SAYI: 7 NİSAN-MAYIS 2017
TURUNCU SAĞLIK
1
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
Dayan ışm a v e S evg i ile çıktık Ta ki çocukluktan başlar büyünce ne olacaksın soruları. Ta o zamanlardan bilinçaltına yerleştirilir herkesin potansiyel birer rakibin olacağı... İlkokul, orta okul derken lise ve ardından üniversite kazanma telaşı başlar. Tüm o potansiyel rakiplerini geçmeye şartlandırılırsın ve bir şekilde bir üniversite kazanıp yarışı tamamladığını düşünürsün. Aslında hırs ve çoğu zaman ötekileştirmeden geçen o yarış süreci bitmiştir. Belki de ailenden çok uzakta kimseyi tanımadığın bir şehirde buluverirsin kendini. İşte o anda tekrar bir yarış başlayıverir senin için: “anlayış, sevgi ve hoşgörü” yarışı… Bir bakarsın potansiyel rakiplerin aslında en iyi dostların, o şehirdeki ailen oluvermiş.. İşte biz de dört kafadar, üniversite sıralarında gerçekleştirdiğimiz hayallerimizi mezun diyetisyenler olarak daha profesyonelce yapmak, alan içi ve alan dışı gelişmeleri takip ederek gerek meslektaşlarımızla gerekse multidisipliner yaklaşımda iş birliği içerisinde olacağımız meslek grupları mensuplarıyla paylaşmak için bir yola çıktık. İnanıyorum ki her sayıda giderek büyüyen ailemizle, mesleğimiz adına faydalı işler yapmak için elimizden geleni yapacağız. Sizlerde ailemize katılıp bizimle yazılarınızı, araştırmalarınızı, fikirlerinizi paylaşabilirsiniz. Detaylı bilgiye web sitemizden ulaşabilirsiniz. Ve unutmayın: “İnanmak başarmanın yarısıymış hayal etmek ise başlamanın tek şartı” Mavi hayaller ve turuncu başlangıçlarla, bir sonraki sayıda görüşmek üzere..
TURUNCU SAĞLIK Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Büşra DOKUZ
2
TuruncuSağlıkDergisi
TURUNCU SA LIK GENEL YAYIN YÖNETMENİ Büşra DOKUZ EDİTÖR-YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
turuncusaglik
www.turuncusaglik.com
Anıl ÖZTÜRK HABER MÜDÜRÜ Cansu ARSLAN WEB & REKLAM SORUMLUSU
Sizde Sesinizi Duyurmak İstiyorsanız, Reklamınızın Dergimizde Yayınlanmasını İstiyorsanız Bize Ulaşın :)
Abdullah AKSOY ART DİREKTÖR N. Mert GÜDEK SOSYAL MEDYA SORUMLULARI Buğçe ÇATALTEPE Büşra DOĞAN
DUYURU! Kültür-Sanat Köşemiz için yazarlar aranmaktadır. Başvurularınızı web sitemizden yapabilirsiniz :)
YAZARLARIMIZ Abdullah İNCİOĞLU Anıl ÖZTÜRK Aslı ÖZDEMİR
Aynur ALTAŞ Berna ERYILMAZ Derya ERSÖNMEZ Elif Melek AVCI İzan IŞIK Mihraç TOPÇU Nazlıcan YILDIZ Sarya ERDEM Sena ORUÇ Sultan MURAT Sümeyye Şükran ÖZKELEŞ İletişim turuncu@turuncusaglik.com turuncusaglik@gmail.com 3
Tasarım & Dizayn: Büşra DOKUZ Derginin tüm hakları saklıdır.
EDİTÖR’DEN Merhaba sevgili okur, Sizlerden aldığımız geri dönüşler neticesinde dergimizin genel işleyişini bu sayıda biraz değiştirdik. Bildiğiniz üzere beslenme ucu bucağı olmayan bir konu ve dolayısıyla yazar arkadaşlarımızda farklı farklı konularda birçok soru alıyor. İşte tamda bu “birçok soru alma” noktasında yaşadığımız bazı zorluklar bizi böyle bir karar almaya itti diyebilirim. Ne gibi zorluklar derseniz hemen açıklayayım: Sorulan soruları kategorilere ayırmakta zorluk çekiyoruz örneğin ; tek cümlelik yanıtlar olmuyor çoğu zaman soruların cevapları, bilakis birkaç konuya birden değinmek gerekiyor sağlıklı bir cevap için. Birkaç konuya birden değinelim derken de konunun başı neresiydi sonu neresiydi problemi çıkıyor bu defa ortaya. O yüzden düşündük ki her yazar arkadaşımız gönlünden geçen kendisine en fazla sorulan konular hakkında fazla dallanıp budaklanmadan okurumuzu bilgilendirsin. Bu fikirle yola çıkarak hazırladığımız dergimizin nisan -mayıs sayısında bakın bakalım hangi konular var?
Yaşlılıkta beslenme önerilerini Dyt.Elif Melek Avcı,inek sütü alerjisi nedir ,neden olur konusunu Dyt.Esengül Işık, çocuklarda obezite gelişiminin fizyolojik ve pskolojik etkilerini Dyt.Sena Oruç, diyabet hastalarında beslenme tedavisinin önemini Dyt.Berna Eryılmaz,yaza daha fit nasıl girebileceğimize dair tüyoları Dyt.Aynur Altaş,dergimizin tarif köşesini her zamanki yaratıcı yazarımız Stj.Dyt. Buğçe Çataltepe,ağrı yönetimi nedir ve ne gibi tedavi yöntemleri uygulanır konusunu ise Hemşire Mihraç Topçu siz sevgili okurlarımız için kaleme aldı. Tüm bu zengin içeriğe ilave olarak yepyeni iki köşe daha sunuyoruz sizlere. Konuk Yazarımız Betül Basmacı 107 kilogramdan 65 kilograma düşüş yolculuğunu, bu yolculukta yaşadığı pskolojik ve metabolik
değişikleri onunla aynı durumda olan kişilere ilham ve moral vermek amacıyla gönüllü olarak sizlerle paylaştı.”Obezite tedavisi nedir,tedavi yolunda izlenecek adımlar nasıl olmalıdır?” gibi bir çok sorunuza bir diyetisyen eşliğinde sağlıklı ve kalıcı bir şekilde zayıflayan Betül Hanım’ın kaleminden cevap bulabilirsiniz.
4
Konularımız görüldüğü üzere bir hayli çeşitli.E konular bu kadar çeşitliyken oldu olacak içeriğede bir el atalım dedik.Dergimizin bilgilendirici içeriğine bir de ilave yaptık.Bundan böyle yeni sayılarımızda siz sevgili
okurlarımızdan gelen “başarı hikayeleri” ni ve daha çok öğrenci takipçilerimizi düşünürek oluşturduğumuz “üniversiteden haberler” bölümünü ekledik dergimize. Sizlerden ricam görüşlerinizi bizlerle paylaşmanız ve bir sonraki sayı için merak ettiklerinizi bize sorup yolumuzu çizmemize yardımcı olmayı ihmal etmemeniz efendim. Herkese keyifli okumalar dilerim...Sağlıcakla kalın.
Dyt. Anıl Öztürk Turuncu Sağlık Dergisi Editörü
5
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
YAZA DOĞRU (8) AĞRI YÖNETİMİ (10)
İNEK SÜTÜ ALERJİSİ (14)
ÇOCUKLUK OBEZİTESİ (18)
BİR BAŞARI ÖYKÜSÜ (24)
6
YAŞLILIKTA BESLENME (30)
üniversiteden haberler :) 34
ÇÖLYAKDA BESLENME TEDAVİSİ (36)
(42) HEMŞİRELİK HAFTASI (41)
7
YAZA DOĞRU Yazın yaklaşmasıyla birlikte bedeni örten kıyafetlerin yerini ince giysiler almaya başlar. Bu da kışın belki de fark edilmeden alınan kiloları, ortaya çıkarır. Alınmış kiloların fark edilmesiyle çoğu kişiyi “Nasıl hızlı kilo veririm?” telaşı sarar ve çeşitli zayıflama yöntemleri araştırılmaya başlanır. Bu yöntemlerin bazıları internet üzerinde bilimsel dayanağı olmayan moda diyetler, şok diyetler, mucizevi ilaçlar vs. maalesef… Kilo vermek uğruna böyle yollara asla başvurulmamalıdır. Yaza formda girmek istiyorsanız ilk işiniz bir “diyetisyene” başvurarak size özel hazırlanmış beslenme programı edinmeniz ve buna uygulamaya çalışmanız olmalıdır. Aksi halde sağlığınızdan olabilirsiniz.
Yaza formda girmek için ipuçları : Öncelikle yapacağınıza inanın ve öyle başlayın, devamı gelecektir. Kendinize gerçekçi hedefler koyun. Haftada 0,5-1 kilo vermeyi hedeflemek gerçekçi bir hedef olacaktır. Güne 2 bardak su, yanında mide rahatsızlığınız yoksa 2 dilim limonla başlayın. Günde 10-15 bardak su içmeyi ihmal etmeyin. Kahvaltı olmazsa olmazınız olsun. Her gün aynı kahvaltıyı yapmayın. (Haftanın 4 günü klasik kahvaltı ,diğer günler ise yoğurt/probiyotik yoğurt/süt + yulaf ezmesi/chia tohumu+ meyve/kuru meyve+ kuruyemişle hazırlanmış bir kahvaltı yapılabilir.)
8
Kahve ve yeşil çayın metabolizmayı hızlandırıcı özelliğini kullanın. Günde 2 fincan yeşil çay ve 2 fincan sade Türk kahvesi içebilirsiniz. Mevsime uygun sebze ve meyvelerden günde en az 5 porsiyon tüketin. Böylelikle hem lif alımınız artar hem de ihtiyacınız olan vitamin ve mineralleri almış olursunuz. Karbonhidrat seçimini doğru yapın. Beyaz ekmek yerine tam tahıllı, çok tahıllı veya çavdar ekmeği, beyaz makarna yerine tam buğday veya kepekli makarna, pirinç yerine bulgur tercih edin. Şekeri hayatınızda minimuma indirmeye çalışın. İşe çaya eklediğiniz şekeri bırakmakla başlayabilirsiniz. Beslenme günlüğü tutun. Daha çok hareket etmeye çalışın. Günde en az 10 bin adım atmaya çalışın. Her gün yapacağınız 45 dakikalık yürüyüş hem yaza formda girmenize yardımcı olacak hem de kendinizi daha dinç hissetmenize yardımcı olacaktır.
Uyku düzeninize dikkat edin. Günde 6-8 saat uyuyun. Son olarak daima pozitif kalın.
Dyt. Aynur ALTAŞ
9
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
AĞRI YÖNETİMİ Sevgili Turuncu Sağlık okurları hepinize merhaba. Bu sayımızda sizlere sağlıklı insanların dahi başlarına gelen, çözümlenemediği durumlarda yaşam kalitesini bozan bir durum olan ağrıdan ve ilaç tedavisi dışında kalan tedavi yöntemlerinden bahsedeceğim. Ağrı; insanlık var olduğu günden itibaren sorun yaratan ve üzerinde durulan bir konudur. Gelmiş olduğumuz tıbbi ve teknolojik çağ ışığında hala tam olarak çözüme kavuşamamıştır. Günümüzde ağrının 5. yaşam bulgusu haline gelmesinden de önemini anlıyoruz. Ağrının pek çok tanımı vardır; Uluslararası Ağrı Araştırmaları Derneği (IASP) tarafından yapılan tanımlamaya bakacak olursak, vücudun herhangi bir yerinden kaynaklanan organik bir nedene bağlı olan ya da olmayan kişinin geçmişteki deneyimleri ile ilgili, sensoriyal, emosyonel hoş olmayan bir duygu dur ağrı. Latin dilinde ise ağrı; cezalandırma ve suçluluk anlamı taşır. Ağrının giderilmesine, tam olarak iyilik hali sağlamak yönünden baktığımızda farmakolojik yöntemlerin tam olarak etkili olmasını bekleyemiyoruz. Bu nedenle günümüzde ağrının kontrolünde farmakolojik yöntemlerin (ilaç tedavisi) kullanılamadığı ya da farmakolojik yöntemlerin kullanıldığı ancak etkisinin yetersiz kaldığı durumlarda farmakolojik olmayan yöntemlerden de yararlanılmaktadır.
Farmakolojik olmayan yöntemleri ağrı gidermede kullanma amacı; Analjeziklerin (ağrı kesici) kullanım oranının azaltmak, Opioid grubuna giren analjezik ilaçların bağımlılık yaratma ihtimali, Analjezikler gibi yan etkilerinin olmaması, Kanser ağrısı, cerrahi sonrası ağrı, travma ağrıları gibi tedavilerde ilaçlardan tam verim alınamaması, Yeni doğan, terminal dönem hastalarında ağrı değerlendirmesinin tam olarak yapılamaması, Hastanın ağrı sorununun olabildiğince giderilerek yaşam kalitesinin yükseltilmesi isteği, Bireyler tarafından kolaylıkla uygulanabilir olması, Bireye ekonomik yük getirmemesi gibi avantajları sayabiliriz.
Farmakolojik olmayan bu tedavi yöntemlerini açıklayacak olursak;
Deri Uyarım Tekniği Doğrudan ağrı bölgesi üzerine veya çevresine, ağrıyan bölgenin karşı tarafına uygulanabilir. Sıcak uygulama, soğuk uygulama, deriye mentol uygulama, vibrasyon (titreşim), masaj ve dokunma deri uyarım teknikleridir. Masaj: Dolaşımı artırarak kas spazmlarını çözer ve rahatlama sağlar. Masaj, ağrıyı geçiren hormonların salgılanması, ağrı eşiğini yükselterek ağrı duygusunun azalmasını ya da tamamen ortadan kaldırılmasını sağlar.
10
Sıcak Uygulama: Sıcak uygulama ağrıyı gidermede kullanılan etkili bir yöntemdir. Damarları genişleterek ağrıyı azaltır, metabolik artıkları uzaklaştırır, endorfinlerin salınımını artırır, kas spazmını giderir. Ağrı eşiğini yükselterek, sedasyon yaparak ve hastada rahatlama oluşturarak ağrıyı azaltır/ giderir.
Soğuk Uygulama: Soğuk uygulama, antik çağ hekimlerinden bu yana kullanılan eski bir yöntemdir. Bu eski dönemlerde ağrıyan bölge ağrıyı gidermek amacıyla soğuk nehir sularına sokulurmuş. Bu yöntemde temelde etki iki şekilde gözlenir: Birincisi soğuk uygulama ödem ve kas spazmını ortadan kaldırarak ağrıyı giderir ya da azaltır, ikinci olarak ise periferik sinirlerin iletimini yavaşlatarak ya da bloke ederek ağrıyı gidermede etkili olur.
Deriye Mentol Uygulama: Mentha cinsi bitkiden elde edilen mentol, hem ferahlatıcı amaçla hem de ağrıyı hafifletmek amacıyla kullanılan bir ajandır. Mentollü kremler, losyon, likit ya da jel şeklinde olabilir. Bu kremler deriye uygulandıklarında sıcaklık, serinlik gibi bir etki yaratırlar. Mentol içeren maddelerin lokal olarak uygulanışı da bir tür analjezi sağlar. Vibrasyon: Vibrasyon, bir tür elektrik masajıdır. Özellikle el vibratörleri ile orta şiddette basınç uygulandığında hissizlik uygulanan bölgede anesteziye neden olarak ağrıyı azaltır ya da giderir.
BİLİŞSEL DAVRANIŞSAL TEKNİKLER Davranışsal teknikler ağrıyı gidermede duyusal faktörlerle oluşturdukları değişiklik yoluyla etki gösterirler. Kognitif-davranışsal teknikler: Gevşeme, dikkati başka yöne çekme, müzik, hayal kurma ve bilişsel stratejilerdir.
Gevşeme: Anksiyete ve iskelet kaslarındaki gerginliğin göreceli olarak giderilmesidir. Gevşeme ile oksijen tüketimi, kas tonüsü, kalp ve solunum hızının azalması, kan basıncının düşmesi ve deri direncinin artması sağlanmaya çalışılır. Gevşeme; ağrıyı azaltarak kişinin ağrıyla baş etme yeteneğini artırır.
Dikkati Başka Yöne Çekme: Ağrıda dikkati başka yöne çekme dikkatin ağrı dışında bir uyaranda odaklaşmasıdır. Hasta dikkatini başka yöne çekme ile ağrıyı hissetmekten kendini korumaktadır. Dikkatini başka yöne çekme yöntemi hastanın ağrısını tümüyle yok etmez fakat ağrıya olan toleransı artırır. Müzik: Müziğin dili evrenseldir. Müziğin tedavi edici ve iyileştirici özelliği tarih boyunca görülmüştür. Mental ve fiziksel sağlığı sürdürmek ve geliştirmek için kullanılan müzik terapisi, kullanım kolaylığı nedeniyle ağrı yönetiminde sık başvurulur.
11
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
Hayal Kurma: Hayal kurma, bireyde kontrol duygusu ve gevşeme sağlayan dikkati başka yöne çekme yöntemidir. Birey bir düşe yoğunlaşır ve kendisini bu düşe yerleştirir. Hayal kurma, ritmik solunum ve gevşeme ile birlikte daha etkili olur. Ağrı dindirme amaçlı hayal kurma, kişide ağrının şiddetini azaltan duyusal imajlar geliştirmek için kullanılan yöntemdir.
DUYUSAL ve DAVRANIŞSAL TEKNİKLERİN DIŞINDA KALAN TEKNİKLER Akupunktur: Akupunktur binlerce yıl önce Çin’de ortaya çıkmıştır ve son yıllarda yaygın olarak kullanılmaktadır. Vücutta belli noktalara iğne batırmak suretiyle çeşitli hastalıkları tedavi etme metodudur. Akupunkturun ağrı giderme mekanizması tartışmalıdır. Bu yöntem baş, bel, boyun, omuz, dirsek, diş ağrılarında ve birçok hastalığın tedavisinde kullanılmaktadır.
Plasebo: Plasebo, ağrının kontrol altına alınamadığı durumlarda bireyin ağrıyla baş etme gücünü artırmak için verilen farmakolojik olmayan maddelerdir. Daha çok psikolojik kaynaklı ağrılarda kullanılır. Cerrahi Tedavi Yöntemleri: Cerrahi tedavi yöntemleri, ağrının farmakolojik ve farmakolojik olmayan yöntemlerle kontrol altına alınamadığı, yetersiz kaldığı durumlarda uygulanır. Ağrıda cerrahi tedavi, merkezi sinir sistemine giden ağrı yollarının belirli bölgelerde kesilmesine dayanır. Ancak cerrahi tedavi ağrı tedavisinde en son kullanılmaktadır.
Stj. Hemşire Mihraç TOPÇU
12
Diyabet Hastalarında Beslenme Tedavisinin Önemi Diyabet halk arasında şeker hastalığı olarak bilinir ve beslenme şeker hastalığında tedavinin ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Hastalıkta yaşanan başlıca sorun kan şekerindeki düzensizliktir. Kan şekerindeki bu düzensizlikler vücut dokularına zarar vermektedir. Kontrol altına alınmadığında ise uzun vadede verdiği hasar artacaktır. Kan şekeri normale yakın düzeylerde tutulduğunda kalp hastalığı, inme, böbrek ve göz hastalığı, sinir hasarı gibi diyabet komplikasyonlarının oluşması önlenebilir. Hastalığın vereceği hasarı en aza indirmek için tedavi ilkeleri diyabet hastalarının hayatının ayrılmaz bir parçası olmalıdır.
Diyabetle Dost Ol, İyi Yaşa!
Tedavi İlkeleri Nelerdir? 1. Tıbbi Tedavi 2. Beslenme Tedavisi 3. Egzersiz Tedavisi
Yukarıda görüldüğü üzere tedavinin temel taşlarından biri beslenmedir. Çünkü hastalığın ana sebebi olan kan şekerinin yükselmesi ve düşmesi yediğimiz besinlerin kana karışma hızıyla ilintilidir. Beslenme düzenimiz, seçtiğimiz besinler, yediğimiz öğündeki besin kombinasyonları kan şekerinin yükselme hızını belirler. Bu sebeple bireyler kan şekerini yavaş ve dengeli yükselten besinleri tercih etmeli, kan şekerini hızlı yükselten bir besin yemek istediğinde bunun yanında kontrol altına almak için ne yemeli, öğün araları kaç saat olmalı, kan şekeri düştüğünde-yükseldiğinde ne yapmalı, hangi besinden ne kadar yemeli gibi konuların hepsi hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Bu sayede günlük yaşantısında kan şekerini kendi kontrol altına alabilir. Tüm bunları öğrenmek için de bir diyetisyene başvurup kendisine özel bir beslenme programı oluşturulmasını talep edilmeli ve bu doğrultuda hastalığın genel beslenme ilkeleri öğrenilmelidir. Bu sayede hazırlanan program ve beslenme ilkeleri yaşam tarzı haline getirilerek şeker kontrol altında tutulabilir. Unutmayın, şekerinizi kontrol altına almak sizin elinizde...
Dyt. Berna ERYILMAZ
13
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
İNEK SÜTÜ ALERJİSİ Besin alerjisi; genellikle çocukluk çağında alerjinin ilk ortaya çıkış şeklidir. Besin alerjileri besinlere karşı istenmeyen immün (bağışıklık) yanıttır. Besin alerjileri ciddi ve hayatı tehdit eden reaksiyonlara yol açabilmektedir. Görülme sıklığı giderek artmaktadır. Çocuklarda en sık alerjen olan besinler; süt, yumurta, fındık, fıstık ve susamdır. İnek sütü, diyete ilk giren yabancı protein olup infantil (bebek) ve erken çocukluk döneminde %2-3 oranı ile
en sık görülen ve en erken bulgu veren besin alerjisidir. İnek sütü alerjisi, hem sorunun yaşandığı dönemde hem de çözüm aşamasında bebeğin beslenmesini ve önemli
ölçüde
etkilemektedir.
gelişimini
Bu nedenle sorunun tanınması kadar, doğru çözüm
yaklaşımlarının bulunması da yaşamsal öneme sahiptir. TANISI Çocuklarda çok farklı klinik tablolara neden olur ve tanı koydurucu bir bulgusu yoktur. Akut reaksiyonlar alerjenin alımını takiben genellikle dakikalar içinde (iki saat içerisinde ) ortaya çıkar ve çoğunlukla IgE (bir çeşit antikor) kaynaklıdır, geç reaksiyonlar ise alerjenin alımını takiben 48 saat hatta bir hafta içerisinde ortaya çıkar ve non-IgE kaynaklı ya da mikst (karma) tipte olan reaksiyonlardır. Altta yatan diğer nedenleri ve alerjinin şiddetini değerlendirmek için öykü ve fizik muayene gereklidir. Tanıda altın standart ise oral gıda yükleme testleridir.
14
PRİK YÖNTEMİ İLE BESİNLERLE DERİ TESTİ: Besin alerjisinde önemli bir tanısal testtir. Pozitif deri testinin hastada besin alerjisi olduğunu gösterme olasılığı %50’den az
iken,
negatif
besin testinin besin alerjisi olmadığını
gösterme olasılığı %95’dir GÖRÜLME SIKLIĞI Besin alerjisi, besinlere karşı immün (bağışıklık) sistemin anormal ve aşırı yanıtı sonucu ortaya çıkmakta ve gelişmiş ülkelerde halk sağlığı sorunu olmaya başlamaktadır. Besin alerjisi sıklığı yaş ve diyetle ilişkilidir. Hayatın ilk yıllarında daha fazladır. Çocuklarda besin alerjisi sıklığı giderek artmaktadır. Hastalık önleme ve kontrol merkezi (CDC) 1997-2007 yılları arasında çocuklarda besin alerjisinin %18 oranında arttığını ve çocukların %3.9’unu etkilediğini bildirmiştir. Amerika Birleşik Devletlerinde ve İngiltere’de besin alerjileri tüm populasyonda %3.5-4 oranında, 5 yaş altında %6-8 oranında ve
erişkinlerde
%3’ün
altında görülmektedir. Ülkemizde besin alerjisi prevalansı (yaygınlık oranı) konusunda net veri yoktur.Fakat ülkemizde yapılan bir çalışmada yumurta (%57,8), inek sütü (%55,9), fındık (%21,9), fıstık (% 11,7), ceviz (%7,6), mercimek (%7,0), buğday (%5,7) ve et (%5,7) çocukluk çağında en sık rastlanan gıda alerjenleri olarak bildirilmiştir. SEBEBİ Gastrointestinal sistemin alınan besinlere karşı engelleri vardır. Gastrik asid ve pepsin, pankreatik ve intestinal enzimler, muküs, peristaltizm, bağırsak epitelinin bütünlüğü besin alerjenlerine karşı mekanik engellerdir. Bunun yanı sıra lenfoid doku, sekretuar IgA, CD8+ T hücreleri, makrofajların supressör aktiviteleri
immünolojik
engellerdir.
Bu
bariyerin
gelişmemesi veya immaturitesi (olgunlaşmamış) besin ile oluşan reaksiyonları artırır. İnek sütü protein alerjisi bir veya daha fazla süt proteinine karşı oluşan immünolojik reaksiyondur. Kazeinlerin ve β-laktoglobulinin inek sütü alerjisinde major alerjenler olduğu düşünülmektedir. İnek, keçi ve koyun sütlerindeki α-kazein yapıları arasında çok küçük yapısal farklılıklar olması nedeniyle spesifik sensitizasyondan (özgül duyarlılaşma) çok inek sütü, keçi ve koyun sütleri arasında çapraz reaksiyon gözlenmektedir. Keçi sütündeki proteinlerin büyük bir kısmını kazeinler oluşturmaktadır fakat bazı keçilerin sütlerindeki kazein içeriğinin düşük olması keçi sütüne karşı oluşan alerjinin daha düşük olmasını açıklayabilir.
15
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
SEMPTOMLAR Semptomlar, genellikle ilk 2 yaş içinde (6-12 ay) ek gıdaların diyete girmesi ile görülmeye başlar. Klinik bulgular değişik spektrumda(çeşitlilikte) olabilir. En fazla etkilenen sistemler; cilt (ürtiker, anjioödem, egzema), gastrointestinal sistem (kusma, karın ağrısı, kramp, ishal) ve
solunum
sistemi
(rinit,
astım,
stridor)’dir.
Ayrıca
büyümenin
duraklamasının
nedenlerinden biri de inek sütü alerjisi olarak gösterilebilir. IgE’ye bağlı gelişen besin aşırı
duyarlılığı sıklıkla besin alındıktan sonra ilk 20 dakikada ya da 1-2 saat içinde ortaya çıkar.
ASTIM İLE İLİŞKİSİ Çeşitli epidemiyolojik çalışmalar gıda alerjisi olan çocuklarda astım, astımlı çocuklarda ise gıda alerjilerinin daha sık olarak görüldüğünü göstermiştir. Gıda alerjisi ve astım birlikteliği olan
hastalar,
mutlaka
çok
yakından
izlenmeli,
artmış
riskler
açısından
aileler
bilgilendirilmeli ve eğitilmeli, astımları tedavi edilmeli, kontrol altına alınmalıdır.
İNFANTİL KOLİK İLE İLİŞKİSİ İnfantil kolik, iyi gelişen sağlıklı bebeklerde, daha çok akşam saatlerinde görülen, ataklar halinde ortaya çıkan, etyolojisi (nedeni) tam olarak aydınlatılamamış, bacaklarını karına çekme, yumruklarını sıkma, karında sertleşme, gaz çıkarma ile birlikte olan, tüm çabalara
karşın durdurulması zor, aşırı ağlama ile karakterize bir sendromdur. İnfantil kolik sebeplerinden biri inek sütü alerjisi olduğu, bunun peristaltizmi (itici kasılma) arttırarak sancıya neden olduğu şeklinde söylense de destekleyici bir veri elde edilememiştir. Alerjinin kolikte önemli bir rolü olsaydı beraberinde egzama, astım gibi başka alerji bulgularının da hem bebekte hem de ailede olması gerektiğini, ancak böyle bir bilginin olmadığını savunan çalışmalar da bulunmaktadır. ÇÖZÜM Halen sorumlu besinin diyetten çıkarılması, eğitim ve ani reaksiyonlar için uygun tedavinin planlanması temel tedavi yaklaşımlarıdır. İnek sütüne toleransın geliştiği bu sürede bebeğin gelişme çağında olduğu göz önüne alınarak beslenme programında süt ve süt ürünlerinin yerine geçecek alternatiflere ihtiyaç duyulmaktadır . Bu sağlanmazsa büyüme ve gelişme bozuklukları ortaya çıkar.
16
Üstünde en çok durulan konu inek sütünün yerine kolay bulunabilen ve kullanılabilen bir seçenek bulmaktır. Çeşitli alternatifler arasında keçi sütü son yıllarda giderek artan popülerlik kazanmıştır. İnek sütü alerjisi olan kullanılmayacağına yönelik
çocuklarda
keçi
sütünün kullanılıp
pek çok araştırma yapılmıştır. Ancak sıklıkla inek sütü ile
çapraz reaksiyon oluşturan keçi sütü iyi bir alternatif değildir.
Süt alerjisi olan bebeklere uzun süre anne sütü verilmesi önemlidir. Mama olarak amino asit bazlı mamalar ve tam hidrolize mamalar kullanılabilir. Yarı hidrolize mamalar bu hastalar için uygun değildir. Bunun dışında soya bazlı mamalar 6 aydan büyük bebekler
için
alternatif
olabilir. Ancak soya alerjisi ve soyanın inek sütü ile çapraz
reaksiyon riskleri vardır. Bazı
çalışmalarda
soya proteinininde
en
az
inek
sütü
proteinleri kadar alerjen olabildiği ve soya bazlı formula kullanan bebeklerde alerji bulgularının ortaya çıktığını göstermiştir.İnek sütü alerjisi düşünülen veya soya bazlı
mama
ile
beslenmesine
rağmen
gaitada kan
ve
diğer
alerji
bulguları
olan
bebeklerde whey veya kazein proteini hidrolize formula kullanımı diğer formulalara (mama) göre pahalı olan bir tedavi yöntemidir. İnek sütü alerjisi 1 yaşın sonunda %50, 2 yaşta %70, 3 yaşta %85 oranında düzelir.
Dyt. Esengül IŞIK
17
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
ÇOCUKLARDA OBEZİTE GELİŞİMİNİN FİZYOLOJİK, PSİKOLOJİK VE SOSYOLOJİK ETKİLERİ
18
WARNING
Şişmanlık (obezite) vücuttaki yağ miktarının artması olarak tanımlanmaktadır. Şişmanlık; yaşam boyu süren kronik bir enerji metabolizması bozukluğu olup, vücuda harcanandan fazla enerji alınmasıdır. Çocukluk çağı obezitesi, günümüzde görülme sıklığı gittikçe artan ciddi bir sağlık problemi haline gelmiştir. Tedavisi mümkündür ve tespit edildiğinde tedavi edilmesi gerekir. Aksi halde çocukluk çağı obezitesi kişinin yetişkinliğinde ciddi sağlık problemine sebep olabilmektedir.
Çocuğumun obez olduğunu nasıl anlarım? Eğer çocuğunuzun kilolu ya da yanlış beslenme alışkanlıklarına sahip olduğunu düşünüyorsanız mutlaka bir sağlık kuruluşuna gitmeli ve doktor, diyetisyen, psikolog, hemşire gibi sağlık personellerinden destek almalısınız. Çocuklarda görülen obezitenin çevresel ve kalıtsal olmak üzere birçok nedeni
bulunmaktadır. Obez çocukların %90'ı basit obezite denilen sınıfa girmektedirler; yani yanlış beslenmeye bağlı alınan enerjinin harcanan enerjiden fazla olması sonucu vücut yağ miktarının artması durumu. Çocukların büyüme- gelişmesi "büyüme eğrileri (persentil)" adı verilen çizelgelerle takip edilmektedir. Çocuklarda obezite teşhisi; bahsettiğimiz büyüme eğrilerine, vücut yağ oranlarına ve deri kıvrım kalınlığı denilen ölçme yöntemlerine göre konulur. Çocuğunuzun bu doğrultuda kontrolünü yaptırmak için sağlık kuruluşlarından yardım alabilirsiniz.
Obezitenin nedenleri ve ülkemizde görülme sıklığı nedir? Obezitenin 0-1 yaş arasında görülme oranı %5, okul çağı çocuklarında %5-10, genç erişkinlerde görülme oranı %10-15 civarındadır. Bu oranlar gittikçe artmakta ve obezite ciddi bir sağlık tehdidi haline gelmektedir. Obezitenin çevresel ve kalıtımsal birçok nedeni bulunmaktadır ama yukarda da belirttiğimiz gibi genel olarak çocuklarda obezite görülmesinin nedeni yanlış beslenme alışkanlıklarına sahip olmaktır. Bu nedenle çocukluk çağı obezitesinin en iyi ve kalıcı tedavi yöntemi çocuklara sağlıklı beslenme alışkanlığı kazandırmaktır.
19
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
Obez çocukların fazla yeme isteğinin aile çevresinden edinilen bir alışkanlık olduğu bilinmektedir. Kişilerin damak tadı, yemek tercihi yaşamının ilk yıllarında şekillenir. Yaşamının ilk yıllarında yanlış besinlerle beslenen çocukların yetişkinlik döneminde yanlış besin tercihi yaptığı görülmektedir. Çocuklar yaşamının ilk yıllarında taklit ederek öğrenirler. Bu durum besin tercihlerine de yansır, ebeveynler nasıl besleniyorsa çocuklar da bu durumu taklit ederler. Bu nedenle çocuklara örnek model olmak ebeveynlerin görevidir. Fiziksel aktivite yetersizliği, TV ve bilgisayarla aşırı zaman geçirme de çoğu kez aile yaşamı ile ilgilidir. Çocukların yeterli fiziksel aktiviteye sahip olup olmadığı takip edilmeli ve yetersiz fiziksel
aktiviteye
sahipse
çocuk
bu
konuda
motive
edilmeli,
hobi
kazanması
sağlanmalıdır. Obezitenin çocuklar üzerindeki fizyolojik ve klinik etkileri nelerdir? Obez çocukların besin alımları genellikle; yemek seçici, yemek saatleri düzensiz, diyet öyküleri; aşırı besin tüketici ve atıştırıcı tip, ödül olarak şeker ve aşırı karbonhidratlı besin tüketen ve bol yağlı (özellikle kızartmaya eğilimli), sebze-meyve tüketimi az, et tüketimi fazladır. Bu tür beslenme davranışları çocuklarda ciddi sağlık sorunlarına sebep olmaktadır. Çocukluk çağı obezitesi özellikle yaşamın ilk yılında, okul öncesi çağda ve ergenlik döneminde görülmektedir. Sağlık üzerine etkilerine bakıldığında bu çocuklarda yürüme
gecikir, sıklıkla pişik ve deri enfeksiyonları görülür, büyümenin erken tamamlanması nedeniyle kemik yaşları yaşıtlarına göre ileri, düz tabanlık ve bacaklarda eğrilik, erken ergenlik belirtileri gözlenir. Obezitesi tespit edilip tedavi edilmeyen çocuklarda yetişkinlikte kalp-damar hastalıkları, yüksek kan lipit profili, gastro intestinal sorunlar, uyku apnesi (uykuda nefes alamama problemi), nörolojik hastalıklar, endokrin sistem bozuklukları, psikososyal sorunlar ve kanser görülme riski normal kilolu çocukluk geçirmiş bireylere göre daha fazladır.
Yapılan çalışmalara göre erken ergenliğe girmesi nedeniyle ergenliği erken tamamlayan obez kız çocukların yetişkinlik döneminde yumurtalık, rahim ve meme kanserine yakalanma riski normal kilolu çocukluk geçirmiş bireylere göre daha fazladır.
20
Obez çocuklar artmış yağ dokusunun salgıladığı zararlı salgılar nedeniyle psikolojik rahatsızlıklara ve enfeksiyonlara daha açıktır. Çocukluk çağında yaşanan obezite yetişkinlik döneminde yaşanan obeziteden daha risklidir. Bunun nedeni yetişkinlik çağında yaşanan obezitede yağ hücrelerinin sadece hacmi artarken çocukluk çağı obezitesinde yağ hücrelerinin hacmiyle birlikte sayısının da artmasıdır.
Yağ hücrelerinin sayısının artışı geri dönüşümsüzdür bu nedenle çocukluğunda obez olan bireylerin yetişkinlik döneminde obez olma ihtimali daha yüksektir.
Çocukluk çağı obezitesinin psikolojik ve sosyolojik etkileri nelerdir? Günümüzde kitle iletişim araçları dört bir yanımızı sarmış durumda ve insanlara zayıf, narin ya da kaslı bedene sahip olması gerektiğini dayatmaktadır. Küçük çocuklara okunan
masallarda bile bu dayatmalara rastlamak mümkündür. Durum böyle olunca obez olarak nitelendirilen çocukların düşük özgüvene sahip olması, sosyalleşmekten uzak durması gayet normal, öyle değil mi? Obez bireylere olan ayrım ve önyargı çocuklukta başlamaktadır. 6 yaşındaki çocuklarla yapılan çalışmada obez çocuklar, diğer çocuklar tarafından "tembel,kirli ve çirkin" olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlamalar obez çocukların neden toplumdan dışlandığının da göstergesi konumundadır.
Benlik saygısı çocukluğun ilk senelerinde oluşmaya başlamaktadır. Çocukluk çağında kilosuyla ilgili eleştiri alan çocukların doğal olarak benlik saygıları da düşük olmaktadır. Obez çocuklar düşük benlik saygısının yanında olumsuz beden algısına da sahiptirler. Beden algısı; kişinin aynada gördüğü değil, zihninde algıladığı kiloya sahip olduğu görüşüdür. Düşük benlik saygısı, olumsuz beden algısının sonucu sayılabilmektedir. Bu iki olgu kişinin depresif bir ruh haline ve kendini toplumdan soyutlamasına sebep olmaktadır.
21
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
Obez çocuklarla yapılan bir çalışmada obez çocukların bu olumsuz ruh hallerinin okul başarılarını da etkilediği gözlemlenmiştir. Çocukluk döneminde obezite tedavisi görüp ideal kilosuna ulaşan çocukların genelinde olumsuz beden algısı devam etmektedir. Bu nedenle çocukluk çağı obezite tedavisinde psikolojik desteğin önemi oldukça büyüktür.
Çocukluk çağı obezitesinin tedavisi nasıl olmalıdır? Daha önce de bahsettiğimiz gibi, çocukluk çağı obezitesinin en büyük nedeni yanlış beslenme alışkanlıkları ve hareketsiz yaşamdır. Bu nedenle en iyi tedavi yöntemi çocuklara sağlıklı yaşam ve beslenme alışkanlıkları kazandırmak ve onlara bu doğrultuda destek ve örnek olmaktır.
Sağlıklı günler dilerim.
Dyt. Sena ORUÇ
22
23
Diyetis-
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
BİR BAŞARI ÖYKÜSÜ…
Artık dergimizde “Başarı Öyküleri” köşemizde, sizleri misafir edeceğiz... Köşemizin ilk konuğu Betül hanım, bize sağlıklı kilo verme yolculuğunu anlattı.. Sizlerde turuncu@turuncusaglik.com ya da turuncusaglik@gmail.com mail adreslerimize hikayenizi gönderebilirsiniz..
Keyifli okumalar... 24
Merhaba, Ben Betül. 20 yaşında, 1.68 m boyunda, 64 kilogram bir kızım. Bu yola 107 kilo ile başladım. “107 kiloya nasıl çıktın Allah aşkına?!” diye soracak olursanız, cevabı şu: Duygusal açlık. Açıklaması çok basit: Moral bozukluğu, stres ve öfke anlarında yemeğe saldırmak. Çok düşündüm yazıya nereden başlasam diye… 2 yılı 2 sayfaya sığdırmak kolay değil takdir edersiniz ki… En
güzeli
o
geceden
başlamak.
Mutfaktayım.
Yerde,
fırının
karşısında,
cenin
pozisyonunda oturuyorum. Çünkü kendimi daha küçük hissediyorum öyle. Bacaklarımı görmüyorum
neticede.
Mutfak
karanlık.
Sadece
aspiratörün
ışığı
açık.
İçinde
bulunduğum dalgınlıktan kurtulmamla birlikte fırın camındaki aksimi görüyorum, “Aman Allah’ım! Bu ben olamam!” diyorum kendime. O anda yaşadığım yıkımın tarifi mümkün değil. Sonrasında uzun bir müddet o fırın camının önünde oturup kendimi seyrediyorum. Orası benim hikâyemin başladığı yer. Sandalyeler şöyle bir dursun, mutfakta oturduğumuz zamanlarda benim yerim hep orası oluveriyor. İşte orada, o gece karar veriyorum kilo vermeye. Artık bir yerden başlamam gerekiyor. Çok girift bir kısır döngüye girmişim. Halime üzülüyor, üzüldükçe yiyor, yedikçe kilo alıyor, kilo aldıkça yiyor, yedikçe…. O gece halime üzülmekten, kendime acımaktan vazgeçtim. O zamana kadar kazandığım bütün zaferleri düşündüm tek tek. Hepsi ne kadar zordu ve hepsini nasıl
atlatmıştım. Aslında ben güçlü bir kızdım. Hatta fazla güçlü. Kendimi “50 kilo vermem lazım” diye şartlandırmadan, “Benim önümde bir savaş var ve tarihi her zaman kazananlar yazar!” dedim yüreklice. Belki tarih yazmadım ama şu anda buraya yazıyorum
O zaman kazanan benim! Ve kazanan sen de olabilirsin! Çünkü benden hiçbir eksiğin yok! Sende olan iştah bende de var! Bende olan irade sende de var! 25
Sadece tetiklenmeyi bekliyor! Unutma!
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey..
Beni motive eden şeyler istediğim kıyafetleri giymek değildi. Herkes der ya “Düşünsene istediğini giyeceksin!”. Mesele kıyafet değildi ki, mesele kazanılması gereken bir özgüvendi, kazanılması gereken bir özsaygıydı! Mesele, âşık olmaya bile hakkı olmadığını düşünen bir genç kızdı. Mesele kendini geri isteyen, kendi içinde kaybolan bir insandı. Mesele, mutsuz olan bir fertti ve bu şekilde devam ederse mutsuz yetiştireceği bir nesildi. Mesele, kendisi için üzülen bir aileydi..
“Karşınızda bu işin ehli bir insan var ve siz ona tam teslim olmalısınız. 1 dilim olması gerekseydi, diyetisyeniniz o ekmeği 1 dilim verirdi. “ Diyetisyeniniz muhtemelen, 10 günde yahut haftada bir ziyaretinizi isteyecek. İşte bu noktada size bir tavsiyem var. Önünüzdeki 6 ayı ya da 1 seneyi değil, önünüzdeki 1 haftayı, 10 günü hedefleyin. Unutmayın, uzun yollar küçük ve devamlı adımlarla yürünür.
Siz bir diyetisyen değil, danışansınız. Bu dalda ihtisas yapmış insanlara ihtiyacınız var. Bu kendi başınıza çıkabileceğiniz bir yol değil. Siz bir diyetisyene gitmeli ve onunla sağlam bir ilişki kurmalısınız. Sıkı bir bağ ve tam teslimiyet. Sormak istediklerinizi rahat rahat, hiç çekinmeden sormalısınız. Ama şunu da unutmayın, nasıl bir kalp doktorunun verdiği reçete için “Şu ilaç fazla gibi bundan yarım doz alsam bana yeter.” demiyorsanız, diyetisyeninizin verdiği liste için de, “Bu ekmek bana fazla, ben 1 dilim yesem de olur.” demeyeceksiniz. Hele hele “2 dilim değil 1 dilim yersem daha hızlı kilo veririm.”
düşüncesine asla kapılmayacaksınız. Karşınızda bu işin ehli bir insan var ve siz ona tam teslim olmalısınız. 1 dilim olması gerekseydi, diyetisyeniniz o ekmeği 1 dilim verirdi.
26
Ben bu hatayı yaptım. Hem de yolun başında değil, o zamanlar 25 kilo vermiş olmama rağmen yaptım ve bir kez dilim yandı. 82 kiloda tam 3 ay durdum. Verilen listenin yarısını yiyordum ama bir türlü kilo veremiyordum ve vücut kıtlık alarmını çalmıştı bir kere. Ve bu dönemde tatlı ve yeme krizleri öyle bir artmıştı ki ben kendime şaşıyordum. Zincirinden boşanmış bir at gibiydim. Ve asla kendimi durduramıyordum. Artık kontrolümü yitirmiştim ve vücudum kendini korumaya çalışıyordu. Yedikçe vicdan azabı çekiyor ve “Böyle bir hatayı (!) nasıl yaparım!” diye kendime kızıyordum. Zaten yemek yemeyi bir “hata” olarak görmeye başladıysanız, işler pek de yolunda gitmiyor demektir. Sonrasında “Acaba istifra mı etsem?” düşünceleri başlıyor ve yeme bozukluklarına emin adımlarla ilerliyorsunuz. Çok şükür bunu erken fark ettim. Hala sağlıklı bir şekilde kalan son 7 kilomu vermeye çalışıyorum. Size ufak bir tavsiye daha, listenize sadık kalın. Ama ola ki bir kaçamak yaptınız, bunun için asla kendinizi “iradesiz” diye yaftalamayın. Kendinize kızmayın. Çünkü şu da bir gerçek, psikolojinizi ne kadar rahat tutarsanız o kadar hızlı kilo veriyorsunuz.
Gerçek manada diyete başladığınız gün, size yine inanmayan gözlerle bakanlar olacak. “Hadi bakalım bu sefer kaç gün dayanacaksın?” diye gülenler olacak. Size yine ufak bir tavsiye, ilk 6-7 kiloyu verinceye kadar diyette olduğunuzu size tam destek olacak yakınlarınız hariç kimseye söylemeyin. “Sen kilo mu verdin ya?” dediklerinde, artık sizi demoralize edecek cümlelerini çoktan yutmuş olacaklar. Sizde göğsünüzü kabartarak “Evet” diyebileceksiniz :)
Sizi motive edeceğine inandığım bir şey eklemek istiyorum. Hani derler ya “Öyle bir zayıflayacağım ki tanıyamayacaksınız.” Çok değil, 1-1,5 yıl sonra, beni ilk defa tanıyamadılar, hem de kendi evimde :) Gelen misafir sanki tanımadığı başka bir misafirmişim gibi, beni başıyla selamlayıp salona geçti. Ta ki yanına gidip, “Hayrola Türkan Teyze?” deyinceye kadar :) Bunlar hep motivasyondu benim için…
Benden motivasyon çalan şeyler olmadı mı? Tabii ki oldu.
Mesela
2-3
hafta
kıramadığım
kilolar,
siz
yanlarında brokoli yerken, arkadaş buluşmalarında uçuşan cheesecakeler, tiramisular... Ah o günler :) Şimdi o
günleri
tebessüm
ederek hatırlıyorum.
Çünkü
aynaya
baktığımda
bütün
o
sıkıntıların mükafatını aldığımı görüyorum. 27
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
“Ve her gün tartılmak…“ “Diyeti bozdum, yeniden başlarım… YENİDEN BAŞLAMAYIN DEVAM EDİN!” Eğer diyet sürecini, insanı çileden çıkaran sancılı bir sürece çevirmek istemiyorsanız, asla ama asla her gün tartılmayın. Tartıdaki sayının bir önceki günden farklı çıkmayacağını bildiğimiz halde içimizdeki bir dürtü o tartıya her gün çıkmamızı sağlıyor. Ve biz 3-4 gün boyunca aynı sayıyı görünce aslında bu durumun normal olduğunu bildiğimiz halde moral bozukluğunun önüne geçemiyor, motivasyonumuzu düşürüyoruz. Benim motivasyonumun en çok kırıldığı noktalardan biri de, o diyet listesi haricinde ağzıma attığım lokmalardı. Listem haricindeki bir lokmaya bile tahammülüm yoktu. Eğer dalgınlıkla puding kaşığını yaladıysam veya arkadaşımın ısrarı üzerine o kekten bir lokma aldıysam “DİYET BOZULDU!” idi benim için. O gün moralim bozuk olurdu ve o saatten sonra yediğime içtiğime dikkat etmezdim. Sonra vücudun şeker dengesi bozulur, bu durum beni 2-3 gün geri atardı. Belki de insanlar azmedip 50 kiloyu 1 yılda verirken benim 43 kiloyu 2 yılda ancak vermemin sebebi budur. Bu “DİYET BOZULDU!” larımın hemen ardından “YENİDEN BAŞLIYORUM!” lar gelirdi tabii ki… En az 50 defa "yeniden" başlamışımdır. Bu yeniden başlamalar insanı yorar, bıktırır. Her
kaçamağın ardından yeniden başlarsanız kendinizi iradesiz hissedersiniz. Asla yeniden başlamayın, “DEVAM EDİN”. Yediğiniz bir kurabiye sizin ne iradesiz olduğunuzu gösterir ne de diyetinizin bozulduğunu. Yediniz ve bitti. Unutun gitsin :) Ama bu, sizin o kurabiye kaçamağını her zaman yapabileceğiniz anlamına gelmiyor tabii ki. Etrafınızdaki herkes size “Bir lokmadan bir şey olmaz.” ,“Allah aşkına bir tadına bak”, “Yemezsen üzülürüm” şeklinde yaklaşabilir ;ki bunu sürekli yapan insanlarla kavga etmişliğim dahi var, sakın bu cümlelere kanmayın. Belki bir lokmadan bir şey olmaz ama siz o bir lokmayı reddedince kendinize olan güveniniz artacak ve aslında sizin de diyet yapabildiğinizi göreceksiniz. Aklıma gelmişken, önünüze gelen her diyet kitabını, her internet sitesini okumayın. Bilgi kirliliği o kadar çok ki, bir konu hakkında 10 farklı yazı okuyorsunuz ve kafanız allak bullak oluyor. Merak ettiğiniz şeyleri diyetisyeninize sorun ve size kitap önermesini isteyin. 28
Kilo vermek için her türlü yöntemi denedim. Akupunkturundan, yağ yakıcı haplara, süte karıştırılıp içilen tozlardan, internette gördüğünüz şok diyetlere kadar.. Ama 43 kiloyu sadece sağlıklı ve dengeli beslenerek verebildim. Akupunkturla 10 kilo verdim ve tam 20 kilo geri aldım. Sakın arkadaşım, sakın! İnternette gördüğümüz, üstüne olağanüstü nitelikler yüklenmiş gıdaların hepsi yalan. Hiçbir şey direk yağ yakmıyor ve hiçbir şey seni, sen emek sarf etmeden istediğin bedene kavuşturmuyor.
Son
olarak diyetisyenler ısrarla söyler ya, “Su için” diye. Gerçekten su için. Neredeyse 2 yıldır 10 günde bir vücut analizi yaptıran birisi olarak, artık kendi vücuduma neyin iyi
geldiğini,
vaziyetteyim
neyin ve
neye
özellikle
sebep su
olduğunu
içmeye
dikkat
anlamış ettiğim
haftalarda yağ kaybının ciddi manada arttığını gördüm. Unutmayın insan bilmediği şeyi sevmez, deneyimlemediği şeyden korkar. İnanın kilo kaybetmeye başladığınızda ve biraz olsun bilgi donanımına sahip olduğunuzda diyet ve spor yapmaktan haz alır vaziyete geleceksiniz.
Diyet,
kaybettikçe
kazandığınız
tek
savaş, kaybetmenin
tadını çıkarın…. Sağlıcakla kalın...
Betül BASMACI
29
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
YAŞLILIKTA BESLENME ÖNERİLERİ Yaşlanma, kişinin fiziksel ve ruhsal yönden değişime uğramasıdır. Yaşlılık sadece biyolojik bir olay olmayıp, aynı zamanda toplumsal ve kültürel bir olaydır. Yaşlılık zamana ve toplumdan topluma farklılık göstermektedir. Yaşlanmaya bağlı olarak, insan vücudunun
yapı ve fonksiyonlarında meydana gelen değişikliklere biyolojik yaşlılık, buna bağlı olarak organlarda meydana gelen değişikliklere fizyolojik yaşlılık, kişinin kendini yaşlı hissetmesine bağlı olarak yaşam görüşü ve yaşam şeklinin değişmesine duygusal yaşlılık, aynı yaşta olan bireylerle karşılaştırıldığında toplum içinde fonksiyonların devam ettirilmesine ise fonksiyonel yaşlılık denir. Dünya sağlık örgütü yaşlanmaya kronolojik bir sınır getirmiştir: 65 yaş. 65-74 yaş genç yaşlılık, 75-84 ileri yaşlılık, 85 yaş ve üzeri çok ileri yaşlılık dönemi olarak sınıflandırılmıştır. Dünya Sağlık Örgütü’nün 1970-2025 yılları arasındaki öngörülerine göre beklenen yaşlı insan oranı %22,3 ile 624 milyon olarak belirlendiği; 2025 yılında yaklaşık 1,2 milyon insanın 60 yaş ve üzeri yaşta olacağı ve 2050 yılında ise 2 milyona ulaşacak olan yaşlı nüfusunun %80’inin gelişmekte olan ülkelerde yaşayacağı ifade edilmektedir. Şimdi bir de yaşlılık ile beslenme arasındaki ilişkiye bir bakalım: Yaşlanma ile oluşan tat ve koku almadaki azalma, diş kayıpları, iştahsızlık, besin öğelerinin
sindirimi ve emiliminin azalması gibi faktörler beslenmeyi olumsuz etkilemektedir. Sağlıklı beslenmenin sağlanması, enerji ve besin öğelerinin önerilen düzeyde tüketilmesine ve beslenme yetersizliğine bağlı oluşabilecek akut ve kronik sağlık sorunlarının önlenmesine katkıda bulunur.
30
Yaşlılık döneminde beslenme nasıl olmalıdır? 1-) Besin Çeşitliliği Sağlanmalıdır: Her öğünde süt ve süt ürünleri, et – yumurta – kurubaklagil grubu besinler, taze sebze ve meyveler, ekmek ve tahıl grubundaki besinler ile gereksinime uygun miktarlarda hazırlanan menüler bu çeşitliliği sağlar aynı zamanda elzem besin öğelerinin alınmasının yanında aşırı yağ ve tuz tüketimininde engellenmesine yardımcı olur. 2-) Günde En az 3 öğün Beslenilmelidir: Yaşlılarda öğün atlanması yetersiz beslenmenin göstergesidir. Yemek yeme eyleminin hoşa gidecek biçimde yapılması iştahın artması ve yemek yemekten duyulan hazzın artmasına yardımcıdır. Yaşlılarda sindirimi kolaylaştırmak için az miktarda sık beslenmek ve besinlerin iyi çiğnenmesi önemlidir. 3-)İdeal Vücut Ağırlığı ve Kas Gücü Korunmalıdır: Kas kütlesindeki azalma fiziksel aktivitede azalmaya sebep olur. Bunun sonucunda metabolik hız ve kemik mineral yoğunluğu azalır. Yaşlılarda iyi kalite proteinlerin (süt ve süt ürünleri, et-tavuk-balık, yumurta ve kurubaklagiller) tüketilmesi kas kütlesinin korunmasında yararlıdır. Yaşlılarda son dönemde istemsiz 4.5-5 kg kayıp ciddiye alınmalıdır. Bu durum beslenme yetersizliğinin göstergesi olarak kabul edilmektedir. Haftada en az 3 gün 30 dk orta düzeyde fiziksel aktivite vücut ağırlığının korunmasının yanı sıra kalp-damar sağlığı için önem taşır. 4-)Besinler Doğru
Hazırlanmalı, Pişirilmeli
ve Saklanmalıdır: Besin
zehirlenmelerinin
engellenmesi ve çeşitli sağlık sorunlarına yol açmaması açısından oldukça önemlidir.
Besinlerin, kullanılan araç-gereçlerin ve kişisel hijyenin sağlanmasına dikkat edilmelidir. 5-)Sebze ve Meyve Tüketimi Artırılmalıdır: Vitamin, mineral ve posa açısından zengin bu besin grubunun tüketimi birçok sağlık probleminin gelişimini engellemektedir. Yutma veya çiğneme güçlüğü olan yaşlılarda tüm sebze ve meyveler pişirilerek tüketilebilir. Fakat pişirme yöntemi yağda kızartma şeklinde olmamalı, pişirme suları dökülmemelidir. 6-)Ekmek ve Diğer Tahıllar Yeterli Miktarda Tüketilmelidir: Ekmek, pirinç, makarna, bulgur ve unla yapılan besinler karbonhidratlardan zengindir. Tam tahıl ürünleri B grubu vitaminler, E vitamini, demir, çinko, magnezyum ve fosfor gibi birçok minerali yapılarında bulundururlar ve posa içerirler. Tam tahıllı ürünlerin öğünlerde yer alması şişmanlık, konstipasyon, bazı kanser türleri, diyabet, kalp-damar hastalıklarının önlenmesinde katkı sağlar.
31
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
7-) Doymuş Yağ Tüketimi Azaltılmalıdır: Yağlardan alınan enerji günlük alınan enerjinin % 30’unu geçmeyecek şekilde sağlanmalıdır. Yağların türü ve miktarı beslenmede önemlidir. Özellikle hayvansal kaynaklı ürünlerin tüketimi kan kolesterol düzeyinde etkilidir. Bu nedenle sınırlı miktarlarda tüketilmelidir. Beslenme planında çoğunlukla bitkisel (Ayçiçek, mısırözü, zeytinyağı v.b.) kaynaklı yağlar olmalıdır. Omega-3 kaynağı olan balık haftada en az 2 kez tüketilmelidir.
8-)Su ve Diğer Sıvılar Yeterli Miktarda Tüketilmelidir: Yaşlılıkta susama duygusunun azalması yeterince sıvı tüketilememesine neden olmaktadır. Yaşlılar günde en az 2 lt sıvı tüketmelidirler. Sıvı tüketimi böbrek fonksiyonlarının sürdürülmesi, idrar yolları enfeksiyonları, kabızlık sorunlarını önler. Taze sıkılmış meyve suları, ayran, süt, çorbalar tüketilebilir. Fakat
çay, kahve, gazlı içecekler az miktarlarda tüketilmelidir.
9-) Posa Tüketimi Artırılmalıdır: Posa içeriği yüksek, kurubaklagiller, tahıllar, sebze ve meyveler önerilen miktarlarda tüketilmelidir. Kurubaklagil yemekleri haftada en az 2-3 kez, sebze ve meyveler günde 400 gr üzerinde tüketilmelidir.
32
10-)Kalsiyum İçeriği Yüksek Besinler Tüketilmelidir: Yeterli kalsiyumun alınmaması kemik mineral kaybına, kemik sağlığının zarar görmesine neden olur. Kalsiyum bakımından zengin süt, peynir, yoğurt, çökelek gibi besinler tüketilmelidir. 11-)Tuz ve Sodyum Tüketimi Azaltılmalıdır: Az tuzlu besinler tercih edilmeli, pişirme sonrası yemeklere tuz ilave edilmemelidir. 12-) Şeker Tüketimi Azaltılmalıdır: Basit şekerler olarak adlandırdığımız çay şekeri, bal reçel vb yerine kompleks karbonhidratlar (tahıllar, kurubaklagiller.. ) tercih edilmelidir. 12-)Alkol ve Sigaradan uzak durulmalıdır: Aşırı alkol tüketiminin karaciğer, beyin, pankreas iltihabı, ülser, sindirim sistemi kanserleri, hipertansiyon.. gibi bir çok sağlık sorununa neden olduğu bilinmektedir. Sigara ise osteoporoz oluşumu, bazı kanser türleri, vücuttan besin öğelerinin kaybına sebep olması gibi nedenlerle kullanılmamalıdır. Sağlıklı ve mutlu bir ömür dileğiyle…
Dyt. Elif Melek Avcı
33
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
ÜNİVERSİTELERDEN HABERLER… Artık üniversitelerde yapılan etkinliklere yer verdiğimiz, mesleki, kültürel faaliyetlerinizi öncesinde ve sonrasında duyurabileceğiniz yeni bir köşemiz var :)
Köşemizin ilk konuğu, dergimizin doğuş yeri Atatürk Üniversitesi Öncü Sağlık Kulübü… Kulüp; 9 mayıs Çölyak gününe dikkat çekmek adına Yrd. Doç. Dr. Ali İşlek (Çölyakta Tanı ve Tedavi Yöntemleri), Uzm. Dyt. Mevra Aydın Çil (Çölyakta Beslenme Tedavisi) ve Stj.Dyt. Büşra Doğan’ın (Dünya ve Türkiye’de Çölyak Uygulamaları) sunumlarıyla, “Çölyakla Yaşamayı Öğreniyorum“ seminerini Erzurum’da gerçekleştirerek, Erzurum’da yaşayan çölyaklı çocuk, yetişkin ve onların ailelerini ağırladılar. Etkinlikte üniversitenin Beslenme ve Diyetetik bölümü öğrencilerince yapılan çölyaklı bireylerin tüketimine uygun ikramlıklar dağıtıldı. Bunun yanı sıra çölyaklıların tüketebileceği hazır atıştırmalıklara da yer verildi.
34
35
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
ÇÖLYAK HASTALIĞINDA BESLENME TEDAVİSİ Merhabalar
Turuncu
Sağlık
Dergisi’nin
sevgili okurları, bu ay ki sayımızda sizlerle Çölyakta
Beslenme
Tedavisi
hakkında
hasbihal edelim dedim. Malum Mayıs ayı ÇÖLYAK FARKINDALIK ayı olması sebebiyle tüm
dünyada
zamanda
kutlanmaktadır,
ülkemizde
“Çölyakla
aynı Yaşam
Derneği” sayesinde 9 Mayıs gününü Çölyak Günü olarak kutlamaktayız. Hatta sizlere Atatürk Üniversitesi’nin
Sağlık
Bilimleri
Fakültesi’nin
bünyesinde
kurulmuş olan “Öncü
Sağlık Kulübü’nün” düzenlemiş olduğu “Çölyakla Yaşamayı Öğreniyorum” seminerinden bahsetmek istiyorum. Öncelikle gelin ‘Çölyak hastalığı nedir?’ diyerek konumuza giriş yapalım.
Ülkelerin sosyoekonomik ve kültürel özellikleri ile gelişmişlik düzeyleri kişilerin beslenme alışkanlıkları da değişmektedir. Ama tüm dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de tahıl gruplarını sofralarımızdan eksik etmeyiz. Tahıl grubunun beslenmemize olan katkısının görmezden gelinemeyeceği gibi bazı hastalıkların sebebi olduğundan diyetlerden elimine
edilmesi
gerekmektedir.
Sebebi
olduğu
hastalıklardan
birisi
ise
Çölyak
Hastalığı’dır. Çölyak hastalığı, genetik olarak duyarlı kişilerde başlıca buğdaydaki gluten ve arpa, çavdar, yulaf gibi tahıllardaki gluten benzeri diğer tahıl proteinlerine karşı kalıcı intolerans olarak gelişen proksimal ince barsak hastalığıdır. Glütene duyarlı enteropati olarak da adlandırılmaktadır.
Bir enteropati olarak bilinmesine rağmen son yıllarda
ortaya konulan ve belirginleşen gastrointestinal sistem dışı bulguları ile her sistemin hastalığı haline gelmiştir. Çölyak hastalığı, genellikle buğday veya diğer glüten içeren gıdalar diyet içine, tipik olarak 6-9 aylıktan sonra verildikten sonra gelişebilir. Bazı çocukların neden erken yaşta hastalandıkları bilinmiyor ve bazıları ancak yıllarca maruz kaldıktan sonra hasta oluyor.
36
Ailenizde çölyak varsa eğer; çocuğunuzu ilk belirtilerde test etmek çok önemlidir veya ailenizde çölyak hastalığı varsa. Birinci derece akrabaları (ebeveyn, kardeş, çocuk) çölyak hastalığının kendisinde gelişme şansının 1'de 1'idir. Bazen çölyak hastalığı, bir ameliyat, doğum sonrası, gebelik sürecinde, viral enfeksiyon ya da şiddetli duygusal stresten sonra tetiklenebildiği gibi direkt çölyak hastalığı tablosuyla da ortaya çıkabilir. Çölyak hastalığının görülme sıklığı ise son yıllarda ciddi artış göstermiştir. Bu durum ise hastalık tanı kriterlerinde olumlu ilerlemeler ve hastalık farkındalığı ile açıklanmaya
çalışılmıştır. Aşağıdaki tabloda dünya üzerinde hastalığın görülme sıklığı gösterilmiştir . Dünya üzerinde Çölyak hastalarının kolayca beslenebilmelerini sağlamak için birçok proje geliştirilmiştir. Bunlara değinmeden önce ‘hastalığın tanısı nasıl konulur, tedavisi nasıl olmalı, diyetten neler çıkartılmalı ve neler tüketilmeli, etiket bilgisi neden önemli’ sorularını cevaplayalım.
Belirtilerin ciddiyetinde geniş bir farklılık vardır. Pek çok çocuk gluten kullandıktan sonra birkaç saat içinde semptomlar yaşayacaktır. 37
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
Bazılarında belirtiler birkaç gün sürebilir veya iki haftaya kadar sürebilir. Birçok çocukta, karın ağrısı, karında şişlik, ishal, huzursuzluk, iştahsızlık, enfeksiyonlarda artış ve gelişme geriliği, kusma, kilo alamama ve boy uzamasında yavaşlama belirtileri görülmektedir. Yetişkinlerde ise; karın bölgesinde öne doğru şişkinlik yaşa göre kilo azlığı, kas zayıflığı, kansızlık, dışkıda anormallik, büyük tuvalet ihtiyacının artması, ishal, kusma, bezginlik, iştahsızlık, gaz şikayetleri, eklem ve kemik ağrıları,
ciltte kaşıntılı döküntüler
görülmektedir. “Çölyak hastalığının tek tedavisi ömür boyu buğday, arpa, çavdar, yulaf tahılları ve bunlardan üretilen besinlerde bulunan glutenden uzak sıkı bir diyettir!!” Çölyak hastalığında diyet tedavisinde tüketilmemesi gereken besinler nelerdir? - Buğday, arpa, çavdar ve yulaf katkılı her türlü ürün. (un, bulgur, bulgur pilavı, irmik, makarna, şehriye, kuskus, ekmek, kek, pasta, kurabiye, bisküvi, börek, çörek, gofret, simit, kraker, dondurma külahı, unlu tatlılar, gluten içeren hazır salça, ketçap, un ilave edilen çorbalar, soslar, tarhana, yarma gibi). -Galeta ununa, una batırılarak kızartılmış tavuk balık gibi et ürünleri. - Malt kullanılan içecekler, bira votka cin v.b. - Gluten içeren hazır çorbalar, köfte, pane harçları gibi hazır çeşniler. - Sirke, çikolata, puding, sakız, ketçap, mayonez, dondurma gibi gıdaların bazılarında gluten bulunabilmektedir. Bu konuda bilgi edinilmelidir. - Tuzlu, soslu kuruyemişler, glutenle yapış- tırıldığı için yasaktır. Ancak bunların glutenle işlem görmemiş hali, gluten içermeyen kuruyemişler serbesttir.
38
Diyette serbest olan ürünler nelerdir? Tüm sebzeler ve meyveler, Tüm bakliyatlar, Kinoa, karabuğday, chia, keten Tapyoka, sorgum, akdarı, ararot Glutensiz; un, makarna, şehriye, çikolata, kek, kraker, irmik, güllaç bisküvi, tarhana, Tüm katkısız katı ve sıvı yağlar, Yumurta, bal, reçel, basit toz şeker, zeytin, Et, balık, tavuk, (Bu ürünler katkılı olmadıkları gibi daha önce unla kızartılmış bir yağda kızartılıp işleme tabi tutulmamalıdır.) Una batırılmamış konserve çeşitleri, Mısır, pirinç, patatesin hem kendileri hem de unları besin hazırlamada kullanılabilir. Ayrıca kestane unu, nohut unu, soya unu, üzüm çekirdeği unu da kullanılabilir. Peki Çölyak hastalığında etiket bilgisi neden önemlidir? Glutensiz diyet izlemenin anahtarı iyi bir etiket okuyucu olmaktır. Bazı gıdalar glutensiz olarak görünse de, çoğu, içerikler listesinde gizli glüten kaynakları içerebilir. Üreticilerin malzemeleri herhangi bir zamanda değiştirebildikleri için bir ürün satın alırken veya tüketirken yiyecek etiketlerini okumak önemlidir! Örneğin; karton bardaklarda, zarfların yapışkanlı
kısmında
ve
bazı
makyaj
malzemelerinin
üretiminde
bile
glüten
kullanılmaktadır. Bu yüzden satın alacağınız gıda maddesi ya da herhangi bir ürünün etiket bilgisine dikkat etmelisiniz.
Glütensiz bir diyette özellikle doğal gıdalara dikkat edilmesi gerekir. Toplu beslenmenin yapıldığı yerlerde yemek yenilecekse eğer seçeceğiniz besinlerin içeriğinde neler olduğuna dikkat etmeniz gerekmektedir. Özellikle buğday unu, karışık mısır unu ve pirinç ununa dikkat etmelisiniz. Bazen bu gıdaların içerisinde hamur oluşumunun sağlanması için glüten katılabilmektedir. Pişirme ve hazırlık aşamasında güvenli gıdaların glutenli gıdalarla bulaş olmamasına dikkat edilmeli! Çölyaklı bireylerin her biri özeldir. Bu yüzden tedavileri ve beslenme alışkanlıkları bir doktor ve diyetisyen tarafından yani multidisipiliner bir takım çalışması ile devam ettirilmelidir. 39
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
Bizlerde Atatürk Üniversitesi’nde kurulmuş olan Öncü Sağlık Kulübü olarak hem Çölyak hastalığına dikkat çekmek hem de çölyaklı bireylere geleceğin sağlık çalışanları olarak sizlerin yanındayız mesajını vermek amacı ile “Çölyakla Yaşamayı Öğreniyorum” eğitim semineri düzenledik. Değerli hocalarımız Yrd. Doç. Dr. Ali İşlek ve Uzm. Dyt. Mevra Aydın Çil’in sunumları ile bilgi dağarcığımıza yeni yeni bilgiler ekledik. Seminerimizin en renkli, güzel ve eğitici anları ise çölyaklı bireylerin sorunlarını onların ağzından dinlediğimiz dakikalar oldu. Hocalarımızın çölyaklı bireylerin sorunları karşısındaki cevapları sayesinde hem çölyaklı bireyler hem de biz bilgiye aç öğrenciler olarak çok şey öğrendik. Bu sayede aslında her bir bireyin tedavisinin o kişiye özel olduğunu görmüş olduk. Henüz mezun olmamış, mezun olmak için gün sayan bir diyetisyen adayı olarak; diyetisyen ve diyetisyen adayı olan meslektaşlarıma söylemek istediğim naçizane birkaç cümlem olacak. Bizler sahip olduğumuz ve olacağımız mesleğimiz açısından özel insanlarız ve meslek yaşantımız boyunca özel danışanlarla karşı karşıya geleceğiz. Bu yüzden her bir danışanın sorunları çok dikkatli dinlemeli ve mesleğimizi hakkıyla yerine getirmeliyiz. Kısacası bu işin erbabının biz olduğumuzu yani beslenmenin bizden sorulacağını, #diyetidiyetisyenyazar diyerek insanlara göstermeliyiz. Bu özel seminerimizde beni heyecanlandıran kısım ise değerli hoacalarımızın yanında küçük bir sunum yapmış bulundum. Sunum konum “Çölyakla ilgili Dünyada ve Türkiye’de yapılan uygulamalar” idi. Sizlere bu konu hakkında kısaca bilgi vereceğim. Çölyak hastalığının dünya üzerinde artışı ile birlikte, bu hastalığa farkındalık oluşturmak,
politika üreticilerle bir araya gelerek bireylerin sorunlarını onlara iletmek ve gıda üreticileri ile bir araya gelerek en sağlıklı besinlere ulaşımlarını kolaylaştırmak amacı ile bir çok dernek kurulmuştur. Bu dernekler sayesinde sizler dünya üzerinde nereye giderseniz gidin glütensiz ürün nerede var sorusuna en iyi doğru cevabı en kısa sürede öğrenmiş oluyorsunuz. Bu kapsamda birçok proje geliştirilmiş, tarif kitapçıkları çıkartılmış ve çölyak hastalarını yakından takip edebilmek için kamplar yapılmaya başlanmıştır. Türkiye’de de bu tarz kamplar düzenlenmektedir. Cümlelerimin sonuna gelirken söylemek istediğim son şey ise; Çölyaklı bireylerin her biri özeldir ve unutmamalıdır ki; “Çölyak teşhis edilene kadar hastalık, teşhis edildikten sonra bir yaşam biçimidir!” Sağlıcakla kalın.. Dyt. Büşra DOĞAN 40
12-18 MAYIS HEMŞİRELİK HAFTASI “Dini cemiyet falan kurmak istemiyorum, aksine iyi para ödenen bir meslek dalı kurmak istiyorum. Ahlaken, ruhen, bedensel olarak hemşirelik mesleği için gerekli koşullara sahip, hangi sınıf ve mezhepten olursa olsun her kadına en iyi eğitimi vermek ilkem olmuştur daima.. Hastalara yardım etmek isteyen kişi duygusal bir hayalperest değil, aksine zor işleri seven, sadık biri olmalıdır.”
H
(Florence Nightingale ) EMŞİRELİK; insanlık için, sağlıklı birey ve toplum için her zaman değişime açık, gelişen bir meslek disiplinidir. Bilgisiyle tedavi eden, mesleki deneyimi ile bakım veren, insan onurunu her zaman baş tacı edendir. Hemşire olmak; vicdanla yoğurulmak, sevgiyle pişirilmek demektir. Sabır ile
var olmak, her gün aynı heyecanla insanlara dokunmak, gülümsemek… Tüm imkanların kullanıldığı o çetin geçen günlerde avuçlarında umutlar açandır hemşire…
Doğan
bebeğe ilk dokunuş, ölen insana son bakış arasında geçen her andır bizi var eden, yücelten. Ağrı, acı, sızı neredeyse canı orada atar ya insanın hemşiredir insana can olan, deva olan. Ölümün kıyısında gezerken çekip alan o eldir hemşire eli, çaresiz kaldığında çare olan sestir. Hemşireyim ben! Her insanı birey olarak ele alıp ayrım gözetmeksizin tedavi edip bakım veririm. Sağlığını en üst düzeye çıkarmak için gece nöbeti, uzun çalışma saatleri altına girerim. En ücra yerlerden en kalabalık bölgelere kadar koşarım yemek yemeden uyumadan seni iyileştirmeye çalıştığım olur. Şiddet görürüm, tacize uğrarım ama beni yıldırmaz bunlar. Dedim ya sevgiyle yoğuruldum, sabırla var oldum ben. Mesleğini özveriyle yapan tüm hemşirelerin ve hemşire adaylarının günü kutlu olsun. Her zaman var olun.. Stj. Hemşire Mihraç TOPÇU
41
DEĞİŞİK BİR KARNIYARIK… Benim gibi normal karnıyarıkların bir kısmını yiyemeyen , sululuğunu bazen ise yağını bahane edip bu lezzetten mahrum kalan güzel okuyucum; öncelikle koca tarife 1 yemek kaşığı kadar yağ (tercihen zeytin yağı) giren bu karnıyarığı seveceğini umarak bir giriş yapmak istiyorum. Görüşlerinle beni aydınlatmayı unutma � Malzemeler : ( 2 kişililk)
Aslında her şey kek kalıbının büyüklüğüne bağlı. ( Evet evet kek kalıbı. Merak iyidir… ) Ben kendi kalıbıma göre kullandığım malzemelerin gramlarını yazacağım, sen kendi kalıbına göre uydurmakta özgürsün.
Malzemeler: (2 kişilik) 2 adet uzun şerit halinde kesilebilecek patlıcan 120 gr kadar kıyma 1 yemek kaşığı zeytin yağı 1 adet orta boy soğan Birkaç diş sarımsak 1 orta boy domates ½ kase ( bir avuç diyelim ) haşlanmış bezelye İstediğin kadar ( karabiber , pul biber , dere otu ve tuz )
42
YAPILIŞ: Patlıcanlar başta alacalı sonrasında ise şeritler halinde bir güzel şekillendirilir ve tuzlu suda beklemeye bırakılır. Kıyma bu arada güzelce kavrulur. Hafif pembeleşen etin içine bütün bir sarımsak ve sadece kabuğu soyulmuş sarımsak dişleri atılıp bir güzel aroma verilir. Kaynama olunca bu sarımsaklar çıkarılır. Etler iyice pişene kadar yağında kavrulmaya devam edilir; piştikten sonra kabuğu soyulan domates ile geriye kalan bezelye ve baharatlar eklenir. 1 dakika kadar ocakta karıştırılıp indirilir. Şeritler sudan çıkarılır , havluda bekletilip kurulanır ve kek kalıbının tabanı yağlandıktan sonra önce dikey sonra yatay şekilde sepet gibi etleri tutacak şekilde yerleştirilir.
İçi biraz önce hazırlanan kıymalı harç ile doldurulur ve yanlarda kalan uçlar üzerine kapatılarak fırına verilir. Piştiğini kürdanla anlayabilirsin.
43
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi hiç değilse bir günlüğüne doysunlar bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı çocuklar dünyayı alacak elimizden ölümsüz ağaçlar dikecekler
-Nazım Hikmet RAN-
44
“Bütün Ümidim Gençliktedir.” -M.K. ATATÜRK-
GENÇLİK SENİN İZİNDEDİR! 19 MAYIS ATATÜRK’Ü ANMA, GENÇLİK VE SPOR BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN...
45
46