Ic33

Page 1

Yetmez, haftada 8 gün çalışılsın!

Türkiye adına Ali Babacan’ın da katıldığı Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) toplantısında

dile getirilen Türkiye’nin sözde ekonomik büyümesinden övgülerle bahseden medya, aynı toplantıda sunulan 2011

raporunu “talihsiz” bir biçimde gözden kaçırmışa benziyor. 40 üye ülke arasında yapılan araştırmaya göre:

• Türkiye haftada 45 saat ile en fazla mesai yapan ülke, Avrupa’da ortalaması ise 35 saat. • Türkiye, 15-64 yaş

arasında çalışan nüfus oranı yüzde 44.3 ile en düşük ülke. • Türkiye’de kadınların sadece yüzde 2

»

MSF’de bir hayalet dolaştı, devrim hayaleti! Aylık Siyasi İşçi Gazetesi • Sayı: 33 • Ekim 2011 • Fiyatı: 2 TL

“Devrimimiz tamamlanmamıştır. Biz rejimi yok edemedik, sadece başındaki diktatörü ve en yakınlarını kovduk. Ancak mekanizması

hala ayakta. Bu da bizi anti-kapitalist yapan unsurdur. Beraber hareket etmek, devrimi tüm dünyaya taşımak zorundayız.” 8

Rüzgâr eken her zaman fırtına mı biçer?

Rüzgâr eken fırtına biçer derler… Belli ki AKP hükümeti aynı düşüncede değil! BDP üye ve seçmenlerini gözaltı ile yıldırıp, tutuklamalar ile siyaseten bitirmeye yemin etmiş gibi hareket ediyor. 14 Nisan 2009 – 7 Ekim 2011 arası 2,5 yıllık dönemde 7 bin 748 kişi gözaltına alınmış, 3 bin 895’i tutuklanmış. Temel gerekçe bu kişilerin KCK üye ve/veya sempatizanı olması…

geldi ya da daha doğru bir şimdiden ne adı ne sanı ifadeyle gerçek anlamına kaldı geride... kavuştu. Şapka uçtu, kel Ve AKP diyor ki: “Ama göründü! halk bizi istiyor!” Her AKP hükümeti nezaiki kişiden biri onlara oy retinde gidilen tek yer vermiş! Sanırız AKP oy ile nezarethanedir. AKP’nin tapuyu birbirine karıştırileri demokrasisi bizatihi makta. Patronlar deveyi demokratik hak ve özhamutuyla götürürken, gürlükleri kullanmanın nüfusun üçte ikisi yoksulengelidir. Yurtta nezaluk, beşte biri işsizlik ile rethane, cihanda savaş! imtihan olurken, sabrın AKP hükümetinin “ileri sonu selamet çorbasını demokrasi” ve “sıfır sorun” bu emekçi halkın daha ne politikalarının vardığı son kadar içeceğini, hep birRakamlar olayın vahadurak, işte bu... Dağ fare likte göreceğiz! “Bu halk metini anlamamıza biraz doğurmuştur! nankör kardeşim!” kervadaha yardım edecektir. “Ama halk bizi istiyor!” nına kimler kimler katıldı, Açıklanan rakamlar her ay saymakla bitmez... Denize düşen yılana ortalama 258 gözaltı, 130 “Usta” olamazsın detutuklama olduğunu gös- sarılırmış! Bir darbeden medik! teriyor. Diğer bir ifadeyle diğerine sörf yapan, film Malum “ustalık” döher gün ortalama 9 BDP’ arası reklam gibi darbe arası demokrasi teneffüsü- nemindeyiz. Ustalığın üyesi KCK’li olduğu gealamet-i farikası da belli: rekçesiyle gözaltına alını- ne çıkarılan memlekette, Yaptığı işte en üst meryor ve yarısı tutuklanıyor. emekçi halk gidişattan fena halde gayri memnun tebeye çıkmak! Kendi Türk kolluk kuvvetleri bir gözaltı, Türk yargısı idi. Kokuşmuş, ticaretha- tezgâhını kuracak noktaya gelmek! Ustalığını ilan da bir tutuklama maki- ne gibi işleyen, çürümüş nesine dönmüş durum- bir politik sistem her yanı edenin kurduğu tezgâhın sarmıştı. En milliyetçisin- fikrini zikrini de biliyoruz, da. den, cumhuriyetin kurucu gizlisi saklısı yok: Adalet Ainesi iştir kişinin lafa unsuruna dek defalarca kalkınmaya tabiidir! bakılmaz! denenmekten cılkı çıkmış Diğer bir ifadeyle kalAKP hükümetinin iç po- burjuva “politika esnafı” kınmanın anahtarı adalet litikada “ileri demokrasi”, ise kendi postunu parlat- değil, adaletin anahtarı dış politikada komşularla mak ile meşguldü. Saadet- kalkınmadır. Ne kadar “sıfır sorun” politikasılerinin sonsuza dek süre- çok kalkınma, o kadar çok na ne oldu? Ne olduğu ceğine emindiler! Oysa adalet! ortada; çöktü, işlemez hale bakın bazılarının daha

Kalkınma denilen de; dünyanın en zengin 1000 aile sınıfına Türkiye’den daha fazla patronun girmesi! Patronların önünde ne engel varsa temizlenmek istenmesi de bundan dolayı. Şimdi de kıdem tazminatına el uzattılar. İşverenlerle tam bir uzlaşı varmış bu konuda da; işçi sendikalarının ikna edilmesi gerekirmiş. Akla, izana muhtaçlar, hırsızımızın bizi ikna etmesini bekleyecekmişiz.

Ustalık bahane, patronlar için her şey şahane! Adaletin kalkınma adına paspas yapıldığı bir düzenin demokrasi ve özgürlük üreteceğini ummak için gerçekten çok çaresiz olmak gerekir. Bir nevi, ya tutarsa! Tutmaz! Yeni bir anayasa versem! Çocukları kandırmanın etkili yöntemidir. Çocuk çikolata isterse ona –”yahu çikolata da neymiş dedirtecek- daha büyük bir hedef sunarsın: Çikolatayı boş ver, akşama pasta var! Adı üstünde, çocuk, umutla bekleyecek. Akşama da kim öle, kim kala;

İşçi Cephesi

»2

»

İleri demokrasi mi?

»4

Yunanistan:

Dünyanın günah keçisi

» 15

Ulaşımda trafik ve zamlar bıktırdı

Merhaba arkadaşlar, ben sabahları iki vesaitle işe gidiyorum. Her gün 2-3 saatim yollarda geçiyor. Bu yetmez gibi trafiğe kökten çözümler aramayan belediye, ayını doldurmadan zam üstüne zam yapıyor. Bunu protesto edenler gözaltına alınıyor, hırsız muamelesi görüyor. Halbuki belediyeler ve onlara bağlı ulaşım hizmeti de bizim vergilerimizle ayakta duruyor. Bizim var ettiğimiz hizmetleri bize bir lütuf gibi sunmalarını kabullenemiyorum.

Okur mektupları

» 12


2

İLAN TAHTASI

Rüzgâr eken her zaman fırtına mı biçer?

Yetmez, haftada 8 gün çalışılsın! Kapak sayfasından devam

24.2’si çalışıyor. • Türkiye’de işe gitmek için harcanan vakit ortalama 40 dakika, üye ülkeler arasında en çok vakit harcayan üçüncü ülkeyiz. • Türkiye’de her 2 çalışandan 1’i işinden memnun değil, Almanya’da ise bu oran 10’da 1. Bu acı raporun tartışılmasını bir yana bırakın, Enerji Bakanı geçtiğimiz hafta mesai başlangıcının saat 6’ya çekilmesi ve Cumartesı günleri de çalışılması için önerilerinin olduğunu açıkladı.

Seçim çalışmaları sırasında hükümet 45 saat olan haftalık mesai süresini 3-4 saat kısaltacağını öne sürmüştü. Çalışma saatlerinin azaltılmasını bir yana bırakın, esnek çalışmayla nefes alacak zamanımızı bırakmayan Hükümet, öyle görünüyor ki emekçilere dönük saldırılarını artırarak sürdürücek, son yapılan zamlar ve kıdem tazminatının kaldırılmasına dönük girişimler bunun en açık kanıtıdır. Enerji Bakanın açıklamalarına şaşırtıcı olmayan bir destek de patronlardan geldi. Ali Agaoğlu, “Bir patron

olarak Cumartesi değil, Pazar günleri de çalışılsın isterim” dedi. Nazif Zorlu ise, “Sonuna kadar destekliyorum, Türkiye’nin daha çok çalışan ülke olması lazım, bakınız Amerika bu kadar çok tatil yapıyor mu?” diyerek öneriye destelerini sundular. Burjuvazi daha çok kar uğruna kendi isteklerini Hükümet’i kullanarak yaptırırken, patronlar işçinin yaşam koşullarını, sosyal güvencesini ya da işe gidip gelirken kaybettiği zamanı düşünmüyor bile. Onların tek kaygıları şu: “Ben bu işçinin neresini sıkarsam biraz daha suyu çıkar?”

Sergi: “Adı, Kadın”

Kendini 78’in kayıp kuşağı olarak nitelendiren ve zamanın politik havasını ciğerlerine ve eserlerine yansıtan Yasemin Aliköleoğlu; resimlerini Ekim ayı içerisinde İşçi Cephesi’yle paylaşıyor!

Kendini bildiğinden beri içinde resim tutkusu olan ve nihayetinde kendini bu yolla ifade etmeyi başaran Yasemin Aliköleoğlu, sözü geçen ressama inat kendi eline aldığı fırçasıyla yaptığı kadınlık temalı resim“Bizler beyinlerinin lerini İşçi Cephesi ve üzerinden tank paleti tüm diğer dostlarıyla 15 Ekim’de paylaşıgeçirilmiş; onur ve yor. adalet duyguları işkenceye uğratılmış Yasemin’e göre; bir nesiliz. Bizim diğer tüm sanatlar hayatımız kötü niyet- gibi resim de politik li bir ressamın fırça bir sanat. Sanat ile darbeleriyle çizilmiş politikayı birbirinbir resim.” den ayrı tutmak ise,

politik bir tutumun ta kendisidir. Yasemin; bu fikirle yola çıktığını ve her fırça darbesiyle bir derdini ifade ettiğini söylüyor. Ona göre; resim, gerçek sahibi olan, ona bakan insanla buluşmalı ve üstüne konuşulmalıdır. Özellikle bu ay içinde İşçi Cephesi vasıtasıyla yapacağı paylaşım için böyle düşünüyor. Sanki insanlardan saklanıyormuşçasına pahalı giriş ücretlerinin olduğu, endüstrileşmiş olan

sanata inat, resimlerini sergilemekten öte paylaşma olarak nitelendiren Yasemin, değişik kadınlık hallerini ele alıyor. Kadınlık kimliklerini bize baktıkça konuşturacak ve konuşturdukça baktıracak olan bu paylaşıma tüm dostları bekliyoruz. Yer: Enternasyonal Yayıncılık BürosuSüslü Saksı Sok. No: 19/5 Beyoğlu İstanbul Tarih: 15 Ekim - 1 Kasım 2011

Ne savunuyoruz? Neyi hedefliyoruz? İşçi Cephesi, Troçkist bir yayın organıdır. Türkiye’de devrimci bir işçi partisinin inşası için mücadele ediyoruz. Hedefimiz sosyalist devrim, kapitalizmin ilgası ve sosyalizmin inşasıdır. İşçi

sınıfının ve gençliğin mücadelesini destekliyor, işçi demokrasisinin yaygınlaşması için uğraş veriyoruz. Sermayenin baskı ve şiddet rejimine karşı mücadele ediyoruz ve halkların kendi kaderlerini

tayin hakkını destekliyoruz. Mücadelemiz uluslararası ölçeklidir ve kendimizi, işçi sınıfının dünya partisi olan IV. Enternasyonal’in yeniden inşasının bir parçası olarak görüyoruz.

Kapak sayfasından devam her zaman imdada yetişecek bir yalan nasılsa çıkar! AKP hükümetine bakarsak vitesi tam beşe takmışken dünya ekonomik krizi çıktı. Bizde değil, onlarda! Ahh, şu dünya olmasa! Şimdi mecburen Türkiye tam gaz giderken brüt 2 bin lira olan asgari ücreti ve emekli maaşlarını indirmek gerekecek! Sıfırlanan işsizlik -maalesef- yine bir miktar artacak! Ölme eşeğim ölme... Kıssadan hisse! Dünyanın 17. büyük ekonomisi olmanın emekçi halkın sofrasına yansımasının ne olduğunu biliyoruz. Örneğin, 2002– 2011 döneminde en kalitesiz beyaz peynirin fiyatı 5 kat artarken asgari ücretin sadece 3 kat artması laf değil, gerçek. İşte AKP mucizesi budur! Patron medyasının AKP’yi niye cilaladığı ortada! Ya liberal budalalar? Onun cevabı da; “sana yeni bir anayasa versem”de gizli. Adam olacak çocuk denir ya… Vaat edilen yeni anayasanın ne olacağını tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yok. Mücadele, müzakere… Başbakan Erdoğan ilan etti; “terörle mücadele, siyasetle müzakere!” Hükümetin Kürt sorununun çözümü için sunduğu bu içi geçmiş/köhnemiş taktik hamlenin sonuçlarını 30 yıldır yaşıyoruz. BDP’ye yönelik sürdürülen siyasi operasyonların bilançosu partinin, “İstanbul’da dışarıda, tutuklanmayan sadece üç yetkili kaldı” açıklamasında fazlasıyla mevcut. Bir sonraki adım BDP’nin kapısına kilit vurmak mı olacak? Geçmiş deneyimler bunu her zaman yapılabileceklerini gösteriyor. Lakin bugün bütün emareler -tüm toplu gözaltı ve tutuklamalara rağmen- istenenin de bu olmadığı yönünde. AKP hükümeti, başta neoliberal yeni anayasa ve Kürt sorununun burjuva çözümü olmak üzere Kürt siyasi hareketini, sistemin sermaye lehine yeniden yapılandırılmasında bir manivela olarak kullanmak istiyor. Hesabını da karşılık olarak en azını vermek üzerine yapıyor. Bunun için ortalığı kasıp kavuruyor. AKP şunun farkında;Bu tek kişilik bir oyun değil ama konjonktür olarak inisiyatif kendisinde! Masada yalnız kalmayacağına olan inancı ise özgüvenini arttırıyor… Rüzgâr ekse de fırtına biçmeyeceğini düşünen AKP’nin bir bildiği olmalı, öyle değil mi?


Kapalı kapılar ardında geleceğimiz belirleniyor! Rukiye B.

Sendikalar kanununda yapılması planlanan değişiklikler üzerine DİSK, Türk-İş, Hak-İş, sermayedarların tarafında olan TİSK ve Çalışma Bakanı bir süredir kapalı kapılar ardında görüşme yapıyorlar. Medyaya yansıdığı biçimiyle Türk-İş ve TİSK barajın (sendikanın iş yerinde toplu sözleşme yapabilmesi için Türkiye çapında o sektördeki işçilerin %10’unda örgütlü olması gerekiyor) kaldırılmamasından yana. TİSK grev yasaklarının korunmasını savunuyor (bazı iş kollarında grev yasak). Çalışma bakanı görüşmelerin yaklaşan ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) toplantısına hazırlık olduğunu söylese de konuşulan ya da karara varılan kanunlar bize işin içinde başka amaçların olduğunu gösteriyor. Evet, masaya yatırılan konular ILO’nun yıllardır karşı çıktığı ve değiştirilmesini önerdiği yasalar ama değiştirilme yönü mevcut sistemi muhafaza edecek nitelikte.

ILO raporu ve

Değişiklikler sermayeden yana

Yeni tasarıda iş kolu sayısı 29’dan 17’ye düşürülüyor. Hangi iş kolunda kaç işçinin çalıştığına ise Çalışma Bakanlığı karar verecek. İş mahkemeleri şimdiden birçok iş kolu itirazı davası ile doluyken bu bir çözüm gibi görünüyor. Uzlaşmazlık durumunda ise çözüm yine mahkemelere bırakıldı. Patronlar süreci uzatmak için bu yola başvuracağı için mevcut durumda bir düzelme olmayacaktır. Tasarı işkolu, meslek, işyeri sendikalarının kurulması yasağını kaldırıyor. Ama yine ince bir kurnazlıkla eski anti-demokratik oluşumları içinde barındırıyor. Üyelikte noter şartı kalkıyor (ki bu muazzam bir para yükü sendikalar için, ayrıca örgütlenirken teşhir olma nedeni). Fakat işçi sendikadan ayrılmak istediğinde yine de noterden onay almak durumunda. Bu da var olan sendikaların üyelerini koruma çabası olarak yorumlanabilir.

Ülke barajının sıfırlanması ise tartışmalı olan konu. Bu mesele önemli; Türk-İş baraj sıfırlanırsa sınıf kimliği üzerinden değil de kimlik ve din üzerinden örgütlenen sendikaların ortaya çıkacağından endişe ettiklerini duyurdu. Sendikal örgütlenmenin önündeki en büyük engel olan barajın kaldırılmasını Kürt illerinin işçilerinin sendikalı olmasından, devrimci sendikaların sayısının artmasından korkarak red etmek zaten işçi sınıfının yanında olmayan ve iktidarın maşası haline gelmiş sendikalarla iş yaptığımızı açıkça göstermiyor mu? DİSK ve Hak-İş barajın kaldırılmasını savunsalar da işyeri sendikacılığına karşı çıkıyorlar. Bu durum mevcut sendikal örgütlenmelerin parçalanmaması için düşünülse de aslında sendika bürokratlarının kendilerini koruma yolu gibi gözüküyor. Profesyonel sendikacılık anlayışı sürüyor.

Ayrıca yeni yasa sendikaların grev ve toplu sözleşmeler olmadan birer sivil toplum örgütüne dönüştürülmesini içeren 12 Eylül Sendika yönetimleri işçilerin bir yasalarının mantığını muhafaza günlük ücreti olan sendika aidatı- etmeye devam ediyor. nı isterlerse yükseltebilecekler.

istihdam artışı birinciliği üzerine Türkiye’de düştü denilen işsizlik oranı 15 yıldır yüzde 7’nin altına Geçtiğimiz günlerde yayınlainmiyor, inmesi de beklenmiyor. nan, ILO ve Ekonomik İşbirAyrıca bu rakamları olumlu bulliği ve Kalkınma Örgütü’nün sak bile bunu bir de işsiz kardeş(OECD) ortaklaşa hazırladığı lerimize sormalıyız. Örneğin bu rapora göre 2008’den bugüne sayılar ay sonunu denkleştirme Türkiye çok mu iyi bir dukadar istihdamı derdini, kira en fazla artıran ve doğalgaz ülke Türkiye. zamlarını, Rapor medyaborçtan kapada Türkiye’nin tılan telefonları başarısı olarak anlatmıyor. sunulsa da, Bu grafiklerde aslında hiç iç sendikalaştıkaçıcı veriler ları için veya içermiyor. kriz bahanesiyTürkiye’nin 1980 - 2011 arası işsizlik oranları (%) le işten atılan Rapor ne diişçilerin sesi yor? İstihdamda en kötüye giden rumda? Raporda Türkiye’deki yok. Esasen bu raporu bir de ülkeler İspanya, Güney Afrika ve 2011 işsizlik oranı yüzde 9.3 işsiz arkadaşlarımızdan dinlemek ABD. G-20 ülkelerinde krizden deniliyor. Yukarıdaki tabloda bu yana işini kaybedenler 20 görüldüğü gibi, bu rakam aslın- gerekiyor. milyonu geçti. Her yıl yüzde 1.3 da 2009’a göre iyi görünse de, Salih Şimşek

istihdam artışı bile 2015’e kadar işten atılanları geri getirmeyecek. Daha kötüsü 2012 için beklenen istihdam artışı yüzde 0.8 ve buna rağmen işten atılanlar 40 milyonu geçebilir deniliyor.

EMEK GÜNCESİ

3

Sendikalar hiçbir açıklama yapmıyor Sendikalar genel olarak görüşmelerden memnun gibi. Takıldıkları tek nokta ülke çapındaki baraj meselesi. Türkiye’de kayıtlı çalışan 13,5 milyon insan olarak en temel hakkımız olan örgütlenme hakkımız üzerine toplantılar yapılıyor ve çalışma bakanının “ricası” üzerine değil genel medyada sendikaların kendi üyelerine bile bilgi verilmiyor! Bu durum her alanda demokratikleşmeyi savunan sendikaların ikiyüzlülüğünü ortaya koyuyor. Sendikalar sadece üyelerini değil bütün işçi sınıfının çıkarlarını temsil etmelidirler. Yasa değişiklikleri sendikalarda ve işyerlerinde en tabandan tartışılarak sendikal demokrasi göz önüne alınarak yapılmalıdır.

ILO nedir? Uluslararası Çalışma Örgütü ya da ILO (International Labour Organisation), ülkelerdeki çalışma yasalarında ve bu alana ilişkin uygulamalarda standartları geliştirmek ve ileriye götürmek gibi bir amaçla kurulan kuruluştur. Merkezi İsviçre'nin Cenevre kentinde bulunmaktadır. Vikipedi G-20 nedir? 20 Ekonomi Bakanı ve Merkez Bankası Müdürü Grubu, dünyanın en gelişmiş 25 milli ekonomisinden 19'unu ve AB'yi kapsayan, ekonomiden sorumlu devlet bakanlarından ve merkez bankası müdürlerinden veya bunların dengi devlet görevlilerinden oluşan grup. Daha çok İngilizce Group of 20 (20 Grubu) kavramının kısaltması olan G20 adıyla bilinir. Vikipedi


4

POLİTİKA

İleri demokrasi mi?

zorunda kalmıştı. Gerek yasalar mecliste tartışılırması, kimi bakanlıkların kalan maddeleri tamamkonuları da KHK kap03.05.2011 tarihli Resken oluşabilecek basınçkapatılması, birleştirilmesi layan AKP, kamuyu gönül samına alarak Danıştay’ı mi Gazete’de hükümete ları engellemek, gerekse ve hiçbir eğitim ve kamu rahatlığıyla yeniden yapıdevre dışı bıraktı. Bu Kanun Hükmünde Ka“vakit kaybettiren” yasal hizmeti önkoşulu aranlandırıyor. KHK’lar aracı- sayede HES’lerle ilgili rarname (KHK) çıkarma mayan bakan yardımcılığı lığıyla kamu emekçilerinin daha fazla engelle karşılaş- süreci atlamak için KHK yetkisi verilmesine ilişkin çıkarma yolunu seçen gibi bürokratik bir kademe atanma, nakil, terfi, emek- mak istemeyen hükümet, yetki kanunu yayımlandı. AKP, meclise bile ihtiyaç getirilmesi söz konusu. liye sevk edilme gibi komeslek örgütlerini -örne6 ay süreyle çıkarılabilecek Hatta KHK ile oluştunularında da yetkiyi eline ğin, TMMOB- bir şekilde duymadan devlet aygıtını olan KHK, yasama organırulan Çevre, Orman ve alan hükümet bir yandan etkisizleştirmeye çalışırken, yeniden şekillendiriyor. nın (meclisin) konu, süre Meclis tatildeyken kamu Şehircilik Bakanlığı 3 hafta kamudaki muhalif sesleri kendi kurumlarını -örneve gayeyi belirleyen bir hizmetinin tasfiye edilmesi sonra başka bir KHK ile bastırırken bir yandan da ğin TOKİ- güçlendiriyor. yetki kanunu ile verdiği ve piyasaya açılması taÇevre ve Şehircilik Bakan- siyasi kadrolaşmanın tamaPeki, 9 yıldır iktidarda veya doğrudan anayasadan mamlanırken, yeni çalışma lığı ile Orman ve Su İşleri men önünü açmış oluyor. olan bir hükümet neden aldığı yetkiye dayanarak düzeni denen esnek, güBakanlığı olarak iki ayrı meclis hükümetin çıkardığı kavencesiz ve kuralsız çalışbakanlığa sürecini nun gücüne sahip kararnamaya geçişin önü açılıyor. bölündü. işletmeden medir. 1972 muhtırasında AKP’li yetkililer yeni Öte kanun kullanılan bu düzenleme anayasayı hazırlayacağı taraftan yapmayı 1980 darbesinden sonra AKP’nin tercih edi- için TBMM’nin kurucu iktidara gelen Özal’ın da KHK’lar yor? Başka meclis iradesine sahip sıklıkla başvurduğu bir olduğunu söylüyor. Ancak sayesinde bir seçeyöntemdi. Özal da o döyaz başından beri meclis neği yok nemde özellikle kamunun çalışma sürecini işletmeden Kanun hayamuydu? örgüt yapısı ile personel Hükmünde Kararnamelemevzuatını değiştirebilmek tı ve İş Yangın- re imza atan hükümet bu Yasası’yla için KHK’ları bolca kuldan mal görüşle büyük bir tezatlık landı. Asli görevleri başın- ilgili hekaçırırcası- oluşturuyor. Toplumsal men her da Özal’ın yarım bırakna çıkamuhalefeti dinlemeye bile konuda tığı işi tamamlamak olan rılan bu tahammülü olmadığını Erdoğan’ın da bu yöntemi değişiklik KHK’lar gösteren AKP, aslında topyapmasıseçmesine şaşmamalı! aslında lumun tüm kesimlerinin nın önünde engel kalmadı. TÜBİTAK ve TÜBA ciddi bir dönüşüm süreYetki kanunu ile hükükatılımıyla oluşturulması Daha önce bazı maddeleri gibi pek çok bağımsız üst cinin parçası. Örneğin, metin KHK ile değişiklik gereken anayasayı ne şeeski cumhurbaşkanı Sezer kurulların kuruluş kanun- daha önce Torba Yasası yapabileceği yasaların çok tarafından kabul görmelarında değişiklikler yapa- Tasarısı’nı yasamaya sunan kilde hazırlayacağını belli geniş bir alana yayıldığı ediyor. yen Kamu Yönetimi Temel rak bu kurumları kendine hükümet toplumsal mugörülüyor. Örneğin baKanunu ve Kamu Personel bağlayan AKP, Danıştay’ın halefetin baskısıyla bazı O zaman şimdi soruyokanlıklarla ilgili olarak; Rejimi yasasında eksik yürütmeyi durdurduğu ruz: İleri demokrasi mi? maddeleri geri çekmek yeni bakanlıkların açılDilçem Sarin

Bir patron hayali, bir işçi gerçeği

2009 yılında 34 milyona çıkıyor. Bu demek oluyor ki, ülkece geliTUİK tarafından yayınlanan, rimizi 2 kat arttırmışız. Oysa aynı 1923-2009 yıllarını kapsayan raporda, 2005 yılında 2 milyon “İstatistiksel Göstergeler” rapocivarında olan işsiz sayısı 2009’da 4 ru ülkemizde sosyal ve ekonomik milyona çıkıyor; istihdam edilenyapıda meydana gelen değişimi lerse 2003’te 21 miyon civarında rakamlarla açığa çıkarıyor. Nüfusiken, 2009’da da yine aynı rakam tan işsizliğe, ekonomik büyümeden çevresinde seyrediyor. Bu, kimseborçlanmaya kadar çeşitli konunin iş bulamadığı anlamına gellarda çıkan veriler, Türkiye’deki mesin; fakat iş piyasasında gittikçe toplumsal yapıyı, sınıflar mücade- artan bir şekilde kayıt dışı ve geçici lesini, güncel durumu analiz etme işlerin yaygınlaştığını, bunlarınsa açısından önemli bilgiler içeriyor. TUİK’in istihdam rakamlarına bile yansımadığını söyleyebiliriz. BüyüAKP’nin istikrar, büyüme söymenin yoğun bir emek sömürüsü lemlerini anlamak için rakamlara üzerinden yükseldiğini, çalışma bir de sınıf bakış açısıyla bakmak biçimlerinde esneklik ve güvenceelzem, çünkü sürekli dile getirdisizliğin arttığı müddetçe ekonomik ğimiz “onlar kâr ederken, bizim kârlılığın gerçekleştiğini görüyoruz. ekmeğimiz küçülüyor” sözleri bir demogojiden ibaret değil. Sözgeli- İşsizliğin giderek artmasına rağmen, işçilerin istihdam edilemiyor mi, TUİK raporun göre, GSMH 2005 yılında 18 milyon (TL) iken, oluşu, iş bulabilenlerinse “insanca Dicle Nadin

bir iş” yaşamı sürdüremediği açık.

kiye’sini nasıl daha verimli kullanabileceğine, genç nüfuslu G-20 Temel gıda fiyatlarına bakarekonomilerinin dünya pazarında sak, örneğin 2005’te 5 lira olan nasıl daha fazla pay sahibi olabipeynirin kilosunun, 2009’da 12 leceğine ilişkin sorulara verdiği lira olmasına rağmen alım gücüyanıtları içeriyor. Enerji, ulaşım, nün giderek düşmesi söz konusu. eğitim gibi sektörlere yoğunlaşan, Buradan da asgari ücrete yapılan zamlarda, temel gıda fiyatlarındaki “insani kalkınma” adı altında emek nüfusunun sömürü olanaklarını, değişimlerin pek de dikkate alınmadığı ortaya çıkıyor. İşçi ve emek- tüketim alışkanlıklarını irdeleyen çileri “insanca bir yaşam”ın giderek rapor kısacası ‘daha fazla insan, daha fazla sömürü eşittir büyüme’ zorlaştığı bir gelecek bekliyor. denkleminden hareket ediyor. Şimdi ise, TÜSİAD’ın bir geRaporu, patronların gelecek rüyası lecek öngörüsü olarak geçtiğimiz olarak da okuyabiliriz. Oysa TUİK günlerde sunduğu “Vizyon 2050 raporuna geri dönersek, daha fazla Türkiye” raporuna bakalım. Vizbüyümenin işçiler için daha fazyon, genellikle şirketlerin pazarın la sömürü, daha fazla yoksulluk ve firmanın kendi ihtiyaçlarından anlamına geldiğini gördük. Patronyola çıkarak çizdiği gelecek rotası, ların sözcüsü AKP’nin “krizi fırsata TÜSİAD’ın deyimiyle yol haritası- çevirmek”, “istikrar ve büyüme için dır. Vizyon 2050 ise, TUSİAD’IN oy istiyoruz” söylemi şimdi daha 100 milyon nüfuslu 2050 Türfazla anlamlı değil mi?


POLİTİKA

Şimdi dini bütün kapitalizm zamanı... Oktay Benol

Zamlar özelleştirmelerin sonucu! re aktarım

Rukiye B. Dağıtım şirketlerinin teklifi üzerine, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) onayı ile 1 Ekim’den itibaren geçerli olmak üzere elektriğe meskende yüzde 9,57 sanayide ise 9,26 oranında zam yapıldı. Doğalgaz zammı ise 1 Ekim’de geldi. Konutlarda yüzde 12,28 ile yüzde 14,35 arasında, sanayide ise yüzde 13,7 ile 14,30 arasında değişen oranlarda zam yapıldı. Kamu kurumlarına ayrıcalık kalktı Elektrik Mühendisleri Odası’nın açıklanan tarife üzerinden yaptığı inceleme sonucunda resmi okullar, yurtlar, kurslar, üniversiteler, halk eğitim merkezleri, hastaneler, müzeler vs gibi devlet kurumlarına ve çiftçiler için soğuk hava depolarına vb. kullanılan alanlara yapılan sübvansiyonlar ortadan kalktı. Yapılan zammın iki katı bir zam yapıldı. Sokak aydınlatılmasına yapılan zamlar ise yüzde 5’ini ödeyen vatandaşın cebine yansırken belediyelerde olan ödemeler alınıp hazineye devredildi. Bu sayede şirketlerin parası hiç gecikmeyecek! Bütün göstergeler zamların devam edeceği hatta benzin, kömür gibi maddelere de zam geleceği yönünde.

Zamlara neden olarak dışarıdan aldığımız elektrik ve doğalgazın fiyatlarındaki artış gösteriliyor. Ama zamların bu denli katmerli olmasının nedeni hızla özelleştirilen enerji sektörüdür. Bugün İstanbul’da ampulü her yakışımızda Karamehmet’in sahip olduğu Çukurova Holding ve Kazancı Holding, Ankara ve çevresinde Sabancı Holding (Enerji-SA) kârlarına kâr katacaklar. Toplam 21 dağıtım bölgesinin 16 ‘sı özelleştirildi. Bu yolla sermayedarlar enerji ihtiyaçlarını daha ucuza karşılarlarken aynı zamanda yeni yatırım alanları yaratmış oldular. Dahası maliyetini de toplumsallaştırıyorlar. Tüpraş gibi petrolü işleyen tek işletmenin Koç Grubu’na geçmesi en ufak

Maliyet toplumsallaştırılıyor Sanayiye yapılan zam, ürünlerin fiyatlarında artış olarak bize yansıyacakken bir de dağıtım şirketlerinin özelleştirme için devlete ödedikleri para faturalarımıza eklenerek bize ödettirilecek. Sermayedarlar istedikleri bölgenin elektriğini kullanabilecekken biz ayrı elektrik hattı çekemeyeceğimiz için kafesteki müşteri oluyoruz. Elektriği her kullanışımızda farklı sermaye gruplarına para kazandıracağız. Dahası normalde genel vergilerden ödenen hatlara bakım, onarım ve yenileme bedeli de bize yansıyacak (elektrik hatlarının büyük bir kısmı yenilenmek durumunda). Elektrik ihtiyacının yüzde 40’lara varan gereksinimini karşılayan ama sadece yüzde 4’ünü kullanan Kürt illerinde kaçaklara karşı polisiye önlemler alınacak, şiddet tırmanacak.

Zamlara neden olarak dışarıdan aldığımız elektrik ve doğalgazın fiyatlarındaki artış gösteriliyor. Ama zamların bu denli katmerli olmasının nedeni hızla özelleştirilen enerji sektörüdür

Vatandaşa değil şirketle-

Doğadan üretilen elektrik ve doğalgaz gibi insani ihtiyaçlar sermayedarların kâr hırsına terk edilemez!

Sonuç olarak zamlar katmerlenerek devam edecek. Özelleşplastik kullanımımızdan tirilen işletmeler bir an Koç’un kâr etmesini sağlaönce kamulaştırılmalı, yeni mak olurken hızla HES’ler, özelleştirmeler durdurulmadoğalgaz dağıtım şirketleri lı! Fiyatlar kâr etme mantığı özelleştirilmekte. BOTAŞ’ın ile değil vatandaşın yararı özelleştirilmesi gündeme düşünülerek belirlenmeli! alındı bile.

5

leceğiniz söylenmiş şeyler bir aldatmacadan ibaret. Bu, ne kadar içerseniz için susamışlığınızın dinmediği bir karabasandır!

Abartmak dikkat çekmenin en etkili yollarından biridir. Kullanım alanı da çok geniştir. Her Üçüncüsü; kışkırtılmış zaman mı böyleydi? Belki ihtiyaçlar için rekabet evet, belki hayır! Kesin ettiğiniz kişiler eninde olan günümüzde yaygın sonunda kardeşiniz, olarak böyle olduğu... arkadaşınız, toplumu Pekiyi, nedir abartmak? paylaştığınız insanlardır... Kısaca gerçekte öyle Dayanışma ve paylaşma olmayan birşeyi öyleymiş yerine bencillik ve rekagibi göstermek diyebibetin sonucu toplumsal liriz. Bir nevi göz boyaçözülme ve çürümedir... mak, kandırmak... Kapitalist abartı dünPekiyi, kim, neden yası ise bize şu mesajı abartır? Potansiyel olarak veriyor: Kendin olmak herkes; söz konusu şey aslında bir hiç olmaktır... neyse onu daha değerli İşte bu sese kulak verince kılmak için... neye sahip olursanız olun eksiklik duygunuz bir Bu noktada kapitaliztürlü tamamlanmıyor... min tarihi abartmanın tarihidir desek, abartmış Hangi özelliklere sahip olursanız olun yetersizmı oluruz? Belki; ama lik duygunuzu bir türlü traji-komik şekilde bu aşamıyorsunuz... durum bizi haklı da yapar, öyle değil mi? Kapitalizm her fırsatta, her yol ve araçla kulakŞu tespiti yapalım; larımıza fısıldıyor! Her olduğundan daha güzel, koyun kendi bacağından daha yakışıklı, daha iyi, daha zengin, daha uzun, asılır... Önce kendini kurtar... Paylaşmak apdaha güçlü, daha zeki, tallıktır... Kendin olmakdaha bilgili, daha deneyimli ve benzeri türlü şe- la yetinmek hiçbir şey olmaktır... killerde görünme kaygısıyla kışkırtılan insanlarla Mavi boncuğu çok bu dolu bir toplum içindesistemin bir umutsuzluk yiz. Tatmin ve tüketimde enkazına dönüştüğünü sınır yok. Herkes kendi de tabii ki not edelim. çapında ama sürekli bir Şimdilerde Türkiye’de rekabet içinde boğuşmak sesleri yüksekçe çıkan için çılgınca teşvik edilbu enkaz yığını sistemin mekte... Çarkın delice ikbal sahipleri ise şöyle dönmesini sağlayan da diyorlar: Ama bizim kabu... pitalizmimiz farklı! Yine de, “iyi de bunda Farklı olan nedir? ne zarar var” diyenler Tüm krizlerin teğet olabilir. Zarar şurada: geçtiği bir kapitalizm Birincisi; öyle göründersek sanırız toplu bir mekle gerçekten öyle cevap vermiş oluruz... olmak arasında siyahla Unutmayalım, Türk beyaz arasındaki kadar usulü dikensiz bir kapitafark var. Emek vererek lizm hikâyesi bu... birşey elde etmekle mış gibi yaparak öyle görünOlanaksız mı? Söz komek aynı şey değildir. nusu dini bütün bir kapiİkincisi; kışkırtılmış ve talizm ise neden olmasın! mış gibi yaparak ulaşabi- Abartı mı dediniz?


6

POLİTİKA 6

Bir kez daha HES katliamı üzerine Armağan Balzamin Erzurum’da yaklaşık iki yıldır Tortum’un Bağbaşı Beldesi’nde HES’e karşı direnen halk, 6 Eylül’de iş makinelerinin çalışmaya başlamasını engellemek için oturma eylemi yaptı ve eylem sırasında 15 kişi gözaltına alındı. Tortum

Sulh Ceza Mahkemesi, 15 kişi hakkında ‘görevi yaptırmamakta direnme’, ‘kamu görevlisine hakaret’ suçlarından adli kontrol uygulamasına karar verdi. 250 lira para cezasına çarptırılanlar arasında henüz 17 yaşındaki Leyla Y. de vardı. Leyla’nın aldığı para cezasının yanında, polisle-

re ve görevlilere taş attığı iddia edildi ve HES’in çalışma alanlarına girmesi ve HES’lere karşı eylemlerde bulunan kişilerle ilişki kurması yasaklandı. Verilen ceza aslında ceza kanunlarında olmamakla birlikte, hukukun kişi özgürlüklerinin sadece ve sadece sistem paralelinde geçerli olabi-

leceğinin ve gerektiğinde sistem müdafaasının bu haklar pahasına ve olmayan maddelerle yapılabileceğinin çok belirgin bir göstergesi aslında. Kapitalizmin doğayı tahrip pahasına hayata geçirdiği HES (Hidroelektrik Santralleri) projelerine karşı yürütülen protestolar-

Futbol: Yeni uygulama, eski zihniyet 21 Temmuz 2011 tarihinde oynanan Fenerbahçe- ShaktarDonetsk maçında, Fenerbahçe’ye (FB) karşı yürütülen şike soruşturmasını protesto etmek amacıyla taraftarlar sahaya indi. Bundan dolayı FB’ye seyircisiz oynama cezası verildi. Ardından Türkiye Futbol Federasyonu (TFF); “elimizde deliller var” dedi. Buna rağmen bir türlü cezai yaptırım kararı alamadı. Bu belirsizlik ortamında futbola olan güven ve ilgide belirgin bir azalma oldu. Endüstriyel futbolda birer şirket mantığında işleyen futbol kulüplerinin ve anlaşmalı firmaların zarar etme ihtimali TFF’yi ortamı yumuşatmaya ve oluşan zararları telafi etmeye yönelik belli acil kararlar almaya zorladı. Bunların başında kulübe ve özellikle yayıncı kuruluşa yarayacak play-off sistemine geçiş kararı alındı. Ardından da seyircisiz maçların cansız ve heyecandan uzak geçtiği gibi bahanelerle, seyircisiz maçlara kadın ve 12 yaş altı çocukların ücretsiz olarak alınması kararı çıktı. Ve bu kararın ardından 20 Eylül

Salı akşamı oynanan FenerbahçeManisaspor maçında bir ilk yaşandı. Tribünlerde sadece kadın ve çocuklar vardı. Bu maçta tribünde oluşan olumlu havanın etkisini de göz önünde bulundurduğumuzda, bir pozitif ayrımcılık izlenimini uyandırsa da, TFF’nin içinde bulunduğu durum incelendiğinde durumun hiç de böyle olmadığı aşikâr. Örneğin; erkek taraftarların yaptıkları taşkınlıklardan dolayı caydırıcı olması açısından verilen seyircisiz oynama cezası, ama kadın taraftarların stada ücretsiz alınmasıyla stadın dolu olduğu düşünülerek bilet paralarının TFF tarafından kulübe ödenmesi hangi mantıkla açıklanabilir?

da önünü açmış oluyor. Çünkü taraftar ne yaparsa yapsın kulüp ödüllendiriliyor. Cezasını çekmek de kadına düşüyor doğal olarak. Yine bu zihniyetin en iyi yansımalarından biri bu maçta yaşandı. Örneğin; erkek taraftarlar “erkek adamdır yapar” mantığıyla her türlü küfür ve şiddet olayına rağmen görmezden gelinirken, FBManisaspor maçında Trabzonspor için kullandığı iddia edilen, hakaret içerikli ifadeleri nedeniyle FB’li kadın taraftar Ayça Alemdar’a, Trabzonspor kulübü tarafından yasal süreç başlatıldığı duyuruldu.

Bu olay bile futbolun ne kadar erkek egemen ve kurumlarının ne kadar samimiyetsiz olduğunu gösteriyor. TFF cinsiyetçi tutumBu uygulama özünde ceza alan larından vazgeçip gerçekten satakıma ödül! Diğer yandan bir mimi olarak kadınlara yönelik bir lütufmuşçasına yaygara edilen, şeyler yapmak istiyorsa, işespordan kadınların stada ücretsiz alınması sorumlu kurumların birimlerinde kararı, bu pisliğin üzerini örtmek ve özellikle karar alma mekaniziçin kullanılan güzel bir kılıftan malarında kadın ve erkeğin eşit ötesi değil. temsiliyle başlayabilir! Bir de, Kadınları ceza gibi sunan bu zih- “bayan” yerine “kadın” spor takımları diyebilse bir adım atmış niyet aslında erkeklerin her türlü sayılabilirdi… tribün terörünü uygulamasının

da onlarca insan gözaltına alınmakla, para cezaları ödemekle kalmadı; uzmanların doğal dengeye verilen zararı tekrar tekrar dile getirmelerine ve olacak felaketlere dair yükselen seslere rağmen Rize’de bir kişi 24 Eylül’de yaşanan sel sonucu hayatını kaybetti. Belediye Başkanı bile denize dikey 23 derenin olduğu ve bunlardan dördünün taştığı sel sonrası, yapılanların mantıksızlığını itiraf etti. Molozlar ve hafriyatlarla kapatılan dere yatakları Karadeniz’in sürekli yağış alan iklimini hiçe saymanın yanında, devam ettirilen HES çalışmaları bölge ekolojisi için de ciddi anlamda tehdit oluşturuyor. 70cm yüksek yapılmış olan sahil yolu ise bilimsel verilerin, söz konusu sistemin kâr etmesi olduğunda nasıl göz ardı edildiğini açığa çıkarıyor. Fırtına Vadisi’nde, Yuvarlakçay’da, Ordu’da Karadeniz İsyandadır Platformu’nun başını çektiği seferberliklerle HES projeleri durdurulmuştur. Devam edecek dayanışma ağları, örgütlü bir biçimde taleplerin beyanı ve en temel yaşamsal ihtiyaç olan suyun metalaştırılmasına karşı işçi sınıfının bir arada durması HES’lere karşı en büyük tehdittir ve öyle de kalmalıdır. Enerji politikalarıyla suyun metalaştırılmasına ve doğanın tahribatına karşı!..


Canan Yılmaz

Yeni yayın dönemiyle birlikte bir kez daha tecavüzün tema edildiği diziler, filmler peydah oldu. Daha Fatmagül dizisi ve onun üzerine yapılan ‘komiklikler’ hatrımızdayken, tecavüz sahneleri tutmuş olacak ki bir kez daha değişik biçimlerde önümüze sunuluyor. Televizyonuyla, gazeteleriyle cinsel şiddet gittikçe dilimize, gündelik hayatımıza sokulup, normalleştiriliyor.

Razı değiliz, öfkeliyiz! basına sızan “ham haliyle” hakim ve savcı beylerin değişik önerilerini hatırda tutmakta fayda var: Bizlere ne öneriyorlar? 1. Mağdur tecavüzcüsüyle evlensin, davalar hızlansın!

Bir diğer öneri de cinsel şiddet davalarında “beden ve ruh sağlığının bozulup bozulmadığı”nın araştırılması yerine, sadece “beden sağlığının bozulup bozulmadığı”nın soruşturulması...”. Bu şekilde Adli

Bahsi geçen belgede; eski ceza kanununda yer alan ve kadınların mücadeleleriyle kaldırılan “...‘mağdurun tecavüzcüsüyle evlenmesi’ni içeren eski Diyelim ki tecavüz üze- TCK’nın 434’üncü madrinden komiklik edenler, desinin geri kendini bilmez birkaç adam... Peki ya “yargının getirilmesi...” öneriliyor. Yargılahızlandırılması ve sorunma sürecinin hızlanların tespiti” toplantıması için tecavüzcüsüyle larına katılan hâkim ve savcılardan gelen önerilere evlenen mağdurun davasının düşürülmesinden söz ne demeli? ediliyor. Biz ise, tecavüHer ne kadar sonradan zün bir insanlık suçu saHSYK’dan “Söz konusu yılmasını talep ediyoruz. ham belgede ifade edilen 2. Ruhuma sahip olagörüşler HSYK üyelerinin görüşü değildir” denilerek bilirsin, ama bedenime asla(!) bu öneriler reddedilse de

POLİTİKA

Tıp Kurumu’nun yoğunluğu azalacak! Biz ise, bedenlerimizi delil olarak kullanmaksızın, ruh sağlığımızın bozulduğunun ön kabul alınmasını talep ediyoruz! 3. Karşı koymuyorsan, razısın! Benzer şekilde; “...15 yaşından küçüklere karşı rızalı cinsel ilişki suçlarının ceza miktarları düşürülmesi...” de raporda yer alanlar arasında. Ve, iki gün önce Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Mardin’de 13 yaşındayken toplu tecavüze uğrayan N.Ç’nin “tecavüzlere karşı koymadığı için rızası olduğu ve her şeyin farkında olması” kararını onadı. Yani faillere; verilebilecek en aşağı ceza öngörülüyor. N.Ç’nin avukatı “Fail-

7

ler zaten yıllardır dışarıda, ellerini kollarını sallayarak geziyor. Olayın kendisi bir trajediyken, duruşmadaki iyi hali nasıl değerlendiriyorlar anlamıyorum. Bu ağır cezalık bir suç ve küçücük bir çocuktan bahsediyoruz... Biz defalarca eli silahlı korucular ve sanık yakınları tarafından saldırıya uğradık, linç etmeye çalıştılar. Ama bir koruma kararı çıkmadı, dava güvenilir bir yere alınmadı.” diyor. Bir çocuğun cinsel rızası olamayacağı açık değil mi? Kadınlar; cinsel şiddete uğradığını bedeniyle ispatlamaya çalışan, ruh sağlığı önemsenmeyen, gördüğü şiddete rızası olduğu iddia edilebilen, tecavüzcüsüyle aynı evde yaşamaya zorlanan biz kadınlar... travmamızı komiklik yapan televizyonlar, ölü bedenimize bile saygı duymayan gazetelere karşı ne öfkemiz dinecek ne de mücadelemiz bitecek!

‘Taşeron’ ajanslarda ‘nesne’ olarak kadınlık

İC okuru bir kadın

Güzel bir teorik eğitim aldığım ve sınırları içerisinde kendimi mutlu hissettiğim üniversiteden bu yaz mezun oldum ve ‘gerçek dünya’ tüm gerçekliği ve zorluklarıyla karşıma çıktı. Üniversite eğitimini istediği alanda yapabildiği için mutlu ve okurken çalışmak zorunda olmamak gibi bir lükse sahip olan şanslı azınlıktaki öğrencilerden biriyken mezun olmamla beraber para kazanma ihtiyacım ortaya çıktı ve 5 günlük bir fuar işinde ‘hostes’ olarak çalıştım. Sahip olduğum hiçbir yeteneği kullanmak zorunda olmadığım, sadece “bakımlı” (ajans sahibinin benden istediği gibi) bir kadın olmamın yeterli olduğu bu iş; özel sektörün yıpranmış ahlak anlayışını, çalışma yaşamında kadın olarak var olabilmenin zorluklarını ve emeğin sömürüsünün sınırsızlığını anlamama neden oldu. Çalıştığım fuarda stand açan bazı

firmalar çalışacak eleman bulma ve gerekli malzemelerin teminini sağlama işlerini anlaştıkları ajanslara devrediyorlar. Bu ajansların bulup çalıştırdığı elemanlar ajanssız çalışan firma elemanlarının aldığı ücretten daha az ücret alıyorlar çünkü aradaki farkı ajans yaptığı ‘hizmetten’ dolayı alıyor, biz ajans çalışanlarının diğer elemanlarla aynı değerde harcadığı emeğinin karşılığı ajans sahiplerine gidiyor. İşe başlarken imzalanan sözleşmede yapılacak işin tanımı hiçbir şekilde yapılmadığı için ‘hostes’ olarak çalışacağımızı, standlarda durup broşür dağıtacağımızı sanırken kendimizi etrafı temizlerken, eşya taşırken bulduk. İtiraz edecek konumda değildik, çünkü ortada geçerli bir iş tanımı yoktu, her işte kullanılabildiğimiz kadar kullanıldık. Okmeydanı Hastanesi’nde greve çıkan taşeron temizlik işçisi arkadaşları ziyaret edişimizde onlardan birinin söyledikleri geldi aklıma: “Ben temizlik işçisiyim ama burada bana hasta bakıcılığı

yaptırıyorlar, eksik kalan işlere bizi koşuyorlar,” demişti. Sınırsız iş tanımına bir de çalışma süresinin sözleşmedeki süreden 1.5 saat uzatılması eklendi (“Fuar işlerinde olur böyle şeyler” denildi, uzatılan saatler için ek ücret tabii ki verilmedi.). Yol parasının verilmesi talebimiz karşılanmadı, sigortamız ise elbette yoktu. Ucuz işgücü olarak kullanıldığımız bu ‘taşeronlaşmış’ ajansta bir de kadın olmanın beraberinde getirdikleri var anlatılması gereken.

Öncelikle, bu fuarda (ve aslında neredeyse bütün iş alanlarında) kadın olmak demek ‘nesne’ olarak algılanmayı kabul edip her ne koşulda olursa olsun gülümseyerek ‘durmak’ demek. Bu fuarda kadın olmak demek çalıştığın firmanın ‘akşam yemeğe çıkalım mı?’ sorusunu sormayı erkek olarak kendisinin en büyük hakkı olarak gören, ‘beni ararsın’ diyip kartvizitini veren bayi müdürlerinin sözlü tacizlerine her gün katlanmak

demek. (Karşı bir söz söyleyemezsin, çünkü ajans anlaşmasına göre son dakikaya kadar işten çıkartılıp ücretlerimiz verilmeyebilir.) Başka bir ajans sahibi sana iş teklif ederken ‘minik etek giyer misin?’ sorusunu sorduğunda ‘bunun yaptığım işle ne alakası var’ demek isteyip gerçekleri bildiğin için bu isyanı dile getirememek demek. İşe etek giyerek değil de kot pantolonla gittiği için lise zamanı kıyafet yönetmeliğine uymadığından eve gönderilen öğrenciler misali eve geri gönderildiğinde maruz kaldığın ‘şekilci’ anlayışa anlam vermeye çalışmak demek. Ve en kötüsü de her gün işe kişiliğinle değil de vücudunla gittiğinin farkında olmak demek. İlk iş deneyimim bu tarzda işleyen sektörlerde çalışmak zorunda kalmayacağım bir gelecek düşüyle son buldu. Biz yeni mezun olan öğrenciler için pek iç açıcı bir tablo çizmemiş olsam da daha iyi şartlar yaratmak yine de bizim elimizde.


8

ARKA PLAN

oldu. Hatta doğrudan doğruya işçi sınıfının enternasyonalist 21-25 Eylül tarihleri arasında mücadelesinden kaçmak ve de Diyarbakır’da gerçekleşen Mebu mücadeleyi eleştirmek için, zopotamya Sosyal Forumu, bir pek çok sağ-muhaliflerin sığıyandan forumların tartışma ile nağı haline dahi geldi. Her şeye sınırlandırıcı yapısı ile dizginrağmen, arayış içerisinde olan lenirken, bir yandan da Arap ve geçmişteki Stalinist önderdevrimleri deneyimi ve KCK liklerden medet ummayan pek operasyonları ile süren sıcak çok gencin ilgi ile karşıladığı bu sürecin kamçılayıcı etkisi ile iki forumlar, olumlu bir nokta olauç belirleyen arasında gerçekleşti. rak dünyanın dört bir yanından Böylece tüm zayıflıkların yanı gelen devrimci partilerin katılımı sıra oldukça önemli deneyimleile devrimci görüşlerin tanıtılrin paylaşıldığı bir organizasyon ması olanağını zar zor da olsa olabildi. sunmuştu. Ancak bu ufak ama anlamlı mevzi, yine de forumlaUzunca bir süre öncesinde rın niteliğini değiştiremedi. enternasyonalizmden, yani Marksizm’den kopmuş olan Kuşkusuz ki Mezopotamya pek çok akım ulusalcılığa ve Sosyal Forumu da forumların bu reformizme doğru savrulurken, niteliğinden azade bir biçimde geçmişin mücadeleci hafızasını gerçekleşmedi. Ne var ki, Tunus ve uluslararası birlik bilincini ve Ürdünlü Arap devrimci süresilmek, bunu yaparken de dünya cinin yakıcılığını halen yaşayan ile bu çerçevede bir bağ kuradevrimcilerin katılımı, forum bilmek için bir uluslararası ağa niteliğinin sınırlarını zorlayan bir ihtyaç duymaktaydılar. Dünya gündem yarattı. Buna karşılık partisi fikrini bilgi dağarcıkların- olarak, pek çok forum katılımdan atan pek çok akım için bu cısı ve konuşmacısı yoğunluklu ihtiyaca karşılık olarak “sosyal olarak Arap ülkelerinde yaşanan forumlar” fikri oldukça işlevsel bu sürecin aslında bir devrim olhale gelmişti. madığını ispatlamaya çabalayan konuşmalar yaptılar. Geçmişin sosyalizm severleri Sovyetler Birliği’nin çökmesi ile Arap devrimini tahlil etmek beraber bir zamanlar sahiplenbu yazının amacının dışında dikleri pek çok ilke ve özlemi kalmakta ve sınırlarını aşmakhızla terk etti ve sosyalist mütadır. Bu yazıda mümkün olcadelelerinin yerini, “başka bir duğunca yapmaya çalışacağımız dünya mümkün” şiarına bırakarak, “daha insani bir kapitalizm” arayışına koyuldular. Bu şiar içerisinde sosyal forumlar, uluslararası bir tartışma platformu olarak, enternasyonalizmin yerine ikame edilmiş oldu. Sedat Durel

MSF’de bir ha

devrim h

ye ilişkin çeşitli oturumlardan çıkan notları oldukça kısa şekilde aktarmanın faydalı olacağına inanıyoruz.

Demokratik Özerklik Forum içerisinde özellikle de gençlik çadırında en çok konuşulan ve en hararetli biçimde alkışlanılan konu, Demokratik Özerklik konusu oldu. Yoğunluklu olarak alkışlarla karşılanan demokratik özerklik hususunda, sonuca yaklaşıldığı ve hakların kazanıldığı vurgusunun dışında en çok tartışma yaratan nokta, demokratik özerklik projesinin geçmişte bileşik bir coğrafya olarak değerlendirilen “Kürdistan” coğrafyasının geri kalanı ile bir araya gelme konusunda ne derecede yeterli olduğu idi. Ayrıca foruma katılan “güneyli”lerin (Kuzey Irak

Özellikle Filistin Halk Partisi’nin katıldığı tüm oturumlarda ısrarla Arap devrimci sürecini bir devrim olarak nitelememesi ve buralarla ilişkiye geçilmesinin ihanet olacağını belirtmesi Ortadoğu’daki bürokratik partilerin, seferberliklerden nasıl da korktuğunu gösterir nitelikteydi

Bu noktada sosyal forumların temel niteliği, kampanyaların tartışıldığı ve bu kampanyaların örgütlendiği -yani eylemin ve devrimlerin konuşulup birleştirildiği değil de, sadece “biten komünizm sevdası” ve de, “işçi sınıfının dışındaki mücadele dinamikleri” hakkında tartışma platformu oluşturmak

şey, forumun en yoğun ve en verimli şekilde geçen çeşitli konularını özet geçmek olacaktır. Sıralayacak olursak, Özerklik tartışmaları, Filistin davasının bulunduğu durum, Tunus süreci ve Ürdün’de süren mücadele-

Kürtleri’nin) bu tartışmalara yabancı kalışı ve kuzeyin ve güneyin Kürtleri arasındaki hiç de sıcak görüntü vermeyen ilişkiler bu tartışmaları daha da önemli bir hale getirdi. Bunun yanı sıra, herhangi bir çözümün tek garantörlüğünü sağlayacak olan “kaderini tayin hakkı” hususu ise tüm oturumlarda konu dışında bırakılmıştı.

Filistin ve Lübnan Forumun en yoğun katılımı Filistin’den gerçekleşti. Öncesinde, İşçi Cephesi’nin de bir bileşeni olduğu “Filistin için İsrail’e boykot” grubunun çalışmaları sayesinde MSF Filistin meselesine ve katılımcılarına yabancı değildi. Lüban Komünist Partisi ve LKP Gençlik hareketinden gelen katılımcılar, en genel şekilde Arap devrimci sürecinin kendi topraklarına etkilerinden ve İsrail ve Lübnan devletine karşı yürüttükleri mücadelenin arka planından bahsettiler. Katılım’ın en yoğun olduğu Filistin’den ise, Boykot grubunun ve Filistin Halk Kurtuluş


9 halkının tüm isteklerine karşı geliyor. Sadece Arap devrimleri, Filistinlilerle çok ortak taleplerle başlayan bir mücadelede ilk başarılarını kazandı. Bunu atlıyorsunuz. Ve bizler başarımızı toplu bir irade ile kazandık. Sizlerse çok parçaya bölündünüz ve ulusal birliğinizi-toplu iradenizi kuramıyorsunuz. Başarı için önünüzde ikili görev var: ulusal birliğini kurmak ve İsrail’e karşı sizlere destek verebilecek olan tek dinamiğe, Arap devrimlerine yüzünüzü dönmek.”

gösterir nitelikte idi. Yılın ilk çeyreğinde krala karşı ayaklanan kitleler, kral adına büyük bir tehdit oluşturmuş, buna karşılık olarak da kral, ücretlerde yüzde 40’lara varan artışlar ve kimi demokratik haklar gibi tavizleri vererek kitleyi evine göndermeye girişmişti. Tam da bu tavizlerin ardından seferberliğin başını çeken Naid gibi devrimcilere de, adi suçlardan (ahlak dışı cinsel ilişki, hırsızlık, kumar oynama gibi) asılsız suçlamalar ile davalar açılarak, onlar sosyal çevrelerinden yalıtılmaya çalışıldı. Kralın Tunuslu devrimci Intisar tavizleri ve açılan davalar her ne Sammerad’in, Mesafe’nin önükadar seferberlikleri bir adım müzdeki sayısında yayımlayacağımız röportajımızı büyük bir se- geri çekmiş olsa da, Ürdün’de vinçle kabul ederken söyledikleri seferberlik sürecinde oluşmuş olan bağımsız sendikalar konfebelki de Tunus’a dair aklımıza kazınması gereken şu cümlelerdi: derasyonunun hala aktif oluşu ve tüm ülkeyi kapsayışı, yeni bir “Devrimimizi tanımadıklarıseferberlik dalgasında devrimin nı ilan ediyorlar, buna karşılık karargahı rolünü üstlenebileceğibizim onu iyice tanıtmamız ve ni gösteriyor. en geniş birliği kurmamız gerekir. Çünkü bizim devrimimiz Tabii Ürdünlü devrimciler de, insanlık onuru ile ilişkilidir ve bürokratik önderliklerin “görütüm dünyanın devrimdir. Henüz yorsunuz işte devrim değiller, tamamlanmamıştır. Biz rejimi ilgilenmeyin onlarla, bizimle yok edemedik, sadece başındaki ilgilenin.” içeriğindeki eleştiridiktatörü ve en yakınlarını kovlerinden kurtulamadılar. Ancak Tunus duk. Ancak mekanizması hala organizasyon sıkıntıları, forum MSF’ye Tunus’taki Uluslararası ayakta. Bu da bizi anti-kapitalist mantığının kendi sınırlayıcılığı yapan unsurdur. Bu yüzden bizi gibi olumsuz etkenleri saysak El-Taler Organizasyonu’ndan anlamalılar ve bizler de beraber dahi forum, devrimden hem de katılan iki devrimcinin Arap hareket etmek, devrimi tüm işçi sınıfının kendi örgütleri ile Devrimci Sürecine dair yapılan dünyaya taşımak zorundayız.” gerçekleştirdikleri devrimlertüm saldırıların karşısında durden ödü kopanları maları ve sabırla devrimle burun her oturumda burna getirmiş söz alarak yıllanoldu. Devrimin mış bürokratlara öğrencileri de her karşı devrimlerini tartışmada yıllansavunmaları ise, mış bürokratları MSF’nin belki de alt etmekte zoren önemli noklanmadılar. Ancak tasını oluşturdu. devrimin öğrenTunus’lu devrimci cileri devrimin Moez El Hamdi, platform malzemeFHP’nin konusu si edilecek değil, farklı oturumlarsürdürülecek, da “Arap süreci sürekli kılınacak devrim değildir” bir mekanizma oliçeriğindeki yaptıduğu bir kez daha ğı aynı sunumlargördüler, gösterdidan birine karşılık ler. Sadece buradan verdiği cevap bu Ürdün hareketle dahi, önümüzde duran noktada paylaşılmaya değer: MSF’nin konuları içerisinde acil görevlere bakarsak, sosyalist “Bizi devrimden saymıyorsunuz en az bilineni ise Ürdün’deki devrimin dünya partisine duyduancak iki meseleyi, Filistin davası seferberlik idi. Ürdünlü devğumuz ihtiyacı başka hiçbir şeyin ve Arap devrimleri meselesini rimci Mohs Naid’in belirttikleri kapatamayacağını da görmüş karıştırdığınızı ve anlayamadığıise, Ürdün konusuna daha çok oluruz. nızı düşünüyorum. Batı, Filistin eğilmeye ihtiyaç duyulduğunu

ayalet dolaştı,

hayaleti! Cephesi (FHKC)’nin etkisi ile, Filistin’de tek, laik ve demokratik bir Filistin’in kurulması ve İsrail devletinin yıkılmasına yönelik sunumlar yapılırken, Filistin Kadın sendikalarının kadınlar içerisinde yürüttükleri çalışmalar ve kampanyalardan Filistin’de iaşe ve sağlık sıkıntılarına değin pek çok meseleye dair salt uluslararası desteği değil doğrudan uluslararası mücadeleyi çağıran sunumlar da yapıldı. Ancak buna ek olarak özellikle Filistin Halk Partisi’nin katıldığı tüm oturumlarda ısrarla Arap devrimci sürecini bir devrim olarak nitelememesi ve buralarla ilişkiye geçilmesinin ihanet olacağını belirtmesi Ortadoğu’daki bürokratik partilerin, seferberliklerden nasıl da korktuğunu gösterir nitelikteydi. Buna ek olarak Ramallah Belediye Başkan yardımcısının, FHP politbüro üyesine, otuz yılı aşkın bir süredir parti içi seçimlerin yapılmamasını Filistin’deki ulusal birliği sağlamaya yönelik olarak en büyük engel olarak betimlemesi de bölgeye dair bir başka veriyi sunmaktaydı.

“Devrimimiz tamamlanmamıştır. Biz rejimi yok edemedik, sadece başındaki diktatörü ve en yakınlarını kovduk. Ancak mekanizması hala ayakta. Bu da bizi anti-kapitalist yapan unsurdur. Beraber hareket etmek, devrimi tüm dünyaya taşımak zorundayız.”


10

ULUSAL SORUN

Kürtler üzerindeki siyasi baskılara karşı

emekçi halkların birliği Kemal Boran Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AKP’nin grup toplantısında 1 Ekim TBMM açılışı öncesi yaptığı konuşmada Kürtlere PKK’yi ve BDP’yi şikâyet etti ve “Size ne PKK’den ne de BDP’den hayır gelir” demeye getirdi. Başbakan Erdoğan, Kürtlere BDP’den uzak durmalarını, PKK’nin onlara zarar verdiğini söyledi. Kürtlere, “Aklınızı başınıza alın, sizlerin hakkını ben korurum, bana güvenin” dedi.

rede sona erecek, belirsiz.

Başbakan –artık kimseyi inandıramasa silah olanla müzakere olmaz. Biz terör örgütüyle görüşmeyiz” diyor- da- dışarıda barış güvercini, içerde ise şahin oluyor. Suriye Devlet du. PKK ile görüştüğü söylenince Başkanı Beşar Esat’a halkına karşı kıyameti koparmış ve bunu iddia sert davranıyor diye efeleniyor ama edenleri şerefsizlikle suçlamıştı. Kürtlere gelince “kadın da olsa, Fakat Oslo’da yapılan görüşmeler meydana çıktı. İnkâr da etmedi ve çocuk da olsa gereken yapılacak” görüşmeyi yapanları kimseye yedir- diyor. meyeceğini söyledi. Bu da “PKK BDP’nin siyasi kadroları KCK ile görüşmüyoruz” yalanını ortaya adı altında gözaltına alınıyor, tuçıkarmış oluyor. tuklanıyor. Tutuklananların sayısı

Erdoğan, “BDP Kürtleri temsil etmiyor” diyor. İki milyon sekiz yüz bin oy alan BDP Kürtleri Evet, Başbakan, konuşmasında temsil etmiyor da AKP mi temsil “Terör örgütü sizleri öldürüyor, siz- ediyor? Kürt illerinde 88 belediye lere zarar veriyor, BDP’ye oy verir- kazanan BDP kimin temsilcisi? ken bir daha düşünün” diyor ama Havadan mı indiler? kendi sorumluluğunu da unutuyor. Kuşkusuz bu kadar anti-demokOna soruyoruz: Akan kanın durratik seçim sistemine ve baskılara masını istiyor musunuz? Bu kanın rağmen 36 milletvekili çıkaran durması için ne yapmayı düşünüBDP Kürtlerin temsilcisidir. yorsunuz? Daha çok operasyon mu Başbakan Kandil ile görüşmelerin yapacaksınız; yoksa barışçıl bir yol mu arayacaksınız? Bu yolun içeri- tekrar başlayabileceğini de ekliyor. ğini siz mi tayin edeceksiniz? Kimi Şurası çok açık ki şiddetin artmamuhatap alacaksınız; çoğunu ceza sına, hükümetin sert tavrı çanak evlerine tıktığınız BDP’yi mi yoksa tutuyor. Devlet-PKK çatışması sivil PKK’yi mi? insanlara da zarar veriyor. Bir güç gösterisine dönüşen bu durum neBaşbakan seçim öncesi, “Elinde

son 2,5 yılda dört bine yaklaştı. Bu satırları yazdığımız anda dahi İstanbul dâhil olmak üzere Gaziantep, Diyarbakır gibi illerin de aralarında olduğu şehirlerde 125 kişi daha gözaltına alındı. BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, gözaltına alınanların BDP kadroları olduğunu söyledi ve “o zaman ben de KCK genel başkanı oluyorum” diyerek tepki gösterdi. Hükümetin muhalefete tahammülü yok! Adeta dikensiz gül bahçesi istiyorlar! Hoş muhalefetin de Kürtler hariç bir şey yaptığı söylenemez. 1990’lı yıllarda Kürtlere saldırılar artmış, yargısız infazlar, gözaltında işkenceler, işkencede ölümler

günlük sıradan haberler haline gelmiş ve öldürülmemek, cezaevine girmek adeta şans olarak algılanır olmuştu. O dönemlerde çatışmalarda ölen PKK’lilerin kulakları kesiliyor, ölülerine işkence yapılıyordu. Son günlerdeki gidişat bu durumu yeniden gündeme taşıma potansiyeli taşıyor. Nitekim en son çatışmada öldürülen iki PKK’linin Atatürk büstü önüne atılmış halde fotoğrafları basına yansıdı… Burjuva medya da Kürtlere saldırıyor. İktidarın borazanlığını yapıyor. BDP’ye yönelik her türlü çirkinliği yapmakta adeta birbiriyle yarışan kimi gazeteci müsveddeleri öylesine pervasız ki şimdi de BDP’li vekillerin maaşını dillerine doladılar. Sanki aynı maaşı AKP’li, MHP’li, CHP’li diğer vekiller de almıyormuş gibi… Bütün bu tablo, sorunlarımızın büyüklüğü ve çokluğu Kürt ve Türk işçileri olarak bizlere saflarımızı sıklaştırmanın ne denli zorunlu ve önemli olduğunu gösteriyor. AKP iktidarının Kürt siyasi hareketi üzerindeki baskısı aynı zamanda tüm Türkiye işçi ve emekçileri üzerindeki baskıdır. Burjuva siyasi iktidarın bu baskılarını bu nedenle hep birlikte kınamalıyız. Emekçi Kürt halkıyla Türkiye’nin tüm emekçi halkları ancak birlik olursa bu baskılara karşı koyabilir.


Harç zamları: Ne için? Öğrenci hareketi: Nereye? Görkem Duru Üniversitelerde kayıt döneminin başlamasına az bir zaman kala öğrenciler harç zamlarında yüksek artışları öngören bir Bakanlar Kurulu kararıyla karşı karşıya kaldı. 26 Ağustos tarihli karar doğrultusunda, öğrenciler üçüncü kez alınan dersler için o dönemdeki harç tutarının kredi başına düşen kısmı üzerinden yüzde 50, dördüncü defa alınıyorsa yüze 100, daha fazlasında ise yüzde 150 ilâ 300 daha fazla harç ödeyecekler. Harç zamları: Ne için? Harçlar üzerinde uygulanmaya çalışılan zammın yegâne faktörü Türkiye’nin de uygulayıcısı olduğu Bologna deklarasyonu. Bologna en saf haliyle, kapitalizmin neoliberal evresinde,

devletin kamu harcamalarından elini çekmesi ve bu alanları özel sermayeye açmasının eğitim alanındaki yansımasını ve bunun için yapılması gerekli uygulamaların bütününü içeren bir deklarasyon. Buradan hareketle üniversiteye ticari bir nitelik vermeye çalışan ve mali açıdan “kendi kendine yetebilir” üniversiteyi yaratmayı hedefleyen uygulayıcıların ilk başvurdukları, öğrencilere “müşteri” sıfatı ile yaklaşmak ve akademisyenler dahil tüm üniversite çalışanlarına güvencesiz ve esnek çalışma koşullarını dayatmak. Bu doğrultuda yapılan yüksek harç zamları öğrenci kitleler nezdinde bir seferberlik yarattı. Belki YÖK başkanının açıklama-

larından sonra bu kararın uygulanmasında geri adım atılacak ancak, Türkiye’nin AB belgelerinde Bologna sürecinin işletilmesinde geç kalmış bir konumda olması, önümüzdeki dönemde benzeri saldırıların öğrenci kitleler üzerinde daha da hissedilir hale geleceğinin bir göstergesi.

Öncelikle altını çizmek gereken konu, sorunun bir sistem sorunu, yani kapitalizmin sorunu olduğudur. Şu an için neoliberal politikaların uygulayıcısı olan AKP hükümeti olsa da, neoliberal dönüşümün 30 yıllık bir geçmişinin olduğunu bilerek hareket etmek gerekir. Yine, soÖğrenci hareketi: Nere- runu sadece bir “YÖK” sorunu gibi algılamak da ye? Öncelikle, uygulamabilinçleri bulandırmakta. nın ticari niteliği öğrenci Atlamamak gerekir ki, kutabanı arasında da yüksek rumlar sistemden bağımsız bir tepkinin doğmasına değildir ve sistem içerisinneden oldu, öğrencilerin deki yeniden yapılandırılabirlikte mücadelesinin önünü açtı. Ancak atlanıl- bilirler. Eğitimin yeniden maması gereken bir nokta, yapılandırıldığı bu süreçte de, YÖK’ün yeni görevlerle saldırıların devam edecek olması. Bu ve benzeri mü- yeniden tanımlanması ya cadeleler ise öğrenci kitleler da başka bir isimle karşımıza çıkması kaçınılmazdır. içerisinde seferberliğin bir üst noktaya taşınması Harç zamları ile üniverbakımından kritik bir yere oturuyor.

Öğrenciler örgütlenemez:

Genç-sen kapatıldı! Türkiye’nin ilk öğrenci sendikası olan DİSK’e bağlı Öğrenci Gençlik Sendikası (Genç-Sen), İstanbul Valiliği’nin başvurusu üzerine mahkeme kararıyla kapatıldı. İstanbul Valiliği’nin 2008 Mayıs’ında “Sendikalar Kanunu’nda öğrencilerin sendika kurmasına ilişkin bir düzenleme olmadığı” gerekçesiyle açtığı dava; Genç-Sen’in kapatılmasıyla sonuçlandı.

Genç-Sen; 2007 yılında DİSK’e bağlı bir öğrenci sendikası fikriyle savcılığa başvurmuş, ancak yasada açıkça yasaklanmamasına rağmen “sendikayı öğrenciler değil, işçiler kurabilir” gerekçesiyle sürekli bir engellenmeye tabi tutulmuştu. Kurulduktan 6 ay sonra ise, kapatma davası açılmıştı. Temel olarak, anayasal bir hak olan parasız ve eşit bir eğitimi talep eden

Genç-Sen, harç zamlarına ve öğrenci soruşturmalarına karşı protestolarıyla adını duyurmuştu. Genç-Sen’i bir öğrenci derneğinden farklı yapan ise; toplusözleşme yapmak gibi bir hedefinin olması; YÖK’e, bakanlıklara,

duruma göre de kantin ve fotokopiciye karşı öğrencilerin toplu temsilinin hedeflenmesi... GENÇ-SEN üyesi Kıvanç Eliaçık, kararın Türkiye’nin imzalamış olduğu uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu ve temyize, gerekirse AİHM’e gideceklerini belirtirken; “Ancak bilinme-

GENÇLİK

11

sitenin sermayeye açılması tüm üniversite bileşenlerini ortak hareket etme noktasına getirmekte. Bu noktalardan hareketle, sorunu bir sistem sorunu olarak algılayan, anti-bolognacı, üniversitenin en acil taleplerinden yola çıkarak öğrenci kitlelerin bilincini bir üst noktaya ulaştıracak, birleşik bir mücadeleyi temel alan üniversitelerarası koordineli bir öğrenci birliği en acil ihtiyaçlardan bir tanesi. Türkiye Bologna deklarasyonunun uygulanmasından çıksın! Eğitim hakkının gaspına son! Yaşasın üniversitelerde öğrenci denetimi! Bologna üniversitelerine karşı: Yaşasın özgür-emekçiler üniversitesi!

Cihan Kırmızıgül nerede? Aslı Göymen

lidir ki gelecekleri işsizlik, güvencesizlik, yoksulluk ve şiddetle kuşatılan gençlerin demokratik talepleri, mahkeme kararlarıyla engellenemeyecektir,” dedi.

Türkiye üniversitelerinde yeni öğretim yılında yüzün üzerinde öğrenci kampuslarda, amfilerde olmaları gerekirken cezaevlerinde tutukluluk süreçlerinin sonuçlanmasını bekliyor. Bunlardan biri geçen sayıda da bahsettiğimiz Galatasaray Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü 3.sınıf öğrencisi Cihan Kırmızıgül. 20 ayı aşkın süredir, Şubat 2010’da Kâğıthane’deki ‘molotoflama’ olayına katıldığı gerekçesiyle Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nde tutuklu.

AKP hükümeti; “12 Eylül yasalarını değiştiriyoruz, sendika yasalarını demokratikleştireceğiz” dese de en ufak öğrenci örgütlenmeleri dahi dağıtılmaya çalışılıyor. Öğrencilerin taleplerine ve örgütlenme hakkına getirilen bu darbenin eğitim sisteminin tamamen piyasalaştırıldığı bir döneme denk gelmesi ise çok anlamlı. Bologna Deklarasyonu uygulamalarının hayata geçirilmeye çalışıldığı; harçlara kredi başına bir sistemle zam yapılmasının hedeflendiği böylesi bir dönemde, en acil taleplerden yola çıkarak oluşturulacak bir öğrenci birliği hâlâ en acil ihtiyaçlardan bir tanesi.

Böylesine komik gerekçelerle özgürlükleri ve eğitim hakları elinden alınan tutuklu öğrencilerin durumu aslında hepimizin kolluk güçleri, keyfi adalet ve piyasalaşan üniversitelerin bürokrasisi tarafından baskı ve şiddet yöntemlerine ne kadar açık olduğumuzu gösteriyor. Bu koşullarda tutuklu arkadaşlarımızla dayanışmak oldukça anlam ve önem arz ediyor. Nereden mi başlayabiliriz? 16 Kasım 2011’de İstanbul Beşiktaş’taki 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya en yüksek katılımı sağlayarak...

Olay günü taktığı puşi ve arkadaşının gönderdiği Kürtçe bayram mesajı “terör örgütü üyesi” olduğuna dair delil olarak ileri sürülen Cihan’ın 14 Eylül 2011’de gerçekleşen beşinci duruşmasında savcının delil yetersizliğinden tahliyesini ve beraatını istemesine rağmen, duruşmaya hiçbir gerekçe olmadan gözlemci kabul etmeyen hâkim, Cihan’ın tutuklu yargılanmasına devam edilmesini hükmederek bir sonraki duruşmayı 16 Kasım 2011’e erteledi.


12

İŞ YERLERİNDEN

METAL

daşlar da onu müdüre şikâyet ettiler ve bunu görünce çok Maksimum gelir, mi- üzüldüm. nimum gider! Burada şunu anladım, işçiler Patron nihayet üçüncü fab- bilinçsiz olunca birbirlerinin rikanın da inşaatına başladı, kuyusunu kazmaya çalışıyorinşaat son sürat devam edilar. Hani Kemal Sunal bir filyor. Tabi daha fazla gelir elde minde şunu söylüyordu; “işçi etmek için yapılan bu yeni kardeş, patron kalleş!” Yani fabrika, üretime başlayana işçilerin patrondan daha çok kadar patron için sadece gider birbirlerine diş bilemeleri çok demek. Yani bir patron klasiği yanlıştır. Aslında bu durum olarak, kaz gelen yerden tavuk tam da patronların istediği esirgenmiyor. şeydir, yani işçileri birbirinin Patron şu an bu fabrika inşaatına harcadığı parayı yıllardır bizim üzerimizden kazandı. Ama bu yetmezmiş gibi, patronun cebinden çıkan her kuruş, biz işçilerin hanesine hak gaspları olarak yansıyor. Üzerimizdeki baskı artıyor, üretim mümkün mertebe arttırılmaya çalışılırken, mesai saatleri de artıyor ve yemek dahi verilmeden fazla mesai yapıyoruz. Maaşlarımız geç yatıyor, işimiz için gerekli olan malzemeler alınmıyor... Kısacası patron kazansa da kaybetse de biz işçiler hep kaybeden taraftayız. Bu da patronların her sıkıştığında işçilere söylediği “aynı gemideyiz” yalanının ne kadar gerçekten uzak olduğunu gösteriyor. Ortada bir gerçek varsa o da, biz işçiler sustukça bu senaryonun değişmeyeceğidir. Bu nedenle artık faturayı ödemek istemiyorsak, işçiler olarak kurdu yapmak. birlikte bu gidişe bir dur Biz işçilerin arasında ne demenin yöntemlerini aramalıyız. Çünkü bu gidişe dur kadar ayrımcılık olursa patron da o kadar iyi işini yürüdiyecek, bu saltanatı yıkacak tür. Şunu söylemek gerekir tek güç biz işçileriz. ki neden biz işçiler hep aynı İC okuru bir işçi problemlerle boğuşurken birbirimize kötü davranıyoruz? Hepimiz üç kuruş para kazanıyoruz. Belki yeri gelince aç Biz işçiler birbirimikalıyoruz. Birbirimizi şikâyet zin kuyusunu kazarsak, ettiğimizde sorunlarımız patronlar ne yapar! çözülüyor mu? Biz işçilerin Değerli işçi arkadaşlar, besorunları aynı iken neden nim iş yerimde bir işçi arkapatronlara karşı birbirimizi daşım hata yaptı. Diğer arka- savunmuyoruz? Sendikasız,

TEKSTİL

düşük ücretlerle, iş güvencesiz mi çalışmaya devam edelim? Sorunlarımızı çözecek olan biz işçilerin birliğidir! İC okuru bir işçi

daha birçok etnik kökenden olan insanları rencide ettiğinden bahsediyordu. Ben de “her sabah çocuklara yalan yere yemin ettiriyorlar” diyerek sohbete katıldım. Aramızdaki konuşma devam ederken İşyerinde siyasette “başka ülkelerde de var mı?” patronun yasakları ara- tartışması yaptık. Sanırım yoktur ya da biz bilmiyoruz. sında Ben de Afrika ulusal marşının Tekstil işçisiyim! Çalışma koşullarımız gün geçtikçe zor- Afrika’da yoğun olarak kullanılan üç anadilde olduğunu laştırılıyor. Güvencesiz çalışsöyledim. Bu konuda bir yazı ma artıyor. Patronlar işsizliği okumuştum. Biz sohbet ederken patron yanımızdan geçti. Benim sırtım ona dönük olduğundan geç fark ettim. Gerçi fark etsem de konuşmaya devam ederdim. Çay molası bitince çalışmak için makineme yöneldim. Patron bana “İş yerinde siyaset yapmayın” diye uyarıda bulunarak, aslında haklısınız ama daha bu tür şeyler için Türkiye’de şartlar yeterli değil diyerek uzaklaştı. Yani iş yerinde örgütlenmek ve hak aramak yasak onu biliyorduk ama meğer siyaset konuşmak da yasakmış. Ama biz inadına siyaset yapmaya devam edeceğiz. İC okuru bir işçi

Emek bize karşı koz olarak kullanıyor. İş yerlerinde dayanışma şöyle dursun; konuşmamız, güncel sorunlardan bahsetmemiz bile zor. Bundan birkaç gün önce sabah çay molasında arkadaşlarla sohbet ediyorduk. Mesele olan şey ise okullarda okunan and idi. Çocuklara her sabah söyletilen bu andın ırkçı bir yaklaşım olduğunu konuşuyorduk. Bir kadın arkadaş “Türk’üm doğruyum” diye başlayan bu andın Ermeni, Rum, Çerkez ya da Kürt

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) çağrısıyla gerçekleştirilen “İnsanca yaşamı savunmak için eşit, özgür, demokratik bir Türkiye!” mitingi için emekçiler Ankara’da buluştu. Mitingde sermayenin kölelik saldırılarının yanı sıra füze kalkanı, Kürt halkına yönelik saldırılar ile çevre ve doğa katliamları gündemleri öne çıktı. Şehir dışından emekçilerin Ankara’ya gelmesiyle Ankara Garı


POLİTİKA

Doğu Akdeniz’de enerji savaşları mekte, Güney Kıbrıs ile Mısır, Lübnan ve İsrail Ekonomik krizin gitarasında yapılan özel tikçe derinleştiği bugün- antlaşmalar gereği Doğu lerde, kapitalizm çıkış Akdeniz yollarından birini de münhasır yeni enerji kaynaklarının ekonomik kullanılmasında görbölge, mektedir ve bunun için, MEB, ilan bakir Doğu Akdeniz edildi. Bu sularında, enerji kaynağı sayede, aramalarına hiz vermiştir. Amerikalı Kıbrıs adasında 1960’ petrol aralardan beri ön görülen ma şirketi zengin petrol ve doğal Noble ve gaz yatakları, adanın enerji taşıiçinde bulunduğu savaş nımından yılları ve sonrasındaki sorumlu bölünmüşlük yüzünden İsrail’li DeAnnan Plan’ına kadar lek şirketi askıya alınmıştı. ile Güney Güney Kıbrıs AB’ye Kıbrıs girmesinden sonra aldığı arasında destekle beraber bölgevarılan deki enerji araştırmaantlaşma larına yeniden başladı. gereğinAdanın 185km güney ce, petrol doğusunda, 12. bölplatformu ge olarak adlandırılan 20 Eylül’de kısımda, zengin enerji 12. bölgeyatakları olduğu tespit ye vardı ve edilmesiyle beraber, sade- Ekim’in ce doğal gazın Avrupa’ya başında sondaj çalışma30 yıl yeteceği belirtillarına başladı, son gelen Tekin Güven, İzmir

haberlere göre doğal gaz yataklarına tahmin edilenden daha erken ulaşıldı.

Gelişen olaylara Türkiye açısından baka-

cak olursak, bu yarışta Türkiye’nin de geri kalmak istememesi çıkartılacak olan enerjide, sermayesini de söz sahibi yapmak istemesinden kaynaklanıyor ve bu yüzden enerji yataklarında, Kuzey Kıbrıs üzerinden kendisininde hakkı olduğunu ve bölge ülkelerince belirlenen MEB’i tanımayacağını deklare etti. Türkiye, kendi çıkarları doğrultusunda göstermelik olsa da, petrol arama gemisini donanmayla beraber bölgeye

kçiler Ankara’da buluştu önünde toplanıldı.

mayan öğretmenlerde yerlerini aldılar.

Partisi, Halkevleri, EMEP, ÖDP, TKP, ESP, Kaldıraç, EHP, PDD Sıhhiye Meydanı’nda gerçekleştirilen miting için en önde DİSK’e bağlı Genel-İş, Birleşik gibi devrimci çevrelerin katıldığı mitingde füze kalkanına karşı DİSK, KESK, TMMOB ve Metal-İş, Nakliyat-İş, Sosyal-İş TTB imzalı “İnsanca yaşam için ve Dev-Sağlık-İş’in katıldığı kor- direnen Kürecik halkı, HES’lere ve doğanın katliamına karşı dieşit, özgür, demokratik bir Tür- tejlerde sosyal yıkım saldırılarıkiye!” pankartı yer aldı. na, kıdem tazminatının gaspına, renen köylülerde pankartlarıyla emperyalist saldırganlığa ve füze yerlerini aldılar. “Grevsiz toplu sözleşme, topkalkanına karşı sloganlar öne AKP hükümeti ve sermayelu sözleşmesiz sendika olmaz!” ana pankartı arkasında yürüyen çıktı. DİSK kortejinin arkasında nin saldırılarına karşı yapılan Samsun Devlet Hastanesi’nde konuşmalarda, birlikte mücaKESK’li emekçiler, grev hakkı dele edilmesinin ve tek yumruk ile birlikte KESK üye ve yöneti- direnişlerini sürdüren işçiler ve olunmasının önemine değinildi. cilerine yönelik gözaltı ve tutuk- MASDAF işçileri yer aldı. Bandista ve Grup Kibele’nin lama terörüne yönelik sloganlar DHF, Halk Cephesi, Mücasahne almasıyla birlikte eylem öne çıktı. Eğitim-Sen’in yoğun dele Birliği Platformu, Sürekli katıldığı eylemde Ataması yapıl- Devrim Hareketi, Devrimci İşçi sona erdi.

13

gönderdi, ne ilginçtir ki, Türkiye’nin Israil ile olan Akdeniz üzerindeki restleşmesi, bu döneme denk geliyor. Türkiye’nin donanmasından endişe duyan Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı Hristofyas, yaptığı açıklamada Türkiye’nin yaptırımlarından çekinmediğini şu sözlerle dile getirdi “ Türkiye’nin askeri müdahalede bulunmayacağına dair ABD’den taahhüt aldık”. Diğer açıdan, ABD ve AB ise gelişmekte olan kriz karşısında kendi sermayesini düşünerek basın sözcüleri aracılığıyla “iki ülke arasındaki gerilimi düşürmek için, birlikte yapıcı çalışmaların yapılması gerekliliği savunulmalı” dile getirdi ve kendi şirketlerinin çıkarlarını ön planda tuttuklarını gösterdiler. Bu süreçte, sınıf mücadelesi için temel talepler, Enerji kaynağı aramalarının kamulaştırılması ve bölgenin sermaye tarafından rant alanı olarak görünmesinin engellenmesi, bölge devletlerince yapılan gizli enerji anlaşmalarının ortaya çıkartılarak, bunların durdurulması için mücadelenin verilmesi, ve ayrıca Meksika körfezinde yaşanan petrol faciasının Akdeniz’de yaşanmaması için mücadelelerinin salt bir çevre mücadelesinden çıkartılarak sınıf temelli olması gerekli, çünkü geçmişteki örneklerden de hatırlayacağımız gibi, soyutlaştırılmış çevre yaklaşımının sermayenin alacağı bir kaç reformist adımdan öteye gidemeyeceğinin ön görülmesi lazım.


14

ULUSLARARASI

Ve isyan Amerika’ya sıçradı

Amerika’nın önde gelen finans kuruluşlarının bulunduğu sokak olan Wall Street 17 Eylül’den beri protestolara sahne oluyor. 4 Ekim’den bu yana San Francisco, Seattle, Chicago, Washington DC., Boston ve daha birçok şehre yayılan eylemlerde işgalcilerin talepleri; işsizlik sorununun giderilmesi, yolsuzluğa son verilmesi, sosyal harcamalardaki kesintilerin kalkması olarak sıralanıyor. Polisin baskılarına rağmen işgaller ve gösteriler gün geçtikçe artıyor. Gösterilere ünlü sanatçıların, düşünürlerin ve

gazetecilerin de desteği sürüyor. 2 Ekim’de Brooklyn Binası’na yürüyen 700 işgalcinin arasında film yönetmeni Michael Moore, aktris Susan Sarandon, filozof Noam Chomsky gibi isimler de vardı. Michael Moore kendi bloğunda “Haydi, Wall Street’i işgal etmeye!” çağrısına yer vermişti. İşgalciler internetten destek çağrısı yapmaya devam ediyor. California’da Sacramento işgalindeki protestocular

internet sayfalarında şu çağrıya yer verdiler: “Dünyayı değiştirmeye hazırlanıyoruz. Dünyadaki 200 şehir ile dayanışma için-

deyiz. Bu global bir devrimdir. Bu zamana kadar sivil haklar, insan hakları, özgürlüğümüz ve hayalleri-

miz, zengin ve güçlü kişiler tarafından ayaklar altına alındı. Değişimi talep ediyoruz. Eşitliği talep ediyoruz. Artık kendi kendimizi yönetme zamanımız geldi. Biz yüzde 99’uz!”

çeşitli öğrenci grupları, siyasi örgütler ve sivil toplum örgütleri de kapitalizme karşı direniş gününde alanlarda olacak.

Arap devrimci sürecinden etkilenen ve onunla dayanışma içinde olan işgalciler, Şimdi ise işgalArap devrimlerinin gelip ciler 15 Ekim’de geçici bir bahar olmadıdüzenlenecek olan ğını, Wall Street işgalinin “Kapitalizme karşı de sıradan bir “bahar” küresel direniş olmayacağını gösterdi. günü” için hazırAmerika’nın ve dünya filanma sürecinde. nansının kalbindeki bu son Kanada’nın yanıayaklanma aslında işlerin sıra Avrupa ülkelerinden kapitalistlerin istediği yönAlmanya, İspanya, Yunade gitmediğinin en güzel nistan ve Fransa da direnişe kanıtı oldu. destek verecek. Sendikalar,

Mısır devrimi grevlerle derinleşiyor

Mısır’daki yaygın grev dalgası devrimi genişletip derinleştiriyor. Ağustos ayından itibaren, birbiri ardına çeşitli sektörlerde yüz binlerce işçinin katıldığı grevler gerçekleşmekte. Şubat ayında 30 yıllık diktatör Mübarek’i deviren kitleler, Yüksek Askeri Konsey’in ülkeyi olağanüstü hal yasalarıyla yönetmesine ve grevleri yasadışı ilan etmesine aldırmadan, ekonomik ve demokratik taleplerle mücadeleyi kararlılıkla sürdürüyorlar. Çok ağır koşullar altında ve oldukça düşük ücretlerle çalışan Mısır tekstil işçileri, ülkenin birçok bölgesinde ücret artışı ve ülke çapında asgari ücretin yükseltilmesi gibi taleplerle grevlere çıktılar. Özellikle ülkenin en büyük fabrikası olan Mısır Dokumacılık ve Tekstil Şirketi’nde çalışan 22 bin işçinin greve çıkacağını ilan etmesinin ardından kazandığı haklar, sektördeki diğer işçiler için de bir örnek oldu ve aynı hakların kendilerine de tanınması adına, mücadelenin yaygınlaşmasını sağladı. Bu sırada posta emekçileri de daha iyi çalışma koşulları ve Mübarek döneminden kalma yöneticilerin temizlenmesi için iş bıraktılar ve meydanları doldurdular. Bir diğer yaygın grev ise, 1952 yılından bu yana ilk defa ulusal çapta greve çıkan öğretmen-

ler tarafından gerçekleştirildi. Yüz binlerce öğretmenin katıldığı grev ve sokak gösterilerinde güvenceli iş ve ücret artışı taleplerinin yanı sıra eğitime bütçeden ayrılan payın arttırılması, Mübarek döneminin önemli isimlerinden olan Eğitim Bakanı’nın istifası ve Bakan’ın öğretmenler tarafından seçilmesi

to gösterilerinin ardından geldi. Temmuz ayında, devrim sürecinde devrimcileri katleden sorumluların cezalandırılması ve eski rejimin önemli figürlerinin yargılanma sürecinin hızlandırılması talepleriyle kitleler meydanları yeniden doldurmuş, Tahrir Meydanı kurulan çadırlarla yeniden işgal edilmiş ve

ve özel okulların devletleştirilmesi talep edildi. Bu sürece eklenen 26 bin şeker işçisinin grevi, Kahire ulaşımını kilitleyen otobüs şoförleri grevi ve sağlık işçilerinin eylemleri, hükümeti iyiden iyiye sıkıştırmış durumda. Bir yandan grevlerin yasadışı olduğunu hatırlatarak, işçileri yasaları uygulamakla tehdit eden hükümet, bir yandan da pazarlıklarla süreci kontrol altına almaya çalışıyor.

Mısır’da Mübarek’in devrilmesibunun ardından Başbakan İsam nin ardından kurulan ve şimdiden Şerif kabinesini yenilemek ve İçişleri Bakanı’nı azletmek zorunda işçilerin önemli bir kesiminin örgütlendiği bağımsız sendikalar, kalmıştı. işçilerin mücadeleye atılmasınRejimin bu manevrasının ardın- da önemli bir kaldıraç haline dan, bir kesimin rejime bir şans gelmekteler. Bugün için Mısır daha tanıyarak meydanlardan Devrimi’nin önündeki acil ihtiyaç çekilmesiyle beraber, Askeri Konise, yaygın bir şekilde devam eden sey meydanlardaki devrimcilere yerel grev ve mücadeleleri birleştisaldırarak, Tahrir Meydanı’nı rerek süreci bir genel greve dönüştekrar kontrol altına almıştı. 29 türebilmek. Mısır’ın öncü işçileri Temmuz’da ise, Müslüman Karve devrimcileri, bugün bu hedef deşler öncülüğündeki İslamcılar, için mücadele etmekteler. askeri rejime destek vermek ama-

Mısır’daki grev dalgası Temmuz ayında gerçekleşen büyük protes-

cıyla Tahrir Meydanı’nı doldurmuşlardı. Fakat bu geri çekilme durumu, kitle seferberliklerinin durması anlamına gelmedi ve Ağustos ayında sokak seferberliklerinin yerini, ekonomik ve politik taleplerle gerçekleştirilen işyeri grevleri aldı. Eylül ayının başında ise, İsrail Devleti’nin sınırda 5 Mısır askerini öldürmesi karşısında, Askeri Konsey’in hiçbir somut tutum almamasına tepki olarak Tahrir Meydanı’nda, Müslüman Kardeşler’in katılmadığı, işçi ve emekçilerin ağırlıkta olduğu, 100 binden fazla kişi tarafından gerçekleştirilen protesto gösterisinde, İsrail Büyükelçiliğine girilerek, Büyükelçi’nin ülkeyi terk etmesi ve birçok gizli belgenin teşhir edilmesi sağlandı.


Yunanistan:

ULUSLARARASI

Dünyanın günah keçisi

bile ödemekte zorlandığını ve bu borcun, kendilerinin 2008’de açığa çıkan, içinde üzerine yıkıldığını anlamış bulunduğumuz süreçte bulunmakta. artarak devam eden, tarihin Öncelikle şunu bilelim; en büyük kapitalist krizinin Yunanistan çokfaturası, burjuvazi tarafıntan iflas etti! Birçok dan başta Avrupa olmak memurun maaşlarını üzere tüm dünya işçi sınıfıödemeyecekleri gibi, na kesilmiş bulunmaktadır. Ekim ayı içinde 30 bin Bu fatura kesimi, devletlerin memurun işine son bütçe açıklarını ve borçlarını verilmesi ve maaşlarda kapatmak istemesiyle, halyüzde 30-40 kesinti kın alım gücünün düşmesi, öngörülüyor. Sonuç: birçok üründe vergi artırımı, 4 Ekim 2011 günü sosyal hakların kısıtlanmasekiz bakanlık işgal sı ya da tamamen ortadan edildi; hem de bizkaldırılması şeklinde kenzat işçiler tarafından. dini gösteriyor. Bu durum Bu yazının yazıldığı karşısında “The Economist” sıradaysa ülkede, kamu gibi burjuvazinin sözcüsü ve özel sektör çalışanekonomi dergilerinin bile, larının genel grevi var. “içinde bulunduğumuz küGreve, öğrencilerin resel durumdan korkmamız de işçilerle birlikte gerekiyor” diye açıklama katıldığı görülüyor. yapması durumun vahameSon olarak hükümet, tini ortaya koyuyor. kemer sıkma önlemleri Yunanistan’da son durum uygulansa bile, bütçe açığını önümüzdeki iki yıl boyunca Yukarıda saydığımız kapatamayacağını dünyaya saldırılara iki buçuk yıldır açıkladı. maruz kalan Yunan halkı, Yunanistan’ın 357 milyar Tüm bunlar olup biteravro olan borcunun faizini Bahadır B.

ken medyada, Yunanistan halkının ektiklerini biçtiği, yıllarca tembelliğe alışmış bu halkın, kriz durumunda çılgına döndüğü defalarca dillendirildi. Daha önce de

söylediğimiz gibi, bu kapitalizmin temel işleyişinden kaynaklanan ve sistemin merkezini sallayan, büyük bir depresyondur. Fakat Yunanistan bu krizin günah

15

keçisi olmaya devam ediyor. Nitekim, Arap coğrafyasındaki devrimlerden, İtalya, İspanya, Portekiz ve ABD’deki meydan eylemliliklerine kadar dünyanın birçok yerinde kitlelerin bu neoliberal saldırılara yani kemerleri sıkmaya karşı çıkması, bu krizin bir ülke krizi değil bir yapısal sistem krizi olduğunu ortaya koyuyor. Örneğin, ABD’nin borcu 14,3 trilyon dolarken, bütçe açığı 1,5 trilyon dolara dayanmış durumda. Bu veriler ışığında dahi ABD, gün geçtikçe borçlanmaya devam ediyor. Tablo ortada...

birlikte tükenip, verdikleri en temel demokratik ve insani hakların çekip alınmak istenmesi sonucu doğmuştur. Eylemlere tüm kesimden insanların davet edilmesi, orta sınıf karakterli olması ve henüz sınıfsal refleks taşımaması bunun bir göstergesidir. Fakat bu durumdan Yunanistan’ı biraz ayırmak gerekiyor. Sendikal eylemliliklerin en üst noktada olduğu bu ülke, Avrupa emperyalizminin zayıf halkası olarak dünyanın gözünü korkutuyor. Avrupa emperyalizminin, belki de en büyük korkusu, Arap devrimleriyle birlikte bu halkanın kopma ihtimalinin olması.

Nereye doğru?

Bakanlıkların, belediyelerin basıldığı ve her gün grevlerin olduğu bu ülkenin işçi sınıfının, uzun vadede başarıya ulaşabilmesi için, Avrupa’nın güçlü bir devrimci partiye ihtiyacı olduğunu unutmadan böyle bir partiyi inşa etmek, tüm Avrupalı devrimci Marksistlerin görevidir.

Başta tüm Avrupa olmak üzere, İsrail’de ve ABD’de meydana genel isyanlar, İkinci Dünya Savaşı sonrası emperyalist egemenlik alanları genişleyen bu ülkelerin o dönem, halklarına verdiği göreli refah ortamının krizle

Suriye’de rejimin etrafındaki çember daralıyor Atakan Çiftçi Suriye’deki devrim süreci altıncı ayını geride bırakırken, seferberlikler ve bu seferberliklere karşı rejimin uyguladığı devlet terörü hız kesmeden sürüyor. Son bir ayda seferberlikler Humus bölgesinde yoğunlaşmış durumda. Suriye ordusunun Humus ve diğer bölgelerde yürüttüğü operasyonlar da devam ediyor. Son bir ay içerisinde Suriye ordusunda firar eden askerlerin sayısının ise arttığı tahmin ediliyor. Suriye ordusuyla, yaklaşık bin kadar firari asker ve silahlı milis arasındaki ilk ciddi çatışma da Humus bölgesindeki, Rastan

kentinde gerçekleşti. Fakat orduda firarların artmasına rağmen, kitlesel firarlardan ve ordunun çözülmesinden bahsetmek henüz mümkün değil. Libya’da Kaddafi’nin düşüşü ise hem Suriye halkına yeni bir ilham kaynağı olması açısından hem de emperyalistlerin dikkatini daha fazla Suriye üzerine yoğunlaştırmalarından ötürü, rejim üzerindeki basıncı artırmış durumda. Seferberlikler, rejimi yıkma kapasitesine ulaşmaktan

henüz epey uzakta olsa da, rejimin meşruiyetini giderek daha fazla yitirdiği de açıkça ortada. Rejime olaylar başladığından bu yana destek veren Irak hükümetinin geçtiğimiz ay açıkça

Esad’a, “çekil” çağrısı yapması ve rejimin önemli müttefiki İran’ın da Esad rejimini kamuoyu önünde

eleştirmesi ve operasyonlara son vererek reformları gerçekleştirmesi gerektiğini açıklaması, rejimin yakın müttefiklerinin de Esad rejiminin geleceğine giderek daha fazla kuşkuyla yaklaştığını gösteriyor. Öte yandan, Suriyeli muhalif güçler geçtiğimiz ay Şam’da ve İstanbul’da gerçekleştirilen konferansların ardından Suriye Ulusal Konseyi’nin kurulduğunu ilan ettiler. Konsey’i oluşturan gruplar, önceki toplantılarda dış müdahaleye karşı olduğunu

belirtmiş olsalar da, ciddi bir sosyal tabandan yoksun Konsey’in öncelikli hedef olarak, uluslararası arenada muhatap kabul edilmeyi önüne koyduğu düşünüldüğüne, önümüzdeki dönemde dış müdahaleye dair nasıl bir tavır alacakları merak konusu. Kaddafi’nin düşüşünün ardından, Suriye’de muhaliflerin bir kesiminin, “ölümlerin durdurulması” adına emperyalist müdahaleyi destekler konuma geldiği biliniyor. Suriye’de emperyalizmden kopuş temelinde muzaffer bir demokratik devrim için her şeyden çok, örgütlü bir sınıf hareketine ihtiyaç var.


Arjantin seçimleri sol cephe krizine

devrimci bir yanıt sunuyor! Arjantin’de 2011 sonunda tamamlanacak iki basamaklı cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 14 Ağustos tarihinde gerçekleştirilen ilk turu, devrimci Troçkist akımların başını çektiği sol cephenin (Frente de Izquierda y de los Trabajadores / Solun ve Emekçilerin Cephesi) umut verici başarısıyla taçlandı. Ülke genelinde 500 binin üzerinde (yüzde 2,48) oy toplayan cephe, sadece yüzde 1,5’luk seçim barajını aşmakla kalmadı, aynı zamanda ikinci tur seçimlerinde işçi emekçi yığınların politik referansı olmak gibi önemli bir görevi üstlendi.

lerden müteşekkil) hapsetme girişiminin ürünü olan yeni seçim yasasına karşın elde edilmiş olması.

politikalar yeni kriz koşullarında önüne geçilmez bir biçimde işçi sınıfı ve halk yığınlarının yoksullaşmasına yol açmakta. Dış borçları tıkır tıkır ödemekte Üçüncü ve can alıcı nokta ise dünya düzeyinde yaşanan büyük olan Krichner hükümeti giderek ekonomik kriz süreciyle beraber derinleşen borç yükünü egemen Ortadoğu’dan Afrika’ya ve Latin sınıflar ve emperyalizmin lehine, Amerika’dan Avrupa’ya sıçrayan emekçi yığınların üzerine yıkmanın temel garantisi konumunu seferberlikler dizgesinin en can alıcı sorunlarından ikisine; birle- üstleniyor. şik mücadele imkanı ve program Arjantin işçi sınıfı içinde sorununa berrak bir örnek teşkil uzun yıllara dayalı bir gelenek etmesi. yaratmış devrimci Troçkist

Tüm dünyada yaygınlaşan seferberlikler, Troçkist hareketin öteden beri savuna geldiği “Geçiş Programı” anlayışına uygun taleplerin geniş yığınlar nezdinde kabul görmeye başladığını ortaya koyuyor. Bu açıdan Cephe’nin Arjantin genelinde bir politik referansa dönüşmüş olması nedensiz değil. Solun ve Emekçilerin Cephesi ekenomik yıkımın ezip geçmekte olduğu tüm kesimlere 10 maddede somutlanan bir acil talepler programı sunuyor: İşçi ailesinin geçimi için yeterli düzeyde bir asgari ücret (5000 peso)!

14 Nisan 2011 tarihinde kurulan cephe, temelde Dördüncü Enternasyonal geleneklerinden CRFİ seksiyonu PO (İşçi Partisi) ve Nahuel Moreno geleneğinin takipçisi Izquierda Socialista (Sosyalist Sol), PTS (Sosyalist İşçi Partisi), PSTU (Birleşik Sosyalist İşçi Partisi) gibi bir dizi devrimci güçten oluşmakta.

Ücretlerde eşel mobil (oynak merdiven)! İşsizliğe karşı çalışma sürelerinin kısaltılması yoluyla işlerin paylaştırılması doğrultusunda mücadele! Güvencesiz ve esnek çalışmaya son verilmesi! Dış borcun ödenmemesi!

Sol cephenin başarısını üç temel faktörden ötürü özellikle önemsemek gerekiyor: İlki, Cephe’nin, ülkede son iki yıl boyunca yükselen kitle seferberliklerinin, ağır sanayi, demir yolları, parasız eğitim hakkı mücadelesi veren öğretmen ve öğrenciler, işsiz emekçiler hareketi gibi mücadeleci kesimlerin önderlerini seçim listelerine yerleştirmesi ve bizzat bu kesimlerin yoğunlaştığı başkent Buenos Aires, Cordoba, Santa Cruz gibi kentlerde ulaşılan hayranlık verici oy oranları. İkincisi, bu başarının, Cumhurbaşkanı Kirchner’in ülkeyi ABD tarzı iki parti diktatoryasına (Radikal Parti ve Peronist-

Bu yeni evrenin seyrini büyük oranda, yüksek işsizliğin, ev kayıplarının, iş haklarındaki kısıtlamaların ve emekçilerin çoğunluğunun yaşam standartlarında yaşanan belirgin düşüşlerin, artmakta olan sosyal ve kişisel bedellerin, kim tarafından ödeneceği sorunu belirleyecek. Christina Kirchner yönetiminin özelleştirme saldırılarına dayalı politikaları, başta petrol ürünleri, soya, maden ve elektrik olmak üzere ülkenin ulusal kaynaklarının çok uluslu şirketlerce yağmalanmasını beraberinde getirmiş durumda. Öte yandan izlenen enflasyonist

partilerce oluşturulmuş Solun ve Emekçilerin Cephesi aslına bakılırsa, Şili’de öğrencilerin parasız eğitim talebiyle başlattıkları eylemliliklerin işçi sınıfının tüm sektörlerince sahiplenilerek ulusal ölçekte belirleyici bir seferberlik dalgası yaratmış olması süreciyle paralel özellikler taşımakta. Her iki süreç de uzun yıllardır reformist aparatlarca burjuva emperyalist çözümlerin hegemonyasına terk edilmiş işçi sınıfının ve yoksul yığınların bağımsız bir güç olarak sahneye çıkışının, ekonomik yıkıma karşı mücadele ve taleplerin sistematikleştirilerek birleştirilmesinin örnekleri.

Banka ve finans kuruluşlarının, petrol sektörünün, madenlerin, telekomünikasyon, doğal kaynaklar ve tarım ürünleri dış ticaretinin tazminatsız kamulaştırılması! Demiryollarının işçi denetiminde kamulaştırılması! Başta yakınlarda katledilen Mariano Ferreyra olmak üzere tüm siyasi katliamların sorumlularının yargılanması ve cezalandırılması! Latin Amerika’nın sosyalizm temelinde birliği! Arap devrimlerinin savunusu, NATO Libya’dan dışarı, Filistin’e özgürlük!

Murat Yakın

www.iscicephesi.net Aylık Siyasi İşçi Gazetesi (Aylık Yerel Süreli Yayın) • Sahibi ve yazı işleri müdürü Atakan Çiftçi (Enternasyonal Yayıncılık) • Yönetim yeri Şehit Muhtar Mah. Süslü Saksı Sok. No: 19/6 Beyoğlu - İstanbul • 1 yıllık abonelik Yurtiçi: 25 TL • Yurtdışı: 25 € Baskı Estet Ajans Matbaacılık, Merkezefendi Mah. Fazılpaşa Cad. 4. Zer San. Sit. No: 16/26 Topkapı - İstanbul • Fiyatı 2 TL • Her türlü haberleşme ve abonelik talebi için e-posta adresimiz iscicephesi@gmail.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.