www.bolsevik.org
İşçi Sınıfı Örgütüyle Güçlüdür
F i y a t ı : 7 5 Ku r u ş
Seçimlerden ne çikar ! V. Umut Arslan
Eylül rejimi tarafından yerleştirilen %10’luk
12seçim barajı küçük partileri devre dışı bırakıp
sisteme istikrar kazandırmayı amaçlıyordu. Dünyada başka bir örneği bulunmayan bu baraj egemen sınıf tarafından hala bir istikrar unsuru olarak kavranıyor. Diğer taraftan sosyalistlerin devre dışı bırakılması ve Kürt ulusal hareketinin meclis dışında tutulması için de %10’luk baraj gerekliydi. Kürt ulusal hareketi barajı aşamasa da onu bağımsız adaylarla delme yolunu kullanarak geçtiğimiz dönemde mecliste grup oluşturmayı başardı. Bu sefer de aynı taktik izlenecekti ki AKP ile yakınlığı bilinen YSK’nın 7 BDP adayını veto etmesi gündemi altüst etti. Anlaşılan egemen sınıfın kimi aygıtları barajın delinmesini hazmedebilmiş değil. %10’luk “rekor” baraj dışında seçme seçilme hakkını kuşa çeviren son bir uygulama daha oldu. AKP’nin marifeti ile bağımsız aday olarak seçimlere katılmanın önüne astronomik bir maliyet getirildi (7,7 bin TL). Böylelikle bağımsız adaylar çıkararak seçimlere katılan ve devrimci propagandayı seçimlere taşıma şansı elde eden işçi sınıfından adaylar ve sosyalistlerin önüne büyük bir barikat daha eklenmiş oldu. Bütün bu engelleri aşarak seçimlere sömürü düzenini hedef tahtasına koyan devrimci Marksist bir programla katılmanın en temel yolu ulusal çapta örgütlenmiş Marksist bir partinin yaratılmasından geçiyor. Yeni Meclis Ne Vaat Ediyor? Emekçi sınıflar bir kez daha sınıf merkezli bir alternatifin yokluğunda oy kullanacaklar. Bu durumda oluşacak yeni parlamentonun emekçilere daha fazla saldırmak dışında vaat ettiği bir
şey yok. Zaten yeni parlamentonun bileşiminin eskisinden farklı olması da beklenmiyor. Sürprize ihtimal verilmezken kafaları meşgul eden soru AKP’nin ne kadar büyük bir çoğunlukla iktidar olacağı. Bu da en başta yeni anayasa ve başkanlık sistemi tartışmaları açısından belirleyici. En yaygın beklenti, AKP’nin üçüncü döneminde de tek başına iktidar hedefine fazla zorlanmadan ulaşacağı yönünde. Ama ne kadar bir çoğunlukla? Örneğin, AKP’nin %50’den fazla oy almasının farklı bir anlamı olacaktır. %50 sınırını aşması durumunda AKP’nin “milli irade otoriterliğinin” dozajını önümüzdeki dönemde daha da arttırmasını bekleyebiliriz.
İslam’dan bozma bir parti edindi. Siyasal İslam’ın içerisinden gelip büyük sermaye ve emperyalizmin programına adapte olan AKP özellikle ikinci iktidar döneminde daha fazla hareket serbestisi edindi. AKP’nin güçlenmesi olarak da algılanan bu süreç aslında hassas dengeler üzerine kurulu. Büyük sermaye ve uluslararası sermayenin programının bu kadar istikrarlı ve şevkli uygulayıcısını bulmak, hele şu ortamda, gayet zorken AKP’nin bu anlamda bir süre daha alternatifsiz olduğundan bahsedebiliriz. Bu arada TÜSİAD’ın hazırlattığı sonrasında bir TUSİAD klasiği olarak arkasında durmadığı yeni anayasa raporundaki değişiklik önerilerinin başta devletçi-ulusalcı kesimler olmak üzere çoğu kesim için tabu olan konulara kadar Ülkenin yarısından fazlasının yani mutlak uzanması oldukça dikkat çekiciydi. Bunun AKP’nin çoğunluğunun oyunu almış bir Tayyip Erdoğan eme- planladığı yeni anayasaya hem yol açmak hem de kçi sınıflara karşı şüphesiz daha da özgüvenli, kaba ve yol göstermek anlamına geldiğini söyleyebiliriz. saldırgan olacaktır. Ayrıca, böyle bir durumda AKP, programına sadık kaldığı büyük sermaye ve emperyalCHP, Emekçi Sınıflara Uzak, Emperyalist ist merkezler karşısında hareket alanını genişletebilir. Kapitalistlere Yakın %50 psikolojik sınırının dışında seçim sonuçlarının AKP’den biran evvel kurtulmak isteyen önem kazandığı diğer bir konu, AKP’nin yeni anaya- geniş kesimlerin adresi bir kez daha CHP olasa girişimi. AKP’nin anayasayı tek başına düzen- cak. Ama “yeni” CHP’nin de Baykal CHP’si gibi leyebilecek çapta bir çoğunlukla ya da en azından laik yaşam konusunda duyarlılığı yüksek kesimyeni anayasayı referanduma götürebilecek bir lerle sınırlı oy tabanını (genel olarak Alevilerle sayıyla iktidar olup olamayacağı merak konusu. Yeni kentli orta sınıflar) genişletebildiğinden söz etanayasa tartışmalarının odağında Tayyip Erdoğan’ın mek zor. Bunun tek yolu Kılıçdaroğlu CHP’sinin başkanlık modeline geçmeyi tasarlaması bulunuyor. daha fazla sol söylem içerisinde bulunması ve emekçi sınıflara belirli bir mücadele perspektifi Bu çerçevede ülkenin seçimler sonrasında sunmasıydı. Ama hiç de şaşırtıcı olmayan biçimde yeni anayasa tartışmalarına gömüleceği Kılıçdaroğlu emekçi sınıflar yerine yüzünü emgözüküyor, akabinde ise ülkenin referan- peryalist kapitalist sisteme döndü. Patronlardan dum sürecine girmesi ihtimali yüksek. icazet almak yeni CHP’nin en büyük gayesi oldu. Türkiye büyük sermayesi 90’lı yıllar boyunca kendi siyasal partisini yaratamadı. Bunun ardından siyasal (Devamı ikinci sayfada...)
KAPIT
ALIZM
SAYFA 2
SAYFA 4
Usame Bin Ladin Öldürüldü (mü)
“Usame Bin Ladin’in öldürülmesi ABD’nin kendi silahını ortadan kaldırması olarak değerlendirilmelidir.” Sayfa 2’de...
w
w
w
. b
o
l
s
e
v
i
k
. o
r
g
Yaşasın 1 Mayıs Sürekli Devrim Hareketi; İstanbul’dan Ankara’ya, Samsun’dan Gaziantep’e 1 Mayıs alanlarındaydı. 1 Mayıs ile ilgili değerlendirme yazımız Sayfa 4’te...
2
(Birinci sayfanın devamı...)Yani aklı evvel CHP’lilerin en büyük umudu emperyalist-kapitalist sistemin AKP’ye sırt çevirmesi ve CHP’yi desteklemesiydi. Emperyalist-kapitalist sistem için zor şartlar için hazırda beklemesi gereken stepneden öteye gidemeyecek olan CHP’nin bu hayalleri suya düştüğünde geriye Haberal gibi, Sinan Aygün gibi sağcı-kapitalist isimlerle aday kadrosunu doldurmak kalmıştı. Bu haliyle Kılıçdaroğlu’nun çizgisi Sarıgül’ünkiyle buluşuyor. Emperyalist kapitalist programı savunurken “her kesime mavi boncuk dağıtırım” türünden bir ikiyüzlülüğe emekçi sınıflar prim vermemelidir. Kürt sorununda en köhnemiş argüman olan ekonomik kalkınma stratejisini (!) geveleyip duran bir CHP, egemen sınıfların programının da bir hayli gerisinde kalmış durumda. Patronlar Öcalan’a ev hapsini gündeme getirirken CHP’nin ulusalcı damarları Baykal gitse de gitmese de bu partinin temel yapıtaşını oluşturuyor. Faşistler de Lazım 12 Eylül referandumunda Orta ve Doğu Anadolu’daki klasik tabanını AKP’ye kaptıran MHP’nin bu seçimlerde baraj altında kalabileceği rivayet ediliyordu ki son dönemde bu ihtimal pek konuşulmuyor. MHP’nin barajı aşması sistem için önemli zira Türk milliyetçiliğinin taşıyıcısı bu partinin Kürt sorunundaki açılımlar sürecinde meclis dışı kalması işleri egemen sınıf için zorlaştıracaktır. Faşist çetelerin belirli bir düzeyde kontrol altında tutulmasında etkili olan Bahçeli’nin safdışı kalması egemen sınıf için pek istenecek bir şey değildir. Düzenin meşruluk arayışları açısından belirli bir denge yaratmak adına MHP parlamentoda gereklidir.
oluşturacağı anlamına geliyor. Diğer taraftan bloğu oluşturan bileşenlerin referandumda birbirine zıt tutumlar alması ve birbirinden farklı eğilimleri temsil etmesi de bir seçim programının oluşturulmasını zorlaştırmakta, izlenecek rotayı bulanıklaştırmaktadır. Söz gelimi AKP’nin seçim sonrası için planladığı anayasa değişikliklerinde bu bloğun tutumu ne olacaktır. BDP merkezli olacak olan meclis grubu bu gibi konularda nasıl davranacaktır? AKP’nin yeterli sandalye kazanamaması durumunda anayasa değişikliği için pazarlıklara girişilecek mi girişilecekse mahiyeti ne olacaktır? Bütün bunlar belirsizliğini korumaktadır. Dolayısıyla Marksist ilkesellik böyle bir bloğun içinde olmamayı gerektirir. Blok içerisinde BDP ağırlığını referans almamız durumunda da seçimlerde bağımsız adaylara oy verilmesinin yegâne anlamı Kürt ulusal hareketi ile dayanışmak olacaktır. Yoksa ortada işçi sınıfının ileri çıkarlarının ifadesi olan antikapitalist bir seçim programı yoktur. Böyle bir programı BDP’den ummak da gerçekçi değildir. Hele mevcut bileşimin böyle bir alternatifi yaratması ise söz konusu olamaz. Birçok ilde açıklanan bağımsız adayların iş adamı ya da müteahhit kimliği birçok şey anlatmaktadır. Durum buyken kendi ilkesizliklerini üçüncü cephe vb ile meşrulaştırmaya çalışmak da emekçi sınıfları aldatmaktan başka bir şey değil. Daha bir seçim programı bile açıklanmadan ya da en temel konularda dahi bir netlik sağlanmadan söz konusu bloğun içine gözü kapalı giren sol gruplar için mesele maalesef meclise kapağı atmaktan ibaret. BDP kontenjanından ayrılan birkaç seçilebilecek pozisyon için çok sayıda sol grubun ilkesiz pazarlıklara ve rekabete girmesi de maalesef yozlaşmayı beraberinde getirmektedir.
Ertuğrul Kürkçü ya da Sırrı Süreyya Önder’in öne çıkarılması da parlamenter ham hayalleri perçinlemekten başka anlama gelmez. Sınıf hareketinden bağımsız olarak mecliste ses getirilebileceğini söyleyenlere Ufuk Uras örneğini hatırlatmakta fayda var. Önceki seçim dönemde “Meclise Ufuk Gerek” diyerek çıkardıkları gürültüyle yanılsamalar yaratan küçük burjuva solcularının insan içine çıkacak yüzlerinin olmaması gerekirdi. Şimdilerdeyse Sırrı Süreyya Önder revaçta. Sırrı Süreyya’nın sol liberal Ufuk Uras’tan daha sol bir duruş ortaya koyabileceğini ya da daha etkili olabileceğini varsayabiliriz, ama Sırrı Süreyya Önder gazeteci kimliği ile yazılı ve görsel medyada göstereceği etkiyi zaten gösteriyordu. Burjuva parlamentonun sihirli bir yer olmadığını birilerine anlatmak gerekiyor. TİP’li milletvekilleri 1960’larda büyük tesire sahip olabildiler çünkü arkalarında canlı ve hızla gelişen bir sınıf hareketi vardı. Bugün için böyle bir durumdan bahsedemeyiz. Unutulmamalıdır ki vitrinlik bir malzeme olmanın ötesine ise ancak sınıf hareketinin gelişimi ile ulaşılabilir. Marksistlerin görevi ulusal çapta örgütlenmiş bir öncü partiyi yaratmaktır. Böyle bir partinin varlığı sınıf mücadelesinin akışını değiştirecektir. BDP’nin diğer sol gruplarla son anda oluşturduğu emek-barış-demokrasi Seçim dönemlerinde sınıf merkezli, sömürüyü hedef alan antikapitalbloğuna gelince. Bu bloğun seçim programı, BDP’nin çizgisinin bloğun politikasını ist bir programı ancak böyle bir parti emekçi kitleler içinde tartıştırabilir. BDP ve Emek-Barış-Demokrasi Bloğu BDP’nin bağımsız adaylar yoluyla elde edeceği milletvekili sayısını arttırması bekleniyordu ki, YSK 7 BDP’li bağımsız adayın başvurusunu iptal etti. Şimdilerde YSK’nın geri adım attığı gözleniyor. YSK’nın geri adım atması başlı başına Kürt ulusal hareketinin gücünü gösteriyor. YSK’nın kararı üzerine sadece Kürdistan’da değil ülkenin dört bir yanında militan gösteriler düzenlendi. BDP’nin seçimlerden çekilmesi ve militan sokak mücadelelerinin ivme kazanması hiç de egemenlerin arzu edeceği bir şey olmaz. YSK’nın son kararı ve sonrasındaki gelişmeler esasında Kürt sorunundaki mevcut durumu çok iyi bir şekilde anlatıyor. Kürt ulusal hareketi çok güçlü bir tabana sahip ve egemen sınıf bu dinamik tabanı legal alana çekmek istiyor. Silahlı çatışmaların son bulması ve PKK’nin tasfiyesi kısa ve orta vadedeki en önemli hedef. Bunun için de BDP’nin legal politik alanda belirleyicilik kazanması gerekiyor. BDP’yi hedef alan YSK kararı ise Kürt sorununda tutturulmaya çalışılan çizgiyle örtüşmüyordu.
A B D
O y u n c a ğ ı nı Ö l d ü rd ü
Eylül 2001'de New York Ticaret Merkezi'ne gerçekleştirilen akıl almaz saldırılarda İkiz Kuleler çökmüş ve 3 binden daha fazla insan can vermişti. Bu saldırı, ABD'ye bir emperyalist savaş dalgası yaratması için gerekli ortamı sağlamıştı. Bu çerçevede 11 Eylül saldırılarının ardından dünyanın yeni bir sürece girişini hep beraber yaşadık. Soğuk Savaş'tan galip çıkan ABD egemen sınıfları, geriden gelen ve potansiyeli çok büyük olan başka bir devin rekabetine karşı hamle yapmak durumundaydı. Bu büyük devin (Çin tabi ki) yanı sıra Hindistan, Rusya ve Brezilya büyük bir hızla gezegenin ekonomik-politik yörüngesini açıkça değiştirmeye başlamıştı. ABD'nin yeni bir şeytani düşmana ve buradan kaynaklanacak sinerjiye olan ihtiyacı ile 11 Eylül saldırıları arasında bir korelasyon kurmak gerekiyor. İlk olarak, 11 Eylül saldırılarının Amerikan emperyalizmine saldırılarını yayması ve yeni bir dönemin kapısını aralaması için gerekli itilimi sağladığı tartışma götürmez bir gerçek. Bir diğer kritik nokta da Usame Bin Ladin ve ekibinin ve birçok İslamcı-cihatçı örgütün ABD askeri gücü ve gizli servisleriyle (Suudi ve Pakistanlı mevkidaşlarının dolayımı ve yardımıyla) uzun yıllar boyunca iç içe geçen bir ilişkiler yumağı içinde bulunduğudur.
11
Neden Öldürüldü? Ladin'in öldürülüşü de soru işaretleriyle dolu oldu. 11 Eylül'den beri ABD terörizmle savaşırken Ladin'in Pakistan'da ortalık bir yerde rahat rahat(!) yaşadığı ortaya çıktı. Öldürüldüğü Abbotabad şehri başkente 100 km uzaklıkta ve ülkeleri birbirlerine bağlayan yolların kavşak noktasında bulunuyor. Dolayısıyla Ladin'in Pakistanlı gizli servislerin gözetiminde yaşadığı ortaya çıkıyor. Bu durumdan ülkede cirit atan ABD istihbaratının ve askeri mekanizmalarının haberinin olmaması ise mümkün değil. Dolayısıyla Ladin neden şimdi öldürüldü, hangi gelişmeler bunu zorunlu kıldı, ABD ve Pakistan gizli servisleri hangi hesapları gözettiler gibi sorular karanlık noktaları işaret ediyor.
ABD'li yetkililerinin Ladin'in cesedini denize attıklarını duyurması da kulakları tırmalar cinsten. En yakın denizin neredeyse 1000 km'den uzakta olduğu ortadayken operasyonun hemen ardından alelacele cesedi denize attık demenin anlamı nedir? Ayrıca Ladin'in sağ ele geçirilebilecekken öldürülmüş olması da manidar. Bin Ladin'in sağ yakalanması ve yargılanması durumunda CIA ile ilişkileri, 11 Eylül saldırıları ve Afganistan'da geçmişi uzun yıllara dayanan diğer kirli ilişkiler yumağı hakkında konuşması şüphesiz ABD egemen sınıfı için pek hoş olmayacaktı kuşkusuz... Müslüman Coğrafyanın Geleceği Afganistan'da SSCB'ye karşı yürütülen cihat ile İran'da Humeyni'nin zaferi Müslüman coğrafyasında taşları yerinden oynatmıştı. Stalinizm İran'da da en az Afganistan'daki kadar büyük suçlara imza attı: Moskova merkezli Tudeh ve Fedai (Çoğunluk) -ki bu gruplar İran solunun en büyük örgütleriydi- Humeyni rejiminin iktidarını sağlamlaştırmasına yardım ettiler. 1980lere girildiğinde Stalinizmle temsil edilen sol Ortadoğu'da kesin bir geri çekilme içine girerken İslami örgütler büyük prestij elde edeceklerdi. Bin Ladin gibilerini en başta bu tarihsel arka plan çerçevesinde yorumlamak gerekir. Stalinizmin ve çoğu kez işbirliği içerisinde oldukları Baas rejimlerinin ihanetleri olmaksızın Ladin vb.’leri güçlenemezlerdi. Diğer taraftan İslamcılar da son 30 yıl içerisinde sınavlardan geçtiler. Şu sıralarda Türkiye'de olan da bu. Ve Müslüman emekçiler için İslamcıların bu sınavdan geçemedikleri ortada. Ladin öldürüldü ama Müslüman coğrafyada çok küçük bir kesim için bir kahraman ya da idol durumunda. Ortadoğulu emekçiler diktatörlere karşı ayaklandılar ve bedeller ödediler, ama bunu asla cihat bayrağı altında yapmadılar. Tersine hareket belirsiz de olsa özgürlük sloganlarıyla gelişti ve Mısır'da Ortadoğu'nun en köklü İslami hareketi olan Müslüman Kardeşler'in maskesini indirdi. Bu büyük enerjinin yeniden devrimci kanallara akması ise gerçek Marksist geleneğin ilerlemesine bağlı...
3
Sansure
K@rşı S@v@ş
Yasalaştırılmış yasaklar zinciri, egemen sınıfların belirlediği sınırlarda yaşamayı öngörüyor. Öyle ki çeşitli bahanelerle dayatılmak istenen bu yasaklar, hayatlarına etki eden bir sürü insanın iradeleri hiçe sayılarak uygulanıyor. Elbette ki şaşırmıyoruz. Azınlığın iktidarına dayalı kapitalist sistemde tepeden tabana dayatılan kurallar hiyerarşisi mevcuttur. Ezilen halkların siyasal temsil haklarının gaspından tutun da, sisteme muhalif öznelerin basın hakkının elinden alınması, hatta bununla da kalmayıp yazarlarının tutuklanmasına, eğitim kurumlarında kız-erkek öğrencilerin birim ölçeklerle birbirlerine yaklaşmasını sağlayan tutumlara ve daha sayılabilecek pek çok alanda uygulanan sansürcü, baskıcı uygulamalar, AKP’nin demokrasi kılıcının kime keskin olduğunu gösterir nitelikte.
Özellikle bu azgınlığını büyük iletişim ağlarına saldırarak gösteren AKP ve arkasındaki sermaye blokları, dünyada yakın bölgelerdeki gelişmeleri yakından takip ederek, yer yer de müdahale ederek kaderlerinin benzer kapitalist yöneticiler gibi olmaması için şimdilerde daha sıkı tedbirler alıyorlar. 22 Ağustos'ta gerçekleştirilecek “güvenli internet” dedikleri yeni uygulama ile BTK(Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu) artık internet
kullanıcılarından kendi isteklerine göre bir tarife seçmelerini isteyecek. BTK Başkanı Tayfun Acarer her ne kadar değişikliğin(sansürleme diye okuDünya üzerinde sömürü çarkının işlediği yun siz) sadece filtrelenen paketlerde olacağını, tüm kapitalist emperyalist ülkelerde burjuva standart paketini seçen kullanıcıların durumunda diktatörlüğü, çarka çomak sokacak en ufak bir sese hiçbir değişikliğin olmayacağını ilan etse de gerdahi fırsat tanımak istemez. Türkiye'de de sermay- çekler tam tersini söylüyor. Filtre olmadığı söylenen enin baskı aygıtı olarak karşımızda duran AKP, bu standart paketi de BTK tarafından belirlenen erişim görevini hakkıyla yerine getiren azılı iktidarlardan. engellerine (halihazırda bu durumda on binlerce
site bulunmakta) ve kara listelere tabi. Dahası standart kullanıcı kara listeye alınan sitelere girmek istediğinde ise kişisel bilgileri BTK veritabanına kaydedilebilecek. Üstelik yeni uygulamayla yasaklı sitelere girişi sağlayan şirketlerin faaliyetlerinin suç kapsamına alınması da BTK'yı yalanlayan başka bir faktör. Yasaklı sitelere erişim artık daha da zor olacak. Bu uygulamanın Çin, Küba, İran gibi internetin sıkı şekilde sansürlendiği ülkelerde kullanılması da bu uygulamayla amaçlananı ortaya koyuyor. Yeni uygulama, internette sansürde yeni bir dönem açarken, BTK'nın ilerleyen dönemde de kara listeyi genişleteceğini ve kişisel bir hak olan bilgiye ulaşmayı istediği gibi sınırlandırabileceğini söyleyebiliriz. Türkiyeli egemenler yakın Ortadoğu ülkelerindeki gelişmeler karşısında bölgede ağabeyliğe soyunmaya kalkışıp, kendi güdük demokrasisini örnek model olarak tanıtadursun; çoğunluğun öfkesinin kendini de hedef tahtasına eninde sonunda oturtacağını bilerek korkudan tir tir titriyor. Kapitalist barbarlığa karşı tamahkâr olmaktan vazgeçen ve devrimci atılım yapan kitlelerin yeni örgütlenme aracı olarak da meydana çıkan internet paylaşım siteleri, egemenlerin gözünden kaçmıyor ve yasaklı alanlar olarak ilan ediliveriyorlar. Örneğin Mısır, İran ve diğer Arap ülkelerinde yaşandığı biçimiyle, şimdi bunlara Türkiye de eklemlenmeye çalışıyor. Ne var ki bu yasakçı zihniyetin aşılması, Türkiyeli kapitalistlerin benzerleri gibi emekçi sınıflardan hak ettikleri tarihi dersleri almasından geçiyor.
Sehven(!) Skandallar Hız Kesmiyor
İşsizlikten bunalmış 900 bin kişinin umut bağladığı KPSS’de soruların binlerce kişiye servis edilmesinden 9 ay geçmeden, 1,7 milyon gencin ve ailesiyle birlikte 7 milyon insanın hayatını ilgilendiren YGS’de de şifre skandalı patladı. ÖSYM’nin bitmek bilmeyen sınav rezaletleri ALES, başkomiserlik, Parasız Yatılı ve Bursluluk sınavlarıyla da devam etti. Sınav hırsızlıklarının, şifrelerin sorumluları pişkinlikle yerlerinde oturmaya, sınavın şaibesiz olduğunu dillendirmeye; yargı da YGS’yi iptal etmeye devam ede dursun, kokuşmuş düzen büyük yaralar alarak meşruiyetini kaybetmeye devam ediyor.
Metropoll Araştırma Şirketi’nin Mayıs başında gerçekleştirdiği araştırmanın sonuçları hükümet ve ÖSYM’ye ilişkin halkın gerçek algısını ortaya koyuyor. Bu araştırmanın katılımcılarının %76’sı sınavın adil ve dürüst bir şekilde yapılmadığını; %72’si ÖSYM’ye güvenmediğini; %68’i Prof. Dr. Ali Demir’in istifa etmesini istediği ve %56’sı ise üniversiteye giriş sınavında son yaşanan şifre krizinde hükümetin de sorumluluğunun olduğuna inandığı söylemesi oldukça çarpıcı. İşin daha ilginç yanı ise AKP seçmeninin kanaatinin de benzer yönde olması. AKP’li seçmenin sadece 29.4’ü üniversite sınavının adil ve dürüst olduğunu düşünürken; ÖSYM’ye Yüzlerce birincili KPSS’nin kopyacıları devlet güven konusunda oran yüzde 36.5’de kalıyor. dairelerine çoktan atanmışken sınav şaibeleriyle Daha birkaç yıl önce en güvenilir kurumilgili bir noktaya varamayan yargının YGS kararı da şaşırtıcı olmadı elbet. Önceleri tem- lardan biri olarak görülen ÖSYM, en az güvekinli davranıp “şifre var, kopya yok” diye özür nilir kurum mertebesine inmiş durumda... mektuplarını öğrencilere gönderen ÖSYM Başkanı Hayatlarımızın sınav cenderesine sokulması birAli Demir şimdilerde ağız değiştirip şifre filan ilerinin cebini dolduruyor, onlara rant alanları yok diye tuttursa, YÖK Başkanı Y. Ziya Özcan, açıyor. Sadece 2010 yılında ÖSYM, MEB ve İçişleri Demir için "krizi kötü yönetmiş olabilir ama çok Bakanlığı’nın yaptığı sınavlara 10 milyona yakın düzgün bir adam. Talebeler elini öpsünler" dese kişi girecek ve bu sınavlara 4 milyon TL akıtacak. de kitleler hak ettikleri notu kendilerine veriyor. Eğitim sistemini tamamen paralı hale getiren zihniyet, bırakın sınava hazırlanma ve katılma
aşamasını, kopya, şifre ve puanlama skandallarına itirazdan bile kişi başı 5 TL kazanıyor. Üniversiteye, memuriyete girişte önünde her geçen gün aşılmaz duvarlar dikilen biz emekçi çocuklarının cephesine düşense başarısız sınavlar sonrası intiharlar, dersane parasını biriktirmek için çalışırken iş cinayetlerinde can vermek ve üniversite ve iş kapılarının suratımıza kapanması oluyor. Paralı hale geldikçe zorlaşan sınav süreçlerinin üstüne bir de yandaşlara servis edilen sınavlar ekleniyor. Hayatımızı cehenneme çevirmek konusunda egemenler durmazken biz niye duralım. YGS’deki şifre skandalından sonra patlayan ve sokağı dolduran öfkemiz kendi içimizde değil, egemenlerin yüzünde patlamalı! KPSS’de birbirleriyle ilişkili yüzlerce birinci çıktıktan sonra bile arsızca bu rezaleti örtbas etmeye çalışanlar bugün de biz sessiz kaldığımız sürece YGS’de olanları yok saymaya devam edecekler. Alınteriyle geleceğini kurmaya çalışan tüm emekçiler ve emekçi çocukları olarak sesimizi gür çıkarmanın zamanı gelmiştir. Sesimizi kısmaya çalışanlara cevabımız başlarını çevirdikleri her yerde olarak ve en nihayetinde onları oldukları yerden ederek verilebilir.
İŞÇİNİN YOLU
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Emre Başer Yayın Türü: Yerel Süreli, aylık Sayı: 16 Mayıs 2011 Fiyatı: 75 Kuruş Yayın İdare Adresi: Tuzluçayır Mah. Abidinaktaş Sok. No:9/13 Mamak/ANKARA Tel: 0312 391 04 20 Baskı: Yön Matbaacılık – Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi B Blok 1. Kat No: 366 Topkapı/İstanbul Tel: 0 212 544 66 34
1
Mayıs’ta Ankara’da “Yaşasın Sosyalist Dünya Devrimi” şiarlı görkemli pankartımız ve kızıl yıldızların içine yerleştirdiğimiz Lenin ve Troçki posterlerimizle ve coşkulu şekilde haykırdığımız “Ya sürekli devrim ya sürekli katliam”, “Ankara elini Kıbrıs’tan çek”, “İranlı yoldaşlar yalnız değildir”, “Yaşasın sosyalist Ortadoğu” sloganlarımızla yerimizi aldık. Türkiye’de yaşayan İranlı yoldaşlarımızın kendi dillerinde pankart ve dövizlerle saflarımızda yerlerini almaları ve bizimle dayanışma i ç i n d e “Bağımsız Kıbrıs” şiarıyla y ü r ü y e n
Ortadoğu’da Sürekli Devrim Şiarını 1 Mayıs’ta Taksim’de Yükselttik! Sürekli Devrim Hareketi olarak İstanbul Taksim’de, coşkulu bir şekilde kutlanan 1 Mayıs’ta “Ortadoğu’da, Türkiye’de, Her yerde. Tek Yol Sürekli Devrim” şiarlı pankartımızla Arap coğrafyası ve Kuzey Afrika’daki ayaklanmaları alana taşıdık. Yürüyüş boyunca attığımız sloganlarla bir yandan Arap emekçilerinin mücadelesinin önemine dikkat çekerken; bir yandan da birlik, dayanışma ve enternasyonalizme vurgu yaptık. Türkiye’de ‘emperyalizmin bir parmağı vardır’ şeklinde şüpheyle karşılanan ve mesafeli durulan eylemlerin bizim asıl dostumuz olan tabandaki emekçiler tarafından örgütlendiğini ve asıl çözümün Sürekli Devrim’de olduğunu haykırdık. Samsun’da SDH olarak 1 Mayıs hazırlıklarına günler öncesinden afiş ve yazılamalarımızla başladık ve adımızı bulunduğumuz her alanda duyurduk. Bu, alana da yansımıştı. “Zafere Kadar Sürekli Devrim” pankartıyla alandaydık ve “Ya sürekli devrim ya sürekli katliam!”, “AKP elini üniversitemden çek.”, “Kılavuzun YÖK ise geleceğin yok olur!”, “BAT işçisi direnişin simgesi” sloganlarımızla dikkatleri üzerimize topladık. Gaziantep'te İşçinin Yolu Okurlarından 1 Mayıs Notları: Ortadoğu'da baskıya ve şiddete artık boyun eğmeyen “Arap halkların isyanı”nı örnek alarak, kapitalist sistemin gitgide daha fazla insanı sömürmesine, sistemin insanları köle statüsüne getirmesine, halkların asimilasyona tabi tutulmasına, özelleştirmelere, eğitimin paralılaştırılmasına ve üniversitelerdeki polis baskısına karşı sesimizi “ENTERNASYONALİZM” bayrağı altında yükseltmek için 1 Mayıs’ta alanlara çıktık… Gaziantep'te bu yılki 1 Mayıs kutlamalarında “ENTERNASYONALİZM” bayrağı altında sesimizi alabildiğine yükselttik...
Kıbrıslılarla kortejimizde enternasyonalist dayanışmanın güzel bir örneğini sunduk. 120 civarında kitlemizle eylemin sonuna kadar dirayetli duruşumuzu koruyarak, miting bitirildiğinde dağılan kitlelere öncülük ederek pankartımız, bayraklarımız ve coşkulu sloganlarımızla eylemin Sakarya’ya kadar kitlesel şekilde devamını sağladık. Amasya'da emekçi çocukları ve işçiler olan bizler SDH olarak 1 Mayıs alanını “Zafere kadar sürekli devrim”, “Devrim ateşi Ortadoğu'da yanıyor”, “Yaşasın sosyalist dünya devrimi”, “Yaşasın hakların kardeşliği '' şiarlarıyla inlettik. İnşaat şantiyesinde çalışan işçiler iş kıyafetleriyle kortejimizde yerlerini alacaklardı, ancak işyerlerinde üzerlerinde oluşturulan basınç nedeniyle katılmaktan alıkonulsalar da sağlanmış olunan ilişkiler güçlenip bir dahaki sefere bu tarz engellemeler aşılacaktır. Bin civarı kişinin katıldığı eylemde 75 kişilik coşkulu kortejimizle başta polis ve medya olmak üzere herkes tarafından yoğun ilgi gördük ve yürüyüş boyunca sürekli alkışlandık.
İnsan Hayatı Sudan Ucuz E
ti Gümüş A.Ş.’in Kütahya’daki gümüş maden işletmesinde siyanür ve ağır metallerle dolu atık depolama barajının bir seti 7 Mayıs’ta kısmen yıkıldı. 25 milyon ton zehirli atığın tüm yükünün son sete yüklenmesi barajın toptan yıkılması tehlikesini beraberinde getirdi. Faaliyetlerini geçici olarak durduran tesis, gerek Kütahya valisi gerekse hükümetin destekleriyle bu çevre felaketinden de yakayı sıyırıp çevreye ve insan hayatını zehirlemeye devam etmeye kararlı görünüyor. 2003 yılında özelleştirilen Eti Gümüş’ün, gerekli önlemleri almadan üretim kapasitesini iki katına çıkarması atık barajlarının yük yoğunluğunu artırarak bu felaketin yolunu döşemişti.
mara, Balıkesir ve İzmir’in dâhil olduğu havzada toprak ve kayaların doğal arsenikli yapısının siyanür gazı ve ağır metallerle kolaylıkla çözüldüğü, dolayısıyla böyle bir felaket yaşanmadan da arsenik ve diğer ağır metallerin toprağa ve yer altı sularına karıştığını ifade ediyor. Öyleyse bugün karşımızda olan tehlike sızmanın ötesinde barajın yıkılmasıyla tonlarca siyanür ve ağır metallerle dolu atık suyun tarım alanları ve köyleri kaplaması ve bu kanaldan da Porsuk çayı ile Eskişehir’de Sakarya ırmağına, sonrasında da Karadeniz’e karışma riskidir. Çevre felaketinin boyutları bununla da sınırlı değildir. Bölge halkı açısından asıl risk üstten buharlaşmayla hidrojen siyanür gazının(HCN) havaya yayılmasıyla ortaya çıkmaktadır. Bölgeden Yoğun yağışlar nedeniyle barajın taşması tehlikesi daha ciddi boyutlarda yayın yapan habercilerin bahsettiği havadaki acıbadem kokusu da bu gazın hissedilirken; Eti Gümüş yetkilileri, vali ve çevre bakanı ağız birliği etmişçesine varlığının kanıtıdır. Bu gaz sadece canlılara zarar vermekle kalmamakta beskorkacak bir durum olmadığını söyleyebiliyorlar. Olası bir yoğun yağış sonrası in zincirine de karışarak etkisinin uzun dönem de devamını sağlamaktadır. siyanürlü havuzun taşması korkusuyla isyan eden halka “yağmurun yağacağını Allah bilir” diyen Kütahya valisi bir yana, Çevre ve Orman Bakanı, atık havuYaşanan bu felaket, sermaye ve onun sözcüleri açısından çevrenin ve inzun olduğu bölgeye gitmeden yaptığı açıklamada “Havuzlarda tüm önlemler san hayatın bedelinin ne kadar ucuz olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. acilen belirlenip alınmaya başlandı. Bu tedbirlerin tamamı bitirilinceye ka- Kar odaklı patronlar, maliyetleri artırmamak adına üretim süreçlerinde dar işletmede çalışma durduruldu. Dışarıya hiçbir şekilde sızıntı olmamıştır.” gerekli önlemleri almaktan her kaçındığında –madenler, tersaneler, tekdiyerek kimin çıkarlarının savunucusu olduğunu ortaya koymaktadır. stil vb.- sonu hep biz emekçiler için felaketten başka bir şey getirmiyor. Metalurji Mühendisleri Odası Başkanı Cemalletin Küçük; Kütahya, Mar- Bu devran böyle döndüğü sürece de olacak olan bundan başkası değildir.
w
w
w
. b
o
l
s
e
v
i
k
. o
r
g