& LOU NILS SCHOOF X O X O T H E M A G . N E T
D A
Z İ K
T A S A R I M
M Ü
Ü C R E T S İ Z D İ R
0 6 1 N İ S A N 2 0 1 6
S A N A T
M O
X O X O THE MAG
003
TARZINI YARATMAYA SAÇINDAN BAŞLA
DENİZDEN YENİ ÇIKMIŞCASINA
DOĞAL VE DOLGUN
DALGALAR
Deniz kili Tuzu Et ci diri n e l l i k e Ş Sprey
Doğal Görünüm Veren Kuru Şampuan
Stil, ilham ve profesyonel öneriler için SACINTARZIN.COM
ENGINEERED FOR MEN WHO KNOW THAT MOVING FAST MAKES TIME GO SLOW.
Pilot’s Watch Chronograph TOP GUN Miramar. Ref. 3890: Even if we say time flies, it is a fact that it passes more slowly the faster we are moving. Albert Einstein formulated this theory more than 100 years ago. And since 1971, when it was proven in an aircraft, it has been regarded as correct. Had Einstein been present in the cockpit of an F-14 Tomcat, he would probably have been extremely pleased. After all, a manoeuvre carried out at the speed of sound simulates the conditions of his theory virtually to perfection and makes time perceived pass more slowly. The phenomenon was more than familiar to pilots who had passed through the Top Gun
programme run by the US Navy Fighter Weapons School in Miramar, California. They also knew that situations as extreme as these called for high-precision, technically innovative timepieces with a functional design. Bristling with advanced technical features and a military design-inspired, black polished ceramic case, the Pilot’s Watch Chrono graph TOP GUN Miramar more than satisfied this need. The timepiece is a tribute to the bir th of the Top Gun legend and a reminder that it is possible to transform even the theory of relativity into an exciting practical test. Given the right aircraft, with the right IWC . E N G I N E E R E D FO R M E N . watch on your wrist.
IWC Schaffhausen Boutique İstanbul: Mim Kemal Öke Cad. Altın Sokak 4/A Nişantaşı Tel: (212) 224 4604 İstanbul: Arte Gioia, İstinye Park Tel: (212) 345 6506 - Greenwich, Zorlu Center Tel: (212) 353 6347 - Unifree Duty Free, Ataturk International Airport Tel: (212) 465 4327 Ankara: Greenwich, Armada Tel: (312) 219 1289 - Next Level Tel: (312) 219 9315 I Bursa: Permun Saat, Korupark AVM Tel: (224) 241 3131 I İzmir: Günkut Saat, Alsancak Tel: (232) 463 6111
IWC.COM
İmtiyaz Sahibi CO Prodüksiyon Yayıncılık adına Cihan Şerbetcioğlu cihan@coistanbul.com
Kapak:
Lou & Nils Schoof
Genel Yayın Yönetmeni Olga Şerbetcioğlu olga@xoxothemag.net Sorumlu Müdür Ruşen İnceoğlu
Fotoğraf:
Christoph Neumann
Yayınlar Direktörü Serap Gecü Editörler Seza Bali, Deniz İrem Çek, Melda Ennekavi, Ayşecan İpek, Aslin Kumdagezer, Alican Öyke, Utku Palamutçu, Gökhan Polat, Arzu Sak, Başak Ulubilgen İdari İşler Vadi Gengüç Grafik Tasarım Elif Sunar, Rüya Dilara Şen Katkıda Bulunanlar Aslı Arduman, Agnes Freidrich, Anne-Catherine Frey, Aeschleah DeMartino, Caitlan Hickey, Duygu Hoşgör, Hana Knizova, Linda Kocabıyık, Douglas McWall, Nevşin Mengü, Zeynep Özkanca, Dilek Öztürk, Nathan Perkel, Salomé Rouquet, Nando Salvà, Yağmur Sefa, Tanem Sivar, Willy Somma, Jovan Todorovic, Ali Tünay, Selin Ünüvar, Emily Winiker, Merve Yeşilçimen, Ela Yeliz, Begüm Yetiş Reklam cihan@coistanbul.com merve@coistanbul.com busra@coistanbul.com İletişim 123@xoxothemag.net / +90 212 2590669 Yayın Türü Aylık, Yaygın, Süreli. Baskı ve Renk Ayrımı Mas Matbaacılık San. ve Tic. A.Ş. Hamidiye Mahallesi Soğuksu Caddesi No:3 34408 Kağıthane, İstanbul, Türkiye, Sertifika No: 12055 XOXO The Mag'de yayınlanan yazı ve fotoğraflar kaynak belirtilmeden kullanılamaz. Tasarım Konsepti ve Yayın Kimliği Bülent Erkmen Tasarım Uygulama ve Kimlik Standartları Barış Akkurt, BEK
Lou & Nils Schoof Röportaj Olga Şerbetcioğlu 110
Alexander Sokurov Röportaj Nando Salvà 84
Samsøe & Samsøe Röportaj Utku Palamutçu 48
Jan Ahlgren Röportaj Ayşecan İpek 60
Mesplé Röportaj Ela Yeliz 44
James Hyman Röportaj Aslin Kumdagezer 142
Dave Harrington Röportaj Alican Öyke 138
The Sun Ra Arkestra Röportaj Alican Öyke 38
Julia Wachtel Röportaj Seza Bali 146
Marc Newson Röportaj Dilek Öztürk 56
12 Havalı Adam Yazı Utku Palamutçu 134
Sibel Kutman Oral Röportaj Tanem Sivar 40
İmren Sipahi Röportaj Nevşin Mengü 88
Takuhi Tovmasyan Zaman Röportaj Arzu Sak 24
April Time, Our Time 160
Dans La Lumière de L’Été Yazı Ayşecan İpek 70
Alev Scott Röportaj Ali Tünay 140
Pablo Trapero Röportaj Nando Salvà 52
David Adjaye Röportaj Duygu Hoşgör 30
Vanessa Seward Röportaj Aslin Kumdagezer 34
Gia Genevieve Röportaj Başak Ulubilgen 150
Some Women of Art Therapy Hazırlayan Merve Yeşilçimen 90
Darzanà Röportaj Dilek Öztürk 66
Joana Kohen Röportaj Seza Bali 78
E
D
İ
T
Ö
R
D
E
N
OLGA ŞERBETCİOĞLU
Balenciaga FW 2016 Orijinal fotoğraf:
Mark Borthwick
HERMÈS TA B I AT I
HERMÈS TA B I AT I
Sofranız Şen Olsun, yaklaşık 13 yıl önce ilk yayınlandığından bu yana, yeni nesil şeflerin, yeme içme meraklılarının, ve hatta zamane İstanbul’unu hatıralarında canlandırmak isteyenlerin başucu kitaplarından birisi oldu. Bu kült kitabın yazarı Takuhi Tovmasyan ile zamana gizlenmiş
TAKUHİ TOVMASYAN ZAMAN
detayları, bir ailenin, bir kültürün, ve bir şehrin
IWC
IC ONS
hatıralarını konuştuk.
Röportaj:
Arzu Sak Fotoğraflar:
Gökhan Polat
Takuhi Tovmasyan Zaman, IWC Pilot’s Watch Mark XVIII
BU BİR İLANDIR
takıyor.
026
Elinizde tuttuğunuz yumurta sizin için manidar... Paskalya’yı kutladıkları sırada Ermeniler sofraya geleneksel olarak kırmızıya boyanmış bir yumurta koyarlar. Eğer sofranıza beyaz yumurta koyarsanız, yastasınız demektir. Ben Hrant (Dink) öldürüldüğü günden beri soframa beyaz yumurta koyuyorum.
1
Sizinle daha önce tanışmamış olanlara kendinizi nasıl tanıtırsınız? Ben Trakya Ermenilerinden, hem baba hem de anne tarafından Çorlulu olan bir ailenin İstanbul’da doğmuş torunuyum. Yedikule’de büyümüş olmama rağmen, kendimi hep Çorlulu olarak tanımladım. Söze böyle başlamak her zaman hoşuma gitmiştir.
2
Yayıncılığa nasıl adım attınız? Ben oldukça küçük yaşta evlendim. En büyük arzum, bir evladım olması ve onu piyanonun başına oturtmaktı. Nihayet, iki evladım oldu, biri piyano, diğeri ise keman üzerine eğitim gördüler. Onlar büyüdüğündeyse, evle konservatuar arasında harcadığım zaman bana kaldı ve sıkılmaya başladım. İş aramaya giriştim, ve 1996 senesinde, tam 43 yaşındayken, Aras Yayıncılık’ta Ermenice dizgi işlerinden sorumlu kişi olarak işe alındım. O günden itibaren 20 sene boyunca da kıymetli harflerin işçiliğini yaptım.
3
Yeni nesil şeflerimizin başucu kitabı Sofranız Şen Olsun’daki otobiyografinizde “Bana ‘yaz’ dediler, ben de yazdım,” diyorsunuz. Yazmaya sizi kim, nasıl yönlendirdi? Çocukluğumdan beri bizim sofralarımız hiçbir zaman sadece yemek yemek ve karın doyurmak için kurulmadı. Çok acelemiz olsa bile sofra etrafında toplandığımızda mutlaka o günün küçük bir özetini geçeriz. Biraz daha rahat bir anımızda ise uzun uzun sohbet ederiz. ‘Birisi yemek yerken yemek tarifinden veya bir sonraki öğün ne yiyeceğinden bahsediyorsa, bilin ki o sofrada oturanlar Ermeni’dir,’ derler. Bir gün, yine böyle bir bahar sofrasının etrafındaydık. Annem yemekle ilgili bir anısından bahsederken, onun unuttuğu hatıranın devamını ben getirince, Aras Yayıncılık’ın kurucularından Mıgırdiç Margosyan’ın küçük kardeşi Ardaşes Margosyan bana bu hikayeleri yazmam gerektiğini söyledi. Kitapta geçen o cümlenin adsız kahramanı da kendisidir.
4
İkon kavramı sizin için ne ifade ediyor? İnsanın hayatında mutlaka örnek ve ders alacağı, güzel insanların var olması gerekir. 1915’te ne oldu? İkonlar yıkıldı. Yani örnek insanlar yok oldu. Yaşananlardan sadece Ermeniler değil, bu topraklarda yaşayan herkes zarar gördü. Onun için ikonlar benim için çok önemli.
5
Sizin kişisel ikonlarınız kimler? Hayatımdaki ilk ikonum, Samatya’daki Anarat Harutyun okulumdaki öğretmenim Kristina Nuryan’dı. Onun piyanonun başındaki duruşunu hiç unutmadım. Babaannemin, yani adımın sahibi Takuhi Tovmasyan’ın ben beş yaşındayken vefatından sonra babamın onun hakkında anlattıkları da babaannemi benim gözümde ikon yaptı. Atasözleri gibi, bizim ailemizde de Takuhi Hanım’ın özlü sözleri söylenirdi. “Takuhi Hanım, bunu neden böyle yapıyorsunuz?” diye sorulduğunda, “Özellikle yapıyorum ki, ileride beni anarsınız,” dermiş. Çok güçlü, çok da duygusal bir kadındı. Ve gizli bir feministti.
6
027
Kitabınızda adınızı bu sebeple mi Takuhi Tovmasyan Zaman olarak değil de Takuhi Tovmasyan olarak bıraktınız? Benim babaanneme manevi bir borcum vardı. Bunun ödenmesi mümkün değil tabii ama... Babam zamanında kuyumcu ve mıhlayıcıydı. 19 yaşında çıraklıktan ustalığa terfi ettiği sırada ustasının yanında son mıhladığı işi ise babaannemin elmas taşlarla kaplı gül küpeleriymiş. Babaannem de ölmeden önce bu küpelerin adının sahibine, yani ailemizin en son kız torunu ve onun adını taşıyan bana verilmesini vasiyet etmiş. Babam da çok sevdiği annesine ait olan, kendi elleriyle yaptığı o gül küpeleri, beni evlendirdiği gün duvağımın altına taktı. Bu kitap da benden babaanneme bir hediyedir.
9
Peki ya İstanbul’un ikonik yemekleri? Benim için ikonik yemek topiktir; midye dolması, dalak dolması ve uskumru dolmasıdır. Genelde herkes tarafından yapılmayan, unutulmaya yüz tutmuş yemekler oldukları için... Nasıl babaannem unutulmaktan korkan bir kadındı ise, benim de gönlüm yemeklerin unutulmasına razı olmuyor.
7
Sofranız Şen Olsun’u şimdi yazıyor olsaydınız, herhangi bir şeyi değiştirir miydiniz? Şimdi o kitabın üzerinde Takuhi Tovmasyan yazıyor, ve siz beni görüyorsunuz. Fakat ben o kitaba baktığımda, babaannemin adını anıyorum. Yazılanları okurken kendi sesimi değil, annemin, babamın, yayamın seslerini duyuyorum. Bunun için yazanların tek bir virgülüne bile dokunamam.
8
Zamanı geri sarabilseniz hangi ana geri dönmek isterdiniz? Günü yaşamaktan şikayetçi olanlardan değilim. Ama geri sarmayı becerebilseydim, Takuhi yayamın kocası olan dedem Ğazaros Efendi’nin Yedikule’de işlettiği kır gazinosunda Yedikule’nin o meşhur yağlı ve göbekli marulunu yemek isterdim.
10
Ya kolunuzdaki IWC saat size neyi çağrıştırıyor? Her konuda, yiyecekte veya eşyada bir hikaye saklıdır. İlkokulu bitirdiğim gün babam bana bir kol saati getirmişti. Daha sonra altın kayışlı saatlerim de oldu, fakat o elle kurulan, meşin kayışlı kol saatimin yeri bende çok farklıdır. Ve kolumdaki saat ona benzediği için çok hoşuma gitti.
11
Şimdiki zamanın yeme-içme meraklılarına ne tavsiye edersiniz? Gençler artık çok bilinçliler, fakat benim onlara yegane tavsiyem kendi pişirdiklerini yemeleri... Pilavları ilk denemede lapa olabilir, ama kendi yaptıkları yemeği yemenin zevkine varsınlar istiyorum.
12
Kariyerinde asla unutamayacağın karşılaşma hangisi? Amerika Açık, 2009. İlk Grand Slam maçım. Karşımda Belçikalı Christophe Rochus vardı. Ve kazandım.
11
028
ALTITUDE WITH ATTITUDE
IWC Schaffhausen Boutique İstanbul: Mim Kemal Öke Cad. Altın Sokak 4/A Nişantaşı Tel: (212) 224 4604 İstanbul: Arte Gioia, İstinye Park Tel: (212) 345 6506 - Greenwich, Zorlu Center Tel: (212) 353 6347 - Unifree Duty Free, Ataturk International Airport Tel: (212) 465 4327 Ankara: Greenwich, Armada Tel: (312) 219 1289 - Next Level Tel: (312) 219 9315 I Bursa: Permun Saat, Korupark AVM Tel: (224) 241 3131 I İzmir: Günkut Saat, Alsancak Tel: (232) 463 6111
IWC.COM
S O R G U N B E L E K T O R B A T Ü R K B Ü K Ü B O D R U M
Aïshti Vakfı’nın geçtiğimiz yıl Beyrut’ta açılan müzesinin mimari projesinin arkasındaki isim David Adjaye ile müze ve ticaretin kesiştiği noktaları ve dünyanın değişik noktalarındaki projeleriyle ilgili konuştuk. Adjaye, merkezi Londra’da olan mimari ofisinden, Harlem’e ve Afrika’ya uzanan proje ağından, sanatla olan kişisel ilişkisinden ve ilham kaynaklarından söz etti.
Röportaj:
Duygu Hoşgör Fotoğraf:
Nathan Perkel
032
DAVID ADJAYE
Los Angeles’taki Broad Museum’un açılmasıyla, sanat tecrübesinin tasarımla birleştiğinde nasıl zirveye ulaştığını gördük. İzleyicilerin koleksiyonları incelemeleri için, siz de tasarımda bu tip unsurlar kullandınız mı? Kente ait bir bina olarak müzenin rolü, toplu bir bilinçaltına, farklı jenerasyonlar ve sosyal gruplar arasında diyalog kurabilecekleri bir yer yaratmak. Binalar insanları birbirleriyle konuşmaya zorlar, bunu inkar edemeyiz. Burada soracağımız soru şu; bunu kutlamalı mıyız yoksa inkar mı etmeliyiz? Farklı olma fikrinden korkmamak çok önemli. Tam tersine bu fikre açık olmalı ve hep araştırmaya meyilli olmalıyız. Benim de bir bina tasarlarken başlangıç noktam hep kimlik, tarih ve hafızayı yorumlamak ve bu unsurları anlamak, binanın formu için bunların nasıl kullanılacağını öğrenmek olur. Bu projede de aynı şekilde ilerledim.
3
Bay Adjaye, Beyrut’taki Aïshti Vakfı projesini nasıl geliştirdiğinizle başlayalım. Binanın tasarım konsepti, bulunduğu yerin gerektirdikleri ve projenin spesifik içeriğiyle alakalıydı. Örneğin dış cephe için, Jal el Dib’in 1970’lerden kalma ünlü villalarından esinlendim. Çocukluğumda, ailem, deniz kıyısında bir riviera olan Beyrut’tan çok bahsederdi ve şehrin bu kısmı, kırmızı kiremitli binalarıyla bilinirdi. Kırmızının projedeki anlamı buradan geliyor. Söz konusu bölge artık endüstriyel bir alana dönüşmüş durumda olduğu için, günümüzde neredeyse yok olmuş bir geçmişi canlandırmak istedim. Şehre daha geniş bir açıdan bakarsak, binanın tasarımı geleneksel Arap çölü mimarisinin dilinden de ilham alıyor. Ayırıcı nitelik olarak, “üç aleme” de değinmeye çalıştım. Mahremiyeti korumak için sade, düz bir duvar; samimi dünyaya açılan bir ekran ve bir avlu bulunuyor. Bu öğeler bir araya geldiğinde, iklimsel ve kültürel yanıtlar veriyor. Orta Doğu’nun en ılımlı yerinde ve deniz kenarında bulunan bu alanın mimari mirasının dağılan yönlerinden de etkilendiğim oldu.
1
Aïshti Vakfı’yla sanat dünyası için tamamen yeni bir model geliştirmiş oldunuz. İleride, bu tarz projelerle, sanat galerileri ve perakende alanlarının daha çok bir araya getirileceğini düşünüyor musunuz? Bu proje, ticari bir işte sanat dünyası tecrübesi sağlamanın bir yolunu bulmakla ilgiliydi. Bu da farklı tipolojileri bir araya getirmek ve yeni koşulları test etmek için iyi bir fırsat oldu. Böylece, iki dünya arasında diyaloglar oluşturmaya başladık. Ben bunu gerçekten de sanatı farklı biçimde tecrübe edebileceğimiz, yeni bir tipoloji olarak görüyorum.
Art International ve İstanbul Bienali sırasında Türkiye’yi ziyaret etmiştiniz. Türkiye’nin sanat ortamı hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye, galerilerin ve yeni sanat işlerinin patlama yaşadığı ve evrensel platformlarda yankılanan, canlı ve artistik bir merkez haline geldi. Sanırım Contemporary Istanbul’da bu sene 84.000 yabancı katılımcı vardı. Tasarım dünyası da bir o kadar heyecan verici. Mesela daha önce Gaia & Gino ile çalışmıştım ve geleneksel Türk unsurlarını modern pazara uyarlayabilmeleri beni çok etkilemişti.
4
2
Fotoğraf:
Guillaume Ziccarelli Aïshti Foundation, Beirut, 2015
033
Şu anda devam eden iki müze projenizle ilgili, Sahelvari bir mimari yaratmak istediğinizden söz etmiştiniz. Burada nasıl bir estetiği kastediyorsunuz? Afrika kıtasının başkentlerini, altı coğrafi bölgedeki pozisyonlarına göre kategorize ederek, on yıl boyunca araştırdım. Bu bölgeler Mağrip, Çöl, Sahel, Savan ve Otluk, Orman ve Dağ ve Highveld’den oluşuyor. Her bölgenin farklı bir tarihi olduğu gibi, isimlerinden de anlaşılacağı üzere, her birinde farklı iklim ve bitki örtüleri bulunuyor. Tüm bunlar kentleşmeyi de kaçınılmaz olarak etkiliyor. Bu durum, özellikle başkentlerde kendini çok daha fazla gösteriyor. Sahel’deki şehirlerin tabiatı vejetasyon ve çöl arasında kaldığı için, yerel mimari genelde yatayda genişleyen türden. Ama tabii şehir merkezindeki binalar çoktan dikey semboller halini almış durumda.
5
Fotoğraf:
Jeff Sauers Bellevue Public Library, 2012
7 Daha önce, Harlem’deki Sugar Hill Housing Development gibi, diğer projelerinize nazaran, düşük bütçeli binalar da tasarladınız. Tasarımlarınızdaki bu çeşitlilik vizyonunuzu nasıl etkiliyor? Sugar Hill projesi, genelde zorlayıcı bütçelere sahip kentsel çalışmalarımın yörüngesinde bulunuyor. Londra’da 2005–2006 yılları arasında tamamladığım halka açık binalar bu tip projeler için bir başlangıç oldu. Geleneksel tipolojilere ve yakın çevreden tüyo alan hacimsel kompozisyonlara meydan okumaya çalışıyorum.
6
Fotoğraf:
Ed Reeve Sugarhill, New York, 2015
034
Sanatla kişisel ilişkinizden bahsedecek olursak; modern sanat dünyası size nasıl
geliyor? Sanat dünyası ve mimari arasında ayrım yapmıyorum. Benim için tasarım pratik, duygusal ve aynı zamanda entelektüel açıdan da etkili olmalı. Bugüne dek her zaman yaratıcı platformlara karışarak, farklı disiplinlerden sanatçı ve tasarımcılarla işbirliği yaparak yeni şeyler yaratmaya çalıştım. Zira beni asıl heyecanlandıran kültürel kesişmeler ve ortaya çıkan diyaloglar oluyor. Belki de sanat dünyası tarafından fark edilen ve sanatçı ve küratörlerle işbirliği yapmayı caiz kılan da buna benzer bir içgüdü oldu. Kendinizi de bir koleksiyoner olarak görüyor musunuz? Bazı sanat eserleri aldığım oluyor tabii, ama bunları sanatçılarla kurduğum ilişkiler sonucu alıyorum. Koleksiyoncu olduğumu söyleyemem.
8
80’lerin demode abartısı, 2016’nın minimalist kırıntılarıyla birleşiyor ve 90’lardan beri moda dünyasının en tesirli isimleriyle aynı masaya oturan Vanessa Seward ip cambazlığına tek başına devam etme kararı alıyor. Paris Fashion Week’teki üçüncü sezon sunumunun ardından sorularımızı yanıtlayan Seward’ın cazibesi tasarımlarındaki ‘je ne sais quoi’nın ta kendisi olarak vuku buluyor.
Röportaj:
Aslin Kumdagezer Fotoğraf:
Tung Walsh
036
VANESSA SEWARD
Bayan Seward, moda dünyası işleyişinde radikal kararlar alıyor ve birçok marka iş modelini değiştiriyor, tabii değişimin lüks algısını yok edeceğine inananlar da var. Siz bu yol ayrımının neresinde duruyorsunuz? Ben pre-koleksiyonu yapmıyorum ve bu makro sezonu ana koleksiyonla birleştiriyorum. Yani defilede gördüklerinizin bir kısmı üç ay sonra zaten mağazada oluyor. Bu anlamda değişen iş modelini ben çoktan kendi markama uyguladım. Eğer dünyanın dört bir yanında mağazalarınız yoksa bunun akıllıca bir taviz olduğunu düşünüyorum. Bunun yanında, sanılanın aksine, ben birçok kadının beklemeyi, defilede gördüğü o parçayı arzulamayı tercih ettiğini düşünüyorum. Bu noktada modanın bir gereklilik gibi görülmemesi lazım, moda arzuların tetiklediği bir sektör.
1
Paris sunumlarında sizin arzularınızı en çok kim tetikledi? Kuşkusuz ki Balenciaga çok güçlüydü ve Saint Laurent Couture şovu harikaydı.
2
Sizin Paris’teki üçüncü sezonunuz nasıldı? Açıkçası ben şanslı olanlardanım. Markam ilk günden beri çok iyi tepkiler alıyor, aldığım basın desteği de beni çok mutlu ediyor.
3
Defilenizin ardından ilk yaptığınız şey ne oldu? Beş yaşındaki kızımı okuldan almak. Haftalar süren gerçeküstü bir hazırlanma sürecinin ardından gerçekliğe balıklama atlamak gibisi yok. Tabii bu çok uzun sürmeyecek.
4
Vanessa Seward, SS 2016 Backstage
Paris moda çevresi son birkaç sezondur yeni tasarımcılara şaşırtıcı bir şekilde dostane davranıyor sanki. Modada zamanlama en önemli cevherlerden biri. Bence Vetements, Jacquemus gibi isimlerin yeteneği Paris sahnesine tam da ihtiyaç duyulan zamanda geldi.
5
Tabii sizi bu kategoriye dahil etmek pek doğru değil. Sektöre Karl Lagerfeld’in yanında başlayarak Saint Laurent, Azzaro gibi köklü markalar çatısı altında çalıştıktan sonra neden solo devam etmeye karar verdiniz? Azzaro’dan ayrıldıktan sonra, geriye dönüp baktım ve markaya kendimden her anlamda ne kadar çok şey verdiğimi fark ettim. Ve başka bir marka için yine aynı süreçlerden geçmek, bu anlamda sıfırdan başlamak beni rahatsız etti. Tabii A.P.C ile olan tecrübem de bana, 360 derece bir gardırop oluşturabilmek için gereken güveni verdi. Bir tasarımcının her şeyi kendisinin yapamayacağını kabullenmesi lazım, bu anlamda ben A.P.C’de en iyi çalışma ortamını buldum; Jean ve Judith Touitou ile ideal bir ortaklık kurduk.
6
Geçmişten dem vurmuşken, 90’lar deyince ilk ne hatırlıyorsunuz? 20’li yaşlarımı... Karl Lagerfeld’in centilmen ve nazik tavırlarına rağmen nasıl etrafındakileri etkileyebildiğini ve yönetebildiğini... 90’ların büyük bir kısmını süpermodellerin arasında geçirdim. Hepimiz hemen hemen aynı yaştaydık ama onlar çok da sofistike görünüyorlardı ve ben kendimi çok toy hissediyordum.
7
Anılar kadar kıyafet de biriktiriyor musunuz? Ah, iflah olmaz bir istifçiyim ve hep alacağım yeni şeyleri kovalarım. Hala gardırobumda 90’lardan kalma parçalarım var. Lesage’ın tüvidini yaptığı Chanel takımım, neon renklerde kazaklarım ve dantel büstiyer elbiselerim hala içeride duruyor.
8
037
Paris’ten sonra ikinci mağazanız için neden Los Angeles’a gittiniz? Bu, üzerinde çok da düşünülen bir karar değildi. Fakat Los Angeles’ın markanın temsil ettikleriyle bire bir örtüştüğünü düşünüyorum. Bunun yanında ben tam bir Hollywood düşkünüyüm. Mağaza için harika bir yer de bulunca ABD pazarına atılmak için doğru bir hareket oluğunu düşündüm.
11
Hollywood düşkünü olarak Leonardo’nun Oscar alışına dünyanın geri kalanı kadar sevindiniz mi? Nasıl sevinmem? Bu kadar uzun zamandır onun gibi bir oyuncunun Oscar alamaması çok absürt bir durumdu.
12
Vanessa Seward, SS 2016
Gardırobunuza giremeyecek bir kıyafet var mı? Düşük belli jean’ler. Büyük harflerle; ASLA.
9
Vanessa Seward, SS 2016
Moda sektörü tasarımın yanında bolca event, pazarlama, mailleşme ve toplantılardan ibaret oldu. Gerçek anlamıyla tasarlamaya nasıl vakit buluyorsunuz? Sabah 7’de kalkıyorum, ailemle kahvaltı edip kızımı okula hazırladıktan sonra, telefonum çalmaya başlamadan ve maillerimi bile kontrol etmeden önce çizmeye başlıyorum. Artık gece de çok fazla dışarı çıkmıyorum, aile ve kariyeri bir arada yürütmek yeterince zor geliyor ve bu zamanı da çizmek için değerlendiriyorum.
10
038
Backstage
En son izlediğiniz Hollywood yapımı neydi? Geçen akşam Woody Allen’ın Irrational Man’ini izledim. Vizyona girdiğinde kaçırmıştım, bu yüzden iTunes’a gelmesini bekledim.
13
Uzun bir günün ardından nasıl rahatlıyorsunuz? Bir bardak kırmızı şarap eşliğinde eşimle konuşarak.
14
Bugün uzun bir gün müydü? Ah, bugün harikaydı, evden çalıştım ve inanın ofistekinden çok daha etkili oldu.
15
20 Mayıs’ta Cappadox sahnesinde olacak The Sun Ra Arkestra’nın performansı Kapadokya–Satürn arasında kestirme yolların açılmasına sebep olabilir. Bu olası kozmik yolculuk öncesi, topluluğun baş kişisi Marshall Allen’a bağlanıyoruz. Anladığımız kadarıyla bir uzay mekiğinden ziyade, bir tenor saksafona ihtiyacımız var.
Röportaj:
Alican Öyke Fotoğraflar:
El Ra Records
040
THE SUN RA ARKESTRA
The Sun Ra Arkestra’nın yıllar içindeki müziksel evrimini ve oluşturduğu imajı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sun Ra’nın fikirleriyle hayat bulan bu topluluk her zaman geleceği ve henüz gerçekleşmemiş olanları takip etti. 21. yüzyılı, çıkardığımız seslerle çınlatmaya devam ediyoruz.
1
Topluluğunuzu tanımlarken kullandığınız terimlerden birinden yola çıkarak; bir müzisyenin ‘ton bilimcisi’ olması için ne gerekiyor? Evrenin her köşesinde duyabildiği tüm sesleri analiz edebiliyor ve onları birbirleriyle eşleştirebiliyor olması lazım. Dış uzaydan başka dünyalara, kuş seslerinden köpek havlamalarına ve ağaç uğultularına kadar her şeyin yer aldığı uçsuz bucaksız bir laboratuarınızın olduğunu düşünün.
2
Sizce içinde bulunduğumuz zaman diliminde eskiden yaşananlar kadar devrimsel bir caz hareketi doğabilir mi? Kesinlikle evet. Eğer müziğinizi yeteri kadar inanarak ve kararlı bir biçimde çalmaya devam ederseniz, eninde sonunda kendine özel bir biçime bürünecektir. Ortaya çıkan her titreşim yeni bir akıma yön verme potansiyeline sahip.
3
Sizin için dünyadaki en konforlu yer neresi olabilir? Yeterince yoğunlaşıp müzik yapabildiğim her yerde rahat edebiliyorum. Bence bunu zaten yapabiliyor olmalıyım çünkü evrende titreşen her şey her an değişiyor ve ben de onlarla birlikte değişebilir halde olmalıyım.
4
Yaşam ve ölüm fikirleri müziğinizin içinde nasıl yer buluyor? Sun Ra’nın da söylediği gibi; bu gezegende endişe duymanız gereken tek şey ölümünüzü nasıl yeneceğiniz olmalıdır.
5
Uzay yolculuklarınızdaki favori parçanız nedir? Birçok gezegen arasında farklı yollar tercih ettiğimizden buna kesin bir cevap veremiyorum.
6
Mayıs’ta tekrar Türkiye’de olacaksınız. Kapadokya’nın atmosferi The Sun Arkestra’nın müziğiyle birleştiğinde ne izleyeceğiz? Müziğimiz, doğası gereği kendi atmosferini oluşturabilen bir yapıya sahip. Buna bir de çevresel özellikler eklendiğinde ortaya çıkan deneyimin daha da keyifli olacağını düşünüyorum.
7
041
Sibel Kutman Oral, 90. yılını kutlayan Doluca Şarapları’nın 3. kuşak temsilcisi. Modern dans alanında bir kariyer yapmak için gittiği New York’ta bir yandan da pazarlama ve işletme eğitimi gördükten sonra, 22 yaşında döndüğü İstanbul’dan ve Doluca’dan asla kopamıyor. Kopmak bir yana, o ilk günden sonra ufacık bir ara bile vermeden, ailesinin başlattıklarını ileriye taşımaya kendini adıyor.
Röportaj:
Tanem Sivar Fotoğraf:
Gökhan Polat
042
SİBEL KUTMAN ORAL
Kurumsallaşmayı hiç düşündünüz mü? Elbette bir dönem denedik ama zamanla anladık ki ruhu korumak lazım ve o ruh aileden geliyor. Denedik ve gördük ki bir aile şirketi olarak devam etmek en iyisi. Bu arada çalışanlar 400 kişi olsa da aile üyeleri üç kişi; babam, abim ve ben.
3
Aile işinin başına çok genç yaşta geçmişsiniz. Dans etmeyi bırakmak ya da dans ederek bir yaşam sürdürmek konusunda içinizde bir burukluk var mı? Türkiye’ye yeni dönmüştüm ve ne yapacağımdan ben de tam emin değildim. O günlerde yeni bir şarap serisi piyasaya çıkacaktı ve benim gibi pazarlama ağırlıklı eğitim almış, enerji dolu biri için bu harika bir fırsattı. Dans konusuna dair içimde hiçbir soru işareti kalmadı. Elbette bir zamanlar sahneye çıkmanın hazzı çok güzeldi ama artık sahneye başka şeyler çıkarmanın gururunu ve heyecanını yaşıyorum. Zaman içinde dans hobim haline gelirken şarap hayatım oldu.
1
Peki bu seçiminizde ailenizin rolü neydi? Seçimlerimde ve kararlarımda ailemin payı ve tavrı çok etkiliydi, elbette. Bizim ailede mecburiyet ve gereklilik yoktu. Babam birçok kararı her zaman bana bıraktı, benim değerlerime göre doğrunun ya da yanlışın ne olduğunu bana sorardı. Ve işte ben bu tavırdan dolayı hep en yerinde kararları vermekte dikkatli olmaya çalıştım. Tabii o kadar arkasında durabildiğim ve gurur duyduğum bir marka yaratmıştı ki ailem, bunun bir parçası olmaya hevesliydim, bundan gurur duyuyordum.
2
Şarap konusunda eğitim almak isteyenler ya da en azından bilinçli tüketici olmak isteyenler işe nereden başlamalı? Bugünkü şartlar altında ve yeni kanunlar çerçevesinde size vereceğim cevap elbette üç-beş yıl öncesine göre farklı olacaktır. Ama kanunlar çerçevesinde onaylandığı kadarı ile tüketiciye etiketi anlatmaya ve verebildiğimiz kadar bilgiyi vermeye çalışıyoruz. Şarap konusunda kendini geliştirmek isteyen birinin ilk yapması gereken, markalara ve beraberinde üzümlere bakması. Böylece, kendi damak tadına göre, tercih ettiği üzümü keşfedebilir. Eninde sonunda deneyerek keşfedilen bir şey şarap.
5
Şarabı tam anlamıyla öğrenmek mümkün mü? Şarabı seven ve o dünyanın içini iyi bilen biri, ‘ben bu işin uzmanıyım’ demez. Hem demeye gerek duymaz hem de söylediğiniz gibi o sonsuz deryanın içinde sürekli yeni şeyler öğrenmeye çalışır. Ama tabii ortalamanın üstünde bir damağı olur ve ayırt eder, tattıklarını hafızasında detaylı bir şekilde tutup daha çabuk değerlendirebilir.
4
043
Bugün tesisleriniz Tekirdağ’da ama Mürefte deyince aklınıza ne geliyor? Bir kere Doluca’nın doğduğu ve çocukluğumun geçtiği yer... Oradaki tesislerimiz hala duruyor ama daha büyük bir yatırımı, İstanbul ile Mürefte arasına, Tekirdağ’a taşıdık. Hem altyapı hem de sanayi kuralları gereği böyle bir şey yapmamız daha yerinde ve gerekliydi. Hayal ettiğimiz projeler vardı ama ne yazık ki bunlar şu an hayal olarak kalbimizin bir köşesinde duruyor.
6
7
Dedenizin zamanına dönelim biraz da. Galata’daki meyhanelere ve o zamanki
şartlara... O zaman fıçılar deniz yolu ile Mürefte’den Galata’ya geliyormuş. Galata meyhaneler ile dolu ve şarap iskelesi varmış. Dönüşte de boş fıçılar yine aynı teknelerle gönderilip, akıntı olduğu için tekneler yanaşmıyorlarmış ve mühürlü boş fıçılar açık denizde bırakılıyormuş. Çalışanlar bellerine kadar denize girip bizim armamızın basılı olanlarını topluyorlarmış. Tam bir film karesi gibiymiş tüm bu prosedür.
044
Ben kısa bir zaman önce Avustralya’daydım ve oradakilerin şarap konusunda ne kadar başarılı olduğunu yeni keşfettim. Bu konuda siz neler düşünüyorsunuz? Onların şaraba dair müthiş rahat bir tavırları vardır. Maalesef Türkiye’de ‘konuya hakim değilsen şaraba hiç bulaşmamalısın’ gibi bir algı var. Halbuki bu algıyı kırmak lazım. Damağınıza güvenmelisiniz, o sizi doğru tarafa yönlendirir zaten. Kimse size bir şeyin daha iyi ya da daha kötü olduğunu söyleyemez. Avustralya’da katı kurallar ya da ritüeller yok, halkın müthiş doğal ve samimi bir tavrı var ve bu tavır şarap tüketimlerine de yansımış durumda.
9
Son yıllarda kurulan yeni nesil birçok şarap markası var. Büyük bir hevesle sektöre giriş yapan bu markaların adımlarına sizin bakışınız nasıl? Biz bu durumdan ötürü çok seviniyoruz ve girişimcileri destekliyoruz, çünkü marka çeşitliliği beraberinde tanıtımı ve bilinçli tüketiciyi getiriyor. Birkaç firmanın tüm tüketicilere yetmeye çalışması ile onlarca markanın işin içinde olması bambaşka bir şey. Bu iş ancak tutku ile yapılabilir, sonuçta bugün üretip yarın tüketime sunabileceğiniz bir şey değil. Sevgi, emek ve çok sabır gerektiriyor ve bu özellikleri taşıyan herkesi ve her markayı her zaman destekleriz ve bundan ancak mutlu olabiliriz. Kendi açımdan bakınca, ben sonuçta bu işin içine doğdum ve torunu için bağını ekmiş bir dedem var -şanslıyım yani. Bugün bu işe tek başıma, sıfırdan cesaret edebilir miydim bilmiyorum, o nedenle bu cesareti gösteren, bu tutkuya sahip olan herkese sadece saygı duyarım. Bu sektördeki oyuncuların hepsini çok seviyorum.
8
Şarap konusunda sizi en çok heyecanlandıran ülkeler hangileri? Fransa’ya şapka çıkarmadan ve saygımı sunmadan olmaz ama onun yerini zaten dünya kabul etmiş durumda. Onun dışında, Doluca Ailesi için California’nın yeri hep çok başka olmuştur. Çünkü babam, abim Ali ve ben hepimiz orada okuduk ve çok vakit geçirdik. Oradakilerin hikayesine hayranım; 20. yüzyılın ortasında işe koyulup, Avrupa’nın tekelinde olan bir alanda Amerikan stiliyle bir şeyler yapıyorlar. Elbette önce Avrupa yadırgıyor ama zamanla gerçekten muazzam şaraplar çıkarıyorlar. Bu arada az önce bahsettiğimiz gibi Avustralya da muazzam şaraplar çıkarıyor. Ayrıca, İtalya’nın yeri benim için bambaşka çünkü her şeyi bir arada yapıyorlar ve sınırları zorlayarak sürekli denemeye devam ediyorlar.
10
Mesplé, demircilik, arkeoloji ve bilgisayar mühendisliğini beklenmedik bir harmoni içinde birleştirerek eserleriyle bilim kurguya selam çakan bir sanatçı. Heykellerinde iskeletleri ve kemikleri metal ve bronzla kaplıyor, manyetik sıvıları alışık olmadığımız şekilde hareket ettiriyor, ve her yeni çalışmasıyla izleyicide gittikçe yükselen bir merak uyandırıyor.
Röportaj:
Ela Yeliz Fotoğraflar:
Aeschleah DeMartino
Aeschleah DeMartino, Mesplé’yi Los Angeles’ta, demirci atölyesini andıran çalışma alanında XOXO için fotoğrafladı.
046
MESPLÉ
İzleyicinin nasıl bir deneyim yaşamasını istiyorsun? Gördüğü heykelin nasıl çalıştığını merak etmesini istiyorum. Bir şeyin nasıl çalıştığını belirten düğmeler, kablolar vb. parçaları ortadan kaldırınca, insanlar o işle önyargıdan yoksun bir deneyim yaşayabiliyor. İzleyicinin bir an için bile olsa, neler olup bittiğini anlayamamasını ve neyi nasıl yaptığımı daha çok merak etmesini istiyorum. O merak anını yarattığım zaman ben de amacıma ulaşmış oluyorum.
4
Mesplé, işlerini maskülen olarak tanımlamak doğru olur mu? Kullandığım metotlardan dolayı öyle algılanabilir ama ben bu tespite pek katılmıyorum. Bilgisayar mühendisliği, kaynakçılık, demircilik ve diğer metal işleri gibi farklı teknikler kullanıyorum, bunlar da maskülenlikle bağdaştırılan teknikler ama ben bir iş üreteceğim zaman onun cinsiyetini veya kime hitap edip etmeyeceğini düşünmüyorum, tek isteğim izleyiciyi hayranlık içinde bırakmak.
1
14 yaşında demirciliğe başlamışsın. Hayatım boyunca geleneksel sanat disiplinleriyle içli dışlı oldum. Babam sanatçıydı, dolayısıyla ondan çok şey öğrendim, ve tabii ki de daha sonra dökümevlerinde çalışarak tecrübelerimi artırdım.
2
Kendini teknolojinin aracılığıyla çalışan bir sanatçı olarak tanımlıyorsun. Bunu biraz açar mısın? Hala birçok geleneksel üretim metodunu kullanıyorum ama teknolojinin yardımıyla, özellikle de heykellerimin içine parçalar sakladığımda, izleyiciye, başka türlü yaşayamayacağı tecrübeler sunabiliyorum. Teknoloji sayesinde izleyicilerle oyunvari etkileşimler sağlayabiliyorum. İnsanların bunu görmeleri ve hissetmeleri benim için önemli, çünkü bu sayede teknolojinin sanat eserlerinde araç olarak kullanılması daha kolay anlaşılır oluyor.
3
Teknolojinin silah üretmek gibi kötü amaçlar için kullanmasına ne diyorsun? Teknoloji çok güçlü bir şey olduğunu herkes biliyor ama herkesin ona bakış açısı farklı. Mesela ben Amerikan ordusu ile çalıştım; onlara, tehlikeli durumları önlemek için ve eğitimde kullanabilecekleri silah prototipleri üretmekte yardımcı oldum. Teknoloji, topluma araştırma ve gelişim için pek çok fırsat tanıyor. Birçok inanılmaz zeki insan teknoloji sayesinde mükemmel şeyler yaptılar ve ben bunu büyüleyici buluyorum.
5
Estetik anlayışını Red Bull, Google veya Chipotle gibi projeler ürettiğin farklı markalara nasıl adapte ediyorsun? Tecrübelerim doğrultusunda şunu söyleyebilirim, bir marka sizinle yeteneklerinizden dolayı çalışmak ister. Bu tür projelerde heykel işlerimi bambaşka bir platforma taşıyabiliyorum çünkü büyük bir bütçeyle çalışma fırsatım oluyor. Bu tür deneyimler de çok tatmin edici çünkü hem daha evvel kullanmadığım malzemeleri tecrübe ediyorum hem de farklı ekiplerle çalışabiliyorum.
6
047
Sipariş iş hazırlarken, sanatından veya estetik anlayışından ödün verdiğini düşünüyor musun? Aslında tam tersi, çünkü sipariş projelerin gelişimime çok büyük katkısı var. Farklı sanat pratikleri yürütmek ve problem çözme odaklı olmak daha etkili çalışmamı sağlıyor. Bir işi üretirken onu bir koleksiyoner veya bir marka için yaptığımı düşünmüyorum. Her şeyi bir mühendis edasıyla mükemmel bir şekilde birleştirmeye çalışıyorum ve sonucunda herkesin benzer tecrübelere sahip olmasını istiyorum. Estetiğe gelince, bu konuda bir git-gel yaşıyorum. Estetiğimi endüstriyel olarak tanımlayabiliriz, bunu da müzede sergilenebilecek işler kalitesinde çalışmalar üreterek dengeliyorum. Bu yaklaşımım bütün müşterilerim ve onların markalarıyla uyumlu olduğu için bugüne kadar büyük bir problem yaşamadım.
7
Pseudologia Fantastica,
Doğal malzemeleri insan üretimi objelere dönüştürürken el yapımı ve organik ile, teknoloji ve antropoloji arasında ilginç bir ritim yaratıyorsun. Yaşam ve ölüm arasındaki diyalog sanatımda işlediğim en önemli konulardan biri, ve insan üretimi malzemeler buna ışık tutmama yardımcı oluyor. ‘Absolution’ işinde, manyetik bir sıvıyı yer çekimine ters bir şekilde hareket ettirerek izleyiciyi şaşkınlık içinde bırakıyorsun. Bu neredeyse bir bilim kurgu filmi izlemek gibi. Bilim kurgu ilham aldığın bir alan mı? Evet, kesinlikle çok ilgilendiğim bir alan, çünkü bilim kurgu yazarları, daha yaratılmamış şeyler üzerine yazıyorlar, ki bu da benim yaptığımın aynısı ama ben onları üretiyorum.
10
Absolution, 121.9x53.3 cm
İskeletlere duyduğun ilgi nereden kaynaklanıyor? Hayatım boyunca biyolojik antropolojiye ilgi duydum. Pek çok çocuk gibi benim de ilk merak ettiğim şey tarihöncesi yaratıklar oldu. Ve bu merak hiç yok olmadı. Hatta üniversitede heykele yönelmeden önce antropoloji okumayı düşünüyordum.
8
048
205.7x91.4x76.2 cm
9
Bir projenin bütün aşamalarına dahil olma isteğinin sebebi nedir? Bir projenin tamamlanışı hakkında ne kadar çok bilgim olursa, onu o kadar daha zorlayabilir ve farklı yönlere çekebilirim. Sipariş iş üretmenin süreciyle kendi sanat projelerimin üretim süreçleri birbirleriyle paralel. Benimle çalışacak birini işe aldığımda ona her şeyi bütün detaylarıyla anlatmam çok önemli. Aynı şey benim için de geçerli; eğer bir müşteri için yapacağım büyük bir projede bilmediğim bir şey varsa onun hakkında mutlaka sorular sorarım. Sürekli öğrenmek, becerilerinin sürekli gelişmesi demek ve yaptığın iş bunu her zaman yansıtacaktır.
11
Gerçek bir Californa’lı mısın? Burada doğmuş olmama rağmen Colorado’da büyüdüm, ve oranın doğa sporlarıyla daha haşır neşirim. Motocross ve snowboard gibi.
12
İskandinav kültürünün, sadık dostu minimalizmi yanına alarak, altın çağını yaşadığı günümüzde, Danimarka menşeli Samsøe & Samsøe, bu yükseliş sürecine olan katkısıyla, aklımızın bir köşesinde durmaya devam ediyor. İlkbahar/Yaz koleksiyonunu fırsat bilip, markanın moda sektöründeki yerini, Samsøe & Samsøe’nun Kreatif Direktörü Peter Sextus Rasmussen’den dinlemeye başlıyoruz.
Röportaj:
Utku Palamutçu Fotoğraf:
Samsøe & Samsøe SS 2016
050
SAMSØE & SAMSØE
Sence neden İskandinav kültürü modaya bu kadar hakim? H&M, Vero Moda ve Samsøe & Samsøe da dahil olmak üzere, küresel anlamda elde edilen başarının sebebi ne? Bahsettiklerin, aslında sadece göz önünde olan markalar, daha pek çok İskandinav marka, bugün küresel anlamda moda sektörünün iplerini elinde tutuyor. Bunun sebebi, İskandinav yaşam tarzının modaya başarılı bir şekilde uyarlanması. Kaliteli ürünlerin, hak ettiği değerden fazlasıyla etiketlenmemesi ve ulaşılabilir lüks algısının tüketiciye aşılanması, bizim gibi markaları ön plana çıkarıyor. İşçiliği basit bir fabrikasyon süreciyle sınırlı tutmayıp, ipek, kaşmir, süet gibi kaliteli ürünler kullanarak kaliteden ödün vermiyoruz. Daha basit bir şekilde anlatmak gerekirse, aldığınız bir tişörtü iki defa giyip çöpe atmıyorsunuz.
4
Peter, trendleri takip etmek sizin için ne anlama geliyor? İnsanların alışkanlıklarını ve davranışlarının arkasında yatan sebebi anlamak için kafa yormak...
1
Türkiye pazarında yer almamanıza rağmen, İstanbul’daki bazı yerel mağazalarda ürünleriniz satılıyor. Gördüğünüz talebi değerlendirip, Türkiye’de mağaza açmayı düşünüyor musunuz? Bazı ürünlerimizin İstanbul’da satıldığına dair önceden birkaç mail almıştık ama ne yazık ki bu durum bizim kontrolümüz altında gerçekleşmiyor. Türkiye tekstil ve moda sektöründe oldukça başarılı ve etkileyici bir coğrafya. Zamanı geldiğinde İstanbul’da şahane bir mağaza açmayı çok isteriz.
2
İşe tasarım yönünden bakacak olursak, moda sektöründeki trendleri İskandinav kültürüne adapte etmeyi mi tercih ediyorsunuz yoksa kendi bakış açınızı trend haline getirmeye mi çalışıyorsunuz? Tasarım dilimizin oldukça dürüst olduğuna inanıyoruz. Özümüzü oluşturan değerleri göz ardı etmeksizin, kalite, sürdürülebilirlik ve yalınlığı tek bir ürüne sığdırmaya çalışmak, gerçekten çok zor bir iş. Bu yüzden, Samsøe & Samsøe’dan alışveriş yapmayı alışkanlık haline getirmiş insanları hayal kırıklığına uğratmamamız gerekiyor. Yani küresel bir trend, bizim değerlerimize ters düşüyorsa, nasıl olur da bu trendi yeni koleksiyonumuza dahil ederiz diye karın ağrıları çekmiyoruz.
5
Fotoğraf:
Samsøe & Samsøe’nun arşivinden
Marka olarak gördüğünüz en güçlü rakip kim? Bizimle aynı kulvarda yarışan pek çok güçlü rakibimiz var. Özellikle İskandinav kültürünün moda sektörüne sızmasıyla birlikte bu skala giderek genişliyor. Ama rakiplerimizden geri kalır bir yanımız yok, bu yüzden her zaman kendi kendimizle yarışmayı seviyoruz.
3
051
Samsøe, Danimarka’da soylu bir ailenin sahip olduğu bir soyadı. Markanın kökleri nereye dayanıyor? Ne yazık ki bu soylu aileye dayanmıyor. Bizimkisi Danimarka’da yer alan bir adanın adından yola çıkarak elde edilmiş bir isim.
6
2000 yılında markayı, asıl kurucularından satın aldınız. Kendileri, markanın gidişatına dair yorum yapıyorlar mı? Markayı ilk ele aldığımız zamanlarda kendileriyle iletişim halindeydik, çünkü markanın yönetim kısmında toplamda sekiz kişi vardı. Şu an yaklaşık 200 kişilik bir ekibimiz var ve her şeyi kendi içimizde yönetiyoruz.
7
Samsøe & Samsøe, SS 2016
Samsøe & Samsøe, SS 2016
Markanın yönetimini ele aldığınızda değiştirmek istediğiniz ilk şey ne oldu? Markanın İskandinav ülkelerinde elde ettiği bir itibar vardı ama güçlü bir marka kimliği yoktu. İhtiyaç duyulan noktaları belirleyip, bu alanlarda güçlü bir pazarlama stratejisi belirledik. Yapmaya çalıştığımız şey, organik bir gelişim süreci başlatmaktı ve bu sayede bahsi geçen kimlik de kendiliğinden oluşacaktı. Doğru hedef kitleyi belirlediğimiz için bu planımız başarıyla sonuçlandı.
8
Tasarım sürecine dahil oluyor musunuz? Tabii ki. Her ne kadar işini hakkıyla yapan bir tasarım ekibine sahip olsak da, kendimizi tutamadığımız ve tasarım sürecine dahil olduğumuz zamanlar da oluyor.
9
Yılda kaç defa yeni koleksiyon hazırlıyorsunuz? Her yıl toplamda altı yeni koleksiyon hazırlıyoruz.
10
052
Lüks modaevlerinin, seri üretim yapan markaların bu hızını yakalamak için ekstra koleksiyon hazırlamasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Bu aslında müşterilerinizin sizden ne beklediğiyle alakalı bir durum. Lüks modaevleri, çok daha az sayıda koleksiyon hazırlayıp, istediği kar marjını elde edebilir. Seri üretim yapan markaların, modanın hızlı değişimine ayak uydurması şart. Sanırım lüks, bu yüzden lüks olarak kalmaya devam ediyor. Bu ivmeyi geride bırakıp kendi standartlarını koruması, lüks markaları daha ilgi çekici yapabilir.
11
Peki bu hıza ayak uydurmaya çalışırken dış görünüşe mi yoksa fonksiyona mı daha çok önem veriyorsunuz? İkisi de bu sürecin demirbaşı olarak kabul edilebilir. Ama fonksiyon her zaman ön planda yer alıyor.
12
Yeni BMW M2 Coupé
Sheer Driving Pleasure
FİZİK KURALLARINA AYKIRI. YENİ BMW M2 COUPÉ. 370 beygir gücü, 0’dan 100 km’ye 4,3 saniyede çıkan üstün performansı ve benzersiz BMW tasarımıyla Yeni BMW M2 Coupé şimdi Türkiye’de. Detaylı bilgi için: 0850 252 10 10
Alışılageldik yöntemleri ustaca kullanan Pablo Trapero, Arjantin’in ahlaken karanlık köşelerini gözler önüne seren filmleriyle, bugüne dek bir hayli övgü topladı. Yeni filmi El Clan ise, Puccio Ailesi tarafından işlenen suçları konu alıyor. Gösterimi, Trapero’nun jüri başkanlığı yapacağı İstanbul Film Festivali’nde gerçekleşecek film vesilesiyle, yönetmenle konuştuk.
Röportaj:
Nando Salvà Fotoğraf:
El Clan, 2015
054
PABLO TRAPERO
Filmin Arjantin’de böylesine büyük bir gişe başarısı elde edeceğini tahmin ediyor muydunuz? Kesinlikle hayır. Hiçbir yapımcı bu filmle ilgilenmedi. Para bulmak çok zor oldu. Genelde hep ciddi filmler yaptığım için, yapımcılar bu kez daha hafif bir şey yapmam konusunda ısrarlıydı. Onların düşüncesi -ki aslına bakarsanız benim de hislerim bu yöndeydi- filmin Arjantin’in oldukça karanlık bir döneminde geçmesinden ve gittikçe daha kötüye giden bir hikayeyi anlatmasından dolayı, gişe başarısının söz konusu olmayacağıydı. Fakat öte yandan, Arjantin müziği olan tangonun, geçmişin yaralarını deşip, iyileşip iyileşmeyeceklerini görmek anlamına gelmesi de tesadüf olmasa gerek. Tüm bunların yanı sıra, El Clan, oldukça gergin bir baba-oğul ilişkisini işliyor ve bu da evrensel bir konu.
3
Filminizde canlandırdığınız gerçek olaylarla ne gibi bir kişisel bağınız var? Olayların gerçekleştiği sıralarda 13-14 yaşlarında olmama rağmen, gazetede şöyle bir haber okuduğumu hatırlıyorum: “Tanıdıkları kişileri kaçıran ve öldüren aile üyeleri tutuklandı.” Tahmin edersiniz ki, bu tarzda bir gazete manşetini kolay kolay unutmak mümkün değil. O gün bugündür bu mesele asla aklımdan çıkmadı, özellikle de Puccio’ların tüm bu suçları kendi evlerinde işlediklerini öğrendikten sonra... Kısacası, bu konuda bir film yapmam an meselesiydi.
1
Karşılaştığınız en büyük zorluk ne oldu? Puccio Ailesi herkesin bildiği bir mevzu olmasına rağmen medyada çok işlenmiş bir konu değildi. Bu durumda, fazlasıyla araştırma yapmam gerekti. Basında yer alan haberlerin yanı sıra, Puccio’larla da iletişime geçmeye çalıştım; tabii ki görüşme taleplerimi reddettiler fakat en azından arkadaşlarıyla, komşularıyla ve davalarındaki hakim ve savcılarla görüştüm. Aileyle ilgili, polis raporlarında yer almayan çok enteresan detaylar öğrendiğimi belirtmeliyim.
2
Peki başka neleri anlatıyor? Puccio Ailesi canavar değildi, normal bir aileydi. Fakat alışmış oldukları normallik tam bir delilikti. Ve bu aslında her yerde görülen bir şey. Mesela Yunanistan ve İspanya gibi ülkelerdeki yolsuzlukları düşündüğünüzde, toplumun parametrelerinin değiştiğini ve insanların hırsızlığın normal bir şey olduğuna inanmaya başladıklarını görüyorsunuz. Bu aslında riyakarlıkla alakalı ve çoğu toplum da bu suça ortak.
4
Bu durumda hepimizin suçlu olduğunu düşünüyorsunuz… Evet. Sorunun daima başkalarında olduğunu düşünüyoruz ama aslında öyle değil. Gerçeklerle yüzleşmemiz gerekiyor, aksi takdirde sonuç oldukça vahim oluyor. Herkesin kirli çamaşırları var ve bu film bunları gözler önüne seriyor.
5
Pablo Trapero 055
El Clan, 2015
Film ilerledikçe, işlenen suçları Arquímedes Puccio’nun planladığını ve iki oğlunun ona eşlik ettiğini görüyoruz. Peki ya ailenin geri kalanı; karısı ve kızları olup bitenin farkındalar mıydı? Uzmanlara göre ailenin geri kalanının babanın yaptıklarından haberdar olmaması mümkün değildi. Belki küçük kız tam olarak anlamıyor olabilirdi ama yine de bir şeylerin yanlış gittiğini sezmiş olması lazım. Sonuçta hepsi biliyordu ve sessiz kaldılar, ya korkudan ya da böylesi daha kolay olduğundan. Beni en çok etkileyen kişiyse ikinci oğul Alejandro oldu; son derece aklı başında ve düzgün gözükmesine rağmen kendi arkadaşlarını kaçırdı. Bir insan niye böyle bir şey yapar ki? Gerçekten çok sapkın. Sanırım para için yapmış olmalı ama yine de, kim bilir?
6
Arquímedes Puccio ile tanışsaydınız ona ne sorardınız? Onu kimin koruduğunu sorardım; önemli bir bağlantısı olmalı. Ve en önemlisi, bunu ailesine neden yaptığını sorardım. Oğullarını aklamaya çalışmak yerine neden onları da batırdığını merak ediyorum. Muhtemelen dokunulmaz olduğunu sanıyordu. YouTube’da ölüm döşeğinde saçma sapan konuşurken videoları var. Herkesin korktuğu birisiyken acınacak bir deliye dönüşmüş.
7
056
El Clan’i önceki filmlerinizle nasıl ilişkilendirirsiniz? Gerçekten bilemiyorum. Bazı gazeteciler El Clan ve diğer filmlerim arasında ortak noktalar olduğunu söylerken, kimileri de bunun benim ilk dönem filmim olmasından ve gerçek olayları anlatmasından dolayı tamamen farklı bir yerde olduğu görüşündeler. Fakat neticede bu benim filmim. Dolayısıyla fantezilerimin, korku ve kabuslarımın filmin birer parçası olması kaçınılmaz.
8
Biraz önce söylediğiniz gibi, bu sizin ilk dönem filminiz; peki özellikle bu dönem neden ilginizi çekti? Bu dönem, Arjantin tarihinin çok fazla filme konu olmamış bir dönemi aslında; adeta unutulmuş. Bunun nedeniyse, diktatörlük konusunun bütün diğer mevzuları bastırmış olması. Oysa ki, filmin geçtiği, diktatörlük rejimi ile demokrasi arasındaki zaman hakikaten çok etkileyici, çünkü bu geçiş dönemi insanlarda coşkuya neden olurken bir yandan da büyük bir belirsizlik söz konusu. İşte film de bir şekilde bu hisleri aktarmaya çalışıyor.
9
Filmlerinizle, mütemadiyen, aile, polis, adalet sistemi ve hapishaneler gibi kurumların disiplin mekanizmalarına değiniyorsunuz. Bu konulara ilginiz nereden kaynaklanıyor? Bu bilinçli olarak yaptığım bir şey değil. Fakat gazete okurken yazılanlar sanki bana haykırıyormuş gibi geliyor. Bu kadar adaletsizlik nasıl olur da engellenemez? Bazı gerçekler o derece grotesk ki, sanki Buñuel filmlerinden fırlamış gibi; bu absürtlük de beni ister istemez kendine çekiyor.
10
Bu arada yakın zamanda ikinci çocuğunuz oldu, fakat buna karşılık filmleriniz de dünyayı kaygı verici bir yer olarak resmediyor. Bugünlerde çocuk sahibi olmak cesaret istemiyor mu? Kimileri bu dünyaya çocuk getirmenin bencilce olduğunu söylüyor. Bense aksine inanıyorum. Filmlerim hayatın karanlık yüzünü anlatırken, bir yandan da hepsinde bir umut var aslında, El Clan’de bile. Hayata karşı iyimser olduğumu söylemeliyim. Bence her şey daha iyi olabilir ve bu tamamen bize bağlı. Sinemanın gücü ise insanları düşündürüyor olması. Öte yandan, sinema gerçekleri değiştirebilir mi? Sanmıyorum. Bir şeylerin değişmesi insanların elinde.
11
Tasarım/tasarımcı kavramlarının fazlasıyla ciddiye alınıp üzerine anlamlar bindirildiği bir dönemde, kendini insanların hayatlarını nasıl yaşadıklarını gözlemleyen biri olarak tanımlayan Marc Newson ile buluştuk. Newson, dünyanın neresinde ve hangi anında ise, o andan esinlenerek, hayatlarımızda uzun süre tutmak isteyeceğimiz şeyleri tasarlamanın nasıl bir şey olduğunu anlattı.
Röportaj:
Dilek Öztürk Fotoğraf:
Jørn Tomter
058
MARC NEWSON
Çok farklı alanlarda tasarım projeleri yönetiyorsunuz. Planör, ürün, mobilya, aksesuar, mücevher ve kıyafet… Bir projeye başlamaya karar verirken nasıl kriterleriniz var? Benimle paylaşılan her türlü bilgilendirmeye yaklaşımım neredeyse aynı. Proje ne olursa olsun, küçük ya da büyük ölçekli, bu durum değişmiyor. Öncelikle, önümdeki objeye ya da fikre, belirli problemler dahilinde, basit, yenilikçi ve estetik bir şekilde çözülmesi gereken ve bu doğrultuda tasarlanmaya ihtiyacı olan bir şey olarak bakıyorum. Bir yandan da yeni teknolojiler, malzemeler, süreçler de objenin hayata geçmesinde etkili oluyor, bunları da keşfetmeye çalışıyorum.
2
Bir tasarımcı olarak, içinde bulunduğumuz zamanı nasıl anlatırsınız; sizce değerlerimiz lokal ve tek olmaktan ziyade daha genel ve global bir zemine mi geçti? Ben kafamda her zaman bir şeyler tasarlıyorum. En azından o anda uğraştığım ve beni meşgul eden tasarım yap-bozlarını çözmeye çalışıyorum. Nereye gitsem, yanıma eskiz defterimi de alıyorum. Geleceğe bakmak, şeylerin nasıl şekilleneceğine ön ayak olmak ve bu gezegende sahip olduklarımızı korumak; bir tasarımcı olarak benim görevim, bunu böyle görüyorum. İnsanların bir bağ kurabilecekleri ve hayatlarında uzun süre tutmak isteyecekleri istisnai kalitede şeyler tasarlamak istiyorum. Kullanıp atılan şeylerle ilgilenmiyorum. Sürdürülebilirlik ve koruma gibi değerlerin kesinlikle global olduğunu düşünüyorum. Hepimiz yaşadığımız çevreyle ilgili gerektiğinden fazla farkındalık içindeyiz ve yaşama şeklimizi nasıl koruduğumuz konusunda oldukça endişeliyiz. Bu his, günlük hayatlarımızda sahip olduğumuz ve kullandığımız objelere kadar yansıyor.
1
Hep hareket halindesiniz. Bu durum sizi nasıl etkiliyor? Çok fazla seyahat etmeye alışkınım. Neredeyse her hafta farklı bir şehirde oluyorum. Uçak, düşünebileceğim, eskiz yapabileceğim ve dikkatim dağılmadan çalışabileceğim ideal bir mekan haline geldi. Farklı yerlerde olmaktan, farklı kültürleri -özellikle popüler kültürü- deneyimlemek bana tarifsiz bir ilham veriyor. Bence bir tasarımcı için, dünyanın farklı bölgelerinde insanların hayatlarını nasıl yaşadıklarını gözlemlemek ve etraflarındaki şekiller, renkler ve sembolleri incelemek çok mühim.
3
Sizce zanaatın tasarımla flörtü günümüzün öncüsü mü olacak, yoksa sadece köklerimize geri mi dönüyoruz? Bence zanaat ve zanaatkarlığı sürdürmek ve yetiştirmek hayati derecede önem taşıyor. Yetenekli artizanlarımızı kaybetmemeliyiz. Aynı zamanda daha fazla genç insanı zanaate yönlendirmeliyiz, çünkü zanaat aslında tasarımın kaynağı. Bu yüzden, ben de her zaman tasarım öğrencilerine bir şeyleri elleriyle yapmayı öğrenmelerini tavsiye ediyorum.
4
Aikuchi Katana Kılıcı, 2014/2015
059
Bu sene Milano Tasarım Haftası’nda bir serginiz olacak mı? Hayır, bu yıl yokum.
8
Birkaç yıldır büyük modaevlerinin endüstriyel tasarımcılarla olan işbirliklerini izliyoruz. G-Star ve Louis Vuitton gibi markalarla çalışırken nasıl bir yaklaşım benimsiyorsunuz? Bana göre bu işbirliklerinin hepsi aynı tasarım diline çıkıyor. Her ne kadar benim için moda alanında çalışmak tazeleyici ve aydınlatıcı olsa bile; moda çok hızlı bir endüstri, öyle olması gerekiyor. Bir sene içerisinde birçok yeni koleksiyonun üretilmesi ve açığa çıkması gibi bir durum var. Endüstriyel tasarımda ise, bunun tam tersi olarak bir proje iki-üç yılı, hatta üretim detaylarına göre daha uzun bir süreyi kapsayabiliyor. Bana göre, bazı moda markalarının endüstriyel tasarımcılarla olan işbirlikleri, bu firmaların başındaki CEO’ların farkındalıklarını ve ileri görüşlülüğünü gösteriyor. Bunun da ötesinde, fikir ve süreçlerin çapraz döllenmesi her zaman sağlıklı ve özgün oluyor.
9
Celebrating Monogram Backpack for Louis
Genç ve gelecek vadeden tasarımcılar arasından takdir ettiğiniz ve izlediğiniz isimler var mı? Hiçbirini izlemiyorum ve tasarım yayınlarını asla okumuyorum. Sıklıkla Enzo Mari, Bruno Munari ve Achille Castiglioni gibi isimlerin işlerine dönüp dönüp bakıyorum. Fakat elbette bazı istisnalar var; Jonathan Ive, Jasper Morrison ve Bouroullec kardeşlerin işlerini oldukça takdir ediyorum.
Vuitton, 2014
5
1990’lı yıllar tasarım dünyasına adım attığınız bir dönemdi. O dönemi günümüzle nasıl kıyaslarsınız? Genellikle popüler kültürden ilham aldığım bir dönemdi; o anda dünyanın neresindeysem ve hangi anındaysam… Dijital çağ, elbette tasarımın üretime geçiş şeklini dönüştürdü; üç boyutlu prototipleme ve baskı teknikleri gibi… Ancak tüm bunlara rağmen benim stilim hala oldukça analog.
6
060
Japon Samuray savaşçılarının kullandığı geleneksel silahlardan ilham alarak 10 tane Katana kılıç tasarladınız ve hatta Bretta’nın geleneksel silahını yeniden yorumladınız. Bunun gibi geçmişi olan objelerden nasıl yeni bir hikaye çıkarıyorsunuz? Katana projesi için ilk esin kaynağım, popüler dünyada bir av kuşu olarak bilinen ama orijinleri Asya’da olan sülünlerdi. Buna bir şekilde saygı gösterip, projenin çok göze çarpmayan bir Asya etkisi içermesi benim için çok önemliydi. Ziyaret ettiğim ve yaşadığım ülkeler içerisinde Japonya hala en çok ilgimi çeken yer. Japon kültürüne, ve özellikle de Japonların farklı ölçek ve detayları algılama biçimlerine hayranım. Bunu aklımda tutarak, Japon dövmelerini ve detaylı gravürleri içeren zanaatları araştırmaya başladım. Tasarımımın üretimi lazer teknolojisi ile gerçekleşti ve bu, tüm yüzey üzerinde tekstil malzemesinin en iyi şekilde kaplanmasını sağladı. Aynı zamanda yüzey üzerinde oyulan desenler de derin bir kontrast hissi ve keskin bir görüntü verdi.
7
Firmaların bir adım önde olmak adına, yeni malzeme ve üretim tekniklerindeki arayışları da ön planda. Eh tabii ki bu haklı bir arayış. Her zaman geleceğe bakmak ve bilim, teknoloji alanında günlük hayattaki sorunlara yanıt verebilecek yeni şeyler keşfetmek, şeylerin nasıl yapılabileceğini hayal etmek gerekiyor.
10
Sizi en çok tatmin eden projeniz hangisiydi? Her projem, sonunda beni oldukça tatmin etti. Fakat elbette ki her zaman üzerinde çalıştığım son proje benim için en tatmin edici olur. O sona erip hayat bulduğunda, ben de onunla bağlantımı yavaş yavaş koparmış olurum, özgürleşirim. Bazılarının doğumu, ortaya çıkması diğerlerinden daha kolaydır. Ancak bu da endüstrinin bazı engelleri ve yasaları ile alakalı; mesela havacılık sektöründeki sağlık ve güvenlik kuralları gibi. Qantas Havayolları’nın Qantas 380 uçağı için tasarladığım iç mekan ve oturma birimleri projesi, sanki bir seferde yüzlerce şey tasarlıyormuş hissini bana verdiği için çok tatmin ediciydi ve ortaya çıkan sonuç beni gururlandırdı.
11
12
Tasarım mesleğinin geleceğinde görmeyi dilediğiniz değişiklikler
var mı? Çok değil, sadece sürdürülebilirlik ve kaliteli malzeme kullanımına dair farkındalığımızı korumak ve aktarmak olabilir. Kariyeriniz dışında, hayatınızın en büyük gurur kaynağı ne? Sağlıklı ve mutlu iki kız çocuğu yetiştirebilmiş olmak.
13
Cosmo Shaker for Alessi, 2003
Herhangi bir projeyi birlikte gerçekleştirmeyi dilediğiniz biri var mı? Bugüne baktığımda aklımda bir isim canlanmıyor, ama eğer zamanı geri alabilseydim Stanley Kubrick ile çalışmaktan çok mutlu olurdum.
14
Lockheed Lounge, 1988
Motivasyonunuzu nasıl korursunuz? Her sabah uyandığımda, işimi yapmak üzere içimde olan ilham ile...
15
16
Size göre hayatın en doyurucu tarafı? Aile.
061
Şu sıralar Jerome Epinette’le birlikte Vilhelm Parfumerie’nin ilk mum koleksiyonu üzerinde çalışan Jan Ahlgren’i bir parfüm fanatiği olarak tanımlamak yanlış olmaz. Zira kendisi günlerini, koklayarak, deneyerek ve bazen de yanılarak geçiriyor. The Oud Affair, Morning Chess, Opus Kore ve Dear Polly ile henüz tanışmadıysanız New York sokaklarında dolaşan sarı bisikletleri radarınıza almanızı tavsiye ederiz.
Röportaj:
Ayşecan İpek Fotoğraf:
Linus Morales
062
JAN AHLGREN
Bir süre önce, yeni kampanya çekimleri için Martin Vallin’le buluşmaya, İsveç’e gittin. Nasıl geçti? Martin’le çalışmak her zaman çok eğlenceli. Onunla aynı frekansı yakalayabiliyoruz. O, benim en garip ve en ham fikirlerimi bile fotoğraflayabiliyor; müthiş bir sanatçı ve iyi bir insan.
1
The Oud Affair, Ava Gardner ve Luis Miguel Dominguín arasındaki ilişkiden ilham alıyor. Bu dinamiğe Morning Chess’i yeni bir karakter olarak soksaydık ne olurdu sence? Morning Chess, taze, özgüvenli ve çekici. Onu Cary Grant’le özdeşleştirebiliriz. Birlikte nasıl bir grup olurlardı acaba? Grant, sükunetiyle, Gardner ve Dominguín’in yaşadığı fırtınalı ilişkiyi dengeleyecek bir sabit güce dönüşürdü belki de.
2
En az sevdiğin ama en sık kullandığın kelime nedir? ‘Evet’le bir aşk ve nefret ilişkisi yaşıyorum. Bazen kendimi o anın heyecanına kaptırıyorum ve hiç düşünmeden evet diyorum. Bu başta istekli sonra çekimser tavrım, zor durumlara sebep olabiliyor.
3
Modellik günlerinden hatırladığın saçma bir detayı paylaşır mısın? Tüm modellik kariyerim saçma detaylar üzerine kurulu zaten. Çılgın bir gecenin ardından çekime gitmem gereken bir gün, çekim mekanına varıp koltuklardan birinin üstünde kestirmeye başladım. Mekan devasa bir apartman olduğu için ekip beni bulamamış ve basıp gittiğimi düşünmüş. Ajansım bundan pek mutlu olmamıştı.
4
Vilhelm Parfumerie, Morning Chess
Bizi New York’taki parfüm laboratuarında minik bir tura çıkarır mısın? Kapıdan girdik, ne tarafa doğru ilerliyoruz? Önce solda oturan resepsiyoniste günaydın diyoruz, sonra keskin bir sol daha yapınca Katarina, Robin ve Christoph’la karşılaşıyoruz. Ben, hemen kahve makinesine ilerliyorum ve kendime bir duble espresso hazırlıyorum. Laboratuarın en ucunda Jerome’un ofisi var, onunla da merhabalaştıktan sonra işe koyuluyoruz. Robertet, çok sıcak bir ortama sahip, tüm şirket başından beri bana müthiş destek oldu, burada çalışmak bir keyif.
7
Parfümün, ölümden korkanların bırakmak istediği bir iz, bir güvence olduğuna inanıyor musun? Hayır. Hepimiz hayatımızın bir noktasında ölümden korkmaya başlıyoruz ve bu dünyaya kendimizden güzel bir şeyler bırakmak istiyoruz. Eğer birkaç güzel koku yaratıp onları bırakabilirsem mutsuz olmam tabii, ama daha hümanist bir izi tercih ederim. İleride karım ve ben bir aile kurduğumuzda çocuklarıma iyi bir örnek olabilsem yeter.
5
Kendi ten kokunun nasıl bir şey olduğunu biliyor musun? Biraz garip bir durum ama benim kendime ait bir ten kokum yok. Bunu karım da dahil olmak üzere hayatıma giren tüm kadınlar söylediler. Yazın en sıcak döneminde, bütün gün giyip üzerimden çıkardığım gömleğin kullanılmış olduğunu anlamazsınız bile.
6
063
Bu olfaktif maceraya atılırken en büyük korkun ve heyecanın neydi? İş üretmeye ve ürettiğim şeyi ortaya koymaya geldiğinde korku içinde yaşayan bir insan olmadığımı gördüm. Heyecan konusunda ise listem uzun: Birkaç esans yarattıktan sonra, henüz ambalaj tasarımına ve isim koymaya geçmeden, belli bir satış noktamız da yokken, denemelerimizi arkadaşlarımızla paylaşmak inanılmazdı. Kimin neyi seveceğinin hiç belli olmadığını öğrendik, insanlar zevkleriyle sizi şaşırtabiliyor.
8
9
NY Perfume Bike Tour’a da benzer bir motivasyonla hazırlandın, nasıl bir rota
izledin? Eski bisikletler alıp, hafta sonlarımızı parkta geçirerek onları Vilhelm sarısına boyadık. Ama sonra hava fena halde soğudu. Böylece parfüm turu da bahara kaldı, yani yakında yola çıkmayı planlıyoruz. Kafamızdaki konsept, şehri bisikletlerle turlayıp bu kez arkadaşlarımız yerine hiç tanımadığımız insanları Vilhelm’le tanıştırmak. Parfüm satmak için değil, denetmek için durmak. Bu sayede, dürüst ve spontane geri dönüşler alabileceğimizi düşünüyorum. ‘Dear Polly,’ diye başlayan mektubunu hangi cümleyle devam ettirirdin? Senin kadar güzel bir insanla tanıştığıma hala inanamıyorum.
10
064
Vilhelm, ambalaj tasarımında da eskinin tüm görkemli güzelliğini günümüze taşıyor. Neden sarı renge yaslanmayı tercih ettin? Ambalaj tasarımı neşeli ve taze olmalıydı, aynı zamanda geçmişten miras kalan parçalarda rastladığımız o kalite hissini de vermeliydi. Sarıyı yolun en başında seçtik ama aradığımız tonu uzun süre bulamadık. Şişelerimizin tasarımını yapan, şimdi artık yakın arkadaşım da olan Pierre Dinand, beni bir gün karısının butiğine götürdü ve bana sarının olabilecek en güzel tonunda bakalit bir boncuk gösterdi. Böylece, hem imza sarımızı hem de şişelerimizin kapak tasarımını bulmuş olduk. O boncuğu hala başucumda saklıyorum.
13
Para kazanmak konusunda hırslı biri misin? İyi bir iş adamı değilim. Ben de -çoğu yaratıcı insan gibidolar bazında düşünmüyorum. Öte yandan, odak noktama yerleştirmesem de paranın şu an yaşadığım hayatı yaşamaya devam edebilmek için önemli bir ihtiyaç olduğunun farkındayım.
11
Bugüne kadar kokladığın en güzel şey neydi? Koku, benim için çekim gücünün önemli bir parçası ve karım bugüne kadar kokladığım en güzel şey. Kendime ait bir kokum olmadığını itiraf ettikten sonra bu cümleyi kurmak bana kendimi epey garip hissettirdi. Karımdan sonra ise İsveç’te bir yaz sabahının koklanacak en güzel şey olduğunu düşünüyorum. Çimenler ıslak olur, günler sıcak geçse de sabah havasında gelecek soğuk mevsimin tınılarını duyabilirsiniz. Yeşil ve sihirli bir kokudur.
12
Linda Kocabıyık
BİR NEVİ ROBOT
Yazı:
KARL:
Karl Otto Lagerfeld yeniden kamera arkasında, direktif veriyor, sonuçtan memnun mu değil mi yüzünden pek anlaşılmıyor, direktif vermeye devam ediyor. Bu kez objektifinin önünde yeni ilham perileri Freja Beha Erichsen ve Baptiste Giabiconi var. Çekim arasında, kameraların henüz kapanmadığı ve Karl’ın uzaklarda bir yerlerde olduğu anda Freja ve Baptiste bilinen gerçeği daha fazla saklayamıyorlar ve kameralara fısıldıyorlar; “Karl insan değil, o bir robot.” Chanel ve Fendi’nin Kreatif Direktörü, Karl Lagerfeld’in kurucusu, fotoğrafçı, yönetmen, sanat yönetmeni, kostüm tasarımcısı, aktör, sanatçı, Choupette’in babası sıfatlarıyla uzayıp giden listenin tamamını nevi şahsına münhasır mükemmeliyetçiliğiyle taşımak için gelecekten gelen güçlere başvurduğunu İlkbahar-Yaz 2016 sezonu dahilinde itiraf eden Karl, itirafını sezonun en çok arzulanan aksesuar koleksiyonuna çevirmekten de çekinmiyor. Zira Karl Lagerfeld olmak da bunu gerektirir. Tasarımcının elini dokundurduğu her şeyi ünlü yapabildiğinin kanıtı, birçok isimden daha çok takipçisi olan kedisi Choupette’le, geleceğe iki boyutlu
bir yolculuk tasarlayan Lagerfeld, inter-galaktik yolculuklarını ve tabii ki havalı uzay gemilerini Saffiano dersinden alışveriş çantalarına, Vachetta derisinden kol çantalarına çeviriyor. Kapsül koleksiyon dahilinde, cüzdan, bozuk para çantası, kartlık gibi yan ürünler de sunan tasarımcı, robot zatını sweatshirt’lere, tişörtlere, kolye, şapka gibi bilumum aksesuara çevirmekten de geri kalmıyor. Tasarımcının robot alteregosu da ensesinde toplanmış at kuyruğundan, büyük çerçeveli gözlüklerinden ve skinny takımından vazgeçmiyor. Böylece alt metninde Lagerfeld stilinin zamansız olduğu göndermesini yapıyor. Geleceğe yolculuğunda pastel renk paletinde ısrar eden Lagerfeld, fütüristik ve çizgi film-vari estetiğine rağmen sofistike kalmayı başarıyor. Karl Lagerfeld markasının kitle imha silahlarından biri olan aksesuarlar Karl Robot kapsül koleksiyonu dahilinde cephaneliğini tazeliyor. Mağazalara henüz girmesine rağmen, koleksiyon, İtalya’nın nüfusundan daha çok Instagram takipçisi olan Gigi Hadid, Hailey Baldwin ve Kendall Jenner’ın sosyal medya desteğiyle yok satmaya hazırlanıyor. Gelecekte moda daha da hızlı hareket ediyor, Karl Robot ise size gelecekten bir tutam vadediyor, yeterince hızlıysanız yetişebilirsiniz.
066
067
QR code generated on http://qrcode.littleidiot.be
Koordinasyonunu İKSV’nin yürüttüğü, VitrA ve Schüco Türkiye’nin eş sponsorluğunu üstlendiği Venedik Bienali 15. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu’nda bu sene, İstanbul ve Venedik arasında hikayelerin bir vasıtası olarak şehrin hafızasına armağan edilecek bir baştarda göreceğiz.
FERİDE ÇİÇEKOĞLU sürecini üç MEHMET KÜTÜKÇÜOĞLU küratöründen dinledik. ERTUĞ UÇAR Darzanà projesinin gelişim
Röportaj:
Dilek Öztürk Fotoğraf:
Cemal Emden
068
Bu seneki Venedik Bienali’nin Reporting From The Front teması ile başlayalım. Bienalin “daha iyi bir yapılı çevre için bir mücadele alanı” olmak gibi bir amacı var. Alejandro Aravena ile de şekillenen bu tavırla ilgili ne düşünüyorsunuz? Sınır tanımayan doktorlar ve gazeteciler gibi, sınır tanımayan mimarlara da ihtiyaç var. Biz bienalin temasını böyle algıladık. Mimarlık daha iyi bir yapılı çevre için mücadele etmek zorunda. Ve mimarlar bunu sadece eleştirerek, yapı pratiğinin dışında kalarak yapamaz. Onların cepheye gitmeleri lazım. Mimarlar için cephe; mimarlık yapmak, kent toprakları üzerinde sürüp giden çatışmaları uzaktan izlemek yerine o çatışmanın içinde yer almak, kamu yararını gözeterek daha iyi bir yapılı çevre için mücadele vermek, bu amaçla sivil toplum kuruluşlarının desteğini alabilmek demek.
1
Fotoğraf:
Gökhan Polat
Peki projenizi bununla nasıl örtüştürüyorsunuz? “Cepheden bildirmek” temasını biz cepheye gitmek ve cepheyi bir eşiğe, bir uzlaşma alanına çevirmek olarak yorumladık. İstanbul’da bugün çatışma alanından bol bir şey yok. Hayatımızın her köşesi zaten çatışma. O çatışmalar devam edip gittikçe yalnızlaşmaktansa, çatışma alanlarını uzlaşma alanlarına çevirmeye çalışmak bu dönem hem mimarlık için, hem gündelik yaşamlarımız için önemli. Bu yüzden ortak hafızaya, yolculuğa ve buluşmaya dair bir metafor seçmeye çalıştık. Cephe ve sınır tanımayan melez bir vasıta, bir baştarda. Metafor sözcüğünün anlamına bakınca zaten o da vasıta, bir şeyden bir şeye aktarma. Bazı şeyler bizim çalışmamız içinde netleşti, birbiriyle buluştu. Tıpkı vasıtayı seçtikten sonra Akdeniz’e “Bahr-i Mutavassıt” denmesini bulmamız gibi... İnşa ederek gidiyoruz, ve haliyle yeni verilerle karşılaşıyoruz.
2
Yaptıkça ilerleyen bir süreçten bahsediyoruz. Bu şekilde ilerlemesi projeye değer katıyor olsa gerek. Evet, biraz böyle. Bu süreci cazdaki emprovizasyona benzetiyoruz. Jam session gibi o emprovizasyona katılanlar oluyor, yeni sesler geliyor, onlar da bütünün içinde seslerini duyuruyorlar. Kalabalıklaşarak gidiyoruz, ekipte 17 kişi olmuşuz bile. İlk önce sahnede üç kişi oturacaktık, basın toplantısına on kişi çıktık, bir kısmımız da izleyicilerin arasındaydı.
3
Ekiptekilerin uzmanlık alanları nedir? Bir moda tasarımcısı dışında tümü mimarlardan oluşuyor.
4
069
Projede kavramsal olarak denizcilerin kendi aralarında anlaşmak için geliştirdikleri melez bir dil var. Bu melezliğin bir kadırgaya yansımış hali ve onun da mimarlıkta çatışma mekanını uzlaşma mekanına dönüştürme gibi bir misyonu var. Bu üçayağı düşünsel olarak nasıl bağlıyorsunuz? Projeye, bu melez dil kavramının mimarlıkta da olduğunu söyleyerek başlıyoruz. Baştardanın burada inşa edileceği göz ve Venedik’te tekrar sergileneceği göz de aynı melez anlayışın ürünleri. Yani dilde ve mimarlıkta melezliğe evet; onu önemsiyoruz ve dilin ya da mimarlığın saf şeyler olmadığını, melezliğin güzel olduğunu söylüyoruz. Bunu galiba ısrarla söylemeye devam edeceğiz. Bir saflaştırmalar ve sınır koymalar dönemi yaşıyoruz. Bu yüzden bu sınırlamalara karşı uzlaşmalar arayan bir mimarlık anlayışı olmasını önemsedik.
6
Arsenale ile İstanbul tersanelerini bir araya getirme fikrini ve bu fikrin sergide yer alacak halini anlatabilir misiniz? Arsenale, Venedik’te bienalin yapıldığı tersane alanı. Türkiye pavyonu da Sale d’Armi salonunda yer alıyor. Bu salon, Venedik ve İstanbul tersanelerinin ortak yapı formu olan ve adına Osmanlıcada ‘çeşm’, Türkçede ‘göz’, İtalyancada ‘volti’ denen, boyutları gemi boyutundan çıkmış, yaklaşık 10-12 metre genişlikte ve 50 metre uzunlukta, ahşap makaslarla örtülü bir birim. Bu birimler ihtiyaca göre yan yana eklenebiliyor, kimi gemi inşa atölyesi, kimi depo olarak kullanılabiliyor. Teknoloji değiştikçe, mesela kalyondan kadırgaya geçilirken bina formu da dönüşebiliyor. İhtiyaca göre eklenebilen modüler yapısı ve teknolojiyle birlikte değişebilmesiyle esnek bir mimarlık anlayışının ifadesi. Venedik ve İstanbul tersanelerini bir araya getirme fikri bu ortak modülden kaynaklandı.
5
Fotoğraf:
Gökhan Polat
070
Bienal, mimarlıkla ilgili arka planı olmayan kişileri de, yapılı çevrenin ve insanların yaşam kalitesini artırmak için katılıma teşvik ediyor. Mimarlık ve sivil toplum arasındaki bağın güçlenmesi adına önerdiğiniz başlıklar neler? Kullanıcı katılımıyla ilgili Aravena’nın verdiği güzel bir örnek var: Tsunaminin yıkıp harap ettiği bir alanda yaşayanlarla yaptığı toplantıda maruz kaldığı düşmanca davranışlarla baş etmeye çalışır ve bunlarla ilgili belgesel üzerine konuşurken, yaşam kalitesini artırmaya çalıştığınız insanlarla aranızın dikensiz gül bahçesi olmayacağını esprili bir dille anlatır. İşin en zor yanı aslında tam da budur. Latin Amerika’dan Pir Sultan’a zoom yaparsak, en çok “dostun attığı gül” yaralıyor. Ama çare yok, denemeye devam. Projemizin ana fikri, bugün atıl durumdaki Taşkızak ve Camialtı tersanelerinde sağlam kalabilmiş bir tersane gözünde bir tür Nuh’un gemisi inşa etmek. Atık malzemelerden son bir tekne. O tekneyi söküp Venedik’e yollamak, orada yeniden kurmak ve bienal bitiminde, 2016 sonlarında tekrar söküp İstanbul’a geri taşımak... Tersanenin hafızası olarak şehre iade ve hediye etmek, hayalimiz bu. Şimdi atıl durumdaki mekanın giderek canlanması, şehri içine alması, ve baştardanın bu hikayeye tanıklık etmiş olması. Önerdiğimiz başlıklar bunlar.
7
Kentsel hafıza sadece görsel hafıza da değil. Calvino’nun da dediği gibi ses, koku, hisler de içinde. Tersane kenti olmanın fiziksel mekan ve gündelik alışkanlıklarımızdaki yerini nasıl açarsınız? Tersane kenti olmanın şiirsel bir ifadesi Foucault’nun 1967’de mimarlara hitaben yaptığı sunumun son cümlesi. Metin ancak 1984’te Foucault’nun ölümünden kısa süre önce basılıyor ama 1968 Paris ayaklanmalarının hemen öncesi yapmış sunumu, cümlenin duygusunu biraz da o konjonktür belirliyor. Heterotopya üzerine, Öteki Mekanlara Dair başlıklı konuşmasını şöyle bitiriyor Foucault: “Teknesiz toplumlarda rüyalar kurur, maceranın yerini casusluk ve korsanların yerini polis alır.” Bu cümle üzerine başka ne söylenebilir ki? Biz hem İstanbul’a, hem Venedik’e bir rüyayı hatırlatmak istiyoruz.
8
Projeye paralel hazırlanan kitabın içeriği nasıl? Kitap, Namık Erkal ve Vera Costantini’nin yazıları ve onlara referans olan belge ve haritalarla Cemal Emden’in çektiği tersane fotoğraflarını birbirleriyle etkileşimli bir kurgu içinde sunacak.
9
Gözlerin mimarisinde kullanılan bazı elemanlar gemilerde de kullanılırmış ya da tam tersi… Kadırganın inşasında kullanılacak atık malzemelerden bahsedebilir misiniz? Atık malzemeler tersanede hurdacıların ve eskicilerin elinden tesadüfen kurtulmuş eski parçalardan oluşuyor. Baştarda ortaya çıktığında görülecek.
10
İnşa, kurulum gibi süreçleri dokümante edecek misiniz? Evet, bu süreçleri belgeliyoruz. İstanbul’daki inşa, söküm ve paketleme ile Venedik’teki yeniden kurulum süreçleri sergi süresince karşılıklı iki ekranda izlenebilecek.
11
071
Cilt, sağlık ve parlaklık kazanıyor. Gözler, dore ve bakır tonlarının hakimiyetinde. Dudaklar, mercan rengi ve pembeyle güneşte yıkanıyor. Tırnaklar bu oyunda geride kalmak niyetinde değil. Yaz, kısacık bir tatil mevsiminden çok
DANS LA LUMIÈRE #chanelmakeup bir kez daha ışığın peşinde. DE L’ÉTÉ daha fazlası ve
Yazı:
Ayşecan İpek Fotoğraflar:
Chanel SAS
072
Güneşin teninize değdiği, sıcak mevsimin kendini iyiden iyiye hissettirdiği bir coğrafyadasınız. Etrafınızda toprak renkleri ve yeşiller ağırlıkta, haletiruhiyeniz hafif ve havadar. Kuşkularınız evde bırakılmış, kapılar ardına kadar açık. Anın tadını çıkarmak, yaşamak, orada olmaktan başka hiçbir şey yapmak zorunda değilsiniz. Yumuşak gölgeler, aynı sizin gibi aheste aheste geziniyor, güneşten kaçmayı bile denemiyorsunuz. Rumuz: Yaza teslim. İşte gözünüzde canlanan bu huzurlu manzarayı ve aynı ruh halini alıp şehrin hızlı düzenine yapıştırın şimdi. Makyaj çantanıza nasıl bir görüntü yansırdı? Chanel Makeup Studio, bu sorunun cevabını Dans La Lumière de l’Été ile veriyor. Koleksiyon, sizleri Mademoiselle’in çizgili üstler ve erkek pantolonları içinde geçirdiği Biarritz yazlarına götürürken cildinizin de birkaç sezondur markanın özellikle altını çizdiği o sağlıklı parlaklığa kavuşmasını sağlıyor. Ne de olsa o parlaklık, günlük rutinden kaçışı, özgürlük arayışını, bir şeyler için sürekli koşturmayı bırakıp biraz yavaşlamayı temsil ediyor. Hızı bir tık düşürdüğünüzde ise Gisele Bündchen’in, elmacık kemiklerine olmasa bile, bronz olmakla olmamak arasında gidip gelen o şahane ten rengine kavuşuyorsunuz. Les Beiges, Healthy Glow Multi-Colour ile bir kez daha doğal güzelliği kutluyor; ikili pudra seti Duo n°1, terracotta kahvesiyle kemik yapısını vurgularken, altın kumların rengiyle yüzün belli bölgelerini aydınlatıyor. Duo n°2, zamanı biraz daha ileri sararak, bronzluğu da artırıyor. Bu kez renkler, elmacık kemikleri için yoğun bir pembe,
Doğal güzelliği kutlayan Les Beiges, Healthy Glow Multi-Colour ikilisine bakıyorsunuz.
T bölgesi için açık bej. Gündüz saatlerinde güneşle kavrulan kumlar, güneş battıktan sonra serinliyor ve karşı konulamaz bir renge bürünüyor. Sınırlı sayıda üretilen Exclusive Creation Empreinte du Désert’in koleksiyonun yıldız ürünü olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu dörtlü göz farı paleti, yumuşacık, ipeksi bir dokuya ve bakırın sıcak tonlarından bej doreye, kahverengiden hakiye uzanan zamansız bir renk skalasına sahip. Chanel far paletlerini yakından tanıyanlarınızın da bildiği gibi keyifli bir armoniyle yan yana gelen bu dört rengi, dilerseniz tek başına kullanmakta da özgürsünüz. Hatta eyeliner fırçasının ucunu biraz ıslatıp, elde ettiğiniz kaygan dokuyu kirpik diplerinde gezdirebilirsiniz. Göz kapaklarında yoğun bir etki yaratarak, cömert katlarla tek bir renge de yüklenebilirsiniz. Yeni teknikler yaratmak mümkün, oyun alanı sınırsız. Bu özel palete, iki farklı tonda, suya dayanıklı göz kalemi, yani Stylo Yeux Waterproof eşlik ediyor. Zümrüt yeşili Oasis’in tazeliğiyle göz içinde minik bir tur atarak şok etkisi yaratabilir ya da yeni bir eyeliner rengi olarak Sable’a, mercan ve kum rengi arasında kararsız kalan bu sofistike renge şans verebilirsiniz. Bazılarınız maceranın şiddetini bir doz artırarak Sable’ı dudak çizgisi etrafında da kullanabilir. Le Volume de Chanel Waterproof, kirpikleri yine kontrolü altına alıyor ve size birkaç kat uygulamaktan 073
başka yapacak bir şey kalmıyor. Bakır kahve Mirage, siyah maskaranın üzerine uygulandığında bakışları ısıtıyor, kendi başına kullanıldığında ise tüm dikkatleri gözlerde toplayan metalik bir silaha dönüşüyor. Mat rujların egemenliğinde geçen, koşturmacalı bir kış mevsiminin ardından Chanel, dudaklardaki yükü de hafifletiyor. Tendeki sağlıklı parlaklığı öne çıkaran, kocaman bir gülümsemeye izin veren Lèvres Scintillantes dudak parlatıcıları, bu sezon daha rahat, daha akışkan ve daha nem yüklü. Dudak parlatıcısı söz konusu olduğunda, başlık her şey demektir. Chanel de işleri sizin için kolaylaştırıyor ve tek katla mükemmel sonuç elde etmenizi sağlamak adına bu klasik parlatıcının ambalajını yeniden tasarlıyor. Pembe, mercan rengi ve kırmızı tonlarında altı yeni renkle karşı karşıyasınız: Tanami, Adenium ve Rouge Désert parlak bitişleriyle en karanlık saatlerde bile kendilerini fark ettiriyor. Sirocco, Sahara ve Dzhari ise yanar döner etkileriyle dudaklara her gün her saate uygun, zamansız bir cazibe ve dolgunluk kazandırıyor. Vernis Culte, bronz teni şımartan, yeni beş renkle koleksiyondaki yerini alıyor. Yumuşak ve romantik pembe Turban, sıcak çikolata Cavalière, orijinal bej tonu Canotier, parlak ve kaygısız turuncu Espadrilles, taze ve göz
074
kamaştırıcı yeşil Émeraude, eşsiz nail art manzaraları yaratmaya aday. Vernis Culte, tırnakları her sezon merakla beklenen Chanel renkleriyle buluşturmanın yanı sıra, yoğun bir bakım kürüne de tabi tutuyor. Seramid ve biyoseramidler açısından zengin yapısıyla, tırnaklara ihtiyaç duydukları kalsiyum, demir, çinko ve magnezyum takviyesini yapan, bu sayede tırnakları güçlendiren ojeler, yüksek kalıcılığa da sahip. Le Gel Top Coat ise gün ışığından aldığı yansımayla değişen bir ürün: Vernis Culte koleksiyonundaki renklere ihtiyaçları olan son dokunuşu, ultra-parlak bir kat kazandırıyor. Altı gün boyunca ojenizin akıbetini düşünmek zorunda kalmıyorsunuz. Coco Chanel’in de peşine düştüğü özgürlük, bu olsa gerek...
Koşturmacalı kış mevsiminin ardından renklerle hafifleme zamanı.
jetset.com.tr | 444 5 387
Yaratıcılığın beklenmedik tesadüfler yaratmak olduğu savı, gücünden hiçbir şey kaybetmiyor. Biz de bu minvalde sınırlarınızı aşmanızı salık veriyoruz ve üzerimize düşen görev, sıcak hava dalgasının yaklaşmasından mütevellit, objeleri ve haliyle saçlarınızı yaza ve tesadüflere hazırlamak oluyor.
SUMMER FICTION Prodüksiyon:
an original idea by CO Fotoğraflar:
Zeynep Özkanca Hazırlayanlar:
Deniz İrem Çek, Utku Palamutçu Yazı:
Aslin Kumdagezer
It’s All Natural Kendinizi yeşilin tam ortasında bulma ihtimaliniz bir hayli yüksek, malum güneş yüzünü göstermek için can atıyor. Vücudunuzdaki endorfin seviyesini yükselten yeşil, saçlarınızın hacmini ve gücünü azaltmasın diye, Toni&Guy Flexible Hold Spray ile tanışın. Şekil verilmiş saça eşit miktarda uygulayın ve beklenmedik durumların saçın ilk etkisini bozmasına izin vermeyin. Daha kalıcı bir etki için, şekil verme aşamasında da Flexible Hold Hairspray’e güvenebilirsiniz.
Saç ürünü:
Toni&Guy Flexible Hold Hairspray 076
Davy Jones’ Locker 19. yüzyıldan kalma batıl inançlar, önce Davy Jones’u, ardından açık sulardaki bütün denizcileri etkisi altına alıyor. Tabii siz bu hikayeye daha optimist yaklaşabilirsiniz. Henüz kendinizi derin mavi sulara bırakmış değilsiniz ama havanın daha yeni ısınmaya başlamış olması, saçlarınızın sadece deniz tuzunun yaratabildiği dalgalardan mahrum kalması anlamına gelmiyor. Zira Toni&Guy Sea Salt Texturising Spray (kuru ya da ıslak saça) dipten uca uygulandığında muhteşem dalgalar vadediyor.
Saç ürünü:
BU BİR İLANDIR
Toni&Guy Sea Salt Texturising Spray
077
The Red Vibes Kırmızının içinizde uyandırdığı sıcaklığı yaz mevsiminin kapıyı çalışına yorun. Rengin hayalgücünü tetiklemesini fırsat bilip en sevdiğiniz yaz anısına geri dönün. Plajdan döndünüz, yemek için hazırlanıyorsunuz, kıyafetiniz tamam, sıra saçlarınızda; kuruttuğunuz saçlarınıza diplerinden uçlarına doğru Toni&Guy Sculpting Powder uyguladınız. Ve saçınıza her zamanki şeklini verdiniz. Son dokunuş için Toni&Guy Sculpting Powder’dan bir tutam daha üflediniz. Voila, doğal yaz saçınız hazır.
Saç ürünü:
Toni&Guy Sculpting Powder
078
Alo? Telefonunuzu elinizden düşürmediğiniz sıcak bir yaz gününü hayal ediniz. Karşınıza en çok çıkan şey #summer oluyor. Malum her güne ayrı bir plan yapma isteğiniz var ve zamandan tasarruf edip, yapılacaklar listesini kabartmak gerekiyor. Tam bu noktada Toni&Guy Matt Texture Dry Shampoo elinizin altına geçiveriyor. Kuru saçlarınıza dipten uca uygulayacağınız Toni&Guy Matt Texture Dry Shampoo, saçınıza ilk günkü doğallığını geri veriyor, saçtaki yağ oranını azaltıyor ve aynı zamanda hacim veriyor. O çalan telefon mu?
Saç ürünü:
Toni&Guy Matt Texture Dry Shampoo
079
Hakkında bir şeyler bildiğiniz ama yeterince tanımadığınız insanlar vardır, gerek sosyal medyayla, gerek işleriyle kendilerini apaçık sunarlar; Joana da onlardan biri. Sanatı hayatının merkezine koyan, üçüncü kişisel sergisinde kendini kiralığa çıkaran Joana Kohen ile Arnavutköy’deki atölyesinde buluştuk.
Röportaj:
Seza Bali Fotoğraflar:
Begüm Yetiş
Individual Identity 2016
080
JOANA KOHEN
Seninle ilgili birçok röportajda, verdiğin partilerden, DJ’lik denemelerinden, açık sözlü olmandan falan bahsediliyor. Karakterin sanatının bir parçası, ama sanatın ve çalışmalarınla ilgili daha fazla soruya maruz kalmayı tercih etmez misin? Tabii ki ama şöyle bir gerçek var, bu ay üçüncü sergimi açtım, dolayısıyla her şey daha yeni başlıyor, şimdiye kadar anlattıklarımın bir çoğunun yarım kalmasının sebebi de bu. Asıl şu anda konuşabileceğim daha çok şey var, bir yoğunluk var. Sanatı kendime uygun bir iş olarak görmeye başladığımda 22 yaşındaydım. Antwerp’ten yeni gelmiştim, tabii ki partiliyordum, tabii ki eğleniyordum, hala da eğlenmeye devam etmeye çalışıyorum. O ilk zamanlardaki tecrübeyle ve benimle yapılmış röportajlardan dolayı, bir sürü eksiklikler oluştu. ‘It Girl’ dediler, ‘partici kız’ dediler. Yani beni kim nasıl görmek istiyorsa öyle görebilir, yaşam değerim ve anlatımımla bir fayda sağlayabiliyorsam ne ala, ama benim asıl mesleğim sanat ile ilgilenmek, müzik ise hobim.
2
Öncelikle çekimin içeriğiyle başlayalım. Bu işi özellikle bir dergide yapmak, bu konuya değinmek, eleştirdiğim ve içinde kendimi de çeliştirdiğim süreç anlatım açısından çok önemliydi. Burada vurgulamak istediğim ‘Free Transform’ işindeki konuyu daha da açığa çıkarmak. İlk fotoğrafta ‘Inevitable Imprisonment’ adlı işin ‘Individual Identity’ edisyonunu boynuma bağlıyorum ve olabildiğince yalın halde kimliğimin içinde kendimi sıkıştırıyorum. Kendi içimde hala özgür değilim, ama kimlik problematiği beni yönetiyor. ‘Self Representation’da ise karşımıza olmak istediğimiz insanlar rollemesi çıkıyor. Dışarı etken ve sosyokültürel baskıların sonucunda kendimize bir maske ve zırh giydirdiğimiz, dışarıdakilerin bizi yönlendirdiği birine dönüşüyorum. Belki de beni nasıl görmek istiyorsan öyle görüyorsun, ama ben hala tasma ile hapis haldeyim ve beni dış müdahale yönlendirmeye çalışıyor.
1
Hakkında varsayılan en büyük yanlış? Bir yanlış olduğunu söyleyemem. Altyapısı bir sürü mecrada eksik olan bir ülke burası, sadece sanattan bahsetmiyorum. Dolayısıyla sen yeni bir şey yapıyorsan, buna izleyicinin alışması elbette zaman alıyor. Bu bir eğitim süreci, bu sürede senin de sürekliliğin test ediliyor. Ben, işim sanat olacaksa bunu nasıl yapabilirim diye düşündüm. Benim yapma şeklim buraya uygun değildi ama ben yaptığım şeye inandım ve inanmaya devam ediyorum.
3
Souled Out, 70x100 cm, karışık teknik ip ve taş, 5 adet heykel/yerleştirme
Kendini farklı buluyor musun? Türkiye’de, kendi jenerasyonumda, fark yaratmaya elbette çalışıyorum, işimin gereği hep anlatacak bir hikayemin ve ilgilenilmesi gereken bir konumun olduğunu düşünüyorum. Bazen sadece işimin konuştuğu, beni soyutlaştıran ve arka planda bırakan durumlarda göz önünde bayrak sallayan bir insana da dönüştüğüm oluyor… Dediğim gibi okumakta zorluk çekilen yönlerimden ötürü eleştiri ve yargının peşimi bırakmadığı durumlarla karşı karşıya geliyorum. Ancak alıştığımı ve zamanla durumun da kendi içinde törpülendiğini görüyorum. Bu sistemde sadece ben yokum, benim gibi bir sürü insan var.
4
081
Self-Representation 2016
082
Çekimde kullandığın beyaz kumaşın anlamı ne o zaman? Beyaz kumaşı ikonik olarak hiçbir şeye bağlayamazsın çünkü kefen de beyaz, İsa’nın üzerindeki de beyaz. Beyaz kumaş ilk prototip kılıf. Dolayısıyla dünyadaki sembolik datası çok daha basit. İç çamaşırı giysem erotizm öğelerine referans vermiş olurdum. Marka kıyafet giysem, dönemsel modanın bir parçası olurdum. Günün sonunda bir sistemin parçası olmamak ve kendini yalınlaştırabilmek için bedeni bir araç olarak en iyi şekilde kullanmak lazım.
7
Life For Rent sergini yeni açtın. Başlıktan hareket edelim; kendi hayatını mı kiralıyorsun? Evet. Başlığın kendi içinde bir ironisi var. Sergiye girince benim hayatımın bir parçasını fiziksel olarak alabilirsin, ‘Piece of Me’ işinde ben aslında kendimi sana veriyorum ama vermediğim bir kısım da var, ruhum. Fotoğraftaki harelenmiş iki katmandan bahsediyorum. O kısmı ben kendime saklıyorum, ama vücut parçalarımı izleyiciye sunuyorum. Bu eserde referansım sanat tarihinde yıllardır süregelen erkek sanatçıların portrelediği kadın objeleştirmesine eleştiri ve çoğu müzelerin ve kurumların erkek sanatçıları daha çok desteklediği platforma yeni bir bakış açısı sunmaktı. Bunu tabii benden önce Guerilla Girls çok iyi açıklamıştı; böylelikle kadın sanatçı kendini portreliyor ve obje halinden süje haline sokuyor. İçerikte kendini fetişize etmekten başka çare bırakmıyor.
5
Performans sanatında neden sürekli çıplaklığı görüyoruz? Örneklere bakarsan, Yoko Ono’nun ‘Cut’ işinde izleyici sanatçının üzerindeki kıyafetleri kesti, Carolee Schneemann vajinasından çıkardığı bir kağıttaki söylemleri okudu... Bence işin kalıcılığı açısından vücudun kaplanmaması gerekiyor, kaplanıyorsa da o kumaş parçasının ikonik bir şey olmaması gerekiyor. Bir trend konusundan ayrılabilmesi için, trendi yöneten herhangi bir kavramın olmaması gerekiyor.
Kadının objeleştirilmesi artık aşina olduğumuz bir durum. Sen performanslarında kendini objeleştiriyorsun. Bu ikilemi biraz açar mısın? Ben tam olarak bir performans sanatçısıyım diyemem. İhtiyaç benim konuşacak bir konum olmasından ve bunu nasıl anlatabileceğimden başlıyor. Onu anlatabilecek malzeme elimde olmadığı zaman, onu performansa çeviriyorum. Ben bunu jestimle, mimiğimle, elimle kolumla anlatıyorum ve video veya fotoğraf yoluyla kaydediyorum. Amaç canlı bir performans yapmak olmadığından, burada benim kimliğim ortadan kalkıyor. Bedenimi objeleştirip konu haline getiriyorum.
8
6
Inevitable Imprisonment, 30x30/200 cm, pirinç heykel
083
Un-Known’u kurmanı da konuşalım. Burası bağımsız bir sanat insiyatifi ve atölyesi, yurtdışında pek çok örneği var, malum. Böyle bir yer kurmak benim üniversiteye başlamadan önceki hayalimdi. Herkese bir mekan sağlayabileceğim, insanların birlikte çalışabileceği, onlara destek olabileceğim bir yer açmak istiyordum. Birkaç sene önce Türkiye’ye döndüğümde doğal olarak kendime bir çevre kurmaya çalışıyordum. Galerilere gidiyordum, insanlarla tanışıyordum ama bir kopukluk vardı. Kim bizlerin elinden tutacak diye düşünüyordum, ki benim gibi çok insan vardı. Ben de bir mekan tutup, birkaç kişiye çalışma mekanı sunabilecek, sergiler düzenleyebileceğimiz ve kendi topluluğumuzu kurabileceğimiz bir yer oluşturdum. İlk başta Seyrantepe Sanayi’de bir yerimiz vardı, iki sene sonra maddi olarak sürdürülebilirliği zor olmaya başlayınca orayı kapadık. Şu anda fiziksel bir mekanımız yok, ama sergiler yapmaya, fuarlara katılmaya devam ediyoruz.
11
‘Free Transform’ en sessiz işlerinden biri. Ama kadınlık, güzellik anlayışı ve standartları konusunu güçlü bir şekilde dile getiriyor. Bu sessizliğe yol açan şey neydi? Hikaye şu: Fotoğrafın üzerinde bir sürü Photoshop kutuları var, bu kutulara müdahale etmeden aynı sayfada göremezsiniz dolayısıyla Photoshop sadece kutularda var, benim portremde hiçbir oynama yok. Sivilcem var, bıyığım çıkmış, çatlaklarım var. Bugün böyle bir portrenin sosyal medyada veya basılı mecrada olabilmesi için ona müdahale edilmesi gerekir. Hatta artık herkesin telefonunda bir ‘retouch’ uygulaması var. Sosyal medya sıfır hatalı, kusursuz insanlarla dolu. ‘Free Transform’ bu eleştiriyor. Ben de aslında beni hiç görmediğiniz bir halimle oradayım çünkü sonuçta sosyal medyaya fotoğraf koyduğumda ben de güzel olanını seçip koyuyorum. Sessizlik de işi basit tutmak istememden kaynaklandı, çünkü öne çıkanın retouch eylemi olmasını istedim, konunun benim görselimle ilgisi yok, ben sadece kendimi araç olarak kullandım. ‘Free Transform’ benim çok inandığım bir iş, şu anda anlaşılması zor olsa da, ileri ki yıllarda baktığımızda gerçekten anlaşılabilecek bir hatıra olacağına inanıyorum.
10
FutureFemale, Part I., pirinç ve deri detaylı el yapımı mızrak, 120 cm
Feminizmin anlam değiştireceğinden bahsediyorsun. Ben feminizm tabirine kesinlikle inanmıyorum. Benim için erkekler günü yoksa kadınlar günü de olmamalı. İlla bir kelimeye ihtiyaç duyuluyorsa, hümanizm yeterli. Bence feminizm kendi içinde hala taraf tutan bir kelime. Bir örnek verirsem, bir yılan var ve sürekli kuyruğunu ısırmaya çalışıyor, dönüp dönüp duruyor. Bu, bence feminizmin bugünkü hali. Bu kelimenin arkasına saklanmaya değil de, kelimenin yok olmasına ve buna ihtiyaç duyulmaması gerektiğine inanıyorum.
9
084
Son olarak, motivasyonun ne? Her sabah yüksek motivasyonla uyanıyorum, nasıl oluyor ben de bilmiyorum. Kişisel sergi yapmayalı iki sene olmuştu. Geçen sene oturdum, dedim ki, ‘Joana hiçbir şey yapma, bu motivasyon sende daha ne kadar ilerleyecek onu öğren. Sen bu işte iyi misin, iyi olmak istiyor musun?’ Ve baktım ki kendimi anlatabileceğim başka bir mecra bulamıyorum. Başka yeteneklerim de var tabii ama onlar beni zorlamıyor. Ben A noktasından Z noktasına nasıl gideceğimi bilmiyorum ve bunu bilmek için ölüyorum. Hayatım boyunca bunu yaşayabilecek olma hevesi beni motive ediyor. Başında ne olduğunu hissediyorum ama sonunu bilmiyorum.
12
Kariyerinin büyük kısmını, tarihin gelmiş geçmiş birtakım tiranlarını ve otoriter liderlerini beyazperdeye taşıyarak geçirmesinin ve yıllar önce Faust ile Altın Aslan’ı kazanmasının ardından, sıra Rus usta Sokurov’un son filmi Francofonia’da. İstanbul Film Festivali’nde gösterime girecek film, Louvre Müzesi’nin tarih boyunca geçirdiği evrimi ele alıyor. Yönetmenle, festival öncesi konuştuk.
Röportaj:
Nando Salvà
086
ALEXANDER SOKUROV
Yeni filminiz Francofonia’da, esasen Avrupa’yı incelemek amacıyla Louvre’un tarihini ele alma fikri nereden aklınıza geldi? Burnuma bir koku geldi; duman kokusu. Ve 70 yıl önce Avrupa yanarken nasıl davrandığımızı hatırlamanın önemli olduğunu düşündüm. Böylece tekrar yangın çıktığında bu sefer onu nasıl söndürmemiz gerektiğini belki öğrenmiş oluruz. Öte yandan, insanların neredeyse hiçbir zaman savaşları engelleyemediğinin de farkındayım. Yanan bir ev gördüğümüzde tek yaptığımız durup izlemek.
4
Yaşayan en büyük yönetmenlerden biri olarak görülüyorsunuz. Bu sizin için önemli mi? Kesinlikle değil. Aslına bakarsanız sinemayı hiçbir zaman önemli bir şey olarak görmedim. Kültürel bir fenomen olarak ikinci planda olduğu söylenebilir. Kendi başına elde ettiği çok fazla başarı yok, çünkü en mühim özellikleri, resim ve heykel gibi, daha üstün sanat biçimlerinden ödünç alınmış.
1
Bu durumda diğer yönetmenler size ilham vermiyor mu? Daha ziyade ressamlar, besteciler ve yazarlardan ilham alıyorum; müzeler de bu yüzden benim için çok önemli. Filmlerden pek bir şey öğrendiğimi söyleyemem. Benim için gerçek ustalar Tolstoy ve Rachmaninoff gibi insanlar ve Louvre gibi kurumlar.
2
Eski bir söyleşinizde 19. yüzyıldan sonra yapılan sanatın gerçek sanat olmadığını söylemiştiniz. Gerçekten böyle mi düşünüyorsunuz? Evet. 19. yüzyıla kadar sanatçılar mantığın değil kalplerinin sesini dinliyorlardı, inanç doluydular. Fakat günümüzde sanatçılar inançtan yoksunlar, ortaya çıkardıklarıysa rasyonel kararların ürünü.
Bu oldukça kötümser bir yorum. Aksine, ben fazlasıyla iyimser birisiyim, bu dünyada benden iyimserini bulamazsınız. Eğer kötümser olsaydım zaten bu filmi yapmazdım. Francofonia iki küçük ve önemsiz insanın hikayesi: Louvre’daki sanat eserlerini kurtarmayı başaran Fransız bir müze yöneticisi ve bir Alman subayı. Bu da insanlığın cesaretine dair pek çok şey anlatıyor.
5
3
Daha önce de bir müzeyi ele alan bir filminiz olmuştu: Russian Ark, Hermitage’ın tarihine yapılan bir yolculuk gibiydi. Müzeleri bu kadar önemli kılan nedir sizce? Müzeler sayesinde sanatın, insani bilincin şekillenmesindeki ve genel olarak konuşmak gerekirse, medeniyetin gelişmesindeki rolü gözler önüne seriliyor. Yalnızca önemli bir sanat eseri bize birer Avrupalı olarak kim olduğumuzu anlatabilir. Bu nedenden dolayı müzeler korunmalıdır. Eğer insani değerlerimizin arasında müzelere yer vermezsek, kültürel temellerimizi unutmaya mahkum oluruz.
6
Bu durumda, müzeler geçmişi canlı kılıyor ve filminizde de belirttiğiniz üzere, geleceğe uzanırken geçmişi unutmamalıyız… Kesinlikle. Ulusal ve Avrupalı kimliğimizi geliştirebilmek için geleneklerimizi, onları inkar edenlere karşı korumalıyız. Bana kalırsa devrimci prensipler yıkımın habercisi, zira geçmişte yapılanları inkar ediyor. Sanatın nasıl geliştiğini öğrenebilmek için okullara ve müzelere ihtiyacımız var, aksi takdirde gelişmemiz ve ilerleyebilmemiz mümkün değil.
7
Francofonia, 2015
087
2014’ten beri IŞİD’in Irak ve Suriye’deki kültürel mirasları kasten yok etmesine ne diyorsunuz? Sanatı yok eden insanlığı da yok etmeye çalışıyor demektir. Bu tür davranışlar dünyamızın, hiçbir değer yargısı olmayan mahluklar tarafında tehdit altında olduğunu gösterir. Onlara karşı tepkimiz, geçmiş toplumların yırtıcı hayvanlara karşı saldırıya geçmesinden farklı olmamalı. Medeniyet olarak ayakta kalmak istiyorsak, görevimiz kendimizi bu tür saldırılardan korumaktır. Eğer bir virüs seni yok etmek niyetindeyse, masaya oturup müzakerede bulunmayı ummazsın. Bu durumda gerekli olan aşırı önlemler almak ve problemi ortadan kaldırmaktır.
8
Francofonia’nın alt başlığı ‘An Elegy for Europe/ Avrupa’ya Ağıt’. Ağıt, ölenin ardından duyulan acıyı dile getiren şiir anlamına geldiğine göre, neden Avrupa için yas tutmak gerektiğini düşünüyorsunuz? Açıkçası, Avrupa’nın ağır yaralı olduğu kesin. Siyasi elitler arasında büyük bir entelektüel boşluk var. Avrupa kültür ve medeniyetini koruyamıyorlar. Bu açıdan bakıldığında, Avrupa adeta çıplak ve bu nedenle tarihin tekerrür etmesine hiçbir müdahalede bulunamadan şahitlik etmek durumunda kalıyoruz. Hayatımın büyük bir kısmını Sovyet rejiminde geçirdim ve rejimin sonu geldiğinde, artık özgür bir adam gibi hissedebileceğimi düşündüm, ama durum hiç de öyle olmadı. Şimdi de Nazizm’in üzerinden 70 sene geçtikten sonra, Almanya, Rusya, Macaristan ve hatta Avrupa’nın her yerinde Neonazi hareketlerinin doğduğunu görüyoruz. Yaptığımız hatalardan hiçbir şey öğrenemiyor olmamız ahlaki bir felaket ve bir trajedi.
Francofonia, 2015
9
088
Filmlerinizin festivallerde yarışmasından hoşlanmadığınızı, başka yönetmenlerle rekabet içine girmenin size manasız geldiğini dile getirmiştiniz. Fakat yine de rekabetin içinde yer almaya devam ediyorsunuz. Neden? Yarışmalara katılmak durumundasınız çünkü bir filmi tanıtmanın en ucuz yolu bu. Yapımcılarım meteliksiz ve onlara yardımcı olmam gerekiyor. Ama elimde olsa evde kalmayı tercih ederim.
11
Peki politik bir konsept olarak Avrupa ölse ne olurdu? Avrupa’yı seviyorum ve ona ihtiyacım var. Varoluşumuzun tek garantisi onun varlığı. Örneğin Rusya için bu bir ölüm kalım meselesi, çünkü Rusların Avrupa’ya olan ahlaki ve manevi bağları çok güçlü. Biz Ruslar olarak, Avrupa olmadan ayakta kalamayız, çünkü bizim topraklarımız çok soğuk ve Avrupa’nın sıcaklığına ve sanatına ihtiyacımız var. Avrupa halen hazinelerle dolu ve Rusya’da ise hayat düş kırıklığı yaratıyor. Eğer günün birinde dünyanın sonu gelirse, en çok özleyeceğim şeyler yaz akşamları ve Avrupa kültürü.
10
Kariyeriniz boyunca ciddi konular hakkında dönem filmleri yaptınız. Günün birinde, mesela günümüzde geçen bir romantik komedi gibi, daha hafif bir şeyler yapmayı düşünmez miydiniz? Tabii ki romantik bir film yapmayı düşünebilirim. Öte yandan aşk kesinlikle hafif bir konu değil; çözümlenemeyen bir gizem. Her türde film yapmayı düşünebilirim. Fakat asla bir savaş filmi yapmam. Babam İkinci Dünya Savaşı’nda savaştı ve bu tecrübeyle ilgili neredeyse tek bir laf bile etmedi, bu onun için dehşet vericiydi. Bu konuda bir film yapmayacağıma dair ona söz verdim.
12
watch out
Kadına dair yazılı çizili ne arasanız Kadın Eserleri Kütüphanesi’nde bulabilirsiniz. Oradaki eserler üzerinden, Osmanlı’dan bu yana bu topraklarda kadının macerasını sayfa sayfa takip etmek hem heyecan verici hem de öğretici. Kütüphanenin yönetim kurulu üyelerinden İmren Sipahi, hem kendini hem de bu geniş arşivi anlattı.
Röportaj:
Nevşin Mengü Fotoğraf:
Gökhan Polat
090
İMREN SİPAHİ
Peki şöyle bir değerlendirme istesem sizden, Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu yana kadın nereden nereye gidiyor? Koskoca bir Cumhuriyet tarihinde kadınların kazanımlarını saatlerce anlatmak mümkün. Ama ben tam da bu noktada şimdiki eğitim politikaları yüzünden ne denli geriye düştüğümüzü saptamak isterim. 4+4+4 sistemi ile kızların okula gönderilme oranı %20 azaldı. Bir yandan, kız-erkek karma sistemin değiştirilmesi için kanun tasarıları hazırlanıyor. Okullar imamhatipleştirildi ve çok küçük yaştaki kızlar tesettüre sokularak eğitim görüyorlar. İleriki yıllarda bunların yansıması hem kadın-erkek seküler kesim için ve özellikle biz kadınlar için çok kötü sonuçlar verecektir diye düşünüyorum.
4
Kadın Eserleri Kütüphanesi’nde kadınlar için üretilen eserler mi var, kadınların ürettikleri eserler mi? İkisi de var. Ama doğal olarak, kadınların ürettikleri çoğunlukta.
1
Bu kütüphaneyi kurmak kimin fikriydi? KEK Vakfı, kadın hareketine emek vermiş kadınların, bilgi ve belgeye ulaşmakta zorlandıkları 80’li yıllarda bir düş gibi tasarlandı ve proje haline getirildi. 100 kadının bağışladıkları 100’er TL, 100 kitap, 11 sanatçının sanat eserleri ana varlık gösterilerek vakıf senedi hazırlandı. Yasal prosedür tamamlandıktan sonra, Nisan 1990’da açıldı. Ve bu serüven 26 yıldır sürüyor.
2
Eserler arasında gezinince aslında şunu da görüyor insan, kadın hakları Türk kadınına sanıldığı gibi çok da öyle havadan verilmemiş, Osmanlı’dan bu yana sürmüş gelmiş bir mücadele var. Elbette. 1843’lerde başlayan Osmanlı kadın hareketi var; öncü kadınlar, bu kadınların kurdukları cemiyetler ve yayın organları var. Mesela, bana en çok enteresan gelenlerinden biri, 1913 yılında “feminizm” sözcüğünü kullanmaktan çekinmeyen Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti... Cumhuriyet’in kuruluş döneminde ise, ilk kadın siyasi partisi olan Kadınlar Halk Fırkası kurulmuş, ancak 1909 tarihli seçim kanununda kadınlara oy hakkı tanınmadığı için onaylanmamış. İşte, Atatürk’ün dehası tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Biliyoruz ki, ilk meclis, heterojen sosyolojik ve kültürel yapısıyla kadın haklarını tanıyamayacak yapıda ve o bunu biliyor. Ancak 1934 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıyan yasayı meclise getiriyor ve kabul ediliyor.
3
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile temasınız var mı? 90’lı yıllarda bu bakanlığın adı Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı idi. 10 yıl kadar, çok şeffaf ve bizi destekleyici bir yapıdaydı. Hem Vakıf ’a önemli katkılar sundular, hem de beraber projeler yaptık. Değişen iktidarla birlikte, bakanlığın önce adı sonra içeriği değiştirildi ki biz bu konularda diğer aktivistlerle birlikte çok ciddi uyarılarda bulunduk, ve bakanlıkla pek bir temasımız kalmadı. Çünkü özne değişti. Biz “kadın” diyoruz, onlar “aile” diye dayatıyorlar ve bu tavır bütün politikalarına da yansıyor.
Kütüphanedeki eserlerden, bugüne kadar sizi en çok etkileyen eser hangisi oldu? Arap alfabesinden Latin alfabesine özgün bir dilde, sekiz kitaplık bir külliyatla gün yüzüne çıkarılması sayesinde Osmanlı dönemi kadın dergilerini okuyabilmem oldu. Bunların içeriğinin zenginliğine tanıklık etmek, bilinmeyenlerini ve gizemlerini inceleyebilmek çok anlamlı bir araştırma süreciydi. Yeri gelmişken, Finlandiya Büyükelçiliği’nin bu çalışmadaki katkısına teşekkür etmek isterim.
6
5
7
Fotoğraf:
Ara Güler Kadın Eserleri Kütüphanesi 091
SOME WOMEN OF ART THERAPY
ZEYNEP ÇATAY ÇALIŞKAN
Hazırlayan:
Merve Yeşilçimen Fotoğraflar:
Gökhan Polat
Lisansın psikoloji üzerine, dans terapisine ne zaman yöneldin? Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde lisansımı yaparken bir yandan da modern dans yapıyordum. Bu sırada dans terapisi diye bir alan olduğunu öğrendim. Beden ve zihni bir bütün olarak gören bir psikoterapi yaklaşımı bana çok anlamlı geldiği için bu işin peşine düştüm ve ABD’de Lesley Üniversitesi’nde Dışavurumcu Sanat Terapileri Programı’nda Dans/ Hareket Terapisi alanında yüksek lisans yaptım. Ardından, klinik alanda kendimi geliştirmek için Long Island Üniversitesi’nde Klinik Psikoloji doktora programına devam ettim. Doktoramı aldıktan sonra da Türkiye’ye döndüm ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladım.
1
092
Dans terapisi dışında başka hangi alanlarda aktif olarak terapi uyguluyorsun? Yetişkinlerle ve ergenlerle sözel psikoterapi, çocuklarla da oyun terapisi yapıyorum.
3
Orada kapsamlı bir sertifika programı başlatmıştınız, bu programın devamı gelecek mi? Evet. Amerikalı dans terapisti ve eğitmen Marcia Plevin ile birlikte tasarladığımız Yaratıcı Hareket ve Dans/Hareket Terapisi Programı ilk mezunlarını veriyor. Mezunlarımızın bu çalışmayı çok farklı klinik ortamlara taşımaya başladıklarını görmek çok heyecan verici. 2016 Sonbahar döneminde sertifika programımıza yeni başvuruları kabul edip yeni bir eğitim dönemine başlamayı planlıyoruz.
2
Yakın zamanda, sakin kalmayı başaramadığın bir gün yaşadın mı? Ülkemizdeki ve dünyadaki gündemin çok ağır olması nedeniyle umutsuzluk yaşadığım günler sıkça oluyor. Böyle zamanlarda ayağımın yerle temasını tekrar hissetmeye çalışmak ve nefesimi bulmak yardımcı oluyor. Bir de diğerleri ve dünya için iyi şeyler yapan insanlarla temas kurmak, birlikte bir şeyler üretmek iyi geliyor.
4
VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi Sunar:
GEÇ OLMADAN EVE DÖN Konutun Serüveni Üzerine Bir Sergi Küratör: Cem Sorguç
31 MART - 26 HAZİRAN 2016 Salı - Pazar (10.00 - 18.00) Perşembe (10.00 - 20.00) İstanbul Modern Sanat Müzesi Meclis-i Mebusan Caddesi, Liman İşletmeleri Sahası Antrepo 4, 34433, Karaköy
VÇMD #5 www.VitrACagdasMimarlikDizisi.com facebook.com/VitrACagdasMimarlikDizisi
twitter.com/@VitrATurkiye #vcmd
SOME WOMEN OF ART THERAPY
ASLIHAN ÖZCAN
C
M
Y
CM
MY
Günde maksimum kaç seansa giriyorsun? Hastanede çalıştığımdan, gördüğüm hasta sayısı çok değişken. Normal terapilere göre ihtiyaçlar ve sınırlar çok farklı. Tabii ki belli standartlara uymaya çalışıyorum ama benim işim daha çok ihtiyaca göre şekilleniyor. Yine de, yedi saatin üzerinde hasta görmek sağlıklı olmadığı için, kendime böyle bir sınır koymaya çalışıyorum.
3
Çalışırken enerjini yüksek tutabilmek adına neler yaparsın? Benim enerjim, ilk hasta kapıdan girdiği anda yükselir çünkü çocuklarla çalışıyorum. Ben onları bir an için bile rahat ettirdiğimde, anlaşılmış hissetmelerine yardımcı olduğumda, dünyaya anlam verebilmelerini kolaylaştırdığımda saatlerce daha çalışacak motivasyonu buluyorum. Bunların dışında, enerjimi koruyabilmek için sosyallik ve daha da önemlisi ailem ve arkadaşlarım benim için vazgeçilmez. Ayrıca sanatla uğraşıyorum, yaratıcı tarafıma değdiğim her an çok mutlu oluyorum. Ve en önemlisi de köpeğim, eve gelip kafamı onun kafasına dayayınca topraklanma gibi bir şey oluyor, hatlar hemen temizleniyor.
2
Profesyonel yardım almadan, psikolojik problemleri çözmek mümkün mü? Bazı durumlarda, evet. Her insanda doğuştan gelen yaratıcı, iyileştirici bir güç olduğuna inanıyorum. Hepimiz aslında içimizde daha iyi olmak istiyoruz ve bize iyi gelen şeyleri biliyoruz. Fakat bazen, yaşadıklarımızdan dolayı, bu sesi duyamaz hale geliyoruz. Terapi, insanların bu sesle iletişim kurmasını hedefliyor. Bazı kişisel gelişim kitapları da terapi gibi o sesin duyulmasına yardımcı olabiliyor. Ama bazen o ses o kadar kısık kalıyor ki, kitaptan okumak yetmiyor, terapi gerekiyor.
1
094
CY
CMY
K
Kanserli çocuklar için bir dönem gönüllü çalışmışsın. Hayata geçirmek istediğin başka bir proje var mı? Zaten kanserli çocuklarla çalışmayı hiç bırakmadım. Bu sene yeni bir proje daha başlatıyoruz. Hedef yine gönüllüleri eğiterek, daha çok çocuğa ulaşmak. Ayrıca, kanserli çocuklarla çalışan psikologlara gönüllü mentorluk da yapıyorum.
4
www.brandwho.com
SOME WOMEN OF ART THERAPY Sence yüzleşmek mi zor, kabul etmek mi? Yüzleşmek, bana göre, içeride ve dışarıda, bireysel ve toplumsal düzeyde olan biteni keşfetme cesareti. Kabule gelebilmek için önce yüzleşmek gerekiyor. Yüzleşebilmek için bireyin kendine dönebilmeye ve içsel bir gözlem yapabilmeye yönelik bir açıklığının olması önemli. Kimliğini tarif ettiğini düşündüğü tanımlara, öykülere sıkı sıkı tutunan birinin yüzleşmesi de daha sancılı oluyor. Tam bu nokta da bizi kabul ve red noktasına götürüyor.
FULYA KURTER
1
096
Ne tür oyunlarla katılımcıların kendilerini keşfetmelerini sağlıyorsun? Psikodramada farklı amaçlara yönelik pek çok ısınma oyunu bulunuyor. Tanışma, güven oluşturma, grup kohezyonu, empati ve spontanite geliştirme gibi. Bunun dışında protagonist merkezli dediğimiz, yani bireyin grup içinde belirgin bir temasına/sorununa odaklandığımız çalışmalar da var. Ancak burada altı çizilmesi gereken, psikodramanın “an” felsefesinden güç aldığıdır. Yaratıcı sürece kendimizi bırakmak, ihtiyaç olanın kendisini göstermesine ve karşılık bulmasına izin vermek esas olandır.
3
Psikodramanın grup çalışmalarında daha etkili olduğunu düşünüyor musun? Yalnızca konuşmanın esas olmadığı, sözün ötesindeki ifade yollarına da alan açan pek çok yaklaşımı aslında etkili buluyorum. Çünkü yalnızca zihinden ibaret değiliz. Hatta Zerka Moreno, “Sadece konuşma ruha giden yol olamaz.” demiştir, ki psikodramatik canlandırma gerçek yaşamın bu yönünü yansıtmaya en yakın terapilerden biri. Her şey somutlaştırılabilir, sahnelenebilir, ses ve ifade bulabilir. Her zamana, mekana gidilebilir ve kişiyle gerçek anlamda karşılaşabiliriz.
2
14--->17 April Nisan 2016 — KüçükÇiftlik Park S PO NS O R E D B Y
SPONSORLUĞUNDA
Jüri Jury
MAMUT ARTPROJECT .COM
Banu Gündoğdu Ömer M. Koç Erinç Seymen Ali Şimşek Fatoş Üstek
SOME WOMEN OF ART THERAPY
EDA KURTULUŞ AKIN
Sanat terapisi alanında başarılı bir kariyer için terapistin sanata eğilimi olması belirleyici bir unsur mudur? Bundan ziyade, terapistin kendisiyle ilgili farkındalığının ne kadar olduğu, bu tür teknikleri yaşantılayıp yaşantılamadığı önemlidir. Kendisine; üzülmeye, öfkelenmeye, mutlu olmaya ne kadar izin verdiği terapinin iyi, terapistin başarılı olmasını belirleyen önemli faktörlerden biridir.. İyi bir terapist, terapi sırasında ne kadar sanatsal olduğu ile değil danışanın duyguları ile ilgilenmeli, merak etmeli, danışanına duygularını fark ettirmek için yollar aramalı. Bu yollardan biri de dışavurumcu tekniklerdir.
1
098
Peki, sürekli sakin ve soğukkanlı kalabilmek zor değil mi? Her duruma karşı soğukkanlıyım demenin hiçbirimiz için çok mümkün olduğu düşünmüyorum. Karşılaştığım üzücü ve şaşırtıcı olaylar karşısında kendimden her zaman soğukkanlı olmamı beklemiyorum.
3
Tecrübelerine dayanarak, dışavurumcu tekniklerin diğer terapi tekniklerine göre daha etkili olduğunu düşündüğün belirli bir yaş grubu var mı? Ben yetişkinlerle çalıştığım için deneyimlerim daha çok yetişkinlerle sınırlı, ancak şöyle bir yorum yapabilirim; çocuk, yaşadığı sorunlarla oyun oynayarak baş eder, bu zaten başlı başına dışavurumcu bir eylemdir. Çocuğun oyun oynamasını engellemediğiniz sürece o bir yolunu bulur; resminde, hikayesinde o sorunla baş edene kadar oynar ve dışavurur. Bu bağlamda, dışavurumcu teknikler yetişkinlerin, çocukken nasıl olduklarını hatırlamaları ve güçlerinin farkına varmaları için hızlı ve güçlü araçlardır diyebilirim.
2
Sanat terapisi dışında psikodrama ve Gestalt Terapi eğitimlerin de var. Bu üç alanın ortak noktası, hepsinin dışavurumcu teknikleri kullanması. Gestalt Terapi yaklaşımı hayatıma girdikten sonra insana, terapiye karşı bakış açımın farklılaştığını ve terapiye Gestalt çerçevesinden bakmayı seçtim. Bu yaklaşımın hümanistik doğası, her insanın biricikliğini vurgulayan fenomenojik yaklaşımı, onu benimsememde etkili oldu diyebilirim.
4
D E S I G N PO R T R A I T.
Charles, seat system designed by Antonio Citterio. www.bebitalia.com
B&B Italia Stores: Ortaköy Dereboyu Cad. No: 78 34347 İstanbul T. +90 212 327 05 95 - F. +90 212 327 05 97 Cinnah Cad. No: 66/1 Çankaya Ankara T. + 90 312 440 06 10 - F. +90 312 440 05 94 www.mozaikdesign.com - info@mozaikdesign.com
SOME WOMEN OF ART THERAPY
LEYLA AKCA
Van Sanat Projesi’ne nasıl dahil oldun? Van Sanat Projesi fikri ben yüksek lisans yaparken ortaya çıktı. Bir yandan mezun olmaya çalışırken bir yandan da ekibimle bir proje oluşturduk ve 2012 yazında yani depremden sekiz ay sonra ilk kez Van’a gittik. Orada depremzede kadın ve çocuklarla sanat terapisi yöntemlerini kullanarak grup çalışmaları yaptık. 2013’te tekrar yazın bölgeyi ziyaret ettik çalışmalarımızı farklı depremzedelerle tamamladık.
3
Sanat terapisine seni yönlendiren ne oldu? New York’ta, bir PR şirketinde görsel iletişimden sorumlu olarak çalışırken, kurumsal hayatın beni mutlu edebilecek yer olmadığını anladım. Bana bir amaç verebilecek, alan yaratacak bir arayışa girdim ve gönüllülük yapmaya karar verdim. Daha önce hayvan barınaklarında gönüllülük yaparken hissettiğim mutluluğun çocuklarla çalışırken katlanarak arttığını gördüm, hele bunu sanat yoluyla yaparken çok daha keyifli olduğunu fark ettim. İlgim bu alana kayınca, kararımı verdim ve ilk önce psikoloji eğitimi aldım sonrasında da sanat terapisi yüksek lisans programını tamamladım.
2
Kendini nasıl hissediyorsun? Bu soruya basit bir cevap bulamıyorum. Hem iyi, hem kötü, hem sakin, hem telaşlı, hem umutlu, hem de endişeli hissediyorum, ancak bugüne kadarki hayatın hakkında ne hissediyorsun dersen ‘tatmin’ derim sanırım. Bu hayattaki amacımı buldum ve o yolda yürümek bana dayanıklılık ve inanılmaz bir mutluluk veriyor.
1
100
Son zamanlarda kendinle alakalı bir keşfin oldu mu? Ruhumu besleyen çok güzel insanlar ve hayvanlar var. Bu yeni bir keşif değil ama onların değeri benim için her gün katlanarak artıyor ve bu beni hep daha fazla mutlu ediyor.
4
RENKLER VE DUDAKLAR Prodüksiyon:
an original idea by CO Fotoğraflar:
Begüm Yetiş Moda Editörleri:
Deniz İrem Çek, Utku Palamutçu Saç:
Burhan Çılgın no.21 Makyaj:
Ömer Faruk Dinç Moda Editörü Asistanı:
Yağmur Sefa Fotoğraf Asistanı:
Can Sever Model:
BU BİR İLANDIR
Michelle/ Option MGMT
102
Modern ilham kaynağı olarak gördüğü kadını, her türlü ortama adapte eden bir renk skalasıyla tanışmak üzeresiniz. Haletiruhiyenizi ifade etmek için ağzınızdan çıkan kelimeler, bu noktada ikinci planda kalacak, zira Estée Lauder Lip Potion sizi anlatır cinsten.
Naughty Naive Nar çiçeğinin gençlik iksiri olarak bilinmesi, Lip Potion ile biraz daha anlamlanıyor. Dudaklarınıza nüfuz eden gençliğe, ve akabinde gelen naif duruşa yön vermek sizin elinizde. 103
104
Lethal Red Çağımızın muallakta kalmış kavramı ‘zamansız’ kelimesinin içini dolduran kırmızı likit ruj, bir kadının ihtiyaç duyduğundan çok daha fazlasını vadediyor.
105
106
Vague Obsession Her şey olması gerektiği gibi; kıyafetleriniz oldukça rahat, saçlarınız bu duruşu tamamlıyor ve dudaklarınız olabilecek en doğal renge bürünüyor.
107
108
True Liar Adından mütevellit, ruh halinizin değişken tavrına en uygun renge bakıyorsunuz. Bordo, artık tahmin ettiğinizden çok daha genç.
109
Extreme Nude Gün geceye doğru evrilirken, Lip Potion’ın alametifarikası ortaya çıkıyor ve dudak renginiz, başka bir şeye ihtiyaç duymadan sizi ilerleyen saatlere hazırlıyor.
110
111
LOU & NILS SCHOOF Büyük planları yok,
Röportaj:
Olga Şerbetcioğlu Fotoğraflar:
Christoph Neumann Moda Editörü:
Agnes Friedrich Saç ve Makyaj:
Florian Ferino M.A.C ürünleriyle
Place Models’a teşekkürler.
112
ama en iyi ihtimaller onların yanında. O ihtimallerden birinde, buradalar; Christoph Neumann’ın Berlin’deki stüdyosundan bize bağlanıyorlar.
113
Haletiruhiyeniz süpermodel olmaya hazır mı? L: Eğer bu yükün altında ezilip kalacağımızı ve kendimizi kaybedeceğimizi düşünseydik bu işe baştan adım atmazdık. Yaptığımız işin getirdikleri ve götürdükleri elbette oldukça fazla, ama karakter olarak, göründüğümüzden çok daha olgun insanlarız.
4
Sahi, süpermodel diye bir kavram kaldı mı sizce? L: Kesinlikle kalmadı. Modelliğin önüne eklenmiş yersiz bir sıfattan ibaret olan bu tanımın eninde sonunda ortadan kalkması gerekiyordu zaten.
5
Lucky Blue ile kız kardeşlerinin ve Gigi ile Bella’nın geçtiğimiz yıl sürdükleri hükümranlıktan sonra, bu yılın sizin yılınız olacağı konuşuluyor. Buna katılıyor musunuz? LOU: Bu kadar iddialı bir söyleme cevap vermemek en doğru şey olsa gerek. Bekleyip göreceğiz ama içimizde güzel şeyler olacağına dair güçlü bir his var.
1
2
Kaç yaşındasınız? NILS: Ben 17 yaşındayım, Lou 21.
En tuhaf tarafınız ne? Bu sorunun cevabını siz verseniz? Zira kendimize objektif olarak bakma fırsatına henüz erişmiş değiliz, hem de bizi tanımaya başlayan insanların bize dair daha çok fikir sahibi olmak için bizi anlamaya çalışmalarını ve iyi ve kötü huylarımızı kendilerinin keşfetmelerini istiyoruz.
3
114
N:
Modelliğe başlamakla ilgili ilginç hikayeleriniz var mı? L: Modelliğe ilk ben başladım. Nils’i bu işe bulaştıran da ben oldum. Hamburg’da geçirdiğim sıradan bir günde, trende yolculuk yaparken keşfedildim. Tanımadığım bir insanın bana yaklaşıp modellik yapmak isteyip istemeyeceğimi sorması enteresan bir deneyimdi. Aslında o güne kadar etrafımdaki pek çok insan ilginç bir surat ifadesine sahip olduğumu ve bunu profesyonel olarak kullanmam gerektiğini söyleyip duruyordu ama ben bunu ciddiye almıyordum.
6
O gün nasıl görünüyordun? L: Her ne kadar buna kendim inanmasam da muhtemelen ilgi çekici bir halim vardı. Kendimi hiçbir zaman sıradışı, çekici ve güzel bir kadın olarak görmedim. Place Models’da beni temsil eden Yannis ile tanışana kadar da aynı fikirdeydim. Ama işin uzmanı olan birisinden, etrafımdaki diğer insanlardan duyduklarıma benzer cümleleri bir kez daha duymak, fikrimi değiştirmemi sağladı. Bu arada Nils’e gelecek olursak; ben model ajanslarıyla çalışmaya başladıktan birkaç yıl sonra, onun bir fotoğrafını Instagram’da paylaştım ve ajanstaki temsilcilerim onu da işin içine dahil etmeye karar verdi. Gördüğün gibi, benim hikayem daha ilginç.
7
115
116
117
118
Geleceğe dair büyük planlarınız var mı? N: Yok. Plan yapmayı hiç sevmiyoruz, aksine ihtimaller üzerinden hareket edip elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz.
12
Sürekli birliktesiniz, bundan sıkılmıyor musunuz? N: Lou ile çalışmayı çok seviyorum. Sette, uzun yıllardır tanıdığım ve her ne olursa olsun güvenebileceğim birinin varlığı beni rahatlatıyor. L: Nils’i o kadar iyi tanıyorum ki, onu neyin rahatsız edip etmeyeceğini de çok iyi biliyorum, tabii zaman zaman birbirimizin damarına bastığımız da oluyor. Bazen kavga da ediyoruz, ama nihayetinde aramızdaki yakınlık her şeyden ağır basıyor.
8
Çekimlerde hayat kurtaran bir pozunuz var mı? L: Ah, evet. Birbirimize sarıldığımız ya da anlamsız bakışlar attığımız fotoğraflar gerçekten hayat kurtarıcı oluyor.
9
Biriniz çok iyi bir çekimde yer aldığında ve diğeri bu çekime dahil olamadığında, aranızda kıskançlık krizleri yaşanıyor mu? N: Bu çok normal bir durum, yaptığımız işin doğasında var. Bu yüzden Lou güzel bir iş alırsa ve ben buna dışarıdan bir göz olarak bakmak zorundaysam, onun adına heyecandan başka bir şey hissetmiyorum. L: Bu işte başarılı olmak için elimizden geleni yapıyoruz ve bireysel aldığımız işlere bile takım ruhuyla yaklaşıp birbirimiz için heyecanlanıyoruz.
10
Küçük kızkardeşiniz günün birinde size katılacak mı? L: Hiç sanmıyorum, kendisinin modellikte gözü yok.
13
Sizi tercih edebilecek müşterilere ‘paket program’ olarak sunulmak işinize yarıyordur herhalde. L: Tabii ki. Herhangi bir fotoğrafçı ya da moda editorü, ikimizden birini beğendiğinde, bir ‘uzantımız’ olduğunu öğreniyor ve bu fikir onların da kafasına yatıyor. Bundan sonraki süreç bizim için gayet rahat ilerliyor. Karşında iletişim kurabileceğin, aynı dili konuştuğun ve içinden geçenleri okuyabildiğin biri var ve bu insanla basit bir kurgu yaratman gerekiyor. Ortak deneyimleri göz önünde bulundurduğumuzda, bu bahsettiğim alternatif dünyanın parçası olmak gerçekten çok kolay bir hal alıyor.
11
Reenkarnasyona inanıyor musunuz? N: Hazır bugünü yaşayabiliyorken, öldükten sonra neler olacağına dair kafa yormamayı tercih ediyoruz.
14
119
120
121
122
123
124
125
Sonucun sebepten önce geldiği bir dünyaya davetlisiniz. Camper’ın renklere düşkünlüğü yoruma açık, haliyle bu alternatif dünya bizim elimizde ve hatta sizin elinizde şekilleniyor. Birazdan çevireceğiniz sayfalarda, bizim yorumumuzla tanışacaksınız. İstediğiniz rengi sahiplenmekte özgürsünüz.
SOFT POWER Prodüksiyon:
an original idea by CO Fotoğraflar:
Begüm Yetiş Moda Editörleri:
Deniz İrem Çek, Utku Palamutçu Saç:
Burhan Çılgın/No.21 Makyaj:
Ömer Faruk Dinç Fotoğraf Asistanı:
Can Sever Model:
Isabeau/Option MGMT
Elbise:
Dior Fular:
Dior Ayakkabı:
Camper
126
Üst:
Moschino/Beymen Pantolon:
Moschino/Beymen Bileklik:
Chanel Çanta:
Chanel Küpe:
Dior Ayakkabı:
Camper
127
Elbise:
Prada File:
Prada Küpe:
Prada Çorap:
COS Ayakkabı:
Camper
128
Çanta:
Chanel Çorap:
COS Ayakkabı:
Camper
129
130
G繹mlek:
Miu Miu Ceket:
Dior Bileklik:
Dior Ayakkab覺:
Camper 131
Elbise:
Dior Fular:
Dior Çanta:
Dior Bileklik:
Dior Ayakkabı:
Camper 132
Çorap:
COS Ayakkabı:
Camper
133
Palto:
Jil Sander/Harvey Nichols K羹pe:
Prada Bileklik:
Chanel Ayakkab覺:
Camper
134
EVENT MANAGEMENT
PUBLISHING
CONCEPT DESIGN
BRAND PLATFORMS
AND ANYTHING COOL
FOR MORE FACEBOOK.COM/COISTANBUL 123@COISTANBUL.COM +90 212 2590669
Jules Verne’in hayal dünyasını, İtalyan zanaatkarların el işçiliğiyle birleştiren bir hikayeye dahil olmak üzeresiniz. Birazdan okuyacağınız, kurgusu oldukça basit satırlar, modern, İtalyan, lüks ve yeni kelimelerinin altını çizmenizi ve özne olarak Tod’s’un hazırda bulunduğunu unutmamanızı öngörüyor.
Yazı:
Utku Palamutçu Fotoğraflar:
Luca Carnozzini
136
12 HAVALI ADAM
Michel Foucault, “Bir yerde herkes birbirine benziyorsa, orada kimse yok demektir.” cümlesini şüphesiz, kurguladığı sosyal teoriler ve kendi oyun alanı haline getirdiği dil bilimden destek alarak söylüyor. Sırtını dayadığı felsefi düşünceler, belki de dönemin yeni yüzyılı daha anlamlı kılmak için sorulan sorularına verilen cevaplara istinaden ortaya çıkan bir dizi hikayeden ibaret. Bu oldukça basit tümevarımı çıkış noktası olarak kabul ediniz, zaman-mekan kavramlarının ilerleyen cümlelerde gizli özne olarak yer almasını sağlayınız ve sosyolojik dozu yüksek bu alıntıya farklı bir açıdan bakınız. Bunu yaparken, her şeyden önce, bahsi geçen, sözde bir yerin prototiplerinden birisi olmak yerine, elinizdeki alternatifleri gözden geçirmeye başlayın. Tam bu noktada hikayenin ana karakteri olarak, kendinize her anlamıyla alternatif bir kişilik yaratın. Hayata bakış açınız, kadeh tutuşunuz, kıyafetleriniz, saçınızı taradığınız yön, dinlediğiniz müzik, yani uzun lafın kısası, aklınıza gelebilecek her şeyi daha iyi bir yedeğiyle değiştirin. Malum, yeni yüzyıl bunu gerektiriyor ve kimsenin olmadığı bir yer, birbirine benzer insanlarla dolu. Yarattığınız bu yeni karakteri, zoru başarması gereken bir insan olarak tahayyül edin ve 80 Günde Devr-i Alem’in alternatif bir versiyonunda başrole yerleştirin. Tahmin ettiğiniz üzere, istediğiniz dili konuşuyor olacaksınız ve ancak, karakterin alt metnini, bu hikayenin gizli öznelerinden birisi olan moda sektörü dolduruyor olacak. Bu çok bilinmeyenli
Leo Clamp’in yeni yorumunda, Tod’s’un lükse ve el işçiliğine verdiği önem demirbaş olarak kalıyor.
denklemin içinde, farklı şehirlerin centilmenlerini ortak bir paydada buluşturmak amacıyla, rotanızı İtalya’ya çevirin. İtalyan centilmenlerine olan aşinalığınız, Pitti Uomo’dan ve İtalyan Rivierası’nda Vespa’sını park eden takım elbiseli erkeklerden ibaretse, uzay boşluğunda süzülen centilmen kavramına daha derinlemesine bir bakış açısı yakalamak için Marcello Mastroianni ve Vincent Gallo’yu aynı kategoriye sokmayı başaran ortak noktaları düşünün. Uzun saçlar, kirli, hatta hafif uzun bir sakal, deyim yerindeyse jilet gibi bir gömlek ve Akdeniz, şüphesiz bu ortak noktalardan birkaçı. Bizim, hikayenin akıbetini belirlemek için ihtiyacımız olan özellik ise kalite ve el işçiliğine verilen önem, zira alt metni dolduran moda sektörü, bu özellikten dem vuruyor. İtalyan zanaatkarlarının el işçiliğine verdiği önem, şüphesiz moda sektörünü, İtalyan erkeklerinin gardırobunu ve hayat tarzını domino etkisi yaratarak etkileyen bir faktör. Öyle ki, iyi bir takım elbise, klasik bir çanta ya da şık bir ayakkabıdan ziyade, taşıdığınız kıyafete atfedilen değer sizi tahmin ettiğinizden çok daha çekici kılıyor. Haliyle, moda sektörünün zaman ve mekan tanımayan karakterinden mütevellit, el işçiliğine verilen önem, dünyayı turlayıp sizi buluyor ve Tod’s hikayenin bu kısmında başrol karakterini etkisi altına alıyor. 137
1920’li yıllarda el işçiliğini ön plana çıkartmanın ne kadar alışılagelmiş bir durum olduğu bir kenara, aynı prensibi yeni yüzyıla taşımayı başarmış olmak işin tuzu biberi. Dorino Della Valle, kendisinin büyük oğlu ve geleneği sürdüren diğer bütün aile üyeleri de ortak prensiplere sahip insanlar olarak, Tod’s’un modern el işçiliğini, İtalyan centilmenlerinden ilham alarak, devr-i alemin bir parçası haline getiriyor ve Tod’s Band, bu noktaya kadar biriktirdiğimiz verilere, modern çağın gereklerini ekleyip sağlama yaptığımız zaman karşımıza çıkıyor. Yıllar boyunca kültleşmiş birer moda ikonu haline gelen Tod’s ayakkabılar, Tod’s Band ile erkeklere yeni bir kapı açıyor. Leo Clamp, yeni yorumuyla birlikte, birkaç satır önce oluşturduğunuz alternatif karakteri peşine katıyor ve dünyanın dört bir yanına serpiştirilmiş farklı stilleri, İtalyan tarzını paydaya alarak bir bütün haline getiriyor. Bu bütünü oluşturan erkeklerden bahsederken, Como’da Villa Erba’yı ziyaret eden bir
138
Della Valle ailesinin klasik ve modern olana bakış açısı, günümüzdeki en muğlak kavramlardan biri olan ‘zamansız’ kelimesinin içini dolduruyor.
Fransız erkeğinin ya da Venedik’teki Rialto Market’ten alışveriş yapan bir Amerikalının, Portofino’da Taverna del Marinaio’da öğle yemeğini yiyen bir İtalyan erkeğinden farksız olduğunu, detaylarla destekleyen bir gruptan bahsediyoruz. Günün sonunda, farklı meslek gruplarını, farklı kültürleri, farklı ilham kaynaklarını ve haliyle 12 farklı ruh halini tek bir çatı altında toplayan Tod’s, yeniden yorumladığı Leo Clamp’ı bu erkeklere benzetiyor; klasik teknikleri temel alarak üretim yapıyor, modern bir doku kazanıyor, el işçiliğine her zamanki gibi önem veriyor ve İtalyan kültürünün karakteristiğini demirbaş olarak yanından ayırmıyor. İtalyan ruhunu yansıtan bu grubun 12 kişi ile sınırlı kalmayacağının altını çizmek bize düşüyor ve hatırlatmamız gerekirse, birbirine benzeyen insanların içinden ayrışmak istediğiniz noktada Tod’s Band ve Leo Clamp, kapılarını sizin için açıyor ve modern erkeğin gardırobunda, bu denli zamansız bir parçaya ihtiyacı olduğunu ekliyor.
XOXO The Mag’in katkılarıyla yayımlanmıştır.
Hafta içi gündüz seansları
Emir Geylani • 21 • Dövme Sanatçısı
8TL
film.iksv.org
istanbulfilmfestivali
ist_filmfest
istfilmfest
Dave Harrington her ne kadar çoğumuzun hayatına Darkside ile girmiş olsa da, bu defa kalabalık bir grubun lideri olarak karşımızda. Kendisiyle, yeni projesi Dave Harrington Group ve Darkside’dan bu yana değişenleri konuşuyoruz.
Röportaj:
Alican Öyke Fotoğraflar:
Willy Somma
Willy, Dave’i New York’ta XOXO için fotoğrafladı.
140
DAVE HARRINGTON
Kendini bir grup müzisyeni olarak mı tanımlıyorsun, yoksa müzik konusunda parlak fikirleri olan ve her oluşumun içinde rahatça yer bulabilen bir yetenek misin? İki tarafta da eşit derecede vakit geçirebiliyorum. Dave Harrington Group’ta sevdiğim ve tanıdığım müzisyenlerin arasında bir lider pozisyonu almış gibiyim ve bu da grup müzisyenliğinin bir formu. Bu oluşumun içinde rahatça var olabilmek ve herkesin elinden gelenin en iyisini yaptığını görmek ise durumun bir diğer sonucu olabilir.
4
Hayata geçirdiğin en son projen Dave Harrington Group 12 müzisyenden oluşuyor ve projedekilerin tümü arkadaşın. İlk kayıttan da duyduğumuz üzere bol bol emprovizasyon ve füzyon rock odaklı bir albümle karşılaşacağız. Tüm bu fikirler ve kişiler nasıl bir araya geldi? Kendi solo kariyerim üzerine yoğunlaşan birçok farklı fikirle ilgileniyordum. Yaklaşık iki yıl önce vaktimin çoğunu stüdyoda geçirmeye başladım ve arkadaşlarım da aynı süreçte şehirde vakit geçiriyorlardı. Kendimi bir anda favori müzisyenlerimle New York’ta buldum ve yoğun bir konsantrasyonun etkisi altına girdik. Bu süreci bir avantaja çevirmek istedim ve sonunda elde ettiğimiz şeyden çok memnun kaldık.
1
2
Bu yeni kadronun içinde kendisinden ‘gizli silah’ olarak bahsedebileceğin biri
var mı? Ben varım. Her ne kadar büyük bir ekip işi olsa da bu şimdiye kadar kaydettiğim en bireysel albüm oldu. Belki de bu yüzden bu projede kendimden bir lider olarak bahsedebiliyorum. Proje hakkında seni en çok heyecanlandıran ne oldu? Kalabalık bir ekipten çıkan bu yoğun enerji ve konu üzerine fikir yürütme kısmı beni çok heyecanlandırmıştı. Şimdiyse bu oluşum başka bir sürece giriyor ve tüm bu enerjiyi konserlere yansıtabilmek için daha az kişiden oluşan bir canlı performans kadrosu oluşturmaya çalışıyoruz. Sistemli sesleri bir araya getirmek yerine kayıttaki hissiyatı ön plana çıkarabileceğimiz bir hale bürünmeye çalışıyoruz ve bu keyifli bir süreç.
3
Darkside’ın müzik kariyerine kattığı en büyük şey ne? Öncelikle, Nico ile birlikteyken müzik kaydetme yöntemleriyle ilgili birçok farklı şey öğrendik. Prodüksiyon ve kompozisyon konularında çok sayıda deneme yaptık ve hala yola birlikte devam ediyoruz. Darkside sayesinde stüdyo dilini konuşabiliyorum.
5
Çalışmalarında farklı frekansları barındıran bir müzisyen olarak salt sessizlik hakkındaki düşüncelerin neler? Sessizlik dendiğinde aklıma hep boşluklar geliyor. Uzayın bir boşluk oluşu, enstrümanınızı çalarken oluşan matematiksel boşluklar ve tüm bunların bir müzisyenin kendini ifade etmesinde oynadığı rol... Sessizlik, üzerine kendi motiflerinizi işlediğiniz bir tuval gibi, ve geriye kalan her boşluğun birer anlamı olduğuna inanıyorum.
7
Müzik tarihinde neyi değiştirmek isterdin? Jimi Hendrix ölmeden önce Miles Davis’le birlikte bir albüm yapmayı planlıyordu. Her şey yolunda gitseydi, kesinlikle dünyanın gidişatını değiştirebilecek kuvvette bir albüm olurdu ve onu dinlemeyi çok isterdim.
8
Sence bir gitarist karmaşıklıktan sadeliğe doğru mu evrilir? Bir müzisyenin bir enstrümanla ilişkisi ömür boyu süren ve sürekli değişime uğrayan bir şey. Bugün gitarı elime aldığımda hissettiklerim dünkülerle aynı değil. Kendi adıma söylemem gerekirse, böyle keskin bir geçiş ya da farktan bahsedemem. Çünkü söz konusu bu evrim, sürmekte olan bir hareketin parçası. Dolayısıyla, bir yerden bir yere varmak ve tamamen o olmak gibi bir fikri düşünemiyorum. Her zaman değişiyorum ve karmaşıklıkta da sadelikte de bir şeyler bulmaya devam ediyorum.
6
141
Alev Scott’u ilk olarak Turkish Awakening kitabı ile tanıdık. Beş sene önce annesinin köklerine olan merakı onu Türkiye’ye getirdi ve Alev yıllar içinde Türkiye hakkında yazan bir gazeteci ve yazar haline geldi. Kendisiyle bir araya gelip Türkiye ile paralel ilerleyen değişimini konuştuk.
Röportaj:
Ali Tünay Fotoğraflar:
Gökhan Polat
142
ALEV SCOTT
Alev, Türkiye üzerinden bir kariyer üreteceğin hiç aklına gelmiş miydi? Açıkçası, böyle bir düşüncem yoktu. Londra’da bir tiyatroda yardımcı yönetmen olarak çalışıyordum. Merakımı dindirmek için buraya geldim. Belki bir altı ay kalırım diye düşündüm ama hala buradayım. Beş sene oldu.
1
Arada tiyatroya geri dönmek istediğin oluyor mu? İyi bir oyun izlersem içimde nostaljik bir duygu oluşuyor tabii. Ancak tiyatroyla uğraşmak çok zor bir kariyer. Hele ki Londra gibi bir şehirde...
2
Boğaziçi Üniversitesi’nde Latince dersleri verdin. Öğrencilerle ve Türk eğitim sistemi ile olan ilişkin nasıldı? Türk eğitim sistemi dikte etmek üzerine kurulu. Britanya sistemine alışmış birisi olarak zorluklar çektim. Serbest münazaranın daha fazla olmasını bekliyordum. Derslerde de biraz bunun üzerinde durdum. İstediğim koşullar maalesef tam olarak oluşmadı. Neredeyse öğrencilerle aynı yaşta olmama rağmen bana hep ‘öğretmen’ gözüyle baktılar. Tabii bazı açılardan çok Britanyalı geldim onlara, bu da sanırım bir duvar oluşturdu. Ama Latince dilbilgisini Türkçe anlatmanın göreceli olarak kolay olduğunu fark ettim. Son tahlilde nasıl bir deneyim olduğunu ise bilmiyorum. İyi veya kötü gitmiş olabilir çünkü bana pek bir şey söylemediler. Ama şu açıdan garip bir deneyim olduğu bir gerçek; ben klasik eğitim almış biri olarak Latinceyi sadece o disiplinden olanlarla beraber öğrendim ama sınıfımda mühendislik bölümlerinden gelenler de vardı.
3
Turkish Awakening, kuşkusuz, Türkiye’yi anlamaya çalışan yabancılar için yazılmış. Ancak dikkatimizi çeken bir nokta var; o da Türkiye’deki ataerkil kültür ve Türkiye’de kadın olmakla ilgili düşüncelerin... Kendi adıma iki durum söz konusu, birincisi Türkiye’de kadın olmak, ikincisi ise Türkiye’de yabancı kadın olmak. Kuşkusuz, bazı durumlarda bunları ayrıştırmak çok zor oluyor. Buraya gelmeden önce tam olarak neyle karşı karşıya kalacağımı bilmiyordum. Bu nedenle ilk geldiğim dönemde Türkiye’deki kadınların davranışlarına daha tepeden bakan bir tavrım vardı. Ama şimdi anlıyorum ki kadınların bazı feminen klişelere uyum sağlamalarının nedeni, kişisel çıkarları için bu şekilde davranmak zorunda bırakılmaları. Zaman geçtikçe buradaki durumları daha iyi anladığımı, daha az yargıladığımı düşünüyorum ve umuyorum.
4
O zaman kitabını bugün yazsan değiştireceğin bölümler olduğunu söyleyebilir miyiz? Tabii ki, herhalde bir sürü bölümü değiştirirdim. Turkish Awakening biraz o zaman dilimine ait bir ürün oldu. Kitaptaki bakış açısı çok taze izlenimlerden oluşuyor.
5
Türkiye üzerine yazmaya devam edecek misin yoksa farklı konulara kaymayı düşünüyor musun? Şu anda buradayım, dolayısıyla işimin ana hammaddesini Türkiye oluşturuyor. Ancak bu arada farklı ülkeler üzerine yazılar yazmayı sürdürüyorum. Seyahat yazarlığı yapıyorum. Siyasi haberler hazırlıyorum. Yakın zaman önce Afrika’daydım. Çok uzun süre bir yerde kalmanın iyi bir şey olduğunu düşünmüyorum. Yorgun düşüyorsunuz ve olaylara yeni bir yaklaşımla bakma özelliğinizi kaybediyorsunuz.
6
Yeni bir kitap yazmayı düşünüyor musun? Evet, direkt Türkiye ile ilgili değil ama eski Osmanlı topraklarındaki diasporalarda azınlık kimlikleri ile ilgili bir kitap hazırlığı içindeyim. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki azınlık kimliğinin oluşumuna bakmak istiyorum. Annem Kıbrıslı Türk, bu nedenle sanırım Türk olmak, Osmanlı olmak nedir gibi sorulara her zaman ilgiyle yaklaştım.
7
143
James Hyman, hayatının yarısı boyunca topladığı matbu yayınları eşinin isyanı üzerine derleme kararı alıyor ve bilinçsizce biriktirdiği bir depo dolusu dergi, British Library’nin arşivine kafa tutuyor. Ardından Guinness Rekorlar Kitabı, onlarca röportaj ve Hyman Archive’ın tanınmışlığının getirdiği daha çok dergi geliyor. Hikayeye biz müdahil olduğumuzda ise arşiv dijitalleşmek için ilk adımlarını atıyor.
Röportaj:
Aslin Kumdagezer Fotoğraflar:
Hana Knizova
Hana, James’i Hyman Archive’ın sonsuzluğa uzanan rafları arasında XOXO için fotoğrafladı.
144
JAMES HYMAN
James en son hangi dergiyi aldın? Eskiden Metropolitan Polis Kütüphanesi’ne ait olan FBI Law Enforcement Bulletin’ın 113 kopyasını.
1
Neden? Notting Hill’deki en sevdiğim kitapçı Book & Comic Exchange’in sahibi Kirk Lane tavsiye ettiği için... Kendisi de bir arşivci ve onu uzun zamandır bu kadar heyecanlı görmemiştim. Dergileri gördüğümde neden bu kadar heyecanlandığını anladım. Muazzam kapakları olan çarpıcı içerikli yayınlara hangimiz karşı koyabilir ki?
2
Arşivine kattığın yayınlar için belirli kıstasların var mı? Artık eskisi kadar dergi satın almıyorum. Dünyanın dört bir yanından insanlar arşivin varlığından haberdar olur olmaz Hyman Archive’a dergi bağışında bulunuyorlar. Satın aldıklarım için kıstasımsa oldukça kişisel beğenilere dayanıyor, zaman zaman pop kültürü yakalamak adına da satın aldığım oluyor.
7
3
Arşivindeki yayınların hepsi İngilizce mi yoksa yabancı yayınlar da topluyor musun? Şubat 2014’e kadar hemen hemen tüm arşiv İngilizce yayınlardan oluşuyordu. O zamandan beri arşivin veri tabanını güncelliyoruz ve popüler kültürü takip eden yabancı yayınlar da ekliyoruz. Hatta birkaç Türkçe yayın bile var elimizde; mesela İz ve Cornucopia.
4
Yayıncılık enflasyonunu da göz önünde bulundurarak sence matbunun günümüzdeki fiyat aralığı ne olmalı? Doğrusunu söylemek gerekirse, The New Yorker, Vanity Fair, The Believer gibi içeriğin kaliteli olduğu, görsel niteliği yüksek birçok aylık yayının fiyatının oldukça adil olduğunu düşünüyorum. Ama terazinin diğer yanında aynı kaliteye sahip Vice, The Quietus, Crack gibi ücretsiz yayınlar da görüyoruz. Tabii bayilerde 1000 pound’a kadar çıkabilen sanat yayınları da var. Sanırım matbu o sırada kimin ne kadar ödemek isteyeceğine göre değer buluyor.
Hyman Archive tam olarak ne sunuyor? Bize istihbarat bürosu da diyorlar çünkü aslında burada yaptığımız tam olarak bu. Kreatif endüstrilere ve akademik sektöre hem matbu hem de dijital yayınlar bazında bilgi ve enformasyon için araştırma servisi sunuyoruz.
5
Sence günümüzde matbunun içerik değeri ne? İçeriğinden bağımsız olarak, matbunun başlı başına bir değeri var bence. İçerik bazında da, her gün çıkan yeni yayınlara ve ücretsiz dağıtılan dergilere rağmen enflasyon kaliteyi düşürmüyor. Birçok yayın, gazetecilik, fotoğraf, illüstrasyon gibi alanlarda kapağındaki fiyat etiketinden çok daha fazlasını vadediyor. Bu noktada ben gelirini farklı yollardan sağlayan siz dahil bütün ücretsiz yayınların oyunu hareketlendirdiğine ve bir marka değeri yaratabildiğine inanıyorum.
6
Geçtiğimiz sene FHM, Zoo, Details Magazine gibi birçok köklü yayının matbuya veda edişine şahit olduk. Fakat köklü yayınların oyundan çekilmesi yeni oyuncuların gözünü pek korkutuyor gibi görünmüyor. Yayıncılık için çok heyecanlı zamanları yaşıyoruz, ve ortalıkta dolanan kanın aksine matbu ölüm döşeğinden çok uzakta. Tutkusu olan insanlar her gün yeni yayınlara imza atıyorlar. Magculture, Monocle, Stack gibi markalaşmış kurumlar da matbuya dair tutkularını yeni çıkan, katma değeri olan her yayının varlığını paylaşarak, sürdürüyorlar ve yayınların varlığını önemli kılıyorlar.
8
145
Projenin ironik bir evlilik olduğunu da itiraf etmek gerekiyor. Nihayetinde, matbuyu dijitalleştirmek onu korumak anlamına da geliyor. Tabii her daim matbudan okumayı tercih eden biri olarak dergilerin fiziki kopyalarının elimde olması da cabası. Ben bu dijitalleştirme projesini, bir parçası olduğum remix kültürünün uzantısı olarak görüyorum. Eski kabul edilen malzemeye yeni bir hayat katıyor.
12
2016 içerisinde mutlaka arşivine katacağın yayınlar hangileri? Ah listem o kadar uzun ki! Yeni çıkanlardan, Gym Class, Gup, Amuseum, Phox Pop, The Outpost ve Peeps. Ayrıca, online araştırmalarım ve sahaf gezmelerim sonunda yeni keşfettiğim Hand Job, Dear John, Elephant, Smith Journal, Noise! Beatbox gibi bir yığın eski yayın var. Son keşiflerimden biri de 1920’lere ait reklam tasarımı yayını Gebrauchsgraphik. Başka şeyler de topluyor musun? 50.000’in üzerinde plağım var, evlenip çocuklarım olduğundan beri koleksiyonun hacmini azaltmaya çalışıyorum. 40.000 kadar CD’ye sahiptim şimdi 30.000’e düşürebildim. 5.000’in üzerindeki DVD koleksiyonumun da yarısını elden çıkardım. Pop kültür efemerası olarak da tanımlanabilirim.
10
146
Bu remix’i ne tetikledi? 2011 yılıydı sanırım, eşim; “Depolamaya bir servet harcıyorsun, bir çaresini bulman lazım.” dedi. El mecbur bir çaresini buldum, o günden itibaren Tory Turk’le Islington’da 90’lardan beri biriktirdiğim 456 kasa dergiyi arşivleyip listeliyoruz. Birçok açıdan epey zorlu bir süreçten geçtik, öncelikle yerimiz tüm kasaları boşaltıp dergileri serebileceğimiz kadar büyük değildi. Sonra 2012’nin Ağustos’unda arşiv Guinness Rekorlar Kitabı’na ‘Dünyanın En Geniş Dergi Koleksiyonu’ olarak girdi ve düzene sokmaya çalıştığımız depomuz yüzlerce ziyaretçi almaya başladı. Ziyaretçilerle yaptığımız konuşmalar projenin dijitalleştirilmesine ve potansiyelinin ne olduğuna kadar varıyordu. Ve en sonunda ben de potansiyeline inandığım bu arşivin korunabilmesi ve arşivden en iyi şekilde yararlanılabilmesi için dijitalleştirmenin en iyi çözüm olduğuna karar verdim.
13
9
Bu arada tüm arşivini dijitalleştiriyorsun, dünyanın en büyük matbu arşivine online ulaşmaya ne kadar yakınız? Yunan mitolojisinde dendiği gibi, bu işi yapabilmek için Herkül kadar güçlü olmak gerekiyor. 25 yıldır matbu yayın toplamak, topladıklarını iyi arşivleyebilmek, doğru depoyu bulmak başlı başına bir uğraştı. Şimdi elimizi altına soktuğumuz taş daha da büyük, yayınları doğru bir ekiple dijitale dökmek, doğru tanımlayıcı etiketleri kullanmak ve tabii telifleri unutmamak gerekiyor. Umuyorum ki 2017’nin ilk yarısında proje tamamlanmış olacak.
11
NISANDA SALON’DA
6 Nisan Çarşamba 21.30
16 Nisan Cumartesi 22.30
20 Nisan Çarşamba 21.30
22 Nisan Cuma 21.00
27 Nisan Çarşamba 21.30
XOXO The Mag’in katkılarıyla yayımlanmıştır.
2 Nisan Cumartesi 22.00
Julia Wachtel medya kültürünün görsel dili üzerine çalışmaya başlayalı 30 seneyi geçti. Şanslıyız ki duracağı da yok. Kullandığı imgeleri dergilerden kesip biçtiği günleri geride bırakıp, internetin sunduğu görseller seçkisinde boğulmamaya çalışan Wachtel’a New York’taki atölyesinden bağlanıyoruz ve günümüzün sosyo-politik manzarasına pencere olan resimlerini bir de ondan dinliyoruz.
Röportaj:
Seza Bali Fotoğraflar:
Emily Winiker
Emily, Julia ile New York’taki atölyesinde XOXO için buluştu. Julia’nın, magazin programları yerine entelektüel konulara odaklandığı bir gündü.
148
JULIA WACHTEL
Julia, eğlenceli birine benziyorsun. Buna ben karar verebilir miyim bilmiyorum ama çok güldüğüm doğru.
1
Uzun bir süre Vanity Fair’de prodüksiyon yaptın. Bu tecrübenin sanat kariyerinde nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsun? Pratiğime bunun direkt bir etkisi olduğunu düşünmüyorum, çünkü dergide çalışmaya başlamadan çok önce celebrity kültürü ve medya ile ilgilenmeye ve bu konuları işlemeye başlamıştım. Ama tabii ki tecrübe ettiğin her şeyin, hayatında bir etkisi oluyor. Vanity Fair’de birlikte çalıştığım ekip popüler kültüre çok hakim, akıllı ve yetenekli kişilerden oluşuyordu. Dolayısıyla ofisteki sohbetler, paylaşılan fikirler ve yorumlar hem çok keyifli hem de enerji vericiydi.
2
Günümüzde maruz kaldığımız tonlarca imge, senin işini kolaylaştırıyor mu yoksa durum tam tersi mi? İşin uygulama tarafına bakınca elbette kolaylaştırıyor, bilgisayarımın başında oturup bir anda milyarlarca görsele ulaşabilirim. Eskiden dergi satın alıp kullanacağım görselleri teker teker bulmaya çalışırdım. Sınırsız bir bütçem olmadığından dolayı, alacağım dergileri seçmek zorundaydım, dolayısıyla malzememi seçerken baştan bir eleme yapmam gerekiyordu. İnternet sayesinde aradığım bir şeye direkt ulaşabiliyorum, arada bambaşka şeylerle de karşılaşıyorum, ki bu da araştırmamın yönünü değiştirebiliyor.
3
Time and again, 2015, Oil and acrylic ink on
Peki popülerliğin geçiciliğinden ve görsel malzemenin fazlalığından boğulduğun olmuyor mu? Kesinlikle boğuluyorum. Aslında hepimiz farkında olmadan boğuluyoruz. İnsanların süper bilgisayarlara dönüştüğünü düşünüyorum. Resimleri ve mesajları inanılmaz bir hızda sindirip tüketiyoruz. Benim de çalışmalarımın duygusal ve estetik temelini oluşturan konu, aktif veya pasif izleyici/alıcı olma durumu. Popülerliğin geçiciliğine gelince de, evet neyin popüler olduğu inanılmaz bir hızla değişiyor ama aynı zamanda bazı şeyler de gittikçe yerleşik hale geliyor. Bugün reality TV dediğimiz şey aslında 20 sene önce, bu terim henüz kullanılmıyorken, ortaya çıktı. Ben o zamanlar buna ‘itiraf televizyonu’ diyordum. Çalışmalarımda, gündüz kuşağı programlarında dramatik hayat hikayelerini anlatan insanların fotoğraflarını kullanmaya başlamıştım. Bu programları, şimdi her tarafımıza sinmiş olan eğlence araçlarının başlangıcı olarak görüyorum. Bu tür programlar kültürümüze o kadar işledi ki Amerikan politik sürecini de etkiliyor. Bakınız, sonuç: Donald Trump.
canvas, 4 panels, overall
4
152,4 cm x 238,76 cm
Resimlerinde eşleştirdiğin görseller arasında ne tür bağlar kurmaya çalışıyorsun? Bunun mantığı pek çok şeye bağlı olabiliyor. Örneğin ‘Compression’ işine rapçi Kartell’in bir fotoğrafı ile başladım. Fotoğrafın alan derinliğinin dar olması ilgimi çekmişti. Bu fotoğrafla birlikte kullanabileceğim bir karikatür karakteri araştırırken, istediğim fiziksel hisse sahip olan görsel aramaları yaptım. Yani mekan hissi ve görsellerin içeriği bu araştırmayı başlatmış oldu. Bazen de ünlü biri veya bir politikacı ile yola çıkıyorum. Örneğin ‘Stripe’ işimde Gangnam Style ile tanınan Psy’ın karikatürleri üzerine çalışıyordum. Çalışırken onu Kim Kong-Un ile birleştirmeye karar verdim. Bu hem içerik açısından çok mantıklıydı hem de Warhol’un Mao resimlerine referans veriyordu. Ben de Kim Jong-Un’un, Psy figürüyle uyum içinde olabileceği bir görsel aramaya başladım.
5
149
Karikatür karakterlerinin günlük hayata müdahale eder gibi bir yanları var. Ben onları etraflarında olup bitenlere tanıklık eden kişiler gibi görüyorum. Benim ve izleyicinin yerine geçerek, etrafımızda olup bitenleri hazmetmeye çalışıyorlar.
6
Senin sevdiğin bir çizgi film karakteri var mı? Farklı resimlerde kullandığım bazı karakterler var, adeta bir yönetmenin farklı filmlerinde oynattığı favori aktörleri gibi... Ama onlar çok bilinen karakterler değiller. Minnie Mouse’u da kullanmışlığım var, fakat aşina olduğumuz Minnie değil de onun sanki kaçak bir versiyonu gibi. Popüler karakterler arasında ise bir favorim yok. Çağdaş animasyona veya çizgi filme çok da dikkat etmiyorum.
7
Yeni malzeme bulmak için magazin programlarını ne kadar takip ediyorsun? Yakından takip etmek zorundayım. Çok bayıldığımdan değil ama bu programlar o dönemin popüler kültürü hakkında bir fikrim olmasını sağlıyor. Super Bowl gibi olayları takip etmeyi de sanatçı sorumluluğum olarak görüyorum zira bunlar Amerikan gösterişinin tanrılaştırıldığı örnekler. Bu tür organizasyonlarda kullanılan dile dikkat ediyorum.
8
Bu programları izleyerek aptallaştığını hissediyor musun? Eğer dikkatimi verdiğim tek şey bu olsaydı sanırım gerçekten aptallaşabilirdim. Pek çok konu hakkında okuyorum ve beynimi magazin programlarından çok daha entelektüel konularla meşgul ediyorum.
9
150
Kariyerinin başında Robert Raushcenberg, Andy Warhol, Roy Lichtenstein gibi pop sanatçılardan ne kadar etkilendin? Warhol ve Lichtenstein’ın üzerimde çok büyük etkileri oldu. Sanırım onlardan alabileceğim her şeyi aldım artık, ama tabii ki onların işlerine bakmayı hala çok seviyorum. Bu sanatçıların resimlerini gerçek hayatta görünce işin ne kadar fiziksel olduğunu hatırlıyorsun. Günümüzde gördüğümüz, ışıltılı, profesyonel sanat eserlerinden çok farklı, hatta onların tam zıttı eserler.
10
Resmin insanları yavaşlattığını söylüyorsun. Bu nasıl oluyor? Resim yapma süreci yavaştır ve bir resme gerçekten bakmak da vakit alır. Bir müzede veya galeride hızlıca dolanıp eserlere göz gezdirebilirsin ama bununla pek bir yere varamazsın. O resme gerçekten oturup bakmanız lazım çünkü eser zamanla ve yavaş yavaş size kendini açar. Şahsen, çalışırken yağlı boya kullandığım için arada işlerin kurumasını beklemem gereken uzun süreler oluyor. Dolayısıyla, vaktimin önemli bir kısmını tuvalin karşısında oturup ona bakarak geçiriyorum. Bu da beni yeterince yavaşlatıyor.
11
WTF!, 2014 Oil, flashe and acrylic ink on canvas, 5 panels, overall 152.4 cm x 269.2 cm
Vilma Gold’da açtığın son sergini de konuşalım. Orada, Landscape ve Celebrity serilerim üzerinde son iki senedir çalıştığım işlerimi sergiledim. Bu serilerin ucu açık, dolayısıyla uzun bir süre devam edeceğimi düşünüyorum. Ayrıca, bu aralar yeni bir seriye daha başladım, konu olarak biraz daha içe dönüyorum. Eşleştirmelerden çok, figüratif öğelere ve aynı şeyin farklı varyasyonları üzerine eğileceğim.
13
Medyayı ve interneti işin içine bu kadar katmana rağmen sosyal medyada çok aktif değilsin. Facebook hesabım var ve arkadaşlarımla düzenli olarak iletişim halindeyim, Instagram hesabım da var ama onu pek kullanmadığım doğru. Sosyal medya hakkında kararsızım. Onunla ilgili negatif yorumların hepsini haklı buluyorum. Bu mecranın, oazarlama aracı olarak sanat piyasası üzerinde de büyük bir etkisi var. Genç sanatçılar bugünlerde işlerini iPhone’da güzel görünecek şekilde yapıyorlar, gerçek hayatta nasıl görüneceklerini düşünmüyorlar bile.
12
151
GIA
GENEVIEVE Hayır, fotoğraflarda gördüğünüz
Röportaj:
Başak Ulubilgen Fotoğraflar:
Jovan Todorovic Moda Editörü:
Caitlan Hickey Saç:
John Ruidant Makyaj:
Misha Shahzada
Gia’nın sadeleştirilmiş haline bakıyorsunuz; Jovan’ın objektifinden, Brooklyn’de yaptığımız çekimden...
152
sarışın kadın 1950’li yılları konu alan bir film setinden çıkmadı. Ya da belki de yaşadığımız yılların ruhu kendisinden çıkmadı desek daha doğru olur. Gia Genevieve, ilham listesindeki nostaljik zamanlardan, idollerinden ve modanın (dez)avantajlarından bahsetti.
153
Bettie Page’in, hayatında ne kadar büyük bir yeri olduğundan bahsetmeden olmaz tabii... O, zamanının çok ilerisindeydi ve kimseyi umursamıyordu. Bettie Page’i, bu tavrından dolayı çok seviyorum. Köpeğime onun adını koyacak kadar...
5
İlk fotoğraf çekimini hatırlıyor musun? Tam tersi, unutmaya çalışıyorum! Eski işlerime bakıyorum da, bazen içimden kendime tokat atmak geliyor. Bu çekimi gerçekten yapıp bir yerde yayınladım mı diye kendime soruyorum. Eski çekimlerime bakmak bazen bana acı veriyor.
6
Canın tatlı bir şeyler çektiğinde ilk aklına ne gelir? Fıstık ezmesi. Tam ihtiyacım olan şey ve aynı zamanda yararlı bir atıştırmalık.
3
1
Gia, pin-up model olmakla ilgili klişe sorulardan yeterince sıkıldığını tahmin
ediyoruz. Evet. İnsanların bana hala Marilyn taklitçisi olup olmadığımı sorması beni sinir ediyor. O benim için büyük bir ilham kaynağı oldu, ama her şeyden çok onun parçası olduğu zamanın stili ve cazibesi beni etkiledi. Sabah ritüelin nedir? Her sabah uyandıktan hemen sonra kendime bir smoothie yaparım. Köpeğimi yürüyüşe çıkarıp, hemen ardından da spor salonuna giderim. Benim için güne başlamanın en iyi yolu bu.
2
154
Moda dünyasının modellerin zayıf olmalarıyla kafayı bozmuş durumda olması yeni bir şey değil ama son dönemde gidişatın daha iyi olduğunu düşünüyor musun? Bu kafayı bozma hali bana çok saçma geliyor. Ben 36 beden olduğumda çok mutlu oluyorum, fakat numune bedenindeki kıyafetlere sığmak için 34 olmanız gerekiyor. Bu yüzden, zorlandığım anlar oluyor tabii. Ama bence durum iyiye gitmeye başladı. Yine de hala, benim bedenimde yani orta bedenli modellere çok rastlamıyoruz. Bedenler 32-34 ya da 40-42 arasında değişiyor. Büyük ihtimalle endüstrinin en sinir bozucu yanlarından biri de bu.
4
Peki Nicola Formichetti’yle yaptığınız çekimden aklında ne kaldı? Nicola inanılmaz biri. Tanıştığım en iyi kalpli insanlardan... Ama benim için styling yapması gerçekten komikti, çünkü genelde fotoğraf çekimlerinde çıplak oluyorum.
7
155
156
Dünya gittikçe eski kafalı mı olmaya başladı dersin? Geriye gittiğimizi kesinlikle düşünmüyorum. İnternet sayesinde, çıplaklık içeren dergi ya da filmleri gidip bir yerden almanıza gerek kalmıyor. Artık hem evden hem de telefonunuzdan bunlara ulaşım çok daha kolay.
11
Modelliğin son kullanım tarihi olduğunu düşünüyor musun? Eğer bu işi sürdürmeye istekliyseniz, o halde bunun bir sonu olduğunu düşünmüyorum. Ama şahsen gelecekte başka şeylere yönelebileceğimi görüyorum. Büyük bir ihtimalle de bu, kamera arkasında bir iş olacak gibi görünüyor.
8
Dita Von Teese’le geçen sene çıkardığı iç çamaşırı markası için beraber çalıştığında ondan ne öğrendin? O tam bir mükemmeliyetçi ve zaten bu özelliği yaptığı işlerde ve tasarımlarında kendini gösteriyor. Dita, kendimle yarışmam için bana ilham kaynağı oldu.
9
Geçmişe dönebilsen bir şeyi değiştirir miydin? Hayır. Yaşadığım kötü ya da iyi her tecrübe benim şu anda olduğum yere gelmeme, şu anda olduğum kişi olmamı sağladı ve bundan gayet memnunum.
12
‘Başarılı insan’ tarifin var mı? Önce kendisiyle barışık olmalı. Ailesi, arkadaşları ve sevgilisiyle de arasının iyi olması ve etrafındakilere iyi davranması gerekir.
13
14
Seksi mi tatlı mı olmayı tercih edersin? Tatlı olmayı yeğlerim.
Geçtiğimiz ay Playboy çıplaklıktan uzaklaştığı ilk sayısını çıkardı. Bu değişikliğe ne diyorsun? İş hep paraya bağlanıyor. Daha fazla reklam alabilmek, dergiyi daha fazla yerde satmak ve daha geniş bir yaş ortalamasına hitap etmek için böyle bir değişiklik yaptıklarını düşünüyorum.
10
157
158
159
160
161
APRIL OUR TIME. TIME. Fotoğraflar:
Douglas McWall Moda Editörleri:
AnneCatherine Frey, Salomé Rouquet Saç:
Gaëlle Bonnot Makyaj:
Lea Toussaint Model:
Moon Kyu Lee /Nevs Models
162
Sweatshirt:
ChloĂŠ Elbise:
J.W. Anderson 163
164
Sol Bluz:
Dior Jean:
Faustine Steinmetz Çanta:
Louis Vuitton Kolye:
Editöre ait Sağ Elbise:
Léa Peckre Üst:
Courrèges
165
166
Elbise:
J.W. Anderson Ayakkabı:
Dior Yüzük:
Pamela Love Çorap:
Falke
167
Sol Elbise:
Gucci Sağ Ceket:
Alpha Industries Elbise:
Céline Ayakkabı:
Sacai Çorap:
American Apparel
168
169
170
Sol Gömlek:
Miu Miu Elbise:
Miu Miu Ayakkabı:
Junya Watanabe Çorap:
Filles à Papa Sağ Büstiyer:
Julien David Kolye:
Dior
171
ROUGE VOLUPTÉ SHINE OIL IN STICK. YSL Beauté kült ürünlerine bir yenisini ekliyor. Yoğun çalışan ve eğlence arayışı dinmeyen YSL kadınının her koşuluna eşlik edebilecek bir karışım yaratan ekip, altı farklı yağ ile dudaklara sürekli nem verirken 12 farklı renk paleti sunuyor. Mat rujlardan uzaklaşan ve 2000’lerin erken dönem parlak dudaklarını geri getiren trende öncülük eden Rouge Volupté Shine Oil in Stick, hayatı çok umursamadan yaşayan, eğlencenin peşinde koşan kadını betimliyor. Kampanya görseli dahilinde de selfie eklektiğini ne kadar ciddiye aldığını gösteren YSL Beauté ekibi hashtag’lerinizi de hazırlıyor: #mytimetoshine
MANGA CHAIRS. Nendo ekibi bu kez ilhamını mangalarda buluyor ve sevdikleri mangaları betimleyen 50 sandalyelik bir koleksiyona imza atıyor. Mangaların yaratışlarından ilham alan tasarımcılar, sandalyeleri de tıpkı mangalar gibi iki boyutlu ve olabildiğince detaysız tasarlıyorlar. Zira Nendo’nun alametifarikası fonksiyonellik her tasarımda farklı seviyede vücut buluyor. Aynaların da sıkça kullanıldığı tasarım, Nendo ekibine göre mangaların gerçek dünyadaki yansımalarına göndermede bulunuyor.
MANSUR VE GAVRIEL’İN FAVORİLERİ. Rachel Mansur ve Floriana Gavriel’in umulmadık bir anda moda sahnesine düşen tasarımları, sezonluk bir takıntı olmadıklarını kanıtlayalı birkaç sezon oldu. Bu sezon için de it bag’lerini moda sahnesinden esirgemeyen ikili, ayakkabı konusunda da beklentileri karşılamaktan geri kalmadı. Pop renkleri pastelleştirdikleri koleksiyonunda Mansur ve Gavriel, süet terlikleriyle moda başkentlerindeki kaldırımlarda bütün yaz boyunca göreceğimiz tasarımları resmi olarak ilan etti.
THE BARBER BOOK. Fran Lebowitz, görüntünüzün ancak saç kesiminizin iyi olduğu kadar etkili olabileceğini savunuyor. Sav, köklerini tarih kitaplarının ilk sayfalarına kadar dayandırıyor. Erkek topuzu ve neo-mohawk gibi saç stillerine maruz kaldığımız 21. yüzyılın ilk yarısında Phadion geçmişe dönüyor ve geçen yüzyılın saçlarını mercek altına alıyor. 1940’lardan 60’lara uzanan vintage arşivleri sayfalarında derleyen The Barber Book, dünyanın dört bir yanındaki hip berberlerden, ‘do it yourself ’ ipuçlarına kadar uzanan sayfalarında, Lebowitz’in savına uyum sağlamanız için gereken tüm enfromasyonu sunuyor.
MICKEY X HERSCHEL. Kanada menşeli Herschel Supply ve Disney diyarından Mickey Mouse, abartıya kaçmadıkları işbirliklerine, içerisinde bulunduğumuz sezon dahilinde de devam ediyorlar. Markanın klasiklerinden Settlement Backpack, Network Tote ve Roy Wallet’ın tasarımına entegre olan Mickey Mouse, Herschel ekibinin tasarımlarına izini bırakıyor ve kıyafetleriyle var oluyor. Disney’in ABD ve Japonya ofislerine saygı duruşunda bulunan çantalar ülkelerin bayraklarını da tasarımlarına entegre ediyorlar. 172
DIOR HYDRA LIFE SORBET. Kozmetik tarafında cilt bakımını her daim birkaç adım önde tutan Dior, bugünden geleceğe cildin genç görünümünü koruması için teknolojiyle savoir faire’ini birleştirmeye devam ediyor. Ve modaevi kozmetik dünyasında Hydra Life Sorbet serisiyle yeni bir klasik önerisinde bulunuyor. Sorbet Essence ve Sorbet Creme ile iki farklı nemlendirme seçeneği sunan seri, her iki kremiyle derin bir tazelik hissi vadediyor. Parlak ve canlı bir cilt için gereken karışımı sade şişesinde sunan seri, 24 saat içerisinde %40 daha nemli bir cildi garantiliyor.
GET COLORED. Pierangelo D’Agostin’in kreatif direksiyonunu üstlendiği Tween, bahar sezonunda tropik ilhamları klasik çizgiler üzerinde buluşturuyor. Polo tişörtler ve gömleklerini öne çıkaran marka, takım elbiselerinde de lacivertten mavinin en açık tonlarına uzanan serin bir renk paletine sahip. Cumhuriyet dönemi erkeğini günün trend kodlarıyla buluşturan Tween, koleksiyonunda üç parçalı takımlara ve kruvaze ceketlere ev sahipliği yapıyor. Farklı parçaları eşleştiren ve değişik kombinasyonları destekleyen koleksiyon, markanın her zamanki smartcasual algısını yeni kalıplar üzerinden paylaşıyor.
CONSCIOUS BRIDE. Conscious koleksiyonuyla, sürdürülebilir modanın aynı zamanda giyilebilir de olduğunu kanıtlayan H&M, İlkbahar-Yaz 2016 sezonunda çıtayı biraz daha yükseltiyor. Julia Restoin Roitfeld’in yüzü olduğu yeni sezonda H&M ekibi ilhamını Musée des Arts Décoratifs’te sunulan ‘Fashion Forward-300 Years of Fashion’ sergisinden alıyor. Sezon dahilinde ürün gamını da genişleten marka, organik ipek, kenevir ve geri dönüştürülmüş pamuktan gelinlik tasarımlarını da koleksiyonuna ekliyor.
DATEJUST 41. American Psycho, The Color of Money ve Lost in Translation gibi kültlerde sırasıyla Christian Bale, Paul Newman ve Bill Murray’nin bileklerinde popüler kültüre dahil olan Oyster-Perpetual Datejust, Basel World 2016 ile birlikte geri dönüşünü kutluyor. 41 mm’lik yeni kasasında, 18 karat altın bilekliğiyle ikonik modelinden çok uzaklaşmayan ama yine de modernist tarafını yeni dünyadan esirgemeyen Datejust, 1945’ten beri nasıl eskimediğini 2016 dahilinde kanıtlıyor.
RICK OWENS X ADIDAS. Modanın karanlık prensi olarak anılan (adlandırmayı henüz kimin yaptığına dair kesin bir bilgi yok) Rick Owens, geçtiğimiz sene adidas’la beraber kapsül bir aksesuar koleksiyonu üzerinde çalıştığını duyurmuştu. Cargo Sandal ve Clog adını verdiği iki tasarım üzerinde çalışan Rick Owens, adidas için alametifarikası ayakkabı tasarım estetiğinin yaz versiyonlarını yaratıyor. Adıyla müstesna Clog Owens sneakerlar terlik formuna girip oyuna dahil oluyor. Bol terlikli geçecek sezona gotik tarafından katılmak isteyenlere.
YENİ NESİL PERSOL. Arzu listesinde sezonluk yükselişlerin ardından ani düşüşlere şahit olduğumuz dönemde 1950’lerden beri aynı şiddetle arzulanan Persol, İtalyan stlini yaymaya devam ediyor. Hollywood’la olan bağlarına da her daim sadık kalan marka, İlkbahar-Yaz 2016 sezonunda Persol 649 ve Cellor modellerini yeniden yorumluyor ve çerçevelerin arkasına Scott Eastwood’u geçiriyor. Sinemanın yeni dalgasını odak noktasına alan marka, Scott’u senaryo okumaları sırasında Mathieu Cesar’ın objektifinden görüntülüyor. Scott’un canlandırdığı karakterlerin gösterdiği farklılıktan bağımsız Persol her daim senaryoda başrolü oynuyor.
RAINS. Danimarkalı Rains, bahar yağmurları için pastel bir seriyle sezonun açılışını yapıyor. Klasik bir Danimarka yazından aldığı ilhamla, güneşli sabahların yağmur fırtınasına dönüşünü ve bu şizofrenik hava durumunun mirasına eklediği katma değeri en direkt serbest vuruşla kullanan marka, yeni koleksiyon dahilinde pastel sarı ve pastel mavi renk paletine teslim oluyor. Koleksiyona katılan sınırlı sayıdaki transparan yağmurluk ise çocukluk yıllarını yad etmek isteyenler için biçilmiş kaftan. 173
MATCH. Bu yaz sıcaklara rağmen jean’lerinizle olan ilişkinizi sürdürmek durumunda kalacağınız gerçeğiyle yüzleştiniz. En azından skinny’lerin ve lycra kumaşların içerisine sıkışmayacağınız için bir nebze de olsa rahatsınız. Bugün optimizminiz üzerinizde. Optimist titreşimlerinizle eşlik etmesi için fringe jean’lerinize ve balerin pisilerinden bozma mid heel’lerinize ihtiyacınız var. Eğer kısa yolu seçmek isterseniz Mayram Nassir Zadeh her ikisini de İlkbahar-Yaz 2016 koleksiyonu dahilinde sunuyor. Ah, evet söylemeyi unuttuk bugün tembelliğiniz de üzerinizde o yüzden tek tasarımcıdan ihtiyacınız olan her şeyi almak konusunda daha ılımlısınız.
telesiyej koltuklardan yastıklara uzanan bir koleksiyona imza atıyor. I ___________ IN MY CALVINS. Brooke Shields’ın Calvin’leriyle arasına hiçbir şeyin giremeyeceğini söylediği 80’lerden beri Calvin Klein, minimalizmin Amerika kıtasındaki öncü isimlerinden biri olma görevini üstleniyor. İç çamaşırlarına #mycalvins hashtagini veren ve marketing dartına atışını 12’den gerçekleştiren Calvin Klein, söz konusu jean’leri olduğunda da beklentileri yine en minimalist çözümle karşılıyor. FKA Twigs’in yüzü olduğu kampanyada cümledeki boşlukları dolduran FKA Twigs, cümlelerinin hakkını görsel olarak vermekten de geri kalmıyor.
SÜMENALTI. 90’larda Kate Moss’tan başkasının altından kalkamadığı (slip dress’in transparan versiyonunu bile zarif gösterebildiği o meşhur fotoğrafı hatırlayın) kombinezon elbise bu sezon podyumlara heybetli bir dönüş yaptı. Balenciaga, Calvin Klein, Givenchy ve Céline podyumlarında farklı ekoller dahilinde incelenen elbise, tehlikeli sularda gezinip dik yaka kazaklarla, 90’ların grunge akımına dönerek Dr. Martens’lerle ve hatta bol paça pantonlarla beraber yürüdü. Trend radarlarınız açık, 90’lar ilhamınız bol olsun.
URS FISCHER X SUPREME. Anti-sanat ve anti-otorite kavramlarını kolajları ve büyük ölçekli heykelleri üzerinden bağıran Urs Fischer, 2016 İlkbahar-Yaz sezonunda Supreme’in son işbirlikçilerinden oluyor. Henüz geçtiğimiz ay, Stone Island işbirliğini duyuran marka, sevdiği isimlerle masaya oturmaya ne kadar hevesli olduğunu sezon dahilinde maksimum işbirliği mottosuyla kanıtlıyor. Sınırlı sayıda üretilen skateboard’lar için sigaranın izmarite dönüşme metaforunu realist akımından aktaran İsviçreli sanatçı, günlük objeleri sanata, işbirliği dahilinde de sanatı günlük objelere evirerek tüm alt ve üst metinlerde döngüyü tamamlıyor.
KVADRAT X RAF SIMONS. Raf Simons tasarım anlayışını sadece kıyafetlerle sınırlamak istemediğinin altını çizeli uzun zaman oluyor. Tasarımla ilişkisinin ne kadar derine inebildiğini farklı mecralar üzerinden araştıran tasarımcı 2015’te Wallpaper Design Awards’u kazandığı Kvadrat işbirliğine devam ediyor. Simons, Danimarkalı tasarım eviyle bu sezon modernist mobilyalar, müzik etkileşimleri gibi anahtar kelimeleri odağına alıyor ve 1940’larda Franco Albini’nin üne kavuşturduğu
BAYWATCH GERİ DÖNDÜ. Bu sezon kırmızı bir mayo alma zorunluluğu tüm trend listelerinde ilk sırada kabul edilirken ilham tahtalarında yegane kırmızı tek parça mayo haliyle Baywatch ekibine ait. Missguided için kamera karşısına geçen Pamela Anderson, söz konusu ilham kaynağını 27 sene sonra yeniden canlandırıyor ve trendin sahibine gençliğimizden anılar katıyor. Bu arada markanın bloğuna göre Anderson’ın listesinde şimdilerde doçent ya da müze rehberi olmak varmış. (Haliyle metafor düzleminde.)
174
VETEMENTS (FAKES). Henüz moda dünyasını köklerinden sarsmaya başlamadan önce sayfalarımıza konuk olan Vetements, sadece kadın giyime odaklanıyordu. Zira cinsiyet ayrımını bulanıklaştıran moda sahnesi, erkek müşterilerin Vetements’ın kapısından içeri girmesine engel olamadı. Durum güncellemesi sonunda markayı devralan namıdiğer ikinci Gvasalia, girmiş olduğumuz sezona kapsül bir erkek koleksiyonu bağışladı. DHL, Insecurity ve Champion gibi markaların logolarını kendi isimlerine entegre eden modaevi Dadaist göndermelerinin titreşimini artırmaya devam ediyor. BRUIN YENİDEN. 1972’deki çıkışından itibaren klasikler listesine giren Nike Bruin, ay itibarıyla geri dönüyor. Markanın ilk kısa basketbol ayakkabısı olarak Nike Blazer’la beraber sunduğu model, Marty McFly’ın da katkılarıyla arzu listesinde birkaç adım daha tepeye tırmanıyor. İlk günden beri farklı renklere bürünen ve ancak tasarımında çok da değişikliğe gitmeyen Bruin, gecikmeli girdiği 2016 İlkbahar-Yaz sezonu dahilinde saks mavisiyle karşınızda. MORE PABLO. New York’ta yolunuz 83 Wooster Street’e düşerse Kanye’nin alteregosunun gardırobuna rastlayabilirsiniz. Albümüyle birlikte Yeezy’nin yeni sezonunu da tanıtan sıfatı bol ‘dahi’, koleksiyonu ve albümünü yeni pop-up mağazasıyla satışa sunuyor. Cali Thornhill’in mağaza tasarımını üstlendiği proje, denim ceketleri, Kanye’nin üniforması sayılan hoodie’leri galeri nizamıyla sunuyor. Ve tabii ki mağazanın önündeki kuyruk açılışından 24 saat öncesinde başlıyor.
JEREMY LOVES MELISSA. Demokratik lüksü, her geçen gün farklı bir tarafından tutup konuşurken, lüks pazarının hammadde ve el işçiliği ortak paydasında buluştuğunu kabul ediyoruz. Zira istisnalar kaideyi bozmak için seri üretim plastik ayakkabı dünyasına daha fazla işbirliği savuruyor. Birçok lüks markanın kreatif direktörünü işbirlikçisi listesine alan Melissa yaz sezonu için Jeremy Scott’la masaya oturuyor. Sonuç, haliyle renk bombardımanı. SUPER CEDAR. İsveç menşeli Byredo’nun, köklerine sadık kalarak minimalizmden yana durması bir kenara, kullandığı aromatik notalarla da yüksek dozda bağımlılık yaratıyor. Markanın yeni ürünü Super Cedar, bu bağımlılığın sınırlarını zorlar cinsten ve burnunuza ve haliyle vücudunuza, alışkın olmadığınız bir kokuyu entegre etmek üzere. Kalemtıraşla açılmış bir kalemden arta kalanlar, kütük bir evin sahip olduğu doğal koku ve İskandinav mobilyalarının masif malzemelerden gelen notaları, Byredo’nun yeni şişesinde bir araya geliyor. Markanın enerji yüklü olduğunu iddia ettiği bu yeni koku ile tanışmak için Byredo’nun internet sitesini ziyaret ediniz. INSIDE OUT. Çift taraflı kullanılabilen kıyafetlerin üzerinizdeki pozitif etkisinden hareketle, satın aldığınız ikonik bir parçanın aynı kategoriye dahil olduğunu hayal edin ve bu toz pembe dünyanın size çok uzak olmadığını aklınızın bir köşesinde tutun. Alexa Chung’ın gardırobunun alametifarikası hala çözülememişken ve farklı stilleri tek bünyede toplama konusundaki başarısı hala pek çok insanın sinirine dokunurken, Longchamp’ın çift taraflı kullanılabilir Roseau modeli, ikonik bir parçanın farklı stillere uyarlanabilir olduğunun altını çiziyor. Kontrasttan beslenen Roseau, pastel ve canlı renkleri bir araya getiriyor ve haliyle bir taşla iki kuş vurmanızı sağlıyor. 175
Ezgi ve Begüm, Midori’yi kurduklarından beri, her güne, atölyelerindeki makinelerin sesleri eşliğinde beraber başlıyorlar. Günlük rutinlerinde önce eskizlerden seçimler yapmak, ardından tasarımları hayata geçirmek için ustalarla işe koyulmak var. Uzamsal ilişkilerin ön planda olduğu takıların hazırlık safhasında kullandıkları materyallerin renkli dünyası ise bu ikili için işin en zevkli tarafı.
Hazırlayan:
Selin Ünüvar Fotoğraflar:
Gökhan Polat
176
MİDORİ
soldan sağa: 1. Mikrometre 2. Yıldız anahtar 3. Spiral başlığı 4. Antep makası 5. Yüzükler 6. Bileklik 7. Pergel 8. Taşlama taşı 9. Cila fırçası 10. Küpe 11. Pafta 12. Taşlama taşı 13. Kıl fırça 14. Kıl testere 15. Dikdörtgen yüzük 16. Boru bileklik 17. Ayarlı pense 18. Beton serisi 19. Pafta ve kolu 20. Altlık demiri 21. Karaburun pense 22. Kol 23. Çanta halkası 24. Pergel 25. Çift 26. Tasarım kiti 27. Küpe 28. Yüzük 29. Geometrik yüzük 30. Dramel ucu 31. Anahtar 32. Bronz plaka 33. Bileklik 34. Üçgen yüzük 35. Bileklik 36. Çalar saat 37. Beyaz pleksi 38. Siyah pleksi 39. Cila fırçası 40. Yüzük 41. Eskiz defteri 42. Yüzük 43. Küpe 44. Kolye 45. Bileklik 46. Elektrik anahtarı 47. Kumpas 48. Zımpara 49. Toz fırçası 50. Spiral 51. Mikrometre 52. Pense 53. Yüzükler 54. Alloy plaka 55. Kartvizit 56. Ters çift 57. Küp yüzük 58. Nem alıcı 59. Ayarlı pense 60. Metal tozu 61. Cila sabunu 62. Cila başlığı 177
180 COFFEE BAKERY 360 3DÖRTGEN 400DERECE 44A 48A LOUNGE 7GR
FERAHFEZA FOTİNİ CAFÉ TAPS TASARIMBOOKSHOP THE HOUSE APART THE HOUSE CAFE THE HOUSE HOTEL TOST BİLDİKLERİM TOUCHDOWN TRIBECA
YASEMİN ÖZERİ YER CAFE YILDIRIM ÖZDEMİR
ALL SPORTS CAFÉ ANTI CAFE ARKA ODA ART NEXT İSTANBUL AŞŞK KAHVE AYI
W İSTANBUL WE WHITE MILL WON
GALATA KAHVEHANESİ GALATA NO:5 GALERİ NON GALERİ ZILBERMAN GALERIST GATETATTOO GEYİK GEZİ İSTANBUL GRAMPERA GRANDMA GRAVITÉ COFFEE
NAAN BAKESHOP NAİF KARAKÖY NAR PERA NARA GALATA HOTEL NESPRESSO BOUTIQUE NOODLE TOWN NORM COFFEE
KABİNE NADİRE KAFİKA KAHVE 6 KAKTÜS KAHVESİ KANTİN KARABATAK KARE SANAT GALERİSİ KARGA KASABIM KİKİ KIRINTI KRONOTROP KULİNATA KULP LE PAIN QUOTIDIEN LEB-İ DERYA LES BENJAMINS LIMONCELLO LOKANTA MAYA LOMOGRAPHY LUCCA LUSH HOTEL LUZIA
ÖKTEM & AYKUT OPS CAFE
JAMIE’S ITALIAN JUNO
ZENCEFİL ZEPLIN PUB & DELICATESSEN
CAFE FİRUZ CAFFÈ NERO CAFE SETUP CAHİDE CASITA ÇEKİRDEK CHERRYBEAN COFFEES ÇOK ÇOK THAI RESTAURANT CORVUS WINE & BITE COS COUPE LUNCH PUB CREMERIA MILANO ESMOD
İSTANBUL MODA AKADEMİSİ
BABYLON BACKHAUS BALKON BALTAZAR BANT MAG. MEKAN BEBEK KAHVE BEBEK KORU KAHVESİ BEJ BEN COFFEE ROASTERS BEYMEN BRASSERIE BIG CHEFS BISANFA BREAD&BUTTER BUTİK BUKA
HAMM HAPPILY EVER AFTER HARDAL HARVARD CAFE HELVETIA HERA HEZARFEN LOKANTASI HILLSIDE CITY CLUB HOMEROOM HÜNKAR
RAFİNERİ RAVOUNA 1906 ROBINSON CRUSOE
MAGNOLIA CULTURE MAHALLE MAKAS MAMA SHELTER RESTAURANT MAMBOCINO COFFEE MANGERIE MANO BURGER MANUEL DELI & COFFEE MAVRA MAYA MENTHA NİŞANTAŞI MIDNIGHT EXPRESS MIDPOINT MİLLİ REASÜRANS SANAT GALERİSİ MINOA MISS PIZZA MIXER MOC İSTANBUL MOMO MONO CAFE & BRASSERIE MONOCHROM MSA MUAF MUHİT MUM’S CAFE MUNCHIES CRÈPES & PANCAKES MÜNFERİT MUSE İSTANBUL
SALOMANJE SALT BEYOĞLU BISTRO SHOPI GO ŞİMDİ CAFE SİMURG KİTABEVİ SMYRNA SNTRL DÜKKAN SODA SOSA SUNDAY COFFEE BAR SUSAM SUSHI EXPRESS SUSHICO SWEDISH COFFEE POINT
DA MARIO RISTORANTE & PIZZERIA DAI PERA DELICATESSEN DELIRIUM DEM DEN CAFE DERIN DESIGN DIVINE VOGUE
OKAFE OPUS3A OTTO
UGLY ULUS 29 UNTER URBAN
QUE TAL
XOXO’nun mekanınıza gönderimi için mail atın: 123@coistanbul.com Sadece standart teslimat ücreti ödeyerek abone olmak için aşağıdaki linke gidin: www.xoxothemag.net/uyelik
PANDORA KİTABEVİ PAPPA CAFE PARISTEXAS PAROLE PATİKA KİTABEVİ PETRA ROASTING CO. PI ARTWORKS PICANTE PIOLA PLUMON POINT HOTEL POP-UP
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
pazar pazar bom◐ntiada başladı yeniden tanımla, altına bak, içini gör!
bomontiada tarİhİ bomontİ bİra fabrİkası Birahane Sokak No: 1 Bomonti/İstanbul
bomontiada.com facebook/bomontiada instagram/bomontiada