Sıvadık Fanzin 14

Page 1


issue.com/ucnoktasivadik


twitter.com/ucnoktasivadik facebook.com/ucnoktasivadik instagram.com/ucnoktasivadik

ucnoktasivadik@gmail.com

karalayanlar efe elmastaş figen uğur dölek emrah sağlam cem kertiş taner türker şeyda özgür kızıldağ demet aksu onur çapkın sinem ilaslan muhammet aldemir pınar k. üretmen emrah ersan

Tozları uçuştu kalbimizin, uykusuzluklara savrulduk. Zamanı tuttuk ellerimizde. Ankara caddelerinde sıcaktı, çocuk gözyaşlarında serin... Kopan bir bacak kadar savruktu yaşam. Derinlemesine yürüyüşte herkes gibi yetim.

çizenler erdem yalçın emrah ersan

Sessiz aileler kadar aşağılık bir şeyler vardı önümüzdeki yollarda. İki kancalı kasap reyonundaki zavallı kız.

oturma odası burak öz gönül ocak sadriye kalkan

Suskunluğun iğrenç huzurunu yıkmak istedik, balçığı yüzlerine sıvamak. Bir çığlık bu sayı. Senden, benden olana.

basım yeri izmir


Öylece yatıyordum, gözlerim kapalıydı. Onca güzelliğin ortasında unutulmuş bir kök gibiydim. Göğüs kafesimin içinde bir şey atıyordu. Evvelden “Kalp” diye ısrar etsem de şimdi emin değilim. Çok dediler “senin kalbin yok” diye . Hep sormak istedim. “Peki bu sancıyan nedir?”. Her dünya kendine mavidir. Başka gezegen yalnızdır, boşlukta sallanan bir belirsizlik… Ne bir ağacım var, ne de çiçeğim. Anlaşılmaz duyularımı göğün derin siyahlığına emanet ettim. Belki de karanlık değildi sonsuzluk, nedendir, öyle gördü gözlerim. Burası toprak altındaki mabedimdi. Dünyanın ilk günü gibi kapkaranlık… Meditasyon gibi, çekip gitmek kadar duru ve temiz. Zihin bulantılarımdan kalan zamanlarda dışarıyı dinledim. Toprak kokusunu içime çekip yüzümdeki parçaların yeşermesini bekledim ama olmadı. Hayat dedikleri şu safsata... Acı olacağını düşünürken şimdi kavuşacağım huzura hasretim. Masumiyet havaya karışmış yitik bir rüya. Adı var kendi yok kaybedişlerin.

park'tan

Siktir et konumuza dönelim:

Dedenin biri torunuyla oyun oynuyordu. Kız ağlaya sızlaya aldırdığı balon için mutlu, yaşlı adam son kalan günleri hatırına şanslıydı. Hiç ses etmedim onlara. Ne Kerberos’un hırıltılarından nede Hades’in mırıldanmalarından bahsetmedim. Koşarak sert adımlarıyla biri geçti üzerinden. Biri ve bir daha… Şaşırdım. Doğrulmak istedim ama hareket edemedim. Bir kaç sene olmuştu sanki. Ellerim ayaklarım kurtlanmış olabilirdi. Köpeklerin beni yemediğine hayret ettim. İçimden “İnsan olsaydı yerdi” dedim. Az da olsa başımı doğrulttum. Tam kalkıyordum ki biri gelip kafama bastı, iyice gömüldüm. Direnmeyi, boynu dik


efe elmastaş

tutmayı bile unutmuştum. Tabanlarıyla ezdikleri pislik kokularını bile duyabiliyordum. Adımladıkları kaldırımların tozu... İnsan ömrüne sığan kaç geri dönüş varsa artık... Birini hayata geçirmeye heveslenmişken insan selinin altında eziliyordum. Sesleri çığlıklar bölüyordu. Ne hayat ama. Beklenti beklenenden âlâ.(Pardon, sustum) Önce yumruğumu sıkıp avuçlarıma dolan toprağı kavradım. Parmaklarım hareket ediyordu. Kolumu hızlıca topraktan çıkardım. Sonra diğerini... Attım üzerimde yeşeren çimenleri. Küçük kız ağlıyor, dede korkudan dualar saydırıyordu. Yavaşça doğruldum. “ne oluyor lan burada?” diye bağırdım. Sert bir rüzgâr esiyordu. Güneş kör edercesine ışıyorken, parktaki yığınla insan koşmaya devam ediyordu. Üşüdüm. Birini tutuğum gibi yere yapıştırdım. - Nereye gidiyorsun lan? Böm böm yüzüme bakıp nereden geldiğimi sordu. Mezara benzer yatağımı gösterip sinsice sırıttım. Hızlıca yerinden kalkıp kolunu omzuma attı. Ufuktaki dumanları işaret edip kulağıma fısıldadı: - Rüzgâr yangından yana, zaman yalandan. Bu son kalkışma. Geldiğin yer rahatsa geri dön, durma burada. Bir çukura bir de adama baktım. Titreyen ellerini yüzüme sürüp nabzını yokladım. Kaybedecek bir şeyim olmadan ölmek daha kolaydı. Gözleri gülmüyor olsa da cümlemi suratına fırlattım.

Yüksek Park’a selamlar

www.efeelmastas.com

- Bana yangından bahset çocuk, gidip birkaç orman yakacağım.


Bir ..... (adam, desem şimdi... bilmiyorum, belki de kadındır, insan demeye de dilim varmıyor; canlı? yaratık? şimdilik “beş nokta” koyup yerini boş bırakayım, bulurum belki uygun bir ad,) masada tek başına (muhtemelen) oturuyordu. (ayakta da duruyor olabilir, yatakta uzanıyor da, ama, bana hep masa başında dimdik oturuyormuş gibi geliyor,)

FUD.FAK'tan

Yüzü, (yok! simsiyah bir yüz; saç, boyun... yok, hepsi kapkara... hareket eden karanlık bir kafa...) endişeli, (diyebilirim belki, göremediğim bir yüzün duygusunu aktaramayacağıma göre, içimden geleni olduğu gibi söyleyebilirim; bok gibiydi!) bedeni gergindi; durmadan sallanan bacağını iki eliyle durdurdu. Beklediği haber gelmediği için canı hayli sıkkındı. (canı çıksın! kaçıncı işiyse bu! iş çoook önemli, mevki çoook yüksek ama o, geçiciydi; hiçbir şeyin sahibi olmadığı gibi, sonsuza kadar diye bir süresi de yoktu! hepsi ellerinin arasından kayıp gidecekti! illa gidecekti... bunun da bal gibi farkındaydı, ama...) olası sonuçlar, farklı hamleler... denenmiş işler, bilindik oyuncular... dünya küçük, şablon tamam! (yaptığı işi kimseye anlatamazdı, anlatılamaz işlerdi bunlar; öyleyse saygın mesleklerden birinin maskesi takılır, ortalıkta saygın saygın dolaşılırdı! tek ayak üstünde bin yalan... yalancı köpek!) gecikecek ne var, hadi gelsin şu haber! gelsin de; elindeki güçle kendi başını bile döndüren, yeryüzünün şimdiki tanrısı, (pislik!) kurguladığı bunca işteki çabasını, haklılığını, içine bi güzel anlatsın şimdi; süsleyip püsleyip yuttursun; insanlığın geleceği... doğanın dengesi... vatanın aşkı... böyle günler için doğurmuş onu anası. (beyni farklı onun, herkesten akıllı, geleceği kuruyor o; taaa yedi sülalemizden torunlarımıza kadar, hepimizin iyiliği için, anlayamayan biz zavallılar! onlar olmasa nasıl dönerdi bu dünya? yakında eksenini...) Masanın başında oturmuş, işin başarı ile tamamlandığını bildiren haberi sabırsızlıkla bekliyordu; gelecek adımların tasarımı için emrini verdiği işlerin izlerini yakından görmeliydi. Kıyametin içine


... bu kıyamet tetikçisi, (cuk oturdu bu tanım, çok da yakıştı yüzsüze,)

figen uğur dölek

düşen insanların gözlerine..... (şu ana dek italik yazılan cümlelerin anlatmak istediği buydu aslında; ama, böylesi bir anlatımın kuru olabileceği endişesiyle evrilip çevrildiler, tarafımdan, bundan mutlu olmuşlar mıdır, bilemiyorum,)

(Artık sağa sola sapmadan dümdüz gidelim;) kıydığı insanların yüzüne baktıkça... çaresizliklerine... çırpınışlarına... felakete yani; ölüme... yıkıma... acıya; ağlayan çocuğa... yitenlere... İşi başarı ile tamamlamasının ödülü olarak bir keyif sigarası yakacak mıdır; hak etmiş sayılır mı artık?

Başladı madem, beden daha da ulaşmasın mı hazza, doyuma; tercihiz hangi cins? Hepsi mi? Hepimizi mi? Sonra... Yeniden masa başına... Mümkün değil; bunca işi, başka “kafa” yapamaz, mümkün değil. Görsel: Flóra Borsi

twitter/fudizmir

kini!) gevşeyebilecek midir? İki mi olsa?

Şöyle manzaranın karşısına geçip bol buzlu “Bir drink!” içse (yazmayacağım inadımdan o viskinin markası, zıkkımın pe-


unutursam delireceğim

Hoş geldin. Yüzülmemiş sularda ve söylenmemiş şarkılarda kalsın ömür. Ciddi ciddi ağlamadım bugün. -Vallahi billahi. Benim annem yok, cennet ayaklarının altında. Bütün gün; biz birlikte, yalnızca seninle! Üzülme, incindiğin yerden silerim gözlerini. Islanmışsın; ıslaklığından öperim seni, üşüme, gel ısın. Neler almışsın böyle, desene akşam ne güzel geçecek, şömine ne güzel yanıyor değil mi? Her yer sıcak aslında, sırf sen seviyorsun diye onu da yaktım. Yahu ne diyeceğim; sıcağında bakıp gitmek ne güzel uzaklara, omuzlarında uyusam ben senin? Ömür dediğin Cemal Süreya misali; harcanıyor sevgilim ve hiç bir şey senin gelişin kadar iyimser değil. Yüzüme yüzünü çizdiğim makyajdan ötesi yok. Kahvaltı hazırlamak için, sabah sen işe gitmeden uyandım. Yanına şöyle bir uzandım, ne güzel adamsın diye geçirdim içimden. Keşke hep burada, bu evde kalsan… Ben ne şanslı kadınım. Sesim sesine çarpıyor. Elimden ellerini öpmekten ötesi gelmiyor, adam! Gözümü bir açtım ki gitmişsin. Dedim kesin Alsancak’tan kumru alacaktır. yayınevindeki kızlara da götürüyorsun ya çok kıskanıyorum… Omuzların çok sıcak, dur biraz bekle acıkmışsındır, mutfağa gitmeliyim. Sevdiğin yemekleri yaptım; zeytinyağlı yaprak sarması veee beyaz şarapla başlayalım ne dersin? Loire Pouilly Fumé 2008 yazıyor. İlk tanıştığımızda aldığından bu da, değil mi? Gece uzun, tıka basa dolmasın karnımız. On dakika kadar bekle, azıcık ayrı kalacağız. Geleceğim… Sakın bir yere ay-rıl-ma! Bu bardakları koymalıyım, salata tabakları kırılmıştı değil mi? Düz tabağa koysam ayıplar mı beni, bilemedim bak. Deli ben. Evi beğeniyor mu acaba, kapı girişi epey rutubet almış. Onu karşılarken utanıyorum. Girişte Deniz’in Paris’ten getirdiği mumluklar olacaktı, onu da indireyim. Oraya kadar gitmişken kırmızı rujumu da sürerim; bardakta dudaklarımın izi olsun, seksi oluyor. Bu sefer ilk gördüğündeki gözyaşlarım dökülmesin üzerine, gözlerimin içindeki huzuru öpsün ve yavaş yavaş çıkarsın üzerimdekileri. Onunla sevişirken, kadın olduğumu hissediyorum. Naylon saçlarımdan öperken, erilliği mühür-


“Güzel yemek yapamıyorsan, güzel erkekleri sevmeyeceksin!” derdi Dudu Teyze. Güzel yemek yapamıyorum ama güzeller güzeli ünlü bir adamı sevdim, ömrünü ömrüm bildim. Yaşıyor mu acaba, karşıma çıksa da “O işler senin dediğin gibi olmuyor Dudu’m!” desem. Öpsem, sarkmış gıdığından.

emrah sağlam

leniyor kaderime. Kadrime söyleniyor, onu bana yazan kaderi delice seviyorum.

Yeter, adam açlıktan bayılacak, gidip uyandırayım. Orda mısın? Tuvalete mi gittin? Hey sana söylüyorum duymuyor musun beni? Neredesin? Bu şömine yanıyordu, ev sıcacıktı. Şimdi neden bu kadar soğuk? Yağmur yağıyordu, akşamdı. Neden pencereden güneş vuruyor?

Daha fazla, hep daha fazla sessizlik... Sen hiç gelmedin. Gelmediğin her gün biraz daha seyreldi saçlarım, rujum tüm yüzümü boyadı, aynaya bakmadım, mavi jean giymedim. Tanımadığın kadınlara yazdığın kitapları okudum. İçinde ben var mıyım diye, medet umduğum hikâyeleri. Elime çok okunmayan bir fanzine verdiğin yazı geçti. Hayatımın tamamında sen varken, hayatının geri kalında zerre kadar yoktum. İlk görüşte öptüğün, aynı gece seviştiğin sonra terk ettiğin bir kadındım. Bilmediğin, bilmezden geldiğin delirttiğin; … Sıvadık demek. Sıvandım, bir anlık zevk için yarana! Ey adam sana! Unutursam delireceğim. Kahve ile… Görsel (I); Ryan Hewett ( Gülsinci Cihansoy aracılığı ile) Görsel (II); Onur Balun

www.emrahsaglam.com

Sessizlik… Lütfen sessizlik…


kız, mercedes ve yalnızlık

Garson, hesapların kapatılması gerektiğini söyledi yüzüme bakmadan. Tartışacak gücüm yoktu. Sevimsiz bir kutunun içinde gelen hesabı ödeyip çıktım. Evet, ödeyip çıktım; hiç uzatmadım. Uzatacak dermanım olsaydı... Koyduğumun garsonu. Korna çalan taksilere, Hava almak istiyorum, diye bağırdım. Evime on beş dakika yürüyüş var yoktu zaten. Çişim geldi. Derenin oradaki parkta kuytu bir yer aradım. Bir ağaç kümesinin arasına daldım, oradan bir şey hışırdayıp az öteme kaçtı. Benden korkan bir köpekti… Ay ışığı dalların, yaprakların arasından damla damla sızmış işeyeceğim yeri dünyanın en güzel tuvaleti yapmıştı. İşerken ona baktım, o da bana. Beni takip etmeye başladı işim bitince. Taş atar gibi yaptım, hoşt dedim ama o yine de bırakmadı peşimi. Bu defa gerçekten atınca taşı, bıraktı peşimi. Çok eskilerde onu terk edip giden bir şeye bakar gibi baktı son kez... Gelseydi benimle ne olurdu sanki? Yürüdüm. Aşina olduğum bir gece kulübünün önünde geçerken, içeri girsem mi diye düşünürken, köpeğin bakışlarını unutmaya çalışırken mekânın kapısından genç bir oğlanla kız çıktı. Kızın rüküşlüğü, oğlanın paspallığı ve birbirine uzak yürüyüşlerini kafamda bir yere koyamadım önce. Aynı yöne doğru yürüyorduk. Küçük köprüyü geçince oğlan tokalaşıp veda etti. Kız yürümeye devam etti. Topuklu ayakkabılarının sesi seyrek ama hızlı geçen arabaların vınıltıları arasında kendini dinletiyordu bana. Gri dar eteği kalçalarını sımsıkı sarmıştı. Beline kadar açık sırtı güzeldi, çok güzeldi. Adımlarımı hızlandırdım. Bu geceyi seninle geçirmek istiyorum, diyecektim. Bu kadar açık, bu denli net, lafı dolandırmadan… Kıza yaklaştıkça cesaretim azaldı ama. Aniden yolun karşı tarafına geçti. Ben geçemedim, ama neredeyse yan yana bir hizada yolun iki tarafında birbirimize paralel yürüyorduk. Şöyle göz ucuyla bana doğru bir baksa, cesaretlenir, yolun karşı yakasına geçerdim ya. Bakmadı, bakmıyor, bakmazsa bakmasın, diye düşünürken bir Mercedes kızın yanında durdu. Lütfen, rica ederim diyordu kız… Arabadaki adamın ne dediğini duyamadım tabii. Israr ettiği belli oluyordu ama. O esnada, kızın olduğu tarafa doğru geçtim. Adam gaza bastı, patinaj yapan tekerleklerin sesi solumuzda yükselen stadyumun duvarlarında acı acı yankılandı. İleride sert bir fren yaparak yeniden durdu araç. Ben kızın ardında, arabanın durduğu yere doğru yürüyorduk. Bir maganda yüzünden yolumuzu değiştirecek değildik ya. Arabayla aynı hizaya gelince kız, kendini kaldırımın bittiği yere doğru iyice çekti. Herif, uzanıp bir şeyler söylüyordu arabasını kızın hızında sürmeye çalışarak ama kız oralı olmuyordu. Gazı kökledi sonra ve gözden kayboldu nihayet. Adımlarımı hızlandırdım.

“Merhaba.”

Kız cevap vermedi.

“İsterseniz birlikte yürüyelim, rahatsızlık vermezler.”

Kız cevap vermedi yine. Birlikte yürüdük ama. Adımlarını hızlandırmadı, benimkilere uydurdu. Yürüdük sadece. Yürüdük, yürüdük… Çorbacılara doğru yaklaşıyorduk:


“Teşekkürler, iyi akşamlar,” dedi. “Çorba içecektim,” dedim, “isterseniz…”

Kız cevap vermedi. Gitti.

Çorba falan içmeyecektim aslında.

Yolun her iki yanında sıralanmış işkembecilerin önüne atılmış masalarda çorbalarına ekmek doğrayanları, sarımsak sirke dökenleri, bağırarak konuşanları, kafasını masaya yatırmışları gördüm ve ben de o kalabalığın bir parçası olmak istedim nedense. Evet, yalnızca o kalabalığın bir parçası…

“Kelle istiyorum ama içinde göz olmasın.” Göbeğini okşayan garson seslendi mutfağa doğru. “Usta, gözsüz bir kelle ayıkla.”

Çayımı içerken az önce yüzünü yediğim hayvanın gözlerini düşündüm, sonra kızın gözlerini, kalçalarını, kimin nesi olabileceğini, o lüks arabadaki herifi de. Kızın karşımda oturduğunu düşledim. Ben de seni bekliyordum, demesini sonra mutlulukla bana bakmasını istedim. Onunla bir süre sohbet ettim kafamın içinde. Onun yerine cevaplar verdim, sorular sordum, gülümsedim, mercimek çorbası içtim... Hesabı ödeyip çıktım. Eve az yol kalmıştı ki iki gencin bir bankanın kapısının önünde uyukladığını gördüm. Üstü başı temizdi çocukların. Birinin önünde, ağzından bira sızmış devrik bir şişe, diğerininkinde sigara paketi ve çakmak vardı. Çocukların arasına oturdum. Uyandırmak istedim önce, yapamadım. Aynı durumda o kız olsaydı. Sağımda o kız, solumda ikizi… İkisini de sokakta yatmayın gelin evimde yatın, diye uyandırırdım. Aralarında olmak hoşuma gitmişti yine de. Soluklarını dinledim, bir tanesi bir şeyler mırıldanıyordu; ne dediği anlaşılmıyordu ama. Sağımdaki çocuğun önündeki paketten bir sigara alıp yaktım. Geçip gidenlerin bize dönük gözlerine baka baka içtim sigaramı. Onların aşağılayan bakışlarını derin derin çektim içime. Kızı düşündüm, kız dediğim kadını. Sonra sessizce ayrıldım yanlarından. Bir katında evimin olduğu apartmanımın önüne geldim. Eve girmeyeyim, ben de şuracıktaki kaldırımda o delikanlılar gibi uyuyayım, dedim. Yapamadım. Asansöre binip daireme çıktım. Kapıyı açtım, evimin yalnızlığına, karanlığına, boşluğuna küfür ettim. Ayakkabılarımı ellerimi kullanmadan çıkardım. Her birini bir köşeye fırlattım. Portmantoya yaslanıp dinlendim. Üşüdüm niyeyse, bu yaz gecesi üşüdüm. Hızlı hızlı soluk alıp veren bir… Başımı çevirip baktım. Önümde, diz hizamda parlayan bir çift göz? Korktum… Evime sızan ay ışığı yardım etti. Önce belli belirsiz görebildiğim, bir köpek miydi? Evet evet, parktaki köpek kuyruğunu sallıyordu. Kafasını okşadım, yaladı ellerimi. Kucağıma aldım onu. Salona geçtik birlikte. Duvarda parmaklarımı gezdirip buldum prizi, anahtara bastım. Elinde kapkara bir pastayla, takip ettiğim kız tam karşımda öylece durmuş bana bakıyordu. Banka önünde uyuklayanlar hemen arkasındaydı kızın. Ve salonumun ortasında bir Mercedes vardı. İçinde maganda yoktu ama. Kız ve diğerleri Mercedes’in ön kaputu üzerine pastayı koydular. Pastanın üzerinde, Keşke doğmasaydın, diye bir cümle ve adım yazıyordu. Üfle, dediler. Mumlar yanmıyor ki, dedim. Üfle üfle sen, dediler. Üfledim yanmayan mumları. Mumlar yandılar. O gün benim doğum günümdü. Nereden biliyorlardı?

cem kertiş


Bir yılan yüzeyi yaslı Yüzeyi dünya âlem Bir yılan var yanımda Gidiyoruz - Zehirli dişi olmadıktan sonra yılan istediği yere gidebilir. * Bir yılan ve ben Kırıyorlar uzaya çıkma partilerine isteğimizi Yılan öyle ciğerli kesiyor zehrini en olmadık yerden Yakıyorlar bilmiyorum neden bir uzaya çıkma partisine bizi almazlar Bizi neden

yol, yolcu

- Uzay bir hastalık, karanlık ve sessizlikle örtülü bir tehlikedir.* Bir kurbağa Evet şarkı söyleyen bir kurbağa Ne kadar güzel şarkı söylüyorsunuz Yılanım unutuyor aklını bir yol üzerinde Şarkılara katılma isteğimizi kırıyorlar Kırılıyoruz -Gökten neden kurbağa yağıyor?*

Diana Mini-Fujicolor 200


taner türker Bir yılan bir kurbağa bir ben Uyumanız için kapatıyoruz gezegenin ışıklarını Bir kurbağa yüzeyi paslı Bir göl kıyısından yüzeye Yürüyoruz -Bir cisim yaklaşıyor efendim?*

*Sırasıyla; Yüzüklerin Efendisi Kralın Dönüşü,Star Trek,Magnolia,Gora Diana Mini-Fujicolor 200

twitter/tanertrkr

Uçuyor bir kedi yedinci kattan Kurbağa tutuyor, yılan izliyor Hayvanlar âlemi ve ben Bir canavar konuyor omzuma; papatya büyüten Oh papatya Yüzümün haline bak.


bir sabah vakti

Hafif mağrur , ince vücudu umarsız, tuhaftı. Mahallenin camlarından annelerin çocuklarının oyununu seyrettiği, tozun toprağın sebebinin havan topu değil, top koşturması olduğu zamanlardı. Ben çayları kapardım, o sıcak simidi her sabah. Aralıksız, güneş nerde doğsa oradaydık. Hangi mevsim hangi çiçeği vermişse bize, kabul ederdik. Gün aydı mı buluşur sahildeki bankta, saatlerce otururduk. Hiç dönmezdi dilimiz, bu hakkı bahşetmişti gözlerimize. Gözlerimiz konuşur biz susardık. O benim ellerimi severdi ben onun gözlerini. Memleket gibi uçsuz gözlerini. Akşama kadar kalkamazdık. Güneşi batırır, ayı dikerdik gökyüzüne diz dize. Arka sokağın girişinde, mahallenin ikinci muhtarı olan hafif yaşlı kadının elinde dilden dile düşeceğimizi bile bile, dizdize. Firesiz her sabah böyleydi bu. Bir sabah gelmedi. Aniden, birdenbire yani. Gitti dediler. Demiş ya Hayaloğlu diye bir şair, sanki dev bir taş ocağını kökünden dinamitleyip üstüme devirdiler. Aymazdı, patavatsız, tuhaf. Geceden kara. Buralar da böyledir. Aktan, karadan anlamaz. Gün açar, umudu alır ardına, unutur yanaklarından öpmeyi. Kapıyı örter sert tavırla. Bir daha açılmaya yüz tutmaz, yine de açar.Gelir,


şeyda. gider, bir daha gelir, belki kalır diye diye kaç sene oldu ben sayamadım. Buralar da böyledir. Bardağın ağzından taşan son damlayı gözlerinde tuta tuta çevirirsin kapının dilini. Bilirsin, sarsa kolları gitmeden biraz evvel, az sonra avucunun içlerini göğsüne dayayıp itecek yeniden. Yine de solmaması için beklerken senelerce içindeki yazdan kalma o son sabah, kollarının izini istersin boynunda. Vedaya muhtaç, burnunda tüter, kulağında avazı kalır, gözlerinde son gün dönümü. Bir hışımla, sonsuzluğun yakıştığı yüz çizgilerine, şahdamarına, ellerine... Usul usul, mısra mısra, dönmezsin bir daha geri. Ne dost kalır içinde, ne sevgili. Kime sorsam içerde, dışarda, çarptığın kapıda, nerede olursa olsun, dediler dönüşü yok. Yaranın üstüne yara dikildi, aymazdı, patavatsız, öyle. Değdiğinden saçı saçıma yaz güneşinde, içimde tüm iklimler buz kesti. Koyduğundan avcunu elim üstüne kurakta, yağmurlar düştü gittiğinde. Ne varsa tersine döndü, kim varsa sırtını görverildi artık çocuklara, ne sertçe vurulmuş top toprağı kaldırdı ne de anneler camlardan sarktı. Buralar da böyledir, dert olur sevene, sevilene yollarda kalan gözler. Çalmadı kapı, kalmadı bankta sıcağımız. “Yarda iman kalmadı oy nayino.” (Karmate-Nayino)

twitter/cosmicseyler

düm. Ne mahallenin camlarından salça sürülen ekmekler



Gece. Dar, izbe yolda yürüyorum. Köşe başlarında ağır kokulu, bol makyajlı pazarlıklar. Ürperti, adımlarımı hızlandırıyor. Bir yanım korunaklı, duvar dibinde yürüyordum ne de olsa. Diğer yanım? Gözlerim dört açılmıştı, adımlarımın üstüne basarak takip ediliyordum sanki. Bu saatlere kadar hiç kalmamıştım. Küfürler, abartılı gülüşler, kavgalar; her adımda yeni bir arıza. Bu yol bu kadar uzun muymuş? Biraz ilerde solgun ışık yayan lamba direğinin altında ki eşgal hareketlendi. Sallana sallana yolun ortasına kadar çıktı. Yanından hızla geçmeyi sonra da topuklamayı düşünürken birden önüme atıldı. Elindeki bıçağı sallayarak, “Sigaran var mı abi?” Bir an durdum. Sigaramdan derin bir nefes çektim. Başımı sallayarak ‘Kullanmıyorum!’ dedim, dumanı bol nefesimi yüzüne üflerken. Baktı baktı, bıçaklı elini sol gösüne götürdü. “ Eyvallah abi!” deyip, geri çekildi.

Islık çalarak yürümeye devam ettim.

cesaret

gönül ocak

oturma odası


kan - öncesi ve sonrası

Üzerimdeki takım elbiseyle çıplak ayak bir otopark zemininde uyanıyorum. Yanık mazot kokusu içimi yakmış. Bu sayede uyanmış olmalıyım. Doğrulmak için avuçlarımla yerden güç alayım diyorum, iyi fikir. Ve ayaktayım, yâni sayılırım. Şimdi düşünmem gereken şey burada ne aradığım. En son nerede olduğumu hatırlamaya çalışırken elim kafama gidiyor. Ve kan. Bunu tahmin etmem gerekirdi. Eğer bir yerlerde neler olduğunu hatırlamaz bir halde kendinize geliyorsanız, başınızın kanamış olması gerekir değil mi? Ne olmuştu, arabam başında birkaç serseri tarafından önce soyulmuş, sonra da başıma aldığım darbeyle yere mi serilmiştim? Bu muydu olan? Ama bir arabam yok ki. Yine de bir otopark zemininde kafası kanlı bir halde uyanabiliyorum. Bunu eve gidince yazmam gerek. Doğru, hemen eve gideyim. Ama önce çıkışı bulmalıyım. Başımdaki kurumuş kan yanık mazot kokusuyla birleşip ciğerlerime dolmaya başladıkça adımlarım daha da hızlanıyor. İleride bir tabelâ var. Yüksek ihtimal bir yön tabelası ve çıkışa çok yakınım. Nasıl yani?! Ama... Neden bu yazılar Portekizce? Artık sadece neler döndüğünü merak etmiyor, korkuyorum da. Hiç uyanmasa mıydım? Ya da halâ uyuyor olabilir miyim? Çünkü şu ana kadar yaşadıklarımın başka bir açıklaması olamaz. Lânet olsun! Başım ağrıyor. Şu tabelayı bir kenara bırakıp ışığa doğru yürüme fikrini kabul etmem kırık kafama rağmen 2 saniyemi alıyor. Bu iyi hazırlanmış bir şaka da olabilir. Olmalı. Ama kafamı neden kırdınız aptal herifler! 5 dakika bu ihtimale inanmak ister bir vaziyette yürüdüm. Sonunda geldiğim yer gerçekten de çıkış. Ama bulmayı umduğum şey aynısı değil. Neresi lan burası? Bir taşın üstüne oturup ağlasam belki yerinde olacak. Kaçırılmış olabilir miyim? Organ mafyası? Ama neden Portekiz? Postane memuruyum lan ben, kimin benimle ne işi olur. Tamam, dur. Her ne olduysa oldu ve sen berbat bir hâlde bu ülkede uyandın. Buraya kadar hiçbir şeyin mantıklı bir açıklaması yok ama olan bu. Şimdi, şimdi yapmam gereken şeye gelirsek? Gelirsek... Elçilik. Evet elçilik. Hahahah, elçilik ya tâbi. Oraya gitmeliyim. Gidip başıma gelenleri onlara anlatıp bu durumdan beni kurtarmaları isterim. Saçlarım arasındaki kurumuş kana rağmen başım iyi iş çıkarıyor. ELÇİLİK Biliyorum anlattıklarım size deli saçması gibi geliyor ama halime bile bakmanız bunların gerçek olduğuna inanmanıza yeter. Pasaport? Pasaport mu!? Benimle dalga mı geçiyorsunuz ha? Bakın dilini bilmediğim bir ülkede burayı bile bulmam 4 saatimi aldı ama siz anlattığım onca şeye rağmen bana pasaport soruyorsunuz. Delirdiniz mi? Uyan! Uyan! Fikret, uyan!


- Bir otoparkta uyanıyorum. Sanırım Portekiz, bir tabelâ vardı, bir de aptal elçilik çalışanı. Başım kanıyordu ve ayaklarım, onlar çıplak yürüdüğümü hatırlıyorum. Postane çalışanıyım sanırım. Ama orada ne işim vardı? Doktor? - Bu senin alt benliklerinden biri Fikret. Ne zaman uykuya dalsan aynı şekilde, aynı ülkede uyanıyorsun. Ve yaptığın ilk şey her zaman o elçiliğe gitmek. Sana çıkışı buldurmamız gerek Fikret, kurtulmalısın oradan.

özgür kızıldağ

- Neredeydin Fikret?

Yine aynı şey olmuştu işte. Yine berbat bir seanstan sonra hiçbir soruya cevap bulamaz halde eve doğru yürüyordum. Ama insanların başlarına böyle şeyler gelir değil mi? Film ya da kitaplarda böyle şeyler he zaman olur. Yine de benim sıradan ve ölümcül hayatımda bunu yeri olmadığını biliyorum. Ben de herkes gibi rüyalarımda köye gitmek, oradan bir tarla alıp organik tarıma başlamak istiyorum. Ama şimdilik elimizde olanlar berbat bir iş, ilaçlar ve sıkışıp kaldığım bir alt benlik. Şu alt benlik şeysini ilk duyduğumda avokado gören masum İç Anadolulu gibi kalmıştım. “ İnsanın kendi saçmalıklarını keşfetmesi gerek. ” Bunu haftanın 2 günü bir psikiyatri koltuğunda yapması gerekse bile... Bence doktorun bir şey bildiği yok. Sürekli beni oradan çıkarması gerektiğini söyleyip duruyor. Tamam çıkalım, çıkalım ama nasıl anasını satayım? Saat akşama geliyor. Kahveye gidip bir 52 atsam diyorum. Masadaki abilere Portekiz anılarımdan bahsetmek için güzel bir akşam. İLAÇ

İlaç almak istiyorum, çünkü almam gerek. Ama kutu boş. Kısa parmaklarımı beyaz boşlukta gezdiriyorum acelece. Ama boş.. İlaç almam gerek, şöyle 3 adet. Mavi, sarı, güzel haplar. Ardından koca bir bardak su. Hemen çözünmeli mide özünde, iyi etmeli. Uyuşturmalı beni. Boş kutuyu kapağını da kapatıp komodinin üzerine koyuyorum. Şimdi ne yapacağım? Alternatif tıbbında da, bu başımdaki ağrının da canı cehenneme. Olası bir gelecekte hâlâ haplarla beslenemiyor olmamız ne kötü. 7 aspirin yutsam benzer bir etkiye teşne olabilir miyim? Teşne mi? Hap almam gerek, şöyle 3 adet; mavi, sarı, güzel haplar. Balkon betonuna uzanıp düşünmeye çalışıyorum. Nasıl kurtulabilirim dibinde durduğum bu şeyden? Oysa daha düne kadar ne de güzeldi onları yutması. Param bitti. Bu balkon sandığımdan küçükmüş, içinde çürümüş bir bedenle daha da sıkıyor ruhumu. Karşı komşu keşke sofra bezi silkelerden görse beni. Biri bir selâm verse. Doktor ve kanepesi peşimi bıraksa... Hap var mı hap? Ne o hapçı mıyım ben? Sadece ihtiyacım olan kadarını yutacağım, yutacağım, yutulacağım. SONRA UYANDIM, ÜZERİMDE TAKIM ELBİSEYLE ÇIPLAK AYAK BİR OTOPARK ZEMİNİNDE

ozgurkizildagg@gmail.com


güldeniz

Hikâyesi var her kadının, gözleri ardına saklanan... Hikâyesi olan her kadına sarılın, sıkıca... Bakışlarından hüzün akan genç bir kız... Ürkek sesle “Bipolarım ben” dedi. Kalktı yerinden kadın, başını yere eğdi. —Küçük bir oyuna ne dersin? Hadi birlikte dibe gidelim! Gözleri ıslandı kızın. Hazırmış gibi buna, bu bakışa, bu davete... Başını sallayarak onayladı. Kadın, iki elini yukarıya kaldırmasını istedi ondan. Karşısına geçip aynı hareketi kendisi de yaptı. Birbirlerine ayna olmuşlardı. Temassız buluştular. Göz göze, sessizce... Kapı aralığından gözetliyor gibi olmuştum, yavaşça içeri geçip oturdum. Kadın arada; sağa-sola, aşağı-yukarı hareket ediyordu. Kız onu takip ettiğinin ayrımında olmadan kendini ona bıraktı. Genç kız... kadın... gözyaşları sıralanıyordu. Kız titredikçe ağladı, ağladıkça rahatladı, rahatladıkça kadın gülümsedi. Kız gülümsedi... Üç, beş dakika hiç dokunmadan devam ettiler. Kadın yavaş hareketlerle indirdi elini, kız gülerken ağlıyordu. Yüzünün dinginliği bütün bedenine yayılmıştı. Kadın sarıldı kıza, sıkıca. ... Ağlamayı pek bilmem, öğrenmek de istemem, dayanamam diye dışarı kaçtım. Sigaramı yakmadan önce, kapıdaki görevliye kadının kim olduğunu sordum. —Haa o mu? Güldeniz abla o. Gezmeyi, gülmeyi, sevmeyi, eğlenmeyi, kelebeği, melekleri, papatyayı, martıyı, yaşamayı çok seven bir iyilik böceğidir. Güldeniz’miş adı... G ü l d e n i z... Kaç anne bulabilirdi kızının ruhuna uygun ismini?


Gözlerini kısarak baktı, bir şeyler diyecek oldu, sustu, odadan çıktı. Müziğin kısılmış sesini tekrar açtım. Ruhum ezgilerin üzerindeydi. Sırtımda çanta, içinde gökyüzü, gökyüzünde rüyalar, rüyalar da her şey... Mutluluk, çığlık, hüzün, merak, yenilik, sessizlik, masumiyet... En çok da masumiyet... Bilmediğim bir yer, bilinmedik bir duygudayım. Yer gökte... Gök yok, uçsuz bir şey... İnsanlar iyi, arabalar yok. Sokaklar temiz, sokaklar çocuk şenliği... Ayakkabılar çiçekli, gözler sevgili, sözler aşık... Müziğin sessizliği... — Kapıyı çaldığını duymadım. — Odamın duvarlarını boyadım, istediğin gibi oldu mu bilmem ama boyadım. Beni sev ne olur. Kendimi, bilmediğim bir yerde hayal edemiyorum. Ama hayal ettiğim yer çok güzel. Çocuklar var, mavi yürekli çocuklar. İnsanlar çok masum. Güneşle yeşilin çok iyi anlaştığı bir hava. Arkadaşlarım var, ne yaptığımızı bilmiyorum ama çok mutluyuz. Olmuş mu? Gülümsedim. Odasının duvarı renkleniyordu.

w.d em

mo de

.com

Sarıldım...

ww

mavi duvar

— Odanın duvarları ne zaman mavi olursa, o zaman severim seni.

dem

et a ksu


yalnızlık üzerine

‘Aksini ıspatlayamadığınız için yalnızım.’ Hüzünlü bir melodi kulaklarımda ve bir sancı şakaklarımda.Dört duvar,bir yatak ve hayallerimi salladığım salıncak.El insaf!Bir görse inanacak.Şu dönüp duran dünyada yok mu bizi buluşturacak bir durak? Bilmiyorum ki yanlış yerden mi çalışıyorum sevmeye? Acaba önce dudaklarından mı başlamalıyım?Eller,gözler ve en son da saçlar çünkü çok uzunlar.En iyisi uygun bir dille söylemek. ‘ Seni sevmeyi beceremiyorum sevgilim.Sakın beni bırakma.’ Yine yabancıladım kendimi kendimden.Bu kadar zor olmazdı eskiden.Nerede bir sevda nöbeti olsa uykular gündüze bırakılır.Bir de deniz kıyısında olduk mu sorma…Mehtap da sensin yakamoz da. Hatırlar mısın çok güldüğümüz zaman başımıza kötü bir şey gelecek derdin.Ben ise ‘’En son güldüğümde başıma ‘sen’ geldin artık hep gülerim.’’ Öylece kaybolurken izledim seni ve şimdi anlıyorum.Daha kötü ne gelsin ki? Yalnızlık kötü bir alışkanlık gibi,bırakamıyorsun.Önce unutur gibi yapıyorsun sonra da sever gibi.Hep bir şeylere benzetiyorsun ve hiçbir şey eskisi gibi olmuyor.Her yeni gün eskisinden daha çabuk azalıyor. Hüzünlü Bir Melodi : Empyrium – Fossegrim Hüzünlü Bir Film : Kutup Çizgisi Aşıkları

Yalnızlıkla Zamana Alışmak Her zaman yalnızdı. Hiçbir zaman da yalnızdı. Bütün zaman dilimleri onun için anlamsızdı. Yalnızlığa alışmıştı ya da aslında alıştığı zamandı.


onur çapkın

Gökyüzü ne güzel mavi Hayal kurmak birimiz içindi. Bir ağacın gölgesinde oturmak Bir insanın gölgesinde yaşamak Kendi gölgesinden korkmak Birimiz içindi. Uzunca bir yol giden gidene. Kalmak birimiz içindi. Vedalar çoktan verildi. Kapılar çoktan kapandı. Gidenler çoktan geldiler. Beklemek birimiz içindi. Meydanlarca,sokaklarca,caddelerce dolduk Haykırmak hepimiz içindi. Kavga birimiz için. Belki de daha iyi olabilirdik Bir ekmek için yaşarken Öldük. Oysa yaşamak bizim içindi. Ama insanca yaşamak birimiz için. Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine Nazım Hikmet Ran

twitter/onurcapkin

yalnız birimiz içindi

Yalnız birimiz içindi sevmek. Ağlamak birimiz içindi.


Bir önceki akşam gibi ortalık sessizdi. Sonra iliklerime kadar işleyen caz. Benim gibi müzik dinlerken düş kurmayı sevenleri düşündüm. Birkaç dakika sonra, farkında olmadan, kendimi pistte onunla dans ederken buldum. Zihni başka bir yerdeymiş gibi uzaklara bakıyordu. -Sık sık karşılaşmamız garip değil mi? -Daha önce karşılaştığımızı sanmıyorum. -Karşılaştık, üç veya dört kere. -Hatırlamıyorum, nerede? -Önceki akşam, caz konserinde. Gülmüştü.

-Bana bakmak için kafanızı çevirmiştiniz. -Bir yabancının bakışlarını üzerinizde hissettiğinizde ona bakarsınız, değil mi?

raks

Yine gülmüştü. Ertesi sabah meydandaki kafede oturuyorduk. Tam kahvemi yudumluyorken, kucağıma beyaz bir gül bıraktı küçük bir çocuk. Karşıdaki dar sokakta tek başına duruyordu ve bize doğru bakıyordu.


sinem ilaslan

Dün ismini bile sormadığım o gizemli adam… Bu dünyada romantiklerin olduğunu bilmek hoşuma gidiyordu. Onunla aşk hikâyem böyle başlamıştı. Kapanan bir kapının sesiyle irkilip bugüne döndüm. Anıların sihrinden sıyrılırken bir sigara yaktım. Hiçbir şey söylemeden gideli tam 5 sene olmuştu. Hayatımdan çıkmak için o yolculuğu tasarlamıştı.’’Er ya da geç bir gün bunun olduğuna inanmak zorundasın.’’ diye geçirdim içimden. -Yolunu kaybettiğinde ve karanlıkta gezindiğinde, seni ışığa doğru götüren kişinin kim olduğunu araştırır mısın? diye sordu. Karşımda oturan bu yabancıya başımdan geçenleri anlatıyordum, bana sorduğu bu soru karşısında ne diyeceğimi bilemedim. Anlattıklarını zevkle dinliyordum, insanları bu denli iyi tanımlaması beni şaşırtmıştı. Acımı tanıyan bu yabancı beni mutlu etmişti. Daha sonra dışarı çıkıp, tahta bir banka oturduk. Sigaralarımızı yaktık. -Birini sevmek her zaman için yeterli değildir. İnsanlar birbirinden farklıdır. Sevme tarzlarında bile. Ayrıca bu hayatın en büyük trajedisi de aşkın her zaman aşkı doğurmadığıdır.

-Ama insan cesursa geriye dönüp olumsuz deneyimleri de olumlu görebilir. Çünkü önemli olan yoğun yaşamaktır. -Sözcüklerin hiçbir işe yaramadığı bazı durumlar vardır. Dedim. Güneş batmıştı ve gökyüzü artık kapkaraydı. Kendimizi otların üzerine bıraktık. Bir anı, bir hayal belki de. Zihnim anılarla yetinmeyecek kadar uyanıktı.

twitter/sinemyomama

Sigaramdan bir nefes daha çektim.


kadim dost

Bu karanlık çağda, Turuncu kırmızı Kanserli yüzlerdi gün batımları. Alkışlardı mezarlarımızı O kemiksi ellerle. Anlayamazdım asla; Ne zaman gülerdi, Ne zamandı en insan hali. Savaşmayı bıraktım, O çoktan kazandı. Uçurumun eteklerinden Toplanmış gelmiş birkaç Korkulu bakış sadece bu hayat. Acıyı sevmem Ama lütfen, bu biraz uzun olsun. Her destanda olduğu gibi Biraz destansı, biraz da yalan olsun. Anlıyorum artık her saniyesini Güneşin her gün üzerime yıktığı Acı tebessümün. Her şeyi bir kenara itiyorum evrendeki, Seziyorum oradakinin gizini. Hiçbir korkunç gece Örtemez onu benden, Açgözlü bir karanlıktır içimdeki. Bozkırdaki bir şaman gibi Taklit etmekteyim zırhımdaki Kana susamış akrebi Şimdi sen Orada o kadar da azametle durmasan Utandırmasan şu taşıdığım candan İnan, hiç bu kadar değildim samimi


Bu ellerin solacağını herkes biliyordu Bir gün, hep bir gün daha canlı Ve öylesine yitikti bu hayat Gırtlağından tutup kusmak istedim Biraz nefret biraz utanç Binlerce asılmış ben içimde Yeraltındaki yakarışı Sonsuzluk ağacının Bu ellerin solacağını herkes biliyordu

muhammet aldemir

Gördüm ki aslında döktüklerimin Gözyaşı değilmiş hiçbiri

Belki de sadece bir kâbussun Ve kurtuluşum bu kâbustan Şu can çekişen mezarların hepsi senin eserin

Gerçekten, hayır gerçekten! Nasıl durur öylece yüreği bir insanın Sonsuza uzanmış bir evren gibiyken? Sadece birkaç simge kaldı Geride bırakılmış bir yaşamın Sonsuz gizini çözmeye.

Geçmişimin ve geleceğimin deccali! Bu, görkemli bir yokoluş olacak... Varoluşun sahte pelerinidir üzerindeki, Ruhun kanıyor, Yaprak yaprak dökülüyorsun Ölümcül ve kadim dostum, Göz çukurlarının sonsuzluğuna içelim!

facebook/muhammetaldemirr

Bu utancı tanıyorum Hiç kanlı bir nehir olamadım, Her şey akıp giderken İşte, Öylesine sessiz, öylesine yılgın.


bölük pörçük yırtılışlar

Benliğimin sınırına ulaştığım yerdi. Kendimden vazgeçtiğim… Sadece biz, “biz” olabilelim diye. Oysa nasıl da farklı başlamıştı her şey. Seninle kendimi bulmuştum, içimdeki çocuğa vurulmuştum. Neredeydi o görünmez çizgi, ne zaman çırılçıplak kaldım karşında? Ben saydığım tüm yüzlerimi, hislerimi, alışkanlıklarımı hangi vakitte çıkarıp attım üzerimden. Kendimi kalabalıklar içinde kaybetmeyeyim diye, yıllarca, özenle, gizlilikle yaptığım maskelerimi nerede kaybettim? Kendimi nerede kaybettim? Beni bize hangi arada feda ettim? Hep sen benimle ol, benim ol diye. Hep sen ol diye! Benliğim, bizi oluşturmak için yandı, eridi, yok oldu. Ben…yok oldum. Kusuyorum doktor! Hiç durmadan… İçim dışıma çıktı. İçimde ne var ne yoksa artık, yutamıyorum. Kendilerini en yakınım sayıp da bana bitişip duranların suratlarına… Dost taklidi yapan şerefsizlerin secerelerine… Umarsız kalabalıkların tam orta yerine… İçimde olan her ne varsa… Saydıra saydıra kusuyorum. Sonra susuyorum.

Ayna ile senin arandayım. Sen sana bakıyorsun. Ben de önümde ve arkamda duran senlere. Sen ve sana ait görüntü arasına sıkışmış bir Ben… Var olan ama senin görmediğin, göremediğin, fark edemediğin… Sadece aynadaki aksine, kendine bakıyorsun. Aynanın sırrında kendi sırrına varıyorsun. Elini uzatıp benim içimden geçiriyor ve kendine dokunuyorsun. Yanaklarına, dudaklarına, saçlarına… Benim içimden geçip kendini seviyorsun. Geçip, gidip, deşip… İçimi boşaltarak, keserek, atarak, kanatarak… kanırtarak… Beni sana ait görüntülerin arasında sıkıştırıp nefessiz bırakarak. Sıkıştırıldım. İçime çektiğim nefesi verdim bir solukta. Aynan buharlandı mı?


Buz yangınıdır en onmaz olanı. Yanarken donarsın. Ruhun ateşten, kalbin buz parçası… Aşk acısı… Aşk acısı nedir bilir misin doktor? “Biz” dediğin sanal ve de yalan birliktelik sona erdiğinde, ben diye birisinin artık var olmaması ile yüzleşmektir.

pınar k. üretmen

Evet, çok daha zor günlerim oldu. Siyah… Simsiyah… Şimdikilerin yanında ancak şafak yangını kalacağı ahir vakitler… Zifir vakitler… Ama acının yakıcılığı kıyaslanır mı diğer bir yangınla? Hepsi ölümcül darbe değil mi kendine ait zamanda?

Fonda bir şarkı çalıyor. “Aşk yok olmak diyor biri. Yar ben yokum, yokum zaten.” Neyim ben şimdi? Kocaman bir boş küme. Yokum çünkü. Ben biz oldum, biz ise sen… Bir tek sen varsın artık. Ne hoş. Sen gidince ne olacak? Kim kalacak geriye? Küllerden kaç Anka Kuşu çıkarabilirsin sevgili ikinci el yapımcısı Heykeltıraş! Doktor, dokunma heykeltıraşın yaptığı Anka kuşlarına! Elektroşok vermeye kalkma! Kalp masajı yapma! Kalpsiz olacak bundan böyle kendi ölümünden arta kalan bedenler. Gün doğuyor, tuhaf. Oysa gece üstümüzden elini hiç çekmeyecek sanmıştım. Simsiyah zamanların da şafağı olurmuş meğer… Mavi hapı mı yutalım, kırmızıyı mı? Bugün günlerden hangi renk? Hangi kabloyu kesersem beynim patlayacak? Doktor! Yap bir kokteyl, vitaminli. Damardan. Sinirsel telaşlara ve şiirsel hassasiyetlere iyi gelir. Ellerimi arkadan bağladığın beyaz bir gömlek giydirdin bana. Ve yatağa zincirlerle sardın beni. Sessiz olmamı söyledin. Elektrik vereceksin tüm bedenime, ha!

Mor kokan bir yağmurda, taze bir toprağın içinden geçip gittiğim bir rüyadayım. Her yer silme yol. Her ses azarlayan bir kahkaha… Üç kez tekrarlanıyor o hiç kulağımdan gitmeyen eda… TAK, TAK, TAK… Kapı açılıyor, lâl kesilmesi gerekirken hiç susmayan kapı… Sen giriyorsun içeri. Beyazlar içinde çok güzelsin. “Korkma!” diyorsun elindeki şırınganın içindeki havayı dışardaki havaya doğru boca ederken. “Şimdi iğneni yapacağım, sen de huzurlu ve sonsuz bir uykuya dalacaksın. Her şey bitecek!” Ve ben de uslu bir çocuk olup uyuyorum sözüne… Düşüyorum düşlerime… Bir ses bölüyor geceyi. Ruhum yırtılıyor. İki kişi oluyorum.

Mutlu rüyalar, bebeğim!

instagram/pinart.ista

Nasıl da sonsuz bir fantezi gücüne sahipsin, bebeğim!


Küçük yaşta başladım uslu bir çocuk olmaya O dönemlerde gelseydin Gidişlerin koymazdı Annem bir tabak meyve koyardı önüme, Anlaşılmazdı. Teknoloji böylesine maydanoz değil henüz Saçlarım sürekli alabros. Otoritelerim itiraf ederlerken benden hoşlandıklarını velilerime Ben ilk aşkıma karşı Bir otorite bile olamıyorum. Sıradaki mevsimin kış olduğunu söylüyorlar Kumaş pantolon, mavi önlük giydiriyorlar Üzülüyorum. Annem meyve tabağını önümden alıyor Artık benim için bir değer teşkil ediyorsun Zeytinyağlı ve hoşsun. Bu gece n’apıyorsun? Unutma sevgili Yirmi birinci yüzyılda balkon demirleri Babalardan daha fedakâr.

burak öz

sofra bezini çırptın mı?

oturma odası


Ağızda berbat bir tuz tortusu, Ölümün geniz yakan kesif kokusu, Hiçliğe yolculuğun müthiş sızısı Varlığa an be an yürümenin korkusu

sadriye kalkan


Çıksın diye beklediğim bir saati de sayarsak, üç bira geçmiş. Araya bir nefes ağırlık sığdırıyor, beklediğim şarkının notaları süzülüyor kulağıma. Gözlerimi kapatsam, dokunulan sesler mi renk bulurdu, yoksa zaman mı geriye sarardı? Bense bakışlarımı ayıramıyorum ondan. Başı öne eğik, farkında olmadan elbisesini düzeltiyor. Sesi yankılanmaya başlıyor tenimde.

o, sahnede

...Parmaklarındaki her dokunuşun bıraktığı sıcaklık hatırımda; kaşlarımdan yanaklarıma düşüyordu ezberlercesine. Odamı aydınlatan masa lambası, onun gölgesiyle süslüyordu duvarları. Ben kokusuyla doluyordum... O’ysa, sahnede, şarkısını söylüyor. Git gide bir cesaret doluyor içime, engelleyemiyorum, çekiliyorum her sözcüğünde, biraz daha; bakışlarına… Hemen önünde buluyorum kendimi, fark etmiyor. Ruhum çıldırıyor, bedenim uyuşuk. Uzatsam elimi, yetebilir miydi tanımasına? Haykırıyor içimdeki, küfrediyor bana, kırbaçlıyor cesareti; bakışlarının yoğunluğuna atıyorum kendimi. ...Korkusuna gülerdi; her köşe başından karşısına çıktığımda ben. Mutluluğu sarılışında hissederdim. Bırakmazdı bir süre, sıradanlığa teslim edilemezdik ve başka türlüsü... Göz göze geliyoruz. Naif nakarat duruyor, müzik belli etmiyor duran ânı. Gözlerimiz, öylece derinler birbirlerine. Tanıyor, dahası hatırlıyor; süzülen bir iki damla, anlatıyor fazlasıyla. Kaldığı yerden söylüyoruz beraber, sesimiz titriyor. Hıçkırık doluyor sözler, olmadığı kadar yükseliyor sesimiz. Şarkımız ağlıyor bize. Bir pişmanlık geçiyor siluetimin içinden, ben dağılıyorum, şarkı bir iç çekişle sona eriyor. Karanlığa süzülüyor olmayan bedenim.

Bile İsteye Ceyl’an Ertem





Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.