7 minute read

TEKNOLOJİDE KADIN "YENI SÜREÇTE YERLILIĞIN ÖNEMINI ARTIRMASINI BEKLIYORUM

"YENI SÜREÇTE YERLILIĞIN ÖNEMINI ARTIRMASINI BEKLIYORUM" Yerli üretimin öneminin pandemi süreci ile beraber daha hassas bir noktaya ulaştığını ifade eden Prof. Dr. Dilek Kazan, faaliyette bulundukları biyomühendislik ekosistemi içinde tamamıyla yerli ürünler ortaya koyarak, bu üretimin sanayi-teknopark ve üniversite üçgeninde bir faydaya dönüşmesine katkı sunmasını amaçladıklarını söylüyor.

armara Üniversitesi M biyomühendislik bölümünde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Dilek Kazan, üniversite bünyesinde gerçekleştirdiği akademik çalışmaları somutlaştırmak adına 2019 yılında Teknopark İstanbul’da BacPolyZyme (BPZ) biyomühendislik firmasını kurdu ve sonrasında çalışma arkadaşı Dr. Orkun Pinar firmaya ortak oldu. Biyomühendislik alanında ürettiği yerli biyopolimeri farklı sektörlere entegre eden firmanın, bu ekosistem içinde faaliyet göstermenin yanında pazardaki yerli üretimi artırıp yabancı markalara ve ithalata olan bağımlılığı azaltma hedefi de bulunuyor. Pandemi sürecinin yerli üretimin ne kadar hassas bir konu olduğunu bir kez daha gösterdiğini ifade eden Prof. Dr. Kazan, ortaya konan bilimsel çalışmaların ticarileşmesi için verilen teşviklerle bunun başarılabileceğini söylüyor ve “Pandemide bir ülkenin kendi kendine yetebiliyor olmasının ne denli önemli olduğunu da gördük. Bundan sonraki süreçte yerliliğin artan şekilde önem kazanmasını bekliyorum” diyor.

Advertisement

Kuruluşunuzun üzerinden geçen iki senenin ardından firmanız şu an nerede duruyor? Pandemi bu konumlanmayı nasıl etkiledi, globale açılma noktasında ne gibi bir yol haritanız bulunuyor?

KOSGEB Ar-Ge inovasyon desteği ile 2019 yılının başında kurulduk ancak benim Teknopark İstanbul içindeki faaliyetlerim 2018’in mart ayında başladı. Geçen süre zarfında KOSGEB’in desteği ile altyapımızı tamamladık ve böylece etkin bir yere geldik. Kuruluş hedefimiz bir biyopolimer üretimiydi. Bunu tamamıyla yerli üretimimizle ve yerli mikroorganizmamızla, prototip şeklinde üretmeyi başardık. Yerli biyopolimerlerimizi farklı alan ve

sektörlere entegre etmeye çalışıyoruz.

PROF. DR. DILEK KAZAN BACPOLYZYME KURUCUSU

Özellikle tıpta ve kozmetik alanında kullanılmak üzere ticari girişimlerimiz devam ediyor. Ürünümüzün prototipi hazır. Piyasaya sunmak ve üretime geçmek için testlerini gerçekleştiriyoruz. Diğer yandan ürettiğimiz yerli biyopolimerlerden ve enzimlerden farklı ürünler elde etmek adına yolumuza devam ediyoruz. Bu projelerden bir tanesi COVID-19 sürecinde ortaya koyduğumuz yerli biyobariyer oldu. Nano boyutta, gözenek yapısı küçük bir yapıda hedeflediğimiz ürünümüzü yüz maskelerinde filtre olarak kullanabilmek amacıyla çalışmalara başladık. Böylece rutin hayatımızın bir parçası olan maskelerin koruyuculuğunu belirli bir oranda artırmayı hedefledik. Şu anda ürünümüz test aşamasında; hava alabilecek mi, virüsü ne kadar tutabilecek, ne kadar koruyuculuk sağlayacak gibi sorulara cevap arıyoruz. Ürünün ticarileştirilebilmesi için bu testlerin yapılması gerekiyor.

Testler bittikten sonra seri üretime geçilebilecek bir ortam mevcut mu?

Bizim Teknopark’ta gerçekleştirdiğimiz çalışmalar daha ziyade işin akademi ve bilimsel tarafını yansıtıyor. Ancak bir organize sanayi bölgesi ile görüşme gerçekleştirdik ve duruma sıcak baktılar. Test aşamasını tamamladıktan sonra projemizi bu firmaya transfer edip, üretim safhasına geçebileceğiz.

Yurt dışında ne gibi çalışmalarınız var?

Yakın zamanda, Fransa ve İspanya ile ortak bir Avrupa Birliği (AB) projesine başvurduk. Burada ürettiğimiz polimeri, medikal cihaz olarak kullanmayı planlıyoruz. Yara örtüsü olarak tasarlayacağımız ürün Fransa'da modifiye edilecek. Pre-klinik ve faz denemeleri ise AB'ye uyumlu olması açısından İspanya'da yapılacak. Eğer proje AB’de kabul edilirse, ülkemizde de TÜBİTAK destek verecek. Ürünün akreditesini yaptıktan sonra da piyasaya sunabilecek duruma geleceğiz.

Ürünün nasıl bir fonksiyonu olmasını bekliyorsunuz?

Yara örtüleri daha ziyade sentetik maddeler içeriyor, bizimkisi ise Türkiye, temel bilimsel anlamda biyoteknolojide en üst seviyede diyebilirim. Üniversitelerde ve Ar-Ge merkezlerinde yapılan araştırma çalışmaları, bu söylemimi destekler nitelikte. Bizdeki eksik taraf, bunu sanayileştirememek.

tamamıyla doğal olacak. Nemlendirme özelliği çok yüksek. Yaranın iyileşmesinde kısa sürede etkin çözüm sağlayacak. Aynı zamanda pansuman sırasında, bu yara örtüsünü kaldırmadan üstten pansuman yapma olanağı da sunacak. Bu ürünü özellikle yatağa bağımlı, engelli hastalarımızda oluşan yaraların tedavisi için kullanmak istiyoruz.

Biyomalzeme ve biyomühendislik işin sürdürülebilirlik ve çevrecilik tarafında nasıl bir katkı sunuyor?

Yıllar boyunca biyoteknoloji denince biz hep tıpla ve ilaç sektörü eşleştirdik ancak günümüzde bu teknoloji artık hayatın pek çok alanında kullanılıyor. Örneğin hayatımızın her alanında kullandığımız plastikler, biyopolimerler için başarılı bir örnek. Plastik ürünler çok kullanışlılar ama doğada parçalanamamaları sebebiyle büyük bir çevre sorununa neden olmaktadırlar. Bunun önüne geçmek için doğada parçalanabilir ancak bunu yaparken de toksik üretmeyen ve doğayla uyumlu polimerler üretmek istiyoruz. Bu bizim tüm çalışmalarımızdaki temel amacı oluşturuyor. Biz biyomühendislik ile yeşil kimyayı birleştirerek, sürdürülebilir prosesler gerçekleştirmek istiyoruz. Bunun için de atıkları kullanıyoruz, bunlardan katma değeri yüksek ürünler elde ediyoruz. Dünyada sentetik polimerler en kirletici malzemelerin başında görülüyor. Ancak kabul etmeliyiz ki, hayatımızı daha da kolaylaştırmak ve geliştirmek adına en donanımlı sektörlerin başında kimya geliyor ve pek çok sektörün de ana iticisi. Burada ortaya çıkan zararlı sonuçlar, doğru kullanmamakla paralel ilerliyor. Pet şişeleri geri dönüşüme değil de denize atmak gibi...

Biyomalzeme alanında kullanılan ürünlerin ne kadarı yerli, pazarımızdaki yabancı firma, marka büyüklüğü ne durumda? Türkiye biyomühendislik alanında şu anda nerede duruyor?

Açıkçası şu an pazarımız, yabancı firma yoğunluklu işliyor fakat yerli firmaların sayısını artırması için de çalışmalar gerçekleştiriliyor. Şu an için birçok biyoteknolojik ürünü diğer alanlarda olduğu gibi ithal etmek zorunda kalıyoruz. Ama hedef, bu ihracatı azaltmak; hatta yerli üretmek. Diğer yandan Türkiye, temel bilimsel anlamda biyoteknolojide en üst seviyede diyebilirim. Üniversitelerde yapılan araştırma çalışmaları, bu söylemimi destekler nitelikte. Bizdeki eksik taraf, bunu sanayileştirememek.

“DIJITALLEŞEN DÜNYADA KADINLAR BIR ADIM ÖNDE”

Kadın erkek ayrımının bilimsel, zihinsel, sürecin ve hayatın yaşattığı zorluklarla fikirsel ve yönetsel yoğunluk gerektiren alakalı. Bunu bu şekilde görürlerse süreci alanlarda yapılabileceğini düşünüyorum. daha da kolaylaştırırlar. Bu hem erkek Buradaki ayrımı verimlilik, kalifikasyon, hem de kadınlar için geçerli. Bunlar kalite ve yetkinlik belirler. Seneler aşıldığında girişimci kadın sayısının boyunca dillendirilen bu tabirin de daha da artacağına inanıyorum. Diğer oluşturduğu baskı ile kadınlar da kendini yandan hızla dijitalleşen dünyada geri planda tuttu. Ancak artık kendilerine kadınların bir adım daha önde olduğunu güvenmeleri ve cesaretli olmaları düşünüyorum. Bunu ortaya konan gerektiğini düşünüyorum. Girişimcilikte raporlar da destekliyor. Yeni dünya çoğu zaman yaşadığımız zorluklar düzeni, rekabetçilik ve kârlılık noktasında, kadın erkek ayrımından kaynaklı değil, daha faydalı seçimler tercih ediyor.

Bunun nedeni ise, akademiyi ticarileştirmenin önemini geç kavramış olmamız. Bu sebeple de yapılan çalışmalar daha ziyade bilimsel seviyede kaldı. Son yıllarda artan devlet teşvikleri ve üniversite-sanayi iş birlikleri ile bunu kırmaya başladık. Şu anda işin başındayız ama iyi bir başlangıç seviyesindeyiz.

Bu noktada üniversite-akademiteknopark iş birliklerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu tür çalışmalar temel bilimden başlıyor, buradan sonrasında uygulama ve üretim safhası başlıyor. Temel bilimin başladığı yer de üniversite. Etkin, efektif ve düşük maliyetli üretim için üniversitedeki çalışmalar şart. Global arenada rekabet edebilmeniz için ürettiğiniz ürünün bir kalitesi, farkı olması lazım. Diğer yandan yerli üretime de çok fazla ihtiyacımız var. Böyle olunca da üniversitelerde gerçekleştirilen çalışmaların belirli bir uygulamaya yönelik yapılması zorunluluk teşkil ediyor. Ardından da bunun firmalar tarafından üretime kazandırılması gerekiyor. Ancak ülkemiz, üniversitedeki bilgi birikiminin ticarileştirilmesinde bir adım geri kalmışlık yaşıyor. Ülkeler bu alandaki üretimlerine çok uzun yıllar önce start vermişken, biz daha yeni yeni başladık. Ancak geç kaldığımızı düşünmüyorum. Biz firma olarak, biyomühendislik ve biyo proses alanının neden önemli olduğunu ve ne olduğunu anlatmak için ve bu alanda üretim yapacak firmaların arka laboratuvarı olarak hizmet vermek için de kurulduk. Üretimin fizibilite çalışmalarını yapıyoruz. Bir diğer misyonumuz ise üniversite ile sanayi arasında bağ kurmak ve bu noktada şimdilik başarılı şekilde ilerlediğimize inanıyorum.

Bu arada, şu anda bulunduğunuz yere gelme noktasında yeterli teşviki aldığınızı düşünüyor musunuz?

Kendi adıma evet. KOSGEB’in, Teknopark İstanbul’un ve üniversitemin

(Marmara Üniversitesi) büyük desteği ve katkılarından yeterince yararlandığımı düşünüyorum. KOSGEB’in verdiği destek, bizim kısa sürede ilerlememizi sağladı. Laboratuvarımızı bu sayede kurduk. Şu anda farklı firmalardan da destekler ve teşvikler alarak ilerliyoruz. Ayrıca Teknopark İstanbul’un çok büyük bir destekçi olduğunu söylemeliyim. Beni, akademisyen olarak sanayinin ve ticaretin içine dahil etti. İşin ticari ayağında nasıl düşünülmesi gerektiğini Teknopark’ta öğrendim. Bu çok değerli, çünkü biz bilim insanlarıyız. Yaptığımız çalışmaları uygulamaya aktarmak için çalışmalar yapıyoruz. Ticaret bizim işimiz değil. Burada bir ürünü ticarileştirmeye yönelik nasıl üretmek gerektiğini öğrendim. Onun dışında bir firmanın kurulduktan sonra ilerleyebilmesi için gerekli olan altyapı, ekipman ve standartları sağlaması bakımından da çok değerli bir yerde duruyor. Diğer yandan Teknopark İstanbul’un tüm bunları kurumsal bir yapıda sunması, adaptasyonumuzu kolaylaştırdı. Teknopark İstanbul, çok büyük bir destekçi ve değerli bir partner. Beni, akademisyen olarak sanayinin ve ticaretin içine dahil etti. İşin ticari ayağında nasıl düşünülmesi gerektiğini Teknopark’ta öğrendim.

Bundan sonraki süreç için tıp ve bilim dünyasında ne gibi gelişmelerin olmasını bekliyorsunuz?

Bambaşka bir sürece gireceğimiz kesin. Özellikle bilişim teknolojilerinin hayatımızdaki yeri daha da artacak. Yine bilimsel çalışmalarımız da bu yeni süreç ve belirsizlikle ilerleyecek. Virüsler, salgın hastalıklar, belirsizlikleri ve bunlarla mücadele noktasında çalışmalarımız artacaktır. Bir diğer önemli nokta da sürdürülebilirlik olacak. Bu tür salgınlar, bir şekilde çevre kirliliklerinin bir sonucu. İklim değişikliğinin ortaya koymuş olduğu yıkımlar ve sonuçlar, hiç ürememesi gereken birtakım mikroorganizma/organizmaların üremesine de sebep oluyor. Bunlarla baş edebilmek için de sürdürülebilirlik kavramı içinde farklı alanların oluşabileceğini düşünüyorum. Umuyorum ki, bu süreçten doğaya ve çevreye dair çok fazla öğrenim ve çıktı elde etmişizdir. Diğer yandan pandemide sınırlar kapandığı andan itibaren kendi kendimizeydik. Burada bir ülkenin kendi kendine yetebiliyor olmasının ne denli önemli olduğunu da gördük. Bundan sonraki süreçte yerliliğin artan şekilde önem kazanmasını bekliyorum.

This article is from: