Sıvadık Fanzin 24

Page 1



basım yeri izmir

kapak

efe elmastaş

çizenler

efe elmastaş nigina mavlyanova beyza kocaoğlu sylvan clownson tarık yetiş serbest zeynep yıldırım emrah ersan

melike palaz ezgi yalçın

çevirenler

karalayanlar

efe elmastaş efsun etlioğlu gökhan toker esma özlen eren kalkavan mehmet fatih balkı serkan üstündağ aysu uzer altay kenger

Yüzüstü bıraktığımız birçok umudumuz var. Her beklentinin altında yeşeren yosunluklarda birbirinin benzeri küf tatları, ağzımızı kamaştırıyor. Müptelalar bu işin gurmesi olmuş, çocuklar izcisi. Zamana yakışan en düzgün çıkış, bir kıyamet alameti olsa gerek. Kimi tanrılara sığınmış, kimi de gökdelenlere. Keskin susuşlara uzatılan zeytin dalları çoktan kurumaya yüz tutmuş. Günün en ideal yaşam pozisyonu kapatılmış çeneler, eylemsiz bedenler. Herkeste bir salınım ve boşvermişlik hali. Düşünce özgürlüğü mü dediniz?(!) Elbet, kafanın içinde kaldığı sürece. Bu sayıda da bir çok arkadaşımız bize eşlikte sınır tanımadı. Hepsine teşekkürü ayrı ayrı bir borç biliriz. Ve tabi ki sana! Şu sayfayı çevirdiğin için.


YAĞMUR SICAĞI Kaybolmaya yüz tutmuş koskoca bir hayatım, içi boşaltılmış hatıralarım vardı. Kimin nereden geldiği bile belli değildi. Issızlığın ortasında sürünen, tümcelere serpilmiş kısmi mutluluk anları. Fotoğraflar fotoğraflar ve gene fotoğraflar. Artık her zamankinden kolay şu küçük parmak hareketleri ve gigabaytlar dolusu küçük tebessümler. Anlam öyle bir şeydi ki; aradıkça boyutları karmaşıklaşıyordu. Kendi haline bırakılsa buğulanarak, varlığını yitirerek, ufak çırpınışlarla can verir gibi oluyordu. Kendimize ayırdığımız her küçük dilim, vazgeçilmez yalnızlığımızdı. Belki de öznelliğimize armağan sığınaklarımızda ufak bir yardım çağrısıydı. Kulaklar sağır, eller kördü. Kimse bildiğimiz kişi olamıyordu. Karanlık tünelin başında öylece duruyordum. Dışarıdaki aydınlığın gözlerimdeki parıldamasına eşlik ederken, şehrin kalabalığı zihnimi törpülüyordu. Yağmura yakalandım ve hiçbir şey umurumda değildi. Korku

gibi. İçinden çıkılmaz, katıksız ve ölümsüz kılan bir kuvvette, daha da sertleşerek devam eden ürperişlerle... Anlayacağınız, kavramsal olarak tutamadığım bazı noktalara sahipti. Her tanımlı nesne bir sınıf oluşturur muydu, bu sınıflandırma hissettiklerimi kapsar mıydı tartışılır. Hele ki; ampiristler gibi bu bahsettiklerim birer kelimeden ibaret miydi, o da tartışılır. Hedonistlikler yargılandığım bu davada belki de hükümlü olanlar, benim haricimdeki her şeydi ve bu sorun libido noktasına kadar inip benimle uzlaşabilirdi. Hâlbuki benim tek istediğim hayata karşı kinik bir pozisyon almaktı. Gün gelip başıma dikilecek olan herhangi bir Büyük İskender’e üstü kapalı siktir çekme ihtimaliydi ama olmadı. Fıçı da yalan oldu İskender de… Sadece şehir vardı işte. Bir de onun küçücük kahramanları ve acıları. Kanalizasyon ve çöp kokularına bir tutam Chanel sıkılmıştı sanki. Ve biz bu karmaşada katılasıya eğleniyorduk. efe



Ben buradayım . En yakınında. Hiç beklemediğ in anda vurmaya hazır. Namus belası. Senden alacakla rım var. Onurun, gururun, kişiliğin, kimliğin, itibarın. A rtık benim elimde, bana kal dı. Senden alacaklarım bitmed i. Bitmeyecek.

Ne oldu şimdi? Öldüm mü ben? Bu nasıl bir ölüm? Öldüysem neden bitmedi acılarım ve ölmediysem neden bu araf? Susmak neden gerekli peki? Hâlbuki araf sonsuz bir boşluk değil mi? İstediğim kadar çığlık atamıyorsam ne işe yarıyor bu ikilem? Günahın en büyük vurgunu ben değilim o zaman. Acı çeken, yüreği sıkışan, çığlıkları boğazında düğümlenen. Kendinden nefret ettirilen, sorunlu damgasını bir doğum lekesi gibi alnına kazımış olan ben değilim. Utanan, sesini çıkarmaya korkan da bir başkası mı yoksa? Bu vücut benim değil mi? Nefret ettim o vücuttan hâlbuki. Atmak istedim kadın benliğini üzerimden. Düşlerimde karabasanlar yırttı bacaklarımı. Koparıp atmak istedim her pişkin iltifattan sonra. Göğüslerimi kesip yerine boydan boya bir çarpı işareti kurmayı düşledim her sözcükte. Bu eller. Nefret ettim ellerimden. Nefret ettim ellerinden. Bana dokunan her eli kesip asmak istedim boynuma. Hani şu ellerin üzerinde pişkince gezindiği boynuma. Yırtmak düşleri gördüm her gece boğazımı. Kurtulmak istediğim bu hapis bedeni kaybetmek korkusu neden sardı şimdi ruhumu? Yakıştıramadığım, konduramadığım, güvendiğim o gözlerin


altındaki iğrenç bakışları görmektense kör etmek istediğim gözlerimi bağladılar. Gözlerim bağlı artık tüm suçlamalarla. Samimi oluşumu, “FAZLA YAKIN DAVRANIŞIMIN YANLIŞ ANLAŞILABİLECEĞİNİ” söyleyen dudaklar benim gibi bir kadının dudakları değil miydi? Vicdan rahatlatma seansları içinde bakışıp duran ve sessiz kalan bir grup ruh bağladı gözlerimi. Nefes alamıyorum, bağırmak istiyorum. Konuşmak anlatmak istiyorum. Yanıyorum. İçten içe. Her dakika, her saniye yakıyor öfkem beni. Neden çıkmıyor çığlıklarım. Beni susturmak için gelip boğazıma yapışan bu utanç hepinizin eseri. Ben o sorunlu olanım. Her şeyi büyüten, abartan, fazla samimi davrandığı gerekçesiyle mahkûm olan, her şeyi hak etmiş ve hak edecek olanlardan biri. Susma demesi kolay, haykır demesi basit. Peki haykırmak, konuşmak, anlatmak nasıl ciğer söküyor haberiniz var mı? Öfkem beni nasıl yiyip bitiriyor? Sırf hatırlamamak için otu boku düşünmek, zihnimi meşgul etmeye çalışmak ne kadar kolay peki? Bana güçlü ol dediler. Güçlü ol. Susmak en güç gerektiren şey. Kimse bilmiyor belki haykırmak kolay. Hadi kolaysa içiniz alev alevken susun bakalım. Ne oldu şimdi? Öldüm mü ben? Bu nasıl bir ölüm hala nefes alırken?

i daşlar ben Evet, arka ım. n buraday e B . in y le din aamarınız k le d h a ş e iz S öy Bu günah dar yakın. imlendi ki. K iş le k li e c in dan adı kurban seyi vurm başka.

efsun



Merhaba Dostlar, Dünyada hepimizin çok üzüldüğü şeylerden biri hiç şüphesiz erken yaşta olan ölümlerdir. Hele ki bu kişiler genç olmanın yanında bir de sanatla uğraşıyorsa o daha da kahredici oluyor. İşte bu nedenle bu yazıyı yazmaya karar verdim. Konumuz ise 27’liler Kulübü, yani rock müzikle ilgisi olanların mutlaka bildiği ve çok önemsediği bir kavramdır. Bilmeyenlerin ise öğrenmesi gereken çok önemli bir isimdir. Haydi, o zaman başlayalım

27liler Kulübü Nedir?

Gökhan Toker

Müzik alanında kendi tarzını oluşturmuş, amacı müzik ve sanat dünyasına bir şeyler katmak olan ve her biri farklı nedenlerden dolayı 27 yaşında bu dünyaya veda etmiş isimlerin oluşturduğu bir toplamdır. Ağırlıklı olarak rock dünyasının efsane isimleri yer alsa da bu kulübün en son katılan ismi Amy Winehouse olmuştur. Şimdi her biri 27’liler Kulübü üyesi olan, birbirinden kıymetli isimlerden bahsedelim ve bu isimleri tekrar hatırlayalım.



JIM MORRISON 1971 yımel şair deli dahi Jim Morrison kem mü i, ses e an efs n bu gru The Doors bulundu. Ölüm dığı otel odasının küvetinde ölü tta lında tatil yaptığı dönemde kal netice hala açıklanmamıştır. Ha tam at fak ış, ılm lat an şey çok nedeni ile bir ez ustalarındandır. 27’liler Kulübünün vazgeçilm r. işti em ölm o n içi ı lar fan i kim

JIMI HENDRIX Tüm zamanların gelmiş geçmiş en ilham veren ve en büyük gitaristlerin Jimi Hendrix, solak olmasına rağmen çaldığı parçaları ile her zaman hayranlarını sarsmayı başarmış ve dünya tarihine geçmiştir. 27’Liler kulübüne katılm a sebebi ise uyku hapı ve aşırı alkol nedeniyle hayata gözlerini yummasıdır.

JANIS JOPLIN Gelmiş geçmiş en büyük yorumcuların başında gelen Janis Joplin, ilham gelsin diye uyuşturucuya fazlasıyla abanır ve Landmark Motor Otel’de 4 Ekim 1970’te aşırı dozda eroin nedeniyle bu dünyaya veda eder.

KURT COBAIN Nirvana grubun efsane sesi Kurt Cob ain ‘de 27’liler Kulübüne maalesef ki uyuşturucu tedavisi gördüğü tedavi me rkezinden kaçar ve bu olaydan 6 gün sonra evinde tüfekle intihar etmiş biçi mde bulunur. AMY WINEHOUSE Gelmiş geçmiş en sevilen yorumcular arasında yerini alan çılgın kız Amy Winehouse da 27’ler Kulübüne 2011’de İngiltere’de evinde alkol zehirlenmesi nedeniyle hayata gözlerini yumarak katılır.

BRIAN JONES Jones rucusu ve gitaristi olan Brian ku n s’u ne Sto g llin Ro u ub Gr Efsane Rock nde ölü olarak ıldıktan kısa bir süre sonra evi ayr an nd bu gru ğu rdu ku di ken i kimi kay’liler kulübüne katılan usta ism bulunur. 3 Temmuz 1969’da 27 söyler. orogood’un onu öldürdüğünü Th nk Fra an lun bu e evd n gü o naklar MIA ZAPATA The Gits Grubunun muhteşem sesi olan Mia Zapata 1993 yılında önce tecavüze uğrayarak ardından da boğularak bu lanet dünyaya veda eder ve 27’liler Kulübüne katılır ROBERT JOHNSON Blues müziği’nin öncü isimlerinden olan bu efsane isim birçok isime de ilha m vermiş çok önemli bir sanatçıdır. Ken disi 11 Ağustos 1938 deki ölümüyle aslı nda bir bakıma da kendisi ilk 27’Liler Kulübü üyesidir.


ALAN WILSON Kendisi yüksek dozda uyuşturucu nedeniyle gitmiştir bu dünyadan, kimilerine göre de intihar ederek 27’liler kulübünde yer almıştır. JACOB MILLER Jamaika’lı Reggae şarkıcısı Jacob Miller 27’liler Klübüne Jamaika’da yaptığı bir araba kazasında hayatını kaybederek katılmıştır.

27’LİLER KLÜBÜ’NÜN DİĞER ÜYELE

Rİ Bu efsane kulübün o kadar çok üye si vardır ki, onları da burada mutlaka anmalıyız. Alexander Bashla chev, Gary Thain, Alan Blind Owl Wilson, Jean-Michel Basquiat, Sean Patrick McCabe, Dennes Dale Boon, Dickie Pride, Jeremy Mic hael Ward, Chris Bell, Bryan Ottoson, Rudy Lewis, Arlester “Dyke” Christian, Kristen Pfaff, Peter Ham, Linda Jones, Ron “Pigpen” McKernan, Jesse Belvin, Pete de Freitas, Valentine Elizalde ve ülkem izden de Barış Akarsu

bü Playlist lü u K r e il ’l 7 2 Black es - Paint It n to S g in ll o Woman R nce I Had A O ix r d n e H Jimi e - Summertim n li p o J is n Ja - Hey Joe Jimi Hendrix Touch Me The Doors e Teen Spirit ik L s ll e m S Nirvana oad son - Crossr il Blues Robert John and the Dev e M n o s n h ck Robert Jo Back To Bla e s u o h e in Amy W The End The DOOR cond The Gits - Se lues Skin on - Piano B s il W l w O d Blin Love You So I y b a B r le Jacob Mil

Playlisti Sıvadık Fanzin Youtube Kanalından da dinleyebilirsin


u caoğl o k a beyz


Gid Bazen sadece gidersin. Neden gittiğini bilmezsin. Derin bir nefes alır, yoluna devam edersin. Hayatın o kapıdan seninle çıktığına kendini inandırmışsan şayet, mutsuzluğu geride bırakır; gidersin. Dönüp bakacağın bir şey kalmamıştır artık arkanda. Siyahın geç saatinde yürüdüğün yolda kafanda arapsaçına dönen birikintileri ve kalbinde yitirdiklerini -gençliğinin acıyan her yerini- başlarsın rüzgârla teskin etmeye. Yanında ne tanrın vardır ne de aşkın. Yaşamaya pek de istekli değilsindir. Dünyada yapayalnız kalan bir beden gibi hissedersin kendini. Başkalarıyla bir arada olmak isteğinden eser kalmamıştır içinde. Eskisi kadar çekici nedenler bulamazsın seni yaşama çağıran. Amaçlarının vadesi dolmuştur. Hayal kırıklıkların ve hezeyanlarınla bir banka oturur, denizi seyredersin. Deniz taş kesilmiştir üstüne. Olduğun yerde, parmaklarının arasındaki sevgi boşluğuna bakarsın. Orada hayaletler vardır artık. Üşürsün. Seni seyreden pezevenklerin bakışlarını bedeninin üzerinde fark ettiğinde onlara gülersin. Her gece bir parça yaşam için bedenini arzudan eksik, gri yalnızlığa teslim eden kadınların gözlerindeki kırlangıçlara selamdır gülüşün aslında. Bunu onlar anlamaz. Bunu sadece sen ve yaşamak

esma özlen

Gidiş

için mücadele veren kadınlar anlar. Kafanda, yitip giden siluetleri tek tek belirir. Kadın olmanın vermiş olduğu varoluşsal problemlerinin girdabına düşmüşsündür. İlk ne zaman âşık olmuştum diye düşündüğünde kalbine henüz masumluğunu yitirmemiş bir çocuğun gülüşü yerleşir. O gülüş, kalbinde ölen tüm aşklarının burukluğuyla buluşturur seni. O zaman anlarsın; aşk, bilinçli bireyler arasında fazlasıyla rasyonelleşmiştir. O vahşi, ele avuca gelmeyen hali kalmamıştır, evcilleşmiştir. Modernite, duyusal dünyanın sürekli bir form talep etmesini meşrulaştırıcı araçlarını sunmuştur önümüze ve bizden sessizce bunları kabul etmemizi istemiştir. Sen tüm bunları düşünürken, gece yavaşça kızıla çalan bir renge bürünür ve yavaşça sabahın ilk ışıkları değer yüzüne. Bir yük treni gibi ağır ağır hissettiğin varoluşun, gece kıyafetini üstünden çıkarır ve sen yeni bir günü üstüne giyersin.


efe


HACKED “O burada mı!” diye bağırdım. Ses tellerimin olmaması beni ilgilendirmiyordu, tanrıdan bunun hesabını soracaktım ayrıyeten. “O devasa güzellik burada mı?!” diye bağırmaya devam ediyordum iki ayağımın üzerinde dimdik ve en sert duruşumla. Tanrılar, dünyanın meridyenlerine kader ağlarını özenle örerken ağızlarından sigaralarını düşürmezlerdi. Bir sigaraları bitti mi, arkalarında hazır ol da duran meleklerden biri hemen yenisi yakıp ağızlarına tıkıştırıverirlerdi. Dünyanın bilinmeyen kıtasındaki karanlık bir odada olanlar olmaktaydı, tanrının biri ağzındaki sigaranın leş gibi dumanını üfürürken... Kaos teorisine göre bir kelebeğin kanat çırpışı bambaşka bir kıtada kasırgaya neden olabilirdi. Yüce Kaos Teorisi’ne göreyse bir tanrının sigara üfürüğü tüm samanyolunun karadelikteki bilinmez kasırgalara kapılmasına neden olabiliyordu. Çoklu bilinmeyen denklem algoritmasını çözebilen bir matematikçi henüz doğmamıştı ancak Ahu, evrenin matematiğini çözebilecek zekâya sahip olduğunu düşünen ender insanlardan

biriydi. Olağanüstü güçlerin hâkimi olduğunu hisseden Ahu, karanlık odayı dişleriyle aydınlatıyordu. Ağzına yatay olarak yerleştirdiği misvağın kullanım amacını bir hayli değiştirmişti. Misvak kutusundaki kullanma kılavuzunu yazan şahıs, Ahu’nun ağzındaki misvağı görse başka mesleğe yatay geçiş yapar, hatta o da yetmez insan olmayı terk edip kırmızı bir hamamböceği olurdu. Ağzındaki misvaktan akan salyalar Ahu’nun pürüzsüz çenesinden damlıyor, oradan da dev göğsüne uzun ve ince bir edayla iniveriyordu. Çenesi kaskatı halde olaya odaklanmış olan Ahu, ettikleriyle, tanrıları bile şaşkına çeviriyordu. Hatta söylentilere göre bir tanrının gözüne sigara dumanı kaçmasına neden olan olay Ahu’nun ta kendisiydi. Kendi odası dışındaki mevzulardan habersiz, istemsiz parıltılar saçan Ahu, tarihteki kimsenin çözemediği matematik problemini çözmeye üç santim daha yaklaşmıştı. Önündeki sorunsalı çözmeye uğraşırken ağzındaki misvakı öyle bir dişliyordu ki; misvak neredeyse kırılacaktı ancak hiçbir tanrı misvakın kırılıp Ahu’nun dikkatinin dağılması olasılığı üzerine yönelmiyordu, yönelemezdi de! İnsan zihnine izinsiz giriş yapabilmenin asıl konusu olan asal sayıyı ele geçirmeye niyetli Ahu’yu durdurabilecek bir canlı yeryüzüne inmemişti henüz. İsrafil, ağzına yaklaştırdığı saksafona üflemek


|qipojovv||///tavsiye edilen şarkı: gesaffelstein > a lost era| için heyecanla bekliyordu. Kâinatın en gizli asal sayısının çözülmesiyle birlikte alete üfleyecek ve tüm acayip-ül mahlûkatı, o sırrı açığa çıkartmış olan gezegenin üzerine salacaktı. Tanrılar merakla örgü örmeye devam ediyor, ağızlarından sigarayı, fikirlerinden sis dolu sigara dumanını eksik etmiyorlardı. Gündüz, geceyi esir almaya ramak kalmışken hafif ışıldayan karanlık odadaki Ahu terler içerisinde kalmıştı. Üzerindeki gereksizliklerden kurtulma gereksinimi duymuştu. Önündeki kâğıtlara yazmaya devam ederken diğer elleriyle sırılsıklam ilimle ıslanmış olan elbiseleri keskin makasla kesip attı. Makasın derisine değdiğini bile hissetmemişti, odak noktasına öyle bir yumulmuştu ki; kafası kesilse bir Galileo edasıyla akıl edip düşünmeye ve de bilime katkı sağlamaya devam ederdi. Güneş, ilk ışıklarını fışkırtırken dünyanın en bilinmez kıtasına, Ahu’nun dişlerinin aydınlattığı oda daha fazla emiyordu o güzelim D vitaminlerini. Matematiksel hesaplamalarla pencerelerine döşediği aynalar sayesinde odasını diğer insanlardan hatta mumyalanmış firavunlardan bile daha iyi aydınlatabilmenin yöntemini bulmuştu, Ahu denen hınzır kahpe. Makas, yanlışlıkla kestiği derinin tadıyla sarhoş olmuş ve aşka dalmıştı. Hatta bir rivayete göre Ahu’nun göğsüne faça atmış olan makas yavaş ve sakince eriyerek buharlaşmış ve metalken buharlaşan ilk madde olmanın öncülüğünü üstlenmişti. Tanrıların berisinde bek-

leyen melekler sigara dumanından rahatsız olsalar da ses edemez haldelerdi, zira ağızları bantlıydı. Fazla yalakalık etmelerinden değildi sebep, yalakalıkları göt yalamaya dönüştüğü için tanrıların enteresan gazabıyla karşılaşmışlardı. Ağzı bantlanmaya gerek duyulmamış olan İsrafil’in tek kusuruysa kekeme oluşuydu. Saksafonun ağzına değmesine iki santim kala Neyzen Tevfik peyda oluverdi yanında. Huşu içerisinde İsrafil’in kanatları altında bekleyen Neyzen Tevfik ciğerlerini tanrılardan çaldığı cigarayla doldurmuştu. Ahu’nun göğsünden akan kan, bembeyaz tende süzülüyordu özgür bir kuş gibi. Boncuk boncuk terlemiş olan Ahu’nun kutsal vücudu güneş ışınlarıyla yıkanıyor ve gözleri kör edercesine parıldıyordu. Onu yalamak isteyen milyon dil vardı ancak hepsinin de ağzı bantlıydı. Tere, göğsünden akan kana ve de katı halden gaz hale dönüşen makasa aldırmaksızın; en mühim problemi parçalara ayırıp özünde yatan sımsıcak hakikati avucuna almayı arzulayan Ahu’nun gözlerindeki kızarıklık tüm göz akını ele geçirmişti. Problemi daha net görebilmek için taktığı çift gözlük ağırlık yapıyordu, ellerini kâğıttan ayırmadan bir kafa sallama hareketiyle masasının ikinci çekmecesine atarak yükten kurtuldu. Kafası daha rahattı şimdi. Ağzındaki misvağı daha güçlü ısırırken dişlerinin çatlayıp kırılmasından korkmuyordu çünkü dişlerine çelik yelek takmayı ihmal etmiyordu. Misvağın kırılması


onu problemi çözmekten uzaklaştırabilirdi ancak bunu ne tanrılar ne de tanrı olmayanlar isterdi. Belki İfrit’in aklından böyle bir sinsilik geçebilirdi ancak kan ter içinde kalmış Ahu’yu en ön sıradan izlemekte olan İfrit bile pür dikkat kesilmiş ders alıyordu. “önünde diz çökeceğim biri varsa o da Ahu’dur” diye fısıldadı sessize yakın bir ses tonuyla. İstemsizce ağzından kaçırdığı gafı kimseciklerin duymamış olduğunu umarak etrafına bakındı. Boynuz diplerini kaşıyıp salakça gülümsedi. Ahu, asal sayıyı bulmaya yanaştıkça göğsünden akan kan da bir nehir gibi göbek deliğine doğru süzülüyordu. İşaret ve orta parmağı arasındaki kuş tüyünün mürekkebi bitmeye meylederken “bitmeyeceksin ulan!” emriyle yeniden doluyordu. Emri veren ses belli değildi, güneşin taze ışığıyla nurlanan odada olağanüstü şeyler meydana gelmekteydi. Kulak kesilmiş tüm melekler Ahu’nun elinden çıkacak olan şeyi heyecanla bekliyordu. Tanrılardan biri Neyzen Tevfik’e doğru üfürdü. Neyzen Tevfik neyiyle içine çektiği kasırga dolu sis bulutunu iki nefeste kaptı. Bir hurafeye göre Neyzen Tevfik, bir nefeste ciğerlerini doldurmuştu bambaşka bir hurafeye göreyse içine çektiği cigara dumanını 12 partlık rar dosyası halinde ışık hızında indirmişti. Bir hocanın dediğine göreyse Neyzen Tevfik’in içine çektiği Nazi kampının odalarını gezip görmüş olan zehirli gazdan başka bir şey değildi. Ahu, odanın her yanını saran kâğıtları gözün-

den geçirip taradı. Ağzındaki misvaktan akan salya göğsündeki kesiğe karışmış, kan ve amilaz karışımı tam da önündeki kâğıda bir kuş misali konmuştu. Pıt diye damlama sesiyle irkilen Ahu, çözüm kâğıdının sonundaki damlaya baktı. Tarihin çözülemez diyerek bir köşeye attığı problemi çözmüş olduğunu tam da o an anlamıştı. Ellerindeki kuş tüyleriyle ter içindeki yüzünü havalandırmaya başlarken neredeyse orgazmın zirvesine ulaşmıştı. Baygınlıkla tamamen ayıklık arasında dengesiz gel-gitler yaşıyor, tüm zihinleri işgal etmenin yüce hazzıyla ıslanıyordu. Tanrılar örgü örmeyi bıraktılar. Neyzen Tevfik gök kubbesini saran kanatlara baktı, keş gözlerle ve İsrafil varken bana üflemek düşmez dedi. Kekeme İsrafil saksafonu dudağına değdirdiğinde elindeki alet neye döndü ve içinden geçen kutsal nefesle müthiş bir ahenk akıverdi kâinatlara. Zihinleri ele geçirmek için yaratılmış olan acayip-ül mahlûkatlar gizemli gezegene doğru akına başlamıştı, duydukları gonk sesiyle. Tanrıların arkasında durmakta olan melekler kulaklarını tırmalayan sese alışkın değillerdi elbette. Ahu, avucundaki muazzam güçle neler yapabileceğinden emin değildi ama öğrenecekti neticede. İfrit, ders notlarını ceplerine doldurup Ahu’nun odasından uzaklaştı, ne de olsa az sonra fısıltıyla dolduracak olduğu pek çok zihin odasını ziyaret etmesi gerekecekti. Bir kırmızı hamamböceği ilk isyan bayrağını


dalgalandıran yaratık olarak ayağa kalkmıştı. Karşısındakinin elindeki terlikten korkmuyordu. Duyduğu çığlıkları umursamayı hiç öğrenmemişti bile ve hiç değilse bir iki ses teli olsa ondan daha tiz sesli çığlık atabilecek yaratık yoktu belki de. Kanıtlanmamış bir bilimsel teoriye göre kırmızı hamamböcekleri zihinleri işgal eden ilk acayip-ül mahlûkattandı. Ahu tüm çıplaklığıyla sırıtıyordu, parçaladığı misvak diş etlerini kanatmış olmasına rağmen sırıtmaya devam ediyordu. O sırıttıkça dudağının kenarından korkunç güzellik akmaya devam ediyordu. Tanrının teki elindeki sigarayı arkasında duran meleğin gözünde söndürüverdi fütursuzca. “Ne de olsa tanrıyım!” dedi. Buharlaşmış olan makas tüm kapalı odaların karanlığını kesiyor ve Ahu’nun pis sırıtışından fışkıran kanlı aydınlığı gözler önüne seriyordu. Kırmızı hamamböceği tüm gücüyle sesini duyurmaya devam ediyordu: “Gonk sesini duydunuz!”

n lkava a k n ere


Srečko Kosovel Çalkantılı tarihlerin çocukları biraz ka- ması’yla İtalyan Krallığına verilen bölge yıp, biraz mahcuptur. Erken büyür ve er- ile Slovenlere olan baskılar daha da arttı. İtalyanlaştırma hareketi (Italianization), ken ölürler. meşhur İtalyan faşizmi ile ele geçirdiği Tarihin birçok kesişim noktası gene o ta- topraklardaki Hırvat, Alman ve Sloven rihi yaşayan sanatçılar tarafından özüm- halkları kültürel ve etnik asimilasyonla senerek, geleceğin çapraz adımlarına temizlemeye girişti. Açık alanlarda kendi ilişir. Sayısal verilerin üzerine yığılan so- dillerini konuşmayan, basım yayın yapığuk tarih algısı, teneffüs edilen bir hale lamayan bir ortamda Kosovel yayınlanabürünür ve biz onu yaşarız. Karst Yayla- mayacak şiirler yazıyordu. İktidar eliyle sında dünyaya yayılan Kosovel meltemi artan baskılara yazarak direnirken mısralardaki anlam katmanlarını dil ve şekil gibi. yapısı içinde giderek farklılaştırdı. Bas1904 yılında, o zamanlar Avusturya Ma- kılara dayanamayarak ailesi ile birlikte caristan İmparatorluğu toprakları içinde anlaşma sınırları dışına, Yugoslavya’nın yer alan Trieste’ye bağlı olan Sezana’da Ljubljana kentine gittiler ve memleket dünyaya geldi. Sloven bir ailede, beş ço- özlemi mısralarındaki yerini aldı. cuktan en küçüğü olan Kosovel, Birinci Dünya Savaşına yakından tanıklık etti. Ljubljana Üniversitesi’ndeyken ilk derEvlerinin 15km ötesinde, 29 ay süren gi çalışması olan Lepa Vida’yı kurdu. Isonzo Muharebesi yaşamında öylesine Bıraktığı memleketinde ağırlaşan İtalderin izler bıraktı ki; ölüm, şiirlerinde yan baskısı günden güne daha siyasal öncü tema haline gelmiştir. Yaşamının bir çizgi izlemesine yol açtı. Ivan Canbu kesitiyle Rimbaud’ya benzetiliyor olsa kar yazarlar kulübüne faaliyetler yürütda bilinirlik açısından şiirinden daha tü ve ilerleyen dönemlerde radikal anti önce giden noktası onun Sloven duruşu- faşist örgüt TIGR ile bağlantılar kurdu. dur. Patlamalar, yaralılar ve ölen askerle- Dil üzerinden bakıldığında 1925 sonrarin arasında yaşamaya çalışan aile 1916 sı şiiri, yapısalcı bir lirizimden zamanla yılında kızlarının erken ölümü ile derin- daha saldırgan, sert bir boyuta evrildi. den sarsıldı. Dünya Savaşı bitimi son- Deneysel tarzı o kadar perçinlendi ki; arrasında değişen sınırlara onun şehri de tık semboller, renkler ve formüller şiirin eklendi ve 1920 yılında Rapallo Antlaş- içine giriyordu. Birbirinden kopuk gibi


görünen birçok imge koca bir bütünün parçalarını meydana getirircesine birbirine eklemleniyordu. Aslında şiirlerinde yarına dair umut ve heyecan taşıyan mısralar yer alsa da, şiirin karmaşık yapısı birçok akımdan izler taşır. Otorite denen kesimlerce metnini empresyonist, ekspresyonist, konstrüktivist ve en son tahlilde dadaist, sürrealist, füturist noktalar barındırdığı söyleniyorsa da kanımca bu genç şairin yapmak istediği tek şey, denemek ve satır aralarında düzene karşı olan kinini yedirmekti. Elbet zaman içinde düşüncelerini açık eden eserleri de yok değil fakat başını kaldırıp gökyüzüne bakarken bile çevresinde olan biten bu haksızlıklara direnme inancı taşıdığını söyleyebilirim. Mladina dergisi editörlüğüne geldiğinde gene bir farklılaşmaya giderek daha basit anlatımlarla işçi sınıfı eksenli eserler vermiş olsa da, iç karmaşık yapısı çoğunlukla saklı kaldı. Yazılarının kitaplaşması ölümünden sonra mümkün olan Kosovel, 1926 yılında menenjitten yaşamını yitirdi. Kısa ömrüne rağmen Sloven haklının hafızalarına kazınan şair, şiirleriyle de dünya edebiyatında özgün tarzıyla bilinmektedir.

efe

PENCERE KENARINDA BİR YÜZ Seni seviyorum, kahvehanenin gri penceresindeki gri yüz. Beklentiler içindeki yüz. Kırık zıpkınların, gemilerin, gemi direklerinin, oklarla dolu kalbin ,gözlerdeki gri duygusuzluğun çağında bilirsin ki, dökülür üstümüze gökyüzünden bir ışık şelalesi gibi. Yeşil denizlerin çalkantısına bakıp korkunç girdapları, direklere çıkmış denizcileri kaygısıza izleyebileceğiz. Çeviri: Ezgi Yalçın


HEY Hey, hey; Yağmur yağıyor Ljubljana’nın evlerine, ve güneşin aksine gri ile perdeliyorlar kendilerini. Trieste’de ki bütün Edinost’larımızı yakıp kül ediyorlar. İsa, Milletler Cemiyeti’ne gitti. Hayır, o yakışıklı ve iyi olan aşkın aylasıyla ışıldayıp parlayan İsa değil, Cenevre’de sahte bir İsa var. Orada da mı yağmur yağdığını söylüyorsun? İsa kara isyancıların arasına katıldı, işte orada gri caddede duruyor katip ve riyakarları defederek. İsa ateş ediyor ve öldürüyor. Ateş ediyor ve öldürüyor. Ah, seni sersem, beyaz ulus! Şimdi kim olduğunu anlıyor musun? Çeviri: Melike Palaz

Sayıklama

Düşüncelerin şehitliği. Mavi bir deniz. Gri bir hapishane Pencerenin altına süngüsüyle umutsuz düşünceler saplayan bir asker. Özür dilerim. “Önemli değil“ Sigara. Eine Edison. Kafatasımda ritmik olarak zonklayan mavi denizi duyabiliyorum. Çeviri: Ezgi Yalçın


lown son c n a v l y s


SAP

Ya her şey istediğin gibi gitmezse? İnsanoğlunun birçok dinde, düşüncede, yaşam felsefesinde nirvanası kendini tanımak ve bilmektir. Aslında bu en büyük korkumuzdur aynı zamanda. Kendini bilmek… Yaptıklarınla veya yapamadıklarınla aslında şu işin başında ben olsam “ohooooo” diyenler. Bir sike sap olmadığını ve sonsuza dek olmayacağını bilseler… Ne kadar kötü olurdu değil mi? Çoğu zaman bir şeylerden korkarız. Bu yılan, örümcek vs. binlerce şey olabilir ama çağımızın en büyük korkusu başaramama korkusudur. Sıkıldığınızda vazgeçtiğiniz birçok şey aslında korkunuzun tesiriyle yaptığınız faaliyetlerdir. En basiti ortak üretim ile oluşan bir üründe gönüllü olarak çalışıyor olabilirsiniz. Oraya yazar veya çizer gibi sıfatlar ile katılıp daha sonra bıraktığınız olmuştur elbet. En büyük yalan ise zamansızlıktır. Hayır, aslında zamanınız vardır. Sadece size düşen payı yerine getirmekten korkuyorsunuzdur. Üretmek sizin için sıkıntılı bir durumdur. Ya istediğiniz gibi olmazsa, ya beğenmezlerse. Korkuyorsunuzdur ve yaptığınız tek şey vazgeçmektir. Üretmekten, fikir yürütmekten veya türlü şeylerden… Yaşadığımız yüzyılın en büyük hastalığı zaten üretememektir. Sanırım bu yüzden üretilmiş şeylerden besleniyoruz sürekli. Türlü dergiler, kitaplar, sanat sergileri bunun en basit ve gözle görülebilir örneğidir. Ürettikleriniz ise beğenilmiyorsa ve yine sıkılıp kaçıyorsunuzdur. Şayet siz de bu koşullar altındaysanız ya bir baltaya sap olamayacağınıza karar verin, ya da siktir git demeyi öğrenin. Korkularınız var ama ölümlü olduğunuzu unutmayın.

mehmet fatih balkı


Beleşçilik nedir?

?

so ru yor

Beleşçilik , üz dan bir ed erine efor sarf etm ediğin ya er da h likle çıkar edinme sürecidir. B u eylemi g erhangi bir ürün s ilişkisi yö n unmaer etimi hak görülebilir kında kafa çekleştiren insanla ve ruh hâ r genelka lle tosunda g izlidir. Dü ri de “Şimdi kend rıştırma uzmanlar im ı ş olarak ünsenize, istemiyor i haklı çık sun hiç aracağım !” motbeleşçi va uz ancak yanınızd bir şekilde mayone r. E zli a“ ücretsiz m ğer siz 3 dilim m arkadaşım” diye d ekmek yemek a o ay yonezli e kmek yer laştırdığınız bir mayonezli onezli ekmek yiye sen cek. Eğer ekmeği k gerçek bir iz o da 1 dilim endisi bil dirir hem e be s de kendi beleş ekm evmiyorsa da, hem leşçiyse bu kişi, meselesi. eğini silip s serkan süpürür… ize o 3 dilimi yeüstünd T amamen ağ karakter Garip bağlantılar yakalamıştım. Başlangıç: Barbarlık. İçinde yaşadığımız bu toplum yerleşi k hayata daha geç adapte olmuş. Sebebini ise yağmacı bir toplum oluşuna bağlıyorum. Sürekli hareket halinde, yoluna çıkanın canına okuyarak ilerleyen, onların mallarını kadınlarını gasp eden, barbar bir toplum. İkinci nokta: Tembellik. Çalışmaktansa savaşmak daha kolay geliyor. Bu tembellik öyle derie işlemiş ki, cahil ve barbar olmayı sor un etmiyor. Yaşamını bu şekilde de devam ettirebildiğini biliyor. Olayın vardığı nokta beleşçilik. Bu adam sende bilinci, bu mutluluk hali, bu rahatsız olmama durumu; toplumun hemen hemen tam amını çağlar içinde iflah olmaz birer beleşçiye dönüştürmüş. Öyle olm aktan mutlu, tembel, cahil ve barbar bir toplum. Konuyu kişiye indirgersek ise bir bele şçinin yukarıda saydığım vasıflardan kurtulamayacağıdır. Onlard an uzak dur. sylvan clownson

veya işe onu Emek hırsızlığıdır abi ortaya çıkarılan bir ürüne değer dışında o ortaya çıkartan kişinin optimum düzeyde biçtiği değersizlikle ürünü tüketenin asgarinin altında biçtiği değer veya yaklaşmasıdır mustafa yurdakul


tarÄąk yetiĹ&#x; serbest


ŞAİRLER VE RESSAMLAR Anlamam ben şairleri ve ressamları. O kadar açık dilli olunmaz, o kadar net anlatılmaz hayat. Tek bir hareketle bin bir gerçek süzülürse gözlerinizden, kulaklarınızdan ve henüz adını koyamadığınız/yeri belirsiz organınızdan; nasıl olur da anladığınızı iddia edersiniz, şairleri ve ressamları? Tunç kaplanmış bakış açınızı, kimler renkleriyle yırtıp atar? Ne kırmızılık kalır o bakışlarda ne de karartma isteği, faydasız geçen anıları... Yaklaşmakta olan tehlike mi yoksa kurtuluş mu diye soramadığım o günleri, kim boyar daha aklımdan çıkartamadığım bu düşünceleri? Kim çizer, huzursuzluğunu ters çevirip yere yatırmış ve gırtlağına abanmakta olan bu güzeli? Heyecanın kaç tablo çıkabileceğini, kim bilir? Hangi yönde yükseldiğimizi ve hangisinde ilerlediğimizi, kim tayin edebilir bu yönleri? Kimin fırçası yetecektir bu düşleri yaşatan boyaları tartmaya? Kim vurabilir zarafetle henüz işlenmemiş olan bu tablolara? Ressamları hiç anlamam, nereden geldiler belli değil. Beyitler dizilir önümde ve arkamda. Adımlarım kaçar, bir sağa bir de sola. Kaç hece kaldı beni devirmesine bilemem ama yaklaşacağım, yaklaşabildiğim kadar bu işin sonuna. Nereden geldiği belli değil kelimelerin, yan yana, üst üste bazen de hepsinden ayrı,

tek köşede, bir başına yetermiş gibi çıkınca karşımıza; o bir, biz bin olsak da yetemeyiz ona. Sakindir çoğu zaman da kükremesi eksik olmaz. Dizeler dize gelmez ve bize diz çöktürür o zamanlarda. Sen okurken başkadır anlamı, yazanı okurken farklı ve böylesine şekil değiştirir algıladığın her bir anlam. Tek nefesi, üç hayat verir sana. Belki de bu sefer dört olacaktır ki bundan fazlası bağımlılık yapar. Zamana döksen tek bir dizeyi, on binlerce sayfalık romandan uzundur bazen, ki bu bazenler de senin aradığın dizeyi bulmana denk gelir. Ömür boyu sürebilir. Belki bu boyda süründürebilir. Belki gün gelir de gülümsetebilir... Bu sebeptendir anlamam şairleri. Bu şairler, kimin ya da neyin dili? İşin sonunda gelirsek şu tren garına, vagonlarından tabloları sarkıtan ressamlar ve kulaklarımda şiirlerini yankılatan şairleriyle dolu treni de gelirse, düşünmek için bir müddet bekletmez mi insanı? Binip de uzaklaşsa mı şu gri ve ritmi olmayan hayatından, bilmediği, deneyimlemediği o diyarlara? Çekinir insan, gidip de oralara bir kez daha kendini aldatmaya; olmadığı o kişiymiş gibi yaşarken geri dönmek zorunda kalmaya... Olduramadıkları değildir aklında takılan, salıncaktan düşen, sudan henüz çıkmış balığın gözleri güneşe denk gelmiş gibidir sadece; çırpınış-


larına bakıp da anlam yüklemek zordur bu ruhların, kesik dolu bedenlerine... Ve başlayınca yolculuk, benzemek istemez mi onlara; şairlere ve ressamlara? Sunmaya çalışmaz mı tek bir eser, şehirleşen zihninden kıvrılarak ve belki de bir parmak boyu kaçtığı o uzaklıktan el sallamaz mı kendine? Davet etmez mi tanıdıklarını bu yolculuğa, yalnızlığa sığınmak mıdır amacı ya da görmez mi binaları rengârenk dizelere boyanmış, içi tunç kalabalık fakat boş? Adımları yavaşlar insanın, elleri cebinde dolaşırken mırıldanırsa ve bakarsa aradığı o görüye. Durur bazen de vakti yoktur, diğer insanların zamanı yettiremez bu insana kendine ayırmak için. Tek vakit vardır, kendini ayırmak için. Tek sıfat vardır, seni betimlemek için. Tek bir an vardır, göz göze gelip de “Bu sen değilsin!” diye haykırmak için. Yalın... Yalın ancak etkili… Birkaç duvar daha dikmeli. Yoksa nerede karmaşa ve hareket? Nerede inişler ve çıkışlar? Nerede ben? Ben neredeyim?

serkan üstündağ


zeynep yıldırım


BUZ

Tahammül sınırım 48 saat Masadan kalk Öfkeli ve bağırarak Arkana bakma Topuklu ayakkabının çıkardığı beyin tırmalayan ses Ayaklar, topuklu ayakkabı, ayaklarının ağrısı Yürünecek engebeli yollar, uzun rüzgârlara karşı Ayaklarının ağrısı, bıçak kesmedi ve kan akmıyor Giydiğim topuklu ayakkabı, dik durmayı öğreten pilates hocası O hoca sayesinde giyebildiğim siyah Jean Çıkarmak için giydiğim, soyunmak için Senin giyindiklerin, soyunmak için Soyunabilmek için giyinmek, Heyecandan nefes nefese ve parmaklarım birer alev Çıkarmayı başaramadığım kemerin, Parmaklarım birbirine karışırken açılmayan kemer tokası. Tek seferde bekletmeden kemerini çıkarabilenler Kemer tokası testinde 1-0 sıfır Kaybetmeye alışmak ve aklının zincirlerini salmak Yokuş yukarı kendini kaybeden düşünceler Kan ter içinde ve nefessiz Yüksek tansiyon, elimdeki şu şişesini geri dönüşüme atmamla dünyayı kurtaracağıma inanmam İnanç, sonuna kadar red ettiğin ve saf halinde kazanmaya çalıştığın Zor günler, yükselen öfke, sinir, kin, nefret, acıtma isteği Belki bulamadığım kemer çözme motivasyonları


. . bir yaGIBI

Morluklar, ısırıklar, kan, yeme isteği etini Mumyalayarak saklama isteği hatıraları Pamuklara saramayız, turuncu sokak lambaları Ve ezan sesiyle yarışan sert müzik kulaklarımda, sert rüzgâra karşı Pamuklara saracak değilim hatıraları Sende Önce iç organlarını çıkarmalı teker teker ve birbirimizinkini çıkarır gibi soğukkanlı Daha sonra buz gibi sert bir sedye taştan, tırnaklarımı kıra kıra ucuyla oyulmuş Üzerinde bekletmek, anıların unutulmasını ve o tatlı kanı damla damla dışarı atmasını Bir sunağın üzerinde belki kan kaybediyor hayaller Geçmiş, yaşanan hayaller ve rahmin içerisinde buz gibi olacak kanı Kanımız Meni, tuzlu, sıcak, soğuk, tatlı ve kan, kana karışan beyazlık Damarlarımda kan akıyor, buz gibi, içerisinde buz parçaları çarpışıyor Beynimde yankıları ve topuk sesleri Aklımdan çıkaramadığım geçmiş Ve kanın Buz gibi. Sen Sus Otur Dinle. Buz gibi.

aysu uzer


ATLAY KENGER

Sizi Gidi Tavşanlar Bugün size çok sevdiğiniz, yapmadan duramadığınız, yaşam amacınız haline gelen şeyden bahsedeceğim. Hayır canım, kedi sevmekten ya da göğe bakmaktan bahsetmiyorum tabii ki, eleştirmekten bahsediyorum. Bugün toplumda kanser hücresi gibi yayılan eleştiri hastalığından söz ediyorum. Bu hastalık o kadar bulaşıcı ki, ben de kapıldım ve eleştirenleri eleştirmeye karar verdim. Man Ray, “Tüm eleştirmenler suikasta uğramalıdırlar.” diye buyuruyor. Duyduğum en mükemmel sözlerden biri. Bir paradoks olarak değerlendirebilirsiniz fakat bu toplumda ben dahil hiç kimsenin eleştiri yapmaya hakkı yok. Çünkü biz, eleştiri nasıl yapılır bilmiyoruz. Bir şeyi eleştirmek için, önce onun nesnel doğruluğunu bilmemiz gerekir. Bilmeden konuşmanın adı asırlardır aptallıktır. Ve eleştirinin zevklere değil, nesnel yargılara dayandırılması gerekir. Yani siz maviyi sevmiyorsunuz diye, göğü eleştiremezsiniz. Sizin maviyi sevmemeniz, göğün ihtişamına gölge düşürmez. Bugün toplum, hiçbir şeyi beğenme-

yen insanlarla dolu. Öyle bir zihin yapıları var ki, onlara göre hiçbir şey iyi değil. Fakat bu zatlar, pesimizmin girdabında da değiller. Her şeyin doğrusunu bildiklerini sanıp, hiçbir şey bilmeme farkındalığının getirdiği aşağılık duygusunu yenmeye çalışan zavallılardan bahsediyoruz. Bu zatların genelde favorileri yoktur. Onlara göre, hiçbir şey tam manasıyla mükemmel değildir. Üretilen eserlerin tamamı çalıntıdır, özentidir, kopyadır, taklittir. Bu sıfatlarla nitelendirdikleri eserlerin orijinallerini ise bilmez, sadece biliyor gibi yaparlar. Bakınız burada çok mühim bir gözlemden söz ediyorum: Bu söylediğim şey birçok alanda çalışmalar yürüttüklerini iddia eden yakın çevremdeki zatlardan, piyasada bir şeyler ürettiğini iddia eden zatlardan ve yakından takip ettiğim sözde üretken olan başka zatlardan edindiğim gözlemlerin sonucu. Onlara göre, her şey kusurlu: Dünya, Tanrı, evren ve evrim dahi aklınıza gelebilen her şey! Benim bu insanlarla sorunumun temel nedeni eleştirel düşünmeleri değil, zira düşünmüyorlar. Eleştiri yapmaları da değil, zira yapamıyorlar. Çünkü


eleştirinin türleri olmakla birlikte, bu türlere ait ayrı usuller vardır. İki saatlik bir filmi izledikten sonra tek cümlelik bir küfürle filme ait bir eleştiride bulunduğunu düşünen, beyin gelişimi sırasında hasar almış insanlarla sorunum var. Bu insanlar anlamadıkları yahut beğenmedikleri şeylere ait -sözde- eleştirilerini küfürden ziyade bir yolla da ifade edebiliyorlar: Alay! Cânım Goethe, “İnsanların, anlamadıkları şeyle alay etmelerine alışkınız biz.” buyurmuş, ne güzel buyurmuş. Bakın bu, çok eskilerden uzanan bir tespit. Genelde yanlış olan tüm genellemeler gibi bir genellemeye indirgeyecek olursak, bir şeyle alay eden kişi, o şeyi anlamamıştır diyebiliriz sanırım. Küfür ve alaydan başka bir diğer yol ise, bilgiç görünen ılımlı yaklaşım. Bu yaklaşım daha sanatsal bir yaklaşım aslında. En azından teknik olarak öyle. Hoş cümleler, basit imgeler ve sakin bir tavırla yazılan eleştiriler bu kategoriye giriyor. Bu tarz birinin zihni şöyle işliyor: Eseri görüyor/izliyor/ dinliyor/vs. ve sonra eser hakkında bir fikir sahibi olamıyor. Yapılan eleştirileri görüyor, aynı zamanda -varsaövgüleri de görüyor. Sonra kendi içinde her iki tarafa da yaraşacak ortak bir yol hazırlıyor. Hani çok eski bir deyim vardır, hem nalına hem mıhına vurmak, işte bu! Bunu yaparak anlamamış olduğu gerçeğini gizliyor, her iki tarafın gözünde de görülmeyeni gö-

ren kişi sıfatını taşıyacağını sanıyor ve en büyük sebep, korkuyor. Net bir tavır almaktan, kalabalığa karışmaktan yahut onlar gibi görünmekten korkuyor. Kendisini özel sandığı için de aklı sıra, böyle harmanlanmış bir fikir ile “orijinal” olduğuna inanıyor. Şimdi ben her vakit olduğu gibi, sorunlar üzerine bir çözümden bahsetmeyeceğim. Ama naçizane bir ricam var: Rica ediyorum, yapmayın. Eğer siz daha iyisini yapabiliyorsanız, yapın. Yapamıyorsanız, gerçekten bildiklerinizi sizin gibi bilen insanlarla paylaşın. Madem yapamıyorsunuz, yapabilme potansiyeli olanlara yardımcı olun. Eleştiri adını verdiğiniz bu yersiz ve gereksiz gösteriniz, değeri olan şeylerin değerini azaltmıyor. Sadece tarihe rezil olarak kaydediliyorsunuz. Hani bir deyim vardır, bilir misiniz: Tavşan sikini taşa sürtmüş, dağı siktim demiş. Sizinki o misal! 03.XI.18/04:36





Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.