16 minute read

İmam Gazzâlî’nin Beş Şüphesi: Bilgi Edinme Yolları Üzerine Yeniden Düşünmek

Next Article
Nedenler Kitabı

Nedenler Kitabı

İMAM GAZZÂLÎ’NİN BEŞ ŞÜPHESİ: BİLGİ EDİNME YOLLARI ÜZERİNE YENİDEN DÜŞÜNMEK

Eşref Altaş*

Advertisement

elsefenin tanımlarından biri “İnsanın gücü ölçüsünde eşyanın hakikatini bilmesidir.” şeklindedir. Bu tanım, “eşya” ve “eşyanın hakikati” ifadelerini içermesi bakımından ontolojik, “insanın gücü” ifadesini içermesi bakımından psikolojik meselelere gönderme yapar. Tanımın ikinci kısmı ise felsefe tarihinin cevaplanması güç epistemolojik meselelerine işaret eder.

İnsanın bilgi edinme yolları (esbâbü’l-ilm) nelerdir? Mesela duyular bilgi verir mi, yoksa bilginin oluşması için veri mi sağlar? Geleneksel malumat, duyu algıları ve aklın bilgileri güvenilir mi? Dahası duyu ve aklı aşan bilgi yolları var mı? Masum imam, müşahede ve nübüvvet insan için birer bilgi kaynağı mıdır? Bilgi sebepleri mevcudatın tamamına dair bilgi verebilir mi? Sorular artırılabilir ve zaten felsefe de soruları artırabildiği oranda meseleyi derinliğine ele alabilir.

Bu yazıda İmam Gazzâlî’nin gelenek, duyu, akıl, masum imam, müşahede ve nübüvvet gibi bilgi kaynaklarına dair görüşleri özellikle duyu ve akıl eleştirileri bağlamında ele alınacaktır. Ancak Gazzâlî’nin duyu ve akıl eleştirilerinin bütünlüklü bir şekilde kavranabilmesi için gelenek, masum imam, müşahede ve nübüvvet gibi konulara da maksadı ifade edecek tarzda değinilecektir. Sonunda Gazzâlî’nin eleştirilerinin, bilgi kaynaklarını atıl hâle getirmediği ancak imkân ve sınırlarını tayin etmeye yönelik bir sağlama çabası olduğu ileri sürülecektir.

Geleneğe güvenebilir miyim?

“İnsanların farklı din ve milletlere ayrılması, sonra bir ümmetin, fırkaları çok ve yolları farklı olan bir çok mezhebe ayrılması derin bir denizdir ki çokları içinde boğulmuş, pek az kimse ondan kurtulmuştur. Her fırka, kendisinin kurtulduğunu zanneder” (el-Munkız, 61).

İnsan çeşitli vasıtalarla bilgi edinir. Bilgilerin bu bakımdan birinci türü, kişinin mensup olduğu millet, din ve mezhebin verdiği bilgiler; gelenekten miras alınan inançlar, anne-baba ve çevreden telkin yoluyla elde edilen fikirlerdir. Her çocuğun anne babasının milletine, dinine ve geleneğine benzer ve uygun bir hayat sürdürmesi, gelenekten elde edilen inançların bir örneğidir. Toplumsal hamiyetin eşlik ettiği bu tür bilgiler, kişi için, güvenli bir epistemolojik yurt sağlasa da hakikat bu bilgilerden elde edilemez. Ananevi bilgiler hakikate ters düşmüyor olabilir, ancak tahkiki bir tarzda bulunmadıklarında, fıtrattan ve gelenekten gelen bilgiler birbirinden ayrıştırılmadığında hepsi birer taklitten ibarettir. Taklit şişesi ise kırılabilir. O hâlde sıradan toplumsal kabullerden başlayarak din, fırka ve yöntem mensubiyetlerinden, hatta birer ilim olan kelam ve felsefe mensubiyetlerinden elde edilen bilgiler, tahkik edilmediklerinde birer taklitten ibarettir (el-Munkız, 61-64).

Bu durumda “Adalet iyidir.” gibi yaygın olarak kabul edilen bir önermenin doğruluk garantisi nedir? İnsan bu önermenin doğruluğu konusunda, içinde yaşadığı ve miras aldığı inançlara

ve bilgilere güvenebilir mi? İster toplumun tamamı ister bir bilim dalı ister bir kurucu tarafından vazedilmiş olsun bu tür bilgiler kesinlik arz eder mi?

Gazzâlî toplumun büyük bir kesiminin günlük hayatını sürdürdüğü bu bilgi katmanında bir kesinlik aramanın mümkün olmadığını görmüştür. Çünkü Gazzâlî’ye göre hem evrensel ontik bir iyilik fikrinin olmaması hem bu tür bilgilerin yaygın öncüllere dayanması bu alanda bir kesinlik arayışını daha baştan ortadan kaldırır. Bu nedenle Gazzâlî esas kesinliği duyu ve akıl düzeyinde aramaya karar vermiştir. Ancak o, nübüvvetin inşa ettiği gelenekler ile diğer gelenekleri, taklit ve kesinlik, hak ve batıl olmaları bakımından birbirinden ayırır.

Duyulara güvenebilir miyim?

Gazzâlî kesinliği taklit ve telkinle aktarılan bilgilerde bulamayacağını anlayınca duyu idraklerine yöneldiğini söyler. Duyuya güven, felsefe tarihinin en eski meselelerinden biridir. Örneğin sofistler duyuların verdiği bilgiye güvenilemeyeceğini, Platon duyunun, ancak duyulur dünya için bir doğru kanaate (doxa) götürebileceğini iddia etmiştir.

Felsefe ve kelam duyu idraklerini zorunlu bilgiler kapsamında değerlendirirken Gazzâlî’nin duyuları eleştirmesi ne anlama gelmektedir? Bu soruya cevap vermek için, duyu ile ilgili iki nokta açıklığa kavuşturulmalıdır. Birincisi duyunun bilgi verip vermediği, ikincisi ise duyu idraklerini aşan bir bilgiye sahip olup olmadığımızdır. Bu meselelerden ilki rasyonalistler ve sofistler bağlamında, ikincisi ise Sümeniyye ve Dehriyye bağlamında ele alınacaktır.

Eflatun ve Aristo gibi rasyonalistler, duyunun tümeli vermeyeceği konusunda hemfikirdirler; duyunun tikel idrakleri ise onlara göre zaten bilgi değildir. Duyu bilgisine güvenilmeyeceğini söyleyen diğer grup ise sofistlerdir ki bu görüş, esasen sofistlerin hiçbir bilginin mümkün olmadığı şeklindeki ana iddialarının bir uzantısıdır.

İmam Gazzâlî daha çok duyu yanılgılarına odaklanır imamı kabul etmişlerdi. Aşağıda ele alacağımız üzere ve gölgenin hareketli olup olmadığı, yıldızların büyük- Hasan Sabbah’ın nazar eleştirileri ile sofist eleştiriler lük farklarının ayırt edilememesi gibi göze nispetle arasında bir fark yoktur. Zaten İslam dünyasında someydana gelen eksiklikleri vurgular. Gazzâlî’nin gözle fistlik, çoğunlukla Sünni metodolojiyi reddetmek için ilgili saydığı bu eksiklikler esasen perspektif farkları, geliştirilmiş bir bâtınî yönelimdir. ayna yansımaları, optik kırılmalar, göz yanılmaları, halüsinasyonlar, rüyalar, kabuslar, seraplar gibi görünüş O hâlde diyebiliriz ki Gazzâlî’nin duyu eleştirileri, ile gerçeklik arasındaki farklardır (Muhassal, 25-35). duyumun nesnel temeli hakkında değil, kişinin öznel Nitekim Gazzâlî de duyunun verdiği verilerin tecrübe, duyumu hakkındadır. Dolayısıyla Gazzâlî’nin duyuikinci bir müşahede, akıl ya da hendese gibi bir bilim lara dair şüphesi ontolojik yani varlığın gerçekliğini tarafından onaylandıktan sonra bilgiye dönüşeceğini sorgulayan bir şüphe değildir; bilakis epistemolojiktir, söyler (el-Munkız, 65-68; Mişkât, 16-24). Nihayetinde yani duyuların bize bilgi iletmesinin imkânı ve şartlaGazzâlî’nin duyunun güvenilirliğine dair soruşturma- rı hakkındadır ki el-Munkız’daki ilgili başlık da bunu sının kelami epistemoloji için pratik anlamı, bilgi kay- göstermektedir. nakları (esbâbü’l-ilm) kısmında geçen “duyular” maddesine eklenen “selim/sağlam” kaydının gerekçelerini Ancak yine de duyuların bilgi verip vermemesi ile iloluşturmaktan ibarettir. Duyunun bilgi kaynağı oldu- gili bu tartışma kanaatime göre meselenin küçük tağunu reddeden bir kelamcı olmadığı için de duyulara rafıdır. Çünkü Gazzâlî’nin metninin zahirinden tartışdair soruşturma ancak sofistleri eleştirmek suretiyle manın duyu bilgisinin imkânına dair olduğu anlaşılsa derinleştirilebilmiştir. da gerçekte tartışmanın Peki Gazzâlî gerçekte han- dair olduğunu iddia edegi sofistleri eleştirmektedir? İnsan çeşitli vasıtalarla bilgi biliriz. Duyu ile ilgili esas Gazzâlî’nin “safsataya giriş ve ilimleri inkâr” diye ifade ettiği safsata hangi tür safedinir. Bilgilerin bu bakımdan birinci türü, kişinin mensup tartışma, asgari tarafında yani “Duyular bilgi verir mi?” sorusunun eşlik satadır? Geç dönem kelam olduğu millet, din ve mezhebin ettiği bilginin imkânı takitaplarına göre sofistler, şeylerin gerçekliğini inkâr edenler (inâdiyyûn), şeylerin verdiği bilgiler; gelenekten miras alınan inançlar, anne-baba rafında değil, azami tarafında yani “Duyuya nereye kadar güvenebilirim?” bilgisini mümkün görme- ve çevreden telkin yoluyla elde sorusunun eşlik ettiği yenler (lâ-edriyyûn), hakikati insan telakkisine indir- edilen fikirlerdir. duyu bilgisinin sınırları tarafındadır. geyenler (indiyye) şeklinde üç gruptur. Ancak bu taksim O hâlde şimdi “Bilgi kayRâzî sonrasında yerleşmiştir. Örneğin Cüveynî-Gaz- nağımız duyulardan mı ibarettir, yoksa duyu bilgisizâlî’de sofistler sadece epistemolojik iddiaları itibarıyla nin ötesinde bir hâkim var mı?” sorularını sorabiliriz. taksim edilir: Birinci grup duyu ve akıl bilgileri dâhil Bu sorular, Gazzâlî’den önce, gelenekte Sümeniyye ve bütün bilgileri reddedenler, ikinci grup bilgimizin Dehriyye bağlamında tartışılmıştır. Sümeniyye’nin olup olmadığını bilemeyeceğimizi söyleyenler, üçüncü ana iddiası, duyu idrakleri dışında ne haber bilgisine grup sabit bir bilgiye ulaşamayacağımızı söyleyenler, ne de zaruri ve nazari bir bilgiye sahip olmadığımızdır. dördüncü grup ise insandaki doğru-yanlış her türlü Bunun iki anlamı vardır. Birincisi akli zaruri ve nazari inancı bilgi olarak kabul edenlerdir. Ancak Gazzâlî rö- bilgileri inkâr etmektir ki bu, metafizik bilgiyi ve ilk lativist olan bu son grubun eşyanın bir hakikati oldu- neden araştırmalarını reddetmek demektir. İkincisi ğunu da kabul etmiyor olmaları gerektiğini belirterek ise mütevatir haberin zorunlu bilgi verdiğini inkâr etrölativist inancın ontoloji ile ilgisine de dikkat çeker mektir ki bu, tarihsel, kültürel ve rivayet boyutlarıyla (Fedâihu’l-Bâtıniyye, 84-86, 91,114; el-Menhûl, 34-35). dinin kendisini ve dinî ilimleri reddetmek demektir.

Gazzâlî inâdiyye gibi gerçekliği inkâr eden sofistleri değil, lâ-edriyye, indiyye ve hisbâniyye gibi epistemolojik iddiaları olan sofistleri eleştirir. el-Munkız’daki ifadelere göre Gazzâlî’nin içine düştüğü safsata da epistemolojik bir safsatadan ibarettir. Bu bakımdan onun sofistleri Bâtınîlerle ilişkili ele alması tesadüf değildir. Zira Şii Bâtınîler, başından beri icma, kıyas ve nazarın doğru bilgi verdiğine dair Sünni metodolojiye eleştirel yaklaşmış ve epistemolojik bir yöntem olarak masum duyu bilgisinin sınırlarına Duyumculuk, açık ki temelde materyalist bir bilgi teorisidir. Bu nedenle İslam dünyasında bütün metafizik iddialar, mevcutların duyulur kümesinden daha geniş olduğu varsayımına dayanır. Sümeniyye mensubu birisinin “Allah’ı beş duyu ile algılamadığın hâlde ona nasıl inanıyorsun?” şeklindeki sorusuna Cehm b. Safvân, duyu algılarının bütün varlığı kuşatamadığını söyleyerek cevap vermiştir. İbn Sînâ’nın el-İşârât’ında metafiziğe açılan kapı, mevcudun duyulur kümesine

eşit olduğunun bir vehim olduğu iddiasıdır. Çünkü araştırdığını belirtir. Duyular hakkında olduğu gibi duyu bilgisi, duyunun bizatihi kendisinden daha fazla Gazzâlî’nin akıl hakkındaki tartışması da iki yönlüdür: bir şeydir. Bir başka ifadeyle “Beş duyu bilgisinden baş- Birincisi aklın bilgi elde etme imkânı, ikincisi ise aklın ka bir bilgi kaynağımız yoktur.” diyen Sümeniyye’nin nereye kadar bilgi verebileceğidir. bizzat bu hükmü, İbn Sînâ ve Gazzâlî’ye göre beş duyu ile idrak edilmiş bir hüküm değildir. Diğer taraftan Aklın bilgi elde etme imkânına dair araştırma, sofist ve beş duyu ile algılamadıkları hâlde insanlar korku, sev- özellikle Sabbahçı bâtınî doktrine karşıdır. Şimdilik gi, kudret, bilgi ve iradeye sahiptir. Duyuların ötesin- özellikle sofist eleştiriler üzerinde duralım. de sadece akla dayanan bilgiler değil, habere dayanan bilgiler de vardır. Örneğin Bağdat’a, çehâr yâr-ı güzîne Akla yönelik temel eleştiri duyunun yanılmasından ve İmam-ı âzam Ebû Hanîfe’ye dair bilgiler, duyuların aklın da yanılabileceğine geçen bir analojidir. Yani dışında mütevatir habere dayalı bilgilerdir. Özellikle duyu yanıldığına göre akıl da yanılabilir. Buna göre dinî konularda mütevatir haberi inkâr etmek, müte- sağlam olmayan bir duyu, verilerin doğru bir şekilde vatir yolla nakledilen Kur’an’ı ve doğal olarak Hz. Pey- yorumlanmasını nasıl engelliyorsa akıl da eksiklik ve gamber’i yalanlama anlamına gelir. Öyleyse duyulara perdelerle muallel olabilir. Akıl, eğer vehim ve hayal bir sınır çekmek, hem aklın zaruri ve nazari bilgilerini perdelerinden soyutlanabilirse şeyleri olduğu gibi göhem mütevatir haberi duyu dışında bir bilgi kaynağı rür. Perde olan duyulardan ise ancak ölümden sonra olarak kabul etmek demektir (el-Müstasfâ, I, 132-133). sıyrılmak mümkündür. Ancak aklın perdelerle sınırMademki bütün bilgilerimizi duyulara hasredeme- lanması, selim bir aklın akledilirler (ma‘kûlât) alayiz, mademki duyularımızı nında doğru bilgi verdiğiaşan bilgiler vardır, o hâlde ni kabul etmemize engel duyularımızın sınırı neresidir? Bu sorular bizi duyuların akıl karşısındaki konuGazzâlî Bâtınîlerin düşündüğünün aksine aklın bilgi verdeğildir. Sofist bağlamda bedihi bilgilere dair şüphe esasen cevaplanamaz bir munu sorgulamaya götür- diğini, yukarıdaki sınırlılıklar şüphe olduğundan Gazmektedir. Örneğin bir duyu organı olan göz kendini göremez, ama akıl kendi gereği bir muallime ihtiyaç duyduğunu, ancak akıl ve muzâlî, aklın ilkelerini (Allah’ın insanın kalbine attığı nur) kabul etmek dışında üzerine katlanır; göz kabu- allim arasında bir zıtlık (teâ- bir çıkışı olmadığını söyler ğu görür, akıl içi görür; göz duyulur olanları dolayısıyla mevcutların sadece bir kısnüd) olmadığını, muallimin akla yardımcı olmak tarzında (el-Munkız, 67-68). Gazzâlî’nin akıl hakkınmını görür, akıl tamamına gerekli olduğunu belirtir. daki tartışmasının ikinci yönelir, göz ancak sonlu yönü ise aklın nereye kacisimleri, akıl sonsuz ma- dar bilgi elde edebileceğidir. kulleri görür. Göz çok yakını ve çok uzağı, çok büyüğü Bu noktada birkaç eleştiri vardır: Birincisi bu âlem ve ve çok küçüğü, çok parlak ve çok karanlığı, çok güçlü rüya âlemi analojisi üzerinden gerçekliğin meşkûk uyaranı ve çok zayıf uyaranı, çok hızlı hareket edeni ve hâle gelmesi; ikincisi sufi tecrübe ve müşahedelerden çok yavaş hareket edeni göremez. Akıl için ise bunla- hareketle aklın ötesine geçme imkânı; üçüncüsü Hz. rın hiçbiri engel değildir. (Mişkât, 16-24). Peygamber’in bu âlem ile öteki âlem arasındaki gerDuyu soruşturmamız açısından Gazzâlî için çıkara- lın, metafizik bir sabitliğe ve nebevi bir tembihe ihtiyaç bileceğimiz sonuç şudur. Duyular, bütün bilgi alanını duymasıdır (el-Munkız, 67-68). kuşatamaz; ancak sağlam olmaları şartıyla kendilerine hasredilmiş duyulur alanda (mahsûsât) kesin bilgi verir. Bu eleştirilerde kendisine atıf yapılan rüya, ölüm, sufi Bu ise bilgi bakımından bir yandan rasyonalist ve so- müşahede, nebevi tembih gibi ifadeler temelde aklın fist teorinin eleştirisi, diğer yandan sümenî (duyumcu) sınırlılığına dikkat çeker. Gazzâlî’ye göre akıl kendi ve dehrî (materyalist) teorilerin eleştirisi, öte yandan alanında kesin bilgi verir. Ancak aklın alanı neresi, sıise kelami epistemolojinin duyulara dair konumunun nırı neresi ve ötesi neresidir? tahkimi anlamına gelir. çeklik farkını ölüm ile anlatması; dördüncüsü ise akAkıl bize zorunluların zorunluluğu, mümkünlerin Akla güvenebilir miyim? imkânı ve imkânsızların imkânsızlığına dair bilgi Gazzâlî aklın bilgilerine bütünün parçadan büyük verir. Bu da temelde aklın akledilirler alanında, yani olduğu, iki zıddın bir araya gelemeyeceği ve bir şe- metafizik dışarda tutulursa akli ilimler alanında bilgi yin hem var hem yok olamayacağı gibi evveli bilgileri verdiğini söylemektir ki el-Munkız’daki temsilcileri örnek verir. Bunlar araştırılması gerekmeyen bedihi kelamcılar ve filozoflardır. Duyunun sınırlılığına rağbilgiler olmalarına rağmen Gazzâlî yine de bunları men, varlıkların bütünü aklın sahası içindedir; varlık-

ların bütünü üzerindeki tasarrufunda akıl hem dış hakikati verememiş, önümüze hep farklı doğrular hem de iç duyuların verilerini kullanır. Burada bazı koymuştur. Oysa doğru tektir; bir şey ya doğru ya zorluklar da vardır: Birincisi akıl, vehim ve hayal per- yanlıştır. Diğer yandan doğru ve yanlış kesinlikle bidelerinden ancak ölümle kurtulabilir. İkincisi aklın linir. Oysa akli bilgiler söz konusu olduğunda insan idrak sahasına giren her şey aynı seviyede değildir, vazgeçebiliyor, çelişik bilgileri savunabiliyor ki böybazıları apaçık zorunlu, bazıları da kazanıma ihtiyaç lece insan en iyi ihtimalle zann-ı galibe ulaşabiliyor duyan bilgilerdir. Üçüncüsü ise şehadet ve melekût demektir (Milel, 175-176). Kısaca Sabbah bâtınîliği, âlemi farkından kaynaklanan perdelerdir ki burada, akıl söz konusu olduğunda, Gazzâlî’nin tespit ettiği gözün güneşin aydınlatmasına ihtiyacına benzer şe- üzere, sofistlikten başka bir şey değildir. kilde aklın da bir aydınlatıcı nura ihtiyacı vardır ki Gazzâlî’nin karşılaştığı Bâtınîler, örneğin Hasan tezahürü -sofist argümana benzer şekilde- bize bir bu da Kur’an’dır. Bu nurun kaynağı ise aydınlatıcı bir Gazzâlî’nin bu şüphelere cevapları, bir yandan belli lamba olan (sirâc-ı münîr) Hz. Peygamber şahsında bir muallime muhtaçlığı iptal eden objektif bir menübüvvettir (Mişkât, 23-30). todu ikame etmek, bir yandan da aklı savunmak şeklinde cereyan eder. Öncelikle Gazzâlî’ye göre bir Sonuç olarak Gazzâlî iki gerekçeden hareketle akıl hakikatin ya akıl ya da imam yoluyla kazanılacağı için bir sınır olduğunu düşünür. Birincisi felsefi ta- şeklindeki taksim, sınırlayıcı değildir. Çünkü hakirihsel tecrübe aklın özellikle metafizik alanda savun- kat hem akıl hem imamla öğrenilebilir. Gazzâlî’ye duklarının aksinin de pekâlâ ispat edilebilir olduğu- göre de muallim gereklidir. Ancak muallim sadece nu göstermiştir (Tehâfüt). İkincisi ise aklın sınırının Hz. Peygamberdir. Masumluk iddiası da sorunludur; ötesinde tevhidin hakikatinin, ahiret hâlleri gibi çünkü zorunlu olarak bilinemez, Bâtınî teori gereği gaybın ve melekût âlemi- bu konuda akıl da yürütüne dair hâllerin nübüvvet lemez. Böylece peygamber gözüyle görülebileceği dışındaki masum imamlık düşüncesidir. Böylece akla Duyular, bütün bilgi alanını iddiası, mucize gibi ispata dair eleştiri ve sınırlama, önümüze üç yol açar. Bunlardan birincisi bir yöntem kuşatamaz; ancak sağlam olmaları şartıyla kendilerine da sahip olunmadığından muallimin kendisinden menkul bir iddia olarak olarak masum imam, ikin- hasredilmiş duyulur alanda kalır. Bâtınîlik karşıtı toplu cisi tecrübe ve müşahede, üçüncüsü de nübüvvettir (mahsûsât) kesin bilgi verir. bir argüman olarak şu belirtilebilir. a) Geçmiş milki iyi bir inceleme, bu üçü- letlerin haberleri, kıyamet nün bazı yönlerden birbi- ve ahiret hâlleri gibi duyu rine indirgenebileceğini gösterir. ve habere dayalı bilgiler için masum imama ihtiyacımız yoktur. Çünkü bunlar ya görülerek, ya haber ya Masum imama güvenebilir miyim? vahiyle öğrenilmiştir. b) Akli zaruri ve nazari bilgiler Bâtınîlere göre nas ile tayin edilmiş masum imam, için masum muallime ihtiyaç yoktur; çünkü bunlar Allah’ı ve eşyanın hakikatini bilme konusunda pey- herhangi bir muallimden öğrenilebilmektedir. c) Fıkgambere ortak olduğundan esasında bir “hakikate hi zanni bilgilerde ise zaten kesinlik aramaya gerek ulaşma yöntemi”dir. Bu yöntemle ilgili temel tartışma yoktur (Fedâihü’l-Bâtıniyye, 73 vd.). Gazzâlî, el-Kısşudur: İnsanın marifetullaha ulaşması için nazar ve tas’da da Kur’an’dan hareketle, akıl yürütmenin beş akıl yeterli midir? Yeterli değilse masum bir mualli- formunu tespit eder ve böylece bâtınî doktrinin akıl me ihtiyacımız var mıdır? Varsa bu ihtiyaç, yardım yürütme yanlışlarından hareketle nazar yöntemini şeklinde midir, yoksa müstakil şekilde midir? eleştirerek masum imam görüşünü ikame etmesinin Sabbah, el-Fusûlü’l-erbaa adlı eserinde nazarın bilgi Sonuç olarak Gazzâlî Bâtınîlerin düşündüğünün vermeyeceğini, Allah hakkında bilginin ancak bir aksine aklın bilgi verdiğini, yukarıdaki sınırlılıklar muallimle olacağını (kelamcıların eleştirisi), bu mu- gereği bir muallime ihtiyaç duyduğunu, ancak akıl allimin masum olması (hadisçilerin eleştirisi) ve tanrı ve muallim arasında bir zıtlık (teânüd) olmadığıtarafından tayin edilmiş belirli bir imam olması (on nı, muallimin akla yardımcı olmak tarzında gerekli iki imam Şiiliğinin eleştirisi) gerektiğini savunur. Ar- olduğunu belirtir. Gazzâlî, duyu ve akıl gibi nihayet gümana - biraz daha yakından bakalım. muallimi de bir bilgi kaynağı olarak kabul etmiş, yine Bâtınîler bilginin ya akılla ya imamla öğrenileceğini muallim biriciktir ve o da Hz. Peygamber’den başkası söyleyerek akıl kısmını elerler. Çünkü aklın tarihsel değildir. teorik zeminini iptal eder. duyu ve akıl gibi onu da sınırlamıştır. Çünkü masum

Keşf ve müşahedeye güvenebilir miyim? rüya tabiri, tıp, astroloji, sihir, tılsımlar, acâibü’l-ha“Sufilerin içindeki ve dışındaki bütün hareketleri ve vass, ilmü’l-vefk gibi sanatlarda elde edilen bilgilerle dinginlikleri nübüvvet yuvasından alınmıştır. Yeryü- tecrübenin bizatihi kendisi arasındaki farklılık, nüzünde nübüvvet nurunun ötesinde, kendisiyle aydın- büvvetin imkânını gösterir. Hz. Muhammed’in nebi lanacak başka bir nur yoktur” (el-Munkız, 106). olduğu ise birkaç yoldan ispat edilebilir: Kur’an ve Gazzâlî gelenek, duyu, akıl ve masum imam konu- için sunduğu reçetenin itaat edenlerde ortaya çısundaki epistemolojik krizlerinden sonra beşinci bir kardığı kemal, Hz. Muhammed’in ahlaki yetkinliği, krizle daha karşı karşıyadır ki bu da ilim ve amel ara- yardımcı unsur olarak hissî mucizeler ve onun haber sındaki açıklığı konu alan ahlaki bir krizdir. Bu krizi verdiği gaybi bilgiler. besleyen şartlar ve çözümler aynı zamanda müşahedenin sınırlarını belirler. Böylece bir kez daha birin- Nübüvvetin hassaları çoktur. Ancak epistemolojik cisi müşahedenin bilgi verme imkânı ikincisi de mü- hassası ve değeri itibarıyla nübüvvet, geleneğin, duşahedenin nereye kadar bilgi verebileceği şeklindeki yuların, aklın, keşfin, rüyanın ve hatta insanların imkân ve sınır sorunuyla karşı karşıyayızdır. olağanüstü saydığı sanatların idrak alanlarının öteErken kelama göre ilham ve sufilerin tasfiye yolu ya ruhtur. Nihai olarak bütün idrakler nübüvvetle anmarifetullaha götürmez ya da nesnel bir bilgi ver- lam kazanır. Sahih bir gelenek nebevi vaz‘la inşa edimez (Îcî, el-Mevâkıf, 1.5.6.). Ancak Gazzâlî insanın lir; duyular akıldan yardım alır; akıl nebevi tembihe kötülükleri (mühlikât) kalbinden tasfiyesi ve iyilik- ihtiyaç duyar ve akıl insanı elinden tutup nübüvvete lerle (münciyât) süslemesi teslim eder; masum imam yoluyla melekût âlemini nebiden başkası değildir. müşahede edebileceği ve Nihayet müşahede nurları marifetullaha ulaşacağı Akla yönelik temel eleştiri du- da nübüvvet kandilinden konusunda kesin bir kanaate ulaşmıştır. Bu yol hâl, zevk, amel, ihlas ve ahiyunun yanılmasından aklın da yanılabileceğine geçen bir anadoğar. Keramet, zevk, keşf ve müşahede de ancak nübüvvete götürdüğü ve inrete hazırlık bakımından lojidir. Yani duyu yanıldığına sanın nübüvvet hakikatini yolların en iyisidir. Ancak unutmamak gerekir ki bügöre akıl da yanılabilir. anlamasına yardımcı olduğu için değerlidir (el-Muntün nurlar, nübüvvetten kız, 110-131). iktibas edilir. Kısaca tasav-

bütüncül bir epistemolojiye doğru

Gazzâlî nübüvvetin imkânını, tasavvufun da dâhil olduğu farklı insani tecrübelere dayandırır. Rüya ya da hadislerdeki icaz, Hz. Muhammed’in manevi hayat sindeki âlemlere açılan bir basiret gözü ve kutsi bir vufun hakikati, nübüvvetin hakikatini ve hassasını Gazzâlî’nin şüphe ve krizlerini bireysel, toplumsal ya zaruri bir bilgi olarak vermekten ibarettir. da siyasi; sahici, marazi ya da kurgusal; sistematik, metodik ya da didaktik krizler olarak görenler varMüşahedenin adım adım yükselen bilgisi de nihaye- dır. Ancak kanaatimizce İmam Gazzâlî’nin şüpheletinde duyu, akıl, masum imam yolları gibi bazı sınır- rinin hakiki değerinin zuhur ettiği nokta; dehrilik, larla çevrelenir. Bu sınırlar da tasavvufi yolun baskın gelenekselcilik, duyumculuk, akılcılık, imamcılık, amelî doğasına uygun bir şekilde hulûl, ittihat, ittisal salt mistisizm gibi sadece bir bilgi kaynağına münve ibaha gibi iddialardan kaçınmaktır (el-Munkız hasır ve gömülü epistemolojik akımları, nübüvvetin 100-110). nuruna muhtaç olarak kurgulaması, nübüvvetle büMişkâtü’n-nübüvve ve haber-i resul: Kuşatıcı ve teorisi inşa etmesidir.

Gazzâlî’ye göre insan sayısız âlemler içine doğar, idrakleriyle bu çeşitliliğe nüfuz eder. Nübüvvet ya da * Doç. Dr., İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü, İslam Felsefesi Anabilim Dalı. elçinin haberi, bir yandan idrakler için yardımcı, tembih ve aydınlatıcı görevi görürken diğer yandan Kaynaklar: Gazzâlî, el-Kıstâsü’l-Müstakîm, çev. İ. Çapak (İstanbul: YEK, 2016). Gazzâlî, el-Menhûl, thk. M. H. Hayto (Dımaşk: Dârü’l-Fikr, 1980). hiçbir beşerî idrakin kanat çırpmadığı melekût ve Gazzâlî, el-Munkız, thk. C. Saliba, K. Iyad (Beyrut: Dârü’l-Endelüs, 1967). gayb âlemine kanat çırpar. Bu sebeple Gazzâlî nübüvvetin sınırlarından daha çok, önce salt imkânına, Gazzâlî, el-Müstasfâ I-II, trc. Y. Apaydın (Kayseri: Rey Yayıncılık, 1994). Gazzâlî, Fedâihu’l-Bâtıniyye, thk. A. Bedevî (Kahire: ed-Dârü’l-Kavmiyye, 1964). sonra gerçekleşmesine, sonra da muayyen bir kişinin Gazzâlî, Mişkâtü’l-envâr, trc. A. C. Köksal (İstanbul: Gelenek, 2004). peygamberliğinin gerçekleşmesine odaklanır. Râzî, Muhassal, trc. E. Altaş (İstanbul: Klasik, 2019). Şehristânî, Milel ve Nihal, trc. M. Öz (İstanbul: Litera: 2011).

tünlemesi ve yeniden örgütleyerek bütüncül bir bilgi

This article is from: