Sıvadık Fanzin 11

Page 1

Sayı’11 #serbestkaçış Kafaya göre yazılar


Daha fırlatılalı ne kadar olmuştu ki Sadece 10 sayı Yoksa bir kar topu mu demeliyim Uçurumun yılışık zemininden aşağıya yuvarlandı Sonrası malum Sonrası içten gelen ne varsa Dur durak bilmeden

Karalayanlar Efe Elmastaş

Bir nevi kustuk içimizdekini

Figen Uğur Dölek

Bu kağıtlara sıvadık

Pınar K. Üretmen

Sonrasını da pek fazla takmadık

Demet Aksu Şeyda Emrah Ersan

Ey okur, Bak biz ne yapacağız. Twitter’da bizim hakkımızda ne düşünüyorsan @ucnoktasivadik ’a yaz. Ay sonundaki çekilişte kitap kazan. Biz olsak kesin denerdik.

Oturma Odası Selma Cengiz

Basım Yeri

Cümbüşün içine korkusuzca atlayanlar oluyor her sayı. Biz de misafir ediyoruz onları. Her defasında diyoruz ki; Paylaşmak, Yazmak kadar güzeldir. Seni de bekleriz Oturma Odamıza elbet. Yaz, çiz, karala. E-posta adresimiz kadar uzağındayız.

İzmir

/ucnoktasivadik s.sivadik@gmail.com


Becerilen Tavuklar Nerden başlasam bilmiyorum. Adım Y. Bizim kümesteki hayatı paragöz veterinerler yerine bir de benden duyun istedim. Aslına bakarsanız aç kalmıyoruz diyebilirim. Burada yaklaşık yirmi beş tavuktan biriyim ve ortalamaya bakıldığında iyi yumurta vermekteyim. Hayatımız biraz da buna bağlı tabii. Ne kadar çok yumurtlarsak kelle o kadar geç baltaya gider. Hem birçok ayrıcalığa da sahip olursunuz. Sabah güneşinin ilk doğduğu yerde oturur, buğdayın en tazesini yersiniz. Samanlarınızı sık sık havalandırır, onları itinayla temizlerler. Böyle bir yaşamın rekabeti de yoğun oluyor. Dedikodular, birbirinin yumurtalarını patlatmalar, yemlerinden çalmalar neredeyse her gün yaşanıyor. Tavuklar işleriyle uğraşacağına durmadan birbirlerinin kuyularını kazıyor. Kendi hayatını sürdürenler bile mutlak bir gün, bu çirkin döngüye itiliyor. Böylesi bir ortamda civciv annesi olabilmek de zorlaşıyor. Civciv sahibi olabilmek çok önemlidir. Onu da yerine getirebiliyorsanız burada prensesinizdir. Başka kasabalarda adınız ünlenir, hiç gitmediğiniz kümeslerde namınız dilden dile gezinir. Bu sebeple Tony'e hep seksi ve dinç gözükmeliyim. Tony bizim kümesin tek horozu, ben de onun seçilmiş gözdelerinden biriyim. İşine sadık, profesyonel bir becericidir. Kimden civciv sahibi olacağını bilen, gösterişli biridir. Biraz yaşı geçkin olsa da tüyleri parlak, gagası serttir. Aslında bir erkek olarak hiç tipim değil. Ukala ve kendini bilmez tavırlarıyla, bizi sabah akşam becerip bir de üstüne buğdayımızdan alması yok mu, beni deli eder. Sakin bir birleşmeden ziyade tavırları sert, hamleleri can yakıcı olabilir. Bunun nedenini kancasının küçük olmasına bağlıyorum. Bu kompleksini şiddet ile perdelediğini düşünüyorum. Üstüne gitmiyorum tabi, son noktaya geldiğinde iki "ahhh uffff" yapıp onu dünyanın en iktidar sahibi horozuymuş gibi yanımdan postalıyorum. Bazı günler buğdaydan almayı bile unutuyor. Böyle günleri seviyorum. Başka seçeneğim olmadığından mı, yoksa hayatta kalmamı sağlamasından mıdır, artık bu kart horoz gözüme hoş bile geliyor. İnanmayacaksınız ama bana baktığında kalbim küt küt atıyor. Kurumuş ibiği genç horozlarınki gibi diri geliyor. Altına girdiğimde kanat çırpışları, tozu dumana katışı iyi hissettiriyor. Alıştığımdan olsa gerek artık buradaki her şeyi yadırgamaz oldum. Yükseklerde oturmak veya geberip gitmek hususunda bir seçim yaptım ve bu döngünün içine, hem de en arzulu, dişi ve saldırgan halimle kendimi akışa bıraktım.

efeelmastas.tumblr.com

Efe Elmastaş


Sadece katlamak istiyorum. Üç sayfayı bükmek ve çizgi boyunca ilerlemek... Tek bir yönde yürüyemediğim benliğime inat ne müzik, ne belgesel, ne de tartışma programları... Hiçbiriyle ilgilenmiyorum. Sabahın kıt sesleri arasında bir ben, kâğıt hışırtısına teslim oluyorum. Onca soru işaretimi yorgunluk altında ezilirken görüyorum. Elveda peyote! Sana muhtaçken şimdi hatırlamıyorum. Üzgünüm kızıl saçlı Lara! Artık seninle ilgilenmiyorum. Zaman hızlandı yol arkadaşlarım, size tutunamıyorum. Sokağımdan geçen her arabanın egzozuna bir mektup iliştiriyorum; kalın zarflı, kırmızı kurdeleli... Meçhul arzularımın S.O.S. sinyalleri... Umutsuzca uzaklara yolculuklarını izliyorum. Havaya saçsam yere düşecekler. Kuş ölüleri gibi yol kenarlarında yitip gidecekler. Yaşam derdi havadan ağır. Direnmezsem beni de devirecekler.

Sayın okur! ISBN, ISSN ve bilumum izin kodlarıyla yorma beni. Unutma! ben yazmak için onlardan izin almadım ki !

"Elbet olur" diyenlerin gözlerinde anlaşılmazlığımı seziyorum. Sızı sezinin üstünde. .. Bir el atsam maskeler inecekmiş gibi geliyor. Anestezistlerden fayda yok, esmolol ilaç olmuyor. Çizgiler bitti. Şimdi kaldı tutturması. Tık...Tık.

Efe Elmastaş

Twitter / efe_elmastas


- p, p... pi, pi, piiii... “N’oluyor oğlum?” - Duvarda yazanı heceliy... Bir hışımla kalktı yerinden annem, yazıyı görünce de çatıldı kaşları, “Bula bula bunu mu buldun? Kardeşin var yanında, içinden oku!” - Ne bileyim, ne yazdığını ben! Tam da bana, okuyorum işte, havasını atacakken yedi fırçayı ya, biraz mahcup kaçırdı gözlerini, bilir ama başına geleceği, öğrenmeden bırakmam; söyle, kurtul en iyisi’ni seçti, fazladan üç, beş azar, kime, ne yapar, sökmenin sevincini de ekleyince, merdivenlerden inerken bağırdı; - piÇÇÇ! Havada iki terlik, hayret, annemden ilk kez; belli ki çok ayıp, çok yasak, çok günah, korkumdan soramıyorum, pi, pi için olamaz, o öğretti zaten de ÇÇÇ ne kattı ona? İnanın, hâlâ bilmiyorum; Çocukları sevgiyle kucaklayan, Çikolatalarla sevindiren bu Çapalı yarım ay, nasıl oluyor da bazılarını daha doğmadan yutuveriyor; hemen çizginin dışına itip çık oyundan, topunu da al, git, diyebiliyor; sıranın en arkasında, köprünün en altında yer buluyor da, o koskoca karnına bir tek onları mı sığdıramıyor; bilemiyorum hâlâ. Bulduk işin kolayını değil mi; yüklenelim Çayır Çimen gezinen o masum harfe, ortada en alasından bir günah keçisi, suçsuzluğunda sırıtsın artık insanlık! Alan boşaldı nasılsa, saldırsın şimdi kadının Çatallarına, “üÇ tane mirim!”, görülmez sandığı salyalarını da kalÇalarına, kırmızı rujuna, “Bile bile aÇmıyor mu?” bacaklarına...


“Hayır! ne demek, ne demek istemiyorum?” imzanı basmışsın, tapulu malın alıver her gece altına, ha Çiş, ha seviş; kızınmış torununmuş ne fark eder, gönlün Çekivermiş, bir annesini, bir bebesini, sırayla; elinde, belinde sopan, seninki en büyük, ötekisi eksik etek, eksik organ, hep onun peşindesin ama olsun, sen yine de küçümse, sensin iktidar, onların hepsinde göz hakkın var, el hakkın; hele bir de kaldırıvermişse başını, ağır tahrik indirimlerinle öldürme hakkın var, eğitimliymişsiniz beyefendi, yakışır mı size itek kakak; dilinizle dövme hakkınız var, kibar parmaklarınızı, bilmem nerelerinizi sallaya sallaya, hizalama hakkınız var, bütün kitaplar sizin için, size yazılmış ya zaten, hepimize dirsek atmaya, çelme takmaya, tekmelemeye hakkınız var... Da... İşte benim de, tam burada bir sözcük savurmaya ihtiyacım var! Sevgili Ç, sevgili yazarım, Anton’umun eşlikÇisi, en iyi sen bilirsin, yardım et bana; bir sözcük bulalım; kendin gibi suçsuz suçlu harfleri de al getir lütfen, seçin yerlerinizi, ama öyle bir dizilin ki tek hamlemde alayının yüzüne tükürmüş gibi olayım; anasına-babasızlığına, havasına-toprağına, soyuna-sopuna, bacak arasına değmesin bile; gelmişi-geçmişi, saydığı-taptığı ona kalsın, yediği-içtiği, sevdiği-seviştiği; hatta bir zahmet, biraz sevgi de kat içine, büyüklük bizde kalsın, gözünü seveyim öyle inceden bir sözcük yarat ki söylenir söylenmez kırk aynaya getirsin adamı, kırk yankıya... Sonra, biri, mesela N. Ç. hani rızası vardı diye diye yirmi beş kişinin tecavüz ettiği o küçücük kız Çocuğundaki adaşın huzura kavuşur, belki diğerleri de. Sonra, ben susayım.

Figen Uğur Dölek

Twitter / fudizmir


YOKUŞ AŞAĞI DÜNYA Dünya iyi fakat yok adalet. Bu yazıyı yazmaya başlamadan önce epey asık bir suratla odama girip sırt çantamı bir köşeye fırlattım. Tüm yükü tek omzuma yükleyemem, bu odada var adalet. Yalnızdım. Gözlerimde torba torba uykusuzlukla, içimde biriken türlü türlü düşünceleri içimden çıkarma isteği duydum. Şöyle oldu: Çocukken tırmanıp dut topladığım ağaçların yolun iki yanını da sardığı bir sokakta neden şimdi yolumu kaybetmiş gibi yürüdüğümü düşünüyorum. Dilimin ucuna oturmuş tüm cümleleri sökmeye fırsat bulamayacak kadar hızlı yürüyorum. Az evveli düşünüyorum. İyilik gördüğünde iyilik bekleyen insanları, sevgiye fakir bedenleri düşünüyorum. Hepsini kabullenmek zorunda olmamın, çocukluğumun ağaçlarını kuruttuğunu fark ediyorum. Tam o an, kaldırımdan yola iniyorum. Çünkü karar verdim dünyanın yokuş aşağı ilerlediğine. Her neyse, devam ediyorum. Kafamın içi hayatıma değip geçen, gelip bir süre meşgul edip giden ve gitmeye hiç niyeti olmayanlarla doldurulmuş. Hatta dondurulmuş. Yalnızca kendi hayatımı yaşamayışımı kabulleniyorum. Dışarıdan nasıl görünüyor bilmiyorum ama içeride nefes alamıyorum. Bir basamak aşağısı yok. Düzlükte devam ediyorum. Bir yerden sonra film kopuyor tabii. Kendime geldiğimde kapının dilini çeviriyorum. Hemen şimdi açılması gerek, iki saniye ilerisi haksızlık olur ellerime. Neyse, ne diyorduk; epey asık bir suratla odama girip sırt çantamı bir köşeye fırlattım. Masanın bir köşesini kendine mesken edinmiş defterin kapağını araladım. Ve anlatmaya başladım. Sana demiştim, dünya büküldü.* Twitter: _elifseyda


#serbestkaçış

ortak metin

Bir yankının arkasında bıraktım kendimi, üzerimden geçti, cümlelerimi bitirdi. Onlar, aldırmadılar, tepinmek için her bir sesle, anlatılanın her birinde çirkin cümleler kurdular, çirkinin kucağına düşmek için… Biri, öptü aksak yanımdan, dudaklarını yuttu sonra, dokundu, tekrar tekrar, her seferinde içine işledi teninin ve ben, küçük ve yalnız ben, sığınmak adına yaptığım yüksek kulelerimi ateşe verdim. Külleriyle terimi sildim. Geçer dedim, geçmedi. Yine mi kirlenmeliydi ya da sorgulanan her an, bir yaprağını daha mı kaybetmeliydi? Düştüğü yerden kalkacak, kalktığında süzülerek düşecek, düşmese de üç noktasını koyup bekleyecek miydi? - Söyle, dedi en salyalısı ininden çıkarken, değemediğin yerlerde mi zaman? - Ellerim, dedim... Onu da mı yuttun? Demek onu da... Yıkılması güç duvarların arkasına pusu kurmuş, şimdi onlarsız ne yaparım? Unutulmuş bir anın arkasına yaslandım. Damlayan kanımın toprakta bıraktığı izleri saydım. Bir avuç dolusu kadar az, bir hiç kadar fazlaydı. Boşluk... Beni içine aldı, sarıp sarmaladı. Şu meşhur suni huzurum... Mutlu etmek adına kullandığım basit bir yazgı...


Bacaklarım titredi yorgunluğuna, çömeldim. Biliyorum fark etmeyeceklerdi. Kim görebilmişti ki hissedilemeyeni? Suskunluğum aktı içime, sığamadım. Dilimden dökülen her ses küfürleşti. Yetmeyecekti, geri kalanın yokluğunu özümsetmeyecek… Arkama bakmayacaktım, bakamayacaktım. Boşuna konuşuyordu ağaç, boşuna ağlaşıyordu duvar, boşunaydı feryadın, kiremit çatı! Boşunaydı küfürlü sesleriniz arkamda kalanlar. İnledi; Dilim, durmaz benim, yakalar. Kadın, bu iştahın bedenine dönmesinden mutlu, hadi, dedi; kaçan mı var?

Akan ve damlayan her parçayı eline yüzüne bulaştırdı, paylaşmaya lüzum yoktu, yine; - Söyle dedi Bu huzuru bu yalnızlığa nasıl yakıştırdın? Bir tek yalanlarını sakladı kendine. Utangaçlığını sildi yüzünden... Korku yuvarlanıp giderken bir hatırlı yaş süzüldü gözlerinden. Her ne yaşanmışsa bir kızıllığın içinde, devinip durdu, göğsü bir kuşun kanadına ilişti. Yüksekler olmak istediği yer değildi…

#serbestkaçış

Kaçan yoktu ve her cümleyi anlamaya hazırdı. Yeryüzünün tüm özlemini ve yükünü biriktirdiği unutulmuş köşesinde, çoğu kişinin ihtiyacı olabilecek bir şeyi, tek kalmışlığı yuttu, kaçan yok.

ortak metin


BİR NEFRET DAHA ALABİLİR MİYİM?

“Üçüncü” kapıdan giriyorum içeri.

Bir, iki adım ilerleyip duruyorum. İçerideki kalabalıkta tanıdık yüzler görmem ihtimal.

Hep mi böyle olur? Hep kalabalık. Hep soğuk. Hep ... hep kötü. Birilerini tanıyormuş gibi selamlaşıp, gözüme kestirdiğim ilk kuytuya geçiyorum. Herkesten uzak. Mümkün değil, hep kalabalık. İnsanların kendilerini gösterme çabaları… Normal zamanda böyle toplanıyorlar mıdır acaba? Ya da bu kadar yapaylar mıdır? Evet öyleler. Hepsi sahte, hepsi sinir bozucu. Sanırım insanlardan nefret ediyorum. Evet, hemen hemen hepsinden. Sessiz sessiz kurtulmak istiyorum onlardan. Her gün birinden, ikisinden, üçünden... Hepsiyle önce dalga geçip sonra öfke kusmak istiyorum. Boyalı tırnakları, yalandan takılan şalları, gözleri kapatan kocaman gözlüklerini görüyorum. Takım elbisenin içine sığınmış aciz bedenleri… Yarı ağlamaklı olan insancıkları... Midemdeki her şey ağzıma kadar geliyor, tekrar yutuyorum. Ağzımın tadını bozuyor insanlar, hayatımın tadını... Bugünün çok uzadığını fark ediyorum. Her gün aynı yerde, aynı nefretle ama bir o kadar da sevinçle bulunuyorum. Görmek istiyorum, onların acı çektiğini hissetmek daha da mutlu olmak istiyorum. Bu merasimin son bulması için imam sormadan cevap veriyorum. ‘Helal etmiyorum.’


“Git” dedi. “Gidemem” dedim. Belli ki “neden” diye sormaya zamanı yoktu, gitti... “Gitmek” neden vardı? Gidince, bitiyor muydu her şey? Ya da yeni başlayan bir çok şey... Gitmeden başlayacak şeyler de vardı oysa, İki kişiye saklı kalacak olan... “Git” dedi. “Gidemem” dedim. Belli ki “neden” diye sormaya zamanı yoktu, boynuma sarıldı..

Demet Aksu www.demmode.com


Pınar K. Üretmen

Yaşasın Seslerin Kardeşliği

İç sesime ayar verme telaşındayım bu aralar. Fazla bağırır oldu. Uyumsuz maymun! Sevmem gürültüyü. Ne o öyle, içeriden tıkır tıkır. Bir mırıltı, bir inilti. Yılanın başını küçükken ezmek gerekirmiş. Öyle öğretildi bize. Eziveririz alimallah. Alışkınız milletçe baş ezmelere nasılsa. İşten çıktım. Güneş batmak üzere. Az sonra kararacak her şey. Az vaktim kaldı asıl vazifem için. Kimse bir halta benzetemiyor, “böyle iş mi olurmuş?” diye burun kıvırıyor. Bundan önemli bir şey olabilir mi oysa: Renkleri kardeş kılmak. Bugün amacım en mavi maviyi bulmak… Tüm gün uğraşmışım siyahlarla grilerle. Gözlerdeki kapkara öfkeyle. -Eller yukarı, silahlar aşağı. -Ne silahı be? Ne saçmalıyorsun? “Gözleriniz var ya. Kara. Alevli. Delip geçiyor beni. Canımı acıtıyorlar. Hep öldürüyorlar bir parçamı. Bazen neşemi, kendime güvenimi. Bazen sabrımı. Ellerim iniveriyor aşağıya, çekiştiriyorum eteklerimi. Dudaklarımdan çarçabuk siliveriyorum gülümsememi. Kendi ellerimle darağacına götürüyorum kadınlığımı. Oysa suçum müebbet’-ti. İndirin, indirin bir zahmet bakışlarınızı.” Gene başladı. Susmak bilmiyor. Beynimin içinden yiyip bitirdi beni. Siz bari dinlemeyin saçmalıklarını. Ne diyordum? Evet, renklerin kardeşliği. Renkler mühimdir. Renk ahenktir, hayatın dengesidir. ( İç ses de dengeyi bozan bir aşüftedir!) Maviyi severim. Önce denize baktım. Tuzlarıyla gülümsedi bana. Işıklarını saldı üzerime, içime sinen karanlığı anlarcasına. Boş ver dedi, gel serinle kollarımda. O sırada gök seslendi usulca. Kaldır başını, bak özgürlüğüme!


“Benimle uğraşacağına dış sesler korosunu hizaya getirsene sen! Daha renkleri bile seçemiyorsun. Renklerin kardeşliği sana mı kaldı? Vay halimize! Sen o gözlerle mavinin ne olduğunu bile anlamaktan acizsin. Şiirlerde olur mavi gök, mavi deniz masalları. Nasıl anlatıyorsa dış sesler öylece inanıyorsun. Nasıl gösteriyorlarsa, öyle sanıyorsun. Girdin mi denizin ruhuna? Sordun mu, mavi miymiş gerçekten? Al o masmavi denizden bir avuç su da çarp yüzüne, açılırsın. Ha, avcundayken de bir zahmet bakıver rengine. Ne öyle yüzüme dik dik… Yalan mı söylediklerim? Asıl maviyi, en maviyi mi arıyorsun? Dibinde duran çiçek masmavi ya işte. Yaprakları da, üstüne konan bin bir tondaki kelebek de. Sen de, ruhun da. İçindeki çocuk da öldürülmeden önce maviydi. Hatırlar mısın? Bütün gün siyah adamların silahları ile atış talimi yaptıkları neşen, mutluluğun, özgürlüğün. Mavi bir dünyada yaşayan, mavisin sen. Renksiz gök ile renksiz deniz arasına sıkış-tırıl-mış. Mışıl mışıl uyuyan. Uyan, hadi miskin artık uyan!” Biz biliriz renkleri elbet. Renk sarrafıyız hatta. Bu kafa karıştıran deli saçmalarına karnımız tok. Ruhumuza sindirmişizdir milletçe ve bu coğrafyada. Mesela kessen damarımızı, takımımızın renginde akar kanımız. Kırmızıyı beyazın yanına koyduk mu dolar gözlerimiz, kabarır vatan aşkımız. Yakışmaz başka yere. Süremeyiz dudaklarımıza yollu bir …spu olmayalım diye. Kırmızı etek mi, maazallah, tövbe tövbe. Kara derililerden hiç haz etmeyiz, beyaz Irk’tanız şükür. Ama tapınırız karaya makam otolarında, takım elbiseli resmi adamlarda. O güzelim yeşile asker yeşili adını verir, gördüğümüz yerde titreriz. Sevmeyiz sarıyı, çiğ gelir, güneşe gözlükleri siper ederiz. Gridir şehirlerimiz, üniform(alı) oluruz. Tek beden, tek renk olunca, fazla göze batmayınca, çoğunluğa ait olunca korkmayız bizi fark edip de ayıklayacaklar diye. Endişe etmeyiz sesimizi soluğumuzu kesmelerinden. Tek ses, tek yumruk oluruz icabında. dedim ve seslerin kardeşliği adına eşitledim seslerimi. İç ve dış olan bir olsun, tek olsun diye. Yılan. Son bir tıslama geldi ezilirken başı. “Öyle olsun efedimissss.” Severim maviyi. Mavi deniz uçsuz, sonsuz. Mavi gökyüzünün başımın üzerinde yeri var. En mavi maviyi bulmak benim işim. O martı, o bana göz kırpan, yoksa mavi miydi? “Siz nasıl derseniz, efendimisss.” twitter/pinarku


‘İlk tanışmaları garipsemişimdir hep. İstemsiz, beğendirme arzusuna yenik düşeriz çoğu zaman. Kimimiz bir şeyler saklar – aslında hangimiz saklamaz? -, çoğumuz olmayana dair gündüz rüyalarına çekiliriz, yetinmez çekeriz de.’ Kağıdı çevirdim, boştu. Monolog bu kadardı. Bu ne şimdi dedim, neresinden tutulur bunun? Tanışan mı olmalıydım, tanışılan mı? Acaba her ikisi de aynı çaba içerisine girer miydi? Düşüncelerim henüz dalgalanamamışken kağıdın kaybolduğunu fark ettim. Sağıma baktım, soluma, kalktım ne sandalyenin altındaydı ne de masanın. Hay Allah, nereye gitti ki şimdi bu? Ne yazıyordu kağıtta? ‘Tanışmakla yetinmemeli insan. Olmayan dediğimiz garipleştirdikçe hayatımızı, her arzumuz daha bir saklanır beğenilerimizin ardına. Bir rüyaysa son, son bir rüyaya…’ twitter/hemrahersan

ersanemrah.tumblr.com

Böyle olmalıydı, evet, böyle.


Siyah beyaz ekrandan bakar gibi, Bir yudum kahvede buluyoruz hayatı. Sıcak zerrelerle dokunuyoruz boğazımıza, Yanıklar örtüyor tadını. Her cümlenin demirbaş sözcüğü olmuşuz,

Bıraktık sanmıştım dumanı tüteni, Kulak zarını içten yırtan çığlıklarımız olmamış mıydı? Şimdi çıkamayan avazımız, Bir tek bende mi saklı?

Valse

Ne sahipleniyoruz yaşanılanı.

Evgeny Grinko

Ne farkındayız anlatılanın


oturma odasında

Selma Cengiz selmacengizs@gmail.com

İLK GÜNLERİN BAHARI buruk bir baharın, soğuk günlerinde yaşam içini eriten insanın ruhuna dokundum havanın bozgunluğu eğri -haberci bir taş üstünde kalırsa hengame içinde, doldur bedeni hayret edilen bir evin tohumlarını yakar durur, durmadan yansın eşyalar ve yakmazsak yakar onları bahar bahar nasıl da insanları yakar böyle soğuk havalar, baharın kaldırımlarımda ne arar insan arar ki, bozuk paralar yol çatar Yolçatı’dan geçen bir memleketlinin dağlarında serinlik bir nebze içindeki gökte doğar ağlamış bir kadınla diz çökülen zamanda biriktirilmiş bir resmin arkasındayım ağlatmayın ve çizmeyin yüzlerimi – gözlerim anılarda anılar hâlâ oradaki duvarların yavrularında yirmi bir gün evvel kala, ayrılık baş aşağıya toplanılmayan kıyafet yığınları, gezinen karınca yavruları yavrusuz bir insanın annesinde doğmuşum şimdi annesiz ve teklik çamurunda insan, iyilik çamuruna düşmeyesin – yüzler değişir baharda şimdi onu duymayı diliyorum sarı saçlarından süzülen, yüzüne hapsolmuş ilk-bahar günler yaşam ağacında teklik bir şöhret ise versinler ellerime – yok olup gidilir baharda

/ucnoktasivadik


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.