SAYI:5 ARALIK-16 OCAK/ŞUBAT-17
TURUN CU SAĞLIK
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
Dayanışma ve Sevgi ile çıktık yola... Ta ki çocukluktan başlar büyünce ne olacaksın soruları. Ta o zamanlardan bilinçaltına yerleştirilir herkesin potansiyel birer rakibin olacağı... İlkokul, orta okul derken lise ve ardından üniversite kazanma telaşı başlar. Tüm o potansiyel rakiplerini geçmeye şartlandırılırsın ve bir şekilde bir üniversite kazanıp yarışı tamamladığını düşünürsün. Aslında hırs ve çoğu zaman ötekileştirmeden geçen o yarış süreci bitmiştir. Belki de ailenden çok uzakta kimseyi tanımadığın bir şehirde buluverirsin kendini. İşte o anda tekrar bir yarış başlayıverir senin için: “anlayış, sevgi ve hoşgörü” yarışı…
Bir bakarsın potansiyel rakiplerin aslında en iyi dostların, o şehirdeki ailen oluvermiş.. İşte biz de dört kafadar, üniversite sıralarında gerçekleştirdiğimiz hayallerimizi mezun diyetisyenler olarak daha profesyonelce yapmak, alan içi ve alan dışı gelişmeleri takip ederek gerek meslektaşlarımızla gerekse multidisipliner yaklaşımda iş birliği içerisinde olacağımız meslek grupları mensuplarıyla paylaşmak için bir yola çıktık. İnanıyorum ki her sayıda giderek büyüyen ailemizle, mesleğimiz adına faydalı işler yapmak için elimizden geleni yapacağız. Sizlerde ailemize katılıp bizimle yazılarınızı, araştırmalarınızı, fikirlerinizi paylaşabilirsiniz. Detaylı bilgiye web sitemizden ulaşabilirsiniz. Ve unutmayın: “İnanmak başarmanın yarısıymış hayal etmek ise başlamanın tek şartı” Mavi hayaller ve turuncu başlangıçlarla, bir sonraki sayıda görüşmek üzere..
TURUNCU SAĞLIK Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Büşra DOKUZ
TURUNCU SA LIK
https://www.facebook.com/ TuruncuSağlıkDergisi
GENEL YAYIN YÖNETMENİ Büşra DOKUZ www.turuncusaglik.com
turuncusaglik
EDİTÖR Anıl ÖZTÜRK YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Sizde Sesinizi Duyurmak İstiyorsanız, Reklamınızın Dergimizde Yayınlanmasını İstiyorsanız Bize Ulaşın :)
Başak ŞEN HABER MÜDÜRÜ Cansu ARSLAN WEB & REKLAM SORUMLUSU
Abdullah AKSOY YAZARLARIMIZ Abdullah İNCİOĞLU
DUYURU! Kültür-Sanat Köşemiz için yazarlar aranmaktadır. Başvurularınızı web sitemizden yapabilirsiniz :)
Anıl ÖZTÜRK Aynur ALTAŞ Berna ERYILMAZ Buğçe ÇATALTEPE Büşra DOĞAN Elif Melek AVCI İzan IŞIK Mihraç TOPÇU Nazlıcan YILDIZ Sarya ERDEM Sena ORUÇ Sümeyye Şükran ÖZKELEŞ
İletişim turuncu@turuncusaglik.com turuncusaglik@gmail.com
2017 Tasarım & Dizayn: Büşra DOKUZ Derginin tüm hakları saklıdır.
EDİTÖR’DEN Merhaba sevgili okur, Kış ha geldi ha gelecek derken baktık ki tam kapıda belirmiş. E artık “ hoş geldin” demek kaldı bir tek geriye. Bizde açtık sonuna kadar kapılarımızı, soframıza buyur ettik önce. Salebimizden, bozamızdan, kestanemizden ikram ettik, yedik içtik, güldük eğlendik birlikte. ”Yalnız gelmedim” dedi sonra kış; ”Bir de dünya tatlısı bir bebek getirdim yanımda, elinden tutunda nasıl büyütürüm, nasıl beslerim bana bir yol gösterin.” Toplandık ekipçe. Herkes ipin bir ucundan tuttu. Onu da hallettik el birliği ile. Çünkü ancak dayanışma olursa bir şeyler olurdu, farkındaydık. Anlayacağın sevgili okur, bu sayımızda da yine konu yelpazemiz bir hayli geniş. Umarım sende hem eğlenir hem öğrenirsin bizimle birlikte. Emeği geçen tüm ekip arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Yeni yılın gelmesi, dergimizin yeni sayısı ile çakıştığından ötürü birkaç kelam da yeni yılla ilgili beklentilerimden bahsetmek istiyorum izninizle:
Hasbel kader yaşadığımızı düşünüyorum bazen sevgili okur, o nedenle yeni yıldan en büyük beklentim sadece “sözde olmayan” bir barış ortamı. Çoluk-çocuk, genç-yaşlı, kadın-erkek, türk-kürt-laz-çerkez ayrımı yapmadan herkesin bu güzel vatanın değerini bildiği,” Ne mutlu Türkiyeliyim” diyerek tek bayrak altında toplanabildiği bir barış ortamı istiyorum. Edip Cansever’in dediği gibi “Gülmek, bir halk gülüyorsa gülmek demektir.” Sevgili okur, istiyorum ki tüm halk ağız dolusu, kocaman kahkahalarla gülsün bu yıl. İyi niyetin, anlayışın ama en çok da sevginin kimsenin kalbinden eksik olmamasını diliyorum. Güzel günler yakındır umudu hep içimizde olsun. İnanalım, isteyelim, çabalayalım ve bırakalım hepsi gerçek olsun. Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl, herkese kutlu olsun; Yeni yıl yeni yıl yeni yıl yeni yıl herkese mutlu olsun. Sağlıcakla kalın Dyt. Anıl Öztürk Turuncu Sağlık Dergisi Editörü
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
RİSKLİ GEBELİKLER GEBELİKDE PROBİYOTİKLERİN ÖNEMİ GEBELİKDE FOLİK ASİT BEBEĞİNİZİN İLK AŞISI
TAMAMLAYICI BESLENME SINAV DÖNEMİNDEKİ ÇOCUKLAR İÇİN BESLENME İPUÇLARI KAPIDAKİ KIŞA İÇERİ GEL DEYİN! KIŞ NOSTALJİSİ: BOZA ENFES LEZZET SALEP
KESTANE BUĞÇE’NİN TURUNCU MUTFAĞI MERHABA 2017 AKTÜEL
8 11 14 16
19 24 26 30 32
35 36 38 40
YÜKSEK RİSKLİ GEBELİKLER Sevgili Turuncu Sağlık okurları yeni sayımızdan herkese merhaba. Arkamızda bıraktığımız yıl; kötülükleri, felaketleri, negatif enerjileri de beraberinde götürmüş olsun. Yeni yıl, kalbimizde açan umut tomurcuklarını büyütsün; sevgi dolu, barış dolu bir yıl olsun diliyorum. Güzel düşünceler ve dileklerle başladığımız bu serüvende sizlere bu ay kadın hayatının en önemli döneminden olan gebelik dönemini zora sokan, önlenebilen, zararları azaltılabilen risklerden bahsedeceğim. Kadın yaşamının önemli ve dönüm noktalarından olan gebelik süreci normal bir evre olarak kabul görmektedir. Ancak anne adayları, her zaman olduğundan daha fazla sağlıklarına dikkat etmek; sağlık kuruluşlarını daha sık ziyaret etmek zorundadır. Ziyaretler sırasında riskli durumların gebeye getireceği zararlar engellenir ya da en aza indirilir. Gebeliğin ilk 3 ayında en az 1 kere, 3-6. Aylarda ayda bir kere, 6-9. Aylarda ayda iki kere sağlık kuruluşlarına başvurmaları önerilir. Bu kontroller sırasında bebekte olan kromozom anomalileri, organ anomalileri, kalıtımsal hastalıklar gibi sağlığı ciddi yönde etkileyen hastalıkların tespiti mümkündür. Gebeliklerinde risk altındaki anneler genellikle duygusal, fiziksel ve ekonomik yönden sorunları olan kadınlardır. Fiziksel sorunlar gebelik döneminde baş gösterebileceği gibi gebelikten önce var olan diyabet,
hipertansiyon, anemi, kalp hastalığı gibi hastalıklar da gebeyi ve gebeliği tehlikeye sokar. Gebelikte risk faktörlerini şöyle gruplandırabiliriz: DÜŞÜK SOSYO-EKONOMİK DÜZEY: Belirli miktarda tüketilmesi gereken besinlere (kırmızı et, tavuk, balık, meyveler vb.) ulaşamayan, belirlenen sıklıkta sağlık kontrollerine başvuramayan annelerdir. ANNE YAŞI: En uygun çocuk doğurma yaşı 20-30 yaş arasıdır. Anne adayları bu yaşlar arasında fiziksel, psikolojik, sosyal yönlerden en verimli ve en uygun dönemlerini yaşarlar. 18 yaş altı ve 36 yaş üzeri gebelikler riskli gebelik olarak kategorize edilir. Uç yaşlarda gebe kalma plasentanın yerleşme bozukluğu riskini ,erken ayrılma riskini artırır. Adölesanlarda büyüme ve gelişme devam ederken (kemik gelişimi, vitamin ve mineral depoları, vb.) fizyolojik açıdan gebeliğe uygun olmayan vücut; adölesan annenin sağlığını olumsuz etkiler.
35-40 yaşlarda down sendromu riski 1/300 oranında görülür . DOĞUM SAYISI: 3. Gebelikten sonra sorunların görülme riski artar. Bunun nedenleri arasında gebelik sayısı arttıkça anne yaşının da yükselmesi, yorulan rahim dokusu sayılabilir. Yüksek anne –bebek ölümü görülür. Düşük sosyo-ekonomik düzeye giren kadınların doğum sayısının normal ya da yüksek düzeydeki kadınlardan daha fazla olduğu Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
BESLENME YETERSİZLİĞİ: Dengeli ve düzenli beslenmeyen gebelerde; gebelik hipertansiyonuna,
enfeksiyona, fetüste gelişme geriliğine, erken doğuma olan yatkınlık ciddi oranda artış gösterir. ALKOL ve TÜTÜN KULLANIMI: Düşük doğum ağırlığı, gelişme geriliği, fetüste solunum problemleri, doğuşsal anomalilere eğilimi artırır. KRONİK SİSTEM HASTALIĞI OLMA: Dinlenme sırasında kalp yetmezliği belirtileri gösteren anneler, diyabetik anneler, hipertansiyonu olan anneler risk altındadır. Gebelikle beraber hastalık ilerleyebilir, düşük doğum ağırlıklı bebek riski artar. Erken doğum eylemi riski görülür.
Diğer risk faktörleri arasında; istenmeyen gebelikler gelir. Annenin stres altında kalacağı bu durum erken dönem düşüklerine, sağlıksız sonlanan
gebeliklere, annenin bebeğini kabul etmemesine kadar varan sonuçlara götürebilir. Çoğul gebelikler de günümüzde riskli gebelik başlığı altında toplanmaktadır. Çoğul gebeliklerin kalıtımsal olarak görüldüğü saptanmıştır.
Annenin gebelik belirtilerini daha
fazla yaşaması (bulantı, kusma,
yorgunluk, sık idrara çıkma,
memelerde dolgunluk,
vajinadaki renk değişimi vb.) , kilo
alımının tek fetüs içeren
gebeliklere nazaran daha fazla
görülmesi, amniyon sıvısının az
ya da fazla olması, düşük doğum
ağırlığı gibi risk faktörlerine
yatkınlık artar.
Stj. Hemşire Mihraç TOPÇU
GEBELİKTE PROBİOTİKLERİN ÖNEMİ Gebelik dönemi sevgili anne adayları için beslenmeye özen gösterilmesi gereken en kritik dönemlerdendir. Bu dönemde duymaya alışacağınız şeylerden bir tanesi de ‘İki canlısın’ cümlesi olacak hiç şüphesiz :) Evet, artık bir bedende iki boğazı doyurmakla mükellefsiniz ve yeterli beslenmek kadar doğru beslenmeye de özen göstermelisiniz. Bu yazıda üstünde duracağımız konu gebelikte probiyotiklerin önemi olacak. Özellikle son yıllarda önemi daha çok anlaşılan ve dünya çapında kullanımı artan probiyotiklerin gebelikte kullanımının
doğru olup olmadığına ve annenin, bebeğin sağlığı üstünde nasıl etkileri olduğuna hep beraber bakacağız :) Nedir Probiyotikler? Ne İşe Yararlar? Probiyotikler; ağız yoluyla yeterli miktarda alındığı zaman kişinin sağlığı ve fizyolojisi üzerine olumlu etkileri olan, yararlı canlı mikroorganizmalardır .Çoğunlukla Bifidobacterium ve Lactobacillus içerirler. Besin maddelerinin içerisinde bulunur
ya da besin desteği olarak diyete eklenirler.Yoğurt, kefir, boza, tarhana gibi besinler başlıca probiyotik kaynaklarıdır. Bunların yanında probiyotikli meyve suları, sütlerde mevcut. Ayrıca kapsül şeklinde de satışı bulunmakta. Probiyotikler gastrointestinal sistem fizyolojisinde oldukça önemli bir yere sahip. Zararlı olmayan ve sağlıklı yaşamı destekleyen bu canlı mikroorganizmaların en önemli etkisi bağırsak sistemini düzenlemeleri. Normalde bağırsaklarımızda hem yararlı hem de patojen dediğimiz zararlı
mikroorganizmalar mevcut. Patojenler çoğunlukta olunca bağırsak sistemi bozularak birçok rahatsızlığı beraberinde getirir. Probiyotikler yararlı kolonilerin çoğunlukta kalmasını sağlayarak bu durumun önlenmesine yardımcı olurlar. Bunun yanındaki diğer etkilerini sıralayacak olursak;
>Gıdaların, vitamin ve minerallerin sindirimini ve emilimini sağlamak, >Patojenik bakteri ve virüsleri inhibe etmek,
>Tümör oluşumunu engellemek, >İshal oluşumunu engellemek, >Laktoz toleransını azaltmak, >Kalsiyum absorbsiyonunu geliştirmek,
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
>İdrar yolu enfeksiyonlarını önlemek, >Alerji oluşumunu engellemek, >Vitamin ve b-galaktosidaz gibi sindirim enzimlerini üretmek, >Sinir sistemini rahatlatıcı etki göstermek, >Yaşlanmayı geciktirmek, >Serum kolesterol seviyesini düşürmek gibi pek çok önemli yararı bulunmaktadır. Gebelikte probiyotik kullanımına baktığımızda: Öncelikle bakteri enfeksiyonu ve mantar enfeksiyonu ihtimalinin çok az olması nedeni ile gebelik kullanımının zararlı olma ihtimali çok azdır. Buna karşılık birçok faydası bulunmakta. Öncelikle;
>Vagina pH’sının düşürerek >Salgıladıklar H2O2 ve bakteriyosinlerin bakterileri etkisizleştirerek
>Hastalık yapan bakterilerin mukozaya yapışmasının engelleyerek genital ve üriner sistem enfeksiyonlarını azaltırlar.
>Bazı araştırmacılar bu durumun enfeksiyonlara bağlı erken doğum ihtimalini azaltabileceğini düşünmektedir. Yapılan araştırmalar enfeksiyon riskini belirgin bir şekilde azalttığını gösterse de erken doğum üstündeki etkisi için daha fazla araştırmaya gerek duyulmakta. Gebelik Zehirlenmesi ve Probiyotikler Gebelik zehirlenmesi (preeklampsi) gebe kadınların %3-5 inde görülür ve annede yüksek tansiyon, ödem ve idrarda bir protein olan albumin’in artışı ile kendini gösterir. Probiyotik kullanımı gebelik zehirlenmesi riskini azaltmaktadır. 33.399 Norveçli kadını kapsayan bir çalışma, ilk gebelikte probiyotikli süt tüketiminin gebelik zehirlenmesi olasılığını belirgin bir şekilde düşürdüğünü göstermiştir. Şiddetli zehirlenmelerin ortaya çıkma oranlarının, günlük veya haftalık probiyotik süt ürünleri tüketenlerde daha da düşük olduğu gözlemlenmiştir. Gebelik Diyabetine Probiyotiklerin Etkisi Yine probiyotik kullanımının gebelik şekeri olarak bilinen gestasyonel diyabetinin görülme sıklığını azalttığı çalışmalarla desteklenmiştir. Bunlarla birlikte gebelikte sık rastlanılan enfeksiyonlara bağlı kaşıntıların ve antibiyotik kullanımına bağlı oluşan ishallerde probiyotik desteğinin olumlu sonuçları vardır.
Probiyotik kullanımının çocuk üzerine etkisi Gebe anneler gebelikleri ve emzirme periyodu süresince probiyotik almaya devam ederlerse çocuklarında atopik egzama riski %50 azalmaktadır. Probiyotik alımına emzirme periyodu boyunca devam edilmesi çocukların allerjik ve enfeksiyöz hastalıklara karşı korumasını da sağlamaktadır. Evet, görüldüğü üzere gebelik süresince probiyotik gıdaları diyette bulundurmak gerekir. Ev yapımı yoğurt, kefir gibi fermente ürünler başta olmak üzere probiyotik kaynağı besinleri her gün düzenli olarak tüketmek hem sevgili anne adayının hem de ailenin yeni minik ferdinin sağlığı için
büyük öneme sahip. Diyetisyen ve doktorunuzun uygun gördüğü miktar ve sıklıkta probiyotik alımını ihmal etmemeye gayret edilmeli. Annelerimiz ve çocuklarımız en kıymetlilerimiz. Sağlıklı bir nesil ancak bilinçli annelerin elinde sağlıklı çocuklarla yetişecektir :) Her güne yeni bir yasla uyandığımız bu kara günlere ışık olacak bir nesle kavuşmak dileğiyle… Sağlıkla, sevgiyle kalın :)
Dyt. Sarya ERDEM
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
GEBELİKTE FOLİK ASİT KULLANIMI Annelerim ve anne adaylarım merhabalar. Sağlıklı nesiller; sağlıklı annelerle mümkündür değil mi, peki bu süreçte ‘folik asit’ in rolünü biliyor musunuz? Folik asit nelere şifa hep beraber bir göz atalım: Adını yaprak anlamına gelen “folium” dan alan folik asit, suda eriyen B grubu vitaminlerden birisi olup; hücre büyümesi, bölünmesi ve oluşan
DNA hasarlarının onarılması ve kan yapımı açısından önemli bir vitamindir. Beyin ve omuriliğin geliştiği nöral tüp, fetal yaşamın ilk dört haftasında oluşur. Henüz tam olarak nedeni bilinmeyen ancak genetik ve çevresel etmenlerin birlikte rol oynadığı düşünülen bazı durumlarda nöral tüp oluşumunu tamamlayamaz ve anensefali, ensefalosel, meningosel, myelosel, spina bifida gibi nöral tüp defektleri (NTD) denilen ciddi doğumsal anomaliler oluşur. Anensefalili bebekler doğumdan hemen sonra ölürken, diğer NTD’leri yaşam boyu sürecek ciddi sakatlıkların nedenidir. NTD en sık rastlanan doğumsal anomalilerdendir (1). Türkiye’de yapılan bir
araştırma da görülme sıklığı %0,3 olarak bulunmuştur. Bu oranın Avrupa genelinde % 0.1, A.B.D’de ise % 0.2 olduğu bildirilmektedir. Daha önce NTD’li çocuğu olan çiftlerin ikinci çocuklarında NTD görülme olasılığı %2-3 olarak belirtilmektedir. Ayrıca bilinmeyen sayıda gebeliğin de NTD nedeniyle düşükle sonuçlandığı düşünülmektedir. Tüm bu defektler gebeliğin ilk 28 gününde, çoğunlukla anne adayının gebe kaldığını henüz bilmediği dönemde meydana gelir. (1) Gebelikte folat ihtiyacı fetüsün büyümesi, rahmin genişlemesi, plasentanın gelişimi ve maternal kırmızı kan hücre hacminin artışı için gereklidir. Folik asidin düşük riski, preterm doğum, düşük doğum ağırlığı ve fetal büyüme yetersizliğinden koruyabileceği belirtilmekte olup özellikle fetüsü nöral tüp defekti riskinden (NTD) koruduğu kesin olarak bilinmektedir. Gebelik süresince folat ihtiyacı %50 artarak 600µg/gün’e ulaşmaktadır. Folattan zengin besinler tüketilse de gebelik süresince artan gereksinmenin karşılanması mümkün değildir. Bu nedenle NTD riskinden korunabilmek için gebe kalmayı planlayan tüm kadınlara 400 µg/gün folik asit desteği önerilmektedir. Gebelik süresince optimal folat seviyelerine nöral tüpün kapandığı 23-27. haftalara kadar ihtiyaç duyulmaktadır. Yani; folik asit kullanımı için önerilen zamanlama gebelikten bir ay önce ve gebeliğin ilk üç aylık dönemidir.
Şimdi çoğunuzun kafasında ‘Peki folik asit kilo aldırır mı?’ sorusu şekillendi eminim.Merak etmeyin,
folik asit vücutta çok uzun süre depolanmadığı için her gün yeniden alınmalıdır ve kilo yapmaz fazlası idrarla atılır. Folik asitten zengin gıdaların başlıcaları ise; Brüksel lahanası, kuşkonmaz, ıspanak ve karaciğer. (Porsiyonunda 100 mcg’dan fazla folik asit bulunanlar) Brokoli, lahana, yeşil fasulye, karnabahar, bezelye, bamya, pişmiş soya fasulyesi, nohut, böbrek ve maya. (Porsiyonunda 50-100 mcg folik asit bulunanlar) Patates, diğer birçok taze veya pişmiş sebze, birçok meyve, birçok sert kabuklu meyve, tahin. Ekmek (100 gr), kahverengi pirinç, yulaf ve kepek. Yoğurt, peynir, süt (yaklaşık 450 ml), yumurta, kırmızı et, av hayvanlarının etleri. (Porsiyonunda 15-50 mcg folik asit bulunanlar)
Folik asidin bu denli önemli olmasına rağmen 2007 verilerine göre ülkemizde kullanımı şöyle:
Tüm gebeliklerin %71’i planlı olduğu halde, hastaların sadece %1’i prekonsepsiyonel dönemde folik asit kullanmışlardır. Gebelikte folik asit kullanma oranı ise %64,2 olarak saptanmıştır. Gebelerin %58,6'sında gebeliğin planlı olduğu belirlenmiştir. Bu gebelerden %10,9’u folik asit kullanmaya gebelik öncesinde başlamışlardır. Folik asit kullanmaya gebelik öncesi başlayan gebelerin %78,6'sının sağlık çalışanı olduğu görülmüştür. Araştırmaya katılanların sadece %22'sinin folik asitle ilgili bilgilerinin olduğu ve %13'ünün folik asit ile NTD bağlantısını bildikleri saptanmıştır. (2)
Aman dikkat annelerim ve anne adaylarım, sizin ufacık bir hatanız bebeğinizde geri dönüşümü olmayan sonuçlar doğurabilir. Sağlıklı anneler, sağlıklı nesiller, sağlıklı geleceklere…
Dyt. Sümeyye Şükran Özkeleş
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
BEBEĞİMİZİN İLK AŞISI: ANNE SÜTÜ Eski çağlardan günümüze kadar uzanan tarihsel sürece
bakıldığında
anne
sütünün
bebek
beslenmesinde önemli olduğu her zaman vurgulanmıştır. Anne sütünün kutsallığına inanan Yakut Türkler ’inde analık tanrıçası Ayzıt’ın bebeğine anne sütü damlatarak can verdiğine dair inanışlara rastlamaktayız. Amerikan Pediatri Akademisi’nin (APP) 2012 yılında yayımlandığı politikaya göre “Bebeğin hayatının ilk 6 ayı içinde anne sütü ile beslenmesi (en az 1 yıl bunun devam ettirilmesi) bunu takiben ise 6 aydan sonra anne sütüne ek gıdalara geçişin uygun koşullarda
sağlanması”
bebeğimizin
şeklinde
beslenmesinde
anne sütünün önemine dikkat çekmiştir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve UNICEF: Sağlıklı bir toplum için bebeklerin doğumdan itibaren ilk 6 ay sadece anne sütü ile beslenmelerini, 7. aydan itibaren ek gıdalara başlanılmasını ve iki yaşına kadar emzirmeye devam edilmesini önermektedir.
Bu bilgilerden sonra “Anne sütü neden bu kadar önemli?” sorusu gelmiştir herkesin aklına eminim ki. Haydi gelin birlikte anne sütünü inceleyelim: Anne sütü; bebeklere ihtiyacı olan tüm besin öğelerini ilk 6 ayda tek başına sağlayabilen en iyi ve ideal besindir. Doğumdan sonra anne sütü 3 aşamadan geçer. İlk aşama kolostrum yani ilk süttür. Doğumdan hemen sonra salgılanır ve birkaç gün sonrasında ise geçer. İçeriği protein, yağda çözünen
vitaminler
(A,
D,
E,
K),
mineral
ve
immünoglobünler
bakımından
yüksektir.
İmmünoglobülinler, anneden bebeğe geçerek bebeğe pasif bağışıklık kazandıran antikorlardır. Pasif bağışıklık ise; bebeğimizi bakteriyel ve viral hastalıklara karşı korur. Yani kolostrum sütü bebeğimizin aslında ilk aşısıdır. Sonra ki aşama geçiş sütü aşamasıdır. Geçiş sütü, yaklaşık 2 hafta sürer. Yağ, laktoz ve suda çözünen vitaminler (C vitamini ve B grubu vitaminleri) bakımından zengindir.
En son aşama ise olgun süttür. %90’ı su, %10’u ise karbonhidrat, protein ve hem büyüme hem de
enerji için gerekli olan yağlardan oluşur. Anne sütünün zengin içeriği sayesinde, bebeğimizin ihtiyacı olan her besin öğesi karşılanmaktadır. Aynı zamanda içeriğinde bulunan anti-infeksiyon, ant,-inflamatuar ve prebiyotik öğeler dediğimiz bioaktif faktörler sayesinde bebeği hastalıklara karşı koruma özelliği de vardır. Özellikle bebeğimizin çocuk diyabeti, obezite, astım gibi hastalıklara karşı dirençli olmasını sağlar ve kanser riskini azaltır. Anne sütünün içeriğinde yeterli miktarda demirin olması, bebeğimizin kansız olmasını önler. Anne sütü
ile
beslenen
bebeklerde
pişik,
karın
ağrısı
ve
kabızlık
daha
az
görülür.Bioaktif
faktörler,yenidoğanlarda barsak gelişiminde rol alırlar. Anne sütü alan bebeklerde neonetal süreçte gastrointestinal sistemin gelişmesinde rol alarak, antijenik proteinlerin mukozadan geçirgenliğini azalttığı ve besin alerjilerine karşı koruyucu etki gösterdiği ileri sürülmüştür. Yeni doğan bebeklerde emzirme işlemine doğumdan yarım saat sonra başlanmalıdır. Yapay meme veya emzik, emzirme döneminde verilmemelidir. Sevgili anneler hamileliğinizin sonlarına doğru vücudunuz sizi emzirmeye hazırlar. Bu nedenle
“sütüm yok” kaygısı gütmeden bebeğinizi besleyin, değerli sütünüzden mahrum etmeyin. Bebeğiniz her ağladığında emzirin. Yeni doğan bebekler en az 8-10 öğün emmek ister. Sonra ki günlerde bu azalmaya başlar. Anne sütü aynı zamanda anne ve bebek arasındaki sevgi bağının kurulduğu ilk aşamadır.
Anneyi
duygusal
açıdan
tatmin ederken bebeğinizin daha az
ağlamasını
sağlar.
Aynı
zamanda
emzirme fevkalade kalori harcatan bir eylem olduğundan bu dönemde hamilelikte aldığınız kiloları verirsiniz. Bu yüzden aldığınız kiloları vermek için kontrolsüz bir diyetin içerisine girmeyin. Kilolarınızı vermekte problem yaşıyorsanız eğer bir diyetisyen kontrolünde sağlıklı bir şekilde kilolarınızı vermeyi tercih edin. Çünkü yapılan araştırmalara göre annenin diyetinin beslenme kalitesi ne kadar yüksek olursa, anne sütünün kalitesi de o kadar yüksek olur.
Sütünüzün miktarında azalma var ve bebeğiniz yeterince beslenemiyorsa eğer; öncelikle belirtmek isterim ki sevgili anneler; yeterli sıvı almak ve yeterince dinlenmek, annedeki süt miktarını arttıran en önemli faktörlerdendir. Stres ve anksiyete yaşayan annelerde emzirme ve süt salınımı olumsuz etkilenmektedir. Annenin yeterli beslenmesi, yeterli sıvı alımı, uyku süresi ve kalitesi, stresten uzak durması, dinlenmesi anne sütünün arttırılmasında verilen eğitimlerde genel öneriler arasındadır .
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
Bu süreçte 6 aydan önce anne sütüne ek takviyeler önerilmediğinden anne sütünü arttırıcı
besinler dediğimiz galaktogogları tüketebilirsiniz. Galaktogog, anne sütünün üretiminin başlaması, sürdürülmesi ve arttırılmasına yarayan maddelerdir. Peki bu besinler hangisi diyorsanız gelin birlikte öğrenelim: Dünya da geleneksel inanışlara ve tecrübelere göre birçok besin maddesi anne sütünü arttırıcı gıda olarak kullanılmaktadır. Bunlar; Çemen otu Keçi sedef otu Boğa dikeni Anason Fesleğen Yulaf unu Isırgan otu Rezene tohumu gibi bitkiler Lokuma benzer şekerleme gibi tatlılar
Hindistan ve Orta Doğu’ da yaygın olarak kullanılan çemen otu kullanan annelerle ilgili yapılan bir araştırmada anne sütünü 1-3 saat içerinde arttırdığı gözlenmiştir. Anne sütünü arttıran gıdalar üzerine yapılan çalışmalar ise sınırlıdır. Anne sütünü arttırmada
kullanılan geleneksel galaktogoglar toplumlar arası farklılıklar göstermektedir. Birçok ilaç, yiyecek ve şifalı bitkiler galaktogog (anne sütünü arttırıcı) olarak sayılabilmektedir. Su, ayran, inek sütü, soğan, börülce, tahin helvası, pekmez gibi anne sütünü arttırdığı düşünülen yiyecek ve içecekler etki mekanizmaları bilinmemekle birlikte emzirme döneminde yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Anne sütüne faydalı besinler olduğu kadar zararlı besinler de vardır. Sevgili annelerim çocuğunuzun ve sizin sağlığınız için bu süreçte alkol, sigara, basit şeker gibi besinlerden uzak durun. Bebeğinizin ve sizlerin sağlığı her şeyden daha önemlidir. Sağlıklı beslenme ve sağlıklı bir
yaşam ise sağlıklı bir nesil demektir. Sağlıcakla kalın …
Stj. Dyt. Büşra DOĞAN
TAMAMLAYICI BESLENME Anne sütü bebekler için en doğal besindir. İlk 6 ay sadece anne sütü bebeğin ihtiyacı olan enerjinin tamamını karşılarken, 6 ayı geçtikten sonra yeterli enerjiyi sağlamaya yetmez. Bu nedenle anne sütüne ek olarak tamamlayıcı besinlerin verilmesi gerekir. Bebeğin büyüme ve gelişmesi izlenerek yeterli büyüme ve gelişmesini sağladığından ve sağlıklı olduğundan emin olduktan sonra, hangi besinin, ne miktarda ve ne sıklıkta verileceği belirlenmelidir. Ek besinin temiz, kaliteli, güvenilir ve ulaşılabilir olması gerekir. Ek besinler 17. haftadan önce verilmemeli ve 26. haftaya bırakılmamalıdır. Bu durumun başlıca nedeni ise mide, bağırsak ve böbreklerin 6. Aya kadar tam anlamıyla olgunlaşmamasıdır. Sindirimi normal olarak
sağlanamayan bebeklerde bağırsak sorunları ve alerjiler meydana gelecektir. Gelişimini tamamlamamış böbreklerde ise solüd yük artacaktır. Bebeğin nöral gelişimi de ek besinle beslenmesine 6. aya kadar imkan vermeyecektir. Refleksler, dik oturma, çiğneme ve kaşık tutma durumlarının tam olarak sağlanması için bebeğin zamana ihtiyacı vardır. Birçok annenin yaptığı temel hatalardan biri de ek besine geçme konusunda aceleci davranmasıdır. Ek besine geçilen bebeklerde anne sütü alım miktarı da azalacaktır. Ek besinle ihtiyacını karşılayamayacak olan bebekte sorunlar baş gösterecektir.
Tamamlayıcı beslenmeden gelmesi gereken günlük enerji :
6-8.aylarda ortalama 200 kcal; 2 öğün 9-11. Aylarda ortalama 300 kcal; 3 öğün 12-23. Aylarda ortalama 550 kcal; 3+1,2 ara öğün
Ek besine geçiş aşamasında dikkat edilmesi gerekenler: Bir günde birden fazla besin verilmemelidir. Her yeni denenecek besinin miktarı önce birkaç tatlı kaşığı olmalıdır. Yeni besin bebek açken verilmelidir. Kaşık veya bardakla verilmelidir. Biberon kullanılmamalıdır. Denenecek besinler arasında iki üç gün ara bulunması gerekir. Ek besine geçiş aşamasında anne sütünün miktarı azaltılmamalıdır.
Yaş (ay)
Duyusal gelişim
Hareket gelişimi
Ağız gelişimi
6-8
Araştırma
Elden ele geçirme Desteksiz oturma
Kemirme, yalama, ezme
8-12
Bağımsız araştırma
Parmaklarla kıskaç yapma, kabı tutma, oturma
Dilin yana yönelmesi
12-18
Ayrılma
Yürüme El-ağız koordinasyonu
Çiğneme
18-24
Özerklik
Hareket kontrolü
Yan çiğneme Isırma Kesme
>24
Başarma ve özgüven
Koşma Oyun Yemeğe ulaşma
İlk başlanacak tamamlayıcı olabilir? Yoğurt
Çorba
Önerilen besin şekli Püre, pürtüklü gıdalar, ezilmiş sofra gıdaları, ele verilen gıdalar Katı besinler (peynir, bisküvi, ekmek, makarna, pirinç, meyveler, pişmiş sebzeler, etler) Katı (peynir, bisküvi, ekmek, makarna, pirinç, meyveler, pişmiş sebzeler, etler) Bir önceki dönemden besinler ve yeni tatlar, çiğ sebze Erişkinin yiyebileceği tüm besinler (boğaza kaçabilecekler
besin ne
Meyve
6. ay Anne sütüne devam, yoğurt, meyve suyu, sebze suyu ve püresi, pekmez, şekersiz muhallebi (süt + pirinç unu), yumurta sarısı (1/4 oranında) besinlerin hazırlanmasında inek sütü küçük miktarlarda kullanılabilir. 7-8. ay Anne sütüne devam, yoğurt, meyve suyu, sebze suyu, pekmez, pirinç unu, pirinç yumurta sarısı (tam), et (balık, tavuk etleri ve kırmızı et), bitkisel yağlar, sebze püre veya sebze çorba 1 yaş Et (balık, tavuk etleri ve kırmızı et), kuzu veya tavuk karaciğeri, bitkisel yağlar, iyi ezilmiş ev yemekleri (kıymalı ve sebzeli), tam yumurta veya peynir, tahıl – kırmızı mercimek, kurufasulye, nohut ezmeleri Bebeğiniz altıncı ayını bitirip ek gıdaya başlayınca, pek çok yiyeceğin tadına bakmak için istekli olacaktır. Ancak gıdaların bazıları ne yazık ki bebeğiniz için güvenli değildir. Bazı gıdalar boğulma tehlikesi yarattığı için, bazıları da bebeğinizin henüz gelişimini tamamlamamış sindirim ve boşaltım sisteminde rahatsızlık yaratacağından bir yaşından önce bebeklere verilmemesi gereken yasak yiyecekler arasına girer.
Bebeklere yasak yiyecekler Şeker : Bebek için gerekli olan karbonhidrat, süt ve diğer besinlerden karşılanabilir bu nedenle ek şekere ihtiyaç yoktur. Ayrıca alınan şeker tatlı tada olan duyarlılığı artıracağından bebeğin diğer
besinleri reddetmesine neden olur. Tuz: Bebekler günlük sodyum ihtiyacını sütten ve besinlerden karşılayabilir. Ek olarak kullanılan tuz bebeğin susamasına, vücudun su kaybına ve böbreklerin zarar görmesine neden olacağı için kullanılmamalıdır. Bal: Arılar bal yapmakta kullanmak üzere çiçeklerden nektar toplarken “Clostridium botulinum” adı verilen bir bakterinin sporlarını da toplarlar. Erişkinlerde bu bakteri sporları hem mide asidinde eritilebilir hem de vücudun savunma mekanizmaları tarafından etkisizleştirilir. Süt çocuklarının mide asidi düzeyi düşük olduğundan bu sporları öldüremez, Clostridium botulinum bakterisi, ishal, kusma ,solunum felci ve ölümle sonuçlanabilen, “botulizm” denilen bir hastalık tablosuna yol açabilir. Çay: İçeriğindeki tanin, demir ve diğer mineralleri bağlayıcı özelliğinden dolayı demir eksikliğine
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
İnek sütü: İnek sütünün besin değeri bebek için yeterli değildir. İnek sütü proteini, gelişimini henüz tamamlamamış olan bebek sindirim organları için sindirimi zor bir proteindir. İnek sütü, içerdiği yüksek miktarda mineral ve proteinden dolayı gelişmekte olan böbreklere aşırı yük bindirir. Alerjen özelliği yüksektir. Doymuş yağ içeriği yüksektir ve linoleik asit ve faydalı nükleotitlerden fakirdir. Kalsiyum/fosfor dengesi bebekler için uygun değildir. Bağırsaklarda gözle görülmeyen kanamalara neden olur. Hem bu yüzden hem de demir emilimini engellediğinden kansızlığa ve gelişme geriliğine yol açar. Kabızlığa yol açar. Çikolata ve kakaolu gıdalar: Alerjeniktir. Fındık, fıstık, ceviz, patlamış mısır, sakız gibi boğulma riski yaratacak yiyecekler (Fındık ve ceviz, 9. aydan itibaren öğütülerek verilebilir.) Çilek, domates, kivi, fıstık ezmesi gibi alerji potansiyeli yüksek sebze ve meyveler Deniz kabukluları ve midye kalamar gibi bazı deniz ürünleri: Alerjeniktir. Soya fasulyesi, bezelye, lahana ve karnabahar, bakla gibi sebzeler için tavsiyem dikkatli
ve 3 gün kuralına uyularak başlanmasıdır. Bunun nedeni ise gaz yapma riskinin yüksek olmasıdır. Salam, sosis, sucuk gibi işlenmiş şarküteri ürünleri: Pişmemiş etler olduğu için zehirlenmelere yol açabilir. Konserve , turşu ve dondurulmuş gıda: Alerjeniktir ve tuz miktarı fazladır. Diyet ürünleri : İçeriğinin tam olarak bilinmediği durumlarda çeşitli sağlık problemlerine neden olabilir. Hazır bitki çayları: Demir emilimini azaltıcı etki gösterir. Besleyici değeri yoktur. Baharatlar (kırmızı biber, karabiber vb.) Karaciğer, böbrek, dalak ,beyin gibi sakatatlar: Hayvanlardaki bazı hastalıkların bebeğe taşınmasına neden olabilir.
Dyt. Nazlıcan YILDIZ
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
SINAV DÖNEMİNDEKİ ÇOCUKLAR İÇİN BESLENME İPUÇLARI
Sınavlar türü, zamanı, zorluk derecesi, soru sayısı beraberinde getirdiği hatırlama kaygısı gibi birçok faktörle büyükten küçüğe herkesi heyecanlandırmaya devam ediyor. Büyüklerin bile sınav dönemlerinde yaşadıkları stresten dolayı çeşitli şikâyetleri oluyorken, çocuklar bu dönemleri nasıl atlatıyor? Sınavlara hazırlık dönemleri, sınav öncesi beslenmeleri nasıl? Bütün aileler çocuklarının en iyi şekilde sınavlarını atlatmaları için ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar. Çocuklarının beslenmesi, sağlık durumu, eğitimleri, ihtiyaçları ve benzeri gibi birçok açıdan en iyi imkânları sunmaya çalışıyorlar. Çocukları için en iyisini isteyen ailelere, sınav döneminde beslenme dair ipuçları: >Sabah Kahvaltısı Olmazsa Olmaz! Kahvaltılarınıza kaliteli protein kaynağı olan yumurtayı mutlaka ekleyiniz. Fosfor, demir, çinko mineralleri ile vitamin A, E ve B grubu vitamin içeriği ile çocukların günlük ihtiyaçlarının karşılanmasına yardımcıdır. Yumurta içerdiği triptofan sayesinde stresi uzaklaştırır. >Çocuğunuzun ara öğünlerine mutlaka Omega 3’ten zengin 1-2 adet ceviz ekleyiniz. Aynı zamanda Omega 3 kaynağı olan balıkları haftada en az 2 kez tüketmesini sağlayınız. >Çocuğunuzun çantasında C vitamininden zengin portakal, kivi, çilek gibi meyveleri eksik etmeyiniz. >Potasyum zengini muz stresin olumsuz etkilerini azaltıp, mutluluk hissi vermeye yardımcıdır. Fakat
kabızlık şikayetleri olan çocuğunuz için sorun olabilir. >Antioksidanlardan zengin brokoli, ıspanak, lahana, domates gibi sebzelerle evdeki menünüze sağlık katınız. Kuru erik, orman meyveleri, portakal gibi meyveleride antioksidan kaynağı olarak tercih edebilirsiniz. >Günde 5 porsiyon sebze ve meyve tüketimi önerilmektedir. Özellikle koyu yeşil yapraklı sebzelerin tüketimine ağırlık vererek çocuğunuzu stresin zararlı etkilerinden koruyabilirsiniz.
Bazı besinler içeriği bakımından strese duyarlılığı artırabilir. Özellikle şekerli, kafein içeren besinler… Çocuğunuzun beslenme düzeninde özellikle sınav döneminde olmaması gerekenler: >Rafine şeker, beyaz unlu gıdalar, tatlı ve şekerlemeler, işlenmiş gıdalar... >Kafein içeren gıdalar(çay, kahve… ) >Çikolata, >Yağlı gıdalar, kızartmalar… >Tuzlu gıdalar
>Gazlı içecekler(kola, gazoz…) Sınavdan 1 gün önce: >Çocuğunuzun beslenme düzenini değiştirmeyin, ev dışında yemeyi tercih etmeyiniz. >Kurubaklagil tüketimini sınırlayınız (bağırsak hareketlerini artırabileceği için). >Normalden fazla ya da az besin vermeyiniz. >Aşırı karbonhidrat tüketiminden kaçınınız. >Şeker ihtiyacının meyvelerden karşılanmasını tercih ediniz. >Sıvı tüketiminin yaş grubunun ihtiyaçları kadar olmasına dikkat ediniz. >Sınav döneminde çocuklarınıza gereğinden fazla enerji sağlayacak beslenme davranışlarından uzak durunuz. Anneler ve babalar, özellikle sınav dönemlerinde çocuğunuza ihtiyacından fazla kalori yüklemesi yapmayınız. Tüketemeyeceği besinleri zorla yedirmeye çalışmayınız. Tüketmesi zor büyüklükte porsiyonlar hazırlamayınız. Öneriler doğrultusunda belirli porsiyonlarda besin tüketimi çocuğunuz için en sağlıklısıdır. Bütün öğrencilere ve onların her zaman yanında olan ailelerine sınavlarında başarılar dilerim :)
Dyt. Elif Melek Avcı
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
KAPIDAKİ KIŞA ‘İÇERİ GEL’ DEYİN ! Kış geldi çattı, soğuğu hissettik, lapa lapa yağan karı izledik, köşeden gelen kestane kokularına dayanamayıp koşup aldık, bir bardak sıcak çay içip içimizi ısıttık.
Peki ne oldu? Kışı kapıda
bıraktık, tam yaşayamadık. Şimdi yerleşin yerinize iyice ve bedeniniz için, ruhunuz için, sağlığınız için kışa ‘tam anlamıyla’ yer verin. Bu sebepler gayet yeterli değil mi? O halde demenin tam zamanı: “Kapıda kaldın, artık İÇERİ GEL kış!” EVİMİZDE KIŞIN NE YAPALIM?
Kış günlerinde yapılacak pek çok şey var, ancak sizler için ‘en sağlıklılarını ve en eğlencelilerini’ derlemeye çalıştım. Buyurun birlikte bakalım: EV SPORU YAPALIM: Dışarısı soğuk olduğundan rahat rahat yürüyemiyoruz, hava alamıyoruz. Spor salonlarının kapalı mekanlarınıda sevmiyorsanız ya da “soğuktan dolayı oraya da gitmeye üşeniyorum” diyorsanız bu sporlar tam size göre. Odanıza geçin ve yerinizde 15 dakika tempolu yürüyüş yapın. Devamında ise kış aylarında en alt seviyeye düşen fiziksel aktivitenizi arttırmak adına aerobik ya da pilates videolarını 30 dakika takip edin lütfen. Bunun için internet kaynaklı pek çok video bulmanız mümkün. Ancak unutmayın ki takip ettiğiniz spor hocalarının seçimini iyi yapmanız gerekiyor. SU TÜKETİMİNİ ARTTIRALIM: Soğuk havalarda bazen su içmeyi unutuyoruz, istemiyoruz. Oysa ki yaz aylarında olduğu gibi kış aylarında da sıvıya ihtiyacımız var. Gerek vücut ısımızı korumak adına olsun gerekse sindirime yardımcı olmak adına olsun su bizim için hep önemlidir. 10-12 bardak suyumuzu mutlaka içelim. Şişelerimiz her zaman gözümüzün önünde olsun, hatırlayalım. Kış meyveleriyle lezzetli, vitaminli sular yapalım. Portakal-tarçın-su üçlüsü her zaman en sevilenlerden olmuştur, deneyebilirsiniz. HOBİLERİMİZİ CANLANDIRALIM: Uzun kış gecelerinde vakit geçirmek için birebir olan hobiler yeniden canlanır. Kendinizi rahatlatan şey neyse ,bu belki atkı örmek belki puzzle yapmak olabilir, ona vakit ayırın ve
‘kış depresyonunu’ önleyin. Böylece boş kalınca eliniz atıştırmalıklara da
gitmez ve psikolojik açlıktan da kurtulursunuz. Unutmayalım ki psikoloji ile beslenme doğrudan ilişkilidir. SAĞLIKLI ARA ÖĞÜNLER SEÇELİM: Hem enerji verip hem de doyurucu olan kuruyemişleri, kuru
meyveleri seçebilirsiniz. Porsiyonlarına dikkat edin ama lütfen. Mesela 1 kuru incir, 4 orta boy kuru kayısı, 1 çay bardağı leblebi, 2 tam ceviz, 5-6 adet badem 1 porsiyondur. Yanına 1 bardak sıcak sütü de ekleyince iyi bir ara öğün tercihi olur.
KARLA EĞLENİN: Kış sporlarını da yapalım. Kayak yapmak müthiş bir enerji harcatır. 1 saat
yaptığımız kayak ortalama 540 kaloriyi uçurup götürüyor. Onu yapamıyorsak da araştırmalar gösteriyor ki kar yağarken dışarıda olmak dahi metabolizmamızı canlandırıyor. O yumuşak kar havasında çıkıp kar topu oynayın, kardan adam yapın. HAFTADA 2 KEZ BALIK: Balığın bol, bereketli olduğu aylardayız haftada en az 2 kez balık tüketmeyi unutmayalım lütfen. Diğer yemeklerimizde olduğu gibi burada da sağlıklı pişirme tekniklerini kullanalım. Balığımızı ızgarada ya da buğulama yapalım. Aldığınız omega-3 sizi nörolojik hastalıklardan korurken, kilo vermenize de yardımcı olacak. Yanında da yağsız bol yeşillik ile servis
ettik mi ,bu iş tamamdır. DİYET YAPMANIN VAKTİ: Zayıflamayı düşünüyorsanız, bahar aylarına kendinizi saklamayın. Yeter ki siz isteyin azimli ve kararlı olun. Bir beslenme uzmanına danışıp, bu isteğinizi yerine getirin lütfen. GELSİN KIŞ İÇECEKLERİ: Salep ve bozayı bu aylarda seviyoruz. Ancak mümkünse evimizde kendimiz yapalım, çünkü dışarıdan satın aldıklarımız fazlaca rafine şeker içeriyor. Aldığımız fazla rafine şeker ise obeziteye temel hazırlıyor. Eğer evde yapamıyorsak az şekerli seçeneğini tercih edelim, bol tarçınlı tüketelim. Darıdan yapılmış 1 çay bardağı boza 240 kalori, 1 çay bardağı
salep ise 90 kaloridir bunları da bilelim. Haftada 2 kez bu içeceklerden tüketilebilir. Daha ayrıntılı bilgi için dergimizin diğer sayfalarını bir karıştırın, özel yazılarını göreceksiniz. BAKIM HER ZAMAN MÜHİM: Kışı arınma, yenilenme ayları gibi düşünebiliriz. Cilt ve saç bakımı da bunların içinde. Çünkü hem cildimiz hem saçlarımız kışın fazlaca yıpranır. Bakımı besinlerimizle
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
UYKUNUZU ALIN: Akşam 11 ile sabah 6 arası en güzel uyku. Uyku düzenimizi bozmayalım çünkü zaten metabolizmamız kış şartlarında kendince bir mücadele veriyor buna bir de uyku düzensizliğini eklemeyelim. En azından geç kalsakta uykuda önemli yeri olan melatonin hormonunun tavan yaptığı gece 3 sırasında mutlaka uyuyor olalım. Biyolojik saatimizi önemseyelim. BAĞIRSAKLARINIZI
SEVİN:
Bağırsaklarımız
bilimsel
makalelerde
2.
beyin
olarak
geçer.
Bağırsaklarınızı sevin. Bağırsağınıza dost bakteriler gönderin. Probiyotik alımını eksik etmeyin. Mümkünse kefir için. Probiyotikli yoğurtları tercih edin. SOĞAN-SARIMSAK GELSİN SOFRAYA: Doğal antibiyotik etkili bu besinlerimizi yemeklerinizde kullanın.
Kokusundan
şikayet
etmeyin
lütfen.Burnunuza
çektiğiniz
kokusunun,
gözlerinizi
sulandırmasının bile şifa olduğunu unutmayın. ODANIZI HAVALANDIRIN: Uzmanlarımıza göre vücudumuz için ideal oda sıcaklığı 20 derecedir. Bunun derecenin üzerindeki odalardan kaçınalım. Her 20-30 dakikada bir özellikle hastayken odamızı havalandırıp kendimize temiz bir hava oluşturalım. İçerisini meyve kokularıyla dolduralım. VE KIŞ ARTIK İÇERİDE: Beslenmemiz için tüyoları aldık, fiziksel aktivitemizi artırdık, ruh sağlığımızın beslenmemizi kötü etkilememesi adına ruhumuzu da besledik. Yani artık kışı içeriye aldık. Ruhen, bedenen, beslenmemizle hazırız. Her zaman olduğu gibi yine söyleyeyim: sevgimizi soframızı paylaşmayı da unutmadığımız bir kış diyorum. Sağlıcakla kalın.
Dyt. Cansu ARSLAN
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
Kış Nostaljisi: BOZA Geleneksel içeceklerimizden kış günlerinin vazgeçilmezi boza, gün geçtikçe unutulmakta, tüketimi azalmaktadır. Çünkü o eski kış günlerinin sokaklarında bağıran seyyar bozacılar yok, kış soğuğunda yankılanan “boo-zaa” sesi yok, marketlerde bir köşede sessizce birinin fark edip almasını bekleyen bozalar var. Durum böyle olunca; yeni nesil bozayı tanımamakta, dolayısıyla tüketmemekte ve faydalarından yararlanamamakta maalesef. O zaman bozayı daha yakından tanıyalım. Ne dersiniz?
Boza; darı irmiği, su ve şekerden üretilen hafif mayalı bir içecektir. Genelde eylül- mayıs ayları arasında tüketilir. Karbonhidrat, protein ve birçok besin öğesini içerdiğinden sıvı ekmek olarak da anılır. Bozayı besinsel açıdan değerli kılan mayalanarak oluşması ve B vitaminleri, fosfor, kalsiyum gibi öğeleri içermesidir. Peki bozanın bu içeriği bizim için ne anlama geliyor? *İçeriğindeki aktif mayalar sayesinde probiyotik etki gösterir. ( Probiyotiklerin başta bağırsak sağlığımız olmak üzere vücudumuzda birçok olumlu etkisi vardır.) *Mayalanması sırasında oluşan laktik asit hazmı kolaylaştırır ve bağırsak florasını düzenleyici
etkiye sahiptir. * Gribal enfeksiyon gibi birçok enfeksiyona karşı vücut direncini arttırır. * Emziren annelerde süt yapımını arttırmaya yardımcıdır. *Kanserojen maddelerin vücutta oluşumunun önlenmesine yardımcıdır. * Karbonhidrat ve B vitaminlerinden zengin olduğundan enerji ihtiyacı fazla olan kişiler, gebeler, sporcular ve kilo almak isteyenler için idealdir.
Piyasadaki bozaların bir su bardağının kalorisi 240-360 kkal arasında değişiklik göstermektedir. Bu
değişiklik bozanın yapımında kullanılan şeker miktarındaki farklılıktan kaynaklanır. Her ne kadar kalorisi değişiklik göstersede boza kalorisi yüksek bir gıdadır. Bu yüzden kilo problemi olan kişilerin az sıklıkla, bir çay bardağı kadar tüketmesi kilo kontrolünün sağlanması açısından daha doğru olacaktır. İçerisinde şeker barındırdığından ve karbonhidrat oranı yüksek olduğundan diyabet (şeker) hastalarının , fosfor içerdiği için böbrek yetmezliği olan hastaların tüketirken dikkatli olması gerekmektedir. Boza Nasıl Muhafaza Edilir? Boza 15 C˚’nin altında muhafaza edilerek satışa sunulur, açıldıktan sonra 4 C ‘de buzdolabında saklanmalıdır.
Buzdolabında
4-5
gün
ilk
gün
ki
tadını
korur.
Ancak
katkı
maddesi
kullanılmadığından zamanla ekşir. Bu yüzden ekşi sevmeyenler fazla bekletmeden tüketmelidir. Nasıl Tüketilir? Boza üzerine tarçın serpilerek biraz da leblebi ilave ederek içilir ancak kıvamı kaşıkla yenecek kadar yoğun olduğundan içmesi zor olabilir kaşıkla da tüketebilirsiniz. Haydi o zaman boza içmeye. Afiyetle…
Dyt. Berna ERYILMAZ
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
KIŞ AYLARININ ENFES LEZZETİ: SALEP Merhabalar sevgili okuyucum, Havalar soğumuş, bazı şehirlerimizde dereceler eksilere düşmüşken içinizi ısıtacak, sıcacık yazılarımız da olsun istedik bu sayıda. Bende bu yüzden kış aylarının vazgeçilmezi, enfes lezzet, salepten bahsedeceğim size. Salep tozu, orkidegillerden ‘’likya orkidesi’’ adı verilen bir bitkinin yumrusunun dövülerek beyaz bir toz haline getirilmesiyle oluşuyor. Daha sonra bu toz, dondurma yapımında veya salep içeceği
yapımında kullanılıyor. Özellikle eskiden Kahramanmaraş dondurması satan dondurmacılar, içerisinde ‘’padişah macunu’’ olduğunu söylerlermiş ve bu aslında bizim bildiğimiz salep tozuymuş. Likya orkideleri, salep tozu elde etmek adına doğadan toplandığı için aşırı ya da bilinçsiz toplanması bu orkidelerin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına sebep olmuş durumda. Tabi yine hayvanların bu orkide türünün bulunduğu alanlarda otlatılması ya da yabani hayvanların bu orkideleri yemeleri de bu konuda önemli bir etken. İşte bu yüzden T.C. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Orman Genel Müdürlüğü de 2014-2018 yılları için bir ‘’Salep Eylem Planı’’ oluşturmuş. Bu eylem planının bize verdiği ilk bilgi, aslında genel olarak bilinen ‘’likya orkidesi’’ olsa da ülkemizde 10 farklı cinse ait 80 farklı orkide türünden salep elde edilmekte olduğu ve bu türlerin hepsinin korunması ve doğal ortamında yetiştirilmesi adına harekete geçilmiş olduğudur. Ülkemizde salep orkidelerinin en yoğun bulunduğu bölgeler; Kuzey Anadolu (Kastamonu, Sinop), Güney Anadolu (Muğla, Antalya, Silifke), Güneydoğu Anadolu (Kahramanmaraş, Gaziantep, Hatay) ve Doğu Anadolu (Elazığ, Van, Muş, Bitlis)’dur. Yine de bu durumun neden bu kadar ciddi olduğunu, neden salep orkidelerinin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını merak ediyor olabilirsiniz. Bunun cevabı da şöyle, sadece 1 kg salep tozu elde edebilmek için, doğadan sökülmesi gereken bitki sayısı 1000-4350 adet arasında değişiyormuş çünkü sevgili okuyucum…
Şimdi hemencecik içip bitirdiğimiz, ikinci fincanı istesek mi istemesek mi kararsız kaldığımız o lezzetli içeceğin doğadan önümüze kadar nasıl geldiğini öğrendiğimize göre haydi biraz da gelin bu toz, nasıl o enfes içeceğe dönüşüyor, bir fincan salep kaç kaloriye tekabül ediyor, beslenmemiz de nasıl bulundurabiliriz onları konuşalım. Salep, genellikle kış aylarında hem hastalıklardan korunmak hem de hastalık durumunda semptomatik tedavilerde işe yarıyor aslında. Bunu da balgam söktürücü ve göğüs yumuşatıcı etkisiyle bronşit ve öksürük gibi durumlarda rahatlama sağlayarak yapıyor. Salebin o yapışkan halinin sebebi de içeriğindeki müsilaj ve aslında salep bu yumuşatıcı etkisini müsilajdan alıyor. Çünkü müsilaj, dokular üzerinde yumuşatıcı ve rahatlatıcı etkiler sağlıyor. Bunun yanı sıra İbn-i Sina’nın 1593 yılında kaleme aldığı El-Kanun Fi’t Tıp adlı eserinde salebin afrodizyak, iştah açıcı, balgam söktürücü etkilerinden de bahsediyor. Salebin kuvvet verici ve besleyici etkisi sebebiyle eski gemiciler de uzun seferlere çıktıkları zaman mutlaka yanlarında salep tozu bulundururlarmış ki yiyecekleri azaldığında salep tozunu suyla karıştırarak enerji ihtiyaçlarını karşılasın.
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
Eğer evde kendiniz salep yapmak isterseniz genel kanı şu yönde, 1 litre süt için 10-15 gram (1
yemek kaşığı) hakiki salep tozu yeterli oluyormuş. Tabi bu süreç biraz emek istiyor; çünkü salep tozunu öncelikle bir miktar süt ile karıştırıp macun haline getiriyorsunuz ve kısık ateşte pişirmeye başladıktan sonra süt ilavesi yapıyorsunuz, topaklanmaması adına da pişerken sürekli karıştırıyorsunuz. Kıvam aldıktan sonra ise şekerini ekleyerek bir miktar daha karıştırmanız gerekiyor. Öte yandan evde yapmayacaksınız, hemen şu köşede çok güzel bir pastane/kafe varsa ve siz orada salebinizi içecekseniz, bu durumda da dışarıdaki saleplerin ortalama olarak 100 ml’sinde (1 çay bardağı) 90-100kkal enerji olduğunu unutmadan tüketmelisiniz. Her ustanın elinin ölçüsü bir olmuyor ve kimisi daha şekerli, şerbet gibi salepler yapıyor, sizin tercihiniz daha az şekerli daha çok tarçınlı olanlardan yana olsun. Marketlerden hazır aldığınız toz halindeki salep karışımları da ortalama 1 paketinde (15 gram) 60kkal enerji değerine sahip ve bunu 200 ml (1 su bardağı) tam yağlı süt ile karıştırdığınız takdirde 174kkal enerji almış oluyorsunuz, tabi yanında ekstra kurabiye/kek yemediğiniz takdirde. İşte tüm bu sebeplerden ötürü eğer bir zayıflama programındaysanız mutlaka diyetisyeninize danışarak tüketin bu enfes içeceği. Diyabet hastasıysanız yine diyetisyeninize danışın. Ama hiçbir hastalığınız yok, fazla kilolarınızda yok ve salebi de çok seviyorsanız kendinize salep ziyafeti çekebilirsiniz tabi
ki… Bitirmeden önce son kez şunu da söylemeliyim salep suyla değil de sütle yapıldığında besleyici değeri artıyor ve lezzet kazanıyor, fakat bir diyetisyene ulaşma imkânınız yoksa ve kilo vermeye ya da almamaya çalışıyorsanız salebi de beslenmenize sadece sizi bir miktar tatmin etmesi için eklemek istiyorsanız suyla tercih etmenizin de bir sakıncası yok. Saleple
ilgili
söyleyeceklerimi
tamamladıktan sonra yeni yılınızı kutlar, tüm dilek ve hayallerinizin gerçekleşmesini temenni ederim. İnanırsanız olacak, istediğiniz anda değil belki kendi vakti geldiğinde olacak ama yine de olacak. Siz yeter
ki
inanmayı
bırakmayın.
Sevgiyle kalın…
Dyt. İzan IŞIK
Kışın En Güzel Yanlarından Biri; KESTANE Kayıngiller familyasından olan kestane ülkemizde en çok Aydın’da yetiştirilmektedir. Dünya mutfaklarında en çok Çin mutfağında kullanım alanına sahiptir. Türk mutfağında ise kestane; közlenerek, fırınlanarak, haşlanarak, şekerlemesi yapılarak ve etli yemek olmak üzere pek çok çeşitte kullanılmaktadır. Enerji 173,0 kcal / 100 g Kestane Su Protein (%6) Yağ (%10) Karbonhidrat (%84) Lif Alkol (%0) Çoklu doymamış yağ Kolesterol Vit. A Vit. E Vit. B1 Vit. B2
50,1 g 2,5 g 1,9 g 36,0 g 8,4 g 0,0 g 0,7 g 0,0 g 4,0 µg 1,2 mg 0,2 mg 0,2 mg
Vit. B6 Vit. C Sodyum Potasyum Kalsiyum Magnezyum Fosfor Demir Çinko Suda çözb. lif Suda çözm. lif
0,3 mg 27,0 mg 4,0 mg 600,0 mg 35,0 mg 40,0 mg 80,0 mg 1,0 mg 0,5 mg 3,3 g 5,0 g
Kestanenin Sağlığa Faydaları
Fosfor, magnezyum, klor, kalsiyum, demir, sodyum, potasyum mineralleri ile B1, B2 ve C vitaminlerini içerir.
Lif açısından iyi bir kaynak (8,4 g/100 g) olması; bağırsaklarda aşırı kolesterol emilimini sınırlayarak,
kan
kolesterol
düzeylerinin
düşürülmesine
ve
bağırsak
hareketlerinin
düzenlenmesine yardımcı olur; kabızlığa karşı korur.
C vitamini bakımından zengin içeriğe sahip olması; özellikle kış aylarında bağışıklık sisteminin güçlenmesine katkı sağlar.
B grubu vitaminlerince zengin olması; metabolizmanın düzgün çalışmasını ve alınan besinlerin vücutta kullanılabilmesini sağlayarak vücuda enerji verir.
Potasyumun iyi bir kaynağı olması (600 mg /100 g); potasyum eksikliği olan bireylerde iyi bir seçenektir. Potasyum, vücutta sodyum ile birlikte su dengesinin ayarlanmasını sağlayarak tansiyonun dengelenmesini sağlar.
Kestane, yağlı tohumlara göre daha az yağ içerdiğinden, daha az kaloriye sahiptir (173,0 kcal/ 100 g). Bu nedenle yağlı tohumlar yerine tercih edilebilir. Fakat porsiyon kontrolüne dikkat edilmeli, 2-3 adet kestanenin 1 ince dilim ekmek yerine geçtiği unutulmamalıdır. Yine yanında herhangi bir protein kaynağının tüketilmesi hem kan şekerinin dengeli bir şekilde seyretmesini sağlayacak hem de iyi bir ara öğün alternatifi olacaktır.
Dyt. Aynur Altaş
EN KUTSAL BESİN ANNE SÜTÜ: Güzeller güzeli anneler… öncelikle sütümüzün ne kadar kıymetli olduğunu tüm dergi boyunca az çok kavradınız. İlk altı ay neredeyse hayat suyu olan bu mucizenin verimliliği; hem bebeğin sağlığı hem de sizin sağlığınız için oldukça önemlidir. Bu yüzden gerek emzirme şekline gerekse saatlerine dikkat ettiniz. Peki ya kendi beslenmenize? Süt salınımı tamamıyla anne vücudu üzerinden gerçekleşmekte ve annenin depoları ve annenin diyetinden yararlanmaktadır. Fakat annenin beslenmesi ile doğrudan ilişkili bu mucize; minik bebeklere büyütürken arka plana atılmakta ve yetersiz süte neden olabilmektedir.
Peki sütümüzün daha verimli olması için genel olarak nasıl beslenmeliyiz? 1.
Diyetimizdeki posa içeriği arttırılmalı (yulaf, tam tahıllı ürünler, kuru meyveler, …).
2.
Protein yönünden zengin yiyecekler hayatımıza girmeli (et, süt, balık, peynir, …).
3.
Diyetteki sıvı miktarına arttırılmalı (su, süt, meyve suları, ...).
HADİ UYGULAYALIM: DERGİMİZ KADAR TRUNCU BİR ÇORBA Şu kış günlerinde sıcak , sıvı alımına yardımcı , posalı ve dergimiz kadar turuncu haliyle çok güzel olan kış çorbamı paylaşmak istiyorum sizlerle.
HAZIRLANIŞI: Tavuk göğsü yıkanır, içine 1 havuç (birkaç parçaya bölmek yeterli) ve 4 yemek kaşığı yulaf ezmesi atılıp haşlamaya bırakılır. Kaynayan karışım süzülür ve ardından el blenderinden geçirilerek pürüzsüz bir kıvam elde edilir.
Malzemeler: (6 PORSİYON ) >1 tavuk göğsü
Son olarak tekrar ocağa alınan karışımın içine 1 kaşık un ve yarım limon ilave edilip terbiyesi yapılır ve ocaktan alınır.
>1 orta boy havuç
>4 yemek kaşığı yulaf ezmesi (yoksa yulafı el blendırından geçirip ilave de edebilirsiniz)
Biraz ılındıktan sonra servis edebilirsiniz.
>½ limon suyu >1 yemek kaşığı un
Afiyet olsun. :)
TÜRK USULÜ OLSUN : ÜSTÜNE BİR TATLI KURU MEYVELİ MUHALLEBİ: Hem basit, hem tatlı , hem posalı hem de geleneksel.
Malzemeler: ( 3 PORSİYON ) >2 su bardağı süt >2 yemek kaşığı pirinç unu >1 yemek kaşığı yulaf ezmesi >1 çay kaşığı nişasta >1 yemek kaşığı şeker >1 çay bardağı su >2 adet kuru incir >3 adet kuru kayısı >İsteğe göre tarçın
HAZIRLANIŞI: 2 su bardağı süt, 2 yemek kaşığı pirinç unu , 1 yemek kaşığı yulaf ezmesi, 1 şeker kaşığı nişasta,1 yemek kaşığı şeker ve 1 çay bardağı su bir kaba konur ve çırpılır. Daha sonra karışım tencereye alınarak kısık ateşte pişirilir. Kaynamaya yakın kayısı ve incir küçük küçük doğranıp içine atılır ve 1-2 dakika kaynaması sağlanarak ocaktan alınır. Karışım servis tabaklarına alınarak soğuması beklenir. Ve artık hazır. Afiyet olsun. :)
Not: Parçacıkları çok sevmiyorsanız, kuru meyveleri blendırdan geçirip kullanabilirsiniz. Ayrıca üzerine tarçın ilave edebilir ve kuru meyvelerle servis edebilirsiniz.
Stj. Dyt. Buğçe ÇATALTEPE
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...
Hayatta değişimden daha güzel olan tek şey bizleri daha ileri taşıyacak olan değişimlerdir. Mutluluğunuzu, huzurunuzu, kariyerinizi ve sağlığınızı daha ileriye taşıyacağınız güzel bir yıl olması dileklerimle… Yeni yılınız sağlıklı olsun :)
Dyt. Abdullah İNCİOĞLU
Yeni yılda ülkeme ve dünyaya barışın, sevginin, dostluğun hakim olmasını temenni ederken siz okuyucularımıza, değerli meslektaşlarıma ve herkese yeni yılın sağlık, mutluluk, huzur dolu günler getirmesini diliyorum. Yeni yıl; güzel başlangıçların yapıldığı, yüzlerin daha fazla güldüğü bir yıl olsun... Mutlu yıllar… Diyetisyen Berna ERYILMAZ
YENİ YIL !!! Hadi gel 2017 daha mutlu , sağlıklı , dertsiz , tasasız günleri de getir gelirken . Her şeyin daha iyiye gittiği ,insanların gözlerini daha sağlıklı ve mutlu günlere açtığı parlak milatlarla , umutlarla , başarılarla , sevinçlerle dolu olsun takvim yaprakların! Hepimizin en güzel yılı olması dileğiyle; Umutlu ,başarılı , huzurlu ,üretken ve bilim ışığında bir yıl diliyorum…. Stj. Dyt. Buğçe ÇATALTEPE
2016 yılı çocukların ağladığı, savaşın insanların üzerinde bıraktığı etkilerle hatırladığımız bir yıl oldu. Umarım çocukların ağlamadığı, insanların açlık ve sefaletle daha az mücadele ettiği, savaşın olmadığı; ülkemiz ve dünya için huzurlu, barışın hüküm sürdüğü ve tüm insanlık için mutlu bir yıl olur! Yeni umutlar, yeni hayaller ile HOŞGELDİN 2017! Stj. Dyt. Büşra DOĞAN
Hoş geldin 2017; bize sağlıklı, huzurlu, birlik-beraberlik içinde olduğumuz nice güzel günler getir. Ülkemiz için doğru kararlar aldığımız, sağlığımız adına iyi bir milat yaptığımız, yılmadan, bıkmadan üretmeye devam ettiğimiz, bilim yolunda olduğumuz, tazelenen umutlarımızın çoğalan sevgilerimizin habercisi olan bir yıl olsun. Keyifli bir sene diliyorum, mutlu yıllar! Dyt. Cansu ARSLAN
Ne güzeldir yeni yıl teması, masalsıdır… Caddeler, sokaklar, alışveriş merkezleri, kafeler her yer ışıl ışıldır. Çam ağaçları görürüz, birbirinden renkli süslerle süslenmiş hatta altına hediyeler bırakılmış... Kartpostal gönderir hala az bir kısmımız uzaktaki sevdiklerine... Umut ederiz, milli piyango bileti alırız "Ya çıkarsa?" diyerek, sevdiklerimizle geçirmenin yollarını ararız 31 Aralık gecesini... Sonra 1 Ocak sabahında gerçek dünyaya döneriz, ya zam gelir kapıya dayanır ya da onca masrafın arasında bir umut aldığımız bilete amorti bile çıkmamıştır. İşte yine de yaşamaya devam eder, yine de her yılbaşı gecesini masalsı geçirmek isteriz. Çünkü masallar hep mutlu sonla biter. Oysa gerçek hayatta yok yere ölümler vardır. Hiç uğruna sönen ocaklar, yitip giden canlar vardır. Ama "umut" hep kalbimizde filizlenir, yeşerir, çiçeklenir. Bu yüzden 2017'de gelin hep birlikte umut edelim, daha çok sevelim ve beraber çiçeklendirelim dünyayı...
Dyt. İzan Işık Hayat sunduklarıyla, aldıklarıyla uzun bir maraton! İnsan yürüdükçe daha çok, koştukça daha daha çok, düştükçe daha daha daha da çok gelişir, değişir, dönüşür. Özüne biraz daha yaklaşır. Ve aynı yolda devam etmek durağanlaştırır, köreltir birazda. Yolu istikameti değiştirmek, yeni tecrübelere yol vermek lazım J Yeni yılın herkese sağlık, mutluluk, huzur, sevgi ve gerçekleşmeyi bekleyen hayallere uzanan yeni yollar getirmesi dileğiyle… Sağlıcakla kalın…JJJ Dyt. Sarya ERDEM
Beslenme her canlının en temel gereksinimlerinden biridir. Bu sebeple besinlerinde beslenme tarzının da ucu bucağı yok, ağzı olan konuşuyor, bilgisi olanın (!) da bir fikri var olmayanın da… Çünkü insan olarak çoğu konuda” bilgi sahibi olmadan fikir sahibiyizdir.” maalesef. Ama beslenme ve diyet konusunda önüne gelenin sözde beslenme uzmanı, yaşam koçu, danışman vb. ve daha birçok altı boş olan unvanlara sahip kişilerin konuşması işin tadını fazlasıyla kaçırdı. Bir işin en doğrusunu bilen bu işin eğitimini ( diplomalı gerçek bir eğitim basit birkaç kurs değil) alan kişiler bilir. Bu sadece beslenme konusunda değil, tüm mesleklerde böyledir fikrimce. Diyetisyenler olarak bu konudan fazlaca mustarip olduğumuz için sayfalarca yazabiliriz sanırım. Sizlere vereceğim tek tavsiye: Beslenme konusunda gerçek diyetisyenlere danışın ve sosyal medyada, TV’de beslenme ve diyet hakkında diyetisyen dışındaki meslek guruplarına itibar etmeyin, sağlığınız bizim için önemli sizin içinde öyle olsun. Dyt. Berna ERYILMAZ
Son zamanlarda işine gelen herkesin beslenme ve diyet önerileri verdiği bir yer oldu ülkem. Bilinçsizce bilinçlendirmeye çalışan bu insanları dergimiz üzerinden bir kez daha kınıyorum. Ama asıl sözüm, siz değerli okuyucularımıza: Bir meyveyi almak için kasaba gider misiniz ya da bir ilacı almak için terziye? Elbette hayır. Söylediklerim nasıl mantık dışıysa beslenme tavsiyeleri için de, bir yaşam koçuna, bir ziraat mühendisine, bir aktara ve daha sıralayamadığım pek çok kendini bilmeze gitmemiz bir o kadar anlamsız. Sağlığınız kıymetli; mucize besinler, ani çözümler aramak yerine sağlıklı beslenme ve yaşam tarzı için okulunda dirsek çürütmüş, üniversite mezunu ‘Beslenme ve Diyet Uzmanı’na başvurun, bilinçli olun lütfen.
Haplar, hazır satılan bitkisel karışımlar, böbreği-karaciğeri iflasa götüren ölüm diyetleri yerine mis gibi taze sebzeler-meyveler ile her besinimizle; her hastalığınıza, kilo probleminize uygun bir çözüm vardır unutmayın. Sağlıcakla. Dyt. Cansu ARSLAN
Beslenme ve diyetetik mezunu olmadığı halde önüne gelen herkesin beslenme ve diyet ile ilgili atıp tuttuğu şu günlerde bu konuda sizlerle birkaç kelam etmek istedim. Sevgili okuyucular öyle bir çağ da yaşıyoruz ki; bilgiye ulaşmak çok kolay. Ancak ulaşılan bilgilerin doğru mu yanlış mı olduğunu sorgulamak bir o kadar zor. Özelikle beslenme ve diyet önerileri ile ilgili internette, televizyonda fazlaca bilgi kirliliği hüküm sürmekte. En basitinden bir demirin nasıl işlendiği ancak ustasından öğrenebiliriz değil mi? Bu nedenle ordan burdan duyduğunuz kulaktan dolma bilgilerle hayatınıza yön vermeyin. Üniversitelerin sağlık bilimleri fakültelerinin/meslek yüksekokullarının 4 senelik “Beslenme ve Diyetetik” bölümünden mezun olan kişilere “Beslenme ve Diyet Uzmanı” denir. Bizler katıldığımız seminerler, konferanslar ve yaptığımız araştırmalar ile bu alanda kendimizi geliştirerek siz değerli danışanlarımıza doğru bilgilerle doğru tedaviler uygularız. Unutmayın besinler doğru kullanıldığı sürece her biri şifadır. Bunun için beslenme ve diyetle ilgili doğru bilgileri gelin işin uzmanından alın. Besinler ilacınız, ilacınız besinler olsun.. Stj. Dyt. Büşra DOĞAN
İnsanların bilmedikleri konularda profesyonel şekilde atıp tutmaları çağımızın en büyük hastalıklarından biridir ne yazık ki. Birçoğumuz zaten biliyoruz bunu, hatta ne yazık ki yapıyoruz. Peki, basitçe şunu düşünsek? Kan görmeye dayanabilen herhangi birinin eline neşter versek eminiz ki bir hastayı çok rahatça açabilir. Peki, bu hastanın ameliyat masasından sağ ve salim kalkabilme ihtimali nedir? Beslenme konusunda uzman olmayan birinden tavsiye almanın sonuçları bu kadar çabuk görünmese de uzun vadede sonuç aynı olacaktır. Beslenmeyi kısıtlayarak herkes kilo verdirebilir. Ancak uzun vadede sağlıklı kalabilmek için diyetisyene danışmanız gerekmektedir. Sağlıcakla kalın.. Dyt. Abdullah İNCİOĞLU
İnsan için en değerli hazine nedir? Bana göre sağlıktır! “Bir diyetisyenden de bu beklenirdi.” diyebilirsiniz tabi ki İtiraf ediyorum hakkınız var. Eğer bu bölümü seçmemiş,4 yıl boyunca diyetisyenlik okumamış, hastanelerde o stajlara girmemiş ve sağlığından olmuş onca insanın ıstırabına tanık olmamış olsaydım ve biri çıkıp ‘Hayattaki en değerli hazine nedir?’ diye sormuş olsaydı aklıma ilk gelen şey ‘Sağlık’ olmayabilirdi. Ama öyle bir zaman geldi ki,‘Nasıl olursa olsun yeter ki zayıflayayım!’ der olduk. Ve bunu fırsat bilenler hiçbir bilgi ve eğitimleri olmadığı halde çıkıp beslenme, zayıflama, diyet hakkında konuşup, 5 günde bilmem kaç kilo verdiren mucize bitkileri pazarlıyorlar! Ve bunlara itibar ederek sağlığından olan onca insan… Oysa ki, vitamin-mineral depolarımızı, organlarımızı, cildimizi, saç-tırnaklarımızı en önemlisi sağlığımızı koruyarak gayet rahat ve aç kalmadan zayıflamak mümkün. Bunun için sadece medyadaki değil, çevremizdekilerinde verdiği yanlış tavsiyelere kulakları kapatmak ve bir beslenme ve diyet uzmanının kapısını tıklatmak yeterli. Sağlığınızla oynatmayın, sağlıcakla kalın… Dyt. Sarya ERDEM Diyetisyen, sağlıkla ilgili herhangi bir yüksek öğretim kurumunun en az 4 yıllık (bir yıl hazırlık ile 5 yıl) beslenme ve diyetetik eğitim-öğretim programını tamamlayarak “Beslenme ve Diyetetik Lisans Diploması” ile “Diyetisyen” unvanı alarak diyetisyenlik mesleğini yapmaya ve uygulamaya hak kazanan kişidir. “Nasıl bir meslek seçmişim?” diyorum kendime bazen, spor hocasından tutun da yaşam koçu adıyla kendini tanıtmış herkes ‘’diyetisyencilik’’ oynarken, öte yandan hala diyetisyenin sadece insanları zayıflattığını düşünen oldukça geniş bir kesim var ülkemizde. Bazı kurumlarda hekimler tarafından ‘’Diyetisyen tahlilden anlamaz, çünkü o tıp fakültesi okumamıştır.’’ denildiğine bizzat şahit olmuş biri olarak şunu söyleyebilirim ki; mesleki anlamda yürünecek çok yolumuz, verilecek çok mücadelemiz var. Eğer bunu okuyor ve aynı zamanda beslenmeyle çözülebilecek bir probleminiz olduğunu biliyorsanız veya düşünüyorsanız lütfen bir diyetisyenden yardım isteyiniz. Unutmayın, siz değerlisiniz. Sağlığınıza gereken özeni lütfen gösterin… Dyt. İzan IŞIK BİR BESLENME DİYETETİK ÖĞRENCİSİ GÖZÜNDEN; Bu yazıyı okuyan değerli insanlar… Öncelikle ilk zamanlar bilinçsizce kilo vermiş daha sonra da beslenme ve diyetetik bölümünü okumaya başlamış bir öğrenci olarak yazıyorum bunları… Daha önce belki birçok yazı gördünüz; diyeti diyetisyen yazar, sağlıksız tek yönlü beslenme sağlığa zararlıdır, bu kadar emek harcandığı halde neden bilinçsiz diyetlerde ısrar edip ileriki yaşamımızı mahvediyorsunuz vb. ana fikirlerinde. Bunları zaten gelecekte meslektaşları olacağım insanlar her zaman söylüyor. Fakat ben kendi hayat derslerimden bahsedeceğim kısaca; karar sizin… İlk zamanlar şu a açlık diyeti diyebileceğim bir kaloride diyet yapmaya başladım. Tamamıyla karbonhidrat kaynaklı bir diyetti. Vücuda sadece kalori alınca çalışan makine gözüyle baktığım sıralardı. Sonra etraftan bulduğum- duyduğum açlık sınırında kalori içeren listeler ve diyetleri İlk patlak dişlerimdeydi. Gece kalkıp sabah ağzımda diş kırıkları bulmak tahmin edersiniz pek hoş değildi. Tam tamına 11 dolgu 2 kanal tedavisi (çürük olmadan kanala kadar kırılan bir diş düşünün) yapılmak zorunda kalınmıştı 1 yıl içinde. Düşük kalori dolayısıyla halsizliği ve günlük yaşantımdaki aksamaları daha net yaşamaya başladım sonraları. Evet kilolarım gitmişti, fakat merdiven çıkarken bacaklarım titriyordu. Kas kaybetmiştim. Gece gelen ve uykudan uyandıran kas kasılmalarım. Ağladığımı bilirim. Ve daha niceleri… Şu an 3. Sınıf öğrencisi olarak bile tam kavrayamamışken dengeli beslenmenin değerini, tüm insanların birdenbire bilinçli olmasını bekleyemem. Fakat yaşamış birisi olarak “Diyeti diyetisyen yazar” sanırsam en mantıklı cümle.
EĞER Kİ… Biraz bilinçli olsaydım; şu an kaç yaşımda dişlerimin tamamı dolgu olacak diye düşünmezdim. Biraz bilinçli olsaydım; şu an dahi mücadele ettiğim bu kadar kiloyu almazdım. Biraz bilinçli olsaydım; kendimi sever ve bir diyetisyene giderdim. Önce kendinize, sonra mesleğimize saygı duyun lütfen. Diyet demek kibrit kutulu hazır listeler demek değildir, kişiye özel hayat notları demektir. Amacı zayıflatmak değil; sağlıklı yaşatmaktır. Herkes bambaşkadır. Bu yüzden “diyet listes”i değil,” diyetisyen” vardır. SAĞLICAKLA… Stj. Dyt. Buğçe ÇATALTEPE
Diyetisyen gözünden sağlık ve daha bir çok şey...