›. Bölgede ma¤duriyet yaflayan binlerce insan için A‹HM en güvenilir kap›yd›. Köye dönüfl ve faili meçhul cinayet Meral Dan›fl Befltafl
dosyalar›n›n iade edilmesi bu kap›n›n kapand›¤› anlam›na m› geliyor? Halk nezdinde öyle görünüyor. Ama biz hukukçular A‹HM mekanizmas›n› zorlamaya devam ediyoruz. Sonuçta, A‹HM’in bir sözleflmesi, protokolleri ve yarg›lama sistemi var. 3500 köy, binlerce faili meçhul cinayet, devasa bir ma¤dur kitlenin haklar› söz konusu. A‹HM Kürtlerin baflvurular› için iç hukuk yollar›n›n tüketilmesi flart›n› kald›rm›flt›... A‹HM, hak ihlâlleri çok yayg›n ve genel oldu¤u için, bu flart› Kürtler için kald›rm›flt›. Bu, ma¤dur Kürtler için çok önemli bir kazan›md›. Fakat, A‹HM köye dönüfl dosyalar›n› iade ederek 180 derece dönüfl yapt›. Üstelik, olmayan bir iç hukuk yolunu varm›fl gibi gösterip “gidin o yolu kullan›n” dedi. 5233 say›l› kanun ma¤duriyetleri giderecek nitelikte mi? Ne yaz›k ki, vahim bir biçimde uygulan›yor. 15 y›l köyünün d›fl›nda yaflamak zorunda b›rak›lan insanlara 3 bin lira gibi komik bir tazminat ödeniyor! Ayr›ca, manevî tazminat hakk› da kabul edilmiyor. Oysa bir insan›n çocu¤unu kaybetmesinin, köyünden zorla göç ettirilmesinin manevî zarar› ölçülemeyecek kadar büyüktür. 5233 say›l› yasa çerçevesinde verilen kararlar› al›p tekrar A‹HM’e baflvurmaya haz›rlan›yoruz. “‹flaret etti¤iniz kanun böyle komik kararlar›n ç›kmas›na sebep oldu” diyece¤iz; “manevî tazminat verilmemekle kalmad›, insanlar›n topraklar›-
n›n, ürünlerinin, evlerinin bedelleri de verilmiyor”. Nas›l bir karar ç›kar, belli de¤il. 5233 say›l› yasa kapsam›nda verilen bir karar› iki y›l önce A‹HM’e götürdük, ama hâlâ yan›t alamad›k. Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) yol açt›¤› ma¤duriyetleri ortadan kald›rmak için neler yap›lmal›? Asl›nda, TMK’ya ihtiyaç yok, çünkü Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 314. ve devam› maddelerinde yasad›fl› silahl› örgütler konusunda bütün yasal düzenlemeler ayr›nt›lar›yla mevcut. Elbette bir hukuk devleti bir silahl› örgüte iliflkin yapt›r›mlar öngörür. Ama bu yapt›r›mlar› öngörürken hukuk d›fl›na ç›kmamak zorundad›r. TMK’da ise cezalar art›r›l›yor, gözalt›nda kötü muameleye olanak veriliyor, toplant› ve gösteriler yasad›fl› addedildi¤i için toplant› ve gösteri hakk› ortadan kald›r›l›yor. Güvenlik güçlerinin lehine her türlü düzenleme yap›lm›fl TMK’da. 1991’de ç›kar›lan TMK’da 2005’te nas›l bir düzenleme yap›ld› da böyle sonuçlar ortaya ç›kmaya bafllad›? 2004’te çat›flmas›zl›k sürecinin sona ermesiyle TMK yeniden düzenlendi. Eskiden, fliddete teflvik etmeyen fikirler cezaland›r›lm›yordu. fiimdi, fliddet teflviki olmayan fikirler için de cezaî yapt›r›m uygulan›yor. Terör kavram› geniflletildi. Elliyi aflk›n suç terör kapsam›nda de¤erlendiriyor. TCK’n›n toplam› 300 küsur maddeden olufluyor, neredeyse suçlar›n dörtte biri terör kapsam›na al›n›yor. ‹stanbul’da birinin polise tafl atmas›yla bir Diyarbak›rl›n›n polise tafl atmas›, nas›l oluyor da farkl› cezalara çarpt›r›labiliyor? Suçu hangi kapsamda de¤erlendirdi¤iniz önemli. Mesela, Yasin Hayal’in McDonalds’a bomba atmas› terör suçu kapsam›nda de¤erlendirilmemiflti. O yüzden de k›sa süre hapis yat›p ç›km›flt›. Ama Diyarbak›rl› bir çocu¤un tafl atmas› terör suçu kapsam›nda de¤erlendiriliyor ve ceza da inan›lmaz a¤›r oluyor. Yarg› sisteminde, suçun kim taraf›ndan ifllendi¤i önemli, bir Kürt tafl at›yorsa farkl›, Türk at›yorsa farkl›. DTP milletvekili Selahattin Demirtafl’›n avukatl›¤›n› yap›yorum. Demirtafl, dört y›l önce, “gerekirse Öcalan da muhatap al›nabilir” dedi¤i için ceza ald›. Fakat ayn› sözü, hatta daha ilerisini Avni Özgürel gibi birçok kifli söyledi, ama onlar hakk›nda dava aç›lmad›: Ne söylendi¤i de¤il, kimin söyledi¤i çok önemli. Yarg›tay’›n verdi¤i kararlar yerel mahkemelerden daha m› kat›? Çok daha kat›. Yarg›tay Ceza Genel Kurulu bir gösteri s›ras›nda jandarman›n bir çocu¤u öldürmesini suç olarak kabul etmedi mesela. “Hakl› görülebilecek bir korku ve heyecanla bu eylemi yapt›¤›ndan ceza verilmemelidir” dedi. Bu karar›n AKP’nin aç›l›m projesini sekteye u¤ratma çabas› olarak yorumlanmas›na ne diyorsunuz? Ona kat›lm›yorum. Yarg›tay’›n bu tutumu aç›l›m projesinden önce de vard›. Bu kararlar, bir bütün olarak devletin Kürt sorunu konusundaki tavr›n› özetliyor.
HANDAN ÇA⁄LAYAN’LA KÜRT KADIN MÜCADELES‹ ÜZER‹NE
Kad›nlara dair ezberler “Analar, Yoldafllar, Tanr›çalar” kitab›yla Kürt kad›nlar›n›n siyasallaflmas›n› ele alan yazar Handan Ça¤layan, MSF’deki konuflmas›nda dile getirdi¤i Kürt kad›nlar›n›n Türkçe bilmemesinin ma¤duriyet yaratt›¤›, anadil taleplerinin baflka bir biçimde dile getirilmesi gerekti¤i gibi görüflleriyle dinleyicilerin tepkisiyle karfl›laflt›. Ça¤layan’la Kürt kad›n hareketinin geldi¤i aflamay›, Türk ve Kürt feministlerin iliflkilerini konufltuk. Handan Ça¤layan
Kürtlerin asimile edilememesinin en önemli sebebinin, kad›nlar›n okula gönderilmemesi ve Türkçe ö¤renmemesi oldu¤u görüflünde olan çok kifli var. Sizse, konuflman›zda, kad›nlar›n Türkçe bilmemesinin gündelik hayatlar›nda ma¤duriyet yaratt›¤›n› öne sürdünüz... Handan Ça¤layan: Kürtler denince yekpare bir toplumsal yap›n›n anlafl›lmas› yanl›fl. “Kürtler ne istiyor” sorusu, bu yanl›fl›n en yal›n ifadesi. Bir siyasî aktör bu soruya cevap olarak bir talep dile getiriyor ve Kürtlerin talepleri flekillendirilmifl oluyor! Ama Kürtler, talepleri bu kadar basitçe s›ralanabilecek bir toplum de¤il. Fakiri var, zengini var, kad›n› var, erke¤i var... Kad›nlarla erkekler Kürt sorununu farkl› tecrübe ediyorlar. Elbette
“Benim çocu¤um öldü, baflkas›n›nki ölmesin”le, “bir o¤lum daha var, onu da askere yollayaca¤›m" aras›nda bir uçurum var. Yine bu o annelerin savafl yanl›s› oldu¤una kan›t de¤il. Hisleri prototiplere hapsedilmifl, ezberletilmifl durumda. bu, Kürtçenin yasaklanmas› sorununu görmezden gelmemiz anlam›na gelmiyor. Bunun kabul edilebilir bir yan› yok. Ama öte yandan erkekler bir flekilde Türkçe ö¤reniyorlar. Niyetten ba¤›ms›z olarak, Kürt erkekleri ya sokakta, ya camide, olmad›, mutlaka askerde Türkçe ö¤reniyorlar. Kürt erkekler de resmî dil politikalar›n›n ma¤duru, ama kad›nlar daha fazla etkileniyor. Konuflmamda söylemek istedi¤im fluydu: Kürt sorunu-
nun çerçevesini çizerken, bu hususlar› gözard› etmeyelim. Ben, her vesileyle, kad›nlar›n sadece ma¤dur pozisyonuna indirgenmesine karfl› ç›k›yorum. Ama gerçek flu ki, savaflta kad›nlar erkeklerin politikalar›ndan erkeklerden daha fazla zarar gördüler; kad›nlar›n fliddetle bafl etme kanallar› da t›kand›. Geleneksel aile yap›s› içinde, afliret iliflkilerinde kad›nlar›n çeflitli direnme stratejileri, dayan›flma a¤lar› vard›, ama modernleflme ve savafl›n etkileri bu a¤› ortadan kald›rd›. ‹flin garibi, bu konu gündeme geldi¤inde hem milliyetçi kesimlerden hem Kürt politikac›lardan benzer tepkiler alabiliyorsunuz. Örne¤in kad›n okur-yazarl›¤›n› art›rmaya yönelik yar› resmi bir toplant›da Kürt kad›nlar›na yönelik okuma yazma kurslar›nda Kürtçe bilenlerin görev almas› gerekir deyince bunun bölücülük oldu¤u söylendi. Bölgede gerçeklefltirilen bir 8 Mart panelindeyse Kürt dilinin yaflat›lmas› sorumlulu¤unun sadece kad›nlar›n omuzuna y›k›lmamas› gerekti¤ini söyleyince bu kez tam tersi bir tepki oldu. Türkçe kullanmayan Kürt kad›nlar›n›n Kürtçenin varl›¤›n› sürdürmesinde önemli bir rol oynad›¤› bir gerçek, ama dili yaflatman›n kad›nlar›n eve kapanmas› pahas›na gerçekleflmemesi için baflka önlemler üzerinde de düflünülmesi gerekiyor. Bunu söyleyince de “asimilasyonu mu savunuyorsun” diye sorulmufltu. Elbette de¤il, ama dili korumak için baflka yollar üzerine de düflünülmeli. Anadilde e¤itimden söz ediliyor, tamam. Peki¸ yetiflkinler için ne yap›lacak? Erkekler Türkçe ö¤renebilirken, kad›nlar eve kapat›ld›klar› için sade ve güzel bir Kürtçe konufluyor olsa bile, bu iflte bir terslik yok mu? Çok Amaçl› Toplum Merkezleri (ÇATOM) de böyle bir tart›flma yaratm›flt›. Ama o tart›flma derinlefltirilip bir sonuca ba¤lanamad›... Orada anadille ilgili de¤il, do¤um kontrolü konusunda ciddi bir ç›kmaz vard›. fiunu kabul etmeliyiz ki, devletin bir nüfus politikas› var. Bu, aile planlamas› de¤il, basbaya¤› nüfus politikas›. "Kürtler daha h›zl› ço¤al›yor, önümüzdeki dönemde bu bir sorun yaratacak" görüflü var. Tam da bu nedenle, Kürt kad›nlar›na “daha fazla do¤urun, ço¤alal›m” deniyor. Sonuçta, devlet de, “Kürt kad›nlar› daha fazla do¤ursun” diyenler de kad›n bedeni üzerinden politika yapm›fl oluyor. Bu aç›dan kad›n bedenleri ulusal politikalar›n nesnesi, arac› olarak görülüyor.
15
16
tüm. Çal›flmam bitti¤inde, çat›flmalar yeniden bafllad›. Anlad›m ki, kad›nlar›n baz› fleyleri konuflabilmesi için göreli bir sükûnetin olmas› flart. Silah sesi yükseldi¤inde baflka sesler duyulmuyor. Türkiye’de hep “dört yan›m›z sar›lm›flken, birlik ve beraberli¤e muhtaç oldu¤umuz flu günlerde, bu mevzular konuflulmaz” söylemi vard›r ya, çat›flma sürecinde benzer bir yaklafl›m Kürt
Devletinki aile planlamas› de¤il, basbaya¤› nüfus politikas›. Ama devlet de, “Kürt kad›nlar› daha fazla do¤ursun” diyenler de kad›n bedeni üzerinden politika yap›yor. Kad›n bedenleri ulusal politikalar›n nesnesi, arac› olarak görülüyor. hareketi için de sergilenebiliyor. Kürt ve Türk feministlerin temel konularda ayr›flt›klar› noktalar var m›? Kürt kad›nlar› önceleri "kad›n›n kurtulufl ideolojisini biz ortaya att›k" diyordu, ama art›k bunu söylemiyorlar. Feminist hareket içinde de Kürt kad›nlar›na karfl› "milliyetçilik yapmay›n, evrensel bir kad›nl›k var ve bu da etnik kimlikten, s›n›ftan ba¤›ms›zd›r" yaklafl›m› hâkimdi. fiimdi onlar da bu yaklafl›m› aflt›. Bu sefer de ortak platformlarda Kürt kad›nlar›na daha ziyade “ma¤dur” pozisyonunda söz verilmek isteniyor. Ma¤dur pozisyonundan sonuna kadar konuflabilirsin, ama bunu aflan durumlarda durum de¤iflebiliyor. Yani feminizmin temel gündemlerinde öncelikli söz hakk›n›n Türkiyeli feministlere ait oldu¤u düflünülüyor. Bir nevi ablal›k konumu. Bütün bunlara ra¤men, Kürt sorununun çözümü tart›flmalar›nda en kolay bir araya gelebilenler, kad›nlar. Bu bile önemli bir kazan›md›r. Ben Kürt sorununun çözümünün emek ve kad›n hareketlerinin ortak mücadelesiyle mümkün olabilece¤ini düflünüyorum. Panelde, DTP milletvekili Emine Ayna’n›n bas›nda savafl yanl›s›, “flahin” olarak yans›t›ld›¤›n›, ayn› tavr›n Ahmet Türk'e gösterilmedi¤ini söylediniz. Ayna'n›n beyanlar› Türk’ünkiler-
den çok daha sert de¤il mi? Kürt hareketi içinde bir flahinler ve güvercinler ayr›m› yap›lmak istendi. Ama hakikatte yok böyle bir ayr›m. Ahmet Türk de, Emine Ayna da ayn› fleyi söylüyor, "bu sorun çözülsün" diyorlar. Ama Ayna ekranlara savafl yanl›s› bir kad›n olarak yans›t›l›yor. Bunun Ayna’n›n cinsiyetinden ba¤›ms›z olmad›¤›n› düflünüyorum. Kürt kad›n› özne olarak görülmek istenmiyor. Önceleri “cahil, köylü do¤u kad›nlar›” olarak lanse ediliyorlard›. O cahil, köylü, dedikleri kad›nlar bugün sokaktalar, kürsüdeler, Meclis’teler. Dolay›s›yla, kad›nlar› flimdi de “bölücü, savafl yanl›s›” olarak lanse etmeye çal›fl›yorlar. Öldürülen bir PKK militan›n›n annesi geçenlerde Kürt kad›nlar› bar›fl yanl›s› oldu¤unu, çocuklar› savaflta ölen Türk kad›nlar›n, yani flehit annelerinin intikam h›rslar›na yenildi¤ini, Kürt annelerinin bu konuda daha olgun davrand›¤›n› söylemiflti... Bu çok tehlikeli bir bak›fl aç›s›. Bir kere, çocu¤unu kaybeden kaç asker annesinin savafl yanl›s› oldu¤unu neye göre tespit ediyoruz? Daha milliyetçi olabilirler, atmosfer böyle, ama çocuklar› yaflam›n› yitirince savafl yanl›s› olduklar› özellikle kurgulanan bir durum. Cenaze törenlerinde asker selâm› veren kad›nlar bu kurgu içine yerlefltiriliyor. Ama, o törenlerden sonraki hislerin ne oldu¤unu bilemiyoruz ya da ekranlara hiç yans›mayanlar›n neler düflündü¤ünü. Kürt kad›nlar›, evet, annelik konumunu toplumsallaflt›rd›lar ve politiklefltirdiler. “Benim çocu¤um öldü, baflkas›n›nki ölmesin” demekle, “bir o¤lum daha var, onu da askere yollayaca¤›m” demek aras›nda ciddi bir uçurum var. Yine de bu, asker annelerinin savafl yanl›s› oldu¤unun kan›t› de¤il. Asl›nda, çocu¤u askerde yaflam›n› yitirmifl annelerin hisleri bast›r›lm›fl, prototiplere hapsedilmifl, ezberletilmifl durumda. O ezber bozuldu¤unda, kad›nlara dair pek çok ezber de bozulacakt›r.
Söylefliler: ‹rfan Aktan
Kürt hareketi çeflitli feminist çevreler taraf›ndan Kürt kad›n hareketinin de tafl›y›c›s› olarak görülüyor. Örne¤in, PKK olmasa Kürt kad›nlar›n›n flu andaki gibi ciddi bir direnifl gösteremeyece¤i söyleniyor... Çok önemli bir efli¤e gelindi. Kad›nlar›n hem kendi hem de toplumlar› ad›na konuflmaya bafllamas› gözard› edilemeyecek kadar büyük bir ad›md›r. Fakat “tamam art›k, Kürt kad›n› özgürleflti” gibi bir yan›lg› olmamal›. Yok böyle bir fley. Özgürleflme bir süreçtir. Tamamlanmam›fl bir süreci tamamlanm›fl olarak görmek, kad›nlar›n daha fazla hareket etmelerini mânâs›z görme yan›lg›s›na yol açabilir. Siyasal kat›l›m önemlidir, ama her fley de¤ildir. “Analar, Yoldafllar, Tanr›çalar”da Kürt kad›n hareketi ilk defa derinlemesine ve kuramsal bir çerçeveye oturtularak ele al›n›yor. Bu çal›flman›z Kürt kad›n hareketi taraf›ndan nas›l karfl›lad›? Ben bir tart›flma yaratmak istiyordum aç›kças›, ama bir karfl›l›k alamad›m. Tam tersine, çal›flma görmezden gelindi. Bunun nedenini tam anlam›fl de¤ilim aç›kças›. Ben o çal›flmamda, kad›nlar›n da Kürt hareketini dönüfltürdü¤ünü yazd›m. Klasik modernleflme yaklafl›m›nda hep kad›nlar›n e¤itimle, meslek sahibi olarak hayatta söz sahibi olaca¤› varsay›l›r. Kürt kad›n›nda bu hatt› izlemeyen bir mücadelenin hayat buldu¤una tan›k oldum ve bunu görünür k›lma çabas› heyecan vericiydi. Çal›flmaya bafllay›nca, görünür k›lmaya çal›flt›¤›m sürecin çok katmanl› oldu¤unu fark ettim. Evet, Kürt hareketi kad›nlar›n sosyal ve psikolojik olarak güçlenmesini sa¤lad›, özgüvenleri geldi, ama bu özgürleflme de¤il. Bu tür konular›n tart›fl›labilece¤ini ummufltum, ama ne yaz›k ki öyle bir ortam olmad›. Kürt siyaseti içinden gelen biri olarak, sizde böyle bir tart›flma ihtiyac›n› yaratan neydi? Bu çal›flma, silahlar›n sustu¤u 1999’da bafllam›flt›. Kad›nlar olarak art›k bu tür konular›n tart›fl›labilece¤ini düflünmüfl-
BÖLGEDE VE KAND‹L’DE HAVA DURUMU
Mücadele olmazsa çözüm olmaz Tayyip Erdo¤an Kürt aç›l›m›nda geldikleri aflamaya dair adeta ara rapor vermek üzere ABD’nin yolunu tutarken, biz de DTP ve PKK taraf›ndan “ertelenen” ramazan bayram›nda bölgeye yolland›k. 8-15 Eylül’de Çukurca’daki operasyonlarda sekiz PKK’linin öldürülmesi üzerine, bayram bütün bölgede yürüyüfl ve protestolara sahne oldu. PKK’lilerin cenazeleri kitlesel gösterilerle memleketlerine yollan›rken, tarihte belki de ilk defa, bölgede ramazan bayram› kutlanmad›. erhat kod adl› orta yafll› militan, tabancas›n› belindeki kufla¤a s›k›flt›r›p kaleflnikofunu dayand›¤› minderin arkas›na b›rakt›ktan sonra, Piling isimli genç arkadafl›n› tan›t›yor. Piling sohbet boyunca cep telefonundan arabesk flark›lar dinliyor, biten sigaras›n›n atefliyle yenisini yak›yor. Ve yar›m saat süren sohbete iki cümleyle kat›l›yor. Belindeki el bombas›n› iflaret ederek “konuflmak çare de¤il, ifl konuflturmakta” diyor. Van-Baflkale’ye ba¤l› s›n›r köyünde görüfltü¤ümüz Serhat ve Piling ateflkes sürecinde olduklar› için silah kullanmad›klar›n› ve bunun militan kayb›na sebep oldu¤unu anlat›yor. Bayram›n son gününde, PKK de tek tarafl› ateflkesi gözden geçirece¤ini aç›kl›yor. Ayn› gün Yüksekova’daki Evren ifl merkezinde bomba patl›yor, dört kifli yaralan›yor. 25 Eylül gecesi yine Yüksekova’da, ajanl›k yapt›¤› gerekçesiyle Sadullah Kaya isimli genç sokak ortas›nda öldürülüyor. Yani, PKK ateflkes sürecinde olsa da bölgede çat›flmalar, infazlar, operasyonlar devam ediyor. 18 y›ld›r PKK saflar›nda olan Serhat, Çukurca’da sekiz militan›n kimyasal silahlarla öldürüldü¤ünü söyleyerek konuya giriyor: “Düflman›n politikas›nda durmak diye bir fley yok. Yar›n bar›fl olsa da, f›rsat buldukça Kürtleri ezmeye devam edecekler. O yüzden de bar›fl imkân› pek mümkün görünmüyor. Zaten bar›fl olsa da, devlet haklar›m›z› anayasaya almazsa, geri dönmeyece¤iz. Silahlar› b›rak›rsak, halk›m›z savunmas›z kalacak. Benim da¤a ç›kmam›n sebebi, çocuklu¤umda köye gelen askerlerin gözlerimizin önünde annemi, babam› yere yat›r›p tekmelemesiydi.” 1990’da ailesini de yan›na al›p Kuzey Irak’a kaçan Serhat, Mahmur Kam-
S
18
p›’ndaki çocuklar›n› ve eflini en son geçen k›fl görebilmifl. K›fl aylar›nda Kandil’de teorik dersler veren Serhat, PKK’nin sadece Türk ordusuyla de¤il, tüm bölge ülkeleriyle ve bu yönetimlerle iflbirli¤i yapan Kürtlerle savafl halinde oldu¤unu vurguluyor. PKK’nin ilk defa bir dinî bayram› “yasaklad›¤›n›” an›msatan Serhat’a göre, “Topraklar› iflgal alt›nda olan hiçbir halk, tam Müslüman say›lmaz. E¤er direnmezsen, dinsizsindir. Her Müslüman iflgalcilere karfl› direnmekle mükelleftir. Bunu peygamberimiz de söylüyor, önderli¤imiz de.” AKP’nin “aç›l›m” politikas›n› Serhat, "bölgedeki diplomatik trafikte Türkiye, PKK’yi safd›fl› k›lman›n yollar›n› ar›yor" diye yorumluyor. Ona göre, Türkiye’nin PKK’yle masaya oturmamas› halinde örgüt silah b›rakmaya yanaflmayacak. Türkiye örgütle masaya oturursa, Suriye ve ‹ran da Kürt politikalar›n› sürece göre yeniden düzenleyecek.
18 y›ld›r PKK’de olan Serhat, “Bar›fl olsa da f›rsat buldukça Kürtleri ezmeye devam edecekler. Devlet haklar›m›z› anayasaya almazsa, geri dönmeyece¤iz. Silah b›rak›rsak, halk›m›z savunmas›z kalacak” diyor. ‹ki militan›n görüfllerinden hareketle PKK’nin “aç›l›m”› nas›l de¤erlendirdi¤i konusunda bir fikre varmak do¤ru olmaz elbette. Zira son dönemde, örgüt içinde AKP’nin “aç›l›m” projesini farkl› farkl› yorumlayanlar var. Kandil’le yapt›¤›m›z görüflmelerden edindi¤imiz izlenim, aç›l›m müjdesinin Türkiye’de yaratt›¤› tart›flma ortam›n›n örgütte pek de pozitif bir yans›mas› olmad›¤›, PKK’nin hâlâ uzun vadeli çat›flma planlar› üzerinde durdu¤u yönünde. Ayr›ca PKK liderlerinden Cemil Bay›k, TBMM’nin aç›ld›¤› gün çarp›c bir› aç›k-
lama yapt›: “Süreç savafl yönünde gelifliyor, savafl kaç›n›lmaz görünüyor.” PKK birliklerini ve Kürtleri “son ve büyük savafla” haz›r olmaya ça¤›ran Bay›k’›n bu aç›klamas›n›n inisiyatifi ele geçirmek için yap›lm›fl bir politik flantaj olup olmad›¤›n› önümüzdeki günlerde görece¤iz. Ancak, bu aç›klaman›n ertesi günü Hakkâri’nin Depin m›nt›kas›nda ailesiyle piknik yapan bir polisin, iki a¤abeyiyle birlikte öldürülmesi de dikkat çekici. Umutsuz bir ruh halinin Kürt siyasetinde ve bölge halk›nda yayg›n oldu¤u görülüyor. Abdullah Gül’ün yerel seçim öncesindeki “iyi fleyler olacak” aç›klamas›ndan sonra Yüksekova Haber’in web sitesinde bafllat›lan anket de iyimserlik havas›n›n da¤›ld›¤›n› gösteriyor. Gazetenin yay›n yönetmeni Erkan Çapraz, anketin ilk günlerinde “umutluyuz” diyen okur say›s›n›n eylül bafl›nda h›zla inifle geçti¤ini söylüyor. Çapraz’a göre, 11 A¤ustos’taki grup konuflmas›yla Erdo¤an umut yarat›rken, hemen ard›ndan ‹lker Baflbu¤’un aç›klamalar› yedi bini aflk›n okurun kat›ld›¤› anketin sonuçlar›n› “umutsuzluk” yönünde de¤ifltirmifl.
“Çözüm mü, sahtekârl›k m›?” Öcalan da 16 Eylül’de avukatlar›yla görüflmesinde, AKP’nin “aç›l›m” çal›flmalar›na dair kuflkular›n›n artt›¤›n› ifade ediyordu: “Yol haritas›n› teslim etti¤imden beri bekliyorum. Son dönemdeki geliflmeler flüphelerimi art›rd›. Bu sorun çözülebilir mi? Emin olam›yorum. Biri tutukluyor, operasyon yap›yor, di¤eri ‘aç›l›m’ diyor. Bu aç›l›m m›d›r, tasfiye midir, tuzak m›d›r, sahtekârl›k m›d›r, çözüm müdür, bilemiyorum. Kürt halk› da iyi anlamaya çal›flmal›d›r. Baflbakan topu taca at›yor. Cumhurbaflkan› iyi niyetli, ama gücü yeter mi, bilemiyorum.” Özgür Halk dergisinin a¤ustos say›s›nda uzun bir makalesi yay›nlanan PKK yöneticilerinden Mustafa Karasu ise, Türkiye’nin girdi¤i yolun çözüme evrilmesi için örgütün mücadelesini art›rarak sürdürmesi gerekti¤ini yazd›. Karasu’ya göre, ancak mücadeleyi sürdürdükleri takdirde, PKK’yi tasfiye plan› yürüten Türkiye, Kürtlerin lehine diplomatik ve askerî “aç›l›m” bafllatabilir. ‹ran ve Suriye’nin Kürt politikas›n› de¤ifltirmesinin yolunun Türkiye’nin tavr›na ba¤l› oldu¤unu yazan Karasu, flu ana kadar uluslararas› alanda ‹ran’a karfl› yürüttükleri mücadele için destek almad›klar›n›, ancak Kürt karfl›t› politikalar›n› sürdürmesi halinde ‹ran’a karfl› her türlü deste¤e baflvurabileceklerini ima ediyor. Anlafl›ld›¤› kadar›yla Karasu, Ankara-fiam-Ba¤dat üçlüsünün Kürtlerin lehine yol almas› halinde ‹ran’›n zorlanarak ikna edilmeye çal›fl›labilece¤ini düflünüyor. Kandil’le yapt›¤›m›z telefon görüflmesinde ise örgüt yönetiminden flu k›sa yan›t› al›yoruz: “Sürece iliflkin umutmumut yok!” Kayna¤›m›z, Karasu’nun ‹ran’a yönelik tehditkâr tavr›n›n örgütün genel stratejisini oluflturmad›¤›n›, aksine, PKK’nin ‹ran’a yaklaflmaya çal›flt›¤›n› vurguluyor. Bu da örgütün Anka-
ra-fiam-Ba¤dat üçlüsünün diplomatik faaliyetlerden kayg› duydu¤unu gösteriyor. Esas flafl›rt›c› geliflme ise, PKK’nin 2003’ten beri karfl› karfl›ya gelmemeye özen gösterdi¤i Barzani ve Talabani’yle iliflkilerindeki de¤iflim. Bay›k, söz konusu aç›klamas›nda KDP ve YNK’yi Öcalan’›n yakalanmas›ndan sorumlu tuttuklar›n› ve Kürtlerin bunu unutmamas› gerekti¤ini vurguluyor. Böylece PKK, 2003’te Osman Öcalan’›n örgütten ayr›lmas›yla kapanan KDP-YNK-PKK hesaplaflmas›n› tekrar gündeme getirdi. Bay›k flu hat›rlatmayla bunu aç›k etmifl oldu: “1992’de Güney Kürdistan’da KDP-YNK-TC’nin ortak sald›r›s› gelifltirildi. Bütün uluslararas› gericilik, Ortado¤u gericili¤i ve Kürt iflbirlikçili¤ini bir araya getiren bir sald›r› ile PKK ezilmek istendi.” Bay›k’›n bu hat›rlatmas›n›n önümüzdeki dönemde PKK’nin Irak Kürdistan›’yla iliflkisine nas›l yans›yaca¤›n› dikkatle izlemek gerekiyor.
Esad-Zebari-Erdo¤an üçgeni PKK cephesinde genel atmosfer böyleyken, bölgedeki diplomatik çal›flmalar da h›z kazanarak sürdürülüyor. 16 Eylül’de, Suriye Devlet Baflkan› Beflar Esad ile D›fliflleri Bakan› Hoflyar Zebari baflkanl›¤›ndaki Irak heyeti Ankara’da çeflitli görüflmelerde bulundu. Irak ve Suriye heyetlerinin Erdo¤an’›n ABD seyahatinin hemen öncesinde Ankara’ya gelmesi, AKP’nin “Kürt aç›l›m›”n›n bir ABD plan› oldu¤u fikrine güç kazand›rd›. Üçlü diplomasi, Erdo¤an’›n New York seyahati s›ras›nda da sürdürüldü. Erdo¤an, ayn› zamanda, Suriye-Irak aras›ndaki gerginlikte arabuluculuk yapmaya da çal›fl›yor. Diplomatik trafi¤in ‹ran aya¤› ise daha çok perde arkas›ndan yürüyor. Türkiye’ye, dolay›s›yla ABD ve Irak’a yaklaflan Suriye’nin ‹ran’la iliflkilerinin nas›l evrilece¤ini önümüzdeki dönemde görece¤iz. ‹ran’›n Kürt sorunu konusunda bölge ülkeleriyle ayn› pozisyonu paylaflmamas›, denklemin daha bafltan yanl›fl kuruldu¤unu düflündürebilir. ‹ran’›n dahil olmayaca¤› bir projenin, PKK’nin varl›¤›n› sürdürmesini zorunlu k›laca¤› yayg›n bir kanaat. Geçti¤imiz günlerde, PKK’nin fiilî lideri Murat Karay›lan’›n Roj TV’den PJAK’› ateflkes ilan›n› ihlâl etti¤i için elefltirmesi alt› çizilmesi gereken bir husus. Karay›lan, Suriye, Irak ve Türkiye iflbirli¤inin PKK’yi tasfiyeye yönelmesi halinde, örgütün ‹ran’a muhtaç kalaca¤›n› düflünüyor olmal›. Öte yandan, ‹ran, Türkiye ve Irak s›n›r›ndaki geçifl noktalar›na, vadilere duvar örerek iki ülkenin Kürt meselesinde ABD’yle ortak çal›flma yürütmesine tepki gösterdi¤ini simgesel olarak göstermifl oldu. Üç ay önce bafllayan duvar inflas› Yüksekova’n›n s›n›r boyundaki Çobanp›nar köyünde devam ederken, PJAK’›n ‹ran ordusuna yönelik sald›r›lar›n› azaltmas› da dikkat çekiyor. Suriye, Irak ve Türkiye’nin “aç›l›m” politikas›n›n PKK’nin tasfiyesine dönüflmesi halinde, örgütün Irak iflgali öncesinde en fazla destek gördü¤ü ‹ran’la tekrar yak›nlaflma ihtimalinin yüksek oldu¤u söylenebilir. Hat›rlanaca¤› gibi, ‹ran’›n
PKK’ye karfl› operasyonlar›, ABD’nin Irak iflgalinin hemen ertesine denk gelmiflti. O dönem ABD, Osman Öcalan üzerinden PKK’yi kendi eksenine çekmeye çal›flm›flt›. Osman Öcalan’›n bafl›n› çekti¤i ekip de Washington’un bu projesini hesaba katarak, daha sonra ABD’nin aç›kça destekleyece¤i PJAK’› kurmufltu. Bu tarihten sonra, ‹ran yakalad›¤› hemen her PKK militan›n› idam etmeye bafllam›flt›. Dolay›s›yla, ABD plan›na uymayan bir PKK ‹ran’›n bölgedeki “do¤al” yandafl› olabilir.
Stratejik iflbirli¤i mi, ad›m ad›m konfederalizm mi? Türkiye’nin Kürt plan›n›n PKK’nin silahlar› b›rakmas›n› sa¤layacak bir bar›fl sürecine dönüflüp dönüflmeyece¤ini söyleyebilmek için henüz çok erken. Ancak, bir yandan DTP’lileri derdest edip PKK’ye yönelik operasyonlara h›z veren, bununla da kalmay›p s›n›rötesi harekât için tezkereyi yenilemeye kararl› görünen devlet, bir yandan da PKK’yi silah b›rakmaya ikna etmeyi tasarl›yorsa, sonuç almas› pek mümkün görün-
fiafl›rt›c› geliflme, PKK’nin 2003’ten beri karfl› karfl›ya gelmemeye özen gösterdi¤i KDP ve YNK’yle iliflkisindeki de¤iflim. Bay›k, Öcalan’›n yakalanmas›ndan onlar› sorumlu tutuyor ve Kürtleri bunu unutmamaya ça¤›r›yor. müyor. PKK’nin alt birimi KCK imzas›yla 28 Eylül’de yap›lan aç›klama, örgütün kayg› ve planlar›n› aç›k bir dille özetliyor: “Erdo¤an ABD’deki temaslar›n› 5 Kas›m 2007’de Bush'la yapt›¤› görüflmeye benzetmifltir. Bilindi¤i gibi, Erdo¤an-Bush görüflmesinde PKK ortak düflman ilan edilmifl ve tasfiyesi için TSK’ya yüksek teknoloji ürünü silahlar verilmifl, bu iki y›l içinde büyük çat›flmalar yaflanm›fl ve a¤›r can kay›plar›na yol aç›lm›flt›r. fiimdi Erdo¤an bir kez daha a¤›r can kay›plar›na yol açacak bir süreci tekrarlamak istedi¤ini ortaya koymufl olmaktad›r. Hem de bunu hareketimizin tek tarafl› olarak çat›flmas›zl›k karar›n› yaklafl›k alt› aydan bu yana sürdürdü¤ü bir süreçte yapmaktad›r. Kürt halk›n› kand›rmay› hedefleyen bu yaklafl›m›n eskisinden daha fazla savafl,
çat›flma ve can kay›plar›na yol açaca¤› ve bu durumdan da Kürdistan özgürlük hareketinin de¤il, AKP hükümeti ve ordunun sorumlu olaca¤› aç›kt›r.” Ankara-fiam aras›nda imzalanan Yüksek Düzeyli Stratejik ‹flbirli¤i Konseyi Antlaflmas› uyar›nca iki ülke aras›nda vize kald›r›ld›. ‹ki ülkenin s›n›r boyundaki Kürtler aras›nda bu anlaflmay› “s›n›rlar›n kalkmas›” ve PKK’nin vazgeçilmez flart olarak ileri sürdü¤ü bölgesel “demokratik konfederalizm” projesinin bir aya¤› olarak yorumlayanlar az de¤il. Zira, PKK, dört ülkedeki Kürtlerin iletifliminin kolaylaflt›r›lmas› talebini y›llard›r dile getiriyor. Bu geliflmeyi PKK taleplerinin k›smî kabulü olarak de¤erlendirenler, D›fliflleri Bakan› Ahmet Davuto¤lu’nun Suriye’yle yap›lan anlaflman›n Irak s›n›r› için de geçerli olabilece¤ini söylemesini de görüfllerine dayanak olarak gösteriyorlar. TürkiyeSuriye aras›nda vizenin kald›r›lmas›n› PKK militan› Serhat flöyle yorumluyor: “Türkiye ve Suriye, bütün taleplerimizi kabul etse bile, bizimle masaya oturmad›klar› sürece, da¤dan inmeyece¤iz.” Bu yorumun PKK’nin genel e¤ilimini yans›tt›¤›n› söylemek mümkün, zira Özgür Halk’›n a¤ustos say›s›nda PKK, kendisinin muhatap al›nmad›¤› tüm projelere karfl› oldu¤unu ilan etmiflti. Ankara’da siyasî partileri yak›ndan takip eden gazeteciler aras›nda, MHP ve CHP’nin “Kürt aç›l›m›”na geçit vermez tavr›n› liderlerin parti içi dengeleri kollama giriflimi olarak yorumlayanlar ço¤unlukta. 8 Mart’taki kongre sonras›nda, MHP’nin sert tavr›n›n de¤iflebilece¤i, çözüm projesinin devlet politikas› olarak yürütülmesi halinde MHP’nin buna daha fazla karfl› duramayaca¤› görüflü yayg›n. Bu arada, CHP lideri Deniz Baykal da Erdo¤an’a kap›lar› kapatmad›klar›n› aç›klad›. Ancak, MHP, CHP ve AKP’nin ortaklaflaca¤› bir çözüm yolunun, DTP’nin yaln›zlaflt›r›lmas›, yarg› üzerinden milletvekillerinin bask› alt›na al›narak seslerinin k›s›lmaya çal›fl›lmas›, operasyonlar›n h›z kazanmas› fleklinde olmas›, yani y›llard›r bildi¤imiz devlet politikas›n›n tekrar önümüze konmas› kuvvetle muhtemel. ‹rfan Aktan
19
EV ‹fiLER‹NDE YEN‹ EMEK ÇA⁄I
Müdür, iflçisi, ürünü ve misafir Son 15 y›ld›r ‹stanbul'da, orta ve üst s›n›f evlerde sessiz ama derin bir de¤iflim yaflan›yor. Çocuklara, yafll›lara, hastalara ve ev ifllerine bakmak üzere yat›l› yabanc› kad›nlar istihdam ediliyor. Ortalama ömür beklentisinin art›fl›yla bak›ma muhtaç yafll› nüfus ço¤al›rken, geleneksel olarak ev, çocuk ve yafll› bak›m›ndan sorumlu görülen kad›nlar›n ücretli ifllere girmesiyle bu ifller serbest piyasaya devrediliyor. Huzurevi, çocuk yuvas› gibi kurumlar› “törelerimize ayk›r›” bulan, bu ifllere kad›nlar›n bakmas› gerekti¤ini düflünen hükümetin neo-muhafazakâr anlay›fl›yla piyasac› politikalar uyum içinde iflliyor ve yat›l› yabanc› kad›nlar›n istihdam edilmesiyle, özellikle büyük kentlerde ev içinde bak›m ifli giderek geniflliyor. Bu sektörün geliflimini ve toplumsal etkilerini konuflmak üzere teybimizi ev eme¤i alan›na yeni bir bak›fl aç›s› getiren “duygulan›m” kavram›n›n ekonomi-politi¤i ve Türkiye’de göçmen kad›n bak›c›lar üzerine City University of New York’ta doktora tezi haz›rlam›fl olan, Yeditepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde ders veren Ayfle Akal›n’a uzatt›k. Yabanc› kad›nlar›n ev hizmetleri sektöründe çal›flmaya bafllamas› nas›l oldu? Ayfle Akal›n: Sovyetler’in da¤›lmas›yla, ‘90’lar›n ikinci yar›s›ndan itibaren bafll›yor bu ifl. ‹lk göç dalgas› bavul ticaretiyle geliyor, ‘90’lar›n ilk yar›s›nda Laleli önemli bir ticaret hacmine ulafl›yor. Fakat Rusya’daki krizle o büyüme dalgas› duruyor. Bavul ticareti durunca, bu ifli yapan kad›nlar›n baz›lar› ayakkab› ve deri atölyelerinde çal›flmaya bafll›yor. Sonra, ev ifli diye bir fley oldu¤unu ö¤renip evlerde çal›flmaya bafll›yorlar. ‘90’lar›n ikinci yar›s›ndan itibaren, Bulgaristan ve Moldoval›lar ev ifllerinde istihdam ediliyor. Bulgaristan’dan gelenler Türk kabul edildi¤i için göçmenlikleri biraz gözard› ediliyor, Türkiye’ye yurtd›fl›ndan “yabanc›” olarak geldi¤i kabul edilen ilk ve en görünür ev hizmetlisi grubu Moldoval›lar oluyor. 2001 kriziyle biraz daralma olsa da, bu ifl alan› yok olmuyor. 2002-2003’te, ekonomi yeniden canlan›nca, Türkî cumhuriyetlerden, Ermenistan, Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan’dan da kad›nlar geliyor. Bu alanda çal›flan kad›nlar›n ço¤unun eski Sovyet ülkelerinden gelmesinin nedeni ne? Baflka bir grup da bu alan› doldurabilirdi. Ama bazen tarihsel koflullar›n üst üste gelmesi bir damar yarat›yor. Sovyetler’de merkezî ekonomiden piyasa ekonomisine geçilince birçok iflyeri kapand›, insanlar›n sosyal güvenlik haklar› ellerinden al›nd›. Bavul ticareti bir hareket kazand›rd› insanlara. Türkiye’nin ald›¤› göçte, Türkçe bilir olmasa da, kolay Türkçe ö¤renebilir gruplar›n a¤›rl›¤› oldu. Bulgaristan Türkleri rahatça Türkçe konufluyor, Moldoval›lar dedi¤imiz Gagavuz Türkleri, Türkmenistan ve Kazakistan’dan gelenler iki-üç ayda Türkçe ö¤reniyor. Ermenilerde de aileden kalma bir Türkçe bilgisi oldu¤u ortaya ç›k›yor. Sonuçta, eski Sovyetler’de ifl alanlar›n›n kapanmas›, iki co¤rafya aras›nda göçün bafllamas› ve burada ev ifli yapacak eleman ihtiyac›n›n ortaya ç›kmas› bir piyasa üretti. Ev ifllerinde ve çocuk, yafll› bak›m›nda
20
Ayfle Akal›n
Her an elinin alt›nda bulunan, her ifle koflturabildi¤in bir emek türü bu. Art›k çal›flma ile çal›flma d›fl› saatler ayr›m› ortadan kalk›yor. Sömürü, fazla kullan›m, iflçi üzerindeki olumsuz etkilerin tarifinde yeni modeller gerekiyor. yabanc› kad›nlar›n özellikle tercih edilmesinin nedeni ne? Bu ifl zaten bural› kad›nlar taraf›ndan yap›l›yordu. Ama yabanc›lar›n gelmesiyle, yat›l› ev hizmetlisi istihdam› bafllad›. Türkler, kendi ailelerinin sorumlulu¤u da üzerlerinde oldu¤u için, ancak gündüzlü çal›flabiliyorlar. ‹flverenlerin ifadesine göre, Türk gündelikçiler için kendi aileleri her fleyden önde geliyor. Oysa yabanc›lar tamamen iflveren merkezli bir hayat kuruyorlar. ‹flveren için yabanc› çal›flt›rman›n esas anlam›, her daim “haz›r ve naz›r” bir emek gücünün evde bulunmas›. Yabanc› kad›nlar baz› ifllerde, özellikle bak›m alan›nda, daha elveriflli görülüyor. Türk kad›nlar-
dan da bak›m alan›nda çal›flanlar var: Haftada birkaç kere ayn› aileye düzenli olarak gelen kad›nlar, kocas›ndan boflan›p bir ailenin yan›nda kalanlar veya genç k›zlar›n bir ailenin yan›na verilmesi fleklinde oluyor bu daha çok. Bunlar genelde kapitalist öncesi iliflkiler. Yabanc›lar›n gelmesi tamamen piyasa merkezli bir iliflki kurulmas›n› sa¤l›yor. Yaz›l› bir kontrat yok, ama sözlü anlaflman›n kurallar› çok net. Bir eleman› ifle al›p taleplerini anlatt›¤›nda onlara uyaca¤›n› biliyorsun. Daha önce gerilimler içeren, her an sekteye u¤rayabilecek olan çocuk, yafll› ve hasta bak›m› alanlar› tamamen yabanc›lara devrediliyor. Yabanc›lar›n yat›l› olarak sunduklar› hizmetin üç tipi var: Çocuk bak›m›, yafll› ve hasta bak›m› ve son olarak da ‹stanbul’daki yeni kentleflmenin getirdi¤i villa tipi evlerde kâhyal›k, yani ev bak›m›. Yat›l›l›k ifl tan›m›n›, iflçi-iflveren iliflkisini de zorlaflt›ran bir durum de¤il mi? Yat›l› çal›flanlar›n görev tan›m›nda yapt›klar› iflin ne oldu¤u belirleyici. Çocuk bak›m›ndan bahsediyorsak, saati saatine belirlenmifl bir program oluyor: fiu saatte kalk›lacak, flu saatte mamas› verilecek, flu saatte parka götürülecek... Yafll› bak›m›, zaman kayg›s›ndan kurtar›lm›fl, “yafll›m›z› sana emanet ediyoruz, onu hofl tut, ilac›n› saatinde ver, gerisinde de ne yaparsan yap” gibi oluyor. Bir tür efllikçi, hatta can yoldafl› gibi... Evet, daha do¤rusu, dostluk iliflkisinin metalaflmas›. Çocuk bak›m›nda çocu¤a sevgi gösteren, ama ayn› zamanda anneyi mutlu edebilecek, onun güvenini kazanabilecek biri aran›yor. O nedenle, profiller biraz de¤iflebiliyor. Kâhyal›kta ise ev ifli dendi¤inde akla gelebilecek tüm ifller yat›l› elemana havale ediliyor. Evin içinde bir yabanc›n›n bulunmas› ailenin mahremiyetinde sorun yaratm›yor mu? Araflt›rmaya bafllarken, bu s›k›nt›yla ilgili uzun hikâyeler dinlemeyi bekliyordum. Çok garip, istisnas›z herkes “bizi o kadar rahatlatt› ki, gerisi önemli de¤il” gibi bir cevap verdi. Bu da bence flunu gösteriyor: Türkiye’deki feminist hareket, üst-orta s›n›f kad›nlar›n toplumsal konumlar›n› yeniden tan›mlamalar›n› sa¤lad› belki, ama feminizmin getirileri erkek-kad›n iliflkisinin yeniden tan›mlanmas›n› sa¤layamad›. Kad›n evin d›fl›ndaki hayata geçifl yapabilmifl, fakat eviçi sorumluluk neredeyse istisnas›z kad›na ait olmay› devam ediyor. Mesela çocuk bak›m›nda iflveren konumunda olanlar, tam zamanl› çal›flan, genelde beyaz yakal› kad›nlar. Sekiz-on saatini iflte geçirip evin sorumlulu¤unu da yüklenen, 24 saatin yetmedi¤i kad›nlar bunlar. ‹htiyaç duyduklar› deste¤i efllerinden alamad›klar› için evde tam zamanl› birinin olmas› hayatlar›n› kurtaran bir durum haline geliyor. Bak›c› kullan›m›n›n sonuçlar›ndan biri, kad›nla erkek aras›nda gözden geçirilmesi gereken kontrat›n art›k tamamen kenara at›lmas› oluyor. Baz› ifllerin erke¤in de sorumlulu¤u olmas› gerekti¤i fikri tamamen terkediliyor, çünkü ar-
t›k tam zamanl› bir bak›c› var. ‹fllerin koordinasyonu da hâlâ kad›nda, öyle de¤il mi? Tabii, evin müdürü anne. ‹fli koordine eden, çal›flma saatlerini düzenleyen anne, ama el eme¤i istihdam edilen yabanc› kad›ndan geliyor. Bu tabloda erkekten hiç bahsetmedin... Yok çünkü. Bak›c›n›n iflvereni olarak hep kad›nlar ç›k›yor karfl›na. Gündelik hayatlar›n› anlatt›klar›nda, baban›n akflam 6 ile 8 aras› çocu¤uyla oynayan bir figür oldu¤u görülüyor. Araflt›rmay› yaparken, baban›n çocu¤un sorumlulu¤unu efliyle paylaflt›¤› sadece bir tek aileye rastlad›m. Baba resmin d›fl›nda, uzaktan sevilen bir figür, bak›c› üzerinden kurulan aile iliflkisinde baban›n rolü yok. Baba misafir gibi geliyor, gidiyor. Yeme¤i haz›r, çamafl›rlar› y›kanm›fl, ütüleri yap›lm›fl... Bak›c›larla evdeki erkek aras›nda cinsel bir gerilim oluyor mu? Öyle bir gerilim oldu¤unu bildi¤im örnekler, bak›lan kiflinin yafll› ve yaln›z yaflayan erkek oldu¤u durumlar. Yabanc› kad›nlar›n kendi aralar›nda “dedu” dedikleri yafll› erkekler bak›c› ar›yorsa, kad›nlar o hizmetin içine cinselli¤in de girebilece¤ini anl›yorlar. Benimle konufltuklar›nda asla böyle bir fley kabul etmediklerini söylüyorlar, ama o “dedu”lar›n k›zlar›yla, yani iflverenlerle görüfltü¤ümde arada bu tür münasebetlerin de oldu¤u anlat›l›yor. Ailelerde, anne figürünün oldu¤u durumlarda böyle hikâyelere hiç rastlamad›m. Ama tabii kad›n “kocam beni bak›c›yla aldatt›” diye anlatmam›fl olabilir. Ayn› evi paylaflan bir yabanc› kad›n ile erkek, mesela geceleyin mutfakta karfl›laflt›klar›nda nas›l davranacaklar? Daha çok bunlar gerilim noktalar› oluyor. Adam mesela flortla evde dolaflam›yor. Kar›s›n› mutlu etti¤i için bak›c›ya itiraz edemiyor, ama biraz da rahats›z. 1960’larda, Avrupa’ya yönelik iflçi göçünde kad›nlar ikincil rollerde, koca-
Emek harcama sadece sekiz saat kol gücüyle yap›lan bir fley de¤il. Bir insana sevgi göstermeyi gerektiren ve bunu her daim yapmak zorunda oldu¤unuz bir iflin çok yorucu bir ifl oldu¤unu anlamam›z lâz›m. lar›n›n yan›nda tamamlay›c› olarak gidiyorlard›. Eski Sovyetler’den gelenler ise ço¤unlukla tek bafllar›na, ba¤›ms›z olarak gelen kad›nlar. Bu durum onlar›n kad›n-erkek iliflkilerine nas›l yans›yor? Sovyetler’den gelmelerinin önemli bir özelli¤i, ömürleri boyunca çal›flm›fl kad›nlar olmalar›. Sovyet sistemi kad›nerkek eflitsizli¤ini ortadan kald›rmam›fl
GÖÇMEN EV ‹fiÇ‹S‹N‹N SIRADAN B‹R GÜNÜ
fiule han›m, Olga, Deniz, Ceren ve Ahmet bey Ayfle Akal›n’›n “Yukar›dakiler-Afla¤›dakiler: ‹stanbul’daki Güvenlikli Sitelerde Göçmen Ev Hizmetlisi ‹stihdam›” bafll›kl› makalesindeki “Göçmen ev iflçisinin s›radan bir günü”... 2006 k›fl›nda görüflme olana¤› buldu¤um Olga, 31 yafl›nda, befl senedir Türkiye’de çal›flan Bulgaristanl› bir kad›nd›. Türkiye’ye geldi¤i ilk zamandan beri kocas›ndan ayr› yaflayan Olga’n›n memleketinde annesinin bakt›¤› yedi yafl›nda bir k›z› vard›. Türkiye’ye gelmeden önce Bulgaristan’da vergi dairesinde çal›flan Olga, k›z›n›n do¤umu ertesi ald›klar› borcun faizini ödemeye maafl›n›n yetmemesi sonucu, kocas›n›n teyzesinin o dönemde Türkiye’de çal›fl›yor olmas› nedeniyle, borcunu ödeyebilecek paray› kazanmak için Türkiye’ye gelmifl. Daha önce ‹zmit’te bir ailenin yan›nda bir y›l, ‹stanbul’da baflka bir ailenin yan›nda da befl ay çal›flan Olga’n›n en son ifli, onunla görüfltü¤üm Sar›yer yak›nlar›ndaki bir sitedeki bir villayd›. Orada yedi ve üç yafllar›ndaki iki çocuklu bir ailenin yan›nda ça-
l›flan Olga’n›n yan›s›ra, evde küçük k›z›n bak›c›s› ve yemekten sorumlu bir Türk yat›l› kad›n ve haftan›n üç günü temizli¤e gelen gündüzlü bir Türk kad›n daha vard›. Olga, üç katl› villadaki tipik bir ifl gününü bana flöyle anlatt›: Olga: 6:30’da kalk›yorum. Ceren okula gitti¤i zaman daha erken kalk›yorum, çünkü 7’yi 10 geçe filan ç›k›yor, 7:30’da servis geliyor, ancak kahvalt›s›n› eder. O zaman 6:15 falan kalk›yorum. Bu s›ralar 6:30’da kalk›yorum çünkü fiule han›m da erken gidiyor. Kahvalt›s›n› haz›rl›yorsun. ‹flte iniyorlar, kahvalt› ediyorlar, onlar gidiyorlar. Ondan sonra Ahmet Bey iniyor, o da kahvalt›s›n› edip ç›k›yor. Sonra Deniz. Herkesi yollay›p biz kahvalt› ediyoruz. Saat 10 oluyor. Sonra mutfak toplan›-
olsa da, herkesin çal›flmas›n›n normal oldu¤u bir sistemdi. Eskiden kar›-koca ikisi de çal›fl›rken, flimdi kad›n çal›fl›yor, erkek ifl bekliyor. Benim tan›d›¤›m örneklerin ço¤unda durum buydu: Art›k para kazanan kad›n; karar mekanizmalar› kad›n›n üzerinden geçiyor. Ama iliflkiler ne kadar dönüflüyor, çok emin de¤ilim. Bu kad›nlar›n geride b›rakt›klar› aileleriyle iliflkileri nas›l? O tabii en gerilimli k›s›m. Afla¤› yukar› herkes anne olduktan sonra bu ifle giriyor. Kocan›z› ve anne-baban›z› geride b›rakmak bir yana, çocuklar›n›z› geride b›rak›yorsunuz. Onun ac›s›, gerilimi ortadan kalkm›yor. Benim tan›d›¤›m in-
yor. Yukar› ç›k›yoruz, odalar› toplamaya, silmeye, süpürmeye, eflyalar› yerlefltirmeye her zaman yukar›dan bafll›yoruz. Öyle iniyorsun afla¤›ya kadar. Bu ifllerle zaten ö¤len oluyor. Çocuklara ö¤le yeme¤i, sonra masa toplan›yor. Ütünün yap›lmad›¤› bir gün bile yok. Çamafl›r günü oldu¤unda bazen dört, bazen alt› kere çamafl›r y›kan›yor. Pazartesi günü mesela, alt› kere, çünkü o gün herkesin çarflaflar› de¤ifliyor. Çocuklar›n k›yafetleri... Bir giydiklerini bir daha giymiyorlar, y›kan›yor. Benim ütü masam hiç kalkm›yor. Bugün mesela üç gömle¤im kald›. Sonra alt kata inip oray› da topluyorsun. Öyle iflte, gün içinde hiç kimse oturmuyor. Bazen otural›m, keyif yapal›m diyoruz. 15:30 gibi bir çay içiyoruz, çocuklar varsa akflam kahvalt›s› veriyorum. Ondan sonra zaten fleyler bafll›yor, salata haz›rla, akflam yeme¤i... Çocuklar 7’de yiyorlar, sonra büyükler geliyorlar, son zamanlarda hep beraber yiyorlar. Sonra ç›k›yorsun, çocuklar› y›k›yorsun, tuvaletlerini yapt›r›yorsun. Sofra kalk›yor, çay koyuyorsun, meyve kesiyorsun. Saat 11-12 oluyor, afla¤› odaya inip ütü varsa yap›yorsun, yoksa yat›yorsun.
21
22
zorlamad›¤›n sürece her ifle koflturabildi¤in bir emek türü bu. Art›k çal›flma ile çal›flma d›fl› saatler ayr›m› ortadan kalk›yor. Öyle olunca da, burada sömürü, fazla kullan›m, iflçi üzerindeki olumsuz etkilerin tarifinde yeni modeller gerekiyor. Duygulan›m teorisi, post-fordist dönemde çal›flma ile gündelik hayat, mola ile emek harcama aras›ndaki s›n›rlar›n flulaflmas›n› teorize etmeye çal›flan bir bak›fl aç›s› sunuyor. Yabanc› çal›flan kullan›m›nda bu teori nas›l kullan›l›yor? Mesela yafll› bak›m›nda, bir kad›n› parayla kendinize arkadafl olarak tutuyorsunuz. Buradaki emek iliflkisini nas›l tan›mlayaca¤›z? Gündelik hayattaki birçok di¤er örne¤e k›yasla bu çal›flan kad›nlar flansl› iflçiler olarak görülüyor, çünkü maafllar› düzenli ödeniyor, bar›nma ve yemek masraflar› karfl›lan›yor. Baz› iflverenlere göre, “bütün gün oturmak için para al›yorlar”. Öyleyse, insanlar neden bu iflleri kendileri yapmay›p baflkalar›n› tutuyorlar? Bak›m› yap›lan kiflilerin kendi aileleri onlarla bu kadar uzun zaman geçirmeye dayanamazken, “bak sana bu kadar rahat ifl veriyorum, bir de üstüne para veriyorum” anlay›fl›n›n sorgulanmas› gerek.
Bak›c› kullan›m›n›n sonuçlar›ndan biri, kad›nla erkek aras›nda gözden geçirilmesi gereken kontrat›n art›k tamamen kenara at›lmas›. Baz› ifllerin erke¤in de sorumlulu¤u olmas› gerekti¤i fikri tamamen terkediliyor.
Emek harcama sadece sekiz saat kol gücüyle yap›lan bir fley de¤il. Eme¤i çok daha genifl düflünebilmeliyiz. Bir insana sevgi göstermeyi gerektiren ve bunu her daim yapmak zorunda oldu¤unuz bir iflin çok yorucu bir ifl oldu¤unu anlamam›z lâz›m. Göçmen kad›nlar›n bu durumda ucuz emek oldu¤unu söyleyebilir miyiz? Ucuz de¤il ama, “daha ucuz” emek. Yat›l› bir eleman›n›z oldu¤unda ona daha çok ifl verebiliyorsunuz, gün boyu yetifltirmek zorunda oldu¤u ifllerin d›fl›nda, gece 9’da fasulye ay›klatabiliyor, sabaha karfl› 3’te bebe¤inizin alt›n› temizletebiliyorsunuz. Öyle olunca, bir ayda belki az para vermiyorsunuz ama, ald›¤›n›z “verim” yükseliyor.
Bir makalende güvenlikli siteleri “fabrika”, oradaki hayat tarz›n› üretilen “ürünler”, ev hizmetlilerini de yeni “iflçiler” olarak tan›ml›yorsun. Bu sitelerde, bu de¤iflime paralel yeni düzenlemeler görülüyor mu? Özellikle mimarî ve mekânsal düzenlemeler dikkat çekici. ‹stanbul’un çevresinde son 15 y›lda ortaya ç›kan sitelerde mutlaka bir hizmetli odas› veya kat› bulunuyor. Eski ‹stanbul’daki köflklerde de hizmetliler için müfltemilât gibi yerler vard›. Bugün flehir d›fl›ndaki kentleflmeyle bu göç ayn› anda gerçeklefliyor. Bu tarihsel çak›flma bana çok ilginç geliyor. Sanki müteahhitler, dolayl› olarak, yapt›klar› mimarî tasar›mla bu kad›nlar› ithal ediyor, yeni kentleflme bu kad›nlar› ça¤›r›yor gibi. Villa mimarisinde, iflverenin yaflad›¤› alanla çal›flan›nki çok ayr›. “Hem var hem yok” mekânlar bunlar. Apartman dairelerinde yaflayanlarla konufltu¤umda “evet, yabanc› biriyle ayn› evde yaflamak zor, ama idare ediyoruz” gibi cevaplar al›rken, villalardakiler “hiç görmüyorum bile, iflini yap›yor, ortadan kayboluyor” diyorlar. Mekân, çal›flan kad›na görünmezleflme imkân›n› veriyor. Onlar da ifl bittikten sonra görülmek istenmediklerinin fark›ndalar ve ortadan kayboluyorlar. Devletin üstlenmesi gereken çocuk ve yafll› bak›m› gibi sosyal hizmetlerin tamamen serbest piyasaya b›rak›ld›¤› bir yap› var karfl›m›zda. Burada devletle yeni orta s›n›flar aras›nda sessiz bir anlaflma oldu¤unu söyleyebilir miyiz? Bu do¤ru, ama Türkiye’de bu meseleyi gündeme getirecek, bu kad›nlardan yana taraf olacak bir kesim de yok. Hukukî platformda bu kad›nlar›n ad› sadece insan kaçakç›l›¤› bahsinde geçiyor; o da beyaz kad›n ticaretinin dünya siyasî gündemindeki yeriyle ba¤lant›l›. Çal›flmak isteyen ve eme¤inin hakk›n› almak isteyen kad›nlar›n çal›flma hakk›n› savunacak kimse yok. Türkiye’de gündelikçi kad›nlar›n haklar›n›n savunulmas› meselesi daha yeni yeni gündeme geliyor. S›rf orta s›n›fla de¤il, devletin aile ile kurdu¤u iliflkiden bahsetmek lâz›m. Her fley aileye endekslendi¤i için, eviçi emekle ilgili haklar›n kamusal alanda kabul edilmesi meselesi sahiplenilen bir konu olmuyor. “Gündelikçi kad›n eve temizli¤e gelir, iki aile de bu anlaflmadan memnundur” gibi bir anlay›fl var. Endonezya’da, Hong Kong’da ev hizmetlerinde çal›flan kad›nlar örgütleniyor, 1 May›s mitinglerine kat›l›p haklar›n› ar›yorlar. Bizdeyse tam bir sessizlik var. Bunu nas›l aç›kl›yorsun? Bunun için, yabanc› ev hizmetlisi piyasas›n›n hangi ba¤lamda ortaya ç›kt›¤›na bakmak gerek. Örne¤in, bu ülkelerdeki Filipinliler, devlet düzeyinde anlaflmalar sayesinde göçmen iflçi statüsüyle çal›flma izni alabiliyorlar. Çal›flma iznine sahip çal›flanlar önemli bir dalga yaratabiliyor, düzensizler de onlara kat›labiliyor. Ama Türkiye’de çal›flma izni olan kad›n çok çok az. 2005’te sadece yirmi Moldoval›n›n resmî çal›flma izni vard›.
Söylefli: Didem Dan›fl
sanlar aras›nda on senedir bu ifli yapanlar vard›. Senede bir veya iki kez gidip gelseler de, bu on seneyi ailelerinden uzak geçiriyorlar. Bu konu iflverenlerle iliflkide gündeme geliyor mu? Orada daha çok iflverenlerin bir kayg›s› ortaya ç›k›yor: “Kendi çocu¤unu özleyen bir insan› her gün görmeye dayanamam, o ac›y› bana göstermesin” diyen iflverenlerle karfl›laflt›m. Bak›c›lar o ac›y› ba¤›rlar›na basmak gerekti¤inin fark›ndalar. Görüfltüklerim aras›nda “çocukla olan iliflkim bana kendi çocu¤umu hat›rlat›yor” diyen çok az oldu. Daha çok, çocuklar›n fl›mar›k olmas›ndan flikâyet ediliyor. Bu durumu, ailenin çal›flan› meta olarak görmesinin çocu¤a yans›mas› olarak görüyorum ben. Bak›c› o kadar kolay de¤ifltirilebilen bir fley haline geliyor ki, çocuk karfl›s›ndaki kifliye sayg› göstermesi gerekti¤ini ö¤renmek zorunda kalm›yor. Biri gider, biri gelir diye görüyor. O da çal›flanlara yans›yor. O nedenle bak›c›lar yafll› bak›m›n› daha çok tercih ediyor: Yafll›lar›n ihtiyaçlar› minimum düzeyde, iki kelime etmesini biliyorlar. Yafll› ve hasta bak›m›nda, beden pisli¤i gibi fleyler akla sorun olarak gelebilir. Fakat bak›c›lar bunu fazla büyütmüyor ya da en az›ndan kötünün iyisi olarak görüyorlar. Tüm bunlar yeni orta s›n›f dedi¤imiz kesimde ailenin dönüflümünün, çocuk merkezli bir hayat›n iflaretleri olarak görülebilir mi? Kesinlikle. Ben konuya “de¤er” kavram› üzerinden bakmaya çal›flt›m. Çocuk art›k ailenin sahip oldu¤u önem ve de¤erin vücud bulmufl hali. Her fley çocu¤un çevresinde dönerken, bak›c› da ondan sorumlu kifli oluyor. Bak›c›n›n de¤eri de çocu¤un üzerinden belirleniyor. Kad›n art›k tek bafl›na bir insan de¤il, çocukla iliflkisi kadar de¤erli. Bak›c›lara bu iflin bu kadar olumsuz yans›mas›n›n aç›klamas› da bu. Çal›flmanda yeni bir emek türünden bahsediyorsun: Duygulan›msal emek. Biraz bunu açar m›s›n? Duygulan›m teorisi, psikoloji ve psikanalizden al›narak ekonomi-politi¤in içinde kurgulanmaya çal›fl›l›yor. Duygulan›m›n benim için en önemli noktalar›ndan biri, eme¤in ölçümüyle ilgili. Eme¤i nas›l ölçeriz –Marx’tan beri olan bir soru. Emek art›-de¤erle, zamana endekslenip ölçülüyor. Mesela gündelikçiler sabah 9 akflam 5 aras› bir günlük mesaide bir evin temizli¤ini üstleniyorlar. Bir temizlik, bir gün, bir iflçi hesab› bu. Bu hesap yat›l›larda kay›yor, çünkü yat›l›larla 6+1 fleklinde kontrat yap›l›yor. Haftan›n alt› günü seninle yaflayan, bir günü ya sadece gündüz ya da gündüz ve akflam olarak izin kullanan kifliler bunlar. Alt› günün tamam›nda evde olan biriyle yeni bir iliflki kuruyorsun. Akflam 5’e kadar ifl yetifltirme zorunlulu¤u ortadan kalk›yor, 24 saate yay›lan bir biçimde ondan hizmet al›yorsun; gece 3’te uyand›r›p “bebe¤in alt›n› temizle” demek hizmete dahil. Her an elinin alt›nda bulunan, ahlâk s›n›rlar›n›
Türk hapisperverli¤i 26 Eylül Cumartesi günü Kumkap›’da Yabanc›lar fiubesi’ne ba¤l› “misafirhane”nin önünde Direnistanbul’un önayak oldu¤u, yaklafl›k 60 kiflinin kat›ld›¤› bir eylem yap›ld›. Say›ca az olsalar da, o gün orada bulunanlar Türkiye’de sosyal hareketler tarihinde bir ilke tan›kl›k ediyorlard›; bu topraklarda göçmenler ve mültecilerin hak mücadelesine destek amac›yla yap›lan ilk eylemdi bu. Haf›zas›n› biraz zorlayanlar hemen, Festus Okey’in karakolda “yanl›fll›kla” öldürülmesi, Dariusz Witek’in Kumkap›’daki misafirhane’de intihar etmesi, K›rklareli ve Edirne “misafirhane”lerindeki isyanlar, Ege k›y›lar›nda bo¤ulanlar, Anadolu yollar›nda kamyon kasalar›nda ölen göçmenlerle ilgili haberleri hat›rlayacakt›r. Zaman zaman gündeme gelseler de, asl›nda bu konular di¤er büyük bafll›klar›n arkas›nda eziliyor, t›pk› göçmenlerin hayatta kalma, insanca yaflama haklar› gibi. Bu ilk eylemin flerefine, soka¤›n nabz›n› tutmak ve “misafirhane” denilen tutukevindeki durumu konuflmak üzere Kumkap›’ya ba¤lan›yoruz. Bu eylem fikri nas›l geliflti? Umut Kara: Geçen hafta Kumkap› misafirhanesinde, daha do¤rusu hapishanesinde, kötü koflullara karfl› bir isyan ç›kt›. Göçmenler aç, susuz b›rak›ld›klar› ve kötü muameleye maruz kald›klar› için isyan ettiler. Zaten Kumkap›'da daha önce de böyle isyanlar ç›km›flt›. Sadece Kumkap› de¤il, Türkiye genelinde bu tarz “misafirhaneler”in ço¤unda çok kötü muamele var. Türkiye cezaevlerindekinin iki-üç misli kötü koflullar var bu “misafirhaneler”de, çünkü bu insanlar›n hiçbir haklar› yok, varl›klar› da yok say›l›yor. Bunu protesto etmek için bugün bir araya geldik. Misafirhane denilen yerde kimler “misafir” ediliyor? Clémence Durand: Misafirhane komik bir ifade asl›nda, çünkü oras› hiç de misafirperver bir yer de¤il. “Misafirhane” denilen yerde ‹ran Irak, Afganistan gibi ülkelerden, Ortado¤u, Asya, Afrika ve Do¤u Avrupa'n›n çeflitli yerlerinden gelen göçmen ve mülteciler var. Ben hepsine bir ayr›m yapmadan göçmen demeyi tercih ediyorum. K⤛ts›z, pasaportsuz göçmenler yaklalan›nca orada kal›yorlar, belli bir süre “misafir” oluyorlar ama asl›nda bu bir hapishane. S›n›rd›fl› edilene kadar orada tutuluyorlar, Türk devleti s›n›rd›fl› etmek için uçak biletini karfl›lamad›¤› için bu in-
sanlar bir sene burada kalabiliyor. S›n›rd›fl› edilmelerinin masraf›n› kendileri mi karfl›lamak zorunda yani? Evet, aynen öyle. Hapis tutuluyorken nas›l para bulabilecekler, o da baflka bir mesele. Tabii gerekli paray› bulamad›klar› için çok uzun süre burada tutuluyorlar. Devlet, bu kadar uzun al›koyma sürecini bir bask› arac› olarak da kullan›-
Koflullar rezalet, çünkü çok kalabal›k, yemekler berbat, camlar kapal›, havaland›rma yok. Tam hapishane, ama Avrupa'daki kamp-hapishaneleri gibi. Hatta insana Nazi toplama kamplar›n› hat›rlat›yor. Umut Kara
Kristen Biehl
Clémence Durand Umut Kara, Direnistanbul temsilcisi. Clémence Durand “migreurop” adl› örgüt ad›na Türkiye-Yunanistan s›n›r›nda göçmenlerin maruz kald›¤› insan haklar› ihlalleri ile ilgili bir rapor kaleme ald›. Migreurop, Avrupa’da giderek say›s› artan ve çeper ülkelerde de kurulmaya bafllanan kamplara – daha do¤rusu hapishanelere – karfl› mücadele etmek için kurulmufl, çok say›da ülkeden eylemci ve araflt›rmac›lar›n yer ald›¤› bir a¤. Kristen Biehl, geçen sene Bo¤aziçi Üniversitesi’nde “Belirsizlikle yönetmek: Türkiye’de mültecilik hali” bafll›kl› bir yüksek lisans tezi haz›rlad›. fiu anda ‹stanbul’da göçmenlerle ile ilgili bir araflt›rma yürütüyor.
yor, para versin ve gitsinler deniyor. ‹çeride kalm›fl insanlarla konufltum, orada o kadar uzun süre kalm›fllar ki, çaresizlik içinde memleketlerindeki ailelerinden para topluyorlard› geri gitmek için. “Tamam gidece¤iz, bizi serbest b›rak›n, gidece¤iz. Hiçbirfley istemiyoruz bu ülkeden. O kadar ac› çektik ki, art›k yeter” diyorlard›. ‹flte misafirhane denen yer böyle bir yer. ‹çerideki koflullar nas›l? Koflullar rezalet, çünkü çok kalabal›k, yemekler berbat, camlar kapal›, havaland›rma yok. Tam hapishane, ama Avrupa'daki kamp-hapishaneleri gibi. Hatta insana Nazi toplama kamplar›n› hat›rlat›yor. Misafirhanenin iflleyiflini aç›klar m›s›n? Kristen Biehl: Türkiye'nin yabanc›lar› ilgilendiren kanunlar› var; pasaport kanunu, ikamet kanunu, çal›flma kanunu. Bunlar› ihlal eden yabanc›lar yakaland›¤›nda bu “misafirhane”ye konuluyor. Mesela s›n›r› kaçak geçerken yakalanan da buraya getiriliyor, ama genel olarak idari cezalarla ilgili olanlar buraya konuyor; o yüzden buradaki duruma “idarî tutuklama” deniyor. ‹çerideki durum nas›l? “Misafirhane”ye girebildin mi hiç? Burada tutulanlar›n durumu en iyi “belirsizlik” ile tan›mlanabilir. Misafirhaneler yönetmeli¤i diye bir fley var, ama hukukî ve idarî aç›dan hiçbir fley net de¤il. Ben içeri giremedim, girmek için izin almak da hiç kolay de¤il. Geçen sene Ekim'de pencerelerden yanan battaniyeleri att›klar› isyandan sonra, Valilik’ten giden avukat› bile içeri almam›fllar. ‹çerideki koflullara dair bir bilgi var m›? Kumkap› ile ilgili Valilik’te kurulan bir komisyonun teftifl sonras› yazd›¤› rapor var. Bir de, Helsinki Yurttafllar Derne¤i'nin K›rklareli ve Edirne dahil Türkiye’deki tüm “misafirhane”lerle ilgili raporu var. Valilik komisyonunun raporuna göre, Kumkap›’da hijyen koflullar› çok kötü, çamafl›r asacak yer yok, zaten çamafl›rlar elde y›kan›yor, tek bir tuvalet var, yemekler çok kötü, vs. Raporda bu temel fizikî eksiklerin bütçe k›s›tlar›yla ilgili oldu¤u yaz›l›. Ama o raporda da söylendi¤i gibi as›l sorun, burada ciddi insan haklar› ihlalleri olmas›. Bunlar tutulma süresinin uzunlu¤u ve uluslararas› anlaflmalara ayk›r› bir flekilde mültecilerin de tutuluyor olmas› ile ilgili. Ne anlama geliyor bunlar? ‹dari tutuklama süresi Avrupa'da da tart›fl›lan bir fley. ‹talya'da mesela, Berlusconi döneminde ç›kard›klar› çok elefltirilen göçmen yasas›nda bu süreyi 1,5 aya ç›kard›lar diye k›yamet koptu. Ama burada bir sene tutulan insanlar var. Bu konuda Emniyet'in s›k›nt›s› da muhatap alacak kimse bulamamas›. Göçmenlerin konsolosluklar› bu konu bizi ilgilendirmez diyor, kendi vatandafllar›na s›rt çeviriyor.
Söylefli: Didem Danıfl
GÖÇMENLER‹N HAKLARI ‹Ç‹N TÜRK‹YE’DEK‹ ‹LK EYLEM
23
Nükleer pokerde yeni el
10 EYLÜL - 5 EK‹M 2009 Haz›rlayan: Erdir Zat
‹RAN Nükleer faaliyetlerini ask›ya almas› için alt› Bat›l› ülke taraf›ndan ültimatom verilen ‹ran’›n “ikinci uranyum zenginlefltirme tesisini infla etti¤i” haberi, Pittsburgh’daki G-20 zirvesine damgas›n› vurdu. Tahran yönetimi, Uluslararas› Atom Enerjisi Kurumu’na (IAEA) bir mektup göndererek, Kum flehri yak›nlar›ndaki ikinci tesisin varl›¤› hakk›nda bilgi verdi. Böylece, ABD, Britanya ve Fransa’n›n, ‹ran’›n Natanz’daki tart›flmal› uranyum zenginlefltirme tesisi d›fl›nda bir tesisi daha bulundu¤una iliflkin ortak istihbarat› resmen do¤rulanm›fl oldu. Ahmedinecad, ‹ran’›n, “radyoaktif madde ifllemeye bafllamadan
180 gün önce IAEA yetkililerine haber vermeyi” flart koflan yönetmeli¤e uydu¤unu öne sürdü. Tahran’a ilk tepki Obama’dan geldi, “‹ran’›n uluslararas› kurallara uyma konusunda isteksiz oldu¤unu” söyledi. ABD, Britanya, Almanya ve Fransa liderleri a¤›rl›¤›n› koyarak BM Güvenlik Konseyi’nden “‹ran’a yeni yapt›r›mlar getirilmesi” yönünde bir karar ç›kard›. Daha önce ‹ran’›n nükleer enerji program›na destek veren Rusya ve Çin bu defa yaln›z b›rakt›. Obama “askerî seçene¤i gözard› etmiyoruz” dedi, ama savunma bakan› Robert Gates “‹ran’a sald›rman›n nükleer program› üç y›l geriye götürmekten baflka bir ifle yaramayaca¤›n›” söyledi.
TÜRK‹YE fiu ç›lg›n Osmanl›lar... BM Genel Kurulu’ndan IMF-Dünya Bankas› zirvesine uzanan diplomatik maraton, Erdo¤an’›n a¤›r topu Ahmet Davuto¤lu’nun yeni d›fl politika vizyonunu görücüye ç›kard›. Kürt aç›l›m›yla kollar› s›vayan küresel Türkiye, Osmanl›’dan miras kalan bütün nüfuz alanlar›nda hamleler yapmaya bafllad›. Kurtlar Vadisi’ne hoflgeldiniz! “ONE MINUTE” krizinin ikinci perdesi “mutlu son” ile bitti. Baflbakan Recep Tayyip Erdo¤an, Davos’ta yar›m kalan sözünü BM Genel Kurulu’nda herhangi bir kesintiye u¤ramadan tamamlad›; dünyay› Filistin konusunda “daha duyarl› olmaya” davet etti. Davos meselesini “tatl›ya ba¤lamak”, Erdo¤an’›n program›n›n öncelikleri aras›ndayd›. Çok yönlü Amerika gezisinin ilk temas›n›, New York’ta elli kadar Yahudi kuruluflunun temsilcisiyle görüflerek gerçeklefltirdi. Baflka bir deyiflle, aya¤›n›n tozuyla dünyaya, Türkiye ile ‹srail aras›ndaki krizin sona erdi¤i sinyalini gönderdi. ABD’deki Yahudi lobisinin sözcülerinden Abraham Foxman memnuniyetini flu sözlerle anlat›yordu: “Toplant› s›ras›nda hiçbirimiz o konuyu [Davos] açmad›k, Erdo¤an da gündeme getirmedi. Biz unuttuk ve yaflananlar› tarihe gömdük.” Bu görüflmeden birkaç gün önce, 20 Eylül’de, Viyana’da yap›lan Uluslararas› Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) zirvesinde Türkiye’nin sergiledi¤i tutum, Foxman’›n memnuniyetini artt›racak cinstendi. Zirvede IAEA, 18 y›l sonra ilk kez ‹srail aleyhine bir karar ald› ve ‹srail’in nükleer kapasitesini ‹ran gibi denetlemeyi öngören tasar›y› kabul etti. Toplant›da Türkiye, önce konunun gündeme al›nmas›na iliflkin oylamada çekimser kald›, sonra salonu terk ederek karar tasar›s› oylamas›na kat›lmad›. Böylece 150 ülkenin temsilcilerinin oy çoklu¤uyla ald›¤› karara Türkiye “bulaflmam›fl” oldu. Hâriciyenin yeni patronu Davuto¤lu bir “ince ayar” da buraya yapt› ve Davos gerilimini yumuflatarak ABD’nin masaya koymaya haz›rland›¤› yeni ‹srail-Filistin bar›fl plan›nda Türkiye’ye yer açt›. Eski ABD baflkan› Jimmy Carter, eski ABD d›fliflleri bakan› James Baker ve eski güvenlik dan›flmanlar› Brent Scowcroff ile Zbignew Brezinski’nin, ‹srail-Filistin bar›fl› için haz›rlad›¤› yeni plan, a¤ustos ay›nda Obama yönetimine sunuldu. Plan, 1967 s›n›rlar›na dayal›, askerden ar›nd›r›lm›fl bir Filistin devletini, ‹srail’in kuruluflu s›ras›nda Filistin’i terk eden binlerce Arap mülteciye tazminat ödenmesini ve Kudüs’ün ortak baflkent olarak paylafl›lmas›n› öngörüyor. Amerikan âkil adamlar›n›n bu yakla-
24
fl›m›, ‹srail baflbakan› Binyamin Netanyahu’nun daha önceki aç›klamalar›yla paralellik tafl›yor. Ayr›ca yeni bar›fl plan›n›n AB’den destek almas› sürpriz olmayacak. Bunlara Filistin’in kendi içindeki istikrar aray›fl›n›, düflman kardefller Hamas ile El Fetih aras›nda bafllayan uzlaflma sürecini ve 2010’da seçime gitme olas›l›¤›n› da eklemek lâz›m. Dolay›s›yla, Obama yönetiminin yak›n gelecekte Ortado¤u gündemine sokaca¤› temalar›n s›r olmad›¤›n› söyleyebiliriz. Bu durumda, ‹srail ve Filistin’in yan› s›ra ‹ran, Irak, Suriye ve Lübnan konusunda da aç›l›mlar yapma iddias›nda olan, “Ortado¤u Birli¤i” kurmaktan söz eden Türkiye’nin ince ayarlar› ayr› bir dikkat gerektiriyor.
Komflularla s›f›r problem D›fliflleri bakan› Ahmet Davuto¤lu’nun daha önce benzeri görülmemifl bir sürat ve hamaratl›kla uygulamaya koydu¤u yeni d›fl politika vizyonu, BM Genel Kurulu’ndan IMF-Dünya Bankas› zirvesine kadar uzanan uluslararas› toplant›lar maratonunda dünyaya anlat›ld›. Erdo¤an, gerek BM Genel Kurulu’nda, gerekse G20 zirvesinde yapt›¤› konuflmalarda bu yeni vizyonu özetleyen “komflularla s›f›r problem” anlay›fl›na vurgu yapt›. Yunanistan ile diyalog sürecinin devam edece¤ini, K›br›s’ta nihai çözüm için “BM gözetiminde gelifltirilecek plan›n en geç 2010’da referanduma götürülece¤ini” söyledi. Balkanlar’daki iki komflu Bulgaristan ve Romanya’n›n “AB ve NATO ile entegrasyonuna destek vermeye” devam edilece¤ini bildirdi. “Keza, komflumuz Ermenistan’la iliflkilerimizi normallefltirmeye yönelik gayretlerimiz de meyvelerini vermeye bafllam›flt›r” dedi. BM Güvenlik Konseyi üyesi Türkiye’yi “bölgesinin bar›fl ve istikrar unsuru” olarak tan›mlad›. Davuto¤lu’nun “Stratejik Derinlik” kitab›nda temellendirdi¤i “Osmanl› nüfuzunun de¤erlendirilmesi” olgusu, pratikteki karfl›l›¤›n› Türkiye’nin Irak ve Suriye politikalar›nda göstermeye bafllad›. AKP hükümetinin “Kürt aç›l›m›” süreciyle eflzamanl› olarak gündeme gelen ve Kürt co¤rafyas›nda “topyekûn çözüm” görünümü alan ucu aç›k bir entegrasyondan söz edili-
yor. Hürriyet gazetesi, AB’nin temellerinin “Avrupa kömür ve çelik iflbirli¤i” örgütlenmesi ile at›ld›¤›nı hat›rlatarak bu modelin pekâla Ortado¤u ölçe¤inde de uygulanabilece¤ini yazd›. ABD ordusu çekildikten sonra yaln›z kalmak istemeyen Irak da, Türkiye’yle aras›ndaki sanc›l› tarihe sünger çekip bu yolla Bat›’n›n izolasyonundan kurtulmak isteyen Suriye de böyle bir projeye fliddetle ihtiyaç duyuyor. Projenin ilk ad›m› geçen ay at›ld›. Irak ile “baflka hiçbir siyasi emelin yerine geçemeyece¤i bir ekonomik entegrasyon kurmak” amac›yla kapsaml› görüflmeler bafllat›ld›. Davuto¤lu, kabinenin dokuz icrac› bakan›n› (d›fl ticaret, içiflleri, bay›nd›rl›k ve iskân, sa¤l›k, ulaflt›rma, tar›m ve köyiflleri, enerji ve tabii kaynaklar, çevre ve orman) yan›na alarak Irakl› muadillerinin karfl›s›na ç›kt›. “Yüksek düzeyli stratejik iflbirli¤i konseyi” ad› verilen bu ülkeleraras› mekanizman›n ikinci toplant›s›, Ba¤dat’ta, baflbakanlar›n kat›l›m›yla yap›lacak. Irak’›n hidrokarbon kaynaklar›n›n Türkiye üstünden geçen enerji projelerine akmas›, giderek Kerkük-Yumurtal›k boru hatt›n›n yeniden ifllerli¤e kavuflturulmas› garantilenmifl görünüyor. Irak ile gelifltirilen bu “ekonomik iflbirli¤i” modeli, Suriye ile bafllat›lmas› düflünülen sürece de ilham verdi. Dolmabahçe Saray›’ndaki zirvede, Erdo¤an’›n Kürt aç›l›m›na “Kürt” sözcü¤ünü telaffuz etmeden destek veren Suriye devlet baflkan› Beflflar Esad, ayr›ca Türkiye ile Suriye aras›nda benzer bir iflbirli¤i konseyi kurulmas› için anlaflma imzalad›. ‹ki ülkenin icrac›
Sosyal demokratlar silindi
Tamillerin bitmez çilesi
Asker katliam yapt›
El Fetih-Hamas uzlafl›yor
ALMANYA Sosyal demokratlar›n Avrupa genelindeki düflüflü, Almanya seçimlerinde fena bir bozgunla teyit edildi. Baflbakan Angela Merkel liderli¤indeki H›ristiyan Birlik partilerinin oylar›n yaklafl›k %34’ünü ald›¤› genel seçimlerde, dört y›l boyunca koalisyon orta¤› olan Sosyal Demokrasi Partisi (SPD) sadece %23 oy alabildi. Sosyal demokrat seçmen sand›¤a ra¤bet etmedi¤i için kat›l›m oran› görece düflük olan (%72) seçimde, SPD’nin bir k›s›m oylar›n›n patlama yapan Sol Parti (%12) ve Yefliller’e (%10) kayd›¤› gözlendi. Merkel yeni koalisyonu Hür Demokrat Parti’yle kuracak.
SR‹ LANKA ‹nsan haklar› örgütlerinin “soyk›r›m” uyar›lar›na kulak t›kayan hür dünya, 1976’dan beri süren içsavafl› bitmifl kabul ediyor. Ama hükümet kuvvetlerinin isyanc› Tamil Kaplanlar›’n› çökertmek için geçen k›fl giriflti¤i kanl› operasyonun toplumsal yaralar› henüz sar›lm›fl de¤il. Adan›n kuzeybat›s›ndaki Tamil bölgesinde incelemede bulunan BM özel temsilcisi, aylard›r mülteci kamplar›nda tutulan yaklafl›k 265 bin kiflinin durumunun hâlâ “insani kriz” boyutlar›nda oldu¤unu ve bunun “Tamiller ile hükümet aras›ndaki bir uzlaflma ortam› oluflturma olas›l›¤›n›” ortadan kald›rd›¤›n› rapor etti.
G‹NE Askerî cuntan›n yönetimindeki Gine’de muhaliflerin düzenledi¤i bir mitinge askerler taraf›ndan atefl aç›ld›. En az 157 kifli öldü, 1200 kifli yaraland›. Baflkent Conakry’deki bir stadyumda yap›lan ve 50 binden fazla kiflinin kat›ld›¤› mitingde, cunta lideri Albay Musa Dadis Camara’n›n gelecek y›l yap›lacak baflkanl›k seçimlerinde aday olaca¤› söylentileri protesto ediliyordu. ‹nsan Haklar› ‹zleme örgütü, askerlerin gösteri s›ras›nda halka atefl açt›¤›, insanlar› süngüledi¤i, b›çaklad›¤›, kad›nlar› sokakta soyarak arad›¤›, taciz ve tecavüz etti¤ine dair görgü tan›kl›klar›n›n ellerine ulaflt›¤›n› bildirdi.
F‹L‹ST‹N Hamas ile El Fetih sonunda müzakere masas›na oturuyor. 2007’de Hamas, Filistin Yönetimi’ni, elinde tuttu¤u Gazze fieridi’nden defetti¤inden beri Filistin’in iki büyük partisi aras›nda süren gerilim, M›s›r’›n arabulucuk yapt›¤› bir uzlaflma sürecine giriyor. M›s›r’›n taraflarla görüfltükten sonra haz›rlad›¤› öneri paketini önce El Fetih lideri Mahmud Abbas kabul etti. Ard›ndan Hamas lideri Halid Meflal görüflmeye prensipte haz›r olduklar›n› aç›klad›. Taraflar aras›ndaki anlaflman›n ekimde Kahire’de imzalanmas› ve 2010’da baflkanl›k ve meclis seçiminin yap›lmas› bekleniyor.
bakanlar›, bundan böyle en az alt› ayda bir toplanacak ve entegrasyonun yollar›n› arayacak. Proje bu kadarla s›n›rl› de¤il. Üçüncü aflamada Türkiye-Irak ve Türkiye-Suriye iflbirli¤i konseylerinin birlefltirilmesi hedefleniyor. Bunun resmî olmayan ad›, Ortado¤u Ekonomik Toplulu¤u. Durum böyle olunca, Suriye’nin Irak rejimine karfl› terör eylemleri düzenleyen militanlara yatakl›k etti¤i gerekçesiyle darbo¤aza giren Ba¤dat-fiam iliflkilerini normallefltirmek, Davuto¤lu’na düfltü. Kriz, Dolmabahçe zirvesi s›ras›nda, Türkiye, Irak ve Suriye d›fliflleri bakanlar›n›n kat›ld›¤› toplant›yla çözüldü.
Yeni Kafkasya kurgusu Davuto¤lu, Türkiye’nin ABD’yle sürdürdü¤ü “stratejik ortakl›¤›n” Rusya’yla iliflkileri zedelememesi için maksimum çaba sarfediyor. Rusya unsurunun Türkiye’nin AB ile yaflad›¤› krizleri dengeleyecek bir kald›raç olmas›na çal›fl›yor. Putin’in son Ankara ziyaretinde imzalanan Güney Ak›m› anlaflmas›, Avrupa ile sorunlu iliflkileri olan Türkiye ile Rusya aras›ndaki “stratejik iflbirli¤ini” pekifltirmiflti. Putin bununla da yetinmedi, daha önce uzak durdu¤u Samsun-Ceyhan petrol boru hatt›na ortak oldu ve Türkiye’nin infla etmeyi planlad›¤› nükleer santrallara destek vermeyi taahhüt etti. Ard›ndan Bulgaristan’da yap›lan seçimlerde iktidara gelen yeni hükümet, Samsun-Ceyhan projesinin rakibi Burgaz-Aleksandropol petrol boru hatt›n› çevresel riskler içerdi¤i gerekçesiyle (ayn› sorunu Kuzey Ege’yi tehdit etti¤i için Yunan çevreciler de gündeme getirdi) referanduma sunmaya karar verdi. Bu karardan dolay› Sofya ile gerilim yaflayan Moskova, Samsun-Ceyhan petrol boru hatt›n› Rus enerji da¤›t›m flebekesinin öncelikleri aras›na ald›. Eylül boyunca yaflanan diplomatik kas›rga, Türkiye-Rusya iliflkilerindeki “ortak fayda” aritmeti¤ine sürpriz bir katk› daha getirdi. Rusya’n›n en büyük devlet flirketi Rosneft’in baflka-
n› Sergey Bogdançikov ilk kez “petrol sevkiyat›nda Bakü-Tiflis-Ceyhan hatt›ndan yararlanılmas›n› devre d›fl› b›rakmad›klar›n›” aç›klad›. Oysa Rusya, kendi enerji tekelini k›rmak için ABD, AB ve Türkiye taraf›ndan gelifltirilen Nabucco projesinin dinamosu olan BTC boru hatt›na bu zamana kadar hep karfl› ç›km›flt›. Bogdançikov flöyle diyordu: “Türkiye, Almanya’dan sonra Rusya’n›n en büyük enerji orta¤› ve yak›t tüketicisi. E¤er iki taraf›n da ekonomik ç›karlar›na uygun flartlar oluflursa elbette BTC boru hatt›na petrol sevk ederiz.” Bu geliflmeler Türkiye’nin Ermenistan ile yak›nlaflmas›ndan rahats›z olan Azerbaycan’›n Rusya’yla iliflkilerini yeniden gözden geçirdi¤i bir ortamda geldi. Dolay›s›yla hem Azerbaycan, hem Gürcistan, hem de Ermenistan’a daha önce duymad›¤› yeni fleyler söylüyordu. Tam bunun üstüne Kafkasya’daki denge de¤iflimini bambaflka boyutlara s›çratan bir s›cak geliflme yafland›: Ankara’n›n Abhazya’y› tan›mas› karfl›l›¤›nda, Moskova’n›n KKTC’nin ba¤›ms›zl›¤›n› tan›yabilece¤i öne sürüldü. Geçmiflte de telaffuz edilen tan›ma konusu, Davuto¤lu’nun müsteflar yard›mc›s›n›n Abhazya’ya yapt›¤› ziyaretin ard›ndan tekrar gündeme düfltü. Ankara, Davuto¤lu’nun Tiflis gezisini takip eden ziyaretin Gürcistan’›n bilgisi dahilinde yap›ld›¤›n› ve “iliflkileri iyi tutmay› amaçlad›¤›n›” söyledi.
Osmanl› fantezisi Her fley bir yana, son günlerin en hassas konusu, öteki sorunlu komflumuz ‹ran’d›. BM Genel Kurulu’nun ana temas› olan “nükleer silahs›zlanma” Obama’n›n a¤›rl›¤›n› koymas›yla BM Güvenlik Konseyi’nde oy birli¤iyle onaylanan bir karar tasar›s› hâline gelmiflken, ‹ran’›n bugüne kadar resmen bilinmeyen ikinci bir uranyum zenginlefltirme tesisine sahip oldu¤unu aç›klamas›, G20 zirvesine bomba gibi düfltü. ‹ran, BM Güvenlik Konseyi’nin befl daimi üyesi (ABD, Çin, Rusya, Britanya, Fransa) ve Almanya’dan oluflan 5+1 grubuyla masa bafl›na oturup tesislerini IAEA denetimine açma güvencesi vermifl olsa da, Ahmedinejad rejiminin dikine giden tutumu önümüzdeki dönemin savafl potansiyeli olmaya devam edecek. Dolay›s›yla, Bat›’n›n ‹ran ile iliflkilerinde arabuluculuk misyonu üstlenen Türkiye’ye daha çok ifl düflecek. Ancak bu iyi niyetli pozisyonun Türkiye‹ran iliflkilerinin ikircikli do¤as›n› de¤ifltirdi¤i söylenemez. ‹ran’›n “sivil amaçl›” nükleer projesi yüzünden topun a¤z›nda oldu¤u bir konjonktürde, Türkiye’nin “sivil amaçl›” nükleer projeleriyle ABD ve NATO’nun “‹ran’a karfl›
nükleer tehdidi” hâline geliflini bütün bönlü¤ümüzle izledik. Yak›nlarda bu ince detaya bir yenisi eklendi. ABD Kongresi, Pentagon’un Türkiye’ye, 7.8 milyar dolar tutar›nda, 13 adet Patriot ateflleme ünitesi ve 72 adet PAC-3 füzesi satma plan›na onay verdi. Ancak TSK, flimdilik, 1 milyar dolar tutar›ndaki 4 adet ateflleme ünitesiyle yetindi. Pentagon’un bu ad›m›, Obama’n›n, Bush yönetiminin Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde kurmay› planlad›¤› füze kalkan› projesinden vazgeçmesinin üstüne geldi. Dolay›s›yla, füze kalkan› acaba Türkiye’ye mi kayd›r›l›yor sorusunu sordurdu. Zira, Putin y›llard›r ‹ran ve Kuzey Kore’nin k›talararas› füzelerini etkisizlefltirecek en ideal yerin Türkiye’nin Do¤u Karadeniz da¤lar› oldu¤unu savunuyordu. Ama Türkiye bu iliflkiyi reddederek füzeleri kendi güvenli¤i için ald›¤›n› aç›klad›. Bütün bunlar Davuto¤lu’nun elindeki seçenekleri olabildi¤ince genifl tutma çabalar›n›n baflar›l› oldu¤unu gösteriyor. Rusyal› veya Rusyas›z, ‹ranl› veya ‹rans›z... Her duruma bir kart› var. Türkiye’nin Ortado¤u, Kafkasya, Orta Asya, Balkanlar, Akdeniz ve Kuzey Afrika’da, Osmanl› ‹mparatorlu¤u’ndan miras kalan “stratejik derinli¤ini” bir d›fl politika dinami¤i olarak kullanarak bölgede ekonomik ve siyasi egemenlik kurmak istiyor. Guardian yazar› Chris Phillips, Suriye’yle giriflilen iflbirli¤i iliflkisinde “Türkiye lehine bariz bir dengesizlik oldu¤unu” yazd›. 2007’de imzalanan serbest ticaret anlaflmas› iki ülke aras›ndaki ticareti iki kat›na ç›kard› ama Türkiye’den ithal edilen mallarla rekabet edemeyen Suriyeli geleneksel üreticiyi iflasa sürükledi. Anadolu sermayesi, t›pk› Kuzey Irak’ta yapt›¤› gibi Suriye pazar›na da orant›s›z güçle girdi. ‹stanbul Millî E¤itim Müdürlü¤ü’nün bütün okullara da¤›tt›¤› e¤itim CD’lerinde yer alan “skandal” harita, Musul, Kerkük, Erbil, Batum, Nahç›van ve K›br›s’› Türkiye topraklar›na katm›fl, Ermenistan’› ilhâk etmiflti. Buna benzer bir “kurgu” reel politikay› yak›ndan izleyen “Kurtlar Vadisi Pusu” dizisinde de belirdi. Dizinin 65. bölümünde, Gladio’nun Amerikal› flefi Aron Fuller’in masaya koydu¤u “Büyük Türkiye” haritas› Suriye, Lübnan ve Irak’›n yan› s›ra, Türkmenistan, Özbekistan, ‹ran Kürdistan› ve Tebriz’i, hattâ M›s›r, Libya ve Cezayir’in Akdeniz k›y›s›ndaki kuzey kesimlerini, Tunus’u ve Selanik’i içerecek biçimde Mekadonya’y› anavatana katm›flt›. Bu spekülatif haritalar, Türkiye’nin komflular›n›n “toprak bütünlü¤üne” titizlenen tavr›yla çelifliyor. Ama tamamen “uydurma” olduklar›n› kim söyleyebilir?
25
ZELAYA DARBEYE D‹REN‹YOR Muhteflem dönüfl HONDURAS Baflkan Manuel Zelaya, kendisine karfl› yap›lan darbeden üç ay sonra, 21 Eylül’de, hakk›nda ç›kar›lan tutuklama emrini dinlemeyip gizlice Honduras’a döndü. Baflkent Tegucigalpa’daki Brezilya Büyükelçili¤i’ne s›¤›nan Zelaya’y› dinlemeye giden kalabal›¤›n bafllatt›¤› gösteriler, kolluk kuvvetleriyle çat›flmaya dönüflünce ülke çap›nda soka¤a ç›kma yasa¤› ilan edildi. Darbe hükümeti Brezilya’ya bir ültimatom vererek Zelaya’n›n on
gün içinde teslim edilmemesi halinde büyükelçili¤i kapatmakla tehdit etti. Bina polis kuflatmas› alt›na al›nd›, elektrik, su ve telefon ba¤lant›s› kesildi. Brezilya hükümeti ise, Honduras güvenlik güçlerini büyükelçili¤e girmemesi için uyard›. Birkaç gün sonra fiilî devlet baflkan› Roberto Micheletti, Zelaya ile diyaloga haz›r oldu¤unu aç›klad›. Ancak görüflme öncesinde Zelaya’n›n yandafllar›na sükunet ça¤r›s› yapmas›n› ve kas›m ay›nda yap›lacak seçimleri kabul etmesini flart kofltu. Darbe hükümetiyle devrik lider aras›nda arabuluculuk yapan uluslararas› heyet görüflmeler için Honduras’a davet edildi.
TOKS‹K ATIK Piyasan›n zehir tacirleri Çokuluslu petrol devi Trafigura, Fildifli K›y›s›’na boflaltt›¤› zehirli at›klar›n yol açt›¤› sa¤l›k felaketi için tazminat ödemeyi kabul etti. Zengin ülkelerin at›klar›n› üçüncü dünyaya boflaltan uluslararas› mafya, bu yolla kâr›n› artt›ran flirketlerle s›k› iflbirli¤i içinde. At›k piyasas›, organize suç örgütü gibi iflliyor... GEORGE MONBIOT The Guardian, 21 Eylül 2009
OLANLAR tek kelimeyle i¤rençti, canavarcayd› ve insanl›k d›fl›yd›. Ayn› zamanda Afrika’da günlük hayat›n bir parças›yd›. Guardian ve BBC iç yaz›flmalar›n› ortaya ç›kard›ktan sonra, Trafigura petrol flirketi, ma¤dur b›rakt›¤› 31 bin Fildifli K›y›s› yurttafl›na 46 milyon dolar tazminat ödemeye raz› oldu. Yaz›flmalar, 2006’da bölgeye gönderilen tankerlerin zehirli at›k tafl›d›¤›n› Trafigura’n›n bildi¤ini ortaya koyuyor. Fildifli K›y›s›’ndaki yüklenici firma, bu tankerlerin muhteviyat›n› al›p yerleflim yerlerinde ve k›rsal alanlara yak›n bölgelerde boflaltmak üzere görevlendirilmiflti. Onbinlerce insan hastaland›. 15 kifli hayat›n› kaybetti. Trafigura’n›n raporlar› bu at›klar›n en fazla düflük seviyeli gribal hastal›klara ve anksiyeteye yol açabilece¤ini söylese de, dünyan›n Bhopal’de, Union Carbide fabrikas›ndaki gaz s›k›nt›s›ndan sonra yaflad›¤› en büyük kimyasal zehirlenme vakas›yd›. Zengin dünyan›n yasad›fl› at›k boflaltma örneklerinden biriydi. Guardian’›n flirket yaz›flmalar›n› bast›¤› haber, ayn› zamanda ‹talya k›y›s›nda 480 metre derinlikte bulunan bir bat›k gemi kal›nt›s›n› da anlat›yordu. Dedektifler bu bat›¤› bir mafya mensubunun tüyosu sayesinde bulabildi. Mafya çetesi bat›rmak için patlay›c›larla havaya uçurdu¤unda, gemide variller dolusu nükleer at›k vard›. ‹hbarc› ganster Francesco Fonti, gemiden kurtulmalar› için çetesine 100 bin sterlinlik ödeme yap›ld›¤›n› itiraf etti. Bu itiraf› önemli k›lan, at›klar›n Norveç menfleli olufluydu. Norveç, oldukça kat› çevre yasalar›yla ünlüdür. Dolay›s›yla nükleer at›k dolu bir gemi, yükseklerdeki biri öte tarafa bakm›yorsa kolay kolay ortadan kaybolamaz. ‹talyan savc›lar›, benzer biçimde batan 41 geminin ak›betini araflt›r›yor. Üstelik bunlar›n ço¤u, Fonti’nin anlatt›¤› gibi ‹talya k›y›lar›nda bat›r›lmad›, Somali k›y›lar›nda kayboldu. 2004 y›l›ndaki tsunami felaketi Somali k›y›lar›na ulaflt›¤›nda binlerce varil sahile vurdu, köylerin içine kadar 10 km’lik bir alana yay›ld›. BM’ye
26
göre, bu varillerde Bat› ülkelerinin hastanelerinden gelen t›bbi at›klar, a¤›r metaller, çeflitli kimyasal ve nükleer at›klar vard›. Zehire maruz kalan insanlarda al›fl›lmad›k deri hastal›klar›, akut solunum bozukluklar›, a¤›z ve kar›n bölgesi kanamalar› görülmeye bafllanm›flt›. Variller öylece denize at›ld›, çünkü BM sözcüsüne göre: “O varilleri denize atmak ton bafl›na sadece 2,5 dolara mal olurken, kurallara uygun saklamak ton bafl›na 1000 dolar maliyet demek.” Tuhaf bir flekilde at›k boflaltmay› fiilen durdurmaya çal›flan tek grup Somali korsanlar›. Bunlar›n büyük bölümünün esas ilgi alan› kan ve fidye olmakla birlikte, bir k›sm›, yabanc›lar›n afl›r› bal›kç›l›k ve at›k boflaltma faaliyetlerine karfl› sahil koruma birlikleri oluflturdu. Zengin dünyan›n Aden Körfezi’nde asayifli sa¤lamak üzere gönderdi¤i 151. Birleflik Görev Kuvvetleri taraf›ndan korsanlara karfl› korunan gemilerin baz›lar›, bölgeye yasad›fl› bal›k avc›l›¤› ve zehirli at›k boflaltmak üzere gelmiflti. Savafl gemileri onlar› durdurmak için hiçbir fley yapmad›.
Londra’dan Lagos’a Basel Sözleflmesi, AB ve OECD ülkelerinin yoksul ülkelere tehlikeli at›k dökmesini yasaklar. Ama yapt›r›m olmay›nca yasa ifllemiyor. Örne¤in, hurdaya ç›km›fl bütün elektronik eflyalar lisans sahibi flirketler taraf›ndan yerinde geri dönüfltürülmek zorundayken, her y›l 6,6 milyon ton elektronik hurda AB ülkelerini yasad›fl› yollardan terk ediyor. Bunlar›n ço¤u Bat› Afrika’ya gidiyor. Mail On Sunday’in yürüttü¤ü bir araflt›rma, NHS firmas›na ait olan bilgisayarlar›n Gana’n›n tekinsiz çöplüklerinde çocuklar taraf›ndan parçalara ayr›l›p yak›ld›¤›n› saptad›. Ganal› çocuklar, bak›r ve alüminyumu ay›rmak için plasti¤i yakarken muhtelif zehirli ve kanserojen maddeleri soluyor. Dünyan›n en büyük elektronik at›k merkezlerinden biri olan Çin’in Guiyu kentinde yaflayan çocuklar›n yüzde 80’inin kan›nda tehlikeli seviyede kurflun var. fiubat ay›nda elektronik at›klar›n ak›betini ö¤renmek için Sky News ve Independent ile iflbirli¤i yapan Greenpeace, hurda bir televizyo-
Zelaya, Brezilya Büyükelçili¤i’nde
nun içine, bir uydudan izleme aleti koydu ve takibe ald›. Televizyonun Thames nehri üzerindeki Tilbury liman›ndan bafllayan yolculu¤u, sokak pazar›nda bir gazeteci taraf›ndan sat›n al›nd›¤› Lagos’ta sona erdi. AB yasalar›na göre kullan›lm›fl elektronik eflyalar sadece çal›fl›yorlarsa ihraç edilebilirler. Halbuki Greenpeace televizyonu çal›flamaz hale getirmiflti. Çeteler taraf›ndan idare edilen bir karaborsa, at›klar›m›z› yoksullar›n üstüne döküyor. Bu konuda tek bir dava dahi aç›lm›fl de¤il.
Zehirli servet E¤er mafya Britanya’da etkili bir güç olabildiyse, bunu at›k düzenleme endüstrisinin kulland›¤› yöntemlerle yapt›. Servetlerini, rahats›z edici gerçeklerimizi bafl›m›zdan atmam›za arac› olarak elde ettiler. Norveç dahil olmak üzere bütün zengin ülkeler, çöp; uzaklara, hakk›nda hiçbir fley bilmedi¤imiz ülkelere gitti¤i müddetçe fazla soru sormamay› kabullenmifl görünüyor. Trafigura’n›n hikâyesi bir küresel kapitalizm metaforudur. Bütün flirketlerin ortak gayesi kâr› elinde tutmak ve maliyeti baflkalar›n›n üstüne y›kmakt›r. Fiyat riskleri çiftçilerin, sa¤l›k ve güvenlik riskleri tafleronlar›n, iflas riskleri alacakl›lar›n, sosyal ve ekonomik riskler devletin, zehirli at›klar yoksullar›n, sera gazlar› ise cümlemizin üstüne boca edilir. Bu felaketle ayn› gün, Barclays’in 7 milyar sterlinlik emlâk servetini ve teminat alt›na al›nm›fl borçlar›n› Cayman Adalar›’ndaki bir hesaba kayd›rd›¤› haberi ç›kt›. Dünya medyas› bunu “zehirli servet” olarak tan›mlad›. Metafor çok aç›k: Bankalar teminatlar›n› boflalt›rken varl›klar›na yap›fl›yor. Bu noktada Trafigura’n›n ayn› zamanda bir müflterek fon yönetti¤ini, bu fonun yönetim kurulu üyelerinden birinin muhafazakârlar›n Lordlar Kamaras›’ndaki temsilcisi Lord Strathclyde oldu¤unu ö¤renmek de muhtemelen bizi flafl›rtmaz. Yeni ‹flçi Partisi, hâlâ piyasan›n daha da kurals›zlaflt›r›lmas› gerekti¤ini savunuyor. Halbuki Trafigura vakas› bizlere, t›pk› ekonomik krizde oldu¤u gibi, ifl dünyas›nda para kazand›¤› müddetçe geri kalan her fleye gözlerini kapamaya haz›r insanlar›n ço¤unlukta oldu¤unu gösterdi. Kurals›z bir piyasan›n organize suç örgütünden pek bir fark› yok. Yapt›r›m› olmayan düzenlemeler ise insan hayat›yla oynamaya davetiye ç›kar›yor. S›k›c› müdürler, kat› bürokrasi ve devlet gücü –herkesin nefret etti¤ini söyledi¤i bütün bu müdahaleler– uygarl›k ile flirket cehennemi aras›nda duran tek engel. Çeviren: Balkan Talu
Amazon arenas›
Zuma sendikalar› küstürdü
Kalaflnikof iflas›n efli¤inde
Rabiya Kadir krizi
BREZ‹LYA Lula hükümeti, Amazon bölgesindeki fleker kam›fl› üretimini k›s›tlayan yeni bir yasa tasar›s› haz›rlad›. Ülkenin giderek büyüyen biyoyak›t endüstrisinin Amazonlar’daki ormans›zlaflmay› artt›rd›¤›na dikkat çeken çevre bakan› Carlos Minc, tasar›ya fleker kam›fl› üretiminin bölgedeki tar›m alan›n›n yüzde 7.5’unu geçemeyece¤i hükmünü getirdi. Brezilya’da siyaset 2010 seçimleri öncesinde giderek yeflillefliyor. Ekoloji simgesi Marina Silva’n›n çevre bakanl›¤›ndan istifa edip Yeflil Parti’nin baflkan aday› olmas›ndan sonra, Lula görevi Yeflil Parti’nin teorisyeni Minc’e vermiflti.
GÜNEY AFR‹KA Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) aday› olarak geçen y›l iktidara gelen Jacob Zuma, partisini birarada tutmakta zorlan›yor. Partiye “genifl cephe” görünümü veren en önemli iki unsurdan komünistler (GAKP) seçim öncesinde ANC’den ayr›lm›flt›. fiimdi ayn› tehdit öteki unsur Cosatu’dan geliyor. Ülkenin en büyük iflçi sendikalar› konfedarasyonu olan Cosatu ile Zuma aras›ndaki fikir ayr›l›klar›, askerî personelin sendikalaflmas›n› engelleyen yasa yüzünden siyasî çat›flmaya dönüfltü. Askerler geçen a¤ustosta maafl zamm› için parlamentoya yürüyerek bir ilki gerçeklefltirmiflti.
RUSYA 60’dan fazla ülkenin ordusu taraf›ndan kullan›lan, dünyadaki otomatik tüfeklerin yüzde 80’ini oluflturan ve bütün gerilla örgütlerinin simgesi haline gelen Kalaflnikof’u (AK-47) üreten kamu flirketi Izhmash, 265 bin dolarl›k borcu yüzünden iflas›n› istedi. Y›llarca Rusya’n›n uluslararas› pazarlarda en çok satan ürünü olan AK-47’lerin küresel sat›fl›ndaki dramatik düflüfl, iflas noktas›na gelmenin bafll›ca sebebi olarak gösteriliyor. Sovyetler Birli¤i döneminde dünyan›n çeflitli ülkelerine cömertçe da¤›t›lan Kalaflnikof lisanslar›, ironik biçimde bugün “marka”n›n rekabet flans›n› baltal›yor.
TAYVAN Tibetli budistlerin sürgündeki ruhani lideri Dalay Lama’n›n yak›nlarda yapt›¤› ziyaretin kopard›¤› gürültü dinmeden, Tayvan yönetimi sürgündeki Uygur lideri Rabiya Kadir’e de kol kanat gerdi. Do¤u Türkistan (fiincan) özerk bölgesinde yaflayan müslüman Uygur Türklerinin maruz kald›¤› Çin zulmünü dünyaya duyurmay› görev edinen Kadir’in hayat›n› ve mücadelesini anlatan “Aflk›n 10 Hâli” adl› belgesel, ekimde yap›lacak Tayvan Film Festivali’nin program›na al›nd›. Geliflmeye sert bir k›namayla tepki gösteren Pekin yönetimi “bölücülük eninde sonunda ezilecektir” dedi.
S‹GARA YASA⁄I Tüttüren tüttürüyor AKP iktidar›n›n canh›rafl biçimde uygulamaya koydu¤u sigara yasa¤›na yönelik tepkiler artt›kça alternatif model aray›fllar› da derinlefliyor. Acaba bu ifl öteki ülkelerde nas›l yap›lm›fl? ‹flte dünyadaki sigara yasa¤›n›n kuflbak›fl› foto¤raf›... KANADA, ‹rlanda ve ‹sveç’in tart›fl›lacak fazla bir taraf› kalmam›fl. Özellikle Kanada ve ‹rlanda’da sigara sat›fllar› bile belli kurallara ba¤lanm›fl, sergileme sadece perde arkas›ndan yap›labiliyor. Türkiye’deki sigara yasa¤›n›n kapsam› ancak onlarla k›yaslanabilir; bir de ekonomik aç›dan serpilmifl hijyen merakl›s› birkaç Uzakdo¤u ülkesi (Singapur, Hong Kong) ve keyif verici maddelere ideolojik yaklaflan Malezya gibi ülkelerle. Devlet baflkan› bir onkolog olan Uruguay’› da bunlara katabiliriz. Buna ra¤men tütüne, bütün kapal› kamusal alanlarda tavizsiz biçimde toptan yasak getiren ülke say›s› iki elin parmaklar›n› geçmiyor. Üstelik, ‹sveç’te, içki ve yiyecek servisi yap›lmamas› flart›yla, sigara içilecek alanlar›n oluflturulabildi¤ini de eklemek lâz›m. ABD’de birkaç eyalette her türlü kamusal alanda sigara yasa¤› uygulan›yor, hatta Kaliforniya’n›n Belmont flehrinde toplu konutlarda bile sigara içmek yasak. Öte yandan, 20’ye yak›n eyalette genel bir yasak yok. Genel yasa¤›n yürürlükte oldu¤u eyaletlerin birkaç›nda ise barlar yasa kapsam› d›fl›nda. Gelelim, AB ülkelerine... Britanya hariç, hemen hepsinde e¤lence mekânlar›nda kurallar görece yumuflat›l›yor ya da kapsam d›fl›nda b›rak›l›yor. Turizmin önemli bir gelir kap›s› oldu¤u Slovenya ve ‹talya gibi ülkelerde mekânlar›n bir k›sm›, yüzde 20’den (Slovenya) yüzde 50’ye (‹talya, Romanya) kadar de¤iflen oranlarda ve çok s›k› izolasyon yap›lmas› kayd›yla sigara içenlere ayr›labiliyor. ‹spanya’da genel yasada bu oran yüzde 30. Gene de, Madrid, Valencia, La Rioja ve Balearic Adalar› gibi otonom bölgeler tütün yasa¤›n› hepten boykot etme karar› alm›fllar ve bu karar parlamento taraf›ndan da oybirli¤iyle onaylanm›fl. Sigara yasa¤›n› Türkiye ile ayn› zamanda uygulamaya koyan Yunanistan’da 70 metrekareden küçük mekânlar›n sigara içilen veya içilmeyen iflletme olmas› karar› sahibine kalm›fl. ‹spanya bu hakk› 100 metrekare olarak tan›m›fl; ‹sviçre’de ve tütün yasas›n›n uzun ve belirsiz bir uyum süreci öngördü¤ü Avusturya’da 80 metrekareden küçük mekânlar kendi kararlar›n› alabiliyor. Kopenhag’daki otonom Freetown Chris-
tiana bölgesinin her türlü yasak kapsam› d›fl›nda b›rak›ld›¤› Danimarka’n›n kalan bölgelerinde ise s›n›r 40 metrekare. Almanya’n›n baz› eyaletleri, hiç de¤ilse geçifl döneminde 75 metrekareden küçük mekânlara bu hakk› tan›m›fl. Çek Cumhuriyeti ve Portekiz, bar ve restoranlara herhangi bir yasak uygulam›yor. Buradaki tek flart, mekânlar›n iyi havaland›r›l›yor olmas›. Çek Cumhuriyeti’nde ayr›ca sigaran›n zararlar›na yönelik uyar› asma zorunlulu¤u var. Avusturya’da ise daha büyük e¤lence yerlerinde çal›flanlar›n hepsinin onay›n›n olmas› hâlinde sigara içilmesine müsaade ediliyor. Belçika’da yemek servisi yapmayan yerler yasak kapsam› d›fl›nda. E¤lence mekânlar›nda herhangi bir sigara yasa¤› uygulanmayan bir baflka yer ise küçük turizm ülkesi Monaco. Lüksemburg’daki yasaklar sadece sabah kahvalt›s› ve ö¤le yeme¤i saatleriyle s›n›rl›.
Yasaklanan yasaklar 2008’de tütün ürünlerinin bütün kafe, bar ve restoranlarda yasakland›¤› Hollanda’da, iki bar sahibinin sadece kendilerinin çal›flt›klar› gerekçesiyle açt›klar› davadan sonra yasa yumuflat›ld› ve çal›flan› olmayan mekânlarda sigara içilmesine izin verildi. Daha büyük mekânlarda, çal›flanlar›n servis yapmamas› kayd›yla sigara içilen bölümler var. Ayr› bir alan oluflturamayacak kadar küçük kafe ve barlara da yer yer müsamaha gösteriliyor. Kanabis satan kafelerde ise, sigaran›n içine tütün koyulmad›¤› sürece içmek serbest. Yasaklar›n k›sa sürede yumuflat›ld›¤› bir di¤er ülke, H›rvatistan. Yetiflkin nüfusun yüzde 30’unun sigara içti¤i ülkede May›s 2009’da yürürlü¤e giren ve bar ve restoranlar›n tümünü kapsayan sigara yasa¤›, 24 Eylül itibariyle geri çekildi. Yeni yasaya göre 50 mekrekareden daha küçük olan barlar kararlar›n› kendi verirken, daha büyük alana sahip mekânlarda iyi havaland›r›lm›fl sigara içilen bölümler oluflturulmas›na izin verildi.
Almanya da yasaklar› yumuflatan ya da yer yer geri çeken ülkelerden. Tütün yasaklar›n›n kiflisel haklara müdahale oldu¤u kanaatinin yayg›n oldu¤u ülkede, eyaletlerin kendi özel yasalar›n› ç›kartmalar›na müsaade var ve bu eyaletlerin ço¤unda havaland›r›lm›fl bölümlerde sigara içilmesine izin veriliyor. Geri ad›m atan eyaletlerin bafl›nda, tentelerin alt›nda bile sigara içilmesini yasaklayarak bütün eyaletler içinde en sert önlemleri alan ve bu tavr›n 2008 seçimlerinde H›ristiyan Demokratlar›n oylar›nda dramatik düflüfle yol açt›¤›na inan›lan Bavyera geliyor. Ayr›ca Almanya’da “tütün kulübü” ad›yla lisans almak flart›yla üyelerin serbestçe tütün tüketebildi¤i barlar da mevcut.
Neye zarar neye kâr? ABD’den Avrupa’ya, hatta Avustralya’ya kadar her yerde turizm sektörünün gelirlerinde önemli düflüfl gözlendi¤i, birçok bar ve restoran›n iflas etti¤i kesin. Alman Otel ve Restoran Federasyonu, 2007’deki yasaklar› uygulamaya koyan barlar›n yüzde 15’inin gelirlerinde yüzde 50 azalma oldu¤unu, insanlar›n evlerinden daha az ç›kmay› tercih etti¤ini aç›kl›yor. ‹rlanda’da 2005’ten bu yana yenilenen bar lisans› say›s›nda, özellikle de küçük flehirlerde büyük düflüfl görülüyor. ‹ngiltere’de bu durum bingo geceleriyle ünlü oyun salonlar› için de geçerli. Hawaii Adalar›’nda yasaklar›n uygulanmas›ndan bu yana Japonya’dan gelen turist say›s› düflüyor. Türkiye’de kafe, restoran ve bar sektöründe bu yasaklar sonucu kaç kiflinin iflsiz kalaca¤›na dair rakamlar muhtelif. Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar› Konfederasyonu, yeni durumun sadece kahvehanelerdeki etkisinin 300 bin yeni iflsiz demek olaca¤›n› iddia ediyor. Di¤er mekânlar da hesaba kat›ld›¤›nda bu rakam›n 1 milyonu bulabilece¤i tahmin ediliyor. Sigara yasa¤›n›n sosyal hayata etkisiyse, flimdilik, zaten mutsuz bir ülkedeki insanlara gerilmek için yeni sebepler yaratmas›. Öte yandan, bu yasaklar› hiç de inand›r›c› olmayan ve ne kadar para harcand›¤› belirsiz reklam kampanyalar› eflli¤inde, milletin elinden sigaras›n› gevrek gülüfllerle çekip alarak kutlayanlar›n kimsenin yüzünü güldürmekle ilgilenmedi¤ini herkes biliyor. Bir de, onlar›n asl›nda “yasak” kelimesine bay›ld›klar›n› ve hiç de iyi niyetli olmad›klar›n›... Doruk Yurdesin
27
ABD-RUSYA Star Wars Reloaded ABD’nin Do¤u Avrupa’ya füze kalkan› kurma plan›ndan vazgeçmesini “geri ad›m” veya Rusya’ya uzat›lm›fl bir “zeytin dal›” olarak de¤erlendirmek safl›k olur. Tam tersine, daha genifl ve daha etkin bir füze savunma sisteminin kurulmas› söz konusu. Reagan’›n “Y›ld›z Savafllar›” projesi, Obama’n›n ellerinde gerçeklefliyor... RICK ROZOFF Global Research, 18 Eylül 2009
17 EYLÜL’DE, Beyaz Saray ve Pentagon, Barack Obama ve Robert Gates, projenin 60 gün boyunca tekrar gözden geçirilmesinden sonra, ABD’nin, Polonya’da karadan karaya füzesavar istasyonu ve Çek Cumhuriyeti’nde radar üssü kurma planlar›ndan vazgeçti. Bush zaman›nda bu planlara ev sahipli¤i yapmas› düflünülen ülkelerle, ABD’yi, haydut devletler olarak adland›r›lan ‹ran ve Kuzey Kore’den gelebilecek uzun menzilli füze sald›r›lar›na karfl› koruma bahanesiyle müzakereler sürdürülmüfltü. Polonya’daki füzesavar silahlar, ancak ‹ran’›n Arktik Okyanusu katederek hedefine ulaflabilecek k›talararas› balistik füzelere sahip olmas› durumunda, ABD’yi koruma amac›n› yerine getirebilir. Akl› bafl›nda olan hiç kimse, ‹ran’›n bu nitelikte silahlara sahip oldu¤unu ya da ileride sahip olabilece¤ini öne sürmedi. Fakat Rusya’n›n NATO Büyükelçisi Dimitriy Rogozin, geçen kas›m ay›nda, Polonya’da yerlefltirilen ABD füzelerinin atefllendikten dört dakika sonra baflkent Moskova’y› vurabilece¤ini ve 2004 y›l›ndan beri Balt›k Denizi’nde devriye gezen NATO savafl uçaklar›n›n Rusya’n›n ikinci büyük flehri St. Petersburg’a befl dakika içinde ulaflabilece¤ini belirtti. Önde gelen Rus siyasi ve askerî liderleri bu konuda görüfl birli¤i içindeydi; Washington’ı, füze kalkan› planlar›yla ‹ran’› de¤il, Rusya’y› ve onun stratejik güçlerini hedef almakla suçlad›lar. Anketler, devaml› olarak, Polonyal›lar›n büyük bir ço¤unlu¤unun ülkelerinde Amerikan füzeleri ve askerî birliklerinin mevzilenmesine karfl› olduklar›n› gösterdi. Çek Cumhuriyeti’ndeki anketler ise halk›n üçte ikisinin ülkelerinde füzesavar radar› kurulmas›na karfl› oldu¤unu ortaya koydu. Bu yüzden, dünyan›n büyük bir bölümü, ABD’nin Do¤u Avrupa’da füze kalkan› kurma tasar›s›n› bir kenara b›rakt›¤›na iliflkin haberlerle rahat bir nefes ald›.
Daha güçlü bir füze kalkan› Washington’ın aç›klamalar›n›n pek dürüstçe oldu¤u da söylenemez. Baflkan Obama’n›n bildirisi flöyle bafll›yordu: “Baflkan Bush, ‹ran’ın balistik füze program›n›n ciddi bir tehdit oluflturdu¤u konusunda hakl›yd›. Kendimi 21. yüzy›l›n tehditlerine adapte olabilen güçlü füze savunma sistemleri kurmaya adam›fl olmam›n nedeni iflte bu.” ‹kinci cümle, Obama yönetiminin iktidara geldi¤inden beri aral›ks›z olarak tekrarlad›¤› sözde füze savunma sistemi hakk›ndaki görüfllerini teyit etmekte: Küresel füzesavar sistemi, amac›na ulaflmas›n› mümkün k›lacak üstün niteliklerin ve maliyet konusunda en hesapl› koflullar›n sa¤land›¤› kan›tlanm›fl olan bir zamanda ve yerde kurulacak. Amerikan argosuyla söylersek; Beyaz Saray ve Pentagon önce “mang›r›n suyunu ç›karmak” istiyor.
28
Evrensel füzesavar silah sistemi –karada, denizde, havada ve uzayda etkin olabilecek– kurma iste¤inin alt›nda yatan as›l amaç, ABD’yi ve bafll›ca müttefiklerini Rusya ve Çin’den gelebilecek misillemelerin nüfuz edemeyece¤i bir konuma getirerek Amerikan askerî üstünlü¤ünü garanti alt›na almak. Obama ayn› zamanda flunlar› söyledi: “Balistik füze sald›r›lar›na karfl› ABD’nin savunmas›n› güçlendirmek için, savunma bakan› ve kurmay baflkanlar›n›n görüfl birli¤iyle verdi¤i tavsiyeleri uygun buluyorum. Bu yeni yaklafl›m, askerî yeterliliklerin daha çabuk kendini göstermesini sa¤l›yor, geçerlili¤i kan›tlanm›fl daha üstün sistemlerin yap›land›r›lmas›n›
Kaliforniya, ABD
mümkün k›l›yor ve füze sald›r›s› tehditine karfl› 2007 Avrupa Füze Savunma Program›’ndan çok daha genifl savunma olanaklar› sunuyor.” Bu sözlerde hiçbir belirsiz nokta yok. Obama reddetti¤inden sadece çok daha etkin de¤il, ayn› zamanda çok daha iddial› olacak bir füze kalkan› vaadinde bulunuyor. Polonya’daki karadan-karaya füzelerin en büyük dezavantaj› bölgede sabitlenmifl mevzilenmeler olmalar›. Rusya’n›n birkaç y›ld›r balistik füzelerini Polonya s›n›rdaki Kaliningrad bölgesine yerlefltirmeye haz›rland›¤›na iliflkin ikazlar›, Washington’ı, füzelerini bu ülkeye yerlefltirmek durumunda b›rakt›. Obama ve Gates, daha hareketli, varl›¤› daha zor saptanabilen ve ihtiyaç duyuldu¤unda etkisizlefltirilebilecek bir sistem kurmay› önerdi. Amerikan baflkan›, “Avrupa’da, Amerikan birlikleri ve müttefikler için daha güçlü, daha ak›ll›ca ve daha çevik savunma sa¤layabilecek yeni bir füze savunma mimarisi infla edilece¤ini” aç›klad›. “Bu sistem eski programdan çok
daha genifl kapsaml›, uygun maliyetli ve etkileri kan›tlanm›fl yeterlilikler ortaya koyuyor. Ayr›ca bütün NATO müttefiklerimizin korunmas›n› garanti ediyor ve bize güç veriyor.”
Rusya’ya karfl› NATO ‹zlenen politikadaki de¤iflimin esasta de¤il, vurgu yap›lan noktalarda oldu¤u ve Avrupa’da füze mevzilendirme planlar›n›n k›s›tlanaca¤›na de¤il, yayg›nlaflt›r›laca¤›na dair iflaretler tafl›d›¤› göze çarp›yor. Obama’n›n flu sözleri durumu çok daha net bir flekilde ortaya koyuyor: “Bu yaklafl›m ayn› zamanda NATO füzeleriyle de ba¤›nt›l›d›r ve geliflen uluslararas› iflbirli¤inin güçlendirilmesi için f›rsatlar sunmaktad›r. Yak›n dostlar›m›z ve müttefiklerimiz olan Çek Cumhuriyeti ve Polonya ile iflbirli¤i içinde çal›flmaya devam edece¤iz... NATO’nun 5. Maddesindeki, birimize yap›lan sald›r›n›n hepimize yap›lm›fl oldu¤unu belirten yasal yükümlülükle kenetlenmifl durumday›z.” NATO’nun 5. Maddesine at›fta bulunmak savafltan bahsetmek demektir. 1949’da, Kuzey Atlantik Antlaflmas›’n›n kuruluflu s›ras›nda oluflturulan belge bunu flöyle aç›kl›yor: “Taraflar, Kuzey Amerika’da veya Avrupa’da içlerinden bir veya daha ço¤una yöneltilecek silahl› bir sald›r›n›n hepsine yöneltilmifl bir sald›r› olarak de¤erlendirilece¤i ve e¤er böyle bir sald›r› olursa BM Yasas›’n›n 51. Maddesinde tan›nan bireysel ya da toplu öz savunma hakk›n› kullanarak, Kuzey Atlantik bölgesinde güvenli¤i sa¤lamak ve korumak için bireysel olarak ve di¤erleriyle birlikte, silahl› kuvvet kullan›m› da dahil olmak üzere gerekli görülen eylemlerde bulunarak sald›r›ya u¤rayan taraf veya taraflara yard›mc› olacaklar› konusunda anlaflm›fllard›r.” Birleflmifl Milletler Bildirgesi’nin 51. Maddesine yap›lan at›f uluslararas› hukukta bir So¤uk Savafl istisnas›yd›. NATO bu karar›, 1999’da Yugoslavya’ya karfl› açt›¤› savaflla bir kenara b›rakt›. 5. Madde ise ilk olarak 11 Eylül 2001’den sonra, Afganistan’›n iflgali ve Akdeniz’de ve Afrika Boynuzu’nda gerçeklefltirilen askerî operasyonlarda yürürlü¤e kondu. Son iki y›lda, önde gelen Amerikan politikac›lar›, Estonya’y› ve hatta Gürcistan ve ‹srail gibi NATO üyesi olmayan devletleri “siber sald›r›lara” karfl› korumak amac›yla 5. Maddenin uygulanmas› için yaygara kopard›lar. Rusya ile Gürcistan aras›ndaki 2008 a¤ustosunda patlak veren befl günlük savafl s›ras›nda ve sonras›nda durmaks›z›n ça¤r›lar yap›ld›. Estonya ve Gürcistan, ‹ran, Kuzey Kore veya Suriye taraf›ndan tehdit edildi¤ini iddia edemeyece¤ine göre, Obama’n›n NATO’nun 5. Maddesinden söz etmesi baflka bir ülke ile ilgili: Rusya. Rus Enformasyon Bürosu Novosti, 17 Eylül haberlerine flu yorumu getirdi: “Beklendi¤i üzere, Baflkan Obama herhangi bir fleyi rafa kald›rmak ya da terk etmekten söz etmedi, ama güncel tehditlere daha güçlü karfl›l›k verebilecek nitelikte, düflük maliyetli ve etkili teknolojik özelliklere sahip oldu¤u kan›tlanm›fl yeni bir füze savunma sistemini benimsedi¤ini söyledi. Bunun Çek Cumhuriyeti ve Polonya’y› içeren önceki programdan ‘çok daha kapsaml›’ oldu¤unu belirtti.” Londra’daki Uluslararas› Stratejik Araflt›rmalar Enstitüsü’nden Oksana Antonenko, Çek Cumhuriyeti ve Polonya ile ilgili geçmifl planlar›n “Avrupa’n›n üzerinde bulundu¤u tüm
KITALARARASI BAL‹ST‹K FÜZE MENZ‹LLER‹
S›rada Y›ld›z Savafllar›
Yeni sistemin yeni tür özellikleri içerebilece¤i konusunda Rusya’n›n eski genelkurmay baflkan› Leonid Ivanov flu yorumda bulundu: “ABD, radar veya önleyici sistemler yerine RUSYA askerî uydular veya hava arac› tafl›yabilen lazer güdümlü silahlar kullanabilirdi.” A¤ustos ay›nda, PentaKUZEY ABD gon’un Füze Savunma Daire‹RAN KORE si, lazer güdümlü silahlara sahip modifiye edilmifl bir Boeing 747-400F model uçaTaepodong-1: ¤›n› baflar›l› bir flekilde ko2900 km. fiahab-3: nuflland›rd›klar›n› aç›klad›. 2000 km. Bu bir ilkti. Sonbaharda at›lacak bir sonraki ad›m ise, “bu yolla ilk kez bir balistik füzeyi düflürme girifliminde buSS-18: lunmak” olacak. 16000 km. Pentagon’un lazer testi Wall Street Journal taraf›ndan Taepodong-2: flu sözlerle alk›flland›: “Lazer, 10000 km. yeni kuflak uzay merkezli siABD, Kuzey Kore’nin ilk denemelerde baflar›s›z olan ABD Radarlar› Taepodong-2 füzelerine karfl› Alaska ve Kaliforniya’da (Yaklafl›k) lahlara öncülük ediyor. Testlerde geçerlili¤ini kan›tlayan füze kalkanlar› kurdu. Ama stratejik rakibi Rusya, ABD Füzeleri lazer tamamlay›c›lar, deniz dünyan›n en uzun menzilli füzesi olan SS-18’lere sahip. KAYNAK: BBC ve kara merkezli füze savunma sistemlerini yetkinlefltirdi. alanlar› kapsamad›¤›n›, hatta bu konufllanma- yönetim sistemi ile donat›lm›fl 15 destroyer ve Ronald Reagan’›n katmanl› füze savunmas› han›n Amerikan bak›fl aç›s›ndan bile ideal olma- üç kruvazör bulunuyor. Dünya çap›nda etkili yalleri –k›saca “Star Wars”, Y›ld›z Savafllar›– d›¤›n›” söyledi. Bunun yerine ‹ran’a daha ya- olan ve h›zla yeniden konuflland›r›labilen bu gerçe¤e hiçbir zaman bu kadar yaklaflmad›.” k›n yerlere odaklan›lacak: “‹srail ya da muhte- denizden-karaya füze kalkan› yap›s›na, flimdiObama, Rasmussen ve Jan Kohout –neremelen Türkiye… Füze sistemlerinin varolan den Norveç, ‹spanya, Avustralya, Japonya ve deyse hep bir a¤›zdan– Washington ile Brüksel kapasitesi göze al›nd›¤›nda bu bölgelerde ku- Güney Kore de dahil etmifl durumda. aras›nda füze kalkan› konusunda pekifltirilmifl USS Lake Erie adl› Aegis s›n›f› güdümlü iflbirli¤i oluflturmaktan bahsettiler. Böyle bir rulmalar› çok daha anlaml› olur.” Washington’ın küresel füze savunma siste- füze kruvazörünün, 2008 flubat›nda, SM-3 fü- sistemin kurulmas›n›n koflullar›n› Orta Menmini konuflland›rma konusunda ‹srail, Türki- zesiyle hurdaya ç›kan bir Amerikan uydusunu zilli Gelifltirilmifl Hava Savunma Sistemi (MEye ve Balkanlar’a uzanan çeflitli planlar› daha atmosfer d›fl›nda vurmas›, Rusya taraf›ndan ADS) belirleyecek. MEADS, halen Avrupa’da önce gündeme geldi. Bunlara Güney Kafkas- “ABD’nin uzay savafl› planlar›n›n aç›l›fl salvo- NATO yönetiminde bulunan Patriot ve Nike ya’y› eklemek laz›m. Russia Today gazetesi, su” olarak yorumlanm›flt›. Gates gelecek kuflak Hercules sistemlerini gelifltirmeyi amaçlayan, Rusya Siyasal Bilimler Merkezi uzman› Dimit- Y›ld›z Savafllar› sistemi hakk›ndaki planlar›n› ABD, Almanya, ‹talya ve NATO’nun birlikte ri Polikanov’un sözlerini flöyle aktar›yor: anlat›rken bunun da ötesine gidilece¤inin ifla- çal›flt›¤› kolektif bir füze program›. Geçen ay “ABD yönetimi, deniz bazl› füze sistemlerini retini verdi: “2015 dolay›nda yaflanacak ikinci Beyaz Saray, adetâ 17 Eylül haberlerini önce‹ran topraklar›na yak›nlaflt›rmaya veya Kaf- evre, daha genifl alanda etkili olabilen, daha den imâ edercesine, gelecek y›l MEADS’e kaykaslar’da füze savunma sistemi konuflland›r- üstün niteliklere sahip karadan-karaya SM- nak olarak yaklafl›k 600 milyon dolar ayr›lmaman›n olas›l›k dahilinde bulundu¤una dair 3’leri de içerecektir.” s›n› istedi ve Kongre, hükümetin iste¤ini yeriÖte yandan, ABD’nin 96 adet gelifltirilmifl ne getirmek için harekete geçti. aç›klamalar›na devam ederse, bu elbette MosPatriot füzesini (PAC-3) Polonya’da konufllankova’da çeflitli kayg›lar do¤urur.” The Times gazetesi, Polonya ve Çek Cumhud›rma tasar›s›n› geri çekti¤ine iliflkin hiçbir fley riyeti ile ilgili haberlere Ronald Reagan’›n ilk söylenmedi. Asl›nda bütün iflaretler, Avru- olarak 1983 y›l›nda duyurdu¤u Y›ld›z Savafllar› Pentagon’un Aegis savafl gemileri Obama’n›n Pentagon flefi Robert Gates flu aç›k- pa’n›n, k›tan›n tümünü kapsayacak çok kat- program›n›n geliflimini detayland›ran bir yaz› lamada bulundu: “Avrupa’da füze savunmas›- manl› NATO füze kalkan› sistemine entegre ile karfl›l›k verdi. Bunlar› daha genifl bir perspekn› bir yana b›rakt›¤›m›z› söyleyenler ya yanl›fl olmas› için bölge ülkelerine daha fazla PAC- tif içinde 21. yüzy›l yenilikleri olarak tan›mlad›: bilgilendirilmifller ya da gerçekli¤i çarp›t›yor- 3’ün yerlefltirilece¤ini göstermektedir. “Amerikal›lar yerkürenin dört bir yan›nda çeflitObama ve Gates’in aç›klamalar›n›n ard›n- li bölgelere dünya çap›nda etkili füze izleyen ralar.” Ve Gates, yeni sistem hakk›nda flunu iddia etti: “Üç sene kadar önce önerdi¤im program- dan NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Ras- dar tesisleri kuruyor. Bunu yaparken dikkat çedan çok daha iyi niteliklere sahip.” Bu durum- mussen flunlar› söyledi: “Amerika’n›n füze sa- kecek bir flekilde Kuzey Yorkshire’daki radar erda Savunma Bakan›, izlenen yolun de¤iflece¤ine vunmas›na iliflkin planlar›n›n, NATO’nun ge- ken ikaz tesisini gelifltirip Japonya ve ‹srail’e radair iflaretler vermekten çok, daha önceki plan- lecekte kuraca¤› füze savunma sistemiyle ba- dar üssü kuruyorlar.” Bütün bunlara, Rusya s›lar›n›n detayland›r›lm›fl bir versiyonunun yürü- ¤›nt›l› oldu¤unu düflünüyor, takdirle karfl›l›- n›r›ndan 40 mil ötede bulunan Norveç’in Vardo yorum. Bunun birlik içinde dayan›flma ve Av- flehrindeki ABD füze takip merkezi ile bunun rülü¤e konaca¤›n› belirtmifl oldu. “Art›k kuzey ve güney Avrupa’ya, ‹ran’dan rupa güvenli¤inin bölünmezli¤i ilkeleriyle Grönland’deki benzeri de eklenebilir. veya di¤er ülkelerden gelecek acil tehditlere kar- ba¤daflt›¤›na inan›yorum.” Rasmussen “NAAvrupa ve Kuzey Amerika’n›n büyük böfl› yeni sensörler ve önleyiciler yerlefltirme imkâ- TO ittifak›ndaki do¤ulu müttefiklere” özellikle lümünü kapsayan, daha genifl ve daha kal›c› n›m›z var” diyen Gates, “ihtiyaç duyuldu¤unda dikkat çekti. Çek d›fliflleri bakan› Jan Kohout, füze savunma sistemlerini aç›klayan Obama önleyicileri, bir bölgeden baflka bir bölgeye tafl›- ABD, ülkesine füze radar› yerlefltirmekten vaz- ve Gates’in öngördü¤ü senaryo gerçeklefltirilma esnekli¤ini sunan” SM-3 önleyici füzeleriyle geçmifl olsa da, bunun “ABD’nin NATO’nun meye devam edilirse, 17 Eylül haberlerinin etdonanm›fl Aegis s›n›f› savafl gemilerinin konufl- içinde yaratmak istedi¤i yeni sisteme Çek kisiyle dünyan›n birçok yerinde yaflanan coflCumhuriyeti’nin kat›labilece¤i anlam›na geldi- ku ve ferahlama k›sa ömürlü olacakt›r. land›r›l›fl›n› ayr›nt›l› bir flekilde anlatt›. ABD’nin elinde flu anda Aegis muharebe ¤ini” söyledi. Çeviren: P›nar Uygun
29
Barry’nin gözyafllar› Afganistan’daki Britanya ordusuna mensup 24 yafl›ndaki er Kevin Elliott, 31 A¤ustos’ta, Helmand flehrinde devriye gezerken bir füze sald›r›s›nda hayat›n› kaybetti. Elliott’›n Londra’da yap›lan cenaze töreninde ilginç bir ziyaretçi, giydi¤i elbiseyle dikkat çekti. Cenazeye kad›n k›yafetiyle gelen er Barry Delainey, Elliot’›n en yak›n arkadafl›yd›. ‹ki arkadafl birbirine bir söz vermiflti; e¤er ikisinden biri ölürse sa¤ kalan cenazeye kad›n k›l›¤›nda gidecekti. Delainey arkadafl›na verdi¤i sözü tutarken gözyafllar›na engel olamad›.
AFGAN‹STAN Bin Ladin konsensüsü Usame bin Ladin, 11 Eylül’ün sekizinci y›ldönümünde yeni bir ses band›yla gündeme düfltü: “Afganistan’da savafl› kaybediyorsunuz.” ‹flin ilginç taraf›, bugünlerde onun gibi düflünen Bat›l›lar›n say›s› hayli fazla. Sadece Obama bunu anlam›yor, Afganistan’›n günbegün Vietnam’a dönüfltü¤ünü görmezden geliyor... ROBERT FISK The Independent, 21 Eylül 2009
OBAMA VE USAME sonunda ayn› öyküde bulufluyor. Çünkü ABD Baflkan›’n› elefltirenler –asl›nda Bat›’n›n Afganistan iflgalini elefltirenin birço¤u– Obama’n›n (ve kendilerinin) en büyük düflman›yla ayn› dili kullan›r oldu. Obama’n›n, savunma bakanl›¤› görevine devam ettirdi¤i eski Bush’çu Robert Gates ve gazetecilerin sevgilisi General David Petraeus taraf›ndan Afganistan batakl›¤›na gömüldü¤üne dair flüpheler, Amerikan kamuoyunda büyüyor. Bu ikilinin askerî taflk›nl›klar› hem Afganistan hem de Irak’taki isyan dalgalar›n› durdurmakta ancak Bulge Savafl›* kadar “baflar›l›” olmufl görünüyor. Usame bin Ladin’in “Amerikan halk›na” bir defa daha seslenmesi hiç flafl›rt›c› de¤il. “Umutsuzca mücadele ediyor ve savafl› kaybediyorsunuz,” dedi, 11 Eylül’ün sekizinci y›ldönümü için haz›rlad›¤› ses kayd›nda. “Kendinizi korkular›n›zdan ve neocon’larla ‹srail lobisinin ideolojik terörizminden ar›nd›rman›z›n vakti geldi.” Bin Ladin “evcil zenci” retori¤ini sürdürmedi ama Afganistan ve Irak’taki savafl› bitirmesinin önündeki en büyük engelin Obama’n›n kendi “zay›fl›¤›” oldu¤unu öne sürdü. Her halükârda, müslüman savaflç›lar, Afganistan’da bulunan ABD liderli¤indeki koalisyonu “t›pk› Sovyetler Birli¤i çökene dek 10 y›l boyunca yapt›klar› gibi” güçten düflürecekti. Ne tuhaf. Bu, 11 Eylül’den ve ABD’nin Amu Derya nehrinin güneyindeki 2001 maceras›n›n bafllamas›ndan dört y›l önce, bin Ladin’in Afganistan’da bana flahsen söyledi¤i sözün t›pat›p ayn›s›. Tam da bunun üzerine, b›rak›n ‹srail’in Irak
30
Savafl› taraftarl›¤›n› sorgulamaya cüret etmeyi, kendilerini asla “kötü adam”la yan yana görmeyecek olanlar Usame ile hemfikir oldu. “Afganistan’da demokratik bir devlet kurabilece¤imize inanm›yorum,” dedi Senato istihbarat komitesi baflkan›, Kaliforniyal› demokrat Dianne Feinstein: “Oran›n, kabile kimli¤ini sürdürece¤ine inan›yorum.” Temsilciler Meclisi sözcüsü Nancy Pelosi de “Afganistan’a daha fazla birlik göndermenin taraftar bulaca¤›na” inanm›yor. Kanada senatosunun ulusal güvenlik ve savunma komitesi baflkan› Colin Kenny flunlar› söyledi: “Afganistan’da baflarmay› umdu¤umuz fleyin imkâns›z oldu¤u ortaya ç›kt›. Vietnam türü bir sona do¤ru h›zla sürükleniyoruz.” Gözlerinizi bir kapay›n ve bu son sözlerin bir El Kaide ma¤aras›ndan geldi¤ini düflünün. ‹nanmak zor olmasa gerek, de¤il mi? Görünen o ki, sadece Obama, mesaj› anlamakta zorluk çekiyor. Afganistan onun için bir “gereklilik savafl›” olmaya devam ediyor. Generalleri daha fazla birlik gönderilmesi için yalvar›yor. Ve bize de bu saçmal›kta mant›¤›n izini sürmek kal›yor. Taliban 2001’de kaybetti. Sonra yeniden kazanmaya bafllad›lar. Sonra Bat› olarak Afgan demokrasisini korumam›z gerekti. Sonra askerlerimizin ikinci tur demokratik seçimleri de ölümüne korumas› gerekti. Sahtekârl›kla dolu seçimleri korudular ve bu u¤urda öldüler. Obama, Afganistan’›n Vietnam olmad›¤› konusunda bizi temin ediyor. Ve hemen ard›ndan “iyi” Alman ordusu bir hava sald›r›s› düzenliyor ve bugüne kadar tek bir sald›r›da hedef al›nan en fazla say›da Afgan sivili öldürüyor. Tam da flu noktada, Afganistan’da ‹ngilizler’den daha az birli¤e sahip olan ama neredeyse ayn› vahflete maruz kalan Kanada ordusuna
dönüp bir bakmak e¤itici olacak. Geçenlerde Kandahar yak›nlar›nda 130. askerlerini kaybettiler. Kanada makamlar›, her üç ayda bir Afganistan’daki askerî “ilerleyifli” duyuran bir tablo yay›ml›yor. Pentagon veya ABD Savunma Bakanl›¤›’ndan ç›kan herhangi bir belgeden çok daha detayl› ve dürüst olan bu belge, flüpheye yer b›rakmayacak bir flekilde, Toronto National Post’un imrendiren manfleti “Uyurgezer Operasyon”da dedi¤i gibi, bunun bir “imkâns›z misyon” oldu¤unu kan›tl›yor. Kanadal›lar›n aç›klad›¤› son rapor, Kandahar bölgesinin çok daha fliddetli bir hâl ald›¤›n›, istikrars›zlaflt›¤›n›, güvensizleflti¤ini ve ülke çap›ndaki sald›r›lar›n 2001’den beri görülmemifl flekilde artt›¤›n› gösteriyor. Geçti¤imiz ilkbaharda düzenlenen sald›r›lar›n say›s›nda 2008’le karfl›laflt›r›ld›¤›nda “s›rad›fl› bir art›fl” var. Yol bombalamalar›nda yüzde 108’lik bir art›fl gözleniyor. Afganlar, e¤itim ve istihdam düzeyinin düflüklü¤ünden, temeldeki güvenlik eksikli¤i nedeniyle gittikçe daha çok flikâyetçi oluyor. Kanada flu an için sadece Kandahar’›n güvenli¤ine odaklan›yor ve bölgeyi kontrol etmek için gerçekten yap›lmas› gerekenleri görmezden geliyor. Kanada ordusu Afganistan’dan 2011’de çekilecek ama flimdiye dek okul infla etme projelerinde yer alan okullar›ndan sadece beflini tamamlayabildiler. Öteki 28 okul “yap›m aflamas›nda”. Ancak Kandahar bölgesinin var olan 364 okulundan 180’i kapanmaya zorland›. Kandahar’daki “demokratik ilerlemeye” gelince, Kanada raporu, Afgan hükümetinin kapasitesinin “kronik zay›fl›ktan musdarip oldu¤unu ve yayg›n yolsuzlukla çürüdü¤ünü” söylüyor. Bar›fla gelince –bugünlerde her ne demekse– flöyle bir saptama yap›l›yor: “Yaz savafl sezonunun aç›lmas› ve politikac›larla aktivistlerin a¤ustos seçimlerine yo¤unlaflmas› kayda de¤er ad›mlar›n at›laca¤›na dair hevesleri k›rd›...” Çocuk felci mücadelesiyle ilgili ana hedefler bile –ki Ottowa’n›n Afganistan’daki projelerinin göz bebe¤idir– her ne kadar bu kurum Blair-tipi (ya da Brown) yalanc›l›¤a bulanm›fl olsa da, Kanada Uluslararas› Geliflim Temsilcili¤i’ni (CIDA) bozguna u¤ratt›. Toronto Star’›n birazc›k araflt›rmac› gazetecilikle ortaya ç›kard›¤› gibi, BM ve Dünya Sa¤l›k Örgütü’nün maddi yard›mlar›yla çocuk felci ile mücadele hedefi, çocuk felcinin “bulaflmas›n› önleme” mücadelesine dönüfltü. Çocuk felcine ba¤›fl›kl›k kazanm›fl çocuklar›n say›s›n›n ölçülmesi yerine, hedef, afl›lanm›fl çocuklar›n say›m›na dönüfltürüldü. Öyle ya, çocuklar›n “ba¤›fl›kl›k kazanm›fl” kabul edilmesi için pek çok kere afl›lanmas› gerekiyor. Peki, bin Ladin’in son vaaz›na konu olan Amerika’n›n Cumhuriyetçi flahinleri Afgan felaketi hakk›nda ne düflünüyor? Eski müsab›k ve Vietnam gazisi John McCain geçenlerde flöyle dedi: “Daha fazla birlik göndermek Afganistan’da baflar›y› garanti etmeyecektir. Ama gönderememek baflar›s›zl›¤› garanti eder.” Bu budalaca aç›klama El Kaide’nin karanl›k ma¤aralar›nda yank›land›¤›nda, kim bilir Usame nas›l da gülmekten kat›lm›flt›r! Çeviren: Damla Özlüer * II. Dünya Savafl›’n›n sonlar›nda cereyan eden Bulge Savafl›’nda, Alman kuvvetlerinin son bir çabayla Belçika’daki Arden Da¤lar› üzerinden yapt›¤› sald›r›y› püskürtemeyen Amerikan kuvvetleri, savafl boyunca gördü¤ü en büyük ve en kanl› muharebeyi yaflam›flt›. Almanlar› arkadan kuflatan müttefik ordular› sonunda kazand› ama bilanço 19 bin ölü, 800 bin yaral›yd›.
k›raat
flke Gülendam: Ke flra u¤ le er öyle fleyl le bi e N ! an mas ru ko yim, Allah ifl r bi a fl›n sun, ba falan gelir. GüHaydar: Bak nlar Bu . am lend zinbinlerce insan› ar. t›l at danlara a ay ç i-ü ik çi Ger r, la l›r k› kalmaz y› r. us borcumuzdu m na a ›z , bizim halk›m Bu ! m z› lâ ?.. ki ek r di¤in nedi r tepki verm etsin. Üç ay de ama yine de bi reyya Önder’e ›z da üç ay sabr ›m lk didindi, S›tk› Sü i, ha ett E : br m sa da da a or Ag Gülen i. r› dizisini de ett ola br sa ry ¤il, otuz sene litik Film Sena de Po ay , d› üç ar ›z ç›k ›m › ›n alk H 0. kitab senaryosuyla 25 a yay›nait “Beynelmilel” yat›nda 50. kitab di¤i yay›nc›l›k ha rle ile “Jérôme bafllatm›fl oldu. k an ra m za ro ka n fik en ve derinde yaz›lan biyogra n afe ith a ›’n ar Norgunk da, dipt nl t Yay› rlerinden Minui c›l›k âleminin pî ra, nice kitale¤iyle, nice y›lla yanabilmeleri di da Lindon”la ulaflt›. a rd lla flu ko r ne de, bu zo Her iki yay›nevi z. ru yo di plara
* Dolays›z ticarî kayg›lar bir yana, flirketler, insanlar›n sanata eriflimini sa¤layan ya da sanat› ilerici toplumsal davalarla ilintilendirilen programlara da bulafl›yor. fiirketlerin bu tür programlara kar›flmalar› çifte etki yarat›r: K›smen yukar› do¤ru s›n›fsal hareketlili¤in gelecekte flirkete müflteri getirece¤i umuduyla, farkl› ya da düflük gelir gruplar›ndaki izleyicileri çekerler; ço¤unlukla da, elit sanat seyircisini, yaln›zca estetik hoflluklar izlemediklerine (bunlar› tüketenler kendilerini bazen suçlu hissederler), önemli toplumsal olgulara da tan›kl›k ettiklerine inand›r›r. fiirketler, yüksek sanat›n özgür oyunu da dahil, kendi bünyelerinde somutlaflt›rmalar› imkâns›z olan fleylerle özdeflleflerek prestijlerini yükseltmek isterler. Philip Morris’in meflhur slogan›nda dendi¤i gibi: “Bir flirketi büyük yapan, sanatt›r.” Daha önce de gördü¤ümüz gibi, flirketler ayn› zamanda yarat›c› ve kültürel olmak için de çaba harcar. Rectanus’a göre flirketlerin sanat söylemi, onlara yarat›c›l›k imaj› kazand›r›r, sanat›n hamisi, taciri ya da en az›ndan koleksyoncusu olarak meflruiyet kazanmalar›n› sa¤lar ve flirketleri, sanat›n seslenmesi gereken cemaatin, yani sanat izleyici kitlesinin ayr›lmaz bir parças› haline getirir. E¤er sanat bu imaj yükseltici etkinliklerde flirketlere yard›m ediyor ve böylece kârlar›n›n artmas›n› sa¤l›yorsa, bu iliflkinin tamamen saydamlaflmas› halinde sanat özerkli¤ini yitirir; bu durumda sanat›n flirketlerin prestijini ve kârlar›n› yükseltmesi beklenemez, çünkü sanat bu ifllevi görmesini sa¤layan özerkli¤ini yitirmifltir art›k.
32
X - KÜTÜPHANE Chuck Palahniuk Tekinsiz (Ayr›nt›) Asl› Günefl (haz.) Kad›nlar Dile Gelince –Küçük Han›mefendi’nin Edebiyat Atölyesi (Amargi) Fernando Pessoa Uzakl›klar, Eski Denizler (Can) Gaye Boral›o¤lu Aksak Ritim (‹letiflim) Hasan Ali Toptafl Sonsuzlu¤a Nokta (‹letiflim) Hayri Kozano¤lu Küresel Krizin Anatomisi (Agora) Hrant Dink Bu Köfledeki Adam (Uluslararas› Hrant Dink Vakf›) ‹dris Küçükömer Bat›l›laflma ve Düzenin Yabanc›laflmas› (Profil) ‹slam Çupi Ma¤lubu Anlatmak (‹letiflim) ‹fltar B. Gözayd›n Diyanet –Türkiye Cumhuriyeti’nde Dinin Tanzimi (‹letiflim) Julian Stallabrass Sanat A.fi. –Ça¤dafl Sanat ve Bienaller (‹letiflim) Murathan Mungan Eldivenler Hikâyeler (Metis) Mustafa Kemal A¤ao¤lu Nüzüllü fiiirler (YKY) Nick Hornby Shakespeare Para ‹çin Yazd› (Sel) O¤uz Demiralp Sinemas›n›n Aynas›nda Türkiye (YKY) Ömer Özgüner Baflkas›n› Seviyorum (Do¤an) Roland Barthes Nas›l Birlikte Yaflan›r? (Sel) Terry Eagleton Elefltiri ve ‹deoloji (‹letiflim) Ümit Hassan Eski Türk Toplumu Üzerine ‹ncelemeler (Do¤u-Bat›) Yaflar Kemal Binbir Çiçekli Bahçe (YKY)
*
•
• Daha neler oluyor Türkiye’de, aman Allah kahretsin, insan insanl›¤›ndan utan›yor. Bunu da yazay›m da... Bir sabah bir gazeteci arkadafl›m telefon etti. Ben roman yazd›¤›m sürece hiçbir ifle kar›flmam, telefona da ç›kmam. Arkadafl›m›n ad›n› duyunca telefona gittim. Arkadafl›m, uzun y›llar birlikte gazetecilik yapm›flt›k, “Aman abi, neler oluyor neler” dedi. “Neler oluyor?” diye sordum. “Abi” dedi, “Özgür Gündem gazetesinin bütün çal›flanlar›n› polisler ald›lar götürdüler.” Hemen Özgür Gündem’e gittim. Bakt›m yöreyi polis alm›fl. Gazeteye girmek istedim. Polisler içeriye sokmad›lar. Gazetede, gazeteyi ç›karacak kimse kalmam›flt›. Yüz yirmi, tam yüz yirmi çal›flan›n hepsini alm›fl götürmüfller, deli¤e t›km›fllard› polislerimiz. Zavall›, kahve oca¤›ndaki çayc›y› bile götürmüfllerdi. Yaz olsayd›, gazetedeki sinekleri götürmek emrini de al›rlard› herhalde. Yeter art›k, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihî marifetini, insanlar›n yüzlerini k›zartacak icraatlar›n›, ülkemiz insanlar›n› insanl›k karfl›s›nda k›yamete kadar rezil edecek korucular›n›, kendi kendini, arkadafllar›n› ihbar edeni ödüllendiren yüz karas› yasalar›n› daha fazla söylemeye dilim varm›yor, yüre¤im de bu korkunç ifllere dayanm›yor, yeter art›k.
Sonra birbirimize âfl›k olduk. Bu nas›l, ne zaman oldu; önce hangimiz oldu, bilmiyorum. Dürüst olmak gerekirse bu konu önemli olmad›¤›ndan de¤il; kad›n-erkek iliflkisini güçler çat›flmas› olarak yaflayan ve birbiri üzerinde egemenlik kurmaya çal›flan hemen her çift için bu sorunun yan›t› önemlidir. Bizim bilmememizin nedeni, sahiden bilmememizdi. Aflk, ikimizin de arzulamad›¤›, hesaplamad›¤›, hayatlar›m›z için amaçlamad›¤› bir fleydi. Öylesine oluvermiflti iflte. En fazla, bafl›m›za gelen bir trafik kazas›na benzetebilirdik onu. Âfl›k oldu¤umuz için, öncelikle kendimize karfl› gizli bir mahcubiyet duydu¤umuz ve bir süre bununla bo¤ufltu¤umuz kan›s›nday›m. Bu nedenle âfl›k olman›n tad›na varmam›z, aflk›n kendine göre özel bir keyfi oldu¤unu anlamam›z, beraberli¤imizin kendi hikâyesi içinde yol almam›z epeyce gecikti. Bir süre sonra, zaman›nda anlamad›¤›m›z bir filmi yeniden seyretmek ister gibi dönüp kendi hikâyemize uzaktan bakt›k. Bu hikâye içindeki kendimizi tan›maya, bize ne oldu¤unu anlamaya çal›flt›k. Belki içimizdeki kötülü¤ün renkli oyunlar›na fazla kap›ld›¤›m›z için, aflk bizden uzak san›yorduk. Ya da aflk› fazla temiz bir fley san›yorduk. Oysa gerçek her zaman yal›nd›r: Kötü insanlar da âfl›k olur ve aflk kötülü¤e, kötülük de aflka bir engel teflkil etmez. Hatta birbirine âfl›k insanlar, birbirlerine daha kolay kötülük edebilirler.
Daha ‘60’larda Memet Fuat “da¤›t›mc› sorununu aflamazsak, kültür hayat›n›n sonu gelir” mealinde bir yaz› yazm›flt›. Bugün bu sorunu hâlâ en dehfletli flekilde yafl›yoruz. Yazar›n, çevirmenin hayal edemeyece¤i pay› da¤›t›mc›lar al›yor, kan›rt›c› vadeler dayat›l›yor, orta boy yay›nevleri bile ayakta durmakta zorlan›yor. Bu kaderi aflmak üzere kurulan, yay›nlad›¤› birbirinden de¤erli kitaplarla, Edebiyat, Çeviri, Felsefe, Somut gibi dergileriyle okkal› bir yay›nevine de dönüflen YAZKO (Yazarlar ve Çevirmenler Kooperatifi), yak›n tarihimizdeki nadir alk›fllanas› giriflimlerdendi. Ayn› zamanda, 12 Eylül flartlar›nda, bir yuva, bir kale gibiydi. Ayn› B‹LSAK gibi. Uzun ad›yla Bilim Sanat Kültür Hizmetleri Kurumu, düzenledi¤i söyleflilerle, konserlerle, atölyelerle bir okul hizmeti görmüfl, kültür ve fikir hayat›m›z›n her fleye ra¤men devaml›l›¤›n› sa¤layabilmiflti. 17 Ekim Cumartesi günü, iflte bu iki abidevî kurumun mimar›, yay›nc› ve matbaac› Mustafa Kemal A¤ao¤lu, ölümünün onuncu y›l›nda an›l›yor. 12:00 - 18:00 saatleri aras›nda “Bir Hayal Fabrikatörü: Mustafa Kemal A¤ao¤lu –YAZKO’dan B‹LSAK’a Alternatif bir Kültürel Örgütlenme Modeli Hikâyesi” ad›yla Santral ‹stanbul’da düzenlenecek etkinlikte Enis Batur’dan Murat Belge’ye, çeflitli isimler A¤ao¤lu’nu ve önayak oldu¤u kurumlar›n anlatacak. Ayr›ca, 7 Kas›m’da TÜYAP Kitap Fuar›’nda da genifl kat›l›ml› bir toplant› düzenlenecek. A¤ao¤lu’nu sayg›yla, minnettarl›kla an›yoruz...
Duman› üstünde
Devlet piyasay› korurken Ayfle Bu¤ra - Kaan A¤artan (der.) - 21. Yüzy›lda Karl Polanyi’yi Okumak: Bir Siyasî Proje Olarak Piyasa Ekonomisi çev: Azer K›l›ç (‹letiflim)
BD merkezli krizin önemli köfletafllar›ndan biri olan Lehman Brothers’›n çöküflünün üzerinden tam bir y›l geçti. Çok say›da ülkeyi resesyona iten ve binlerce insan›n iflsiz kalmas›na neden olan bu kriz, kapitalizmin ne ilk krizi ne de muhtemelen son... 1929 Bunal›m› ve 2008 küresel krizi gibi dünyan›n çok büyük kesimini ayn› anda etkileyen krizlerin yan›s›ra, 199495 Meksika, 1997 Güneydo¤u Asya, 1998 Rusya ve 2001 Türkiye gibi pek çok bölgesel ve ülkeye özgü kriz yafland›. Polanyi’yi yeniden okuman›n tam zaman›, çünkü kapitalist sistemin evrimi, onun kapitalizm analizinin merkezinde yatan önermeyi onaylad›. Polanyi’ye göre, piyasa güçlerinin zincirlerinden boflanm›fl ya da toplumdan kopmufl flekilde iflleyifli, belli bir noktadan sonra
A
insan, do¤a ve en sonunda bizatihi kapitalist ekonomik rasyonel aç›s›ndan son derece y›k›c› bir hal al›r. Polanyi’nin 1944’te yay›nlanan en önemli eseri “Büyük Dönüflüm”ün yayg›n bir flekilde ‘80’lerden sonra tart›fl›lmas› bir tesadüf de¤il, zira onun 19. yüzy›l piyasa ekonomisi çerçevesinde anlatt›klar›, ‘80’lerin küresel piyasa ekonomisini de, krizleri de aç›kl›yor. 14-16 Ekim 2005’te Bo¤aziçi Üniversitesi’nde düzenlenen “Toplumu ve Do¤ay› Meta Efsanesinden Korumak” bafll›kl› Onuncu Karl Polanyi Konferans›’na dayanan derlemede de, Polanyi’nin analizinin bugünü aç›klamaktaki gücü vurgulan›yor. Polanyi, piyasa sistemini 19. yüzy›la özgü bir garabet olarak tan›mlar. ‹nsanlar›n, mallar› ya da hizmetleri de¤ifl-tokufl etmek için karfl›laflt›klar› yer olarak piyasa her zaman vard›r. Ancak ekonominin bütününe hâkim oluflu, 19. yüzy›la özgüdür. Ekonomik faaliyetin tamam›n›n toplumun kontrolünden kurtulup kendi kurallar›na göre iflleyen piyasalarca yönlendirildi¤i bu sistemin, Polanyi’ye göre, insan do¤as›yla ba¤daflmas› imkâns›zd›r. Polanyi, “çifte hareket”ten söz eder. Do¤al oldu¤u sürekli kafam›za kak›lan piyasa ekonomisinin kurulmas›n›n devlet müdahalesi olmadan gerçekleflmeyece¤ini (Türkiye’de son y›llarda artan kanunî düzenlemeleri düflünün) ve toplumun yasal ve kurumsal önlemlerle kendini korudu¤unu söyler. Tabii bu koruma her zaman bu tür önlemlerle yap›lmayabilir; faflizm, mafyalaflma, aile ve cemaat ba¤lar›na sar›lma da piyasadan korunman›n yöntemleri olabilir. Polanyi’ye göre, piyasa ekonomisinin önemli özelliklerinden biri de “meta efsanesi”dir. Piyasada de¤ifl-tokufl edilmek üzere üretilmedikleri, yani meta olmad›klar› için, eme¤in, topra¤›n ve paran›n metalaflmas›n›n insan toplumu ve do¤a üzerinde y›k›c› etkileri söz konusudur. Eme¤e meta muamelesi yapman›n sonucu yoksulluk ve ekonomik güvensizli¤in yaratt›¤› asosyal davran›fllar, do¤aya meta muamelesi yapman›n sonucu do¤al felaketler ve paraya meta muamelesi yapman›n sonucu da ekonomik krizler fleklinde karfl›m›za ç›kmaktad›r. Piyasa ekonomisi kendili¤inden ya da do¤al bir olgu de¤il, aksine, emek, toprak ve paray› meta olarak gösteren bir tak›m kurumsal de¤ifliklikler arac›l›¤›yla gerçeklefltirilen bir “siyasî proje”dir. Kitab›n orijinal katk›lar›ndan biri, Polanyi’nin
“hayalî metalar” dedi¤i listeye toprak, emek ve paran›n yan›s›ra bilgiyi eklemesi. Polanyi, bunlar›n bafll›ca “üretim faktörleri” say›ld›¤› sanayi ve finansal kapitalizm ça¤›nda yaz›yordu. Oysa günümüz kapitalizminde bilgi, en önemli üretim faktörü ve ekonomik rekabet için anahtar unsur haline geldi. Bugüne kadar metalaflmam›fl insan faaliyetleri (fikrî mülkiyet, bilimsel toplumun çal›flmalar› ve di¤er bilgi türleri) art›k büyük ölçüde piyasa güçlerine dayan›yor. Kitaptaki makalesinde Virginia Brown-Keyder, günümüz dünyas›nda fikrî mülkiyetin servet birikiminin esas arac› olarak toprak ve fabrika mülkiyetinin yerini ald›¤›n› belirtiyor. Bu mülkiyet biçimi, özellikle ABD için, onun da kalan son ihracat kalemleri olan yaz›l›m, biyoteknoloji ve e¤lence alan›nda önemli. Polanyi, II. Dünya Savafl› sonras› metalaflmay› s›n›rlamaya yönelik uygulamalar› “büyük dönüflüm” olarak nitelendirmiflti. 19. yüzy›l uygarl›¤› çökmüfl ve yaflam alan›n› yeniden kurmaya yönelik bir çaba gündeme gelmiflti. Bu da her fleyden önce devletin, yaflam›n ve geçim biçimlerinin maddî koflullar›na aktif flekilde müdahil olmas›yla birlikte siyaset ile ekonominin kurumsal olarak ayr›lmas›na son vermeyi gerektiriyordu. Refah
Karl Polanyi
devleti uygulamalar›, kalk›nma planlamas› ve sosyalist ekonomide görülen di¤er çeflitli deneyler bu ortak çaban›n tezahürleriydi. II. Dünya Savafl› sonras› dönemin kapitalizmiyle mevcut neoliberal dünya düzeni birbirinden farkl›. Ama kitapta da dendi¤i gibi, bizi neoliberalizmin ötesine tafl›yacak politik bir gündemi tasarlamaya yönelik giriflimler, refah kapitalizminin yitik Alt›n Ça¤’›na yönelik bir nostaljiyle s›n›rl› kalmamal›. Bugün karfl›m›zda, kendi kurallar›na göre iflleyen piyasa sistemine karfl› toplumsal direniflin kaç›n›lmaz oldu¤unun fark›nda olan ve bunu engellemek için devlet d›fl› alanlarda çözüm arayan bir sistem var. Ayfle Bu¤ra’n›n makalesinde belirtti¤i gibi, “iyi yönetiflim”, “kurumsal sosyal sorumluluk” ya da kamu-özel sektör ortakl›klar›na dayanan baflka “sivil ba¤lant›lar” gibi fikirler, piyasa iliflkilerinin önem kazanmas›yla do¤an zararlar› telâfi etmek üzere pazarlan›yor. Bütün bunlar›n karfl›s›nda “siyaseti” yeniden tesis etmenin yolu, “kendi kurallar›na göre iflleyen piyasalar›n” oluflturulmas›n›n, toplumsal geliflmenin do¤al ak›fl›ndan ziyade, siyasî bir proje oldu¤u gerçe¤ini ortaya koymakla mümkün. Bugün yeniden Polanyi’yi okumak, her fleyden önce bunun için gerekli. – Asena Günal
fiefkat ve dehflet Nick Cave - Bunny Munro’nun Ölümü - çev: Avi Pardo (Siren)
onum geldi diye geçirir içinden Bunny Munro, yak›nda ölecek kimselere özgü, ani bir fark›ndal›kla...” Nick Cave’in “Ve Eflek Mele¤i Gördü”nün yirmi y›l ard›ndan yazd›¤› “Bunny Munro’nun Ölümü” bu sözlerle aç›l›yor ve ölümünün yak›n oldu¤unun bilincinde olan ana karakter Bunny Munro’yu David Lynch filmlerini ça¤r›flt›ran bir döngü k›skac›nda son nefesine kadar takip ediyor. Komedi unsurlar›n›n dehfletli ve karanl›k ö¤elerle kaynaflt›¤› roman, pervas›zl›¤›, dehfleti ve sayfalarda beliriverecek gibi duran gözyafl› izleriyle sanatç›n›n müzi¤iyle birebir benzerlikler de tafl›yor.
“
S
Her fley sonuna var›r (1)
desen: Arslan Ero¤lu
Nick Cave’in “Bunny
Munro’nun Ölümü” roman›, ad›nda ve aç›l›fl cümlesinde de belirtildi¤i gibi, kendi sonunun geldi¤inin bilincinde olan bir adam› konu ald›¤› gibi, roman›n sonunu da en bafl›ndan duyuruyor bizlere. Bunny Munro, Brighton’da yaflayan bir pazarlamac›; ifli, kad›nlara kozmetik ürünleri satmak. Onu seven ve ihanetleri karfl›s›nda günden güne çaresizleflen, aklî dengesi pek de sa¤lam olmayan bir kar›s› ve –flimdiden yeralt› edebiyat›n›n en canayak›n karakterleri aras›nda say›labilecek– ak›ll› m› ak›ll›, dokuz yafl›nda bir o¤lu, zihninde dönüp duran vajina odakl› fantezileri ve bacaklar›n›n aras›nda uyanmaya her daim haz›r bekleyen canavarla, kendisine karfl› giderek daha sert bir ifade tak›nan bir dünyada sonunun geldi¤ini sezdi¤i andan ölümüne de¤in takip etti¤imiz serüveniyle karfl›m›zda. Nick Cave, ‹ngiltere’de de ülkemizdeki gibi 3 Eylül’de yay›nlanan bu roman› yazman›n kendisi için nefle dolu bir deneyim oldu¤unu ve “e¤lenceli” bir kitap yazmak üzere yola ç›kt›¤›n› belirtmifl. Kitab› de¤erlendiren “Trainspotting”in kült yazar› Irvine Welsh de ona kat›l›yor olmal› ki, ‘80’li y›llardan hat›rlayaca¤›m›z ünlü ‹ngiliz komedyen Benny Hill’den izler oldu¤unu söylemifl romanda; Kafka ve Cormac McCarthy’yi de es geçmeden. ‹flin esas›, roman›n Cave’in müzi¤inden aflina oldu¤umuz tüm notalar› bar›nd›rmas›: Kendine has bir ironi ve espri anlay›fl›, bolca karanl›k, coflku, hüzün ve yo¤un bir dehflet...
Sevgili
(2)
Nick Cave flark›lar›, karakterleriyle kaz›nm›flt›r ak›llara ço¤u zaman –Henry Lee’den John Finn’e, Crow Jane’den Christina The Astonishing’e uzanan bir yelpazede. Bunny Munro, Cave’in flark›lar›nda bizlere tan›tt›¤› karakterlere benzer nitelikler tafl›yor ve bizlere söyleyecek çok fleyi var. Orta yafl›n biraz üzerinde oldu¤unu tahmin etti¤imiz Bunny’nin hayata tahammül etmek ve kendini güçlü hissetmek için yegâne silah›: Vajina. Benny Hill benzetmesinden de anlayaca¤›m›z gibi, zihni erotik olas›l›klarla dolu olan Bunny kad›nlar› sever; kad›nlar da onu –ço¤u zaman. ‹smi bile –Bunny tavflan anlam›na gelir– cinsellik ve üremeye dair göndermelerle yüklüdür. Nick Cave, Bookseller dergisine verdi¤i röportajda Bunny hakk›nda “erkek id’inin zincirlerinden boflalm›fl hali” diyor ve Bunny’nin pek çok erkekten fark›n›n zihninde canlanan cinsel tepkimeleri fütursuzca d›flavurmas› oldu¤unu söylüyor. Cave, ana karakteri hakk›nda biraz da kat› konufluyor: “Bunny’nin hayal gücü son derece s›n›rl›. Cinselli¤e dair kafas›nda canlanan yegâne imge, vajina. Bir de¤ifliklik olsun istedi¤inde ancak bir ünlünün vajinas›n› hayal edebiliyor.” Romanda Bunny Munro’nun hayallerini özellikle Kylie Minoque ve Avril Lavigne’in cinsel organlar›n›n süsledi¤ini söy-
lemeden geçmemeli –öyle ki, Cave kitab›n ‹ngiltere bask›s›na bu iki sanatç›ya “sevgi, sayg› ve özür”lerini sundu¤u bir not eklemifl. Haliyle, evli ve kendisine ba¤l› bir kar›s› olan Bunny’nin kad›nlarla anl›k haz f›rsatlar›n› kaç›rm›yor olmas›, üstlendi¤i bafltan ç›kar›c›l›k misyonu göz önüne al›nd›¤›nda, bir nebze sorunlu. Bunny’nin kar›s› Libby’nin klinik depresyondan mustarip oldu¤unu ve Bunny’nin “maceralar›na” hem kendine hem de yaflad›klar› eve zarar vererek tepki göterdi¤ini görüyoruz romanda. Öyle ki Bunny, evden uzakta ve pek çok kad›n›n koynunda geçirdi¤i sat›fl seyahatlerinin birinden evine döndü¤ünde, tüm k›yafetlerini parçalanm›fl, arzulad›¤› tüm kad›n flark›c›lar›n –Beyonce, Avril Lavigne, Kylie Minoque– albümlerini tuvalete at›lm›fl ve kendi foto¤raflar›na çatal ve b›çaklarla at›fl talimi yap›lm›fl oldu¤unu görüyor. Bir yandan Libby’nin ak›l sa¤l›¤› için endifle ederken, öte yandan kendi dürtülerinden ödün vermeyecek ve ifller sonunda kendisi ad›na talihsiz boyutlara varacakt›r. Libby d›fl›ndaki kad›nlarla iliflkilerinde, her ne kadar kendini gerçek bir “sikici”, bir “barakuda” gibi görse de, her zaman baflar›l› oldu¤u söylenemez. Kimi hamleleri sonucunda burnu k›r›lacak, kimi hamleleri ise onu ak›llara s›¤mayacak denli dehfletli noktalara çekecektir. Bunny’nin bir zampara olarak portresi, oldukça hüzünlü –doymak bilmeyen, aç bir çocuk misali açl›¤›n› kad›nlarla doyurmaya yönelirken, flans›n›n yaver gitmemesi riskini de al›yor asl›nda. Yine de ifller ne denli kar›flsa ve her hamlesi ters tepse de, kendisinde özel bir yeti oldu¤unu, dünyaya bu ifller için gelmifl oldu¤unu hissetmekten vazgeçmiyor. Sona yaklaflt›¤›n›n bilincinde olsa da, kendi tabiriyle bir “sikici” olarak ne halde olursa olsun kendine inanc›n› yitirmiyor Bunny Munro: “Yere do¤ru bakarak lavabonun üzerine monte edilmifl paslanmaz çelikten aynan›n karfl›s›nda durur. Bir süre sonra bafl›n› kald›rma cesaretini bulup aynada kendine bakar. A¤z›ndan salyalar akan, sark›k çeneli bir canavar görmeyi beklerken âflina oldu¤u bir yüzle karfl›laflmak hofl bir sürpriz olur onun için –s›cak, sevimli ve gamzeli bir yüz. Jölelenmifl kâhkülünü elleyip gülümser kendine. Biraz daha yaklafl›r aynaya. Evet, iflte –o dayan›lmaz ve adland›r›lamaz cazibe–, biraz yorgun ve y›lg›n, ama baflka türlü olmas› beklenebilir mi?” Bunny cinselli¤i yaklaflt›¤›n› hissetti¤i sonu gibi görür –iflah olmaz bir y›k›m ifltah› ve merakla.
Sevgimi ar›nd›rmal›s›n
(3)
Y›k›mdan kaçamasa da, kad›nlar ve özellikle kad›nlar›n cinsel organlar›na yönelik merak›yla Bunny, tipik bir zampara olmaktan, mutlu etmeyi baflaramad›¤› kar›s› Libby’ye olan sevgisi ve onun karfl›s›ndaki çaresizli¤inin yo¤unlu¤uyla bir ölçüde kurtulur asl›nda. Yine de bu sevgi Libby’nin mahv›n› önleyemeyecek, ancak Bunny’nin roman›n do¤aüstü unsurlarla bezeli finalinde ba¤›fllanmas›n› sa¤layacakt›r. Karanl›k, kirli, tavanlar› giderek alçalan, grotesk bir dünyada Bunny’nin ar›nmas›n› olas› k›lan, yine Libby’ye duydu¤u sevgi olur. Cinayet, ölüm ve aflk temalar›n›n iç içe geçti¤i flark›lar›n ahlâk› kendinden menkul ozan› Nick Cave’in “Bunny Munro’nun Ölümü”nde anlatt›¤› öyküde de, t›pk› müzi¤inde oldu¤u gibi, efline az rastlanacak türden bir bileflim oldu¤u söylenebilir –yazar, karakterine flefkat ve dehfletin tam dengede durdu¤u hassas bir teraziyle yaklaflmaktad›r.
Seni ard›mda bir çocuk gibi k›vr›lm›fl b›rakt›m (4) Nick Cave’in kurgulad›¤› Bunny Munro karakteri her ne kadar sapk›nl›¤›n ve felaketin s›n›rlar›nda dans ediyor da olsa, Bunny’nin dokuz yafl›ndaki o¤lu Bunny Junior o denli masum, o denli tatl›, o denli flefkatle kuflat›las› bir figür olarak ç›k›yor karfl›m›zda romanda. Öyle ki, roman›n temel ö¤elerinden biri olan baba-o¤ul iliflkisi, bu iki birbirine z›t çehrede tüm do¤all›¤›yla hayat buluyor. Bunny Munro, dokuz yafl›ndaki o¤lu Bunny Junior’la hayatta yaln›z kalm›flt›r ve onunla ne yapaca¤›na dair en ufak bir fikri yoktur. “Kendi k›ç›n› bile zor bulan bir çocukla ne yap›l›r?” diye sorar kendi kendine. Bunny Junior onunla sat›fl-pazarlama seyahatlerine gidecek, o her zaman yapt›klar›n› yaparken –hazdan hazza koflarken, toplum adab›na ayk›r› davran›fllar sergilemekten ötürü uyar›l›rken, otel odalar›nda flifleler dolusu alkol tüketirken– babas›na efllik edecektir. Bunny Junior, o yafllardaki ço¤u erkek çocu¤u gibi bakar babas›na – sevgi ve sayg› dolu, imrenerek. Olaylar›n ak›fl› içerisinde bu canayak›n, hassas çocuk kendi iç dünyas›ndan ayr›lmayacak, bir baflka deyiflle, babas›n›n yaflant›s› karfl›s›nda masumiyetini yitirme tehlikesiyle kalmayacak flekilde korunacakt›r. Nick Cave, roman› yazarken temel kayg›s›n›n Bunny Junior oldu¤unu ve Bunny Munro’nun o¤lunun sevgisiyle bir canavar gibi görünmekten ç›k›p insanc›llaflt›¤›n› belirtmifl. Roman›n dili de, bu iki birbirine z›t kurgulanm›fl, ancak sevgi ba¤›yla ba¤lanm›fl karakterin dünyas›n› yans›tacak flekilde oluflturulmufl. Bunny Junior’›n mercek alt›nda oldu¤u anlar, çocu¤a has, sade ve masum bir t›n›yla ç›nlar adeta: “Bunny Junior ... yine de ne düflünece¤ini bilemez. Edgar Rice Burroughs’un ‘Tarzan’› yazd›¤›n› biliyordur, ayn› anda suyun hem alt›n› hem de üstünü görebilen dört gözlü bal›klar oldu¤unu biliyordur, hatta giyotini Joseph Guillotin’in icat etmedi¤ini biliyordur, fakat yanaklar›ndan yafllar süzülürken hiçbir fley söylemeden ve nereye
gitti¤ini bilmeksizin araba süren babas› için ne yapabilece¤ini bilmiyordur. Babas› bir markette durup bir paket sigara ile bir flifle viski sat›n alm›flt›r. Baca gibi sigara ve bal›k gibi viski içerken durmaks›z›n a¤lay›p arabay› deli gibi sürmektedir.” “Bunny Munro’nun Ölümü”nde Bunny ve Bunny Junior’›n baba-o¤ul iliflkisi ne denli s›cak ve insanc›l ise, Bunny’nin kendi babas›yla iliflkisi o denli belal› ve hastal›kl› biçimde konar önümüze. Bunny’nin babas› kanserden ölmek üzeredir ve t›pk› Bunny Junior’›n babas›n›n yaklaflan felaketi karfl›s›nda çaresiz oldu¤u gibi, Bunny de kendi babas›n›n ölece¤ini bilir, ama onun için ne yapabilece¤ini kestiremez. Nick Cave’in ironik yaklafl›m›yla, kendisine bir bardak çay yapmay› önermekten ve karfl›l›¤›nda küfür ve afla¤›lanma bulmaktan baflka çaresi yoktur Bunny’nin. Çaresiz, kendi yolunda kendi felaketiyle yüzleflmek için ilerler.
Ölüm son de¤ildir
(5)
“Bunny Munro’nun Ölümü”, ad›ndan ve bafllang›ç cümlesinden de gördü¤ümüz kadar›yla, finalde gerçekleflecek olan durumu okura bafltan bildirerek ve ana karakterini kendi ak›betine dair bir fark›ndal›kla donatarak bir nebze al›fl›lmad›k bir tav›r benimseyen bir roman. Nick Cave, roman› bu aç›dan ‹ncil’e benzetmifl ve ‹sa’n›n da kendi ölümünü bildi¤ini ve etraf›ndakilere duyurdu¤unu belirtmifl Bookseller’a verdi¤i röportajda. Sanatç›n›n söz yazarl›¤›nda da beslendi¤i önemli kaynaklardan birinin ‹ncil oldu¤u düflünülürse, bu, Cave aç›s›ndan flafl›rt›c› say›lmaz. Antik Yunan trajedilerini de ça¤r›flt›ran görkemli ve çarp›c› bir sonla noktalanan roman, bafltan bildirdi¤i ölümü de al›fl›lagelmifl ölüm alg›s›ndan kurtar›r ve karakterine kendi fleytanlar›yla yüzleflme flans› tan›r –yar› sembolik, yar› fantezi biçiminde. Ölüm son de¤ildir gerçekten de Bunny Munro için; Bunny Junior’›n bafl›na gelenler babas›n›nkinden bir ölçüde daha mu¤lak olsa da, onun da ak›beti daha metnin bafllar›nda okura ç›tlat›lm›flt›r.
Neden sanki bu Dünya Dar geliyor insana…
“Baflka yerlerde de sürer hayat. Hayat her yerde sürer. Nereye gidersem gideyim dram var sanki. Bitten fark› yok insanlar›n –teninin alt›na girip gömüyorlar kendilerini. Kanat›ncaya kadar kafl›n›rs›n, ama asla kesin kurtulufl yok bu bitlerden. Nereye gitsen hayatlar›n› berbat ediyor insanlar. Herkesin kendine ait bir trajedisi var. Kan›m›za ifllemifl –talihsizlik, s›k›nt›, elem, intihar... Felaketlerle, asabiyetle, anlams›zl›kla dolup tafl›yor atmosfer. Kafl›n kafl›nabildi¤in kadar –derin soyuluncaya dek. Fakat benim üzerimdeki etkisi coflturucu... Daha çok felaket istiyorum, daha büyük afetler, daha büyük baflar›s›zl›klar. Dünyan›n yerinden oynamas›n› istiyorum, herkesin kafl›na kafl›na ölmesini.” (Henry Miller, “Yengeç Dönencesi”)
Yazara baflvuruyoruz
(6)
“Bunny Munro’nun Ölümü”, Nick Cave’in müzi¤i gibi, kendine has bir t›n›s› olan, flafl›rt›c›, yer yer esprili, yer yer dokunakl› ve oldukça cüretkâr bir roman. Yirmi y›l önce yazd›¤› roman› “Ve Eflek Mele¤i Gördü”nün yaz›m sürecinde çok s›k›ld›¤›n› söyleyen Nick Cave, “Bunny” ile yeralt› edebiyat›n›n temel tafllar›ndan biri olacak gibi görünüyor. “Bunny Munro”, kendini senaryo yazmaya ve müzik harici mecralarda göstermeye bafllayan sanatç›n›n bir yazar olarak enkarnasyonunu müjdeliyor bizlere. Nick Cave’e Türkçedeki sesini pek çok de¤erli iflinin yan›s›ra Bukowski çevirileriyle tan›d›¤›m›z Avi Pardo verdi. Cave’in “Call Upon the Author” flark›s›nda Bukowski’den nefretini hayk›rd›¤›n› düflünecek olursak, ironik bir tesadüf bu. Bu arada, Nick Cave’in senaryo yazd›¤›n› söylemiflken, “Bunny Munro”nun sinematografik hassasiyetlerle kurgulanm›fl oldu¤unu, öykünün ço¤unun flimdiki zaman ve kamera gözüyle aktar›ld›¤›n› da eklemeli. – Sanem Sirer 1) Song of Joy (“Murder Ballads”) / 2) “Let Love In” / 3) “She Passed By My Window” (“Nocturama”) / 4) “Jesus of the Moon” (“Dig, Lazarus, Dig!”) / 5) “Murder Ballads” / 6) “Dig, Lazarus, Dig!”
neripolat@gmail.com
NANCY FRASER’LA TOPLUMSAL MÜCADELELER‹N SEYR‹ ÜSTÜNE
Adaletin öznesi kim? 29 May›s’ta Bo¤aziçi Üniversitesi’nde verdi¤i konferans›n bafll›¤› flöyleydi: “Adaletin öznesi kim? –Ulusal vatandafll›k m›, küresel insanl›k m›, tehlike alt›ndaki ulusafl›r› cemaatler mi?” Otuz y›ll›k neoliberal tahakküm ve sosyal mücadelelerin ortak bir ba¤ bulmadaki zafiyeti, teorik düflünceyi de akamete u¤ratt›. Feminist düflüncenin önde gelen isimlerinden Amerikal› akademisyen Nancy Fraser, bölüflüm, tan›nma, temsil gibi u¤raklardan geçirerek kurmaya çal›flt›¤› adalet teorisini Express’le de paylaflt›... 1997’de yay›nlanan “Justice Interrupts” (Adalet Aks›yor) adl› kitab›n›zda, Sovyetler Birli¤i’nin da¤›lmas›n›n eflitlik, özgürlük, sosyal adalet gibi kavramlar›n, ideallerin politik mücadelelerden ve teorik çal›flmalardan geri çekilmesine neden oldu¤unu ve “post-sosyalist” ad›n› verdi¤iniz ruh halini tart›flmaya açmak istedi¤inizi söylüyordunuz. ‘80’li y›llar›n sonunda, politik taleplerimizde sosyalizmin hem bir ideal olarak geri çekilmesi, hem de teorik çal›flmalarda referans olma özelli¤ini yitirmesiyle “ça¤sal bir dönüflüm” gerçekleflti¤ini belirtiyordunuz. Bugün, küreselleflmenin ve neoliberalizasyonun hem iktidar siyasetini hem de iktidar karfl›t› hareketlerin siyaset yapma dilini ve araçlar›n› derinden etkiledi¤ini görüyoruz. Bu etkiyi, adalet ve eflitlik mücadelesinin flekillenmesi aç›s›ndan nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Sizce adalet, ça¤›m›z toplumsal hareketleri ve elefltirel çal›flmalar› için hâlâ ortak bir payda oluflturabiliyor mu? Nancy Fraser: Tüm dünyada, politikan›n dilinde, politik talepler dile getirme ve üretme biçiminde, bölüflüme dair taleplerden tan›nma taleplerine do¤ru ciddi bir kayma meydana geldi. Son y›llarda, ‘90’larda gözden kaç›rd›¤›m bir noktan›n oldukça önemli oldu¤unu fark ettim: Bu de¤iflim, yaln›zca politik taleplerin dili, eklemlenifli üzerinden görebilece¤imiz bir dönüflüm de¤il; daha genifl ve derin etkileri olan bir dönüflümden geçmekteyiz. Ve bu “genifl” dönüflüm, adaleti düflünmemiz için gerekli olan do¤ru teorik çerçeveye dair belirsizli¤i de beraberinde getiriyor. Üç temel u¤raktan söz edebiliriz: 1960’larda, ‘70’lerde toplumsal hareketlerin yükselifli, pek çok ülkede solun güçlü oldu¤u politik atmosferlerde gerçeklefliyordu. Toplumsal hareketlerin yeflerdi¤i politik ortam, sosyal eflitlik fikrinin egemen bir düflünce olmas›yla, yoksul s›n›flar›n gelir düzeyini ve yaflam standartlar›n› iyilefltirmek ve iflçi haklar›n› savunabilmek amac›yla bölüflüme dair taleplerle, sosyal haklar mücadelesinin ön planda olmas›yla flekilleniyor ve yeniden üretiliyordu. Bu hareketler için devlet, adalet taleplerinin yöneltildi¤i, hedef al›nan bir yap›yd›. 1980’li, ‘90’l› y›llarda, neoliberalizmin yükseliflini, Latin Amerika’n›n neoliberal politikalar›n uyguland›¤› bir laboratuara dönüfltürüldü¤ünü, Sovyetler Birli¤i’nin da¤›lmas›n›, Berlin Duvar›’n›n y›k›lmas›n›, neoliberalizme
36
uyum çabalar›n›n yay›ld›¤›n› görüyoruz. Sosyal eflitlikçili¤in, eflit ve adil bölüflüm mekanizmalar›n› iflletebilmek için devlet iktidar›n› kullanma fikrinin, devleti “verili” kabul edip ondan taleplerde bulunma fikrinin gayr›meflru ilan edilmesi, bu dönemin en önemli özelli¤i. ‹çinde yaflad›¤›m›z dönemde ise tan›nma taleplerinin kimlik taleplerine indirgendi¤ini, bölüflüm taleplerinden ayr›flt›r›ld›¤›n› görüyoruz. So¤uk Savafl’›n bitmesi ve iki-kutuplu dünya düzeninin yerini çok-kutuplu ve küreselleflmenin bask›n oldu¤u dünya düzenine b›rakmas› önemli etkenlerden. Bütün bunlar, giderek önem kazanan bir soruyu gündeme getiriyor: Ulus-devlet, sosyal adalet mücadelesi için hâlâ geçerli bir çerçeve sunabilir mi? ‘90’lardan bu yana yaflanan en büyük geliflme, her türlü poli-
Tan›nma taleplerinin kimlik taleplerine indirgendi¤ini, bölüflüm taleplerinden ayr›flt›r›ld›¤›n› görüyoruz. Önümüzdeki en büyük zorluk, tan›nma ve bölüflüm taleplerinin birbirinden ayr›larak politik gündeme dahil edilmesi. Nancy Fraser
tikan›n ulus-ötesilefltirilmesi ve tan›nma politikalar›n›n öncelik kazanmas›n›n yan›s›ra, devlete yönelik taleplerin de yer ald›¤› ulus-devlet paradigmas›n›n merkezî konumunun sorgulanmas› ve sosyal adaletle birlikte düflünmemiz gereken do¤ru yap›lar›n ne olmas› gerekti¤ine iliflkin belirsizlik oldu. Kapitalizmin küresel bir krizi atlatmaya çabalad›¤›, sonuçlar› felâketlere neden olan Irak iflgali fiyaskosuyla birlikte Bush doktrininin çöktü¤ü, ABD’nin alt edilemez süper güç imaj›n›n y›k›ld›¤›, jeopolitik krizlerin derinleflti¤i bir dönemde yafl›yoruz. Bütün bunlarla birlikte, bölüflüm sorunu bir kez daha gündemde. Önümüzdeki en büyük zorluk, tan›nma ve bölüflüm taleplerinin birbirinden ayr›larak politik gündeme dahil edilmesi. Ve bölüflüme dair talepler, sözünü etti¤iniz bu dönüflümleri de daha adil hale getirmek için öne ç›kar›lacak ekonomik, politik ve düflünsel mücadelelerin tümünü kesiyor... Evet, kesinlikle. Yak›n zamana kadar, hiç kimse kapitalizmin krizinden bahsetmiyordu. Ancak, önümüzdeki en büyük zorluk hâlâ solun kendi içindeki kriz. Yeni toplumsal hareketlerin ortaya ç›kmaya bafllad›¤› dönemde sol güçlüydü, fakat tan›nma politikalar› döneminde sol genel olarak da¤›lm›fl ve güçsüzlefltirilmifl durumda. Bugün, dünyan›n çeflitli yerlerindeki küçük alevlenmelerle yetinmek yerine, solu ve temsil etti¤i de¤erleri yeniden güçlendirmek için çaba sarf etmeliyiz. Tan›nma mücadelesi kimlik politikas›yla neredeyse eflanlaml› kullan›l›yor. Tan›nmay› kimlikle eflitleme e¤ilimini tehlikeli bulmakla birlikte, “dönüfltürücü tan›nma politikas›” olarak tarif etti¤iniz ve kimlik politikalar›n› aflan bir kategori daha oldu¤unu söylüyorsunuz. Tan›nma taleplerinin dönüfltücü potansiyelleri neler? Benim için temel mesele, hangi tan›nma taleplerinin özgürlefltirme iddias›na ve meflru bir adalet mücadelesi perspektifine sahip oldu¤u. Tan›nma mücadelelerinin temel hedefinin ne oldu¤u sorusunun yan›t›n› da yaln›zca iktidar aç›s›ndan de¤il, sosyal adalet aç›s›ndan düflünmek önemli. Bana göre, tan›nma mücadelelerinin temel hedefi, toplumsal kat›l›m›n önündeki engelleri kald›rmak olmal›. Bu engeller yaln›zca ekonomik eflitsizliklerden, s›n›f de¤iflkenlerinden, bölüflüme iliflkin adaletsizliklerden ibaret de¤il; statü hiyerarflileri de bu engellerin önemli bir parças›n› oluflturuyor. Örne¤in, sosyal kurumlar normlar ve geleneksel de¤er örüntüleriyle düzenledi¤inde, bir tak›m insanlar ya da baz› yaflant›lar, “olmas› gereken” olarak, baz›lar› ise “sapk›n ve toplumd›fl›” addediliyor, hatta görünmez k›l›n›yor. Sosyal adalet, yoksulluk ve ekonomik eflitsizliklerle iliflkili oldu¤u kadar, baflka etkenlere de ba¤l›. Tan›nma da bunlardan biri ve sosyal adalet perspektifinden bakt›¤›m›zda, statü meselesiyle yak›ndan iliflkili. Bu noktada, yeniden Max Weber üzerine düflünmek, onun s›-
Foto¤raf: Nilgün Yurdalan
n›f ile statü aras›nda yapt›¤› ayr›m› dikkate almak gerekiyor. S›n›f ve statü, modern toplumdaki iki farkl› tahakküm düzenini gösteriyor; birini di¤erine indirgemek mümkün de¤il. Bunlar her zaman birbiriyle etkileflim halinde ve kesifliyorlar. Tan›nma taleplerindeki özgürlefltirici çekirdek üzerine, eflitlik ve tam kat›l›m›n önündeki engelleri kald›rma mücadeleleri üzerine düflünmeliyiz. Bunun için de de¤erleri ve normlar›n kurumsal karakterini alt üst etmek, yerlerine alternatif de¤erler ve örüntüler getirmek gerekiyor. Burada, kurumsallaflm›fl sembolik düzeni de¤ifltirmekten, kat›l›m eflitli¤ini sa¤lamaya yard›mc› olacak düzenlemelerden söz ediyorum. Alternatif bir felsefî dizge öneriyorum, bu dizge bizi “kimliksel olmayan tan›nma”n›n ne anlama geldi¤ini düflünmeye davet ediyor... Kimlik politikalar›, ço¤u kez eflitlik ilkesiyle bir arada düflünmekte zorlanaca¤›m›z uygulamalara da yol aç›yor. Bunlar›n bafl›nda da, normatif kimlik iddialar›yla birlikte gelen grup içi eflitsizlikleri örtbas etmeye, hatta derinlefltirmeye yarayan güç iliflkileri yer al›yor; bu güç iliflkileri, otoriter ve bask›c› uygulamalara neden olabiliyor. Bütün bunlar, adaletsizli¤in birbirini kesen farkl› kaynaklar›n› gösteriyor. Toplumsal cinsiyetten kaynaklanan adaletsizliklerin nas›l etnik temelli eflitsizli¤i derinlefltirdi¤i ya da dinsel yönelime iliflkin bask›lar›n bir arac› oldu¤una dair pek çok deneyime sahibiz. Bu eflitsizliklerin tümünü bir anda ortadan kald›rmak mümkün olmayabilir, ama statü temelli bir tan›nma ve adaletli bölüflüm düflüncesi, salt kimli¤e iliflkin haklara indirgenmifl bir özgürlük anlay›fl›na alternatif sunabilir. Benim adalet anlay›fl›mda öncelikli olan, statü hiyerarflileri ve adaletsizliklerinin üstesinden gelmek. Bunu baflarmak için de, ne tür normlar ve alternatifler gelifltirebilece¤imizi düflünmemiz gerekiyor, çünkü “yanl›fl tan›ma” (misrecognition) ya da “tan›mama” pek çok farkl› flekilde gösteriyor kendini. Örne¤in, farkl›l›klar›n yeteri kadar tan›nmamas›na dayanan adaletsizlikler var. ABD bu konuda da en “iyi” örnekleri sunuyor bize. ABD’de sigorta flirketlerinin bafllatt›¤› bir tart›flma var, tart›flmaya temel teflkil eden soru bile tüyler ürpertici: ‹flverenler çal›flanlar›n›n sa¤l›k sigortas› masraflar›n› karfl›lamal› m› ve bu karfl›lama, kad›n çal›flanlar›n hamileli¤i boyunca da geçerli olmal› m›? Bu tart›flmada, ne yaz›k ki baz› feminist gruplar›n bir tür eflitlik anlay›fl›yla dile getirdi¤i bir düflünce var: E¤er erkekler böyle bir uygulamadan (ücretsiz izin ve izinli günlerde de sigorta primlerinin ödenmesi) yararlanam›yorsa, kad›nlar›n da yararlanmas› söz konusu olmamal›. Evet, belki uç bir örnek ama, toplumsal cinsiyet duyarl›l›¤›na sahip olmayan bir evrenselcili¤in sonu bu. Bir baflka tan›ma/tan›nma türü ise, dekonstrüktif bir yaklafl›m›, yani A ya da B’yi seçmenizin beklendi¤i ve sizin hiçbirinin do¤ru oldu¤una inanmad›¤›n›z du-
rumlara dair. Örne¤in, uluslarararas› yolculuklarda doldurmak zorunda kald›¤›n›z, siyah m›, beyaz m› oldu¤unuzu ya da etnik aidiyetinizi belirtmenizin istendi¤i belgeler. Pek çok insan kendini birçok farkl› kökene ait hissediyor ya da herhangi bir etnik köken üzerinden kimli¤ini tan›mlam›yor.Tercihlerinizi
Neoliberalizm, ekonomi-politi¤in politik alanda gözard› edilmesini istiyor. Feminist teori ve politika, bu sald›r›lardan nasibini ald›. Analitik aç›dan güçlü, ancak normatif temelleri zay›f kalan bir teoriye dönüfltü. tasnif etmeyi hedefleyen “gay misiniz, heteroseksüel mi?” sorusu da bir dayatma içeriyor. Queer politikalar›n›n, kat› ve birbirinden kesin olarak ayr›lm›fl ikili kategorilere karfl› mücadeleyi temel alan, belirsizliklere, çoklu kimliklere daha çok yer açan, farkl› aidiyetleri mümkün k›lan dekonstrüktif bir hareket oldu¤unu görüyoruz. As›l mesele, temel eflitsizlik kayna¤›n›n ne oldu¤unu do¤ru görebilmek ve do¤ru yan›tlar› üretebilmek. Dönüfltürücü çözüm önerilerinin öncelikli oldu¤una inanm›fl›md›r her zaman. Ancak, bir konuda görüfllerim de¤iflti: Art›k adalet sorununu soyut kategorilerin birbirlerine göre önceli¤i ve önemi ile düflünemeyiz; ba¤lam, en önemli sorun. Axel Honneth’le birlikte yazd›¤›n›z “Redistribution or Recognition?” (Bölüflüm mü, Tan›nma m›?) adl› kitab›n›zda vard›¤›n›z ortak nokta bu mu? Evet, kesinlikle. Her ne kadar onaylay›c› olarak formüle edilseler de, baz› reformlar dönüfltürücü nitelik kazanabilirler: Örne¤in, Tar›k Ramazan, geçti¤imiz günlerde bir konferansta, Avrupa’daki entegrasyon sorununun “Avrupal›lar Müslümanlar›, Müslümanlar da Avrupa’y› kabullenecek mi?“ sorusundan ibaret olmad›¤›n›, aksine, birbirini d›fllayan kategoriler gibi görünen Avrupal› ve Müslüman olmak tan›mlar›n› da ortadan kald›racak iki uçlu bir süreç içerdi¤ini anlatt›. Onaylay›c› ve kimlik
bazl› tan›nma mücadeleleri, “biz kimiz, neyiz” sorular›n› gündeme getiren bir hareketlenme yaratabiliyor. Bazen amaçlar ve araçlar kar›flabiliyor, insanlar hedeflerini flafl›rabiliyor. Her tür politika, ortadan kald›rmay› hedefledi¤i fark› ve eflitsizli¤i güçlendirme noktas›na gelebilir. Kimlik politikalar› olarak an›lan tan›nma mücadelelerinin tan›mlay›c›/onaylay›c› türüne içkin, kimli¤e dair özcü bir yaklafl›m›n fark›nda olsam da, baz› yöntemlerin ve araçlar›n ak›ll›ca kullan›ld›¤›nda dönüfltürücü ve dekonstrüktif olabilece¤ine de inan›yorum. Bir kimli¤in ifade edilmesine yönelik onaylay›c› tan›nma talepleri de dönüfltürücü bir nitelik kazanabilir. Bizim görevimiz, gelecek kuflaklar›n bu mücadeleyi bask›n ya da ezilen kimlikler üzerinden de¤il, adil flartlarda yürütmesini mümkün k›lan bir dünya infla etmek. Arzum, en az›ndan, güç asimetrilerini ortadan kald›rmak. Son y›llardaki çal›flmalar›n›zda, temsil sorununu da toplumsal adalet üzerinden ele ald›¤›n›z› görüyoruz. Temsil sorununu adaletin bireysel ve toplumsal yans›malar›yla birlikte düflünmek, kültürü statik ve verili kategori olmaktan ç›kar›yor; grup, cemaat, kimlik içindeki eflitsizlikleri görmemizi sa¤l›yor. Ezilen kimlik mücadeleleri içinde, kimlik üzerinden siyasetin d›fl›nda b›rak›lan ya da talepleri öncelikli tan›nma talepleri aras›nda yer almayan, politik söyleme tafl›nmayan gruplar var. Örne¤in, kad›n haklar›na iliflkin talepler, politik mücadelede ço¤u zaman öncelikli kimlik haklar› söyleminin d›fl›nda b›rak›l›yor. Feminist bir adalet düflünürü olarak bu sorunu nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Temsil sorunsal›, teorik düflüncede önemli bir dönüm noktas›na iflaret ediyor. Bölüflüm ve tan›nma iliflkisini Weber’in statü ve s›n›f ayr›m› üzerinden okumay› öneriyordum; ancak, bu ikili yap›ya temsil boyutunu eklemek, teorik ve politik bir zorunluluk halini ald›. ‹ki boyutlu teorik çerçeveyi öne sürdü-
37
Foto¤raf: Nilgün Yurdalan
¤ümde epey elefltiri ald›. Hakl› olarak, en fazla elefltiri, bir yoklu¤a iliflkindi: Politik ekonomi ve kültür tart›flmas› bu kadar öndeyken, güç ve iktidar tart›flmas›n›n yoklu¤u hakikaten ciddi bir sorundu. Bense iktidar sorununun bölüflüm ve tan›nma paradigmas›na içkin oldu¤unu, adalet sorununun tamamen iktidar sorunu oldu¤unu söylüyordum. Bölüflüm-tan›nma paradigmas›n›n üçüncü bir boyuta ihtiyaç duydu¤unu, bu ikili çerçevenin iktidar sorununu d›fllamad›¤›n›, aksine, iktidar›n nas›l deneyimlendi¤i üzerine kuruldu¤unu anlatmaya çal›fl›yordum. Yine de, son y›llarda, iktidar ve temsil aras›ndaki iliflkiyi daha fazla erteleyemeyece¤imi fark ettim. Adaleti, basitçe, toplumsal, politik, ekonomik aç›dan eflit kat›l›m›n önünde engeller olmamas› olarak tan›ml›yorum. Teorik çerçeveye yön veren amac›m da, eflit kat›l›m›n önündeki yap›sal engelleri tespit edebilmekti. Dolay›s›yla, benim için temel soru, ekonomik eflitsizlikleri, statü hiyerarflilerini, toplumsal adaletsizli¤in tüm formlar›n› mümkün k›lan bu engellerin neler olabilece¤ine iliflkindi. Bütün bu eflitsizliklerden ba¤›ms›z olarak akl›mdaki soru flu: Bir toplulu¤u, ötekinin haklar› ve politikas› üzerinden düflünmek mümkün mü? Bu soruyu politik olarak imkâns›z k›lan bir örnek, “kazanan tümünü al›r” prensibinin egemen oldu¤u politik sistemler ve uygulamalar. Örne¤in, Amerikan seçim sisteminde ideolojik bir az›nl›¤›n Kongre’de temsil edilmesinin en ufak bir ihtimali dahi yok. Bu durum, eflit kat›l›m›n önünde bulunan, ekonomik iliflkilere, statü hiyerarflilerine çok da ba¤l› olmayan, politikan›n tasar›m›na iliflkin yap›sal ve kurumsal engellere iyi bir örnek. ABD seçim sisteminin tasar›m›na iliflkin bu vahamet, bana temsil sorunun ne kadar öncelikli olabi-
38
lece¤ini düflündürdü. Küreselleflme ça¤›ndaki temel kayg›m ise, çerçeveleme politikas›na (politics of framing) iliflkin. Çerçevelemeden kast›m, bir toplulu¤un tâbi oldu¤u yasal düzenlemenin tüm üyeleri kapsay›p kapsamamas› de¤il. As›l derdim, kimler bir cemaatin üyesi olarak say›l›yor, politik temsiliyet dilinde kimlerin derdi yer alabiliyor? Kimler eflit kat›l›mdan yararlanma hakk›na sahip üyeler olarak, kimler d›flar›da tan›mlan›yor? S›n›rl› bilgimden dolay›, Kürt meselesi hakk›nda pek konuflmak istemiyorum. Ancak yine de, Kürtlerin tan›nma ve eflitlik mücadelesine iliflkin iki farkl› analizin söz konusu oldu¤unu düflünüyorum: Bunlardan ilki, Kürtlerin meflru kabul edilen politik kimli¤i-
Oda¤›m›z, toplumsal düzen olmal›. Ama, toplumsal analize ac› çeken bireylerin tekil tecrübesini de eklemek gerekiyor. Aksi halde, ço¤u zaman bask› arac› haline gelen “bir arada yaflama” düflüncesini adalet aç›s›ndan savunamay›z. nin ancak “Türk devleti s›n›rlar› içindeki Türk vatandafllar›” olarak tan›mland›¤›, Kürtlerle Türklerin neden bir arada yaflayamad›klar›na, Kürtlerin neden entegre olamad›¤›na iliflkin analiz. Bu analiz, ekonomik koflullar›, politik sistemin yap›s›n› ve mant›¤›n› dikkate almal›. Di¤er analiz ise, Kürtlerin Türk vatandafl› olarak an›lmas›n› elefltiren taleplerin ele al›nmas›na dayan›yor. Bu, benim, “meta düzeyde çerçeveleme” dedi¤im analiz türü. Kürt mücadelesine iliflkin tart›flmal› pek çok nokta olabilir, ama dünyada, teorik bir ayr›flt›rmaya yetecek kadar çok ba¤›ms›zl›k mücadelesi yürüten hareket var: Filistinliler, özyönetim haklar› için mücadele eden Do¤u Asya’n›n yerli halklar›, Latin Amerikal›lar ve di¤erleri. Her birinin tek bir bafll›k alt›nda toplayamayaca¤›m›z ka-
dar birbirinden farkl› hak talepleri ve söylemleri var. “Meta düzeyde çerçeveleme” derken, bu hareketleri bir arada anmam›z› sa¤layan ortak noktalardan söz ediyorum. Ayr›ca, çevresel adalet tart›flmalar›, küresel yoksulluk, küresel ekonominin tasar›m›na iliflkin (“peki ya sorun küresel kapitalizmin ta kendisiyse?” sorusu yükselmeye bafllad›) tart›flmalar da çerçeveleme sorunlar›na örnek teflkil ediyor. Örne¤in, yoksul ülkelerin küresel sermaye hareketlerindeki rolüne iliflkin tart›flmalar, sorunu nas›l çerçeveledi¤imizle yak›ndan ilgili. Son y›llarda, modern devletlerin s›n›rlar›n› çizen ve onu adaletin öznesi olarak konumlayan Westfalya süreciyle oluflan çerçevede bir de¤ifliklik oldu. Baz› durumlarda, politik devleti temel alan bu varsay›mdan uzaklafl›ld›¤›n›, art›k bir devletin küresel ve ulus-ötesi iktidar kurumlar›na ya da faaliyetlere ra¤men bir talepte bulunmas›n›n imkâns›z oldu¤u düflüncesinin kabul gördü¤ünü görüyoruz. Bunlar çerçeveleme politikas› dedi¤im alana, meta-düzeye dair sorular. Adaletin iktidarla iliflkisini düflünürken, temsil sorununu iki düzeyde ele alabiliriz: Anayasa ya da politikan›n kurgusunun adil olup olmad›¤›n› düflünebiliriz, ama ayn› zamanda devletlerin de içinde yer ald›¤› daha genifl politik alandaki adaletsizlikleri de düflünmeliyiz; politikan›n bireysel tecrübesini de bu adaletsizlikler oluflturuyor. Temsile iliflkin talepleri adalet ba¤lam›nda tart›fl›rken “adaletin öznesi kim?” sorusuna ancak her iki düzeyi de göz önüne ald›¤›mda yan›t bulabilirim. Ayr›ca, temsilin iki biçiminden söz etmek gerek. ‹lki, resmî kurumlardaki temsiliyet sorunu. Örne¤in, Kürt kad›nlar›n›n parlamentodaki, yerel yönetimlerdeki temsili. Di¤eri ise, resmî olmayan politik alanlarda, sivil toplumda ve kamusal alanda temsil ve görünebilme, sesini duyurabilme sorunu ve bu ba¤lamda medyan›n yaklafl›m›. Kim ac› çekiyor, kimin keyfi yerinde? Kimin sesi duyulmuyor, kimler görünmez k›l›n›yor? Kültürel aidiyet ve temsil problemleri ba¤lam›nda Do¤u ile Bat› aras›nda teorik bir ayr›m yap›yor musunuz? Hay›r. Do¤u ve Bat› kategorileri, özsellefltirici ve homojenize edici kategoriler. “Medeniyetler çat›flmas›” etraf›ndaki tart›flmalarda bu kategoriler kullan›l›yor; ekonomik kalk›nma, yoksulluk ve eflitsizlik tart›flmalar›nda genellikle Kuzey-Güney s›n›fland›rmas›na baflvuruluyor. Ço¤u zaman kullan›fll› olsa da, küresel kapitalizmi, demokratikleflme süreçlerini düflündü¤ümüzde, KuzeyGüney kategorilerinin de yeterli olmad›¤›n› görüyoruz. Örne¤in, Çin’de, bundan on y›l önce konuflulamayacak pek çok meselenin rahatl›kla konuflulabildi¤ini ve h›zl› bir liberalleflme sürecine girildi¤ini gördüm. Ama hâlâ totaliter ve tamamen eflitsizlik üzerine kurulu bir kurumsal yap› varl›¤›n› koruyor. Bu anlamda bir Bat› uygarl›¤›ndan fark› yok. Temsil sorunu, maduniyet edebiyat›n›n ve politik düflüncesinin de temel
mifl durumda. Feminist teori ise karizmatik, etkileyici ve ikna edici bir düflünsel ak›md›. Psikanaliz ve söylem teorilerinden hayli etkilenen bu ak›m, ne yaz›k ki politik ekonominin elefltirisinden koptukça analitik aç›dan güçlü, ancak normatif temelleri zay›f bir teoriye dönüfltü. Feminist teori ve politikan›n geldi¤i nokta, kimlik politikalar›n›n geliflimiyle, özellikle özcü olmayan kimlik anlay›fl›n›n temellendi¤i politikalarla bir paralellik gösteriyor. Ekonomi-politi¤in gözard› edilmesi, neoliberalizmin hem bir üretim ve paylaflma biçimi hem de kuvvetli bir ideolojik güç olarak politik alanda gerçeklefltirmek istedi¤i amaç. Feminist teori ve politika, neoliberalizmin bu sald›r›lar›ndan nasibini ald›. Bugün herkes sosyal ve ekonomik belirsizlikten etkileniyor. Uzun süreli yoksulluk ve yoksunlu¤un giderek artmas›, devasa iflsizlik, bar›nma sorunu, sosyal hizmetlerin geri çekilmesiyle birlikte, adaletin ekonomik boyutunun ekonomi tart›flmalar›nda giderek daha merkezî hale gelmesi kaç›n›lmaz. Feminizmin de a¤›rl›k merkezinin bu do¤rultuda de¤iflmesi gerekiyor. Ekonomik adaletsizliklerin yan›s›ra, patriyarkal düzenin yaratt›¤› eflitsizlikleri belirleyen bir baflka temel unsur da, erkekegemen iktidar taraf›ndan kurulan ve onun iktidar pratikleriyle yeniden üretilen, teorik ve politik olarak çok da sorunsallaflt›r›lmadan kabul edilen “kad›n öznelli¤i”. Feminiz-
Küresel medyan›n tahakkümü alt›ndaki evrende, farkl› okumalar›n çat›flma halinde oldu¤unu görüyoruz. Örne¤in, yeni muhafazakârl›k ve yeni köktencilik, arzular› belirleyen temel anlat› olmaya aday olarak yayg›nlafl›yor. min ufkunu yeniden çizmemiz gereken bir dünyada, kad›n öznelli¤i sorununu nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Öznellik sorunu, feminizmin de çok ihtiyaç duydu¤u yap›sal ve bütünlüklü bir elefltiri için ve toplumsal düzenin temeline dair sorular için son derece önemli bir felsefî ve kavramsal sorun. Toplumsal yap›lar›n ve iliflkilerin temelinde yatan, onlar› belirleyen hâkim bir öznellik anlay›fl› var. Feminizm ba¤lam›nda, kad›n öznelli¤ine dair dikkat çekmek istedi¤im birkaç nokta var. Bunlardan ilki, Marx ile Freud’u bir arada düflünmek nas›l mümkün olacak? Bugünkü sorun, öznellik ve kimli¤i bir arada düflünmüyor olmam›z. Örne¤in, aileye iliflkin sorular bu iki kavram› bir arada düflünmemizi zorunlu k›l›yor. Aile gibi ilksel bir süreci kimlik kurulum süreçlerinde gözard› etmemiz, insan öznelli¤ini tan›ml› bir kimlik olarak kabul etmemizle oldukça yak›ndan ilgili. Toplumsal cinsiyetin, s›n›fsal konumun, statülerin iliflkisel olarak kuruldu¤u olgusu, bize, öznelli¤i, tüm bu iliflkilenme içinde sürekli yeniden tan›mlanan özne pozisyonlar›n› düflünmemiz gerekti¤ini gösteriyor. Ancak flunu da unutmamam›z gerekiyor: Öznellik düflüncesi de tek bafl›na toplumsal süreçleri anlama-
m›za yard›mc› olmayabilir; toplumsal çat›flman›n tüm boyutlar›n› düflünmemiz, iktidar mekanizmalar›yla birlikte ele almam›z gerekiyor. Öznellik sorununu ideolojiyle birlikte ele ald›¤›n›z› söyleyebilir miyiz? Evet, kesinlikle. En genel anlam›yla ideolojinin tercihlerimiz, arzular›m›z, “olmak istediklerimiz” üzerinde yads›namayacak etkisi var. Feministlerin ve toplumsal mücadelenin öznesi olan tüm kesimlerin bu sorunu bir kez daha düflünmesi gerekiyor. Küresel medyan›n tahakkümü alt›ndaki evrende, farkl› okumalar›n çat›flma halinde oldu¤unu görüyoruz. Örne¤in, yeni muhafazakârl›k ve yeni köktencilik, arzular› belirleyen temel anlat› olmaya aday olarak yayg›nlafl›yor. Hegemonya mücadelelerinin diyalojik olarak geliflti¤ini ve yürütüldü¤ünü unutmamam›z gerekiyor. Toplumsal adaleti çok boyutlu, her boyutu tek tek ve bir arada düflünülmesi gereken bir süreç olarak ele almak, klasik iflçi s›n›f› mücadelesini, kad›n haklar› aktivizmini ya da eflcinsel hareketini d›fllamayan, ancak normatif bir çerçeve aray›fl›nda yeni kavramsal baflvuru noktalar› üzerine düflündürüyor. Hangi teorik ve metodolojik yap›lar, adaletsizli¤in tekil tecrübesini, evrensel bir eflitlik ve özgürlük söylemiyle bir arada düflünmemizi mümkün k›labilir? Metodolojik tercihler düflüncemizi belirliyor. Toplumsal ontolojinin temeli üzerine düflünürken, “birey” kavram›ndan yola ç›k›lmamas› gerekiyor. Ancak toplumsal ontoloji, ayn› zamanda, bireyin her daim bireysellefltirildi¤ini, toplumsallaflt›r›ld›¤›n›, toplumsal bir karakter olarak konumland›¤›n› ve bütün bu süreçlerin nas›l iflledi¤ini de ele almal›. Bafllang›ç noktam›z, tüm pratikleri, düflünsel tercihleri anlama ve yorumlama protokolleriyle toplumsal düzen olmal›; k›r›lgan, ba¤›ml› bir bedenin nas›l üretildi¤ini, nas›l birey ya da vatandafl haline geldi¤ini bu toplumsall›k üzerinden düflünmeliyiz. Di¤er yandan, politik ve etik aç›dan hümanizmi büyük bir tehlike olarak görüyorum. Cemaatlerin nas›l kuruldu¤una, iflledi¤ine dair hümanist yaklafl›m›n cemaat ve grup içi eflitsizlikleri, temsiliyet sorunlar›n› örtbas etti¤ini görmemiz gerekiyor. Birlikteliklere ontolojik olarak ilksel bir süreç atfetmemek gerekiyor. Oda¤›m›z, toplumsal düzen ve ona içkin çat›flmalar olmal›. Bununla birlikte, toplumsal analize k›r›lgan, ba¤›ml›, toplumsal fliddete maruz kalan, ac› çeken bireylerin tekil tecrübesini de eklemek gerekiyor. Aksi halde, ço¤u zaman bask› ve tahakküm arac› haline gelen “bir arada yaflama” düflüncesini adalet aç›s›ndan savunmam›z mümkün de¤il. Cemaat karfl›s›nda bireyden yana kurulan normatif perspektifi savunabilirim; ancak, toplumsal düzen üzerine düflünmeye bafllad›¤›m›zda, toplum atomize bireylerin bir araya gelmesinden ibaret olmad›¤› için, analiz biriminin “birey” olmamas› gerekti¤ini savunuyorum.
Söylefli: Mine Y›ld›r›m
sorunu olarak karfl›m›za ç›k›yor. Ana ak›m siyaset teorisinde de giderek daha s›kl›kla ele al›nan bir sorun bu. Temsiliyet meselesini sorunsallaflt›rman›z ve ele ald›¤›n›z ba¤lam aç›s›ndan nas›l farkl›l›klar görüyorsunuz? ‹ktidar sorunu, benim için en temel sorun. Bölüflüm, tan›nma ve temsil eksenini kapsayan üçlü paradigmada, adaletin farkl›, ama birbiriyle iliflkili üç boyutunu düflünmeye çal›fl›yorum. ‹ktidar, bunlardan yaln›z biriyle de¤il, hepsiyle yak›ndan ilgili; her üç boyuttaki eflitsizlikler, gücün meflru olmayan flekillerde kullan›lmas›na ve deneyimlenmesine iliflkin. ‹ktidar, bu üç ekseni de kesen bir kategori. Egemen kamusal alan teorilerinden farkl› bir fley düflünmeye çal›fl›yorum. Ancak esas soru hâlâ “madunun dili var m›?” sorusu. Bu soru etraf›nda pek çok çal›flma var. Örne¤in, Do¤u-Bat› üzerine kurulu söylemleri, oryantalizmi yeniden düflünebilmek için Edward Said’e ve onun düflüncesini takip eden teorisyenlere kulak vermek gerek. Ya da Bat› düflüncesine içkin erkek merkezcili¤i irdeleyen feminist çal›flmalar da elbette iktidar ve temsiliyet sorununu ele al›yor. Bunlara ek olarak, bu sorunun baz› kullan›mlar›n›n tektiplefltirici oldu¤unu eklemek gerekiyor. Esas dikkat etmemiz gereken, Bat›l› ve/veya erkek merkezci egemen söylemin kendini iktidar konumu ile nas›l özdefllefltirdi¤i ve iktidar olmayan› da ancak iktidar karfl›tl›¤› üzerinden konumland›rd›¤›. Öyle ki, toplumsal çeliflki ve çat›flmalar› aç›klayabilecek iktidar ile iliflkili olmayan bir söylem alan›n›z kalm›yor. Bu nedenle, Gramsci’ci anlamda hegemonya mücadelesi kavram›n› kullanmay› tercih ediyorum. Bu kavramla, egemen söylemin ezilen sesleri de kendine katma yollar›n› ve biçimlerini düflünmeye çal›fl›yorum, çünkü bu kavram, hegemonyan›n her daim eklemlerinden ayr›lm›fl, parçal› olan yap›s›n› düflünmemi sa¤l›yor. Sözünü etti¤iniz yeni dünya düzeninde feminist mücadeleyi nas›l de¤erlendiriyorsunuz? Feminist mücadelenin, günümüz hegemonik güçlerinin ideolojik sald›r›lar›na karfl› haz›rl›kl› oldu¤unu düflünüyormusunuz? Ne yaz›k ki düflünemiyorum. Ama feminist hareketle feminist teori aras›nda bir ayr›m yapmak gerekli. Örne¤in ABD’de (ki bunun dünyan›n pek çok bölgesi için geçerli oldu¤unu düflünüyorum) feminizm, militan ve dönüfltürücü bir sosyal hareket olma özelli¤ini uzun süredir kaybetmifl, baflka bir dünya imkân›n› düflündüren taleplerini yitirmifl durumda. ABD’de feminizm, daha çok, demokratik siyaset içinde belli bir ç›kar grubu taraf›ndan temsil edilen, gelenekselleflmifl bir hareket. Pek çok ülkede, feminist politikalar “normalleflti”, birçok insan feminist idealleri tan›yor, biliyor. Ciddi ölçüde bilinirli¤ine ra¤men, normalleflmifl bir düflünce ve talepler bütünü olarak feminizm, mevcut de¤er yap›lar›n› ve siyaset biçimlerini de¤ifltirecek düflünsel gücünü kaybet-
39
MAV‹ AKP VE DO⁄AN HOLD‹NG
‹ki iktidar, ikisi de birbirinden mundar Dogan Medya Grubu ile AKP befl y›l boyunca al gülüm ver gülüm anlaflt›lar. Sonra araya Çankayal› Gül, Deniz Feneri, Ergenekon, Mersin rafineri arazisi, Hilton gibi sorunlar girdi. Bir yandan da AKP kendi medyatik iktidar›n› infla ediyordu... KP ile Do¤an Medya Grubu (DMG) aras›ndaki iliflki ve çeliflkileri, siyasî iktidar ile medyatik iktidar aras›ndaki kap›flma olarak de¤erlendirmek gerekir. Birbirleri üzerinde mutlak egemenlik kurmaya çal›fl›yorlar. Maliye Bakanl›¤›’n›n sadece teknik de¤il, siyasî baz› gerekçelerle DMG’ye kesti¤i rekor düzeydeki vergi cezas›, medya kurulufllar›na sadece muhasebe/finans/defter tutma gibi teknik konularda usûle riayet etme zorunlulu¤unu hat›rlatman›n yan›s›ra, nispî ve mevzî muhalefet yapan medya organlar›na da dikkatli olmalar› gere¤ini an›msatm›fl oluyor. Maliye Bakanl›¤›, 3.75 milyar liral›k cezadan önce de, flubat ay›nda 826 milyon liral›k bir baflka ceza daha kesmiflti. Do¤an Holding’in kay›tl› sermayesi 2.45 milyar lira oldu¤una göre, ilk bak›flta cezalar›n miktar› dikkat çekici. Baflta DMG olmak üzere, çeflitli çevreler, bu cezalar›, hükümetin medyay› susturma operasyonu olarak de¤erlendirdi. Gerçekten de AKP’nin bu alanda ola¤anüstü olumsuz bir sab›kas› var: 2002’deki seçimlerden hemen sonra, Uzan Grubu’nun medya organlar›, Tayyip Erdo¤an’a karfl› popülist ve milliyetçi bir söylemle kampanya açm›flt›. AKP hükümeti de, cevaben, Cem Uzan ve ailesine ait 219 flirkete bir gecede el koymufltu. Siyasî iktidar›n medyay› denetlemek için kullanabilece¤i birçok yasal, malî, siyasî, ideolojik yöntem halihaz›rda mevcut. Hükümetin elinde, ayr›ca, yasad›fl› olmasa da, gayr›meflru say›labilecek olanaklar mevcut. Hükümetin kesti¤i vergi cezas›, kaç›n›lmaz olarak iktidar yanl›s› gazetecili¤i teflvik ediyor. Do¤an Grubu d›fl›ndaki medya organlar› cezay› aç›k bir flekilde onaylamasalar da, DMG ile herhangi bir dayan›flma içine girmediler. DMG, TÜS‹AD ve uluslararas› alandaki destekleri sayesinde, AB çevrelerinde ve dünya medyas›nda kendi lehinde baz› haber ve yorumlar yay›nlatmay› baflard›. AKP ise bu baflar›dan pek etkilenmemifle benziyor. AKP ile DMG aras›ndaki çeliflmeden gazeteciler de, okur da zararl› ç›k›yor. Orta ve uzun vadede hükümet de pek kazançl› ç›kmaz.
A
Total iktidar Hükümet, DMG gibi devasa bir mekanizman›n, bir süredir, aç›k seçik ve keskin bir muhalefet olmasa da, eskisi kadar kendisini desteklememesinden kuflkusuz rahats›z. Mevcut siyasî iktidar›n bas›n özgürlü¤ü anlay›fl ve uygulamalar›, t›pk› DMG’ninkiler gibi, hem genel tan›mlara uygun de¤il, hem de uluslararas› standartlar›n çok alt›nda. Vergi cezas›, belli ki Do¤an Gru-
40
bu’nun kendisine yarar sa¤lad›¤› bir dizi usûlsüzlük sonucu kesildi. Do¤an Grubu da bunu inkâr etmiyor. Sadece ve esas olarak miktar›n devasa boyutlarda (rekor) olmas›ndan yak›n›yor. Maliye Bakanl›¤› herhalde vergi cezalar›n› keyfî bir flekilde saptam›yor. Yasa ve tüzükler, vergi cezalar›n›n oranlar›n› belirlemifl durumda. DMG, medyatik iktidar olman›n verdi¤i güç ve güvenle, vakt-i zaman›nda “siyasî iktidar nas›l olsa bana ihtiyaç duyuyor, bu nedenle benim usûlsüzlüklerime göz yumar. Yummazsa da, siyasî iktidara muhalefet eder, onu dize getiririm” diye düflünüyordu herhalde. Defterlerde –flimdiye kadar müfettifllerin saptayabildi¤i– iki büyük usûlsüzlük yapm›fl olmalar› bunu gösteriyor. Siyasî iktidar ise, medyatik iktidar›n
AKP ile Do¤an Medya Grubu’nun asl›nda çok da farkl› olmayan bas›n özgürlü¤ü anlay›fllar› var. ‹kisi de “bana dokunmayan y›lan bin yaflas›n” derken, bas›n özgürlü¤ünü salt kendileri için talep ediyorlar. çeflitli hakl› ya da haks›z taleplerini –mesela Hilton arazisi ya da POAfi rafinerisi taleplerini– bir süredir reddetmeye bafllad›. ‹ki nedenle: Birincisi, medyatik iktidar›n talepleri bitmiyor. Tüm talepler karfl›lansa bile yenileri gelecek. ‹kincisi, siyasî iktidar, geleneksel/eski medyatik iktidar yerine kendine yak›n yeni bir medyatik iktidar kutubu oluflturmaya çal›flt›¤› için bu yeni kutbu da desteklemek zorunda. Rafineri konusunda Baflbakan Erdo¤an aç›k konufltu: “Size veremeyiz, Çal›k’lara söz verdik!”
Benim bas›n özgürlü¤üm Vergi cezas›n›n Do¤an Grubu aç›s›ndan bas›n özgürlü¤üyle bir iliflkisi yok. Çünkü Do¤an Grubu, AKP’nin iktidara geldi¤i günden (2002) Abdullah Gül’ün (2007) cumhurbaflkan› seçilmesine kadar siyasî iktidar› destekledi. Deniz Feneri ve Ergenekon soruflturmas› nedeniyle, ayr›ca baflka baz› siyasî-ideolojik gerekçelerle iki iktidar›n ortakl›klar› bozulmaya bafllad›. Bas›n özgürlü¤ü, bir baflbakan, bir medya grubunun gazetelerini boykot ça¤r›s› yapt›¤› zaman tehlikeye düfler. Usûlsüzlük yapan bir medya flirketine vergi cezas› kesildi¤i zaman de¤il. Üstelik Do¤an Grubu, Türkiye’de bas›n özgürlü¤ü gerçekten tehdit alt›na girdi¤inde, mesela Uzan Grubu hükümetçe yasad›fl› ve gayr›meflru yöntem ve yaklafl›mlarla tasfiye edildi¤inde ya da muhalif görüfl ve yaz›lar› nedeniyle gazeteciler tutukland›¤›nda, Kürt gazete ve internet siteleri yasakland›¤›nda, hakk›n› talep eden gazete-
DAKT‹LO ciler greve ç›kt›¤›nda pasif kalm›fl, ses bile ç›kartmam›flt›r. Bugün di¤er medya gruplar›n›n Do¤an Grubu’nu pek de desteklememesi, bir yandan siyasî iktidardan çekindikleri için olabilir ama, bir yandan da usûlsüzlük yapan bir grubu “bas›n özgürlü¤ü” ad›na desteklemenin pek de do¤ru bir tutum olmad›¤›n› bildikleri içindir. AKP ile Do¤an Medya Grubu’nun asl›nda çok da farkl› olmayan bas›n özgürlü¤ü anlay›fllar› var. ‹kisi de “bana dokunmayan y›lan bin yaflas›n” derken, bas›n özgürlü¤ünü salt kendileri için talep ediyorlar. Medyatik iktidar kendi alan›n›n d›fl›na ç›k›p siyasî iktidar›n alan›na girdi¤inde, o alandan da kendine pay talep etmeye bafllad›¤›nda, hükümetten sert tepki gördü. Keza siyasî iktidar da, asl›nda öyle köklü, kal›c› ve tutarl› bir muhalefet bile yapmamas›na ra¤men, kendisini eskisi kadar desteklemeyen bir grubu, malî usûlsüzlüklerini de f›rsat bilip susturmak/hizaya çekmek istedi. Mesaj aç›k: Beni destekle ya da hiç olmazsa bana karfl› ç›kma, yoksa seni mahvederim! Okur, özellikle de DMG okurlar›, tüm bu siyasî/medyatik iktidar çekiflmelerinde biraz ortada kalabiliyor. Hem siyasî iktidar›n hem de medyatik iktidar›n tutars›zl›klar› ve çeliflkileri sayesinde, belki de bu ç›kar çat›flmas›n› daha iyi düflünebiliyor, daha iyi anlamaya çal›fl›yor. Emin Çölaflan’› neden att›n›z? Bekir Çoflkun’un gitmesine neden göz yumdunuz? Vergi cezas›na nas›l ve neden karfl› ç›k›yorsunuz? DMG usûlsüzlük yapt› m›, yapmad› m›? DMG’nin karfl› ç›kt›¤› vergi cezas›n›n tutar› m›, yoksa cezan›n kendisi mi? Okur flu sorulara yan›t ar›yor: Ayd›n Do¤an, AKP ile neden, nas›l ve ne zamandan beri anlaflmazl›¤a düfltü? Bu anlaflmazl›k nas›l sonuçlanacak?
‹zinli olan yazar›m›z bugün köflesini patrona ithaf etmifltir Dikkatimi çeken bir alan da köfleyazarlar›n›n konum ve durumu. Y›llar önce Nadir Nadi, “Dostum Mozart” bafll›kl› bir deneme kitab› yay›nlam›flt›. O dönem Cumhuriyet’in müzikten anlayan, anlamayan tüm köfleyazarlar› ,kitap, Mozart, müzik ve Nadir Bey hakk›nda övgü dolu sat›rlar yay›nlam›fllard›. Hatta bu köfleyaz›lar› iki-üç tur devam etti. Bu biraz da mecburiyettendi. Patron kitap yay›nlam›flt› ve o kitab› tan›tmak, övmek her yazar›n neredeyse do¤al bir göreviydi. Çünkü bugün oldu¤u gibi dün de Cumhuriyet’te gerçekten
iktidardan ba¤›ms›z köfleyazar› pek yoktu. Askerî iktidar, siyasî iktidar ya da iflverenin iktidar›, yazar›n kendi ba¤›ms›z, öznel, kimlikli ve kiflisel görüfl ve fikirlerinden daha ön plandayd›. Do¤an Medya Grubu’nda, vergi cezas›/bas›n özgürlü¤ü temas›n› ifllemeyen köfleyazar› kalmad›. Maliyeden de, bas›n özgürlü¤ünden de bîhaber çok say›da kalem, kendilerini ifade etmek, patronla AKP aras›ndaki çeliflkide konumunu aç›kça ilan etmek zorunda kal›yor. Biri de kalk›p “Do¤an Holding’in yönetimi kimsenin itiraz edemeyece¤i bir flekilde usûlsüzlük yap›p kendine haks›z menfaat sa¤lam›fl; ee, bunun da bir yapt›r›m› olacak tabii ki. Do¤an Holding’de bu usûlsüzlü¤ü yapanlar teflhir edilmeli, grubunuzun prestijini sarsan bu uygulaman›n sorumlular›na gerekli yapt›r›mlar uygulanmal›d›r. Vergi usûlsüzlü¤ü, gazetecili¤in/habercili¤in d›fl›nda bir geliflmedir. Böyle olumsuz bir uygulaman›n bizim habercili¤imizi etkilememesi gerekir” diye yazam›yor tabii ki. Siyasî iktidar ile medyatik iktidar farkl› türlerde/yap›larda iktidarlar. Medyatik iktidar, tek bafl›na ve somut bir iktidar de¤ildir, olamaz. Medyatik iktidar ancak siyasî iktidarla iyi geçindi¤i sürece iktidar›n› sürdürebilir. Ya da baflka iktidar odaklar›n›n (mesela askeriye ya da iktisadiye) sözcülü¤ünü üstlendi¤i zaman efendilerinin iktidar›na ortak olabilir. ‹ki iktidar aras›ndaki kap›flmada, taraflar, kendi cephelerini geniflletip, yani saflar›na müttefik kazan›p karfl› hedefi küçültmeye ve di¤er güçleri rakip iktidardan uzaklaflt›rmaya çal›flsalar da, medyatik iktidar sonuç olarak sanald›r ve siyasî
iktidar karfl›s›nda herhangi bir zafer kazanamaz. Do¤an Holding sadece medya alan›nda faaliyet gösteren bir iktisadî güç olmasa da, holdingin di¤er branfllar› da sonuç olarak siyasî iktidar›n tasallutundan kendini pek kolay koruyamaz. Bu memleketin baflbakan› Erdo¤an, bu s›fat›yla zaman zaman kendisini medyatik iktidar›n da sahibi ve yöneticisi san›yor. Medyatik iktidar›n ad› flimdilik Ayd›n Do¤an. Bu grubun medya organlar› holdinglerinin ç›karlar› do¤rultusunda yay›n yaparken, Ayd›n Do¤an’›n da kaç›n›lmaz olarak kimi zaman gizli, kimi zaman aç›k siyasî emelleri gündeme ge-
Bugün di¤er medya gruplar›n›n Do¤an Grubu’nu pek de desteklememesi, bir yandan da usûlsüzlük yapan bir grubu “bas›n özgürlü¤ü” ad›na desteklemenin pek de do¤ru bir tutum olmad›¤›n› bildikleri içindir. lebiliyor. Ne var ki bu emeller, Ayd›n Do¤an’›n do¤rudan baflbakan olmas›n› da içeren ciddi ve öz olarak sadece siyasî emeller de¤il. Her iki taraf bu konum ve tutumlar›n› sürdürdükçe, çeliflki/kap›flma kaç›n›lmaz. Erdo¤an mesela Çal›k Grubu üzerinden medyatik iktidar›n alan›na giriyor, orada da egemenlik kurmak istiyor. Do¤an da, ço¤u zaman, haber politikalar› ve köfleyazarlar› arac›l›¤›yla AKP’nin siyasî iktidar›n› zay›flatacak hamlelerde bulunuyor. Do¤an, Erdo¤an’› yenemez. Çünkü Do¤an esas olarak siyasal alan›n kal›c› bir gücü, aktörü de¤il. Do¤an, AKP ancak siyasal alanda darbe yedikçe bu darbelerin imaj›n› ço¤altabilir, yank›lar›n› daha güç-
lü hale getirebilir, AKP karfl›tlar›na daha çok ses ve söz sa¤layabilir.
Bir gazete bir hükümeti flaapabilir mi? Erdo¤an ise medyatik alanda Do¤an’› zay›flatabilir, hatta bafl›n› da e¤ebilir. Erdo¤an’›n Çal›k ve benzeri gruplara ihtiyac› olmadan da Do¤an Grubu’nu y›pratmas› mümkün. ‹flte mesela vergi cezas›yla bunu yapabiliyor. Devlet gücüyle, hükümet iktidar›yla herhangi bir medya grubunu zay›flatmak bir iktidar partisi için çok zor bir çal›flma de¤il. Sonuç olarak siyasî iktidar, medyatik iktidar›n uzlaflma önerilerini kabul eder, çünkü medyatik iktidar çok fazla direnemez, ›srar edemez. Büyük ya da küçük indirimler sa¤lan›r, Do¤an vergi cezas›n› öder. AKP iktidarda kald›¤› sürece de, küslük biter, siyasî iktidar ile medyatik iktidar eskisi gibi “nispeten” iyi geçinmeye bafllar. Bu çeliflmede, medya aç›s›ndan, kamu aç›s›ndan do¤ru tutum, iki iktidar oda¤›na da eflit uzakl›kta durup siyasî ve di¤er iktidar odaklar›ndan ba¤›ms›z bir medya ile medyaya müdahale etmeyen bir siyasî iktidar yarat›lmas› için fikir üretmek ve çaba sarfetmek olmal›. B›rak›n iflin siyasî yan›n›, birisi gelip size “Büyük ikramiyeyi siz kazand›n›z. 25 günlük bir dünya turuna ç›k›yorsunuz. Ancak yol arkadafl›n›z› seçmek durumundas›n›z. Ayd›n Bey’le mi gideceksiniz, yoksa Erdo¤an Bey’le mi?” dese, ne cevap verirsiniz? Benimki belli: Mümkünse ben seyahatin paras›n› talep edeyim! Rag›p Duran
Haz›rlayan: Koray Löker
Last FM ve MySpace’e sald›r› k›nanmal›d›r! “Korsanla mücadele” ad›na aç›kça “piyasa faflizmi” yapan MÜYAP, sansürcü zihniyetle iflbirli¤i yapmaya devam ediyor. Dünyan›n en büyük sosyal müzik a¤lar› Last FM ve MySpace’e Türkiye’den eriflim, MÜYAP’›n “bu sitelerde yer alan baz› verilerin ihlâl içerdi¤i” gerekçesiyle Beyo¤lu Cumhuriyet Baflsavc›l›¤›’na yapt›¤› baflvuru sonucu, 19 Eylül’de engellendi. Bayramda bu sitelere girmek isteyen kullan›c›lar, YouTube’dan aflina oldu¤umuz “Bu siteye eriflim mahkeme karar›yla en-
gellenmifltir” notuyla karfl›laflt›. Last FM, CBS Interactive bünyesinde yay›n yapan, EMI, Warner gibi dev plak flirketlerinin yan›s›ra dünyan›n her yerinden onbinlerce ba¤›ms›z müzisyenin eserlerinin dinlenebilece¤i bir internet radyosu. Bir küresel müzik vahas›. MySpace ise gene dünyan›n her yerinden müzisyenlere do¤rudan ulaflabilece¤iniz, eserlerini dinleyip fikirlerini okuyabilece¤iniz dev bir müzik portal›. Ticarî olmayan müzi¤in internetteki kalesi. Bu iki mecran›n da içeri¤i o kadar genifl ki, MÜYAP’›n flikâyetine gerekçe oluflturan “veri ihlâli”, her ne
SANAL AKT‹V‹STLER‹N KÜRESEL PROF‹L‹
Ne kadar vars›l, o kadar eylemci Art›k bir SMS ile onbinlerce cep telefonuna veya internet sitesine ulaflmak mümkün. Bir haberi yaymak hiçbir zaman bu kadar h›zl› olmam›flt›. Ancak ça¤›n aktivistlerinin e¤ilimlerini belirleyen bu “s›n›rs›zl›k” paradoksal biçimde yeni s›n›rlar çiziyor: ‹leri teknolojiyi sat›n al›p kullanmak, güncel deyimle “eriflim” herkese nasip olmuyor... aban örgütlerinin etkinlik alanlar›n› mobil teknolojiler ve internet kullanarak art›rmak amac›yla kurulan DigiActive.org grubu, 2009 y›l› bafllar›nda bir anket düzenledi. Kendini sanal eylemci olarak tan›mlayan insanlar›n hangi konularda kampanya yürütmeyi tercih ettikleri, teknolojiye eriflimleri, yafl, co¤rafî konum ve cinsiyet gibi kategorik bilgilerinin derlendi¤i anketin sonuçlar› “Sanal Aktivizm Araflt›rmas› Raporu” bafll›¤›yla temmuz ay›nda yay›nland›. ‹lk dikkat çekici nokta, internet üzerinden tüm dünyadan kat›l›ma aç›k da olsa, ‹ngilizce araflt›rmaya kat›lanlar›n, ezici bir ço¤unlukla ABD’de yafl›yor olmas›. Sanal eylemlerin de ço¤unlukla ‹ngilizce düzenleniyor olmas›ndan yola ç›karak, anketin, dar bir aç›dan da olsa, bu kavram›n hangi co¤rafyalarda hangi yo¤unlukta tart›fl›l›yor oldu¤una dair fikir verdi¤i söylenebilir. Bu veri, DigiActive.org taraf›ndan kat›l›mc›lar›n internet ba¤lant›s›na iflyeri ya da evde sahip olmalar› verisiyle yan yana konarak “Küresel Elitin Etkinlik Alan› Olarak Sanal Eylemcilik” bafll›¤› alt›nda yorumlan›yor. Bir örnek: ‹nternet erifliminin nüfusa oran› yüzde 7 civar›nda olan Hindistan’dan araflt›rmaya kat›lanlar›n yüzde 77’si, evlerinden internete ba¤lanabiliyor. Bu rakamlar, sanal eylemcilerin, dünyan›n neresinden olurlarsa olsunlar, orta-üst s›n›f, beyaz yakal›lar aras›ndan ç›kt›¤›na dair bir fikir de veriyor. Bu fikri destekleyen di¤er bir veri de, denek grubunun di¤er teknolojilere eriflimi. Her on kat›l›mc›dan alt›s› internet sayfalar›na ba¤lanabilen bir cep telefonu kullan›rken, her on kifliden üçünde GPS, beflinde video destekli cep telefonu bulunuyor. Cep telefonunun özellikleri ne kadar fazlaysa, eylemleri telefon üzerinden yürütmek o kadar yayg›n. Di¤er bir deyiflle, eylemin sanal›nda vars›ll›k, eylemcilik potansiyelini do¤rudan etkiliyor.
T
42
Sanal eylemcilik kavram›, ço¤unlukla birincil varolufl alan› sanal dünya olan tüm örgütlenmeleri iflaret etse de, kavram, geliflimini büyük oranda eylemlerini fiziksel olarak gerçeklefltiren, ama haberleflmelerini internet üzerinde anonim, çok-merkezli yap›larla sa¤layan örgütlere borçlu. Bu nedenle yeni medya kullanarak örgütlenip gerçek iflgal eylemlerine kat›lanlara da (Seattle sokaklar›n› ifl-
Sanal eylemciler orta-üst s›n›f beyaz yakal›lardan ç›k›yor. Cep telefonunun özellikleri ne kadar fazlaysa, eylemleri telefon üzerinden yürütmek o kadar yayg›n. Di¤er bir deyiflle, eylemin sanal›nda vars›ll›k, eylemcilik potansiyelini do¤rudan etkiliyor. gal eden otonomlar), Dünya Ticaret Örgütü ya da G8 buluflmas›n›n web sitesini çal›flmaz hale getirenlere de (Anonymous örgütü gibi), kültür bozumu (culture jamming) eylemleriyle kurumsal kapitalizme sald›ran örgütlerin üyelerine de (The Yes Men gibi) sanal eylemci dendi¤ine tan›k olabiliyoruz. Ayn› kavramla tan›mlanan böyle
olursa olsun, kullan›c›lar›n maruz kald›¤› mahrumiyetin boyutlar›yla k›yaslanamaz. Ancak bu defa karfl›lar›nda direnifl var. Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Doç.Dr. Yaman Akdeniz, “internet kullan›c›s›” s›fat›yla, MySpace ve Last FM sitelerine eriflim yasa¤›n›n kald›r›lmas› için Beyo¤lu Sulh Ceza Mahkemesi’ne baflvurdu ve Anayasa Mahkemesi’nin Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’ndaki bir hükmü iptal etmesini talep etti. ‹nternet sansüründe Çin’le yar›flan Türkiye, son dört ayda 2600, toplamda 6000 internet sitesine eriflimi mahkeme karar›yla engelledi.
farkl› yap›lar aras›ndaki geçiflkenlik hali, bu gruplar›n politik zeminde küreselleflme karfl›tl›¤› flemsiyesi alt›nda genellenebilmesinden do¤uyor. Ya da DigiActive.org raporundan yola ç›k›l›rsa, bu flemsiyenin alt›nda orta s›n›ftan gelenler eylemcili¤i sanal kimlikle bütün görüyor, sanal dünyay› eylem zemininin ayr›lmaz parças› olarak tan›ml›yor demek de mümkün. The Yes Men örgütünü inceleyerek bilgi ça¤›nda eylemcilik üzerine bir tez yazan Lani Boyd, kendilerini hacktivist olarak adland›ran eylemcileri, kültür elefltirisi ve sivil itaatsizlik organize etmek için bilgisayar ve internet kullanan bir grup olarak tan›ml›yor. Küreselleflme karfl›tl›¤› referans›n›, özellikle Naomi Klein referanslar› üzerinden vurgulayan Boyd, bu eylemcili¤in kuramsal köklerini geçti¤imiz ça¤›n avangard sanatç›lar›nda ve Guy Debord gibi düflünürlerinde aramak gerekti¤ini, sanal eylemin, özünde gösteri toplumunda bir fark›ndal›k yaratma çabas›ndan do¤du¤unu öne sürüyor. The Yes Men örgütü, Bhopal facias›yla ilgili eylemleriyle dünya çap›nda isimlerini duyuran bir kültür bozum grubu. 1984 y›l›nda Hindistan’›n Bhopal kentinde Union Carbide firmas›na ait bir fabrikada meydana gelen kaza sonucu 25 bin insan hayat›n› kaybetmifl, 500 bin kifli de kazadan etkilenmiflti. Kazan›n yirminci y›l dönümünde, daha sonra firmay› sat›n alan Dow Kimya ad›na BBC’ye demeç veren bir sözcü, bölgenin BBC’yi “iflleten” sanal eylemci The Yes Men örgütü, Dow Kimya flirketinin hisselerinin yar›m saat içinde yüzde 4.2 de¤er kaybetmesini sa¤lam›flt›
Sanal aktivizm Ünlü tuvalet yaz›s› “Kilroy was here” kadar anonimleflmifl, pasifist bir iyi dilek olarak “Bir gün bir savafl ç›ksa ve kimse gitmese...” slogan›, dilin mesaja uygunlu¤u konusunda en baflar›l› örneklerden biri herhalde. Bunu sa¤layacak bir mekanizmaya iflaret etmeyen, kendili¤inden, itaatsizlikten ibaret bir öngörü ve hayalle örülü bir direnifl ça¤r›s›. Saklad›¤› “hay›rl›s›” duygusunun yan›nda, tersine çevrilmeye bu kadar müsait b›kk›nl›¤› da tedirgin edici. Ya bir gün sadece ürettiklerimizi sat›n alabilece¤imiz kadar bofl vaktimiz olsa, kalan bütün vakitte anlams›z koflullarda çal›flt›r›lsak ve kimse isyan etmese? Bu da mümkün görüldü¤ü kadar›yla. Demek ki birbirimizle konuflmaya, haberleflmeye ve “o gün hiçbirimiz gitmiyoruz savafla, anlaflt›k de¤il mi?” diye son bir kontrole ihtiyac›m›z olabilir. Bu ihtiyac›n en kadim karfl›l›¤› elbette örgütlenmek. Gaspedilen eme¤in anlam› üzerinden, ça¤r›ld›¤›n ismin yasakl›l›¤›, ananla paylaflt›¤›n dilin sözcüklerinin yok edilmesi üzerinden örgütlenmek. Bugün art›k ihtiyaçlar›n› karfl›lama biçimleri üzerinden, tüketici olarak örgütlenmek de ekleniyor listeye, baflka anlamlar ve ihtiyaçlara karfl›l›k örgütlenmeler de. Kayg›lar da büyüyor listeyle birlikte. Bir örgütün kendine ait hiyerarflisi, organlar› ve büyüklü¤ü, kayg›lar›n çok
tamamen temizlenece¤i ve ma¤durlara tazminat ödenece¤i aç›klamas› yapt›. Aç›klama asl›nda firma taraf›ndan yap›lmam›fl, bir eylemci BBC’yi flirket sözcüsü oldu¤una inand›rm›flt›. BBC haberi yar›m saat içinde düzelttiyse de, bu yar›m saat, Dow Kimya flirketinin hisselerinin yüzde 4.2 de¤er kaybetmesine yetmiflti. Eylemi gerçeklefltiren The Yes Men örgütü, Warhol’un kendilerine biçti¤i 15 dakikay› ikiye katlamakla tüm dünyan›n dikkatini Bhopal’e çekmeyi ve sorumlu flirketi toplamda 2 milyar dolarl›k bir kayba u¤ratmay› baflarm›flt›. Bu eylemi ve di¤er etkinliklerini daha sonra ticarî bir filmde öykülefltiren The Yes Men örgütünü, küresel kültür ticaretine eklenmesiyle birlikte kitlesine yabanc›laflmakla suçlayan Boyd, örgütün Debord’un terimleriyle “mesajdan tamamen koparak, gösteri toplumunu elefltirece¤i yerde, onu besleyen bir imaj olmaya dönüfltü¤ünü” söylüyor. Bu elefltiri The Yes Men özelinden ç›kar›l›p ana ak›m medya ile mesaj›n› yaymaya çal›flan örgütlerin kolayca düflebildi¤i bir tuzak olarak genellefltirilebilir. Hardt ve Negri’nin, “‹mparatorluk”ta, bilgi ça¤› diye kutlanan dönemde mücadelelerin iletiflimsiz hale gelmesini politik bir paradoks olarak tan›mlamalar›n›n izinden giderek, eylemlerin dönüflümünü, “medyada yer alacak kadar ehlîleflme e¤ilimi” diye sadelefltirmek mümkün. Bu durum da asl›nda sadece sanal eylemcili¤e özgü de¤il. Yeni sosyal hareketleri oluflturan birçok örgütün ana ak›m medya ile dirsek temas›n› zorunlu k›lan yöntemleri uzun süredir tart›flma konusu. Fizikî dünyada bu elefltirilere karfl› olabildi¤ince merkezsiz ve yatay örgütlenme deneyimleri oldu¤u gibi, sanal
arka planda kald›¤› yeni dünyalar, iliflkiler yarat›yor kaç›n›lmaz olarak. Kaçmak mümkün mü sorusu etraf›nda baflka aray›fllar bafll›yor, örgütlenmenin anlam› ve nedensel ortakl›¤› yerine modeli, yap›s› öne ç›k›yor. Yatay örgütlenme, taban örgütlenmeleri konufluluyor. Yeni terimler, kuramlar tart›fl›l›yor. Zahirî dünya da bu tart›flmalar›n izdüflümlerine sahip elbette. Her model ve aray›fl› karfl›layan baflka örgütlenmeler, bunlar›n sonucu olarak ortaya ç›kan yeni eylemlilikler ve olanaklar her gün gelifliyor. Bugün, tüm dünyada, onlarca dilde kendine ait bir literatür yaratm›fl olan “sanal aktivizm” kavram›, yeni deneyimler ve alanlar sunuyor. Bir yan›yla sanal dünyada eyleme geçmek, di¤er bir yan›yla sanal dünyada yayg›nlaflan bir mesajla sokaklar› iflgal etmek anlam›na gelebiliyor sanal aktivizm. Sanal aktivizmin önemi, sadece iletiflim olanaklar›yla iliflkilerin nas›l gelifltirildi¤i, onlara nas›l sahip olunabildi¤i aç›s›ndan ortaya ç›km›yor. Basitçe darbe s›ras›nda ele geçirilen radyo binas›n› kalan günlerde askerlerin korumas›ndaki sembolizmle hesaplaflmak de¤il tart›fl›lan. Sosyal dünyas›n› ve devam›nda kendini gerçeklefltirmeyi, internet, cep telefonlar› gibi araçlar›n yaratt›¤›, epeyce sembolik bir zeminde infla eden bir nesil ve s›n›f var. Sanal aktivizm, bu grubun zihin dünyas›n›n politize edilmesi anlam›n› da tafl›yor.
dünyada da internetin temel bir özelli¤i olarak tan›mlanan anonimlikle özdefl hale gelen, sözcülerden kaç›nan, ana ak›m medyay› önemsemeyen ve bir çeflit do¤rudan eylem deneyimi infla etmeyi deneyen gruplar var. Bu gruplar, anonim olman›n do¤as› gere¤i üyelerden çok sempatizanlarla örgütlenen, yap›lan ça¤r›lar›n somut adresler yerine aç›k mektuplar olarak yay›nland›¤› yap›lar olarak ortaya ç›k›yor. Sempatizanlar›n› de¤iflik zamanlarda, eflzamanl› olarak belirli sitelere ve dolay›s›yla bilgilere, aç›klamalara eriflimi engellemek üzere topluca sald›rmaya ça¤›ran Anonymous grubu da bunlardan biri. ‹ran seçimleri sonras› ç›kan olaylarda, ünlü torrent sitesi The Pirate Bay’le birlikte ‹ran’a destek kampanyas› örgütlemesiyle ismi duyulan Anonymous, merkezsiz oldu¤u için belirli referanslarla tan›mlanmas› zor bir grup.
Hardt ve Negri’nin “bilgi ça¤›” denen dönemde mücadelelerin iletiflimsiz hale gelmesini “politik bir paradoks” olarak tan›mlamas›n› izleyerek, eylemlerin dönüflümünü, “medyada yer alacak kadar ehlîleflme e¤ilimi” diye sadelefltirmek mümkün. Anonymous Iran ad›yla kurulan destek sitesi, eylem önerileri, kay›p kifli listeleri, foto¤raf ve video arflivi gibi bafll›klara ek olarak nas›l anonim kal›nabilece¤ine dair teknik bilgiler ve benzeri içerikle ‹ran hükümeti taraf›ndan takip amaçl› kurulan dezenformasyon sitelerinin teflhir edildi¤i forumlar içeriyor. ‹nternet üzerinden dayan›flma, bilgi dolafl›m› ya da farkl› amaçlarla kurulan a¤lar, son y›llarda yaflanan birçok eylem ve çat›flmayla ilgili olarak gündeme geldi. Beyrut’un bombalanmas›,
Gazze kuflatmas›, Ukrayna’da ve Gürcistan’da sokak gösterileriyle hükümet de¤ifltirilmesi gibi olaylar özellikle bloglar üzerinden tüm dünyaya de¤iflik bak›fl aç›lar›yla tafl›nd›. Gazze kuflatmas› s›ras›nda ‹srail askerlerinin yeni medya yay›n› yapmas›n› engellemek için özel önlemler al›nd›¤› iddia edildi. Harvard Üniversitesi Berkman ‹nternet Araflt›rmalar› Merkezi kurucular›ndan Jonathan Zittrain’e göre, sanal eylemciler dünya çap›ndaki politik olaylarda h›zl›ca hareket etmeye al›flm›fl durumda. Bununla beraber, olaylar›n do¤rudan taraf› olan insanlar, web 2.0 teknolojileri sayesinde art›k arac›lar olmadan hareket etmek istiyor ve teknoloji bilgileri ne kadar az olursa olsun, sansür, engelleme gibi konularda h›zla gerekli bilgiye ulaflabiliyorlar. Zittrain, ‹ran seçimleri sonras›nda muhaliflerin, özellikle ABD ve Kanada’da birçok destek sitesine davet edilmelerine ra¤men, sosyal a¤ sitelerini kullanarak kendi kendilerine örgütlenmelerinin bu flekilde aç›klanabilece¤i görüflünde. 140 karakterlik mesajlar yay›nlanmas› d›fl›nda hiçbir amac› ve ifllevi olmayan Twitter sitesi de ‹ran seçimleriyle dünya çap›nda tan›nmaya bafllad›. Daha önce Barack Obama’n›n ABD baflkanl›k seçimlerinde kullanmas›yla ad›ndan bahsettirmiflse de, sadece teknoloji haberleriyle ilgilenenler aras›nda duyulan Twitter, h›zl› yükseliflini basitli¤ine borçlu. Twitter hesaplar›, cep telefonlar› dahil birçok farkl› araçla kullan›labiliyor. Böylece bilgisayar bafl›nda olmadan da internette mesaj yay›nlamak mümkün oluyor. Bu flekilde, güncellenen hesab›n aboneleri cep telefonlar›ndan okuyabiliyor, yay›nlanan mesajlar web sitelerine otomatik olarak tafl›nabiliyor. K›sacas›, bir SMS ile onbinlerce cep telefonuna, internet sitesine eriflmek, haberi en h›zl› flekilde dolafl›ma sokmak mümkün hale geliyor. Yeni teknolojilerin çat›flmalarla imtihan›, tarih boyunca k›r›lma noktalar› yaratt›. Foto¤raf makineleri ve II. Dünya Savafl›, sinema kameralar› ve Vietnam Savafl›, canl› yay›n ve Irak-Kuveyt-ABD savafl›, bloglar ve ‹srail’in Lübnan sald›r›s› listesine son olarak Twitter-2009 ‹ran seçimleri eklendi önermesi de gündeme böylece girmifl oldu. Bu eflleflmenin gerçekten bir k›r›lma noktas› olup olmad›¤›n›, listenin kal›c› bir parças› olarak hat›rlan›p hat›rlanmayaca¤›n› belirleyecek olan, Zittrain’in dile getirdi¤i web 2.0 ile “arac›”n›n ortadan kalkt›¤› iddias›. Bu iddiay› do¤ru tart›flmak için, bugüne dek arac›l›k edenle, bugün web 2.0 kullanan öznelerin asl›nda ayn› özneler oldu¤unu hat›rlamak gerekiyor. ‹ran seçimlerine dair birçok tart›flmada, Twitter ile devrim örgütlemeyi deneyen ‹ran muhalefetinin asl›nda yaflam standartlar› ve ekonomik imtiyazlar üzerinden örgütlenen orta s›n›f oldu¤u vurgusu yer al›yordu. Sanal devrim kavram›n›n devrimler tarihindeki yerini bu de¤iflkenlerle beklemek durumu daha iyi anlamay› sa¤layacak gibi görünüyor. Koray Löker
43
Haz›rlayan: Ahmet Gürata
s›r’›n ise gösterilen yabanc› filmlerin ülke genelindeki kopya say›s›n› sekizle s›n›rlad›¤›n› hat›rlatal›m. Bu tabloya bak›p küresel çaptaki Hollywood egemenli¤inden bir ölçüde SEZON AÇILIYOR, YEN‹ F‹LMLER GÖRÜCÜYE ÇIKIYOR s›yr›ld›¤›m›z düflüncesiyle teselli bulabiliriz. Ne var ki, izlenen yerli yap›mlar›n yaklafl›k yüzde 90’›n› oluflturan en çok gifle yapan filmlere bakt›¤›m›zda, Türkiye, dünya sinemas› içinde flafl›rt›c› bir yerde duruyor. ‹ran, M›s›r, Çin gibi bunlar›n sinema dili aç›s›ndan Hollkendini kapatm›fl de¤il, ABD, Hindistan gibi kendi sinema gelene¤ine ve endüstrisine ywood filmlerinden pek farkl› olmad›kdüflkün de¤il. Ama nas›l oluyorsa, dünyada bu ülkelerden sonra yerli yap›mlar› en çok lar› göze çarp›yor. Ayr›ca, gösterilen tercih eden ülke Türkiye (Amerikan filmlerine de ciddi fark at›l›yor). Ama bir sanat filmler, s›n›rl› say›daki yerli film ve olarak sinema bu bereketten nasibini al›yor mu, tart›fl›l›r. 2009 y›l›nda Türkiye’de Hollywood yap›m›n›n ötesinde çeflitlilik de içermiyor. çekilen film say›s›n›n 70 civar›nda oldu¤u tahmin ediliyor. Bakal›m kaç› vizyona Tablonun di¤er yüzünde, sinemaya girecek, kaç› yüz güldürecek. Biz sezon bafl› tahminlerimize bakal›m... giden toplam izleyici say›s›n›n dünya ortalamas›n›n çok alt›nda oldu¤u dikkat ürkiye genelinde kapal› ve aç›k sicinin ancak yüzde 5’ini oluflturan yerli çekiyor. Sat›lan toplam biletin nüfusa nema salonlar›n›n say›s› 1970’lefilm izleyicisi, geçti¤imiz y›l yüzde 60 oran›na bakt›¤›m›zda, ABD’de kifli bafl›na 4.5, AB’de ise 2 bilet düflüyor. Türkirin bafl›nda 2500’ü buluyordu. düzeyine ulaflt›. Y›lda sat›lan ortalama bilet say›s› ise Son on y›l›n rakamlar›na bak›ld›¤›n- ye’de ise bir y›lda kifli bafl›na sat›lan bilet yaklafl›k 250 milyondu (bugünkünün 6 da, bir y›lda yabanc› filmler için sat›lan say›s› yaln›zca 0.5. Di¤er bir deyiflle, kat›). 1970’lerin ortalar›ndan itibaren, tebilet say›s›n›n, istikrarl› biçimde, 15 ila Türkiye’de nüfusa oranla sinemaya gilevizyonun girifli ve ekonomik kriz gibi 20 milyon aras›nda de¤iflti¤ini görüyo- denlerin say›s› Avrupa ortalamas›n›n nedenlerle azalmaya bafllayan izleyici ruz. Yerli film izleyicisi ise yaklafl›k 9 kat dörtte biri düzeyinde. Türkiye’de, film üretimindeki canl›say›s›, sinema sektörünün de çöküflüne artarak 1999’da 2.5 milyondan geçti¤ineden oldu. 1980’lerde videoyla canlan›r miz y›l 23 milyona yükseliyor. Bu dü- l›¤› sürdürebilmek için çeflitli kesimlergibi olan sinema, 1990’lar›n bafl›nda yine zenli art›fl, 2007’de oldu¤u gibi, zaman den öneriler geliyor. Kültür Bakanl›¤›’n›n destek sisteminin daha ifllevsel ve can çekifliyordu. 1992’de sat›lan bilet sazaman kesintiye u¤rayabiliyor. y›s› yaln›zca 8.3 milyondu. Dünyan›n Yerli filme gösterilen ilgi aç›s›ndan fleffaf hale getirilerek sürdürülmesi, herpek çok yerinde oldu¤u gibi, bir zamanTürkiye’nin istisnaî bir örnek oluflturdu- halde kimsenin karfl› ç›kmayaca¤› bir tercih. Ancak, baz›lar›nca önerildi¤i gibi, lar›n en popüler e¤lencesi art›k gözden yerli filmler lehine kota uygulanmas› düflmüfltü. 1970’lerde yetiflkin bir izleyiTürkiye, yüzde 50’nin üzerinde yerli film izleyicisiyle dünya durumu daha da kötülefltirebilir. Zira, ci ayda ortalama bir kez sinemaya gidergenelinde üst s›ralarda yer al›yor. Ama Türkiye’de nüfusa bugün yerli filmlerin vizyona girmesini ken, bu oran ‘90’larda y›lda bire inmiflti. oranla sinemaya gidenlerin say›s›, Avrupa ortalamas›n›n engelleyen birinci etken, daha popüler Ancak, 1990’lar›n sonundan itibaren yerli filmlerin da¤›t›mc›lar›n›n sinema istikrarl› bir flekilde artan izleyici say›s›, dörtte biri düzeyinde. salonlar›na dayatt›klar› flartlar. “Kurtlar 2008’de son y›llar›n en yüksek seviyesine ulaflt› (toplam 39 milyon bilet). Birbi¤u s›kl›kla vurgulan›yor. Gerçekten de, Vadisi: Gladio” (Sadullah fientürk) ve ri ard›na aç›lan al›flverifl merkezleriyle 2006 ve 2008 y›llar› dikkate al›nd›¤›nda, “Yahfli Bat›” (Cem Y›lmaz) gibi filmlerin sinema salonlar›n›n say›s› da 1500’ü bulTürkiye, yüzde 50’nin üzerinde yerli hangi salonlarda gösterilece¤i ve ne kadu. Bu canlanmada, üretilen yerli film film izleyicisiyle dünya genelinde üst s›- dar hafta süreyle gösterimde kalaca¤› (o say›s›ndaki art›flla birlikte, yerli film izralarda yer al›yor. Bu alanda en üst s›ra- tarihlerde gösterime girmesi planlanan leyicilerinin oran›n›n yükseliflinin pay› da yer alan ‹ran’›n yabanc› filmlere filmlere ra¤men) belirlenmifl durumda. büyük. 1990’lar›n bafl›nda toplam izleyiönemli oranda k›s›tlama getirdi¤ini, M›- Dayat›lan anlaflmalar, salon sahiplerine baflka seçenek b›rakm›yor. Bu verilere bak›ld›¤›nda ortaya ç›kan Y›llara göre izleyici say›s› Yerli ve Yabanc› Film ‹zleyicileri (milyon) esas sonuç, izleyici say›s›n›n art›r›lmas› (sat›lan bilet miktar›; milyon) gerekti¤i. Kaba bir tahminle, y›lda sat›90 25 lan toplam bilet miktar›n›n 100 milyo80 Kaynak: TU‹K (1978-1989) ve Haftal›k nun üzerine ç›kar›lmas› pek çok kesiyerli yabanc› 20 70 Antrakt Sinema Gazetesi (1990-2008) min yüzünü güldürebilir. Bunun yolu 60 da, sineman›n esas izleyicisi olan orta 15 50 ve alt s›n›flar› yeniden salonlara dön10 40 dürmekten geçiyor. Sineman›n al›flverifl 30 merkezlerinden flehre dönmesi, kifli ba5 fl›na gelire oranla yüksek olan bilet fi20 yatlar›n›n düflürülmesi en akla yak›n 10 0 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 seçenekler. Türkiye’de, or0 1978 1982 1986 1990 1994 1998 2002 2006 Kaynak: Haftal›k Antrakt Sinema Gazetesi talama bilet fiyat›, 6 dolarla ABD’deÇeflitli ülkelerde gösterilen filmler içinde yerli film oran› kine yak›n (6.9 dolar). Oysa, gelir düzeyi benzer ülkelerde bilet %32 %60 fiyatlar› 3.7 Türkiye’de ABD Yerli dolar (Mekgösterilen sika) ila 5 filmlerin dolar (Bulgaülkelere ristan) aras›ngöre Kaynak: Focus: World Film da¤›l›m› da de¤ifliyor. Market Trends, European Au-
A
⁄
I
R
Ç
E
K
‹
M
‹zleyici var, sinema nerede?
T
%8 rupa Av
diovisual Observatory.
(2008)
Ahmet Gürata
Ustalarla randevu 17-25 Ekim tarihlerinde Beyo¤lu Emek Sinemas›’n› mekân edinen filmekimi, sezona iyi bir haz›rl›k demek. Tecrübeyle, cesaretle, zihin aç›kl›¤›yla, teknik, estetik, etik yenilikleriyle dünyan›n büyük festivallerinde alk›fl toplayan yahut vizyona giriflleri dört gözle beklenen kalburüstü filmler bu sene yine filmekimi sayesinde Türkiyeli izleyiciyle s›ca¤› s›ca¤›na bulufluyor. Festival, bu y›l seyircinin yo¤un ilgisini karfl›lamak amac›yla 10 güne uzat›ld›. Ayr›ca, hafta içi gündüz seanslar›n›n (11.00, 13.30, 16.00), 3,50 TL oldu¤unu hat›rlatal›m... 9 (Shane Acker) Ayn› ad› tafl›yan ve Oscar’a aday olan 2005 yap›m› k›sa filmi YouTube ya da Daily Motion’da izlemifl olabilirsiniz. Bu kez karfl›m›zda, dokuz bezbebe¤in uzun metraj maceras› var. Bilimkurgu/aksiyon canland›rmadaki karakterleri seslendirenler aras›nda Elijah Wood, Christopher Plummer ve Jennifer Connely de var. K›yamet sonras› dünyaya bir kez de bu perspektiften bak›p canland›rma teknolojisinde gelinen noktay› izlemekte fayda var. Kapitalizm: Bir Aflk Hikâyesi (Michael Moore) Üslûbu her zaman biraz kabayd›. ‹zleyicinin duygular›n› manipüle etmek için bayrak-müzik kombinasyonlar› bile kulland›. Tart›flt›¤› meseleleri bir sonuca ulaflt›racak birikimi de olmad›. Kabul. Ancak, bunlar›n hiçbiri Michael Moore’un son filmi “Kapitalizm”i ilgiyle izlemeye engel de¤il. Zira, gösterdi¤i gerçekler o kadar ç›plak ki: Dahiyane bir yöntemle iflçilerinin ölümünden sigorta geliri elde eden iflverenler, “mortgage” ödemeleri üzerinden bahis oynayan yat›r›mc›lar... Moore, ABD’nin kapitalizme olan aflk›n›n bedelini araflt›r›yor. ‹flsizli¤in 盤 gibi büyüdü¤ü, milyonlarca yaflam›n altüst oldu¤u günlerde krizi ve sistemi sorguluyor. ‹lgisiz kal›namayacak bir konu. Üstelik ses getirdi¤ini de inkâr edemeyiz.
Üstad Ken Loach ve eski futbolcu, ressam ve aktör Eric Cantona
Hayata Çal›m At (Ken Loach) Zidane ve Douglas Gordon, Maradona ve Emir Kusturica’dan sonra, sinemada flahane bir buluflma daha: Eric Cantona ve Ken Loach. Cantona hayran› postac› Eric’in hikâyesini Loach’un gedikli senaristi Paul Laverty k⤛da dökmüfl. Hayat›nda çeflitli s›k›nt›lar yaflayan postac› Eric ile kahraman› Cantona aras›ndaki iliflkiyi ele alan film, yine dayan›flma üzerine: Bir sahnede Eric (Steve Evets) adafl›na futbol yaflam›n›n en önemli ân›n› soruyor. Cantona, att›¤› onca gole karfl›n, en sevdi¤i ân›n verdi¤i bir pas oldu¤unu söylüyor. Cantona’ya göre, Ken Loach ve Alex Ferguson’la çal›flmak birbirine benziyor: “‹kisi de sevecen ve alçakgönüllü.”
Kan Arzusu (Park Chan-wook) Kült yönetmen Chanwook (“Oldboy”), bu kez Émile Zola uyarlamas› bir vampir filmiyle karfl›m›zda. Ancak, önüne koydu¤u zorlu engel, vampir filmi kliflelerinden yararlanmadan bir tür filmi yapmak. Mekân ve karakterler bizi al›flt›¤›m›z ortamlar›n d›fl›na sürüklüyor. Ama esas sürpriz, her zaman oldu¤u gibi olay örgüsünde. Bir baflka ünlü Koreli yönetmen Bong Joon-ho’nun (“Yarat›k”) filmlerinden tan›d›¤›m›z Song Kang-ho unutulmaz bir porte çiziyor. fiark Oyunlar› (Kamen Kalev) Son derece sa¤lam bir ilk film. Üstelik komflu Bulgaristan’dan Türkiye’ye uzan›p tan›d›k yüzler getiriyor karfl›m›za. H›zla yükselen ›rkç›l›k üzerine sahici bir “Balkan History X”. Filmde bir ölçüde kendi hayat›n› canland›ran baflrol oyuncusu Christo Christov’un çekimler ta-
mamland›ktan k›sa bir süre sonra bir kazada hayat›n› kaybetti¤ini hat›rlatal›m. Ve di¤erleri: “Kim, Kiminle, Nerede?” (Woody Allen) • “Zaman›n Tozu” (Theo Angelopoulos) • “Parlak Y›ld›z” (Jane Campion) • “Che” (Steven Soderbergh) • “Aflk›m” (Stephen Frears) • “Cennet Bat›da” (Costa-Gavras) • “Gel Porno Çevirelim” (Lynn Shelton) • “Dönüflüm” (Marina de Van) • “‹spiyoncu” (Steven Soderbergh) • “‹ntikam Peflinde” (Johnnie To) • “Cennette 5 Dakika” (Olivier Hirschbiegel) • “Polytechnique” (Denis Villeneuve) • “Cennetin Kap›s›nda” (Nicolas Winding Refn) • Ay (Duncan Jones) • Londra Nehri (Rachid Bouchareb)
Beyaz Bant (Michael Haneke) ‹lk bak›flta, al›flageldi¤imiz Haneke filmlerinden farkl›. Anlat›c›n›n d›fl sesiyle dünyas›na girdi¤imiz, siyah-beyaz bir dönem filmi. Ancak, izledikçe aflina temalarla karfl›lafl›yoruz: Gündelik hayattaki faflizm, görünmeyen fliddet, cemaat içinde kalacak olan s›rlar... Bir kez daha, faillerden emin olam›yoruz. Ama biliyoruz ki, filmdeki çocuklar büyüyecek ve iyi birer Nazi olacak. Bu benzersiz deneyim için, yumruk yemeye ve suçu üstlenmeye haz›r olun.
45
KURMACAYLA BELGESEL, KÜRTÇEYLE TÜRKÇE ARASINDA: “‹K‹ D‹L B‹R BAVUL”
Türkçe hayata 1-0 yenik bafllamak Do¤al ortamlar›n› b›rak›p, üniformalar›n› çekip so¤uk bir binaya, yabanc› bir dil ö¤renmeye giden ilkokul ö¤rencileri, Siverek’te bir köyde yaln›z kalm›fl, Denizlil› bir ö¤retmen... ‹letiflimi ve iletiflimsizli¤i sadeama vurucu bir dille anlatmay› baflaran “‹ki Dil Bir Bavul”, Adana Alt›n Koza Film Festivali’nden iki ödülle (Y›lmaz Güney ve S‹YAD En ‹yi Film) ayr›ld›, Alt›n Portakal’da da yar›flacak. 23 Ekim’de gösterime girecek filmin yönetmenlerinden Özgür Do¤an’la söylefltik... Bu filmin fikri nas›l do¤du, ortaya ç›kan sonuç bafltaki niyetinizle ne kadar örtüfltü? Özgür Do¤an: 2003’te ölüm oruçlar›yla ilgili bir film yap›yorduk Orhan’la (Eskiköy) birlikte. Bir arkadafl›m›z, Bingöl’de ö¤retmenli¤e bafllam›flt›. Bir akflam bize geldi, an›lar›n› anlatt›. Ö¤rencilerinden sobay› yakmak için gaz istiyor. Ö¤renciler de ertesi gün okula kerpetenle geliyorlar! Çünkü Kürtçede “gaz”, kerpeten anlam›na geliyor. Bu sorunun filme çekilmesi gerekti¤ini o akflam anlad›k. Fakat o arkadafl›m›z daha sonra kendisini çekmemizi istemeyince, araya baflka ifller de girince, Bingöl’e gidemedik... Bu hikâye, ayn› zamanda benim
çocuklu¤umun da hikâyesi. Dolay›s›yla, bu fikir kafam›zda giderek olgunlaflt›. Haf›zam çok kuvvetli olmad›¤› için kuzenime baflvurduk. O, Türkçe bilmedi¤imiz y›llarda ö¤retmenlerimizle iliflkimizi ayr›nt›lar›yla hat›rl›yor, çok da güzel anlat›yordu. Onunla yapt›¤›m›z görüfl-
Okul 1974’te aç›lm›fl, flu ana kadar sadece bir ö¤renci liseye gitmifl. Zorunlu e¤itim bu. Her aile biliyor ki, çocuklar›, ilkokuldan sonra, yaz›n mevsimlik iflçi olarak Akdeniz’e, k›fl›n da k⤛t toplamak için ‹stanbul’a gidecek. meler üzerine bir tretman yazd›k. “‹ki Dil Bir Bavul” o tretmana birebir uyuyor. Kuzenimin aktard›¤› an›larla film-
“‹ki Dil Bir Bavul”da genç ö¤retmen Emre Ayd›n, Siverek’in Demirci köyünde ö¤rencileriyle
ZAMANA BAfiKALDIRAN AYNADA
Çocuklar›n boyuna eriflmek iyasetin gündemini belirleyen, can alan, can yakan, giderek karmafl›klaflan, tart›fl›ld›kça içinden ç›k›lmaz boyutlara varan hayatî meseleleri bir anda bütün aç›kl›¤›yla kavrayabilmemiz için bize ne gerekirdi? Belki bir çocukluk terazimiz olsayd›... Henüz okumayazmay› ö¤renmemifl, sistemin sözcüklerini, ilkelerini, antlar›n›, marfllar›n› ezberlememifl, zihinleri buland›r›lmam›fl çocuklu¤un terazisi. Orhan Eskiköy ile Özgür Do¤an’›n “‹ki Dil Bir Bavul” adl› uzun metrajl› belgese-
S
46
li, bize çok iyi bildi¤imizi sand›¤›m›z konulara asl›nda ne kadar uzak oldu¤umuzu göstermekle kalm›yor, çocuklu¤un uzaktaki yoksul köyünden ayna da tutuyor. Zamana baflkald›ran bu parlak aynada, hecelemeye bafllayan çocuklar›n boyuna erifliyoruz, sordu¤umuz sorulara birdenbire en yal›n, en masum, en dolays›z yan›tlar› almay› baflar›yoruz. Ayna, çocuklu¤un sezgilerini, flaflk›nl›¤›n›, umars›zl›¤›n›, gözüpekli¤ini, iyili¤ini ve kötülü¤ünü, zekâs›n› ve enerjisini, flefkatini, k›zg›nl›¤›n›, yeni bilenmeye bafllayan tepkisini, uyan›-
deki karakterler, köy ortam› birebir örtüflüyor. Çekece¤imiz filmi çok iyi biliyorduk, çünkü kendi çocuklu¤umuzun hikâyesiydi. Filmi neden do¤du¤un Mufl-Varto’da çekmediniz? Asl›nda ilk önce Varto’ya gittik. ‹ki-üç hafta orada kald›k, ö¤retmenlerle görüfltük. Fakat Varto’da devlet, çocuklara anaokullar›nda Türkçe ö¤retmeye bafllam›flt›. Bizim dönemimizdeyse anaokulu yoktu. O nedenle, filmi en iyi ve rahat çekebilece¤imiz yeri aramaya bafllad›k. Hem çat›flmalar›n olmad›¤› hem de dil sorunu yaflanan yer Urfa’yd›; Viranflehir, Suruç ve Siverek civar›n› yoklamaya bafllad›k. Viranflehir’de karar k›ld›k. ‹lk bafllarda akl›m›zda yeni atanm›fl bir ö¤retmenin Türkçe bilmeyen ö¤rencilerle karfl›laflmas› hikâyesi yoktu. Yeni atanm›fl bir ö¤retmenle bu filmi çekmenin çok daha etkili olabilece¤i fikri sonradan olufltu. Okullar›n aç›lmas›na iki hafta kala Viranflehir’e gittik, ama arad›¤›m›z ö¤retmeni orada bulamad›k. Nas›l bir ö¤retmen ar›yordunuz? ‹ki kriterimiz vard›: Köyün flehirle ba¤lant›s›n›n zay›f, ö¤retmenin de idealist olmas› gerekiyordu. Hatta mümkünse yörede cep telefonu da çekmeyecekti. Senin ilkokul ö¤retmenin nas›l biriydi? Bir idealist miydi? Ben 1978 do¤umluyum, 1980’lerin ilk yar›s›nda okula bafllad›m. Zalim biriydi benim esas ö¤retmenim. Ondan sonra köye birkaç ö¤retmen daha geldi, ama k›sa süre kal›p döndüler. O ö¤retmenleri çok sevmifltim ve niye k›sa sürede köyden ayr›ld›klar›n› anlayamam›flt›m. Bizim köy mahrumiyet bölgesiydi. K›fl›n alt› ay ilçeyle ba¤lant› kopuyordu. Elek-
fl›n›n flaflk›nl›¤›n› da içinde tafl›yan cüretini aç›kça yans›t›yor. Anadilleri olmayan bir dilde e¤itim hayat›na bafllayan Kürt çocuklar›, sadece yabanc› olduklar› bir dille de¤il, yoksul köylerinde hiç karfl›laflmad›klar› nesnelerin, hayvanlar›n, bitkilerin ad›yla da karfl›lafl›yorlar. Onlarla kurabildikleri iliflki, ancak dilin döndürülebildi¤i kadar›yla ezberlenmifl melez bir karmafladan ibaret kal›yor. Denizli’den tayin edilmifl ö¤retmenleri Emre Ayd›n’la beraber, onlar için asl›nda varolmayan bir hayat›n içine çekiliyorlar. Ö¤retmen de ö¤rencilerinden çok farkl› bir durumda de¤il. O da hayat›nda gitti¤i en uzak noktadaki köye yerleflir-
ken, çaresizce, bilmedi¤i bir hayat› hecelemeye çal›fl›yor. Bofl tahtan›n önünde karfl›lafl›yoruz onunla. Ad›n› yaz›p nereden geldi¤ini söylüyor, kimlik kart›n›n özeti... Dilini bilmedi¤i çocuklara, anlam›n› bilmedikleri sözcükleri ö¤retmekle görevlendirilmifl 20’li yafllar›n›n bafl›nda bir genç. Her gün telefonla konufltu¤u annesinin nefesinden ilk kez yoksun kalm›fl, dünyan›n orta yerine at›lm›fl... Dolunaya karfl› sessizlikte belki de ilk kez varl›¤›n›n bofllukta eriyip gidebilece¤ini duyuyor. Sürgününün derinli¤i sadece uzakta ve yaln›z olmas›ndan de¤il, olgunlu¤un efli¤ine b›rak›lm›fll›ktan, hayat›n a¤›rl›¤›n› ve hafifli¤ini ayn› anda hissedebilece¤i bir
trik ve telefon yoktu. Bat›dan gelen bir ö¤retmen için büyük kâbustu bizim köy. O nedenle, sadece Kürt çocuklar›n›n durumunu de¤il, o ö¤retmenin ruh halini de anlamak istiyorduk. Ö¤retmenli¤e sadece ifl olarak bakan biri, bu ruh halini çok iyi yans›tmayabilirdi. “‹ki Dil Bir Bavul”, ö¤retmenin ruh halinin yan›nda, çocuklar›n o karfl›laflma s›ras›nda neler yaflad›¤›n› da çarp›c› biçimde hissettiriyor. Ama esas yak›nlaflma Zülküf’le oluyor. Zülküf evde haylaz, oyunlarda atikken, s›n›fta suspus oluyor, s›k›l›yor, Türkçeyi anlam›yor, anlamaya da pek çal›flm›yor... Sanki Zülküf biraz da yönetmeni and›r›yor: Büyüyünce bu hikâyeyi yazacak, filme çekecek, intikam›n› böyle alacak... (gülüyor) Umar›m Zülküf öyle bir fley yapar. Benimki Zülküf’ünkü kadar tipik bir hikâye de¤il. Bizim aile çok s›k› Kemalisttir. Alevî bir köydü bizimki. Okusunlar diye çocuklar d›flar›ya gönderilirdi. Ne olursa olsun, çocu¤un okumas› gerekti¤ini düflünüyorlard›. Belki de o mahrumiyetten tek kurtulufl yolunun bu oldu¤unu bildikleri içindi. Her türlü mahrumiyeti yaflay›p Kemalist olmay› nas›l aç›kl›yorsun? Bizimkiler Sünnî Kürtlerden çok çekmifller de ondan. PKK ç›kana kadar Sünnîlerin zulmü devam ediyordu. Fakat PKK’den sonra Sünnîlerin Alevîler üzerindeki bask›lar› azald›. O tarihe kadar Kemalizme, yani devlet ideolojisine eklemlenmek tek seçenekti. “Çocuklar okusun, devlet memuru olsun ve kurtulsun” diye düflünüyorlard›. Babam hâlâ Kemalisttir, ama kafas›na silah dayasan PKK’ye terörist dedirtemezsin. Ne diyor PKK’lilere? “Çocuklar” der. Bizim orda herkes onlara “çocuklar” diyor. Aç›ktan destek vermezler tabii... Sen okula bafllad›¤›nda Türkçe biliyor muydun? Çok hat›rlam›yorum, ama galiba birkaç sözcük biliyordum. Bir de, o zamanlar, ö¤retmenler arac›l›¤›yla ispiyoncu yap›lan çocuklar vard›. Dolay›s›yla, okul d›fl›nda da Kürtçe konuflmak suçtu. ‹dealist bir ö¤retmen aram›fls›n›z ama, Emre pek de idealist ö¤retmen tipine
küçük köyde kendisiyle ilk defa böyle karfl›laflm›fl olmaktan da kaynaklan›yor. Yaln›zca müfredat›n diline yabanc› çocuklara ders anlatmak zorunda olman›n çaresizli¤i de¤il bafla ç›kmas› gereken, ayn› zamanda ö¤rendi¤i bütün kodlardan, günlük al›flkanl›klardan, toplumsal düzenden de uzakta. Giderek bir bitki gibi köyün topra¤›na, ›fl›¤›na, suyuna ve havas›na al›fl›p huzura erifline tan›kl›k ediyoruz, flefkatle ö¤rencilerine hem a¤abeylik hem babal›k ederken onun kendisini kamera karfl›s›nda böylesine samimiyetle ele verifline hayretle dolu bir hayranl›k duyuyoruz. “‹ki Dil Bir Bavul”, bugüne dek hep idealize edilmifl bir konuya tarafs›zca, se-
uymuyor sanki, öyle de¤il mi? Köye ilk geldi¤inde idealistti. Fakat, oraya atanmay› beklemedi¤i için büyük bir hayal k›r›kl›¤› yafl›yordu. Ayr›ca, duygular›n› ifade etmekten hiç çekinmiyordu, rahatt› bu konuda. Ama zamanla içine kapand›, kendini izole etti. Filmde belki dikkat etmiflsinizdir, Emre’yi köy Özgür Do¤an
Filmde Kürt çocuklar›n yaflad›¤› eziyet de anlat›l›yor, sistemdeki saçmal›klar da. Ö¤retmen de kurban, çocuklar da. ‹lginçtir, Kürt izleyici ö¤rencilerle özdeflip “hepimiz bu haldeydik” derken, Türk izleyiciler daha çok ö¤retmenle özdefllefliyor.
rinkanl› bir mesafeden tan›k olmay› seçmifl. Böylece seyircisini de o serinkanl› mesafede, sakin duyarl›l›k noktas›nda, büyük laflar etmeden, yüre¤inin derinli¤inden gelen sesi aray›p bulmaya çal›fl›rken donduruyor. Varl›¤›yla tedirginlik yaratmadan, kendini neredeyse yok ederek... Gerçekli¤in ayr›nt›ya, laf kalabal›¤›na ihtiyaç duymayan trajedisi, beyazperdede bir saydam k⤛da kopyalanm›fl gibi netlikle beliriyor. Film, bir kurtar›c›ya dikkat çekmiyor, sömürü yapm›yor, mesafesini, alg›s›n› çocuklar›n aç›s›na göre ayarl›yor, kameras› ve duygusuyla çekim yapt›¤› Kürt köyüne, oradan biri gibi yerlefliyor. Aslolan, sars›lmaz, en samimi
Orhan Eskisoy
yaflam› içinde pek görmüyoruz. Bu, filmin en büyük eksikli¤i bu bence. Ama bunun sebebi de Emre’nin köye neredeyse hiç girmemesi, okulun avlusundan d›flar› ç›kmamas›, köylülerle iletiflim kurmamas›. Emre köylülerle iletiflim kursayd›, film çok daha güçlü olabilirdi. Emre Ayd›n’la tan›flana kadar kaç ö¤retmenle görüfltünüz, neden onda karar k›ld›n›z? Elliye yak›n ö¤retmenle görüfltük. Viranflehir’de istedi¤imiz ö¤retmeni bulamay›nca Siverek’e geçtik. Yeni ö¤retmenlerin hepsi mutlaka Ö¤retmenevi’ne u¤ruyor. Emre’yi ilk orada, elini aln›na dayam›fl, kara kara düflünürken gördük. KPSS’den iyi bir puan alm›flt›, Siverek gibi bir yere atanmak akl›na bile gelmemiflti. Bitmifl bir haldeydi. Bizi kabul etmesinin bir nedeni de, iki arkadafl edinecek olmas›yd›. Nitekim beraber gittik, beraber yerlefltik köye. Su kuyusundan beraber su çektik... Kürt bölgesinde olmaktan dolay› m› bunal›ma girmiflti? Hay›r, taflraya atanm›fl olmaktan dolay› bu hale gelmiflti. Ayn› duyguyu Afyon’un köyüne atansayd› da yaflayacakt›. Çünkü büyük bir flehirde ö¤retmenlik yapmay› hayal ediyordu. Ama bu hayal k›r›kl›¤› orada daha da katland›, çünkü üstüne bir de iletiflimsizlik eklenmiflti. Emre, ö¤rencilerini Kürt olarak m› görüyor, yoksa baflka bir dilde konuflan Türkler olarak m›? Bunu hiç konuflmad›k onunla. Mesela çocuklara “ne mutlu Türküm diyene” dedirtirken, durumun absürdlü¤ünü fark ediyor mu? Emre böyle sorgulamalar yapan bir ö¤retmen de¤il. Onun mant›¤› flu: “Beni ö¤retmen olarak gönderdiler, bir müfredat var önümde, onu uygulayay›m ve mümkünse bir an önce buradan gideyim.” Sonuçta o, hayat›nda Ankara’n›n do¤usuna geçmemifl bir ö¤retmen. Devlet ona “git ve oradaki çocuklara Türkçe ö¤ret”, Kürt çocuklar›na da “okula gelin ve Türkçe ö¤renin” diyor. Asl›nda, iki taraf da sistemin kurban›. Emre sürekli flundan yak›n›yordu: “Dört y›l üniversite okuduk, kimse bize böyle bir yere gönderilebilece¤imizi söylemedi. Müfre-
meselenin aray›fl›nda kendini ak›fla b›rak›yor. Tepeden bakmadan, eflitlenerek ve hiç sezdirmeden yaklaflarak, seyircisinin de kameran›n seçtikleriyle kal›c› bir iliflki kurmas›n› sa¤l›yor. ‹ngilizce çevirisine “Okul Yolunda” ad› verilmifl bu filmin belgesel oldu¤unda ›srar etmekle asl›nda kurmaca oldu¤unu söylemek aras›nda pek fark yok. Belgesele kurmaca tarz› bir yarat›c›l›¤›, kurmacaya belgesel tarz› bir gerçekçili¤i giydirince... Film, bu iki türün aras›ndaki çizginin beyhudeli¤ini gözler önüne seriyor, bu tavr›yla da “girilmez” komutu niyetine gerilmifl ipin alt›ndan sessizce geçiveriyor. Filme hâkim olan yal›n anlat›m›n, de-
vinimin içinde yakalan›p seçilmifl incecik vurgularla yans›t›lm›fl durumlar›n, bütün iniflli-ç›k›fll› duygular› sarmalayan tevekkülün kayna¤›nda da filmin oluflum sürecinin gerçekçilikle yarat›c›l›k aras›nda taviz vermeyen dengesi sakl›. Film, bafltan itibaren samimiyetine inand›rd›¤› için, aflmas› gereken herhangi bir barikat, zorlamas› gereken bir kap› yok. Yönetmenler, ilk heceden itibaren yolun aç›k olaca¤›n› hissetmifller sanki ve karmafla dü¤ümünü a¤›r a¤›r çözmeye bafllam›fllar. El ald›klar› yönetmenlerin görselli¤ine yenik düflmeden kendi özgün dillerini ilk seferinde bulmalar›n›n s›rr› da burada sakl› olmal›. – Pelin Özer
47
48
‹lkokulu bitirdikten sonra ailem beni Trabzon’a yollad›. ‹lk dersimiz Türkçeydi. Ö¤retmen “bir elin nesi var, iki elin sesi var” atasözü hakk›nda kompozisyon yazmam›z› istemiflti. El, atasözü, kompozisyon sözcüklerini bile bilmiyorum ki! ‹lk önceleri, kameraya bakan herkes su ve elektrik s›k›nt›s›ndan söz ediyordu. Sonra bizim o sorunlara çözüm bulabilecek tipler olmad›¤›m›z› anlay›nca hiç iplememeye bafllad›lar. Odakland›¤›m›z ö¤rencilerin aileleri ise bizim derdimizi anl›yordu. Genel olarak iliflkilerimiz iyiydi. Bir sorun yaflamad›k. Kürt çocuklar› politik gündemden erken yafllarda haberdar oluyor. Kameray› görür görmez zafer iflareti yaparlar. Polise tafl att›klar› için yüzlerce çocuk cezaevinde... Demircili çocuklar›n siyasetle iliflkileri nas›l? Bu köyde öyle bir e¤ilim büyüklerde de, çocuklarda da yok. AKP’li bir köy zaten. 500 oydan 20’si DTP’ye gitmifl. Gençleri de pek öyle politik de¤il. PKK’ye giden yok mesela. Siverek ve Urfa’n›n hiçbir köyüne benzemiyor Demirci. En büyük s›k›nt›y› kad›nlarla yaflayaca¤›m›z›, ev içi çekimlerde zorlanaca¤›m›z› san›yorduk, ama kad›nlar hiç umursamad› çekim yapmam›z›. ‹stedi¤in zaman eve girebiliyorsun, evde erkek olmasa da. Biraz garipler asl›nda. Namaz k›lmaya gidiyorlar, ama öylesine, görev icab› yap›lan bir ifl gibi. Ne dünyevî ne de uhrevî fleylere ilgileri var. Filmin görüntü diline dair haz›rl›k yapm›fl m›yd›n›z? Tabii, onu planlam›flt›k. Bir kere bütün karelerin sabit olmas›nda karar k›lm›flt›k. ‹nsanlar› rahats›z edecek düzeyde köylülerin hayat›na girmemek de bir karard›. Olabildi¤ince, köylülerin bizi hiç görmemesini, iplememesini istiyorduk. Ayr›ca, asla köy d›fl›nda çekim yapmamaya karar vermifltik; nitekim, film sadece köydeki çekimlerden olufluyor. Yavuz Turgul’un “Gönül Yaras›”nda Nâz›m ö¤retmen (fiener fien), bir Kürt köyünde emekliye ayr›l›p ‹stanbul’a dönüyor. Bavulunda Yaflar Kemal’in, Orhan Kemal’in, Gorki’nin kitaplar›n› tafl›yor. Köylülerle Kürtçe vedalafl›yor. Ö¤rencileri arkas›ndan gözyafl› döküyor... Oysa, Türkçe bilmeyen ilkokul çocuklar› için ö¤retmen genelde fliddeti, bask›y›, anlay›fls›zl›¤› ifade eder. Köye gelen tek bir adam, herkese dilini ö¤retir, ama asla onlar›n dilini ö¤renmez. Filminizde ö¤retmen, emek veren, zorlanan, çile çeken, ö¤retmek için ç›r-
p›nan bir adam, çocuklarsa ö¤renemeyen, anlayamayan haylazlar gibi görünüyor. Üstelik, Emre giderek köylülere ve ö¤rencilere karfl› h›nçlan›yor... Kabul edelim veya etmeyelim, bir de ö¤retmen taraf› var bu meselenin. Biz olabildi¤ince bu dengeyi kurmaya çal›flt›k. “Gönül Yaras›”nda, “Hakkâri’de Bir Mevsim”de tamamen ö¤retmen odakl› bir bak›fl aç›s› yans›t›l›yor. Oysa biz hem çocuklar› hem de ö¤retmeni anlatmak istedik. Bunu ne kadar baflarabildik, bilmiyorum, ama bizim derdimiz o dengeyi kurmakt›. Filmde Kürt çocuklar›n yaflad›¤› eziyet de anlat›l›yor, sistemdeki saçmal›klar da. Ö¤retmen de bu sistemin kurban›, çocuklar da. ‹lginçtir, Kürt izleyici ö¤rencilerle özdeflip “hepimiz bu haldeydik” derken, Türk izleyiciler daha çok ö¤retmenle özdefllefliyor. Evet, filmde ö¤retmenle birlikte gittik köye ama, ö¤retmen karneleri da¤›t›p dönerken biz köyde kalmaya devam ediyoruz. O nedenle, film boyunca köyün d›fl›na hiç ç›karm›yoruz izleyiciyi. Öte yandan, müfredattaki s›n›f körü yaklafl›mlar da dikkat çekici. Ö¤retmen çocuklara “çikolata” gibi sözcükleri soruyor ama, o çocuklar Türkçe bilseler de bu sözcükleri anlayamayacakt›. Çocu¤a “hayalinizdeki uzay› çizin” diye soruyor ö¤retmen. Çocu¤un çizdi¤i fley, bir cami ve tek katl› ev. Saçmal›k fluradan bafll›yor: Köyün ortas›na bir okul yap›p yan›na da bir bayrak dikiyor devlet ve “buras› benim alan›m” diyor. Fakat o bayrak ve okul d›fl›nda, köyde devlete ait hiçbir fley yok. Emre üç y›l orada kalaca¤› halde, neredeyse okul bahçesinin d›fl›na hiç ç›km›yor. Adana’da filminiz kurmaca filmlerin yar›flt›¤› ana bölüme al›n›nca tart›flmalar ç›kt›. Siz “‹ki Dil Bir Bavul”u hangi kategoriye koyuyorsunuz? Biz öyle bir ayr›m yapm›yoruz. Nihayetinde bu bir anlat› ve bütün anlat›lar kurmacad›r. Kameray› kurdu¤unuz yer, yapt›¤›n›z montaj, onun bir kurmaca olmas›n› sa¤l›yor zaten. Ama biz y›llard›r gerçek insanlar, gerçek olay örgüleri ve gerçek mekânlar üzerinden yol al›yoruz. fiimdi bak›nca, Türkçe e¤itim görmemifl olmay› ister miydin? Kesinlikle, anadilimde e¤itim görmüfl olmay› tercih ederdim. ‹yi bir ortaokul ve iyi bir liseye gitti¤im için k›smen flansl› az›nl›¤›n içindeyim. Ama binlerce Kürt çocu¤u, bu travma yüzünden okula devam edemedi. Bunun e¤itimin kalitesiyle ilgisi yok asl›nda, e¤itimin diliyle ilgili. Bizim için Türkçe büyük travma. Hiç unutmam, ilkokulu bitirdikten sonra ailem beni Trabzon’a yollad›. ‹lk dersimiz Türkçeydi. Ö¤retmen “bir elin nesi var, iki elin sesi var” atasözü hakk›nda kompozisyon yazmam›z› istemiflti. El, atasözü, kompozisyon sözcüklerini bile bilmiyorum ki! Oturup a¤lam›flt›m. Kürt çocuklar› hayata de¤il, Türkçe hayata bir s›f›r yenik bafll›yor. Bizim Türk çocuklar›yla eflitsizli¤imiz, anadilde e¤itim görmememizle bafll›yor.
Söylefli: ‹rfan Aktan – Ahmet Gürata
dat tamamen Ankara veya ‹stanbul’da yaflayan çocuklar dikkate al›narak haz›rlanm›fl. B›rak bu çocuklara müfredat› ö¤retmeyi, daha Türkçe ö¤retememiflsin.” Ö¤rencilere “çikolata”, “nane” gibi sözcüklerin anlam›n› soruyor, ö¤renciler bofl bofl bak›yor... Benzer sahneler o kadar s›k yaflan›yor ki, bir süre sonra ortadaki absürdlü¤e al›flmaya bafll›yorsun. Çikolatay› anlatmaya çal›fl›yor, pasta diyor, ama çocuklar pastan›n ne oldu¤unu da bilmiyor ki! Filme bafllarken kurdu¤unuz çerçeveye uymayan noktalarla karfl›laflt›n›z m›? Hay›r, bütün bunlar› bekliyorduk. Ama Emre’nin köylülerle iletiflimi kesece¤ini tahmin etmemifltik. ‹lk bafllarda birkaç defa akflam oturmalar›na gidiyor. Küçük bir k›z›n parma¤› yaralan›yor, Emre tentürdiyot sürüyor. Akflam da onlar›n evine gidiyor. Biz de o s›rada çekime bafllad›k. Bir anda, baba Türk-Kürt meselesini anlatmaya bafllad›. Bizim aç›m›zdan çok iyi bir tesadüf oldu. Kar konusunda ciddi s›k›nt› yaflad›k. Bir türlü kar ya¤mak bilmedi, sadece bir gün ya¤d›. Bütün karl› görüntüler o güne ait. Köylülerin ve çocuklar›n okula ilgisizli¤inin kayna¤›nda ne yat›yor sence? Okul 1974’te aç›lm›fl, flu ana kadar sadece bir ö¤renci liseye gitmifl. Zorunlu e¤itim bu. Devlet “gönderin” çocuklar›n›z› diyor, onlar da gönderiyor. Bu kadar. Her aile biliyor ki, çocuklar› ilkokulu bitirdikten sonra, yaz›n mevsimlik iflçi olarak Akdeniz’e, k›fl›n da çöplerden k⤛t toplamak için ‹stanbul’a gidecek. Size nas›l yaklafl›yordu köylüler?
gan an Mun h t ler a r u M , hikâye
ler Eldiveebiynat, Öykü, 168 sayfa
ir derin ama da hakfl a Y r: lar diyo evam e — kad›n ›nda, yeleri d ren on hikâye kk â a ik h h i n m Munga mler içe iflkilerin gerili n de le z ö a g b kli , il ve ze ve inceli kler hakk›nda n›n geçicili¤i rke ma k›nda, e r hakk›nda, za kk›nda… le ha n y ›" ebeve almas turup k o " e c öyle Çetin
d Metis E
iye y, Feth a n › t l A ül Ayfle G
r 0 sayfa TorupnlumlaFelsefe, Söylefliler, 24 b›, yaflad›¤›m›z top›fl--
asi tart m kita neanne inin, siy n d A je t› bia n 'i tr Çetin it bir t›rlatm›fl ya Fethiye rihine a sani yan›n› ha e ta 't 5 ›n 1 k 9 ya › in leri 1 raklar›n lgede b›rakt›¤ ri, nine simile edille e d e ö d g eni da a malar›n da Erm lm›fl, ya kuyacaks›n›z. kitapta nlaflt›r› o a i m n lü ri s ze. Bu le ü e i ne kasinde m n hikây âyelerin nas›l ik h i da önce ›lm›fl torunlar› d n lar ke r bizi al›fl aflayan bu s›rla ameye ç iye'de y tü örtülüyor, kurtulm rk ü n T a d n n s u ü s u n Bugü ri e c ¤e ork or, nele bir gele erçek k dar biliy alanlardan, g eden bar›flç›l r... r? Y üzleflm r bunla etkiliyo imizle y anlat›la ifl n m ta ç a e rl g dan, ›z› hat› yaca¤›m varama
o Tarih T
thmann Ralf Ro ar›nda
r Geyi1k64lseayfa
en uman, DeniezbiyKat, Öykü, Çeviri: Ogün D › yay›mlad›¤›m›z aAbl-›.
roman›n öykü kit r Ifl›k adl› an bu kez bir le ç n e G n kesit e ’d nc mann ferinde s th o o Daha ö R tm a lf taflra zar Ra yküleri. man ya Almanyas›n›n insan ö " z k ü ü ç m ü ü Gün ›c› "k n al›n çarp sunan y Ojeman
d Metis E
orge vin, Ge l a C m Willia iyle
Beyn Neil'in lar a I KonuflmD‹L‹N S‹N‹RSEL DO⁄AaSyfa
372 s CE VE di l Koca, DÜfiÜN ut, mad iri: Güro v e Ç , lara som lik araim ru il o B s s u ti Me ben ah› fl reyin ile yin cerr edir? B ürken, hissede g ile be n lo ç ro in ö il n B n ü er Bir r: fl tl a ü e rl d y o faali ‹nsan r ar›y e hangi ri ki var? d cevapla le ifl in n il n e y ir d e b e as›l sel n rken b ik a z ›l fi lg s›nda n n a in › d r› ya da dünyay al bozuklukla flurken s u ken, d›fl h n u o R k ider? ilir ve sürüp g ›l ö¤ren Dil nas r olup biter? ? ir rd nele nele eyinde lerken b
r Kafada Cemal ifl
r im Kim va da yo¤ iken V‹fi VE HATUN ER a biz bur LI: YEN‹ÇER‹, TÜCCAR, D
fa SMAN n ol200 say DÖRT O yas›nda elsefe, F m lu nl› dün ›z. Cemal p a o T m s h O ri Ta ›llar ks›n 7. yüzy kuyaca e ve 16. ve 1 rt flahsiyeti o , arflivlerd n›ta p r, a o ö ›y Kit d fl l› › ya a z a ç a eyle lara d mütev malzem ldu¤u kaynak dukça tem, ik n ir ö p y r am de bu ayd›¤› n s ri " le sü Kafada e ¤ n a fl›yor. O k gözlü kütüph da u¤ra k, yeni in "uza yazma in la ç y h r› ri ozara cak ta orunla yor, an lsefe s rimizi b a ve fe ndaki ezberle m ig . d p para usu ir kita rihi kon t eden b manl› ta ünmeye dave düfl bafltan
metis
KARATREN: OLCAY CANBULAT (24 A⁄USTOS 1969 - 9 EYLÜL 2009)
Futbol iktidardan kurtar›labilir mi? 9 Eylül 2009’da, Ege Üniversitesi’nde görev yapan bir akademisyen dostumuzu çok genç yaflta yitirdik. Dünya Kupas› eleme maçlar›n›n yaratt›¤› tart›flmalar gündemdeyken, olayl› ‹sviçre - Türkiye millî maç›n›n ard›ndan yaflanan faflizan manzaralar üzerine yazd›¤› bir denemesini naklediyor, kendisini sayg› ve sevgiyle an›yoruz... ald›rganl›¤›n ve fliddetin denetlenemez boyutlara ulaflmas›, meflru gerekçelere dayand›r›lmas› ve hatta millî müdafaa olarak alg›lanmas›, günümüzde futbolun sadece bir oyun olarak tan›mlanamayaca¤›n› bir kez daha do¤ruluyor ve “adil oyun” (fair play) tan›m›n›n burjuva vurgular›n› yeniden a盤a ç›kar›yor. De¤inece¤imiz örnek, savafl metaforlar›yla tan›mlanabilecek ölçüde yo¤un fliddeti içeriyor. Türkiye - ‹sviçre millî tak›mlar›n›n 2005’teki karfl›laflmas›, Türkiye’nin futbol tarihi aç›s›ndan yo¤un fliddetle karfl›lafl›lan ilk örnek de¤il. Son örnek olmas›n› ümit etmek de safdil bir iyimserlik. fiiddetin ve faflizmin bu denli kendini görünür k›lmas›na izin veren yönetsel kararlar›n iç karart›c›l›¤›, s›radan insan›n gündelikli¤ine “haz ve keyif” tan›mlar›yla dahil olan, kapitalizmin tüm de¤erlerini içeren futbolun fliddet, siyaset ve s›radan faflizmle olan iliflkilerini sorgulamay› gerektiriyor. Böyle bir sorgulama için, Bat›’yla karfl›laflma anlar›ndaki tarihsel afla¤›l›k kompleksini, öfkeyi yöneten bizlik duygusunu, fliddeti meflrulaflt›ran anlay›fl›, kaybetmeye tahammülsüzlü¤ü konuflmak zorunlulu¤u do¤uyor. Bu s›radan faflizm, Terim’in millî tak›mlar teknik direktörü olarak konumunu korumas›na izin veren federasyon yönetiminden onun millî flefli¤ine itiraz› olmayan futbolculara ve s›radan bireylere kadar bulaflm›flt›r. Bu iliflkinin sadece bir merkezden bulaflan de¤il, karfl›l›kl› birbirini kuran ve besleyen bir iflleyifle sahip oldu¤unu söylemeliyiz. Millî tak›mlar›n karfl›laflmalar›ndan ulusal ligde oynanan futbol karfl›laflmalar›na kadar milliyetçi hezeyana imkân tan›yan söylem, biz/öteki, dost/düflman karfl›tl›¤›na, erkek bir dile ve fliddete yatakl›k eden bir söyleme hapsolmufltur.
S
Bir savafl metaforu olarak futbol ‹sviçre’deki maç sonras›nda, kaleci Volkan Demirel, bas›n toplant›s›nda “medeniyet ülkesi” olarak bildikleri bir ülkede bunlar›n yaflanmas›n›n kendisini flafl›rtt›¤›n› ifade ederek, “‹sviçre maç›nda yaflananlar, benim dünyaya bak›fl aç›m› ve de¤er yarg›lar›m› de¤ifltirdi. Hem flafl›rd›m, hem üzüldüm. Çünkü ben ‹sviçre’yi dünyan›n en medenî ülkesi olarak görüyordum” dedi. Bu aç›klama, Türkiye’nin toplumsal, siyasal ve kültürel patolojisinin “önce kendilerine baks›nlar” fleklindeki fliar›n› tekrar eden bir ortak söyleme yaslan›yor. Hemen her uluslararas› maçta rakip tak›m›n marfl›n› ›sl›klayan Türkiye seyircisinde abart›l› bir millî marfl duyarl›-
50
l›¤› yarat›lmas›, olaylar›n bafl›ndan itibaren, Terim’in bir sonraki savafla güç kazanmak için üretmeye bafllad›¤› stratejilerin ilki gibi görünmektedir. Nitekim ikinci karfl›laflmada baflgösteren fliddetin flefli¤ini yapan Terim, kendine ve milletine karfl› meflru aç›klamalar›n› çoktan üretmiflti bile. ‹sviçre’de oynanan ilk maç›n ard›ndan ‹sviçre millî tak›m›n›n ‹stanbul’a var›fl›yla bafllayan fliddet olaylar›, maç›n sonunda doruk noktas›na ulaflt›. 14 Kas›m 2005 tarihli Milliyet gazetesinin “‹sviçre tak›m› ‹stanbul’a geldi, yer yerinden oynad›” bafll›kl› haberinde olaylar›n detaylar› flöyle aktar›l›yor: “Çok say›da
Bourdieu, “fair play” kavram› için flunlar› yaz›yordu: “Oyun taraf›ndan aldat›lmaya, oynad›klar›n›n bir oyun oldu¤unu unutacak kadar izin vermeyenlerin, ‘rol karfl›s›ndaki mesafe’yi korumay› bilenlerin oyun oynama tarz›.” Türk taraftar›n protesto gösterileriyle karfl›lanan ‹sviçre kafilesi, Atatürk Havaliman›’nda güvenli¤in sa¤lanmas› için bir süre bekletilirken, çevik kuvvet polislerinin oluflturdu¤u kordon içinde havaliman›ndan ç›kar›labildi. Taraftarlar, ellerindeki Türk bayraklar›yla ‹sviçreli futbolcu ve teknik heyete protestoda bulundu... Havaliman›nda körü¤e yanaflan uça¤›n kap›s›n›n aç›lmas›yla birlikte d›flar› ç›kan ‹sviçre kafilesi, protestoyla karfl›laflt›. Futbolcular ve ‹sviçreli taraftarlar›n uçaktan ç›k›fl› s›ras›nda bir grup havaliman› çal›flan› körükte Türk Bayra¤› açarak slogan att›. Üzerinde ‘Welcome to Hell, 5-0’ yaz›l› döviz açan Havafl çal›flanlar›ndan oluflan bir grup, ‹sviçreli futbolcular› protesto etti.” Protestolar, küçük gruplar›n futbolcular›n otobüsüne yumurta ve ayran atmalar›yla devam etti. Olaylar üzerine ‹sviçre millî tak›m› ayn› akflam yapaca¤› antrenman› iptal etti. Millî Tak›mlar Sorumlusu Davut Diflli’nin Türkiye millî tak›m› ‹sviçre’den döndükten sonraki aç›klamalar›, zaten öfkenin en fliddetli ifadelerini içeriyordu: “Ektiklerini biçecekler. Kad›köy’de onlar› y›ld›racak her yola baflvurmal›y›z. Herkes sahaya at›lan maddelerden ötürü ‹sviçre’nin alaca¤› cezay› soruyor. Ne yazar ki! Önemli olan 2006’ya gitmek. Ben de ceza al›p gideceksem raz›y›m. ‹sviçre’de seyirci ne gerekiyorsa yapt›. Onlar pislik yapt›ysa, gerekirse biz de yapal›m. Sahaya odun atal›m demiyorum ama, onlar› y›ld›racak her türlü yola baflvurmal›y›z. O gün statta çok farkl›, çok inançl› 60 bin kifli istiyoruz. Tribünlerde seyirciden ziyade fanatik istiyorum, deli
‹letiflim, iktidar, devlet, beden, cinsiyet, medya ve bunlar›n birbirleriyle iliflkileri üzerine çal›flan Olcay Canbulat, Ege Üniversitesi RadyoTelevizyon bölümünde yard›mc› doçentti.
taraftar istiyorum.” Burada ola¤anüstü hal ilan edilerek kriz tan›m› yap›lmakta ve savafl› üretecek öfkenin yönetimine giriflilmektedir. Düflmana aç›lacak savafl›n taktikleri bir bir say›lmakta ve ordular, en sald›rgan ve donan›ml› halleriyle savafl alan›na ça¤r›lmaktad›r. Savafl koflullar›nda, savafl› kazanmaya yönelik her türlü giriflimin meflrulu¤u ilan edilir. Fatih Terim’in maç›n ertesinde yapt›¤› aç›klamalar da “bu ülke için her fley mübaht›r” fliar›n› do¤rular ve bu ülkenin millî ideallerini gerçeklefltirebilme ülküsünü yüceltir: “Kim ne yapt›ysa ülkesi için yapt›, do¤ru ya da yanl›fl. Sorumlu bir mevkideyim, sorgulanmal›y›m. En az›ndan ben kendimi sorguluyorum. Muhakkak olanlarda benim de pay›m olmufltur. Olaylar› engelleyebilir miydim, kendime ilk günden beri soruyorum, hâlâ da sormaya devam ediyorum.” Bu, ülkesinin idealleri için savaflan bir kumandan›n ma¤rur tonudur. Terim, devam ediyor: “Biz hatam›zla sevab›m›zla bu ülkenin çocu¤uyuz. Hata yapmaya devam edece¤im. ‹nsan kendi hayat›nda hofl olmayan olaylar› hiç istemez, ancak zaman zaman tats›z fleyler oluyor. Karakterimizden ödün vermeden, ama geliflerek buralara geldik. Sevab›m›z›n hatalar›m›zdan daha fazla oldu¤unu düflünüyorum.” Ve adeta, bir ordunun flanl› neferi olarak onurlu bir hizmeti yerine getirmifl olmakla övünüyor. ‹stanbul’daki karfl›laflman›n sonucunda yaflanan olaylar›n ard›ndan, Türkiye bas›n›nda, Türkiye millî tak›m›n›n F‹FA’dan alaca¤› ceza tart›flmalar›, en az maç›n olaylar›na iliflkin tart›flmalar kadar yer alm›flt›r. Hatta Haluk Ulusoy cezayla ilgili kulis çal›flmalar›na giriflece¤ini, gerekirse el öpece¤ini ve Spor Bakan› ve Baflbakan’dan konuyla ilgili görüflme talep edece¤ini aç›klam›flt›r. Elbette, F‹FA’n›n verdi¤i alt› maç seyircisiz oynama karar› a¤›r ve beklenmeyen bir karar olarak yorumlanm›fl ve Türkiye’nin her zaman oldu¤u gibi uluslararas› arenada haks›zl›¤a u¤rad›¤›n› tekrar eden ifadeler gündeme yerleflmifltir. Bu örnek olay, futbolun sadece futbol olmad›¤›n› hat›rlat›yor. H›rs, öfke, düflmanl›k ve en çok da savafl kavram›n› ça¤r›flt›ran anlamlar›n merkezine yerleflen ve tüm bu tan›m ya da kavramlar›n millî duygular ad›na temize çekildi¤i bir anlama ulafl›yor. Futbolcular›n bedenine yönelen fliddet, savafl durumunda insana yönelen fliddeti meflru sayan ola¤anüstü durum tan›mlar›ndan besleniyor.
Futbolun içinden düflünmek Pierre Bourdieu, “fair play” kavram› için flunlar› yaz›yordu: “Oyun taraf›ndan aldat›lmaya, oynad›klar›n›n bir oyun oldu¤unu unutacak kadar izin vermeyenlerin, Gofmann’›n deyifliyle, gelecekteki yöneticilere vaat edilmifl bütün rollerin bir parças› olan ‘rol karfl›s›ndaki mesafe’yi korumay› bilenlerin oyun oynama tarz›...” Spor, çok farkl› iktidar alanlar›n›n
yönetti¤i bir alan. Hatta daha da önemlisi, bu iktidar alanlar›n›n en merkezine yerleflmifl ve kendisi bir iktidar prati¤ine dönüflmüfl durumda. Spor-iktidar iliflkisinin formlar›ndan birini, biyo-siyaset kavram›ndan türetilen ve ulusal bünyeyi tikel bedenlerde simgelefltiren, onlarla temsiliyet iliflkisi kuran iktidar alan› olarak anl›yoruz. Michel Foucault, 19. yüzy›lda iktidar›n yaflam›n sorumlulu¤unu üstlendi¤ini, bir yanda disiplin teknolojilerinin, di¤er yanda düzenleme teknolojilerinin çifte iflleyifliyle, “organik olandan biyolojik olana, bedenden nüfusa varan bütün yüzeyi kaplamay› baflard›¤›n›” ifade ediyordu: “Demek ki hem bedenin hem de yaflam›n, beden ve nüfus kutuplar›yla birlikte genel olarak yaflam›n sorumlulu¤unu yüklenen bir iktidar›n içindeyiz. Buna göre, uygulan›fl›n hemen s›n›r›nda beliren paradokslar›n› an›nda saptayabilece¤imiz biyo-iktidard›r bu.” Foucault’nun biyo-iktidar olarak tan›mlad›¤› modern iktidar teknolojisi, bireyde kolektif bir vicdan› ve ortak bir ulus duygusunu gerçeklefltirmek için, belirli görev ve sorumluluklar›n yerine getirilmesi ça¤r›s›yla kurulan bir öznelefltirme teknolojisi olarak anlafl›labilir. ‹ktidar›n öldürme hakk›n›n yaflatma hakk›n› öne ç›kard›¤› modern dönemle birlikte, tek tek bireylerin ve bütün bir toplumun yaflam›n› normlarla örgütleyen ve disipline eden iktidar düzene¤i, ulus-devlet aç›s›ndan vazgeçilmez bir önem tafl›yor. Özellikle spor gibi güçlü temsiliyet iliflkileri içeren ve simgesel olarak üretilen millî de¤erlerin yüceltilmesine imkân tan›yan bir alan, her fleyin üstünde, ulus-devletin referanslar›ndan besleniyor. Ulusun idealleri, millî müdafaa doktrini, düflmanl›k paranoyas›, iktidar›n kendini etkin ve üretken k›ld›¤› bir hakikat düzene¤inin bireyin bedeni-
ne ve toplumsal bünyeye do¤ru geniflledi¤i, onu bütünledi¤i ve denetimi alt›na ald›¤›, ayn› zamanda üretken k›ld›¤› söylemin ana referanslar›n› teflkil ediyor. Uluslararas› kurulufllar›n cezaî yapt›r›mlar›, fliddet karfl›t› kampanyalar, taleplerini, d›flar›dan kurumsal denetleme mekanizmalar› arac›l›¤›yla yürürlü¤e koyar. Fakat böylesi yapt›r›mlar, zafer kazanman›n her fleye ra¤men kutsall›¤›n› ilan etti¤i bir dünyada çoktan etkisini yitirmifl gibi görünüyor. Normlar›n kuflatt›¤› bir alan, bireyin bireyli¤iyle, kendili¤iyle ilgili kayg›s› ve eti¤iyle afl›labilir. Ulusal idealler ve millî zaferler u¤runa giriflilen her mücadelenin zaferle sonuçlanmas› gerekti¤i fleklindeki dogma, uluslararas› karfl›laflmalarda kutsallaflt›r›lm›flt›r. Spor seyircisinin, teknik kadrolar›n ve sporcular›n bu büyük idealle (millî zafer ideali) içsellefltirilmifl iliflkisinin tersine çevrilmesi imkâns›z m›d›r? Bireyi, kendi etik ilkelerinin yönetti¤i bir kendilik bilgisi ve eti¤iyle, evrendeki fliddete ve hegemonik güçlere karfl› direnifl konumunda tutabilecek bir sorgulama biçimini telaffuz etmemiz gerekiyor. Giorgio Agamben’in ifadeleriyle bitirelim: “Düflünce yaflam biçimidir, biçiminden ayr› tutulmayan yaflamd›r; ve bu ayr›lmaz yaflam›n içtenli¤inin göründü¤ü herhangi bir yerde, en az kuramda oldu¤u kadar bedensel süreçlerin ve al›fl›ld›k yaflam biçimlerinin maddîli¤inde, orada ve sadece orada düflünce vard›r. Ve ç›plak yaflam›, kendisini geçici olarak örten ve onu ‘haklar›yla’ temsil eden ‘‹nsan’ ve ‘Vatandafla’ b›rakt›ktan sonra gelecek politikan›n tek merkezi ve yol gösteren kavram› haline gelmesi gereken fley, bu düflünce, bu yaflam biçimidir”. Olcay Canbulat
Eski dostlarla nefleli muhasebe
Müzik dolab›
Pearl Jam / Backspacer (Monkeywrench) earl Jam’in a¤ustos ay›ndaki Toronto konserine aç›l›fl› yapacak olan Ted Leo s›n›rda tak›l›p gecikince, Eddie Vedder ve arkadafllar›n›n içine sinmemifl, birer ikifler sahneye ç›k›p, kâh cover çal›p, kâh jam yap›p seyircilerini aç›l›fltan mahrum etmemifller... fiimdi... “Backspacer”, Pearl Jam’in dokuzuncu albümü... Prodüktör Brendan O’Brien ile y›llar sonra bir araya geldikleri bu en k›sa plaklar›, ismini bir daktilo tuflundan al›yormufl. Vikipedi’deki bilgiye göre Vedder, bu ismi seçmelerinin sebebini albümde bir geçmifl/gelecek muhasebesi yapmalar›na ba¤lam›fl. Bizim bildi¤imiz, bu muhasebeler genelde gözü yafll› olur. Oysa burada Vedder’in en ayd›nl›k sözlerini (“Vitology”den beri bir albümün tüm lirikleri ilk kez ona ait) yaz›p grubun en “nefleli” bestelerine imza att›¤›n› görüyoruz. Tuhaf m›? De¤il! Çünkü orkestram›z›n aln› ak, geçmifllerinde yanl›fllar› yok, bu bir. “Riot Act” ve “Pearl Jam” ile iki albümdür karfl›lar›nda durduklar› Bush politikalar›ndan kurtulmufllar, Obama’n›n baflkanl›¤›yla gelece¤e umutla bak›yorlar, bu da iki. “Backspacer” dört
P
10 albüm 7 Worlds Collide The Sun Came Out Echo & The Bunnymen The Fountain Ian Brown My Way John Hammond Rough & Tough Mark Knopfler Get Lucky Nick Cave & Warren Ellis White Lunar Os Mutantes Haih Or Amortecedor Ömer Faruk Tekbilek Ra Re Elements Tinariwen Imidiwan Y.A.S. Arabology
5 flark› Bandista Yan Babilon Eren Kaz›m Akay Hop Hop Hop Ry Cooder Chinito Chinito Shantel Planet Paprika Sinead O’Connor Downpressor Man
Kürtlerle dans
Günefli içenlerin albümü Serap Ya¤›z & Sular›n U¤ultusu / Günefl fiark›lar› (Atefl Müzik) aner Öngür, bir süredir el verdi¤i Serap Ya¤›z & Sular›n U¤ultusu grubuyla beraber geçen flubat ay›nda düzenlenen Günefl Enerjisi Teknolojileri fuar›na kat›ld› ve flark›lar›n› günefl enerjisiyle icra etti. Genellikle antoloji.com adl› internet sitesindeki amatör flairlerin fliirlerinden bestelenen günefl temal› flark›lar, bu sefer, aktivist bir niyetle, albüm halinde elimizdeler. Konuklar, Hayko Cepkin ve Mor ve Ötesi’nden Harun Tekin. Gayet sade ve oturmufl bir icrayla, bu dünyan›n güzelliklerinin, ›fl›¤›n›n solup gitmemesi için büyük bir çaba, ihmale gelmez bir tarihsel müdahale “Günefl fiark›lar›”. Ayr›nt›lar Roll Özel Say›’da, Taner Öngür söyleflisinde... – Merve Erol
T
adet Ramones’vari parçayla bomba gibi bafllay›p, ard›ndan Vedder’›n Sean Penn filmi “Into the Wild” soundtrack’ine yapt›¤› folk flark›lar›n›n benzerleri ya da “Unthought Known” gibi orta tempolu ama sert parçalarla devam ediyor. Vedder’›n dolambaçl› dili, yerini daha do¤rudan hikâyelere b›rakm›fl. Mutlu bir evlilik sürdürdü¤ü efline yazd›¤› “Just Breathe” ekibin yayl›lar› iflin içine soktu¤u ilk parças› olmufl: “Sana ihtiyac›m oldu¤unu söyledim mi? / E¤er söylemediysem ne de aptalm›fl›m.” Bu gibi seçimler grubun sound’unu zaman zaman fazlas›yla mainstream’e yaklaflt›r›yor elbette... Bu elefltirilebilir olsa da, çok dert etmeyip bafltaki minik hikâyeye dönelim deriz. K›p›r k›p›r ilk single’lar› “The Fixer”da flöyle diyorlar: “Karanl›k çöktü¤ü zaman bir fleylerin üstüne, ayd›nlataca¤›m / Bir fleyler so¤ursa küçük bir atefl yakaca¤›m / Ola ki bir fleyler eskir, biraz parlataca¤›m / E¤er bir fleyler yok olursa geri getirmek için savaflaca¤›m.” Ne zaman ihtiyaç duysak, Pearl Jam’in ilk günkü hevesi ve avuç avuç güzel flark›s›yla bir yerlerden f›rlay›p gelece¤ini bilmek hakikaten yüre¤imize su serpiyor. Nice nice albümlere! – ‹lker Aksoy
I Love Kurdish Music (Suna Bar) öyle bir albüm do¤al olarak o flark›yla bafllamal›yd›. Ahmet Kaya’n›n magazinciler gecesinde müjdeledi¤i “Karwan”la. Ve Kürt müzi¤inin en büyük ustas›yla da bitmeliydi, fiivan Perwer’le. Önce kendi bildi¤i yöntemlerle aranje edilen “Heybiyênin”le, ama finale yak›fl›r flekilde DJ Gazi’nin remiksledi¤i “Mihemedo”yla as›l... Almanya’da Suna Bar Plakç›l›k taraf›ndan derlenen “I Love Kurdish Music”, son y›llarda, özellikle Avrupa’daki genç göçmen Kürtler eliyle gelifltirilen müzik âlemine, özellikle elektronik imkânlarla gelifltirilen flark›lara odaklan›yor. Ahmet Ka-
B
ya’dan sonra saz› eline gençlerin büyük öncüsü Nizamettin Ariç al›yor, üstelik Nils Petter Molvaer’le birlikte. Sonra Köln merkezli Koma Mizgîn ve Mehmet Akbafl, Koma Dengê Azadî’den tan›d›¤›m›z Mehmet Atl›, ‹talya’da yaflan Güney Kürdistanl› grup Third Planet, Viyana’dan Karuan, Danimarka’dan Masoud Mohammed ve DJ Gazi Peker, ve tabii Agirê Jiyan, ve tabii –bu sefer Orient Expressions’la– Aynur Do¤an... Bu ülkede hâlâ “Kürtçe dil de¤ildir” diyenlerin gözüne sokmak, Kürtçenin kendine has sesini güzel modern flark›larla duymak için flahane derleme. – M.E.
Karatren: Faflizme karfl› Sosa, s›radanl›¤a karfl› Atasoy Yeni fiark› hareketinin en etkili seslerinden biriydi. Sessiz y›¤›nlar›n sesiydi. Arjantin’den ve bütün bir Latin Amerika’dan bafllayarak dünyan›n bütün hak ve özgürlük mücadelelerine sesiyle destek verdi. Plaklar› Grammy’ler alacak kadar yayg›nlaflt›, Avrupa ve Amerika’da büyük turnelere ç›kt›, Latin folklörünü seneler boyu ayakta tuttu. Hayranlar›n›n ona takt›¤› isimle La Negra, böbrek yetmezli¤i sebebiyle 4 Ekim’de, 74 yafl›nda bu dünyadan göçtü. Latin Amerika ve Karayipler UNESCO iyi niyet elçisi Sosa’n›n “Balderrama”s›n› son olarak Soderberg’in “Che” filminde dinlemifltik. Kendisini sevgiyle u¤urluyoruz: Gracias a Mercedes Sosa la vida! Seni bize arma¤an etti¤i için... (1935 - 2009)
52
Sirozun ard›ndan yakaland›¤› karaci¤er kanserine teslim olan Orhan Atasoy’un vefat haberi, tedavi gördü¤ü Amerika’dan geldi. Güzel Sanatlar Heykel formasyonlu Atasoy, ‘70’lerde ‹stanbul ve Ankara rock çevrelerinde kelimenin tam anlam›yla 盤›r açm›flt›. Sadece 盤›r de¤il, bilinçleri de açm›flt›. Asit lâkab› bofluna de¤ildi. Türkiye’nin Timothy Leary’siydi. Motor tutkunuydu. Y›llarca tek tük baz› gruplarda kendi müzi¤ini ayakta tuttu, nihayet 1993 tarihli albümü “Yanm›fl›z”da kendi imalat› gitar› ve amfisiyle flark›lar›n› ebediyete b›rakt›. Kendisine Taner Öngür, Kerim Çapl›, Fuat Güner, Turgut Berkes gibi eski dostlar efllik ediyordu. Çok ünlenen “Gemiler” o albümdeydi. Geçenlerde yay›nlanan Orhan Atasoy “1980-2001” albümü raflarda, sesi kula¤›m›zda... (1949 - 2009
desen: Arslan Ero¤lu
ALO, JOHN BERGER...
Salyangoz misali Güzel bir tesadüf oldu, kendimizi telefon bafl›nda John Berger’la söylefli yaparken bulduk. Bunca y›ld›r okudu¤umuz bir yazarla, bafltac› yapt›¤›m›z bir insanla ayaküstü nas›l konuflulur, neler sorulur? Topu flark›lara att›k; o da öyle yapmaz m›, meram›n› anlatmak için zaman zaman flark›lara müracaat etmez mi? Biz de Tom Waits’in “Telephone Call From Istanbul”undan girdik, Schubert’in “Du Bist Die Ruh”undan ç›kt›k. Söylefli böyle flark›l› olunca –üstelik ayaküstü diye bafllay›p longplay’leflince– adresi de Roll oldu, müzik-edebiyat özel say›s›na kapak oldu. Tad›ml›k bir seçkiyi huzurlar›n›za getiriyoruz, merakl›s›na da Roll’daki uzun havay› öneriyoruz. “A¤layan Çocuk” diye bilinen posteri Türkiye entelektüellerinin gündemine siz getirmifltiniz. Murat Belge, “Bir Poster” (“Tarihten Güncelli¤e” kitab›nda) bafll›kl› yaz›s›nda sizin o postere dikkat çekti¤inizi söylüyor. Sar›fl›n bir çocuk, bir gözünde bir damla yafl var. John Berger: Evet, evet, o posteri hat›rl›yorum. Dickens’vari, öyle de¤il mi? Evet, Dickens’vari, do¤ru... Dickens ac›ya duyarl› bir yazard› –kendi kiflisel ac›lar›na de¤il, baflkalar›n›n ac›lar›na duyarl›yd›. Günümüzün egemen kültüründe, tüketim kültüründe, özellikle de göreli olarak müreffeh ülkelerde ac› yok say›l›yor. Ama sanat ac›y› yok saymaz, sayamaz, baflkalar›n›n ac›s›na kay›ts›z kalamaz. Dickens, yoksullu¤u anlatan bir yazard›. Alt s›n›flar, emekçi s›n›flar Dickens’la birlikte romana girdi. Aradan geçen zaman içinde Dickens’›n anlatt›¤› türden bir yoksullu¤un geçmiflte kald›¤›na inan›ld›. Oysa bugünün dünyas›nda, gezegenin dört bir taraf›nda, feci bir yok-
54
sulluk kol geziyor. Bu yeni yoksulluk, flimdiye kadar görülmemifl bir nicelikte ve derinlikte. Bu durum Dickens’› modern, ça¤dafl bir yazar yap›yor... Ekonomik Faflizm Üzerine Düflünceler” adl› yeni bir kitab›n›z›n yay›nland›¤›n› duyduk. O bir kitap de¤il, bir broflür sadece. Tipik bir sokak broflürü. Açgözlülük ve kâr tutkusu üzerine kurulu bu kültür, neoli-
Neden hâlâ Marksistim? Kapitalizmin dünyay› cehenneme çevirdi¤i art›k herkesin malûmu. Kapitalizmin, özellikle günümüzün finansal kapitalizminin felaket üreten süreçleri ortadayken Marx’› kim görmezden gelebilir? beralizm olarak an›l›yor. Ama ben ona “ekonomik faflizm” diyorum. Neoliberalizme “ekonomik faflizm” demeniz çok yerinde, ama kimilerince abart›l› bulunacakt›r herhalde. Yazd›¤›m her kelimeyi çok, ama çok dikkatle seçerim. Faflizm kelimesini seçti¤ime göre, neoliberalizmin bu kelimeyi
hak etti¤ine inan›yorum, abartt›¤›m› hiç sanm›yorum. Elbette elefltirecekler, ama kimin umurunda! Elefltirmezlerse utanç duyar›m. (gülüyor) Öyle bir broflür, elbette piyasac›lar›n hiç hofluna gitmeyecektir. Ama onlar da hakikatin ekonomik faflizm oldu¤unu pekâlâ biliyorlar. Zapatista Marcos’un, sizin kitaplar›n›z› Chiapas’l› çocuklara okuyormufl. Öyle mi hakikaten? Baz› kitaplar›m› çocuklara okudu¤unu biliyorum, çünkü bunu konufltuk Marcos’la. Özellikle köylüler hakk›nda yazd›¤›m üçlemeyi (“Bir Zamanlar Europa’da”, “Leylâk ve Bayrak”, “Domuz Toprak”) okuyormufl. Muhtemelen bildi¤iniz gibi, birkaç ay önce Chiapas’tayd›m, Marcos’la söylefliler yapt›m, resimlerini çizdim. Yüz yüze nas›l biri, sizde nas›l bir izlenim b›rakt›? Ona büyük sayg› duyuyorum. Çok önemli bir kiflilik. Siyasal düflüncenin kelime haznesini, kavramlar›n›, dilini de¤ifltirdi. Ve bu, bugün hayatî önemde. Genel olarak siyasal söylemin, özel olarak da solun söyleminin içi boflalm›flt› tamamen. Gerçeklikle iliflkisi kalmam›flt›. Bu yüzden insanlar›n siyasal süreçlere kat›l›m› son derece düflük ve giderek daha da düflüyor. Marcos yeni bir siyaset dili keflfetti, daha do¤rusu, icat etti. Dahas›, siyasal düflünceye yeni bir zaman perspektifi getirdi. Neoliberalizmle taban tabana z›t bir perspektif bu. Çünkü neoliberalizm “flimdi”yle ve yak›n vadeyle ifltigal eder. Borsa ifllemleri ve spekülasyon öyle gerektirir çünkü. Marcos’un zaman anlay›fl› ise yavafl ve uzun vadeli. Zapatistlerin sembollerinden birinin salyangoz olmas› bofluna de¤il. Salyangoz yavafl hareket eder, fakat topra¤›n sesini dinler. Efsane o ki, insan›n kalbine girebilen bir hayvand›r. ‹nsan kalbinin sesini dinler, sonra ç›k›p gider, topra¤a döner ve topra¤a dinlediklerini anlat›r. Bu, bir Maya inanc›... Marcos’un üçüncü önemli özelli¤i, nihaî çözümlere de¤il, mücadeleye, mücadelenin sonsuzlu¤una inanmas›. Bulufltu¤umuzda ilginç bir durum oldu. Çeflitli sosyal ortamlarda bir araya geldik, panellerde, toplu sohbetlerde filan. ‹kimiz yaln›z kald›¤›m›zda, öngörmedi¤im, beklemedi¤im bir aflinal›k, bir yak›nl›k vard› aram›zda. Birbirimizi y›llard›r tan›yorduk sanki. Ve tuhaf bir flekilde a¤›r meseleleri, dünyan›n durumunu filan konuflma ihtiyac› duymad›k. Çok rahat, teklifsiz bir iliflkimiz oldu. Sanki uzun zamand›r dostmufluz gibiydi. Halinde, tavr›nda sizin en çok dikkatinizi çeken ne oldu? Ola¤anüstü bir sesi var –çok müzikal bir ses. Karizmas› asla bir politikac›n›n karizmas› de¤il. Sesinde zerre otorite t›n›s› yok. Bir flark›c›n›n sesi gibi, bir melodiyi takip eden flark›c›n›n sesi gibi adeta. Çok berrak, insan› rahatlatan, güven veren bir ses. Bu benim için flafl›rt›c› oldu. Çünkü çok eril bir kiflilik, sesi de çok erkeksi, fakat müthifl anaç bir ses tonu var. ‹nsan› kucaklayan, sarmalayan, ba¤r›na basan bir ses. “K›ymetini Bil Herfleyin”deki “Mekânla ‹lgili On No“K›ymetini Bil Herfleyin”deki “Mekânla ‹lgili On Not” bafll›kl› yaz›n›zda “evet, baflka fleylerin yan› s›ra, hâ-
john berger the ruh
nick cave david lynch etkisi
tom waits
otoyol kenar›nda a¤aç olmak
boris vian yüreksöken
taner öngür
hakikatli rüyalar, saykodelik gerçekler
ulafl özdemir
incelir ama kopmaz bu yol
paul auster
as›l müzikal olan nesirdir
sonat hem müthifl bir olumlamad›r, hem de hadiselerin bütün a¤›rl›¤›n› ve vahametini dile getirir. Baflka bir deyiflle, bütün olumsuzluklara ra¤men bir olumlamad›r. Yaklaflan karanl›¤›n içinde bir mum alevi gibidir. Ve o olumlaman›n içinde bir sab›r vard›r. Acil bir çözüm aray›fl› yoktur. Daha önce söylediklerimle s›k› s›k›ya ba¤lant›l› bir fley bu: Önümüzdeki 24 saati veya on dakikay› azamî özsayg› ve asgarî tavizle yaflamak, ayn› zamanda baflkalar›na sayg› göstermeyi de içerir –olup biten hadiseler her ne olursa olsun. “Gelece¤e Umutla Bakmak” üzerine konuflmadan önce o sonat› çalmam›n sebebi buydu... Çok tuhaf, çünkü geçenlerde 1943’ün Londra’s›n› an›msad›m. Londra bombalan›yordu, ben Güzel Sanatlar ö¤rencisiydim. Henüz askere al›nmam›flt›m. O günlerde The National Gallery’de konserler olurdu. Tablolar, bombard›manlardan ötürü
Beethoven’›n “Piyano Sonat›”, müzi¤in imha edilemezli¤i gibi, gelece¤e dair umutlar›m›z›n da imha edilemezli¤ini imliyor. Bu imha edilemezlik, sab›rla da âlâkal›. Siyasal olarak sab›rs›zsak, hayal k›r›kl›¤› uzakta de¤ildir. oradan ç›kar›lm›flt›. Her hafta birkaç gün ö¤le saatlerinde piyano resitalleri verilirdi. Ve yüzlerce insan dinlemeye giderdi. Genellikle Myra Hess adl› bir piyanist çalard›. Daha çok Bach’›n eserlerini seçerdi. Garip bir fley, savafl zaman›nda en imha edilemez varl›k müzikti. O flartlar alt›nda müzi¤in imha edilemezli¤i hepimize büyük bir güç verirdi. Beethoven’›n o sonat›, müzi¤in imha edilemezli¤i gibi, gelece¤e dair umutlar›m›z›n da imha edilemezli¤ini imliyor. Bu imha edilemezlik, sab›rla da âlâkal›. Siyasal olarak sab›rs›zsak, hayal k›r›kl›¤› uzakta de¤ildir. Mücadele her daimdir. Mücadelenin sonu yoktur. O sonat benim için bunlar› ifade ediyordu, onun için çald›m. Baflka bir boyutun varoldu¤unu hat›rlatmak istemifltim.
Söylefli: Yücel Göktürk
Prag’da bulunma sebebim buydu. Fischer da, ben de muhalif hareketi destekliyorduk. Dolay›s›yla, muhalif hareketin önde gelen ö¤renci liderleriyle de tan›fl›kl›¤›m vard›. O ö¤renciler, bir y›l sonra, 1969 bahar›nda bana ve bir düzine Bat›l› ayd›na haber uçurup Prag’da bir toplant›ya ça¤›rd›lar. Bir yolunu bulup gittik. Çok tuhaf bir tarihsel and›. O toplant›ya kat›lanlar, özellikle Hollandal›lar ve Frans›zlar, Bat› Avrupa ‘68’inin en idealist, en uçuk söylemlerinin fazlas›yla etkisi alt›ndayd›lar. Gelgelelim, Do¤u Avrupa’da ne olup bitti¤inin pek fark›nda de¤illerdi. Bat› Avrupa ‘68’inden mülhem çeflitli eylem biçimlerinden, protesto tarzlar›ndan bahsettiler. Derken, bir Çek ö¤renci söz ald› ve flöyle dedi: “Buraya kadar geldi¤iniz için hepinize teflekkür ederiz. Ancak derin bir uykudas›n›z. Size iyi rüyalar diliyoruz. Bize gelince, bizim meselemiz önümüzdeki 24 saati azamî özsayg› ve haysiyetle ve asgarî tavizle yaflamay› becermek. Bizim tek derdimiz özsayg›m›z›, haysiyetimizi yitirmeden yaflamak.” Bu sözler beni sarst›. O gündür bugündür “azamî özsayg› - asgarî tavizle yaflamak” mefhumu kula¤›ma küpedir. O Çek ö¤rencinin sözlerini hiç unutmad›m. Yazd›¤›m her fley bir bak›ma onunla ba¤lant›l›d›r. “fiiirin Saati”nde, “Leopardi” bafll›kl›, 1983 tarihli yaz›n›zda, Amsterdam’daki Transnational Institute taraf›ndan “Gelece¤e Umutla Bakmak” konulu bir konuflma yapmak üzere davet edildi¤inizi anlat›yorsunuz ve flöyle diyorsunuz: “Biraz da ortal›¤› kar›flt›rmak için, konuflmamdan önce Beethoven’›n (Opus 110) 31 numaral› Piyano Sonat›’n› çald›m.” Evet, evet. Konuflman›za da flöyle bafll›yorsunuz: “Siyasal düfl k›r›kl›klar›, siyasal sab›rs›zl›ktan kaynaklan›yor.” Bu sözlerinizle Beethoven’›n “Piyano Sonat›” aras›nda nas›l bir ba¤ var? O konuflmay› yapmadan önce Beethoven’›n “Piyano Sonat›”n› çald›m, çünkü o
lou g ne aye b asl› ree jat or er d • yav al›o do¤ an afl ¤lu an g l o¤ • • ee ull ka lat • ar› rin ife ut • a ka te e le ylin rak kin mp as afll› • bi er • l›m • rha m • h ayfle n k irca ayk tü esk n o c tün in ep cü kin
lâ Marksistim” diyorsunuz. Marksizm bu kadar gözden düflmüflken sizin hâlâ Marksist olman›z›n sebebi ne? Neden hâlâ Marksistim? Kapitalizmin dünyay› cehenneme çevirdi¤i art›k herkesin malûmu. Kapitalizmin krizleri saymakla bitmez: Finansal krizler, ekolojik krizler, siyasî krizler... Kapitalizmin, özellikle günümüzün finansal kapitalizminin felaket üreten süreçleri ortadayken Marx’› kim görmezden gelebilir? Marx, kapitalizmin özünü oluflturan süreçlerin analizini yapt›, kapitalizmin kaç›n›lmaz krizlerini, döngüsel krizlerini öngördü. Sovyetler Birli¤i’nin çöküflünden ve güya komünizmin tarihe kar›flmas›ndan sonra, Marx’›n miyad›n› doldurdu¤u söylenir olmufltu. Ama flimdi hiç de öyle olmad›¤› görülmeye baflland›. Özellikle genç kuflaklar›n Marx’a ilgi duyduklar›n› gözlemliyorum. Dolay›s›yla, Marx’a dönüfl oldu¤u söylenebilir. Marx, 20. yüzy›l›n büyük bölümünde yanl›fl anlafl›ld›. Köfleli çözümler öneren bir düflünür de¤ildi Kapitalizmin tarihsel sürecinin analizini yapt›, o analizler hâlâ bugünün kapitalizmine, dünyada olup bitenlere ›fl›k tutuyor. O analizler, kapitalizme nas›l karfl› konaca¤›na dair de yol gösteriyor. Ama, Marx bir çözüm program› sunmuyor. Marx’›n program›, kapitalizmin ne oldu¤una bakmaya ve onun nas›l afl›laca¤›na dair bir yöntem. ‘68’de Prag’dayd›n›z, öyle de¤il mi? Evet. Bugünden o günlere bakt›¤›n›zda, ’68 olaylar› siyasal düflüncenizde nas›l bir etki yaratt›? ‘68 devriminin Prag’daki merkezi, “Prag Bahar›”n›n öncüsü olan Literary Gazette adl› bir haftal›k dergiydi. En militan yaz›lar orada yay›nlan›yordu. Ben o s›ralarda Avusturyal› yazar ve düflünür Ernst Fischer’le çok yak›n dosttum. Fischer, Marksist bir komünistti ve savafltan hemen sonra Avusturya’da e¤itim bakan› olarak görev yapm›flt›. Onun mesajlar›n› Literary Gazette’e götürüyordum.
“Karadeniz deniz demektir, orman demektir, dereler, yaylalar demektir. Ne deniz ne yayla kald›. Karadeniz’den geriye heyelan, sel, gözyafl›, iç burkulmas› ve insanlar›n ah› kal›r. O insanlar yanlar›ndan ak›p giden derenin sesiyle büyümüfller. O ses kesilirse ç›ld›r›rlar.
Foto¤raf: Saner fien / NarPhotos
Yakup Okumuflo¤lu (Macahel vadisi sakinlerinin avukat›)