kitlesel ve sosyalist 1 mayıslar için
sınıfsız sınırsız sömürüsüz bir dünya için
t o plu m s al e ş İ t l İ k
1
Mayıs 2013 başta Ankara, İzmir, Bursa, Adana ve Diyarbakır olmak üzere birçok kentte sendikaların önderliğinde düzenlenen gösterilerle kutlandı; İstanbul Taksim’deki kutlama girişimi ise üç yıl aradan sonra yeniden İstanbul’u işgal eden 22 bin kişilik polis ordusunun estirdiği terörle engellendi.
kimlik politikalarıyla desteklenen otoriter bir rejim inşa edilmektedir. AKP’nin dinsel gericiliği devlet eliyle güçlendirme politikasına, sözde “laik ve demokrat” burjuvalar da destek veriyor. Çünkü onlar, AKP eliyle kurulmakta olan “ılımlı İslami” rejimin, mayıs 2013 / hem işçi sınıfını ve emekçileri azgın kapitalist sömürüye mahkûm etmede İşçi sınıfının, burjuvazinin saldırısını İktidar, kendisiyle işbirliği hem de Ortadoğu’ya yönelik hesappüskürtebilmesi ve Ortadoğu’da içine içinde olan sendika bü- larda ne denli önemli olduğunu bilisürüklendiği savaşı engelleyebilmesi rokrasilerinin 1 Mayıs yorlar. için, yeni türde kitlesel örgütlenmelerini 2013’ü kitlesel şekilde Bu egemenler, AKP iktidarının poliskutlamamak için elinden devleti uygulamalarından da rahatsız ve Marksist devrimci partisini geleni yapmış olduğunu değiller. Onlar, yaklaşan fırtınanın inşa etmesi gerekiyor. çok iyi biliyordu. AKP ik- farkındalar ve kitlelere önderlik edetidarının Taksim’deki kut- bilecek kesimlerin, şimdiden polis telamayı buna rağmen engellemesi, rörü yoluyla sindirilmesini ve servetin egemen sınıfların “devlet otoritesi”ni bekçiliğini yapacak güçlü bir polis sergileme ihtiyacının ürünüdür. İkti- örgütünün yaratılmasını gönülden dar, bu yolla, PKK ile sağlanan anlaş- destekliyorlar. manın devlet otoritesinde herhangi Taşlar yerine oturuyor 2. sayfa bir zaafa yol açmadığı mesajını verAKP-PKK barışı, içeride toplumsal mektedir. karşı-devrim ve Ortadoğu’da emperBu sınıfsal bir saldırıdır yalizmin taşeronluğu olarak özetleKimilerinin “barış süreci” olarak ad- yebileceğimiz daha kapsamlı bir landırdığı AKP-PKK anlaşması, biri sürecin parçasıdır ve savunucularının 3. sayfa Ortadoğu’da yaşanan süreç ve küre- niyeti ve söylemi ne olursa olsun, sel şirketlerin Türkiyeli taşeronlarının “Türkler ile Kürtler” arasında değil bölgesel hesapları; diğeri ise Tür- ama Türkiyeli (Türk ve Kürt) kapitakiye’de yaşanmakta olan toplumsal listler arasında burjuva bir barıştır. karşı-devrim olan iki ayak üzerinde Küresel şirketler ve onların yerel tayükselmektedir. şeronları, Kürtler’in yaşadığı toprak4. sayfa Bu çift yönlü politika, onunla ilişki- ların doğal kaynaklarını yağmalama lendirilen etnik, dinsel, kültürel vb. ve emekçileri sömürme özgürlüğükimlik referanslarına karşın, bütü- nün tadını çıkarmanın hesabı içindenüyle sınıfsal bir eksende sürdürül- ler. Bu “barış”, kaçınılmaz biçimde, mektedir. Kürt emekçilerinin azgın sömürüsüyle ve ona eşlik eden devlet teröToplumsal karşı-devrim 5. sayfa rüyle tamamlanacaktır. Türkiye’de, sayısı birkaç bini geçmeyen mutlu bir azınlık, uluslararası şir- Sosyalist önderlik sorunu
işçi bülteni
1
H thy’de şirket-sendika kıskacında grev ilanı
H H H H
lufthansa grevi uçakları yere indirdi tam gün yasası’nda yeni düzenlemeler
kamuda dönüşüm ve kpdk toplantıları
koç üniversitesi’nde taşeron işçi direnişi
6. sayfa
H
bangladeş’te çöken fabrika ve kâr dürtüsü 9. sayfa
H H
avrupa’da sınıf savaşı 11. sayfa
metal sektöründe grev kararı 12. sayfa
ketler ve bankalar ile sıkı ilişki içindedir ve onların taşeronudur. AKP, bu mutlu azınlığın sınıfsal çıkarları uğruna, kendisinden önceki iktidarların açmış olduğu toplumsal karşı-devrim yolunda önemli adımlar atmaktadır.
Bir anayasa değişikliği ile taçlandırılması hesaplanan toplumsal karşıdevrime Suriye’ye yönelik açık savaş işaretlerinin eşlik ettiği bir süreçte gerçekleşen 1 Mayıs 2013, mevcut sendikal ve siyasal önderliklerin işçi sınıfına ve emekçilere sunabileceği AKP iktidarı altında geçen on yıl hiçbir ilerici çözümün olmadığını içinde, bir yandan işçi sınıfına yöne- göstermiştir. lik kapsamlı saldırılar sürerken, aynı İşçi sınıfının, burjuvazinin bu saldırızamanda bankalara ve holdinglere sını püskürtebilmesi ve Ortadoğu’da devasa kaynaklar aktarılmış; toplum- içine sürüklendiği savaşı engelleyesal eşitsizlik daha önce görülmedik bilmesi için, yeni türde kitlesel örgütölçüde artmıştır. lenmelerini ve Marksist devrimci AKP iktidarının sürdürdüğü toplum- partisini inşa etmesi gerekiyor. Kitlesal karşı-devrimin siyasi ifadesi, adım sel ve sınıf mücadeleci yeni 1 Mayısadım yaşanmakta olan rejim değişik- lar’ın yaratılması, işçi sınıfının bu liğidir. Son 10 yıl içinde gerçekleşti- uğurda vereceği uzun soluklu mücarilen anayasa değişiklikleri ve delenin ürünü olacaktır. çıkartılan yasalar yoluyla, burjuva
HHHH
2
sınıfsız sınırsız sömürüsüz bir dünya için
toplums al eş İ t l İ k
işçi bülteni
thy’de şirket-sendika kıskacında grev ilanı Esin Doğan
H
ava-İş sendikası, 3 Mayıs günü yaptığı bir açıklamayla, THY’de çalışan 14 bin üyesi ile 15 Mayıs günü greve çıkacağını açıkladı. Sendika ile THY arasında sürdürülen 24. dönem toplu iş sözleşmesi (TİS) görüşmelerinde, şirket yönetimi, sendikanın hemen hiçbir talebini kabul etmemişti. Önceki TİS dönemlerinde yaşananlar ve 305 işçinin işten çıkartıldığı geçen yılki direniş, THY çalışanlarının, yazgılarını sendika bürokratlarına teslim etmemesi gerektiğini göstermektedir. THY çalışanları, greve tam katılım sağlamalı, diğer şirketlerdeki havayolu çalışanlarının eylemli desteğini elde etmeli ve grevi bütünüyle kendi inisiyatiflerinde örgütlemeliler. Bu, öncelikle, şirket yöneticileriyle bütün görüşmeleri üstlenecek ve eylemi örgütleyecek bir grev / eylem komitesinin kurulması demektir. THY çalışanlarının bunu yapamaması durumunda, önceki TİS dönemlerinde tanık olduğumuz gibi, sendikacılar bu grevi etkisizleştirecek, yalıtacak ve kıracaklardır. Hava-İş bürokratlarının TİS görüşmelerinin 7. günde kesilmesinden sonra yapmış oldukları açıklamalar, onların, çalışanların gücünden çok şirket yöneticilerinin ve iktidarın “sağ duyusuna” bel bağladıklarını gösteriyor. Sendika bürokrasisinin bu tavrı, çalışanların doğrudan müdahalesi olmazsa, kararı alınmış olan grevin, göstermelik bir eyleme dönüşmesine ve kesinlikle işçilerin aleyhine bir uzlaşma ile sonuçlanmasına yol açacaktır. Şirket-sendika işbirliği Anımsanacağı üzere, Hava-İş Sendikası, havacılık sektöründe grev yasağının meclisten geçirilmesi üzerine, tam bir yıl önce eylem çağrısı yapmıştı. Ama sendika, bu "grev" için hiçbir ciddi hazırlık yapmamış, geniş bir katılım için parmağını bile kıpırdatmamış (sadece uçuş bölümünde çalışanlara mesajla çağrı yapıldı) ve eylemi birkaç yüz kişiyle sınırlamıştı. Dahası, 14 bin üyeli Hava-İş, eylemdeki tüm inisiyatifin ve sorumluluğun çalışan-
mayıs 2013
işçiler ne istiyor? H keyfi TİS ihlalleri engellensin H az personelle fazla çalışılmasın H dinlenme süreleri bilimsel kriterlerle belirlensin H TİS’den part-time çalışanlar da yararlansın H işten atılmış 305 işçi geri alınsın kıdem hakları verilsin
lara ait olduğunu belirterek, yalnızca üyelerinin "arkasında" olduğunu açıklamıştı. Sendikacılar tarafından etkisizleştirilen o eylemin sonunda, THY yönetimi, 305 işçiyi tazminatsız olarak işten çıkarttı. Hava-İş’in başkanı Atilay Ayçin, 305 işçinin işten çıkartılmasına, “işten atılan işçilerin işe iadeleri yapılmadığı sürece eylemlerini genişleteceklerini” söyleyerek tepki göstermişti. Bu sözler havada kaldı ve Hava-İş bürokratları, işçilere, “bireyler olarak hukuki yollara başvurmalarını” söylediler. Sendika yöneticileri, işçilerin işe iade davasını kazanmasının, onların işe iade edilecekleri anlamına gelmediğini çok iyi biliyorlardı. Onlar, THY yönetiminin kabin memurlarının kadrolu çalışmasına son vermek istediğinin ve bugün yaptığı part-time kabin memuru alımlarının bu sürecin bir parçası olduğunun da farkındaydılar. THY’nin, 305 işçinin işe geri alınmayacağını açıklamasının ve TİS görüşmelerinde böylesi kararlı olmasının nedeni, sendika bürokrasisinin ciddi bir direniş örgütlemeyeceğinden emin olmasıdır. THY esnek, güvencesiz ve daha düşük ücretle işçi çalıştırma politikasını yıllardır uygulamakta, Hava-İş bürokratları da bu politikaya ortak olmaktadır. THY'deki özelleştirmeye ve taşeronlaştırmalara karşı parmaklarını bile kıpırdatmamış olan bürokratlar, bu güne kadar imzaladıkları her TİS'te, reel ücretlerin adım adım azaltılmasını da onayladılar. Bununla birlikte, THY'nin son saldırısı çok daha kapsamlı bir dönüşümü hedeflemektedir. THY, uluslararası ve yurtiçi rakipleri karşısında rekabet gücünü arttırabilmek için işçilerin ücretlerine, çalışma koşullarına ve sosyal haklarına göz dikmiştir. THY, 6+6 ay sözleşmeli kabin memuru alımlarına hız veriyor ve kadrolu çalışmayı tasfiye etme yönünde önemli adımlar atıyor; Hava-İş ise tüm bunları biliyor ve onaylıyor. Hava-İş’in 10 Nisan’daki "grev" kararından bu yana yaptığı açıklamalar, onun
grevi en baştan kırmaya çalıştığını göstermektedir. Greve çıkacak işçilerin cesaretini kırmaya yönelik teslimiyetçi açıklamalar, aynı zamanda, şirket yöneticilerini ve iktidarı cesaretlendirmektedir. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, bu cesaretle şunları söyledi: "Türk Hava Yolları yalnız değildir. Ne gerekiyorsa yaparız. Ulusal güvenlik ve turizm için çok önemli bir kuruluştur. Uçuşların aksamasına kabul edemeyiz." Başarılı bir mücadele için THY’nin, sektördeki rekabetin son derece kızıştığı bir ortamda; tam da sendikanın örtülü desteğiyle güvencesiz ve esnek çalışmayı yaygınlaştırma ve işçilik maliyetlerini düşürme politikasına hız vermişken, geri adım atmasını beklemek için herhangi bir neden bulunmuyor. Böylesi kritik bir süreçte, havayolu emekçilerinin güvenebilecekleri tek güç kendi birlikleri ve militan mücadeleleridir. Geçen yılki direnişte işten atılan ve açtığı dava sonucunda işe iade kararı alan direnişçi işçilerden Eda Zorluoğulları, mahkeme kararının ardından, “Göbeğimizi kendimiz kesmek zorundayız." demişti. Onun bu sözleri, bütün THY çalışanlarına, tutmaları gereken yolu gösteriyor. THY işçileri, başarılı bir mücadele için, hükümet-şirket-sendika üçgeninde gerçekleşen açık işbirliğini görmeli; bütün bu güçlerden bağımsız kendi taban komitelerini yaratarak sınıf mücadelesi ekseninde birleşmeli; tüm işçilerin militan katılımıyla gerçek bir grev örgütlemeliler. Şirketlerin, hükümetlerin ve sendikaların ortaklaşa saldırısına başarıyla karşı koyabilmenin yolu, sektör emekçilerinin uluslararası mücadelesiyle doğrudan bağlantı kurmayı içeren sosyalist bir perspektife ve örgütlülüğe sahip olmaktan geçiyor. HHHH
sınıfsız sınırsız sömürüsüz bir dünya için
mayıs 2013
işçi bülteni
lufthansa grevi uçakları yere indirdi Ernst WoLff
D
ört hafta önceki sınırlı bir grevde, Lufthansa’nın 1.800 uçak seferinden 700’ü etkilenmiş ve uçaklar bir günlüğüne pistte kalmıştı. Pazartesi günkü grev sonucunda, toplam 1.720 tarifeli uçuştan 1.688’i gerçekleşemedi. Grev, Lufthansa yönetiminin sürmekte olan toplu iş sözleşmelerinin üçüncü turunda yaptığı öneriye karşı gerçekleşti. İşçi sendikası Verdi, şirkette çalışan 33.000 kişi için yüzde 5,2 ücret artışı, iş güvencesi ve eğitim görenler için iyileştirmeler istiyor. Buna karşılık, Lufthansa, önümüzdeki 12 ay için yüzde 0,4 ile 0,6 oranlarında ücret artışı teklif etti. İş anlaşmazlığının büyümesinin başlıca nedeni, yalnızca şirketin bu berbat teklifi değil; aynı zamanda, Verdi’nin ve şirket yöneticilerinin çalışanların radikalleşmesinden duyduğu korku ve Kabin ve Uçuş Görevlileri (Cockpit and Ufo) gibi küçük meslek sendikalarının artan etkisidir. Bu meslek sendikaları, Verdi’nin havayolu yer görevlilerini temsil edememesinin doğrudan ürünü olarak ortaya çıktılar. Lufthansa çalışanlarının yalnızca yüzde 15’i Verdi’de örgütlü. Verdi, işçilerin rakip sendikalara yönelmesini önlemek için, bir yandan şirket
toplums al eş İ t l İ k
3
Lufthansa’da çalışan teknisyenlerin ve hizmet görevlilerinin 22 Nisan Pazartesi günkü grevi, Frankfurt, Hamburg, Münih, Stuttgart, Hannover, Düsseldorf ve Köln havaalanlarındaki uçuşların iptaline yol açtı.
yönetimiyle işbirliğini arttırırken, grev eylemini bir dereceye kadar genişletme kararı aldı. Verdi bürokratlarının militan söylemleri, sendikanın şirket yönetimiyle yakın işbirliğini gizlemeyi amaçlamaktadır. Verdi adına görüşmeleri sürdüren ve Mart ayından bu yana Lufthansa Denetim Kurulu’nda olan Christine Behle, “kabullenilemez” teklife sayıp döktü ve işveren kesimini “çalışanların korkuları üzerine oynamak”la suçladı. Lufthansa’nın yönetim kurulu başkanı Stefan Lauer, buna, grevi “baştan sona aşırı” olarak betimleyerek yanıt verdi ve yasal yollara başvurma tehdidinde bulundu. Aynı zamanda, iki taraf da grevin bir günle (Berlin’de birkaç saatle) sınırlandırılmasını sağlama aldı; bu arada, eylemin etkisini en aza indirmek için, bütünüyle Lufhansa’ya ait olan German Wings’deki çalışanlara iş bırakma çağrısı yapılmadı. “Yolcuların zora düşmesini engellemek için”, bütün uçuş iptalleri en ince ayrıntısına kadar Cuma gününden ilan edildi. Ayrıca, sendika ile şirket temsilcileri arasında 29-30 Nisan tarihlerinde yapılacak olan bir sonraki görüşmeye kadar başka bir grev düzenlenmemesi konusunda da anlaşıldı. Bu sınırlı iş bırakma eylemi, Lufthansa
Lufthansa çalışanları, bir günlük grev sırasında yürüyüşler düzenlediler.
işçilerinin geçim kaynaklarının giderek daha fazla tehdit altında olduğu bir durumda gerçekleşmektedir. Uluslararası havacılık sektörüne, yıllardır, daha şimdiden binlerce işten çıkarmaya ve ücretlerde gerilemeye yol açmış olan acımasız bir rekabet hakim. ABD’de, havayolu çalışanlarına on yıl öncekinden yüzde 40 daha düşük ücret ödeniyor. Avrupa, büyük bir hızla bu düzeye ulaşmaya çalışıyor. Alman havayolları, yalnızca düşük ücret maaliyetlerine değil ama aynı zamanda çok daha ucuz yakıt fiyatlarına sahip olan Etihad Airways (Abu Dabi) ve Emirates (Birleşik Arap Emirlikleri) ile de rekabetle karşı karşıya. Lufthansa, rekabet edebilmek ve yatırımcılarının kârlarını korumak için, 2012 yılında, SCORE adlı tasarruf programını uygulamaya koydu. Bu programın amacı, havayolu şirketinin faaliyet kârlarını 2015’e kadar 2,3 milyar avroya (yaklaşık 5,4 milyar TL) ulaştırmaktır. Şirket, yalnızca geçtiğimiz yıl, 740 milyon avro tasarrufta bulundu. SCORE, 3.500 işin ortadan kaldırılmasını ve personel masraflarında büyük indirimler yapılmasını öngörüyor. Sendika bürokrasisi içindeki eş yöneticiler, SCORE programının başlıca unsurlarını destekliyor. Verdi’nin bir yandan işçilerin artan direnişini dizginlerken, aynı zamanda onlar üzerindeki etkisini arttırmaya çalışmasının nedeni budur. Pazartesi günkü grev sırasında, Frankfurt havaalanındaki greve katılan 2.000 işçi arasında, Verdi’nin patronu Frank Bsirske’nin bir sonraki görüşme turu için Güney Pasifik’e birinci sınıfta uçak yolculuğu yaptığına dair söylenti yayıldı. Grevcilerden, 30 yıldır havaalanında, 10 yıldır da Lufthansa’da çalışan biri şunları söyledi: “Böylesi bir söylenti, özünde belirli bir inancı açığa vuruyor.” HHHH http://wsws.org/en/articles/2013/04/24/lufta24.html
4
sınıfsız sınırsız sömürüsüz bir dünya için
toplums al eş İ t l İ k
işçi bülteni
tam gün yasası’ndaki yeni düzenlemeler LEyLa Koç
S
ağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, 20 Mart 2013 günü, Tam Gün Yasası’ndaki düzenlemeler ile ilgili son detayları açıkladı. Müezzinoğlu, “mesaisi bittikten sonraki zamanını üniversitede geçirecek hocalarımızın günlük mesailerinde yaptıkları performansın akşam mesailerine de yansımasını düşünüyoruz” dedi. Buna göre, öğretim görevlilerinin aylık performansında onların “muayene, müdahale veya ameliyat sayılarıyla paralel olarak mesai sonrasında da benzer bir performans hakları doğacak”. Yeni düzenlemelere göre, normal mesaiden sonra öğretim görevlilerine muayene olmak isteyenler, Sağlık Uygulama Tebliği’nde (SUT) belirtilenin bir misli katılım payı ödeyecek. Müezzinoğlu, ayrıca, bu uygulamayla birlikte, öğretim üyelerine, yüzde 3 ile 5 arasındaki bir oranda kurum dışında çalışma olanağı sağlanacağını belirtti. Yeni uygulamayla, bir üniversitedeki öğretim üyesi başka bir üniversitede görev yapabilecek veya özel bir hastanedeki profesör veya doçent tıp fakültesinde sözleşmeyle çalıştırılabilecek. Bu durumda elde edilecek gelirin kurum ile hoca arasında paylaştırılacağını bildiren Müezzinoğlu, üniversitelerdeki öğretim üyeleri için mesai sonrasında Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) uyarınca 55 liralık muayene ücreti ödenmesinin söz konusu olabileceğini belirtti. Müezzinoğlu, ameliyat ve diğer işlemler için de ilave ücret ödeneceğini söyledi. Bakan, hastaların -bazı ameliyatlar hariç- SUT'ta öngörülen ücret kadar ödeme yapmasını düşündüklerini belirtti. Bu düzenlemelerle birlikte, üniversitedeki öğretim görevlilerinin “performanslarını artırması” isteniyor; bu süreçteki giderlerin büyük kısmı da yurttaşlardan sağlanıyor. Ayrıca, öğretim görevlilerinin kâr odaklı birer ticarethane olan özel hastanelerde ücretli köleler haline getirilmesinin yolu açılıyor. Sağlık sektörü, Tam Gün Yasası ve benzeri uygulamalar sonucunda, bir bütün olarak sermaye birikiminin ve kâr sağlamanın bir aracı haline gelmektedir.
mayıs 2013
yeni düzenlemeler neler getiriyor?
H bir üniversitede H normal mesaiden Bu doğrultuda, öğretim üyesi olan sonra öğretim kamudaki sağdoktor başka bir görevlilerine muayene lık çalışanlarıüniversitede sözleşmeyle olmak isteyenler katılım nın hakları b u d a n ı y o r, çalıştırılabilecek. payı ödeyecek. hastaneler birer ticari işletmeye dönüşüyor, nitelikli sağlık hizmet- Uluslararası düzeyde sürdürülen bir leri yalnızca özel hastanelerde toplumsal karşı-devrimin parçası olan bulunabilir hale getiriliyor, vergi ve si- bu süreç, Türkiye’de 1980’li yıllarda gorta primleriyle sağlık harcamalarına başlamış, ancak çeşitli gel-gitlerin arzaten katkıda bulunan yurttaşlar, mua- dından, asıl olarak 10 yıllık AKP hüküyene olmak istediklerinde tekrar ellerini metleri döneminde hız kazanmıştır. ceplerine atmak zorunda bırakılıyorlar. Hastanelerin kâr amaçlı birer şirkete “Sağlıkta dönüşüm” adı verilen yeni-li- dönüşmesi, çalışanların haklarının buberal politikalarla, bütçeden sağlığa ve danması ve taşeronlaşmanın yaygınlaşsosyal güvenliğe ayrılmış kaynaklardan ması, yoksul ve emekçi kesimler için ‘azami’ verimliliği sağlamak amaçlanı- bugüne kadar elde edilmiş hakların yor. Kısacası, sağlığın alınıp satılabilen birer birer çöpe atılması demektir. bir meta haline gelmesi, ticarileştirilSağlıklı yaşam, insanların her koşulda mesi ve serbest piyasaya açılması ile parasız bir şekilde sahip olması gereoluşan “kapitalist tıp modeli” hızla egeken bir haktır. Bu hakka yapılan saldımen kılınıyor. rılar, sağlık çalışanlarının çalışma ve sağlıkta dönüşümün yaşam koşullarını kötüleştirirken, aynı uluslararası karakteri zamanda, bir bütün olarak işçileri ve Türkiye’de uygulanan bu yeni-liberal yoksulları sağlıklı yaşama hakkından politikalar, dünya genelinde yaşananmahrum bırakmak demektir. Çünkü, lardan farklı değil. Sağlıkta metalaştırma ve piyasalaştırma rehberi, IMF ve hava ve su kirliliğinin, kötü barınma koDünya Bankası tarafından hazırlanmış- şullarının, yetersiz beslenmenin ve işsiztır ve yıllardır neredeyse bütün ülke- liğin yol açtığı sağlık sorunlarıyla asıl boğuşanlar işçiler ve emekçilerdir. lerde uygulanmaktadır. Kapitalizm, doğası gereği, sermayenin Dünya genelinde sağlık hizmetleri, kasürekli büyümesini ve yoğunlaşmasını; baca 1980’li yılara kadar “ulusal kalkârları sürekli olarak artırılmasını gekınma” doğrultusunda sosyal devletin rektirir. Bu, özel mülkiyet üzerine kurulu bir işlevi olarak görülüyordu. olan kapitalist sistemin doğasıdır. Bu Ulusal pazarların 1970’lerin sonlarınsistemin üzerinde yükselen ve onun dan ve 1980’lerden başlayarak küresel piyasaya entegre edilmesiyle birlikte, muhafızı olan burjuva devletin, derin burjuva devletlerin sağlık, eğitim gibi ekonomik kriz koşullarında bütün “sossosyal alanlardaki işlevleri de küresel yal sorumluluklar”ından vazgeçip, sermayenin kâr dürtüsüne tabi kılındı bütün kamusal alanları küresel bağlanve sağlık, hızla bir “endüstri” haline tıları olan sermaye gruplarına peşkeş geldi. çekmesi de saşırtıcı değildir. İşçi sınıfıKapitalistlerin sermaye birikimi için yeni nın otuz yılı aşkın süredir uğratıldığı yebir alan olarak el attığı sağlık sektö- nilgilerin ürünü olan bu gidişatı ründe, devletin vergi gelirlerini ve sos- değiştirmek ve en temel insan haklarınyal sigorta fonlarını ilaç endüstrisinin ve dan biri olan sağlık hakkının ücretsiz, özel hastanelerin kullanımına sunması adil ve kalıcı şekilde toplumsallaştırılda yapay bir sağlık harcaması yarattı. ması, ancak işçi sınıfının kapitalist özel Artan sağlık harcamalarında, devlet mülkiyet sistemine son vermesi ile hastanelerinin payı azalırken şirketler mümkün olacaktır. ön plana çıktı. HHHH
sınıfsız sınırsız sömürüsüz bir dünya için
mayıs 2013
işçi bülteni
kamuda dönüşüm ve kpdk toplantıları rıza KüL
A
toplums al eş İ t l İ k
5
AKP’nin çalışma yaşamını sermaye lehine yeniden düzenleyen ekonomik ve sosyal programının en önemli ayaklarından biri olan kamu personel rejiminde dönüşüm, hükümetlerin kamu sektörünü bütünüyle küresel sermaye gruplarının ve onların uzantısı yerli şirketlerin kâr amacına tabi kıldığı küresel bir eğilimin ifadesidir.
KP’nin çalışma yaşamını sermaye le- roya geçme umudu doğmuştu. Ama ama emekçiler arasında patron-devlet hine yeniden düzenleyen ekonomik Bakan Faruk Çelik, katıldığı bir KPDK lehine rekabet yaratmak ve onları daha ve sosyal programının en önemli ayakla- toplantısında, “maliyeye yük getirecek az ücretle daha çok çalıştırmak için gerından birinin kamu personel rejiminde adımlar atmam” demiş ve geçici perso- liştirilmiş bir formüldür. dönüşüm olduğu biliniyor. Bu dönüşüm, nelin çalıştığı yerde kadroya alınması ko- Emekçileri, çalışma alanlarında örgütlü hükümetlerin kamu sektörünü bütünüyle nusunda “şimdilik” herhangi bir adım mücadeleden koparan, bireyselleştiren küresel sermaye gruplarının ve onların atılmayacağının işaretini vermişti. ve birbirleriyle rekabet eden modern köuzantısı yerli şirketlerin kâr amacına tabi Sendikalar ise “geçici-sözleşmeli perso- leler haline getiren bu sistem ile birlikte, kıldığı küresel bir eğilimin ifadesidir. nele kadro hakkı verilmelidir” talebini sa- daha az sayıda çalışana daha fazla iş Bu eğilimin bir sonucu olarak, uzunca bir hipleniyor görünürken, toplantı sonrası yaptırılacak; performans düşüklüğü gesüredir, başta Çalışma ve Sosyal Güven- ortaya çıkan durumu üstü örtülü bir şe- rekçesi ile ücret kesintileri ve işten çıkarlik Bakanı Faruk Çelik olmak üzere pek kilde kabullendiler. Bu kabulleniş, malar kolaylaştırılacaktır. çok AKP kurmayı, mevcut 657 sayılı Dev- 657’de değişiklik öngören tasarıya ilişkin saldırı dalgası yükseliyor let Memurları Kanunu’nun (DMK) “günün olarak, “iş güvencemize dokundurmayız” KPDK toplantılarının, patronların ve işçi ihtiyaçları”nı karşılamadığını belirtiyor. diyen sendikaların tutarsızlıklarını ortaya sendikaları konfederasyonları temsilcileEgemenlerin, “günün ihtiyaçları” ile kas- koymuştur. Kamuda 1970’li yıllardan rinin, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakantettikleri, elbette, özel sektörde uygula- beri süre gelen süreli sözleşmeli çalıştır- lığı nezaretinde düzenlenen Üçlü nan dizginsiz emek sömürüsünün kamu maya (4/B-4/C) karşı hiçbir mücadele Danışma Kurulu toplantısında taşeron çaalanında da gerçekleşeceği koşulların vermemiş ve bu alanda gerçekleşen dö- lışmanın yaygınlaştırılmasını öngören nüşüme sessiz kalmış olan sendikaların yasal düzenlemeleri tartıştıkları bir döoluşturulmasıdır. bugün farklı davranacaklarını düşünmek neme denk gelmesi oldukça anlamlıydı. “Günün ihtiyaçları” için bir neden bulunmuyor. AKP’nin kamu alanında gerçekAKP’nin 657 sayılı yasada değişiklik leştirmeye çalıştığı dönüşümle arzusu, onun çalışma yaşamının büEmekçileri çalışma alanlarında örgütlü bağlantılı olarak, geçtiğimiz iki ay tününe yönelik uygulamalarından mücadeleden koparan, bireyselleştiren ve ayrı düşünülmemeli. içinde, Çalışma ve Sosyal Güvenbirbirleriyle rekabet eden modern köleler Dünya çapında yaşanan ekonomik lik Bakanlığı’nda bir dizi toplantı haline getiren bu sistem ile birlikte, daha az krizle birlikte bankalara ve şirketlere gerçekleştirildi. sayıda çalışana daha fazla iş yaptırılacak; aktarılan milyarlarca liranın emekçiMemur-Sen, Kamu-Sen ve KESK temsilcileriyle birlikte patronu temperformans düşüklüğü gerekçesi ile ücret lerin sırtından çıkartılması için birbiri silen Bakan’ın ve ilgili bürokratlaardına yasalar çıkarılıyor. kesintileri ve işten çıkarmalar rın yer aldığı Kamu Personeli Bu koşullar altında, mevcut 657 sakolaylaştırılacaktır. Danışma Kurulu’nun (KPDK) yapyılı DMK’yi savunmaksızın, piyasa tığı toplantılarda, kamu emekçilerinin Kamu sektöründe sürekli-güvencesiz, koşullarını kamuda egemen kılma amageleceğini yakından ilgilendiren, rotas- sosyal ve ekonomik haklardan mahrum cını teşhir etmek gerekiyor. Unutmayalım yon (sürgün), disiplin cezaları (ücret ke- biçimde çalışmayı temsil eden 4/C’li ki, sermayenin saldırısı kamu ve özel seksintileri, memuriyetten uzaklaştırma), üst emekçilerin içinde bulunduğu durum, as- tör ayrımı yapmadan tüm emekçilere yödüzey bürokratların atanma şartları ve lında, sözde “iş güvencesine” sahip kad- neliktir. görev süreleri (hükümet memurluğu), rolu kamu emekçilerinin karşı karşıya Kazanılmış hakları savunma ve taşeron, kamu görevlilerinin statüleri (geçici, söz- kalacağı koşulların habercisidir. güvencesiz, sözleşmeli vb. kölece çalışma leşmeli personelin kadroya alınması, sta- “Performans denetimi” koşullarını ortadan kaldırma mücadelesi tülerin yeniden belirlenmesi) ve 657 sayılı Kamu emekçilerine dayatılan “perfor- kapitalizme karşı mücadeleden ayrılakanunda değişiklik konuları görüşüldü. mans denetimi”, tam da 657 sayılı maz. Kapitalist üretimin küresel işleyişi, Sendika ve devlet bürokrasisi, ayrıca, DMK’de yapılacak değişiklikler sonu- işçi sınıfını insanlık dışı çalışma ve yaşam daha önceden görüşülüp anlaşmaya va- cunda ortaya çıkacak duruma, yani iş koşullarına mahkûm etmeyi amaçlayan rılmış bir dizi maddeyi yeniden değerlen- güvencesinin tamamen ortadan kaldırıl- toplumsal karşı-devrime karşı, işyerlerindirdi ve bunlarla ilgili yasal düzenleme masına hizmet etmektedir. den başlayarak tüm işçileri kapsayan yapılması konusunda anlaştı. Performans denetimi uygulamaları, AKP yeni türde kitlesel militan örgütlenmeler 657 sayılı yasada tasarlanan değişiklikle ve kimi sendika bürokratları tarafından yaratmamızı gerektiriyor. birlikte, özellikle “geçici personel” olarak pazarlandığı gibi “çalışan memur ile çaHHHH nitelenen 4/C’li emekçiler arasında kad- lışmayanı birbirinden ayırmak için” değil
6
sınıfsız sınırsız sömürüsüz bir dünya için
toplums al eş İ t l İ k
işçi bülteni
koç üniversitesi’ndeki taşeron işçilerinin direnişi ZEYNEP SENCER
N
isan ayının ilk yarısında Koç Üniversitesi’nde taşeron işçilerinin gerçekleştirdiği direniş ve onların yeni taşeron şirketlerde çalışmaya devam etme talebini kabul ettirmesi, genel olarak bir zafer olarak değerlendirildi. Oysa işçilerin yeni taşeron şirketlerde istihdam edilmesiyle sonuçlanan bu direnişin kazanım olarak kabul edilmesi gereken tek yanı, işçisi, öğrencisi ve akademisyeni ile bütün üniversite bileşenlerinin üniversite yönetimine karşı aynı cephede, militanca yer almasıydı. Koç Üniversitesi’nde çalışan 161 taşeron işçisi, Integrated Service Solutions (ISS) adlı uluslararası şirketle üniversitenin imzaladığı sözleşmenin sona ermesiyle birlikte, 13 Mayıs 2013 itibariyle işten çıkartılacaktı. Taşeron işçileri, buna karşı, 1 Nisan’da üniversitede bir eylem düzenlemiş ve “taşerona karşı kadro” talebini ileri sürmüşlerdi. Öğrencilerin ve akademisyenlerin de destek verdiği bu eylemin ardından, üniversitenin rektörü Umran İnan, 161 işçinin sözleşmesinin 2 Nisan günü ile sona erdirildiğini açıkladı. Umran İnan, bu açıklamada “üniversitelerin asli fonksiyonlarının yemek ve temizlik olmadığını, tüm dünyada olduğu gibi kendilerinin de bu ihtiyaçları taşeron aracılığıyla karşılayacaklarını ve bundan vazgeçmelerinin mümkün olmadığını” ifade ediyordu. İnan’ın bu sözleri, aynı
mayıs 2013
Son derece kısmi bir ücret artışıyla ve işçilerin yeni taşeron şirketlerde istihdam edilmesiyle sonuçlanan bu direnişin kazanım olarak kabul edilmesi gereken tek yanı, işçisi, öğrencisi ve akademisyeni ile bütün üniversite bileşenlerinin üniversite yönetimine karşı aynı cephede, militanca yer almasıydı.
zamanda, direnişin hangi temelde değerlendirilmesi gerektiğini de göstermektedir. Taşeronu ortadan kaldırmayı ve iş güvencesini hedefleyen eylem üniversite yöneticilerini büyük bir telaşa düşürmüştü. İşçiler, bu açıklamanın ardından, öğrencilerin ve akademisyenlerin desteğiyle, bir direniş başlattılar ve 8 Nisan günü, yeni taşeron şirketlerde istihdam edilerek işlerine iade edilene kadar üniversiteyi terk etmediler. Üniversitedeki akademisyenlerin, öğrencilerin ve direnişteki işçilerin aralarından seçtikleri temsilciler, 6 Nisan günü, direnişin başlangıçtaki talebi olan “taşeronun tasfiyesi ve kadro” talebinin yerine, işçilerin 6 aylık iş güvencesi, eski sözleşmelerin ve eski kıdemin devamı, hafta sonu mesaisi için ek ücret, bir “taşeron işçi komisyonu” kurulması ve daha yüksek maaş taleplerini Koç Üniversitesi yönetimine ilettiler. Üniversite yönetimi, 8 Nisan günü, işçilerin kimi taleplerini yeni taşeron firmaların (Eurest Services ve Mavi Yaka) iş sözleşmesine ekletti. İşçiler, bu yeni sözleşmeleri imzalamaya karar vererek direnişi sonlandırdılar. Koç Üniversitesi’ndeki temizlik işçileri Eurest Services, ofis destek birimlerinde çalışan işçiler ise Mavi Yaka adlı şirketlerle sözleşme imzaladılar ve taşeron işçisi olarak çalışmaya devam ediyorlar. Gerçek bir kazanım elde edilmedi
Taşeron işçilerinin Koç Üniversite’sindeki direnişinde üniversite bileşenlerinin sergilediği dayanışma, kuşkusuz, tüm çalışanların örnek alması gereken bir deneyimdir. Direniş boyunca, üniversitenin asli bileşenleri olan işçiler, öğrenciler, asistanlar ve akademisyenler üniversite yönetimine karşı ortak bir mücadele geliştirdiler. Bilim emekçilerinin ve öğrencilerin taşeron işçilerine verdiği desteğin yalnızca direnişe fiziki katılımla sınırlı kalmadığının ve kampüsün temizliğinden, ortak hareket etmeye kadar geniş bir yelpazeye yayıldığının altını çizmek gerekir. Bununla birlikte, Koç Üniversitesi’ndeki bu mücadele, yalın bir sınıf perspektifine sahip olmadığı için, gerçek ve kalıcı bir kazanımla sonuçlanmamıştır. Koç Üniversitesi yönetimi ile varılan anlaşmada, direnişin başında talep edilen taşerona karşı kadro hakkından vazgeçilmiş ve taşeron sistemi kabul edilmiştir. Buna karşılık, kimi “sol” çevreler, geniş işçi kesimlerini birleştirecek militan bir talep olarak “taşeronun ortadan kaldırılması ve herkese kadro” talebinden geri adım atılmasını ve taşeron sisteminin işçilere kabul ettirilmesini görmezden gelerek, direnişi, “taşeron işçilerin örgütlü mücadelesi büyük kazanımlarla sona erdi!” biçiminde yorumladılar. Mavi Yaka ve Eurest Services’in sözleşmelerindeki maddelere baktığımızda, hiç de “büyük kazanımlar” elde edilmemiş olduğunu görüyoruz: H Sözleşmelerdeki 1. ve 2. maddeler, direnişçi işçilerin işe iadesini konu alıyor. Yani üniversitenin kadrolu çalışanı olması gereken işçiler, yeni ihaleyi kazanan taşeron şirketlerde çalışmaya devam ediyorlar. H 3, 4 ve 5. maddeler, “sol” çevreler tarafından, direnen taşeron işçilerinin iş güvencesi olarak sunuluyor. Oysa bu, büyük bir yanılsamadır! Çünkü bu maddelerde üzerinde anlaşılan “iş güvencesi” tanımlaması, İş Kanunu’nun 18. Maddesi’ne atıfta bulunuyor. Bu madde, en az altı aylık kıdemi olan
sınıfsız sınırsız sömürüsüz bir dünya için
mayıs 2013 işçinin iş sözleşmesinin feshini onun “yeterliliği” ve “işyerinin ihtiyaçları” gibi son derece esnek gerekçelerle sınırlamaktadır. Bu da, süreli iş sözleşmesi ile çalışan taşeron işçileri için iş güvencesi değil, tersine, keyfi işten çıkarmalar demektir. Taşeron işçi çalıştırmanın gereği olan “6 aylık iş güvencesi”ni “kazanım” olarak yorumlamak, gerçekte mevcut taşeron sistemini kabul etmek demektedir. H Taşeron sistemin işleyişi yüzünden işlerinden çıkarılan işçilerin, işe iade sırasında hak kaybı yaşamamalarını düzenleyen 6. ve 7. maddeler, işçilerin çalışma şartlarında mevcut durumun korunmasını öngörmektedir. 7. maddedeki, asgari ücret artış dönemlerinde en az asgari ücret artış oranında zam yapılması talebi ise mevcut iş hukukunda varolandan öte bir talep değildir. H 8. madde, “puantaj kontrolü” adı altında, sermayenin hemen her alanda yaygınlaştırdığı performans denetimini içermektedir. Performansa dayalı çalışma, özel sektörün işçileri daha yoğun sömürmesine zemin oluşturan ve onlara karşı kullandığı bir silahtır. Performans düşüklüğü, İş Kanunu’nun 18. maddesine göre işten çıkarma sebebidir. Sözleşmenin ilgili maddesinde, işçilerin performansa göre çalıştırılmasına karşı çıkılmamaktadır. H “Kazanım” gibi gösterilmeye çalışılan bir diğer nokta da, performans denetiminde kullanılan retina taraması, parmak izi gibi yöntemlerin yerine daha “yumuşak” olanların geçirilmesidir ve bunlar, performansa dayalı çalışmayı engelleyen bir durum yaratmamaktadır. H Sözleşmelerin 9, 10 ve 11. maddeler ise -işçinin dinlenebileceği alanların ya-
ıntEGratED sErvicE soLutions 1901 yılında Danimarka’da bir güvenlik şirketi olarak kurulmuş olan ISS (Integrated Service Solutions), 53 ülkede, “Temizlik, Güvenlik, Teknik Hizmetler, Catering, Çamaşırhane Yönetimi, Bahçe Bakımı, Haşere İlaçlama, Ofis Destek ve Çağrı Merkezi Hizmetleri” ile “tesis yönetimi” konularında faaliyet gösteren uluslararası bir şirkettir. Türkiye pazarına 2005 yılında giren ISS, 200.000’den fazla müşteriye ve 535.000'den fazla çalışana sahiptir.
işçi bülteni Mavi yaKa insan KaynaKLarı Mavi Yaka İnsan Kaynakları, çalıştığı şirketlere istihdam ve özlük işleri hizmeti veren bir şirket. Şirket, 2005 yılında, Koç Grubu' ndan bir üst düzey yönetici tarafından kuruldu. Faaliyetleri, “Çok uluslu endüstri kuruluşlarından holdinglere, kobilerden tarım işletmelerine kadar geniş bir yelpaze içerisinde çeşitlilik göstermektedir.” Şirket, Türkiye İş Kurumu’nun 129 no’lu Özel İstihdam Bürosu izin belgesine sahip. ratılması, idari tatillerde çalışılmaması, işyerince verilen iş giysilerinin mevsim koşullarına uygunluğu gibi- işçilerin en temel haklarını ifade ediyor. H Taşeron İzleme Kurulu’na gelince. Bu kurulun işlevi, üniversite yönetiminden sözde bağımsız bir kurulun, işçilerin sorunlarını dinleyerek bunlara “çözüm getirmesi”dir. Bu, 19. yüzyıldan beri var olan son derece geri bir yaklaşımın ifadesidir. Koç Üniversitesi’nde, tam da işçilerin, öğrencilerin ve öğretim görevlilerinin ortak örgütlenmesi sağlanmışken, bunu kalıcılaştıracak bir işyeri meclisi kurmak yerine şikâyet kurulu oluşturmak, geri bir adımdır. Üniversite bileşenlerinin ortak örgütlenmesinin yerini asla tutamayacak olan bu “sorun giderici”, “arabulucu” kurul, hem ismi hem de işleviyle üniversitede taşeron çalışmayı meşrulaştırmaktadır. uluslararası taşerona karşı uluslararası mücadele Son olarak, Koç Üniversitesi ile sözleşmesi biten ISS’nin uluslararası bir taşeron şirket olduğunu anımsatalım. Onun yerini alan yeni taşeron şirketlerden Eurest Service de COMPASS GROUP PLC’ye bağlı uluslararası bir şirkettir. Diğer yeni taşeron, Mavi Yaka’ya gelince. O, küresel sermayeye göbekten bağlı Koç Grubu’nun yöneticilerinin kurduğu ve uluslararası düzeyde hizmet sunan bir taşerondur. Bu küresel şirketlerle işyeri bazında “pazarlık” yapmak ve kitlesel mücadele örgütleri kurmak yerine “şikâyet ve çözüm” kurulları oluşturmak, işçi sınıfı için kazanımlar elde etmek değil; giderek kötüleşen kapitalist çalışma koşullarına karşı kendini silahsızlandırmak anlamına gelmektedir. Pazarlıklar, taşeron sistemin yı-
toplums al eş İ t l İ k
7
EurEst sErvicEs Dünyanın en büyük yiyecek, içecek, servis ve organizasyon kuruluşu olan COMPASS GROUP PLC’ye bağlı. COMPASS GROUP PLC, 50 ülkede faaliyet gösteriyor, yıllık 16,9 milyar Sterlin’i aşan ciroya sahip ve 508 binden fazla işçi çalıştırıyor. Şirket, dünyanın 9. büyük işverenidir. COMPASS GROUP, 2011 yılında Fortune “Global 500” sıralamasında dünyanın en büyük 432. kuruluşu oldu. Microsoft, Shell, IBM, Google, Philips, P&G gibi büyük uluslararası firmalara iş yapan COMPASS GROUP’un müşterileri arasında, ordular ve uluslararası güvenlik şirketleri de yer alıyor. Şirket, Batı Afrika’daki BM Barış Gücü’ne ve Irak’taki ABD birliklerine de yiyecek sağlıyordu. kılmasını ve ücretli emek sömürüsü sisteminin lağvına değil ama onların varlığını kabul etmeye, performansa dayalı çalışmanın ve daha fazla artı-değer sömürüsünün yeni maskeler altında sürdürülmesine yol açar. Tüm dünyada işçilere karşı toplumsal bir karşı-devrim başlatmış olan uluslararası şirketlere karşı mücadelenin aracı, şikâyet komisyonları değil,tüm işçileri kapsayan militan ve kitlesel mücadele örgütleri olarak işyeri meclisleridir. Bu meclisler, kendi işkollarından başlayarak bütün sektörleri kucaklamalıdır. Onlar, uluslararası düzeyde ilişkiler kurmalıdır. Unutmayalım ki, Koç Üniversitesi’ni direnişe bir an önce son vermeye zorlayan en önemli etmenlerden biri, belki de en önemlisi, yöneticilerin, direniş nedeniyle üniversitenin uluslararası düzeydeki “saygınlığının” zedelenmesinden korkmasıydı. Özetle, sermaye karşısında gerçek kazanımlar elde etmek için ihtiyacımız olan şey, sınıf mücadeleci yeni kitlesel örgütlenmelerdir. Bu mücadelelerin başarısı için de enternasyonalist ve sosyalist bir perspektif geliştirmemiz gerekiyor. Koç Üniversitesi taşeron işçilerinin direnişinden ve diğer onlarca direnişten doğru derslerin çıkartılması, önümüzdeki mücadelelere hazırlanmakta büyük önem taşıyor. HHHH
8
sınıfsız sınırsız sömürüsüz bir dünya için
toplums al eş İ t l İ k
işçi bülteni
bakanlık destekli “işten çıkarma konferansı” oKur MEKtuBu
Özel bir şirket, 27 Nisan tarihinde İstanbul’da Sheraton Maslak Otel'de “İnsan Kaynakları Yönetiminde İşten Çıkarma Stratejileri” başlıklı bir konferans düzenleyeceğini duyurdu. Çalışma Bakanlığı’ndan iki bürokratın da katılacağı konferansta, patronlara en az maliyetle işten çıkarmanın yolları, işten çıkartmanın hukuksal işlemleri gibi konular anlatılacaktı. Konferansın gerçekleşeceği gün,
otel önünde toplanan işçiler ve gençler, "Milyonlar aç milyonlar işsiz, işte kapitalist sisteminiz", "Çalışma Bakanı işçi düşmanı" sloganlarıyla konferansı protesto ettiler. Böyle bir tepkiyle karşılaşacağını hesaplamamış olan şirket, konferansı iptal etmek zorunda kaldı. Bu eyleme, DİSK bürokrasisi de “destek verdi”. Bununla birlikte, işsizlik sorununa ve kapitalistlerin işten atma saldırılarına karşı gerçekte hiç bir direniş sergilemeyen; hatta onlarla birlikte
taşeron yasa taslağı: işçiye değil taşeron sistemine güvence oKur MEKtuBu
27 Mart 2013 tarihinde Bakanlar Kurulu’nun kabul ettiği Taşeron Yasa Taslağı (4857 Sayılı İş Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı Taslağı), taşeron sisteminin yaygınlaştırılmasının ve kiralık işçi uygulamasının önünü iyice açıyor. Yasa tasarısı, burjuva medya aracılıyla, “taşeron işçiye müjde” manşetleriyle sunuluyor. Oysa işgücü maliyetini düşürecek ve esnek çalışmayı arttıracak olan bu yeni model, 1,7 milyonluk taşeron işçi ordusuna yeni işçiler katmayı amaçlamaktadır. Taşeron sistemin yaygınlaşması, İş Yasası’nın 2. maddesinde, asli işlerde de taşeron çalışmasına izin verecek bir değişiklik yapılarak sağlanıyor. Dahası, tasarı, mevcut taşeron uygulamasının kanuna uygunluğunu denetleyen iş müfettişlerinin yetkisini de kaldırmaktadır. Tasarıda, yıllık izin ve kıdem tazminatı hakları bir yenilik ve lütuf gibi sunuluyor. Oysa, taşeron işçiler de İş Kanunu’na tabi olarak çalışmaktalar ve bu haklar, ilgili kanunda zaten mevcut. Bu tasarı, 12 Nisan 2013 tarihinde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda, patron ve işçi sendikalarına sunuldu. Çalışma Bakanı Faruk Çelik, Hak-İş’in, DİSK’in ve Türk-İş’in katıldığı toplantı ile ilgili olarak, bir uzlaşma sağlanamadığını ifade etti. Bununla birlikte, sendika bürokratlarının, bugüne kadar işçi ve emekçilerin hakları birer birer gasp edilirken yaptıkları gibi sözde bir karşı çıkıştan başka hiçbir şey yapmayacakları ortada. Biz-
mayıs 2013 davranan sendikal önderliklerin verdiği bu destek, sıradan bir "günü kurtarma" etkinliğiydi. Küresel krizin derinleştiği koşullarda, dünya genelinde işçi sınıfına karşı dizginsiz bir saldırı sürdüren egemen sınıflar, Türkiye'de de aynı yolu izliyorlar. Şirket patronları ve yöneticileri ile onların emrindeki iktidar, sendikaları da yanlarına almış olmaktan kaynaklanan bir pervasızlıkla, işçi sınıfına bütünüyle boyun eğdirmenin hazırlıklarını yapıyorlar. Bu konferansın düzenlenmesi dahi kapitalistlerin ve AKP iktidarının pervasızlığını gözler önüne sermektedir.
H bize yazın
ler işçilerin birliğine dayanan kendi gücümüze güvenmeli ve bunu örgütlemek için çalışmalıyız. Patronlar için iş gücünün kolayca ikamesi, bizim için güvencesiz ve esnek çalışma anlamına geliyor. Onlar için iş gücü maliyetlerinin düşürülmesi bizler için sefalet koşullarında yaşamaktan başka bir şey değil. Taşeron çalışma, ücretli emek sömürüsü sisteminin son derece ağırlaştırılmış bir parçasıdır. Ama tek başına taşerona karşı çıkmak da yeterli değildir. Çünkü sömürü, birkaç saat fazla ya da daha kötü koşullarda çalıştırılmamızdan değil; bizzat patronlar için çalışıyor olmamızdan kaynaklanıyor. Taşeron sistemi, sonuna kadar karşı çıkılması gereken bir sonuçtur ve bu sonucu tamamen ortadan kaldırabilmek için onu yaratan kapitalizm bataklığını kurutmalıyız.
sınıfsız sınırsız sömürüsüz bir dünya için
mayıs 2013
işçi bülteni
bangladeş’te çöken fabrika ve kâr dürtüsü K. ratnayaKE Bangladeş’te sekiz katlı Rana Plaza binasının çökmesinin ardından çoğu hazır giyim işçisi 300’den fazla insan öldü ve çok daha fazlası yaralandı [ölü sayısının 1000’e ulaşması bekleniyor, çev.]. Bu, dünyada, en kötü iş felaketlerinden biri ama küresel şirketler ucuz ve kötü koşullarda çalıştırdıkları işgücü dolayımıyla daha fazla kâr peşinde koştukları için sonuncusu olmayacak. Rana Plaza komleksi, Bangladeş’in şimdi Çin’in ardından dünya ikincisi olan- giyim sanayisinin büyük çapta büyümesi boyunca, ülkedeki sınırlı güvenlik ve imar kanunlarına aldırmadan aceleyle inşa edilmiş çok katlı binaların tipik bir örneğiydi. Bu kompleks, binlerce işçiyi istihdam eden beş hazır giyim fabrikasına ve bir labirenti andıran dükkanlara ev sahipliği yapıyordu. Rana Plaza komleksinin, iktidardaki Avami Birliği partisiyle bağlantılı yerel bir politikacı olan sahibi, yalnızca beş kat için ruhsat almış ama ona üç kat daha eklemişti. Salı günü, işçiler binada geniş çatlaklar olduğunu fark ettiğinde, geçici bir tahliye yaşanmıştı. Ama binanın sahibi Sohel Rana, tersine uyarılara rağmen binanın sağlam olduğunu açıkladı. Üretim planlarını karşılamaya kararlı olan fabrika yöneticileri işçileri işe dönmeye zorladılar. Bina, Çarşamba günü aniden
toplums al eş İ t l İ k
9
Bangladeş’te sekiz katlı Rana Plaza binasının çökmesinin ardından çoğu hazır giyim işçisi 300’den fazla insan öldü ve çok daha fazlası yaralandı. Bu, dünyada, en kötü iş felaketlerinden biri ama küresel şirketler ucuz ve kötü koşullarda çalıştırdıkları işgücü dolayımıyla daha fazla kâr peşinde koştukları için sonuncusu olmayacak.
çöktü. Aradan üç günden fazla zaman geçtiğinde, kurtarma ekipleri, enkaz altında beden bulmaya devam ediyordu. Önceki felaketlerde olduğu gibi, ülkenin ucuz emeğinden yararlanan Bangladeş hükümeti, şirket grupları ve küresel giyim şirketleri, bu felaketin ekonomik ve siyasi yansımalarını sınırlandırmak için harekete geçti. Başbakan Şeyh Hasina kurtarma operasyonunu bir “seferberlik” haline getirdi; işçilerin öfkesini bastırmak için, aralarında adı kötüye çıkmış Acil Müdahale Birliği’nin de yer aldığı asker ve polis birliklerini sevketti. Perşembe ve Cuma günleri, yüz binlerce hazır giyim işçisi Dakka’da ve kentin çevresindeki sanayi bölgelerinde sokaklara döküldü. Başbakan, binanın sahibini suçladı ve onun cezalandırılacağını açıkladı. Hasina da, benzeri felaketleri önlemek için hiçbir şey yapılamayacağını belirtti. O, ülkedeki binaların yüzde 90’ının yasal imar planlarına uygun olmadığını teslim etti ama “hemen şimdi bütün binaları yıkmamız mı gerekiyor” diyerek konuyu bir kenara itti. Bangladeş Hazır Giyim Üreticileri ve İhracatçıları Birliği (BGNEA), Rana Plaza’da faaliyet gösteren şirketlerin üyeliğine son verdi ve binanın çökmesinden sorumlu olanların cezalandırılması çağrısında bulundu. Bununla birlikte, güvenilir olmayan koşulların
tüm sektörde yaygın olduğunu, aynı hükümet gibi, patron grupları da çok iyi biliyor. Geçtiğimiz Kasım ayında, Ashulia sanayi bölgesindeki Tazreen hazır giyim fabrikasında çıkan ülke tarihinin en kötü fabrika yangınında 112 işçi ölmüştü. Yöneticiler, yangın alarmının çalmasının ardından işçilere işe dönmelerini emretmiş ve onların üst katlarda hapsolmalarına yol açmıştı. Bangladeş’te, 2005’ten bu yana, fabrika yangınlarında 700 işçi öldürüldü. 2005’te ve 2010’da hazır giyim fabrika binalarının çökmesi, 79 kişinin yaşamına maloldu. Hükümetin ve işverenlerin ağır basan kaygısı, Bangladeş’in ihracatının yüzde 80’ini sağlayan binlerce hazır giyim fabrikasının her zaman olduğu gibi çalışmaya devam etmesini sağlamaktır. Onlar, ücretlerde (ortalama aylık 67 TL) ya da milyonlarca hazır giyim işçisinin içinde bulunduğu kötü koşullarda herhangi bir iyileştirmenin ülkenin uluslararası rekabet gücüne zarar vereceğinin farkındalar. Küresel perakende satış devleri, iyi örgütlenmiş bir zarar kontrolüne giriştiler; biraz timsah gözyaşı döktüler, yapabildikleri yerde bu tür işyerleriyle ve özelinde Rana Plaza kompleksindeki üreticilerle bağlantılarını inkâr ettiler; bunları, koşulların gelecekte iyileştirileceğine ilişkin boş sözler izledi. Enkazın içinde, dünyanın en büyük tüketim malları şirketleri olan Wal-Mart’ın, İspanyol zinciri El Corte Ingles’in ve JC Penney’in etiketleri bulundu. Binadaki fabrikaların web sayfaları, onların aynı zamanda Almanya’nın Kik’ine, Belçika’nın C&A’ine, Benetton UK’ye, İspanya’nın Mango’suna, Kanada’nın Trimark’ına ve İrlanda’daki Premark’a da ürün sağladıklarını gösteriyor. Bu şirketlerin felaket karşısında “şoka” uğradıklarına ilişkin ifadeleri özellikle siniktir. Bütün bu şirketler, onların talep ettikleri fiyatlarda giysilerin üretilmesinin, kötü koşullarda ucuz işçi çalıştırılan koşulların varlığını gerektirdiğini çok iyi bil-
10
sınıfsız sınırsız sömürüsüz bir dünya için
toplums al eş İ t l İ k
işçi bülteni
mektedirler. Onlar, mevcut üretim süreçleri ile aralarına mesafe koymak için, karmaşık bir aracılar ve taşeronlar sistemi dolayımıyla faaliyet gösteriyorlar. Onların çoğu, bu güvenlik ve çalışma koşullarını iyileştirmeyi değil ama şirketlerinin imajlarını ve marka isimlerini korumak amacıyla görüntüyü kurtarmak için, bir fabrika denetim sistemine sahip. Trajedinin hemen ardından, hükümetler, medya, sendikalar ve çeşitli STK’ler, şu ya da bu biçimde, bir şeyler yapılması gerektiğini açıkladılar ve hazır giyim işçilerinin güvenliğini ve yaşam standartlarını yükseltmek için küresel şirketler ile Bangladeş hükümetine baskı yapılabileceği yanılsamasını canlandırdılar. Gerçek şu ki, hükümet, ihracatı ya da kârları tehlikeye sokacak hiçbir şey yapmayacaktır. Küresel kapitalizmin derinleşen çöküşünün ortasında, güvenlik standartları iyileşmeyecek, kötüleşecektir.
mayıs 2013
Benzeri süreçler uluslararası düzeyde yaşanmaktadır. Geçtiğimiz Eylül ayında, Pakistan’ın Karaçi kentindeki Ali Enterprises’ta çıkan dünyanın en kötü fabrika yangınında yaklaşık 300 işçi öldürüldü. Çin’de, ülkenin herkesin bildiği gibi güvensiz olan madenlerinde yaşanan patlamalarda ve çökmelerde, her yıl binlerce işçi öldürülüyor. Geçen ayın sonlarında, Babao kömür madenindeki iki patlamada 34; Tibet’te, bir bakır madeninde toprak kayması sonucunda 83 işçi öldü. İşçilerin sağlığı, refahı ve yaşamı, yalnızca Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın kötü koşullarda ucuz işçi çalıştırılan işyerlerinde değil, ileri kapitalist ülkelerde de, sürekli olarak kâr dürtüsüne kurban ediliyor. Daha geçen hafta, Texas’ta bir gübre fabrikasındaki patlamada 14 kişi öldü, 200 kişi yaralandı. Nisan 2011’de, Meksika Körfezi’nde ABD ta-
H
şili bakır madencilerinin grevi Şili’deki devlete ait Codelco bakır madenciliği şirketinde çalışan işçiler, 9 Nisan günü, bir günlük grev ilan etti. Grev, dünyanın en büyük bakır şirketlerinin ülkenin başkenti Santiago’da düzenlediği uluslararası konferansa denk getirildi. 20 bin üyeli maden işçileri sendikasının şirkete ait tüm madenlerde düzenlediği uyarı grevi, kamuya ait madenlerde üretimi felç ederken, özel madenlerde greve katılım düşük oldu. Uluslararası
şirketlere ait madenlerde çalışan işçiler, greve, işi yavaşlatarak destek verdiler. Grev, maden işçilerinin çalışma koşullarının iyileştirilmesi, madenlerde yeterli güvenlik önlemlerinin alınması, daha iyi bir TİS ve emeklilik gibi konularda şirkete baskı yapmak amacıyla düzenlendi. Maden işçileri ile Codelco arasındaki ilişkiler, sektörde sözleşmeli işçi çalıştırmaya ve işten çıkarma kaygısına yolaçan iyileştirmeler nedeniyle gerilmişti.
rihindeki en büyük çevre felaketiyle sonuçlanan Deepwater Horizon petrol platformunda gerçekleşen bir patlamada 11 işçi öldü. Bu trajediler, nihayetinde kâr sisteminde kökleşmiş suçlardır. Gezegendeki herkese insanca bir yaşam standardı sağlama potansiyeli taşıyan küresel üretim, kapitalizm altında zengin azınlığa devasa kârlar sağlıyor ve işçilerin yoksulluğunu tüm dünyada derinleştiriyor. Tek çözüm, uluslararası işçi sınıfının, bir bütün olarak insanlığın acil toplumsal gereksinimlerini karşılamak için, bu miadını doldurmuş gerici toplumsal düzeni ortadan kaldırmak ve akılcı bir şekilde planlanmış bir dünya sosyalist ekonomisini kurmak üzere birleşik mücadelesinde yatmaktadır. HHHH http://wsws.org/en/articles/2013/04/27/persa27.html
hong kong liman işçilerinin grevi
ong Kong International Terminals Ltd (HIT) adlı liman işletmeci şirkette çalışan 450 dolayında taşeron işçisi, yüzde 20 ücret artışı ve uzun süredir çözülmemiş diğer sorunların çözülmesi için 28 Mart’tan beri oturma grevinde. Grevciler, limanı terketmelerini emreden 2 Nisan tarihli mahkeme kararını dikkate almıyorlar. Farklı taşeronlar tarafından istihdam edilen grevci işçilerin bazıları 17 yıldan bu yana aynı ücretle çalışıyor. İşçilerin çözülmesini istediği diğer sorunlar arasında sağlık ve güvenlik koşullarının iyileştirilmesi ve doğrudan istihdam edilen işçiler ile taşeron işçileri arasındaki ücret farklılıklarının giderilmesi de var. İşçiler, belirlenmiş tatiller ve düzenli yemek araları olmaksızın 24 saatlik vardiyalar halinde çalışıyorlar. Çin’in üretim merkezi anakarasına geçiş yeri olan Hong Kong, Şanghay ile Singapur’dan sonra, dünyanın en yoğun üçüncü limanı. HIT’in milyoner patronu Li Ka-şing, meselenin taşeronlarla çözülmesi gerektiğini belirterek, şirketini uzak tutmaya çalışıyor. Grev nedeniyle, trafiğin yine HIT’nin işlettiği komşu Şenzen limanına aktarılmış olması, işyeri bazında işçiler yararına bir çözümün ne denli zor olduğunu gösteriyor.
sınıfsız sınırsız sömürüsüz bir dünya için
mayıs 2013
işçi bülteni
avrupa’da sınıf savaşı JuLiE HyLanD Kıbrıs’a dayatılan cezalandırıcı önlemler, Avrupa burjuvazisinin sınıf savaşı saldırısının niteliksel bir derinleşmesini belirtmektedir. Avrupa Birliği (AB), Avrupa Merkez Bankası (AMB) ve Uluslararası Para Fonu’ndan oluşan troykanın dayattığı koşullar altında, 10 milyar avroluk banka kurtarma kredisi, bu küçük Akdeniz adasındaki yaşamın ekonomik temellerinin imha edilmesine bağlı kılındı. Kıbrıs’ın başlıca bankaları, AMB’ye geri ödenmek üzere 100.000 avrodan büyük hesaplardan yüzde 60’a varan kesintilerle, ya tasfiye ediliyor ya da kapsamlı biçimde yeniden yapılandırılıyor. Bunun, mali sermayenin güçlü kesimlerinin gerçekleştirdiği bir yağmalama operasyonu olduğu, Kıbrıs hükümeti ile troyka arasındaki taslak “mutabakat anlaşması”nın sızdırılmasıyla açıklığa kavuştu. “Hassas” damgalı anlaşma, Kıbrıs’ın, emeklilik yaşını yükseltmeyi, kamu sektörü işlerinin azaltılmasını, kapsamlı özelleştirmeleri ve ülkenin doğal enerji kaynaklarının bulunması için bir “piyasaya açılım planı” ile “piyasa organizasyonu”nu içeren acil “yapısal reformları” uygulaması gerektiğini şart koşmaktadır. Kıbrıs’ın, aynı zamanda, “ekonominin rekabet edebilirliği” ile “orantılı bir ücret sistemi” oluşturması gerekiyor. Bu, Kıb-
toplums al eş İ t l İ k
11
Eğer AB tüm ülkeleri harap etmek istiyorsa, bunun nedeni, onun ana gündeminin, Avrupalı sermayenin uluslararası rakipleri karşısında rekabet edebilirliğini güvence altına alma adına, Avrupalı işçi kitlelerini yeniden yoksulluğa döndürmek olmasıdır.
rıs’ın GSYH’sının yüzde 25’e kadar düşmesinin ve işsizliğin gelecek iki yıl içinde ikiye katlanmasının öngörüldüğü koşullarda, vahşice bir ücret kesintisi demektir. Egemen seçkinler böylesi bir siyasi suçu nasıl açıklıyor? Avrupa Komisyonu üyesi Maria Damanaki, Kıbrıs’taki kriz kendini göstermeye başladığında Vima FM radyo kanalına verdiği bir röportajda, bunun gerekçesini “Geçtiğimiz bir buçuk-iki yıl boyunca, Avrupa Komisyonu’nun strajejisi, Avrupalı şirketlerin Doğu Avrupa ve Asya’daki rakipleri karşısında rekabet edebilirliğini arttırmak için emek maliyetlerini düşürmek olmuştur.” sözleriyle açıklamıştı. AB’nin Kıbrıs’a, Yunanistan’a ve tüm Avrupa ülkelerine dayattığı toplumsal olarak yıkıcı kurtarma paketlerinin altında bu ana gündem yatmaktadır. Eğer AB tüm ülkeleri harap etmek istiyorsa, bunun nedeni, onun ana gündeminin, Avrupalı sermayenin uluslararası rakipleri karşısında rekabet edebilirliğini güvence altına alma adına, Avrupalı işçi kitlelerini yeniden yoksulluğa döndürmek olmasıdır. Damanaki’nin Çin’e ve Doğu Avrupa’ya karşı rekabet etme ihtiyacına yaptığı rastlantısal göndermenin ardında yatan anlam, Avrupa mali aristokrasisinin kârlarını arttırmak amacıyla, Avrupa işçi sınıfının 1930’lardan bu yana görülmedik
koşullara geri dönmesidir. Çin’de, resmi aylık asgari ücret, bölgelere göre 60 ile 200 avro arasında değişiyor. Ama aylık asgari ücretin Romanya’ da 157 avro, Bulgaristan’da 159 avro, Çek Cumhuriyeti’nde 312 avro ve Polonya’da 377 avro olduğu Doğu Avrupa, onun çok uzağında değildir. Bu sefalet düzeyindeki ücret oranları, Sovyetler Birliği’nin ve onun uydusu devletlerin çöküşünün ardından Doğu Avrupa’da 1990’larda uygulanmış olan “şok terapi”nin doğrudan ürünleridir. Bu ülkelerin sanayi ve toplumsal altyapıları, Almanya’nın büyük şirketlerinin ve bankalarının özenle seçilmiş güvenilir temsilcileri tarafından yönetilen özelleştirme kuruluşu Treuhand’ın Doğu Almanya’da başını çektiği o süreçte, ya kapatılmış ya da yok pahasına satılmıştı. Bölge, milyonlarca işsizle, işyeri açmak için oraya akın eden ulusötesi şirketler adına bir ucuz emek deposuna dönüştürüldü. Şimdi, tüm Avrupa burjuvazisi, Doğu Avrupa “model”ini tüm kıtada yeni standart olarak yerleştirmek için küresel ekonomik krizden yararlanıyor. Sovyetler Birliği’nin tasfiyesinden yaklaşık yirmi yıl sonra, egemen seçkinler, bir “sosyal Avrupa”da refahın er geç artacağı numarasına başvurmuyorlar. Bunun yerine, işçilerin hakları, Avrupa sermayesinin rekabet edebilirliğinin önünde, rekabet içinde acımasızca ortadan kaldırılması gereken engeller olarak mahkûm ediliyor. Bulgaristan’da bulunan süper-sömürü düzeylerine ulaşmak için, bütün ülkelerin “başarısız durum”da olduğu ilan ediliyor, onların ekonomileri yağmalanıyor ve işsizlik artıyor. German Foreign Policy.com’un geçen yıl bildirdiği gibi, “devlete ait dış ticareti geliştirme kurumu ‘Almanya Ticaret ve Yatırım’ (GTAI), Yunanistan’da, Mart ayının sonundan bu yana bütün Yunan devlet varlıkları üzerinde mülkiyet hakkı olan ve onları satmaya hazırlanan ‘Yunanistan Cumhuriyeti Varlıkları Geliştirme Fonu’nun (HRADF) danışmanı gibi davranmaktadır.” Web sayfası, “Almanya Ekonomi Ba-
sınıfsız sınırsız sömürüsüz bir dünya için
toplums al eş İ t l İ k
işçi bülteni
kanı’na göre, Alman Treuhand’ı örnek alan” HRADF’nin, “yeni biçimlendirilen Alman eyaletlerinin özelleştirilme ve yeniden yapılanma sürecindeki Alman deneyiminden yararlanıyor” olduğunu yazmıştı. Özel ekonomik bölge planlarını, özelleştirme kuruluşlarını, çalışma yaşamına ilişkin reformların ortadan kaldırılmasını ve sosyal yardım kesintilerini içeren aynı örnek, İspanya’da, Portekiz’de ve başka yerlerde ortaya konuyor. Sonuç olarak, bir konferans grubu olan Conference Board, Ocak ayında -işçilerin emeklilik ve tazminat gibi sosyal haklarını hesaba katan- birim emek maliyetinin, bu ülkelerde 2011 ve 2012 yılları arasında “tepetaklak” olduğunu ve
Yunanistan’da neredeyse yüzde 10 kadar gerilediğini bildirdi. Bu, yalnızca başlangıçtır. Asgari ücretin geçen yıl yüzde 25 indirilip 25 yaş altındakiler için 510 avroya, diğerleri için de 740 avroya gerilediği Yunanistan’da, şirket yöneticileri, açıkça, onun 250 avroya indirilmesini talep ediyorlar. İşçilerin ücretlerini ve yaşam koşullarını imha etmeyi amaçlayan bu yönelim, AB’nin Kıbrıs’la ilgili acımasızlığını açıklamaktadır. O, Avrupa’nın egemen seçkinlerinin, bu amaca ulaşmada engel tanımayacağı yollu bir uyarısı olarak düşünülmektedir. Onun bu denli fütursuzca davranmasının sorumlusu, sendikalar ile -Yunanistan’daki SYRİZA gibi- AB’nin en keskin
metal sektöründe grev kararı T
ürk Metal Sendikası (Türk Metal) ile MESS arasındaki toplu iş sözleşmesi (TİS) görüşmelerinde anlaşma sağlanamayınca, 115 bin işçi için grev kararı alındı. Grev, MESS ile anlaşma sağlanmaz ya da Bakanlar Kurulu tarafından ertelenmezse, mayıs sonu - haziran başında gerçekleşecek. Öte yandan, Birleşik Metal-İş ile MESS arasında 15 bin işçiyi kapsayan grup TİS görüşmelerinde de uzlaşma sağlanamadı. Metal işkolunda yaşanan bu gelişmeler, ilk bakışta, işçi sınıfının yıllardır uğradığı hak kayıplarını telafi etme yönünde bir fırsatmış gibi görünüyor. Gerçekten de, başını metal işçilerin çekeceği militan bir kitlesel direniş, sermayenin saldırısını sınıfsız sınırsız sömürüsüz bir dünya için
toplumsal eşİtlİk işçi bülteni mayıs 2013 /
1
sorumlu yazı işleri Müdürü Halil Çelik yönetim yeri Hasanpaşa Mh. Ahmet Rasim Sk. No. 21, D. 12 / Kadıköy - İstanbul Tel: (216) 418 63 61 e-posta: info@toplumsalesitlik.org www.toplumsalesitlik.org
mayıs 2013 savunucusu işlevini gören ve işçi sınıfı içindeki siyasi muhalefeti bastıran sahtesolcu gruplardır. Üst-orta sınıfın ayrıcalıklı bir tabakasını temsil eden bu örgütlerin, Avrupa sermayesinin rakipleri karşısında üstünlük elde etmesinde çıkarları vardır. Avrupa’da sürmekte olan toplumsal karşı-devrim, yalnızca sınıf mücadelesi yönetemleriyle bozguna uğratılabilir. Her şey, AB’ye, onu oluşturan hükümetlere ve onların siyasi savunucularına karşı, Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri uğruna mücadelede kıta çapında birleşmiş bir saldırının gelişmesine bağlıdır. HHHH http://www.wsws.org/en/articles/2013/04/04/per s-a04.html
Yıllardır yitirilmiş olan hakların yeniden elde edilmesi için, sektördeki bütün fabrikalarda, sendika ya da sendikalı-sendikasız ayrımı yapılmaksızın, birbirleriyle sürekli bağlantı halinde grev komiteleri seçilmeli; grevin önderliği bizzat işçilerin eline geçmelidir.
geri püskürtebilir. Bununla birlikte, sektörde yetki sahibi olan üç sendikanın önceki pratiğine baktığımızda, söz konusu grev kararının sermayeye karşı gerçek bir kitlesel mücadeleye dönüşmesinin çok da kolay olmayacağını görüyoruz. “yumuşatma” eylemleri Türk Metal sendikası, 227 işyerinde çalışan 98 bin üyesinin, bir dakikalık iş bırakma, yemek yememe, sakal bırakma, vardiya çıkışında kapıda oturma gibi “eylemler” yapmaya başladığını açıkladı. Türkiye’de ilk kez 1980’lerin sonlarında gündeme gelen bu “eylemler”den bu güne kadar elde edilmiş tek sonuç, işçilerin öfkesinin yatıştırılması, militan mücadele ruhunun kırılması ve nihayet yenilgi olmuştur. Sendika bürokratlarının, bir kez daha bu tür “eylemler”e başvurması hiç de hayra alamet değildir. işçiler grevin başına geçmeli Yıllardır yitirilmiş olan hakların yeniden elde etmesi için, sendikaların formalite gereği ilan ettiği grevi gerçek bir direnişe dönüştürmek gerekiyor. Bunun için, sektördeki bütün fabrikalarda, sendika ya da sendikalı-sendikasız ayrımı yapılmaksızın, birbirleriyle sürekli bağlantı halinde grev komiteleri seçilmeli; grevin önderliği bizzat işçilerin eline geçmelidir. Aksi
durumda, grev, hükümetin müdahalesiyle etkisizleştirilme ya da sendika bürokratları eliyle hiçbir ciddi kazanım elde edilemeden sonlandırılma tehlikesiyle karşıya kalacaktır. Şirket yöneticileri, Avrupa Birliği’nde derinleşen kriz nedeniyle sektörde ihracatın gerilediği, iç pazardaki talebin azaldığı bir ortamda gerçekleşecek bir grevi sendikacılarla anlaşarak, önceki yıllarda yaşanan birçok örnekte olduğu gibi, stokların eritilmesi için de kullanmaya çalışabilir. En kötüsü, şirketler ile sendikalar arasında bir danışıklı döğüş olarak gerçekleşecek bir grevin, önümüzdeki aylarda binlerce işçinin işini kaybetmesine yol açma olasılığıdır. Metal sektöründe yaşanan daralma ve Otomotiv Sanayii Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Kudret Önen’in “2013 yılı Türk Otomotiv Sanayi’nin geleceğe yatırım yapacağı bir yıl olacak” sözleri, bu olasılığın yabana atılmaması gerektiğini göstermektedir. Metal işçileri, bu grev sürecini, Renault’daki işgal sonrasında birçok fabrikada yaşanan işten çıkarmalara yönelik tepkiyi dizginlemek isteyen Türk Metal bürokratları ve patronlar için kabusa çevirmelidirler. HHHH