Sıvadık Fanzin 21

Page 1



basım yeri izmir

kapak nüwart

çizenler orkun bozkurt efe elmastaş tolga yunar arif kılıç drimchi_ka aryen sangha nüwart mahmut aydın yasin gül merve halal zeynep yıldırım emrah ersan

karalayanlar efe elmastaş yunus abid yiğit ünsay serkan üstündağ saltuk doğan emrah ersan

ş ulmu t u t a jileaşın e tel n be an lem t i ıp g k, a veri er ak , içe kırı . Anlam b a r e ş ükle rla b düşmü ma salık luşa sür adar a l n kk aro bola rara aş a , kay yım. Tek adar yav mlarla v ilir kılma mış, n a lan nla ık leb Zam k bir kı lmas a, yeni a sürdürü ulağı bağ ü a t l r o y d k sü e, de. tasın n eli ek d eride tin d her nok şağı etm haneleri a derdin n a m la meye u yolu a a. Yeni b rşı parla k, a b b k a tladı nen ye bir ç ir ışığa a n ! rmak de aş b a e a d p p k a s m e e r k e c r p le ele bekl var a n ge sini yük kelim n, yeni e özde üzünüz var. m ç y rı ge n bü işin üz nirke Kaç züm rin rüzga adına. E nde gezi ve geçm ü Y Kaç! n harfle aratma nın eşiği dolandı y ı a la Sayı ileşkeler â aynı ac zin ucun l i b â yeni ıkıştı. H liği dilim ce kaldı. s ri le lara ların siv ısılıp öy oks. k a d kanc i zihinde bir para ” n z e i dik iz değil e. r. b r ker “Bu ıyırdı bi ini arıyo s s e i Dişl hücr un. imdi taraf ols ş e V r n be Kaça



BLACK BLACK Baby İki yıldır hatırı sayılır pazarlama gayretleriyle hayatımıza sokularak, mevcut olan yetmezmiş gibi bir yeni “gün” daha tüketim algımıza yerleştirilmeye çalışılıyor. Hâlihazırda olan memleketlerde bir anlam ifade etmesine rağmen bizde nedensiz bir indirim günü gibi kutlanan Black Friday. Bir sabah sosyal hesabınızı açıyorsunuz. Beğendiğiniz bir markanın iletisinde ne zamandır almak istediğiniz ürün müthiş bir indirime girmiş. “Ulan, bayram değil seyran değil. Bu ne indirim davası” demeye kalmadan yazının başlığında bir Black Friday yanıp sönüyor. Bir an durup aptalca bakıyorsunuz. Kötü imge. 1929 Ekonomi Buhranı, İkinci Dünya Savaşı öncesi Nazilerin Polonyo’ya girmesi veya İkiz Kuleler Saldırısı gibi günler aklınıza geliyor ama etrafta mantar gibi patlayan indirimlerle bir alaka kuramıyorsunuz. E haklısınız! Eliniz arama çubuğuna gidiyor. Tabii olarak yurtdışı shopping haberlerini takip etmeyen birisiyseniz, daha önce bugün hakkında bir bilginiz olmaması doğal. Bir iki gazete başlığı, blog yazısı okuduktan sonra elbet olay aydınlanıyor. Mevzu bahis Amerika’daki Şükran Gününden sonra gelen ilk Cuma günü ve Noel alışveriş sezonunun başlaması. Buna ilave olarak pazarlama stratejileri, büyük indirimler ve etiket oyunları. Olayın asıl dramatik tarafı ise gece yarıları kapılarını açan mağazaların önünde yatan binlerce insanın oluşturduğu kalabalıklar ve olaylar. Birbirini ezen, kavga dövüş ürün kapma rekabetlerine sahne olan günde ölümle sonuçlanan olaylar da yok değil. Mesela dünya kamuoyunda en çok yankı uyandıranı, 2008 yılında New York’ta müşteriler kapıları kırarak bir çalışanın ezdiler ve ölümüne sebep oldular. Belki de bu olayda en dikkat edilmesi gereken nokta, bir insanı ezme ve buna kayıtsız kalma pahasına kızıştırılmış talepti. Sahip olma istenci üzerinden körleşen insan yığınları… Geçtiğimiz Black Friday gününde Amerika’da alışveriş çılgınları kadar birçok protestoya, mağaza baskınlarına ve giriş engel-


Görsel:Walmart Protestosu 2017’den

lemelerine sahne oldu. Ve bunlar azımsanacak rakamlar değil. Ülkenin hala daha en tartışmalı günlerinden biri olma özelliğini koruyor. Irkçılık karşıtı eylemlerle ekonomik boykotun bir arada olduğu eylemler, Amerika’nın birçok yerinde tutuklamalar, polis şiddeti ve engellemelerle son buluyor. Bizim ülkede ise ortada gün yok, talep yok. İndirimler ve reklam kampanyalarıyla küresel entegrasyon kapsamında farazi bir tüketim günü üretilmeye çalışılmakta. Birçok tüketici Black Friday indirimlerinden faydalanmak için dükkânlara yönelmiş olsa da ne yazık(!) ki talep beklentilerin altında. Kuşkusuz marka sahipleri ve büyük perakende devleri Amerika’daki bu koşuşturan, bir televizyon veya tekstil ürünü için birbirinin üzerine çıkan kitle tablosuna pek bir özeniyordur ama en azından şimdilik böyle bir gerçeklikle karşılaşmamamız sevindirici. Tabii ülkemizde BÜYÜK OYUNu farkederek protestolara girişen malum şahıslar da yok değil. Sürüsüne bereket, bit gibi çıkıp videoları çekerek youtube a sallamışlar bile. Yeahh maşallah!! Bakalım zaman bizlere ne gösterecek ama bu konunun daha çok konuşulacağının sinyalleri görülüyor. Keza televizyon şovlarıyla (Ana Haber Bültenleri dahil) bir iki ünlünün kavga dövüş yerlerde süründüğü bir program veya haberin etkili olacağı ve şimdiden çeşitli çalışmaların olduğu kanısındayım. Göreceğiz. efe


tolga yunar


yunus abid

köpek olma hikayesi

Karakterle oturduk. Konuşuyoruz. Havadan, sudan, insandan... Gereksiz şeylerden... Ne bileyim doğrudan yanlıştan... Sanki, bulabilecekmişiz gibi doğruyu yanlışı... Sanki doğrusu yanlışı varmış gibi şu hayatın ki varsa da insan aklı basacakmış gibi mutlak doğruya, bir de utanmadan eminmişiz gibi, sırf götü boklu gururumuzdan veya izafi gerçekliğimizi hakikat sanışımızdan falan... Her neyse. Zaten öylesine bir konuşmaydı. Lakin beklenmedik sonuçlar doğurdu. Hayretlere kaldık. “Bu mutlu insanlar hep aptal.” dedi durup dururken. Bana kalsa fazla beylik bir laf. Doğruluğundan geçtim, çünkü içi de ziyadesiyle boş. “Bu çok klişe,” dedim, “geç bunu.” “İnsanlar da klişe, tarih de pek çok kez tekrara düşüyor ne yapalım yani.” dedi. “E haklısın,” dedim karaktere, “klişesin ama haklı olabilirsin. Zaten klişenin kötü olduğunu düşünecek kadar aptal değilim. Fakat eklemezsem bir tarafım şişer, haklılığına dair matematiksel ihtimaller bir yana sen haklı olamazsın karakter. Mutlu insanların hepsine aptal diyelim, bu senin keşfin olamaz. Çünkü farkındalıksızsın, kafan da pek basmıyor. Zaten bana yeni bir şey söyleyemezsin sen, kimsin ki?” “Şoförden nefret ediyorum, gerçek bir aptal. Her gün aynı şekilde direksiyonu önüme kırıyor ve kapıyı hep geç açıyor.” dedi karakter. Dinlemeyi bir türlü öğretememiştim. Her zaman aklındaki cevapla meşgul ve gündemi hep kendisine dairdi. “Benim kabahatim değil, şoför kendi karakterini kendisi belirledi, gerçekten, inan bana!” diye yalvardım. Bu alın-


ganlığından kurtulsun, kendine dışarıdan baksın istiyordum. Zannettiği üzere değildi dünya, güneşin etrafında dönüyordu sadece. “Hadi oradan, senin tüm derdin benimle. Herkesin senaryosunu bana uyduruyorsun, herkes benden ibaret. Ne kadar yorucu biliyor musun? Düşünsene annen baban arkadaşların, çevrendeki etten duvar sadece seni bir kalıba sokmak için varlar, duygularını fikirlerini törpüleyip bir karaktere sokmak için. Bunu kaldırabilir misin?” Zırvalıyordu. Ne desem dinlemeyecekti, dinlese de fikrine bir kanıt arayacaktı sözlerimde. “Karakterciğim, zaten öyle. Ama benim amacım seni en doğruya ulaştırmak değil, doğru şimdi kim bilir nerede ne halt yiyor. Ben sadece kendine ulaşmana yardım etmek istiyorum.” dedim en şeker hâlimle. “Bana iyi bak, ne görüyorsun?” diye sordu poz keserek. Acıklı bir bakışı vardı, sokak köpekleri gibi. “Cılız bir beden, nefretle bakan çatık kaşlar ve altyapısız öfke.” dedim gülerek. Sonra seri sorulara ve cevaplara geçtik. “Ben bu mu olmalıyım?” “Sen cılız olmalısın, ama bakışlarının altını doldurman gerek.” “Neden, bilge mi olmalıyım?” “Bilge olsan fena olmaz?” “Ben bilge olmak istemiyorum ki!” “Ne olmak istiyorsun?” “Cılız bir köpek.” “Ol öyleyse.” “Hav hav hav!” “Umarım mutlusundur.” “Hav.” Bu mutlu köpekler gerçekten aptal.



Dökülsün isterim içimdekiler, anlatmaya otururum masaya. Her birini kafamda tek tek, sabırsızca yaşarım daha anlatamadan. Bir de bakarım daha tek kelime düşmeden yenileri almış yerlerini, ben başka bir geceye,

, gibi. rakmış

o da başka bir sabaha bı-

susmuşum

matahmış

Susmayalım! EMRAH ERSAN



Müptezel

Bu gece yağmak istiyorum monami, kalbimden dökülen her kelimeyi duvarlara sıvamak, ne geliyorsa karalamak istiyorum. Nasıl insanlığı gözümün önünde karalıyorlar, bir taraflarından uydurdukları bir oyunun parçası yapıp, istedikleri zaman düdüğü çalıp perdeyi kapatıyorlar, ben de istediğim gibi sıvamak istiyorum bu duvarı monami. Bir kara deliğe çevirdiler bu tarafları, kimin nasıl yaşayacağını bilmediği bir boşluğa bıraktılar bizleri. Deliğin içine düşen çıkamadı dışında kalanlardan kimisi uçtuğunu zannetti kayboldu, kimisi kaçtığını zannedip kayboldu sonuç olarak insanlığı kaybettik. Biz de oturduk birkaç dost beyinlerimizin köşesine kendimizi bekledik. Karanlığa atlamaya çalıştık birkaç insan evladı tuttu, boşluğu gösterdik işaret parmaklarımızla, onlar işaret parmaklarını ağzına götürdü. Anlayacağın monami ne sap olduk ne de saman ayrımımızı yapamadık. Giden gitti demek de olmuyormuş. O gidiyormuş sen onun bıraktığı yerde kala kalıyormuşsun öylece, dünya dönüyor insanoğlu gülmeye devam ediyor ama sen kalıyormuşsun heykel misali. Çaresizlik dünyanın öbür ucunda da olsan yanına gelirim seni görürüm dediğin insanların burnuna kadar yaklaşıp da görememek, dokunamamak, iki kelam edememekmiş. Öyle bir illetmiş ki; tanrı kimseyi düşürmesin rakısıyla, tütünüyle mutlu mesut yaşasınlar. Diyeceksin sende onlarda var ne söylemeliyim monami ‘başım sağolsun’. Yoruldum monami, kara deliği görüp susandan da, karşıma geçip üç maymunu oynayanlardan, arkamızdan ağıt yerine kına yakanlardan da yoruldum. Çok mu şey istedim diye de düşünüyorum, güneşin olduğu bir sabah, tıpkı gittikleri gibi ışıldayan bir gökyüzü biraz da mavi hepsi buydu. Bunların hepsi o kadar ağır geliyor ki monami işte içtiğim sigarayı da kurmaya çalıştığım cümleyi de söndürüp susuyorum ve başlıyorum aylardır dilimdeki tekerlemeyi söylemeye Nerede Kendini Bilmez Çocuklar Bir Sabah Öylece Çekip GİTTİLER…

SALTUK DOĞAN



Yer: İstanbul Sanat Fuarı / Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi Bu yıl 27.si düzenlenen fuarda ilginç bir olay yaşandı ve belki de; ancak bir sanat fuarında olacak cinsten bir karşı duruşa ev sahipliği etti. 4-12 Kasım tarihlerinde açılan ve yirmi sanatçının eserlerin sergilendiği organizasyonun 5. gününde, hala daha kimin bu emri verdiği bilinmese de (bir rivayete göre polislerin) Mahmut Aydın’ın heykeli ve Mustafa Özel’in tabloları bir gerekçe gösterilmeksizin fuar alanından kaldırıldı. Fuarın bu seneki teması olan Ütopya’ya distopik yaklaşımlar geliştiren fuar yönetimi “ulan kim vermişti bu talimatı” diye üç maymun oynaya dursun, Mahmut Aydın heykelinin kaldırıldığı yerden çıkararak başlarına bire çöp torbası geçirdi ve eserini sergilemeye devam etti. Tabii yönetimde yarattığı şoku tahmin edersiniz. Ortaya çıkan bu “yeni heykel” ise Mahmut Aydın’ın mı yoksa Tüyap yetkililerinin eseri mi oldu, bu size kalmış. Aslında gerekçenin ne olduğunu tahmin etmek zor değil. Çıplakla derdi olan bir seksoparanoyanın sebep olduğu bu sansür, algılar ve gizli istençler içinde, yoksunluk ve korkaklığın köpürmesidir. Dördüncü maymunlar aramızda dostlar, bizim ellerimizde ise çöp torbaları…

efe



ılıç

k if r a


Bunca kamera, uydu izleyici ve derialtı mikro

Hepsi insan avı için.

çipleri... Bireyin kendisini güvende hissettmesi, fikren katledilmesi için bir illüzyon. Her türlü eyleme geçmiş, farklı düşünceye karşı yürütülen bir savaşın, pasif aldatıcı tohumları... Bir uyuşturucu gibi pompalanan, damarlarımızdan beynimize, oradan da ruhumuza yapışan, çıkması çok zor bir balçık.

Güvende değiliz.

Hiçbirimiz, bir televizyon mutantı olmadığımız sürece sonar dedektörlerle çevrilmiş bir karanlık odada kendini güvende hisseden fareler gibiyiz. Bizi bulmaları, yok etmeleri meseleden sayılmayacak kadar basit bir mevzu. O halde Yaşasın küçük zaferler!

efe


Yasin Gül


efe


“Ne yani? Bu adam, milyon dolarlık bir yılanı yediği için mi burada?”

YILAN SENFONİSİ

Anadan üryan olan adam, camdan bir odanın içerisinde duvarlara vuruyordu. Cam odanın dışında durmakta olan diğer iki adam ise önlerine konulmuş notları inceliyor ve bir yandan da adamın davranışlarını takip ediyordu; “Demek ki adam bir milyon dolar etmiyormuş... Hem neden nesli tükenen bir hayvanı yemek istersin ki? Açlıktan mı öleceksin? Hayır... Adam, bildiğin hayvanı yemek için bu kuruluşta yıllarını harcamış. Farkında mısın, gece nöbetine bırakıldığı ilk gece yemiş onu...” “Evet... Fakat; ne bileyim. Şuna baksana... Bildiğin; senin, benim gibi bir insan o da... Nesli tükenecek bir hayvana milyon dolarlık değer biçen bir zihniyet ile bu adamın zihniyeti arasında ne fark var ki?” “Tuğrul Bey, sistemi mi eleştiriyorsunuz?”

Arkadaşının alaycı tavırlarına zorlama bir gülümsemeyle karşılık veren Tuğrul, kendisine emredildiği gibi getirilen sandığı cam odanın üstüne çıkarttı. Cam odanın üst kapağını açtığı anda, odanın içindeki adamın çığlıkları duyulur hâle geldi;

“Ah, sizi beyinsiz varlıklar! Yenilebilir bir şeyi yediğim için mi beni sorguluyorsunuz? O aptal hayvan çocukluğumdan beridir rüyalarıma giriyordu! Nasıl katlanılmaz bir hâle büründüğünü tahmin edemezsiniz! Her gece o aptal yılan beni yiyip durdu! Şimdi ben onu yedim diye mi suçluyum?”

“Şey, suçlusun diye bir şey demedik... Sadece, koşulları eşit duruma getiriyoruz. Bir bakıma rüyalarının gerçek olma fırsatını sana sunuyoruz. Bize bunun için teşekkür edebilirsin, sapık herif!”

“Video kaydı başlatalım mı?” “Olur, ben de canlı yayını hazırlayayım. Sana bir şey söyleyeyim mi? Başına bir maske geçir ve bu adam ölene kadar bir daha konuşma. Bu işin parası güzel ama yakalanırsak arkamızda duracaklarını pek sanmıyorum...” Yirmi yedi adet çeşitli yılanla birlikte bulunan üryan adam, kıvranmakta olan yılanlardan birinin başını ezmeyi başardı ve diğer yılanlardan bir tanesi ona hamle yapacakken kaçtı. Yılanlardan bir diğeri zehir fışkırttı ve adamın bacağına denk geldi. Adam, bacağının uyuştuğunu hissetti ve kokuyla harekete geçen yılanlara doğru dışkıladı. Bu sayede kendisine ulaşamayacaklarını düşünüyordu. Aslında belirli bir süre işe yarayacak gibi durdu fakat sonrasında yılanlardan bir tanesi adamı ısırmayı başardı. Kendi pisliğine basıp düşen adamın üzerindeki yılanlar onun kollarını, bacaklarını ve boynunu dolamaya başlamışlardı bile. Çok geçmeden adamın gözleri yukarı doğru kaydı ve son nefesini verdi. Tuğrul video kaydını durdurduğu esnada, arkadaşı da canlı yayını kapatmak için onay aldı. İkisi de bir müddet kustu ancak sonrasında hemen temizliğe başladılar. Alacakları paraya yeterince odaklanırlarsa, bu saçma işi unutabileceklerinden emindiler...

SERKAN ÜSTÜNDAĞ

Tuğrul, sandığın ağzındaki kilidi açtıktan sonra sandığı yan yatırdı ve cam odanın üzerindeki kapaktan içeri doğru bir sandık dolusu yılanı döktü. Yılanlar yere düştükçe gerinip başlarını geriye doğru uzatıyor ve bedenlerini bir halka şeklinde yuvarlıyordu. Üryan adam odanın en köşesine geçti ve çığlıklar atmaya başladı. O esnada; Tuğrul üst kapağı kapattı ve arkadaşının yanına geçti;


zeynep yıldırım



[( Duygu apnesi

Okurken tavsiye edilen kalp ritmi dakikada: 240. Seri ve serin okuyunuz. Kimseye anlatmayınız.

Ufuk çizgisi ayaktayken de yatarken de paralel bana sevgili günlük. Eski tatlı rüyalar ara sokaktan kaçıyor. Çimler cebimden düştü, eğildim teğet geçti. Hipnopompik

Az önce işe dişlerimi ısırmakla başladım. Köşedeki ağaca takıldı aklım. Plaza gündüzü, çözüm iklimi. Uykum geldi mi benim? Uykunun bana ihtiyacı mı var? Ellerimde bembeyaz, yemyeşil, kıpkırmızı, simsiyah şeyler ve senin saçların ne kadar da güzel. Gülüşün arkamda kaldı. Korneamı yaktırdım, camlara çıkmıyorsun. Seni düzmem imkansız, rüyaların olmasa. İçindeymişik, beyazmışık, hapşırık. Hipnogojik

Yeraltı’nın derneğini kurmuşlar gülüm. Arabesk diye bir şey yok, Arap şeyi o. Benim babam CEO, hepinizi döver. Saygı duyuyorum gülüm ben sana. Hem benim gayrimüslüm arkadaşlarım bile var. Senin baban bir Müslüm’dü yavrum. Alnım aşındı ama vicdanım hiç kaşınmadı biliyor musun? Çalının arkasında biri mi var lan? Hep korkak, yalnız ve karanlık mı bu avlar? Dalgalı İstanbul denizinin kilosu kaça kardeş? Hipnopompik

Dişlerini fırçaladığınıza yeterince inanırsanız ağzınız kokmaz sevgili spaseverler. Ekran diyor ki; sünger terlikte buruşuk elit ayağı son derece makul. Dün akşam bombalar aradı, evde yoktunuz sayın muktedir. Ben de her zamanki yer ve saate randevu verdim. Ölüler ağlamaz, biz niye onlara ağlayalım? Üzgünüm, neo-korteksim yeterince çalışmıyor sevgili günlük. Olm, bu dizideki kız bizim sınıftaydı ya lan? Hipnogojik

Her oğul en az bir kez annesiyle seviştiğini hayal eder sevgili muktedir. Bilimseli bildin mi, bilimseli? Hep aynı kıyafetleri giymekten bıktım anne. Kızlı kask kızıla boyanınca kızıllar kızgın kaldı. Sen kutsalsın biliyorum. Hayat da öyle mi? ‘Birini sevmek o anda onu sevmeyi istemektir’ dedim. Kocamanım ben. Kedim bile Burzum dinliyor lan! Evcil hayvansal gıda gibiyim. Tek kapağım kapalı, öbürü açık. Alfa dalgası yaymadan beyin kanaması geçer mi? Ufak ev aletleriyle tatmin olmayı bırak


)] anne. Kusacak bir kucak bul kendine. Yanına biraz da insan kanlı Marmara ekleyiver kardeş, üstü kalmasın! Hipnopompik

Sistemin dişlilerini çözen macun geldi mi? Paranormal zihin boşalması yaşıyorum Nalan. Tir tir titriyorum. Artık sana gerek kalmadı. Astral seyahatine tek başına çıkabilirsin. Fantastik yeraltıcılar manifesto yayınlamış lan. ‘Çünkü tüm gençler ölmekten korkmak zorundaydı. Boşluğa atılacak her adım düşmek zorundaydı. Yapış yapış, esnek ve alabildiğine tüysüz asfalt içmek zorundaydı. Kanlı ve alkollü olmak zorundaydı asfalt.’ Bu gırtlak hareketleri 70’lerde mi icat edilmişti Henry? Aaaaa, senin baban da mı CEO? Hipnogojik

Kendime hep yalan söylerim. Böylesi daha doğru. Sadece bir isim var aklımda. Durmam, onu tekrar ederim. Böylesi daha yalnız. Duygusal değilim lan. Uyuyamıyorum. Hayır be. Helyum değil o. Cepte akbil, elde şampanya! Hangi hayali kovalıyorum? Soygaz mı yoksa? Ben baya üzgünüm lan. Yeterince karizmatik olmadı. Uyanamıyorum. Meydanlı, parklı maarif takvimi gibiyim. Kız ise Oleoresin, erkekse Capsicum. Hipnopompik

Ne dediniz doktor bey? Diş ipi kanseri mi? Neden nefes alamıyorum o zaman ben? Bibere ekmek banan, gazdan sakınır mı? O zaman sürekli düşüp durmam da bundan. Anneler ve bebekler patlayınca neden daha çok üzülüyorsunuz sevgili izlekler? Rüyasında beni gören bir adamı gördüm rüyamda. Sokağında kocaman bomba deliği, derisini deldirmeye gidiyordu. Deliliğini deldirmeye. Haa, bir de ay yürüyüşü kursuna yazıldım. Yok, bizim sokağa yeni döktüler asfaltı. Delik melik yok. Duvara yazı yazdım, üzerine çıkmayı unuttum. Olm, ‘Çılgın Türkler ve biraz da Müslümanlık’ aplikasyonu indirdim. Kendime geldim lan. Gözümün kapağını açıp diğerini kapadım, rahatladım. Bir de bizim oğlanı yazdıracak adamakıllı bir okul bulsak. Oğlum kimi hayal ediyorsun sen? Hipnogojik

Bizim ajanstan fikirli bir şey çaldım: ‘Bulut son bir can havliyle koyunlara tecavüz eden Noel Baba taklidi yapıyordu. Hava griydi. Yüksek gerilim telleri katlanarak düşüyordu. Bende kanlı terlik var, sabahları omuzlara çöken yalnızlık teri var. Sigara pişmanlığı var oluk oluk.’ Olmuş mu? Dernekspor 1 Meclisspor 0. Beni burada arama anne, çalıların altındayım. Kötüyüm ben anne. Korneama billboard yaktırdım. Deniz mavi, gözlüğü de


mavi olur mu? Nereye baksam ürün. Eğ başını kolluksuz kardeş, 4G’li vibratörün geçiyor. Hipnopompik Cenk Kaptan’a selam söyledim. Kumandayı ver, kanal tedavisi olacağım. Kafamı duvarlara vuruyorum. Kan değil, ses geliyor. Marmara her akşam buna seyirci kalıyor. Beğenin diye yazıyorum lan. Bir de ‘gel dikiz ki’ demeyi çok seviyorum, ondan. Bir gün bir şey olacağım ben. Kesin bir şey olacağım. Gölgelerin gücü adına, şişip şişip patlayacağım. Bombalı ya da bombasız. Kesin patlayacağım. Etlerim etrafa saçılacak. Etlerim etrafa satılacak. Görmeden koşar gibi yığılıp, yeşil ışığın sonraki anına akacağım. Korku taş kaldırımdır dediler. Kaç eli var bu korkunun? Hipnogojik Şimdi ben başka bir ülkeden seslensem. Uzaktan bağırsam, beni ikiye ayırdılar desem. Evet, beni ikiye ayırdılar. Yok, daha iki değil, çeyrek var. İki tane yarı-ben mi? Yok, yarı ben değilim, yarımım ben. Bir yanım parlak gözlü, salyalı gülümseme. Üzerine damlıyor muktedir. Bir yanım korkak, titrek, uykuda. Bir yanım düşse ölüverir, o kadar yüksek. Bir yanım derin nefesi özlemiş. Kirli ve üst üste. Yardılar beni. İkiye. Tüm kanlarımı topladılar. Topladıkça puan aldılar, level atladılar. Kafamı duvarlara vurdum, kafamda hep ses. Hep bu kafamda bir ses, hem de duvarlı, vurmalı. Kaptan diyor ki cansız kayıttan: ‘Kapıları satmışlar güzelim.’ Ses diyor ki kanlı ve tırnaklı: ‘Kırdılar kapıları kaptan, kırdılar.’ Kapılar açık, kapalı kapılar. Uyuyorum lan ben. Uykum var. Sevgili İlhamiler Bir adet mançuryalı Bir adet Orta Anadolu kızılderilisi Yarım düzine biber Portakal rendesi Bir tutam ölü Bir sıkım yaralı Bol medya

yiğit ünsay


nĂźwart


korkmak

Isınmaya araladım meyhanenin kapısını. Baktım Sohbet Abi yine heyheyli, ağır adımla selamladım. Bizimkisi duramadı oturttu bir sandalyeye, bekleyemedi kendime gelmemi. - Derbeder, seni soranlar oldu bugün. Sabah da bakkalı, manavı dediydi arayanlar var diye. Hayırdır oğlum, tekin tipler de değil? - Bilmem ki Sohbet Abi, neye benziyorlardı, hem ne diye sordular? - Adını, adresini söylediler, şeklini, şemailini. Belli etmedim geçiştirdim lafla. Buraya gelmeden önce evine uğramışlar, “Bulamadık, bizde bir emaneti var.” deyip döktüler. Kıllandım ben de. - Kimsenin beni soracağını düşünmezdim de.. Hele tarif ediver şunları! - Ne bileyim, biri ben boylarda kilolu, diğeri de senin gibi upuzun, senden az yapılı. Kalmadılar fazla, dahasına bakamadım. Senin eve doğru yol aldılar. Sohbet Abi’nin mekândan ayrılırken şüphesiz sorular biriktiriyordum. Seneler sonra aklıma ilk gelenin aynı korku olacağını tahmin etmezdim. Tarif edilenleri aradım hafızamda, olabilecek her bir


mı lazım?

kişiyi düşündüm. Kilolu olanı bilemezdim, benden iri olabilecek tek kişinin nefesini de ben almıştım. İster istemez eve doğru çekildim. Bugüne kadar dikkat etmediğim her bir ayrıntıyı gözlemliyordum. Göz göze gelinen komşular, varlığını fark etmediğim renkli renksiz kapılar. Evimin bulunduğu sokak çok da uzun değildi. Ben temkinle ilk adımımı attığımda adrenalin tüm kaslarımı ele geçirdi. İçim mi temiz demeliyim bilemedim, desem çelişki.. Sokağın diğer ucunda yeşile çalan açık mavi Hacı Murat, farlarını bana doğrultmuştu. Bozmadan yürümeye devam ettim, evim tam ortamızda kalıyordu ve paçamı kurtarabilecek alet edevat oradaydı. Farlarının sönmesiyle kapılarının açılması bir oldu. Beni eve atan bacaklarımın sağlamlığı, abuk sabuk bir güven vermişti ve birazdan fazlasıyla ihtiyacım olacaktı. Kapının tüm kilitlerini çevirdim, biraz zaman kazandırırdı. Ahşap merdivenleri tırmanıp yatak odasındaki dolabı döktüm. Hepsi yerli yerindeydi ve bıraktığım gibi parlıyorlardı. Hayranlığımı kapının parçalanma sesi dağıttı. Tabanca ve şarjörleri ceplerime doldurup, tam otomatiği kurdum. Merdiven çıkan ayak seslerini takip ettim. İkisi de hızla tırmanıyordu, yakındaki nispeten tok bir ses çıkartırken arkasındaki daha sertti. Kapı aralığında bekledim görünmelerini. Yıllar sonra gelen heyecan, hayatı yeniden hissettirmişti. Kalbimin çarpmaları neredeyse bütün gürültüyü bastıracaktı ki ilk kurbanım Kilolu’yu kurşunla doldurmaya başladım. Tam otomatiği her zaman sevmişimdir, yakın mesafede hedef gözetmeksizin tüm tesirini gösterir. Kanı etrafı boyayıp, vücudu yığılırken o gözleri gördüm. Hemen arkasında, seneler öncesinden farksız ve aslında -özellikle altını çiziyorum- şu an bakamaması gereken o gözler. Kendime gelişim, sağımdan solumdan geçen kurşunların ıslıklarıyla oldu. Odanın arka tarafına geçtim. Pencereden atlayabileceğim yeri aradım bir an. İki iri adam için dar olan bu alan, sadece şansımı yarıya indirirdi ve ben garanticiydim. Aklımın almadığıysa, ben öldürdüğüme eminken, o beni metalden yağmura tutuyordu.





Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.