Sıvadık fanzin limon #limon

Page 1


Elindeki libidoyu sakince yere bırak ve yanından uzaklaş Markov. Karnında uçuşan kelebekleri de ez, çorbasını yap. Düşüncelerinde gezintiye çık. Sağlam görünen bir dal bul kendine. Salıncağını kur. Durmadan sallan ve kırılmasını bekle. Ağzın burnun kan içindeyken artık gördüğüne de güvenmemeyi öğren. Gözler afili yalancıdır Peki öylese Aslolan Edebiyat mıdır? Aslolan annenin kucağından yere düşerken ki feryadındır. Ploooff! İşte yerdesin ve parçalanmış beyninin üstüne sirke döküp yemektesin. Tekrar yaratmalı, tekrar kavramalısın dünya diye sunulan balçık topunu. Ucuz demli çaylar içmek yerine 25 kuruşluk sudaki mineral tanelerinin derdine düşmelisin (inan bu daha değerli) hatta kaldırım taşlarına tohumlar ekmeyi, hiç bilmediğin türdeki çiçekleri koklama cesaretine erişmeyi ve hatta, hatta kırmızı boyanmış cam zerrelerinin kanındaki alyuvar taklidini, kesip biçerken damarlarını bir yüzsüzlüğün lime lime olmuş yalanları arasında yitip giderken duygularına ve tam o an yaraya kan pompalama derdindeyken kalbin... Bir saniye... Garson, bana bir tabak limon getirir misin? ...

limon efe elmastaş

-Ne diyorduk? -Boşluğun uğultulu sessizliğine teslim olmak diyorduk. - İşte ne sikimse sen anladın onu Markov.

Kimseye söylemeden kaçabilir miyiz olduğumuz yerden çok uzağa? Vakti gelince ayrılırız. Kuşlar bizi bekler mi? Hayallerimizle uçabilir miyiz yeniden? Denizi sevebilir miyiz beraber? Martılara simit atıp , iki çay içer miyiz? onur çapkın İki de limon ister miyiz yanına? Kabuğuyla yer miyiz? Vakti gelince ayrılırız. Söz.

limon kabuğu


Uyanmak, gitmek, namaz, kahvaltı, misafir, şeker, kolanya, limon. Sofra, tabak, yemek, bardak, çay, şeker, hasta, babaanne, limon. Adım, adın, cadde, yürümek, merdiven, barmen, tekila, limon. Meyhane, arkadaşlar, muhabbet, fasıl, yeni, rakı, balık, limon. Nezle, burun, akıntı, hapşırmak, nane, limon. Yaz, ter, boğucu, içmek, limonata, limon. Para, yok, satmak, limon. taner türker Sıkmak, salata, limon. Limon.

lim10

Daha topraktan pençelerini çekmeden,gri metropoller yığılır üstüne.Dar bedenine ruhun büyük gelir. İzlemeye çalışırsın- ama izleyemezsin-gün doğumunu.Tanrı sana vahiy yollar-korkarsın insanlara yazmaya.Suratına çarparsın,bir avuç limon kolonyasını.Dinmez alevin-yanarsın.

kolonyası eren burhan

‘’sel basar kâinatı,

Bir tek limon kolonyası sürdüğün-saçların kalır suyun üstünde.’’


Fakültenin önünde oturmuş, geçen son iki hafta neleri kaybettiğimi düşünürken, bir elimde içinde taze nane yaprakları olan biraz soğuk bir limonata, diğer elimde Jean-Jacques Rousseau İtiraflar I. Cilt duruyor. 161. sayfadan sarkan ayraca bakıp nasıl buraya kadar okuduğumu düşünüyorum. Hemen sonra, iki cilt boyu itiraf etmeye asla cesaretim olmadığı aklıma gelince neden okuduğumu anlıyorum: Yapamayacağım şeyleri yapmış birine bir süreliğine dâhil olmak… Sayfaları arasında dolanırken bir cümle şeyda. gözüme çarpıyor: “Bazen kendime o kadar az benzerim ki beni tamamen başka bir insan sanırlar.” Niye okuduğumu bir kez daha anlıyorum. Derken hoca geliyor, limonatayı aceleyle bir metre uzaktan çöpe fırlatıp, kutuyu tutturup tutturmadığımı bile kontrol etmeden hocanın peşine takılıyorum. Şu an kendime pek benzemiyorum.

Limon ağacının altında oturuyorum. Babamın mezarını görüyorum oturduğum yerden; uzaklarda. Babam, ölümle alay eden adam, şimdi ölümü umursamayan çiçekleri besliyor. Orada buluyorum kendimi. Toprak babamı hiç bırakmayacak gibi sarmış. Babama değil de çağlarca öteden yabancıya dokunurcasına dokunuyorum ona. Nefretle bir el, elimi kavrıyor birden. Yara bere içinde kalmama rağmen kendimi ondan kurtarıyorum. Ağacın dallarından birine tutunup tırmanıyorum. Siyah lekeler yayılıyor vücuduma. Korku tırnaklarımdan kanıyor. Geçmişteki tüm yenilgilerim orada; yüzümde fırtına izleri, dallar kırılıyor sonra geçmiş akıyor nehirlerime, düştüğümü görüyorum. İzlemeyi bırakıp dehşetle geri sıçrıyorum. Yüzümde fırtına izleri, dallar kırılıyor, düşüyorum...

tutsak

muhammet aldemir Mezarlık iştahla açılıyor, beni hızla içine çekiyor. Nefesim kesiliyor, bir an hiç yaşamadığımı, nefes almamış olduğumu hatırlıyorum; yaşlar içime akıyor. Yeşil yılan ağzını açmış, düşüşümü bekliyor. Derinlerden adımı haykırıyor solgun ses. Unutulmuş dillerdeki dualarla yakarıyorum. Suratımı parçalayıp maskeyi gösteriyor sakladığım anılar. Yılan bedenime dişlerini geçiriveriyor... Ter içinde uyanıyorum. Derin nefesler, dünyanın dehşetinden ürperen iki göz... Doğrulup limon ağacının altında oturuyorum. Babamın mezarının yanında kendi mezarımı görüyorum; ölü bir adam olduğumu hatırlıyorum...


Bazı günler akşamüstü 5 çayı gibi. İnsan hayatı sevsin mi yoksa ondan nefret mi etsin bilemiyor. Hayalleri gerçekleştirmeli mi yoksa onlara ulaşınca o kadar da güzel olmadığını anlayacağından korkup böyle devam mı etmeli? Bazı günler çok uzun zamandan sonra barıştığın en yakın arkadaşın gibi. O kadar olay olmuş ki hepsini anlatman lazım. Ama zor da geliyor. Bazı günler yaşarken komik olan ama anlatınca o kadar da komik olmayan olaylar gibi. Anlattığın için utanmalı mısın yoksa insanların ne düşündüğü umurunda olmamalı mı? Bazı günler çayın yanına limon isteyen insanlar gibi. Anlam veremiyorsun. Damak zevki tabii ki tartışılmaz. Ama tartışmak istiyorsun. Bazı günler katlanamadığın insanları özlemek gibi. Gelsin iki saat görüşün sonra gitsin. Bazı günler babanla aran düzelmiş gibi. Bir rakı masasında -deniz gören bir masada- üzüldüğün şeyleri onunla paylaşmak gibi. Çözüm bulamıyor. Olsun, varsın bulamasın. Ne kaybedersin? Diyorum ya bazı günler o çayı sigarayı içmek ama sevmek de hayatı. Sigara içen insan hayatı sevemez ki, ısrarlarına inat arkadaşlarının senin o hayata tapman gibi. Çok seviyorsun ne yapalım. kardelen güler Bir yerde “insan derdini sadece derdine anlatmak istiyor” diye bir cümle okumuştum. İçimden sıcak bir şeyler aktı. Ama yaz günüydü. O yüzden daha da ısıttı, terletti, nefesimi kesti. Bazı günler emeğe saygısı olan her insan gibi o çöpleri yere değil çöp kutusuna atmak gibi. Popüler kültürün getirmiş olduğu müzikleri dinlememek ama onlardan kaçamamak gibi. Allah aşkına Neşet Ertaş neyinize yetmiyor be insanlar?


İstanbul’un hırçın sokakları, bir o kadar bitirim parkları. Kızıla çalan akşamüstlerinin üzerinde gri gaz çentikleri. Ağzında bir çaput sırtında bir davul delikanlıları, pek bir vahşi, bilahare yahşi, dolu dizgin hatunları. Havalı girişler yaptığımız satirik yazılar ve onları kostiklediğimiz çirkin duvarlar. Nefes almak için kaç metre karemiz kaldı, gezmek için kaç gezimiz vardı? Çimentodan canavarlar sardı dört bir yanımızı sonra bir damla kalan yeşilimize tekrardan beton sıçmak istediler. Peki durur muyuz? Ne münasebet. Bir curcuna, bir vur patlasın çal oynasın, bir delirmişlik ki sorma gitsin. Soran da öteye beriye sinsin. Koşuşturmacalar. Peşimizde siyah adamlar. Kafasında kasklar bizimkinde coplar. Sonra metalin betona çarpma sesi ardı sıra bir kaç kez. Ardından gözlerime dolan dumanlar. Yalnız bana mı, hayır bütün ahali buradayız. Yüksek sesle özgürlük hareketlerini lanetleyen anti genişler bile aramızda. Ama gözler gidici. Sonra kalabalığın arasında bir kaç beyaz önlüklü. Ya baytar ya dersane hocası.

gözlerim tekila değil ki

Gözlerime limon sıkıyorlar ne saçma.

İyi ki önlük giydiniz, yoksa hekimlik edemezdiniz. İyi de ablacığım, benim gözlerim de tekila değil ki.

alişan yılmaz


Ben ilk defa tango yaparken öpüldüm. Uzun gür saçları vardı. Taa beline kadar.

limoni

‘Adım Alp’ dedi Ve beni sımsıcak öptü.

belgin karakuş

Alp ismini beğenmezdim.

Masanın altına girer, evcilik oynardık. Evcilik nasıl oynanır, bilirdik. Utanmazdık hiç – birbirimizden, yoksa yastıklar hep dört duvar olurdu. Çantalarımızda barbie bebekler, dudaklarımızın arasında o malum şarkı, limon kokulu evde biz tango yapardık. Ve öpüşürdük. ‘Adım Sarp’ derdi ve beni sımsıcak… İsim seçmeyi hiç beceremezdi. Sonra mavi önlükler, dantel yakalar, örgü saçlar geldi. ‘Büyüdünüz’ dediler. Evcilik bitti. ‘Büyüdünüz’ dediler. Tangoyu unuttuk. ‘Büyüdünüz’ dediler. El ele tutuşmak ayıp, öpüşmek günah oldu. ‘Büyüdünüz’ dediler, büyüdük. Ne yüz yüze bakar olduk ne arayıp sorduk. Şimdi ikimiz de limon kokulu evden uzak Limoni olduk.

üç nokta bir de limon ağacı

... Kestiremediğim olgular beni çoğu zaman hayatın dışında bir adi varlık gibi yaşattı. Her insanın zevk, keyif aldığı durumlardan ben genelde nasıl kurtulacağımı düşündüm. Soyutlamak, soyutlanmak sanki kaderimde var olan bir olguydu. Bunu şimdi anlıyorum. Tam otuz yaşıma bastığımda bu limon ağacının yanında…

göktürk yaşar


efe elmastaş onur çapkın taner türker eren burhan şeyda. muhammet aldemir kardelen güler alişan yılmaz belgin karakuş göktürk yaşar emrah ersan

limon #


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.