AFETŞEHİR / DISA STERCIT Y Nal an Yır tmaç
Evlerimiz, Uçurumlarımız Ayşe Çavdar
“Zabıtalar daha yeni başladığım evimi yıktıklarında mahalleli geldi gelmiş bir aile mahalleye kabul ediliyor. Sabah gelen zabıta pencerede yanıma. 15 yaşımdaydım. Ankara’ya yalnız gelmiştim. Babam perde var mı, önüne çiçek konmuş mu, dış cephe badanalı mı, soba yanımda değildi. Biri sigaramı yaktı, biri altıma sandalye verdi, biri kurulmuş mu diye bakıp, tutanağına “burada yapılaşma tamamlanmış, su getirdi. Ben ağlıyordum. Dediler ki ‘üzülme sen, daha iyisini ikamet başlamıştır” ibaresini ekliyor. Lazımsa zabıtaya verilecek yaparız’. Yaptık da. Hep beraber giriştik inşaata. Bir gecede çıkarttık. rüşvet mahalleliden alınan borçla takviye ediliyor. Ritüel böylece Malzeme getiren de oldu, çalışanlara yemek yapan da. Kimse sen tamama eriyor. Burada “ev alma komşu al” yok, ev de komşu da kimsin, nesin, nereden geldin diye sormadı. Kendileri gibi olduğumu topluluğun kendi inisiyatifiyle üretiliyor. biliyorlardı. Aynı yoldan onlar da geçmişlerdi. Kimin nereli olduğunu, Gecekonduyu, bugün banka kredileriyle, reklamlardan ya da nereden geldiğini, ne iş yaptığını inşaat bittikten, annem köyden gelip kataloglardan seçerek satın aldığımız evlerden ayıran en temel özellik komşularla ahbaplık kurduktan sonra öğrendim.” bu işte. Çünkü gecekondu karşılıklı bağımlılık ve empatiyle inşa Bu hikayeyi anlatan kişi babam, Yaşar Çavdar. Aslında bir ritüeli ediliyor. Hangi inşaat materyalinin kullanıldığından bağımsız olarak anlatıyor. 15 yaşında köyünden ayrılıp şehre gelen, annesini ve bir gecekondu mahallesinin konforu, sözünü ettiğim kuruluş ritüelinin kardeşlerini getirip yerleştireceği evin malzemesini alabilmek için niteliğiyle belirleniyor. kahvehanede garsonluk yaparken bir yandan da ortaokula başlayan Derdim gecekondu güzellemesi yapmak değil. Çünkü bir delikanlının, içinde tek bir tanıdığı olmayan bir topluluğa kabul 1980‘lerin ortalarından başlayarak kendi büyüdüğüm mahallede ritüelini. Delikanlının inşa etmeye çalıştığı evin zabıtalar tarafından özellikle kadınların gecekondudan kurtulup, semtin apartmanlı yıkılmasına karşı duyduğu hüzünlü öfkeyle kurulan empati var mahallelerinde bir ev almak için kocalarının emekliliklerini nasıl mayasında ritüelin. Bu delikanlı daha sonra Ankara’nın bugün sabırsızlıkla beklediklerini, bütün bir çalışma hayatı boyunca üst-orta sınıfın yerleştiği yüksek binaların dikildiği Çukurambar biriktirilen parayla alınan dairelere büyük bir gururla nasıl semtinde 1970‘ler boyunca onlarca gecekondu inşaatında çalıştı. taşındıklarını da gördüm. Apartmana taşınanların her düğünü, nişanı, Bayburtlu taş ustası bir babanın oğlu olduğu için inşaatında çalıştığı bayramı, cenazeyi bahane bilip koşa koşa mahalledeki ahretliklerinin gecekonduların tasarımında da söz sahibiydi, ama tek tasarlayan dizinin dibinde eski yerlerini almak için gösterdikleri çaba ise o değildi: “Araziye bakıp ışığın hangi saatte nereden geleceğini apartman hayatında neyin eksik olduğunu ayan beyan gösteriyordu. ölçüyorduk, etraftaki evlerin konumuna göre pencerelerin yerini Teyzelere olduğu gibi, komşu çocuklarına da apartmanlar dar ve belirliyorduk. Evin pencereleri, komşu evlerin mahremiyetine halel yetersiz geldi. Alman sanat tarihçi Wilhelm Worringer, genç ve heyecanlı getirmeyecek şekilde ama ışık hesaba katılarak açılırdı. Güneş gören cepheye salon ve odalar, diğer tarafa banyo, tuvalet yerleştirilirdi. Bir bir öğrenci olarak yazdığı Abstraction and Empathy (Soyutlama de varsa mahalledeki kanalizasyon ve su borularının nerede olduğuna ve Empati) adlı doktora tezinde toplumların bir estetik anlayıştan diğerine geçişlerinde neyin etkili olduğunu araştırmış. Diyor ki, “bir ya da gelecekte nerede olabileceğine bakılırdı.” Sözün kısası toplumda yaygın olarak benimsenen sanatsal ve mimari estetik gecekondunun tasarımı, söz konusu topluluk tarafından yapılıyor ve anlayışı, o toplumun sahip olduklarını değil, olmadıklarını, sahip bu şekilde anonimleşiyordu. Evin kondurulduğu gece, mahalleden birinin zabıtaya ihbarda olmayı arzu ettiklerini temsil eder.” Bu izlekten gidildiğinde “başımızı sokacak bir evimiz” bulunmaması kabul ritüelinin görünmeyen parçası. Kalabalık bir işçi grubunun bütün gece çıkarttığı gürültüye aldırmayıp, üstüne bir de olmasını ister ve o evin niteliklerini sıralarken aslında olmak isteyip lazımsa malzeme yardımında bulunmak ve çayla, suyla, yemekle de olamadıklarımızın bir listesini yaptığımız sonucuna varabiliriz. müstakbel komşuya destek olmak diğer parçalar. Şehre daha dün Hatta her evin sahip olmadıklarımızdan mürekkep bir ütopya
olduğunu söyleyebiliriz. Bir ev ne kadar varsa ve ne kadar bezenmiş, ne kadar tasarlanmışsa, sahip olmadıklarımızın listesi o kadar tamamlanmış demektir. Böyle bakınca bir ev sahip olduklarımızla, olmadıklarımız arasında bir uçurum gibidir. Ve bununla birlikte ev, içinde en iyi ve en kötü hallerimizi yaşadığımız yerdir. Daha da önemlisi iyiden kötüye, kötüden iyiye, ışıktan karanlığa, karanlıktan ışığa geçtiğimiz yerdir ev. Bu yüzden ev ahlakın mekanıdır. Evin içinde “sahip olduğumuzu” düşünerek sıraladığımız her şey, aslında sahip olmayıp arzuladıklarımıza birer referanstır. Yalnızca içinde değil, dışında, etrafında, havasında bulunan her şeyle ev, hayatın karşımıza çıkartabileceği fırsatlar ve sorunlar karşısında neleri gözden çıkartabileceğimizin, feda etmemiz, vazgeçmemiz gerekebilecek şeylerin ve hallerin bir dökümüdür. Bunu akılda tutarak içinde yaşadığımız ya da yaşamayı arzu ettiğimiz eve bir kez daha baktığımızda göreceğimiz şey, sahip olduklarımızla arzularımız arasında konumlanmış derin mi derin bir uçurumdur şu halde... Ve gene bunu akılda tutarak içinde yaşadığımız şehirde yaşanan ev merkezli dönüşüme baktığımızda birlikte ve arzularımızı çılgınca yarıştırıp birbirine eklemek suretiyle şekillendirdiğimiz başka bir uçurum daha görürüz. Olmak istediğimiz insana dönüşmek için sarfettiğimiz olanca çaba, konut piyasası koşullarında biçimlenen devasa kristal bir iş makinesi gibi derinleştirir uçurumu. Belki de bu yüzden giderek daha yüksek, daha güvenli, daha izole, daha uzak, daha sıcak, daha sağlıklı, ama aynı zamanda daha merkezi, daha geleneksel, daha doğal, daha organik evlerde yaşamak istiyoruzdur. Ve eklediğimiz her “daha ...”nın büyüttüğü bir yarıkta şekilleniyordur kendilik bilgimiz... Asla kabullenilmeyeceğimizi bildiğimiz, bunun için kibirle tepeden baktığımız, hiçbir şeyini beğenmeyip her ayrıntısına gerilimli bir eleştirellikle yaklaştığımız kocaman bir mahallede mümkün olan en az ilişkisellik düzeyinde, konforla dokunmasızlığın eş anlamlı olduğu bir yaşam formu üretiyoruz hep birlikte. Mübarek olsun...
Afetşehir Kolaj 9 Disastercity Collage 9 Dijital kolaj /Digital collage 2012
Our Homes, Our cliffs Ayşe Çavdar
“When the municipal police force tore my house down that I had just started to build, the neighborhood dwellers came up by my side. I was 15 years old. I had come to Ankara by myself. One lighted my cigarette, one offered a chair, yet another brought some water. I was crying. They said “don’t be sorry, we will build a better one.” Indeed, we did. We undertook the construction altogether. We built it in only one night. There were ones who brought construction materials and others who cooked. Nobody asked ‘who are you?’, or ‘where are you from?’ They knew that I was just like them. They had walked down the same road before. I learnt where they were from and what they were doing only after we were done with the construction and my mother came from the village and befriended our neighbors.” It is my father, Yasar Cavdar who is telling this story. Actually, he depicts a ritual. A ritual of acceptance of a 15 year old boy – a boy who leaves his village, moves to town, and waits tables in a coffee house in order to buy the construction material for the house that he is going to build for his mother and siblings while starting middle school- to a community in which he does not have any acquaintance. In the blood of this ritual, runs the empathy that is built through the groomy anger of that boy whose house had been tore down by the municipal police force. Later on, in 1970s, the same boy worked in the numerous constructions in the district of Cukurambar, where upper-middle class of Ankara settled in today. Being the son of a stone mason from Bayburt, he had a voice in designing the shanties that they were building, but he was not the only one who made the decisions. “We were looking at the land and measuring where the light was coming from at a specific time of day, we were placing the windows by considering the houses around. The windows of the buildings that we built were opening in a way that was protecting the privacy of the neighboring buildings while letting the sunshine in. We were locating the living room and bedrooms where the building were facing the sun while the bathroom and restroom were being located on the other side. Also, the current location of the sewege and water pipes of the neighborhood were being checked or their future location was being considered.” Long story short, the design of the shanties were created by the community in question, and by this way, they were rendered anonymous.
In the night when the shanty is built, not donouncing it to the municipal police is the unseen piece of the ritual. On top of ignoring all the noise that a crowded group of workers make all night, providing construction material if needed, and supporting the prospective neighbor by offering tea, water, or food, constitute the rest of the pieces. A family, who arrived the town just a day before, is getting acceptance to the neighborhood. The municipal police officer, who comes in the morning, checks whether the curtains are hanged, whether there are flowers in front of the window, whether the exteriors are whitewashed, and whether the heating stove is set or not and he writes down the phrase: “Here, the construction had been completed and the residency has just started.” If necessary, the bribery for the municipal officer is consolidated with the loan from the neighborhood dwellers.This is how the ritual gets completed. Here, there is no thing like “ask about your neigbors, then by the house”; both the house and the neighbor is produced by the community’s own initiative. This is what differentiates a shanty from the houses which we choose by looking at ads or catalogs and buy on bank loans. Because, a shanty is built with a mutual attachment and empathy. The comfort of a shanty neighborhood is determined through the qualities of its construction ritual regardless of the material it is constructed with. My point is not delivering a eulogy for shanties. Because, starting from mid 1980s, I witnessed how especially the women of my neighborhood look forward to their husbands’ retirement which would enable them to get away from the shanty and move one of the apartment buildings of the district. And how they move into those apartments, which are bought with the money that is saved for an entire work life, with such a big pride. The effort they made to take every wedding, engagement,holiday, or funeral as an excuse to sit next to their fellows was a demonstration of what was missing in apartment living. The apartments were unsatisfying and limiting for the kids as well. German art historian, Wilhelm Worringer researched what is effective in transition of a society from one sense of aesthetics to aother in his doctoral dissertation titled “Abstraction and Empathy” that he wrote as a young and excited student. He says, “the
mainstream art and aesthetics in a society does not reflect what that society has, but what it does not have and what it aspires to have.” Following that theme, we want “a place to live” and while enumerating the qualities of this place, we, in fact, make a list of things that we want but we do not have. Moreover, it is reasonable to conclude that every home is an utopia consisting of things that we do not own. The more a home is existant, adorned, and designed, the more complete is the list of the things that we do not own. From this perspective, a home is like a cliff between what we own and what we do not own. And, at the same time, a home is the place where we have our best and worst states. Most importantly, a home is the place where we make a transition from good to bad, bad to good, light to dark, and dark to light. This is why a house is the lieu for morals. Every single thing in the house, which we enumerate considering we own them, actually refers to the things that we do not own but we aspire to. Not only with the things that are in it, but with all the things that are outside, around, or in the atmosphere of it, a home is a documentation of the things and states that we can discard, sacrifice, or waive for the opportunities and obstacles that life brings along. Thus, if we look at the place that we live in or we aspire to live in while keeping this in mind, the thing that we are going to see is a deep cliff that stands between our possessions and our admirations. And again, if we look at the transformation in the city centered around the houses, we see another cliff which we shaped together by frantically racing our desires and adding them together. All this effort, which we make in order to turn into the person that we are not, makes the cliff deeper like a gigantic, cut glass construction machine. Maybe this is why we want to live in higher, more secure, more isolated, more distant, warmer, healthier, but at the same time, more central, more traditional, and more organic homes. And our self entity is shaped in the cliff that gets deeper with each “more...”. Altogether, we create a life form with a minimum opportunity for socialization and in which comfort and and not-touching are synonyms, in a neighborhood where we will never get acceptance, and for this reason, which we belittle and unliking every detail of it, to which we approach with a suspenseful criticism. My your new home be blessed!
Afetşehir Kolaj 8 Disastercity Collage 8 Dijital kolaj /Digital collage 2012
Afetşehir 3 Disastercity 3 Kağıt üzerine akrilik ve şablon / Acrylic and stencil on paper 80 x 82 cm 2012
Afetşehir Kolaj 7 Disastercity Collage 7 Dijital kolaj /Digital collage 2012
Afetşehir 4 Disastercity 4 Kağıt üzerine akrilik ve şablon / Acrylic and stencil on paper 119 x 150 cm 2012
Afetşehir 5 Disastercity 5 Tuval üzerine akrilik ve şablon / Acrylic and stencil on canvas 100 x 100 cm 2012
AfetĹ&#x;ehir Kolaj 6 Disastercity Collage 6 Dijital kolaj /Digital collage 2012
Afetşehir 6 Disastercity 6 Tuval üzerine akrilik ve şablon / Acrylic and stencil on canvas 100 x 70 cm 2011
Afetşehir 7 Disastercity 7 Fotoblok üzerine akrilik ve şablon / Acrylic and stencil on foamcore 85 x 120 cm 2011
Afetşehir 8 Disastercity 8 Tuval üzerine akrilik ve şablon / Acrylic and stencil on canvas 130 x 160 cm 2012
AfetĹ&#x;ehir Heykel Disastercity Sculpture AhĹ&#x;ap ve polyester / Wood and polyester 26 x 55 x 34 cm 2012
AfetĹ&#x;ehir Kolaj 5 Disastercity Collage 5 Dijital kolaj /Digital collage 2012
Uykuda Asleep Tuval üzerine akuarel ve şablon / Aquarel and stencil on canvas 95 x 250 cm 2012
AfetĹ&#x;ehir Kolaj 4 Disastercity Collage 4 Dijital kolaj /Digital collage 2012
Afetşehir 10 Disastercity 10 Kağıt üzerine akuarel ve fotokopi / Aquarel and photocopy on paper 70 x 100 cm 2012
Afetşehir 11 Disastercity 11 Tuval üzerine akrilik ve şablon / Acrylic and stencil on canvas 130 x 160 cm 2012
Afetşehir 12 Disastercity 12 Tuval üzerine akrilik ve şablon / Acrylic and stencil on canvas 180 x 130 cm 2012
AfetĹ&#x;ehir Kolaj 3 Disastercity Collage 3 Dijital kolaj /Digital collage 2012
Afetşehir 13 Disastercity 13 Duvar kağıdı üzerine akrilik ve şablon / Acrylic and stencil on wall paper 104 x 127 cm 2012
Afetşehir 14 Disastercity 14 Duvar kağıdı üzerine akrilik ve şablon / Acrylic and stencil on wall paper 90 x 135 cm 2011
Afetşehir 15 Disastercity 15 Tuval üzerine akrilik ve şablon / Acrylic and stencil on canvas 130 x 160 cm 2012
Afetşehir 16 Disastercity 16 Tuval üzerine akrilik ve şablon / Acrylic and stencil on canvas 100 x 100 cm 2012
Afetşehir 17 Disastercity 17 Vinil üzerine akrilik ve şablon / Acrylic and stencil on vynil 85 x 104 cm 2012
AfetĹ&#x;ehir Kolaj 2 Disastercity Collage 2 Dijital kolaj /Digital collage 2012
AfetĹ&#x;ehir Kolaj 1 Disastercity Collage 1 Dijital kolaj /Digital collage 2012
KAPAK COVER
ÖN KAPAK İÇİ INSIDE FRONT COVER
BİRİNCİ SAYFA FIRST PAGE
SAĞ SAYFA ON THE RIGHT PAGE
Afetşehir 0 Disastercity 0
Afetşehir 1 Disastercity 1
Afetşehir 2 Disastercity 2
Otoportre Self Portrait
Fotoğraf / Photograph
Kağıt üzerine akrilik ve şablon / Acrylic and stencil on paper
Sprey boyalı kağıt şablon / Sprayed paper stencil
Tuval üzerine akrilik ve şablon / Acrylic and stencil on canvas
100 x 100 cm 2012
100 x 100 cm 2012
100 x 100 cm 2012
2012
Yayınlayan / Published by Artı Sanat Üretim Hizmetleri Ltd. Şti. Abdi İpekçi Caddesi Kaşıkçıoğlu Apt. No:42/2 Nişantaşı, İstanbul, Türkiye T +90 212 291 77 84 F +90 212 343 69 35 E info@artxist.com W www.artxist.com
Koordinasyon / Coordination Yasemin Elçi Fotoğraflar / Photographs Mesut Güvenli Grafik Tasarım / Graphic Design Okay Karadayılar Çeviri / Translation Ayşe Payır
Renk Ayrımı, Baskı ve Cilt / Color Seperation and Printing Mart Matbaacılık Sanatları Tic. ve San. Ltd. Şti. Mart Plaza, Merkez Mh. Ceylan Sk. No: 24 Nurtepe, Kağıthane, İstanbul T +90 212 321 23 00 F +90 212 295 1107 W www.martmatbaa.com.tr
Bu katalog, 20 Aralik 2012 — 12 Ocak 2013 tarihleri arasında x-ist tarafından düzenlenen Nalan Yırtmaç’ın “Afetşehir“ adlı sergisi nedeniyle 1000 adet basılmıştır. This catalogue, of which 1000 were printed, has been prepared by x-ist on the occasion of Nalan Yırtmaç’s exhibition “Disastercity” shown between December 20, 2012 — January 12, 2012.
2 0 . 12 . 2 0 12 — 12 . 0 1 . 2 0 13