FUCKJERRY
X O X O T H E M A G . N E T
D A
Z İ K
T A S A R I M
M Ü
Ü C R E T S İ Z D İ R
0 5 9 Ş U B A T 2 0 1 6
S A N A T
M O
X O X O THE MAG
002
003
İmtiyaz Sahibi CO Prodüksiyon Yayıncılık adına Cihan Şerbetcioğlu cihan@coistanbul.com Genel Yayın Yönetmeni Olga Şerbetcioğlu olga@xoxothemag.net Sorumlu Müdür Ruşen İnceoğlu Kapak:
FuckJerry Fotoğraf:
Eric T. White
C. Şişman L. Kamhi N. Karataşlı Röportaj Editörler Ebru Yetişkin Seza Bali, Deniz İrem Çek, Melda Ennekavi, Gazali Görüryılmaz, 94 Yayınlar Direktörü Serap Gecü
Ayşecan İpek, Aslin Kumdagezer, Alican Öyke, Utku Palamutçu, Gökhan Polat, Arzu Sak, Başak Ulubilgen İdari İşler Vadi Gengüç Grafik Tasarım Elif Sunar, Rüya Dilara Şen
Katkıda Bulunanlar Burhan Çılgın, Ömer Faruk Dinç, Gülüm Erzincan, Gordon Goodwin, Nihat Karataş, Hana Knizova, Nevşin Mengü, Elçin Mutlu, Mustafa Nurdoğdu, Defne Onar, Refik Özcan, Yasemin Özcan, Zeynep Özkanca, Zeren Reha, Jason Rodgers, Shala Rothenberg, Nando Salvà, Isaac Sterling, Aslı Şen, Fikret Tanrıverdi, Eralp Uğur, Erman Ata Uncu, Selin Ünüvar, Merve Yeşilçimen, Begüm Yetiş, Ebru Yetişkin, Serkan Yıldırım, Yağmur Yıldırım, Eric T. White, Stefanie Willmann, Emily Winiker Reklam cihan@coistanbul.com merve@coistanbul.com busra@coistanbul.com İletişim 123@xoxothemag.net / +90 212 2590669 Yayın Türü Aylık, Yaygın, Süreli. Baskı ve Renk Ayrımı Mas Matbaacılık San. ve Tic. A.Ş. Hamidiye Mahallesi Soğuksu Caddesi No:3 34408 Kağıthane, İstanbul, Türkiye, Sertifika No: 12055 XOXO The Mag'de yayınlanan yazı ve fotoğraflar kaynak belirtilmeden kullanılamaz. Tasarım Konsepti ve Yayın Kimliği Bülent Erkmen Tasarım Uygulama ve Kimlik Standartları Barış Akkurt, BEK
Lera Pentelute Röportaj Eralp Uğur 142
FuckJerry Röportaj Olga Şerbetcioğlu 98
Marsel İlhan Röportaj Arzu Sak 12
Nasir Mazhar Röportaj Utku Palamutçu 30
Epitome Röportaj Yağmur Yıldırım 44
Musical Youth Hazırlayan Başak Ulubilgen 52
Samra Zeller Röportaj Zeren Reha 140
Some Women of Early Success Hazırlayan Merve Yeşilçimen 88
Merve Ertufan Röportaj Yasemin Özcan 128
CJ Hendry Röportaj Seza Bali 48
Half Strong 64
Shruti Ganguly Röportaj Nevşin Mengü 26
Thomas Tait Röportaj Utku Palamutçu 124
Gülçin Çengel Röportaj Selin Ünüvar 141
I Was Just Thinking 112
Lütfü Emre Çiçek Röportaj Erman Ata Uncu 38
Ellen Page Röportaj Nando Salvà 18
C. Şişman L. Kamhi N. Karataşlı Röportaj Ebru Yetişkin 84
Ryan Fitzgibbon Röportaj Serap Gecü 94
Leong Leong Röportaj Yağmur Yıldırım 22
Nadide Hayat Röportaj Erman Ata Uncu 132
Hilal Aysal Röportaj Nihat Karataş 34
E
D
İ
T
Ö
R
D
E
N
OLGA ŞERBETCİOĞLU
Patti Smith, 1978 Orijinal fotoğraf:
Robert Mapplethorpe 012
Zamanının çoğunu hareket halinde, turnuvadan turnuvaya koşarak geçiren Marsel İlhan, birçok genç ve profesyonel tenisçinin hayalini kurduğu başarıya 22 yaşında ulaştı. IWC Icons’un bu ayki konuğu, ATP Dünya sıralamasında ilk 100’e girmiş Marsel ile kariyerini, motivasyonlarını,
IWC
IC ONS
hedeflerini ve zamanı konuştuk.
Röportaj:
Arzu Sak Fotoğraflar:
Gökhan Polat
Marsel İlhan, IWC Big Pilot’s Watch Perpetual Calendar Top Gun Boutique Edition
BU BİR İLANDIR
takıyor.
014
MARSEL İLHAN
Maç sırasında saate bakar mısın? Ne kadar zamanın geçtiğini nasıl kestiriyorsun? Ya günlük hayatında? Maç sırasında hiç saate bakmıyorum. Ne kadar zamanın geçtiğini ancak maçtan çıkarken görüyorum. İki, üç saat bir anda gidiveriyor. Günlük hayatımda da aynı şey geçerli. Devamlı seyahat ettiğim için midir bilmiyorum ama haftalar sanki uçuveriyor.
1
Marsel, profesyonel bir tenisçinin hayatı nasıl geçer? Uçakta, otelde, sürekli yurtdışında, çoğunlukla evden uzakta ama eğlenceli bir şekilde geçiyor. Sonuçta her zaman bir yarış içerisindesin ve kazanma ve kaybetme heyecanının verdiği adrenalinin etkisi altındasın. Tabii ancak profesyonel olduğunda bu heyecanı yaşayabilirsin, parayla satın alınamayacak bir his bu.
2
Tenise Türkiye’de devam etmeye nasıl karar verdin? Semerkant’ta yaşarken, ailemin yönlendirmesiyle altı yaşında tenise başladım. O zamandan beri hayalim tenisçi olmaktı. 17 yaşında Türkiye’ye turnuvaya geldim ve sonra Taçspor’la antrenman yapmaya başladım. Onlar benim burada kalmamı çok istediler. Kulüp ve Federasyon da beni destekleyince tenise burada devam etmeye karar verdim.
3
Senede kaç turnuvaya gidiyorsun? Aşağı yukarı 30. Teniste her hafta bir turnuva var. Beş, altı hafta Türkiye’de oynuyorsun, onun dışında 300 gün yurtdışında, Avrupa’da, Asya’dasın.
4
Yeri geldiğinde arkadaşlarınla kortta kıyasıya kapışman gerekiyor. Bu durumu nasıl idare ediyorsun? Kortta ve profesyonel sporda bence arkadaşlık diye bir şey yok. Sonuçta bu bir iş ve bir takım sporu değil, ortada bir takım ruhu yok. Tenis ferdi bir spor, her şeyi kendin için yapıyorsun ve korta çıktığında yine tek başına kazanmak istiyorsun.
7
Korta çıktığında nasıl bir ruh hali içerisinde oluyorsun? Genelde stresli oluyorum. Her ne kadar bu stresi yaşamak normal olsa da ve sana sadece kendine odaklanma fırsatı verse de, bu stresi yenmeye çalıştım, farklı çalışmalar yaptım, ama başarılı olamadım.
5
Profesyonel tenis kondisyon, konsantrasyon, koordinasyon, çeviklik ve güç gibi birçok yönden beceri gerektiren aslında çok zorlayıcı bir meslek. Mağlup olduğunda neler oluyor? Küçük yaştan itibaren tüm bu becerileri geliştirmek durumundasın. Teniste her hafta yeni bir hafta, bir noktadan sonra kendini otomatiğe bağlaman gerekiyor. Bu yüzden galibiyet bile ertesi gün unutulabiliyor. Kaybettiğinde üzülüyorsun tabii ama zamanın ilaç olduğunu bildiğinde birkaç gün sana yetiyor.
6
Tenis maçlarının ne kadar süreceği belli değil, zaman kısıtlaması yok, ucu açık. Karşındaki oyuncuyu nasıl tartıyorsun? Artık yabancı rakip diye bir şey kalmadı, herkes herkesi tanıyor. Maçtan önce maçın en az dört, hatta beş saat süreceğini düşünerek hazırlığını yapmak gerekiyor. Hazırlığını hiçbir zaman maçın yarım saat sürüp rakibini yeneceğine göre yapamazsın. Ben her zaman zor ve uzun bir maça çıkacağımı düşünerek hareket ederim. Fransa Açık’ta mücadele ettiğim dört buçuk saatlik bir karşılaşmadan sonra neden böyle yaptığımı daha iyi anladım.
8
015
Marsel İlhan,
Türk tenis tarihine girmek senin hayatında nasıl bir fark yarattı? 2009 benim için bir dönüm noktasıydı. O andan itibaren hedeflerim yükseldi, kendime daha çok güvenmeye başladım. Daha çok şey yapabileceğime inandım. Kariyerim, bir yandan sponsorların ve federasyonun desteği, bir yandan da Türkiye’de tenise karşı basın ve medyanın bakışı değişti. Türkiye’de bir tenis devrimi yaptık.
IWC Big Pilot’s
10
Eylül 2010’da ATP dünya sıralamasında ilk 100’e giren ilk Türk sporcu, Türk tenisinin ilk ikonu oldun. Önce 77. sıraya yükseldin, şu an 97. sıradasın. Bu sıralamanın profesyonel kariyerine ve genel hayatına nasıl bir etkisi var? Ben hedeflerimi hep yavaş yavaş yükselttim, kendime büyük hedefler koymadım. Hedefim ilk 700’e girmekti. Sonra ilk 500, 300, 200, 150, 100 diye basamak basamak ilerledim. 20-22 yaşlarım arasında 1350’den 320’nci sıraya ilerledim, benim için büyük bir sıçrama oldu. Üç sene içinde ilk 100’e girdim. Sonra biraz geriledim ve 25-26 yaşında 200 numara oldum. Uzun lafın kısası, aşağı yukarı iki senede bir hedeflerime ulaşıyorum.
9
016
Kariyerinde asla unutamayacağın karşılaşma hangisi? Amerika Açık, 2009. İlk Grand Slam maçım. Karşımda Belçikalı Christophe Rochus vardı. Ve kazandım.
11
Watch Perpetual Calendar Top Gun Boutique Edition takıyor.
2016’da kariyer hedefin ne? Şu anda ilk 50’yi hedefliyorum. Bu sene ya da 2017’de hedefime ulaşacağıma inanıyorum.
12
Kolunda taşıdığın IWC sana kendini nasıl hissettiriyor? Keyifli ve çok rahat hissediyorum. Eskiden saatlerle pek ilgilenmiyordum, ama son birkaç yılda saatlere karşı olan fikrim tamamen değişti.
13
PICTURED SLIGHTLY LARGER THAN ACTUAL SIZE.
IWC Schaffhausen Boutique İstanbul: Mim Kemal Öke Cad. Altın Sokak 4/A Nişantaşı Tel: (212) 224 4604 İstanbul: Arte Gioia, İstinye Park Tel: (212) 345 6506 - Greenwich, Zorlu Center Tel: (212) 353 6347 - Unifree Duty Free, Ataturk International Airport Tel: (212) 465 4327 Ankara: Greenwich, Armada Tel: (312) 219 1289 - Next Level Tel: (312) 219 9315 I Bursa: Permun Saat, Korupark AVM Tel: (224) 241 3131 İzmir: Günkut Saat, Alsancak Tel: (232) 463 6111
IWC.COM
Juno’yla yıldız statüsüne yükselen Ellen Page’in son iki yıldır adından söz edilmesinin bir sebebi daha var: Gay olduğunu açıklayan aktörlerin arasına katılan en son isimlerden olması. Bu, son filmi Freeheld’de oynadığı karaktere de daha farklı bir anlam yüklüyor. Gerçek bir hikayeden kurgulanan senaryodan yola çıkıp, Ellen ile, Hollywood’da kendini yaşayamamanın ne kadar korkunç olduğunu konuştuk.
Röportaj:
Nando Salvà
Touchy Feely, 2013
020
ELLEN PAGE
Freeheld’in kadrosuna katılmaya nasıl karar verdiğini ve bu hikayenin anlatılmasını neden önemsediğini bize anlatır mısın? Ben aslında 21 yaşından beri Freeheld’in kadrosundaydım, o sıralarda daha senaryo bile yazılmamıştı. Bence film çok güzel bir aşk hikayesini anlatıyor. Hayat arkadaşının ölümüne şahit olmanın nasıl bir his olduğunu düşünemiyorum. Laurel ve Stacie Andree, çok zor bir dönemde, hayranlık uyandıracak bir işe cesaret ettiler. Onların verdikleri mücadele, hukuki sistemin doğru yolda ilerlemesi, evrilmesi açısından elzemdi. Özellikle yargıtayın eşcinsel evliliği ABD’deki tüm eyaletlerde onamasından sonra bizler Freeheld’le verilen mücadeleyi ve alınan yolu kutlamak istiyoruz.
1
Filmin geçtiği dönemin belirsiz bırakılmasının bir sebebi var mı? Evet. Filmi gören insanların çoğunun filmin zamanı hakkında kafası karışıyor. Birçoğu 80’lerde geçtiğini zannediyor, çünkü yaşananların yakın zamanda yaşanmış olabileceğine ihtimal vermiyorlar, ya da vermek istemiyorlar, bu onlara korkunç geliyor. Ama gerçek şu ki, benim ülkemin eşcinsel evliliğe bakışının değişmesi uzun zaman aldı. Tabii bu tip temel reformlar söz konusu olduğu zaman bir yandan da toplumlarda direnç mekanizmaları oluşur. ABD’de muhafazakar liderlerin dini sebepler göstererek eşcinsel evliliğe şiddetle karşı çıkmaları da bundan kaynaklanıyor.
Freeheld, 2015
2
Yasaları mı kafaları mı değiştirmek sence daha önemli? Öncelikle, toplumun bu konudaki düşünce kalıplarını değiştirmemiz gerekiyor, çünkü ilk etapta bu sayede büyüme çağındaki çocukları duygusal anlamda desteklemiş oluruz. Temel unsurlar olarak eşitlik ve ayrımcılığa karşı bir duruş LGBT bireyler için çok önemli. Gay olduğun için işinden kovuluyorsan, bu senin tüm hayatını etkileyecektir. Cinselliğinle alakalı kimliğin yasal olarak korunmuyorsa bu daha az açık yaşamana sebep olacaktır. Bir toplumda açık açık, oldukları gibi yaşayan insan sayısı ne kadar az ise, toplumun toleransı da o kadar düşük olur. Bu bir kısır döngü. Out olmak, görünür olmak ve insanların ‘benim gay bir arkadaşım var ve onu çok seviyorum’, ya da ‘arkadaşım geçiş aşamasında’ gibi cümleler sarf etmesi bakış açılarının değişmesi anlamında çok önemli.
4
Ama hala yapılması gereken çok iş var, değil mi? Öyle. Hala ABD’nin birçok eyaletinde sadece gay ya da transeksüel olduğun için işten kovulabilirsin, ya da istediğin konutta barınma hakkın engellenebilir. Farklı etnik kökenden transeksüel kadınlarda yaşam beklentisi sadece 35 yıl, ve bu korkunç bir istatistik. Evsiz gençlerin yüzde 40 gibi çok ciddi bir yüzdesi de LGBT. Daha yapacak çok iş var. Gerçek anlamda homofobik, transfobik ve bifobik bir toplumda yaşıyoruz. İnsanlar kendilerinden ve hissettiklerinden utanıyorlar, günah olduğunu düşünüyorlar. Değişmesi gereken işte bu.
3
021
Hollywood’da bir eşitsizlik sorunu var mı? Hollywood’da, ‘gay’liğini açıklamış bir aktörsen kesinlikle başarılı bir kariyerin olamaz’ gibi uzun zamandır yerleşmiş bir kanı vardı. Bence bu artık bir nebze değişti ve değişmeye de devam edecek. Açıkçası bana gay bir karakteri canlandıran heteroseksüel bir aktörün ne kadar cesur bir karar aldığıyla alakalı bir şey söylendiğinde kızıyorum. Neden gay bir aktör heteroseksüel bir karakteri oynadığında cesur bir karar vermiş olmuyor da tam tersi cesaret gerektiren bir karar oluyor? Neyse ki Hollywood da toplumla beraber yavaş yavaş değişiyor.
5
Sence Hollywood’un anlattığı, gösterdiği hikayelerle toplumdaki sosyal değişikliklere katkıda bulunmak gibi bir sorumluluğu var mı? Evet, ben buna inanıyorum. Eşitliğin toplumun her kesimi için daha iyi olduğunu, eşitsizlik ve ayrımcılığın herkes için felaket sonuçlar doğuracağını anlatmak zorundayız. Ama orada öncelikle desteklememiz gereken konu yazarlar, yapımcılar, yönetmenler, yani Hollywood’da ve Hollywood için çalışan insanlar arasındaki çeşitlilik. Toplumlar ve gruplar ne zaman çeşitli ve çok kültürlü olurlarsa, o zaman anlatılan hikayeler gerçekten eşitlikçi olabilir.
Freeheld,
6
022
2015
Tabii ki insanlar senin hakkında konuştuklarında bunun öncelikli sebebi senin bir oyuncu olman, ancak seninle alakalı konuşulan konuların başında oyunculuğunun değil de cinselliğinin gelmesinden rahatsızlık duymuyor musun? Tam da bu yüzden birçok aktör gerçek cinsel kimliklerini açıklamıyorlar. Ama ben bu duruma daha fazla dayanamadım. Saklamak ve saklanmak benim için dayanılmaz bir hal almıştı. Hem kendime hem de beni seven insanlara acı çektiriyordum. Kendimi suçlu hissetmeme sebep olan şeyler yapmak zorunda kalıyordum. Bu yüzden açıkça cinsel kimliğimi ortaya koymayı seçtim. Saklanan, görünmez ve acı çeken bir gay olmak yerine, görünür ve bu konuda konuşan bir insan olmayı seçtim. Kararımdan hiçbir zaman pişman olmadım. Konuştuklarım ve yaptıklarımla başkalarına da ilham verebilmişsem, yardım edebilmişsem, destek olabilmişsem ancak müteşekkir olurum. Asla eskisi gibi yaşayamam.
7
Peki iş hayatın nasıl değişti? Öncelikle üzerimden büyük bir yük kalktığını hissettim. Artık hayatı devamlı bir hüzün bulutunun altında geçirmek zorunda değildim, bu da hayatımı ve yaptığım işi çok kolaylaştırdı. Hem yapımcı hem de oyuncu olarak şu an birçok projem var.
8
Jaeger-leCoultre Boutique Abdi İpekçi Cd. Altın Sk. 4/A Nişantaşı, İstanbul +90 212 232 3017
Geophysic Universal Time watch Philippe Jordan, Chief Conductor and Music Director in Paris and Vienna
Open a whole new world
14. Venedik Mimarlık Bienali ABD Pavyonu, 3.1 Phillip Lim Seul mağazası ve güncel olarak, Los Angeles LGBT Merkezi gibi projeleriyle çokça konuşulan Leong Leong, “genç” olana şüphe duyan mimarlık sahnesinde geçerli önyargıları kırıyor. Leong kardeşlerden Dominic’e, Chris
CHRIS & DOMINIC LEONG
ile hikayelerini, projelerini, “genç mimar” olmanın onlar için anlamlarını sorduk.
Röportaj:
Yağmur Yıldırım Fotoğraf:
Naho Kubota
024
Başlangıca dönersek, Leong Leong nasıl ortaya çıktı? Firmayı 2009 yılında, tam da ekonominin tepetaklak olduğu bir zamanda kurduk. Gerçekleştirdiğimiz birkaç proje, bize pratiklerimizi beraber uygulama fikri için ilham vermişti. Her şey öyle hızlı gelişti ki; başlangıç projelerimiz, bize başka kapılar açmaya devam etti. Şanslıydık ve kariyerimizin ilk adımlarında inşa edilmiş projeler gerçekleştirecek kararlılığa ve yoğunlaşmaya sahiptik. Bir şeyi yapmak için kendine güvenecek kadar çok, fakat daha önce yapılmamış olanı denemekten kaçınmayacak kadar az tecrübeye sahip olmak önemli.
4
Yakınlarda, güzel bir haber aldık: Los Angeles LGBT Merkezi’nin Hollywood’daki kampüs yerleşkesini planlamak ve tasarlamak üzere seçildiniz. Yeni Los Angeles LGBT Merkezi kampüsü için geliştirdiğimiz tasarım, LGBT topluluğunun şehir hayatı için farklı kuşakların bir araya geldiği yeni bir tipoloji öneriyor. Buradaki farklı programların ve toplulukların her biri bağımsız formlara dağıtılmış olsa da, bu formların birlikteliği büyük ölçekte hem anıtsal, hem de domestik olan, kolektif bir mozaik oluşturuyor. Kampüs, yoksul gençler ve yaşlılar için bir çeşit sığınak olmanın yanı sıra, yerel topluluk ve Los Angeles’ın geri kalanı için bir arayüz niteliğinde. Statik, merkezi tek bir avlunun yerine, tasarlanan bir avlular ağı çeşitliliği, gözenekliliği, çoğulculuğu çağrıştırıyor. Bu avlular, merkezin kültürel-sosyal servisleri ile farklı yaş gruplarına hitap eden konut birimleri arasında hem tampon bölgeler oluşturuyor, hem de farklı aktiviteleri birbirine bağlıyor.
1
Sosyal bir aygıt olarak mimarlık üzerine ne söyleyebilirsin? Mimarlığın, yeni müştereklik biçimleri gerçekleştirmek için bir platform olduğuna inanıyoruz. Geçtiğimiz altı yıl süresince, mimarlığın sahip olduğu potansiyeli çok farklı ölçeklerde tecrübe ettik. Bu merkezde ise mimarlığın, gerçek potansiyelini; günlük yaşama dair algımızı, hissettirmeden değiştirebilme gücünü ve bize, önceden asla düşünemeyeceğimiz şekillerde yaşama, bir araya gelme ve birbirimizi destekleme özgürlüğü sunuşunu keşfettik.
Pratiğinizde, sıklıkla sanatçılarla, tasarımcılarla, ‘maker’larla işbirlikleri kuruyorsunuz. Son olarak, Miami Design District’teki City View Garage projenizde John Baldessari ile birlikte çalıştınız. Bu nasıl bir tecrübeydi? Farklı disiplinlerle işbirlikleri kurmayı seviyoruz fakat City View Garage projesinde, işverenin isteği üzerine her cephenin tasarımı, birbirinden bağımsız olarak gerçekleştirilmişti. Yine de, John Baldessari’nin büyük hayranları olduğumuzu ve bu projede onunla birlikte yer almaktan büyük memnuniyet duyduğumuzu söyleyebiliriz.
3
2
Storefront for Art and Arch-Past Futures Present Futures, New York
025
İkiniz de, fazlasıyla genç olarak kabul ediliyorsunuz. Size göre, mimarlık alanında “genç” olmak ne anlama geliyor? Bunu kim söylemiş ki? Mimarlık, statükoyla mücadele edebilecek gençlik iyimserliğiyle, imkansızın gerçeğe dönüşebileceğine insanları inandıracak kusursuz yeterliğin eşsiz beraberliğini gerektiren bir disiplin. Mimarın paradoksu, aynı zamanda hem yaşlı, hem de genç olmak; yani yaş konusunda bir çeşit bukalemun olmak.
5
Mimarlık alanında “genç” olmaya dair, tarihçi, mimar ve eğitimci Pep Avilés şöyle söylüyor: “Mevcut üretim koşulları, mimarların mezun olduklarından sonra sahneye çıkışlarını sürekli geciktirme eğiliminde; çünkü toplum, kamu ya da özel sektör işlerinde deneyim kazanmaya başlamaları için genç pratiklere gittikçe azalan imkanlar sağlıyor. Bienallerin, akademilerin ve sanat fuarlarının son derece rekabetçi pazarları, onları, sahaları kontrol eden çoklu karar merkezlerine ve kültürel vekillere etkili bir mesaj yollamaya itiyor”. Bu koşullar altında, kendinizi yeterince şanslı sayıyor musunuz? Evet, şanslıyız, fakat mimarların fikirlerini inşa edilmiş projelerle sunma imkanının sürekli geciktirildiği düşüncesine tamamıyla katılmıyoruz. Mimarların inşa etme şansları, hangi bağlamda çalıştıklarından fazlasıyla etkileniyor. Avrupa’daki birçok tarihi bölgeye, açık yarışmalar aracılığıyla genç mimarların müdahalesi ve inşası 2008’den beri yavaşlamış olsa da, dünyanın diğer kısımları halen, mimarlara görece daha genç yaşlarda inşa etme olanağı sunuyor. Yani, küresel bir ölçekte genelleme yapmak zor.
6
026
US Pavilion, 14th Venice
Kardeşinle birlikte iş yapmak nasıl? Aileyle birlikte çalışmanın, her zaman karmaşık dinamikleri var. Şanslıyız ki, bu durum bizim için bir hediye gibi. İşimizde rol bölüşümü tanımlarından kaçınmaya çalışıyoruz; çünkü ikimiz de işimizi çok boyutlu ele alıyoruz ve tasarım sürecinin her aşamasında yer alıyoruz.
Biennale
7
İki şehirde çalışıyorsunuz; peki New York mu, Los Angeles mı? İkisi de. New York da, Los Angeles da inanılmaz şehirler. İkisine birden bağlı olmaksa, ikisinin farklarını daha da takdir ettiriyor.
8
Bugünlerde ne üzerine çalışıyorsunuz, gelecekte ne göreceğiz? LGBT Merkezi’nin planlaması dışında, konaklama, çalışma ve müştereklik etkileşimini yeniden tanımlayacak olan, San Francisco’daki bir otel konseptimiz var. Ayrıca, bir fotoğraf koleksiyoncusunun New York’un dışındaki konutu üzerine çalışmaya henüz başladık. Bir de, Ocak ayında, New York’taki Chamber Gallery’nin isteği üzerine, insan doğası üzerine bir seri nesneyi Steven Holl ile birlikte sergilemeye başladık.
9
Görsel bir dünyada yaşıyoruz. Lafın gelişi değil, görselin iktidarına tanıklık ediyoruz. Shruti Ganguly tam da bu dünyanın tezahürü; bir yere ait değil, hem Doğulu hem Batılı, hem orient hem oksident, hem postmodern, hem de geleneksel; hem kadın hem cinsiyetler üstü. Ganguly ile bu “cesur” yeni dünyada kendine seçtiği rolü ve projelerini konuştuk.
Röportaj:
Nevşin Mengü Fotoğraflar:
Emily Winiker
Emily, Shruti’yi New York’taki evinde ve ofisinde fotoğrafladı.
028
SHRUTI GANGULY
Kendini Amerikan rüyasını başarmış birisi olarak görüyor musun? Zor soru, başarı odaklı hiç düşünmedim. Benim için başarı, sanatla insanların hayatında, dünyada olumlu bir etki bırakabilmek. Umuyorum başkalarının da benimki gibi meraklı çocuklara sahip aileleri olur.
1
Yapımcı, yazar, yönetmen, sanatçı, patron; hangisi seni daha doğru tanımlıyor? Ben aslında hepsiyim, yani film yapımcısı dersek sanırım hepsini kapsar. Yazıyorum, üretiyorum, yönetiyorum ve projelerde çalışması için insanları seçiyorum.
2
New York’ta Def Jam Records, MTV, Nylon, ve Conde Nast dahil olmak üzere eğlence sektörünün en önde gelen şirketlerinde çalıştın. Yakın zamanda ise kendi şirketin Fictionless’ı kurdun. Kariyer gidişatını nasıl buluyorsun? Bu şirketlerde çalışmış olduğum için çok şanslıyım çünkü ciddi bir tecrübe ve görünürlük edindim. Bunca zaman bu şirketlerde çalıştıktan sonra artık beni en çok heyecanlandıran içeriklerin ve projelerin peşinde koşmanın zamanı gelmişti. İnsan tecrübe edinirken çok fazla kişiyle tanışıyor, bağlantı kuruyor. Benim gibi düşünen meslektaşlarımla tanışmam sayesinde Fictionless fikri ortaya çıktı. Daha önce MTV’de beraber çalıştığım ortağım Raeshem Nijhon ve diğer ortağımız, Born Into Brothels ve E:Team filmlerinin Oscar ödüllü yönetmeni Ross Kaufmann’la Fictionless’ta beraberiz. Öte yandan, bugüne kadar harika içerikler ve projeler ürettiğimiz James Franco ve Vince Jolivette’in Rabbit Bandini Productions şirketiyle de birlikte çalışmaya devam ediyorum.
3
Shruti’nin masasından;
Sinema sektörüne nasıl girdin? Ben 12 yaşında kamerayı eline alıp, o yaşta ‘istediğim işte bu’ diyenlerden değilim. Amman’da doğdum, ne annemin ne de babamın sanatla ilgisi vardı. Dolayısıyla, ilk gençliğimde günlük sanatla, sporla, resimle ve şiirle ilgilenirken, ileride film üzerine çalışacağıma dair bir fikrim yoktu. Benim için dönüm noktası, üniversite ikinci sınıftayken, beraber büyüdüğüm kuzenim Puja’yı Yeni Delhi’de bir araba kazasında kaybetmek oldu. Onun kariyeri sanat üzerineydi. Bense sanata sadece hobi olarak bakıyordum ve ileride New York’ta ‘doğru yol’ olarak düşündüğüm yatırım bankacılığı ve danışmanlık gibi konularda çalışma hesapları yapıyordum. Puja’yı kaybettikten sonra hayatta ne istediğimle ilgili bir iç hesaplaşmaya girdim. Kredi için ihtiyacım olan değil, ilgimi çeken dersleri almaya başladım. 19 yaşında şunu fark ettim; kuzenim sevdiği şeyleri yaparken ölmüştü, ben de kendi yolumda yürümek ve cesur olmak zorundaydım. Hint Sinemasında Kadın dersi sırasında Hint yönetmen Satyajit Ray ile tanıştım. İşte bu benim ‘evreka’ anımdı; sonunda hikaye ve sanatı, müziği ve hareketi kültürümle birleştirecek şeyi bulmuştum.
Of Walking in Ice,
4
Werner Herzog
Şu anda Fictionless’ta yaptığın işi nasıl tanımlarsın? Fictionless’ta tüm ortakların ayrı bir alanı var. Ross’un kariyeri belgeselcilik üzerine, Raeshem’in televizyonda çok etkileyici bir kariyeri var. MTV için hazırladığı Rebel Music TV serisi ile CLIO ödülünü kazanmıştı. Bense kurgulanmış filmler ve dijital sahada çok çalıştım. İşi büyütmek için masaya getirdiklerim bunlar oldu. Hem başka firmalara sunmak üzere film, video fikirleri üretiyoruz, hem de prodüktör olarak başka yazarların bize getirdiklerini okuyoruz. Ürettiğim film ve videolar Fictionless adı altında çıkıyor.
5
029
Bir şirketi yönetmek prodüktörlük kadar yaratıcılık gerektiriyor mu? Yöneticilik için işletme bilginizin olması gerekiyor. NYU’da MBA yapmıştım, büyük ölçüde MBA yaparken bunları öğrendim. Ama aynı zamanda duygusal zeka geliştirmeniz lazım, hele de yaratıcı insanlarla çalışıyorsanız. İş hayatının ötesinde sadakat ve güven ortamı geliştirmek de çok önemli; bu ortam, ileride yapılabilecek bağlantılar için olmazsa olmaz.
6
7
Yeni şirketle hayatında neler değişti? Kendi şirketiniz ve kendi projeleriniz için uyandığınızda farklı bir açlıkla kalkıyorsunuz. Işıkları açık tutmak, başkalarına para ödemek, işi ayakta tutmak, işi büyütmek, iyi bir ortak, iyi bir takım oyuncusu olmak zorundasınız. Bu farklı bir sorumluluk duygusu getiriyor.
Şu ana kadar yapmış olduğun profesyonel projelerden seni en çok hangisi tatmin etti? İlk uzun metrajlı filmim çok öğretici oldu. Bir kere James Franco ve Vince Jolivette ile bu film sayesinde tanıştım ve onlarla bir iş ilişkisi kurdum ve birkaç yıldır beraber çalışıyoruz. Aslında kolay bir projeydi; üniversitede James’in dersinde okuduğumuz bir şiirin sinema uyarlamasıydı. İki buçuk hafta gibi çok kısa bir sürede çok düşük bütçeyle çekilen bir filmdi. Filmin 12 yönetmeni ve harika bir Hollywood’lu oyuncu kadrosu vardı. New York’ta olmamıza rağmen film Detroit’te çekiliyordu. Dolayısıyla orada bir ekip ve yer bulmak, çok düşük bütçeyle yaratıcı olmak durumunda kalmak, ve diğer yönetmenlerle işbirliği yapmak benim için geliştirici oldu. En zor koşullarda sabırlı ve sakin olmayı, hem lider hem iyi bir takım oyuncusu olmayı öğrendim.
8
030
Hangi projeyi yapmasan da olurdu? En son bir müzisyene video çektik, ancak post prodüksiyon kısmında bazı anlaşmazlıklarımız oldu ve projeyi çöpe atmak zorunda kaldık. Çok yazık oldu çünkü takım olarak üzerine gerçekten çok çalışmıştık. Ne yapmak istediği konusunda aslında çok fikri olmayan müzisyenler bu süreçlere fazla müdahil olunca böyle oluyor. Öte yandan, bu proje de bir yanıyla öğretici oldu.
9
Sence son 10 yıl içinde film sektörü ne kadar değişti? Dijital teknoloji sinema sektörünü kökten değiştirdi. Maliyetler değişti. Üretim kolaylaştı ama dağıtım bunu yakalayamadı. Çok film üretiliyor ama üretilenlerin hepsi izleyiciyle buluşamayabiliyor. Hollywood ise adaptasyonlar, yeniden yorumlar, ‘best seller’ uyarlamalarına odaklanmış durumda. Bütçeler yüzlerce milyon dolarları buluyor, bunun çoğu da pazarlamaya gidiyor. Netflix, Amazon gibi mecralar sayesinde yavaş yavaş daha düşük maliyetli filmlerin de piyasada yer bulmaya başlayabildiğini görüyoruz.
10
İşlerine şöyle bir bakınca kıskanmamak elde değil: Daniel Radcliffe, James Franco, Mila Kunis, Sarah Jessica Parker ve daha niceleri çalıştığın, konuştuğun isimler. Onlarla ilişkilerinde nasıl bir tutum takınıyorsun? Hepsi çok çalışkan insanlar. Çoğunluğunun kendi işleri var. Radcliffe, Franco, Parker sanat dünyasına imza atmış isimler. Onlarla iyi anlaşmak için, her şeyden önce mahremiyete, onların kişisel özel alanlarına saygı göstermeye dikkat etmek lazım.
11
New York’ta genç bir kadın olarak yapımcı olmanın zorlukları var mı? Daha önce çalıştığım işlerde belli bir önyargı ve özellikle kadın izleyici için içerik üretirken çeşitli baskılarla karşılaştım. Ama öte yandan bunlar öğretici oluyor. Üniversitede sinema alanında çok fazla kadın akademisyen var, ama Hollywood’da çok az kadın yönetmen olduğu da bir gerçek. Neyse ki bu mesele tartışma konusu olmaya başladı. Sundance, Women Make Movies, Chicken & Egg, Tangerine Entertainment, Gamechanger Films kadınlar için programlar düzenliyor. Biz de Fictionless’ta benzer bir şey yapacağız.
12
Son olarak, uzun metrajlı bir film için çalışmak istediğin bir isim seç desem kimi seçerdin? Stanley Kubrick. Ve Wes Anderson. Wes ile bu yaz tanıştık, animasyon üzerine ciddi ciddi konuştuk. Onun tarzına hayranım. İnsan hikayelerini esprili bir şekilde anlatabilmesini çok seviyorum. Kubrick’in ise tarzına, yeteneğine ve zamana karşı duruşuna bambaşka bir hayranlığım var. Siyah beyaz bir politik ironiden tarihin en iyi savaş filmlerinden birine, sonrasında da 20. yüzyılın en ikonik bilim kurgu filmine farklı türleri vizyoner bir duruşla hayata geçirebilen yegane yönetmenlerden. Bir de Satyajit Jay’i söylemeliyim, çünkü onun işleri benim hayatımı değiştirdi.
13
031
Sonsuz bir düzlemde, birbirinden bağımsız hareket eden türlü deneyimin, tek bir noktayı işaret ettiği bir kesişim kümesine bakmaktasınız. Nasir Mazhar’ın aklından geçen her şeyin vuku bulması, tesadüften ziyade risk almaktan ve maymun iştahlı olmaktan kaynaklanıyor. Biz de sağlama yapmak için, onun tasarım stüdyosuna konuk oluyoruz, futbol ve güzellik salonları arasında bir yerde, moda sektöründen konuşuyoruz.
Röportaj:
Utku Palamutçu Fotoğraflar:
Hana Knizova
Hana, Nasir Mazhar’ı Londra’daki atölyesinde çekti.
032
NASIR MAZHAR
Ailen Kuzey Kıbrıslı. Senin Türk kültürüyle aran nasıl? Her ne kadar çocukluğumu Londra’da geçirmiş olsam da Türk kültürüne oldukça aşinayım. Kıbrıslı pek çok erkek çocuğunun benimsediği değerlere ve inançlara ben de sahibim. Çok geniş bir ailemiz var, bazı akrabalarım burada, Londra’dalar. Bazıları da Londra’yı ve farklı şehirleri deneyimledikten sonra köklerine geri döndüler. Babam uzun bir süre Kıbrıs Türk Hava Yolları için çalıştı ve onunla birlikte pek çok defa Kıbrıs’a ve Türkiye’ye gelme şansı buldum. Hatta eskiden çok güzel Türkçe konuşabiliyordum ama şu an kelimeleri bir araya getirmekte zorluk çekiyorum. İşin moda kısmına gelecek olursam; tasarım dünyasına adım attığım zamanlarda Türk kültürü ve geleneksel kıyafetleri üzerine epey araştırma yapmıştım. Ancak çağdaş Türk tasarımcıları hakkında ne yazık ki fazla bir bilgim yok.
5
Nasir, tasarımlarının günlük kullanıma uygun olduğunu düşünüyor musun? Kesinlikle. İnsanların sokakta rahatça giyeceği tasarımlar olmasalardı, dünya çapında pek çok mağazada satılıyor olmazlardı.
1
O zaman neden 2015 Sonbahar/Kış defilenden sonra kafayı yemiş bir tasarımcı olmadığına ve insanların giymek istediği türden ürünler tasarladığına dair bir cümle kurdun? Çünkü kafamda oluşturduğum bir stereotip yok. Kimin benim tasarımlarımı giydiğine dair bir takıntım da yok. Eğer bir insan, benim tasarımlarımı beğeniyorsa ve üzerine giydiğinde palyaço gibi görünmüyorsa, onu alıp giymeli, bu kadar basit. Bu yüzden insanların benimle ilgili yaptığı abartılı yorumlara kulak asmıyorum. Kendimi anlatabildiğimi bilmek benim için yeterli.
2
Kıbrıslı olmanın verdiği alt kültür bir kenara, profesyonel olarak futbol oynadıktan, hardcore müzikle uğraştıktan ve kuaförde çalıştıktan sonra bir anda tasarımcı olmaya nasıl karar verdin? Lisede okurken, ileride ne yapmak istediğime dair hiçbir fikrim yoktu. Bildiğim tek şey vardı, o da okula devam etmek istemediğimdi. 14 yaşındayken bir kuaför salonunda çalışmaya başladım ve bu sayede moda ve sanat dünyası hakkında bir şeyler öğrendim. İsmimin önüne gelecek bir sıfata sahip olmak için gözümü hırs bürümemişti, sadece kendime özgü bir şeyler üretebileceğim bir mesleğe sahip olmak istiyordum. Bu süreç benim için oldukça spontane bir şekilde gelişti ve saç tasarımından moda sektörüne geçiverdim.
6
Maison Michel’in sana kreatif direktörlük teklifi ettiği paralel bir evren hayal et. Sadece şapka tasarımına odaklanacaksın. Cevabın ne olurdu? En kibar haliyle “Hayır.” .
3
Moda dünyası feminen bir sektör mü sence? Hayır. Hatta aksine, her geçen gün biraz daha androjen bir kimliğe büründüğünü düşünüyorum.
4
033
Olimpiyat Komitesi’nin 2012’deki Olimpiyat Açılış Töreni için seninle çalışmak istemesi, moda sektörüne girişini sağladı diyebilir miyiz? Komite bizimle iletişime geçtiğinde, şapka tasarımı konusunda başarılı bir ekiptik. Ne yalan söyleyeyim, o dönemdeki en sıradışı tasarımlar benim elimden ve ekibimin elinden çıkıyordu. Komite, sportif bir duruşun yanında estetik bir algıya sahip tasarımlar kullanmak istiyordu. Londra’daki kültür çeşitliliğini yansıtacak ama öte yandan Londra temelli bir tasarımcı ile çalışmayı tercih ettiler. Doğal olarak benimle iletişime geçtiler ve karşılıklı olarak tatmin olduğumuz bir işbirliği oldu.
7
Peki şapka tasarımıyla tanındıktan sonra, hazır giyim koleksiyonu üretebileceğini düşündüren şey ne oldu? Hazır giyim koleksiyonu yapıp yapamayacağıma dair hiçbir fikrim yoktu, sadece yapmayı çok istiyordum ve kendi kendimi buna inandırdım. Bir süre aksesuar tasarladıktan sonra, bu aksesuarların ait olduğu bir görünüm olmalı diye düşündüm. Hem başka tasarımları kendi tasarımlarıma yakıştıramıyordum, hem de bir bütünlük elde etmek istiyordum.
8
034
London Fashion Week’te ilk defileni yaptığında trendlerin kısmen gölgede kaldığı, spor kıyafetlerden oluşan bir koleksiyon vardı. Daha lüks bir kimliğe bürünmeyi düşünmüyor musun? İlk koleksiyonum şekil ve tavır itibarıyla çok farklı bir işti. İşe başladığım ilk günden beri spor giyim ve rahatlık benim için ön planda. Son birkaç yıldır, daha farklı bir stili benimsemeye başladık ve bunun tüm koleksiyonu ele geçirip geçirmeyeceğini bekleyip göreceğiz. Açık konuşmak gerekirse değişime doğru gittiğimi hissediyorum.
9
Her yeni koleksiyonda, tasarımların biraz daha seksi ve fetişik bir hal alıyor. Öyle ki, bazı eleştirmenler, bu fetiş duruşa istinaden, erkek ürünlerini homoerotik erkek şarkıcı kostümlerine ve kadın ürünlerini de basketbolcu kılığına bürünmüş fahişelerin giyeceği türden kıyafetlere benzetip seni anlaşılmaz buluyorlar. İnsanların kafalarında farklı algılar oluşturmam, bence anlaşılmaz tasarımlar yaptığım anlamına gelmiyor. Aksine, üzerine tartışılabilecek ürünler ortaya çıkardığımı düşünüyorum, ki bu durum beni hiç olmadığım kadar mutlu ediyor.
10
Bu tartışmalar gerçekten işine yaramış olacak ki, bahsi geçen koleksiyonla BFC’nin verdiği Fashion Forward ödülünü kazandın. Bu benim için çok büyük bir sürpriz oldu. British Fashion Council genelde bu ödülü daha resmi ve ticari kaygılar güden markalara veriyordu. Tasarım ve estetik odağı olan bir markanın bu ödülü almış olması, moda sektöründe yankı uyandırdı ve tabii ki benim de gururum okşandı.
11
İki yıl önce Victoria’s Secret ile yaptığın işbirliğinden de bahsedelim. Markanın klasik duruşuna eklediğin graffiti’den oluşan melek kanatları adından oldukça söz ettirdi. Tekrar bir araya gelecek misiniz? Bu harika olurdu. Henüz böyle bir durum söz konusu değil tabii, ama düşüncesi bile beni heyecanlandırıyor. Uzun zamandır yaptığım en iyi işbirliğiydi ve çok eğlenceli bir işti. Podyumda gördüğünüz her şeyi üretmek için kendimi epey zorladığımı söyleyebilirim.
12
Hilal Aysal, sahip olabileceği en sıradışı aile geleneğini devam ettiriyor ve Rolls-Royce Motor Cars’ın Marka Müdürü olarak otomotiv sektörüne hizmet ediyor. 27 yaşında olması bir kenara, eğitimini gördüğü farklı disiplinlerin oluşturduğu mozaik, klasik duruşun modern bir yansıması olarak Rolls-Royce’u da etkiliyor. Bu değişimi fırsat bilip, Hilal’in hayal dünyasına dahil oluyoruz.
Röportaj:
Nihat Karataş Fotoğraflar:
Gökhan Polat
036
HİLAL AYSAL
Rolls-Royce senin için lüksü mü sembolize ediyor, rahatlığı mı? Onu birkaç kelimeyle sınırlamak benim için imkansız gibi bir şey. Yaşam stilinizi yansıtan, sizi eşsiz hissettiren her özelliği Rolls-Royce’ta bulmak mümkün. Bu yüzden, lüks ve rahatlık kavramlarının ikisine de eşit mesafede duruyor diyebilirim.
3
Hilal, iyi bir şoför müsün? İnsanların zihninde canlanan tipik kadın şoför prototipine pek uymadığımı düşünüyorum. Babamın araba yarışçısı olması benim için büyük bir artı oldu ve bu sayede araba kullanmayı 13 yaşındayken öğrendim, malum insan küçük yaşlarda daha korkusuz oluyor. O yaşlardaki cesaretimi koruyabildiğim için direksiyon başında hep rahat oldum diyebilirim.
1
Bu arada moda eğitimi almış birisinin otomotiv sektöründe çalışması pek alışılagelmiş bir durum değildir herhalde. Rolls-Royce Motor Cars’ın Türkiye distribütörü Royal Motors, bir aile şirketi ve ben de bu ailenin bir üyesiyim. Babamın da eski bir yarışçı olduğunu göz önünde bulundurursak, doğduğum günden beri farklı araçların içinde büyüdüğümü söyleyebilirim. Yani aslında işin yabancısı değildim ama Rolls-Royce ile tanışana kadar sektöre adım atmayı hiç düşünmemiştim. Moda tasarımı eğitimi aldığım sırada öğrendiğim, tarihe damgasını vuran tasarımcıların sahip olduğu mükemmeliyetçi, tutkulu, sanatsal ve inovatif yaklaşıma bir otomobilde rastlamayı beklemiyordum. Bu bahsettiğim bütünü, tek bir tasarımda gördüğüm an büyülendim ve her detayın ardında gizlenen hikayeler bende büyük bir hayranlık uyandırdı. Hal böyle olunca kendimi bu sektörün içinde buldum.
2
Otomotiv sektörüne ilgi duyman, kadın ve erkeğe kodlanmış tipik hobilerin ortadan kalkmasına iyi bir örnek. Kesinlikle. Bir şeye ilgi duymanın, ilgi duyduğun şeyi hobi veya profesyonel olarak yapmanın yaşı, kimliği veya cinsiyeti olduğuna inanmıyorum. Tabii ki Rolls-Royce işin içine girince, konu otomotiv sektöründen çok daha öteye taşınıyor; duruşu ve sunduklarıyla onu, otomotiv sektörü ile kısıtlamak haksızlık olur.
4
Bu iki sektörün ortak yanları neler? Otomotiv sektörüne özgü desenler, renkler ve tasarımlar dönem dönem trend haline dönüşüyor. Mesela, bundan yaklaşık beş yıl önce beyaz araç furyası başlamıştı ve bu daha sonra yerini mat renklere bıraktı. Modada olduğu gibi, var olan akımların ötesine geçip kendine has bir stil yaratma ve akabinde bu duruş ile zamansızlaşma durumu otomotivde de mevcut. RollsRoyce da, tam olarak, bu mevcut trendlerden etkilenmek yerine, kişisel stilini ön planda tutan bir marka. Her ne kadar Bespoke skalamızda 44 bin rengin üzerinde araç yer alsa da, ortaya çıkan tasarımlar zamandan bağımsız kalmayı başarabiliyor.
5
037
Markanın global tarafındaki isimler, Dawn modelinin bugüne kadar üretilen en seksi model olduğunu düşünüyorlar. Onu seksi yapan ne? Dawn, kalıpları yıkan bir araç ve RollsRoyce’un şimdiye kadar ürettiği tüm araçlardan daha çarpıcı ve çekici bir görünüşe sahip. Aynı zamanda üstü açık bir model olması, süper lüks otomobil dünyasında yeni bir devri başlatıyor.
9
Hazır renklerden konu açılmışken, Türkiye için özel olarak tasarlanan Rolls-Royce modelinden bahsedelim. Neden çıkış noktası olarak renkleri aldın? Türkiye’de kullandığınız aracın koyu renklerde olması gerektiği gibi bir bakış açısı hakim. Bu algıyı değiştirmek adına basit ama etkili olabilecek bir şey yapmak istedim ve tasarımda en dikkat çekici özelliklerden biri olan renk ile yola çıktım. Rolls-Royce sadeliği ile ilgi çeken bir sanat eseri. Bu sadelik öğesini temel alarak zamansız çekiciliğin sembolü olan bir renk seçtim.
6
Malum, otomotiv sektörünün daha tutucu bir yanı var. Bu durum tasarım sürecini senin için daha zor kıldı mı? Aksine, keyifli bir ortam oluşturdu. Erkeklerin ağırlıkta olduğu bir sektörde ve gençlerin azınlıkta olduğu bir segmentte çalışıyorum. Haliyle markanın buradaki temsilcisinin 27 yaşında bir kadın olması, insanları şaşırtıyor ve ben bunu çok seviyorum. Hem güzel sanatlar geçmişim, hem de bir kadın olarak fikir vermem tasarım sürecini kolaylaştırdı ve zevklerime daha kolay güven duyulmasını sağladı.
7
Aracı tasarlarken Rolls-Royce tasarımcı ve mühendisleriyle birlikte mi çalıştın? Onlarla sürekli birlikte çalışıyoruz ancak bu araç için özel bir işbirliğimiz olmadı. 2017 yılında Rolls-Royce tasarımcıları ile özel olarak çalıştığımız ve sadece Türkiye’ye özel olan bir sürprize hazırlanıyoruz.
8
038
O halde neden Dawn değil de Wraith üzerinde çalışmak istedin? Çünkü tüm Rolls-Royce modellerinin karakteri ayrıdır. Wraith’e baktığınızda kişiliğindeki dramayı, uygulanan tasarım dili sayesinde anında görebiliyorsunuz; ve bu durum sizi hareket geçiriyor. Kişiye özel olmayı vurgulamak için Wraith’in bu özellikleri, deyim yerindeyse biçilmiş kaftandı.
10
27 yaşında adından böyle söz ettirebiliyor olmak ilerisi için sana ne düşündürüyor? Türkiye’de veya dünyanın herhangi bir yerinde başarılı olmak yaşla ilgili bir durum değil diye düşünüyorum. Burada önemli olan Rolls-Royce markasını anlamak, hedef kitleyi özümsemek ve onların istekleri, hayalleri doğrultusunda doğru kararlar verebilmekten ibaret. Hedefim ilerleyen dönemlerde, başta Türkiye olmak üzere tüm dünyada başarı elde eden projelere imza atmak. Bu doğrultuda kendimi geliştiriyorum.
11
!f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin bu seneki sürprizlerinden biri, kuşkusuz, Türk işi gotik hikayesi Naciye… Derya Alabora’yı ilk defa bir tür filminde karşımıza çıkartan yapımı, yönetmeni Lütfü Emre Çiçek’le konuştuk, Türkiye korku sinemasındaki din vurgusundan gotikle imtihanımıza, daldan dala atladık.
Röportaj:
Erman Ata Uncu Fotoğraf:
Gökhan Polat
040
LÜTFÜ EMRE ÇİÇEK
Korku sineması, Wes Craven ya da Romero örneklerinde görüldüğü gibi, yaratıcı isimlerin ana akım sinema dahilinde dile getiremediği temaları rahatlıkla işleyebildikleri bir alan olma işlevine de sahip. Vietnam eleştirisi, cinselliğe dair hezeyanlar hep alegori yoluyla korku sinemasında işlendi. Bugünün sinemasında da sence aynı durum var mı? Başarılı korku filmleri, korku detaylarını aradan çıkardığınızda, derininde yatan temaların hikayeyi ayakta tutabildiği filmler. Mesela, The Others, hayalet hikayesi olmadan, yalnızca karanlık devasa bir evde sorunlu çocuklarıyla tek başına bırakılmış, Nicole Kidman’ın canlandırdığı bir karakterin dramını işlemiş olsaydı da filmin yine aynı gerilimi vereceğine inanıyorum. Geçen senelerde The Babadook ve It Follows gibi filmlerde de aynı özellikleri gördüm. Bahsettiğin yönetmenler, özellikle ilk filmleri göze alındığında bence korku filmi şemsiyesi altında çok daha derin ve düşündürücü konulara gönderme yapabilen ve bu nedenle başarılı olmuş sanatçılar.
1
Naciye, 2015
Doğru ev için uzun bir araştırma yapman gerekti mi? Eskiden beri, aklımda hep tek mekanda geçen bir haneye tecavüz hikayesini işlemek vardı. Naciye, çok yakın bir arkadaşımın ailesine ait bir evde geçiyor. Kendisine böyle bir film yapma fikrim olduğunu söyleyince, sağ olsun adadaki evlerinde çekmemi önerdi. Gündüz büyüleyici, gece karanlığında ise ürkütücü bir ev. Ben de senaryoyu yazarken hikayeyi aslında mekan üzerine kurguladım.
3
Senin ilk uzun metrajlı filmin Naciye bir ev hikayesi… Korku sinemasıyla ilişkinde ev hikayeleri nasıl bir yer tutuyor? Beni en çok etkileyen korku filmlerine baktığımda, ortak noktalarından birinin, konunun geçtiği ana mekanın ana karakterlerden biriymiş gibi işlenmesi olduğunu görüyorum. Rosemary’s Baby, Psycho, The Others gibi filmler aklıma geliyor. Bu filmlerin lokasyonları en az oyuncular kadar canlı, bir hikayeleri ve karakteristikleri var ve bu da gerilimi artırıyor. Bir izleyici olarak kendimi karakterlerin yerine koyduğumda, bu tarz mekanlar bana dört duvar arasına sıkışmışlık ve çaresizlik hissini daha etkileyici bir şekilde veriyor. İlk filmimde de hayranlık duyduğum filmlerden esinlenerek bu duyguyu elimden geldiği kadar yansıtmaya çalıştım.
2
Filmin çoğunluğunu tek mekanda çekmek sana ve oyunculara nasıl geldi? Hem oyuncular hem ekip ister istemez mekanla bir bağlantı kurdu, ve belli bir süre sonra her şey onlara tanıdık gelmeye başladı, ki bu bizim için bir avantajdı. Tabii tek mekanda yoğun bir çalışma yapmanın zorlukları da var. Filmin akışına göre evin ‘ruh halinin’ ana karakterlerimizle paralel değişmesi ve bu süreçte de izleyenlerin mekanı tanıması ve benimsemesi lazım. Bunu başarmak için de kamera açılarının, ışıklandırmanın ve mekanda geçen aksiyonun dikkatli planlanması gerekiyor. Çekimlere başlamadan görüntü yönetmenimiz ve aktörler ile mekanda düzenli provalar yaparak bunu başardığımızı düşünüyorum.
4
041
Ev hikayeleri gotik unsurları da kaçınılmaz olarak beraberinde getiriyor. Sence Türk sinemasında gotik, Yıldıztepe gibi istisnai örneklerin dışında niye önemsenmiyor? Bence bunun esas nedeni bu tarz filmlerin yapılmıyor olması. Gotik hikayeler aynı anda romantik, gerilimli, tahrik edici ve dramatik unsurlar işliyor. Türkiye’de ticari açıdan başarılı olan belli formüller var ve bunların dışına çıkmaktan çekinildiğini düşünüyorum. Farklı tarzları birleştiren, belli kalıplardan sıyrılmış filmler ne kadar çok desteklenip yaygınlaşırsa, aynı oranda sinema izleyicilerinin de ilgilerinin artacağına eminim.
5
Fotoğraf: Naciye, 2015 (Kamera arkası)
Bu arada Derya Alabora’yı ilk defa böyle bir filmde görüyoruz. Senaryoyu ilk olarak nasıl karşıladı? Konuya şuradan gireyim. Film, sıkıntılı hamilelik süreci geçiren bir çiftin, ani bir kararla tuttukları yeni evde kalmaya gittikleri ilk akşam, kendini evin gerçek sahibi olarak gören Naciye’nin kapıya dayanması ile başlayan gerilim dolu bir geceyi anlatan dramatik bir korku filmi. Aynı anda Naciye’nin evdeki geçmişi de flashback’ler ile işleniyor. Casting yönetmeni ile yaptığımız çalışmada Derya Alabora’nın ismi öne çıkmıştı. O, gözleri ve beden dili ile fazla diyaloğa gerek duymadan birbirinden farklı duyguları kameraya yansıtabilen bir oyuncu. Naciye filmin kötü karakteri olmasına rağmen, geçmişinde büyük travmalar yaşamış, sorunlu bir kadın. Derya Alabora’nın da bu karmaşık karakteri doğru şekilde yansıtıp, izleyicinin empati duymasını sağlayabileceğini düşündük. Senaryoyu kendisine yolladık ve okuduktan sonra kabul etti. Uzun süre birlikte senaryo ve karakter üzerinde çalıştık; kılık kıyafetinden duruşuna kadar tam olarak gerçekleşmiş değişik, etkileyici bir karakter ortaya çıktı.
7
Naciye, 2015
Bir yandan, cin gibi dini konulara girmeyen bir korku filmi Naciye. Türk korku sinemasında dini temaların baskın olmasıyla ilgili ne düşünüyorsun? Dini konular, Türkiye’deki genel izleyiciye tanıdık geldiğinden, ticari anlamda başarılı olmuş bir formül. En fazla izlenen filmler genelde en çok reklamı yapılan ve en fazla salonda gösterime girenler. Bu desteği ağırlıkla bu tür filmler gördüğünden bu kadar seyredilmesi bence şaşırtıcı değil.
6
042
Onun dışındaki oyuncu seçimlerinde kriterlerin neydi? Senaryoyu yazarken kafamda çok net tiplemeler yoktu. Kimyası birbirine uyacak, doğaçlaması kuvvetli, ‘gerçek’ gözüken ve aynı zamanda filmdeki korku unsurlarının arkasında yatan dramatik temaları da algılayıp oyununda yansıtabilecek oyuncularla çalışmak istedim.
8
Filmin tanıtım sürecini de konuşalım. Screamfest gibi korku türüne ilgi duyanların önemsediği bir festivalle yola başlamak isabetli bir karardı. Evet, ilk gösterimimiz ve filmin adının duyulması açısından bizim için çok uygun ve verimli bir başlangıç oldu. Film çekilmeden önce ilk gösterimlerini yurtdışında yapmak istediğimize karar verdik ve birkaç tane uygun festival belirledim. Filmin kaba kurgusu bittikten sonra, en yakından takip ettiğim festivallerden biri olan Screamfest’in son başvuru tarihini kaçırmadan, filmin tamamlanmamış bir kopyasını yolladım ve onlar da olumlu cevap verdiler.
9
p.c. studio - photo tommaso sartori
MAXALTO IS A B&B ITALIA BRAND. COLLECTION COORDINATED BY ANTONIO CITTERIO. WWW.MAXALTO.IT B&B Italia Stores: Ortaköy Dereboyu Cad. No: 78 34347 İstanbul T. +90 212 327 05 95 - F. +90 212 327 05 97 Cinnah Cad. No: 66/1 Çankaya Ankara T. + 90 312 440 06 10 - F. +90 312 440 05 94 www.mozaikdesign.com - info@mozaikdesign.com
Kinetik heykeller ya da etkileşimli yerleştirmeler gibi, mimarlar için alışılmadık üretimlere sahip Epitome, alışıldık tanımlardan da kaçınarak kendisini bir “işbirliği ağı” olarak isimlendiriyor. Dört mimar ve bir mühendisten oluşan ekipten Cemal Koray Bingöl, Deniz Tümerdem ve Gamze Gündüz ile Moda’daki üslerinde bir araya geldik; işlerini ve kendilerini anlattırdık.
Röportaj:
Yağmur Yıldırım
Reflections of Space, Interactive Wooden Structure Pavillion, 2015
046
EPITOME
Epitome kimdir, ya da nedir, ne yapar? GAMZE GÜNDÜZ: Çoğunluğumuz mimar olsa da, Epitome farklı disiplinlerle işbirliği yaparak, ara kesitlerde işler üreten bir platform. Geleneksel anlamdaki mimarlığın dışına çıkan, mimarlık, tasarım, elektronik gibi konuları bir arada ele almayı gerektiren işler genellikle ilgi alanımız. İşlerin araştırma boyutu da bizim için oldukça önemli; hepimiz akademideyiz ve oradaki çalışmalarımız tabii ki işlerimize yansıyor. CEMAL KORAY BİNGÖL: Farklı disiplinlerde yürüttüğümüz araştırmaların ardından çıkan ürünlerin mekansallığına, her zaman değilse de, çaba gösteriyoruz. Mesela son yaptığımız, Dikkat! Kaygan Zemin’de sergilenen ‘Imitata’ yerleştirmesi, etkileşimli mekansal etki, kullanıcı-mekan ilişkisi üzerine bir çalışmaydı. GG: İnsanlar mekanları şekillendiriyorlar, mekanlar da insanları... Aslında Imitata bunların eşzamanlı bir şekilde gerçekleşmesinin deneysel bir ürünü. Eşzamanlılık halini, sensörler gibi elektronik aksamla, iki boyutlu materyalin üç boyutlu hale gelmesi ile sağladık. DENİZ TÜMERDEM: Mağaraların, grottaların aklımıza takıldığı bir dönemdi; Imitata için aslında bir grotta önerisi diyebiliriz. İsmi de, mağarada yaşayan bir sümüklüböcek türünün Latincesinden geliyor. Aynı zamanda “yapay olan”, “üretilmiş olan” anlamına geldiği için, Imitata’yı kullanıcıların etkileşimi ile sarkıtlar oluşturan, yapay bir mağara olarak düşünebiliriz.
1
Ki işlerinizin genelinin isimleri epey ilgi çekici: ‘Purr’, ‘Murmur’, ‘Bırr’, ‘ROAR’… GG: Bunların isim annesi Deniz! DT: Söylediğin işlerin dahil olduğu Urban Organics serisinde yaptıklarımızın birçoğu sesle çalışan, ama bir yandan motorlarıyla, pistonlarıyla kendileri de ses kaynağı olan kinetik heykellerdi. Bu yüzden onlara birer canlı gibi yaklaştık ve onları çıkardıkları seslerin çağrışımı ile isimlendirdik. ROAR üç metreye dört metre boyutlarında, kocaman bir iş ve gerçekten kükrüyor. Bir tanesi daha ufak; bir kedi gibi nefes alıyor, ona Bırr dedik, örneğin. Sesleri araştırırken Fütürist Orkestra’dan da alıntı yaptığımız isimler oldu.
2
Mimarlar için alışılmadık bir pratiğiniz var. İlginiz ve üretiminiz nasıl bu alana yöneldi? DT: Bir araya gelmemiz 2013 yılında IAAC’ın (The Institute for Advanced Architecture of Catalonia) İTÜ’de gerçekleştirdiği yaz okulunda oldu. Barcelona, New York, Mumbai, Tahran ve son olarak İstanbul’da gerçekleşen global bir etkinlikti ve hepimiz farklı kanallardan gelerek, orada buluşmuş olduk. GG: Deniz ve ben IAAC mezunuyuz; o sebeple bize yaz okulunda eğitmen olmamızı teklif etmişlerdi. Metin, Rhino ile gelmişti, Osman, Amber’den dolayı oradaydı, Koray
3
Fotoğraf:
Gökhan Polat
Eindhoven’dan yeni dönmüştü ve orada karşılaşıp, birlikte bir şeyler yapma kararı aldık. Her şey aslında benzer şeylere heyecanlanan, benzer motivasyonları paylaşan bir grup insanın, şans eseri karşılaşıp tanışması ile gelişti. DT: Epitome’da, IAAC’daki çalışmalarımızdan çok da uzak işler yapmıyoruz. Oradayken dijital fabrikasyon, malzeme davranışı ve kompütasyon üçgeninde çok fazla iş yapmıştık ve burada onlara yer açmak için fırsat kolluyorduk. CKB: Ben lisanstayken, Burak Arıkan ile birlikte bu konulara girmiştim. O zamanlar yazılımın ve kodlama kültürünün mimarlığa girmesi, projede gündem olmuştu. İşlerinize sergilerde de rastlıyoruz, sizi Mamut Art Project’te ve en son Contemporary İstanbul’da Plugin bölümünde gördük. Hemen ardından da Turner Prize’ın ilk kez mimarlar, genç Assemble ekibi tarafından kazanıldığı haberi geldi. Bugünün mimarlık ve çağdaş sanat ilişkisinde işlerinizi nasıl konumlandırıyorsunuz? CKB: Yaptığımız işlerde, araştırdığımız kavramları ve materyalleri gerçekliğe döktüğümüz, ürettiğimiz anlar aslında o araştırmanın süreçleri olarak düşünülebilir. Yani bu süreçlerin bir sanat objesine dönüşmesi, çok da absürt değil. Aslında dönüşen şey sanat, bilim, tasarım olarak da değerlendirilebilir. DT: Komik olan şu ki; mimarlar işleri fazla deneysel ve sanatsal görüyorlar, sanatçılarsa, tam tersine, yaklaşımları mühendis yaklaşımı gibi buluyorlar.
4
Ya mühendisler ne diyorlar? işlerin bir şey yapmasını bekliyorlar. GG: Mimarlar da bunu bekliyorlar aslında. Belki de geldiğimiz disiplinin bir etkisi bu; ortaya ‘biz tasarımcıyız’ iddiasıyla çıksaydık, sorgulanma biçimimiz belki değişebilirdi
5
DT: Onlar
047
ama mimarlar ve mühendisler olarak bize, hep fonksiyon beklentisi ile geliniyor. Normalde bir sanat objesinin, bir resmin ya da heykelin karşısına geçip ‘bu ne işe yarıyor’ demezsin... Ki aslında işlerimizde genellikle bu kaygı düşünülmüş oluyor; işi ya bir şeyin prototipi, ya da deneyi olarak üretmiş oluyoruz. DT: İşlerin sergilendiği mekanlar da bu durumu çok etkiliyor. Mesela, Maker Faire gibi bir yerde hep bir şey yapan makineler gördükten sonra, insanlar senin işinden de bir şey yapmasını bekliyorlar. Ama, örneğin Plugin’de böyle bir beklenti olmuyor. CKB: Plugin ilginçti; orada sadece mekansal olmayan bir ürün koyarak, onu ön plana çıkardık. İnsanlar gelip, yaklaşıp, bakıp, sensörü ile etkileşime girmeye, bir şekilde iletişim kurmaya çalıştılar. Daha önce aynı işi Sanayi Odası’nda sergilemiştik ve oradaki davranışlar, buradakinden tamamen farklıydı. İzleyici, ürünün değerini belirleyen olabiliyor; bu anlamda Plugin bizim için enteresan bir deneyim oldu.
6
048
Son yıllarda gündemi ivme kazanan ‘genç mimar’ olma hali sizin için ne ifade ediyor? GG: Bence böyle bir ad konması durumu, bizim yapmaya çalıştıklarımızın dışında kalıyor. Biz disiplinlerarasılıktan, bir şeylerin kesiştiği noktalardan bahsediyoruz; o açıdan, kendimizi tanımlardan uzak tutmaya çalışıyoruz.
DT: Burada
bir manşet arayışı ve yeni manşet bulamama durumu var. Kötü haber yapmak gibi; akla ilk gelen özelliğin üzerine yapıştırılması… GG: Aslında genç olduğun için duyulmuyorsun ki... İşlerinle duyuluyorsun. CKB: Bu tamamen söylemsizlikten çıkan bir şey. Genç mimar dediğimiz insanlar kimdir, bir söylemleri var mıdır? Her ne kadar, ortak söylemler devrini kapatmış olsak da; bu genç mimarlar ortaya bir düşünce koyuyorlar mı? DT: İnsanlar onların iş yapabildiklerine şaşırıp mı böyle diyorlar acaba? CKB: Genç mimar olmak bir prestij haline geldi. Başka mimarlar da vardır, ama hep “genç mimarlarımızdan...” derler. GG: 40 Under 40 gibi yayınlarla da genç mimarlık dünyada bir trend haline geldi. Bu trend olmadan da hayat yeterince zor değilmiş gibi... Bina üretme olarak mimarlık pratiği, beraberinde yüklenicisini, müteahhitini, işin bir sürü katılımcısını ve ayağını beraberinde getiriyor ve dolayısıyla 40 yaşın, ya da 30 yaşın altında yapılmış bir binanın olması, enteresan bir durum. Çağdaş sanat, mimarlık, tasarım sahnesinden kimi takip edersiniz? DT: Olafur Eliasson, François Roche... GG: Ai Weiwei’in deneme biçimleri diyebilirim. Bir taneyi
7
alıp, ondan bir sürü yapıp, o bir sürünün ilişkisini kurması ve katmanlarını tasarlaması enteresan bence. Achim Menges’i ve MIT Media Lab’i de sayabilirim. CKB: Kurumları da takip ediyoruz. ETH Zurich, AA gibi... Bir yandan da, son zamanlarda ‘maker’ kültürünün yaygınlaşması ile burada da görünürlük sağlanmaya başlandı gibi... GG: Bir şeylerin moda olmasını iyi olarak yorumlayabileceksek, maker hareketi için bunu söyleyebilirim. Moda olmak her ne kadar beraberinde konuların içinin boşaltılmasını getirse de; maker hareketinde tüketiciden üreticiye dönme durumu olduğu için, toplumda daha fazla yer alması benim hoşuma gidiyor. DT: Ve çocuklara yönelik de çok fazla şey yapılıyor; mesela İskele47’deki atölyeler... O çocuklar büyüyünce canavar gibi olacaklar. GG: Bir yandan da bahsettiğimiz her şey, yaparak öğrenmeyi beraberinde getiriyor. Bu, okullarda çok geriye atılmıştı. CKB: Şu da var; bu çocuklar bilgiyi herhangi birinden öğrenmiyorlar. Onları motive eden insanlar var ama, bilgileri internetten, yani açık kaynaktan alıyorlar. DIY kültürü gibi; kurumların ve okulların veremediği birçok şeyi, aslında açık
8
kaynaktan bir şekilde aldıkları için, paylaşım aynı şekilde geri dönecektir. Yani bir sonraki nesil, aslında burada yetişenlerin paylaştıkları ile beraber ilerleyecek. Peki bugünlerde ne üzerine çalışıyorsunuz? DT: Katılıma açık workshop’lar düzenlemeye devam ediyoruz. Bir yandan, bizim de katılımcısı olduğumuz, Kanyon’da Mixer’in düzenlediği sergi devam ediyor. CKB: Ufukta birkaç proje var. Farklı kanallardan enteresan işler gelmeye başladı.
9
Urban Organics Project, Presence Activated Weave, 2014 Reflections of Space, Interactive Wooden Structure Pavillion, 2015 Imitata, Interactive Kinetic Architectural Installation, 2015
Instagram sağ olsun, her gün gözlerimizin önünden yüzlerce sanat işi akmaya başladı ve sanatçılar birkaç yıl içinde ulaşabilecekleri popülariteye birkaç hafta içinde ulaşır oldular. CJ Hendry de sosyal medyayı, Kanye West’in dikkatini çekecek kadar menfaatine kullanan bir sanatçı. Ona New York’taki atölyesinden bağlanıyoruz ve ardından Jason Rodgers devreye giriyor.
Röportaj:
Seza Bali Fotoğraf:
Jason Rodgers Moda Editörü:
Shala Rothenberg Saç & Makyaj:
Yoshie Kubota M.A.C ürünleriyle
CJ, kendi yorumladığı Chanel çantasıyla.
050
CJ HENDRY
İlk eserini 10.000 dolara satmışsın. Öncelikle, bunu nasıl başardın? Avustralya’da RM Williams isminde ikonik botlar var, ben de eski bir çift botun resmini çizmiştim. 150 cm boyunda, büyük bir çizimdi. Bunu Avustralyalı bir koleksiyoner, kızı ona Instagram’da gösterdikten sonra aldı. Biraz kolay oldu sanırım.
4
CJ, yaptığın şeyi sanat olarak tanımlamadığın doğru mu? Kesinlikle. Zaten kendimi sanatçı olarak tanıtmayı da sevmiyorum, ben sadece bir şeyler çiziyorum. Liseyi bitirirken üniversitede güzel sanatlar okumayı düşünmüyordum, bu yüzden önce birkaç sene mimarlık, sonra da muhasebe ve finans okudum. Sanatçıların dünyayı umursamayan, yaratıcı tipler olduğunu ve sadece garip bir moda girdiklerinde bir şeyler ürettiklerini düşünürdüm... Ama ben hiç öyle bir insan değilim. Aldığım eğitimlerden dolayı beynim acayip düzenli ve tekdüze şekilde çalışıyor. Neden kendimi sanatçı ve yaptıklarımı sanat olarak tanımlayamadığımı artık biliyorsunuz.
1
Yaptığın şey sanat değilse ne peki? Büyük bir karalama. Büyük boyuttaki çizimlerim, binlerce ufacık karalamanın bir araya gelmesinden ortaya çıkıyor. Bu tekniği tamamen kafamdan uydurdum, ilk çizimlerime böyle başladım ve sonra da bunu hiç değiştirmedim. Bazı sanatçılar işlerimin noktalardan veya üst üste çapraz geçen çizgilerden oluştuğunu zannediyorlar ama aslında ikisi de değil, benim yaptığım gerçekten de büyük bir karalama. Eğer çizimlerimden birine yakından bakarsanız, eski bir statik televizyon ekranı gibi gözüktüğünü fark edersiniz.
2
Çizerken aklından neler geçiyor? Tekniğim akışkan bir el hareketi içerdiği için çok düşünmem gerekmiyor, dolayısıyla çizim yaparken çok rahatım ve başka bir şeye odaklanmam gerekiyor, yoksa düşüncelerin içinde boğulup gidebilirsin. Genelde audio kitaplar ve podcast’ler dinliyorum. Yakında audio dersler ile yeni bir dil öğrenmeye başlamak istiyorum.
Peki o parayla ne yaptın? Yaptığım ilk şey, sanat malzemeleri almak olmuştu. Tonlarca kalem ve Arches kağıt almıştım. Neyse ki para konusunda akıllıyım. Bugüne kadar kazandığım parayı hep markama, yani kendime, yatırım yapmak için kullandım. Bir sanatçı kariyerinin hangi noktasında olursa olsun, 10.000 dolar onun için büyük para. Ha bir de işlerimin iyi dokümantasyonunu yapabilmek için çok iyi bir fotoğraf makinesi almıştım. Kısacası bu ilk satışım bana daha çok iş üretme konusunda yardımcı oldu.
5
Hiperrealist kara kalem çizimlerinle niş bir stil belirledin. Bunun seni sınırladığını düşünüyor musun? Hayır, çünkü onun bir sınır olmasına izin vermedim. Başka sanat formlarıyla da ilgileniyorum ama şu anda bu stille isim yaptığımın farkındayım. Kendimi rahat hissettiğim zaman başka alanlara da kayabileceğimi biliyorum. Bu oyunda hala çok yeniyim, gelişmem ve büyümem için daha önümde seneler var. Ayrıca içgüdülerime inanıyorum, kendimi, hazır olduğumu hissetmediğim bir yöne doğru itersem onun iyi veya içten olmayacağını biliyorum. Her zaman, doğru olduğunu hissettiğim şeyi yaptım. Bir de çok inatçıyım, dolayısıyla insanlar bana ne yapacağımı asla söyleyemezler.
6
3
Crumpled Chanel, 2014 Pen on Paper, 250x150cm
051
Kendini eleştirebiliyor musun? Sanırım. Etrafımdaki eleştirileri dinliyorum ve bunlarla kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Herkes senin hakkında pozitif bir şey söylüyorsa, potansiyelini zorlamadığını bilirsin. Örneğin birkaç hafta önce birisinden şunu duydum: “İşlerini beğeniyorum ama onlar benim için çok basit. Ben daha fazla şeye bakmak istiyorum.” Bunu duymak o kadar iyi geldi ki. Stilime tekrar bakmamı sağladı, yaptıklarımın herkese göre olmadığını anladım. Başka biri de, “Hiperrealizm kimin umurunda ki, sen sadece fotoğrafları kopyalamaya çalışıyorsun, bunun içinde sanat yok.” dedi. Bu, kulağa pek iyi gelmiyor, ama insanların yaptıklarım hakkında fikir sahibi olmaları benim peşinde olduğum şeyin ta kendisi.
7
10 Aralık ayında Scope Miami’ye katıldın. Orada resim yapmak nasıldı? Fuarda, onlarca insanın ortasında cam bir kutunun içinde oturup çalışmak inanılmazdı. Akvaryumdaki bir balık gibiydim. Atölyemde çalışırken kulaklıklarımı takıp çizime dalıyorum, orada da aynen böyle çalıştım ama insanların yaptığım şeyi gerçekten görebilmeleri benim için çok heyecan vericiydi. Öncelikle, sanat dünyasında henüz çok tanınmıyorum, dolayısıyla Scope Miami benim için çok büyük bir fırsattı. İnsanların dibime kadar gelip yaptıklarımın gerçekten çizim olduğunu görmeleri benim için önemliydi, yoksa fuarda resimlerimin yanından bakmadan geçebilirlerdi. İşlerimi uzaktan görüp fotoğraf sanan çok insan var.
8
Sence insanlar neden realist sanata bu kadar pozitif bir tepki veriyor? Çok basit, anlaması kolay. Anında bir tatmin veriyor. Neye baktığınızı anlamanız için bir sayfa tez okumanız gerekmiyor.
9
052
Obsesif biri misin? Kesinlikle. Ama yaptığım şey bu yönüme iyi gelmiyor.
Kash Kurrency, 2014 Pen on Paper 105x75cm Twisted Dior, 2015 Pen on paper 155x155cms Sneakerdead, 2015 Pen on Paper 260x155cm
Alt
Alt sanat mekanı Alt art space
SERGİ/EXHIBITION, 19 Ocak – 26 Mart, 2016/January 19 – March 26, 2016
RODNEY GRAHAM
SERGİ/EXHIBITION, 19 Ocak – 26 Mart, 2016/January 19 – March 26, 2016
Aykan Safoğlu, Hasan Özgür Top, Hera Büyüktaşçıyan Kapıdan giremezsen, pencereden gir If you can’t go through the door, go through the window
Rodney Graham, A Reverie Interrupted by the Police [Polisin Yarıda Kestiği Bir Düş], 2003, Hauser & Wirth, Zürich; Lisson Gallery, London; 303 Gallery, New York
Alt bomontiada tarİhİ bomontİ bİra fabrİkası Birahane Sokak No: 1 Bomonti/İstanbul
Çalışma saatleri: 13:00 – 21:00, Salı – Pazar Opening hours: 13:00 – 21:00, Tue – Sun
altbomonti.org
Kimileri kendinden bir sonraki jenerasyonun şanslı ve daha parlak bir geleceği olduğunu düşünür. Onlara göre yeni nesle verilen fırsatlar kendilerininkinden fazladır. Ama belki de daha büyük bir kesim George Bernard Shaw’ın da dediği gibi gençliğin gençlerde harcandığından yanadır. İşe iyi tarafından bakıp, bu jenerasyonun parlak olduğu kanısında olmak da mümkün. Neyse, tümdengeldik ve müzik kulvarında bu muhtemel kanıyı hak eden, takip eden aylarda parçalarını defalarca duyacağınıza inandıklarımızı bir araya topladık. Onlar da o parlak gelecekten haber vermek için sözü bizden aldılar.
MUSICAL YOUTH
054
Hazırlayan:
Başak Ulubilgen
TOMMY GENESIS Tommy, neden genellikle seksle ilgili rap yapıyorsun? Ben epey katı kuralları olan bir evde büyüdüm. Ve sekizinci sınıfa kadar kendimi ne kız ne de erkek olarak görüyordum. Saçımı kısacık kesip, annemin benim için renk renk diktiği kargo pantolonları giyer, erkek kardeşimin tişörtlerini çalardım. Biseksüel bir birey olarak kendimi rahat ifade etmem çok zaman aldı. Hayatımın bu dönemindeyse, artık lisede olmadığımdan, seksi bir metafor olarak kullanmak zorunda hissetmiyorum.
1
İlk albümün World Vision, gerçekten senin dünyaya bakışını yansıtıyor mu? Bu albüm benim aklımı ve derin düşüncelerimi yansıtıyor. Onu yaratırken belirli bir planla işe koyulmadım. Yazdığım parçalar spontane bir şekilde yazıldılar ve oldukça kişiseller. Yani ne düşünüyorsam onu yazıyorum.
2
Neden Angelina Jolie’yle ilgili bir şarkı yazdın? Angelina’nın gençliği olağanüstü güzeldi, malumunuz. Bir keresinde biri bana, onu anımsattığımı söylemişti ve ben de sanki gerçekten öyleymişim gibi davranmaya başlamıştım. Hatta bazen geceleri yatağa ona dönüşüp girerim. Neyse, aslında bu parça tamamen farklı bir şey olarak başladı. Sonra üzerinde oynamalar yaptım ve nihayetinde ortaya bozuk ve azgın aklımın bir yansıması olan ‘Angelina’ çıktı.
3
Fotoğraf: JMP Visuals
Kaç tane mini eteğin ve bluzun vardır? Dürüst olmak gerekirse, hiç bilmiyorum ama bu ikisini etrafımdaki diğer insanlardan daha sık giydiğim doğru. Stil ve müzik benim için her zaman içten gelen bir şey oldu. Botlarım, çoraplarım, kısa bluzlarım ve eteklerim, artık benden birer parça gibi.
5
Okuldayken sanat okumanın müziğine bir katkısı oldu mu? Moan adlı ilk rap grubumu arkadaşım Sammie’yle güzel sanatlar okurken kurmuştum. Aslında ilk önce film okuyordum ve ses denemeleriyle uğraşıyordum. Hatta bir keresinde Vito Acconci’nin ‘Seedbed’ adlı parçasından esinlendiğim bir performans bile sergilemiştim. Ama sonra filmden heykeltıraşlığa geçtim, ve yaptığım ses denemelerimin yerini rap müziğe olan ilgim almaya başladı. İşte o zaman hayatımda bir değişiklik olduğunun farkına vardım. Sanat değil de müzik yaptığınız zaman seyirci kitleniz genişliyor ve yaptığınız iş sanattan daha az eleştiriliyor.
4
Sence internet olmadan hayatta kalabilir miyiz? Bunu kesinlikle kimseye tavsiye etmiyorum. Çin, Kuzey Kore, Rusya ve Suudi Arabistan gibi internetin kontrol altında olduğu ülkeler bence oradaki genç jenerasyonu boğuyor. Bu yüzden de bu çocuklar ailelerinin yaptığı hataların aynılarını yapmaya itiliyorlar.
6
055
PIXX
19 yaşında olmak nasıl hissettiriyor? Aslında artık 20 yaşıma bastım; ve bu gayet güzel. Hala 19 yaşındaymışım gibi bir illüzyonun içinde olduğumu saymazsak.
1
2
Müziğin bir hayvan olsaydı? Vaşak olurdu.
11 yaşından beri müzik yaptığını söylüyorsun. Zaman içinde müziğinin geçirdiği evrimden memnun musun? Evet. Müzik, hayatımdan hiç eksik olmadı ve zaman içinde yaşadığım yolculuğu temsil etti. Müzik üretmek, benim için durmadan taşan bir bardak demek. Hiçbir zaman durmuyor. Bu yaratıcılık, başka bir işle uğraşsaydım hep içimde kapalı kalacaktı. Bu yüzden, yaratıcılığımın farklı yönlerde büyümesine yardımcı olup aynı zamanda da onun nereden geldiğini unutturmayan insanlarla çalışmaktan onur duyuyorum.
3
Fotoğraf: Dan Kendall
Videolarının çoğu büyülü bir gerçeklik üzerine kurulu. Bunda senin payın var mı? Evet. Çekimler için The Marshall Darlings’le çalışmak çok enteresan bir süreç oldu. Daha yolun başındayken, onlara anlattığım fikirleri alıp ürkütücü ve sürreal bir şey dönüştürmeyi başardılar.
4
Bu sürrealizm müziğinde de rol oynuyor mu? Kesinlikle. Hayatım boyunca severek okuduğum kitaplarım ve birçok şairin yazdığım sözlerde büyük bir etkisi oluyor. Mesela uzun bir süre Sylvia Plath’e kafayı takmıştım. O zamandan beri de anlatmak istediğim hikayelerde karanlık ve çarpıtılmış betimlemelerle karışık sözler bulabiliyorsunuz.
5
056
Turnedeyken ne yersin? Genellikle deniz tuzlu ve sirkeli cips, satsuma ve salata gibi şeyler tercih ediyorum.
6
HONNE Andy ve James, herkes yaşına başına bakmadan genç olabilir mi? Kesinlikle! Tabii bunu ancak pozitif bir bakış açısı ve sevdikleri işi yapmaya zaman ayırarak yapabilirler. Mesela benim büyükannem 92 yaşında ve hala gençler gibi dinç ve her zamankinden daha komik. Eğer bu kadar genç kalmayı o bile başarabiliyorsa, bunu hepimiz yapabiliriz.
1
James Blake ve Frank Ocean’la karşılaştırıldığınızda nasıl hissediyorsunuz? Gururumuzun okşanmasından başka ne hissedebiliriz ki? Bu müzisyenlere sonsuz saygımız var. İnsanlar biz ve onlar arasında ortak noktalar görseler de, aslında yaptığımız müzik açısından çok farklıyız. Umarız bir gün Honne’un kendine özgün bir sesi olduğu konusunda herkes bizimle hemfikir olur.
2
Müziğinizin electro-soul kategorisine sokulması doğru mu sizce? Evet. Zira sesimiz ve şarkı sözlerimiz romantizm ve soul temaları içeriyor. Ama müziğimizin elektronik yönlerini asıl ortaya çıkaran davullar ve anahtarlar oluyor. Mesela davul makinelerinden sesleri çok kullanıyoruz. Bir de müziğimizde çok sevdiğimiz Dave Smith Prophet 08 orgundan da melodiler bulabilirsiniz.
Fotoğraf:
3
William Coutts
Öğretmenlik yapmak için hala zamanınız oluyor mu? Ne yazık ki hayır, şu anda bütün zamanımızı albümümüzü bitirmeye ve canlı performanslarımıza ayırdık ve bu durumdan çok da mutluyuz. Kendimizi gerçekten çok şanslı hissediyoruz. Bu fırsattan sonuna kadar yararlanmakta da kararlıyız.
5
‘Honne’ Japoncada aşağı yukarı ‘gerçek duygu’ anlamına geliyor... Evet. Bu yüzden, bu kelimeyle ilk karşılaştığımızda ona aşık olduk, çünkü o bizim yaptığımız ve okuduğumuz parçaların bir kısmını, daha genel olarak da müziğimizin ruhunu yansıtıyordu. Kimi zaman bu duygular ikimizden biriyle, yaşadığımız bir olayla ya da yakın bir arkadaşımızın başından geçenlerle ilgili olabiliyor.
4
057
BIBI BOURELLY
Bibi, Rihanna’nın Bitch Better Have My Money şarkısını sen yazmışsın. Evet. Bizi Kanye West tanıştırdı.
1
O şarkıyı kendi albümüne koysaydın neler olurdu diye düşündüğün oldu mu? Hiçbir zaman böyle düşünmedim. BBHMM hayatımın bu döneminde çıkış yapacağım bir şarkı değil. Zira bu aralar kafamdan atmam gereken çok şey var. Ama tabii o şarkıyı çok seviyorum, hatta hayatımdan bazı kareleri yansıtıyor. Yine de bence Rihanna’ya daha çok yakışıyor.
2
Ondan iyi bir tavsiye kaptın mı? Sanırım yanında olup onu gözlemlemek bana çok şey kattı. Bu işi yıllardır yapan, profesyonel ve başarılı biriyle zaman geçirmekten gerçekten çok şey öğrendim. Onun oturup da bana bir şeyler anlatmasına gerek kalmadı. Sadece yakınında bulunmam benim için yeterli oldu.
3
058
Fotoğraf: Libell Barthel
Dün gece neredeydin? Arkadaşlarım Aria ve Sarah bana geldi. Makarna ve pizza eşliğinde Spooky Black dinleyip takıldık.
4
Artık sen de bir Los Angeles’lı oldun. Halinden memnun musun? Değilim. New York’a taşınmak istiyorum, çünkü tam bir şehir kızıyım. Yağmurdan, metroya binmekten, mevsimlerden, size sokakta bağırıp çağıran insanlardan ve grafitiden hoşlanan bir şehir kızı... Palmiye ağacı seven kızlardan olduğum pek söylenemez.
5
‘Ego’ adlı şarkında şöyle bir söz var: ‘’Never ever ever ever ever ever give a f*ck’’. Hayata karşı genel tavrın bu mu? Aslında umurumda olan şeyler var tabii. Ama kendimden, zanaatımdan ve doğru olduğunu düşündüğüm şeylerden taviz verecek kadar da bir şeyleri umursadığım olmuyor.
6
BILLIE MARTEN
Müziği ve okulu aynı anda nasıl idare ediyorsun? İkisini ayrı tutmaya çalışıyorum. Mesela okuldayken müzikten bahsetmiyorum, trende ya da Londra’dayken de zaman bulabildiğimde ders çalışmaya gayret ediyorum. İş sınavlara gelince de müziği bir kenara bırakıp okula odaklanıyorum.
6
Fotoğraf: Luc Coiffait
1
Billie, kaç yaşındasın? 16.
Sence insan kaç yaşından sonra artık genç sayılmaz? Bence her şey sizin akıl yaşınıza bağlı. Her insan farklı yaşlarda olgunlaşır. 14 yaşında yaşlı biri de olabilirsiniz, 40 yaşında bir yeniyetme de...
2
Gerçekten folk müziğin yeni yeteneği misin? Kesinlikle bir dahi olduğumu düşünmüyorum, o yüzden bu ünvan için uygun olduğumu söyleyemeyeceğim.
3
YouTube’a yüklediğin şarkılarla keşfedildin. Daha çabuk fark edilmek için bir yöntemin var mıydı? Aslına bakarsanız, bence ilk videolarım korkunçtu ama beni buraya getiren de onlar oldu. YouTube’un yanı sıra, parçalarımı BBC Introducing’e de yükledim. Oradakiler bana çok yardımcı olmuştu, hatta onlar sayesinde ilk radyo programıma çıkmıştım.
4
Alpaka takıntın nereden geliyor? Onları gerçekten çok seviyorum, hatta keşke alpakalardan kimseye bahsetmeseydim diye düşündüğüm oluyor. Yani bu takıntı, benim ve onların arasında bir sır gibi kalsaydı... Her şey sanırım evimin yanında yaşayan birkaç alpakayı görmemle başladı. O zamandan beri en sevdiğim hayvan oldular. Buna ilk görüşte aşk da diyebiliriz. İleride kesinlikle birkaç tane edinmek isterim.
7
Daha önce meşhur olmak istemediğini söylemiştin. Hala böyle mi düşünüyorsun? Evet. Tanınmak benim için hiçbir zaman önemli olmadı. Ben sadece sessiz bir şekilde mutlu olmak istiyorum.
5
059
HANA
Hana, turnede misin? Henüz değilim ama birkaç haftaya iki aylığına yollara düşüyorum. Çok heyecanlıyım, çünkü gitmeyi düşlediğim şehir ve ülkelerin hepsini bu turneyle görmüş olacağım. Bu aralar hayatım çok iyi gidiyor.
1
Sürekli turneye çıkmak sana neler kattı? Her şeyden önce, turnede olmayı ne kadar sevdiğimi, orada olmaktan ne kadar mutlu olduğumu anladım. Her gün farklı bir şehirde uyanmaktan ve her gece de yeni bir şova hazırlanmaktan çok keyif alıyorum. Bir yandan da, her gün yeni birileriyle tanışıyorum. Tabii bu yoğun tempoda sağlıklı kalmak da önemli, çünkü turneler özellikle bir ekibiniz yoksa, vücudunuz için çok zorlayıcı olabiliyor. Ama aynı zamanda da turne bittiğinde eve daha kaslı ve güçlü dönmüş oluyorum.
2
060
Fotoğraf: Jasmine Safaeian
Clay’in videosunu ilk izlediğinde nasıl hissettin? Çok mutlu! Ağlamış bile olabilirim. Aslında oldukça basit ve içten bir video. İzlemeyenler için özet geçeyim; turne sırasında bir otel odasındayım, sonra boş bir amfi tiyatroda şarkı söylüyorum, daha sonra da inanılmaz derecede büyük bir kalabalığın karşısına çıkıyorum. Bu, gerçekten de turnede olmanın nasıl bir his olduğunu iyi anlatıyor. O anları sonsuza kadar hatırlayacağım ve bu video var olduğu için gayet memnunum.
4
Arkadaşlarından müzik endüstrisi konusunda tavsiye alıyor musun? Hepsi beni çok destekliyorlar ve her açıdan bana çok yardımcı oluyorlar. Şarkı sözü yazmaya ve prodüktörlüğe ilk başladığımda, yaptığım her şeyi onlarla paylaşırdım. Ve bunu hala yapıyoruz; onlar bana, ben onlara parçalar gönderip birbirimize yardım ediyoruz. Böyle arkadaşlarım olduğu için kendimi çok şanslı hissediyorum.
3
Müziğinin Lana Del Rey’inkini anımsattığı söyleniyor. Sence de öyle mi? Onu çok sevdiğim için bu yorumu duyunca çok onurlanıyorum. Ben dinlediğimde o benzerliği pek göremiyorum ama neden Lana ile karşılaştırıldığımı anlıyorum.
5
OH WONDER
Sahnede kendinizi bir başkasıymış gibi hissettiğiniz oluyor mu? Evet, zaten öyle hissetmemek zor. Sonuçta, evdeki stüdyomuzda kendimiz için yazdığımız şarkıları başka insanlarla paylaşmaktan bahsediyoruz. Sahnede sizinle birlikte bu şarkıları söyleyen insanlarla olmak hem garip hem de inanılmaz bir duygu. Neredeyse bütün konserlerimizin biletleri yok sattı ve dünyada müziğimizi bilen, tanıyan insanlar olduğuna hala şaşırıyoruz. Birçok ülkede konser verebildiğimiz için çok minnettarız.
1
Soundcloud’da albümünüzü parça parça yayınlamanın arkasındaki düşünce neydi? Oh Wonder’ı kurmamızın arkasındaki neden, şarkı sözü yazarları olarak tanınmak, aynı zamanda da yaratıcılığımızı da iyi kullanmak istememizdi. Kendimize, her ayın başında yeni bir parça yayınlama gibi katı kurallar koymak gerçekten de zorlayıcı bir çalışma gerektiriyordu. Ama biz bu meydan okumayı seve seve kabul ettik. Şimdi geriye dönüp baktığımızda, bu yaptığımızın bize hız ve daha büyük bir hayran kitlesi kazandırdığını görüyoruz.
2
Fotoğraf: Mike Lee Thomas
Gençlik nedir? Korkusuz, hedonist, ölümsüz, deneyselliğe açık olmak, küçümsemeden ve düşünmeden hareket etmek. Ama aynı zamanda daha az akıllı ve daha az farkında olmak. Malum, yaşla birlikte sorumluluğunuz artar ve kendinizi kabul etmeye başlarsınız. 12 yaşımızdan beri yaptığımız müziği kabul etmek ve anlamak yıllarımızı aldı, ama artık hayattan ne istediğimizi biliyoruz. Yıllar boyunca yaşadığımız reddedilmeler, yaptığımız hatalar veya kazandığımız başarılar olmasa bugün geldiğimiz noktada olamazdık. Bu arada yaşlanmak da gençlik kadar süper bir şey. Mesela bizim en çok sevdiğimiz insanlar hep yaşlı.
4
Şarkılarınızı nasıl yazıyorsunuz? Bu bizim içim gayet akıcı bir süreç. Birbirimize çok güveniyoruz ve hem güçlü olduğumuz hem de zayıf kaldığımız yönlerimize katkıda bulunuyoruz. Bu yüzden, şarkı yazarken ortada hiçbir zaman ego savaşları dönmüyor. Bir fikir beyan etmeden önce birbirimizi dinliyoruz. Oh Wonder’da; sahnede, prodüksiyon aşamasında ya da şarkı yazarken, eşitlik çok önemli.
3
061
FEMME Kendi müziğini yapmanın en iyi tarafı ne? Kendimin patronu olmam ve bana ait bir hayatımın olması.
4 5
Fotoğraf: Mark Rabadán
Gençlik deyince aklına ne geliyor? Korkusuzluğun ve kendini bilirliğin garip bir karışımı... Sanki kendinden hiç emin değilsin ama yolda bir kabadayı gibi yürüyorsun. Tabii bundan da fazlası var. Mesela 60 yaşında bir adam tanıyorum, hayatımda gördüğüm en genç insan. Diğer taraftan, yirmili yaşlarda olup sanki 45 yaşındaymış gibi davranan insanlar da yok değil.
1
ABBA’yı hala rüyanda görüyor musun? Bu aralar görmüyorum ama albüm kayıtları sırasında çok gördüm. Stüdyom evde olduğu için rahat bir çalışma ortamım vardı, YouTube aleminde istediğim kadar vakit geçiriyordum, ve ABBA videolarını izlemek bana çok eğlenceli geliyordu. Hiç havalı olmamalarına rağmen bu onların umurlarında değildi. Harika müzikler yapıp göz alıcı kıyafetler giyiyorlardı. Onlara hayranlığım hiç bitmeyecek galiba.
2
062
Charli XCX ile turnenizden anlatmaya değer bir hikaye çıktı mı? O turne, parçası olduğum en büyük şeydi. Charli’nin hayranlarıyla tanışmak, her gece canlı şarkı söylemek ve ABD’nin büyük ihtimalle başka türlü asla göremeyeceğim yerlerine gitmek çok eğlenceliydi. Turnedeyken grup üyeleriniz ve ekiple çok yakınlaşıyorsunuz. Çünkü seyirci ve lokasyon dahil her şey değişirken aynı kalan bir tek onlar. Hikayeye gelince, Charli ve tayfasıyla bir gün Boston’dayken kendimizi şehrin banliyösünde bir öğrenci evinde bulduk. Zaten partiye gecenin köründe gelmiştik ve çocuğun evinden, içinde 90’lar garage müziği olan bir müzik seti çaldık.
3
Brunch eşliğinde bu sene çıkacak olan albümünü dinliyor olsan yanında kimi
isterdin? Albümümün brunch için pek de uygun olacağını düşünmüyorum. Sanırım şöyle bir sahneye daha iyi uyacaktır: Gece yarısı ziyafeti, pembe saten çarşaflar, şampanya, birkaç çizburger ve yapacağımız telefon şakaları. Ben de Marilyn Monroe, Madonna, Andy Warhol, Patti Smith ve Gwen Stefani’yle birlikte yerlerdeyim, sakız çiğniyorum ve erkeklerden bahsediyorum. Eskiden Ultraista diye bir gruptaydın. Tek başına bir müzisyen olmakla bir gruba ait olma halini kıyasladığında ne söylersin? Avantajları; kimseyi beklemene gerek kalmıyor ve sahnede tamamen özgür oluyorsun. Kimseyi dinlemene gerek yok. Tek kişilik bir makine olunca verimlilik de fazlasıyla artıyor. Ama tabii yaratıcı işbirliklerimizi özlemiyor değilim. Ultraista’dayken birbirimizi farklı yönlere ve yerlere gitmeye zorluyorduk. Bu yolları tek başıma olunca göremiyorum.
6
LAFAWNDAH
Bir sonraki albümünü nasıl kaydedeceksin; ne yapmayacaksın? Kesinlikle bir adaya gideceğim. Orada sözlerimi yazıp, kayıt edeceğim. Ve bunu yalnız yapmayacağım.
5
Sanat tarihi okumuş biri olarak, tarihin çeşitli kısımlarından müziğin için ilham alıyor musun? Kesinlikle. Müziğim ve onun görsel açılarında farklı zaman ve yerlerden esintiler bulunuyor. Mesela, tarihte birçok kez karşılaştığımız zamansızlığa karşı bir zaafım var. Zamansızlık kavramını anlamak aslında zordur. Bir şey nasıl zamansız olur, onun böyle olduğunu düşünmemizdeki sebep nedir? Bu benim için olduğu kadar başkaları için de önemli midir? Bu sorular benim için çok ilham verici.
6
Fotoğraf: Timothy Saccenti
Kendi adını taşıyan EP’ni yayınladıktan sonra neler öğrendin? Kimileri müziğini çok özene bezene yayınlamak ister. Ben bunun o kadar da gerekli olduğunu düşünmüyorum. Eğer duyulmaya hazırsanız, duyulursunuz. Mesela, bu EP aslında bu şekilde yayınlanmayacaktı. Yani plan bu değildi. Ama ben artık duyulmaya hazırdım ve demo’ları parçanın final haline dönüştürünce ortaya bu çıktı.
4
1
Gençlik senin için ne anlama geliyor? Kötü bir cilt.
2
Cesaretini nereden alıyorsun? Umuttan.
İranlı ve Mısırlı bir aileden gelmek, farklı kültürler içinde yaşamak müziğinle ilgili sana ne sağladı? Batılı olmayan ve pop kültüründen uzak bir kulağım olmasını. Harmonilerimi, müzik yaparken kullandığım anahtarları, melodileri yazış tarzımı ve ritmi anlayışımı etkiledi.
3
7
Tahran’da yaşarken en çok neyi özlüyordun? Paris’i ve çikolatayı.
063
SLAVES
Laurie, elektronik müziğin popüler olduğu bir dünyada, Slaves gibi bir grup nasıl dikkat çekiyor? Her şeyden önce, bizim sahnedeki kurulumumuz diğer gruplardan daha farklı. Klasik, dört kişilik bir rock grubu değiliz. Böylece canlı performanslarımız ve sahneyi kullanışımızla ortaya farklı şeyler çıkarıyoruz. Müziğimizle, savunduğumuz konularla da dikkat çekiyoruz tabii. Cheer Up London videomuzu izleyenler ne demek istediğimizi anlayacaktır.
1
Müziğiniz genelde punk rock damgası yiyor, ama aslında farklı bir tınıya sahipsiniz. Bu duruşu nasıl yakalandınız? Etrafımızda ve dünyada olup bitenleri gözlemleyerek müzik yapıyoruz. Bütün bu olayları, başımızdan geçenleri de kafamızın bir köşesine kaydedip şarkılarımızı yazarken geri dönüyoruz. Sanırım bu yüzden farklı bir sesimiz var.
Fotoğraf:
2
Joost Vandebrug
3
Kendinizi rock müziğin yeni yıldızları olarak görüyor musunuz?
Hayır. Turnedeyken genelde ne yiyorsun? Ben vegan olduğum için, gittiğim şehirlerde yiyecek bir şeyler bulmak bazen çok zor oluyor. Bu yüzden yiyebileceğim ne bulursam yiyorum.
4
064
Gençlerin, gençliğin kıymetini bilmediğini düşünüyor musunuz? Ne desek bilemiyoruz ama herkesin her şeyi heba ettiği bir dönemde yaşamıyor muyuz? O yüzden bu genel geçer algı, sadece gençlerin omuzlarına yıkılmamalı. Zaten bir şeyin önemini, onu kaybettiğin zaman anlamak çok daha güzel bir şey. Kendi adınıza ders çıkartmak için daha iyi bir yol.
5
italian Masterpieces archibald arMchair. designed by J.M. MassaUd. sala del The, Palazzo colonna, roMa. poltronafrau.com
Ayazma Yolu Sokak No:5 Etiler T: 212-2636406 www.bms-tr.com
HALF-STRONG Denim giymek için politik ve Fotoğraflar:
Zeynep Özkanca 101 Production Moda Editörü:
Deniz İrem Çek Saç:
Burhan Çılgın no.21 Makyaj:
Ömer Faruk Dinç M.A.C ürünleriyle Moda Editörü Asistanı:
Aslı Şen Fotoğraf Asistanı:
Mert Abedan Bluematters, Bossa, Daedalus, Ereks/ Era, Mavi ve Orta Anadolu’ya teşekkürler.
066
agresif bahanelere ihtiyacınız yok. Zaten gördüklerinizin Amerikan Rüyası ile uzaktan ya da yakından ilişkisi olmadığını biliyorsunuz, aklınızdan sadece Rebel Without a Cause’un alt metni geçiyor, hepsi bu.
Denim tulum:
5374 Vintage Showroom by Orta Anadolu Triko:
Sandro/Harvey Nichols Kolye:
Stella McCartney KĂźpe:
EditĂśre ait 067
068
Sol Çanta:
Prada SaÄ&#x; Denim pantolon:
5374 Vintage Showroom by Orta Anadolu Bot: Vintage
069
Sol Denim ceket:
Customized Bluematters Deri detaylı denim pantolon:
Bluematters Vintage Archive Küpe: Editöre ait Sağ Denim ceket:
Filles à Papa/ Shopi go Rugan çizme:
Vintage Koltuk: Grid/
Daedalus
070
071
072
Sol Denim detaylı sweatshirt:
Moschino/ Beymen Denim detaylı eşofman:
Moschino/ Beymen Rugan çizme:
Vintage Küpe: Moschino Kolye: Stella
McCartney Sağ Denim pantolon:
5374 Vintage Showroom by Orta Anadolu Koltuk: Grid/
Daedalus
073
074
Sol Denim ceket:
5374 Vintage Showroom by Orta Anadolu Denim pantolon:
Marc by Marc Jacobs/Beymen Çizme: Vintage Çanta: Prada Sağ Denim kimono:
5374 Vintage Showroom by Orta Anadolu Kolye: Stella
McCartney Yüzük: Editöre ait
075
Sol Ceket:
Customized Levi’s Pantolon:
Customized Mavi Sağ Ceket:
Bluematters Pantolon:
Bluematters Denim kumaşlar:
Customized Bluematters
076
077
078
Sol Denim kaftan:
Customized Bluematters Kemer: Vintage Çizme: Vintage Sağ Denim elbise:
Customized Orta Anadolu Lateks eldiven:
Editöre ait
079
Moda dünyası gayriciddi bir tavırla mirası sandığa koyup şimdiki zamanı yaşamaya başladı. Podyumlarda da tasarımlara eşlik eden saçlar, gençlik yıllarında kullandıklarımızdan feyz alarak 90’ların şimdiki zaman versiyonları üzerinde doğaçlama yapıyorlar.
2016 CHAPTER 1 Fotoğraflar:
Mustafa Nurdoğdu Moda Editörü:
Deniz İrem Çek Yazı:
Aslin Kumdagezer Saç:
Fikret Tanrıverdi Makyaj:
Elçin Mutlu Fotoğraf Asistanı:
Orkun Demir Moda Editörü Asistanı:
Aslı Şen Makyaj Asistanı:
Sezen Yeniçeri Can Model:
BU BİR İLANDIR
Veronika/ Option MGMT
080
One Is Not Enough Man bun fenomenine tepki olarak topuz yapmayı bırakanları da aktivist harekete dahil ediyoruz: Görüyoruz ve artırıyoruz. Bir topuzun vadettiklerini Gwen Stefani’nin erken 2000’ler saçı ve tavrıyla ve tabii Miley Cyrus’ın umursamazlığıyla dört eşit parçaya bölüyoruz. Takip edin; uçlarına Toni&Guy Sea Salt Texturising Spray uyguladığınız saçlarınızı dört parçaya ayırın. Tutamlarınızı bilindik reflekslerinizle topuz yapın. Sabitlemek ve elektriklenmeyi azaltmak için gerekli miktarda Toni&Guy Casual serisinden Extreme Hold Hairspray uygulayın.
Triko:
COS Kolye:
Editöre ait Saç ürünleri:
Toni&Guy Sea Salt Texturising Spray Toni&Guy Extreme Hold Hairspray 081
Gömlek:
Equipment Saç ürünleri:
Toni&Guy Texturising Glue Toni&Guy Extreme Hold Hairspray
Serious(ly) Braiding Örgüyle arası iyi olmayanlardansanız, barış antlaşmasını imzalamak için önünüzde kısa bir zaman var. İlkokul sıralarından podyumlara uzanan yolda örgüler, bu sezon bohem kız romantizmini üzerinden silkeliyor ve olabildiğince ciddileşiyor. Louis Vuitton’un derileri, Valentino’nun tüyleri ve Gucci’nin desenleriyle desteklenen örgüler için; saçınızı eşit tutamlara ayırın ve Toni&Guy Creative serisinden Texturising Glue ile her tutamı belirginleştirin. Tutamları saç diplerinden örmeye başlayın ve ortasına geldiğinizde durun. Kalan saçlarınızı tepede topuz yapın ve uğraşlarınızın uzun süre bozulmaması için Toni&Guy Extreme Hold Hairspray ile sabitleyin.
082
Neo-Ponytail Ensede toplanan saçlar tüm moda başkentlerindeki podyumlarda egemenliğini ilan etmişken, yıllardır en tepeden toplanmasıyla meşhur at kuyruğu da ense hizasına iniyor. 90’ların etkisinde küçük hanım imajına itaat etmeye çalışırken saçlar pop akımının ortasına düşüyor ve Cher Horowitz’in okul koridorlarında Like a Virgin çığlıkları atıyor. Trende teğet geçen ve asiliğinden vazgeçmeyen yeni at kuyruğu için ihtiyacınız olan malzemeler; tarak, fön makinesi, Toni&Guy Casual serisinden, Sea Salt Texturising Spray, Flexible Hold Hairspray, Matt Texture Dry Shampoo ve saç tokası. Saç uçlarınıza Toni&Guy Casual Sea Salt Texturising Spray uyguladıktan sonra iyice kurutun. Kulak hizasından ayırdığınız saçlarınızı at kuyruğu şeklinde toplayın. Saça hacim kazandırmak için bir miktar Matt Texture Dry Shampoo kullanın ve saça krepe yapın. Son adımda ise saçlarınızı sabit tutması için Flexible Hold Hairspray ile sabitleyin.
Elbise:
Cédric Charlier/Shopi go Saç ürünleri:
Toni&Guy Sea Salt Texturising Spray Toni&Guy Flexible Hold Hairspray Toni&Guy Matt Texture Dry Shampoo 083
084
Let’s Twist Again Fonda Chubby Checker sizi yeniden twist’e çağırıyor. Adımlarınızı yeniden gözden geçirin zira kolay olduğu kadar sofistike bir sürece maruz kalacaksınız. Olduğunuz yerde sallanmaya başladığınızda kuruttuğunuz saçlarınızı ense hizasında toplayın. Vücudunuz ritme ayak uydururken saçlarınız olabildiğince sabit kalmalı. Bu noktada Toni&Guy Glamour serisinden Firm Hold Hairspray yardımınıza koşacak. Sabitlediğiniz saçlarınızı düğüm şeklinde toplayın ve twist’in ruhuna sadık kalmaya özen gösterin. Son adımda ise bu sezon Marchesa, Tory Burch, Rag&Bone ve Zac Posen podyumlarındaki parlaklığı elde etmek için Toni&Guy Glamour serisi Moisturizing Shine Spray’i cömertçe uygulayın.
Elbise:
MSGM/Shopi go Saç ürünleri:
Toni&Guy Firm Hold Hairspray Toni&Guy Moisturizing Shine Spray
085
Dijital kültürün yayılmasıyla birlikte medya sanatları geleceğin sanatına ışık tutuyor. Karanlık ve ışık, zıtlıklarına rağmen birbirlerini var ediyor. Medya
CANDAŞ ŞİŞMAN Candaş Şişman, Lara Kamhi ve LARA KAMHİ Nihat Karataşlı ile tartıştık. NİHAT KARATAŞLI sanatının merak edilen yönlerini ve sanatsal üretim süreçlerini
Moderasyon:
Ebru Yetişkin Fotoğraflar:
Gökhan Polat
086
Contemporary Istanbul’un Plugin Yeni Medya Bölümü’nde sergilediğimiz işinizle başlayalım. Bu bölümde üç farklı medya enstalasyonu gördük. İşlerinizi nasıl kurguladığınızı anlatır mısınız? CANDAŞ ŞİŞMAN: Deniz Kader ile NOHlab olarak gerçekleştirdiğimiz ARIUM projemizde, kapalı bir akvaryumun içini dumanla doldurup, üzerine projeksiyonla görüntü yansıttık. Bu teknik, yansıtılan görüntüleri üç boyutlu bir hale getirip holografik bir etki yarattı. Aslında yapmak istediğimiz şey, havayı fanus içerisinde hapsederek manipüle edip, ışığın farklı koşullardaki davranış biçimlerini keşfetmek ve böylece gerçekliği kırıp farklı bir gerçeklik yaratmaya çalışmaktı. Bu projeyi üç sene önce Çek Cumhuriyeti’nde sahne performansı şeklinde gerçekleştirmiştik. Plugin Yeni Medya bölümü için de enstalasyon olarak geliştirdik. LARA KAMHİ: Moving Images III, Eli Kasavi ile Prizmaspace’te gerçekleştirdiğimiz Moving Images sergisinin devamı niteliğinde oluşturduğumuz bir çalışma oldu. Ayrı ayrı yaratmış olduğumuz hareketli imgelerin birleşiminden oluşan, bir akış halinde dönüşen görüntüleri, yansıtıcı bir yüzeyin üzerine yerleştirilmiş yarım bir kubbe ile etkileşim kuracak biçimde kurguladık. Oluşturduğumuz soyut anlatımla seyirciyi meditatif ve belki de hipnotik bir aşamada hikaye yaratımına davet ettik. Böylelikle, gerçeklik oluşturma süreçlerine dair bir nebze de olsa farkındalık kazanan gözlemci, eşi benzeri olmayan bir anlatı çıkarımında bulunabiliyor. EY: Nihat, senin işinde de etkileşim ön plandaydı.. NİHAT KARATAŞLI: Evet, ‘Mnömonik’ çok katmanlı bir video portre ve etkileşimli bir ışık yerleştirmesi olarak kurgulandı. Üretim süreci boyunca kaydettiğim seslerden oluşan bir ses kurgusu ve kullanıcının beyin dalgalarıyla değişen ışık yerleştirmesi ile eser ve kullanıcı arasında karşılıklı bir ilişki kurmaya çalıştım. Bahsettiğim ses kurgusunun aynı zamanda sergilenen eserin hafızasını tutup, yaratım sürecini belgelemek gibi bir amaca da hizmet ettiğini düşünüyorum. EY: Plugin’e bu yıl koyu bir karanlık hakimdi. Biliyorsunuz, medya sanatlarında karanlık ve ışık temel unsurlar olarak karşımıza çıkıyor. Hatta geçtiğimiz yıl DALGALAR sergisinin küratöryel metninde “karanlığın içinden çıkan ışık ve renkler” diye bahsetmiştim. Siz işlerinizi tasarlarken karanlık ve ışıkla nasıl ilişkiler kuruyorsunuz? LK: Ben görüntünün özüne, dolayısıyla en somut haline, onu soyutlaştırıp, renk, form ve ışığa indirgeyerek ulaşmaya çalışıyorum. Yaratım sürecim Plato’nun Mağara Alegorisi’nden fazlasıyla etkileniyor. Görünür olanın ötesinde buluşan, birleşen bir dualiteyi irdelerken, gerçeklik/yansıma, iç/dış ve en belirgin haliyle de karanlık/ışık ilişkilerini inceliyorum. EBRU YETİŞKİN:
Ben ışığı, yarattığım üç boyutlu yapıyı hareketlendiren, değiştiren ve dönüştüren bir etmen olarak görüyorum. Işık ve elektrik olmadan işlerimin çoğunluğu ölü bedenler iken, ışık, sisteme bağlanan insanı temsil eden, eseri ve eserin yerleştiği mekanı yaşam döngüsü içine sokan öğe oluyor. CŞ: İşlerimde birbirine kontrast olup birbirinin varlığını anlamlandıran ve güçlendiren olguları bir arada kullanmayı tercih ediyorum. Karanlık ve ışık da birbirine kontrast unsurlar ve aynı zamanda birbirlerini var ediyorlar. Yeri gelmişken söyleyeyim, ne zamandır karanlık veren bir ışık yapmak istiyorum. Fiziksel olarak mümkün olmayacaktır, fakat bu hissiyatı ve fikri verebilecek bir enstalasyon düşüncem var. Işık görsel olarak algıladığımız şeyleri görünebilir kılan temel bir olgu. Çalışmalarımda
NK:
genel olarak odaklandığım nokta, varoluş nedenleri ve bunları sağlayan temel unsurlar. Bu yüzden, ışık üzerine düşünmek ve ışığı çeşitli manipülasyonlara uğratmak, bana algıladığımız fiziksel gerçekliği değiştirme ve onu sorgulama şansı veriyor. Yani en temel varoluş nedenlerini sorgulayıp manipüle etmek, farklı gerçeklik önermeleri ve birçok şeyin temelindeki çeşitli varoluş formüllerini bulmamı sağlıyor. EY: Işığın ve sesin insanı kuşatarak içine alması aynı zamanda izleyiciyi gündelik yaşamının rutin akışından çıkarıveriyor ve başka şeyler deneyimlemesine aracılık ediyor. Lara geçenlerde 1920’lerde Bauhaus Ekolü’nün bilim kurgu temalı kostüm partilerinden etkilendiğinden bahsetmişti. Bundan yola çıkarak, başka bir dönemi yaşamak isteseydiniz, hangi dönemin içine ışınlanmak ve kimlerle birlikte çalışmak isterdiniz? LK: Evet, Oskar Schlemmer tasarımlarından 087
oluştuğunu tahmin ettiğim kostümleri giyen Bauhaus öğrencilerinin fotoğraflarını inceliyordum. 1920’ler avangart sinema ve erken elektronik müzik adına da önemli seneler, ve benim de kendimi yakın hissettiğim bir dönem. Bir diğer önem verip ziyaret etmek istediğim geçmiş dönem de saykodelik rock ve bilim kurgunun zirve yaptığı 1960 ve 1970’ler olurdu herhalde. Özellikle ressam-set tasarımcısıyönetmen üçgeninde seyreden, o dönemin disiplinlerarası çalışan sanatçılarıyla, örneğin Malcolm Le Grice, Oskar Fischinger ya da Derek Jarman gibi isimlerle birlikte çalışmak, veya birlikte vakit geçirmek isteyebilirdim. NK: Pratiğimin Félix González-Torres’in portreleme anlayışından çok etkilediğini düşünüyorum. Sanırım en çok da bu yüzden, 1980’lerde New York’ta yaşamak ve Group Material ile çalışabilmek ya da en azından onların yaptıklarını seyirci olarak takip edebilmeyi isterdim. CŞ: Işık ve sesin insanı kuşatarak başka şeyler deneyimlemesi durumu benim için de çok değerli. Çünkü özellikle öğretilmişlikler sonucunda kavramsal algılayış ve düşünüş yöntemlerimizin dışında, daha deneyim odaklı bir dil ve iletişim yöntemi sunuyorlar. Bu noktada ise alternatif iletişim dilleri üretebilmemizi, dolayısıyla da farklı düşünüş biçimleri ortaya çıkarabilmemizi sağlıyorlar. 088
Ses ve ışığın iletişim anlamında benim açımdan değerli olmasının sebebi bu. Tam da bundan dolayıdır ki, alternatif iletişim, dil ve deneyimin çeşitleneceğini düşündüğüm gelecek yüzyıllara ışınlanmak isterdim. Bu çeşitlenme hiç şüphesiz teknolojik ve bilimsel gelişmeler sayesinde olacak. Bildiğimiz gerçeklik çeşitlenecek, insanlık olarak gerçekliği bükmeye ve tasarlamaya başlayacağız. Bu da birden çok gerçekliğin var olacağı anlamına geliyor. Bunun yanında, organik dediğimiz evrimi de artık kontrol ediyor olacağız ve sentetik evrimi başlatacağız. Kendi vücudumuzu, algılarımızı ve yetilerimizi tekrar tasarlıyor olacağız. EY: Medya sanatları zaman esaslı kurgulara dayalı. Zamanın manipüle edilmiş halini, ya da esneyen, iç içe geçen ve anlık dönüşümlerini işlerinizde nasıl kullanıyorsunuz? CŞ: Bence zaman akıştır. Yaptığım işler genellikle zaman, yani akış ve süreç odaklı oluyor. Çalışmalarımda, bir amacı veya bir nedeni merkez noktaya koymaktansa, süreci ve anı deneyimlemeyi önemsiyorum. Kurgulamaya çalıştığım zaman, belli bir yöne doğru gitmekten çok, yönünü kaybettiğimiz dairesel bir yapıya sahip. Bu şekilde bir yaklaşım sonucunda, aslında bildiğimiz zaman kavramını manipüle edip, farklı bir zaman kavramı ve deneyim ortaya çıkartmaya çalışıyorum. İzleyici de yaratmaya çalıştığım bu süreç içerisinde gelecek ve geçmişi düşünmek yerine, şimdiki zamanı yaşıyor, deneyimliyor. Gelecek ve geçmiş çoğu zaman bize kaygı duygusu verir, asıl önemli olan şimdiki zamanda yaşadıklarımızdır. İşte benim yapmaya çalıştığım zaman kurgusunda bu kaygılardan veya kavramsal düşünüş biçiminden sıyrılmaya çalışmak var. EY: ‘FLUX’ isimli çalışmanda zamanla kurduğun bu ilişkiyi çok net bir şekilde izleyebiliyoruz. CŞ: ‘FLUX’ bu noktada iyi bir örnek olabilir, evet. Bu çalışma animasyon ve ses tasarımından oluşmakta. İzlediğim yöntem ise, her sahnenin birbiri içerisine organik şekilde geçmiş olması ve sürekli dönüşerek birbirini var etmesi. Böylece sürekli akışkan ve dönüşen bir zaman algısı yarattım. EY: Lara, Nihat; sizin de bu anlamda işlerinizde oluşturduğunuz deneyimsel süreçler, sanki hiç bitmeyecekmiş hissi veren tekrarla işlemesi bakımından bana ilginç geliyor. NK: Benim için döngüsellik önemli. İşlerimde bir zaman dilimini ve o zaman dilimine bağlı bir deneyimi döngüsel olarak kullanmayı seçiyorum, sanırım yaptığım video portrelerin çoğunu buna örnek verebilirim. Stüdyoda tasarlanan ve kayıt altına alınan bu deneyimi, galeri ortamında seyirci katılımına da açmaya çalışıyorum. Bu katılımın da tekrar tekrar anlam kazanan, hem ortak, hem de kişisel bir deneyim yarattığına inanıyorum.
LK: Ben,
dijital görüntüyü, projeksiyonun da yardımıyla dokusal bir düzleme taşıyıp, ortam olarak kullanıyorum. Böylelikle, tek boyuttan sarmal boyuta geçerek, sinematik kurguyu, yani zamanı, fiziksel ve de düşünsel anlamda parçalara ayırıyorum. Dolayısıyla, yarattığım bu ortamları içlerinde sıkıştırılmış zamanlar kullanarak şekillendiriyorum, sonsuz bir döngü içinde deneyimlenebilinir kılmayı amaçlıyorum. EY: Türkiye’nin herhangi bir yerinde bir medya enstalasyonu yapsanız, bu nerede ve nasıl olurdu? NK: Derinkuyu Yeraltı Şehri’ndeki eski akıl hastanesinde bir iş yapmak isterdim. LK: Çok yer geliyor aklıma. Son zamanlarda metaforik ve fiziksel sınırları gözlemlediğim bir süreçteyim. Bir köşeden diğerini bölen hayali bir çizgide, belki koca bir denizin ortasındaki bir kara parçasının üzerinde, işitsel ve performatif bir çalışma gerçekleştirmek, bunu kaydetmek ve sonrasında kapkaranlık bir odada, belki de ortasında duran bir Oculus Rift’le sergilemek isteyebilirim. CŞ: Benim için bu herhalde kamusal bir alan olurdu. Daha önce de benzer projeler geçekleştirdiğim için bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Özellikle toplumun bütün katmanları tarafından işin deneyimlenebiliyor olması sanatçıyı besleyen bir durum. Ve bu zamana kadar süregelmiş, sanatın belli bir kesim tarafından gözlemlenebiliyor olmasına karşı da bir duruş. Yapmak isteyebileceğim iş herhalde insanın olabildiğince farklı algılarına aynı anda ulaşabilen, kişiyi bulunduğu mekan ve zamandan koparan, içerisinde farklı teknolojileri barındıran, altyapısı karmaşık, fakat çıktısı olabildiğince basit olan bir iş olurdu. EY: Ulus Baker bir yazısında “Hayranlık… bir ‘dikkat celbidir’” diyordu. İlgi, merak, şefkat ve hayranlık duyarak sanki başka bir dünyadan inmiş gibi görünen ve bir tür beceriksizlikle hareket ettiğine
de şahit olduğumuz şeylere farklı bir şekilde dikkat ediyoruz. Karada sarsak adımlarla yürüyemeyen bir yengecin suya girdiğinde, kendi dünyasında, nasıl da müthiş bir zarafetle yüzebildiğini hissedebiliyoruz. Başka bir dünyanın zarafetini o an algılamakla ilgili bu tabii. Lara, çalışmalarında izleyiciyle etkileşim ilişkinizi nasıl tasarlıyorsun? LK: Son zamanlarda derin hipnozu deneyimleme fırsatım oldu. Işık hızında, uyanıklık ile uyku arasındaki bir çizgide seyreden, ancak zindelik hissi ile farkındalığın yoğun olduğu bir düzlem söz konusuydu. Çalışmalarımda deneyimlediğim algı boyutlarını paylaşırken, yaşatmak istediğim duygunun buna çok benzediğini fark ettim. Lara Kamhi, Melted Realities, 2015 Candaş Şişman, CYCL, 2014, Audiovisual Installation, Custom Screen, Fan, Animation and Sound 200x200x80cm Fotoğraf: Maison des Arts de Crèteil Mnömonik, 2015 EEG-Bazlı İnteraktif Işık ve 12 Ekranlı Video Yerleştirmesi Değişebilir Ölçüler. Görselleştirme: Cihan Poçan 089
SOME WOMEN OF EARLY SUCCESS
CEMRE EBÜZZİYA
Hazırlayan:
Merve Yeşilçimen Fotoğraflar:
Gökhan Polat
Eğitimini aldığın metotlar hayatını kolaylaştırdı mı? University of North Carolina School of the Arts’dan mezunum. Okulda ağırlıklı olarak Stanislavsky ve The Group Theater’ın tekniklerini çalıştım. Daha sonra Lecoq ve Eric Morris gibi farklı türde oyunculuk derslerine katıldım. Her teknik bana farklı bir bakış açısı kazandırdı ve şu ana kadar yer aldığım projelere hazırlanırken, hepsinin büyük katkısını gördüm.
4
Cemre, risk almak gençken daha kolay diyebilir miyiz? Sanırım öyle, evet. Gerçi yaşlandığımda ne düşünürüm şu an pek kestiremiyorum ama genel olarak sınırlarımı zorlamayı seviyorum. Bu yüzden, hazır gençken, zor rolleri oynamayı çok isterim.
1
Başarılı bir oyuncu olmak senin için ne kadar önemli? Oyuncu olarak potansiyelimin yüzde yüzüne yakınını gösterebilmek isterdim. Oynarken anın içinde var olmanın gücünü tatmak ve bunun devamlılığını sağlamak benim için en büyük başarı.
2
090
Bulantı ilk sinema deneyimin; sert sahnelerde ne tür iç konuşmalar yaşadın? Hazırlanmam için kısa bir süre vardı ve karakter bana yakın olmamasına rağmen, aramızda köprü kuran ve yakınlaşmamızı sağlayacak ortak öğeler, duygular aradım. İç konuşmalardan ziyade, dikkatimi mümkün olduğu kadar sahneye ve partnerime yoğunlaştırdım. İyi bir yönetmenle çalışıyorsanız zorlayıcı ve sert sahnelerde kaybolduğunuz an, o size yol gösterir. Zeki Demirkubuz ile çalışmak benim için güzel bir başlangıç oldu.
3
Otobiyografik bir filmde oynayacak olsan kimi canlandırmak isterdin? Amy Winehouse.
5
SOME WOMEN OF EARLY SUCCESS
ZEYNEP SELVİLİ
Henüz yenemediğin bir korkun var mı? Sanırım artık korkuyu, yenmem gereken bir duygu olarak görmüyorum. O, yaşamamız gereken, en temel, en gerçek duygularımızdan biri. Bu sebeple korkularıma daha fazla sahip çıkar oldum. Ama seçimlerimi korkunun himayesi altında yapmıyorum.
2
Psikolojik danışman olmanın en iyi tarafı ne? Oluş ve arayış sürecinin uzun bir yolculuk olduğunu öğretmesi. Okudukça, araştırdıkça ve yazdıkça her gün yeni bir şey öğreniyorum. Bu, bana göre, oldukça heyecan verici bir şey. Kendi acınızla yüz yüze gelmeyi, ona yer açmayı, onun varlığında kendinize şefkat göstermeyi öğrendikçe, acının tüm insanlığın ortak paydası olduğunu fark ediyorsunuz ve insanlarla daha çok yakınlaşıyorsunuz.
1
Pozitif psikoloji türünde hangi filmleri etkileyici buluyorsun? Sık sık referans gösterdiğim iki tane film var: Cast Away ve Yes Man. Özellikle Cast Away’i, bana hayattan tatmin almanın yalnızca tek bir yolu olmadığını hatırlattığı için seviyorum.
3
İstanbul’da yaşamaktan memnun musun? İstanbul zengin, yer yer çok gösterişli, aynı zamanda oldukça sade, bazen çok hızlı, bazen de çok durağan, ve tabii zaman zaman da çok zor bir şehir. Tüm bu çelişkilerinden, daha doğrusu çeşitliliğinden dolayı, şehrin enerjisi bana bazen kaotik geliyor. Bu kargaşanın arasında hayatta kalma mücadelesi verirken, İstanbul’un insanları olarak, kendimize haşin davrandığımızı düşünüyorum. Halbuki bizi aceleciliğimizden, yalnızlığımızdan, yarışımızdan, sonu gelmeyecek mücadelemizden kurtaracak şey, kendimize sevgiyle, şefkatle davranmamız olacak.
4
091
SOME WOMEN OF EARLY SUCCESS
MERVE GÜLEÇ
Y neslinin başarı tanımında bireysel tatminin ve mutluluğun öncelikli yer aldığına katılır mısın? Her şeyden önce işimizi seçerken artık daha özgür olduğumuzu düşünüyorum. Hayal ettiği işi yapan bir insanım ve başarının, insanın kendini geliştirme konusunda ne kadar azimli ve istekli olduğuyla alakalı olduğunu söyleyebilirim. Ben de işim için vakit buldukça seyahat ediyorum ve Meg’e yeni tatlar kazandırmak adına sürekli araştırmalar yapıyorum.
1
092
3 Flynn McGarry, henüz 16 yaşında kendi restoranını açtı. Sen de bu grupta yer alan genç bir kadın olarak ne düşünüyorsun? McGarry çok genç bir yaşta bu sektöre girdi ve gerçekten cesaretinden ötürü onu takdir etmek gerek. Çünkü her gün iyi yemek çıkarmak ve insanları mutlu etmek o kadar kolay bir şey değil. Kendi adıma, zor ve zahmetli bir iş olmasına rağmen, yemeklerimi beğenerek yiyen insanları görmek ve onlarla sohbet etmek bana büyük bir keyif veriyor.
2
Geleneksel ve günceli bir araya getirerek mutfakta deneysel yemekler yapıyor
musun? Geleneksel tariflerle oynamaktan çok keyif alıyorum. Her gün farklı bir menü çıkarıyoruz; Türk yemeklerinin özünü değiştirmeden, onları küçük yeniliklerle sunuyoruz. Pancarlı kısırımız müşterilerimiz tarafından en çok sevilen yemeklerimizden biri. El Celler de Can Roca bir kez daha dünyanın en iyi restoranı seçildi. Gelecek yıl durum ne olacak sence? Roca kardeşler yerlerini korurlar mı emin değilim, bu kez Osteria Francescana birinciliği alabilir veya Noma üçüncülükten tekrar birinci sıraya geçebilir.
4
Kendini başarılı buluyor musun? Evet. Her şeyden önce tutku duyduğum işi buldum ve kendimi gerçekten çalışıyor gibi hissetmiyorum. Yaptığım iş benim hobim. İnsanların değiştiğini ve geliştiğini görmeyi ve onlarla güzel ilişkiler kurmayı hiçbir şeye değişmem. Bu, insana inanılmaz bir özgüven veriyor.
1
Ait olduğun jenerasyonun iyi yaşamakla ilgili daha bilinçli olduğunu düşünüyor musun? Evet, çünkü yaşam kalitemizi artırma konusunda daha istekliyiz. Bunda sosyal medyanın da etkisi var; sağlıklı beslenen ve spor yapan profesyonellerin paylaşımlarının da. Bir yandan organik, hafif, taze, sağlıklı gibi kelimeleri günlük hayatımızda daha sık duyar olduk. Yeni spor çeşitleri bile türedi. Özetle, bedenimize yatırım yapmanın lüks değil gereklilik olduğunu anladık.
2
Sağlıklı yaşam koçu olmadan önce ne yapıyordun? Paris Parsons’da Tasarım ve İşletme okudum. İstanbul’a döndükten sonra moda ve tasarım sektöründe çalıştım; ancak bu beni tam anlamıyla tatmin etmedi. İnsanlara iyi gelecek ve onları mutlu edecek bir işim olmasını istiyordum. İşi bırakıp, sekiz ay kadar kendimi dinledim, bol bol spor yaptım, seyahat ettim ve kurslara gittim. Bir gün internette araştırma yaparken New York Institute for Integrative Nutrition adlı okulun bir senelik Online Health Coaching Training programını gördüm. O anda bu işin benim için doğru iş olduğunu hissettim. Hemen programa yazıldım ve eğitim sonrası da insanları ideal kilolarına ulaştıracak ve sağlıklı hayatı sevmelerini sağlayacak bir sistem olan Stretch Your Life’ı kurdum.
SOME WOMEN OF EARLY SUCCESS
CEMRE TANEL
3
Eğitim sonrası hayatında neler değişti? Okulda kişinin iç dünyasını, ailesini, sosyal çevresini ve bunlara bağlı olarak gelişen öğrenme stilini bütün olarak ele alan bir eğitim sistemi vardı. Yeme bozukluklarının, temelde, yetersizlik hissinden kaynaklandığını öğrendim. Bu his, spiritüel bir eksiklikten kaynaklanabileceği gibi, ilişkilerle veya kariyerle ilgili de olabilir. Bu yüzden, Stretch Your Life üyeleri ile yakın ilişki kurup, yeme bozukluğuna sebep olan etmenleri onlarla konuşarak çözümlemeye çalışıyorum. Eğitim sonrası bu tip kilit noktalara kesinlikle daha çok yoğunlaştım. Ve tabii ki yediklerimizin ve sporun sağlığımız üzerindeki etkisini çok daha iyi anladım.
4
093
SOME WOMEN OF EARLY SUCCESS
SELMA ÇİLEK
Alber Albaz ve Raf Simons, tasarımcılar üzerindeki baskı ve kısıtlanmaların gün yüzüne çıkmasını sağladı, malum. Modanın geleceğine dair nasıl bir öngörün var? Ben pek karamsar değilim açıkçası, çünkü olumlu yönde gelişen ve değişen bir sektörden bahsediyoruz. Moda okullarının sayıca artması, insanları sektör hakkında bilgilendiren seminerlerin ve etkinliklerin çoğalması, etik üretim ve sürdürülebilir moda anlayışının yaygınlaşması daha bilinçli bir kitle yaratıyor. Bu da tüketim alışkanlıklarına yansıyor. Tasarımcıların sürekli değişen eğilimleri takip etmesi çok kolay değil ancak bu bir noktada güzel bir şey çünkü gelişiminiz de bir o kadar hızlı oluyor. Ben de elimden geldiğince yurtiçinde ya da yurtdışında kumaş fuarlarına ve trend seminerlerine katılarak yenilikleri takip ediyorum.
1
094
İleride çocuklar için de bir koleksiyon yapmayı düşünüyor musun? Çocuk parkalarıyla açılışı yaptım, deri ceketler ve kaşe kabanlarla devamı gelecek. Ayrıca, yaz koleksiyonundan itibaren elbiseler de yapmaya başlayacağım. Anne-kız bir örnek giyilebilecek kombinler hazırlayacağız.
3
Bir tasarımcı olarak hedeflediğin yerde misin? Istituto Marangoni’de moda tasarımı eğitimi aldığım sırada tek hayalim kendi markamı kurmak ve tasarımlarımın dünya çapında bilinilirliğe ulaşmasıydı. Türkiye’ye döndükten hemen sonra kendi markamı oluşturmak için çalışmalara başladım, fikir edinmek için yurtdışındaki bütün fuarlara katılmaya çalıştım. Bugün markam, Türkiye’de Harvey Nichols, Brandroom gibi mağazalar dahil olmak üzere altı farklı ilde on satış noktasında bulunuyor. Yurtdışında ise yedi ülkede satış noktaları mevcut. Yani hedeflediğim yere küçük adımlarla ilerliyorum, zamanla global bir markaya dönüşmesini çok isterim.
2
İş dışında hangi alanlarda başarılı olduğunu düşünüyorsun? Sporda. En çok keyif aldığım ve kendimi başarılı bulduğum spor; snowboard. Yaz aylarında ise yurtiçinde ve yurtdışında dalmayı çok seviyorum.
4
Hello Mr.’ın karakteri, neredeyse, bir yanlış anlaşılmayı düzeltme isteği üzerine kurulu. Bu yüzden, anlatmayı seviyor, alıştıklarınızı değil bilmediklerinizi göstermeyi seçiyor. Nihayet anlaşıldığını hissettiğinde ise bunun gururunu yaşayanların başında, derginin yaratıcısı Ryan Fitzgibbon geliyor. O halde, tanıştıralım.
Röportaj:
Serap Gecü Fotoğraf:
Matthew Tammar
096
RYAN FITZGIBBON
Ryan, standart bir tanışma repliğin var mı? “Hello Mr.” diye cevap vermemi bekliyor olabilirsiniz, ki tahmininiz doğru, eskiden açılış cümlem buydu, ama artık bu bana fazla basmakalıp geliyor. Diğer taraftan, aldığım her on mailin sekizinin böyle başladığını ve bunu hala sempatik bulduğumu da söylemeden geçmeyeyim.
1
San Francisco yıllarından sonra kendini nasıl Avustralya’da buldun? San Francisco’da IDEO’da çalışıyordum, bir yandan da AIGO’da gönüllü olarak eş başkanlık yapıyordum. IDEO’daki pozisyonum gereği sürekli seyahatlere çıkıyordum. Singapur, Chicago, São Paulo, Mumbai, Boston, Los Angeles, London, New York City ve Melbourne... 2012’de, kendime daha bağımsız bir yol çizmeye karar verdim, ve kısa ziyaretlerimde tam olarak keşfetme fırsatı yakalayamadığım ama ilk gördüğüm andan beri beni kendine bağlayan Avustralya’da yaşamayı seçtim. Buraya taşınmadan bir süre önce, arkadaşlarımla, gay kültürü üzerine bir blog yapmaya başlamıştım. Orijinal bir yayındı, ama yine de daha derinlere inebileceğimi hissediyordum.
2
Kickstarter olmasaydı işin içinden nasıl çıkardın? Dergide hiçbir şey şu anki gibi olamazdı, bu kesin. Onun sayesinde şeffaf bir işletme kurmayı başarabildik, bu da her projemize katkıda bulunmak isteyen destekçilerin ilgisini canlı tutmamızı sağladı. Böyle bir şansım olmasaydı, yatırımcıların ve reklamcıların kapılarını çalardım herhalde. Yine de sonuç asla böyle olmazdı. Bu markanın kurulması için başından beri katkıda bulunan insanlar Hello Mr.’ın başarmaya çalıştığı şeyin en büyük savunucuları. Bu nedenle, Kickstarter bizim için fon kaynağının ötesine geçip, aynı amaca sahip insanları buluşturma anlamında bir mecra oldu.
5
Neyi farklı yaptınız yani? Gay erkeklerin hayatlarından, daha empati kurulabilir, daha dürüst ve öyle çok da kusursuz olmayan yansımalar ortaya koyacak bir platform olma derdindeyiz. Alışıldık yayıncılık anlayışında, genelde fazla tutkulu ve fazla iyimser mesajlara odaklanma eğilimi var. Aşırı şekilli vücutlar, mutlu evli çiftler... LGBT bireylerin hayatlarına dair bir kusur veya bir eksiklik kazara ortaya çıkacak diye sanki herkesin ödü kopuyor. Halbuki biz hikayenin es geçilen yönlerine de değinmek istiyoruz. Ki bunu kağıt tercihimizde bile görebilirsiniz, parlaktan değil mattan yanayız.
4
Hello Mr.’ın gay kültürüne yönelik yayıncılık anlayışını kökten değiştirme iddiasının arkasında nasıl bir motivasyon var? Dergiyi çıkarma kararı alırken aklımdaki temel fikir buydu, ama tabii bu fikir görsellikten çok daha fazlasını kapsıyor. Bizim jenerasyonumuzdaki gay erkeklerin kişisel hikayelerinin derinlemesine işlendiği içeriklere ulaşabilmek çok uzun zamandır hepimiz için bir lükstü. Biz de, Hello Mr.’ı, diğer yayınların odağındaki stereotiplerden uzaklaşıp, politikadan ve pop kültürden bağımsız bir şekilde, kendi özgün deneyimlerimizi anlatmak için bir fırsat olarak gördük.
3
097
Neil Patrick Harris hala destekçiniz mi? Umarım öyledir. Kampanya boyunca, hedefimize ulaşmamız için bir tweet attı ve bize destek topladı. Beklenmedik bir hareketti ve bize kampanyanın son günü için ihtiyacımız olan ivmeyi kazandırdı.
6
Kendini derginin kapağında hayal ettin mi hiç? Ah, tabii ki. Ama böyle bir şey ancak ben öldükten sonra gerçekleşebilir.
7
Klişe ne demek? Yine dergiden devam edeceğim. Başat rol üstlenen birtakım gay dergileri var, onlara sık sık bakıyorum, ve onlardan ilham alıyorum ama biz tamamen yeni bir şeyin peşindeyiz. Gay erkeklerin basında profil olarak yer aldığı durumlarda manşet altında kullanılan fotoğraflar nedense klişelerin ötesine geçemiyor. Kullanılan semboller evrensel ve herkesin anlayabileceği türden. Yani işin aslı, bu bir yaratıcılık zafiyetinden başka bir şey değil.
8
Yeni bir alışkanlığın var mı? Kısa bir süre önce dedemden miras kalan, 1988’den kalma Canon AE-1’i elimden düşürmüyorum.
11
9
Aidiyet ihtiyacı ve kendi dergini çıkarma isteği arasında nasıl bir bağ var
sence? Kesinlikle çok güçlü. Dergi sayesinde müthiş insanlarla tanıştım. O zaman, Hello Mr. komünitesinin karakteriyle ilgili ne söylersin? Markayı yaratırken hedeflediğim niteliklere hala sahip çıkıyorum. Bunlar, içerik ve iletişim yönetiminde bana hala yol gösteriyor; adeta bir checklist gibi, aklımda hep şu sıfatlar var: Ulaşılabilir, gerçekçi, algısı açık, mahçup ve alımlı. Bize katkıda bulunan yazarlar ve fotoğrafçıların da önemsediğimiz değerlere saygı gösterip, onlara bağlı kalacak insanlar olması önemli. Böylece, okura nasıl biri olması gerektiğini söyleyen, belli bir yaşam stilini dikte eden bir yayına dönüşmüyoruz.
10
098
Birine ödül verecek olsan, kimi seçerdin? Art Direktörümüz Zhang Qingyun. Dergiyi hiç olmadığı kadar güzel ve saygıdeğer kıldığı için kesinlikle ödülü hak ediyor. Sizinle paylaşmak için sabırsızlandığımız birtakım değişiklikler için bir süredir inanılmaz yoğun çalışıyor.
12
Aforizmalara meraklısın; bugünün özlü sözü ne olsun? John Steinbeck’ten gelsin. “Bir şey doğruysa, gerçekleşir. Esas olan telaşa kapılmamaktır. İyi olan hiçbir şey elden kaçmaz.”
13
sUBATTA SALON’DA
12 Şubat Cuma 21.00
16 Şubat Salı 21.30
19 Şubat Cuma 22.00
20 Şubat Cumartesi 22:30
27 Şubat Cumartesi 21.30
XOXO The Mag’in katkılarıyla yayımlanmıştır.
11 Şubat Perşembe 21.30
FUCK JERRY
“Imagine hell was an endless road of bumping into random people you’ve met in ur lifetime that u need to make small talk with.” @FuckJerry, Elliot Tebele, 24.12.2015
Fotoğraflar:
Eric T. White Röportaj:
Olga Şerbetcioğlu Saç & Makyaj:
Stefanie Willmann Marc Jacobs Beauty ürünleriyle
Eric, FuckJerry’yi Manhattan’daki evinde fotoğrafladı. 100
101
Elliot, sence ünlü müsün? Fuckjerry’nin bir marka olarak inanılmaz popüler olduğu ortada. Sokakta yürürken insanların önüne atladığı türde bir ünlülükten bahsediyorsak şahsen ünlüyüm diyemem; malum, yüzümle tanınmıyorum.
1
Sana komedyen denir mi? Çok komik biri olsam da kendimi bir komedyen gibi görmüyorum. Bazı komik post’lar yazıyorum tabii, ama bunun ötesinde, esasen insanların ilgisini neyin çekeceğini keşfetmeye dair çok iyi bir gözüm olduğunu düşünüyorum. Komedyense sanki daha geleneksel bir tanım; aklıma stand-up’çılar geliyor.
7
2
Seinfeld hayranı olduğuna göre, dizinin çekildiği yerlere de gitmişsindir. Sürekli yemek yedikleri restoranın yanından birkaç kez geçtim ve fotoğraf çektim. Orayı dünya gözüyle görmek çok güzeldi.
Tek bir hesapla yetinmeyip yan hesaplar açmayı neden istedin? Çeşitlilik hoşuma gidiyor. Bu hesapların çoğu bir şakayla başladı, ama bir şekilde aldı yürüdü. Bir kısmı komedinin ötesine geçti. Pizza, Vibes, Jetstreamtv, kanyedoingthings, thelightweights, fuckjerry.tv...
8
3
4
Eşin Jessica, namıdiğer The Beige Cardigan ile aranda bir siber rekabetten söz edebilir
miyiz? Evet, az da olsa bir rekabet var tabii. Yine de birbirimize destek olmaya çalışıyoruz.
Tipik bir iş günü sizin için nasıl geçiyor? Her gün birbirinden çok farklı, ama başlangıç genelde hiç değişmiyor. Daha yataktan çıkmadan, gece boyu gelen mailleri cevaplamaya başlıyorum. Ve şanslıysam Instagram’a iyi bir post giriyorum. Bütün hesaplarım için içerik çalışması yapıyorum. Günün devamında, şehirde farklı noktalarda insanlarla toplantılarım oluyor. Bu toplantılar çok farklı sektörleri kapsıyor. Genelde hiçbir yere bağlı kalmıyorum ve bilgisayar kullanmıyorum.
5
Aile insanı mısın? Eskiye kıyasla daha çok öyle olduğum kesin. Çocukken ailenizi pek önemsemiyorsunuz, onlarla geçirdiğiniz zamanın kıymetini bilmiyorsunuz ama yaş ilerledikçe herkes ailesine yakınlaşıyor.
6
102
Bu arada, çekim nasıldı? Muhteşemdi. Ekip harikaydı ve birlikte aşırı eğlendik.
Nasıl para kazanıyorsun? Çoğunlukla markalara özel hazırladığımız içeriklerden. Aslında bundan uzak durmaya çalışıyorum ama bazen markalar bizimle benzer kafalarda oluyor, iki tarafın da faydasına olabilecek ve aynı zamanda dışarıdan fazla sırıtmayacak işler yapabiliyoruz. Bir de kendi koleksiyonumuz var ama orada işler daha ağır ilerliyor. Ajans da bir yandan çalışıyor.
9
103
104
105
106
107
108
Bunu ben de yaparım diyenlere ne cevap veriyorsun? E yapın o zaman.
10
Ekip kaç kişi? Eskiden beri bir ortağım var; işin daha ciddi taraflarıyla o ilgileniyor. Ve yakın zamanda birkaç iyi arkadaşımla daha ortaklık yapıp, dijital bir ajans kurduk.
11
12
Sosyal medyada bir sonraki büyük yeniliğin ne olacağına dair bir tahminin var mı? Bunu kestirmek çok zor. Instagram ve Snapchat en az bir beş yıl daha buradalar, orası kesin. Bir de, hatırlı pazarlama (influencer marketing) için daha hızlı ve kolay kullanılabilen bir sistem geliştirmek gerekiyor.
20
Full time iş ne demek? Ne için?
Gelecekte ofis odaklı çalışma şeklinden uzaklaşıp, herkesin evden çalışmaya başlayacağı bir mit mi sence? Hiç de değil. Nasıl olsa her türlü birbirimize bağlanabiliyoruz. İnternet erişimi hiç olmadığı kadar yaygın. Mobil cihazlar da giderek kendilerini aşıyor. Bence herkes her yerde çalışabilir.
13
Çizgiyi aştığını düşündüğün bir post’un oldu mu? Pek hatırlamıyorum. Ama FuckJerry çoğunlukla küstah tabii. Filtresi yok. Yine de çizgiyi aşmamak için gerekeni kesinlikle yapmaya çalışıyorum.
21 Bir pazar sabahı ruh halin nasıl olur? Tartışmasız; akşamdan kalmayımdır. Gerisini siz tahmin edin.
15
16
Kendini çekici buluyor musun? Düzgün bir tipim.
17
En çok neyi kıskanırsın? Sushi üstadı bir şefin çocuğu olmayı.
18
Seni en çok ne sıkar? Emin değilim.
19
Kimin hayatını asla yaşamak istemezsin? Leo’nun The Revenant’taki
14
Kime oy veriyorsun? Muhtemelen hiç kimseye.
Türkiye’yle ilgili bir şaka yapsana. Türk bir bebeğe ne diyorsunuz? Kebaby mi? (Üzgünüm.)
22
karakteri.
109
110
111
112
113
I WAS JUST THINKING. Fotoğraflar:
Begüm Yetiş Realizasyon:
Olga Şerbetcioğlu Moda Editörü:
Deniz İrem Çek Saç:
Serkan Yıldırım Makyaj:
Gülüm Erzincan Fotoğraf Asistanı:
Can Sever Moda Editörü Asistanı:
Aslı Şen Saç Asistanı:
Kenan Şen Makyaj Asistanı:
Tijen Bulut
114
Palm Springs’in gün batımını, olabildiğince fütüristik gösterecek bir mimari yapı tahayyül edin. Bob ve Dolores Hope’un sıradışı evinin kapısından içeri adım atmadan önce, yüksek ve cılız palmiyelerin oluşturduğu silüeti bir kenara bırakın ve Louis Vuitton Cruise 2016 koleksiyonunun, brutalizmi ve zarafeti tek bir dozda sunduğunu unutmayın.
115
116
117
118
119
120
121
122
123
124
125
Thomas Tait’i, kendisinin de belirttiği üzere, LVMH Ödülü’nden sonra duymuş olabilirsiniz. Bu kırılma noktasından önce, kısa ve acımasız bir süreçten geçtiğini düşünürsek, Thomas’ın elde ettiği başarılar, saygı duruşunu hak eder cinsten. Telefonun öteki ucundan sorularımızı cevaplamaya başladığında, bu saygı duruşunun onun ihtiyaç listesinde yer almadığını fark ediyoruz. Alo?
Röportaj:
Utku Palamutçu Fotoğraf:
Gordon Goodwin
126
THOMAS TAIT
Thomas, saçlarını neden kestirdin? Uzun halinden çok sıkılmıştım. Yakın zaman önce, Singapur’a gidip orada bir defile yaptım. Hava inanılmaz sıcaktı ve saçlarım gerçekten beni öldürüyordu. Bu işkenceyi yaşadıktan sonra, Londra’ya döner dönmez onları kestirdim.
1
Kendi gardırobun için tasarım yapıyor musun? Ah keşke bunu yapabilecek zamana ve paraya sahip olsam. Gerçekten beğendiğim ve gidip satın aldığım kaliteli ürünler bulmakta çok zorlanıyorum. Bulduklarım da genelde çok pahalı oluyor ve bir kıyafete o kadar para vermek bana saçma geliyor. Bu yüzden lüks şeyleri sevme alışkanlığımdan nefret ediyorum. Pek çok insan, özellikle arkadaşlarım bana neden kendime bir şeyler tasarlamadığımı sorup duruyorlar ama sıradan bir ceketi bile tasarlamanın haftalar aldığını bilmiyorlar. Sonuç olarak, ben de herkesin satın aldığı gibi normal parçalar alıp konuyu kapatıyorum.
2
Kanada’yı özlüyor musun? Hayır, ama ailemi çok özlüyorum. Orada doğup büyüdükten sonra farklı bir ülkeye taşınmak, hayata olan bakış açımı büyük ölçüde değiştirdi ve değişiklik her zaman iyidir.
3
Fotoğraflar:
4
oldu mu? Montréal gerçekten çok özel bir yer. Çift ana dili olması bir kenara, küçük olmasına rağmen bir o kadar da gelişmiş bir şehir. Malum, Kanada’nın en çok göç alan bölgelerinden biri Québec ve bu yüzden Montréal insanlara, çeşitliliğe adapte olmayı ve farklı kültürleri öğretiyor. Bu yüzden şehir, nasıl bir insan olduğumdan, nasıl davrandığıma ve nelerden hoşlandığıma kadar pek çok konuda beni de etkiledi. Londra’ya ne zaman taşındın? Central Saint Martins’e başvuran en genç öğrenci olduğunu biliyoruz, ve hatta oradan mezun olan en genç öğrenci olduğunu da. 2008’in sonuna doğru taşındım ve doğrudan yüksek lisans programına başladım. Tam iki yıl sonra, 2010’da programı tamamladım ve mezun oldum.
5
Philip Trengrove
Frankofon olmanın yaşam tarzına ve modaya bakış açına herhangi bir etkisi
Thomas Tait SS 2016
2014’e kadar pek çok jürinin karşısına çıkıp tasarımlarını sergiledin. Hatta ilk çıktığın jüri Manolo Blahnik, Daphne Guinness ve Stephen Jones’dan oluşuyordu. Bu uzun süreç, sanki hala okuldaymışsın ve hala mezun olmak için uğraşıyormuşsun gibi hissettirdi mi? Katıldığım yarışmalar, okulda yaşadığım mücadeleyle kıyaslandığında çok farklı deneyimlerdi. Daphne Guinness’den çok daha korkutucu bir insan olan Louise Wilson’ın hakimiyeti altında eğitim almayı bir kenara bırakırsak, okuldaki ortamın çok daha samimi olduğunu söyleyebilirim. Katıldığım yarışmalar tabii ki gelişimimin birer parçası oldu. Okuldayken, eğitimini aldığın şeyi öğrendiğine ve kendini geliştirdiğine dair bir şeyleri kanıtlama amacı güderken, özel yarışmalarda jürinin karşısına geçtiğinde ticari ve kişisel özelliklerini de ortaya dökmen gerekiyor. Jürideki insanlardan aldığın yorumlar ise işin tuzu biberi.
6
127
Manolo Blahnik, katıldığın ilk yarışmada tasarımlarını uzun uzadıya eleştirirken, birkaç yıl sonra tasarladığın elbiselerin harika bir işçiliğe sahip olduğunu ve senin inanılmaz bir potansiyel barındırdığını söyledi. Onunla ilk defa karşı karşıya geldiğinde, günün birinde onun ağzından böyle cümlelerin çıkabileceğini hayal etmiş miydin? Böyle bir şey aklımın ucundan dahi geçmemişti. Manolo’nun böyle bir yorumda bulunmasını asla beklemiyordum ve bu cümleyi kurduktan sonra, yaptığı yorum her yerde karşıma çıkmaya başladı. Yaptığım şeyi övme biçimi o kadar güzeldi ki, hem çok onur duydum, hem de bu yorumun benimle birlikte her yere geldiğini zamanla fark ettim.
7
Hazırladığın ilk koleksiyona dönelim. Pek çok insan, bu ilk koleksiyonun küçük ve risk alınmamış ama detaylarla güçlendirilmiş bir koleksiyon olduğunu düşündü. Özellikle tüm parçaların siyah olmasından mütevellit, insanların senin için ‘sıradan bir tasarımcı’ yorumunu yapacağından korkmadın mı? Aslında ilk koleksiyonum tamamen siyahtan oluşmayacaktı. Kafamdaki koleksiyonda oldukça koyu bir lacivert de vardı ama bulduğum kumaşın sadece siyah versiyonu vardı ve üzerine çok fazla kafa yormadan her şeyi siyah yapmaya karar verdim. Hatta bu yüzden pek çok insan benim ve koleksiyonun gotik bir ruhu olduğuna ve markanın bundan böyle her zaman koyu, karanlık ve sert bir duruşunun olacağına inandı. Her ne kadar zorunluluktan dolayı böyle bir koleksiyon çıkartmış olsam da, o dönemin şartlarını düşündüğümde etrafım renkler ve desenlerle dolup taşıyordu. Peter Pilotto da aynı dönemde yükselişe geçmişti ve hem renk skalası çok genişti, hem de farklı farklı binlerce desen kullanıyordu. Londra’nın o dönemde büründüğü dijital desen furyasından bahsetmiyorum bile. Bu yüzden renklerden uzak durup tamamen siyaha odaklanmam, bir nevi iyi bir şeydi.
8
128
LVMH Ödülü bunların en kritik olanıydı herhalde. Kesinlikle. Ödülü kazandıktan sonra medyanın ve halkla ilişkiler şirketlerinin göz bebeği haline geldim. Ödülün kurumsal iletişim danışmanlığını yapan şirket tam anlamıyla bir canavara dönüştü ve ödül herkesin ilgisini çekti. Sadece aday olmak bile büyük bir itibar sağlarken, ödülü kazanmanın ne demek olduğunu tahmin bile edemiyordum. ‘Nihayetinde birkaç insan daha adımı duyacak, çok büyük hayaller kurmamalıyım, biraz para kazanırım ve okyanustaki küçük balık olmaya devam ederim’ diye düşünürken, hayatımdaki en büyük kırılma noktalarından birini yaşadım.
10
Bu bahsettiklerinin sen 21 yaşındayken gerçekleştiğini düşünürsek ve aynı sürede Dorchester Collection Fashion Prize yarışmasında, desenlerle çok iyi oynadığı bilinen Mary Katrantzou’yu elediğini de göz önünde bulundurursak, kendine olan güvenin bir hayli artmış olmalı. Hiçbir zaman diğer tasarımcıların ne yaptığına ya da nasıl hareket ettiğine dikkat etmedim. Dorchester’ta da aynı şey geçerliydi, üstelik kimse kendi koleksiyonu dışında başka bir şeyle ilgilenmiyordu. Herkes kendi estetik algısı üzerine odaklanmıştı ve aslında birbiri ile kıyaslanacak tasarımcılar yarışmıyordu. Bu yüzden gerçek bir yarışma havası söz konusu değildi. Henüz yolun başında olduğumuz için büyük ticari kaygılarımız da yoktu. Ama ne yalan söyleyeyim, kazandığım her yarışma, her ödül ya da her neyse, kendime olan güvenimi biraz daha artırıyor.
9
Kazandığın parayla satın aldığın ilk şey neydi? Ah! Bu çok güzel ve çok hüzünlü bir soru, çünkü işlerin inanılmaz yoğun ve karışık olduğu bir süreç yaşıyordum. İş hayatımın hemen her noktasını idame ettirmek için paraya ihtiyacım vardı. Stüdyo kirası, çalışanların maaşı ve ekipmanlar, hepsi başlı başına birer servete eş değerdi ve borç batağına doğru sürükleniyordum. Anlayacağınız parayı alıp alışverişe çıkmadım ya da karlı bir yatırım yapmadım. Tam olarak hatırlamamakla birlikte, aldığım kumaşların parasını ödemiş olabilirim.
11
2016 İlkbahar/Yaz koleksiyonunda yaratmaya çalıştığın ‘garip samimiyet’ fikri nereden çıktı? Defile için hazırlık yaparken, herkesin gösterinin içinde olmasını istediğimi fark ettim. İnsanların defileyi izlemekle yetinmelerindense, bizim yaşadığımız heyecanı paylaşmaları fikri kulağa çok hoş geliyordu. Bu yüzden podyumu ve sandalyeleri olabildiğince yakın konumlandırdım. İnsanlar neredeyse modele dokunacakları yakınlıkta oturuyorlardı ve sanki bacak bacak üstüne attıklarında ona çarpacak gibi hissedeceklerdi. Kıyafetlerin üzerine açtığım pencereler de işin birer parçasıydı tabii. Uzaktan bakıldıklarında ne oldukları anlaşılmıyor ama daha yakına girdiğinizde her şeyi net bir şekilde keşfediyorsunuz. Kıyafetiyle çok güzel olduğunu düşünen ve uzaktan bakıldığında bile dikkat çektiğine inanan insanların kafasındaki klişe düşünceyi ortadan kaldırıp, aslında fiziksel olarak yakın temas kurmanın her şeyden daha güzel olduğunu dile getirmek istedim.
12
Utangaç biri misin yoksa olabildiğince açık sözlü mü davranıyorsun? Günlük hayatımda bir şeyi söylemekten sakındığım asla görülmemiştir. Hayatımı olabildiğince açık ve rahat bir şekilde yaşıyorum ve asla utangaç birisi değilim.
13
Bir sonraki koleksiyonun için ilham kaynağın ne? Bu aralar benim de en çok düşündüğüm şey bu.
14
Bu koleksiyon bir kadın olsaydı, kim olurdu? Stereotipik ya da ideal bir kadınım yok. Diane Keaton, Catherine Zeta Jones ya da her kim olursa olsun, herhangi bir kadını sırf göz önünde diye ilham kaynağı olarak alan tasarımcıları asla anlayamıyorum. Sanırım bu koleksiyonun bir kadına dönüşemeyeceğini bilmek daha çok hoşuma gidiyor.
10
Dior’un Kreatif Direktörü’nün kim olacağına dair bir tahminin var mı? Ah, gerçekten bilmiyorum ve çok merak ediyorum. Dior öyle bir marka ki, doğru kararı vermek için istediği kadar bekleyebilir, sonuçta Dior olmaya devam edecek. Raf ’ın Dior’a geçişi kadar oradan ayrılışı da bence etkileyici bir hareketti ve markada bıraktığı etki gerçekten göz kamaştırıcı.
16
Nasıl yani? Koleksiyon üzerine çalışmaya aylar önce başladım, hatta tasarımlar şu an üretim aşamasındalar ama hala bir ilham kaynağım yok. Koleksiyonu tamamladıktan ve hatta defileyi izledikten sonra geri dönüp baktığımda ilham kaynağımın ne olduğunu ve neden böyle olduğunu daha iyi görüyorum.
15
Peki sen bir markanın kreatif direktörü olacak olsan, hangi markayı seçerdin? Hermès’i. Tüm kalbimle bir gün bunun gerçek olmasını istiyorum ama önceleri, eğer söylersem gerçekleşmez diye korkuyordum.
17
129
Merve Ertufan, son dönemde sıklıkla kadrajımıza giren genç bir sanatçı. Üretimleri ve bu üretimlere yansıyan düşünüş biçimi ile haklı biçimde ilgimize mazhar oluyor. Merve, Ashkal Alwan’daki program kapsamında bir süre daha Beyrut’ta yaşayacak, ama onunla İstanbul’da bir araya gelip incelikli düşünüş biçimi, işleri ve gelecek planları üzerine söyleştik.
Röportaj:
Yasemin Özcan Fotoğraf:
Defne Onar
130
MERVE ERTUFAN
2012’de Emre Baykal küratörlüğünde Arter’de gerçekleşen Haset-HusumetRezalet sergisinde izlediğimiz İltifatlar işi ile tanıdım seni. Psikolojideki haset kavramına referans veren son derece çarpıcı bir iş. İki arkadaş, aynı zamanda meslektaş kadının hasetini izlediğimiz işin sürecinden bahseder misin? Aslında, Johanna ile gerçekleştirdiğimiz, me|you isimli proje de bu bahsettiğimiz dönüşüme bir örnek. İltifatlar projesinde birkaç koşul koymuştuk. Öncelikle çekim boyunca iltifat dışında bir şey söylememiz yasaktı. Ayrıca, bir miniDV kaset uzunluğunda ve kameranın sınırlarının içinde olacaktık. Açıkçası, bunlar bende biraz kapana sıkışmışlık hissi yaratmıştı. Gelen bir yoruma sözlü cevap verememek, o tepkiyi yutup ya da dönüştürüp başka bir iltifat şeklinde sunmak, kameranın ve onun getireceği potansiyel izleyicinin bilincinde olmak; ve bu konumdayken karşıdan gelen iltifatın da samimiyetini sorgulamak, iltifat değiş-tokuşunu bir anda çekişmeli, abartılı ve alaycı bir hale dönüştürdü.
2
İnsan ilişkileri, sözel dil ve bunların ilişkilere dönüşümü ile ilgilisin. Odağına insanı alan çok geniş bir alanı tarifliyoruz. Buradan başlayalım, sanat üretimi dünyayı anlamanın bir yolu olabilir mi? Genelde, tanık olduğum ya da yaşadığım, kafama takılan konulardan yola çıkıyorum. Çözemediğim bir şeyi kurcalamak, parçalamak, içini açıp bakabilmek isteği başlamak için ihtiyacım olan ivmeyi sağlıyor. İnsanı odağına alan bir bakış açısı dediğinde, belki biraz içgörü sahibi olabilmek, hangi durumların içlerinde nasıl potansiyeller taşıdığını görebilmek, ne kadar güzel olurdu diye düşünüyorum. Bu noktada ilişkilere, ilişikliklere bakmayı deniyorum. Mesela, bir ortamdan bir ortama neden tavır ve tutumlarımızın değiştiği, o ortamdaki insan ve o insanların getirdiği koşullara göre farklı rollere bürünmemiz ve bunların sebepleri bakmaya değer geliyor.
1
Peki aynı işi bugün çekseniz, sence neler farklı olur? İlginç bir soru, şimdi düşünüyorum hayatımızda neler değişti ve bu değişikler iltifatlara nasıl yansır... Johanna’nın bir oğlu oldu bu sene, çok şirin, adı Malte. İlk aklıma gelen, ona, çocuk sahibi olması hakkında bir iltifat etmek olurdu. Ama bir yandan da bunu gerçekten de söyleyemeyeceğimi düşünüyorum, acaba kendi isteklerimden çok mu açık vermiş olurdum? Çocuk istiyor muyum, onu bile daha bilmiyorum ama ona işaret eden, sanki çocuk isteyen, ancak daha bir ilişkiye bile sahip olmayan, yani aşk konusunda başarısız biri gibi gözükür müydüm? Onun dışında, Johanna’da bir değişiklik olur muydu? Klasik bir anne stereotipi gibi daha yumuşak başlı birine dönüştü mü? Uzun zamandır aynı ülkede bile olmadığımız için bilemiyorum. Ama tahmin yürütmek beni şu an çok eğlendirdi.
3
20.000 Kelime, 2008 (Detay)
131
Şu anda 10 aylığına Askhal Alwan’da bir programdasın. Dünyanın farklı noktalarından yazar ve küratörlerin sadece konuşmak, düşünmek ve belki de üretmek üzere deyim yerindeyse kapandığı bir süreç hızla devam ediyor. Orada geçirdiğin üç ayın ardından bunun nasıl bir tecrübe olduğunu düşünüyorsun? Fikir ve deneyim alışverişi ile geçiyor. Birçok şey dinlemek ve onlar hakkında araştırma yapmakla zamanımı geçiriyorum. Direkt ilgi alanlarımın ve alışkanlıklarımın dışına çıkmamı gerektiren bir ortam. Yorucu olsa da insanların düşünme biçimlerini görmekten çok zevk alıyorum.
6
Fotoğraf: Merve Ertufan &
Murat Germen
Johanna Adebäck, “İltifatlar”, 2012, Yerleştirme görüntüsü:
Sanat pratiğinde ifade aracı olarak dil önemli hale geliyor. Ve işlerin dolaşımıpaylaşımı bağlamında gereken tercüme ihtiyacı, ilginç biçimde içerikten kaybettirmiyor. Üretimlerinde dilin, önemli ve derinliğe alan açan bir kapı gibi kullanıldığını düşünüyor musun? His ya da düşüncelerin, yani söz öncesi olanların, söze yansıyışı bir tür tercüme gibi geliyor bana. Söz, yani dil de, hisleri ve düşünme biçimimizi etkiliyor tabii ki, ama bu bahsettiğin belki o çeviriden önceki bir yer ile çalışmanın getirdiği bir şey olabilir. O noktada ortak bir paylaşım var ve sözün ya da yerel dilin dışında bunları algılayabilmek belki mümkün oluyordur.
“Haset, Husumet,
4
132
Rezalet”, Arter, 2013
SPOT üretim fonu desteği ile Zeynep Öz küratörlüğünde gerçekleşen sergi için Yan Yana 2014 adlı işi ürettin. Radyo programı formatında profesyonellik ve amatörlük kavramlarının, senin deyişinle, getiri ve götürülerini tartışmaya açıyorsun. İş ardından bu kavramlara bakışın nasıl dönüştü? Bu kavramların toplum içinde nasıl oluştuklarını, sistemin hangi araçlarıyla o ünvanların alındığını ve bunların toplumun diğer kesimlerince algılanış biçimlerini görmek çok besleyici oldu. Aynı zamanda bunları taşıyan insanların nasıl hissettiklerini, onların ilgili konu ve konum hakkındaki fikirlerini duymak bu ünvanların çok da masum olmadığını hissettirdi bana.
5
Yakın gelecekte neler yapmak istiyorsun, seni nerede izleyeceğiz? Bstart isimli projede yer alıyorum. Birkaç çok güzel insanın amatör olarak ilgilendiği, tamamen sanat dünyasını desteklemek amaçlı oluşturduğu bir platform. 2015’te ilk açık çağrılarını yaptılar ve ben de o grupta seçilenlerden biri oldum. 2016 yılının ilk yarısında gerçekleşecek bir projemin finansal ve bazı lojistik yüklerini üstlenmiş durumdalar. Onlarla bir sergi gerçekleştirmeyi umuyorum.
7
The Book
55 issues,
illustrated, reimagined...
XOXO The Book is available at selective bookstores and online in a limited edition of 500. xoxothemag.net/thebook
134
Saatinizi durdurduğunuzda zamanı durduramazsınız. Zaman size yıllardır anlatıldığı üzere herkese eşit sunulan, ama sonradan izafi olana dönüşen değildir. Zamanın kullanmak istediğiniz kadarı sizin değildir, ve onu tüketmek için istediğiniz kadarı sizde TİK TAK -hiçbir zamanyoktur. Zaman siz geç kalsanız da hep vaktindedir. Zaman lükstür. Lüksün ise dünü ve yarını vardır, an lükste anlam taşımaz. İşte IWC lüks olana anın değerini katıyor. Tam da bunun olabileceği en düzgün yerlerden birinde, Schaffhausen’da... Yazı:
Refik Özcan
135
Klişelerden arındığınızda, kolunuza taktığınız saatin nasıl üretildiğini görmek size kendinizi çok da garip hissettirmeyebilir. Ve ancak, el işçiliğinin maharetini kendine düstur bilmiş bir markanın, teknolojiyle nasıl da harmoni içinde olduğunu görmek size iyi gelecektir, garip anlamda. Tevekkeli değil, kurulduğu 1868 yılından bu yana el işçiliğini baş tacı etmiş IWC’nin, hala en önemli sermayesi insan, bilgi, ustalık vb. değerler. Nasıl olmasın ki, belki de en eski saatçilik teknikleriyle çalışan ustaların bugüne taşıdığı büyük bir analog, insana dayalı bir kültürden bahsediyoruz... Ama tüm bu değerlerin gerçeküstülüğünü göstermeyi sağlamak için (ne bilelim, devasa titanyum bloklardan milimetrik alt mekanizmalar üretmek olsun, ya da sıfır hataya yakın, tasarıma güç ve güven katacak hatasız parçalar yaratmaya) bir robottan ya da yapay zekadan destek almayı düşünmek de diğer yandan çok havalı, ve haliyle üretiminize değer katıyor. Hali hazırda, bu “kontrastların birlikte mutlak başarı için işlemesi kültürü” IWC’de pek de yabancı olmadığımız bir konu. Genel tasarımlardan mekanizmaların işleyiş mantığına, Ren’in kenarına kurulmuş merkez binadaki eski bölümden hemen yanına eklenmiş yeni yapıya ve hatta çalışanların arasındaki (istemeden de olsa ortaya çıkan) jenerasyon farkına kadar zaten her yerde karşımıza çıkıveriyor kontrastlar -tesadüflerle değil, planlı bir şekilde…
136
IWC’nin Schaffhausen’daki merkezinde, sandalyelerinin yüksekliğini sıfır hataya göre ayarlayan profesyonellere bakıyorsunuz.
Her markanın bir hikayeye ihtiyacı var, ve eğer ki bir saat markası olacak kadar şanslıysa o marka; bu sefer de rakiplerinden ayrışmak için detaylara ihtiyaç duyar. IWC bu iki fırsatı iyi değerlendiriyor. Kontrastların yanına her seferinde detaycılığı ekliyor; 360 ila 750 parçadan oluşan bir bütünü, buradaki bütün konumuz gereği saati, gerçek değeriyle sunabilmek için detayların gücüne yaslanıyor. Kıssadan hisse, özü itibarıyla saat yapmak yemek yapmak gibi: Söz konusu otomatik bir saatse, kolunuzun hareketleri mekanizmaya bağlı rotoru kendi etrafında döndürüyor. Rotor, sağladığı enerjiyi çarklar aracılığıyla zembereğe iletiyor ki zemberek için enerji deposu diyebiliriz. Çarklar döndükçe zemberek çocukluğumuzdaki kurmalı arabalar gibi enerjiyi saklıyor. Balans zemberekten çıkan bu enerjiyi kontrol ederek, dakikliği sağlayacak şekilde saniye çarkını ve dolayısıyla akrep ve yelkovanın hareket etmesini sağlayan çarklara iletiyor. İşte tam da yukarıdaki tarif nedeniyle saatinizi uzun süre kolunuza takmadığınız zaman saatiniz duruyor ve kolunuza takmadan önceden tepe kolunu manüel olarak 10-15 defa çevirmeniz gerekiyor. Ve aslında her şey olması gerektiği gibi, yerli yerinde, işliyor. Tik tak. Sonra birden merak salıyorsunuz içinize, neydi ne oldu, nasıl işliyor, sonrasında ne var? Anlamak için biraz geriye gitmek lazım, fazla uzağa değil; bir gün ve birkaç saat geriye…
EVENT MANAGEMENT
PUBLISHING
CONCEPT DESIGN
BRAND PLATFORMS
AND ANYTHING COOL
FOR MORE FACEBOOK.COM/COISTANBUL 123@COISTANBUL.COM +90 212 2590669
Çağan Irmak’ın şimdilik son komedisi Nadide Hayat’ın temelinde, artık kendi hayatını yaşama kararı alan bir kadının bu mücadelesi var. Tabii ki başta onu dışlayan, sonrasında bağırlarına basan genç sınıf arkadaşlarıyla ilişkisi de hikayenin ateşleyicilerinden biri. İşbu rolleri canlandıran Efecan, Çisem, Ümit, Irmak ve Batuhan ile buluştuk, gençlik meselesini anlatmalarını istedik.
Röportaj:
Erman Ata Uncu Fotoğraflar:
Mustafa Nurdoğdu Saç:
Talat Kıvrak Makyaj:
Barış Şahin
138
NADİDE HAYAT
1
Nadide Hayat, hepinizin ilk sinema filmi mi? EFECAN ŞENOLSUN: Benim ikinci… Daha önce Kocan Kadar Konuş’ta konuk oyuncu olarak damat karakterini canlandırıyordum. Eğlenceli bir sinema seti tecrübesiydi. Ama Nadide Hayat ile ilk kez büyük bir rol canlandırdım.
Çağan Irmak’la çalışmak nasıl bir deneyimdi? EŞ: Hepimiz aşağı yukarı Çağan’la ilgili aynı şeyi söyleriz. BATUHAN BEGİMGİL: Çok çalışılabilir bir adamdı. ÜMİT ERLİM: Çağan’ın bize ilk söylediği şey “Ben bu filmi yapmak istiyorum ve sizinle yapmak istiyorum.” oldu. Bu çok güven veren bir şeydi. EŞ: Bir şekilde kafasında filmi çekip bence film o gün bitmeli diyor. Bizden ne istediğini de çok iyi biliyor ve bizi serbest bırakarak ona ulaşmamızı sağlıyor. IRMAK ÖRNEK: Onun gibi bir isimle ve TAFF Pictures gibi bir yapım firmasıyla çalışmak apayrı bir deneyimdi. Her şey çok profesyoneldi. Oyuncuya verilen kıymet ve ilgi sektör adına heyecanlanmama sebep oldu. Maalesef bu pek alıştığımız bir şey değil. Çağan’ın zekasını, zevkini, iş disiplinini, titizliğini görüp deneyimledikten sonra nasıl böyle güzel senaryolara ve filmlere imza attığını çok iyi anlıyorsunuz. Tanıştığımız ilk günden beri de yönetmen ve oyuncu yerine, beraber iş yapan ve en iyisi için çabalayan arkadaşlar gibiydik. Bu hem Çağan’ın hem de diğer oyuncu arkadaşlarımın çalışkan enerjisi sayesinde hep böyle ilerledi.
2
Neredeyse hepinizin televizyonda gençlik dizileri geçmişi var. Gençliğin temsili açısından bu filmin söz konusu yapımlara göre nasıl bir farkı var? IÖ: Biz filmde, sektörde alışılagelmiş, derdi olmayan, sığ senaryoları renklendirmek için kullanılan soytarı gençler değildik. Bir toplumsal derdin anlatıldığı hikayenin bir parçasıydık. Kadınlarımızın toplumdaki yeri belli. Araya bir de jenerasyon farkı girince ortaya çıkan anlayışsızlık, empati yoksunluğu ve önyargının altını çizmek için kullanıldık. İleride eğer bakış açılarını değiştirmezler ise muhtemelen aynı hikayeyi yaşayacak olan yeni jenerasyonu sağduyulu olmaya çağırdık. Aynı zamanda Nadide’nin bu bencil, kendi dünyalarında yaşayan gençlere nasıl da ilham verdiğini seyredebilme şansı bulduk. ÇİSEM ÇANCI: Bence daha gerçekçiydi. Elinin tersiyle kenara itilmiş gençleri oynadık.
3
4
Kendi hayatınızda Nadide gibi bir karakterle, 50 yaşında üniversiteye dönen bir kadınla karşılaşsanız tepkiniz nasıl olurdu? ÇÇ: Ben severdim. Gittiğim atölyede öyle bir Nimet
ablamız vardı. Aynı Nadide yaşlarındaydı. Aynı şeyi yapıyorduk ama aramızda kuşak farkı vardı. Bu yüzden onunla sohbet etmek, bir şeyleri paylaşmak çok hoşuma gidiyordu. BB: Normal karşılardım. Cesaret gerektiren ve bu nedenle de arkasında durulması gereken bir hareket. IÖ: Büyük saygı duyarım. Kalbinin sesini dinleyebilmek mühim mesele. Hele o yaşlarda bu cesareti gösterebilmek her yiğidin harcı değil. Herkesin içinde bir Nadide var. Herkes ona kulak vermeli. Bu hayata ne için geldiğinizi bulun ve ölmeden hayalinizi kucaklayın.
5
Yaş ayrımı oyunculuk alanında da mevcut. Yaş ilerledikçe rol yelpazesi de daralıyor. Bu, ilerisi için korkutucu mu? EŞ: Aslında bu eğitimden de belli. Bazı üniversiteler 22-23 yaşından sonra oyuncu almıyorlar. Ancak Avrupa’da birçok ülkede oyunculuk eğitimi 21 yaşından sonra başlıyor. Çünkü bireyler ancak belli 139
bir durum. Çünkü oyunculuk basit bir şey değil. görünüm tabii ki önemli… Özellikle televizyonda. Çünkü televizyon reklamla dönen bir endüstri. Yani insanları özendirmen, onlara bir şeyi merak ettirmen, ekrandaki gibi olma isteğini aşılaman gerekiyor. Ancak dediğiniz doğru; çok fazla dizi ve oyuncu var artık. Bu durumun şöyle sağlıksız bir yanı var: İnsanlar kendilerini geliştirmeyip, belli noktalarda boş vermeye başladılar. Herkes hemen ‘ben oldum’ demeye başladı. Adam bakıyor, ‘oğlum sen çok yakışıklısın, seni şuraya koyalım’ diyor. Çocuk beş sene o dizide oynuyor. O kadar süre boyunca bir diziden aldığın şey sadece sektör tecrübesi olabilir. Çünkü altı gün çalışıyorsun, geri kalan zamanında kendine bir şey katma olasılığın azalıyor. O sırada da yaş skalası ilerliyor. Sinema bu yüzden önemli... ÜE: Bence de Türkiye’de televizyon endüstrisi için şöyle bir şey denebilir; aslında izleyici, oyunculuğun sanatla ve zanaatla bağını bir şekilde kaybedip tamamen ticari olmuş bir resim görüyor. Sinema hem oyuncuyu besliyor, hem de oyuncu sonrasında kendini büyük perdede görünce her şey ortaya çıkıyor. EŞ: Fiziksel
Sette deneyimli oyuncularla genç oyuncular arasındaki ilişkiyi de konuşalım. Bu, daha çok bir öğretmen-öğrenci ilişkisi miydi? IÖ: Çağan zaten ilk günden itibaren bizimle son derece samimi ve duvarsız bir iletişimi seçti. Bu bir oyuncu olarak sizi inanılmaz rahatlatıyor. Demet Akbağ ve Yetkin Dikinciler’i de tanıyan bilir, son derece sıcak, komik, eğlenceli ve gerçek insanlar. Yeri geldi deneyimlerini bizimle paylaşmayı, bizi yönlendirmeyi de bildiler, yeri geldi beraber şarkı söyleyip eğlenmeyi de... Sevil Akı apayrı bir tecrübe. Hem oyunculuk deneyimi hem güzel kalbi tüm ekibi sıcacık ve birbirine yakın tuttu. Her birinin oyunculuğu benim için ders niteliğindeydi. Böyle konuştukça, ne kadar şanslı olduğumuzun iyice farkına varıyorum. BB: Beraber oynadığımız isimler büyük ustalar… Demet Akbağ, Yetkin Dikiciler bu işe yıllarını vermiş, hem başkalarının eğitimlerine hem de kendi eğitimlerine adanmış insanlar. Ama onlarla çalışmak bir o kadar rahat. Film İstanbul’a uzak bir yerde çekildi. Ve sadece biz bizeydik. Bir aile gibi olduk. O abla-kardeş ilişkisi arkadaş ilişkisine döndü. Herkes birbirine yardımcı olmaya çalıştı. Öğretmen-öğrenci ilişkisi siz isterseniz kuruluyor. Tabii ki öğrenecek çok şey var o insanlardan. Aldığınız yanınıza kar kalıyor. Ama o insanlar size bir öğretmen gibi yaklaşmıyorlar.
7
bir olgunluğa geldikleri zaman farklı karakterlere yolculuk yapabilirler. 18 yaşında bir çocuğa oyunculuk eğitimi verdiğin zaman o insanın karakteri de doğru oturmamış oluyor. Tabii burada hangi yöntemle o dersin verildiği de önemli. ÜE: Karakteri oturmadan bir şekilde başka bir karakteri oynamaya kalktığı zaman, pedagojik eğitim almış insanlar tarafından takip edilmesi gerekiyor. Çok kırılgan bir çizgi üstünde ilerlemek aslında oyunculuk.
6
140
20 sene öncesine kadar artık çok daha fazla oyuncu var. Genç oyuncular için rekabet, aradan sıyrılmak daha mı zor? ÇÇ: Bu aslında sektörün değişimiyle de alakalı. Bundan 10 sene önce oyuncular nasıl seçiliyordu bilmiyorum. Ama şu anda fiziksel özellikler ön planda, ve sıkıntı burada başlıyor. Buna maruz kalmak can sıkıcı bir şey. Gözü kaşı düzgün olan herkes nasılsa bir yerde oynarım diye adım attığı için bu noktaya geliniyor. Bence bu rekabet değil, üzücü
Nadide Hayat, seyirciye kendini iyi hissettiren filmler dediğimiz türden yapımlar arasında yer alıyor. Türkiye’de çekilen bu tür filmlerde LGBTİ temasının işlendiğine çok tanık olmayız. Nadide Hayat ise bu noktada bir istisna. Sizce gençliğe dair bunca dizi ve film
8
çekilirken bu konunun hala radar dışında olmasının sebepleri ne? IÖ: Hala ‘kadınlar ölmesin’ diye yürüyoruz. Hala bireysel, toplumsal hak ve özgürlüklerimiz konusunda ilkel çerçevenin dışına çıkabilmiş değiliz. Mesele LGBTİ teması değil. Bizim memleketimizde ezilen, dışlanan, ötekileştirilen tema çok. Ahlakçı, dayatmacı kurallara ve geleneksel toplum yargılarına uymayan hiçbir temayı işleyemiyoruz. Tahammülsüz, bencil, anlayışsız ve yargılayan insanlarız. Kendi hayatlarımıza bakmadan başkalarını yargılamayı kendimize hak görüyoruz. Bundan da zerre utanmıyoruz. Sevdiğiniz gençlik hikayeleri hangileri? daha çok underground, ya da kara mizah içeren örnekler… Trainspotting mesela… İngilizlerin gençlik hikayeleri benim daha çok dikkatimi çekiyor. Ya da ABD’nin güneyinde hala 80’lerde kalmış gibi yaşayan insanların hikayelerine ilgi duyuyorum. BB: Ben, mottosu ‘asla vazgeçme’ olan gençlik hikayelerini seviyorum. Bir duyguyu içinizde uyandıran, ‘haydi be’ dedirten hikayeler… ÇÇ: Gerçekten onlar çok iyi… Dönemin getirdiği bir şey mi bilmiyorum. Mesela ben iki kuşak üstümdeki insanlara göre daha ihtiyarım. Ama ‘haydi kalk bir şey yap’ diyen filmlerin verdiği enerji hoşuma gidiyor. EŞ: Bu ülkede oyuncu olarak seni aşağı çeken çok etken var. Bir şekilde oradan sıyrılıp kendini canlı tutmakta bu filmler o motivasyonu sağlayabilir.
9
EŞ: Benimkiler
Bitirmeden Nadide Hayat’a kadarki oyunculuk maceranızı da konuşalım. EŞ: İlk olarak Oyuncular Kahvesi’nde oynamaya başladım. Sonra Bu Şiir Senin diye bir kısa filmim oldu. Bu film Fransa’da, Fas’ta, Cezayir’de festivallere katıldı. Fransa’dan ödül aldı. Onun haricinde Güneşi Beklerken’de oynadım. 55 bölüm sürdü. Sonra ABD’de Eric Morris gibi isimlerle çalıştım. Akademik olarak oyunculukla ilgili bu noktadayım. Şu anda da Tiyatro Biriken’le beraber bir oyuna hazırlanıyoruz. ÇÇ: Beykent Üniversitesi’ndeki hocalarımdan biri Ayla Algan’ın Ekol Drama’da Sinema Televizyon oyunculuğuyla ilgili bir kurs verdiğini ve girmemi istediğini söyledi. Bu şekilde oyunculuğa adım attım. Menajerimle o vasıtayla tanıştım ve her şey çorap söküğü gibi gelmeye başladı. BB: Profesyonel olarak ilk defa şu anda İstanbul Devlet Tiyarosu’nun genel müdürü olan Zafer Kayaokay’la çalıştım. Ondan sonra uluslararası festivaller düzenledik, Akademi 35,5’ta çalışmaya başladım. Susan Batson’la çalıştım. Şu an Uğur Demir Pehlivan’layım. Bir yandan da Kraft’la çalışmalarım devam ediyor. Elde Var Hayat ile televizyon deneyimim başladı. Sonra Ay Yapım’la 77 bölüm Medcezir dizisini çektik. ÜE: Pis Yedili dizisi ilk oyunculuk deneyimimdi. Ve orada oynarken okulu da bitirdim. Sonra Londra’ya performans üzerine bir seneliğine yüksek lisans yapmaya gittim. Orada çalışmaya başladım. Ardından da Türkiye’de ‘Nadide Hayat’ geldi ve beklediğime değdi.
10
141
Röportaj:
Zeren Reha
SAMRA ZELLER
Peki, Bilgi Üniversitesi’nde yürüttüğünüz Lüks Marka Tüketimi ve Yönetimi eğitimlerinde bu konuyu nasıl ele alıyorsunuz? Lükse uzman odaklı yaklaşım, lükse duyarlılığın beslenme prensipleri, semioloji, tüketicinin materyalist değerlerden tinsel değerlere kayma süreci ve lüksün demokratikleşmesi gibi konulara odaklanıyorum. Bu temel bilgiler çerçevesinde değişik sektörlerde lüks marka yönetimini ele alırken bana destek veren markalar ve kişiler ise Louis Vuitton, Estée Lauder, Vogue, Swarovski, Armaggan, IWC Schaffhausen, Shangri-La Bosphorus, Atelier Rebul, Galerist, Tuba Ünsal, Vedat Ozan ve kozmetik sektörünün duayeni Musa Yahya. Eğitimin temel konular dışında kesin teoriler üzerinde kurulu olması sıcak bakmadığım bir sistem, bu nedenle temel konuları anlatırken bile düz bir anlatım yerine beyin jimnastiği yapabileceğimiz bir anlatımı tercih ediyorum.
4
Bir süredir lüks marka yönetimine yönelik çalışmalar yapıyorsunuz. Lüksü kavramsal boyutta irdelemeye nasıl karar verdiniz? Lüks kavramı, marka yönetiminden önce insan psikolojisine, toplum sosyolojisine dair ve felsefi düşünceleri içeren bir olgu. Onu kavramsal boyutta irdelemeden lüks marka yönetimini anlatmak temelsiz bir bina inşa etmeye benzer. İnsanın ölüm ve yaşam ile kavgasını anlamadan lüks kavramını anlamanın imkanı yok. İnsanoğlunun ölümsüzlüğe öykünmesi insanlık tarihi kadar eskidir. Ve lüksün temelinde de bu öykünme yatar.
1
O zaman lüksün manevi bir tarafı olduğunu düşünüyorsunuz. Evet. Lüks, bilinçaltında, tinsel boyutta ölümsüzlüğü ve zamanı temsil eder. Bu bağlamda din, sanat ve lüksün arasında da pek çok paralellik bulunur. Her üç kavram da insanı manevi değerlerle kuşatır, zamanın ötesine taşıyarak onu tinsel dünyaya yönlendirir. Zaman, ölümlü olan insanoğlunun en kısıtlı kaynağı. Ve bana göre lüksün tek bir tanımı vardır; lüks bir objenin yapımı için harcanan zaman, o objeyi elde etme anında yaşadığımız mutlu anlar, ve size sonsuz güzellikleri sunma hali ile birlikte ölümsüz-zamansız bir objeye sahip olmanın gururunu verdiği için zaman lüksün tek tanımlanabilir halidir.
2
142
Kendi hayatınızda siz lüksü nasıl yaşıyorsunuz? Benim kişisel lüks tanımım ‘escapism’. Başka bir deyişle, beni saran günlük olgulardan, günlük hayata dair rutinlerden kaçabilme lüksü; bu bazen paylaşılan bir kadeh, bazen Art Basel’de sanat eserleri arasında kaybolmak, bazen bir dağ tırmanışı, bazen yeni bir parfümü keşfetmek, bazen daha önce tatmadığım bir yemeğe ortak olmak, bazen bir mimari eser karşısında şaşırmak, bazen de bir kitabı içselleştirerek okumak olabilir. Beni benden ve günlük hayatımdan alıkoyan her an lükstür.
3
Röportaj:
Selin Ünüvar
GÜLÇİN ÇENGEL Koleksiyonlarının daimi parçası ne? Hiç şüphesiz Harness’lar. Aralıksız her sezonumda kullanacağım bu kilit parçalar, tişört ve jean’in üzerinde havalı, şık bir görünüm kazandırırken, couture elbiseyle güçlü, dinamik bir hava da yaratabiliyor.
4
Gülçin, orijinallik nedir? Kendin olabilmek. Yaşadığımız dönemdeki belki de en zor şey.
1
Trendler seni ne kadar ilgilendiriyor? Hiç ilgilendirmiyor. Trendleri takip etmenin yeni fikirler bulma becerisini körelttiğini düşünüyorum. Zaten tasarımcı olarak dünyada neler olduğunu, sanat akımlarını, teknolojiyi takip ettiğin sürece trendlerin gerisinde kalma şansın yok. Bunların dışında trend takip edip belirli kalıpların içine girmek kapitalist sistemin bir yaptırımı ve benim tasarım anlayışımla örtüşmüyor.
Taklit edildiğini görsen ne düşünürsün? Hepimizin aynı dünyada yaşadığımızı ve benzer görsellerle beslendiğimizi düşünürsek aslında tasarımcı koleksiyonları arasındaki benzerlikleri çok yadırgamıyorum ve taklit olarak görmüyorum. Ancak, kopyalandığı çok bariz olan benzerlikler varsa, taklit eden markanın gözünde trend belirleyici olduğum için çok mutlu olurdum.
5
2
Kendini en çok hangi konularda eleştiriyorsun? O kadar kararsız bir insanım ki bazen ben bile sıkılıyorum bu durumdan. Bir de bazen çok takıntılı olabiliyorum, eğer kafamda bir şey kurguladıysam o sonuca ulaşana kadar uğraşıyorum ve bu üst üste tekrarlandığında çok yorucu bir sürece dönüşüyor.
3
Ortaya çıkan işlerle ruh halin ne kadar doğru orantılı? Öncelikle insan olarak hepimiz farklı ruh halleri yaşıyoruz, bu durum tabii ki yaptığımız işlere yansıyor, içinde bulunduğumuz siyasi ortam ve yaşam koşulları hiç iç açıcı olmasa da her şeye rağmen karanlığın içindeki ışığı görmeyi arzuluyoruz. Ben de yaşamı gözlemleyerek, o an hissettiğim şekilde işlerime yansıttığımı düşünüyorum.
4
Yeni koleksiyonun ne anlatıyor? Çıkış noktam Castello di Sammezzano. Sammezzano, her İtalya seyahatimde gitmek istediğim, ancak sadece yılın birkaç günü ziyaretçiye açık olması nedeniyle bir türlü göremediğim; her gün için bir odayı temsil etmek üzere 365 odalı muazzam bir kale ve bu kadar ince işlenmiş bir eserin kapatılmış olması bence çok üzücü. Koleksiyonun temasını da Sammezzano gibi büyük ve değerli eserlerin terk edilmiş olması oluşturuyor; bu nedenle adı Abandoned.
6
143
LERA PENTELUTE Röportaj:
Eralp Uğur Fotoğraflar:
Isaac Sterling Moda Editörü:
Anastasya Kolomytseva Saç:
Jessie Verroca Makyaj:
Tami Shirey
Lera, Isaac’in Los Angeles’taki stüdyosundaydı.
144
Avrupa’nın doğusuyla ABD’nin batısı arasındaki akıl almaz münasebet, kafanızda basit bir klişeye dönüşmeden hemen önce Lera ile tanışın.
145
Ukrayna’yı özlüyor musun? Hem de çok. Ailem hala orada yaşıyor, hem onları hem de oradaki kültürü çok özlüyorum. Ukrayna’da yaşayan insanlar, Los Angeles’a kıyasla daha müşterek bir hayat sürüyorlar ve yalnızlık nedir bilmiyorlar.
6
Amerikan kültürüne kolayca adapte oldun mu? Dış görünüşüm bazen yanıltıcı oluyor. Burada tanıştığım pek çok insan, alıştıklarının dışında bir suratla karşılaştıklarından olsa gerek genellikle Rus, Brezilyalı, İtalyan ya da İsrailli olup olmadığımı soruyorlar. Bazen saçma sapan bir Amerikan aksanı yapıp yerel olduğum yalanını atıyorum ama genelde çoğu insan bunu yemiyor.
7
Tümü: Tom Ford
Lera, kaç yaşındasın? Hiçbir zaman yaşımı saklamak gibi bir derdim olmadı ama ilk defa bu kadar kolay bir şekilde söylüyorum, 23 yaşındayım.
1
‘Genç’ dendiğinde aklına gelen ilk şey ne? Engel tanımamak. Yaşlandıkça, daha doğrusu büyümeye başladıkça, etrafımızda olan biten şeylerin gerçek yüzünü görmeye başlıyoruz. Henüz o evreye gelmemişken kendine güvenmek ve canının istediği şeyi yapmak, gençliğin sözlük anlamı olmalı.
2
Kendini ne zaman yaşlı hissetmeye başlarsın dersin? Etrafımdaki insanlar, genelde olduğumdan çok daha olgun davrandığımı söylüyorlar. Kendimi yaşlı hissetmeye başladım bile. Erken yaşlanmaya karşı savaştığım şu günlerde olduğum yaşın gerektirdiği gibi hareket etmeye ve daha spontane yaşamaya çalışıyorum. İşim ve yaşam tarzım böyle davranmama fırsat sağladığı için oldukça şanslıyım.
3
Kendini birkaç sıfatla tanımlayabilir misin? Mutlu, analitik, eleştirel, kibar, merhametli ve yaratıcı.
4
146
Yakın zamanda Brené Brown’dan alıntı yapıp “Eğer kendimize yeteri kadar kibar davranmazsak, başka insanlara şefkat gösteremeyiz.” cümlesini Twitter’da paylaştın. 10 üzerinden bir değerlendirme yapacak olursan, kendine ne kadar iyi davrandığını düşünüyorsun? 7. Bu aralar kendime nasıl daha iyi davranırım, onu öğrenmeye çalışıyorum. Çektiğim fotoğraflara, yaptığım işlere, kısacası yarattığım her şeye oldukça eleştirel bir açıdan yaklaşıyorum ve bunu, kendimi daha iyi hissetmek için yapıyorum. Çünkü uzun ya da kısa vadede sahip olduğun ve değiştirmenin pek de mümkün olmadığı şeylerle mutlu olmanın, aslında çok önemli bir erdem olduğunu yeni yeni keşfediyorum. Kendini eleştirmek yerine yargılamaya başladığın noktada, başkalarını da yargılamaya başlıyorsun ve olduğundan çok daha mutsuz bir insana dönüşüyorsun. Günümüz insanları, ben de dahil olmak üzere, bu tuzağa kolayca düşebiliyorlar.
5
ABD’ye taşınırken kafanda model olmak gibi bir hayal var mıydı? Kesinlikle yoktu. Modellik, yoktan var olup, bir anda hayatımın merkezine düşen bir şey.
8
Takım elbise:
Tom Ford Kol düğmesi:
Brooks Brothers
147
148
Gif’in geri dönüşüyle ilgili ne düşünüyorsun? Dijital dünyanın ihtiyaç duyduğu hızlı ilgiyi ve fotoğrafın tek başına karın doyurmadığı bir tüketim çağına girdiğimizi düşünürsek, bahsettiğim dünyayı, dijital işlerin bir araya toplandığı bir savaş alanı gibi hayal edebilirsiniz. İşte tam da bu yüzden gif ’ler geri döndü ve altın çağını yaşıyor. Tabii benim yaptığım işleri, başarılı birer gif olarak değerlendirmek ne kadar doğru olur bilemiyorum. Çünkü ben çizimlerimi yapmaya başladığımda onları birer gif ’e çevirmek gibi bir amaç gütmüyorum. Çizim bittikten sonra bazılarını, diğer işlerime kıyasla daha çok beğeniyorum ve bunların hareket edebilecekleri fikri hoşuma gitmeye başlıyor.
11
Yaptığın ilk çekim nasıldı? American Apparel için Henrik Purienne’le çalışmıştım. 18 ya da 19 yaşındaydım, fermuarı açık bir denim şort ve bikini giyiyordum ve Amerikan bayrağı tutmam isteniyordu. İlk modellik deneyimini yaşayacak birisi için oldukça garip ve sinir bozucu bir çekimdi ama bir şekilde üstesinden gelmeyi başardım. Ne yazık ki, bu fotoğrafları ufak bir Google araması ile bulmak oldukça kolay.
9
Sadece modellerin bildiği ve poz verirken hayat kurtaran gizli bir taktik var mı? Karşında ayna olmaması bence en önemli kurallardan bir tanesi. İyi poz verdiğine kendini inandırman ve fotoğrafçıya, doğru açıyı yakaladığına dair güvenmen gerekiyor. Eğer karşında bir ayna olursa, sürekli doğru pozu verip vermediğine dair kendini inceleyip duruyorsun ve gülünç bir duruma düşebiliyorsun.
10
MoMA’da sergilenen bir solo sergiyi mi tercih ederdin yoksa Oscar de la Renta defilesinde kapanışı yapmayı mı? Bu ikisindense, bir defilenin sonunda podyuma çıkıp, bir tasarımcı olarak tebrikleri kabul etmeyi tercih ederdim. Şimdiki en büyük hedefim, iyi bir tasarımcı olmak ve az ya da çok bilgi sahibi olduğum disiplinleri tek bir çatı altında toplayacağım bir koleksiyon yaratmak.
12
Gömlek:
Tom Ford Ceket:
Tom Ford Pantolon:
Tom Ford Kol düğmesi:
Brooks Brothers Ayakkabı:
Allen Edmonds 149
Gömlek:
Paul Smith Takım elbise:
Paul Smith Ayakkabı:
Robert Clergerie Şapka:
Maison Michel
150
151
T端m端:
Dolce & Gabbana
152
153
154
T端m端:
Tom Ford
155
WHERE TO EAT PIZZA . Where Chefs Eat ile dünya üzerindeki neredeyse tüm isimlerini bildiğimiz şeflerin hangi restoranlara gittiklerini bizlerle paylaşan, ve bu yayınla da yemek yayıncılığında fenomen olan Phaidon yayınevi bir sonraki hedefi tam gözünden vurmuş. 2016’da Where Chefs Eat’in konusu şeflerin nerede ‘pizza’ yedikleri. Ancak İtalya’dan Meksika’ya, Çin’den Brezilya’ya şeflerin, yeme-içme eleştirmenlerinin ve uzmanlarının erimiş peynirle ıslanmış, sıcacık üçgen dilimlerini nerede mideye indirdiklerini öğrenmek için Nisan ayına kadar beklemeniz gerekecek. Zira Where to Eat Pizza’yı şu an sadece ön sipariş verebiliyorsunuz. Yine de 1700’den fazla pizza servis eden mekanların, ve pizzayı vazgeçilmez yapan detayların paylaşıldığı kutsal pizzanın yeni kitabı kabul edilebilecek Where to Eat Pizza’ya şimdiden orta sehpanızda bir köşe ayırabilirsiniz. ALESSANDRO MICHELE İLE BERLİN’DE. Kelimenin tam anlamıyla Gucci’yi ters yüz eden ve eskiyen yüzünün ardındaki potansiyeli yüzümüze çarpan Alessandro Michele kuşkusuz son iki sezonun en çok arzulanan tasarımlarına imza atıyor. İlkbaharYaz 2016 sezonunda da Hedi Slimane’a çelme takan Michele, kreatif ekibi ve bir tavuskuşuyla beraber soluğu Berlin’de alıyor. Glen Luchford’un objektifine poz veren Polina Oganicheva, Peyton Knight ve Elizabeth Moore haliyle yeni it modeller listesine adlarını yazdırıyor. Berlin’in 80’ler estetiğine göndermede bulunan görselleri Wes Anderson estetiğinin moda dünyasındaki tercümesi olarak da okuyabilirsiniz. PORTABLE ATELIER. Moleskine’in Star Wars, Lego ve hatta Hello Kitty ile işbirliği içerisine girip, sıradışı defterler tasarlaması fikri aklımızın bir köşesinde durmaya devam etsin, biz o sırada markanın yeni işbirliğine odaklanalım. Birkaç yıl önce Moleksine ve Philippe Nigro’yu bir araya getiren ve “Moleskine, bir mobilya olsaydı ne olurdu?” gibi yersiz bir soruya cevap 156
veren tasarım bazlı işbirliğinin uzantılarını yakın zamanda daha geniş bir skalada göreceğiz. Zira ilk işbirliğinden çıkan masa tasarımı genişlemeye devam ediyor ve bu sefer Portable Atelier adı altında bir koleksiyon ortaya çıkıyor. Moleskine’in seyahat eden insana hizmet eden, pratik ve kolaycılığı seven minimal ruhu, Nigro’nun Fransız aksanı ile yeniden yorumlanıyor. Tasarımcının hafif materyaller kullanma arzusu, ortaya çıkan koleksiyonu göz kamaştırıcı bir bütün yaratıyor. Kesin tarihi belli olmamakla birlikte bu sanat eseri niteliğindeki mobilya koleksiyonuna yakın zamanda ulaşabileceğinizin altını çizelim. ADIDAS NMD PRIMEKNIT. Kanye West’in hayatımıza kattığı postallardan günümüze doğru devam edelim. Yeezy’nin şekil ve kullanım itibarıyla hayatımıza girişi, akabinde örgü ayakkabıların da ön plana çıkışının müjdesini verdi. Hal böyle olunca, spor ayakkabıdan beklentiniz Stan Smith ile Kanye West arasında bir yere sıkıştıysa, adidas Originals NMD Primeknit ile tanışma vaktiniz gelmiş demektir. Sosyal medyanın gazabına uğrayan bu yeni model, yakın zaman önce moda gurularının ilgisini çekmiş olacak ki, adidas hızlı bir adım atarak, ayakkabının lansmanını vakit geciktirmeden yapıyor ve moda dünyasının teknolojik materyali NMD Primeknit’i yeni tasarımına uyguluyor. Primeknit’in deseni, siyah ve beyazın minimal uyumuna eşlik ediyor. Şubat ayı itibarıyla size de eşlik edebileceğini hatırlatalım. LATE NIGHT PACK. Gün geçmiyor ki yeni bir Vans koleksiyonu ile karşılaşmayalım. Markanın desenlerle oynadığı danışıklı dövüş, bu sefer sizi yumuşak karnınızdan vuruyor ve fast food yemek görselleriyle taarruza geçiyor. Amerikan rüyasının sadece yıldızlar ve üç renkten ibaret olmadığını göstermek istercesine hareket eden Vans, Late Night adını verdiği koleksiyonunda sadece fast food ile sınırlı kalmayıp, renkli makaronları da bu oyuna dahil ediyor. Markanın klasikleşmiş Sk8-Hi ve Authentic modellerine ve klasik sırt çantasına, ketçap bulaşmış bir şekilde denk gelirseniz, şaşırmayınız.
MARIO BELLINI. Phaidon’un yeni yayını Mario Bellini: Furniture, Machines & Objects, tasarımcının arşivinden 500’ü aşkın eskiz fotoğrafı ortaya çıkarıyor. Enrico Morteo imzalı kitap, Bellini’nin bütün tasarımlarını bir katalog gibi sıralayarak, tasarımcının estetiğini sandalyeden ışık tasarımı, daktilodan çaydanlığa kadar farklı alanlarda görmemize fırsat veriyor. İtalyan tasarımını daha yakından tanımak isteyenler, raflarında yer açabilirler. EMOJİLİ KOKULAR. Diptyque, yeni kokusu Rosaviola için günümüzün dijital fenomeni emoji’lerden ilhamını alıyor, ve Olympia Le-Tan ile güçlerini birleştirerek sınırlı sayıda bir koleksiyon hazırlıyor. Markanın ikonik paket tasarımını nakışla işlenmiş gibi yeniden yorumlayan Le-Tan,hazırladığı pembe kutuların üzerine keçeden öpücük, kalp ve anahtar gibi motifler de ekliyor. Parfüm haricinde mum, sabun ve eau de toilette de içeren koleksiyon, gül, menekşe ve deri notalarından oluşuyor. LeTan’in motiflerinin emoji olarak telefonlarınıza da yükleyebileceğinizi bilmekte yarar var. GULLIVER KEEPS TRAVELING. Geçtiğimiz sezon, yılın en çok konuşulan isimlerinden Lucky Blue Smith’i ve onun, kendisi kadar şanslı kardeşi Pyper America’yı konuk eden Moncler, buzullarda geçen soğuk ve adrenalin dolu macerayı bu sefer paralel bir evrene taşımayı tercih ediyor. Hayır, ne yazık ki bu sefer Lucky Blue ve akrabaları ile karşı karşıya değilsiniz ama eski bir dostunuzla aranızdaki buzları Moncler sayesinde çözeceğiniz kesin. Gulliver’in Seyahatleri’nden ilham alan marka, Gulliver gibi giyinmiş bir modeli Annie Leibovitz’in ellerine emanet ediyor. Uzun bir yolculuktan sonra kıyıya vurmuş
Gulliver’in imdadına yetişen, G.I. Joe askerleri ve Lilliputian’lar arasına sıkışıp kalmış oyuncaklar, Longue Saison ceketin elektrik mavisi versiyonuna bürünmüş halleriyle, Gulliver’in yardımına yetişiyorlar. BACK TO BASICS. Tasarım kültürünü öne çıkarmak isteyen endüstriyel tasarımcı Jung Soo Park, tarihte gelmiş geçmiş en ikonik tasarım objelerini piksellerle çizerek tekrar yorumluyor. Her biri farklı fon renginin ortasında yer alan çizimler, ürünleri kontekstlerinden ayırarak, onlara sadece iki boyutlu objeler olarak bakmamızı sağlıyor. Tasarımcının pikselleşmiş objeleri arasında ilk iPod, Kikkoman soya sosu şişesi, walkman ve VW Type 1 araba da bulunuyor. Çizimler, geçmişten gelen tasarımlara yeni bir gözle bakmak için birebir. DRINK YOUR PERFUME. Sürdüğünüz parfümün kokusuna hayran kalıp onu içmek istediğiniz oldu mu? Ya da kullandığınız çikolatalı duş jelinin tadına bakmamak için kendinizi daha ne kadar tutabileceksiniz? Bu ve benzeri ilginç soruların cevap bulacağı bir döneme giriyoruz. Danimarkalı şef Kille Enna, bu sorularla bir hayli mücadele etmiş olacak ki, yaklaşık yedi yıllık çalışma süreci sonunda Taste of a Scent ile karşımıza çıkıyor. İçilebilir dört farklı organik aromayı isterseniz bileklerinize sürünüz, isterseniz boynunuza sıktıktan sonra parfümünüzün tadına bakınız. XAVIER ET KIM. Louis Vuitton defilelerinde ön sıralardan vazgeçmeyen ve markanın her türlü etkinliğinde boy gösteren Xavier Dolan, bu sezon markanın erkek koleksiyonu için kamera karşısına geçiyor. Yakın zaman önce Cannes Film Festivali süresince giydiği farklı Louis Vuitton takımlar ile, önce moda eleştirmenlerinin, ardından da Kim Jones’un dikkatini daha çok çeken Dolan, bu sefer markanın oluşturduğu stereotipin içini dolduruyor. Şubat ayının sonuna doğru karşınıza çıkmaya başlayacak görseller, oryantalizmi ve Asya kültürünü, Batı Avrupa’nın göbeğine yerleştiriyor. 157
REVERSO IN REVERSE. Jaeger-LeCoultre’un ikonik modeli Reverso, 1931’den bugüne geçen 85 yıla karşı saygı duruşunda duruyor ve yenilenen modeliyle karşımıza çıkıyor. Alışılmışın dışına çıkarak üç farklı boyutta hazırlanan kadranıyla Reverso, kadın ve erkek arasında uçurumu kaldıran moda sektörüne ayak uyduruyor ve iki taraf için özel olarak üretilen iki boyuttan uzaklaşıyor. Üstelik Reverso bu sefer, isteğe bağlı olarak özel üretim seçeneği ile hizmet veriyor. 85. yıla özel üretilen kapsül koleksiyon, 2016’nın ortasına kadar farklı modellerle karşımıza çıkmaya devam edecek. Bu süre içerisinde, Reverso’nun en yeni modellerine ulaşmak için harekete geçiniz, zira bu sanat eserinin sınırlı sayıda üretildiğini hatırlatmakta fayda var. SMELLS LIKE FRENCH. Birkaç ay önce dergiyi elinize aldığınızda Etienne de Swart röportajını okuma fırsatına eriştiyseniz, kendisinin ne kadar nevi şansına münhasır bir insan olduğunu öğrendiniz demektir. Kendisi kadar sıradışı olan markası Etat Libre d’Orange, yeni yıla yeni bir koku ile giriyor. Putain de Palaces, La Fin du Monde gibi isimlerle ve zıtlıkla beslenen notalarla gelen esanslara bu sefer Victor Hugo eşlik ediyor. What Two Horsemen Were Thinking in the Forest şiirinden ilhamla üretilen parfümün içerisinde, Fransız edebiyatına ek olarak kuşüzümü tomurcuğu, karabiber ve defne var. PORTATIF COCO. Chanel’in kült statüsüne ulaşmış parfümü Coco Mademoiselle ailesine yeni bir kardeş geliyor. Ama bu sefer parfümün içeriği değil, dış görünüşü değişiyor. Fotoğrafta gördüğünüz fırça şeklindeki ürünü makyaj fırçasıyla karıştırmayınız, o aslında bir parfüm. Cebininize dahi rahatça sığabilecek boyutlardaki Touche de Parfum’le Coco Mademoiselle’inizi (Şubat ayından itibaren) her yere götürebilir, boynunuzu ve bileklerinizi onunla boyayabilirsiniz. 158
DESERT PACK. Sağlam kafanın sağlam vücutta bulunduğunu, felsefesi olarak belirleyen Japon kültürünün öncü markalarından Asics, yeni sezonda Gel-Lyte’ın lifestyle modellerine yeni seçenekler ekliyor. Şehir hayatına ayak uydurabilecek ve sizi rahata erdirecek modeller yaratmanın peşinden giden markanın, Sahra Çölü’nde yaşayan akreplerden ilham alan modelde, zorlu şartlara ayak uydurabilecek bir teknoloji ve şüphesiz ergonomi ön plana çıkıyor. Sahra Çölü’ndeki kum tepeciklerini anımsatan desenler ve renkler ise işin tuzu biberi. LEATHER GOODS. Acne Studios’un, cinsiyet kavramını sorgulamayı bırakmamızı sağlayan kampanya görsellerinin etkisinden henüz çıkamamışken, Jonny Johansson’un size söyleyecek birkaç şeyi daha var. Markanın ilk defa satışa sunduğu deri ürünler, arz talep dengesini bozmuş olacak ki, deri ürünlerden oluşan üç farklı koleksiyon ile karşı karşıyayız. Tamamen çantalardan oluşan bu koleksiyon, Rope, Buckle Jean ve Hero, İtalya’da Johansson tarafından tasarlandı. Unisex tasarımlar olarak değerlendirilen ürünler, Acne Studios mağazalarında ve online satış ile yanı başınızda. HOME BARISTA. Tam istediğiniz yoğunlukta espressoyu her seferinde yakalayabilmeniz için ROK manuel kullanımlık bir makine geliştirdi. Büyük bir tirbuşonu andıran şık tasarım ne elektrik ne de espresso kapsülü gerektiriyor. Yapmanız gereken, haznesine kaynar su koyup öğütülmüş kahve eklemek. Basıncı da metal kolları kullanarak kendiniz ayarlayıp istediğiniz kadar güçlü yapabiliyorsunuz. ROK ayrıca süt köpürtücü, bir adet kaşık, espresso filtresi ve on yıllık garantisiyle birlikte geliyor.
NEON MASH-UP. Moschino’nun Sonbahar 2016 Erkek koleksiyonundan ilham alarak, gelecekten bildiriyoruz: Bowie’den, 80’lerin sonu 90’ların başından esintiler görüldü. Erkek ve kadın modellerin saçları, kıyafetleri ve kulakları neon ayrıntılarla süslendi. Eskimiş pantolon görünümüne çizgi filmleri andıran detaylar eklendi. Modellerin botları da neon ayrıntılardan eksik kalmadı. Ve günümüze dönecek olursak, son olarak Lucky Blue Smith rengarenk takım elbisesiyle bu görsel şovun belki de en konuşulan modeli oldu. HAPPY NEW YEAR, AGAIN. Geçtiğimiz sezon, farklı bomber ceketlerle karşımıza çıkan Air Jordan, bu sefer yeni yılı kutlamak için Çin kültüründen esintilerle karşımıza çıkıyor. Air Jordan V Retro Low ve Super.Fly 4 PO, toplam beş farklı renk ve desende Çin Yeni Yılını kutluyor. Asya kültürünün olmazsa olmazları desenler ve dövme desenleri, ayaklarınıza hücum etsin istiyorsanız, Şubat ayı itibarıyla satışa çıkacak ayakkabılardan nasibinizi alabilirsiniz. Ayakkabıları bahane ederek, 8 Şubat’ın maymun yılını kutlamaya başlayabileceğinizi hatırlatalım. LOUIS VUITTON IN WATERCOLOR. Sanat ve sanatçı arasındaki münasebetin, sanatçı ve ekipmanları arasında da kurulduğu paralel bir evren tahayyül edin. Ya da soruyu tersten sorarsak; sanatçıyı var eden şeyin, ekipman olduğunu hayal etmek çok zor mu? Bu iki cümle içerisindeki noktaları birleştirdiğinizde, karşınıza Louis Vuitton’un suluboya seti çıkacak. Bu sıradışı deneyimi tatma fırsatı olan insanların aklından geçen tek bir şey var, o da bu suluboya setinin tek başına bir sanat eseri olduğu. Krokodil desenli deri kutuyu açtığınızda, Louis Vuitton’un renkli dünyasına dahil olacaksınız. Bu evladiyelik kutuyu almak için çöp adam çizebiliyor olmanız dahi, yeterli bir bahane olacaktır.
ITALIAN POETS. Kean Etro, soyadını taşıyan markanın Kreatif Direktörü olmasından mütevellit, yaşattığı İtalyan ruhunu sadece modayla sınırlı tutmak istemiyor. Yeni girişimi Circle of Poets ile edebiyat ve İtalyan kültürünü yeniden hayata geçirmek olarak adlandırabileceğimiz bir yola giren Etro, 19. yüzyılda ortaya çıkan Scapigliature akımının, yeni öncüsü olmaya kararlı. Özellikle Milano’nun geçmişinden yola çıkan marka, yarattığı bu yeni web sitesi ile farklı bölgelerden, disiplinlerden ve farklı alt kültürlerden seçilen 11 genç yetenek ile bir araya geliyor ve modern İtalyan kültürüne saygı duruşunda duruyor. 19. yüzyılda ortaya çıkan bir kültürel akım, gözünüzü korkutuyorsa, Etro’nun dikkat çekmek istediği sanatsal aktiviteler arasında dövme sanatçılığı ve fotoğrafçılık gibi mesleklerin de olduğunu belirtmekte fayda var. SEINFELD LOVES PORSCHE. Jerry Seinfeld’in komedyenliğinin yanı sıra kazandığı astronomik rakamlar da zaman zaman Hollywood dedikoduları arasında yerlerini alırlar. Ancak Seinfeld har vurup harman savurmak yerine kazandıklarını muhteşem bir klasik otomobil koleksiyonuna harcamışa benziyor. Özellikle de Porsche’lere karşı bir zafiyeti olduğu bilinen Seinfeld’in otomobillerinden bazılarını 11 Mart’ta Florida’da düzenlenen Amelia Island Auction’da satışa çıkaracağı açıklandı. Klasik Porsche meraklılarına duyurulur. HAVE A DRINK WITH HERMES. Hermès’in dört bir tarafının göz kamaştırıcı pırlantalarla süslendiği bir versiyonu ile tanışmak üzeresiniz. Vakti zamanında müşterilerini tanıştırdığı diğer saatlere kıyasla, minyatür bir saat olarak değerlendirilen Fauborg ‘Pierre’ Cocktail koleksiyonu huzurunuza sunuluyor. Lapis lazuli, oniks ve malakit taşlarının başrolde olduğu tasarımda, koyu lacivert ve gri olmak üzere iki farklı seçeneğe sahip olduğunuzu da hatırlatalım. Tabii deri ve metalin bu değerli taşlarla olan uyumuna da tanıklık edeceğinizi söyleyelim. 2014 yılında satışa çıkartılan Fauborg modeli, yeni versiyonu ile koleksiyonun devamlılığını sağlarken, yeni sezonda karşımıza çıkan diğer saat modellerinin aksine, minimal ve minyatür modellerin de göz kamaştırdığının altını çiziyor. 159
Elif’le tanışmadan önce bir bit pazarında olduğunuzu ve oraya ait birçok detayın Çukurcuma’daki bir kafenin içerisine yerleştirildiğini düşünün. Zira Magritte Cafe & Collectibles’ın sahibi Elif Severge ve Özgür Arıkan burayı yaratırken tam da bunu yapıyorlar. Hayalgücünüzü geliştirmek için yan sayfaya bakınız.
Hazırlayan:
Selin Ünüvar Fotoğraflar:
Gökhan Polat
160
ELİF SEVERGE
soldan sağa: 1.Sigara saklama kutusu 2.Tuzluk ve karabiberlik 3.Şişe açacağı 4.Amber cam shot bardakları 5.Eski ecza şişesi 6.İlaç şişesi 7.Mızıka 8.Kibrit kutusu 9.Sigara kağıdı 10.Taşınabilir küllük 11.Bulaşık fırçası 12.Pirinç cetvel 13.Duvar tabağı 14.Küçük pasta mumları 15.Gümüş çay kaşıkları 16.Makas 17.Vanilya çubuğu 18.Ahşap mandal 19.Metre 20.Gümüş shot bardakları 21.Katlanabilir cep bardağı 22.Deri cep bardağı kılıfı 23.Et ve tatlı bıçağı 24.Kuru daffodil 25.Deri anahtarlık 26.Gümüş içki bardakları 27.Gümüş mektup açacağı 28.Çatal ve bıçak 29.Kartvizit 30.Kartvizit damgası 31.Kahve çekirdekleri 32.Kuru papatya 33.Gümüş cep aynası 34.Sütlük 35.Çakmak kılıfı 36.Deri bardak altlığı 37.Kristal sütlük 38.Gümüş buz maşası 39.Seramik sake bardakları 40.Gümüş kokteyl kürdanı 41.Şişe açacağı 42.Manuel du Cordonnier 1951 Baskısı 43.Kuyumcu ağırlıkları 44.Sigara tabakası
161
XOXO’nun mekanınıza gönderimi için mail atın: 123@coistanbul.com Sadece standart teslimat ücreti ödeyerek abone olmak için aşağıdaki linke gidin: www.xoxothemag.net/uyelik
15. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali 15th !f Istanbul Independent Film Festival
İstanbul 18 - 28 Şubat / February 2016 Cinemaximum City’s Nişantaşı Cinemaximum Kanyon Cinemaximum Budak Beyoğlu Fitaş
Ankara 3 - 6 Mart / March 2016 Cinemaximum Armada
İzmir 3 - 6 Mart / March 2016 Cinemaximum Konak Pier
!f music Co-Sponsoru
Havayolu Sponsoru
Medya Sponsoru
Gazete Sponsoru
İnternet Sponsoru
Dergi Sponsoru
Radyo Sponsoru
Kurumsal Destekçiler
!f music Co-Sponsor
Airline Sponsor
Media Sponsor
Newspaper Sponsor
Internet Publicity Sponsor
Magazine Sponsor
Radio Sponsor
Institutional Supporters
Web Sponsoru Web Sponsor
!f 2 Sponsorları
Festival Destekçileri
!f Ankara Destekçileri
!f İzmir Destekçileri
!f 2 Sponsors
Festival Supporters
!f Ankara Supporters
!f Izmir Supporters
KONAK PIER
Teknoloji Sponsoru Technology Sponsor
Konaklama Sponsoru Accommodation Sponsor
163 Perde Reklam Sponsoru Theater Commercial Sponsor