Balkon Fanzin Nüsha 4

Page 1



Balkonlara sığmadık, sokaklara taştık. Kentlere, caddelere, meydanlara indik, geceye karıştık. Ardından şöyle oldu, onlar vurdu ve biz öldük. Aslında onlar hep vurdu, ve biz hep öldük. Haykırışlarımız duyulmadı kentlerde, bizden akan kanla yıkandı caddeler. Meydanlarda düştük, kimse bize yardım eli uzatmadı. Ardından anneler ağladı, zaten hikayenin sonunda hep, anneler ağlardı..

Unutmayacağız anne!

Kasım'ın ilk çeyrekleri, 2014


Editör:Utku Körk Yazar/Çizerler: "EnoktaK", Batuhan Eryiğit, Şevval Kaplan,Barış Umut, Bilgehan Kutlu Uncu, Alexandra Mira, Sinem Oral, Ataberk Saydam, Utku Dede,Ömer Faruk Sargın , Berk Selçuk,Bilgi Özdemir, İpek Kuzu, "İt Kopuk", Semetey Albuz.


Buyruksuz Etik Sarışın, esmer, kumral, albino, siyah, doğulu, batılı,güneyli, kuzeyli, uzaylı, işçi, patron, öğrenci, anne, baba, istersen tanrı olduğuna inan.. Aynı senin gibi ancak birkaç ufak parça değişikliğine uğramış bir sarışın, esmer, kumral, albino, siyah, doğulu, batılı, güneyli, kuzeyli, uzaylı, işçi, patron, öğrenci, anne, baba ya da tanrı bulup sevişeceksin. Doğduğun ya da seni doğuranın doğduğu an tarihsel belleğinde en derin yerlere çok sert ama hassas, çok baskın ama kendini tutan, çok kendini tutamayan ama "terbiyeli" ömrün boyunca hiç çıkmayacak şekilde çok sert kazınmış östrojen ve yahut testeteron kokusu geldi mi burnuna. Peki ya hayatında, böyle ortaokulla lisenin arası daha önce hiç hissetmediğin duygulara yüklediğin anlamın aşk olması çok samimiyetsiz değil mi sence de? Hadi ama, bu kadar, yani karada, gemide, uçakta, uyurken, otobüste hayatının herhangi bir döneminde gördüğün herhangi bir karşı cinse hissettiklerinin güzel bir akşam yemeğinden sonra eve bırakmak istemeyi teklif ederken niyetinin "başka türlü" olmadığını kendine ve ona söyleyecek kadar adi bir yalancı olamazsın. En azından kendine karşı olmamalısın. Bayağı, ortada dönüp duranın meselenin içeriği tayin etmesiyle alakalı olarak üç beş giriş cümlesi ve bu "samimi" konuşmayı şekillendirmesine denir. "Düşünce ortaya çıkar çıkmaz kendini bir buyruğa tabi durumda bulur. Kişi etrafındaki gelip geçici bir şeyleri tanıyabilmek için doğru kavramlar oluşturmak zorundadır. Kalıpların kendi aralarında oluşan takım yıldızlarını tanıyabilmek için doğru akıl yürütmek zorundadır. Düşüncenin üzerine düşen bu buyruk bir olgudur. İlk olgudur amprik olgular, ancak onları doğru biçimde kavramaya mecbur olan bir düşünce ile olgu olurlar." -Alphonso LingisMevcut ekonomik sistemin aşkları kontrolü altında tuttuğu herkesin hemen hemen kendi gelir düzeyinde biriyle birlikte olacağı gerçekleri falan bilinen dünkü bugünkü sosyolojik veriler.. Ve akıllı insanın bu durumu görüp, görmezden gelme seçenekleri mevcuttur. Aslında seçenekler mevcut. Görmezden gelme durumu hayatının bir döneminde neo-romantik romanlar okumuş, havalı yatak odası takımıyla, bekaret kovalayan tipler için geçerlidir genelde. İşte görüp görmemeyi seçmen için verilmiş o çocukluk biraz gençlik belki az biraz erken-olgun dönem gelip geçici olan şeylere yüklemen gereken önbellek,ara yüz, ismi, cismi şeyler için çok kısa, tuvalete gidip gelene kadar bitiveren o iki,üç yıllık vakit.. Emin olunmalı ilk öpüşmenin, ilk orgazmın, ilk sarhoş olmanın en kaotik tarafı o andan sonra artık bunu sürekli yapabileceğinin farkına varmak ve bu tecrübeleri takriben bunların senin hayatına girdileri çıktılarını asla kestirememendir. Dünyaya gelme sebebini gerçekten öğrendiğin zaman her şey için çok geçtir artık. Ya görürsün karşıdakinin ter kokusunun orgazmdan sonra pek de o kadar iç açıcı olmadığını ya da görmezden gelirsin yanı başındakinin sana bugün işyerindeki olayları anlatırken aslında bunu seni hemen bir an önce becermek için tüm kelimelerini tüketme girişimi olduğunu. Şiiri karşıdakine okuyunca değil sen okuyunca şiirdir. Diğeri ise "seni sikmek istiyorum"un kafiyelisi.. Çünkü insanlık ilermek zorunda. İstesen de istemesen de, ağır ve aksak ama bir şekilde. Sırf düşmana karşı savaşsın diye dünyaya evlat getiren analar cümlesi bu ilerlemenin en aksamasına neden olan bakış açısını temsil ettiği anlaşırken insanların derdi aşk falan olamaz artık. Çok fazla manipülasyon, çok fazla girdi, çok fazla kirlilik. Ve tarihsel belleğine en "zıtlarla" kazınmış olan bu koku, hayatına ilk giren olgu neredeyse, ve inşa ettiğin tüm düşünce sistemleri güzel bir şarap içtiğinde geliyorsa aklına, aşk değil o canım arkadaşım. Ya da aşk ulan. Evet evet o, sen öyle bil. İstenirdi ki sütun bacak, taş meme anlatılagele tüm yazınlarda,çizimlerde. Ama sen kendini o terbiyeli sanan o en küstah, en iğrenç en vicdansız sen. Sırf sen tam kumaş pantolon arzının patladığı dönemde aşk romanları yazan o ucuz Fransız ve ilk defa sıfırın anlatıldığı Suriye çöllerindeki medreselerde on yedi karısıyla matematik kovalayan iğrenç bilim adamı. Ne bilirdiniz ki güzel bir şeyler yaptığınızı zannederken insanın insana yabancılaşmasına ananısın amı kadar katkınızın olduğunu.. Yazarın notu: Bu yazıyı okuyan güzel kız. Seni de sikmek istiyorum!

EnoktaK


Aybel Mütemadiyen sevgiye aç biilaç gezerim, Ancak bu eylül yağmurları unutturur biraz. Ama nedendir bilmem elim kolum bağlı yaşlanmayı beklerim Aybel, İçimde bir yaşlanma korkusu mu var ne? Bir de şu toy halimle. Hahahaha. (içten bir gülümseme..) Ama bugün beni aşık ettiler, Neye aşık oldum? Neden aşık oldum? Bilmiyorum.. İçimde bir aşk var, Birazını pembe dondurmama, Birazını da tam iki buçuk saattir beni kovalayan kaplumbağaya çar çur ettim. Sanırım gençliğin tek güzel yanı bu.. Bir de yan etki yapıyor. Sanki binlerce bulutu yemişim, Üzerine de bir göl dolusu eylül yağmuru içmişim gibi.. Ve o yüzden şimdi sadece gökkuşağı kusmak istiyorum.

Aybel baktım ki maden suyu sadece hazımsızlığa ilaç oluyor, Ben hala gitgide yaşlanıyorum. Ben de bugün intihar ettim. Bir çatı katından aşağı benliğimi ittim. Hazır hiçbir şey için geç değilken, Binlerce parçaya bölünebilmek için.. Binlerce parçaya bölünüp, Her parçamla seni binlerce kez sevmek için. Savaşın ortasında aşık olmak için, Bütün okul derslerinden muaf tutulmak için, Ölü doğmuş her kemanı canlandırmak için.. Yokluğunda Aybel, Kustuğum gökkuşağının artık şah damarını kılıç gibi kesmemesi için..

Sinem Oral


Karanlığa kırpılan göz kapağı, belki gecenin rengini değiştirir, ne boktan kelimedir belkilerin.. Seni değiştiribilme gücü, bilinmezliği sertçe bir o kadar namertçe içine alırsın. Soykırıyorum kendimi yok ederek, yok oluş fermanımın çapını düzlemek için. Katlediyorum bütün güzel duyguları en folloş olmuş haliyle, sevmek mi, ne zaman içine alacaksın beni, onu bunu şunu? Öldürüyorum bilerek içimden gelen saf gülümsemeyi, gebe kalınacak kurnaz duyguların canımızı çıkarmasından korkarak! Kaybediyorum işte ruhumu, tekrar bulurum belki, kim bilir?

Günahlarımın üstüne tükürüyorum, sağanak yağmurun içinde tanrı bana pek aldırış etmez.

itkopuk.



Sonra kadın hiç konuşmadı.. Bir bilinmezlikte yoğruluyorum. Beynim bilinçaltımdan ayrık.. Bir taş atıyorum kuyuya, kuyu yıkılıyor. Bakıyorum, bir kadın var elleri beyaz. Üstüne bir bakışı var, bir de sigara yakışı.. Ah diyorum, kaç adam eskittin o sigaranın ucunda? Susuyor.. Sonra konuşamayacak hale geliyoruz, tekrar susuyor, Sigaranın ucunda yanıyorum. İçime konuştuklarım da susuyor artık. Koca koca kaldırımlar görüyorum, bir adım atıp geçemiyorum. O an sarılmak istiyorum, ne ona ne bir başkasına. Tutup kollarımdan kendimi, boynuma sarılmak istiyorum. Boynum yorgun.. Fiziksel bir temas istiyorum, tüm hücrelerim ona doğru koşuyor. Susuyoruz.. Sonrasında yağmur hatırlatıyor kendini. Tam unutmuştum diyorum, kızıyor. Susuyoruz.. İşte şimdi sessizliğin tam ortasındayız. Sevişirsek diyorum, o zaman bozulur bu sessizlik. Bir nefes daha alıyor sigarasından, o zaman anlıyorum. Son kez değiyorum dudaklarına, dudakları ıslak. O an beklemediğim bir şey oluyor. Bacak boyu mesafesinden yere düşüyorum, üzerime basıyor. Susuyorum..

Ataberk Saydam


Siyah 2 bira, 3 minoset, ucuz bir cips, geride bırakılmış aşklar, aşıklar.. Üzülmeyi unutmuş, gerçekten gülmeyi özleyen erkekler. Elinde yarım bira, buzdolabının kapağında kafanı güzel yapacak eczane uyuşturucuları ararken bulursun kendini. Daha önce de, bir "perma sharp" ile derin derin yakalanmışsındır zaten. Yabancı değilsindir kendine uzaktan bakmaya. Bir an dünya elimde dersin, çözdüm burayı!Bir an bakarsın ki, nerede olduğunu bile unutmuşsun, oturduğun bank bile yabancılaşır sana. Bu küçük hikaye, ne istediğini bilmeyen erkekler hakkında. Gerektiği yerde kendini tanrı yapan, "En'el hak" felsefesine diz çöktürüp ağzına veren erkeklerden, bir anda, kışın bir köşede, şarabı bitmeden donarak ölen, normal bir insanın koktuğu için yanına bile yaklaşmayacağı bir şarapçıda kendini bulan erkeklerden ibaret. Birkaç yüzyıl önce yaşasaydı, savaştan dönüp, masaya baltasını sapladıktan sonra, “kadın, şarap ve et!” diye bağıracak erkeklerin, kadın bulmak uğruna, huya ve suya hitap etmesini öğrenmeleri uğruna.Kızını, barbar kendisine zarar vermesin diye peşkeş çeken erkeklerin, kolluk kuvvetlerini daha iyi kullanmasını öğrenmesinin, kendini kimin koruyacağını, şarap testilerinden daha küçük bir kutuda seçtiğine dair. Peşkeş çekilen hatunun, “garsonluktan zaten sıkılmıştım” diye düşünüp, barbara güzel bir sakso çekmeyi düşünüp ıslandığı o güzel an'a.Dokunulmazlığın kanıksandığı, cebimizdeki bir bıçak üzerinde, temizlenmesi unutulmuş, kurumuş kan olması gereken kişilerin, yapay kurallar tarafından korunduğu zamana ithafen. En çok da, bulunduğu yüzyılı kabul edemeyen erkekleri anlatan, kafası güzel bir yazara söverek. Yine kadınlar geldi, yine kadınlar gitti. Artık hangisi hangisi bilmiyorum. Eskiden memelerinin boyutuna göre hatırlardım kimlerle birlikte olduğumu. Artık hepsine aynı şehveti gösterebilecek kadar yalancıyım. Artık yalanlarım yakalanmıyor. Yalanının yakalanmasını isteyen bir yalancı gördünüz mü hiç? Aslında gördünüz. Bütün seri katiller, bütün politikacılar, bütün piçler, yakalanacağı anı hayal eder. Defalarca aldattığı, umursamadığı, duygularını önemsiyormuş gibi davrandığı kişi tarafından yakalandığını düşünür. Nasıl bir plan kurup bu ana kadar kendisini oyaladığını düşünen karşı tarafın yüz ifadesine karşı sigara yakmak ister. Öldürdüğü onlarca kişinin arkasından, "onları kurtardım" diyen bir sapık gibi, yaptıklarını anlatacağı bir arkadaş ister. Çoğu istediklerini bulurlar. Onların sizden farkı, istemeleridir. Gerektiği yerde, tüm dünyayı isterler. Dünyayı patlatacak o büyük kırmızı tuşu ellerinde görmek isterler. Oysa sizin tek yaptığınız, sizi web sitelerinden takip eden insanların, sizin ne kadar bilinçli, ne kadar düşünceli ve kültürlü olduğunuzu düşünmelerini sağlamaya çalışmak. Ne elde edeceğinizi bilmiyorsunuz. Ne elde edebileceğinizden haberiniz bile yok. Siz sikmek istediği kişilerin burçlarına bakarak karar veren bir yığın asalaktan ibaretsiniz. Hepimizin basit birer hayvan olduğundan haberiniz yok.

Bilgehan Kutlu Uncu


Homurtu Biri: Neden böylesin sen? Öteki: Nasılım ki? Biri: Böyle işte. Öteki: Bilmem. Böyle olmak için çaba göstermem gerekmediği için sanırım. Biri: Nasıl yani? Öteki: Neden bu kadar çok soru sorma gereği duyuyorsun? Biri: Rahatsız mı oluyorsun? Öteki: Bir soru daha... Biri: Elimde değil. Öteki: Benim de öyle. Biri: Nasıl y... Tamam, özür dilerim. Öyle bakma bana. Öteki: Saat kaç? Biri: Öğlen oldu. On ikiye yarım var. Öteki: Şarap doldursana. Biri: Bu saatte mi? Öteki: Hayır, bir kaç saat sonra. Biri: Cidden sinirlerimi bozuyorsun. Öteki: Öyleyse neden bana katlanıyorsun? Biri: Güzel şeyler yazıyorsun çünkü. Neden paylaşmıyorsun anlamıyorum. Fanzin çıkartsana yine. Öteki: Lüzumu yok. Zaten artık fanzin dediğin şeyler de eskilerin kültür, yenilerin ego mastürbasyonundan fazlası değil. Biri: Fanzinler kutsaldır diyen sen değil miydin? Öteki: O fanzin çıkarttığım zamandı. Biri: Anlamıyorum seni. Öteki: Ben de. Gerek de yok zaten. O kadar efor sarf etmeye değmeyeceğime karar verdiğimden beri kimseyi bununla yormak istemiyorum. Biri: Buna sen karar veremezsin. Öteki: Ama başkalarının vermesini engelleyebilirim. Biri: Bunları da yazsana. Öteki: Neden? Yazılmanın seni ölümsüzleştireceğine inanıyorsan senin için bir şiir falan yazabilirim. Biri: Hayır, bunları yazmanı istiyorum ben. Öteki: Var olmayan bir zaman içerisinde iki kişi tarafından gerçekleştirilen, diğerlerinden farksız ve en az diğerleri kadar değersiz bir diyalogdan fazlası değil bunlar. Edebi değeri yok. Neden yazayım? Biri: Çünkü yazmanı istiyorum. Öteki: Üzgünüm, seni hayal kırıklığına uğratacağım öyleyse. Şarap? Biri: Senin hizmetçin değilim. Kalk kendin doldur. Öteki: Yataktan kalkmak istemiyorum. Biri: Ben de istemiyorum. Öteki: Senin parmakların şarap doldurmaya daha yatkın. Biri: Seninkiler daha kirli ama. Öteki: Bir erkek mecbur kalmadıkça kendisine şarap doldurmamalı. - 15 dakika sessizlik. Beni seyrediyor. Biri: Bir şey sormak istiyorum. Öteki: Hep yaptığın şey. Biri: Gidiyorum ben. Öteki: Sigara bıraksana biraz. Biri: Geçirmeyecek misin? Öteki: Duvarlar burada kalmamı istiyor. Biri: Pekala. Çarşamba yine gelirim. Öteki: Tamam. Hoşçakal! Biri: Görüşürüz. Görüşürüz Gregor! Gregor: -homurduyor.- yarım saat sessizlik. cam bardak masa. dökülen sıvı. daktilo takırtıları.-

. .Ömer Faruk Sargın


Sarımsak çocuk öldü.. Yuvarlandı top, yuvarlandı ve çarptı duvara.. Durdu sonra, patladı top. Ağladı duvar, ağladı çocuk. Ses çıkmadı mahalleliden. Devran durdu çocuk için Yine ses çıkmadı mahalleliden. Bir mayın patladı karşı mahallede, mahalleliden yine ses yok! Mutluluktan esirgenmiş bahçeler kurudu, hem mayını hem de patlamasını bekliyorlardı sanki. Dutluk olmak isterdi bahçeler, güneşten yoksun feryat ve figanlar.. Düştü bir kere koza. Yırtıldı artık yüreği tırtılın. Uçsa ne olur uçmasa? Tanrı'm ve dermanım, güneşi ne zaman verecektin bize? Ne zaman görecektik, hazin fakat mutluluk veren sonu? Tanrı'm, var mı haberin? Sarımsak çocuk öldü! Toplayamadan polenleri, kıramadan ağacın dallarını, yapamadan sapanını.. Birisinin geleceğini çalmadan, ya da birisine bir gelecek vermeden; Tanrım, sarımsak çocuk öldü! .......


.......

Ufkuna sığındı mahalleli, dürdüler bütün yorgan ve çarşaflarını. Karanfillerle süslediler terk edilmiş umutlarını, ellerinde değil yalvarmak veyahut ateşte kavrulmak! Tanrı'm, aslında sarımsak çocuğa çok şey borçlusun. Devranı sen durdurmadın, biz durdurduk! Senin yüzünden aşık olduğumuz dünyadan, şimdi senin yüzünden nefret ediyoruz. Ve yine biz ayaklanıyoruz, bükmek için demirleri, parçalamak için bayrakları, kırmak için padişahların mezar taşlarını. Tanrı'm, sarımsak çocuğu senden geri istiyoruz.

Barış Umut



Yabancı Duydum ki geri dönmüşsün seviştiğimiz otel odasına.. Konuşma sırasında adın geçti. Adını duyunca sadece irkilebildim. Uzun zaman olmuştu çünkü. Baya uzun bir zaman. 6 sene içerisinde çok şey değişebilir. Mesela sen değişebilirsin veya ben değişebilirim. Ama nedense o gece aklıma geldi. Sen o pis ellerini bana sürerek en büyük hatayı yaptın. Ama hayır! Bana dokunmana izin vererek en büyük hatayı asıl ben yaptım. Normalde insanlar bu tür konularda "çocuktum" der ama biz yabancıydık. Biz ilk tanışmamızı yatakta geçirdik. Tırnaklarınla deştin sırtımı. Kalıcı bir iz bıraktın bedenimde. Dudaklarımı sömürerek kanattın. İlk geceden sevişen tiplerdik biz. Aşk yok, duygu yok, sadece zevk var. Ama ben zevk istemiyordum. Ve sen bundan adın gibi emin olmana rağmen umursamadın. Benim sevgiye ne kadar aç olduğumu biliyordun. Biliyordun ve içimde inlemeye devam ettin. Daha hızlı, daha hızlı ve daha hızlı. Sus! Ve sessizlik... Yüz ifadem anlamsız bir hal alırken sen aldın eşyalarını ve gittin. Terk ettin beni oracıkta. Öylece bıraktın. Bir kelime bile etmeden. Sadece isim vardı elimde. Başka hiçbir şey yok. Ne bir telefon ne bir adres. Kullanılmıştım. Sevilebileceğimi sanarak en büyük hatayı yaptım. Pişmanlık ele geçirdi işte o an beni. Islak çarşafların üzerinde yatan çıplak bedenimle sadece tavanı izleyebildim.

Alexandra Mira


Medusa'nın Laneti Bir tanrı düşünün. Tanrıların tanrısı. Her şeyiyle mükemmel bir varlık. Yok muydu bu tanrının bir kusuru? Vardı, o muhteşem Zeus'un en büyük kusuru kendi tohumundan doğmuş olan ama asla bir tanrı olamayacak kadar güçsüz, cesaretsiz ve liderlik vasıflarının eksilere kadar düştüğü çocuk. Zeus için utanç kaynağı. Kimselerin bilmediği bu gizemli çocuk, Zeus'un en büyük sırrıydı. O muhteşem Zeus kendine bu çocuğu asla yakıştıramadı. Günler böylelikle geçti. Her gece yatmadan önce Zeus düşündü. Bu çocuk benim lanetim değil, dedi. Bu çocuk benim zayıf noktam, ondan kurtulmalıyım diye düşündü. Zeus'un en büyük ve tek hatası işte böyle başladı. Zeus, çocuğu öldüremezdi. Öldürdüğünde çıkacak dedikodulardan korktuğunu sandı ama aslında bunu yapacak cesareti yoktu. Ne kadar istemese de o kendi çocuğuydu. Günler geçti, Zeus gittikçe acımasızlaştı. Kendi çocuğuna sunamadığı nefreti, insanlara sundu. Zamanla muhteşemlik yerini zalimliğe bırakıyordu. Bir gün Zeus, çocukla yüzleşti. Çocuk, Zeus'a "baba" dedi. İşte o zaman Zeus sevgiyi öğrendi ama yapacak bir şey yoktu. Zeus, ben senin baban değilim, sen de benim oğlum değilsin. Adımı lekelediğin için ve şanıma hakaret ettiğin için sana en büyük cezayı, ıstırabı bahşediyorum, dedi. İşte çocuk o zaman aşkı öğrendi. Zaman geçtikçe içindeki alev yükseldi. Babasının zihnine kazıdığı o kadını aradı. Aylar, yıllar geçti. Aradığı kadını bulmak için çok insan gezdi. Çocuk bir gün bilge bir adamın evine gitti. Ona durumunu anlattı. Kadını tarif etti. İşte o gün her şeyi bildiğini sanan bilge adam gerçek acıyı öğrendi. Bilge adam "Medusa" dedi. Çocuk anlamadı. Bilge adam konuşmadı. Çocuk her gün onu aradı. Medusa'yı kime sorduysa üstüne daha fazla gizem bindi. Alemlerin hepsinde güvendiği tek insana, annesine, Medusa'yı sordu. Annesi bunu duyunca ağlamaya başladı. Oğluna bir ifrite aşık olduğunu, alemlerin en çirkin kadınını sevdiğini söyledi. Çocuk, yine de pes etmedi, edemezdi de. Günlerce babası Zeus'a Medusa'yı bulmasına yardım etmesi için yalvardı. Zeus, bu dualara kayıtsız kalamadı, çocuğunun kafasına Medusa'nın yerini kazıdı ve çocuk hayatının yolculuğuna başladı. Babasının verdiği ipuçlarını takip ederek Medusa'yı buldu. Medusa, o muhteşem saçlarının yerine yılan getirilen, her bir tanrıyı güzelliği ile hayran bırakmış ancak daha sonra lanetlenip çirkinliği ile alemlere nam salmış Medusa. Çocuk, Medusa'nın karşısına geçti. Kalbi titreye titreye aşkını itiraf etti. Medusa, bu çocuktan çok etkilendi. Çirkinliğine rağmen onu seven çocuğu gördü. İşte o gün Medusa aşkı öğrendi. Günler geçti, aylar geçti. Bütün çirkinliğine rağmen Medusa'yı seven birini duyunca kıskançlığı kabardı Athena'nın. Öyle bir lanet verdi ki Medusa'ya, gözlerine bakan herkes taş kesilmişti. Medusa ağladı, çocuktan kaçtı. Sevdiği çocuktan kaçtı. Çocuk, Medusa'nın sürekli ondan kaçmasına dayanamıyordu. Bir gece ansızın Medusa'nın odasına girdi. Medusa'yı sakince uyandırdı ve Medusa'ya gözlerini aç, bana doğruyu söyle dedi. Medusa hayır demişti ama çocuğun kendisini öpmesiyle gözlerini açmak zorunda kaldı. Gözlerini açar açmaz karşısındaki çocuğun sevgi dolu ve taşlaşmış gözlerine baktı. İşte o gün, çocuğun bütün umutları kelebeğe dönüştü ve Pandora'nın kutusuna hapsedildi.

Batuhan Eryiğit


I Kendi heyecanımı yenmeyi başaramadım son günlerde. Çok büyük işler başarmam gerektiği düşüncesi, başarı takıntısı ve ilaç bağımlılığım bende alerji yaptı. Kullandığım ağır ilaçlar yüzünden hiç yerimde duramadım. Bir akademiye giremedim ve artık hiç bir şakaya tahammül edemez hale gelmiştim. Arkadaşlık ilişkilerimde bile, mükemmeliyetçilikten bıkmış durumdaydım. Adını koyamadığım şeylerin varlığı git gide artmaya başlamıştı. Sebeplerim yön ve biçim değiştiriyordu. Böylece doyum çatışması ve amaç bölünmesi yaşıyordum. Daha iyi hissettiğim için böyle yazıyorum. Etkileyiciliğimi kaybettiğim düşüncesi yüzünden sevip ilgi göstermeyi bırakmıştım. Bir o kadar da sevilme isteğim artmıştı ve şöylece şevkate daha fazla ihtiyaç duymuştum. Fiziksel olarak şeklini aldığım formun rahatlığını yaşayamaz sürekli evin içinde dönüp dolaşır olmuştum. Bu yüzden bu davranışıma durarak mola veriyordum sanki ve neden durabildiğimi düşünür hale geldim. Bunların nelere yetkin rol oynadığını düşünmek bir yana zar zor resim yapabilir, sık sık robot gibi ya da bir modüler aritmetik kahraman gibi dönüp, sallanıp, kıvranıp durup bir aynanın ya da bir kaburganın yani kemiğin veya toprağınki gibi kendimi yenilerken acı çekiyordum. Öğretilerime olan inancım arttı ve yanılgılarım yetmemeye başladı. Korkaklaştım. Fikirler hakkında: Başa çıkabilmek istemez olduğum için davrandığım yenilgileri seçmeyi bırakmıştım. Öylece yeniliyordum. Bu nedenle elimden tutulması ve işaret edilmesi daha kolay ve güvenli hale gelmiştim. Bu sevgimi ve davranışlarımı derinlemesine kontrol edemez hale gelmeme sebep oldu. Yakın tuttuğum şeyleri ağırdan, zamanında teslim alamama sebep oldukça hazırlıklardan üşendim ve kendim yerine topluma odaklandım. Ütopyamda bir kademe daha yaratma imkanını sorgulama ve denetim altında tutmak istediğim her şeyin yanında karar almak da zorlaştı ama farkındalığının farkında bir hayvana dönüşmeye çalışırken bunun nasıl olacağını düşünmeyi sevmeyi unuttum.

II Karışan barışıma savaşıma karışan, Yalanlara dursun feci bu durum. Uğurumu sık aklım baltalı ufalarım, Ararsam uzun bir rüyada şimdi de bulamam. Bu dünyada ne kademe bile bile aradayım, Derine girme iyi de duramazsan diret. Yandı bir lamba kabza rüyamda, Kaderine sırayla aradığın sonunda. Olacağı bil ya da geleceği gör. Göreceğin her günü seveceğin öz, Soracağın her soru sana bir çözüm, Soruşunu yakala be gözüm. Sonunda kaderine sırayla karşı bakarsın, Aradığın kayıp çözümler kalsın. Yargıda bulunup gardına bağsıl, Bir yanına durulup bir anda sarsıl. Rüyamda yandı bir lamba traktörü , Kabza günah bana yapma sürat. Parça biterse de bütüne gül at, Buralar evime kesilen bilet..


... Duramazsan derine girme diret, İyi de klastan dinle bir rap. Yüzeye çıkarsan incelik et, Bu ne rahat teknik gelir davetliği. Bile bile bir dünyada aradaydım, Ne kademe kaldı bir tutum tattı. Ne bilebilirim diye soramazdım. Ne görebileceğimi bulamazdım. Şimdi de ararsam kendimi bulamam. Uzun bir rüyada sersefil olamam. Kırıcı bir şakayla şakağıma sıkamam. Ya bir yanım uyur ya da dayanırım o kadar. Ufalarım uğurumu sık sık şans tanı, Aklım baltalı baktım tam tadı. Kaybım kanda ve rahatım tanda, Bulandın bakma uyandır kankanı. Feci yalanlara sert bir zemin, Dursun diyelim bu durum da zenim. Paranormal üretimler küçükken avcuma gelirsin, Silindi yetilerim. Savaşıma karışan karışmadan. Barışıma bulaşan buluşmadan. Karşıma var kutum alışmadan, Adamın böbreğim ağrıyor konuşma. Vay canına uyanıp aç camı bakalım! Tam tadı sokağın bak odada sıcağın. Tür arama kendini yorma da kalçanı, Koy masaya ve bak lambana bayım! Al havanı boyalı ve yalın, Kısa kalır uyum kafayı. Kollama zordayım, son perondayım. Eşik altına takmayım oltayı Bobin tıkalı bu kin topallığa, Hobim kafalık ama çok inme donmaya. Utanma sondayım al bayıl gene var, Durum da bu ya tıp gelişkin eleman.

Utku Dede



Çöpçü Adam Sarıya keser dağlar, dallarda kuşlar. Yollar ve hatta yollardaki adamlar, alınlarındaki terleri.. Öğle güneşi sıcaktı. Bedeni, küle dönmeye yüz tutmuş bir ağaç kadar kara ve bir o kadar kuruydu.Elleri, onun yazgısını paylaşan her adamın elleri gibi sertti. O eller ki kimsecikler o elleri çiçeklere yahut kadınlara yakıştıramazdı. Sanılırdı ki o eller için kadınlar ve çiçekler ulaşılmazdı. O eller ki kalemleri, kitapları yakıştıramazdık onlara.Bu eller illaki büyük ve sert olmalı ve bu eller mutlaka bir el arabasının, bir çalı süpürgesinin urunu kavramalı.. Dudaklarını kapatan bıyıkları vardı. Gözlerinin mavisi solmuş ve beyazı tozlanmıştı. İçeri göçmüş gözlerinin altında göz torbaları vardı ve yanakları olabildiğine sarkmış, kırışmıştı. Unuttuğu bir şeyleri anımsamaya çalışır gibi bir hali vardı. Ancak öyle olmalı ki unuttuğu her neyse yıllardır hatırlayamamış ve bugünlerde bir şeyleri hatırlamaya çalıştığını dahi unutmuştu. Hatta sanabilirdiniz ki bu soluk maviler anasının karnından yeni çıkmış bir bebeğin gözleridir. Geleceği ancak ve ancak şanstır, tesadüftür; yalnız hiçbir zaman hak değildir. Çünkü bu tozlu maviler, sabun kokan yastıklarda dinlenselerdi sert döşekler yerine, ilkbaharda dağlardan taşan su kadar berrak ve coşkulu olabilirdi. Kalın, kısa, sert parmakları çay bardağını kavradı. Gözlerini yumdu. Çayını yudumladı. Çevresindeki sesler yükseliyordu. Etrafındaki onlarca yüz, ellerinde telefonları ve ayaklarında onun çocuklarının asla sahip olamayacağı ayakkabılarıyla mutluydu. Etrafındaki onlarca dudak, dillerinde küfürler ve sararmaya yüz tutmuş düşleriyle dolduramıyordu dünyayı. Onunla beraber orada çay içen onlarca kişiden kimse onu görmüyordu. Boyalı gözler, televizyon izlemekten bozulmuş yalancı gözler delip geçiyordu adamı. Öğle sıcağı terletiyordu. Herkes terledi, her biri çürüdü leş kokuları dağıldı dört bir yana. Yalnız elleri sert, topukları büyük ihtimalle çatlak adam terlemedi. Ne oldu? Biraz daha karardı, biraz daha kurudu.. Ancak asla kokmadı.. Yalnız, kokular onu rahatsız etti. Öyle ki boğulmanın eşiğine geldi. Çekip gitti kokuşmuş bedenlerin arasından. Birkaç kişi bir ara apak bir gölge görür gibi olduysa da gözlerini kamaştırıp kaldıkları yerden devam ettiler yaşamaya. İlginçtir, elinde çalıdan yapılma süpürgesiyle, adamın şikayet ettiği bir kez olsun duyulmamıştı. Oturduğu yer kalabalıklaşmaya başladığında bulaşık tezgahının yanına oturtulup önündeki sehpa yeni gelen müşterilere verildiği için, çay bardağını elinde tutmak zorunda kaldığında bile.. O asla kokmayacaktı, ölünce bile..

Şevval Kaplan


Kalibre Sohbeti Masadaki 3 şişe gözüme ilişti. İkisinin ağzı kırık, neler olduğunu hatırlamaya çalışırken bir kahkaha patlattım, diğer şişeyi alıp kafama diktim. Başımdaki ağrının yine komik bir anısı olduğunu varsayarak güldüm. Dün ve önceki günlere dair hiç bir şey hatırlamıyordum, ama kendime gülecek bir şeyler ararken yine de yaşadığımı hissediyordum. Rezil yaşamları güzelleştirmek konusunda ne kadar da başarılı olduğumu düşünüyordum. Bir kadın olarak topraklı yollarda sürünmenin ne olduğunu garip bir şekilde anlamıştım. Düşünerek kendimi kaybettiğim bir yaşamın artıklarına göz gezdiriyordum. Varlığın silikliğine ve burnuma ilişen kusmuk kokusuna ilgi gösteremedim. Günlerdir evden çıkmadığımı fark ettim, hayatımın son ve yeni kısmının fazla alkol ve sigara ile geçiyor olması aşırı adaptasyondan normal görünüyordu. İçimden böyle bir kokuya polislerin gelmesi yakındır diye geçirdim. Leş gibi kokuyordu. Çivinin çiviyi söktüğü gibi, elimdeki şişe de üstümdeki akşamdan kalmalığı almıştı. Sorunlarla başa çıkma yöntemim onları göz ardı etmek olduğundan beri insanlarımla görüşmüyordum. Hepsi sevgi içeren problemlerden oluşuyordu. Beni yönlendirmeyi, şekillendirmeyi seven insanlar. "Okula gidip hayatını kazanmalısın K.." "Birileriyle tanışıp mutlu olmalısın K.." "İçkiyi azaltmalısın K.." "Sağlıklı beslenmelisin K.." ve benzeri, iyilik üzerinden mumyalanmış sıkıcı kanunları. Bunları istememek, bunlara uymamak beni kötü bir insan yaptığı için bıraktım sizleri. Hayatıma giren erkek kafilesini düşününce işin pis yanı hiç birini sevememiş olmamdı, ve beni sevip sevmedikleri umurumda değildi. Bencilleşmeye bu hafta başladım, bu hafta okulu bıraktım, bu hafta alkolik oldum, bu hafta sigaraya başladım, bu hafta sevgili kavramını kefene koydum ve bu hafta, lafta bir hafta, yafta. İç içe geçmiş düşüncelerimin bir nebze sıkıcılaştığını farkındayım. Ama kaçınılmaz bir son olarak söylenebilir ki fazla sıkıcı fazla demode yaşamlarda arayış içindeyiz. Hayatımın bu kısmı sanırım buraya kadar, gelişme göstermeyecek.

İpek Kuzu


Sürüdeki Siyah Koyun "..daha az acı istiyorsanız gidin sürünün bir parçası olun. "

Sürü, daimi üyeleriyle ekseriyetle çobanın peşinden giderken sen kendini sürüden ayrı bir parça olarak düşünürsün. Aslında sen sürünün tam ortasındasındır. Ne en önde, ne en arkada, sürüde mutlu mesut ilerleyen koyunların seni itmesiyle yoluna devam edersin. Çobanın buyrukları seni ilgilendirmez, çünkü sen zaten onu duyamazsın bile. Sen ortadasındır, arkandan akın akın gelen koyunların itmesiyle devam edersin yoluna. Sürü mutludur, sürü huzurludur. Sürü, beyaz olmaktan çekinmediği gibi bunu her fırsatta heyecanla yineler. Beyaz olmanın vermiş olduğu o vakur mutluluk sürüde adeta bir bayram coşkusu yaratır ve sürü, daha da hızlı yürümeye, zaman zaman koşmaya, dolayısıyla seni de beraberinde götürmeye çalışır. Sen istesen de istemesen de arkandan gelenlerin coşkusuna kapılırsın. İstemezsin belki, ancak bu sürünün pek de umurunda değildir. Sen siyahsındır, en azından siyah olmaya çalışanlardansındır, daha da azından kendini öyle hissedenlerdensindir. Ancak bu seni farklı kılmak yerine eğer sen de sürekli olarak sorgulamanın, kafanda soru işaretlerinin dolaşmasının getirmiş olduğu bıkkınlığı barındırıyorsa dur bir düşün. Çünkü, sürü mutludur, sürü huzurludur. Düşün, siyahtın sen siyah. Ne geçti eline söylesene. Halbuki yürüseydin şimdi sürüyle, sen de haykırsaydın "me" diye. Ne kötü olacaktı ki hayatında? Dur bir daha düşün. Kalabalığı, coşkuyu düşün. Çoğunluğu düşün, çoğunluğun mutluluğunu düşün. Beyazı düşün, önündeki güzel günleri düşün. Son bir kez daha düşün. Ya da dur, düşünme! Çünkü biliyorum. Artık düşünmek istemiyorsun. Gözlerindeki o bıkkınlığı görüyorum, hissediyorum. Bırak düşünmeyi, bırak artık inceldiği yerden kopsun ipler. Siktir et ulan, siktir et. Ben sana beyaz ol da demiyorum. Git ve kendine yakışır bir şekilde gri ol. Gri ol ki, her ortama uyum sağlayabil. Beyazları yerme, siyahları övme. Gri ol ulan, gri ol. Gökyüzü grisi ol, elma grisi ol, bok grisi ol. Seç kendine bir gri ve ol! Hala inatla siyah olarak devam mı etmek istiyorsun? Aslında onları da görüyorum. Gözündeki o isyanı görüyorum. O içindeki ateşin sıcaklığını hissediyorum. Biliyorum, ne kadar renge boyarsan boya kendini ortada bir saçmalık var ve sen bunu çok iyi biliyorsun. Ve yoluna siyAh olarak devam etmek istiyorsun. Peki seçimine saygı duyarım, siktir et bu yazılanları. Ama şunu sadece aklında bulundurmanı ve hiçbir zaman unutmamanı istiyorum: Sürünün dağılmasını engellemek için etrafta çoban köpekleri var ve unutma, çoban köpekleri her yerde!

Utku Körk



facebook.com/fanzinbalkon balkonfanzin.blogspot.com Her hakkı tarafımızca saklanmıştır. Bulursanız çoğaltınız.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.