Turuncu sağlık - 7

Page 1

TURUNCU SAĞLIK

Haziran- Temmuz 17’

YAZIN ALINAN FAZLA KALORİLERİ AZALTMANIN YOLLARI

Sayı

KANADA MUTFAĞI’NA MİNİK BİR SEYAHAT

7.

BUĞÇE’NİN TURUNCU MUTFAĞI

SERİNLETİCİ TATLI BİR ARA DONDURMA


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

2

www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

Dayanışma ve Sevgi ile Çıktık Yola

Üniversite sıralarında hayal edip gerçekleştirdiğimiz ve mezun diyetisyenler olarak da öğrenci ruhumuzdan kopmadan, ailemize yeni öğrenciler katıp alan içi ve alan dışı gelişmeleri takip ederek gerek meslektaşlarımızla gerekse multidisipliner yaklaşımla iş birliği içerisinde olacağımız meslek gruplarıyla bir yola çıktık. Gün geçtikçe büyüyen ailemizle herkese kucak açıyor hedefimizi her sayıda daha da ileriye taşıyoruz. 2015 Mayıs ayı itibariyle online olarak yayınlanan ilk öğrenci tabanlı Beslenme ve Diyetetik dergisi olduk. Bugün bu sayıyla 2. Yılımızı doldurmanın haklı gururunu yaşıyoruz. Bu süreçte yalnızca gönüllülük esasıyla bu dergide zaman-mekân tanımadan çaba sarf eden koca yürekli ekibime siz değerli okuyucularımızın nezdinde teşekkür etmek istiyorum. Ve Bir Kocaman Teşekkür de Sizlere… Okuduğunuz için varız ve siz var oldukça var olmaya devam edeceğiz… #TuruncuYurekler İyi ki Varsınız...

Saygı ve Sevgilerimle… “İnanmak başarmanın yarısıymış hayal etmek ise başlamanın tek şartı” Mavi hayaller ve turuncu başlangıçlarla, bir sonraki sayıda görüşmek üzere.. TURUNCU SAĞLIK Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Dyt. Büşra DOKUZ

www.turuncusaglik.com

3


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

4

www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı KÜNYE GENEL YAYIN YÖNETMENİ

İÇİNDEKİLER

BÜŞRA DOKUZ EDİTÖR

Kalp Damar 8 ......................... Hastalıklarında Beslenme Beslenme ve egzersiz 11 ......................... Yazın alınan kaloriler 13 ......................... Kanada mutfağı 15 ......................... Unutulan lezzetler 18 ......................... ‘‘Meyan Şerbeti’’ Serinletici Tatlı Bir Ara 20 ......................... Dondurma Bayramda Nasıl 22 ......................... Beslenmeliyiz Buğçenin Turuncu 24 ......................... Mutfağı Bir Başarı Öyküsü 26 ......................... Üniversiteden Haberler 28 ......................... Nazenin Mısralar 33 .........................

ANIL ÖZTÜRK YAZI İŞLERİ ELİF MELEK AVCI BÜŞRA SÖYLEMEZ WEB & REKLAM & İLETİŞİM SORUMLUSU ABDULLAH AKSOY HABER MÜDÜRÜ CANSU ARSLAN ART DİREKTÖR NAZİF MERT GÜDEK SOSYAL MEDYA SORUMLULARI BÜŞRA DOĞAN BUĞÇE ÇATALTEPE BATUHAN ÇILDIR BÜŞRA SÖYLEMEZ YAZARLAR ABDULLAH İNCİOĞLU ALİM GÜNDÜZ AYNUR ALTAŞ BERNA ERYILMAZ BETÜL ÜSTÜN ELİF MELEK AVCI EMİNE ALAYCI İZAN IŞIK MİHRAÇ TOPÇU NAZLICAN YILDIZ SARYA ERDEM SÜLEYMAN BARIŞ KÖKSAL SÜMEYYE ŞÜKRAN ÖZKELEŞ TASARIM NAZİF MERT GÜDEK www.turuncusaglik.com

5


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

Merhabalar; Öncelikle tüm okurlarımızın mübarek Ramazan Bayramı’nı kutluyor,küçüklerimin gözlerinden büyüklerimin ellerinden öpüyorum.Eee bir de bayram hediyesi istiyorum izninizle... 7.sayımıza özel yediden yetmişe hitap eden bir içerik hazırladık sizlere… Umarım beğenerek ,severek ve de verdiğimiz tavsiye niteliğindeki bölümleri hayatınızda uygulamaya çalışarak bizlere en güzel bayram hediyesini verirsiniz. Bu sayımızda neler var bir göz atalım isterseniz:

6

İlk olarak ‘Nazenin Mısralar’ adında dergimize eklediğimiz edebiyat bölümünden bahsetmek istiyorum.Çeşitli meslek gruplarından edebiyat aşıkları ‘Turuncu Sağlık Dergisi’ çatısı altında toplanıp sizlere keyifli,keyifli olduğu kadarda bilgilendirici yazılar hazırlayacak bundan böyle.Edebiyat bölümü yazarlarımız Abdullah İncioğlu,Alim Gündüz,Betül Üstün,Emine Alaycı ve Süleyman Köksal’la bir an önce tanışıp kaynaşıp kaynaşmalı diyorum efendim… Onun dışında her zamanki gibi beslenme ve diyetetik konularımız pek çeşitli: Dyt.Batuhan Çıldır; beslenme ve egzersizin işbirliğinde nelere dikkat edilmesi gerektiğini , Dyt.Nazlıcan Yıldız;kalp damar hastalıklarından korunmak için diyette yapılması gerekenleri ,Dyt.Berna Eryılmaz; yazın alınan fazla kalorileri nasıl azaltabileceğimize dair tiyolarını bizlerle paylaşırken bir yandan Dyt.Aynur Altaş; dondurmayı enine boyuna inceledi.Dyt.Buğçe Çataltepe hazır Aynur Hanım dondurmaya değinmişken ben de sağlıklı dondurma tarifleri hazırlayayımda okurlarımız bu yaz iyice dondurmayı doysun dedi.

www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

Dyt.Sümeyye Şükran ;Ramazan Bayramı’nda nasıl beslenmemiz gerektiği ile ilgili tavsiyelerinden bahsedirken,taze Diyetisyen Büşra Doğan arkadaşımız staj döneminde karşılaştığı bir hayat hikayesini yüreklerimize dokunacak ve her okuyanın içinde mutlaka kendinden birşeyler bulacağı bir incelikle bizlerle paylaştı. Peki bitti mi?Hayır. Sevgili web tasarım sorumlumuz Dyt.Abdullah Aksoy Güneydoğu Anadolu Bölgesi dışında maalesef unutulan bir lezzet sayılan meyan kökü şerbetini,ve son olarak sevgili haber müdürümüz Dyt. Cansu Arslan Kanada’ya yaptığı gezi sırasında Kanada mutfağı hakkındaki görüşlerini aktardığı seyahat yazısını siz sevgili okurlarımız için kaleme aldılar. Bunlar dışında geçen sayımızda dergimize eklediğimiz ‘Üniversitelerden Haberler’ bölümü 7 için Beslenme ve Diyetetik Bölümü öğrencisi sevgili Zeynep Tafralı geçtiğimiz mayıs ayında Acıbadem Üniversitesi’nin düzenlemiş olduğu 6. Ulusal Yaşam İçin Beslenme Sempozyumu 1.Yaşam İçin Beslenme ve Spor Kongresi’nde bir öğrenci bakış açısıyla gözlemlerini ve öğrendiklerini kısaca aktarırken,Ebelik Bölümü öğrencisi sevgili Merve Akkaş 1.Ulusal Mucizenin Tanımı Ebelik Sempozyumu hakkındaki gözlemlerini ve öğrendiklerini bizlerle paylaştı. Herkese şimdiden keyifli okumalar diliyorum. Sağlıcakla kalın.

Dyt. Anıl ÖZTÜRK

www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

KALP DAMAR HASTALIKLARINDAN KORUNMAK İÇİN DİYETTE YAPILMASI GEREKENLER

8

Kalp damar hastalıkları giderek yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu durum ülkelerin beslenme alışkanlıklarıyla doğru orantılıdır. Gelişmiş ülkelerde ölüm nedenleri arasında birinci sırada kalp-damar hastalıkları yer almaktadır. Ülkemizde ise tüm ölüm nedenleri arasında kalp damar hastalıklarının yeri %43’tür. Tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de erişkinlerde başta gelen ölüm ve işgücü kaybı nedenidir. Hastalık riski 35 yaşın üstünde erkeklerde kadınlardan yüksektir ve sosyo-ekonomik olanağı yüksek olanlarda daha sık bir şekilde görülmektedir. Hastalığın oluşumunda etkili olan risk faktörleri arasında; yaş, cinsiyet, kalıtım, hipertansiyon, hiperkolesterolemi, trigliserid yüksekliği, iyi kolesterol düşüklüğü, kötü kolesterol fazlalığı, diyabet, şişmanlık, hareketsiz yaşam yer almaktadır. Sigara da risk faktörleri arasındadır. Serbest radikal oluşumuna neden olarak riskin artmasına zemin hazırlar. Kan damarlarımızı döşeyen hücrelerin zarlarında tahribata neden olan serbest radikaller; atardamarların sertleşmesine, kalınlaşmasına ve sonuçta kalp krizi ve felçlere neden olmaktadır.

www.turuncusaglik.com

Sigara bırakılınca riskin %50 azaldığı bildirilmiştir. Diyetin içeriği doğrudan kalp damar hastalıklarıyla ilişkilidir. Diyet proteinlerine yönelik yapılan çalışmalarda hayvansal kaynaklı proteinlerin riski arttırdığı bitkisel kaynaklı proteinlerin ise riski azalttığı bildirilmiştir. Fazla alınan karbonhidrat şişmanlık, diyabet ve aterosklerozise, hiperkolesterolemi ve hipertansiyona neden olmaktadır. Diyet yağının fazla olması aterojenik etki yapmaktadır. ( Aterojenik etkiyi damarlarda plak çökeltileri oluşumu arttıran ve hızlandıran etki olarak tanımlayabiliriz. )


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

Diyetin içeriğinin kalp damar hastalıklarının oluşumuna veya önlenmesine etkisini ayrı başlıklar halinde görelim: Doymuş yağ asitlerinin etkisi (tereyağ, içyağ gibi) Diyette doymuş yağlar karaciğerde çok düşük dansiteli lipoproteine dönüşerek dolaşıma geçer, LDL düzeyi artar, Apolipoprotein B yapımı artar.

Doymamış yağ asitlerinin etkisi Çoklu doymamış yağ asitleri ( Ayçiçek yağı, mısırözü, soya yağı, balık yağı) besin içindeki EPA-DHA lipid peroksidasyonu önler, doğal direnç oluşur. Yaşlılarda hastalık insidansını düşürür. Kan basıncını düşürür. Tekli doymamış yağ asitleri (zeytinyağı) LDL düşürür. Trombosit toplanmasını azaltır.

Diyet Kolesterolü Kolesterol diyetle alınmakta (ekzojen kolesterol) ve organizmada (endojen kolesterol) yapılmaktadır. Kolesterol fazla alındığında damar çeperlerinde kolesterol yerleşir ve birikir. Apolipoprotein B yükselir. Diyetle verilen kolesterol miktarı sıfırlandığında vücutta karaciğer endojen kolesterol yapmaya başlar. Diyet Posası Posa kolesterol yapımını azaltır, lipit düzeyini düşürür.

Mineraller

Kalsiyumun aşırı alınması kan kolesterol ve trigliserit düzeyini azaltır. Erkeklerde ve menopozdan sonraki dönemde kadınlarda, serum demirinin yüksek olması hastalık riskini artırmaktadır. Cu (bakır) yetersizliğinde kan kolesterol artar, HDL düzeyi düşer, hepatik kolesterol yapımı artar.

Vitaminler E vitamini; eritrositlerde peroksidasyonu (istenmeyen yönde bozulmayı, zararlı hale gelmeyi) önler. A vitamini; peroksidasyonu ve pıhtılaşmayı önler. C vitamini; kolesterolü düşürür.

www.turuncusaglik.com

9


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

Çay, kahve

Alkol

Kafein kalp hastalarının kontraksiyonunu artırır. Yeşil çaydaki polifenoller antioksidant olarak LDL oksidasyonunu önler.

Az alındığında HDL artar, kolesterol ve trigliserit düşer. Fazla alındığında trigliserit ve kan basıncı yükselir.

Kalp damar hastalıklarından korunmak için diyette yapılması gerekenleri başlıklar halinde sıralarsak:

10

Yağ azaltılmalıdır. Kızartmalardan kaçınılmalıdır. Yemekler susuz, az suda kapalı tencerede veya fırında pişirilmelidir. Etin yağlı kısımları, tavuğun derisi yenmemelidir. Etli yemeklere yağ ilave edilmemelidir. Şeker azaltılmalıdır. Reçel, bal, marmelat gibi tatlılar azaltılmalıdır. Kek, kurabiye, pasta gibi hamur işleri azaltılmalıdır. Kolalı içecekler, hazır meyve suları yerine taze meyve ve meyve suları tercih edilmelidir. Öğün aralarında tatlı yiyeceklerin yerine taze meyve ve meyve suları tercih edilmelidir. Çay ve kahve ile bunlara konan şeker miktarı azaltılmalıdır.

www.turuncusaglik.com

Posalı besinler daha fazla tüketilmelidir. Tam buğday ekmek tercih edilmelidir. Kurufasülye, nohut ve mercimek gibi posalı besinlerin yenilmesine özen gösterilmelidir. Her öğünde sebze ve meyve yenilmeye çalışılmalıdır. Günlük fiziksel aktivite arttırılmalıdır. (Örneğin, her gün en az yarım saat kendinizi yormayacak şekilde tempolu yürüyüş yapılmalıdır.) Stresten kaçınılmalıdır. Alkol kullanılmamalıdır. Sigara içilmemelidir.

Dyt. Nazlıcan YILDIZ


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

BESLENME İLE EGZERSİZİN İŞBİRLİĞİ

Sağlıklı yaşam biçimi davranışları, sadece bir hastalık ya da rahatsızlığı önlemeye yönelik olmayıp, bireyin genel sağlık ve iyilik durumunuda iyileştirmeyi amaçlar. Günümüzde, birçok sağlık sorunu, sağlığa ilişkin tutum ve davranışların olmayışı ve hareketsiz yaşamdan kaynaklanmaktadır. Beslenme durumları dikkate alındığında; öğün atlama, yeterli miktarda su ve süt içmeme, fastfood besin tercih etme gibi bazı yanlış alışkanlıklara sahip olmak, fiziksel aktivite durumları dikkate alındığında;inaktif yaşam tarzı ya da fiziksel yönden yeterli düzeyde aktif olmamak vücut kompozisyonunuzu ideale çevirememenize ya da ideale çevirdiğiniz vücudunuzu koruyamamanızı neden olur. “Öğünlerimi de atlamıyorum, yeterli miktarda suyumu da içiyorum, fastfood zaten tüketmem ama ideal kiloma ulaşamıyorum, zayıflayamıyorum, zayıflasam da bunu koruyamıyorum.” dediğinizi duyar gibiyim. Kilo vermeyi başardınız, hedef kilonuza indiniz ama kilonuzu korumakta zorlanıyor musunuz? Merak etmeyin yalnız değilsiniz. Hatta bazı bireyler için kilo korumanın, kilo vermekten daha zor olduğunu bile söyleyebilirim.

E peki fiziksel olarak aktif misiniz? Egzersiz yapıyor musunuz? Yoksa sizlerde egzersizi spor salonlarına gitmek sanıp “Ekonomik durumum yok olsada zamanım yok” diyenlerden misiniz? Diyelim ki uygun programla zayıflayarak ideal ağırlığınıza ulaştınız,peki bu ağırlığınızı inaktif yaşam sürerek koruyabilir misiniz? Tek başına diyet yaparak zayıflamak ve ideal ağırlığı sürdürmek güçtür. Vücut kompozisyonun korunmasında yeterli ve dengeli beslenmenin yanında düzenli egzersiz alışkanlığı ile sürdürülen bir yaşam biçimine ihtiyaç duyulmaktadır. Bedende birikmiş olan çoğunluğu yağdan oluşan ağırlığı harcayarak boya uygun ağırlığa inmek ve bunu yaşam boyu korumak enerjisi sınırlı diyet yanında beden hareketinizi artırmanızla mümkündür.Uzun bir sürede beslenmenizde fazla sınırlama yapmadan, kendinizi açlığa mahkûm etmeden, ölçülü ve dengeli beslenme ve hareketli yaşam biçimi kazanırsanız yitirilen ağırlığı geri almazsınız. Bu kurala uymaz da “Sıkı diyet uyguladım, zayıfladım, artık eski yeme sistemime dönebilirim” diye düşünürseniz verdiğiniz kiloları hızla geri alırsınız.

www.turuncusaglik.com

11


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

12

Ayağını yorganını göre uzat.” atasözünü tam anlamıyla yerine getiren vücudunuz siz az enerji aldığınızda vücuttaki enerji harcamanızı da ona göre azaltır. Enerjisi sınırlı diyetle birlikte beden hareketinizi artırırsanız, metabolizma hız kesmez, zayıflamanız daha kolay olur ve inilen uygun ağırlığınızı korumuş olursunuz. Bedeni hareketli tutmak bedeninizin kas kütlesini artırır, metabolizmanızı hızlandırarak şişmanlamayı önler ve iyi kolesterolünüzü artırırsınız. İlerleyen yıllara rağmen sıkı bir vücut istiyorsanız, kırışıklıklara ve sarkmalara meydan okumanın en güzel yollarından biri yine kas kütlenizi korumaktır. Çünkü yaşın artmasıyla paralel olarak iskelet kaslarımız azalır. Genç erişkinlerde vücut ağırlığının yüzde 40-50’sini oluşturan iskelet kasları, 75-80 yaşlarına gelindiğinde yüzde 25’lere kadar düşer. Egzersiz yaparak kendinizi formda tutmak, kas kütlenizi artırmak ve yağ kaybetmek istiyorsanız beslenme planınızıda kontrollü şekilde takip etmeniz gerekir.Bazı kişiler egzersizi bir spor merkezine gidip belirli bir süre spor yapmak olarak algılar ve buna ekonomik koşulların uygun olmadığı, vaktinin olmadığı gibi bahaneler ileri sürer. Beden hareketinizi artırmak sadece belirli bir süre spor yapmakla sınırlı değildir. Üç kilometreden daha kısa mesafeler için taşıta binmeyip yürümeyi tercih etmeniz, alışveriş yapılacak yer iki kilometreden kısa ise yürüyerek gitmeniz, her seferinde daha az şeyler almanız ve taşımanız, haftalık olarak pazarlarda alışverişte tekerlekli yürüyerek çekilebilen gereçler kullanmanız egzersiz yaptığınızı gösterir. Her gün en az bir saat tempolu yürüyüş yaptığınızdan emin olun. Yeterince yürümediyseniz, bilinçli olarak yürüyün. Yürüyüş işe gidip gelme şeklinde olabildiği gibi, sabah ya da akşam saatlerinde de olabilir. En azından günlük yemeklerden 1 saat sonra 30-45 dakika yürüyüş yapın. Unutmayın ne kadar yoğun bir hayatınız olsa da sağlıklı bir yaşamın en önemli şartı günlük fiziksel aktivitenizi arttırmakla olur. Sağlıcakla kalın.. Dyt. Batuhan Çıldır www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

YAZIN ALINAN FAZLA KALORILERI AZALTMANIN YOLLARI

Havalar ısındı, yaz geldi. Güzel enerjisiyle gelen yaz mevsimi, fazla kalorileri de yanında getirmeyi ihmal etmiyor tabii. Bütün kış evde geçirdiğimiz zamanın acısını çıkartmak için bolca dışarıda vakit geçirmek istiyoruz. Gezmek, eğlenmek, güneşin tadını çıkarmak hepimizin yapmak istediği ve fırsat buldukça yaptığı aktiviteler. Gezelim, eğlenelim bunda problem yok. Ancak nedendir bilinmez biz gezip eğlenmeyi her zaman yemek, içmekle kombine ederiz. Sanırım hem yemek kültürümüzden hem de bizleri tüketime iten toplum sisteminden. Bunu değiştiremeyiz belki evet ama kendi besin tercihlerimizi değiştirebiliriz.

13 Mesela en basiti bir mekana gidiyoruz; sohbet muhabbet ederken,yemeğimizi yiyelim yanında soğuk bir şeyler içelim.Eee üzerinede bir tatlı, dondurma iyi gider derken derkennn…Hoş geldin fazla kilolar. Şimdi ” Yemek yemeyecek miyiz, bir şey içmeyecek miyiz ,yaz gelmiş bir dondurma da mı yemeyeceğiz?” diyeceksiniz haklı olarak. Tabii ki yiyeceğiz ,burada dikkat edilecek husus şu; porsiyon miktarı, besin tercihi, tüketim sıklığı. Dondurma tercihimizi çikolata kaplı, külahlı veya soslu dondurmalar yerine haftada birkaç kez küçük porsiyonlarda sade dondurmadan yana kullanabiliriz. İçecek olarak yemeklerin yanında en iyi giden içecek hiç şüphesiz ayrandır. Kola, meyve suyu, soğuk çay, enerji içeceği gibi yüksek şeker içeren içecekler yerine ayran veya doğal maden suyu tüketimi çok daha doğru bir tercih olacaktır. www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

Bir kutu içecek ne kadar şeker içerecek sanki diyenlere şöyle çarpıcı birkaç örnek vereyim: 330 ml 1 Kutu Kola = 18 adet küp şeker 330 ml 1 Kutu Meyve Suyu = 16 adet küp şeker 330 ml 1 Kutu Soğuk Çay= 12 adet küp şeker içeriyor. (Not: Miktarlar ortalama olarak hesaplanmıştır. Ürünlerin çeşidi ve markasına göre küçük farklılıklar olabilir.)

Miktarlar görüldüğü üzere hiç de azımsanacak gibi değil. Bu ürünleri düzenli olarak belli miktarlarda günlük beslenmeye ek olarak tükettiğimizde zamanla kilo alımı kaçınılmazdır. Mesela her gün günlük besin ihtiyacının üzerine fazladan 1 kutu bu içeceklerden içen bir kişinin 1-1.5 ayda vücut kütlesinin 1 kg artış göstermesi beklenir. Bu yüzden bu tarz içeceklerin tüketiminin en aza indirilmesi kilo kontrolünün sağlanmasına yardımcı olacaktır.

14

Pekii neler tüketebiliriz birazda bunlardan bahsedelim: Dışarıda doğal maden suyu, ayran, süt, kefir tercih edebiliriz ,evde ise biraz daha çeşitleri arttırabiliriz. Ayranımıza nane; kefir, süt, yoğurdumuza meyve ilave ederek serinleten, yeni ve güzel tatlar elde edebiliriz. Maden suyumuza yine meyve dilimleri ilave ederek aroma katabiliriz. Kavun ve karpuz gibi bol sulu meyvelerde porsiyona dikkat edilerek tüketilirse güzel bir seçenek olabilir.

Aldığınız kaloriler az; güneşiniz bol olsun…

Dyt. Berna ERYILMAZ

www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

KANADA MUTFAĞINA MİNİK BİR SEYAHAT

İyice yerleşin koltuklarınıza lütfen , çünkü sizi Kuzey Amerika’nın en ucuna götürmeye niyetliyim. Dünya’nın 2. büyük ülkesi olan Kanada’nın yemek kültürüne biraz dokunacağız, yeni tatlar keşfedeceğiz. Beklemeden başlayalım: Hafif esintili bir sabaha uyandığınızda o güzel yemyeşil koşu parklarındaki yoğunluğu görüp enerjik olmamanız mümkün değil. Ancak kahvaltılarda yurtdışı algımızı pek değiştirmiyorlar. Tahıllı gevrekler ve hamur işleri sık tüketiliyor. Yanına bir kahve, çay ya da sıcak çikolata eşlik ediyor. Bazen sebzeli omletle kahvaltı yapanları

15

İyice yerleşin koltuklarınıza lütfen , çünkü sizi Kuzey Amerika’nın en ucuna götürmeye niyetliyim. Dünya’nın 2. büyük ülkesi olan Kanada’nın yemek kültürüne biraz dokunacağız, yeni tatlar keşfedeceğiz. Beklemeden başlayalım: Hafif esintili bir sabaha uyandığınızda o güzel yemyeşil koşu parklarındaki yoğunluğu görüp enerjik olmamanız mümkün değil. Ancak kahvaltılarda yurtdışı algımızı pek değiştirmiyorlar. Tahıllı gevrekler ve hamur işleri sık tüketiliyor. Yanına bir kahve, çay ya da sıcak çikolata eşlik ediyor. Bazen sebzeli omletle kahvaltı yapanlar

…ve geldik akşam yemeklerine Bir diyetisyen adayı olduğum zamandan beri farklı ülkelerin lezzetleri hakkında konuşmak, düşünmek, yeni tatlar keşfetmek yolculuklarımın en önemli anlarından biri oldu. Diyetisyen olduğumda da bu elbette değişmedi. Bu gözle bakınca Kanada Mutfağı kesinlikle bir sentez mutfak. Gerek topraklarının genişliği, gerek kültür çeşitliliği, gerekse damak tatlarındaki geniş yelpaze bu konuda büyük bir etken. Özellikle Amerikan, İngiliz, Fransız etkisi çok fazla. Ontario Bölgesi’ne bakıldığında da Alman Mutfağı’ndan lezzetleri görebilirsiniz. Biraz batı yanından bakalım dersek İtalyan lezzetlerinide eklememiz gerekir. Sık sık Çin lokantası da görüyorsunuz. Derken işte oluyor size ‘Sentez Mutfak’.

www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

Dünya’daki ormanların neredeyse yarısına sahip bir ülkenin mutfağında av hayvanlarının etini sık görmek bizi şaşırtmayacaksa neredeyse her yanı su olduğu için bir yandan da deniz ürünlerindeki çeşitlilik bizi bir o kadar şaşırtmayacak. Bizon, Kanada geyiği, domuz, sığır, buffalo sık tüketilen etlerden. Denizden tabaklara sık gelen besinler ise; ıstakoz, beyaz balık, göl balığı ve turna balığı. Bunlarda özellikle ıstakozu haşlanmış ya da ızgara şeklinde çok sık görüyoruz. Bu etlerin ızgarası yanında bol yeşillik ile servis ediliyor. Yani geleneksel mutfakları sebzelerden ve tahıllardan biraz uzak. Birkaç yaygın lezzetin içeriğine bakarsak bir Fransız esintisi olan ‘Rapie Pie’ den başlayabiliriz. Nişastası alınmış hamur kıvamında patates rendesi ile yapılan bir çeşit etli börek. Bir diğer meşhur etli börek ise ‘tourtieres’, ‘Poutine’ de gravy soslu, peynirli patates kızartması. Özellikle özel günlerde ise kızarmış tavşan, fırında keklik sofralarda yerini alıyor. ‘Pea Soup’ da başlangıçlarda olabiliyor İçeceklerden çavdar viskisi sık tüketiliyor. Domates sosu gibi ilginç içkileri de var. Alkolsüz seçeneklerde de Ladin Ağacı birası (evet bu alkolsüz), zencefilli gazoz farklı tercihlerden olabilir..

16

www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

Ve elbette Kanada’dan bahsederken Maple şurubundan bahsetmemek olmaz. Bildiğimiz akçaağacından yapılan bu şurup o kadar çok üretiliyor ve o kadar çok ülkeyle özdeşleşmiş ki bayraklarındaki yaprak dahi buradan geliyor. Dünyanın 1 numaralı üreticisi olmakla övünüyorlar. Tatlılarda özellikle waffle ve kreplerde bu şurup çok sık kullanılıyor. Karlı akçaağaç şurubu tatlısı bile var. -Bunu söyleyince canım ülkemin doğusunda buna benzer kar ve pekmez ile yapılan bir tatlı var söylemeden geçemeyeceğim. ‘Karla tatlı mı yapıyorlar?’ diye çokta şaşırmayın lütfen.Tatlı demişken tereyağlı tartları da, fıstık ezmeli, naneli çikolataları da tatmaya değer,unutmayın derim. İlginç bir ayrıntı da yemek yediğiniz restorana göre değişse de ‘bahşiş’ konusunda. Bu noktaya çok önem veriyorlar hatta hesabın %10-15 ‘i kadar olmalı diye oran bile duyabilirsiniz. Bir de öğrenci arkadaşlarım için önerim var: Toronto Üniversitesi’nin yakınlarındaki Collage Caddesi’nde istediğiniz çeşidi istediğiniz fiyata bulmanız mümkün. Aklınızda bulunsun derim. Sadece kıyısında kulaç atabildiğimiz bu mutfak ile ilgili yazımın sonuna ge

rken belirtmek isterim ki; Kanada bunca farklılığı içinde en güzel şekilde barındıran bir ülke. Cesur, bilime dönük, sanatsever, sporsever, yenilikçi, özgürlükçü, özgüvenli ve saygılı bir toplum. En önemlisi ne güzel ki insan olduklarının farkında olan bir toplum. Gönülden bir tebriği, bir selamı hak ediyorlar bence. Ve son tavsiyem de ruhunuza: Çoğumuzun Amerikalı olduğunu düşündüğü aslında Kanadalı olan Jim Carrey’den bir film izleyip eğlenin lütfen bugün ya da Kanadalı müzisyenlerden Celine DİON, Michael BUBLE’den bir parça armağan edin kendinize. Bunlarda benden size gelsin efendim. Bir gün yolunuzun düşmesini dilerim. Sağlıcakla kalın.

Dyt. Cansu ARSLAN

17

www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

UNUTULAN LEZZET : ‘‘MEYAN KÖKÜ ŞERBETİ’’

18

Asıl adı Glycyrrhiza Glabra olan bu mucizevi bitkinin halk arasındaki adı meyan kökü ve sıvı olarak tüketilen formu ise meyan şerbeti (Biyan Balı) olarak bilinir. Üretim olarak Türkiye’nin Dünya’da 3. sırada yer aldığı ve çok eski zamanlara dayandığı bilinen bu bitki eski çağlardan günümüze kadar birçok hastalığın tedavisinde kullanılmıştır. Yakın zamanlarda batılı devletler tarafından keşfedilmesinden sonra günümüzde unutulmaya yüz tutmuş ve birçok birey tarafından bu muazzam bitkiden yapılmış içecek halen tadılmamıştır. Hepinizin ‘’Bu mucizevi içecek nasıl yapılıyor, nelere iyi geliyor?’’ dediğinizi duyar gibiyim . İşte şimdi tamda bu noktalara değineceğim: Mayan kökü ülkemizde Trakya, Marmara ve Karadeniz Bölgesi’nin haricinde tüm Anadolu’da özellikle de sahil kenarlarında yetişir. Çoğunlukla Muş, Bingöl, Ağrı, Kars, Diyarbakır, Şanlıurfa illerinden ve en yaygın olarakda Fırat Nehri kenarlarında yetişir. Meyan kökünde nişasta, şeker, zamk, reçine, flavanoidler ve glisirizin bulunmaktadır. Glisirizin glikozit yapıda bir madde olup meyan kökünün etkili maddelerinden birisidir. Tadı şekerden yaklaşık 50 kat daha tatlıdır. Meyan şerbeti yani biyan balı olarak bilinen, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde vazgeçilmez ve serinleten Ramazan ayının içeceği olan, su yerine iftar vaktinde insanların oruçlarını açtıkları bu tat bölgenin tüm illerinde Ramazan ayının gelmesiyle her köşe başında seyyar satıcılar tarafından satılmaktadır.

Peki bu muzzam tadın sahibi meyan şerbetini evde yapmamız mümkün mü ?

www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

İşte sizler için daha önceden denenmiş meyan şerbeti tarifi Doğadan taze olarak toplanan meyan kökü su ile yıkanarak iyice temizlenir. Temizlenmiş kökler güneş altında kurutulur. Kurutulan kökler kabuğuyla beraber sert bir zemin üzerinde dövülerek lif haline getirilir. Tabi ‘’Bu kısmı biz nasıl yapacağız?’’ dediğinizi duyar gibiyim. Hemen karamsar olmayın, çünkü güvendiğiniz bir aktardan lif haline getirilmiş meyan kökünü temin edebilirsiniz. Elde ettiğimiz lif bir miktar karbonat ile yoğrulur. Mayalanması için üzerine bir miktar su konulur. 8 – 10 saat bekletilir. Meyan şerbeti esmer bir renk alır. Daha sonra buzdolabında bekletilerek soğuk bir şekilde servis edilir. Gelelim bu mükemmel içeceğin nelere iyi geldiğine : • Antiviral aktiviteye sahiptir. Aynı zamanda üst solunum yolları ve bronşit için mukolitik etkili göğüs yumuşatıcıdır. • Gırtlaktaki salgıyı seyrelterek daha az irritan hale getirir. Bu etkisinden dolayı ses kısıklığına iyi gelir. • Gastrit ve mide ülserinde tedavi edici olarak kullanılır. • İltahaplanmayı azaltmaya yardım eden iki steroid aldesteron ve kortizol üretimini stimüle eder ve prostoglandin sentezini de engellemez. Bu etki nedeniyle göz banyolarında kullanılır. • İçerdiği flavonoidlerden dolayı direkt olarak karaciğer koruyucu etkisi vardır.

19

Evet, son olarak gelelim meyan kökünün besin bileşimine: Besin Değerleri Porsiyon Boyutu : 10 gram toz Meyandan yapılmış Meyan Şerbeti

Kilojul

157kj

Kaloriler

37,5kcal

Protein

0g

Karbonhidrat

Dyt. Abdullah AKSOY

9,4 g Şeker

Yağ

7,04 g 0,01 g

Doymuş Yağ Tekli Doymamış Yağ Çoklu Doymamış Yağ

0g 0g 0g

Kolesterol

0 mg

Fiber

0g

Sodyum

5,48 mg

Potasyum

3,65 mg

www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

SERİNLETİCİ TATLI BİR ARA

DONDURMA

20

Yazın en sevilen tatlısı denilince ilk akla gelen o serinletici lezzetiyle kuşkusuz dondurmadır. Dondurma, besin değeri yüksek bir tatlıdır. Sütten yapıldığı için sütte bulunan besin maddelerini içerir. Kalsiyum ve protein kaynağıdır. A, B, C, D ve E vitaminleri ile kalsiyum, potasyum, fosfor, magnezyum, sodyum, demir ve çinko gibi mineralleri içerir. Dondurma içeriğindeki süt nedeniyle mikroorganizmalar açısından riskli bir besindir. Bu nedenle uygun tesislerde pastörize sütten hazırlanmış olanlar tercih edilmelidir. Taşımada soğuk zincirin kırılmamış olması da yine çok önemlidir. Satın alırken mutlaka etiket bilgisi okunmalıdır.

Gelelim dondurma yemenin inceliklerine;

www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

2 top sade/meyveli dondurma = 1 su bardağı süt + 1 porsiyon meyve • Üzerine ekstradan koyduracağınız fındık, fıstık ve soslarla kaloriyi 100-150 kalori kadar artırmış olursunuz. Aman dikkat! • Kilonuza dikkat ediyorsanız light olanları tercih edebilirsiniz. Yine külahını tüketmeyerek daha doğru bir tercih yapmış olacaksınız. (1 adet dondurma külahı= 1 dilim ekmek) • Akşam saatlerinden önce tercih edilmesi gerekir. • Şeker hastaları tatlandırıcılı olanları tercih etmelidir.

21

• Diğer şerbetli tatlılara kıyasla daha az kalori içerse de porsiyon miktarına dikkat edilerek tüketilmesi gerektiği unutulmamalıdır. • Haftada 2-3 defa ara öğün alternatifi olarak tüketilebilir. • Sade veya meyveli olanlar tercih edilmelidir.

Çocuklar tarafından da çok sevilen dondurma yüksek besin içeriği sayesinde onların büyüme ve gelişmelerine katkı sağlar. Süt ve süt ürünleri sevmeyen çocuklarda tercih edilebilir. Fakat kilo fazlası olan çocuklarda tüketim miktarına ve sıklığına dikkat edilmelidir. Dondurma tatlığıyla geçen bir tatil dilerim.

Dyt. Aynur ALTAŞ www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

BAYRAMDA NASIL BESLENMELİYİZ? Ramazan’ın bitmesine günler kala Ramazanda formunu koruyanlar Bayramda ne yemeliyim ne yapmalıyım da kilo almamalıyım diye düşünmeye başlamışken biz de biraz bayram beslenmesi hakkında bilgi verelim istedim. Ramazan ayı boyunca oruç tutan kişiler ana öğün sayılarının iki olması ve beslenme düzeninde meydana gelen değişiklikler nedeniyle Ramazan Bayramı’nda normal beslenme düzenine geçtiklerinde daha fazla yemek yeme eğilimine girerler,ancak bazı bireyler de kendilerini hala oruç tutuyor zannedebilir. Yani yeme alışkanlığımızda tabiri caizse bir ‘afallama’ olacağı kaçınılmazdır.Kısa aralıklarla gerçekleştirilen bayram ziyaretlerinde ısrarla ikram edilen kafeinli içecekler,çikolata,çeşitli hamur tatlıları,kızartmalar,sarmalar ve gazlı içeceklerin tüketimi artar.Bir de siz de benim gibi eti çok seven bir bölgede yaşıyorsanız yağlı et yemekleriyle nefsinizin sınırlarınızı zorlayacaksınız demektir.Bayramda beslenme düzenimizin değişmesi ve aşırı yemek yemeye bağlı olarak bayram sonrası bazı problemler kaçınılmazdır;bunlardan en sık karşılanılanı ise mide ve hazımsızlık problemleridir. Bayramda önümüze çıkacak kalori tuzaklarını bilmek ve bu özel günlerinizi kabusa çevirmek istemiyorsanız bu önerilere kulak verin derim :)

22

1-)HAFİF BİR KAHVALTIYLA GÜNE BAŞLAYIN VE ÖĞÜN ATLAMAYIN! Ramazan boyunca en çok özlediğimiz öğün olan kahvaltıda peynir,zeytin,domates,yumurta,salatalık,yeşillik ve tatlı isteğinizi sabit tutmak için meyve marmelatı yada az miktarda pekmez tercih edebilirsiniz.Kan şekerinizi dengede tutmak ve sindirim sorunu yaşamamak için beyaz ekmek yerine tam buğday ve çavdar ekmeği iyi bir tercih olacaktır. 2-) Hamurlu,şerbetli tatlılar ve çikolata yerine sütlü tatlılar tercih edilmelidir ve bu durumda günlük beslenme programımızdan ekmeği çıkartmalı ve meyveyi yarıya indirmeliyiz. 3-) Besinler iyi çiğnenmeli,azar azar ve sık sık yenmelidir.

www.turuncusaglik.com

4-) Bayram ziyaretlerinde kontrolü elde tutabilmek için evden çıkmadan önce yağsız yada yarım yağlı süt ürünleriyle beraber tüketeceğiniz badem,ceviz,fındık gibi yağlı tohumlar veya çantamızda bulunduracığınız kuru kayısı gibi kuru meyvelik atıştırmaları hem pratik olacak hem de size sunulan ikramlarda kontrolü elden bırakmamaya kolaylık sağlayacaktır.


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

5-)KAFEİNLİ İÇECEKLERE DİKKAT Kafein bombardımanına tutulacağınız bayram ziyaretlerinde miktarlara dikkat etmeli,mümkün olduğunca limitler aşılmamalıdır.Çarpıntı,su içmemeye bağlı baş ağrısı,uykusuzluk gibi sorunları da doğurabilecek sorunlarla karşılaşmamak için günlük su alımınızı korumaya,kafeinli içecek tüketimine dikkat etmeye,kuşburnu,yeşil çay gibi bitki çayları tüketmeye gayret göstermelidir. 6-) Sıcak havalara denk gelen bayram günlerinde günlük 2,5-3 lt su tüketimine dikkat edilmelidir. Ayrıca yine yeşil çay tüketimine devam edersek metabolizma hızımızı arttırmış ve iştah kontrolü sağlamış oluruz. 7-) Diyabet,kalp hastalıkları,yüksek tansiyonu olan bireyler ve özel bir beslenme tedavisi uygulayanlar bayram boyunca da diyetlerini bozmamaya gayret etmelidir. 8-) Çocuklar boş kalori deposu olan bayram şekerlerinden gereğinden fazla tüketmemeli,kontrol anne babaları tarafından sağlanmalıdır. 9-) Antioksidan alımı,meyve ve sebze tüketimi arttırılmalıdır.(Toplam 5 porsiyona kadar ) 10-) Her ne kadar bayram ziyaretlerinden dolayı

zor olsa da egzersiz yapmaya özen göstermelidir. Araba yada toplu taşıma kullanmak yerine bayramda da gidilecek yerlere yürüyerek gidilmeli,asansör yerine merdiven kullanmalıdır. 11-) Bayramda sindirim sorunlarınız için aç karnına oda ısısında akşamdan 1 dilim limon,taze nane yaprağı ve bir bardak su içebilirsiniz.Yemek sonrası papatya,rezene,adaçayı,nane çayı gibi sakinleştirici çaylar da tüketebilirsiniz. 12-) Salatalarınıza ekstra yağ ve sos eklemeyin,her öğünde salata bulundurun. 13-) 10 tane yaprak sarma yerseniz öğününüzden 2 dilim ekmek azaltın. 14-) 1 dilim börek için öğününüzden 2 dilim ekmek+1 dilim peynir azaltın. 15-) Yiyeceğiniz bir dilim baklavanın 1 öğün kadar kalori içerebileceğini unutmayın. ŞEKER TADINDA BAYRAMLAR SAĞLIKLA KALIN..

Dyt.Sümeyye Şükran ÖZKELEŞ

www.turuncusaglik.com

23


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

YAZA LİFLİ – BUZ GİBİ DİYET DOSTU DONDURMALARLA GİRELİM Mİ ? Beslenmeyi bir akıntı gibi düşünün. Ucu bucağı belli olmayan , üstü dümdüz olsa bile altının birçok şeyle dolu olduğu bir akıntı .İlk zamanlar yaptığınız hatayı görmek zordur akıp gider ve genelde sorunsuzdur. Asıl göründükleri zaman havzaya döküldüğü vakit ; yani yaşlandığınız zamandır. Arada dinlenmek , benim tabirimle kancayla tutunmak , oyalanmak hep iyi gelir. Minik masum molalardır tabi bunlar, asla akıntıyı kirletecek kadar olmamalıdır .Yinede ne kadar masum ve bilinçli olursa o kadar iyi olur.

24

İşte bu yüzden elimden geldiğince kalorili ve zararlı şeylerin alternatiflerini yapıp sunmaya çalışıyorum sizlere. MUZLU DONDURMA Malzemeler 5 yemek kaşığı yulaf kepeği 1 muz ½ su bardağı light süt 1 yemek kaşığı bal Yapılışı : Yulaf kepeğini oda sıcaklığındaki sütün içine koyun ve 5 dakika kadar bekletin ( oda sıcaklığı kepeklerin ağıza gelmemesi için önemli ) Daha sonra muzları çatalla ezin . Geniş bir kapta muz sütlü yulaf kepeği karışımı ve balı karıştırıp derin dondurucuya atın . Yaklaşık 3 saat sonra dondurma kaşığı ile porsiyonlayıp servis edebilirsiniz. www.turuncusaglik.com

Bu sayıda normal dondurmanın alternatifi olabilecek , şekersiz , soğuk ve lifli iki dondurma hazırladım. Hem tatlımı yiyeyim serinleyeyim , hem diyetim bozulmasın sağlıklı kalayım diyorsanız alttaki lifli dondurmalarıma bir şans verin derim.


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

Bu yaz harika geçsin !!! ŞEFTALİ VE VİŞNELİ DONDURMA Malzemeler 5 yemek kaşığı yulaf kepeği 1 orta boy şeftali 10 -12 adet vişne 1 yemek kaşığı tepeleme yoğurt 1 yemek kaşığı bal Yapılışı Yulaf kepeğini oda sıcaklığındaki yoğurdun içine koyun ve 5 dakika kadar bekletin ( oda sıcaklığı kepeklerin ağıza gelmemesi için önemli . ) Şeftali , yoğurt ve yulaf kepeği karışımı ile balı mixerize edin . Son olarak zevkinize göre vişneyi doğrayıp bu karışıma ekleyin. Geniş kaba koyduğunuz karışımı 3 saat derin dondurucuda bekletip , dondurma kaşığı ile servise hazırlayabilirsiniz . Öğr. Dyt. Buğçe ÇATALTEPE

www.turuncusaglik.com

25


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

BİR BAŞARI ÖYKÜSÜ BİR HAYAT ÖYKÜSÜ: MERYEM ANNE Merhabalar Turuncu Sağlık Dergisi’nin sevgili okurları… Dergimizin bundan sonraki sayılarında, geçtiğimiz aylarda 4 senelik eğitim-öğrenim hayatını tamamlamış ama hayatı boyunca ilme doymayacak bir diyetisyen olarak sizlere bir şeyler anlatmaya çalışacağım. Bir diyetisyen olarak kaleme alacağım ilk yazım ise Meryem Anne olsun istedim. Meryem anneyi küçük kızı vasıtasıyla staj döneminde tanıdık. Betül , 4 yaşında kesin tanısı epilepsi olmakla birlikte serepral palsi ve NCL(Nöronal Seroid Lipofusinozis)’nden de şüpheleniliyormuş. Küçücük yaşında bu kadar derdi yüklenmiş Betül ama arkasında öyle bir annesi var ki.. İşte Meryem Anne’nin kapısını çaldığımızda sorduğumuz sorularla öğrendik hikayesini. Handan hocamız hep derdi: ‘Bırakın danışanınız size anlatsın her şeyi, sorduğunuz doğru sorularla aslında sizler onlardan çok şey öğreneceksiniz!’. Derdimiz Betül’dü, ama ilmimiz Meryem Anne oldu.

26

Meryem anne aslında ilk defa karşılaşmamış bu epilepsi hastalığı ile. Betül’ün abisi de epilepsi hastası imiş ve ancak 11 yaşına kadar yaşayabilmiş. Oğlu ilk defa bu tanıyı aldığında, ne yapacağını şaşırmış ama ne olursa olsun hiç bırakmamış çocuğunun elini. İşte tamda burada başlıyor ya hikaye. İlk önce Hacettepe Üniversitesi’ne gidip tıbbi çarelere başvurmuşlar. Epilepsi (Sara hastalığı) masum bir hastalık olmamakla birlikte bazen beslenmeyi de olumsuz olarak etkileyip özellikle yutma da güçlüğe neden olabilen bir hastalık. Meryem Annemiz Hacettepe’deki hocalarımızın anlattığı her şeyi not etmiş ve söylenen her şeyi uygulamaya başlamış. Biz ona beslenme tekniklerini anlatmak istediğimizde ben zaten biliyorum deyip hayran bıraktı bizleri kendine. Sonra öğrendiklerimizde ise gözyaşlarımıza hakim olamadık. Meryem anne, her geçen gün oğlunun halini gördükçe dayanamamış bu duruma ve kocaman yüreğe sahip annemiz anlamadığı halde tıp kitapları okumaya başlamış, belgeseller izleyerek acaba bir çare bulabilir miyim derdine düşmüş. “Lorenzo’nun Yağı” filmini sayamayacağı kadar çok izlemiş. www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

Neden bu filmi izlediğini sorduğumuzda ise ‘Ordaki annenin psikolojisini anlamaya çalıştım ve belki bende çocuğuma faydalı olurum.’ dedi bizlere. Bir kez daha düşünüyor insan :”Annelik neydi, peki bizim gün içerisinde yaşadığımız ufacık dertler gerçekten abartmaya değer miydi?”. Daha bitmedi ,evet yıllar önce Handan Hoca’mızın kapısını aralamış Meryem Anne, hocamızdan oğlu için tarifler öğrenmiş, “Daha besleyici nasıl yemekler yapabilirim?” sorusunun cevabını aldıktan sonra kendisi tarifler oluşturmaya başlamış. Ama yazımın başında da bahsettiğim gibi maalesef ki Betül’ün abisi 11 yaşına kadar yaşayabilmiş. Sonrasında dünyalar güzeli Betül dünyaya gelmiş. Meryem anne Betül doğduğunda abisine olan benzerliğinden dolayı çok korkmuş, aynı şeyleri Betül de yaşayacak diye. Anne yüreği ya hisseder.. Betül 2 yaşındayken geçirdiği soğuk havale sonucu 6 ay komada kalmış. 6 ayın sonunda uyandığında başını, kollarını ve ayaklarını hareket ettiremiyormuş ve epilepsi hastalığı tanısı konulmuş Betül’e de. . Ama Betül öyle güzel bir aileye sahip ki. Ailesinin destekleri, sevgisi sayesinde küçücük yaşında omzuna binen bu kocaman yüklere rağmen şu an normal bir çocuktan pek de farkı yok bizim gözümüzde. Nasıl mı? Annesi onu o kadar güzel besliyor ki ;şu an için normal kilosunda. Betül, gördüğü fizik tedaviler sayesinde şu an başını yaşıtlarıyla aynı şekilde hareket ettirip kullanabiliyor. Aynı zamanda bacak hareketleri gelişmiş. Hatta bacak bacak üstüne atıp keyif bile yapıyor. Bizler inanıyoruz ki; Betül bir gün ayağa kalkıp yürüyecek. Hatta Handan hocamıza söz verdi Betül. Bir gün o da “Beslenme ve Diyetetik” bölümünü kazanıp Handan Hoca’mızın öğrencisi olacak. Handan Hoca’mızı size biraz bahsedecek olursak; kendisi Atatürk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümünde öğretim görevlisi. Staj dönemimizde çocuk stajında bizlerle beraber.Kendisini ayaklı kütüphane olarak nitelendirebilirim sizlere. Bilgisine saygı ve hayranlık duyduğum sevdiğim bir hocamdır. Ben sizlere dilim döndüğünce Meryem Anne’yi anlatmaya çalıştım. Tabi ki onların yaşadığı hayatı sizlere ne kadar anlatmaya çalışsamda yetersiz kalırım. Meryem anne şu an kendiyle aynı durumu yaşayan bazı annelere de örnek olmuş durumda. Bir whatsapp grubu kurmuşlar, duydukları her güncel bilgiden birbirlerini haberdar ediyorlar.Meryem Hanım’a anne dememin sebebi ise; çocukları için bu kadar çabalayan, fedakarlık eden aynı zamanda Betül için benim çocuğumun hiçbir engeli yok diyen bir anneye ne desek az gelir. Biz de onu 2. bir anne olarak kabul ettik. Annelik öyle güzel bir makam ki. Mesele dünyaya bir çocuk getirmek değil çünkü. Herkes anne olamıyor maalesef. Annelik duygusu bambaşka bence.

27

Çocuğunuzu her şeyiyle kabul edip sevginizi en iyi şekilde gösterdiğinizde emin olun maddiyatın hiçbir değeri kalmıyor. Anneler ve anne adaylarına söyleyebileceğim şey ise çocuğunuzu her haliyle kabul edin. Sağlığında problem olan çocuğunuzu ötelemeyin. Aslında onlar özel çocuklardır unutmayın. Başta kendi annem ve Meryem anne olmak üzere tüm annelerimize iyi ki varsınız diyorum. Sevgilerimle.. Dyt. Büşra DOĞAN

www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

ÜNİVERSİTEDEN HABERLER KONGREDEN KALANLAR... Bizim mesleğimiz her zaman yenilenen, güncellenen bir meslek grubu. Bu nedenle sürekli kendimizi geliştirmeli, okumalı, araştırmalıyız. İnsanlığa daha çok faydalı olabilmek için her daim doğru bilginin peşinde olmalıyız. Bu yüzdendir ki ülkemizde ve yurt dışında sürekli Beslenme Ve Diyetetik Kongreleri, sempozyumları, çalıştayları düzenlenmektedir. Bende sizlere bu yazımda Mayıs ayında Acıbadem Üniversitesinin düzenlemiş olduğu 6. Ulusal Yaşam İçin Beslenme Sempozyumu 1. Yaşam İçin Beslenme ve Spor Kongresi’nde bir öğrenci bakış açısıyla gözlemlerimi ve öğrendiğim önemli bilgileri aktaracağım, hatta yer yer eleştireceğim. Temel konularından biri ‘Yaşam Boyu Obezite Yönetimi’ olan kongrede en çok bilinmesi gereken ve herkes tarafından bilinmesi gerektiğini düşündüğüm bilgilerden başlayabilirim yazıma:

28

Obezite endoplazmik retikulum stresine neden olur ve obez bireyler zamanla akciğer elastikiyetini kaybederler. Obezlerde ilaçların yararlanımı normal kişilerden daha farklı olur.

Endokrin bozucu kimyasallar genellikle obezojenik kimyasallar olarak adlandırılırlar. Fitoöstorojenlerden genisteinin erkeklerde endokrin bozucu etkileri vardır.

Kilo vermesi durmuş kişilerde yağı azaltmak yerine 3 öğün beslenme yapmak daha etkili olabilir. Vücut açlığı görmüş olur ve sürekli insülin salgılanmasının önüne geçilir.

Hızlı kilo kayıplarında endokrin bozucular daha hızlı etkileştiği için toksisitesi daha fazla olabilir. Enerji harcama ve alma arasındaki pozitif denge adipoz doku tarafından yönetilemez hale gelir.

Hasta uzun süre açlık yaşadıysa o açığı kapatmaya çalışmalıyız ve katabolizmanın daha aşağı çekilmesini engellemeliyiz. Adipoz doku lipofilik kimyasallar için de depodur. Fazla kimyasal depolanması adipoz dokunun normal işleyişine müdahil olduğu için işleyişi bozarak obezite başta olmak üzere birçok hastalığa sebebiyet verir. Yapılan çalışmalar fertilite, tiroid-steroid bozukluklar ve kanser ile ilişkilidir.

Kimyasallara maruz kalmamak için sebze ve meyvelerin kabuklarının derin soyulması gerektiği, soyulamayanlarda ise su altında fırçalanarak yıkandıktan sona yüzeyi tülbent yardımıyla silinmelidir. Marul, lahana gibi katmanlı yiyeceklerin dış kabuklarının atılması gerektiği söylenmektedir. Vücudumuzda toplam hücre sayısından 10 kat daha fazla bakteri hücresi vardır. Dünyada anne sütü içmede 90. sıradayız. Antibiyotikler mikrobiyotayı değiştirirler, bizim için yararlı olan mikroorganizmayı yok ederler. Bu durum bağışıklık sistemini baskılar, kolon kanserine yatkınlığı arttırır, alzheimer, otizm ve obeziteye neden olur. Depresyon ve hastalık hastası olma riskini iki kat artırır.

www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

Alınan kalorinin vücuda etkisi de kişinin mikrobiyotasına bağlı olarak değişebilir. Yani 2000 kalori beslenen iki kişiden birinde 2000 kalorilik yaralanma olurken diğerine 2500 kalori almış etkisi yapabilir. Yüksek proteinli diyetler mikrobiyotayı olumsuz etkiler. Glutensiz diyet yapanlarda (herhangi bir hastalığı olmayıp) sağlıklı bağırsak bakterileri azalıp zarar vericilerin sayısı artar. Probiyotikler antibiyotiklerin zararlarını tamamen yok etmezler ama azaltırlar. Amerikada antibiyotiğin yanında probiyotik yazılmaktadır. Probiyotiklerin yararlı olup olmadığını anlayabilmek için 3 hafta kullanılmalıdır. Yoğurt mayalarken probiyotik eklemek isteyenler ilk başında koymamalıdır, daha sonra eklenip karıştırılmalıdır. Çünkü probiyotik bakteriler 37°C de çoğalıp faaliyet göstebilirler.

Ketojenik diyetler bazı hastalık durumlarında kilo verme direncinin kırılması için 1-2 ay gibi süre uygulanabilir daha sonra normal diyete geçilmelidir. Sağlığa uzun süreli etkileri bilinmediğinden zayıflama yöntemi olarak kullanılması ve sağlıklı beslenme şekli olarak anlatılması sakıncalıdır. Bariatrik cerrahiden sonra ilk 1 yıl ketojenik diyet iyi gitmektedir fakat 18 aydan sonra çeşitli hastalıklar görülmeye başlanıyor. Arginin ve lizinin insülin salgısını artırıcı etkisinden dolayı hiperinsülinemiye neden olurlar. 1 yıl uygulamadan sonra bazal metabolizma hızını azalttığı saptanmıştır. Her yerin bilgi çöplüğü olduğu günümüzde çok araştırıp öğrenmeliyiz. Bir bilginin doğru olup olmadığını öğrenebileceğimiz internet siteleri de bulunmaktadır. Ülkemizde www.teyit. org sitesinden bir bilginin doğruluğunu araştırabiliriz. www.turuncusaglik.com

29


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

Kongre salonunun dışından bahsedecek olursak:

30

Kongrenin hem öğrenciler için hem öğrenci olmayan diğer katılımcılar adına çok pahalı olduğunu düşünüyorum. Neredeyse yapılan her kongre gibi. Parası olmayanın öğrenmeye hakkı yokmuş gibi adeta.Günümüzde maalesef asgari ücret düzeyinde çalışan diyetisyenlerin olduğu gerçeği görmezden gelinmemeli. Eğer amaç yeni bilgiler öğrenip paylaşmaksa her şeyin bu kadar lüks olmasına gerek yok.

sıcak bakmadığım uygulamalar daha detaylı anlatıldığı için önyargılarım kırıldı ve araştırıp daha iyi öğrenmeye karar verdim. Fakat her katılmak isteyen ürünün katılabilmesini etik bulmuyorum. Bizim normalde insanlara önermediğimiz, sağlığa zararları olduğu her fırsatta dile getirilen, en azından zararsız olduğu kanıtlanmamış ürünlerin bu denli yoğun katılımlı sağlık kongrelerinde yer almaması gerektiği düşüncesindeyim.

Bazı kişiler hem kongreye hem kurs programına kayıt yaptırmış ve ikisine de ayrı ayrı ücret ödemiş olmalarına rağmen iki programda aynı gün aynı saatte farklı salonlardaydı. Hem kongreyi dinlemek isteyen hemde kursa katılmak isteyen kişilerin hakkı gözetilmedi. Eğer ayrı ücret alınılabiliyorsa ,programlar da ayrı ayrı dinlenilebilmeliydi. Kurulan standlarda farklı markalar, mesleğimizi ilgilendiren diyetler, testler vardı. Daha önce hiç duymadığım markaları, alternatif ürünleri tanıyıp deneme fırsatı buldum. Bu tanıtımlarda

Uydu sempozyumunda bir mühendis amcamızın söylediği gibi:” Boğazımızdan doğal yollarla geçen her yiyecek doğal besin değildir.” Paketli yiyecekleri tüketirken etiket okumaya dikkat etmeliyiz, sağlığımıza doğrudan ve ya dolaylı olarak zarar veren maddelerden uzak durmaya çalışmalıyız.

www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

4 gün boyunca dolu dolu bilgilerle geçen güzel bir program oldu.Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Son olarak da bir bahaneyle İstanbul’a yolunuz düştüyse boğaza karşı çay içip ruhunuzu dinlendirmeyi, eski dostlarınızla bir kahve eşliğinde muhabbetle demlenmeyi ihmal etmeyiniz derim. Zeynep TAFRALI

www.turuncusaglik.com

31


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

1.ULUSAL MUCİZENİN TANIKLARI EBELİK SEMPOZYUMU Merhaba Turuncu Sağlık Dergisi okurları; Sizlere 1.ulusal mucizenin tanıkları ebelik sempozyumunun içeriğinden bahsetmeden önce kısa bir şekilde kulübümüzden bahsetmek istiyorum. Kulübüz ebelik, beslenme diyetetik ve çocuk gelişimi bölümleri öğrencileri olarak mesleğimize ışık tutacak: bilimsel düşünceyi geliştirmek ,teşvik etmek ,bilgi ve becerilerimizi arttırmak ve fakültemizde farkındalık yaratmak amacı ile kuruldu. Kulübümüz bir akademik danışman, bir başkan, iki başkan yardımcısı olmak üzere 374 üyeden oluşmakta. 2016 Kasım ayında kurmuş olduğumuz kulübümüzün adına bir ilki gerçekleştirmiş olmaktan dolayı gururluyuz. Sempozyum ile fakültemiz ebelik öğrencilerini ve ebe meslektaşlarımızı bir araya getirerek bilimselleşmek, mesleğimize daha güçlü ellerle sarılıp gücümüzü daha net ortaya koymayı amaçladık.

32

15 mayıs pazartesi günü Atatürk Üniversitesi Mavi Salonda gerçekleştirmiş olduğumuz sempozyumumuza etkili, eğlenceli ve gümbür gümbür anlatımıyla Eskişehir Osmangazi Üniversitesi öğretim üyesi, aynı zamanda Türk Ebeler Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Fatma Deniz Sayıner “Doğumda Ebe Desteği” ve sakin, huzur veren sesiyle İstanbul Florence Nightingale Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Gülay Rathfisch “Pozitif Doğum, Doğal Doğum” adlı konferansları ile sempozyumumuza konuk oldu. Sempozyuma yaklaşık olarak 250 yi aşkın katılım gerçekleşti ve bilimsel organizasyonlara teşvik amacı ile sempozyum sonunda katılımcılar arasından yapılan çekiliş sonucu iki arkadaşımız 2017 Amasya’da gerçekleşecek olan 5. Uluslararası- 9. Ulusal Ebelik Öğrenci Kongresine gitmeye hak kazandı.

www.turuncusaglik.com

Son olarak şunları söylemek istiyorum, başkanlığını yürüttüğüm Küçük Dokunuşlar Kulübü’nün tüm yönetim kurulu üyeleri olarak inanç, sevgi, saygı, değerleri ile yola çıktık. Sempozyum süresince çok yorulduk, derslerimizden, sosyal aktivitelerimizden, uykumuzdan ve en önemlisi ailemizden feragat ettik. Çünkü biliyoruz ki :“ Sanat Altın Bileziktir.” Mesleğimizi sevelim ve her zaman mesleğimiz için dinç ve dinamik olalım. Tüm okurlara sevgilerimi sunuyorum. Merve AKKAŞ


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

NAZENİN

MISRALARI

33

33

www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

ÜÇ KAPI İSTANBUL...

34

Şehirlerin kapıları vardır, o kapılardan geçmeyenler aslında o şehre tam olarak girmiş sayılmazlar. İstanbul’a girmek isteyenler üç ayrı medeniyetin, üç ayrı kapısından geçip zaman içinde küçük bir yolculuk yaparak girebilir ancak bu kadim şehre. İşte o zaman bu yaşlı kentin başından neler geçtiğine dair izleri görmüş olurlar. Bu şehrin kuruluş öyküsü hayli ilginçtir. Buyurun, birlikte girelim: İlk çağda Byzas adlı genç, kabilesi için yerleşecek bir yer aramaktadır. Kâhinler ona: ‘Sen’ derler, ‘Körler ülkesinin karşısına yerleşeceksin.’ Byzas kabilesini alıp koyulur yola ve teknelere binip kürekleri uzun süre çektikten sonra kendilerini Sarayburnu’nda bulurlar. Byzas bakar bir yanda güzeller güzeli Sarayburnu diğer yanda ise şimdiki Kadıköy’ün bulunduğu Khalkedon. Khalkedon yerleşimi Sarayburnu’ndan daha eski dönemlere dayanmasına rağmen henüz Sarayburnu keşfedilmiş değildir. Byzas, ‘Şu karşıdaki kentin sakinleri kör olmalılar, böyle güzel bir yer varken gidip oraya yerleşmişler. Kâhinlerin dediği doğruymuş, ben buraya yerleşeceğim.’ der. Tarihi yarımada üzerinde Byzantion adında ilk İstanbul yerleşiminin tohumları atılmış olur. Tarih M.Ö 660’lı yıllara demir attığında Byzas tarafından 10 kilometrekarelik alanda (Topkapı sarayından küçük bir alanda) kadim başkent İstanbul kurulur.

www.turuncusaglik.com

Üç ayrı kapıdan bahsettik ve dedik ki : O kapılardan geçmeyenler aslında İstanbul’a girmiş sayılmazlar. Haydi, ilk kapıdan geçelim. Antik Roma Dönemine gidelim yani Hristiyanlık öncesi Roma Dönemi. Antik Roma’dan kalma hipodrom meydanının kapılarından geçelim. At yarışlarının ve gladyatör müsabakalarının yapıldığı 100.000 kişilik bir stadyumdayız. Günümüzün Sultan Ahmet meydanındayız. M.S 200’lü yılların ilk çeyreğindeyiz etrafımıza baktığımızda deniz kenarında imparatorluk sarayı var ve şimdiki Sultan Ahmet Camii’nin bulunduğu yerde duruyor. Tam karşısında Romalıların ‘Altın Şehir’ diye tarif ettikleri bir yer var. Altın Şehir’ in sahilinde bir kule var. Kıyıdan uzakta duruyor. Biraz daha dikkatli bakarsanız boğazı kontrol etmek için bu kule ve Sarayburnu arasında, iki yakaya çekilen zincirleri görebilirsiniz. Bu kule tanıdık geliyor bize, evet çok tanıdık. Evet evet burası Kız Kulesi ve Üsküdar’ı izliyoruz. Bu üç komşu yapı İstanbul’un ilk sakinlerinden. Devam edelim... Kafamızı kaldırıp baktığımızda karşımızda surlar görünüyor Sirkeci’den Sarayburnu’na kadar. Antik Roma’daki yolcuğumuzu bitirmek üzereyiz, hatta bitirmeliyiz. Burada sular günümüzdeki kadar durgun değil.


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

Hızlıca ikinci kapıya yöneliyoruz, Doğu Roma kapısının önündeyiz. Şüphesiz dünya üzerinde kurulmuş medeniyetlerin mimari açıdan en zengin olanı. Buradaki yolcuğumuz uzun sürecek. Kapıdan geçtiğimiz de bizi dev bir sütun karşılıyor. Romalıların porfir dediği kırmızı granitten bir sütun. Yaklaşık 60 metre yüksekten selamlıyor bizi, tepesinde Apollon heykeli var. İmparator Konstantin tarafından Batı Roma’nın başkenti Roma’da ki Apollon Tapınağı’ndan şehre getirildiğinde, tarih M.S 300’ü göstermekteydi. Evet, Çemberlitaş Sütunu’nun yanındayız. Çemberlitaş bir şeyleri susuyor gibi duruyor. Sanki yıllardır biriktirdiklerini susuyor. Devam edelim… Karşımıza çıkan başka bir sütun, Markanios sütunu, bizim bildiğimiz ismi ile Kıztaşı. Tarih, M.S 452’ye demir attı. Bu sütun hakkında ilginç efsaneler anlatılıyor,

tılsımlı olduğu hakkında söylentiler var. Vaktimiz kalırsa geri dönüp dinleyebiliriz. Devam ediyoruz… Karşımızda devasa boyutlarda bir kemer var. Yaklaşık 25 metre yüksekten bakıyor bize ve bir o kadar da zarif duruyor. Nazenin bir bayanın belini saracak kadar zarif. Bu bir su kemeri, İmparator Valens tarafından yaptırılan Valens Kemeri. Bizim aşina olduğumuz adı ile Bozdoğan Kemeri. Tarih M.S 453 ve bu muazzam kemer şehrin su ihtiyacını karşılıyor. Yola devam… Antik Roma’dan kalan hipodromdan geçiyoruz ,bazı değişiklikler gözümüze çarpıyor. Hipodromun tam orta yerinde yaklaşık 30 metre yüksekliğinde bir taş var ve üzerine bilmediğimiz dilde bazı simgeler işlenmiş. İmparator Konstantin tarafından Mısır’dan getirildiği söyleniyor. Evet, bu obelisk, yani Dikili Taş. Bu taşın hikâyesi

Mısır’da başlıyor. Bu taş yatağından çıkarıldığında tarih M.Ö 1500’lü yıllarda seyir etmekteydi. Mısır firavunu III. Thutmose, kendi yaptırdığı tapınağının kapısına ikiz olan 35 bu dikili taşlardan diktirmişti. Doğu Roma İmparatoru birisini Konstantin’e getirtmiş. Biraz detaylı bakınca Dikili Taş’ın kırmızı granit olduğunu görüyoruz. Romalılar graniti çok severler, hatta o kadar severler ki hamile eşlerinin granitle kaplı odalarda doğum yapmasını isterler. Doğacak olan çocuklarına bir kutsiyet addedeceğine inanırlar. Yola devam etmeden önce, bir şey dikkatinizi çekti mi? Yöneticiler şehrin imar çalışmalarına ne kadar önem veriyorlar değil mi? Dünyanın çeşitli yerlerinden birçok taş ve sütun getiriliyor. Kaba hatlarıyla bir İstanbul profili oluşuyor. Heyecan verici bir süreç. Devam…

www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

36

Dikili Taş’ın tam karşısında muazzam bir yapı karşılıyor bizi. Tarih M.S 537 ve karşımızda I. Justinianos’un eşsiz Ayasofya’sı duruyor. Yapıldığı tarihte ve süregelen 1000 yıl boyunca Dünya üzerindeki en yüksek ve en büyük yapı, yeryüzünün kubbeli ilk mabedi. Öylesine büyük ki, kubbesinin yerden yüksekliği 56 metre, kubbe çapı 31 metre ve insanlık bu çıtayı 1000 yıl boyunca aşamayacak. İmparator I.Justinianos’a, Kudüs’te bulunan Süleyman Tapınağına ithafen ‘Seni geçtim Süleyman!’ dedirtecek kadar muazzam, eşsiz, mühendislik harikası bir yapı. Tüm heybetiyle karşımızda duruyor. Arkamızda kalan Dikili Taş bir şeyler fısıldıyor. Çok zor dönemlerden geçip bugünlere geldiğini söylüyor Ayasofya’nın. Meğer göründüğü kadar huzurlu değilmiş Ayasofya. Karşımızda duran Ayasofya, aynı zemin üzerine yapılan üçüncü mabet. İlk www.turuncusaglik.com

Ayasofya, bir isyan sonucu yakılmış, ikinci Ayasofya ise hipodromda çıkan bir tartışmanın sonucunda cereyan eden bir ayaklanma sonucu yıkılmış. Dikili Taş da biriktirdiklerini susuyor. Tıpkı yolumuzun başlangıcında tanıştığımız Çemberlitaş gibi. Zor zamanlardan geçmiş bir heybetle karşı karşıyayız. Onu gözümüzde eşsiz yapan da budur beklide. Olamaz mı? Ama bu mabedin mimarisinde bizleri etkileyen hatta kendine hayran bırakan başka şeyler de var. Sadece hikâyesi değil onu etkileyici yapan. İlerleyen zamanlarda bunu öğrenmek için geri döneceğiz. Gözlerimiz arkada kalarak yola devam ediyoruz. Ayasofya’nın 30 metre kadar batısında bir saray var. İmparator I.Justinianos tarafından M.S 539 yılında yaptırılmış. Romalılar buraya ‘ Batık Saray ‘ diyorlar. Dedikleri kadar var, yerin altında bulunuyor. Sarayın içine giriyoruz, ilerliyoruz. İçeride yüzlerce sü

sütunla karşılaşıyoruz. Yeşil somaki mermerler, kırmızı granitler… Burası saraydan çok bir depoya benziyor, su deposuna. Biraz ileride bir heykel var. Efsanelere konu olan insan başlı yılan kadın, Medusa’nın heykelini görüyoruz. Burası, 338 sütunuyla yeryüzündeki en büyük yer altı su deposu, Yerebatan Sarnıcı. İmparator I.Justinianos’un şehrini çok sevdiği anlaşılıyor. Yola devam etmemiz gerekiyor. Ayasofya ile Yerebatan Sarnıcı arasındaki yoldan aşağı iniyoruz. Ayasofya’nın ilerisinde bir yapı daha var. I.Justinianos tarafından yaptırılmış bir mabet burası. Mimari açıdan, estetik gözetilerek yapılmış. Farklı bir kubbe sistemi var, bazilika tarzında. Ayasofya’nın çağdaşı, Aya İrine kilisesindeyiz. Ayasofya’nın gölgesinde kalmış gibi görünse de kendine özgü bir etkileyici havası var. Yolumuza ivedi bir şekilde devam etmeliyiz.


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

Sarayburnu Sahilinden Haliç’e sandalla geçiyoruz. Bizlere tepeden bakan bir heybet var. Etkileyici mimarisi ile şehri gözetliyor. Daha çok Altın Şehir açıklarına bakıyor gibi görünüyor. Kız Kulesine doğru bakıyor. Biraz yürüdükten sonra bu heybetli kulenin önüne geliyoruz. M.S 500’lerde yapıldığı tahmin ediliyor. Ama yıllar sonra tekrardan inşa edilmiş. Yaklaşık 70 metre yükseklikte ki bu kule şehrin sembollerinden birisi. Şu an için şehrin silüetindeki en belirgin çizgileri çekiyor. Galata Kulesindeyiz. Kız Kulesi ile birbirlerine tutkun olduklarından bahsediliyor. Ama boğazın iki yakası bir araya gelmiyor maalesef. Üçüncü kapının önlerine doğru yaklaştığımızı hissediyorum. Üçüncü kapıya geldik. Farklı bir mimarisi var bu kapının. Roma Medeniyeti ile büyük bir etkileşim içerisinde olduğu göze çarpıyor, lakin farklı bir duruşu var.

Tarih M.S 1453, Konstantinopolis düşmüş ve yeni bir dönem başlıyor. Konstantin’ler, Justinianos’lar, Theodosius’lar, Arcadius’lar yok artık. Farklı bir soya ve farklı bir dine mensup bir hanedanın dönemi başlıyor. Türk oğuz soyundan, kayı boyundan, Osmanlı hanedanı. Dünya’yı din adamları yönetmişti o güne kadar. Artık asker yönetecekti. Otorite Vatikan’dan, Osmanlıların yeni payitahtı İstanbul’a ve dolayısı ile Sultan II. Mehmed’e geçiyordu. Konstantinopolis 1123 sene boyunca birçok kez kuşatılmıştı. Gerek şehir surlarının muhkem oluşu, gerekse Katolik dünyasından gelen yardımlar ve destekler, kuşatmaların kaldırılmasına sebep oluyordu. Sultan Mehmed, Avrupa siyasetini çok yakından takip ediyordu. Kuşatma hazırlıkları iki sene öncesinden başlamıştı. Şehir surlarını dövecek büyük şahi toplarından, tekerlekli kulelere

kadar tarihin daha önce görmediği hummalı bir kuşatma hazırlığı başlamıştı. 29 Mayıs 1453’te 1123 senelik Doğu Roma İmparatorluğu yıkıldı. Sultan Mehmed şehre gir- 37 mişti artık. Şehri imar çalışmaları başlatıldı. M.Ö 660’lı yıllarda genç Byzas’ın hayran olduğu Sarayburnu’nda, yaklaşık 2000 sene sonra yeni devletin, yeni başkentinin, yeni sarayı mütevazi bir şekilde inşa ediliyordu. Değişen ve gelişen yeni düyanın siyasetine yön veren bu mütevazi sarayın yapımı, Endülüs’te bulunan El-Hamra Sarayı gibi yüzyıllara yayılacaktı. Hatta Doğu Roma döneminden tanıdığımız, Ayasofya’nın gölgesinin üzerine düşecek kadar yakınında bulunduğu Aya İrine kilisesi, bu yeni sarayın dış bahçesi içinde kalıyordu. Evet, bahsettiğimiz saray Topkapı Sarayı. Bu yarımadanın 2000 sene önce ki ilk yerleşiminden daha büyük bir alana şimdi bir Osmanlı www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

38

sarayı yapılıyordu. Konstantinopolis düştükten sonra Sultan Mehmed, Ayasofya Katedralini camiye çevirdi. Ortodoks hristiyanların Ayasofya hakkında bazı düşünceleri ve inanışları vardı. Bunlardan birisi şuydu; düşman orduları şehre girdiklerinde eğer Ayasofya içine girerlerse, ikinci katındaki mermer kapılar açılacak ve çıkan melek orduları düşman orduların yok edecekti. Hatta Hz. Meryem’in de o melek orduları ile birlikte kapılardan çıkıp kendilerine yardım edeceğini düşünüyorlardı. Ancak öyle bir şey yaşanmadı. Sultan Mehmed şehre girdiğinde Ayasofya’nın galeri katına yani ikinci katına çıktı, kapılar açılmadı. Düşündükleri eziyet ve baskıyla da karşılaşmadılar. Hatta Sultan Mehmed, Ayasofya’yı satın aldı, vakfiye haline getirip Hz. Meryem’e hediye etti. Ayasofya İslam dünyasının mabedi olmuştu. Devam edelim.

www.turuncusaglik.com

Yıkılmış Havariyyun Kilisesi önlerindeyiz. Hummalı bir çalışma var. Kalıntılar harabeler toparlanıyor. Şehrin hakimi kendi adına camii yaptırıyor. M.S 1462 yılında başlayan inşaat 1470 yılında bitiyor. Fatih Camii’nin mimarisinde Ayasofya’dan etkilenildiği belli oluyor ama hala Ayasofya çıtasının üzerine çıkılmış değil. Estetik olarak son derece zarif bir camii fakat, inşa edildiği tarihler göz önüne alındığında Ayasofya hala ulaşılmaz. Sultan Mehmed döneminde İstanbul dahil olmak üzere bütün imparatorluk topraklarında yaklaşık 300 camii, 57 medrese, 59 hamam, 29 bedesten, kale, sur gibi birçok mimari eser verildi. Bilime ve eğitime verilen kıymet buradan da anlaşılabilir. ‘Avni’ mahlasıyla şiirler yazan Sultan Mehmed, makine mühendisiydi. Muhasara sırasında kullanılan devasa topların çizimi ve dökümünü kendisi yapmıştır. 7 ayrı dili

akıcı şekilde konuştuğunu biliyoruz. Tarih onu, Fatih Sultan Mehmed olarak anacaktır. İstanbul’un dördüncü tepesindeki Fatih Camii’nden üçüncü tepeye geçiyoruz. Sultan Süleyman’ın isteğiyle 1550 yılında yapımına başlanan bir külliye içindeyiz. Mimari bir deha ile karşı karşıyayız. Ayasofya’nın mimari ölçüleri baz alınarak yapılıyor burası. Bir meydan okuma gibi ilerliyor. Kubbe sisteminden, kubbe ölçülerine kadar hemen her şey aynı. Hatta burası çok daha estetik ve daha kuvvetli bir yapı. Ayasofya’nın kubbesinin inşa edildiği günden bu yana üç defa çöktüğünü biliyoruz. Ama bu yapı yüzyıllara ve depremlere meydan okurcasına dimdik ayakta duruyor. Evet burası Süleymaniye Camii. 16.yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda, sanat, mimari, inanç ve hayat felsefesinin bir taş eserde vücut bulmuş hali. Mimar Sinan’ın


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

elinden çıkmış muhteşem bir eser. Hat yazılarından, levhalarına, çinilerinden, mermer işlemelerine kadar muazzam bir yapıt. Her ayrıntı, dönemin işinde en iyi sanatçılarına yaptırılıyor. Hattat Ahmet Karahisari hat yazıları ile, Mecnun İbrahim eşsiz pencere süslemeleri ile bu yapıyı taçlandırıyorlar. 730.000 metrekarelik arazi üzerinde yedi senede bitirilen bu külliye kusursuz. Süleymaniye Camii muazzam bir eser ancak kubbe çapı olarak Ayasofya çıtasını aşabilmiş değil. Yola devam etmeden önce Mimar Sinan hakkında duyduğum, öğrendiğim bilgileri anlatmam gerek. Süleymaniye’nin eser sahibi Sinan, kırk dört yaşından sonra mimar olmuş. Kırk dört sene boyunca devletine asker olarak hizmet etmiş. Osmanlı, Sinan’ın mimarideki liyakatini keşfedince onu mimarbaşı yapmış. Yeni ziyaret ettiğimiz muhteşem Süleymaniye Camii’ne kalfalık eserim dedi-

ğini öğrendim. Bütün bu muazzam eserleri bir arayış uğruna inşa ediyormuş. Yarım kubbelerin desteklemediği, devasa boyutlarda tek bir kubbenin ihtişamı altında ibadet edilecek bir mabed. Mimar Sinan, karşımıza yıllar sonra Selimiye Camii ile çıkacak. Aradığını bulduğunu duyacağız, sekiz büyük sütunun üstüne kondurulmuş devasa boyutlarda bir kubbe… ve tam yuvarlak. Ayasofya’nın kubbesi şu an tam yuvarlak değildir. Sinan’ın bu iki mabedin kıyaslamalarına ithafen şu sözlerini duyuyoruz; ‘Yapıda önemli olan, büyüklük değil sağlamlıktır.’ Bunun ne demek olduğunu Süleymaniye ve Selimiye’de anlayabiliriz. Üstelik bu iki Sinan eseri yapı Ayasofya’dan büyüktür. Mimar Sinan’ın Sultan II. Selim’in ricası üzerine Ayasofya’da bir tadilat yaptığını öğreniyoruz. Ayasofya’nın, kubbesini taşıyamayan kalkan duvarlarını payandalar

ile desteklediğini ve Yerebatan Sarnıcı tarafında bulunan iki büyük minareyi yaparak doğal destek sağladığını duyduk. Sinan bu eserleri ile dünya sanat tarihine Osmanlı 39 mührünü vurmuştur. Yola devam edelim. Süleymaniye’den Ayasofya önlerine iniyoruz tekrar. Hatırlarsanız eğer şu an Roma döneminin hipodrom meydanındayız. Ancak hipodrom yıkılmış ve Osmanlı İmparatorluğu burayı At Meydanı olarak adlandırıyor. Dikili Taş yerli yerinde duruyor. İlerleyen yıllarda Konstantin Sütunu eklenmiş oda yerli yerinde duruyor. Ancak yıkılan imparatorluk sarayı üzerinde devasa boyutlarda bir camii inşaatı var. Şimdi genç Byzas’ın hayran olduğu Sarayburnu üzerinde bir Osmanlı sarayı ve güzeller güzeli bir camii inşaatı var. Tarih 1616 ve altı minareli ilk camii yapılıyor. Ayasofya ile karşı karşıya birbirlerine bakar gibiler. www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

Bu camide bir Sinan havası esiyor sanki değil mi?

40

Mimar Sinan’ın çırağının çırağı, Sedefkar Mehmed Ağa imiş bu camiinin mimarı. Sultan Ahmed Camii… Öğrenciden bir diğer öğrenciye miras kalan mimari tarz, estetik. Ve tüm ihtişamı ile Ayasofya’nın karşısında duruyor. At meydanının muhafızları gibiler. Bir düşünün bu caminin bulunduğu yerde imparatorluk sarayı vardı. Hemen ön kısmında hipodrom meydanı vardı. Tarihi dokuya bakar mısınız? İç içe harmanlanan bir tarih var. Hipodromdaki seyircilerin kullandığı taş koltuklardan bir tanesi günümüzde Sultan Ahmet Camii’nin dış avlusunda duruyor. Ziyaretçilerini bekliyor. Sizlerde gidip 2000 yıllık tarihe dokunabilir, o koltuğa oturabilir, zamanda küçük bir gezinti yapabilirsiniz. Biraz merak ve biraz ilgi, sonunda bilgiyi getirecektir. Bilgi ise tarihi yerinde görme hissi uyandıracaktır. Sonra www.turuncusaglik.com

oturduğunuz eski hipodromun taş koltuğundan baktığınızda genç Byzas’ın kabilesi ile Sarayburnu’na gelişlerini göreceksiniz. Antik Roma’nın Byzantion şehri, Doğu Roma’nın Konstantin’i ve Osmanlı’nın Der-saadeti, Payitaht-ı İstanbul’da bulunuyoruz. Hiçbir dönemde değerinden zerre kadar eksilme olmamış bu kadim şehirdeyiz. Her taşının altında bir sır, bir hazine var bu şehrin. İstanbul… Asya’nın, Avrupa’ya açılan kapısı, Avrupa’nın ise Asya ve Afrika’ya açılan kapısı. Tarihi İpek Yolunun menzil noktası, eski dünyanın başkenti, yeni dünyanın gözde metropolü, iki kıtayı birbirine bağlayan köprü. Onu keşfetmemizi bekliyor. Ayak basıp geçtiğimiz toprağın, taşın, betonun altında bizlere neler sakladığını bilmemizi istiyor. Hakkıyla anlaşılmak istiyor. 2500 yıllık geçmişindeki ayrılıkları, acıları, depremleri, yıkımları, yangınları, istilaları bizlere

anlatmak istiyor. Dinlemek ister misiniz? Alim GÜNDÜZ


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

KULAK VERİN SESSİZLİĞE Şehirler, insanlara benzer. Her birinin kendine özgü bir kokusu, görünüşü, sesi vardır. Bir kadın kadar nazenin, her erkek kadar kavgacıdır şehirler. Kiminin öfkesini yüksek bir tepeden bakınca hissedersin, kiminin çığlıklarında bulursun huzuru. Bazen de hemhal olacak kadar kalsan da o şehirde, hangi yüzüyle tanış olduğunu bilmezsin. Dedim ya, insanlar gibidir şehirler işte. Geçmişleri, gelecekleri vardır. Hüzünleri, sevinçleri, umutları ve hileleri vardır her birinin. Güneşli sabahları olduğu gibi irinli geceleri vardır. İnsanlar gibi bir tarafı aydınlık bir tarafı karanlıktır.

Cam kenarına yerleştirdiğim masamda oturuyor, gece mavisine dönmüş gökyüzünü izliyorum. Önümde eski bir defter açık ve elimde en sevdiğim divit kalemim… Gözüm elimdekilere iliştiğinde, sanki mürekkebe susamışçasına saldırıyorum yazmaya, ˝Kulak verin sessizliğe, herkes sustuğu zaman şehirlerin anlatacak hikâyeleri vardır.˝. Tek cümleyle doyuyor ihtiyacım, kalemimi gümüş rengi kutusuna bırakıp tekrar gece mavisi gökyüzüne bakıyorum. Şafaktan hemen önce belirginleşen bu renge neden ‘gece’ mavisi diyorum? Doğrulup en sevdiğim mavi hırkamı geçiriyorum sırtıma ve odamdan çıkıyorum. Asansörü beklemeye tahammülüm yok, dört katı merdivenlerden iniyorum. Aylardır kaldığım öğretmenevinde ilk kez merdivenleri kullanıyorum. Resepsiyonda kimse yok, dış kapı bu saatte kilitli olur, diye düşünürken kahverengi deri kayışlı saatimi kaldırıyorum gözlerime doğru. Saat 04.15… Bu saatte neden dışarı çıkıyorum?

Kapıya uzattığım elim karşılıksız kalmıyor. Kilitli değilmiş. Dışarı adım attığım anda sorgulamalarım bitiyor. Beş metre ötemdeki yemyeşil ağaçların arasından belli belirsiz kıpırdayan Van Gölünden bir rüzgâr dokunuyor yüzüme. Serin su tadı çalınıyor genzime. Kanayan ufuk çizgisinden belli, güneş son doğum sancılarını çekiyor. Zorla ayırıyorum gözlerimi bu enfes manzaradan. Bahçeden çıkıp ardımı dönüyorum doğan güneşe. Sakin adımlarla şehri çevreleyen tepelere doğru yürüyorum. Ayaklarıma çarpıyor gözlerim, ayaklarım neden çıplak? Ayakkabılarımı ve ya çoraplarımı giymemişim, yalnızca terliklerim var. Ayaklarım neden çıplak… Bir su damlası yere düşüyor, duyuyorum. Bir tüy kadar sessiz ve ayağımın altındaki her şeyi titreterek, bir su damlası yere düşüyor. Bakışlarım sol tarafıma dönüyor, küçücük bahçesi olan şu tek katlı, gri evden geliyor ses. Demir kapının gıcırtısıyla birlikte adım atıyorum bahçeye. Kalın zincirlerle bir köşeye bağlanmış koca köpeği

fark ettiğimde, ilginçtir korkmuyorum. O da uykusunu bölmüyor zaten. Tahta kapıya ulaştığımda zili çalmıyor, kapıyı dövmüyorum. İttiğim kapı sessizce davet ediyor beni içeriye. Daracık koridorda 41 usulca ilerliyorum, sağımdaki ilk kapı aralık kalmış. Süzülüyorum odaya, su damlasının kaynağına. Tek kişilik küçük bir yatakta, 13-14 yaşlarında bir kız çocuğu yatıyor. Uyanık ama beni fark etmiyor. Gözleri, bir alyans ve bir tektaşın boğmakta olduğu yüzük parmağında… Neden parmakları bu kadar küçük? Öfkemi tüm hücrelerimde hissediyorum, sıkılan yumruklarımdan üşüyen ayaklarıma kadar. Şimdiye dek bildiğim, ama durdurmak için hiçbir şey yapmadığım, umursuyormuş gibi yapıp aslında yalnızca boş laflarla eleştirdiğim bu zulüm karşısında neden yumruklarımı sıkıyorum? Yatağın ayakucunda yeşil renkli bir okul çantası…

www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

42

Uzanıp alıyorum çantayı, tek kolundan omzuma iliştirip geldiğim kadar sessizce çıkıyorum odadan, evden, bahçeden. Bahçe kapısın kenarında, yolun kenarından aşağı doğru inen suyolunun kanalizasyonla birleştiği noktada, bir çöp kutusu ilişiyor gözüme. Suyolu, çöpe fırlatılıp isabet ettirilemeyen pisliklerle dolu… Bu çöpler kanalizasyona, 60 metre aşağıda da göle akıyor. Çantayı çıkarıp çöp kutusuna fırlatıyorum, ˝ Kendi yavrusuna merhameti olmayan bir varlık, doğaya neden merhamet göstersin? ˝. Bir su damlası düşüyor yere, yürüyorum. Ayaklarım neden üşüyor? Yürüyorum, ayaklarıma baka baka. Duymamam gereken mahrem sesler duyuyorum. Bakışlarım sağ tarafımdaki iki katlı sarı binaya dönüyor. Alt kat karanlık, üst katın yanıyor ışıkları. Evin kapısına doğru gidiyorum. www.turuncusaglik.com

Duymamam gereken mahrem sesler duyuyorum. Kapılar bu sabah bana açık hep. Süzülüyorum içeriye bir rüzgar gibi. Merdivenlerden evvel bir kapı ilişiyor gözüme, burnuma. Koku, göreceğim şeye hazırlıyor beni. Yerde, sert zeminde, sanki olmaları gerektiği gibi, yumuşacık yataklarındaymışçasına derin uykuda olan 15-20 tane çocuk. En büyüğü ortaokul yaşındadır en fazla. Bilmediğim bir dilde bir çocuk diğerine fısıldıyor, korkuyla, anlamayışla. Ben anlıyorum ama. Gün boyu dilendirilmenin karşılığında, aç bir karınla; şu soğuk, sert betonun üzerinde uyumayı kazanmışlardı. Tanıyorum o an her birini ayrı ayrı. Sırf nefes alıp vermeye devam edebilmek için annelerinin ellerinde vatanlarını terk edip vatanıma sığınan, şimdiyse yalnızca nefes alıp vermeye devam edebilen çocuklar bunlar. Üst kattan kulağıma, duymamam gereken mahrem sesler geliyor.

İşin kötü yanı, bu sesleri çocuklar da duyuyor. Geri geri çıkıyorum odadan, mahrem seslerden, çocukların kokusundan, bir defa dahi saçlarını okşamayışımdan. Griye dönmüş gökyüzünün altındayım. ˝ İnsanlığı rahminde büyüten kadına saygısı olmayan bir varlık, insanlığa neden saygı duysun?˝. Yürüyorum; öfkeyle, iğrenmişlikle, umursamazlıkla, utançla. Ayaklarım çok üşüyor. Gözlerim ayaklarımda, dalları süsleyen beyaz çiçeklerin altında yürüyorum. Çürümüş her şeyin kokusu çekiyor beni karşımdaki apartmana. Öylesine giriyorum içeriye, gözlerim çıplak ayaklarımda, burnumda çürümenin kokusu, çıkıyorum merdivenlerden. Bir evin kapısı aralık kalmış, ittiğimde rahatsız edici bir gıcırtı yayılıyor her yere. Benden başkası duymuyor, ne gıcırtıyı, ne de çürümenin kokusunu. Çıplak ayaklarım bir odaya götürüyor beni. Dumandan


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

bir bulut çökmüş sarı ışığın üzerine. Köşelere, yere, koltuklara yayılıp kendinden geçmiş 5-6 genç, çürüyor. Ayağıma takılıyor bir şişe ve hemen kenarında bir şırınga. En zehirli yılan etrafımda dolaşıyormuşçasına irkiliyorum. Korkmaktan çok yaşayan bir varlığın çürümüş kokusundan iğreniyorum. Mide bulantısıyla, kıvrana kıvrana iniyorum merdivenleri, koşarak çıktığım sokakta siyah bir kedi de benden korkup koşarak kaçıyor öte tarafa. Kuyruğu kesilmiş, siyah bir kedi… ˝Kendi muhteşem varlığına, yaşama hakkına sahip çıkmayan bir varlık; başka bir canlının hayatına neden değer versin?˝ Yürümeye takatim yok. Ayaklarım çok üşüyor, öylece dikiliyorum olduğum yerde. Birkaç metre ötemden bir hıçkırık sesi geliyor. Bir delikanlı, duvarın dibine çökmüş, elindeki bir fotoğrafa baka baka ağlıyor. Kırılmış kalbini, çatırdayan yerkürede hisse-

diyorum, ayaklarımın altında. Zedelenen ruhu iz bırakıyor ruhumda. ˝Var olmuş en saf duyguya, aşka, sadakati olmayan bir varlık; kendine neden sadakat göstersin?˝. Buruşturuyor fotoğrafı delikanlı, sanki avucundaki yüreğiymişçesine sıkıyor. Yüreğim sıkılıyor sanki. Bir kızın ismini haykırmaya başlıyor tüm gücüyle, üç farklı tür kuş aynı anda ötmeye başlıyor. Anlamsız çığlıklara dönüyor çocuğun sesi, kuşlar üç farklı sesten çığlıklara boğuyor şehri. Her evden her çocuk, kadın ve erkek bağırmaya başlıyor, her varlık lisan-ı haliyle çığlıklar atıyor, ayaklarım üşüyor, ayaklarım üşüyor…

Kendi anlamsız çığlıklarımla sıçrıyorum yatağımdan, oturuyorum, gözlerim açıkta kalmış çıplak ayaklarıma takılıyor. Üç farklı tür kuş, kendi dilinden şafağın attığını duyuruyor şehre. Açık kalan penceremden serin bir rüzgarla giriyor sesler. Kalkıp hemen penceremi kapatıyorum. İstemsizce takılıyor gözüm sokaklara. Herkes uyuyor gibi. Gerçeği bilmenin rahatsız edici hissiyle, masamın üzerindeki deftere takılıyor gözüm. Açlıkla, gümüş rengi kutusundan kalemimi çıkarıp herhangi bir sayfayı açıyorum; 09.06.2017 Tatvan

˝Kulak verin sessizliğe, herkes sustuğu zaman şehirlerin anlatacak hikâyeleri vardır.˝ Abdullah İNCİOĞLU www.turuncusaglik.com

43


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

GÖKYÜZÜNE BAK KÜÇÜĞÜM Bir sahil kenarında oturuyorum, deniz alabildiğine önümde uzanıyor, insana güzel duygular filizlendirerek. Gökyüzü denizle yarışırcasına berrak mavisiyle filizlenen duygulara su veriyor. Uzunca nefes alıyor ve içime çekiyorum bu küçük filizin taze kokusunu. Elimde kahvenin sıcaklığını hissediyorum, dumanı havaya karışarak gözlerden kayboluyor. O sırada bir çocuk çarpıyor gözüme, annesiyle bankların birine oturmuş, tahminimce 4-5 yaşlarında. Çocuk annesinden ısrarla bir şeyler istiyor ve annesi çantasından çıkardığı tableti çocuğa veriyor. Sanki eline şeker verilmiş gibi seviniyor çocuk, sonrasında ise oyununa dalıyor ve kafasını bir daha kaldırmıyor.

44

Bir süre izliyorum onları, eksik bir şeyleri tamamlamaya çalışıyorum izledikçe. Annesi kendi telefonuyla ilgilenirken, çocuk çoktan o küçük parmaklarıyla sanal dünyasına dalmış. Yanlarından pamuk şekeri satan bir adam geçiyor ve o anda fikrimin odalarında bir soru baş gösteriyor: ˝Acaba pamuk şekeri de onu mutlu edebilir miydi bu kadar?˝ Fakat adam sessizce geçiyor yanlarından, çocuk pamuk şekerinden habersiz, pamuk şekeri çocuktan. ˝Acaba˝ diyorum tekrar içimden “Acaba denizin güzelliğini, gökyüzünün denize inat daha baskın mavisini görmeden mi kalkacaklar o banktan,filizlenen duygular sadece bir tohum olarak mı kalacak o çocukta?” Bunları düşünürken birden kalkıp göstermek istiyorum doğanın mucizelerini, kalkıp pamuk şekeri almak istiyorum mesela. Ama yapamıyorum, pamuk şekeri bana kırgın, ben kendime. Oturduğum yerden izlemekle yetini yorum. Bir süre sonra annesiyle kalkıp gidiyorlar, çocuk elindeki tableti bırakmıyor, annesi de

www.turuncusaglik.com

almaya yeltenmiyor zaten. Çünkü alsa ağlayacak biliyor, belki uğraşmak istemiyor, belki de nedenini hiç bilmediğim bir şeyden dolayı almıyor elinden. Giderken parkın yanından geçiyorlar, çocuk salıncaktan habersiz, salıncak çocuktan. Ve gözden kayboluyorlar. Kendi çocukluğumu düşünüyorum o an. Doktor olup kaç arkadaşımı muayene ettiğimi, anne olup ev işlerini yalandan da olsa yaptığımı, bacaklarımdaki kesikleri önemsemeden ağaca tırmanıp meyveleri almamı, saklambaç oynarken eve geç kalmışlığımızı ve işittiğimiz azarın bile mutluluğumuzdan önemini yitirdiği o günleri düşünüyorum. Belli belirsiz gülümsüyorum yılların değiştirdiği oyuncaklara, hayallere. Ne kadar oturduğumu kestiremiyorum düşünerek, ama kahvemin soğuduğunu fark ediyorum tıpkı sevgiyi bilmeyen yüreklerin zamanla buzlaşması gibi. Üzülüyorum…


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

sevgiyi bilmeyen yüreklerin zamanla buzlaşması gibi. Üzülüyorum…Peşinden yuvarlanarak koştuğumuz toplar telefonlara sığdırılmış. Dokunamıyor çocuklar, hissedemiyorlar o topları. Daha kötü ne olabilir küçüğüm? Sokakta düşüp dizin kanamayacak ve seni yerden kaldıran ilk ele dokunamayacaksın. Daha kötü ne olabilir küçüğüm? İçindeki gökyüzünün tohumları denize düşmeyecek. Kaldır kafanı ve bak pamuk şekeri satan adamın gözlerine, çünkü o gözlerde küçük bir çocuğu mutlu etmenin hissiyatını göreceksin. Koş ve salıncağa bin, dokunmaya çalış o küçük parmaklarınla gökyüzüne ,çünkü ancak böyle dökülür tohumlar denize.

Ve kumsalda bir kale yap küçüğüm, çünkü ancak dokunarak, hissederek büyüyebilirsin, çünkü ancak suyun değmesi gerekir büyümesi için filizin. Bırak elinden o sanal dünyayı! Bırak ve kaldır kafanı. Çünkü dünya orada değil, gözlerinin görebildiği ve göremediği her yerde küçüğüm. Koş, ayakların yorgunluktan koşamayacak hale gelene kadar. Koş, kendini hayallerini yaşarken bulacağın ana kadar. Ve sevgiyle doldur heybeni, ancak o zaman yolunda filizler açar.

Betül ÜSTÜN

www.turuncusaglik.com

45


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

YALNIZ DEĞİL YÜREĞİNDE ONUN AİLESİ

46

Bir gün kırlara yol almışken

Yüzü kırışmış, kısık gözlü, kocaman yürekli…

Ayağıma takılan taşa bakınmalı,

Aslında yalnız değil doğanın bağrında

Yüreğimin kıpırtısına kulak asmış,

Kuşlar dostu, sırdaşı

Gözlerimin ürkekçe susuşları,

Güneş annesi, Ay babası, yıldızlar kardeşi

Ve aniden beliren bir adam…

Penceresinin önündeki çiçekleri eşiydi.

Ormanın yeşilliğinde yeşerdi gözlerim

Sevgisiyle büyüyüp güzelleşirdi…

Havanın serinliğinde dondu yüreği m

Havlayan köpeğiydi onun yoldaşı

Esen rüzgâra aldırış etmedi bakışlarım

Gelenin, gidenin; doğan, batanın habercisi

Yaşlar damla oldu yanaklarımdan

Islandığı yağmurdu kıyafetlerini yıkayan

Eski ceketi, siyah şapkası, nasırlaşmış eli,

Penceresinin köşesindeki gaz lambasıydı

Odunu kırmak için verdiği çaba

Onun gözyaşlarına, hatıralarına tanık olan

Geçmişine çizgi çekip yalnızlaşmış

Kendini bir kenara çekmiş gibiydi

Kuşlara derdini anlatan

Doğanın naifliğinde uyuyakalmış acıları Kelepçelenmiş beraber yaşamaya Kuşlarla, köpeğiyle, ormanıyla… Ay’ı, Güneş’i, yıldızıyla… Paslanmaya yüz tutmuş gaz lambasıyla… Gönülleri bir aile olmuş yaşlı adamla… Emine ALAYCI

www.turuncusaglik.com


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

KELİMELER Kelimeler insanlığın varoluşundan bu yana insanların anlaşmasında önemli bir rol oynamıştır. İnsanlar kelimeleri kullanmadan önce nasıl iletişime geçiyordu? Tabi ki mağaralarda resimler yapıyor, sanat ile uğraşıyorlardı. Bir avcı avını nasıl yakaladığını diğer insanlara anlatmak için çiziyordu. Ve çizdikleri günümüze kadar geldi. Eskiden ressam, yazar olanlar kendi aralarında bir aydın kesim oluşturmayı başardılar. Yazmak o kadar zor iş ki ;bazen insan ne yazacağını ,ne söyleyeceğini bilemiyor. Hep söylerlerdi, dilin kemiği yok diye, haklılar. İnsan kelimeler ile kendisini anlatmayı beceriyor ise her şeyin üstesinden gelir. ‘Kelimelerin gücünü bilmiyorsan, insanların gücünü anlayamazsın.’ demiş Konfüçyüs. Uzun bir süre düşündüm bu cümlenin anlamını ve galiba buldum. İnsan kullandığı her kelimeden sorumludur.Eğer bir yöneticiysen ;sadece bir kelimenle bir kişinin hayatını söndürebilirsin. Yunus Emre bu konuyla ilgili şöyle söylemiştir: ‘Söz ola kese savaşı/Söz ola kestire başı/Söz ola ağula aşı/Bal ile yağ ede bir söz’. Anladık ki bütün büyük düşünürler, âlimler, yazarlar hep sözlerden çekmişler. Çekmişler ki önemli miras bırakmışlar bize. Kelimelerinizi dikkatli seçin diyorlar. Bir sözünüz ile karşınızdaki insanı üzebilirsiniz veya sevindirebilirsiniz. Bu tamamen kullandığınız kelimelerin gücüne bağlı. Eğer kelimelerimizi düzgün seçebilirsek, karşımızdaki insan bizi daha iyi anlar ve kendisini bize daha iyi

anlatır. Böylelikle, karşılıklı olarak daha iyi anlaşırız. Bana kalırsa kelimeleri anlamak biraz da insanları anlamak demektir. Kullandığım kelimeleri anlayabiliyorsanız eğer, kurduğum cümleleri anlayabiliyorsanız, beni de anlayabiliyorsunuz demektir. Çok değerli yazarımız Oğuz Atay’ı hepimiz biliriz. Bir romanında kelimelerin anlamlarını söylemiş bize. Oğuz Atay’ı okurken, kelimeleri öyle anlamlandırabiliyorsunuz ki, bu kelimeden bu anlam nasıl çıkmış diyebilirsiniz. “Kelimeler, albayım, hangi anlama geliyor?” “Efendim?” “KELİMELER! Albayım. Hangi anlamda kullanı yoruz onları?” “Hangi kelimeler Hikmet?” “Sizi neden yanımda dolaştırıyorum bilmem ki?” “Bütün kelimeler. Genel anlamda ‘kelime’.” “Ne demek istiyorsun oğlum? “Kelimeler canım işte. Mesela kelebek.” Süleyman KÖKSAL www.turuncusaglik.com

47


Haziran-Temmuz 17’, 7.Sayı

48

www.turuncusaglik.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.