32 minute read
S
IGMG Bölgelerinde Yeni İsimler Görevde
ALMANYA
Advertisement
İslam Toplumu Millî Görüş yönetiminde 4 bölgede bölge başkanlıkları istişareleri yapıldı. İstişareler sonucu belirlenen isimlerin atamaları da yapıldı.
İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) Köln, Düsseldorf, Kuzey Ruhr ve Kuzey Hollanda bölgelerinde görev süresi dolan bölge başkanları ile ilgili istişareler yapıldı. Görev için yeni belirlenen isimler Genel Merkez Yürütme Kurulu üyelerinden temsilcilerin bulunduğu toplantılarda açıklandı.
Köln Bölgesi’nde 3 yıllık görev süresi dolan Selahattin Demirci bölge başkanlığı görevini Genel Merkez Yürütme Kurulu Üyesi Ali Bozkurt’a teslim etti. Atama kararını Gençlik Teşkilatları Başkanı Ünal Ünalan ile Hac Umre Başkanı Tahir Köksoy, Köln Bölge Cemiyet Başkanları Toplantısı’nda ilan ettiler.
Düsseldorf Bölgesinde ise iki dönemdir Bölge Başkanlığı yapan Bayram Kılıç’ın bir dönem daha görevde kalmasına karar verildi. Hacı Bayram Veli Camii’nde yapılan progragramda karar bölge ve şube idarecilerine de açıklandı.
Kuzey Ruhr Bölgesinde 9 yıldır hizmet eden Bölge Başkanı Ufuk Ulun yerine Saffet Gündoğdu bölge başkanlığına getirildi. Yapılan istişarenin sonucu 31 Ekim’deki Şube Başkanları Toplantısından duyuruldu.
Kuzey Hollanda Bölgesinde ise 26 Ekim tarihli divan kararı ile Oktay Dalmaz yerine Mustafa Hamurcu göreve atandı. Atama kararı bölgede 1 Ekim’de yapılan Şube Başkanları Toplantısı’nda ilan edildi.
Devir teslimlerinin yapıldığı Kuzey Ruhr, Düsseldorf ve Kuzey Hollanda bölgelerindeki toplantılarda IGMG Genel Merkezinden Adem Kaya ve Mehmet Ateş hazır bulundu. Yapılan konuşmalarda yapılan hizmetlerden dolayı önceki bölge başkanlarına teşekkür edilirken yeni göreve gelen isimlere de muvaffakiyet temennilerinde bulunuldu.
Helal Kesim Sağlıklı Besin Herkes Yesin
BAKIŞ AÇISI
İlhan Bilgü ibilgu@camiahaber.com Kavramlarımız ve Viyana’daki Terör
Avusturya’nın başkenti Viyana’da, Türkiyeli Recep Tayyip Gültekin ile Mikail Özen ve Filistinli Usame Cevdet’in teröristlerin yağdırdığı kurşuna rağmen canlarını hiçe sayarak yaralı polisleri kurtarması şaşılacak bir şey değildir. Elbette ki bu üç Müslüman genç kolluk ve güvenlik görevlisi de değildi. Dolayısıyla o çatışmada arkadaşlarının yardımına koşamadığı için çaresizlikle kıvranan diğer polisler de Recep Tayyip, Mikail ve Usame’nin böyle hayatî bir davranışta bulunabileceğini beklemezdi. Ama, onlar Müslümandı ve Müslüman olarak, bizzat kendileri o yaralı polisleri kurtarmaları gerektiğine inanıyorlardı. Bu yaptıklarının İslam’daki karşılığının ne anlama geldiğini belki de o anda hiç düşünmediler. Düşünmelerine de gerek yoktu. Zira, inandıkları o İslam onlara aslında kim olduklarını zaten söylüyordu: Müslüman.
"Sözlükleri falan karıştırmanıza gerek yok: Batı dillerinde “Jihadist” denilen o kelimeyi son yıllara kadar hiç bir Müslüman kullanmamıştır. "
Onun içindir ki, Viyana’yı kana bulayan o terörist ile bu üç gencin aynı sıfatla anılması kesinlikle mümkün değildir. DAEŞ denilen sahte, maşa devlet bozuntusu katliamcı örgüt, o katil teröristi her ne kadar “Jihadist” olarak anıyorsa da, biz Recep Tayyip, Mikail ve Usame’yi “Mücahid” olarak tanımlıyoruz. Sözlükleri falan karıştırmanıza gerek yok: Batı dillerinde “Jihadist” denilen o kelimeyi son yıllara kadar hiç bir Müslüman kullanmamıştır. DAEŞ bozguncuları da zaten “jihadî” olarak kullanıyor. Dikkat ederseniz burada özellikle “c” harfini kullanmadık. Zira, “Jihad ve Jihadist ve Jihadî” bizim kelimelerimiz, bizim kavramlarımız değildir. Bu kelime ve kavramlar, İslam düşmanlarının ve DAEŞ sahtekarlarının kavramıdır. Bizim, yani Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’den bu tarafa O’nun yolundan giden Müslümanların kavramları “Cihad ve Mücahid” kavramlarıdır.
Şimdi, burada “Cihadı ve Müslümanları yanlış anlıyorlar, yanlış anlatıyorlar” gibi klasik cümlelere girmeyeceğim. Aslında hepsi de cihadın da, mücahidin de ne olduğunu biliyor. Belki, bizzat Müslümanlar cihadı ve mücahidi bilmiyor. Eğer, Hz. Ali’ye (r.a.) atfedilen “Hayat iman ve cihaddır.” sözünün, hükmünün, ifadesinin manasını kavrayabilirsek, işte o zaman Müslümanlar olarak, cihadın ve mücahidin ne anlama geldiğini iyi anlayabilirdik. Bakınız Efendimiz (s.a.v.) her Müslüman’ın mutlaka bir sadaka vermesi gerektiğini buyurduğu bir hadislerinde, sadaka verecek bir şeyi olamayan Müslümanların yapması gerektiğine dair örnekler verirken ne buyuruyor: “Fe yu’înu zâ’l hâceti’l melhufe.” Yani “İhtiyaç anındaki insana, (mağdura) yardım etsin.” (Buharî, Edeb 33. H. No: 6022) Bu hadisin benzerlerinin hadis kitaplarının “Bâbu’l Cihad” bölümlerine alınışı boşuna değil. İşte bu 3 genç, çok acil yardıma ihtiyaç duyan polislere, hayatlarını hiçe sayarak yardım etmiştir. Çünkü bu 3 genç: Müslüman!.
Sizden Gelenler
Meryem Özmen-Yaylak aile@camiahaber.com
SINIRLARIMIZ OLMALI MI?
“Eşler arasındaki mahremiyet anlayışı nasıl olmalı? Eşimizle aramızda sınırların olması doğru mu? Yeni evliyim ve bazı zamanlarda sınır anlayışım değişebiliyor ama aynı zamanda da mutlu bir evliliğimizin olmasını arzuluyorum.”
Bu yazımızda yukarıdaki soruya cevaben eşler arası mahmremiyet konusunu ele alacağız. Öncelikle mahremiyet dediğimizde aklımıza cinsellik ile ilgili sorular veya konular gelir. Mahremiyet ve cinsellik arasında ince bir fark vardır. Cinsellik nikâh yoluyla çiftlerin arasında yaşadığı, Arapça ‘cima’ dediğimiz birliktelikten bahseder. Bunun da ölçüleri vardır. Diğeri ise; aslını Arapça’dan alır. Mahremiyet kavramı “Kutsallık, dokunulmazlık, kişiye özel olmak, saygı ve hürmet duyulması gereken şey” anlamına geliyor. Hem sosyal hem dinî anlamda birbirine benzeyen anlamlar, dinin insanın diğer varlıklarla ve insanlarla olan ilişkilerine önem vermekte ve bunun için de ölçüler belirlemektedir. Böylece anlamamız gereken şey şudur; mahremiyet, bir insanın “kendisine saygı” ve “karşı tarafa duyduğu saygı” olarak tarif edilebilir. Özellikle eşler arasındaki mahremiyetin sağlıklı bir şekilde muhafazası için en temel değerin, birbirlerinin hakkına yer vermekle başlar. Eşinize ve kendinize alanlar bırakmanız evliliğinize güzellikler katacak, evliliğinizin olgunlaşmasına katkı sağlayacaktır. Büyük bir günah veya aile temelini sarsacak bir konu yok ise, konuları kurcalamak veya debeştirmek doğru değildir. Karşı tarafın koruduğu alana müdahale demektir. Diğer taraftan ise karşı tarafın bize güvendiği bir konu veya bilgi paylaşımı var ise, bunu korumak yine evlilikte önemlidir.
“Onlar sizin elbiseniz, siz de onların elbisesisiniz. ” (Bakara suresi, 2:187)
Kur’an eşleri birbirlerinin elbisesi olarak tarif eder. Örneğin‚ elbisenin anlamı ve çağrıştırdıkları üzerinden eşimizi anlamaya çalışabiliriz.
Mahremiyet kavramı “Kutsallık, dokunulmazlık, kişiye özel olmak, saygı ve hürmet duyulması gereken şey” anlamına geliyor.
Başkalarına elbisenizle görünürsünüz. Elbisenizin temizliği, sağlamlığı, rengi ve şıklığı dışarıya verdiğiniz mesajdır. Elbisenizin güzelliği ile kendinizi önemsediğinizi ve önemli olduğunuzu ifade edersiniz. “Elbisemden bana ne?” deme gibi bir durumumuz yoktur. Kendinizi elbisenizle tanıtırsınız; o kimliğiniz olur, kişiliğinizi ortaya koyar. Elbisenizde olabilecek her türlü kusur, size mal edilir; kişiliğinizden kaybettirir.
Bütün bu değerlerin korunması için evlilikte ince sınırlar önemlidir.
Bipolar bozukluğu vasat olmaya engel midir?
EMİNE ENNUR TÜNAY ÖNKOL
Bipolar bozukluğunun bir Müslüman için ne ifade ettiğini Psikolog Emine Ennur Tünay Önkol Camia okurları için kaleme aldı.
İki zıt kutubu içinde barındıran bipolar bozukluk, bu duygu durumunu incelemeden önce, Müslüman olarak Allah’ın ve Resulunun bizleri nasıl vasıflandırdığına bakıp yazı boyunca zihnimizde tutmaya gayret edelim: “İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi vasat bir ümmet yaptık.” (Bakara suresi, 2: 143) “Orta yolu tutunuz, amellerinizi mükemmelleştirmeye ve Allah’a yakın olmaya gayret ediniz.” (Buhârî, Rikâk 18)
Vasat diye nitelendiriyor Allah ve Resulü Müslümanları. Vasatın manası aşırılıktan uzak, orta yolda olmak, yani ifrat ve tefrit olan iki aşırı uç noktadan uzak olmak demektir. Şimdi bipolar bozukluk veya eski ismiyle manik depresif hastalığının tanımına bir göz atalım. Bipolar bozukluğu iki üçlülüktür ve iki duygu bozukluğunu, yani çökkünlük olan depresyonu ve taşkınlık olan maniyi barındıran psikolojik bir rahatsızlıktır. Depresyon rahatsızlığını daha önce incelemiştik. Belirtilerinden birkaçını kısaca özetleyecek olursak “üzüntü, ağlama, değersizlik/suçluluk hissi, enerji kaybı, haz kaybı, uyku problemleri” gibi semptomların ortaya çıktığı bir dönemdir.
Bipolar bozukluğundaki depresyon döneminin tam zıttı olan mani döneminde ise kişinin “aşırı hareketli, enerjik, konuşkan, umursamaz, kendini güçlü hissettiği” ayrıca “günlerce süren uykusuzluk, durdurulamayan konuşma, sınırlılık, agresif davranış, çok fazla ve gereksiz alışveriş yapma” da bu dönemde sık görülen belirtilerdendir. Mevsimsel dönüşümlerde bipolar bozukluğu sık görülmekte ve özellikle bahar aylarında kişi çok yoğun bir maniye girebilmektedir.
İş kaybı, stresli bir olay; ailede yaşanan kayıp, ölüm, çok ağır ve şiddetli geçirilen hastalıklar gibi travmatik olaylar bipolar bozukluğunu tetikleyen faktörlerden bazılarıdır. Travmatik olaylar yaşayan herkes bipolar hastalığına yakalanmıyor. Peki bu hastalık başka neden kaynaklanıyor olabilir? Bu noktada genetik ve fizyolojik olasılıklardan da bahsedilir. genetik olasılıktır. Bu rahatsızlığın fizyolojik olasılığı ise beyinde sinirler arası iletişimi sağlayan maddelerin iletişiminin kopukluğu ile açıklanır.
Gel gelelim bipolar bozukluğunun tedavi yöntemlerine. Bu rahatsızlıktan mustarip olanlar semptomları kişilik özellikleriyle karıştırdığından dolayı tedavi talebini erteleyebilmektelerdir. Oysa başta değindiğimiz gibi biz Müslümanlardan vasat olmamız istenir. Bu nedenle aşırılıkların ve fazla zıtlıkların olduğu yerde durup durumumuzu gözden geçirmemiz gerekir. Yüce Rabbimizin telkinlerini ve en güzel ahlak üzere olan Resûlullah’ı tanıdıkça ve kişiliğimize bu doğrultuda yön verdikçe kişiliğimizin olgunlaşma ve güzelleşme sürecine sağlam bir zemin hazırlamış oluruz.
Ulaşmak istediğimiz nokta vasatlık, yani orta hâllilik olunca iki üç kutupluluğu ifade eden bipolarlılıktan çıkış yolları arayacağız. Nedir peki bunun tedavisi?
İlaç kullanmalı mıyız?
Psikoloji uzmanları bipolara dair eş zamanlı izleyen iki terapi yönteminden bahseder. Birisi ilaç tedavisi diğeri ise uzmanından psikoterapi desteği almaktır. İlaç tedavisini biraz daha yakından inceleyelim. Bipolar hastalarına verilen ilaçların arasında duygu durumu düzenleyicileri ve antidepresanlar yer alır. Peki bu ilaçların yan etkilerinden haberimiz var mı? Kimimiz inceler fakat yan etkilerin ürkütücülüğüne rağmen başka çaremizin olmadığını düşünerek gözümüzü yumar kendimizi bu ilaçlara teslim ederiz. Ve birbirini izler daha önce tanımadığımız rahatsızlıklar.
Duygu durumunu düzenleyici ilaçların yan etkilerine birlikte bir göz atalım: Kilo alımı, uyuşukluk hâli, yerinde sabit oturamama, intihar hakkında düşüncelerin ve davranışların oluşma riskinin artması, sindirim sorunları, döküntü, tiroid bezlerini ve böbrekleri de olumsuz şekilde etkileyebilir ve doğum kusurlarına neden olduğundan gebelik sürecinde kullanımından kaçınmak gerekir.
Antidepresan kullanımında sık görülen yan etkiler ise şunlardır: Kilo alımı, iştahsızlık, mide bulantısı, uyku hâli, sersemlik, cinsel isteksizlik, kabızlık, ishal, aşırı bir neşe hali, sinirlilik ve heyecanlılık hâli. İnsan hayatının kalitesi bu kadar ucuzlaştırılmamalı, ilaçlardan kaynaklı yan etkilerden oluşan rahatsızlıklar hastalığın kendisinden beterse, ilaç kullanmanın kişiye ne getirisi vardır?
Bizler Allah’ın nimetlerini hatırlamalıyız. Rabbimizin hizmetimize sunduğu şifalı bitkileri ve sünnet tedavi yöntemlerini keşfetmeliyiz. Depresyon tedavisinde yararlı olan alternatif tedavilerin çoğu bipolarda da etkilidir. Bunun yanı sıra hayat düzeninde değişikliklerin yapılmasının depresyonda olduğu gibi bipolar tedavisinde de etken rol oynadığı söz konusudur. Yeterli uyku, hareket, egzersiz, olabildiğince kimyasal ürünlerden uzak bir yaşam tarzı, sağlıklı beslenme, diyete balık ve omega-3 yağ asitleri eklemek ve bununla birlikte, beyinde kimyasal dengesizliklere neden olan doymuş ve trans yağ alımını azaltmakta fayda vardır.
Müslüman’ın rahatlama ve sakinleşmesini sağlayan zikir, ibadet, dua ve namazın şifayı bulmanın asıl zeminini oluşturduğunu unutmamak gerek. Zira ne buyuruyordu
Rabbimiz hatırlayalım: “Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara suresi, 2:153)
Kısıtlama ve "yeni normal" arasında teknoloji-çocukebeveyn ilişkiler
Pandemi döneminde çocuklarda huysuzluk, sinirlilik, kaygı ve korku düzeyinin artması ile birtakım uyum ve davranış problemleri yaşanmaya başlandı. Uzmanlar birçok ailede ebeveyn-çocuk ilişkilerinin bozulduğuna dikkat çekiyor.
Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını sürecinde bilhassa okul öncesi eğitimdeki değişiklikler, teknoloji kullanımı, çocukebeveyn ilişkilerini de etkiledi.
İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şengül Mertol İlgar salgının hayatın bir parçası olduğu süreçte, yaşananlardan çocukların da fazlaca etkilediğini belirtiyor. İlgar, hem evde kalmanın hem ekran başında daha fazla süre geçirmenin olumsuz etkilerine dikkati çekti.
İlgar, salgının çocukların eğitim hayatlarına doğrudan yansıdığını ifade ediyor. Bu sayımızda İlgar’ın anlattıklarına kulak veriyoruz:
Salgın, çocuklarının eğitimlerinin kısmen de olsa sekteye uğramasına yol açtı. Belli bir süre okuldan, öğretmenlerinden ve arkadaşlarından uzak kalmak birçok okul öncesi dönem çocuklarında duygusal kırıklıklara, uyum ve davranış problemine yol açarken evde kalmak, ekran başında uzun zaman geçirmek bilişsel, duygusal, sosyal ve psiko-motor gelişimini sekteye uğrattı.
Birçok çocuğun dikkat süresinde azalmalar olurken, çocukların komut alması konusunda da sorunlar yaşanıyor.
DEĞİŞEN TEKNOLOJİ KULLANIMI VE ETKİLERİ
Çocukların fiziksel sağlıklarının yanı sıra ruhsal durumlarında da sıkıntılar görülürken, bu dönemde çocuklarda baş ağrılarının, mide-bağırsak rahatsızlıklarının, kurdeşen gibi alerjik hastalıkların da arttığı da kaydediliyor.
Uzun süreli evde kalmak çocuklarda ekrana maruz kalma süresini artırıyor. Çocuklar bu süreçte kimi zaman sıkıldığı için kimi zaman ebeveynler evden çalıştığı için internet ve teknolojik araçlara daha çok başvuruyor. Bu da çocuklarda uyku, beslenme sorunlarına, göz rahatsızlıklarının ortaya çıkmasına, ekranda yaşına uygun olmayan olumsuz mesajlardan, görsellerden, zorbalıklarında etkilenmesine, uyum ve davranış problemlerine neden oluyor. Evde uzun süre kalarak arkadaşlarından uzak olmak, medyadaki olumsuz haberlere maruz kalmak küçük yaş gruplarında süreci tam olarak anlamlandıramaması korku ve kaygılara neden oluyor. Normal düzene geçişte kreşlerin, anaokullarının ve gündüz bakım evlerinin açılmasının ardından çocuklarda daha farklı etkiler gözlemleniyor. Çocuklarda huysuzluk, sinirlilik, kaygı ve korku düzeyinin artması ile birtakım uyum ve davranış problemleri yaşanmaya başlandı. Birçok ailede ebeveyn-çocuk ilişkilerinin bozulduğunu görüldü. Ebeveynlerin korku ve kaygıları çocuklara yansıdı. Evde çocuklarıyla ne yapacağını bilemeyen bir kısım ebeveyn kendisi ve çocuklarını internete ve teknolojik ürünlere yöneltirken aslında bir kısmı da bunu fırsat bilip çocuklarıyla daha fazla zaman geçirme yoluna gitti.
Eğitim kurumlarının birçok kademede online eğitime de geçmesiyle, salgınla beraber insanlar kendilerini çevrim içi bir yoğunluğun içerisinde buldu.
Online eğitimde en çok okul öncesi ve ilkokul öğrencilerinin zorlandığı yönünde geri bildirimler alındı.
OKUL ÖNCESİ DÖNEMDE ÇOCUKLARI EKRANDAN UZAK TUTUN!
Özellikle okul öncesi dönem çocukların mümkün olduğu kadar ekrandan uzak tutulması önemli. Bu dönem çocuğun zekâsının çok büyük bir kısmının geliştiği, bedensel, duygusal ve sosyal gelişimin en hızlı olduğu dönemdir. O nedenle bu dönem bizler için çok değerlidir. Bu süreç ne kadar uyaran fazlalığı ile geçirilirse ne kadar planlı ve programlı etkinliklerle geçirilirse o kadar çocuklar açısından yararlı olmaktadır. Bu nedenle yıllardır çocukların çok erken yaşta okul öncesi kurumlara gönderilmesinin önemini vurguluyoruz. Kurumun sağladığı yararı ne aile ne de online eğitim veriyor.
Çocuklar online eğitimde, ekran karşısında hareketsiz kalıyor, bu nedenle motor becerilerin kullanılacağı birçok faaliyet gerçekleştirilemiyor. Çocuklar oyun yoluyla fiziksel olduğu kadar zihinsel, duygusal ve sosyal olarak da gelişiyor. Yüz yüze oynanan oyunlarla sosyalleşen çocuklar paylaşma, yardımlaşma, saygı, sevgi gibi birçok değeri kazanıyor.
Online eğitimin tamamen yok sayılamaz, ancak bu eğitim metodunun tamamlayıcı veya pekiştirici olarak kullanılması gerekiyor. Ebeveynler, çocuklarda internet ve ekran bağımlılığı oluşması ihtimaliyle tedirgin. Çocukların internette geçirdiği sürede gözle görülür bir artış yaşandı. Bu artış bizlere de kaygı yaşatmakla birlikte aslında çocuklarımıza öz denetim kazandırmak için de iyi bir fırsat oldu. Bu süreçte çocuklarımıza öz denetimi öğretmemiz ileride bu süreç geçtiği zaman bize ve çocuklarımıza çok faydalı olacaktır. FIKIH KÖŞESİ Pusula
Prof. Dr. Muhammet Şevki Aydın egitim@camiahaber.com
Yaşlıların Hayırlılığı Çocuklarına Geçer
Cicero’ya atfedilen bir söz var: “Gölgesinde serinleyemeyeceğini bile bile, genç nesillere ağaç dikmesini bilmektir yaşlılık.” Bu yaşlılığı, İslami değerleri özümsemiş dindarlar, en iyi biçimde yaşayabilirler. Bilinçli dindar yaşlılarımız, durmaksızın çeşitli biçimlerde genç nesiller için yararlı olmanın, üretmenin, iyilik tohumlarını sürekli ekmenin çabası içindedirler. Üstelik, yaptıkları her şeyi hasbî yaparlar; ibadet (kulluk) bilinciyle ve tam bir adanmışlıkla, onlardan karşılık beklemeden. Onların beklentileri sadece Allah’tandır.
Sahabenin, Müslüman kardeşlerine bu ruhla iyilik yaptıklarını Kur’an bildiriyor: “Onlar, kendileri ihtiyaç duydukları hâlde yoksul, yetim ve esirleri doyururlar (ve şöyle derler:) Biz, sizi Allah rızası için doyuruyoruz. Sizden herhangi bir karşılık, bir teşekkür beklemiyoruz.” (İnsan suresi, 76: 8-9) “Ensar, kendileri muhtaç bile olsalar muhacirleri kendilerine tercih ederler.”(Haşr suresi, 59: 9) Ashap, aralarında akrabalık bağı bulunmayan insanlara böyle davrandıklarına göre, onları örnek almaya özenen Müslümanların, bizzat kendi çocukları için böyle fedakârlıklarda bulunmamaları yakışık almaz. Hâliyle onların, yaptıkları iyilikleri başa kakma gibi incitici tavırları hiç ol(a)maz. Çünkü onlar, yapılan iyiliklerin, başa kakma ve incitici davranışlarla yok olacağını, “gönül alıcı güzel bir sözün ve bir kusuru bağışlamanın, peşinden incitme ve başa kakmanın geldiği sadakadan daha hayırlı olduğu”nu Kur’an’dan öğrenmişlerdir(Bakara suresi, 2: 261-3).
Böylesine ahlaki bir hayatı inşa eden yaşlıların oluşturduğu atmosferde büyüyenler, onların yaptıkları iyilik ve güzellikleri sevecekleri gibi onların kendilerini de seveceklerdir. Sevdirenler, sevdirdikleri ile hatırlanarak sevilirler. Sevilenler, sevenleri tarafından örnek alınırlar. Başta çocuklar ve gençler olmak üzere insanlar, sevdiklerine benzemek ve onlarla bir arada bulunmak için can atarlar. Yaşlıların ektikleri güzellik ve iyilik tohumları, çocuklarında filizlenir, dalbudak salar, meyveye durur. Bu meyvelerden onlar da, başkaları da yararlanır. Çocuklarından karşılık beklemeseler de, onlara Allah sadece ahirette değil, dünyada da iyiliklerinin karşılığını kat kat lütfeder. Kaldı ki, çocukları hasbelkader onlar gibi olamasalar bile, gördükleri ihsanları, güzellikleri nankörlükle karşılamaya cüret edemezler. Bir kahvenin kırk yıl hatırı yok mu? “Eğer iyi ve yararlı işler yapmaya devam ederseniz, bunu kendi iyiliğiniz için yapmış olursunuz. Eğer kötü işler yaparsanız, bunu da kendiniz için yapmış olursunuz.”(İsrâ suresi, 17:7) “Allah, kendisini görüyormuşçasına iyi ve güzel işler yapanların mükafatını asla zayi etmez.”(Yusuf suresi, 12:90)
Kadınlar Gençlik Teşkilatı Hilal Kursu İlk Mezunlarını Verdi
AVUSTURYA
Avusturya İslam Federasyonu Kadınlar Gençlik Teşkilatının düzenlediği Hilal Kursu üç yıllık eğitimin ardından ilk mezunlarını verdi.
Avusturya İslam Federasyonu, Arlberg Bölgesi Kadınlar Gençlik Teşkilatının düzenlemiş olduğu Hilal Kursundan 10 öğrenci mezun oldu. Mezuniyet 11 Ekim 2020 tarihinde, Dornbirn şubesinde yapılan bir törenle kutlandı. Pandemi tedbirlerine uyularak gerçekleşen törene öğrenciler ve anneleri katıldı. İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) Kadınlar Gençlik Teşkilatı Orta Öğretim Başkanı Kübra Çakır törene video konferans yoluyla iştirak etti.
“VASIFLI İDARECİLER OLARAK GÖREV ALACAKLAR”
IGMG Kadınlar Gençlik Teşkilatı (KGT) Orta Öğretim Başkanı Kübra Çakır öğrencileri ve annelerini tebrik etti. Çakır, “Üç yıllık eğitimi başarı ile tamamlayan öğrencilerimiz, şubelerimizde ve bölgelerimizde vasıflı idareciler olarak görev alacaklar. Bizim görevimiz, öğrendiklerimiz ile amel etmek ve bilmeyenlere öğretmektir.” dedi.
“AYDINLIK GELECEK, GÜNÜNÜ AYDINLATMIŞ GENÇLER SAYESİNDE OLACAK”
Arlberg KGT Başkanı Semra Yıldız, “Aydınlık bir gelecek, bu gününü aydınlatmış olan gençlerin sayesinde olacak” sözleriyle gençliğin önemine dikkat çekti. Hilal Kursu müdiresi Feyza Heybeli’nin üç yıllık eğitimi değerlendirmesinin ardından belge ve hediye takdimi yapıldı. Tören, annelerin kızlarına mezuniyet kuşağını takması ile sona erdi. Hilal Kursu mezunları, İslam Toplumu Millî Görüş şube ve bölgelerinde idareci olarak görev yapacaklar.
CIMG Alpes Bölgesi’nde Görev Değişimi
FRANSA
Fransa İslam Toplumu Millî Görüş Alpes Bölgesi Gençlik Teşkilatı Başkanlığı’na Mikail Tamtürk getirildi.
Fransa İslam Toplumu Millî Görüş (CIMG) Alpes Bölgesi Gençlik Teşkilatı Başkanı Mustafa Pala, görevini Mikail Tamtürk’e devretti. Programda, İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) Gençlik Teşkilatı Teşkilatlanma Başkanı Ahmet Sertkaya da hazır bulundu. Sertkaya görev değişimi ile ilgili olarak, “8 yıldır Gençlik
Teşkilatı Bölge Başkanlığı görevini ifa eden Mustafa Pala’ya teşekkürlerimizi sunuyoruz.” ifadelerini kullandı. sında, “Bu görevde olmak elbetteki şereflerin en büyüğü. Bizler, IGMG olarak herkese kapılarımızı açıyoruz, açacağız. Bizler birer doktor gibi herkesin derdini dinlemek ve mümkün olduğu kadar insanımıza, gençlerimize yardımcı olup, onları kucaklamalıyız.” diye kaydetti. Ayrıca göreve atanan Mikail Tamtürk’e görevinde başarılar diledi.
“GÖREVİ EN GÜZEL ŞEKİLDE YERİNE GETİRMEK İÇİN GAYRET EDECEĞİM”
Mikail Tamtürk ise yaptığı konuşmada, Mustafa Pala’ya teşekkür ederken, “Ben de bu görevi en güzel şekilde yerine getirmek için gayret edeceğim.” ifadelerini kullandı.
BIR AYET
Müminler arasından hayasızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, dünya ve ahirette can yakıcı azap vardır. Allah bilir, siz ise bilmezsiniz. (Nûr suresi, 24:19)
BIR HADIS
Size Müslümanın kim olduğunu bildireyim mi? Müslüman o kimsedir ki, diğer insanlar onun elinden ve dilinden emin olurlar. (İbn Hacer el Askalani, Muhtasaru’l Bezzar, 1/464.)
Fıkıh Köşesi
M. Hulusi Ünye m.unye@igmg.org
KORONA DÖNEMİNDE SILA-İ RAHİM
Sıla “bağ, birini diğerine bağlayan ilişki, bir çeşit iyiliği birine ulaştırmak” anlamlarına gelir.¹ Rahim ise akrabalık, yakınlık ve ahbaplık demektir. Dolayısıyla sıla-i rahim akrabalık bağının koparılmaması ve canlı tutulması demektir. Sıla-i rahimde en başta ana, baba ve diğer yakın akrabalarla olan bağı korumak gelir. Bu bağın korunması Hanefî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre vaciptir. İmam Nevevî, Şâfiîlere göre sıla-i rahimin vacip olduğunu belirtir.² Sıla-i rahimin muhafazası son derece önemlidir. Özellikle en yakınlardan başlayarak anne/babanın ve sırayla diğer akrabaların ziyaret edilmesi ve haklarının görülüp gözetilmesi en başta gelen sıla-i rahim hakkıdır. Nitekim Rabbimiz Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de; Peygamber Efendimiz (a.s.) da mübarek hadislerinde bu vecibenin korunmasına dair emirler ve uyarılarda bulunmuşlardır. Hâlid b. Zeyd (r.a.) anlatıyor: “Bir adam Hz. Peygamber (a.s.)’a geldi ve “Yâ Resûlallah; beni cennete sokacak bir ibadet söyler misiniz?” dedi. Resûlullah (s.a.v.) şu cevabı verdi: “Allah’a ibadet eder ve Ona hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namaz kılar, zekât verir ve sıla-i rahim edersin.”3 Bu hadîs-i şerifte de ifade edildiği gibi, sıla-i rahim korunmalıdır. Çünkü neticesinde cennet vardır. Korunması vacip olan sıla-i rahimin yerine getirilmesi ise çeşitli şekillerde olur. Başta fiziki anlamda sıla-i rahim hakkı olanlar bizzat zaman zaman ziyaret edilmelidir. Hâl ve hatırları sorulmalıdır. İhtiyaçları karşılanmalı ve gönülleri bizzat alınmalıdır. Fiziki olarak ziyaret etmeye engeli olanlar ise yine aranmalı, sorulmalı ve imkân dâhilinde uzaktan da olsa ilişkiler canlı tutulmalıdır. İletişim vasıtalarıyla irtibata geçilmelidir. Bazı zamanlarda ise ortaya çıkan bazı engeller sebebiyle sıla bağlarını kurmakta zorlanabiliriz. Bugün bütün dünyayı etkisi altına alan korona pandemisi döneminde bilhassa fiziki olarak yakınlarla bir araya gelmek neredeyse imkânsız hâle gelmiş durumdadır. Özellikle korona teşhisi konmuş veya korona riski olan büyüklerin yanlarına varmak sağlığı tehlikeye atmak demektir. Bizde virüs var da onlara bulaştırırsak ya da onlardan biz virüs kaparsak netice itibarıyla her durumda problemler söz konusu olacaktır. Bu gibi durumlarda fiziki irtibat yerine uzaktan uzağa bağlarımızı canlı tutmamız gerekir. Çünkü sıla da önemli, sağlık da önemlidir. Nitekim Efendimiz (a.s.), “Bir yerde veba çıktığını duyarsanız oraya girmeyiniz, bulunduğunuz yerde veba çıkmışsa oradan ayrılmayınız.”4 buyurmuştur. Böyle yapmakla sıla-i rahimi terk etmiş olmayız. Uzaktan da olsa sıla-i rahim bilinciyle hareket ederiz; varsa ihtiyaçları olabildiğince yaklaşarak karşılama yoluna gideriz. Allah her şeyin en iyisini bilir.
El-Bahru’r Râik, 8/508; Mugni’l Muhtac, 2/405; İbn Hacer, Ez-Zevacir, 2/65 İbn Âbidîn, 5/264; Kifayetu’t Talib er-Rabbânî, 2/339 Buhârî, Zekât, 1 Buhari, Tıbb 30, Enbiya 50, Hiyel 13; Müslim, Selam 92, 2218; Muvatta, Cami 23, 2, 896; Tirmizi, Cenaiz 66, 1065.
HAYATI KUR’AN’A UYDURMAK, KUR’AN’I HAYATA DEĞİL
Rabbimizin bizlere dünya bile edemez. Ama öyle yorumlarla, hayatını tanzim etmek üzere öyle uygulamalarla karşılaşıyoruz ki, bir hayat rehberi olarak sanki bu cevap verilmiş oluyor. Allah gönderdiği Kur’an’dan kendi hevâ ve hevesine göre Kur’an’ı nasibimizi ne kadar alabiliyoruz diye anlama yanlışlığına düşmekten bir muhasebe yaptığımızda çok acı bir hepimizi korusun! hakikat ile karşı karşıya gelmekteyiz. Ve görmekteyiz ki, Kur’an ile aramızda Buradaki asıl mesele, Kur’an’ı anlama epeyce bir uzak mesafe vardır. gayreti ile Kur’an’ı kendi heva ve Nasıl olmasın ki? Eğer bu Kur’an farkı idrak edebilmektir. Birincisi, her Rabbimizin ifadesi ile “kendisinde yönüyle bir mucize olan Kur’an’a nasıl şüphe olmayan kitap, Allah’a karşı uyulabileceğinin çabası ve gayretidir. gelmekten sakınanlar için yol gösterici”¹ İkincisi ise yukarıdaki ayetin de ifade ise ve bizler hâlâ doğru yolun dahi ettiği gibi “Allah’a din öğretme” ne olduğunu bilemiyor gayreti. isek, hayatımızı Kur’an’a uydurmamışız Bir Müslüman, demektir. Kuran’ın bazı “Ey insanlar! İşte ayetlerini farklı Ve yine eğer “Gerçekten size Rabbinizden bir yorumlayabilir, bu bu Kur’an en öğüt, kalplere bir şifa mümkündür. doğru olan yola götürür ve ve inananlar için yol Ama kendi görüşüne iyi işler yapan gösterici bir rehber ve uydurmak için müminler için rahmet (olan Kur’an) bu yorumları büyük bir mükâfat olduğunu ve ahirete geldi.” zorlayamaz; hele ki çeşitli inanmayanlar için gerekçelerle bu elem dolu bir azap zamanda kadar hazırladığımızı müjdeler.”² herkesin bu ayetleri ise ve biz her türlü meselemizde yanlış anladığını hiç iddia kendisine müracaat etmeyi bile edemez. akledemiyorsak, elbette ki Kur’an’a uymak gibi bir iddiamız olamaz. Ya da toplumsal ve kültürel değişim ve Bu temel problemimizin yanı sıra tarihsel olduğu, geçerliliklerinin izafi Kur’an’a müracaat edip de Kur’an’ı olduğunu iddia etmesi gibi bir yargıya kendi anlayışımıza uydurma, kendi varması kesinlikle doğru olamaz. durumumuza göre yorumlama ve ona Zaman, kültür, algı, anlayış ve kavrayış göre anlam verme durumu söz konusu değişir ama Kur’an’ın getirdikleri ki, işin asıl acı yönü de burasıdır. Haşa değişmez. Değişikliğe uğrayan bir bu sanki, yine Rabbimizin ifadesi şey ile de değişmeyecek olan bir şey ile “(Ey Muhammed!) De ki: Siz değiştirilemez. Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz?”³ hevesine göre anlama arasındaki algı farklılığı sebebiyle bazı ayetlerin sorusuna evet cevabı vermek gibi çok Çünkü bu Kur’an “iman edecek bir aşırı bir kibir ifadesidir. topluluğa bir hidayet ve bir rahmet Elbette ki hiçbir Müslüman gerçekte olması için bir ilim üzere çeşitli böyle diyemez, böyle demeye niyet biçimlerde açıklanarak”⁴ inmiş bir kitaptır. Ve bu kitap, “Ey insanlar! İşte size Rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifa ve inananlar için yol gösterici bir rehber ve rahmet (olan Kur’an) geldi.”⁵ diye bildirilen bir kitaptır.
Demek oluyor ki biz Müslümanlar Kur’an’ı bir iman, hidayet, rahmet, öğüt, şifa, yol gösterici rehber olarak bilmek, buna göre bu kitabı öğrenmek durumundayız. Fikrimiz, zikrimiz, konuşmamız, hayatımız bunu anlamak üzere meşgul olmalıdır. Hayatımız Kur’an’ın rehberliğinde yol almalıdır.
Görüyoruz, duyuyoruz, seyrediyoruz! Kimi Müslümanlar Kur’an’a uymaktan sıkılıyorlar. Kur’an’ı reddetmiyorlar ama alışageldikleri hayat tamamıyla Kur’an’ın istemediği şekilde örülmüş. Bazen de özellikle ramazan ayında Kur’an’ı hatmederler de hayatlarında Kur’an’a göre bir değişiklik yapmaktan uzak dururlar. Bu şekildeki bir yaşantı Kur’an’a uyma değil, Kur’an’ı hayata uydurmak demektir.
Kur’an’a uymayıp da onun kitabımız olduğunu iddia etmek ne kadar da gülünç oluyor değil mi? Öyle ise Rabbimiz katında rezil olmaktansa şimdiden hayatımızı Kur’an’a göre düzenleme gayretine girelim. Aksi takdirde bizleri şu acı akıbet bekleyecektir: “Kim Rahmân’ın zikrini görmezlikten gelirse biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda olduklarını sanırlar.”⁶
1. 2. 3. 4. 5. 6. Bakara suresi, 2:2 İsrâ suresi, 17:9-10 Hucurât suresi, 49:16 A’râf suresi, 7:52 Yûnus suresi, 10:57 Zuhruf suresi, 43:36-37
Hadis Günlüğü
Prof. Dr. Zekeriya Güler hadis@camiahaber.com
Müminin Dikkat Ve Teyakkuzu
Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Mümin bir yılan deliğinden iki defa ısırılmaz/ sokulmaz.”1
İmam Buhârî’nin (v. 256/869) bab başlığı olarak da zikrettiği bu hadisin ardından, “Muâviye şöyle demiştir: Ancak tecrübeli olan kimse hakîmdir/ tecrübe sahibinden başkası hikmet adamı değildir (lâ hakîme illâ zû tecribetin)” tarzında zikrettiği söz, hadisin nasıl anlaşılması ve yorumlanması gerektiğine dair ipuçları vermektedir.
Hadisin, “Mümin bir delikten iki defa ısırılmaz” şeklinde tercüme edilmesi de mümkündür. Orijinal metinde geçen “Lâ yüldağu” (ısırılmaz) fiili, sonu zammeli nefiy/ ihbârî olarak okunduğu gibi, “Lâ yüldağ” (ısırılmasın) şeklinde nehiy/ inşâî olarak da okunmuştur.² Ancak meşhur ve maruf olan okuyuş birinci şekildir. Nitekim hadisin vürud sebebi bu tercihi haklı kılmaktadır:
Peygamber (s.a.v), şâir Ebû Azze’yi Bedir günü esir almıştı. O, çoluk çocuğunu hatırlatıp yalvararak sataşmayacağına ve hicvetmeyeceğine dair söz verince Peygamber (s.a.v.) salıverdi. O da kavmine gitti. Sonra hiciv ve sataşmasını yine sürdürerek müşrikleri Müslümanlar aleyhine kışkırttı. Nihayet Uhud günü Peygamber (s.a.v.) onu esir aldı. Fakat o yine yalvararak bırakılmasını istedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v), “Mümin bir delikten iki defa ısırılmaz.” buyurdu.
Hadis, müminin dikkatli ve müteyakkız olup şuur ve basiretle hareket etmesi, gerek uhrevî, gerekse dünyevî; ictimâî, ahlaki, iktisadi veya siyasi hangi sebepten olursa olsun bir kez ortaya çıkan zarar ve mağduriyetin ikinci kez tekrarlanmaması için aldanmaması ve gafil avlanmaması gerektiği mesajını vermektedir.
Buhârî, Edeb, 83; Müslim, Zühd, 6; Ebû Dâvud, Edeb, 29; İbn Mâce, Fiten, 13; Dârimî, Rikâk, 65; Ahmed b. Hanbel, II, 115, 379. Nevevî, Şerhu sahîh-ı Müslim, XVIII, 169; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, X, 530; İbn Melek, Mebârıku’l-ezhâr, I, 258. Şâir Ebû Azze, İmam Nevevî’nin söz konusu Şerhu sahîh-ı Müslim’inde Ebû Ğurra şeklinde geçer. Bunun, yazma nushadaki ze harfinin noktasının ayn harfine ait olduğu sanılarak bir okuma hatasından kaynaklandığı görülür. Zira bizzat İmam Nevevî (bkz. Tehzîbü’l-esmâ ve’l-luğa, II, 538) “ayn harfinin fethası ve ze harfinin şeddesi ile” diyerek künyenin Ebû Azze tarzında okunması gerektiğini belirtir.
Dünyanın Bir
De Ötesi Var Z aman, hayatın ve ömrün kendisidir. Ana sermaye zamandır ve bu sermayenin kıymetini bilmek gerekir. Zamanı kıymetlendirmek de güzel işler yapmakla "Ölümü en çok hatırlayıp ölümden sonrası için en iyi hazırlık yapanlar mümkündür. Dünyadaki planlar insanın dünyadaki konumuna göre yapılmalıdır. zeki adamlardır." İnsanın dünyadaki konumu yolcu gibidir. Bir yolcunun dünyada kalacağı miktar hatırlayıp ölümden sonrası için en iyi haneredeyse konaklama miktarı kadardır. zırlık yapanlar zeki adamlardır.’ buyurdu.”7 Bu konaklama miktarıyla ebedî âlem olan cennet kazanılacaktır. Bu kısa zamanı be- Ölümü hatırlamak, insana dünyayı terk reketli ve faydalı kılabilmek için planla- ettirmemelidir. Aslolan dünyanın ahimak gerekir. Abdullah b. Ömer (r.a.) şöyle rete engel olmasını engellemektir. Ölüdemiştir: “Resûlullah benim omzumu tut- mü hatırlamanın kişiye en az üç faytu ve bana, ‘Dünyada tıpkı bir garip, hatta dası vardır: Hemen tövbe eder, dünya bir yolcu gibi ol.’ buyurdu.”¹ tamahkârlığını terk eder ve dünya için Yine Abdullah b. Ömer (r.a.) şöyle demiştir: “Akşama kavuştuğunda sabahı bek- İyi bir planda olması gerekli olan bazı leme (hemen yürü, zamanım yok deme, hususlar şunlardır: İlimden her gün nadurma). Sabaha çıktığında da akşamı siplenmeye gayret edilmelidir. Bu konuda bekleme (nasıl olsa daha gençsin, hele va- Allah, “De ki: Ey Rabbim! Benim ilmimi kit var deme). Sağlıklı günlerinde, hasta- artır.” buyurmuştur.⁸ Maddi manevi ilerlanacağın vakit için, hayatın boyunca da lemenin şartı önce ilimde ilerlemektir. öleceğin zaman için tedbir al!”² Herkes kendi konumuna göre ilimden İnsan her an ölüm gelebilir düşüncesiyle öğrenip, öğretecektir. Talebe ise belli sevasiyetini yanında yazılı taşımalıdır. Bu viyeye kadar sadece alıcı olmalı, sonra da konuda Hz. Peygamber bir hadîs-i şerifte kontrollü bir şekilde ilmini aktarmaya çaşöyle buyurmuştur: “Vasiyet etmeye de- lışmalıdır. Dinleyen ise ilmi, niyeti, ameli, ğer bir şeyi bulunan Müslüman’ın vasiye- eseri sağlam bir cemaat bulmalı ve ilim ti yanında yazılı olmadan iki gece (Müs- halkasında bulunmalıdır. İlimden kontlim’in başka bir rivayetinde ‘üç gece’) rollü bir şekilde istifade etmelidir. Dinlegeçirmesi doğru değildir.”³ Bu hadise dair yenler için ilimle ilgili hummalı bir çalışAbdullah b. Ömer (r.a.) şöyle demiştir: ma yapılmalıdır. Üç, beş veya yedi günlük “Resûlullah’ın bu sözünü duyduğumdan eğitim kampları düzenlenmelidir. Haftaberi, yanımda vasiyetim olmadan bir gece lık veya günlük dersler tertip edilmelidir. bile geçirmedim.”⁴ Borçlar, Hakk’a ve halka ait olmak üze- önemlidir. Harcadığımız zamanın hesare ikiye ayrılır. Bu hususta Hz. Peygam- bını verebilmeliyiz. Ebû Berze el-Eslemî ber şöyle buyurmuştur: “Yedi şey gelip (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre, Resûçatmadan iyi işler yapmaya bakın. Yoksa siz, insana görevlerini unutturan fakirlikten, azdıran zenginlikten, hâlsiz bırakan hastalıktan, bunaklaştıran ihtiyarlıktan, gelmesi beklenen şeylerin en fenası Deccal’den, belası daha büyük ve daha acı olan kıyametten başka bir şey mi gözlüyorsunuz?”⁵ Ölümü daima hatırda tutmak ve sürekli anmak gerekir. Zira ölümü düşünen, gideceği yere göre hayatını tanzim eder. Bununla ilgili Hz. Peygamber, “Lezzetleri/zevkleri bıçak gibi keseni (ölümü) çok hatırlayınız!”⁶ buyurmuştur. Abdullah b. Ömer (r.a.) şöyle anlatıyor: “Ensardan bir adam gelip selam verdi ve ‘Ya Resûlallah! Hangi mümin daha faziletlidir?’ diye sordu. Hz. Peygamber, ‘Ahlakı en iyi olan mümindir.’ buyurdu. O zat yine: ‘Ya Resûlallah! Hangi mümin daha zekidir?’ dedi. Hz. Peygamber, ‘Ölümü en çok kimse ile kavga etmez. nasiplenmelidir. Âlim ise her gün ilim Zamanı nerede ve niçin harcadığımız lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir kul, kıyamet gününde ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne amel işlediğinden, malını nereden kazanıp nereye harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorguya çekilmedikçe kulun iki ayağı (bastığı yerden) kıpırdayamaz.”⁹
Zamanı harcarken nefsimizin arzusuna ne kadar, Allah’ın arzusuna ne kadar harcadığımızı daima göz önünde bulundurmalıyız. Planlarımızda sağlığımıza, ilme, işe, aileye, tebliğe, akrabaya ve dostlara vakit ayırmalıyız.
Her hareketimizde Allah’ın rızasını kazanmak, insanlara ve kendimize daima sadaka olacak iyi işler yapmalıyız. Bunlar tesbih, tahmîd, tekbir, tehlîl, istiğfar ve diğer virdlerimizi çekmektir. Marufu emir, münkerden nehyetmektir. Kuşluk namazı kılmaktır. Yoldan eziyet veren şeyleri kaldırmaktır. Din kardeşini güler yüzle karşılamaktır. İki kişi arasında adaletle hükmetmektir. Herhangi bir kişinin bineğine binmesine yardım etmektir. Güzel söz söylemektir. Abdestimizle günahlarımızın döküldüğünü idrak etmektir. Namaz için mescide doğru attığımız her adımın bilincinde olmaktır. Susayan köpeğe su vermektir. Cuma günü özenle cuma namazına gitmek ve hutbeyi dinlemektir. Yaz günlerinde oruç tutmaktır. Her meşru ve güzel iştir. Ağaç dikmektir.
1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. Ahmed b. Hanbel, Müsned, VIII, 383 Buhârî, Rikâk, 3; Tirmizî, Zühd, 25 Buhârî, Vesâyâ, 1; Müslim, Vasiyyet, Müslim, Vasiyet, 4 Tirmizî, Zühd, 3 Tirmizî, Zühd, 4 İbn Mâce, Zühd, 31 Tâhâ suresi, 20:114 Tirmizî, Kıyamet, 1
Vakıf yapmaktır.
İslam Toplumu Millî Görüş Genel Başkan Yardımcısı ve İrşad Başkanı Celil Yalınkılıç ile İslam’a, Peygamberimize ve Müslümanlara hakaret karşısında alınacak tavırlar üzerine konuştuk.
İLHAN BİLGÜ
Hocam aslında bu röportajda en sonda sormamız gereken soruyu baştan sorayım. Bazı kendilerine Müslüman diyenlerin, İslam ve Müslümanlar adına şiddet içerikli tepkilerine ve hatta insanları öldürmesine karşı nasıl tavır alacağız? Mesela
Nice’de meydana gelen saldırıya? Güvenlik güçleri gerekeni yapacaktır. Bize de failleri lanetlemek düşer. Zira o ellerine bıçak ve silah alarak diğer insanları öldürenler İslam’a ve Müslümanlara hakaret edenlere destek, sebep ve gerekçe üretmektedir. Üstelik daha önceki saldırılarda da gördük, mağdurların arasında Müslümanlar da olduğu gibi, İslam’a hakarete karşı çıkanlar da var. Bu yol, Müslümanların yolu değildir. Biz Müslümanlar, dinimizin ve medeniyetimizin bize öğrettiği çerçevede hareket etmekle mükellefiz. Haksızlığa ve hakaretlere karşı geliştireceğimiz tavır ve eylemlerin hiçbir aşamasında hukuktan ve medeni davranış tarzından ayrı hareket etmemiz mümkün değildir. Bizim üzerimize düşen şey, izzet ve vakarımızı koruyarak aklıselim ile hareket etmek ve hiçbir surette provokasyonlara gelmemektir.
Bu bağlamda, Fransa bağlantılı olarak Peygamber Efendimize hakaret içeren karikatür saçmalığı yeniden gündeme geldi. Allahımıza, Peygamberimize ve inançlarımıza yapılan hakaretlere karşı genel tavrımızı biraz daha açsak? Kutsallarımıza yapılan saldırılara göstereceğimiz tepkiden önce bizler, Müslümanlar olarak, farklı inanç mensuplarının kutsallarına hakareti asla tasvip etmeyen İslam medeniyetinin mensupları olduğumuzu hatırlamalıyız. O sebeple, en önemli kutsallarımızdan ve kıyamete değin müminlerin gönlündeki muteber yerini koruyacak olan Hz. Muhammed (s.a.v.)’i istiskal eden eylemlere, yeryüzünde medeniyetin beşiği olma iddiasındaki bir coğrafyada şahit olmaktan kaynaklı büyük bir şaşkınlık içerisindeyiz. Olup bitenlere Müslümanlar, kelimenin gerçek anlamıyla şaşırmaktadırlar. Çünkü medeni ülkelerdeki kutsallara yönelik saygısızlığı anlamakta zorlanmaktadırlar. Hümanizmin, yani insanı hayatın merkezine aldığı iddiasındaki bir ideolojinin dünyada bayraktarlığını yapma hevesinde olan Fransa gibi ülkelerin kutsallara hakaret olarak algılanan eylemleri, bizatihi insan denen mefhuma hakaret anlamına gelmektedir. Çünkü kutsal mefhumuna sahip yegâne varlık insandır ve insanı diğer varlıklardan ayıran önemli hususlardan birisidir.
Biz, bize yapılan bu saldırıları yapanların seviyesine hiçbir zaman düşmeyecek, hikmetle, sabırla ve vakarımızla tepki vereceğiz. Asla o seviyeye düşmeyeceğiz. Tepki denilerek yapılan bu saldırıların, kutsallarımıza yapılan saldırılardan daha fazla bizi rahatsız ettiği ortadadır. Çünkü bizim yolumuz, hikmet ve basiretle cevap vermek ve bu şekilde tepki göstermektir.
Bizim kutsalımıza hakaret, Peygamberimize hakaret Peygamberimizin değerine zarar verir mi?
Asla veremez, aksine daha da değerli kılar. Hakaret ve kem söz sahibinindir. Yani kim hakaret ediyorsa, hakareti o hak ediyor demektir. Kim Peygamberimiz hakkında kem söz söylüyorsa bizzat kendisi o sözün tanımı içinde yer alır. Hz. Peygamber Efendimiz ve diğer kutsallarımıza yönelik hiçbir istiskal ve hakaretin, ne âlemlerin efendisi olan Hz. Muhammed (s.a.v.) ne de diğer kutsallarımızın itibarını zedelemesi mümkün değildir. Bilakis, bu menfi hareketlerin sahipleri, insanlığın vicdanında yargılanmaya mahkûm olmaktadır ve tarihin önünde kendi medeniyetlerini lekelemektedirler. Bütün bunların hepsine vereceğimiz cevap Furkân suresindeki şu âyet-i kerîmedir: “Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, ‘Selâm!’ der geçerler.” (Furkân suresi, 25:63)
Bu bağlamda, “Ey müminler! Allah’tan başkasına yalvaranlara, tapanlara sövüp de cahillikle atılarak Allah’a sövmelerine sebep olmayın!” (En’âm suresi, 6:108) ayeti bir cevap olabilir mi? Ecdadımızın, ilhamını İslam ahlakından alarak söylemiş olduğu hikmetli bir söz olan “Kem söz sahibine aittir.” şeklindeki kelam-ı kibarını yeniden düşünmek zorundayız. İlgili ayet, “Ey Müslümanlar bakın! Sizin yaptığınız bu kötü tepkiler, başkalarının taptıklarına sövmeniz cahilliktir. Bu cahillik en sonunda Allah’a hakaret etmelerine bile yol açar. Siz Müslümanlar bunun altından kalkamazsınız.” şeklinde anlaşılmak zorundadır.
Yani daha bugün sadece şu Paris ve Nice saldırılarını örnek göstermek buna yeter. Kaybeden, zarara uğrayan Müslümanlar değil mi? Herkes İslam’ı mahkûm etmiyor mu? Onun içindir ki, Müslümanlar olarak bizler, eylem ve söylemlerimizde nezaheti ve nezaketi asli üslup olarak belirlemekle görevliyiz. Bireysel ve toplumsal hayatın her aşamasında, müspet hareket etmekle yükümlüyüz. İnsanların sahip oldukları inançlara ve düşüncelere hakaret etmemize, sahip olduğumuz İslam ahlakı asla müsaade etmemektedir. Sahip olduğumuz bu ahlakın tarihsel olarak en önemli getirisi, bugün dahi güncel medeniyetler tarafından hakkıyla ikame edilemeyen bir arada yaşama kültürünü haiz çoğulcu topluma sahip bir İslam medeniyetiyle iftihar etmemizdir. Müslümanlar olarak bizlerin, yaşadığımız gayrimüslim toplumlara kazandıracağı en önemli değer, inançlara ve düşüncelere yönelik tahammül ve saygı ahlakıdır.
Peygamberimizin bu dünyayı teşriflerinin yıl dönümünü geçtiğimiz günlerde idrak ettik. Onun bize tebliğ ve beyan ettiği ilahî kitap Kur’an’da “Andolsun, Allah'ın Resulünde sizin için güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb suresi, 33:21) buyuruluyor. Bu örneklik nasıl bir örnekliktir?
Tüm varlıklar içerisinde sadece insan, yaşadığı hayatı anlamlandırma kaygısına sahiptir. Bireysel ve toplumsal hayatını şekillendirmek için sağlam bir akli ve vicdani dayanak arayışı, insanı âlemde üstün kılan özelliklerdendir. Dünyadaki yaşamına mana ve değer katmaya yönelik arayışını teorik düzlemde salim bir aklın gereğine uygun düşecek sistem oluşturarak sonuçlandırır. Ya da geniş halk kitlelerinin (avam) yaptığına benzer bir şekilde, bu arayışında kendisine, kılavuzluğundan hiç şüphe duyulmayan ve her hâliyle örnek alınabilecek mütekamil bir şahsiyeti yani Hz. Muhammed (s.a.v.)’i mihmandar kılar. Hayatının anlamını ve değerler dünyasını belirlemede bu şahsiyet, kendisine güven duyan kişiler nezdinde tümüyle taklit mercii hâline gelir.
Hz. Muhammed (s.a.v.) kendisine duyulan imandan beslenen güven duygusundan kaynaklı olarak söz, fiil ve takrirleriyle mükemmel bir örnek teşkil etmektedir. Söz konusu olan bu örneklik, yüce Peygamberimizin sahip olduğu günlük hayatın akışı içerisindeki tüm rolleri kapsamaktadır. Malum olduğu üzere, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in özel aile hayatından başlayan ve toplumsal yaşamın birçok alanına uzanan farklı rolleri vardı. Eş, baba, arkadaş, devlet adamı vs. gibi. Ve bunların hadis literatüründe kayıt altında olması, müminler için onu örnek almada büyük bir imkân sağlamaktadır. Tarihte başka şahsiyetlerde olmadığı kadar, özellikle risaleti sonrasında hayatının her ayrıntısına vâkıf olunmasının hikmeti, kıyamete değin insanlığa her yönüyle örnek teşkil edebilmesidir.
Öte yandan yine bir başka ayette “Ve seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ suresi, 21:107) buyurulmaktadır. Bu ayette rahmet olarak tanımlanan hususlar nelerdir?
Yüce Peygamberimizin âlemlere rahmet olarak gönderilmesinin öncelikli muhatabı insandır. Hz. Muhammed (s.a.v.)’e iman ve onu örnek almak, itikadi sahada doğru inancı pekiştirerek, düşünce istikametini kaybetmiş insanların fikrine istikamet kazandırır. Hayatta yolunu şaşıranlara bir hayat kılavuzudur.
Ahlaki değerleri aşınmış insanlara güzel ahlakı hatırlatıcıdır. Dünya saadeti isteyenlere, huzur ve mutluluğun yollarını gösterir. Ahiretini düşünenlere ebedî yurdun saadet anahtarını sunar. Toplumsal birlik ve beraberlik için bir iksirdir. Kısacası dinî ve dünyevi, insanların bütün ihtiyaç ve taleplerini karşılayan İslam’ın Peygamber Efendimizle gönderilmiş olması, insanlığa Allah’ın en büyük rahmetidir. Tefsir Köşesi
Prof. Dr. Saffet Köse tefsir@camiahaber.org
Alternatifi Olmayan Statü: Annelik - 1
Beşikte konuşan Hz. Îsâ: “Nerede olursam olayım, o beni kutlu ve bereketli kıldı; hayatım boyunca bana namazı, zekâtı ve anneme saygılı olmayı emretti…” (Meryem suresi, 19:31-32)
İslam’ın iki ana kaynağı Kur’ân-ı Kerîm’de ve Hz. Peygamber’in sünnetinde anne-çocuk ilişkisine özel bir önem verildiği, bunun sadece insana mahsus bir gerçeklik değil tüm canlılar için geçerli ilahî bir yaratılış yasası olduğu görülür. Bu da anne-çocuk/ yavru ilişkisinin çok özel ve derinlikli olduğunun ifadesidir. Günümüzde yapılan bazı araştırmalarda da annenin çocuk için özel konumuna vurgu yapan tespitlere yer verilmiştir.
Annenin en önemli rolü çocuğuna şefkat transfer etmesi, onu sevgi ile yoğurmasıdır. Dinî literatürde şefkatin anne üzerinden tasvir edilmesi ve örneklendirilmesi annenin bu konudaki özel oluşuna işaret eder. Psikiyatr Nevzat Tarhan’ın belirttiği üzere şefkat sevginin en ileri boyutudur, ruhsal bir enerjidir ve çocuklar açısından en değerli kaynaktır, annenin çocuğa en değerli hediyesidir. Dolayısıyla anne sevgisi çocuğun gelişiminde hissettiği en temel ihtiyaçtır.
Modern psikiyatri, çocukların anne kucağından mahrumiyetini en temel depresyon sebeplerinden birisi kabul etmiştir. Bu tez, modern sosyolojinin günümüz çocuklarında “anneden yoksunluk sendromu” oluştuğuna dair tespiti ile de desteklenmiştir. Günümüz sosyal ve ekonomik düzeni anne ile çocuğun yeterli ve kaliteli zaman geçirebilmesini yeterince sorun edinmediğinden anneden yoksunluk ve sevgi eksikliği çocuklarda psikopatik eğilimlerin gelişmesinin zeminlerinden birisi olmuştur. Son zamanlarda gündem olan şiddetin bu konu ile ilgisi var mıdır? Düşünmeye değer!
“Biz insandan, anne-babasının üstüne titremesini istedik. Hele annesi, onca sıkıntılar sonucu güçten düşmesine aldırmayarak onu rahminde taşımıştır...” (Lokmân suresi, 31:14) ayetinde anne-baba beraberce zikredildikten sonra bir de ayrıca anneye yer verilmiştir. Hz. Peygamber de “İyilik etmeme en layık kimdir?” sorusuna üç defa peş peşe “Annendir.” şeklinde aynı cevabı vermiş, dördüncü defa tekrar sorulduğunda “Babandır.” demiştir. (Buhârî, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1, 2)
Annenin babadan bir adım önde oluşunun sebebi çocuk açısından annenin alternatifinin bulunmamasıdır. Onu vazgeçilmez kılan, baba ve diğerlerinde bulunmayan annelik sevgisi ve şefkatidir ki bu bakımından onun yerini bir başkası alamaz. Hz. Îsâ’nın başta verilen ayette annesine saygıyı özellikle zikretmesi de bu açıdan anlamlıdır.