Turuncu sağlık 8

Page 1


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

2

www.turuncusaglik.com


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

Dayanışma ve Sevgi ile Çıktık Yola

Üniversite sıralarında hayal edip gerçekleştirdiğimiz ve mezun diyetisyenler olarak da öğrenci ruhumuzdan kopmadan, ailemize yeni öğrenciler katıp alan içi ve alan dışı gelişmeleri takip ederek gerek meslektaşlarımızla gerekse multidisipliner yaklaşımla iş birliği içerisinde olacağımız meslek gruplarıyla bir yola çıktık. Gün geçtikçe büyüyen ailemizle herkese kucak açıyor hedefimizi her sayıda daha da ileriye taşıyoruz. 2015 Mayıs ayı itibariyle online olarak yayınlanan ilk öğrenci tabanlı Beslenme ve Diyetetik dergisi olduk. 2017 Mayıs itibariyle 2. Yılımızı doldurmanın haklı gururunu yaşıyoruz. Bu süreçte yalnızca gönüllülük esasıyla bu dergide zaman-mekân tanımadan çaba sarf eden koca yürekli ekibime siz değerli okuyucularımızın nezdinde teşekkür etmek istiyorum. Ve Bir Kocaman Teşekkür de Sizlere… Okuduğunuz için varız ve siz var oldukça var olmaya devam edeceğiz… #TuruncuYurekler İyi ki Varsınız...

Saygı ve Sevgilerimle… “İnanmak başarmanın yarısıymış hayal etmek ise başlamanın tek şartı” Mavi hayaller ve turuncu başlangıçlarla, bir sonraki sayıda görüşmek üzere.. TURUNCU SAĞLIK Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Dyt. Büşra DOKUZ

www.turuncusaglik.com

3


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı KÜNYE GENEL YAYIN YÖNETMENİ

İÇİNDEKİLER

BÜŞRA DOKUZ EDİTÖR ANIL ÖZTÜRK

DEPRESYON 8 ......................... PROTEİN VE YAĞ 10 ......................... KAYNAKLARININ ARTTIRILDIĞI BİR DİYET İLE KALICI KİLO KAYBI SAĞLANABİLİR Mİ? MATERNAL D VİTAMİNİ 12 ......................... VE NATAL DÖNEM

4

YAZI İŞLERİ ELİF MELEK AVCI BÜŞRA SÖYLEMEZ WEB & REKLAM & İLETİŞİM SORUMLUSU ABDULLAH AKSOY HABER MÜDÜRÜ CANSU ARSLAN

AKDENİZ DİYETİ VE 18 ......................... BEYİN SAĞLIĞI

ART DİREKTÖR

GÜZEL BİR CİLT İÇİN 20 .........................

SOSYAL MEDYA SORUMLULARI

KRİLL YAĞI 21 ......................... MAKALELER 25 ......................... BESİN DEĞERİNİ 30 ......................... KAYBETMEYİN NAZENİN MISRALAR 31 ......................... KAYNAKÇA 35 .........................

NAZİF MERT GÜDEK

BUĞÇE ÇATALTEPE BATUHAN ÇILDIR BÜŞRA SÖYLEMEZ YAZARLAR ABDULLAH İNCİOĞLU ALİM GÜNDÜZ AYNUR ALTAŞ BERNA ERYILMAZ BETÜL ÜSTÜN BÜŞRA DOĞAN ELİF MELEK AVCI EMİNE ALAYCI İZAN IŞIK MİHRAÇ TOPÇU NAZLICAN YILDIZ SARYA ERDEM SULTAN MURAT SÜLEYMAN BARIŞ KÖKSAL SÜMEYYE ŞÜKRAN ÖZKELEŞ TASARIM

www.turuncusaglik.com

NAZİF MERT GÜDEK www.turuncusaglik.com

4


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

Merhabalar ;

Merhaba sevgili okur,

Bu sayıda da sizlere yine dopdolu bir içerik hazırladık.Başlıklar halinda kısaca içeriğimize bir göz gezdirmek istiyorum: Diyetisyen Büşra Dokuz özellikle annelerimizin ilgisini çekecek “maternal D vitamini konusunu,Diyetisyen Aynur Altaş güzel ve sağlıklı bir cilt için nasıl beslenmemiz gerektiği ile ilgili tüyoları,Dyt.Cansu Arslan günümüzde adını ketojenik olarak bildiğimiz “Protein ve yağ kaynaklarının arttırıldığı bir diyet ile kalıcı kilo kaybı sağlanabilir mi?” konusundaki kendi yorumunu ve yine aynı konu üzerine misafir yazarımız Bedirhan Eruzun’un derlemesini,Dyt.İzan Işık Akdeniz Diyeti’ni ve diyetin beyin sağlığı ile arasındaki ilişkiyi ,Dyt.Sultan Murat yakın zamanda omega 3 yağının tahtına oturacak olan” krill yağı” nın ne olduğunu ve kullanım şeklini,Stajyer Hemşire arkadaşımız Mihraç Topçu çağımızın hastalığı olan depresyonu enine boyuna sizler için inceledi. 5 Ve yine Nazenin Mısralar ekibi hazırladıkları yazılar ve şiirlerle bizi bu sayıda da edebiyata doyururken,Dyt.Buğçe Çataltepe de verdiği birbirinden güzel ve pratik tariflerle mutfağımıza konuk oluyor. Herkese şimdiden iyi okumalar ve hayırlı bayramlar diliyorum. Sevgiyle kalın.

Dyt. Anıl ÖZTÜRK

www.turuncusaglik.com


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

6

TURUNCU SAĞLIK DERGİSİ YAZI KABUL ÖLÇÜTLERİ

1. Turuncu Sağlık Dergisi’ne gönderilen makaleler daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış olmalıdır. 2. Turuncu Sağlık Dergisi’ne gönderilen makaleler şekil ve içerik yönünden dergi yazı işleri tarafından ön incelemeye tabii tutulmaktadır. Uygun bulunan makalelerin, yayımlanıp yayımlanmayacağına ve derginin hangi sayısında yayımlanacağına Yayın Kurulu karar vermektedir. Şekil şartlarına veya dergi konusuna uymayan yazılar ön inceleme sonrasında Turuncu Sağlık Dergisince Yayın kuruluna gönderilmeden yazarlara iade edilir. 3. Dergide yayınlanması kabul edilen ve yayınlanan yazıların yazılı ve elektronik ortamda tüm yayın hakları Turuncu Sağlık Dergisi’ne aittir. 4. Makalelerde dile getirilen düşüncelerden yazarları sorumludur. 5. Gönderilen makaleler 1,5 satır aralıklı, tablo ve şekillerle birlikte en çok 4 A4 sayfası boyutunda olmalıdır. Makalenin başlığı 16 punto, yazılar 12 punto (Times New Roman) ve Türkçe font kullanılarak tek sütun olarak hazırlanmalıdır. 6. Makalede kısaltma kullanılmış ise bunlar Kaynakçadan önce KISALTMALAR başlığı altında verilmelidir. 7. Makalede alıntı olarak kullanılan kaynaklar, makalenin sonunda KAYNAKÇA başlığı altında künyesi ile birlikte verilmelidir. Kaynakça bulunmayan yazılar kabul edilmeyecektir. 8. Makalede şekil, tablo, şema, vb. unsurlara metin içinde veya metin sonunda yer verilebilir. 9. Makalede yer alan şekil, tablo ve şemalara (1. Şekil, 2. Şekil gibi) sıra numarası verilmeli; bunlara ait açıklamalar, hemen şemanın altına 9 punto ile yazılmalıdır.

TURUNCU SAĞLIK DERGİSİ YAYIN KURULU

www.turuncusaglik.com


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

DEPRESYON Sevgili Turuncu Sağlık okurları, herkese merhaba. Bu sayımızda sizlere depresyon nedir, nasıl ortaya çıkar, oluştuğunda ne gibi belirtiler baş gösterir ve tedavisi nedir bunlardan bahsedeceğim. Depresyon; hayat kalitesini olumsuz yönde etkileyen, ruhsal çökkünlük halidir. Hayattan zevk alamama, azalmış enerji, halsizlik, karamsarlık, değersizlik hissi, beslenme problemleri –beden gereksiniminden az ya da fazla tüketim-, uyku bozuklukları gibi psikiyatrik belirtiler ile ortaya çıkar. Çağımızın yeni ve ciddi bir hastalığıdır. 2020 yılında en sık karşılaşılan hastalıklar içerisinde 2. sırayı alması muhtemel olan gruptur. Görülme nedenleri arasında; kalıtım en dikkat çeken kategoridir. Ebeveynlerden biri ya da her ikisi depresyon tanısı aldığında çocuklarda görülme oranlarında çok ciddi bir yükseliş göze çarpmaktadır. Ortaya çıkması için bir faktöre ihtiyaç vardır. Baş edilemeyen; yanlış yönlendirilen stres, travmatik

olaylar (ölüm, iş kaybı, çevre değişikliği, vb.) seratonin hormonu miktarındaki dalgalanmalar özellikle de azaldığında uyku uyanıklığı, iştah düzenini, libido düzenini sağlayamamak başta gelen nedenlerdir. Kabullenilemeyen yaş süreci, anksiyete bozuklukları, çocuklukta öğrenilen örnek alınan davranışlar, bilişsel çarpıtmalar (her şeyin olumsuzunu düşünmek, her şeyden bireyin kendisini sorumlu tutması gibi davranışsal nedenler) olarak sayabiliriz. Depresyon dönemi ölüm isteği, keder, elem duygularının ağırlık kazandığı dönemdir. Yüz ifadeleri çok asıktır, düzeltmek imkansıza yakındır. Kliniklerde karşılaşılan vakalarda konuşmak istemeyen, sürekli olumsuz konuşan, yoğun mutsuzluk yaşayan, kendisine güveni olmayan, çaresiz, karamsar bireylerdir. Bedensel yakınmalar çok fazladır. Sürekli vücutta bir bölgenin ağrıdığından yakınırlar, bedene yansıtırlar. Kadınlarda daha sık görülme eğrisi vardır.

www.turuncusaglik.com

7


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

Depresyonu 2 alt başlığa ayırabiliriz ;

8

1) Majör Depresyon: En az 2 hafta boyunca; hayattan zevk alamama, uyku sorunları, hiçbir şey yapmak istememe, ölüm isteğinde artış, suçluluk duyma ile karakterizedir. İntihara çok meyillidirler. 2) Distimi: 2 yıl boyunca sayılan belirtilerin görüldüğü gruptur. Diğer gruplar isteme; postpartum depresyon (doğum sonu yaşanılan bebeği istememe, kabullenmeme şeklinde görülür), premenstrual depresyon, mevsimsel depresyon gibi şekillerde de karşımıza çıkar.

Depresyon tedavisinde antidepresan tedavisine başvurulur. Bu farmakolojik tedavi uzun sürer ve birden ilaçlar bırakılmaz, vücutta farklı etkileri vardır. 6-12 ay arasında başlangıç tedavisi vardır. Doz azaltımı şeklinde ilaç tedavisi bitirilebilir. Psikoterapi dediğimiz nonfarmakolojik tedavilerle birlikte yürütülür. İş- uğraş edindirme, hobi kazandırma, grup toplantıları, daha önce tanı almış iyi bir hastalık seyri gösteren bireylerle iletişime geçirme tarzı terapilere başvurulur. Herkese depresyondan uzak, sağlıklı ve huzurlu bir hayat diliyorum. İyi okumalar… Stj. Hemşire Mihraç TOPÇU

www.turuncusaglik.com


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

PROTEİN VE YAĞ KAYNAKLARININ ARTTIRILDIĞI BİR DİYET İLE KALICI KİLO KAYBI SAĞLANABİLİR Mİ? Beslenme bilimi günümüzün şartlarında dikkatleri üzerine çeken bir bilim dalı olmuştur. Geçmiş yıllara oranla obezite prevelansının hızla artması bu ilginin en temel sebebidir. Ev dışı yemek tüketim oranındaki artış, ev yemeklerinin yapılmasındaki azalma, kadınların iş hayatındaki aktifliği, bir modernlik göstergesi olan restoranlara sık gitme eğilimi, gibi sebeplerle bu olayı temellendirmek mümkündür. Hal böyle olunca insanoğlu aynanın karşısında kendini fark edip bir şeylerin yanlış gittiğini düşünerek kendine çare aramaya başlamıştır. Bu süreç doğal ve bilinçli olarak gözükse de insanlar bu noktada kendine çeşitli yollar ararken çoğu, yıllar süren bir süreçte aldığı kiloları ‘birden’ vermek ister. İnsanların psikolojisinden bunu anlamak mümkündür ancak insanların bu isteğini karşılamak adına beslenme bilimiyle bağlantılı olan bir insanın sağlıklı beslenme ilkelerini geçecek oranda protein ve yağ artışına gitmesi kesinlikle etik değildir. Bu diyetlere bir de ağır bir fiziksel aktivite eklenince insanlar daha hızlı kilo verir ve yaptıklarının vücutları adına iyi bir yanı olduğu kanısını sürdürür. Oysaki hepimiz biliyoruz ki; bu süreç “KALICI” sağlıklı beslenme önerilerini uygulatıp bir miktar fiziksel aktivite artışı ile daha uzun süre de olmalıdır. Yani hızla verilen bu kilolar vücut ritmine uygun olmadığı için, vücut proteinden yüksek ancak

enerji yönünden aç kaldığı için verilen kilolar koşarak geri gelecektir. Geri gelmesi elbette bir problemdir ancak esas problem vücuda verilen hasardır. Aşırı protein alımı ki burada kastedilen gereksinmenin 1.5 katından fazlasıdır, vücut için sakıncalıdır. Neden? Çünkü vücuda alınıp aminoasitlere ayrılan proteinler, kan yolu ile karaciğere geçer. İlk olarak amino grubu ayrılır ve amonyağa çevrilir. Amonyakta toksik bir öge olduğu için üreye dönüştürülür. Aşırı protein alımında bu basamakta karaciğerin yükü artmış olur. Devamında da üreyi vücuttan süzerek atan böbrekler olduğu için böbrek yükü de artmış olacaktır. Peki amino grubu ayrıldıktan sonra kalan gruba ne olur? Onlar karbonhidratlar gibi kullanılır.

www.turuncusaglik.com

9


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

10

Yüksek protein alımının bir olumsuz getirisi de başta kadınlarda olmak üzere osteoporoz riskini arttırmasıdır. Bu bireylerin idrarlarıyla protein atımının artması en büyük etkendir. Vücuda alınan yağ miktarının artmasıyla da vücut başka sorunlarla karşılaşır. Evet yağlar doygunluk hissi sağlar ve daha az besin tüketimine neden olur. Örneğin kültürümüzdeki varlığı sebebiyle de tereyağ tüketimi fazladır ancak tereyağ trans yağ asidi içeriği sebebiyle az tüketilmesi gereken besinler arasındadır. Bu ürünlerin fazla tüketilmesi özellikle günlük yağ tüketiminde doymuş ve trans yağ içeriğinin arttırılması kolesterol düzeyinin artmasıyla ilişkilidir. Bu bağlantı da bizi rahatlıkla kardiyovasküler sorunlara taşır. Yeni teknolojilerle üretilen yumuşak margarinler trans yağ içermemektedir. Bu şartlar altında orta düzeyde kullanılmaları daha uygundur.

Sonuç olarak; kalıcı ve sağlıklı kilo vermenin doğru yolu kişiye kalıcı beslenme özellikleri kazandırmak, temel besin ögelerini ideal aralıklarında tutarak ideal kilo kaybını sağlamaktır. Diyet oranları ile oynayarak verilen kilolar diyet sonunda geri kazanılmaya mahkumdur. Vücut yükünü arttırması da göz ardı edilemeyecek bir durumdur. Meslek grubumuzun çatısı altında ‘önce zarar verme’ ilkesi uygulanmalıdır. Dengeli ve yeterli beslenme bu yolda esastır. Bilimin ışığında insanlığa hizmet edeceğimiz nice güzel günler dilerim.

Dyt. Cansu ARSLAN

www.turuncusaglik.com


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

MATERNAL D VİTAMİNİ VE NATAL DÖNEM Yıllarca vitamin olarak bilinen ve sonra hormon olduğu anlaşılan, yine de vitamin diye adlandırılan D vitamini yalnızca kalsiyum emilim metabolizmasında rol oynayarak kemik mineralizasyonda görev almaz. Tıpkı hormon oluşu gibi bilinmeyen birçok etkisi de araştırmalarla gün ışına çıkmaktadır. İmmün sistem, sinir sistemi, otoimmünite, fetal gelişim gibi birçok sistemde olumlu etkilere sahiptir. Bunca yarara sahip bir vitamin olmasına rağmen kaynağı da oldukça kolay ulaşılır ve ucuzdur. En önemli kaynağı: Güneş’tir

VİTAMİN D VE ÖZELLİKLERİ D vitamini yağda çözünen, iki formu bulunan (D2/ergo-kalsiferol ve D3/kolekalsiferol) ,güneş ışınlarıyla, gıdalar ve takviyeleriyle sentezlenen biyolojik aktivitesi olmayan bir hormondur. Kalsitriol vitamin D’nin vücutta bulunan aktif formudur. Kalsitriolün ana rolü bağırsaklarda kalsiyum ve fosforun emilimini destekleyerek, kan dolaşımında kalsiyum akışını artırmak ve böbreklerde kalsiyum reabsorbsiyonu sağlamaktır. Ayrıca, osteoblastlar ve osteoklastlar tarafından kemik büyümesi ve kemik yenilenmesi için gereklidir. Eksikliği yetersiz güneş ışığı ve yetersiz alımla ya da emilim bozukluklarıyla ortaya çıkabilir. D vitamini eksikliğinde, kemikler, ince kırılgan, ya da şekilsiz olabilir. Bu da kemik mineralizasyonu bozuklukları sonucunda (bağırsaklardaki Ca ve P geri emilimine bağlı olarak) çocuklarda raşitizm, erişkinlerde osteomalasia ve osteoporoza yol açar. (2)

Ayrıca Vitamin D diğer organ ve sistemleri de etkilemektedir: Ağız ve diş sağlığı (Ca emilimi), cilt sağlığı, immün sistem, iskelet-kas sistemi (Ca/P emilimi), metabolizma (tip-1 DM), seksüel sistem (steroid hormon), sinir sistemi (özellikle mevsimsel depresyon), kalp-dolaşım sistemi (Ca emilimi), sindirim sistemi (Mg/D Vitamin emilimi) gibi. (3) Vücuttaki D vitamini durumunu (ağızdan alım + derideki üretimi) en iyi serum 25- hidroksivitamin D düzeyi göstermektedir. Bunun nedeni 25-hidroksivitamin D’nin insanlardaki yarı ömrünün yaklaşık bir ay olması, dolayısıyla alım ve depolar konusunda bütünlüklü bilgi vermesidir.

www.turuncusaglik.com

11


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

Serum 25-hidroksivitamin D düzeyi normal aralığı insanların yaşadıkları bölgelere göre değişmesine karşın genel olarak erişkinlerde kış serum değerinin >40 nmol/L olması normal kabul edilmektedir. Serum 25-hidroksivitamin D düzeyinin <20- 25 nmol/L olması şiddetli yetersizlik, 25-40 nmol/L arasında olması marjinal (sınırda) yetersizlik olarak kabul edilmektedir. Şiddetli yetersizlik durumlarında rikets ya da osteomalazi riski çok yükselmektedir. (4)

GEBE VE EMZİKLİLERDE VİTAMİN D YETERSİZLİĞİNİN BEBEK ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

12

Gebelik süresince maternal D vitamini düzeyinin fetal büyüme-gelişme, fetal kemik gelişimi, diş yapısının oluşumu için önemli olduğu bilinmektedir. Bu etkilerinin yanı sıra, maternal D vitamini düzeyinin hem doğumdan hemen sonra ki hem de hayatın daha sonraki dönemlerinde nörolojik gelişim, immün fonksiyonlar ve kronik hastalık eğilimi ile ilişkili olduğu öne sürülmektedir. Amerikan Gıda ve Beslenme Kurulu’na göre günlük D vitamini gereksinimi bebekler için 400 IU/gün olarak belirlenmiştir. Gelişmekte olan ya da gelişmiş ülkelerdeki etnik topluluklarda annelerdeki D vitamini yetersizliğinin sık görülen bir sorun olduğu bilinmektedir. Pakistan’da yeni doğum yapmış kadınların %48’inde şiddetli düzeyde D vitamini yetersizliği (serum 25- hidroksivitamin D<25 nmol/L) olduğu saptanmış ve annelerin D vitamini düzeyi ile üç aylıktan küçük bebeklerin D vitamini düzeyleri arasında anlamlı ilişki olduğu gösterilmiştir. Benzer bulgular Kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerinde de saptanmıştır. (4)

www.turuncusaglik.com


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

Annede kalsitriol gebelikte 2-5 misli artar. Annedeki kalsitriol plasentadan geçmez. Fetal (bebek) kalsitriol plasentada ve fetal dokularda sentezlenir ve miktar olarak maternal (anne) kalsitirol düzeylerinin %25-50’si kadardır. Fetal böbrekte, maternal decidua da bulunan 1α hidroksilaz enziminin etkisi ile fetal kalsitriol oluşur. Normalde kalsiyum ve fosforun bağırsaklardan aktif emiliminde kalsitriol önemli rol oynar. Kalsitriol olmadığında, kalsiyumun barsak emilimi önemli derecede azalır. Sekonder hiperparatiroidizm gelişerek normal kemiklerde erime (mineral rezorpsiyonu) olur. Erimiş kemiğin yeniden tamiri eksik olur (tam mineralize olamaz) ve rikets dediğimiz kemik erimesi, kemiklerin zayıflaması ile ilgili hastalık ortaya çıkar. (5) Rikets; epifizler kapanmadan önce, gelişmekte olan kemik dokusunun mineralizasyon bozukluğu ile belirgin bir hastalıktır. Önemli halk sağlığı sorunu olan D vitamini yetersizliği fetal yaşamdan itibaren yeterli şekilde desteklenmelidir. Erken bebeklik döneminde D vitamini kaynakları plasental geçişli, anne sütü ve güneş ışığı yoluyla derideki sentezdir. (6) Maternal ve anne sütündeki D vitamini düzeyleri arasında ilişki olduğu göz önüne alınırsa, erken bebeklik dönemindeki klinik ve subklinik D vitamini yetersizliği açısından en önemli risk faktörünü maternal D vitamini yetersizliği oluşturmaktadır. Maternal D vitamini yetersizliği, dini-kültürel nedenlerle örtünen ve gündüz zamanını ev içinde geçiren kadınlarda sık görülmektedir. Bu kadınlarda kronik D vitamini yetersizliğine bağlı sekonder hiperparatiroidizm saptanmaktadır. (7)

“Vitamine D and pregnancy” başlıklı bir meta-analiz çalışmasına göre zamanında doğmuş yeni doğanların serum 25 hidroksi vitamin D seviyeleri annenin serum 25 hidroksi vitamin D seviyesi paraleldir. Çok erken doğan bebeklerde annenin vitamin D düzeyi ne olursa olsun bebeklerinki 20 ng/ml’nin altındadır. Metabolik kemik hastalıkları prematüre ve düşük doğum ağırlıklı bebeklerde iyi tanımlanmıştır. (8) ALSPAC da BMI, fiziksel aktivite ve sosyoekonomik grup gibi karıştırıcı faktörler düzeltildiğinde düşük serum vitamin D seviyesine sahip bayanların çocuklarının adölesan dönemlerinde kardiyovasküler risk faktörlerinde bir artış bulunamamıştır. South Hamptonlu bayanlarda yapılan anketlerde vitamin D düzeyi düşük hamile bayanlarda ve çocukluk obezitesi arasındaki ilişki anlamlı bulunmuştur. (8)

www.turuncusaglik.com

13


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

VİTAMİN D YETERSİZLİĞİNİN ANNE ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ Gebelik sırasında düşük D vitamini düzeyi, vitamin D’nin plesental geçişinin azalmasına yol açmasının yanı sıra annenin sağlığı üzerinde de olumsuz etkilere neden olmaktadır. Gebelikte D vitamini yetersizliğinin anoreksi ile ilişkisi bilinmektedir. Bu durum gebelikte yetersiz kilo alımına yol açabilir. Ayrıca vitamin D yetersizliği ile gebelikte oluşan insülin direnci ve gestasyonel diyabet arasında ilişki olduğu ileri sürülmüştür. Araştırmalara göre vitamin D yalnızca Ca metabolizmasında değil, gestasyonel diyabet, düşük doğum ağırlığı ve preeklamsi oluşumunu önleyici mekanizmalarda da etkilidir. (8) Kalsiyum ve 25-OH vitamin D düzeylerinin preeklemsi gelişimine etkisini araştırmak için Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yapılan bir araştırmaya göre preeklamsi, obstetrik alandaki gelişmelere rağmen maternal ve fetal mortalite ve morbiditenin en önemli sebeplerindendir ve tüm gebeliklerin %2-3’ünü komplike eder. Preeklamsinin öngörülmesinde anlamlı olabilecek birçok belirteç araştırılmıştır. Maternal kalsiyum ve 25- hidroksivitamin D düzeylerinin gebelik trimesterleri boyunca değişimleri anlamlı bulunmuştur. (9)

14

2007 yılında yapılan başka bir araştırmaya göre; maternal 25(OH)D düzeyindeki her 50 nmol/L’lik düşüşün preeklamsi riskini iki kat arttırdığı, ayrıca preeklamtik annelerden doğan yeni doğanların 25(OH)D düzeylerinin kontrol grubuna göre 37.5 nmol/L daha düşük olduğu gösterilmiştir. (1) 2014 yılında yapılan bir çalışmaya göre vitamin D ve insülin duyarlılığı ve gestasyonel diyabet (GD) arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Araştırmaya göre; D vitamini çeşitli şekillerde glikoz metabolizmasını değiştirmek için bir potansiyele sahiptir. Pankreasın ß hücreleri vitamin D aktif enzimi CYP27B1 ve vitamini D nükleer reseptörünü içerir. 1,25 dihidroksi vitamin D bağlanması ile insülin salınımının artmış olduğu gösterilmiştir. Bu kalsiyum akışının ileri etkinliği ile artabilir. İki meta analiz sonucunda D vitamini eksikliği görülen bayanlarda GD daha fazla görülür. GD’li bayanlarda düşük serum 25-hidroksi vitamin D düzeyi diğer hamile bayanlara göre anlamlıdır. (8) D vitamini kas hücreleri ve promonoctyes gibi belli hücre tiplerinde insülin duyarlılığını artırdığı görülmüştür, ama adipoz dokuda glikoz alımını azaltır. Küçük deneme grubundaki 54 Gestasyonel diyabeti olan bayanda vitamin D suplemantasyonu ile insülin duyarlılığında anlamlı bir artış bulunmuştur. (8)

www.turuncusaglik.com


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

“Nurses Health Study” de diyabet hikayesi olmayan 84,000 kadında 20 yıl içinde 4843 diyabet oluşumunun göreceli riskinin 400 IU VD alanlarda, 800 IU VD alanlara göre daha yüksek olduğu anlaşılmıştır. Başka bir çalışmada ise 1200 mg Ca ile birlikte günlük 800 IU vitamin D alanlarda tip 2 diyabet riski; günlük 600 IU Ca ve 400 IU VD alanlara göre %33 daha düşük bulunmuştur. (3) Vitamin D’nin klasik olmayan diğer etkileride; anti-enflamatuar, immunomodulasyon, anti-proliferatif ve nörotransmitter oluşudur. Bu mekanizmaların otoimmün hastalıklar, enfeksiyona vb. hastalıklara karşı koruyucu ve önleyici etkileri olduğu düşünülmektedir. D vitamini veya onun aktif metabolitlerinin immün fonksiyonların modülasyonu üzerine olan etkileri; aktif enflamatuvar hücrelerde D vitamini reseptörünün (VDR) varlığı, aktif D vitamininin T hücre proliferasyonunu inhibe etme yeteneği, sarkoidoz gibi hastalıklarda aktive olan makrofajların 1-alfa hidroksilaz ekspresyonu yolu ile aktif D vitamini üretimini sağlamasıdır. (10) MS, enflamatuar bağırsak hastalıkları ve tip 1 diyabetes mellitus (tip 1 DM) gibi bazı kronik sistemik hastalıklar; Kanada,

Kuzey Amerika ve Avrupa’da yani kuzey yarım kürede sık görülmektedir. Bu bölgelerin ortak özelliği özellikle kış aylarında güneş ışınlarının D vitamini yapımı için yetersiz olmasıdır. Yeni prospektif çalışmalarda; güneş ışığı dikkate alınmaksızın ağızdan yüksek doz D vitamini alımının tip 1 DM, MS ve romatoid artrit (RA) riskini azalttığı hipotezini desteklemektedir. (10) Aktif D vitamininin kazanılmış immüniteyi baskılaması dendritik hücrelerin olgunlaşmasının baskılanması ve böylece CD4 hücrelerine antijen sunumunun azalması, CD4 hücrelerinin Th1 ve Th17 hücrelerine diferansiyasyon ve proliferasyonunun inhibisyonu ve Th2 ve Treg hücrelerinin üretiminin artması yolu ile olmaktadır. Kazanılmış immün cevabın D vitamini tarafından baskılanması enfeksiyon ajanlarına karşı verilecek cevabın azalmasına da yol açabilmektedir. (10) Gebeliği 2. trimestrında 18-44 yaş aralığında 178 Afrikalı ve Amerikalı gebe kadın üzerinde yapılan çalışmada; mevsimsellikle D vitamini düzeyi ve inflamasyon biyomarkerları arasındaki ilişki araştırılmıştır.

www.turuncusaglik.com

15


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

Sonuç olarak 25-OH D düzeylerinin sonbahar ve yaz mevsimlerinde yüksek, ilkbahar ve kış mevsimlerinde düşük olduğu saptanmıştır. Ayrıca serum 25-OH D düzeylerinin gebelikle beraber zayıflayan bağışıklık sistemini etkilediği, düzeylerin inflamatuar biyomarkerlarla ters orantılı olduğu saptanmıştır. (11) Başka bir araştırmaya göre; vitamin D doğuştan gelen immun sistemin anti bakteriyel etkisini artırır ve otoimmuniteyi baskılayıcı adapte immun sistemi düzenler. Düşük vitamin D düzeyine sahip kadınlar hamilelikte daha çok bakteriyel vaginosise sahiptir. Vitamin D eksiliği MS gibi otoimmun şartlarda ilişkilendirilmiştir. Annenin düşük vitamin D düzeyi çocukların tip-1 Diabet ve alerji riskini artırabilir. Düzenleyici adapte immun sistem belki preeklemsinin patogenezinde olası mekanizmalarda vitamin D rol oynar. (8)

16

Vitamin D’nin bir diğer etkiside kardiyovasküler sistemedir. D vitamini analoglarının suplemantasyonu PTH düzeyindeki yükselmeyi düşürür. Bu durum PTH’nın miyokard ve damar duvarı üzerine olan olumsuz etkilerini azaltarak kalp üzerine koruyucu etki sağlar. Ayrıca PTH kan basıncını artırması nedeniyle ani kardiyak ölüm dahil kardiyovasküler olaylarla ilişkilidir. VDR ve 1-α hidroksilazdan yoksun, normal kalsiyum düzeyine sahip farelerde artmış kontraktilite ve bozulmuş sistolik fonksiyonlara bağlı miyokard hipertrofisi ve artmış renin-anjiotensin-aldosteron sistemi (RAAS) aktivasyonu gösterilmiştir. Ratlarda yapılan bir çalışmada aktif D vitamininin kardiyomiyositlerin relaksasyonunu hızlandırdığı ve kalbin diyastolik fonksiyonlarını iyileştirdiği gösterilmiştir. (12) Kış aylarında anksiyete ve depresyona sık rastlanır. Mevsimlerle bu durumun daha abartılı hali mevsimsel affektif hastalık olarak tanımlanır.

Sağlıklı, gönüllülerle yapılan bir çalışmada vitamin D3’ün kış aylarında pozitif affekti arttırdığı, negatif affekti azalttığı bulunmuştur. (13) Japonya’da diyetle alınan vitamin D ve depresyon ilişkisini araştırmak için; ortalama yaşı 31,2 ve gebelik haftaları 18,5 hafta olmuş 1745 hamile bayan üzerinde bir çalışma yapılmıştır. Anamnezlerinde yaklaşık %5’inde kişisel depresyon öyküsü ve %10’unda ailesel depresyon öyküsü olduğu görülmüştür. Günlük ortalama enerji tüketimi 7434.2 kj ve D vitamini alımı 5.7 mg olan kadınlarda; D vitamini alımı yaş,ilgili meslek,hane geliri,eğitim düzeyi ve EPA DHA alımı ile olumlu ilişki gösterirken sigara içimi,evde sigara dumanına maruz kalma ve hizmet etmekle ters orantı göstermiştir.

Çalışma sonucunda; vitamin D desteği depresyon belirtilerini azaltarak önlediği ve bu destek gebelik için etkili bir strateji olabileceği belirtilmiştir. (14) Sonuç olarak yukarıda değerlendirmeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde; Vitamin D yalnızca kemik mineralizasyonunda değil aynı zamanda; erkek ya da kadın (gebe ya da değil) için immün sistem, kardiyovasküler sistem, otoimmün hastalıklar, depresyonda dahil olmak üzere birçok sistem ve hastalık üzerinde etkili olduğu görülmektedir. Maternal D vitamininin gerek kültürel/dini etkilerle gerekse beslenme alışkanlıklarıyla özelliklede Kuzey ve Güney yarım kürelerde 40. enlemler ve sonrasında bulunan ülkelerde hem gebelik hem de emziklilik sürecinde bebeğin D vitamini düzeylerini doğrudan etkilediği bu durumun bebeğin kemik yapısı, doğum süresi ve doğum ağırlığıyla doğrudan ilişkili olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle günde 30 dakika güneşlenmeye, balık ve balık yağı içeren gıdalar tüketmeye özen gösterilerek D vitamini gereksinimleri karşılanmalı karşılanamıyorsa doktor kontrolünde suplementasyon kullanılmalıdır. Diyetisyen Büşra DOKUZ www.turuncusaglik.com


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

AKDENİZ DİYETİ VE BEYİN SAĞLIĞI Ne zaman bir beslenme stili tanımlayıcı bir isimle ortaya çıksa ‘yine o sıra dışı, popüler mi popüler diyetlerden biri daha’ diye düşünmeye başladığımız şu zamanlarda ben sizlere özel bir ismi ve bunun yanı sıra bilimsel temeli olan bir diyetten bahsedeceğim: Akdeniz Diyeti. Beslenme, insanoğlunun en temel gereksinimlerinden birisi olarak uzun senelerdir üzerine araştırmalar yapılan bir alan. Ve bu alanda şuan en geçerli kural belki de beslenmenin çeşitlendirilip, bireylerin tek tip beslenmeden uzaklaştırılmasıdır. Besin çeşitliliği, tüm besin öğelerinden faydalanmak ve besin grupları içerisinde de farklı besinlerden gelen maddelerden yararlanmak adına önem arz ediyor. Örneğin; sürekli aynı sebze ve meyveleri tüketmek yerine bunları çeşitlendirdiğinizde vücudunuza farklı fitokimyasalları almış oluyorsunuz. (Lahanadan izotiyosiyanat alırken, havuçtan karoten; karpuzdan likopen alırken, üzümden restrevatrol almak gibi.) İlk olarak Dr. Ancel Benjamin Keys tarafından tanımlanan Akdeniz Diyeti, besin çeşitliliğini sağlayan bir beslenme modelidir. Sebze-meyve, ekmek ve diğer tahıl grubu besinler, süt-yoğurt grubu besinler, kuru baklagiller ve yağlı tohumlar gibi bitkisel kaynaklı besinler Akdeniz Diyetinin büyük bir kısmını oluşturmaktadır. Ayrıca Akdeniz Diyetinde temel yağ kaynağı olarak zeytinyağı tercih edilmektedir. Kırmızı etin sınırlandırılması, balığın beslenmede önemli yer tutması ve yemeklerle birlikte ılımlı miktarda şarap tüketimi de Akdeniz Diyetinin göze çarpan diğer özellikleri arasındadır. Akdeniz Diyetinde tuz yerine çeşitli otlar lezzeti artırmak adına kullanılmaktadır. Bu nedenle de, Akdeniz Diyeti yeterli ve dengeli beslenme örneği oluşturmakta ve sağlık üzerinde koruyucu etkileri bulunmaktadır.

Bu etkiler, bitkisel besinler ile vücuda alınan posa, balık tüketimiyle omega-3 alımının artması, sebze ve meyve odaklı bir beslenmeyle vücuda alınan biyoaktif bileşenler ve an- 17 tioksidanlar sayesinde görülmektedir. Akdeniz Diyetinin özellikle Kalp Damar Hastalıkları, Alzheimer, Tip 2 Diyabet, Obezite ve Kanser riskini azaltabileceği belirtilmektedir.

www.turuncusaglik.com


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

Akdeniz Diyeti’nin Beyin Hacmine Etkisi

American Academy of Neurology isimli tıp dergisinin internet sitesinde Ocak-2017’de ‘Akdeniz Diyetinin Beyin Sağlığı Üzerindeki Kalıcı Etkileri’ isimli bir çalışma yayınlandı. Çalışmada İskoçya’da demans hastası olmayan 70’li yaşlardaki 967 kişinin beslenme alışkanlıkları hakkında bilgi edinildi. Akdeniz Diyeti uygulayan bu yaşlı bireyler üç yıl boyunca takip edildi ve beyinlerindeki değişimler gözlendi. Akdeniz Diyetini yakından takip etmeyen kişilerin, diyeti daha doğru uygulayanlara göre üç yıl boyunca beyin hacminde kayıp olasılığının daha yüksek olduğu görüldü. Çalışmayı yöneten Edinburgh Üniversitesi’nden Michelle Luciano, ‘’Yaşlandıkça beyin büzüşür, öğrenmeyi ve hafızamızı etkileyen beyin hücrelerini kaybederiz.’’ diyerek Akdeniz Diyetinin beyin sağlığı üzerindeki olumlu etkisinden söz etti.

18

Araştırma sırasında beyin hacmini etkileyebilecek yaş, eğitim, diyabet, hipertansiyon gibi faktörlerde göz önünde bulunduruldu. Beslenme alışkanlıklarındaki farklılığın, Akdeniz Diyetini uygulayanların toplam beyin hacminde görülen %0,5’lik küçülmeyi açıkladığı belirtilirken, bunun normal yaşlanma sürecinde gözlenenin yarısı kadar olduğuna da dikkat çekildi Öte yandan araştırma beyinde merkezi sinir sisteminin ana içeriği olan gri maddenin hacmi ve kortikal kalınlaşma ile Akdeniz Diyeti arasında hiçbir ilişki olmadığını da gösterdi. Dyt. İzan Işık

www.turuncusaglik.com


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

GÜZEL BİR CİLT İÇİN Çoğumuz sağlıklı, esnek bir cilt ile doğar. Ancak, yaşlandıkça bu özellik yaşam tarzımıza göre yavaş yavaş kaybolur. İyi cilt kısmen genlerinizden kaynaklanıyor olsa da cildimizi daha sağlıklı hale getirmek mümkün. Sağlıklı beslenme kurallarını takip ederek cilt sağlığı ve yaşlanmaya karşı tüm hayati besin maddelerini sağlayabilirsiniz. Dahası, sağlıklı dengeli bir diyet, cildimizi zarar verebilecek kirleticilerden korur ve onarmak için ihtiyacımız olan antioksidanları karşılar. Beslenmemizde her besin grubundan doğru oranlarda bulundurmalıyız. Doğru beslenme ile hem sağlıklı bir bedene hem de sağlıklı bir cilde kavuşmak mümkün. A vitamini, C vitamini, riboflavin, niasin, piridoksin, vitamin E, çinko ve selenyum gibi bazı vitamin ve minerallerin, cilt sağlığında, önemli bir rolü vardır. 1. Omega-3 Balık ve ceviz gibi omega-3 kaynakları cildin elastikiyetini sağlar nemlenmesine katkıda bulunur. Haftanın 3 günü balık tüketerek güzelliğinize güzellik katabilirsiniz. 2. Su Su içmenin cildimiz üzerindeki etkisi pahalı kremlerden daha fazladır. Sağlıklı bir cilt için günde 2,5-3 lt su içmek çok önemlidir.

19

4. Çikolata En az %70 kakao içeren bitter çikolata bile cildin korunmasına yardımcı olabilecek antioksidanların çoğunu sağlar. Bununla birlikte, çikolata yağ ve şeker bakımından yüksektir, bu nedenle kontrollü yenmelidir. 5. Sigara Araştırmalar sigaranın cildin normal yaşlanma sürecini hızlandırdığını gösteriyor. Dumanlı toksinler, cildin kırışıklara katkıda bulunan çok sayıda kollajen üretmesini durdurur. 6. Uyku ve Stres Araştırmalar, çok fazla stresin cilt sağlığımızı etkileyebileceğini gösteriyor. Hızlı yaşam tarzımızda, dinlenmek için düzenli zaman ayırmayı çoğu zaman unutuyoruz. Cildinizin daha sağlıklı görünmesi için günde 7 saatlik uykuya ihtiyacı vardır. 7. Aktiflik İyi bir egzersiz rutini, cilt yüzeyindeki kan akışını artıracak ve cildinize pembe bir parlaklık kazandıracaktır. Dyt. Aynur ALTAŞ www.turuncusaglik.com


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

Krill Yağı Krill Nedir ? “Krill” Norveç dilinde “yavru balık” anlamına gelmektedir. Aynı zamanda Euphausiacea ailesine ait deniz kabuklularını tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Antartik okyanusun soğuk sularında yaşayan karidese benzer küçük kabuklu deniz canlısıdır. Diğer kabuklara benzer şekilde kitin yapıya sahip, ancak görünür dış solungaçları, parlayan organlar, baş ve göğüs kısmında tamamıyla aktif proteolitik enzim içermesi ile diğer kabuklulardan ayrılır . Krill en küçük milimetrik boyutlarından 15 cm uzunluğuna kadar değişebilmekte ve 85 kadar türü bulunmaktadır . Vücutlarında ve yumurtalarında omega-3 (EPA, DHA) sentezleyebilmek için alg ile beslenirler. Fırsatçı özelliği olduğu için mümkün olan her türlü planktonla beslenebilirler. Antartika krili diğer balıklar gibi ağır metal ve kirleticileri tüketmemektedir. Neden Krill Yağı?

20

Dünya çapındaki okyanuslarda yaşaması nedeniyle krill dünyadaki en kalabalık hayvan türlerden biridir. Bu bolluğuna rağmen krill’in genellikle su ürünleri yetiştiriciliği, sportif balıkçılık ve ticari ürün olarak akvaryumda yem şeklinde kullanımına odaklanılmıştır. Yaygın olarak balina yiyeceği olarak bilinmesine rağmen, aynı zamanda foklar, deniz kuşları, balıklar ve az oranda da olsa insanlar için besin kaynağıdır. Krill’in farklı türlerinden sadece iki türü Antartik (Euphausia Superba) ve Pasifik (Euphausia Pacifica) krill’i ticari ürün olarak toplanmaktadır. İnsan tüketimi için ticari krill ürünleri, çoğunlukla dondurulmuş çiğ krill, haşlanmış krill ve kabuğu soyulmuş krill eti şeklindedir. Krill’in insanlar için bir besin kaynağı olarak kullanımında teknolojik ilerlemeler ve yeni ürünlerin geliştirilmesiyle birlikte artış beklenmektedir.

www.turuncusaglik.com

Balık yağının aksine, suda çözünebilen krill yağı 1990’larda keşfedilmiştir. Gıda takviyesi olarak tüm dünyada 2001 yılında kullanılmaya başlanan krill yağı, NASA’da astronotların beslenme programında 2002 yılından beri kullanılmaktadır. Belçika’da 2010 yılında, Danimarka’da da 2011 yılında yılın ürünü olarak seçilmiştir. Krill yağını diğer yağlardan üstün tutan temelde dört bileşen bulunmaktadır. Bunlar; içeriğindeki yağ türünün fosfolipit formda olması, ORAC değerinin (oksijen radikal emme kapasitesi) yüksek olması, omega-3 ve astaksantin içeriğidir.


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

ORAC değeri (oksijen radikal emme kapasitesi) ; İnsan vücudundaki her hücre günde ortalama 10.000 serbest radikal saldırısına maruz kalmaktadır. Vücuttaki serbest radikallerin artışını önlemek için antioksidan tüketimini arttırmak gerekir. ORAC (oksijen radikal emme kapasitesi), kimyasal biomarkerlar kullanarak maddelerin toplam antioksidan güçlerini ölçen bir yöntemdir. Vücuttaki “serbest radikaller” olarak adlandırılan ve başta kanser olmak üzere pek çok hastalığa yol açan maddelerin yok edilmesi, yani emilim değerini belirten ve besinler için kullanılan bir ölçektir. Ağır metal ve civa içermeyen krill yağının ORAC değerinin yüksek olduğu ve bu sayede kansere karşı koruyuculuğu ve yaşlanmayı geciktirdiği bildirilmektedir. Krill yağı balık yağına göre ORAC testi baz alındığında E, A, D vitaminleri ile astaksantin gibi güçlü antioksidanları içermesi sonucunda 48 kez daha fazla antioksidan etkiye sahip olduğu ve koenzim Q10’dan 34 kat daha etkili olduğu tespit edilmiştir. Başka bir çalışmada ise, krill yağının fare karaciğerinde hepatik antioksidan enzimleri yüksek derecede etkilediği, katalaz, glutatyon peroksidaz ve süperoksit dismutaz aktivitelerini anlamlı şekilde artırdığı tespit edilmiştir. Omega-3 yağ asiti içeriği;

Fosfolipit Yapı Ne Demektir?

Elzem yağ asidi olan omega-3 yağ asidi, vücutta EPA ve DHA şeklinde metabolize olmaktadır. EPA ve DHA bebeklerde beyin, sinir sistemi ve göz gelişimini hızlandıran, yetişkinlerde romatoit artrit gelişimini yavaşlatan, yüksek kan trigliserit değerlerini düşüren, kardiyak aritmileri engelleyen, enfarktüs sonrası sağ kalım oranını arttıran, kan pıhtılaşmasını azaltan, damar sertliğini önleyen, kan basıncını azaltan ve Alzheimer hastalığını yavaşlatan uzun zincirli yağ asitleridir.

Krill’de bulunan uzun zincirli yağ asitlerinden omega-3 yağ asitinin çoğu fosfatidilkolin ve fosfatidiletanolamin gibi fosfolipit formunda bulunmaktadır. Buna karşın alglerden, morina karaciğerinden, foklardan ve/veya balık yağından elde edilen omega yağ asitleri trigliserit formdadırlar. Fosfolipitlere bağlı omega-3 suda çözünebilir halde iken, balık yağındaki omega-3 çözünemez. . Bu durum krill’deki omega-3’ün vücudumuz tarafından emilebilir ve kullanılabilir olması için önemli bir faktördür.

www.turuncusaglik.com

21


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

Omega-3 fosfolipitleri hücre fonksiyonlarının gerçekleşmesi ve yapılandırılması için omega-3 trigliseritlerinden çok daha etkilidir. Diğer kaynaklarla karşılaştırıldığında; omega-3’ün fosfolipitlerle taşındığında, bağırsaktan emilimi daha etkili olduğu için biyoyararlanımı daha da artmaktadır. Omega-3 yağ asitlerinin biyoyararlanımı bulundukları kimyasal forma bağlıdır. EPA +DHA‘nın üç yaygın formu; esterleşmiş trigliserit (balık yağı), etil ester (balık yağı) ve fosfolipit (krill yağı) kendi aralarında biyoyararlanım açısından karşılaştırılmak üzere yapılan bir çalışmada katılımcılara eşit dozlarda üç kimyasal formu verilmiş ve çalışma sonucunda emilimlerinin sırasıyla fosfolipit>esterleşmiş trigliserit>etil ester şeklinde olduğu tespit edilmiştir. Toplam kan kolesterolü veya trigliserit seviyesi yüksek 113 kişi ile yapılan başka bir çalışmada, katılımcılar 3 gruba ayrılarak;

22

1. gruba 6 kapsül krill yağı (n=36; 3.0 g/gün,EPA+DHA=543 mg), 2. gruba 3 kapsül balık yağı (n=40 1.8 g/gün, EPA+DHA=864 mg) ve kontrol grubu olan 3. gruba herhangi bir takviye verilmeden, 7 hafta boyunca EPA ve DHA plazma konsantrasyonları ölçülmüştür. EPA+DHA suplemanı alan grupların plazma EPA ve DHA konsantrasyonları kontrol grubuna göre önemli derecede artış saptanmıştır. Bu çalışma, krill yağının EPA ve DHA miktarı balık yağına nazaran daha az olmasına rağmen,fosfolipit formu sayesinde biyoyararlanımının yüksek ve daha iyi tolere edildiğine dair bulguları desteklemektedir. Krill yağının düşük fosfolipit yerine yüksek fosfolipit içermesi durumunda biyoyararlanımının arttığını gösteren çalışmalar da mevcuttur.

www.turuncusaglik.com

Başka bir çalışmada ise, eşit miktarda EPA ve DHA içeren etil ester ve trigliserit formdaki balık yağı ve krill yağının biyoyararlanımı araştırılmış ve her gruba farklı formda eşit miktarda (1.3 g/gün) EPA ve DHA sağlayacak şekilde balık yağı formları veya krill yağı verilmiştir. Dört hafta sonunda gruplar arasında açlık plazma EPA ve DHA konsantrasyonları bakımından farklılık gözlenmemiştir. Kırmızı kan hücrelerindeki EPA ve DHA düzeyi açısından gruplar arasında anlamlı bir fark saptanmamıştır.


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

Astaksantin içeriği; Somon balığına, karidese ve flamingoya pembe-kırmızı rengini veren β-karoten ve A vitamini benzeri güçlü antioksidan özellik gösteren bir pigmenttir. Astaksantin’in antioksidan aktivitesi lutein, kantaksantin ve β-karotenden 10 kat, E vitamininden ise 500 kat daha güçlüdür. Krill 1.5-2.0 mg/100 g konsantrasyonda astaksantin içermektedir. Bu durum krill’in astaksantin açısından zengin bir kaynak olduğunu göstermektedir. Astaksantin kan-beyin bariyerini geçiş yeteneği üstün olan bir antioksidandır. Hücre hasarına neden olan ve kalp hastalıkları, kanser ve yaşa bağlı hastalık riskini artıran serbest radikalleri nötralize eder. Astaksantin’in katarakt, diyabet, kalp hastalığı, sinir hastalıkları ve bazı kanserlerin tedavisinde önemli rol oynadığı, anti-aging olarak kullanıldığı bilinmektedir.Krill yağında antioksidan aktivite gösteren astaksantin oksidasyona karşı dayanıklılığını açıklamaktadır. Yağın oksidasyonunun en alt düzeyde olması yağın uzun ömürlü olmasını sağlarken, kokusunun ve tadının bozulmasını da engellemektedir.Son yıllarda krill yağı ve balık yağı arasındaki farklılıklar tartışılan bir konudur. Yapılan çalışmalarda, krill yağı kapsüllerinin içerdiği EPA ve DHA miktarı balık yağı kapsüllerine göre az olmasına rağmen,

krill yağının fosfolipit formundan dolayı omega-3 yağ asitlerinin daha etkili olduğu bildirilmektedir. Krill yağı soft jel formunda sadece gıda takviyesi olarak mevcutken, balık yağının hem ilaç, hem de gıda takviyesi olarak sıvı ve soft jel formu bulunmaktadır. Balık yağının soft jel formu boyut bakımından krill yağına göre daha büyük olup, bu durum yutma güçlüğüne sebep olabilmektedir. Ayrıca krill yağı balık yağından farklı olarak 23 antioksidan potansiyeli artıran, atletik performans, kardiyovasküler hastalık ve enflamasyon üzerine pozitif etkileri olan ve krill yağına kırmızı-pembe rengini veren astaksantin pigmentini de içermektedir. Krill yağının çeşitli hastalıklar üzerine etkilerinin incelendiği farklı çalışmalar bulunmaktadır.

Dyt. Sultan MURAT

www.turuncusaglik.com


Ağustos-Eylül 17’, 7.Sayı

MAKALELER

24

www.turuncusaglik.com


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

THE CONTENT AND THE EFFECT OF KETOGENIC DIET Bedirhan ERUZUN Nutrition and Dietetic Internship,Istanbul-Turkey E-mail address:bedirhaneruzun@gmail.com

Abstract: Many people in the world and in our country are resorting to various forms of nutrition to weaken and maintain body weight. For this purpose, one of the most popular diets that people apply is the ketogenic diet, which is a very low carbohydrate, high fat and protein diet. Even though the effects of diets are not fully understood. These diets basically meet very low carbohydrate nutrition requirements from the energy needs of the body and form ketone bodies. The ketone bodies are β-hydroxy butyrate and acetoacetate. As a result of low-carbohydrate nutrition, the ketone bodies produced by the liver are increasingly dependent on it; Blood acidity increases, blood pressure drops due to ketoasidazole for a long time, and various health problems occur. A high-protein diet produces 30% of the total protein of the daily total energy. This is why nutrition based on animal products is observed. Excess animal food consumption can lead to elevated blood cholesterol, cardiovascular disease, hyperlipidemia, impaired uric acid metabolism. But at the same time, studies on ketogenic diet epileptic diseases continue to work because of positive results in some sportsmen and short-term weight loss. 25 Keyword: Ketogenic diet, ketoacidosis, obesity, ketogenic diet weight,Atkins diet, Mediterranean diet.

MATERIALS and METHODS

INTRODUCTION

This is a review article, Pubmed, Google Academic, ResearchGate, YÖK National Theses Center,WHO, Journal of health sciences and other journals in Turkey were used as search engines. The articles published between 2010 and 2017 were examined using ketogenic diet, mediterranean diet,ketoacidosis, ketogenic diet obesity, ketogenic diet weight keywords.

There are many dietary types such as ketojenic diet, mediterranean diet, korean diet in the world. It is a nutritional habit which fish, fruits, vegetables and grains, which are composed of 55-60% carbohydrate 10-15% protein 25-30%. The ketogenic diets are made up of 30% of the daily energy of the protein. For this reason, it consumes approximately 155 grams of fat, 125 grams of protein, 25 grams of carbohydrate per day. It does not take cereal, fruit, sugar, bread, Low consumption may result in missing calcium, magnesium, potassium minerals.

www.turuncusaglik.com


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

Comparison of mediterranean diet and ketogenic diet content. They also provide 2-6% energy from ketones after a night’s fasting, and 30-40% after three days of fasting(10).

26

Loss of fluid in the ketogenic diet leads to rapid weight loss. As a result of reduced nutrient diversity, the desire to eat is reduced, but when the normal diet is turned it gains weight.

www.turuncusaglik.com


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

DISCUSSION Studies on he Effect of Ketogenic Diet on Obesity, Tumor, Athletes and Metabolism In this study, the study evaluated the long-term effect of a very low-calorie ketogenic (VLCK) diet on excessive adiposity. Very low caloric ketogenic diet caused mild ketosis with a duration of less than 2 months and significant effects on body weight at 6, 12 and 24 months. However, very low calorie ketogenic diets were found in the low calorie diet (-4.4 kg) (12.5 kg), waist circumference (-11.6 cm) and body fat mass (-8.8 kg) And -3.8 kg; P & lt; 0.001). A very low calorie ketogenic diet was observed to be effective after 24 hours with a decrease in visceral fat tissue and a decrease in the individual burden of the disease (1).Twenty-two healthy individuals were randomly divided into two groups. The KD group followed a 20-day ketogenic diet (KD t 0-t 20), followed by a 20-day low-carbohydrate, non-ketogenic diet (KD t 20 -t 40) Finally in a Mediterranean diet (MD) 2 months more (KD t 40-t 2m). A significant decrease in RER after 20 and 40 days in the KD group (p <0.05) was observed in the MD group when MD group was monitored for MD (MD t 0-t 20), but no significant change was observed in VO2, VCO2 and REE(2).A VLED of 8 weeks (VKY) under the age of 31 (18 men) with osteomia (body mass index: 37 ± 4.5 kg m-2) was followed by a VLED WL with congenital VLED increased transiently by up to 3 weeks (5% WL). It was reported that WL was not associated with an increased appetite after WL and when the participants were ketotic 10-17% (3).Female C57BL / 6J mice were iso-energetically fed double-fed for 4 weeks with standard diet or a LCHF diet. Body composition was measured after 2 and 4 weeks using echo MRI and pre- and post-dietary aerobic capacity. Mice fed a LCHF diet had body weight The increase is similar to those in the controls. However, LCHF mice achieved fat mass after 2 weeks compared to lean mass, while control mice maintained body composition throughout the study. The LCHF diet, cardiac triglyceride content, lowered cardiac function and lowered aerobic capacity. LCHF-fed double-fed rats increased 27 body fat percentage at the expense of lean mass after 2 weeks and reported that the function of the heart was impaired after 4 weeks (4).Ketogenic diet (KD), refractory is an established treatment for pediatric epilepsy and is a promising treatment for various neurological diseases. It has been reported that clinical presentations on migraine-associated KD, obtained from 150 cases investigated in case presentations and prospective surveys, may suggest rapid onset active prophylaxis for episodic and chronic migraine (5).In this study, 73 obese patients underwent a two week weight loss (WL) program: 3 weeks of protein sequestration, very low calorie, ketogenic diet (<500 kcal / day, Oloprotein (®) Diet) and 6 weeks hypocaloric (25-30 kcal / Kg ideal body weight / day), low glycemic index, Mediterranean-like diet (hypo-MD). In both stages, visceral adiposity, liver enzymes, GH levels, blood pressure and glucose and lipid metabolism have been developed. It has been reported that hypo-MD leads to a re-increase in blood lipid and glucose tolerance parameters (6).Some studies have shown that some types of tumors, such as a high-fat, low-carbohydrate diet, ketogenic diet (NE), brain tumors and neuroblastoma, show some activity. Although KDs tend to reduce tumor growth, mouse survival has dramatically decreased due to major weight loss. Expression of TNFa, interleukin-6 and C-reactive protein increased in the liver of tumor-bearing mice and KD significantly increased expression. It is contraindicated that KDs are spontaneous, but the treatment of RCC patients with Stauffer’s syndrome is likely to cause worsening of associated hepatic dysfunction (7).Children with epilepsy since the 1920s appear to have some benefit in Alzheimer’s disease, Parkinson’s disease and glaucoma (8).This study assessed the effect of 6 weeks of non-energy-restricted KD in healthy adults on physical performance, body composition, and blood parameters beyond cohort athletes. The energy expenditure of 71.6%, 20.9% and 7.7% were derived from fat, protein and carbohydrates respectively. The weight loss was -2.0 ± 1.9 kg (P <0.001), equal to the fat-free and fat mass. Glucose, insulin and IGF-1 decreased significantly by 3.0, 22.2 and 20.2, respectively. A mild negative effect of this 6-week, non-energy-intensive KD on physical performance (durability capacity, peak power, and faster depletion) has been identified (9).

www.turuncusaglik.com


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

28

CONCLUSION Due to the low carbohydrate content of the ketogenic diets, it is known to cause metabolic acidosis and ketosis. Increased protein intake in the carcinogenic diet, thermogenetic effects of the proteins caused more metabolism and more weight in the short term. Cetogenic diets are used in infantile disease. After the 24th month, it lost its effectiveness. If the treatment of the tumor is affected by the ketogenic diet, new work is needed. Yazının türkçesine www.turuncusaglik.com adresinden ulaşabilirsiniz.

www.turuncusaglik.com


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

BESİN DEĞERİNİ KAYBETMEYİN! Besinlerin tat, kıvam, renk, şekil ve yapılarının belirli bir sıcaklık değeri ve süre içerisinde değiştirilerek yenilebilir hale getirilmesi pişirme olarak tanımlanır. Pişirme olayı milattan önce keşfedilmiş ve zaman içerisinde çeşitli yöntemler kazanarak, toplumlara göre şekillenmiştir. Sağlıklı beslenmenin temel unsurlarından biri, besinlerin sağlıklı yöntemlerle pişirilip yenilebilir hale getirilmesidir. Besinlerin pişirilmesinde kullanılan teknikler insan sağlığını doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle her besin için uygun olan pişirme tekniği kullanılmalıdır. Günümüzde pişirme yöntemleri; Suda (haşlama, kendi suyu ile pişirme…), Buharda, Kuru Isıda (ızgara, fırında pişirme…) ve Yağda (derin yağda kızartma, az yağda kızartma, sote…) olmak üzere dört başlıkta toplanır. Bu yöntemlerin tercihinde hangi besinlere uygulanacağını bilmek oldukça önemlidir. Yapılan birçok araştırma, besinlerin kızartılması sonucu yağın oksidasyonu ile oluşan ürünlerin, kanserojen ve mutajen etkiye sahip olduğunu belirtmektedir. Özellikle aynı yağın uzun süre kullanılması, kızartılan ürünlerin besinsel değerini olumsuz etkilemektedir. Beraberinde birçok kalp ve damar hastalıklarına sebep olmaktadır. Bu nedenle yağda kızartma yöntemi sıklıkla tercih edilmemeli, kızartmalarda kullanılan yağlar yeniden kullanılmamalı, kızartma yağı atıkları biriktirilip geri dönüşüm uygulamalarında kullanılmalıdır. Suda pişirme yöntemi ile pişirilen besinlerin besinsel değerlerini kaybetmemeleri için pişirme suları dökülme- 29 melidir. Besin değeri kaybını azaltmak amacıyla az suda haşlama veya kendi suyunda pişirme yöntemleri uygulanabilir. Buharda pişirme yöntemi sebzelerin besin değerini korumak için tercih edilebilir. Kuru ısıda pişirme yöntemlerinden biri olan fırında pişirme, besinsel değerlerin korunmasında tercih edilebilir. Izgara yöntemi uygulanırken özellikle etler ateşe en az 15cm uzaklıkta pişirilmelidir. Mümkünse elektrikli ızgaralar tercih edilmelidir. Fakat pişme esnasında etten damlayan sularla besin değerinin bir kısmı kaybedilmektedir. Etlerin suda pişirilmesinde, pişme suyu kullanılmadığında besin değeri kaybı daha da artar. Etleri kuru ısıda pişirmek besin değeri kaybını diğer yöntemlere göre bir miktar daha azaltmaktadır. Etlerin ızgara-mangal yöntemi ile pişirilmesinde sağlığa zararlı çeşitli kimyasallar oluşabilmektedir, bu nedenle mangallar çok sık yapılmamalıdır. Kurban bayramı yaklaşırken birbirinden farklı yöntemlerle pişirilen çeşitli etlerin tüketimine dikkat edilmeli, etler pişirilirken yağ ilavesi yapılmamalı, kızartma yöntemi yerine fırında veya ızgarada pişirme teknikleri tercih edilmelidir. Etlerin görünen yağları ayıklanarak tüketilmeli ve günlük önerilen tüketim miktarlarına dikkat edilmelidir. Özellikle kalp-damar hastalıkları olan bireylerin kırmızı et yerine beyaz et grubundaki besinleri tercih etmesi önerilmektedir. Sağlıklı yöntemler ile pişirilen sağlıklı besinler tüketin, sağlıkla kalın, ömrünüz bayram olsun.

Dyt. Elif Melek Avcı www.turuncusaglik.com


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

NAZENİN

Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

MISRALARI

30

30

www.turuncusaglik.com

www.turuncusaglik.com


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

SESSİZ YALAN

Buklelerinin arasında gezdirdi parmaklarını, kulakları aşikâr olduğu ritimle ödüllendirilirken. Uçlarına geldiğinde sarardı, güneş soldurmuş daha bir darılmıştı sarı olan. Saymayı bıraktı daha sonra, kim bilir kaç sene olmuştu saç uçlarına kadar beklettiği parmak izlerini saymaya başlayalı. Gözleri daldı eski radyoya, tanır gibi oldu parçayı fakat sadece selamını almakla yetindi. Kıyısından geçti sessizce uykusunun, lakin uyanırsa hiç bir şey yolunda gitmeyebilirdi. Ördü yarı özgürce saçlarını, beline bıraktı. Mesaiye kalmış bir memurun uyuşukluğu vardı üstünde, hep vardı. Pijamalarını giydirdi mutlusuna, örttü üstünü gözbebeklerinin. Daldı derin bir geceye, boğulamadı. Nefesi daima yeterdi ağırlıklara, sadece arada yutkunamazdı. Kapattı radyoyu, döndü gitti tanınmayı bekleyip de selama layık görülmüş yıllar. Yükseldi duman karanlığa seslice, iki nefeste biterek.

Yorgun düştü, gönlü tutup kaldırdı gözlerine koydu yorgunluğunu. Titredi maviliklerde kaybolarak ve aralandı. Kafasını geniş bir göğüse yasladı, izinsiz. Günahları hep iki geniş omuz arasında ki tapusuz yerde sorgudaydı. Kirpiklerini indirdi son bir kere ve daldı, yutkunamadı. Yarı özgür saçlarından bir iki tutam daha firar etti günaha doğru. Koyu kahveler belirsizlikle izledi. Ellerini koyacak yer bulamadı da, ışığını söndürdü gökyüzünün. Kafasını tekrar günahkârına indirdi. Belli belirsiz bir gülümseme peydahlanır oldu saliseler içinde yıllanmış dudaklarında. Darılmıştı sarı olan, güneşin haberi yok iken. Yıpranmıştı da geceye anlatmıştı. Diplerini öpmüştü, şimdi uçlarında... Yana yatırılmış bir manzara 31 resmi çaldım, uzun nefesli kısa mesafelerden. Betül ÜSTÜN

www.turuncusaglik.com


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

GÖZLERİME ESİR EVİN YALNIZ KALBİ

32

Bir ev var gözlerimin önünde… Üzerinden kara bulutlar hiç eksik olmayan, Şimşekler çakmadan içini ürperten, Uluma sesleri büyülü dağları inleten, Yağmur damlaları çakıl taşlarını delen, Bacasından çıkan duman gözleri kör eden, Çatısı her an yangına tanık olan, Kapısı nice kervansaray hanlara açılan, Kalelere, surlara merdiven dayayan, Gözlerine köz dokundurulan, kalbine hançer vurulan, Anahtarı dil, mumu göz, köpeği kulak olan, İmkansız günlere, hayallere, bekleyişlere tanık olan, Yalnız bir gündüz, yalnız bir aydınlık ve yalnız bir ev… Anahtarı, kalbinin dilini açamayan, Mumu, aleviyle gözünün ışıltısını kaybeden, Köpeği, susuşları ile kulakları çınlatan, Yapraklar altında gizlenmiş yüreğinin yalnızlığı… Diller dönmez olmuş kapanan kapılarla, Böyle bir ev var gözlerimin önünde… Bir ev var gözlerimin önünde…

www.turuncusaglik.com

Güneş hiç penceresine vurmamış, Ay geceleri üzerinde hiç belirmemiş, Yıldızları yönü göstermez olmuş, İklimi kalp ritmi gibi ansızın koşuşmuş, Mevsimleri saklambaç oynuyormuş, Günleri siyah umutlarla esir büyümüş, Toprağı nefes alıp ölü yaşamış, Önünü süsleyen rengarenk ağaçlar kurumuş, Hiç eksik olmayan uğur böcekleri tükenmiş, Ahşapları çizildikçe yaşlar akmış, Gölgesinde konaklayan serçeler feryat etmiş, Yalnız bir gece, yalnız bir karanlık ve yalnız bir ev… Vaktince nice nehirlere güzellik katmış, Bir sel uğrunda yerle bir oluvermiş, Dumanı daha tütmeyen, anahtarı sulara karışmış, Yakıp yağmalanmış anıları yalnızlığı izinden, Göz ucundan bakınıvermiş doğanın haykırışlarıyla… Böyle bir ev var gözlerimin önünde…

Emine ALAYCI


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

Eski evlere kimse bakmaz genelde Acıtır çünkü Hatıralar acıtır. İnsanlar acıtan şeyleri sevmez Kalp kırıklarından, Hayal kırıklıklarından hoşlanmaz Bir defa kırıldı mı kalbi Zordur tamiri Yenileyemez. Ya da izin vermez yenilenmesine Oysaki ne kadar kolaydır Yaraları iyileştirmek Bir kadın sevmiştim eski evde, Dalgalı kumral saçları, Bakımlı tırnaklarıyla Boyalı evleriyle

Benim şarkılarımı dinledi Eşlik etti Kimse dokunamayacaktı bana, Derken Zaman geçti Ve Tekrar hatırlandı…

Zaman zaman çok incitmiştim onu Belki de, O beni

S. Barış Köksal

Hatırlamak istemiyorum. Bazı anıların acıtmaması için Unutulması gerekirmiş Bunu anladım… O kadın,

www.turuncusaglik.com

33


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

KAYNAKÇA DEPRESYON Yrd. Doç. Dr Funda Budak (İnönü Üniversitesi Psikiyatri Hemşireliği) Depresyonda-hazirlayici-ortaya-cikarici-ve-koruyucu-etkenler Süheyla Ünal- Erkan Özcan PROTEİN VE YAĞ KAYNAKLARININ ARTTIRILDIĞI BİR DİYET İLE KALICI KİLO KAYBI SAĞLANABİLİR Mİ? 1.WHO/FAO. Diet, nutrition and the prevention of chronic diseases, WHO Technical Report Series 916. 2.WHO. Nutrient profiling Report of a WHO/IASO Technical Meeting London, United Kingdom 4-6 October2010. 3.The Turkish Dietetic Association. Journal of Nutrition and Dietetics Volume: 42 Number:3 2014. 4.WHO. Food based dieatary guidelines in the WHO Europeon Region Nutrition and Food Security Programme WHO Regional Office for Europe Scherfigsvej 8, 2100 Copanhagen Denmark, 2003. MATERNAL D VİTAMİNİ VE NATAL DÖNEM

34

1. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi 2011; 54: 87-98 2. Nems Medical TheLatest Developments in Life Sciences & Medicine 3. Hacettepe Tıp Dergisi 2011; 42:14-27 4. Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi 2001-Ocak 5. Prof. Dr. Tuncay Küçüközkan-Gebelikte D Vitamini 6. Türk Pediatri Araş. 2007; 42: 29-32 7. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi 2003; 46: 224-241 8. Vitamin D and Pregnancy-Obstetrıis, Gynaecology and Reproductive Medicine 24:10 9. Journal of Experimental and Clinical Medicine Deneysel ve Klinik Tıp Dergisi 10.5835/jecm. omu.28.04.005 10. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi- Atatürk Üniversitesi, Prof. Dr. Behzat Özkan, Doç. Dr. Hakan Döneray 11. K.R. Bobbitt et al./Journal of Reproductive Immunology 107 (2015) 52-58 12. Journal of Clinical and Experimental Investigations-2013; 4 (3): 398-404 13. Klinik Psikiyatri 2003;6:102-113 14. Y. Miyake et al./Nutrition 31 (2015) 160-165 AKDENİZ DİYETİ VE BEYİN SAĞLIĞI http://dergipark.ulakbim.gov.tr/bslnmvediet/article/view/5000085042/5000079128 http://www.alz.org/brain-health/adopt_healthy_diet.asp https://www.aan.com/PressRoom/Home/PressRelease/1511

www.turuncusaglik.com


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

GÜZEL BİR CİLT İÇİN https://www.bda.uk.com/foodfacts/SkinHealth.pdf KRİLL YAĞI Nicol et al., 1997; Tou et al., 2007, Nicol et al.,1997; Hector et al., 2012, Tou et al., 2007, Atkinson etal., 2004; Bettina et al., 2009; Perissinotto et al., 2009, Sevim, 2013, Venkatraman et al., 1994, Jacobsen et al., 2013, Nash etal., 2014, Schuchardt et al., 2011, Ulven et al., 2011, Ramprasath et al., 2015, Yurko-Mauro et al., 2015, Mısır, 2012; Tou et al., 2007, Arnold et al.,2010 THE CONTENT AND THE EFFECT OF KETOGENIC DIET 1. Moreno B1, Crujeiras AB2,3, Bellido D4, Sajoux I5, Casanueva FF6,7. Obesity treatment by very low-calorie-ketogenic diet at two years: reduction in visceral fat and on the burden of disease. 2016 Dec;54(3):681-690 2. Alessandro R1, Gerardo B1, Alessandra L1, Lorenzo C1, Andrea P1, Keith G2, Yang Z3, Antonio P1. Effects of Twenty Days of the Ketogenic Diet on Metabolic and Respiratory Parameters in Healthy Subjects. 2015 Dec;193(6):939-45. doi 3. Nymo S1, Coutinho SR1, Jørgensen J1, Rehfeld JF2, Truby H3, Kulseng B1,4, Martins C1,4. Timeline of changes in appetite during weight loss with a ketogenic diet. 2017 Apr 25. doi: 10.1038/ijo.2017.96 4. Nilsson J#1,2, Ericsson M#1, Joibari MM1, Anderson F1, Carlsson L3, Nilsson SK1, Sjödin A4, Burén J2,4. A low-carbohydrate high-fat diet decreases lean mass and impairs cardiac function in pair-fed female C57BL/6J mice. 2016 Nov 15;13:79 5. Barbanti P1, Fofi L2, Aurilia C2, Egeo G2, Caprio M3,4. Ketogenic diet in migraine: rationale, findings and perspectives. 2017 May;38(Suppl 1):111-115 6. Castaldo G1, Monaco L2, Castaldo L1, Galdo G1, Cereda E3. An observational study of sequential protein-sparing, very low-calorie ketogenic diet (Oloproteic diet) and hypocaloric Mediterranean-like diet for the treatment of obesity. 2016 Sep;67(6):696-706 7. Vidali S1, Aminzadeh-Gohari S1, Feichtinger RG1, Vatrinet R2, Koller A1, Locker F1, Rutherford T3, O’Donnell M3, Stöger-Kleiber A3, Lambert B3, Felder TK4, Sperl W5, Kofler B1. The ketogenic diet is not feasible as a therapy in a CD-1 nu/nu mouse model of renal cell carcinoma with features of Stauffer’s syndrome. 2017 Jul 17. doi: 10.18632/oncotarget.19306 8. Walczyk T, Wick JY. The Ketogenic Diet: Making a Comeback. 2017 Jul 1;32(7):388396 9. Urbain P1, Strom L1,2, Morawski L3, Wehrle A4, Deibert P4, Bertz H1,5. Impact of a 6-week non-energy-restricted ketogenic diet on physical fitness, body composition and biochemical parameters in healthy adults. 2017 Feb 20;14:17 10. M.Emel Tüfekçi Alphan.Is there a ketogenic diet in obesity treatment. 6 National wellness symposium. Nutrition and sports congress for the 1st year.Symposium presentation book

www.turuncusaglik.com

35


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

BESİN DEĞERİNİ KAYBETMEYİN • Baysal A. Beslenme. Ankara, Hatiboğlu Yayınevi, 2009. • Dağ A. Yiyecek İçecek İşletmelerinde Standart Tarifeler Maliyet ve Hijyen Kontrolü. Ankara, Meteksan Matbaacılık, 2006 • Baysal A. Yüz Soruya Yüz Yanıtla Sağlıklı Beslenme, Ankara, Berik Kitap, 2010.

36

www.turuncusaglik.com


Ağustos-Eylül 17’, 8.Sayı

37

www.turuncusaglik.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.