DREW X O X O T H E M A G . N E T
D A
Z İ K
T A S A R I M
M Ü
Ü C R E T S İ Z D İ R
0 6 2 M A Y I S 2 0 1 6
S A N A T
M O
X O X O THE MAG
İmtiyaz Sahibi CO Prodüksiyon Yayıncılık adına Cihan Şerbetcioğlu cihan@coistanbul.com
Kapak:
Drew Droege
Genel Yayın Yönetmeni Olga Şerbetcioğlu olga@xoxothemag.net Sorumlu Müdür Ruşen İnceoğlu
Fotoğraf:
Rainer Hosch
Yayınlar Direktörü Serap Gecü Editörler Seza Bali, Deniz İrem Çek, Melda Ennekavi, Ayşecan İpek, Aslin Kumdagezer, Alican Öyke, Utku Palamutçu, Gökhan Polat, Arzu Sak, Başak Ulubilgen İdari İşler Vadi Gengüç Grafik Tasarım Elif Sunar, Rüya Dilara Şen Katkıda Bulunanlar Volkan Aydın, Ömer Faruk Dinç, Emre Doğru, Murat Emir Eren, Burçin Esin, Derya Gürsel, Megan Kelley, Haldun Kırkbir, Linda Kocabıyık, Mustafa Nurdoğdu, Yasemin Özcan, Zeynep Özkanca, Paloma Pineda, Ellis Ranson, Yağmur Sefa, Tanem Sivar, Önder Tiryaki, Jovan Todorovic, Ali Tünay, Selin Ünüvar, Tommy Wharfe, Merve Yeşilçimen, Yağmur Yıldırım Reklam cihan@coistanbul.com merve@coistanbul.com busra@coistanbul.com İletişim 123@xoxothemag.net / +90 212 2590669 Yayın Türü Aylık, Yaygın, Süreli. Baskı ve Renk Ayrımı Mas Matbaacılık San. ve Tic. A.Ş. Hamidiye Mahallesi Soğuksu Caddesi No:3 34408 Kağıthane, İstanbul, Türkiye, Sertifika No: 12055 XOXO The Mag'de yayınlanan yazı ve fotoğraflar kaynak belirtilmeden kullanılamaz. Tasarım Konsepti ve Yayın Kimliği Bülent Erkmen Tasarım Uygulama ve Kimlik Standartları Barış Akkurt, BEK
Jaeger-leCoultre Boutique Abdi İpekçi Cd. Altın Sk. 4/A Nişantaşı, İstanbul +90 212 232 3017
Geophysic Universal Time watch Philippe Jordan, Chief Conductor and Music Director in Paris and Vienna
Open a whole new world
Drew Droege Röportaj Olga Şerbetcioğlu 106
Nora Şeni Röportaj Nevşin Mengü 134
Kadriye İnal Röportaj Yasemin Özcan 46
La Déesse Röportaj Ayşecan İpek 132
Xander Zhou Röportaj Utku Palamutçu 90
Pixie Lott Röportaj Başak Ulubilgen 162
Cemil Batur Gökçeer Yazı Fatih Özgüven 60
Rag & Bone Röportaj Utku Palamutçu 34
Tamer Nakışçı Röportaj Derya Gürsel 68
John Court Röportaj Seza Bali 38
Kıvılcım Eğilmez Kocabıyık Röportaj Arzu Sak 74
Yerli, Organik. Yazı/Röportaj Ayşecan İpek 118
Moda 103 Hazırlayan Aslin Kumdagezer 79
Ayşe Boyner Röportaj Tanem Sivar 56
Must Be Beautiful 144
Álvaro Enrigue & Valeria Luiselli Röportaj Sena Akalın 14
Tolga Tatari Röportaj Bahar Türkay 10
Saffet Murat Tura Röportaj Ali Tünay 20
Derin Sarıyer Röportaj Derya Gürsel 26
Okay Kaya Röportaj Alican Öyke 136
Some Women of Si Hazırlayan Merve Yeşilçimen 50
Beatrice Galilee Röportaj Bahar Türkay 42
Seren Yüce Röportaj Murat Emir Eren 128
Jimenez Lai Röportaj Yağmur Yıldırım 94
E
D
İ
T
Ö
R
D
E
N
OLGA ŞERBETCİOĞLU
Chloë Sevigny Orijinal fotoğraf:
Wolfgang Tillmans, 1995 Şarkı Sözleri:
Sometimes It Snows In April, Parade, 1986, Prince
HERMÈS TA B I AT I
HERMÈS TA B I AT I
Genç yaşta çok başarılı olmuş, girişimci birinden bahsedince, insanın aklına hemen klişeler geliyor. Tolga Tatari bu tanımın ilk bölümüne uymakla birlikte, klişelerden hayli uzak birisi… Alışılmışın dışında, gitmekten değil kalmaktan ve ilk değil iyi olmaktan bahsediyor. Tüm gerçekçiliğiyle geleceğe bakarken, geçmişle bağını koruduğuna dair bir his uyandırıyor. IWC Originals’ın bu ayki konuğuyla, bu ipuçları
I WC
O R IGINA LS
üzerinden hikayesini konuştuk.
Röportaj:
Bahar Türkay Fotoğraflar:
Gökhan Polat
Tolga Tatari, IWC Big Pilot’s Watch Top Gun
BU BİR İLANDIR
takıyor.
012
TOLGA TATARİ
İş dışında, özel hayatında da sürekli yeni bir fikir peşinde misin? Hayır. Çok tutucu ve tekdüze bir hayatım var. Değişiklik sevmem. Mesela, senelerdir aynı parfümü kullanıyorum ve aynı tarzda giyiniyorum. Ama yemek için aynı şeyi söyleyemem. Yeni lezzetlere çok meraklıyım.
6
Orijinallik nedir? Daha önce yapılmamışı yapmak, ilk ve özel olmak, taklit edilmektir.
1
2
Farklı bir cevap arayışında olduğumuz klişe bir soru... Marka olmak ne anlama
geliyor? Marka olmak, bir duruşunun olması demek. Tanınmak ve tercih edilmek aynı zamanda, ki bu ilham verici. Bununla birlikte, insanın üzerine büyük sorumluluk getiriyor. Özgürlüklerin kısıtlandığı, iyi yönetilmeye ve korunmaya muhtaç olunan bir durum yaratıyor. Bir şeyi ilk yapan olmak mı, en iyi yapan olmak mı asıl mesele? Kesinlikle en iyi yapan olmak... Bir şeyde en iyi olabilmek için, onu diğerlerinden farklı bir şekilde yapman gerekir. İlk olup da kötü yönetilerek yok olmaksa en fenası.
3
Kendi yarattığın markanın müşterisi olur musun; Markafoni’den alışveriş yapıyor musun mesela? Elbette. İşim gereği internet üzerinden pek çok yerden alışveriş yapıyorum. Neredeyse her şeyi internetten alıyorum diyebilirim. Herkese tavsiye ederim.
4
Bir sonraki iddialı projen ne? Şirketimi sattım diye bu yaşta emekliye ayrılmam çok zor, daha birçok girişimde bulunacağıma eminim. Bir yandan da iki yaşında bir oğlum var ve artık ondan daha büyük bir projem olacağını sanmıyorum.
5
Girişimcilik hikayelerinin arkasında başarısız öğrencilik yaşantılarına sık rastlıyoruz. Senin için de aynı durum söz konusu. Bu, işin doğasında mı var? Sıkı bir eğitim insanı ister istemez kurumsal hayatın içine sokuyor. O döngünün içinden çıkıp kendi işini yapmak birçok kişiye zor geliyor. Benim için okul, kısa dönem askerlik yapabilmek için aşılması gereken bir engeldi. Hiçbir zaman okuldan alabileceğim bir şey olduğunu düşünmedim.
7
Herkes şu günlerde, kaçıp bir yerlere gitmekten bahsediyor. Senin burası dışında olmak istediğin bir yer var mı? Kendi isteği dışında yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalan milyonlarca insanla beraber yaşıyoruz. Bir yerlere gitmeyi düşünmektense, yaşadığımız yere sahip çıkmamız gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca, bu aralar o kadar çok seyahat ediyorum ki, genelde olmak istediğim yer hep evim ve ailemin yanı oluyor.
8
013
Girişimci olmak için güncel eğilimleri takip etmek, hatta biraz öngörülü olabilmek gerekiyor. Konu trendler olunca yaratıcılığa mı daha yakınsın, takipçiliğe mi? Israrcılığa diyebilirim... Bana göre, girişimci olmanın sihirli bir formülü yok. Çok önemli yeteneklere sahip olunmasına da gerek yok. En önemli kural, her ne yapıyorsan hiç vazgeçmeden, ısrarla, çok ama çok çalışarak yapmak. Büyük bariyerlerle karşılaştığın zaman da etrafından dolaşacak yolu bulmak gerekiyor.
9
10
‘Bunu keşke ben akıl etseydim’ diye düşündüğün bir girişimcilik hikayesi oldu
mu? Çok… Yeni icatlar çıkaran, bunda başarılı olan şirketlere ve girişimcilere bayılıyorum. Bunlar çoğunlukla Türk şirketler olmuyor ve genellikle ‘Bunu ilk Türkiye’de başlatmış olsalardı hayatta tutmazdı ve bu kadar büyüyemezdi’ diye de aklımdan geçiriyorumdur.
014
Hayatımızda internet olmadığını hayal et. Ne yapıyor olurdun şu anda? Bir şekilde hayatta kalmaya çalışırdım, ama herhalde epey canım sıkılırdı.
11
Zamanla aran nasıl; senin için gelecek daha da hızlanmaktan mı geçiyor, aksine yavaşlamaktan mı? İster istemez her geçen gün biraz daha hızlanıyoruz. Teknolojiyi üzerimizde taşımaya başladığımız günden beri bütün isteklerimiz anında gerçekleşsin, sorularımız o an cevap bulsun, sorunlarımız hemen çözülsün istiyoruz. Yakında giyilebilir teknolojiler sayesinde konuşmadan anlaşabileceğiz. Artık yavaşlamak mümkün değil.
12
Kolundaki IWC Big Pilot’s Watch Top Gun saate bakınca aklına ilk gelen nedir? Şıklık ve mütevazılık.
13
14
Cümleyi tamamlar mısın; “Şimdi, şu anda .....”? Huzurluyum.
FLY YOUR DREAMS.
Orijinal olmanın ne demek olduğu konusunda, uzay boşluğunda süzülen düşünceler arasından, kendinize yakın hissettiğiniz anlamları seçip, basit bir kurgu hazırlayın. İsmin önüne gelen sıfat
tamlamalarını geride bırakıp, size ve dolayısıyla bize bir şeyler ifade eden ve artı değer katan isimleri, benzerlerinden ayıran özelliklere odaklandığınızda, orijinal kavramının içini doldurmaya
başlayacaksınız. IWC Schaffhausen ve XOXO The Mag’in işbirliği, bu sebepten ötürü Originals başlığı altında şekilleniyor ve orijinal konukları vasıtasıyla boşlukları doldurmanızı sağlıyor.
JOIN THE CONVERSATION: # B_ORIGINAL IWC Schaffhausen Boutique İstanbul: Mim Kemal Öke Cad. Altın Sokak 4/A Nişantaşı Tel: (212) 224 4604 İstanbul: Arte Gioia, İstinye Park Tel: (212) 345 6506 - Greenwich, Zorlu Center Tel: (212) 353 6347 - Unifree Duty Free, Ataturk International Airport Tel: (212) 465 4327 Ankara: Greenwich, Armada Tel: (312) 219 1289 - Next Level Tel: (312) 219 9315 I Bursa: Permun Saat, Korupark AVM Tel: (224) 241 3131 İzmir: Günkut Saat, Alsancak Tel: (232) 463 6111 I Muğla: Quadran, D-Hotel Maris, Marmaris Tel: (252) 436 9191
IWC.COM
Son yıllarda farklı yazı teknikleriyle Latin Amerika Edebiyatı’na yepyeni bir soluk getiren ve adlarından çok söz edilen Meksikalı bir çift var: Àlvaro Enrigue ve Valeria Luiselli. Yazdıkları kitaplarla birçok ödüle layık görülen
ÁLVARO ENRIGUE evlerinden bağlandık, son VALERIA LUISELLI romanlarını ve yazarlık hallerini yazarlara, New York’taki
konuştuk.
Röportaj:
Sena Akalın Fotoğraflar:
Emily Winiker
Emily, Álvaro ve Valeria ile New York’taki evlerinde, sakin bir günde XOXO için buluştu.
016
SENA AKALIN: Meksika’dan
sonra Harlem’deki hayatınız nasıl
gidiyor? ÁLVARO ENRIGUE: New York, insanı çok kendine katan, epey yoğun bir şehir. Bu açıdan Meksika’ya benziyor. Hiç görme fırsatım olmadı ama eminim İstanbul da öyle bir şehirdir. Aylarca şehir dışına çıkmasanız bile, bunu fark etmeyebilirsiniz. Şahsen, hayatımın büyük bir kısmını Harlem’de ve Upper West Side’da geçiriyorum, yani neredeyse yaptığım her şey burada oluyor. Bazı günler Columbia Üniversitesi’nde ders veriyorum. Eğer kar yağmazsa bisikletle işe on dakikada gidebiliyorum. Ve yine en sevdiğim kitapçı Book Culture’a on beş dakika uzaklıktayım. VALERIA LUISELLI: Ben Meksika’yla ilgili pek çok şeyi özlüyorum. Aslında çok karmaşık bir şehir ve muhtemelen bu yüzden orada çok uzun süre yaşamayı tercih etmem, ama mesela sağanak yağmurlarını özlüyorum. Oradayken muson yağmurlarına denk gelmiştim, çok güzeldi, inanılmaz dramatikti. Bir de, çok nadir de olsa, volkanların ortaya çıktığı anları özlüyorum. Birden ufka baktığınızda volkanlar gözüküyor ve şehirdeki herkes, o sırada meşgul olduğu her ne varsa onu bırakıp, ufka bakmaya başlıyor. Gerçekten büyüleyici bir şey. İnsanlarını da özlüyorum, onların yaşam ritmini özlüyorum, çünkü kendilerine özgü bir zamanları var. SA: Valeria, son romanın The Story of My Teeth’i, Meksika’da büyük bir meyvesuyu fabrikası olan Jumex’in finanse ettiği Jumex Sanat Vakfı’ndaki bir sergi için, bu fabrikanın çalışanlarının katkılarıyla hazırladın. Bu hikayenin arka planında neler vardı? VL: Bugüne kadar yazdığım kitapların hepsi birbirinden farklı süreçleri, yöntemleri ve arayışları gerektirdi. Mesela ilk denemelerden oluşan kitabım Sidewalks’ta yazdığım konular, sürekli sokağa çıkmamı, şehirde yürüyüşler yapıp birçok mekanı gezmemi; terk edilmiş binalara, gazete-dergi arşivlerine girmemi gerektiriyordu. Faces in the Crowd’u yazma sürecim ise kendi içime yaptığım bir yolculuktan ibaret olduğu için, çok daha yalnız ve bazen ağırlaşan bir deneyimi gerektirdi. The Story of My Teeth’e gelince, aslında her şeyin başında, onu bir roman olarak bile tasarlamamıştım. Meksika’daki fabrikada çalışan işçilerle, Jumex Sanat Vakfı’nda gerçekleştirilecek olan sergi ve kendi aramda bir tür iletişim kanalı oluşturmaya çalışmam sonucu her şey gelişti. Şöyle bir üçgen gibiydi: Fabrikadaki işçiler, Harlem’deki dairemde ben, ve galeride sergi için bir araya getirilen sanat eserleri... SA: Faces in the Crowd (Kalabalıkta Yüzler), Türkçeye çevrilmiş tek kitabın. Bu kitapta iki anlatıcı var. Biri New York’ta küçük bir yayınevinde çalışan genç bir kadın, diğeri ise şair Gilberto Owen. Owen’ı nasıl keşfettin? VL: Kitaptaki çevirmen karakterin Gilberto Owen’ı keşfedişi bir noktaya kadar benim onu keşfedişimi yansıtıyor. Gerçekten de Owen’ın yaşadığı eski evin bulunduğu binaya gittim. Onun 70 yıl önce yaşadığı o evle benim kitabı yazarken yaşadığım ev birbirine çok yakındı, komşu sayılırdık. Oraya gittim ve
xxx
Álvaro ve Valeria’nın kızı Maia’nın fotoğrafına ve babasını dans ederken çizdiği resmine bakıyorsunuz.
merdivenlerden çıkıp terasta kitapta bahsedilen o bitkiyi gördüm, onu alıp kendi evime götürdüm. Tabii ben kitaptaki gibi bir yayınevinde çalışmıyordum, Columbia Üniversitesi’nde doktoraya başlıyordum. Tam o dönemde Owen’ın metinleriyle tanıştım. Her şeyden çok, yazdığı mektuplara bayıldım. Çünkü bu mektuplar onun tam da Büyük Buhran öncesi, 1920’lerde Harlem’le ilgili tanıklık ettiklerini çok zekice ve alışılmışın dışında kaydettiği metinlerdi. Ben de Harlem’e tam da 2008 ekonomik krizi öncesi taşındım. Bu durum gerçekten çok ilginçti, çünkü Owen’ın bazı izlenimleri ve yine aynı dönem Federico García Lorca’nın New York’tan yazdığı mektuplarında da yer verdiği şehirle ilgili izlenimleri benim kriz öncesi deneyimlediğim New York’la neredeyse aynıydı. SA: Bu arada, Sidewalks’u okurken senin adımlarını takip etmek çok keyifliydi. Hayatın boyunca Costa Rica, Güney Kore, Güney Afrika, Hindistan gibi ülkelerde yaşadın. Ve yıllar sonra, kitabı yazdığın dönemde Meksika’ya geri döndün. Meksika’yı yeniden tanıma süreci ve orayla ilgili bir kitap yazmak nasıldı? VL: O kitapla ilgili ilk notlarımı 21 yaşında almaya başladım, o zaman Madrid’de yaşıyordum ve Meksika’ya -artık yerleşmek 017
için- dönmeyi düşünüyordum. Daha sonra tekrar gitmedim, ama o zaman düşündüğüm şey, hayatım boyunca uzakta farklı yerlerde yaşadıktan sonra ayrı kaldığım ülkeme gidip köklerimi bulmaktı. Yazacağım kitapla ilgili o sırada aklımda çok karmaşık fikirler vardı; çok dillilik, yersizlik, sürgün gibi. Daha sonra yoğun bir okuma dönemine girdim. Joseph Brodsky, Fernando Pessoa, Walter Benjamin, Sebald gibi, bazıları sürgünde veya ülkelerinden uzakta yaşamış birçok yazarı okudum. Bunu bütün kitaplarım için yapıyorum, kitaplarımın hepsi okumalarımla aramda olan konuşmaların izlerini taşıyor. Ama tabii Sidewalks’ta bu çok daha belirgin. SA: Álvaro, senin son romanın Sudden Death de derin bir araştırma sürecinin ürünü olsa gerek. Kitabı okurken, bazı konularla ilgili küçük araştırmalar yapmaktan kendimi alamadım. Vasco de Quiroga’nın Meksika’da Thomas Moore’dan etkilenip kurduğu ütopik kasaba, 16. yüzyılda aristokratların ve din adamlarının oynadığı tenis maçları gibi... ÁE: Kitabın araştırmasının yarısını New York Halk Kütüphanesi’nde, diğer yarısını da Princeton Üniversitesi’nin 018
kütüphanesi ve arşivlerinde tamamladım. Halk kütüphanesi müthiş bir yerdi. Ayrıca, Princeton’da o sırada az da olsa ders veriyordum ve zamanımın çoğunu üniversitenin kütüphanesinde kitap için araştırma yapmaya, yazmaya ayırabiliyordum. O dönem neredeyse her gün oraya gittim. Çok sakin, huzurlu bir yer olduğu için yazmamı çok kolaylaştırıyordu. Romanımı ayakta tutan ve destekleyen şey arşivler. Bu yüzden de tabii ki her gün kütüphaneye gidip çalışmam gerekti. Fakat romanın temel yapısı benim yıllardır gerçekleştirdiğim araştırmaların neticesinde zaten oluşmuş durumdaydı. Uzun zamandır aklımda Caravaggio’yla ilgili, ya da içinde bir şekilde Caravaggio’nun yer alacağı bir roman vardı, sadece bunu nasıl yapacağımı bulmam gerekiyordu. SA: Quevedo, ana dili İspanyolca olmayanların yabancı olduğu bir karakter. Caravaggio’ya karşı neden onu seçtin? ÁE: Quevedo’nun belki de tarih boyunca bütün dillerde yazılmış en iyi erotik sonelerin şairi olduğunu düşünüyorum. Ayrıca tam bir entelektüel. Thomas Moore’un Ütopya’sını İspanyolca çeviriyor, İspanya İmparatorluğu’na karşı çok acımasız eleştiriler içeren, o dönem halkın kullandığı İspanyolcayla yazdığı bir eseri var. Ama aynı zamanda mükemmel bir Latinceyle Katolik inancını ve İspanya İmparatorluğu’nu savunan eserleri de var. Olağanüstü bir kişilik. Quevedo’nın erotik sonelerine, romanslarına veya pikaresk eserlerinin hepsine bakarsanız, Katolik geleneklerine karşı çok zekice eleştiriler yaptığını görürsünüz. Fakat “resmi” kitaplarına baktığınızda onun sonuna kadar İspanya İmparatorluğu’nun güçlü savunucularından biri ve yine kralı sürekli koruyamaya çalışan bir soylu olduğunu fark ediyorsunuz. Diplomatlık yaptığı için bir süre Sicilya genel valiliğiyle Vatikan arasındaki ilişkileri yönetiyor. Ve savaş sırasında İspanya’yla Venedik Cumhuriyeti arasındaki ilişkilerde etkili bir isim. Mesela o dönemde, onun komutanlığında Adriyatik denizlerinde korsan gemileri var. Yani adam korsan, diplomat, başarılı bir çevirmen, ayrıca inanılmaz bir şair. Kitapta Caravaggio’nun karşısına herhangi başka bir karakter çıkarabilirdim. Bu tamamen keyfi bir karardı. Fakat Quevedo’yu seçeceğim çok belliydi çünkü her ikisi de 17. yüzyılın başında Avrupa sanatının en devrimci sanatçıları, barok sanatının en önemli ustaları. SA: Caravaggio’nun hangi resmi seni en çok etkiledi? ÁE: Gerçekten bilmiyorum. Caravaggio’nun resimlerinin büyük bir kısmı İtalya’da yer alıyor. Tabii ondan geriye çok az eser kaldığını söylemek lazım. Mesela, Berlin’de olan bazı işleri II. Dünya savaşı sırasında yok edilmiş. Bu arada, onun hakkında yazmaya, Berlin’deki Gemaldegalerie’de Amor Victorous isimli olağanüstü resmini gördüğümde karar verdim. Bu resimde, Eros’u karşıdan, o zamana göre oldukça cüretkar bir çıplaklıkla görürüz. Seyircinin tam karşısında Eros’un ayakları vardır ve izleyicinin gördüğü bu ayaklar fakir bir çocuğun ayaklarıdır, epey kirlilerdir ve tırnakların içi pislik doludur. İşte bu resimdeki ayakları gördüğüm anda Caravaggio’nun işleriyle aramda bir bağ oluştu. Ve bu bağ yıllarca onunla ilgili okuyup, sonra onunla ilgili bir kitap yazmama yetecek güçteydi.
Nişantaşı’ndaki eski apartmanlar içine adımınızı attığınız andan itibaren farklı bir güven hissi verir. Saffet Murat Tura, kliniğinin bulunduğu apartman gibi, sizi hemen ‘evinizde’ hissettiriyor. Bir ayağı akademide olan psikiyatr, bu toprakların yetiştirdiği gerçek bir düşünür. Bize de, büyük deri koltuğa oturup onu dinlemek kaldı.
Röportaj:
Ali Tünay Fotoğraflar:
Gökhan Polat
022
SAFFET MURAT TURA
Psikiyatri ile modernite arasındaki ilişkiyi nasıl kurarsınız? Bugün anladığımız şekliyle psikiyatri, modernist bir sosyal pratik elbette. Daha önce, geleneksel toplumlarda bugün psikiyatrinin konu aldığı durumlar din gibi başka kurumlar tarafından ele alınıyordu. Psikiyatri, biraz da Fransız Devrimi ile başlayan bir süreç içerisinde, tıbbın konuya el koymasıyla, modernizmin temel bir öğesi haline geldi. Olaya, Foucault açısından yaklaşabiliriz belki. Foucault modern toplumlardaki mikro-iktidar ilişkilerini ele almıştı. Özellikle bilimin belli bir toplumsal meşruiyet kazanmasıyla beraber, bu iktidar ilişkilerinin nasıl bir dönüşüme uğradığını inceledi. Psikiyatri, Foucault’ya göre, modern mikro-iktidar alanlarının tipik örneklerinden biridir.
1
Son kitabınız Beynin Gölgeleri’ni okurken aklımız doğa-kültür ikilisine doğru gidiyor. Bir sarkacı andıran şekilde, anlamaya karşı bilimsel açıklamalardan bahsediyorsunuz. Bu ikiliyi üreten nedir? Olaya nereden baktığınız çok önemli. Eğer belli bir düzeyde bakarsak, haklı olarak, doğa-kültür gibi bir ikililik olduğunu düşünebiliriz. Çok daha derin, ontolojik bir düzeyde baktığımız zamansa durum değişir. Biz bu dünyaya bir yerlerden düşmedik. Bu doğanının içinde gelişen, evrimleşen varlıklarız. Her ne kadar özel varlıklar olsak da, doğanın bir parçasıyız. Yapmak istediğim şeylerden biri de insanı ontolojik düzeyde ele alarak, varlığın temel dokusunu araştırmaktı. Şöyle ifade edeyim; gezenimizde milyarlarca yıldan bu yana devam eden biyolojik bir evrim var. Bu biyolojik evrimin sonuçlarından biri olarak, biz ve beynimiz oluştu. Yani beyin oldukça organize bir biyolojik organ ama köklerini cansız doğadan aldı. Beyinde açıkça ortaya çıkan yaşantıların doğanın bütününde nasıl örtük bir biçimde yer aldığı ilginç bir soru.
2
Soruyu basitleştirmek istiyorum. Geçenlerde arkadaşımla parkta yürüyoruz; bir baba oğluyla top oynuyor, kızı da kenarda izliyor ve bundan memnun gözüküyor. Arkadaşım fikrimi sordu; “Sence istemediği için mi oynamıyor, yoksa kadınlar top oynamaya meyilli değiller mi?” Buna sizin cevabınız nasıl olurdu? Biz biyolojik bir türüz. Memeli türlerine baktığımız zaman kadın-erkek rollerinin farklılaşmaya başladığını görüyoruz. Birbirlerini telafi eden, birbirinin açığını kapayan roller söz konusu. Biz de milyonlarca yıllık, insan öncesi bir evrimin sonucunda, son iki yüz bin yıldan beri gezegende olan bir memeli türüyüz. Bizim fabrika çıkışımız avcı-toplayıcı toplumlar. Evrimsel psikolojiden anladığımız kadarıyla erkeklerin bazı tarafları avcılık, kadınların da bazı tarafları toplayıcılık yönünde gelişmiş. Duyulan istekler, arzular da doğal olarak farklı. Bu açıdan baktığımız zaman bir kız çocuğunun futbol oynamaktan hoşlanmamasını sadece kültürel kodlarla açıklayamamayız. Ama değiştirilmez bir yazgı da değil tabii bu.
3
Kitabınıza dönersek; böyle her açıdan yoğun bir metni yazma sürecinin günlük ilişkilerinize, sosyal hayatınıza nasıl etkisi oluyor? Bu kitabı yazarkenki düşüncelerinizin sizi bıraktığını düşünmüyorum. Naif gerçekçi tutumumuzla, gerçek fiziksel dünya sandığımız bu dünyanın fiziksel dünyanın ta kendisi değil de bizdeki yaşantısı olduğunu bilmek gündelik yaşamı sürdürürken unutmanız gereken bir bilgi, bir bakıma.
4
Saffet Murat Tura’nın kliniğinden
023
Kitabınızın çözmeyi amaçladığı sorunun çağdaş felsefenin de temel problemlerinden biri olduğunu söylüyorsunuz. Biraz üzerinden geçtik ama adını koymak için soruyorum. Nedir bu problem? Gerçek fiziksel dünyada renkler, kokular, sesler ve bunun gibi birçok şey aslında yoktur. Bir örnek vereyim, şu anda siz sesimi duyuyorsunuz ve bu sesin gerçek bir varlığı olduğunu düşünüyorsunuz. Aslında benim vokal aygıtım sadece hava moleküllerini titreştiriyor. Bu durum sizin iç kulağınızdaki sinirleri fiziksel olarak uyarıyor, oradan da çeşitli sinir yollarıyla, beyinde bu tip fiziksel bilgileri incelemekle ilgili belirli bölgelere elektriksel sinyaller gidiyor. İşte bu aşamada ‘ses’ dediğimiz fenomenal yaşantı ortaya çıkıyor. Fiziksel dünyanın kendisinde ses diye bir şey yok yani. Bu durum yaklaşık 80 sene kadar önce hekimler tarafından ilk kez bulunduğunda fiziğin sınırlarının ötesinde bir varlıkla temas edildiği fikri egemen olmuştu. Doğaüstü bir durum gibiydi. Bunun bir doğa olayı olduğunun anlaşılması, insanların üzerindeki şaşkınlığı atarak sordukları soruyu değiştirmeleri ise yaklaşık 50-60 seneyi aldı. Hala tam olarak yanıtlanmamış olan bu soruyu daha anlaşılır hale getirmek, çözümüne biraz daha yaklaşabilmek; işte benim tıbbiyenin ikinci sınıfından beri problemim budur. Bu problemi her adımda daha fazla netleştirmeye, daha iyi anlamaya ve kavramaya başladım. Felsefede klasik olarak beden-zihin ikiliği denilen problem artık bir doğa olayı olarak nasıl incelenebilir, bunu çözmeye çalışıyoruz.
5
024
Sosyal düşünürlerin psikiyatriye faydası olduğunu düşünüyor musunuz? Kitabınızda Judith Butler, Foucault gibi isimleri zaten görüyoruz. Düşünürlerin, psikiyatrinin genel gelişimine çok önemli katkıları var. Psikiyatrinin kendisine çeki düzen vermesine, ‘biz ne yapıyoruz?’, ‘insanların hayatlarına ne ölçüde müdahale etme hakkımız var?’ gibi sorular sormasına çok yardımcı olan, psikiyatriyi sürekli olarak revize etmeye yarayan, içeriden veya sizin bahsettiğiniz gibi dışarıdan eleştirilerin çok faydalı olduğunu düşünüyorum.
6
Disiplininizin Türkiye özelinde nasıl problemleri var? Psikiyatrinin genel olarak bir ‘delilik sorunu’ var diyelim. Türkiye geneline bakarsanız, psikiyatra gitmeniz adeta bir damgalanmaya sebep oluyor. Ancak şunu da belirtmek lazım; genel olarak, bilimde gelişmemiş diğer ülkelerde de durum bundan farklı değil.
7
Son olarak merak ediyoruz, siz modern hayatta nasıl ayakta kalıyorsunuz? Ben zaten modernim. Modernitenin acılarının da farkındayım. Ama doğrusu başka türlü yaşamak istemezdim. Yaşam bana hiçbir zaman anlamsız görünmedi. Yalnızlık, evet belki, zor olabilir. Ama özgürlüğün bedeli bu. Zaten biraz düşününce, insan bedel ödemeden yaşamanın imkansızlığını da anlar. Hiçbir zaman gelenekçi cemaat insanı olmak istemezdim. Bütün getirilerine rağmen.
8
AVUSTRALYA AÇIK FİNALİ’Nİ İZLEYİP AYNI ZEMİNDE TENİS OYNAMAK… ORMANADA’DA HAYAT BU… Avustralya Açık standartlarında Rebound Ace zeminli tenis kortları, Ormanada’da. Dolar 2,49 TL Faiz 0,89
www.ormanada.com
0212 201 59 30
Ormanada finansal oranlarda değişiklik yapma ve durdurma hakkını saklı tutar.
Yola beraber çıktığımız insanları XOXO’da ağırlarken, bu sayfalar hem romans hem de gururla doluyor. Altı seneyi aşkın buralardayız ama Derin Sarıyer’i size ilk kez sunuyoruz. Üstelik, cesaretinden ödün vermemiş, geleceğin gerçekliğini ise sabırsızlık ve olgunlukla bekleyen haliyle...
Röportaj:
Derya Gürsel Fotoğraf:
Gökhan Polat
Bu fotoğrafın alt metninde Rodney Graham’ın ‘Good Hand Bad Hand’ işi var. Bu yüzden, önce Derin Sarıyer’i, gözlerinizi kısıp tekrar baktığınızda ise onu göreceksiniz.
Gömlek:
Saint Laurent/ Beymen Gözlük:
Retro Super Future Saat:
JaegerLeCoultre Geophysic Universal Time Pink Gold 028
DERİN SARIYER
İlk koleksiyonunu hatırlıyor musun; o zamanlarda da üretim stiliniz böyle miydi? Bu şekilde çalıştığımız hiç olmamıştı. Biz en baştan Derin koleksiyonunun içine girecek ürünler yaratmak için tasarım yaptık. Belki %5’i proje sırasındaki Ar-Ge’de ortaya çıkan ürünler oluyordu. Ama bu seferkilerin yarısının bu şekilde olduğunu söyleyebilirim. Oldukça tesadüfi... Şunu da eklemek gerek; bu ürünlere baktığımızda daha kolay kullanılabilir ve kabullenilebilir ürünler olduğunu görüyoruz.
3
Bundan iki sene önce 27 gibi çok fazla ürünün olduğu bir koleksiyon çıkarmıştınız ve oldukça dikkat çekmişti. İki yıllık bir aradan sonra şimdi yenisi geldi. ‘Her sene koleksiyon çıkarmak lazım’ diyerek ilerlemiyoruz. Geçmişe baktığımızda katalog çıkarmadığımız dönemleri bile görebilirsiniz. Biz işin akışına göre karar veriyoruz. Ekonomik ya da pazarlama ile ilgili sebeplerden ziyade, ortaya çıkacak ürünün içimize sinmesini önemsiyoruz. 27 ürün tasarımı o kadar fazlaydı ki, o ürünlerin sindirilmesi, prototipten üretim aşamasına geçmesi bile zaman aldı. Yani bir koleksiyonun gerçek anlamda ayaklarının yere basması zaten iki seneyi bulabiliyor.
1
Normalde şirketler yılda dört kez yüz değiştirir, fuarlara katılır. O zaman siz kendi üretim sezonlarınızı kendiniz mi belirliyorsunuz? Kesinlikle. Bazen gelen bir brief ile üretime geçebiliyoruz. Mimarlarla işbirliklerimiz sonucu ortaya çıkan ürünler de olabiliyor. Ki bu koleksiyonun çoğu bu işbirliklerimiz esnasında ortaya çıkan ürünlerden oluşuyor.
2
4
Bu denli köklü bir tasarım pratiğinin içinde olmanın dezavantajları da vardır
elbette. Çok büyük çaplı bir firma olmayı tercih etmememizin nedenlerinden biri de bu dezavantajlardan kaçınmak. Zira çok fazla satmanız gerektiğinde, ortalamayı yakalamanız ve ona hitap etmeniz gerekir. Biz ise tasarımı kendimizi ifade etme aracı olarak görüyoruz. Hayata bakış tarzımız var, tasarımlarımız da bundan ayrı değil. Ama şu da bir gerçek; koleksiyonumuzun içindeki bazı ürünler diğerlerine göre daha kolay kullanılabilir. Bazıları ise daha ikonik olmaya aday ve sanatla tasarım arasındaki ince çizgide kalan işler oluyor.
Derindere Filo Kiralama Merkez Ofisi, 2014
Tasarım dili çok güçlü isimleri bir araya getiriyorsunuz. Bu isimleri Derin Design çatısı altında toplayan üst bir tasarım öngörüsünden bahsetmek mümkün mü? Koleksiyonumuz içerisinde bulunan tasarımcılarımızın tabii ki çok farklı yönleri de var ama ortak yönlerini de bulmak mümkün. Biz o ortak kümede olan işlerin peşindeyiz. Bazen Aziz Sarıyer’in, benim ya da Defne Koz’un çok iyi bir tasarımı oluyor, kendi evimize koymak istiyoruz ama onun Derin koleksiyonunun içine giremeyeceğini düşünüyoruz. O tasarımcıların hepsinde de koleksiyonumuzun ruhuna ait bir parça var. Biz o parçaların peşindeyiz. Zaten her sene yepyeni tasarımcılarla da çalışmıyoruz, belki o anlamda biraz muhafazakarız diyebilirim. Örneğin bazı uluslararası tasarımcılarla flörtler ettik ama olmadı. Sadece o tasarımcıların isimlerini kullanmak adına bir işbirliği yapmayı tercih etmedik.
5
029
Tasarlamak senin için ne ifade ediyor? Tasarımı bugünü anlatmak olarak tarif edebilirim. Bugün herkes tasarımı bir sıfat olarak kullanıyor. “Tasarım mobilya”, “tasarım telefon” gibi ama tasarım inovasyon ve yenilik demektir. Süslemeler ya da eklemeler tasarım değildir. Tasarım bugünü ifade etmelidir. Bizim amacımız da bu.
9
Genel gidişata bakalım; yeni formlar üretilebiliyor mu, yoksa geçmişteki formlar tekrar mı ediliyor? Büyük bir değişimin arifesinde olduğumuzu düşünüyorum. Sanki büyük bir eşik var, o eşiğe herkes yaklaştı ve bir birikme oldu. Yatırımlar durdu, yenilik yok, insanların satış yapmaları lazım, pazarlarda şişmeler var. Bir akıntıya kapılmış gibiyiz. Doğal olarak, gençler de bu durumdan etkileniyor. Elbette yetenekli gençlerin de olduğunu düşünüyorum ama ekonomik konjonktürün, formun tekrarına neden olduğu durumlarla sıkça karşılaşıyoruz.
10
Odeabank Genel
Peki birleştiren tasarım öngörüsü oyuncu ve esnek olmak mı? Kesinlikle. Hatta, bir sergimizin ismini Oyuncu Akılcılık koymuştum. Birbirlerini iten iki sıfat gibi. İşlerde bir akılcılık olsun, ayakları yere sağlam bassın, üzerinde de oyun olsun istiyoruz. Yani akılcı olmayan bir oyunla çok fazla bağımız olmuyor. Sadece güzel gözüküyor diye amorf bir formu kullanmıyoruz.
Müdürlük, 2015
6
Mimarlarla da çok fazla proje yapıyorsun. Bir ürün tasarımcısı olarak bu projelerde ne kadar yönlendiriliyorsun? İki şekilde projelere dahil olabiliyoruz. Bazen mimar geliyor, katalogdan projesine uygun olduğunu düşündüğü ürünleri seçip, malzemesine karar verip üretilmesini istiyor. Bazen de baştan sona mimarlık ofislerinin kendilerinin tasarladıkları projelerde yer alıyoruz. Her koşulda, mimar projenin yönetmenidir. Konumlandıracaksak merkezde onun kararları vardır.
7
030
Tasarımcı egoları çatışmıyor yani. Hayır, çünkü biz kendimizi ve üretim alanımızı biliyoruz. Öyle bir heyecanımız da yok. Zaten böyle düşünüyorsanız mobilya firması sahibi olamazsınız. Bir yerden pot verirsiniz. Biz kendimizi mimarlık ofislerinin çözüm ortağı olarak görüyoruz. Tek bir koltuk olsa bile ofislerle bu işbirliklerine giriyoruz. Bazen onların tasarladığı ürünler oluyor, onları prototip haline getirip ürettiğimiz de oluyor. Bazen ise projeye Derin’den bir ürün koymak mümkün olmuyor, özel bir tasarıma ihtiyaç duyuluyor, biz de onu çalışıyoruz.
8
Jolly, Aziz Sarıyer, Derin Design, 2016
KARTIM, KANATLARIM. WINGS ÇABUK BİRİKTİRİR HEMEN UÇURUR.
Wings ile uçmak için hemen başvurun. Başvuru için gönderilecek SMS’ler; KDV ve ÖİV dahil Turkcell, Vodafone ve Türk Telekom için 0,65 TL’dir. Turkcell, Vodafone ve Türk Telekom kampanya katılım ücretlendirmesinde meydana gelecek değişiklikleri yansıtma hakkını saklı tutar. Wings ayrıcalıkları hakkında detaylı bilgi için www.wingscard.com.tr adresini ziyaret edebilirsiniz.
HAYAT. ŞİMDİ. BENZERSİZ.
Başvurmak için WINGS yazın, 5990’a kısa mesaj gönderin.
SA ÖZ YI EL DA
BA SI H N A IR RA LI
Marcus Wainwright ve David Neville’in ağzından çıkan cümleleri okurken, New York’u oyun alanı olarak ele alın, trend kavramını kelime dağarcığınızdan geçici bir süreyle çıkartın ve size uygun ideal bir jean’in var olmadığı ihtimalini unutun. İşin matematik kısmına geldiğinizde, elinizdeki veriler sizi Rag & Bone’a çıkaracak.
Röportaj:
Utku Palamutçu Fotoğraflar:
Kahty Lo
036
RAG & BONE
1
Yatılı okulda birlikte kaldığınız dönemden aklınızda komik bir hikaye
var mı? MARCUS WAINWRIGHT: Hatırladığım
tek şey, yapmamamız gereken şeyler yaparken yakalanmamaya çalıştığımız. DAVID NEVILLE: Marcus’un söylediği şey, tüm yatılı okul hayatımızı özetliyor. Bunun dışında, Marcus yazın Portekiz’deki bir barda çalışırken, onun yanına gidip aynı barda çalışmaya başlamıştım. 18-19 yaşlarındaydık, ikimizin de kanı kaynıyordu ve saçma sapan şeyler yapıyorduk. Hayatımın en eğlenceli yaz tatillerinden biriydi. Trend kavramı için alternatif bir sözlük anlamı oluşturabilir misiniz? MW: Bunu yapabilecek kadar iyi bir dil bilgisine sahip olduğumu düşünmüyorum. DN: Trend kelimesinden nefret ediyorum. Bu yüzden, ona alternatif bir anlam yaratmak yerine, bu kelimeyi tamamen ortadan kaldırıp, ‘özgün parçalar üretmek ve onu gardırobuna uydurmak’ kavramını kullanmayı tercih ederim.
2
Moda sektörünün her geçen gün biraz daha androjen bir hal aldığına inanıyor musunuz? DN: Öncelikle, bu değişimin, her ne yönde olursa olsun, bizim lehimize işlediğini söyleyebilirim. Artık moda sektörü, bizim yaratmak istediğimiz kadına daha yakın bir tınıya sahip ve bu sayede kadın ve erkek arasındaki keskin hatları muğlak hale getirmek bizim için çok daha kolay ve bir o kadar da keyifli. MW: David’e sonuna kadar katılıyorum. Bu değişim Rag & Bone’u tercih eden kadınları tatmin eder cinsten. Zira bahsettiğimiz bu kadın, özgüveni oldukça yüksek ve risk almaktan çekinmeyen birisi.
3
Ama geçtiğimiz sezon, bu söylediklerinizle çelişen bir koleksiyon hazırladınız ve pek çok insanın tahmin ettiğinden çok daha feminen bir duruş sergilediniz. Makul bir açıklaması vardır diye tahmin ediyoruz. MW: Aslında, maskülen parçaları olabildiğince feminen hale getirdik demek daha doğru olur. Bizden beklenmeyecek bir hareket olduğu konusunda haklısınız ama, klasik bir bomber ceketin içine ip askılı ipek bir elbise giydirmek, çok şaşırtıcı bir şey olmasa gerek. DN: Takındığımız bu tavır, Rag & Bone’un ve haliyle bizim etosumuz diyebilirim. İdeal kadının, İngiliz erkeklerin gardırobuna nüfuz etmesi, bu tavrın en kaba tabiriyle açıklaması olabilir. Bu iki zıt kutup bir araya geldiğinde, bizim de keyfimiz yerine geliyor.
4
Rag & Bone, 19. yüzyılda, işe yaramaz ve istenmeyen eşyaları toplayan insanlara verilen bir isim. Markanın kimliği ve bu tabir arasında nasıl bir bağ kurdunuz? MW: Bu tabir bizim İngiliz alt kültürümüze atıfta bulunuyor, ve hatta çocukluğumuzdan kalma, oldukça uzak bir anıyı canlandırıyor: At arabası kullanan ve mesleği toplayıcılık olan bir adam, neredeyse tüm Londra’yı baştan sona dolaşıp, arabasına bağladığı küçük çan ile, eski eşyalarınızı almaya geldiğini haber verirdi. Tabii bu hikaye, bizim çocukluk yıllarımızda kaldı ve bugün böyle bir adam ne yazık ki yok. DN: İşin komik tarafı, bu adam pis ve eski kıyafetlerle, eşyalarla uğraşıyor olsa bile güzel giyinmeyi ihmal etmiyordu. Biz de buradan yola çıktık, erkeklerin işe giderken takım elbise giyme zorunluluğu olduğu dönemi ilham kaynağı olarak aldık ve sözde gereksiz parçaları, olabilecekleri en havalı hale sokmaya karar verdik.
5
037
İlk ürettiğin jean’in neye benzediğini hatırlıyor musun? MW: Boru paçalı, kaliteli kumaştan üretilmiş, üç iğneli bir dikiş makinesinden çıkma, gayet güzel bir jean’di. Harcadığım zaman ve bir adet jean için Kentucky’deki bir fabrikanın peşine düşmek, gerçekten gerekli miydi bilmiyorum ama tuttuğumu kopardığım için mutluydum.
8
Marcus, kendine uygun bir kalıpta üretilmiş ideal jean’i bulamadığın için jean üretmeye karar vermek, hayatındaki en radikal kararlardan biri olsa gerek. MW: Kesinlikle. Olay sadece ideal jean’i bulmakla bitmiyordu, gerçekten beğendiğim ve severek satın aldığım hiçbir şey bulamıyordum.
6
Sonra ne oldu? MW: Hayatımdaki büyük değişikliklerden biri için adım atmaya hazırlanırken, Meksika’da eşim Glenna ile tanıştım, inanılmaz güzeldi ve New York’ta yaşıyordu. Yaptığım işten nefret ediyordum, istediğim jean’i bulamıyordum ve aşık olmuştum. Glenna’nın peşine takılıp New York’a taşındım. Bu değişikliği sindirdikten sonra jean üretmeye karar verdim.
7
Denim, moda sektörüne girmek ve kendini doğru ifade edebilmek için, oldukça zor bir kumaş değil mi? DN: Denim bir kenara, bizim için neredeyse her şey başlı başına bir mücadele gerektiriyordu. Hele ki bu işin eğitimini almadıysan ve iki çaylak olarak yola çıktıysan, işler tahmin ettiğinden çok daha zor. Tabii, denim’in bu süreçteki en zor şey olduğu aşikar. Teknik olarak işlenmesi zor bir kumaşa tasarım değeri atfetmek o kadar zor bir şey ki, bu iki nokta arasındaki çizgiyi doğru çizen markaların hayatta kalması, işe bu açıdan baktığında daha anlamlı bir hal alıyor.
9
Kıyafet segmentini genişletmeye nasıl karar verdiniz? DN: Yaptığımız işte başarılı olduğumuzu fark ettiğimiz noktada, işi bir adım öteye taşımaya karar verdik. Erkekler için jean üretme fikriyle yola çıkmıştık ama günün sonunda erkekler için ideal gardırobu ürettiğimizi fark ettik. 2005 yılında, kadınları bundan mahrum bırakmayı kendimize yediremedik ve kadın koleksiyonumuzu hazırladık.
10
İlk koleksiyonun ilham kaynağı neydi? MW: Hiçbir şey. Güzel kadınlardan, havalı ve eşimin giymekten zevk alacağı kıyafetlerden ilham aldık, hepsi bu.
11
038
Kimliğiniz bir hayli değişken. Üç parçalı takım elbiseler ve puffer ceketler arasında gidip gelen bir moda algısı, marka kimliğini zedelemiyor mu? MW: Değişen şey kimliğimiz değil, moda algımızın bu değişimle uzaktan yakından alakası yok. Biz sadece altını çizmek istediğimiz şeye vurgu yapıyoruz. Haliyle, her koleksiyon kendine has bir mantığa sahip, formlar ve fonksiyon her koleksiyonda değişken olarak karşımıza çıkıyor ama şüphesiz kimliğimiz sabit kalıyor. DN: Bu değişkenleri tetikleyen bir mirasın da var olduğunu unutmamak gerek.
12
Rag & Bone,
İlkbahar/Yaz 2016 koleksiyonu için yarattığınız atmosfer ve özellikle Thom Yorke’un performansı, uzun bir süre konuşuldu. 90’lardan ilham almanın bu denli etkileyici olacağını düşünüyor muydunuz? DN: 90’lar temel ilham kaynağımızdı, o yılları düşündüğümüzde aklımıza Notting Hill Carnival ve Londra geliyordu, müzikal anlamda efsanevi bir şey yapmamız gerektiğini düşünüyorduk. Defileyi Brooklyn’deki St. Ann’s Warehouse’da yapmaya karar verdiğimizde, mekanın ruhuna saygı duyup, yıllarca performans sergilenmiş bu yerde, neredeyse defileyi geri planda bırakacak kadar güçlü bir gösteri hazırlamak istedik. Bu noktada Thom Yorke işe dahil oldu, bizim için bir şarkı besteledi. Gerisini biliyorsunuz; tüvit kumaşlar, halka küpeler falan...
SS 2016
13
Uzunca bir süre kampanya çekimi yapmaktan kaçındınız, ta ki Kate Moss’la bir araya gelene kadar. Sizi bu kadar rahatsız eden şey neydi? MW: Sektörde adımız konuşulur hale gelene kadar, her markanın yaptığı şeyi taklit etmek istemedik. Kendimizi ifade etmek için kurgulanmış bir dünya yaratmaya ihtiyaç duymadığımızı hissettiğimiz noktada kampanya çekimi yapmaya başladık. Ve hatta bununla da yetinmeyip ‘Do it Yourself ’ projesini hayata geçirdik.
14
Ünlü isimlerin baştan aşağı Rag & Bone giyip, kendilerini çektiği projeden bahsediyorsun. MW: Evet. Modellerin kendi kreatif yönetiminde gerçekleşen, oldukça basit bir çekim. Canları ne isterse onu giyiyorlar, istedikleri gibi poz veriyorlar ve kafalarında canlanan Rag & Bone kimliğini hayata geçirmiş oluyorlar. Bence bu çok zekice bir çözüm ve kurgu bir çekimle göstermek isteyeceğimiz New York estetiğini, insanlar bizim yerimize sergiliyorlar.
15
Gerçekten New York estetiği diye bir şeyin var olduğuna inanıyor musunuz? Dürüst bir cevap vermek zorunda değilsiniz. MW: New York kesinlikle İngiliz ruhuna sahip değil, keza Parizyenlikle de uzaktan yakından alakası yok. Ama kendine has bir estetiği var, o kesin. DN: İngiltere’den New York’a transfer olmuş iki birey olarak, bu şehrin kendine has bir duruşu olmadığına inansaydık, bugün Rag & Bone’u yaratamamış olurduk.
16
039
Sekiz saatlik standart bir iş gününe aşinasınızdır; ofise git, kahveni iç, klavyende saatlerini geçir. John Court ise, bir kuyunun içinde durmadan dönerek kaç tur attığını kafasına yazıyor, veya üç ayaklı bir masaya yaslanarak saatlerce onu ittiriyor. Bütün bunlar, okuma-yazma ile olan sıkıntılı ilişkisinden kaynaklanıyor ve Court, bedenini zorlayarak, sanatıyla dünyada var olmaya çalışıyor.
Röportaj:
Seza Bali Fotoğraf:
Marco Berardi 4 hours performance Untitled, 2013, Draw to Perform, Curator: Ram Samocha at Performance Space, London
040
JOHN COURT
Performanslarında zaman kavramı çok önemli; saatlerce yürüyorsun, belli bir süre boyunca yazı yazıyorsun. Uzun bir performans süresinde fiziksel durumun nasıl değişiyor? Bu aralar fark ettiğim bir şey var, o da zamanın öneminin sanat pratiğimde ve hayatımdaki en önemli şey olduğu. Fikrin oluşumuna, anlamına, işi tanımaya zaman vermek… ‘Infr’action 10’ gibi saatlerce yürüdüğüm performanslarda yürüme eylemine istediğim zaman başlayıp, herhangi bir anda durabiliyorum. Bir işaret bıraktığım ‘ART TRA’ gibi bir çalışmada ise zamana, onu malzeme, mekan ve bedenle belgeleyerek referans veriyorum. Performansımı işin fizikselliği izin verdiği veya malzeme bitene kadar sürdürmeye çalışıyorum. Bu şekilde performansın sona geldiğini kabul edebiliyorum ve anlayabiliyorum, o bitiş noktası gerçeği temsil ediyor. Sonunda ise yeni bir başlangıç hissediyorum; ne olduğunu anlamanın ve yeni bir işin başlangıcı.
3
1
John, ileri seviyede disleksin var ve çalışmaların dille ilgili. Hayatı kendine zorlaştırmıyor
musun? Açıkçası, sanatımla ilgili her şey zaten çok zor. Sanat dünyasında var olabilmek ve her gün yazı yazmak gibi aktivitelerden dolayı dil ile uğraşarak hayatı kendime zorlaştırıyorum. Örneğin şu anda burada oturup sorularına cevap yazmaya çalışıyorum ve bu hayatımda yaptığım en zor şeylerden biri. Ama bunun beni gerçekten kötü anlamda etkilemesine izin verseydim, bugün yaptıklarımı yapamazdım. Bu yüzden, bir sanatçı olarak bunu da bir sanat işi olarak ele alıyorum, yaratıcılığımı başkalarıyla paylaşırken kendi pratiğim ve sanat yapma sürecim hakkında da bilgileniyorum. Dil kavramını sanatımda kullanmak benim için inanılmaz aydınlatıcı ve aynı zamanda tatmin edici, bu yüzden disleksiyle çalışan beynime minnettarım.
Fotoğraf: Henry Chan
Bir müzede performans yaptığında, otomatik olarak bir izleyici kitlesi olacağını biliyorsun. Peki kamusal alanda çalıştığında, görünüyor ve izleniyor olmak senin için önemli mi? Her zaman karşımda bir izleyicinin olacağı ihtimalinin farkındayım. Bazı performanslarımda görünmediğim anlar da oluyor, ama o zamanlarda bile bu ihtimal çok gerçek. Bazen şunu da düşünüyorum; performansımın başlangıcında biri beni izlemeye başlıyor, benimle biraz vakit geçirerek hareketlerimi ve performansın süresi boyunca ne yapacağımı anlamaya başlıyor. Belki bir süre sonra, ben hala performansa devam ederken, o benim varlığımın farkında olacak ama aslında benimle birlikte orada olmayacak. Bu bağlamda, ben izleyicilerin fazlasıyla farkında oluyorum. Onlarla sosyal bir etkileşimde olmasam da, bu farkındalık hoşuma gidiyor.
4
6 hours performance Untitled, 2014, 7a*11d International Festival of Performance Art, Toronto
Yani sınırlarını zorlayarak disleksine isyan mı ediyorsun? Hayır. Kendimi zorlamak, yaratıcı bedenim ve zihnimle bir bağ kurabilmemin tek yolu.
2
041
Kendini dışarıda olup bitene nasıl kapatıyorsun? Kapatmanın aksine, etrafımda olan bitenleri anlamaya çalışıyorum ve bazı şeyleri kabul ediyorum. Bazen içinde bulunduğum yeri unutup kendi dünyama dönüyorum ama bunu fark eder etmez, o andan uyanıp bulunduğum ana geri dönüyorum. Bunu yapmak benim için önemli, çünkü ancak bu şekilde yaptığım işin anlamına tekrar odaklanabiliyorum. Bu yüzden de genellikle elimde bir sopa veya tuğla oluyor. İçsel dünyama döndüğüm anda, elimde bir şey olduğunu fark edip, bu sayede gerçekliğe geri dönüyorum.
5
Kelimeleri birer imge olarak gören John’dan kendi adını nasıl gördüğünü çizmesini istedik.
Fotoğraf: Bjørn Venø Untitled, Venø Gård KUNST International performance art festival
042
Kuzey Kutbu’na yakın yaşıyorsun. Lapland’in iklimi hayatını ve sanat pratiğini nasıl etkiliyor? Burada yaşamanın sanat pratiğim için çok gerekli olduğunu düşünüyorum. İzole bir şekilde yaşayarak pratiğimi daha iyi inceleyebiliyorum ve geliştirebiliyorum. Londra’daki hayatımdan çok farklı bir hayat tarzım var. Burada kış boyunca günde sadece birkaç saat güneş görmek gibi çok farklı tecrübeler de edindim. Bu dönemlerde yaptığım tek şey pratiğime odaklanmak. Bazen de bir haftadan diğerine geçmek, hatta bir saatten diğerine geçmekle uğraşıyorum sadece, ama bunu zaten kendime ne yaptığımı, veya neden sanat yaptığımı sorduğumda da yaşıyorum. Diğer yandan, bahar gelince uzun zamandır görmediğin inanılmaz bir ışıkla karşı karşıya kalıyorsun ve bu enerji için çok problematik olabiliyor. Ben genelde kendimi duygusal olarak orta bir yerde tutmaya çalışıyorum.
6
Performansların yalnız eylemlerden oluşuyor, dilini konuşmadığın bir ülkede yaşıyorsun ve bunun üzerine disleksin var. Yalnızlık ve dayanıklılık hakkında ne söyleyebilirsin? Açıkçası, Fince konuşmamam ailem ve benim için oldukça büyük bir sorun. Ne kadar denediysem de disleksimden dolayı bu dil benim için imkansız. Bu zor durumu, sanat dilimi daha kuvvetli kılarak avantaja çeviriyorum. Bu, çalışmalarımın en temel değerlerinden biri; hayattaki zorlukları ve değişiklikleri ele alıp onları daha iyi hale getirmek. Sanat benim hayatla baş etme mekanizmam. Bu arada, performanslarımın yalnız eylemler olduğunu düşünmüyorum, sonuçta her zaman bir şeyle işbirliği içindeyim; bu yeri geldiğinde bir fikir, anlam, bilgi, kurum, zaman, mekan veya malzeme olabiliyor. Dayanıklılık kısmına gelirsek, yaptığım işin bir sanatçı beyanı yazmaktan daha zor olduğunu da düşünmüyorum.
7
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
www.brandwho.com
Karşımızda, sıkı bir eleştiri potansiyeline sahip, sürekli yeni şeylerin peşine düşmeye hevesli, çalışkan bir müzeci, ve doğduğu yeri özleyen bir kadın var… New York Metropolitan Museum’un (MET) Mimarlık ve Tasarım Küratörü Beatrice Galilee’den bahsediyoruz.
Röportaj:
Bahar Türkay Fotoğraf:
Jeremy Liebman
044
BEATRICE GALILEE
Aynı zamanda köşe yazarı ve eleştirmensin. Diğer eleştirmenler tarafından mercek altına alınacak bir iş yapmak nasıl bir duygu? Toplum önünde bir iş yaptığın zaman her türlü savunmasız bir durumda kalıyorsun. Yani aslında eleştirmen olarak da savunmasızsın. Bence hayatta yapılması en zor olan şeylerden biri, ‘bunu ben yaptım, yaptığım işi çok beğeniyorum ve ona güveniyorum’ diyebilmek. Bu, eleştirmekten çok daha zor. Dolayısıyla, bir sergi ortaya çıkarmak ve onun arkasında durmak, ‘yapmak istediğim işte buydu’ diyebilmek, eleştirmen olarak başkalarının işlerini yansıtmaktan daha güçlü olmak anlamına geliyor.
4
Bugünlerde nasıl hissediyorsun? Her şey harika. Şu anda hayli heyecanlı bir dönemdeyim.
1
Bu senin, küratör olarak MET’teki ikinci yılın. Şimdiye kadar her şey nasıldı? Öyle geliyor ki, şu ana kadar geçirdiğim süre boyunca uğraştığım çoğu şey bu bahar döneminde bir sonuca varacak. Yeni binamız, The Breuer Building kısa süre önce halka açıldı ve yoğun bir etkinlik programı söz konusu. Ayrıca, önümüzdeki bir ay içinde, müzenin çatı katında bir sergi açıyorum. İki yıl boyunca ektiğim tohumların meyvelerini, umarım ki, bu yıl toplayacağım.
2
MET için de mimarlık ve tasarım bölümü yeni bir deneyim. Bölümün bir manifestosu var mı? Yapmaya çalıştığım, müzedeki mimarlık ve tasarım profilini yükseltmek. Bunu gerçekleştirmenin çok çeşitli yolları var. Manifesto diyebileceğim çabamız, müzeyi New York’taki pek çok ses arasında, önemli söz sahiplerinden biri haline getirmek, bu alanda sesini duyurmak ve koleksiyon, etkinlikler ve sergiler anlamında lider konuma getirmek. Bunu için çalışmaya çoktan başladık. Ama tabii bazı şeyler zaman alıyor…
3
Daha önce Londra’da yaşıyordun, ki Londra yaratıcı endüstriler adına en az New York kadar felaket bir yoğunluğa sahip. Dolayısıyla bu ajandaya alışkın olmalısın, ama yine de New York gibi bir kentte çalışmak, yaratmak ve üretmek seni zorluyor mu? Londra’ya nazaran daha fazla zorluyor çünkü burada daha az insan tanıyorum. Bunun zaman içinde kolaylaşacağına inanıyorum. Bir taraftan da tüm bu süreci heyecanlı yapan da bu aslında…
5
Fotoğraf: Marco Beck Peccoz Afro Future, Milan Design Week, 2013
Kendi kendine olduğun bir üretim sistemi ile kurumsal yaşantı arasında nasıl bir denge farkı var? MET o kadar da kurumsal bir yapı değil. Burası daha ziyade bir üniversite gibi… Kurumsal yaşantıdansa, akademik bir ortam var. Günlerini okuyarak, sanat üzerine çalışarak ve araştırma yaparak geçiren iş arkadaşlarım var. Bu haliyle çok verimli ve farklı, çok daha yavaş ilerleyen bir çalışma ortamı. İnsanlar düşünüp taşınıyorlar, dinliyorlar, konuşuyorlar… Kısacası, tüm bu çalışma sürecinin çok değişik bir tadı var ve her şey biraz yavaş ilerlediği için, çok daha zengin bir deneyim ve iş yaşantısı ortaya çıkıyor. Her gün 5.000 yıllık sanat tarihinin içinden geçerek işimin başına gidiyorum; müzedeki bilgi düzeyi gerçekten inanılmaz. Bu açıdan bakınca aynı zamanda tek başına çalışmaya göre çok daha mahcup edici bir durum.
6
045
Lisbon Mimarlık Trienali ile birlikte pek çok serginin küratörlüğünü yaptın. Küratörlük son yıllarda çok tartışılır hale geldi. Bu alanın geleceğini nasıl görüyorsun? Günümüzde küratör olmanın çok büyük bir ayrıcalık olduğunu düşünüyorum. Ve bu alanın evrilmeye devam edeceğini umuyorum. Müze pratiğinin veya küratörlüğün etki yaratması ve endüstriyi desteklemek anlamında çok çeşitli olanaklar var. Küratörlüğün, arşivleme, topluluklara gerçek anlamda entegre olma, fikirleri anlamlandırmak üzere yeni bakış açıları ortaya koyma ve karmaşık konularda bir tür berraklık sağlama gibi sorumlulukları ve potansiyelleri göz ardı edilebiliyor. Paola Antonelli’nin MoMA’da yaptığı işler, tüm bu parametreleri kapsıyor. Onun gibi isimler, bu alana dinamizm ve deneysellik kazandırıyorlar.
9
Mimarlık nasıl etkin hale getirilir? Bunun bir yolu, parametreler sağlayarak, mimarları daha önce yapmadıkları işler ortaya koymak yönünde zorlamaktan, aynı zamanda binaları, mekanları beklenmedik, değişik şekillerde kullanmaktan geçiyor. Ben şu anda bunu yalnızca güncel olan üzerinden yapmaktan ziyade, mimarlık tarihini etkinleştirmek üzerine kafa yoruyorum. Çünkü bir müzede çalışıyorum ve müzede, Frank Lloyd Wright odası, Roma tapınakları, Antik Yunan yapılarından parçalar ve dönem odaları var. Hatta koleksiyonumuzda Louis Henry Sullivan’a ait eksiksiz bir merdiven bile var. Dolayısıyla, benim şu anda ilgimi çeken, mimarlık tarihi adına böylesine bir arşive sahip olan MET’in, tüm bu tarihi, yeni işlerle birlikte nasıl yansıtacağı, ne şekilde sunacağı.
7
Tasarım ve mimarlığın müzelerle ilişkisi ne noktada; umut var mı? Evet, kesinlikle. Müzelerde bu alanda çalışan harika küratörler var. Bu ilişkinin gittikçe güçleneceği ve sergilerin daha da iyi olacağı düşüncesindeyim. Böylece insanlar da tasarım ve mimarlık alanlarında müzelerde başarılı sergiler düzenlenmesinin ne kadar önemli olduğunun farkına varacaklar. İnsanların okuma alışkanlıkları umutsuz bir durumda, artık çok az kişi bir şeyler okuyor. Bu noktada müze dediğimiz platform gittikçe daha önemli bir hale geliyor. Müzeler, içinde gerçekleşen sergilerle birlikte, izleyicilerin gerçek anlamda içlerine sindirerek, yavaş yavaş, bir şeylere entegre olduğu, okuma gerçekleştirebildikleri yerler haline geldi.
8
046
Luis Urculo, Let the things to down, to go up to go down, Installation performance at the Lisbon Triennale, 2013
2012 yılında gerçekleştirilen ilk İstanbul Tasarım Bienali’ni izlemeye gelmiştin. Bu yıl, Beatriz Colomina ve Mark Wigley küratörlüğünde üçüncüsü gerçekleşecek bienal sence nasıl olacak? Muhteşem olacak, çok heyecanlıyım. Beatriz Colomina ve Mark Wigley günümüz mimarlığı üzerine iki büyük düşünür. Mimarlık söylemine ve pratiğine çok heyecan verici bakışları var ve bundan dolayı pek çok insanın bienali görmeye İstanbul’a geleceğinden eminim.
10
İlk kişisel sergisi REM’i geçtiğimiz yıl ALANİstanbul’da gerçekleştirdikten sonra, Kadriye İnal, heykellerini fotoğraflarla kaplamaya devam ediyor. Onunla, “heykelin sıfır noktası” diye tanımladığı biçime ilişkin dertlerini, foto-kolaj figürlerle kurduğu ilişkiyi ve İzmir’de yaşamanın sanat pratiğine etkilerini konuştuk.
Röportaj:
Yasemin Özcan Fotoğraflar:
Burçin Esin
048
KADRİYE İNAL
İzmir’de yaşıyorsun. Bu seçim, sanat pratiğini nasıl etkiliyor? İstanbul, Türkiye’de çağdaş sanatın kalbinin attığı yer. Fakat bir sanatçı olarak İzmir’de yaşamak elbette üretmeye engel değil. ‘İstanbul’da yaşamak ister miydim?’ diye kendime sorduğumda cevabım ‘hayır’ oluyor. Bu noktada, isteğim dışında bir seçim yapmak doğru gelmiyor. Bunun yanı sıra sakin kalarak üretmeyi de seviyorum. Burada, olumlu manada daha steril bir ortama sahibim.
1
“Heykelin sıfır noktası” dediğin biçim ve malzemeyle olan ilişkinden söz edelim. Bu konuda geleneği arkama alıyorum. Çalışmalarımın temelinde geleneksel heykel yöntemi var. Eğitim sürecini ve onu izleyen yaklaşık yedi yılımı figüratif olmayan heykeller yaparak geçirdim. Sonrasında da figüratif heykel süreci başladı. Kullandığım kağıt malzeme, üçüncü boyuta, ikinci bir dil gibi katkı sağlıyor.
2
Bakire, 2015 Resin, Kağıt, Akrilik, 25x50x20 cm
İşlerinde, önce heykellerini biçimlendirip, ardından model yüzeyi fotoğrafla giydiriyorsun. Modelleme aşaması bittiğinde önümde karakteriyle, duygusuyla ifadesiyle zaten bitmiş bir heykel oluyor... Altta gördüğümüz model, bütünün salt taşıyıcısı olmaktan öte. Orada birlikte çalışma durumu söz konusu. Dıştaki yüzey renkli, göz alıcı ve parlak yapısıyla ilgi çekmesine rağmen, içerinin dışarıya etkisi yadsınamaz biçimde güçlü. Gerçekçilik açısından bakacak olursak, temsili gerçeklik olan foto-imajlar tek bir kişiye ait olsa ve olağan haliyle üç boyutta kolajlansa dahi asla aynı kişi olmuyor. Biçim baskın geliyor ve üstteki görseli manipüle ediyor. Alttaki kurgu modelin yapım aşamaları tümüyle sonuçlandığında, görsellerin üç boyuta kolajlanması süreci başlıyor. En basit haliyle, bütünü parçalama, kesme ve bu parçaları yüzeyde belli plastik değerler göz önünde bulundurarak bir araya getirme işlemi diye tanımlarım.
3
Heykeli foto-kolaj diyebileceğimiz bu yöntemle giydirdiğinde tuhaf bir melezlik hali ortaya çıkıyor. Farklı bedenlerin birleştirilmesinden ötürü metaforik olarak belki de tutmayan dokuların yan yanalığı var. Bu ilişkiyi nasıl yorumlarsın? Öncelikle üç boyutun ve iki boyutun birlikteliğinden doğan bir melezlik, sonrasında ise yüzeyde oluşan görsellerin farklılığından kaynaklı bir melezlik olduğunu söyleyebiliriz. Eğer içerisi ve dışarısı tanımını kullanacak olursak, içerisi tüm kararlarını benim verdiğim kurgu karakter, dışarısı ise farklı insanlara ait görsellerin parçalarından bir araya gelmiş bir bütün. Bu bütünün de tüm bileşenleri şaibeli. Böyle diyorum, çünkü kimi zaman elimdeki görseli forma denk düşmesi beklenen yerler dışındaki alanlara da uyguluyorum. Bacağa ait bir doku yüze ait bir alanda kendine yer bulabiliyor.
4
049
Gelecek projelerinde atölyeden neler izleyeceğiz? Henüz netleşmemekle beraber, İstanbul’da kamusal alanda gerçekleştireceğim bir proje var. Atölyede üretmeye devam ediyorum. Ben de merak içindeyim.
7
Kadriye İnal’ın atölyesinden
Üretimlerinde kadın figürlerin ağırlıkta olduğunu görüyoruz. İdeal kadın bedeni formlarına yakın ve daha önce aktardığın gibi teknik nedenlerle parlaklar. Medya dünyası da kadın bedenine ilgisini hep aynı perspektifte tutarken, kadın bedeni tahayyülüne ilişkin neler söylemek istersin? Çalışmalarımda kadın figürlerin ağırlıkta olması, dünyayı tanımlamak için öncelikle kendinden yola çıkmakla ilgili. Metalaştırılmaya çalışılan bir kadın bedeni meselesi varsa ortada buna ben de dahilim. Bunun için ayrıca bir kurgusal düşünce sistemi geliştirmeme gerek yok. Çalışmaların tümünde, üretim biçiminin beraberinde getirdiği bir anlam var. ‘Gerçek nedir?’, ‘Her şey göründüğü gibi midir?’ sorularını akla getirebildiğimi düşünüyorum. Gerçek-kurgu, parça-bütün ilişkisi, bizi kimlik meselesine götürüyor. İçeride olanı dışarıya taşırken, dışarıda olanı da içeriye öteleyen bir anlatıya sahipler. Ayrıca kurgu ve gerçeğin, izleyende yarattığı yabancılaşma ve özdeşleyim kurma arasında bir algı gidip gelmesi sağlaması bakımından da, heykellerimin bir öznellik boyutu yakaladığını düşünüyorum.
5
050
Mentor, 2015 Resin, Kağıt, Akrilik, 60x110x80 cm
Mentor adlı işin, yaş ve bilgelik arasındaki ilişkiye vurgu yapıyor. Bilgeliğin izini bir sanatçı olarak nerelerde sürüyorsun? Mentor, çocuk formlara sahip heykelin üzerine yetişkine ait fotoimajların kolajlandığı bir çalışma. Çocukluğumuzu hep yanımızda taşıyoruz, kimi zaman da o bizi taşıyor. Çocuklar adalet duygusu temiz, sağduyuları da güçlü bilgelerdir. Ben içimde hissettiğim sürekli benimle konuşan o bilge kişiye kulak vermeye çalışıyorum.
6
051
Bir seçimin doğruluk değeri, tıpkı kelimenin özünde olduğu gibi diğer bir seçimden vazgeçildiği an itibarıyla başlar. Bu değer tutkuyla peşinden gidildiği takdirde, büyür, güçlenir ve buna ‘evet’ deme cesareti gösterildiği zaman ödülünü açığa çıkarır. Bu düsturla, Giorgio Armani Si Rose Signature kadını, zamana hak ettiği değeri vererek, içinden geleni yapıyor; benzersiz bir hikaye yazıyor. Tıpkı birazdan karşılaşacağınız kadınların hikayelerinde olduğu gibi...
SOME WOMEN OF “Sì”
Prodüksiyon:
an original idea by CO Hazırlayan:
Merve Yeşilçimen Fotoğraflar:
BU BİR İLANDIR
Gökhan Polat
052
MİNA BAŞARAN
Zor geçen bir iş gününün sonunda kendini nasıl ödüllendirirsin? Düzenli olarak spor yapıyorum, işten sonra stres atmamı sağlıyor. Ancak ödüllendirmek için genelde masajı tercih ediyorum.
3
Risk alarak ‘evet’ demiş ve sana şu anda ilham veren o kadın kim? Bana ilham veren kişi hep annem olmuştur. Genç yaşta aile şirketimizden bağımsız kendi şirketini kurmuş, hem başarılı bir anne hem de başarılı bir iş kadını. Annemin çalışma azmini, güçlü karakterini her zaman örnek almışımdır. Ben de onun gibi kendi ayakları üzerinde durabilen, değer yaratan, güvenilen, yenilikçi, aynı zamanda cesaretli bir kadın olmaya çalışıyorum.
Peki güne nasıl başlarsın? Erken saatlerde uyanıp, ailemle güzel bir kahvaltı yaparım. Daha sonra hızlıca hazırlanıp ofise geçerim. Tam olarak ayılabilmek için de bir bardak kahve sonrasında işlere girişirim.
4
1
Yaş bir kıstas değil elbette, ancak şirket yönetimini devralmak için de çok gençsin. Aile teşviki mi yoksa kendi kararın mı? Çalışmayı her zaman sevmişimdir, bu yüzden küçük yaşlardan beri bir işin peşinden tutkuyla gideceğimi biliyordum. Üniversite sonrası aile şirketinde çalışma konusunda tereddütlerim vardı, ama zamanla ailemin yarattığı değerleri korumanın ve geliştirmenin daha doğru olacağına inandım. Kariyer hedefim doğrultusunda hareket etmeye özen gösteren biriyim. Hayalim, kurumsallığı ve başarılarıyla ön planda olan global şirket konumlandırmamızı koruyabilmek.
2
053
EDA DÜRÜST
Kaybetme ve başarısız olma korkusu olmadan en son ne zaman ‘evet’ dedin? Üniversite mezuniyetimin ardından, yaklaşık bir sene İstanbul’da freelancer olarak çalıştım. Düzenimi kurmuşken ve iş temposuna alışmışken, Londra’ya master için geri dönme şansı elde ettim. Büyük bir ikilemdi benim için, tecrübe kazanarak yol katedebilirdim ya da eğitimime devam ederek kendimi daha çok geliştirebilirdim. Öğrenmeyi seçerek, tasımı tarağımı toplayıp Londra’ya geri döndüm. Bu, hala devam eden bir süreç ve bana çok şey kazandırdı. Bu yüzden, şu ana kadar edindiğim tecrübelerden, ‘evet’ demekten korkmamam gerektiğini öğrendim.
3
Peki, yaşın ilerledikçe daha güçlü hissediyor musun? Kesinlikle. Yaklaşık altı senedir yurtdışında yalnız yaşıyorum, bu süreç bana çok fazla şey öğretti. İlk etapta ailem ve yakın çevrem olmadan yaşamak zor geliyordu ancak şimdilerde bunu daha az hissediyorum. Hayatın kısa olduğunu, zamanın hızlı aktığını düşününce, ayaklarınız yere daha güçlü basıyor ve kaygılarınızdan uzaklaşıyorsunuz.
4
Çalışırken, zamanla aran nasıldır? Ben genellikle son dakikacı bir insanımdır. Fikrin aklımda oluşması, gelişmesi ve hazır olduğunda onu uygulamaya geçmem için ne kadar önceden hazırlık yapsam da, işi teslim etmem gereken süreye çok az kala iyi fikirler ortaya çıkıverir.
2
Yeni şeyler denemek konusunda cesur olduğunu düşünüyor musun? Fotoğraf, illüstrasyon, video ve animasyon okudum. Her biri diğerine farklı konularda bir altyapı sağlıyor ve beni besliyor. Özellikle işim için farklı sanat dallarını birbirine entegre ederek, daha önce benzeri yapılmamış işler ortaya koymaya çabalıyorum. İş dışında da meraklı bir insan olduğum için yeni şeyler denemekten hiç çekinmem.
1
054
Kendine karşı iyimser misindir, yoksa acımasız mı? Ah, pek iyimser değilim galiba. İnatçı bir tarafım var, onu aşmaya gayret ediyorum.
5
MELİS DURASI
1
Sabahları kaçta uyanırsın? Genellikle 6:30-7:00 gibi güne başlarım. Erken kalkan
yol alır. Yakın zamanda ne öğrendin? ‘Hayatta senin için en önemli şey nedir?’ diye bir soru soruldu bana ve bunu uzun süre düşündüm, sorguladım, cevabını bulmaya çalıştım. Meğer, cevabı çok basitmiş. Hayatta hiçbir şey ‘en önemli’ değildir. Hayat; yolda olmak, bisiklete binmek ve pedalı çevirmeye devam etmekten ibaret.
2
İçinde kaç farklı kadını idare ediyorsun? Moleküler Biyoloji ve Genetik Mühendisliği eğitimi aldım. Beslenme ve Diyetetik bölümünden mezun olmama da bir sene var. Şu anda bir yandan doktora tezimi yazarken, bir yandan ikinci lisans derecesini yürütüyorum. Monthly Fitness dergisine yazıyorum. Oyunculuk ve sunuculukla da ilgileniyorum. Hepsi farklı türde işler olsa da beni temsil ediyor, her birini tutkuyla yapıyorum, zaten aksi takdirde hayatım çok zor olurdu.
3
Evet deme cesaretini gösterdiğin o an… Yıllar sonra üniversite sınavına tekrar girmeye karar verdiğim andı. Şu anda okuduğum bölümü kazandım ve Genetik Mühendisliği doktora tezimi yazarken bir yandan da yeni bir kariyer hedefi için işe koyuldum. Genetik ve beslenme ilişkisini interdisipliner olarak ele almak istiyorum.
6
Kararlarında hızlı ve gözüpek misindir, yoksa temkinli ve yavaş mı? Çoğunlukla temkinliyimdir, ancak bu, alacağım karara bağlı olarak da değişir. Bazen hızlı kararlar aldığım da olur.
4
Kaç yıldır koşuyorsun? Uzun yıllar voleybol oynadım, idman gereği koşu yapıyordum. Voleybolu bıraktıktan sonra da koşmaya devam ettim. Yaklaşık 10 yıldır ara vermeden koşuyorum.
5
055
NİKOL BAŞOĞLU
Lisansın çocuk modası olmasına rağmen yemek tutkun ağır basıyor… Eh biraz öyle oldu. New York Parsons’ta eğitim aldıktan sonra İstanbul’a döndüm ve bir süre çocuk modası ile ilgilendim. Bir arkadaşım restoran açarken, menüsüne yardım etmemi istedi, ben de, “Yardım etmekle sınırlamayalım, gel bu işi birlikte yapalım.” dedim. Son beş senedir de dört mekanı geride bıraktım, şimdi kurumsal ve kişiye özel catering daveti, sağlıklı yemek gönderimi ve danışmanlık hizmeti sunan bir şirketim var.
1
Mekan işletmeciliğinden uzaklaşmanın sebebi neydi? Birçok sebebi vardı. Mekanlardan biri Galata’daydı ve Gezi olaylarından sonra toparlanamadı. Emirgan’daki mekana gelince, gece hayatının pek bana göre olmadığını fark ettim. İnsanların mekanıma gelmesini beklemektense, onların evlerine gideyim, sağlıklı paketlerle müşterilerimin tüm gününü ele geçireyim istedim. Tart Mutfak fikri de bu dönemde ortaya çıktı. Sporcu paketi, hamile paketi, glutensiz paket, vejetaryen paketi ve farklı alternatiflerle sadece kilo vermek isteyenlere değil, geniş bir kitleye hitap ediyoruz.
2
056
Değişime ‘evet’ diyerek, öncelikle kendine meydan okuyan kadınlardan mısın? Üretmeye ve çalışmaya hayır diyemeyen bir insanım, aklıma yeni bir fikir düştüğünde ya da bir proje geldiğinde, bir şekilde onu gerçekleştirmek için vakit yaratırım. Kendini sürekli motive eden bir insanımdır, nelerin altından kalktım bunu mu yapamayacağım diyerek, önce kendime sonra da zamana meydan okurum.
5
Senin nasıl bir beslenme rutinin var? Son altı aydır ben de sağlıklı beslenme paketi kullanıyorum, arada kaçamaklar yapsam bile bu beş kuralı bozmadan kaçamaklar yapmaya çalışıyorum. Kendim tüketmediğim veya beğenmediğim bir ürünü başkalarına satmakta zorlanırım, bu yüzden paket yüzde yüz benim garantimde olmalı.
3
Kendini en özgür hissettiğin şehir hangisi? New York. Her gittiğimde, keşke dönmeseydim, burada yaşamak güzel olurdu diye dertlenirim ancak ailem İstanbul’da olduğu için bir tercih yapmak zorundaydım.
4
DİLA TARKAN
İş dışında tutkulu olduğun bir şey var mı? Çocukluğumdan beri doğaya ve hayvanlara karşı duyarlı bir insanım. Özellikle köpeklere büyük bir tutkuyla bağlıyım. ABD’de yaşarken, bir barınakta gönüllü olarak çalışıyordum ve köpek sahiplenmeye karar verdim. New Jersey’deki bir barınaktan, henüz yavruyken aldığım, şu anda dört buçuk yaşında bir köpeğim var. Köpeklerin sadık, koşulsuz seven, pozitif ve iyi niyetli karakterleri bana çok iyi geliyor. İleride bir barınak açıp, onlara, sevgiyle ve ilgiyle bakıldıkları bir ortam yaratmayı planlıyorum.
1
Güçlü kadın kimdir? Kendi ayakları üstünde durabilen, hem işine hem ailesine konsantre olabilen, aynı zamanda kendi değerleri için yaşayan ve istekleri için mücadele veren, hayatın zorluğu ve ciddiyeti arasında eğlenmesini de unutmayan kadındır. Ben şanslı bir kadınım çünkü annem gibi bir kadın tarafından yetiştirildim, onun karakteri ve olaylara karşı duruşu bana her zaman ilham verdi.
2
Çekinmeden neye ‘evet’ dersin? Her şeyi bir süreliğine bırakıp dünyayı dolaşmaya… Şahsen, tam bir gezginim ve seyahat etmenin verdiği özgürlük hissine bayılıyorum. Bu, çoğu insanın hayalidir ancak ben bunu gerçekleştirmek adına büyük çaba sarf ediyorum. Çocukluğumdan beri çok ülke gördüm, şimdi de işten arta kalan tüm vakitlerimi kısa seyahatlerle değerlendiriyorum.
5
Korkularını baskılar mısın? Hayır, aksine onların üstüne giderim. Hayata karşı uzlaşmacı bir tavrım vardır. Önce korkularımla yüzleşirim sonra da onları çözümlemek için üstüne kafa yorarım.
3
Kadın olarak… Kafasının dikine derler ya, işte öyleyimdir. Bir hedef belirlediysem ya da hayal ettiğim bir şey varsa düşünmeden peşinden giderim. Ailemin yaklaşımı, yurtdışında eğitim almış olmam ve yaşadığım şehirlerde tanıştığım farklı kültürlerden insanlar, hepsinin şu anki karakterimde etkisi olduğunu düşünüyorum.
4
057
Kuşaktan kuşağa aile şirketlerinin genç temsilcileriyle konuştuğumuz röportaj serimiz için Ayşe Boyner’e sorular hazırlarken heyecan ve gurur duydum. Ailesinin hikayesini yaşatırken yaşamaktan da keyif almayı bilen bu kadının özel bir enerjisi var ve enerjisini etrafına yayarken sadeliğin ve gösterişin bir arada nasıl olabileceğini bir kez daha gösteriyor...
Röportaj:
Tanem Sivar Fotoğraflar:
Gökhan Polat
058
AYŞE BOYNER
Beymen senin için nasıl bir deneyimdi? Bildiklerimin çoğunu orada öğrendim. ‘Ben zaten modanın içine doğdum, her şeyi biliyorum’ diye bir iddiam yoktu, her şeyi en başından itibaren öğrenmeye başladım. Örneğin, satın almada ilk öğrendiğim şey, müşterinin senin beğendiğin her şeyi beğenmediği oldu. Kendine göre değil müşteriye göre satın alma yapacaksın. Müşterinin ne istediğini de ancak sabrederek, izleyerek öğrenebilirsin. Artık sırf satış raporları değil de, mağazalara giren girmeyen, sokakta gezen herkese müşteri gözüyle bakıp genel zevklerini anlamaya çalışıyorum.
5
Modaya dair bildiklerinin çoğunu aileden, iş tecrübelerinden öğrenmiş birisi olarak, moda ile bağını ve bu işe bağlılığını nasıl tanımlarsın? Üniversitede işletme ve pazarlama okudum. Moda odaklı eğitim yerine genel işletme bilgisinin iş hayatımda daha faydalı olacağını düşündüm. Çocukken okuldan sonra fabrikaya babamla dedemi görmeye gittiğimde gördüklerimden, duyduklarımdan, Beymen mağazalarının ben büyüdükçe değişimini ve gelişimini izlemekten, mağazalarda satış personeli olarak çalışmaktan ve yazlar aylarında yaptığım stajlardan çok şey öğrendim. Bu öğrendiklerim sayesinde bu iş benim bir parçam oldu. Modayı çok seviyorum, daha doğrusu kıyafetleri, kumaşları çok seviyorum. Bir mağazadan içeri girdiğimde askıda asılı ürünlere dokunmadan edemem, illa alacağım diye bakmak için değil de, hani yanından geçerken dokunmazsam, hissetmezsem olmaz gibi... Kıyafetler benim hayatıma renk katıyor, hem iş hem özel hayatımda, beni mutlu ediyor.
4
Köklü bir ailenin dördüncü kuşak temsilcisi olarak, bu aidiyetin hayatın, karakterin ve seçimlerin üstündeki etkisini sormak isterim. Bizim aile de her aile kadar köklü. Ben aynı işteki dördüncü kuşak olmanın keyfini, tadını yaşıyorum. Kuşaktan kuşağa aktarılan müşteri mutluluğu, etik değerler, çalışma aşkı, elbette içinde yaşayan herkesi sarıp sarmalıyor.
1
Aile işini devam ettirmekten memnunsun o zaman. Tabii ki. Aslında, iş hayatına Mavi’de Elif Akarlılar ile çalışarak başladım. Harika bir tecrübeydi. Nefis bir aile kültürü orada da vardı. Bu arada, aile işi olmasaydı da Beymen ve Boyner’de çalışabilmeyi çok isterdim. Grupta, yeni işlere, yeni insanlara ve yeni fikirlere çok özgürlük tanınıp, destek veriliyor. Ben de bundan çok yararlanıyorum. İşin farklı alanlarını tecrübe edebilme olanağı büyük bir şans.
2
6
Türk kadını giyinirken cesur mu yoksa daha sakin ve ezberlenmiş bir porte mi
çiziyor? Türk kadınının moda algısı çok yüksek ve her geçen gün daha cesurlaşıyor, yaratıcılığı artıyor. Özellikle gençler yeni şeyler denemeye çok açıklar. Ben Boyner Fresh’in ilk sezon satın almasını yaparken çok iddialı birkaç ürün aldım, ve bu ürünlerin performanslarının diğer ürünlerle karşılaştırınca epey iyi olduğunu fark ettim. Türk kadınları sandığımdan da daha cesur çıktı yani.
Ailenden, işine ve yaptıklarına dair aldığın en önemli öğüt neydi? “Bir şeyin doğru olduğuna inanıyorsan arkasında dur, onun için uğraş, varını yoğunu ortaya koy.”
3
059
DJ’lik hevesin nasıl başladı? Kiki’nin işletmecileri arkadaşlarım ve mekan da en çok gittiğim yerlerden biri olunca başladı. Arkadaşlarımla birlikte konuşup karar verdik ve harekete geçtik. Özellikle orada çalmayı çok seviyorum çünkü dans eden kitle benim müziklerimi seviyor. Ben de kendi sevdiğim müziklere DJ kabininde dans edebiliyorum. Ondan sonra da arada başka yerlerde çalmaya başladım.
10
Müzik ve moda dünyası tüm dünyada el ele gidiyor. Türkiye’de durum nasıl? Türkiye’de de öyle ama bu daha ziyade gençler için geçerli galiba, ya da daha kreatif işlerde çalışan kesim için... Sadece müzisyenler değil de müziğin kendisi trend belirleyici, ilham kaynağı. Ve bu çok güzel bir şey bence. Herkes aynı müzikten aynı şekilde ilham almıyor, ortaya farklı renkler, stiller çıkabiliyor. Herkesin kendi yorumuna kalmış.
11
Boyner Fresh’i farklı kılan ne? Boyner Fresh aslında benim hep Türkiye’de olmasını hayal ettiğim, ulaşılabilir fiyatlara en yeni, en cıvıl cıvıl, en dikkat çekici, modayı en hızlı takip eden ürünlerin buluştuğu bir dünya. Boyner Fresh müşterisinin yaş aralığı yok, herkes istediği ürünü kendine göre yorumlayabilir, kendi stilini yaratabilir. Bu insanlar klasik moda kalıplarının kölesi değiller, yaratıcılık onlar için önemli ve herkesle aynı görünmek istemiyorlar. Onlara hitap eden ürünleri bulmak önceden çok zordu. Uygun fiyatlı çok güzel ürünler ve markalar var, ama pek özel değiller ve herkes sonunda birbirine benziyor. Bir ofise giriyorsun, üç kız aynı gömleği giymiş. Bizim de başımıza çok geldi tabii. Bende pişti olma problemi yoktur ama sıkıcı olmak istemem. Boyner Fresh’te İngiltere’den, Avustralya’dan, ABD’den, Danimarka’dan ve daha birçok ülkeden marka var. Bunların çoğu Türkiye’de daha önceden hiç olmayan, Londra veya başka bir yere seyahat edip bavula doldurup geri getirdiğimiz ya da Asos ve Urban Outfitters gibi mağazalardan takip ettiğimiz markalar ya da ürünler.
7
060
Erkekler için de bir koleksiyon düşünüyor musun? Şimdilik erkeklerle ilgili bir plan yok. Şu anda en büyük uğraşım, Boyner mağazalarında bu ürünlerin olduğunu herkese duyurabilmek. Boyner Fresh, Boyner’in değişim sürecinin büyük bir parçası. ‘Kızlar, artık aradığınız en güzel şeyler Boyner’de!’ Bu da yeni sloganım olsun.
8
Türk tasarımcılar arasında kimleri takip ediyorsun? Zeynep Tosun’a bayılıyorum. Bir de Hande Çokrak’ın Maid in Love’ını çok farklı, yaratıcı, ilginç ve eğlenceli buluyorum.
9
Mükemmel tatilinde, neredesin? Deniz kenarında ama aynı zamanda dere tepe tırmanabileceğim, çok güzel yemeklerin olduğu bir yerde...
12
2MANY SIBLINGS Röportaj:
Başak Ulubilgen Fotoğraf:
Joseph ‘nabster’ Chege
1
2Many Siblings nereli? PAPA PETIT: Afropolitan.
Modern Afrika anlatısı sizin için ne ifade ediyor? PP: Afrika’nın sanat ve kreatif dünyası hakkındaki kavram yanılgısını kırmaya çalışmak; dünyaya Afrika’dan çıkan sanatın yalnızca maske ya da geleneksel parçalardan oluşmadığını göstermek. Yani Afrika sanatıyla bağdaştırılan ilkellikten ayrılmak...
2
Bu anlatıyı kendi tasarımlarınıza nasıl yansıtıyorsunuz? VELMA ROSSA: Afrika’yı dinamik kılan özellikleri, gastronomiye ve mimariye dayalı öğeler, renkler, dokular aracılığıyla ve en önemlisi de insanlardan aldığımız ilhamla tasarımlarımıza dahil etmeye çalışıyoruz.
3
Johannesburg, Nairobi, Kenya ve Melbourne arasında hayatınız nasıl? PP: Johannesburg’u ruhu ve eklektik insanları için; Melbourne’ü başka hiçbir yere benzemediğinden dolayı, ayrıca (bunu söylemem biraz garip olacak ama) Lord of the Fries’ın patates kızartmaları için; Nairobi’yi de sıcakkanlı insanları, iklimi, sadeliği, kendini yenileyen sanatı ve evimiz olduğundan ötürü seviyoruz. Şu anda ise New York’tayız. Bu şehir, duyularımızı uyarma konusunda inanılmaz başarılı.
4
062
İş hayatında iyi polis-kötü polis oynadığınız oluyor mu? PP: Pek sayılmaz, ama Velma’nın ara sıra insanlara kuşkulu yaklaştığı oluyor.
5
Bundan sonra markanızın nasıl ilerlemesini istiyorsunuz? VR: Hedefimiz, bizden sonraki jenerasyonlara, özgür olabilmeleri ve kendilerini sanatla ifade edebilmeleri için ilham veren bir alt kültürün hikayelerini anlatarak ilerlemek.
6
B E N Z E R S İ Z K E Y İ F. Nespresso Boutique’ler: Nişantaşı, Abdi İpekçi Cad. No:11 Suadiye, Bağdat Cad. No:449 Nespresso Club: 444 1 576
www.nespresso.com/whatelse
CONFIDENCE WITHIN Prodüksiyon:
an original idea by CO Fotoğraflar:
Emre Doğru Moda Editörleri:
Olga Şerbetcioğlu, Deniz İrem Çek Saç:
Ferit Belli no.21 Makyaj:
Hakan Kültür K.U.M Agency Fotoğraf Asistanları:
Burak Büyükyıldız, Can Büyükkalkan Model:
BU BİR İLANDIR
Alissa
064
Görsel hafızanızda yer etmiş olan Arzu Kaprol ve Mudo işbirliğinin ikinci aşamasında, tasarımın gücüne inanmanızı salık veriyoruz. Zira bu işbirliğinin sonucunda ortaya çıkan kadın, kendinden oldukça emin, güçlü ve ne istediğini biliyor.
065
066
067
068
069
Onun tasarım dili, tasarlanmamışlığın büyük potansiyeller barındırdığı düşüncesi üzerine kurulu. Tamer Nakışçı ile buluşup, tanımlanmamış bir form ile kurulan iletişimin yaratıcı boyutlarından, Futureisblank’ten ve Şişecam Düzcam’la yeni işbirliklerinden bahsettik.
Röportaj:
Derya Gürsel Fotoğraf:
Gökhan Polat
070
TAMER NAKIŞÇI
Birçok farklı kentte yaşadın, her birinde farklı bir pratik deneyimledin, her birinin farklı bir ekolü var... Kendini herhangi bir ekole ya da kente yakın hissediyor musun? Özellikle İtalya’daki yaklaşım beni çok etkilemişti fakat her şehrin bana başka şeyler kattığını düşünüyorum. Şu sıralar Londra’da yaptığım bazı işler var ve geleceğimi Londra’da görüyorum diyebilirim.
1
Türkiye’ye hiçbir zaman tam olarak bir dönüşün de olmadı aslında... Evet. Zaten tüm bunlar bir akışın içerisinde oldu ve büyük kararlar verip hareket etmedim. Organik bir döngü diyelim.
2
Kariyerin göz önüne alındığında bazı başarılarının, portfolyondaki diğer işlere oranla öne çıkmasını nasıl değerlendiriyorsun? Nokia örneği mesela, seninle ilgili konuşulduğunda bunun bir kırılma noktası olduğu söylenir. Açıkçası, belli bir süreden sonra o projenin bu kadar önemli görülmesi beni de rahatsız etmeye başladı. Sonuçta, Nokia bir konsept tasarımdı ve daha öğrenciydim. Ama şimdi dönüp baktığımda, tüm işlerimin bir noktada birleştiğini görüyorum. O sebeple, kırılma noktalarından bahsetmektense, işlerimi birbirini tamamlayan adımlar olarak yorumluyorum. Tasarlanmamış bir gelecekti diyorum. Aslında yurtdışında okuduğum süreçlerde herkesin eşit olması, yarışmalara katılması da böyle düşünmeme neden oldu. Nokia’ya katılma nedenim de belli bir başarı elde etmekten, kazanmaktan ziyade, yaptığım işin oradakiler tarafından seyredilecek ve değerlendirilecek olmasıydı.
3
“Tasarlanmamışı tasarlamak” metaforunu sadece projelerinde değil, kendi hayatından bahsederken de sıkça kullanıyorsun. Zaten işin özü bu değil mi? Bu tasarlanmamışlık mevzusunu benim başıma gelen bir durum olarak görüyorum. Bir obje tasarlamaya başladığın anda bir tavır alıyorsun ve orada başka bir süreç başlıyor. Fakat o esnada ortaya çıkan çoğu güzel fikri, tasarımı, sadece ulaşmak istediğin başka bir amaç olduğu için çöpe atıyorsun. Küplerle başlayan bir hikayesi var bunun, belki oraya girmeliyim. Masamın üzerinde bir proje için yaptığımız, 5’e 5, 10 küp duruyordu. İki hafta sonra birini aldım, başka bir yere koydum, sonra yanıma gelen insanlar da oynamaya başladılar. Farklı amaçlar için küpleri düzenlediler. “Çok iyi tasarım bu Tamer,” diyenler oluyordu, ama sadece küplerden bahsediyorduk. Bir adım geri gittim ve insanlara bitmemişliği sunarsam, onların daha mutlu olacaklarını gördüm. Ki insanoğlunun doğasında bu var, kimse bir taşa bakıp ‘formu niye böyle oldu?’ diye sorgulamaz. Tasarlamadan tasarlamak biraz buradan çıktı.
5
Ödül endüstrisinin tatmin edici rolünü de konuşmak gerek... Çalışmaları piyasada çokça takdir görmüş, ödüllendirilmiş biri olmanın kariyerinde elbet olumlu bir etkisi oluyordur. Aslında tüm bunlar çok daha büyük bir planın küçük parçaları, küçük hedeflerim. Uluslararası yarışma kazanmak, sergide yer almak gibi... Bunların hepsine kısa bir zamanda “tik” atabildim. Bu şekilde geriye dönüp baktığımda ‘neler yaptım, ne istiyorum?’ sorularının cevaplarının oturduğu bir dönemdeyim.
4
Futureisblank Hats
071
Biraz ürünlerinden konuşalım. Futureisblank’ten başlarsak, içerisinde şapkadan, sofra takımına kadar çok farklı ürün barındıran bir koleksiyon. Ayrı dönemlerde yaptığın bu tasarımlar Futureisblank için önceden kurgulanmış mıydı? Yine tasarlanmamışlık diyeceğim. Bu koleksiyondaki her şey aslında bu koleksiyon için yapılmamış, prototip gibi üretilen projelerdi. Yani bir kaleydeskop, şapka ve sofra takımı bütünsel bir plan dahilinde ortaya çıkmadı. Ama bir şekilde birbirinin bütünleyeni, tasarlanmamışlık mottosunun tamamlayanı oldular. Bir de şu var, insanlar tasarımcı olduğunuzu öğrenince, size “satılacak ürün yapan” gözüyle de bakabiliyorlar, ki bu düşünce çok canımı sıkardı çünkü benim keşfetme isteğim ve motivasyonum bu değildi. Ben en başından beri, bu projede de olduğu gibi, insanların bilinçlilik durumunu sarsmak istiyordum.
8
Yani doğanın akışına yine aykırı olmadan hatta yönlendirici olmaktan kaçınan, kişisel hisleri daha ön plana alan tasarımlardan söz ediyoruz. Evet. Sonuçta herkes bir zamanlar çocuktu, bunu her zaman söylüyorum. İnsanların küplerle nasıl oynadıklarını görünce bunu daha iyi anlıyorsunuz. Çünkü çocukken her şey mümkündü, her şeyi hayal edebiliyorduk, geçmişimiz yoktu, gezegende yeniydik. Küpler o hisleri çağrıştırıyor, tanımlanmamış, sınırlandırılmamış bir alan sunuyor. Tasarımlarımda da bu hisleri ortaya çıkarmak istiyorum.
6
Sınırsız bir alandan bahsediyorsun aslında. Ama büyük üreticilerle de çalışıyorsun. Kurumsal yönlendirmeler ya da piyasa şartlarının tasarımlarında nasıl etkileri oluyor; kendini bu kadar özgür hissediyor musun? Yaptığım her şeyin olabildiği kadar çok insana dokunmasını istiyorum, ki bunun yolu da büyük firmalarla çalışmaktan geçiyor. Ben bu ilişkileri kurmaya, henüz firmaların tasarımcılarla çalışmaya alışkın olmadığı, belli standartların oturtulmadığı dönemlerde başlamıştım ama tasarımlarımın eskizleri nasılsa o şekilde ürüne dönüştü diyebilirim. Müşteriden müşteriye değişen bir durum tabii ki ama şunu söylemem gerekir; bence belli kısıtların olması tasarım sürecinde olumlu bir etken. Bu kısıtlar, hem yaratıcılık sağlıyor hem de malzeme, üretim tekniği gibi sürecin zorlu aşamalarında karar aşamalarını hızlandırıyor.
7
072
Mirage, Supported by Şişecam Flat Glass
Benzer bir mottoyla tasarladığın bir diğer ürün de Klink adını verdiğin halı. Kullanıcıya, senin tasarımınla oynayabileceği bir alan bırakıyorsun, hatta bir nevi senin imzan bulanıklaşıyor ve kullanıcıyı objenin tasarımcısı yapıyorsun. Sadece fikrine imza atıyor gibisin. Kesinlikle. Tasarım artık ilham veren olmalı. Bundan 200 yıl sonra, bir tasarımcının yaptığı bir mobilyayla haber olabileceğini hiç düşünmüyorum.
9
Son zamanlarda nelerle meşgulsün? Futureisblank projesi devam ediyor. Şişecam Düzcam’ın heyecan verici projeleri var, cam ve aynayla içli dışlıyım ama esprim değişmiyor. Mirage’ı bu anlamda konuşabiliriz. Ateşi ve ışığın büyüsünü hayatımıza geri sokacağına inandığım bir ürün oldu. Fütüristik görünüyor olabilir ama aslına bakacak olursak sadece mum ve cam. Umarım kısa zamanda üretime geçip insanların masasına koyabileceği bir ürün haline gelecek.
10
Yazı:
Fatih Özgüven
CEMİL BATUR GÖKÇEER
Şehrin bize gösterdiklerini/gizlediklerini fotoğrafta konu edinmenin ta Ara Güler’e kadar geri giden bir tarihi olduğu söylenebilir. Son zamanlarda ise genç fotoğrafçılar arasında şehrin köşe bucağına özellikle resimsel bir ilgiyle bakanlar var; Serkan Taycan, Ali Taptık, Ahmet Polat, Yusuf Sevinçli… Bu fotoğrafçılar arasında en ilginçlerden biri olan Cemil Batur Gökçeer, sergilerini bir yazar gibi kuruyor, serginin sözünü bütün bir cümle gibi diziyor. Buna uygun olarak, fotoğraflarının her birine sergiyi oluşturan, mekanda anlamı kuran, açan, mekana dizen birer cümle parçacığı gibi davranıyor ve onları böyle bir mantıkla (daha doğrusu hisle, sezgiyle) yan yana/art arda diziyor. Bahsini ettiğimiz cümlenin -tahmin edilebileceği gibi- otoriter bir öznesi ve noktayı koyan bir yüklemi yok. Fotoğraflar da, sergilenme biçimleri de bütünüyle bir kuşkuyu dile getiriyorlar. Etrafımızı saran şeyler, hangi noktaya kadar bütünlüklü bir anlam oluştururlar? Biz onları bütünlüklü bir cümle olarak sunabilir miyiz? Gökçeer, fotoğraflarına daha ziyade bir cümlenin daha az göze görünür parçaları, bağlaçlar, adıllar, çok çok sıfatlar gibi davranarak, onları dizerken bazı duygu durumları ve hikaye durakları iletmeyi amaçlıyor. Ürperti, sır, tedirginlik, mahremiyet, gerilim, şiddet, doğaüstü, gece, araba, giysi, ten, beden… Bütün bunların bir aradalığının hem bir anlama gelmesi, ama muğlak bir anlam oluşturması, fotoğrafçının kullandığı parçalarla hem bir şeyi açıklaması hem de bir şeyi saklaması, sonuçta bizi söylenmekten ziyade fısıldanmış, ima edilmiş bir hikayeyle baş başa bırakması Cemil Batur Gökçeer’in sergilerinin en çekici tarafı. Gökçeer’in Empire Project’te 4 Haziran’a kadar sürecek sergisi Şşt’teki temaların en önemlilerinden birinin sıkışmışlık, iki arada kalmışlık olduğuna dikkat
074
Şşt serisinden, İsimsiz, 2016
çekilebilir. Sadece bir koltukla ötekisi arasında, bir pervaz ile bir duvar arasında kalmışlık değil, şehrin bize gösterdiği hem çekici hem de korkunç manzaralar arasında sıkışmışlık... Cemil Batur’da fiziksel olan ile duygusal olan her zaman bir aradalar. Bedenin canı acıyorsa, mekan da sızlıyor. Beden parçalanıyorsa, mekan da bütün ve tamam kalamayacağını biliyor. Ve tersi. Ayrıca mekan, hele beden ortalarda olmadığında, manzara olarak, boşluk olarak, uçurum olarak, yıkım olarak, viranelik olarak önümüzde açılıyor, hatta denebilir ki o koca ağzını açıyor. Sorusu şu: ‘Nerdeyim?’ Hatta belki de ‘Neresiyim?’ Bu genellikle bedenin sorusudur. Mekana bu soruyu sordurmak ise Gökçeer’in güçlü ve orijinal tarafı. Kaybolduğunu hisseden bedeni aynı derecede kayıp bir mekana yerleştirmek sadece bir ‘Kayıp Otoban’ duygusu yaratmakla kalmıyor seyircide, aynı zamanda bütün bir hayaletli film etkisi yaratıyor. Fotoğrafın (gizlenmemiş, açık edilmiş) başlangıcına dönüyoruz böylece sanki: Fotoğrafik girişim birtakım bedenlerin ve mekanların hayalini sabitleme, zaptetme, aktarma çabası değilse nedir zaten? ‘Onları tamamen görünür, anlaşılır, hesabı verilebilir kılmayı da ummadan’, diye de ekliyor bu fotoğraflar, boğuk bir fısıltıyla.
Jack Kerouac, The Dharma Bums’taki yarı kurgusal karakteri üzerinden itirafta bulunuyor; “Bir gün yazmak için doğru kelimeleri bulacağım ve onlar çok sade olacak.” Sadeliğin, üzerinde hayli düşünülmesi gereken karmaşık bir yapı olduğu ironisini kabul ettiğinizde Walt Whitman’dan Albert Einstein’a, Goethe’den Leonardo da Vinci’ye uzanan isimlerin sadelik üzerine aforizmaları ve Mies van der Rohe’nin neden azın çok olduğunda karar kıldığı kulağa daha anlamlı geliyor. Zira ironi sadeliğin sadece kurgusal yapısında vuku bulmuyor. Gün itibarıyla sadelik kavramı her yerde karşımıza çıkıyor. Mağazadan içeriye girdiğinde alıcı, sade bir şeyler aradığını söylüyor, birçok moda markası sade giyinmenizi salık veriyor, sadelik yeni pazarlama tekniği olarak markaların gelecek yıl planlarına ekleniyor, K-Hole, ‘normcore’ adı altında sadeliği on yılın trendi ilan ediyor, ve hafızamızın derinliklerinde Paris Hilton’ın ‘Sade Hayat’ reality show’u soru işaretlerini art arda dizmemize sebep oluyor. Tüm bu fikirsel gelgitler, New York Times yazarlarından David Pogue’un 2006 TED konuşmasında odağına aldığı üzere, sonucu değiştirmiyor: ‘Simplicity Sells’.
Şişecam’ın global tasarım markası Nude da tasarım dünyasının odağından düşürmediği yalınlık kavramını eklektiğinin orta yerine koyuyor ve 2014 yılından itibaren ‘simple is beautiful/yalın güzeldir’ metodolojisiyle tasarlıyor. Marka tasarım mottosunu 12-16 Nisan 2016 tarihleri arasında Wallpaper* işbirliğiyle Salone del Mobile ile eşzamanlı düzenlediği sergisinde de başlığına taşıdı. Ron Arad ve Nigel Coates’un Nude eklektiğiyle tasarladıkları koleksiyonların da yer aldığı sergi aynı zamanda bu sene Hotel+Travel teması ile düzenlenen Wallpaper* Handmade ile yan yana ziyaretçilerin karşısına çıktı. Simple Is Beautiful sergisi aynı zamanda, Joe Doucet’nin Camp, Alba ve O2 koleksiyonları ile beraber Inga Sempé’nin “Jour” Philippe Malouin’in Chamfer ve Pentagon Design’ın Cupola koleksiyonlarının lansmanına da ev sahipliği yaptı. Günlük objelerin, sadelik ve fonksiyonellikle vaftiz edildiği sergi dahilinde Glass is Tomorrow projesinde Tamer Nakışçı’nın Nude için tasarladığı Design Plus ödüllü Mist, yine aynı projede Tomas Kral tarafından tasarlanan Blow, Adrien Rovero tasarımı Sweets, Mikko Laakkonen tarafından tasarlanan Red Dot ödüllü Malt viski seti ve Sinem Hallı’nın iF ödüllü Roots koleksiyonları, Erdem Akan ve Ali Bakova’nın tasarladığı Memento Mori koleksiyonu da arzı endam ediyor. Anlaşılabilir karmaşıklığı sadelik kavramına entegre eden Nude, fazlaca seçeneğin bulunduğu, gürültülü ve karmaşık zamanlarda, çıkar yolun yalınlık olduğunu savunurken, tasarımcıları kullanışlı ve zamansız eklektiği altında tasarlamaları için çatısı altında buluşturan marka felsefesini cam tasarımlarından üflemeye devam ediyor. 075
BU BİR İLANDIR
simple is beautiful
Adını koordinatlarından alan 38°30°, 2000 dönümün üzerine kurulmuş bir çiftlik ve mandıraya; bir yandan da Türkiye’de benzeri bulunmayan bir sanat vadisi girişimine işaret ediyor. Projenin koordinatörü Kıvılcım Eğilmez Kocabıyık’la birlikte çiftliği gezdik;
KIVILCIM EĞİLMEZ peynirlerin de tadına baktık. KOCABIYIK taze ve yıllanmakta olan
Röportaj:
Arzu Sak Fotoğraflar:
Gökhan Polat
076
Hayatın boyunca sadece tek bir peynir yiyebilseydin, bu hangisi olurdu? Türk peynirlerinden Trakya eski kaşarı ve Erzincan tulumunu tercih ederdim. İtalyan peynirlerinden Taleggio ile Caprino arasında da bir seçim yapmam gerekebilirdi. Fransız peynirlerinden ise kesinlikle Brie de Melun ilk tercihim olurdu.
1
Brillat-Savarin’in peynirsiz bir akşam yemeğini tek gözlü bir kadına benzettiği meşhur cümlesi sence bugün ne kadar geçerli? Fransızlar için hala geçerli. Malum, onlar akşam yemeğinde peynir tüketirler, ama biz özellikle kahvaltıda peynir yemeyi seven bir milletiz. İtalyanlar ise bir burrata ya da kocaman bir mozzarellayı öğle vakti ailecek paylaşmaktan çok keyif alırlar. Bana gelince, akşam yemeğinin sonu yerine, başlangıç olarak daha taze bir peynir yemeyi tercih ediyorum.
2
Neden özellikle İtalyan peynirlerini öne çıkarmaya karar verdiniz? Taze İtalyan peynirlerini ülkemizde çok rahat bulamaz olmuştuk. Eskiden İtalya’dan geliyorlardı, fakat taze peynirlerde ithalat yasaklanınca yurtdışında yakalayabildiğimiz lezzeti burada da yakalamak istedik. Ayrıca İtalyan mutfağı ülkemizde bir trend haline geldi. İtalyan mutfağı olsun ya da olmasın, İstanbul’daki birçok restoran menüsünde mutlaka İtalyan peynirlerine yer veriyor. İtalyan ürünlerinin de bu noktada genişleyen bir pazarının olduğunu düşündük. Öte yandan, elde ettiğimiz sütlerden sadece taze peynirler değil, dinlendireceğimiz, yıllandıracağımız peynirler de üretmeye başladık. Andrea Pelati’nin gözetiminde, farklı sütlerin bir araya geldiği ve ‘toma’ tabir ettiğimiz peynirler de deniyoruz. Bu süreçte, kendimize özgü peynirleri de piyasaya sürmek istiyoruz.
3
Bu mandırayı nasıl kurguladınız? Biz her işimizi özenerek yaptık. Hayvanlarımız sadece bizim meralarımızda yetişen bitkilerden kendi ürettiğimiz yemlerle besleniyor. Üretimimizin başında Andrea Pelati var. Hayvan seçimimizde de çok titiz davrandık. Ön araştırmalarımız sırasında Avrupa’da onlarca çiftlik gezdik. Mandalarımız Kuzey İtalya’dan, ineklerimiz ise Avusturya’dan geldi. Amacımız çok süt veren hayvanı değil, en kaliteli sütü veren hayvanı bulmaktı. Bu sebeple de İtalyan su mandalarını ve Simental cinsi inekleri tercih ettik. Bir de, halihazırda Halep ırkı keçilerimiz vardı. Ayrıca Afyon’daki mandacılığa can suyu vermek, ve buraya özgü artizanal ve yöresel ürünleri -yüzde yüz manda yoğurdu ve manda tereyağı gibi- yeniden ön plana çıkarmak için de çalışmalarımız var. Tüm ürünlerimizin katkısız olduğunu da belirtmeliyim.
7
Kendini bir yemek meraklısı olarak adlandırır mısın? Evet, kesinlikle. Modernize edilmiş Türk Mutfağı ve Akdeniz mutfakları vazgeçilmezlerim diyebilirim. Yeni tatları ve farklı mutfakları keşfetmeye de bayılırım. Sakatata ve kabuklu deniz mahsullerine karşı da özel bir merakım var.
4
Peynirle aran nasıl? Çok severim. Türk peynirlerinin yanı sıra İtalyan ve Fransız peynirleriyle de aram çok iyi.
5
6
38°30° Çiftliği sadece peynir üretmek için kurulmuş bir tesis değil; peki amacınız
nedir? Afyon’un Tazlar köyünde projelerimiz ilk etapta sosyal sorumluluk çerçevesinde başladı. Fakat geçen zaman içinde Tazlar ve civarı için vizyonumuz genişledi. Amacımız Afyon’u sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada duyurmak; bunu da özellikle sanat konusunda başarmak... Özellikle çiftlik tarafından bahsedecek olursak, Kocabıyık ailesinin her işte olduğu gibi, yaptığını en iyi şekilde icra etmek misyonuna sadık kalarak, ilk etapta İtalyan peynirleri üreteceğimiz bir mandıra kurduk.
077
Sanat vadisi projesi nasıl evriliyor? Bu fikir 2013’te ortaya çıktı. Bir yıl sonra, Whitney Museum’un da küratörlüğünü üstlenen Christiane Paul ile anlaştık. Sanat vadisi, her biri ayrı bir uluslararası sanatçıya emanet 10 ayrı pavyon, ve bunları destekleyen, içerisinde galerilerin de bulunduğu bir butik otelden oluşacak. Pavyonlar için de birçok sanatçıyla görüşüldü, ve şu an ikisi netleşmiş durumda. Kullandıkları doğal unsurlarla dikkat çeken Japon sanatçı grubu teamLab ve büyük boyutlu ışık enstalasyonlarıyla tanınan Erwin Redl ile anlaştık. Redl, sanat vadisi için, Ascension 64 adını verdiği, eğimin içine gömülecek ve katmanlardan oluşacak bir enstalasyon üzerinde çalışıyor. Projenin 2020’de tamamlanmasını öngörüyoruz.
8
Gıda üretimi ve sanat nasıl bir paydada kesişecek? 2000 dönümlük sanat vadimiz aslında yaşayan bir çiftliğin etrafında kurgulanıyor. Sanatseverler bir yandan hayvanlarla, doğayla iç içe, üretimiyle de özel ürünler sunan bir çiftliğin etrafında bu deneyimi yaşayacaklar. Zaten mottomuzun da bu kesişme noktasını anlatabileceğini sanıyorum: ‘Yemek yemek bir ihtiyaçtır; fakat akıllıca yemek bir sanattır.’
9
078
İstanbul’daki yemeiçme meraklılarında gözlemlediğimiz burrata merakını neye bağlıyorsun? Üç yıl öncesine kadar mozzarella bu konumdaydı, artık herkes burratayı tercih ediyor. Burrata daha kremalı, kesilmesiyle ortaya çıkan manzarayla heyecan verici ve belki bir de daha zor erişilebilir olarak düşünülüyor, ve sanırım bu sebepten tercih ediliyor. Tabii unutulmamalı ki burrata üretmek de mozzarelladan daha meşakkatli bir iş, tamamıyla el emeği. Bu da tüketim tercihlerimizi etkiliyor, yani aslında tüketiciler sadece tada göre karar vermiyorlar.
10
Endüstriyel ile artizanal üretim arasında 38°30° Çiftliği’ni nerede konumlandırıyorsun? Biz artizan üretimdeyiz. Endüstriyel üretim boyutuna geçmeyi hiçbir şekilde düşünmüyoruz. Fabrikamızın mimarisi dahi sanatsal; endüstriyel bir yapıdan çok uzakta. Hayvan sayımızı da sabit tutacağız, ki şu an halihazırda 200 İtalyan su mandamız, Avusturya’dan getirdiğimiz 210 Simental cinsi ineğimiz ve daha küçük bir grup da Halep keçimiz var. Modern, fakat butik ve artizan bir üretim yapıyoruz. Burası hiçbir zaman sadece ticari mantıkla bakılan bir işletme olmayacak.
11
Otokton ırk hayvanların sütlerinden elde edilen geleneksel bölge peynirlerini de geliştirmeyi düşünüyor musunuz? Şimdilik, seçmiş olduğumuz hayvanların sütleriyle üretimimize devam edeceğiz. Fakat bu işi oturttuktan sonra daha geleneksel ürünler üzerinde de çalışmaya başlayacağız. Ayrıca, önümüzdeki sene için, Türkiye’deki hayvancılığa dair bir kitap projemiz var. Ülkemizde hayvancılığı nasıl geliştirebileceğimizi birçok üniversiteyle birlikte çalışarak sorguladığımız bir yayın olacak. Araştırmaların sonuçları da üretimimize yön verecektir.
12
#queofямБcial
Milenyumdan birkaç on yıl öncesine kadar, modayı köklerinden sarsan hiçbir tasarımcının, bildiğimiz anlamda bir eğitim geçmişi yoktu. Usta-çırak geleneğinde Dior ve Yves Saint Laurent’dan, Raf Simons ve Damir Doma ilişkisine uzanan tarifte, yetenek ve tecrübe artık tek başına yeterli değil. Tasarımcının sosyal medya becerileri, pazarlama bilgileri, çatısı altında çalıştığı markanın başarısını doğrudan etkiliyor. Haliyle, müstakbel tasarımcının, yeteneğinin ardına eklemesi gereken bir eğitim silsilesi kaçınılmaz oluyor. Değişim devam ediyor, eğitimsiz tasarımcı sıfatı artık ağıza alınmaz hale geliyor. Bu noktada, aklımıza bazı sorular takılıyor ve İstanbul’un moda okulları bunları cevaplıyor.
MODA 103
Hazırlayan:
Aslin Kumdagezer Fotoğraflar:
Volkan Aydın
081
ISTITUTO DI MODA BURGO Neden İstanbul, İstituto di Moda Burgo için doğru bir şehir? İstanbul gerek üretim olarak gerekse moda anlayışı olarak Milano’ya çok yakın duran bir şehir. İstituto di Moda Burgo, merkezinin Milano’da olması ve İtalya genelinde 20 şubesi olmasıyla İtalyan anlayışını köklerinde taşıyor ve İtalya dışında var olan 10 şube de, okulun kurucusu Fernando Burgo’nun okulun öğrencilerine teklif götürmesiyle açılıyor. İstanbul şubesinin ardındaki hikaye de farklı değil, Milano’daki eğitimimin üçüncü yılında, Bay Burgo’nun teklifiyle okulu açtık.
1
Moda okullarında verilen eğitimle, sektör gerçekleri ne kadar tutarlı? Sektöre girdiğimiz ilk günden itibaren, sorumluluk alabilecek öğrenciler yetiştiriyoruz. Kişiyi ve hedeflerini odağına alıp pratiğin yoğunlukta olduğu bir eğitim modeli üzerinden ilerliyoruz. Ayrıca aldığınız eğitimin size, uluslararası alanda rekabet edebilme tekniğini ve yeterliliğini verebiliyor ve bunu da geçerli bir diplomayla tasdik ediyor olması gerekir. Zira moda tasarımcısı hiçbir zaman tek bir pazara hitap etmeyi hedeflemez. Bu nedenle de Burgo çatısı altında uluslararası alanda kabul görebilecek bir portfolyo hazırlamadan ve bitirme sınavına girmeden hiçbir öğrenci diploma alamıyor. Tüm bu aşamalardan geçen Burgo mezunları, sektörün gerçek ve zorlu yüzüyle uluslararası düzeyde rekabet edebilecek seviyede olurlar.
2
082
Suna Barışık, İMB Direktörü
Dinamikleri değişen moda dünyasında alternatif ve gerilla moda tasarımcıları klasik fikirlerin önüne geçiyor. Bu bağlamda moda okulları eğitimini nasıl güncelliyor? Milano merkezli olduğumuz için biz güncel kalma konusunda oldukça başarılıyız. Burgo mezunu olan eğitmenlerimiz, İtalyan sektöründe de tecrübe sahibiler. Bunun yanında, Milano’da düzenli olarak eğitim seminerlerine katılıp güncel bilgileri ediniyorlar. İtalya’dan gelen tasarımcılar ise öğrencilerimizle sektör tecrübelerini ve trenleri düzenli olarak paylaşıyorlar.
3
Başarılı bir moda tasarımcısı olmak için eğitim ne kadar önemli? Özellikle kaliteli eğitim bu sektörde öne çıkabilmek için çok önemli. Aldığınız eğitimin size uluslararası rekabet gücü ve cesareti vermesi gerekiyor. Aynı zamanda yaratıcılığınıza şekil vermeli, teknik olarak yeterlilik sağlamalı ve profesyonel adımlar atmanıza destek olmalı. Eğitimi tamamladığınızda bir ekibin içerisinde söz sahibi olarak ve sorumluluk alarak ilerleyebiliyorsanız aldığınız eğitim iyidir.
4
Hem globalde hem de yerel sektörde, moda okullarının en çok eleştirilen tarafı, profesyonel anlamda yeterince insanla tanışma olanağı sunmaması. İMB bu minvalde öğrencilerine nasıl çözümler sunuyor? Burgo’nun dünya genelindeki tüm okulları yıl sonunda mezunları için bir defile düzenliyor. Bu yıl 30 Haziran’da gerçekleşecek defileye İtalyan sektöründen firmalar da katılıyor. Bu sayede, öğrenciler halihazırda İtalyan sektörüyle bağlantı kurmuş oluyorlar. Okul dışından bir jürinin seçkisiyle defileye katılmaya hak kazanan öğrencilerin tasarımları, defilenin ardından İtalyan firmalarına gönderiliyor. Öğrencilerimize İtalyan firmalarıyla dirsek teması sağlamanın yanında, dünyanın dört tarafında Burgo’dan her yıl mezun olan, 10.000 kişinin oluşturduğu bir liste de sunuyoruz.
5
20 S A AT BOY U N CA DEM L EN EN K AH V E ÇEK İRDEK L ERİNİN ZEN GİN V E EŞ SİZ L E ZZE T İ... T Ü M K A H V E T U T K U N L A RINI BU ÖZEL K A H V E DEN E Y İMİ İÇİN M A Ğ A Z A L A RIMIZ A BEK L İ Y ORUZ.
İMA
Moda eğitimi geçmişi olmayan birinin sektörde başarılı olması imkanız mı? Tasarımcıların her zaman görüşlerini genişletmeye ve bulundukları toplumu iyi analiz etmeye ihtiyaçları var. Sürekli yaratıcılık, gözlem ve araştırma yetisi kaçınılmaz. Sektörün disiplinlerarası ele alınması, tarihinin bilinmesi çok önemli. Tasarımcıların kendi markalarını kurma girişiminden önce endüstride çalışma deneyimi edinmelerini de önemli buluyorum zira moda endüstrisinin işleyişini anlamak zaman gerektirir. Özetle, her meslekte olduğu gibi bu alanda da kuvvetli bir altyapı, eğitim, ve deneyim şart. Bu kapsamda, gerek eğitimini yeni tamamlamış̧gerekse markalarını yeni kurmuş moda tasarımcılarına iş yaşamlarının ilk yıllarında rehber olması amacıyla hazırladığımız Başlarken isimli bir yayınımız mevcut. Tasarımcı markalarının uzun soluklu başarılar elde etmelerine katkı sağlamak, girişimci moda tasarımcısının nicelik ve niteliğinin artmasına destek vermek hedefleriyle güncel sektör dinamikleri doğrultusunda hazırladığımız bu yayına İMA’nın web sitesinden ulaşılabilir.
4
Seda Lafçı, İMA Direktörü
Moda tasarımcısı dışındaki moda mesleklerinde eğitimli olmak ne kadar önemli? Moda eğitimi kişinin farklı açılardan bakabilmesini ve daha yaratıcı olmasını sağlıyor. İMA moda sektörünün ihtiyaç duyduğu güncel meslek kollarını belirliyor ve buna yönelik eğitim programları geliştirerek yaratıcı ekonomiye katkı sağlıyor.
1
Parsons ve Central Saint Martins’te yapılan bir ankette öğrencilerin %57’si mezuniyet sonrasında verilen desteğin yetersiz olduğunu savunuyor. İMA öğrencilerine nasıl destek oluyor? İMA, sahip olduğu tüm ilişki ağını, birikimini ve kaynağını öğrencileri için kullanmak adına elinden geleni yapıyor. Öğrencilerimizin çalışmalarını, düzenlediğimiz mezuniyet sergisiyle sektöre açıyoruz. Bu sergide yer alan işler, juri tarafından oylanıyor ve seçilen tasarımcıların kapsül koleksiyonları New Gen defilesiyle İstanbul Moda Haftası’nda yer alıyor. İMA’nın sektördeki diğer isimlerle arasındaki sıkı ilişkiler, öğrencileri de doğrudan etkiliyor.
2
084
Son zamanlarda moda eğitimine ilgi niçin arttı? Markalaşma süreciyle paralel olarak moda sektörünün oluşumu açısından çok hızlı ve pozitif gelişmeler yaşanıyor. Ulusal markalarımızın güçlenmesi, uluslararası işbirliklerinin oluşumu, tasarımcı markalarımızın artması, uluslararası dev markaların Türk perakende sektörüne girişleri, moda basını ve moda sektörü ile ilgili diğer iş kollarının ortaya çıkışını bu gelişimin yansımaları olarak düşünebiliriz. Bunun yanında, İstanbul Moda Haftası, The Core İstanbul, Galata gibi organizasyonlarla moda sektörüne yapılan yatırımlar da son zamanlarda arttı. Tasarımın yanı sıra, yönetimden pazarlamaya, styling’den moda fotoğrafçılığına kadar sürece dahil çok fazla iş kolunun oluşması nedeniyle istihdam potansiyeli doğdu. Bu alanda eğitim veren tüm kurumların da tüm alanlara yönelik donanımlı profesyonel yetiştirmeleri önem taşıyor.
3
jetset.com.tr | 444 5 387
LASALLE COLLEGE Öğrenciler moda eğitimlerine yaptıkları yatırımın geri dönüşünü ne kadar zamanda alıyorlar? LaSalle College mezunları, sektörün önde gelen firmaları tarafından tercih edildiği ve LCI Education Network’ün İnsan Kaynakları departmanıyla desteklendiği için mezun olur olmaz yatırımlarının hasadını toplamaya başlıyorlar. İstatistik olarak, LaSalle College İstanbul’dan mezun olan öğrencilerimiz çalışmaya başladıktan iki sene sonra bu eğitim için yaptıkları yatırımın karşılığını alıyorlar.
1
Online moda eğitimi ne kadar başarılı bir sistem? Eğitimi okulda takip etmek öğrencileri profesyonel iş hayatı disiplinine hazırlıyor. Her ne kadar pazarlama ve stil araştırmaları gibi konular online takip edilebilecek konu başlıkları olsa da, tasarım eğitimleri, tamamen uygulamalı yapısı itibarıyla online olarak takip edilebilecek eğitimler değiller.
2
Çeşitlilik günümüz moda dünyasında en çok tekrarlanan idealardan biri. Farklı vücut tipleri ve görünümler için tasarlamak moda eğitiminin bir parçası mı? Perakende sektöründe gittikçe artan rekabet ortamı ve moda alanındaki hızlı değişim ürün çeşitliliğine daha da önem verilmesini sağladı ve bu durum kuşkusuz moda tasarımcısı eğitimine de entegre edildi. Her kesim ve kültürden insanın ihtiyacını karşılayabilecek ürün çeşitliliği sağlamak, tasarımların insanlara ulaşabilmesi açısından oldukça önemli bir hal aldı.
3
086
Mehmet Selim Çeçen, LaSalle College Direktörü
Kaliteli moda eğitiminin fiyatı ne olmalı? Bu, eğitimin içeriği, süresi, eğitim sırasında kullanılan kaliteli ekipmanlar ve okulun bünyesindeki sektörel tecrübeye sahip deneyimli eğitmenlere bağlı olarak belirleniyor. Bu yüzden, kaliteli moda eğitimi ucuz olmamalı. Zira, alınan eğitimin kalitesi, çalışmaya başlandığında ortaya çıkıyor ve sizi diğerlerinden ayırıyor. Fast fashion ürünlerine benzer olarak, kaliteden ödün verilerek kısa sürede ve ucuza verilen eğitimler yarardan ziyade zarar veriyor. Nihayetinde, modanın prensiplerini algılayıp uluslararası beklentiyi karşılayabilecek kapasitede eğitim alan kişi, sektörde her zaman aranan kişi konumunda olacaktır.
4
Sadece tasarımın iyi olması başarı için yeterli mi? Tasarımın moda alanındaki en ilgi çeken bölüm olduğu yadsınamaz bir gerçek. Ancak, o sürecin sadece başlangıcı. Üretim kalitesi ve pazarlama stratejileri tasarımı öne çıkarır. Örneğin Karl Lagerfeld ‘Yılın En İyi Tasarımcısı’ ödülünü pazarlama stratejileri sayesinde aldı. Dolayısıyla, sadece tasarımın iyi olması yeterli değil. Bu bilinç, modanın tasarım dışındaki dallarının da günden güne ön plana çıkmasını sağlıyor.
5
RUHU KLASiK, TEKNOLOJiSi YENi. www.fiat.com.tr
Fiat 500’ün ortalama yakıt tüketimi 4,9 lt/100 km, ortalama CO2 emisyonu ise 115 g/km’dir.
VAKKO ESMOD Vakko ve Esmod birlikteliği öğrencilerin hayatını nasıl etkiledi? Türkiye’de modayı yaşam biçimi olarak benimseyen, tasarım kültürü ve marka bilinci yüksek tasarımcılar yetiştirmeyi amaçlayan Vakko Esmod Moda Akademisi, moda endüstrisi ile yakın çalışmalar gerçekleştirerek, öğrencilerini ilk günden iş dünyası ile tanıştırırken; onları sektördeki gelişmeleri yakından takip eden, müşteri taleplerini doğru değerlendirebilen ve markalarına doğru yön çizebilen başarılı profesyoneller olarak moda kariyerlerine hazırlamayı hedefliyor. Diploma öğrencilerine, eğitimlerinin ikinci yıllarında Vakko Moda Merkezi’nde staj imkanı sunuluyor. En yetenekli ve başarılı öğrenciler ise mezuniyetlerinin sonrasında Vakko ve Vakkorama’larda çalışma fırsatı elde ediyor. Vakko ayrıca başarılı mezunlarına Vakkorama’ların içinde yer alan Esmod köşesinde kendi markalarını kurma ve sergileme şansı da veriyor.
1
Moda kariyerinde staj ne kadar önemli? Staj, öğrencilerin iş bulma şanslarını artırması açısından oldukça önemli. Bir firmada çalışarak, zamanını orada faydalı bir şekilde harcamış olan bir adayın bu hareketi kariyeri için özverili davrandığını ve oldukça özenli olduğunu gösteriyor. Stajlar ayrıca öğrencilerin, sektörde çalışmanın ne demek olduğunu öğrenmeleri açısından da oldukça faydalı.
2
088
Çiğdem Mete, Vakko Esmod Direktörü
Mezuniyetten sonra öğrenciler nelerle karşılaşıyorlar? Sektörle olan yakın bağlarımız sonucu okul/şirket/tasarımcı işbirliklerini kullanıp, staj hakkı kazanabilecekleri proje işbirlikleri yaratarak veya Premiere Vision Paris Fuarı’na ziyaretler gerçekleştirerek ya da öğrencilerimizin tasarımlarını ortaklarımızın satın alma noktalarında tanıtmasına destek olarak, mezunlarımızın bir kariyer planı çizmelerine yardımcı oluyoruz. Bu sayede, öğrencilerimiz, şirketlerin temsilcileriyle tanışma ve kariyerleri boyunca hepsiyle temas halinde kalma fırsatını yakalamış oluyorlar. Öğrencilerimize üç yıllık okul hayatları boyunca kendi bağlantılarını yaratma fırsatı sunuyoruz. Bunun gelecekteki kariyer planları için çok değerli olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, yıl boyunca öğrencilerimizin ve modaya ilgi duyan herkesin katıldığı, gelecekteki kariyerleri için konuk konuşmacılarla network kurmalarına yardımcı olacak ufuk açıcı Fashion Talk’lar da düzenliyoruz.
3
Esmod’un İstanbul’a gelmesindeki en önemli sebep neydi? 2000’li yıllardan itibaren, İstanbul, tekstil üretiminde moda ve marka oluşumlarının merkezi haline gelmeye başladı. Bu da Esmod’un dünya çapında moda ve tekstil sektörünün gelişimine öncülük eden, yaratıcılığı teşvik ederken satış faktörünü unutmayan eğitim anlayışını Türkiye’ye getirmesinde önemli rol oynadı. Ürün iletişimi ile pazarlamayı harmanlayan ve uluslararası bir vizyona sahip eğitimcileri bünyesinde barındıran bir moda akademisi henüz Türkiye’de yoktu. Ayrıca, bazı büyük Türk tasarımcıların Paris’teki okulumuzdan mezun olduklarını biliyorduk ve takip ediyorduk. Esmod İstanbul’un açılışının, Türkiye’nin tekstil profesyonellerinin ihtiyaçlarını karşılayacak öğrenciler yetiştirerek bu boşluğu doldurmada büyük katma değer yarattığını düşüyorum.
4
News 2016
www.derindesign.com/derin2016
BİLGİ ÜNİVERSİTESİ
Türkiye’deki moda tasarımı eğitimi genelde iki ya da üç yıllık akademilerin tekelindeyken, Bilgi Üniversitesi önerdiği dört yıllık lisans programında nasıl bir farklılık sunuyor? Moda endüstrisi gün geçtikçe daha yenilikçi, araştırmacı tasarımcılara ihtiyaç duyuyor. Bilgi Üniversitesi de deneysel bir ortamda, öğrencinin sanatsal, yaratıcı ve çağdaş eğitim ihtiyacına cevap veriyor. Ayrıca, bu dört yıllık müfredat çerçevesinde Bilgi ve Naba’nın ortak gerçekleştirdiği program ile öğrencilerimiz eğitimlerinin üçüncü senesini Naba’da tamamlayabiliyorlar, ve fakülte bazında gerekli başarı kriterlerini yerine getirenler dilerlerse Naba’nın sektörle işbirliklerinden ve Milano’nun profesyonel ağından faydalanarak çifte diploma elde edebiliyorlar.
1
Bunun yanında bir yıllık bir programınız da var. Moda Tasarımı Hazırlık Programı, daha çok lise son sınıf öğrencileri için hazırlanmış bir program. Lise mezunu olan herkesin de katılabileceği program, Türkiye veya dünyadaki farklı moda okullarında moda tasarım eğitimi almayı hedefleyenlerin kabiliyetlerini geliştirmeyi amaçlıyor.
2
090
Gülsen Bal, Yrd. Doç. Dr., Bilgi Üniversitesi Moda Tasarımı Bölümü
Moda Tasarımı lisans programı bölümüne kabul nasıl gerçekleşiyor? Öğrenci alımını Özel Yetenek Sınavı üzerinden gerçekleştiriyoruz. Sanırım bu yılki “Her Yeteneğe Bilgi Lazım” konseptimiz, tasarımı global perspektifle buluşturma arzumuzu gözler önüne serecek. Bilgi’de öğrenciler, öğrenimleri boyunca; bölüm dersleri kapsamında projeler üretirken özgür düşünen, sorgulayan, sorumluluk alan, ne istediğini bilen ve daha okurken mesleki becerileri ile birlikte kimlikleri oluşmuş olarak iş dünyasına hazırlanıyorlar. Sosyal ve kültürel açıdan son derece renkli bir ortamda, bir o kadar da profesyonel çalışma hayatını tecrübe ederek eğitimlerini tamamlamaları amaçlanıyor. Tabii, burada başka provokatif bir soru karşımıza çıkıyor: Diplomalı tasarımcı olur mu?
3
Sanat, sanat tarihi ve diğer tasarım eklektikleri moda tasarımının neresinde durduğunu da konuşalım. Bilginin bu derece ulaşılabilir olduğu bir dönemde, işbu eklektikleri moda tasarımı eğitimiyle nasıl yenilikçi bir şekilde birleştiriyorsunuz? Özellikle eklektik anlayışların çoktan kırıldığı, gelişmekte olan disiplinler arası perspektifler ile üretimlerin ön plana çıktığı günümüzde; yaratıcı süreçlerin sınırları ilişkisel modellerle uygulamanın görsel dilde okumalarını da gerektiriyor. Bu süreç, kültürün küreselleştiği dünyamızda öğrencilerimizin teoride edindikleri bilgileri uygulamaya dökmelerini sağlıyor. Odakta, yeni fikirler üretmeye doğru, yaratıcı bağlantıların yeni yöntemlerini görsel olarak da sunulabilmek var.
4
VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi Sunar:
GEÇ OLMADAN EVE DÖN Konutun Serüveni Üzerine Bir Sergi Küratör: Cem Sorguç
31 MART - 26 HAZİRAN 2016 Salı - Pazar (10.00 - 18.00) Perşembe (10.00 - 20.00) İstanbul Modern Sanat Müzesi Meclis-i Mebusan Caddesi, Liman İşletmeleri Sahası Antrepo 4, 34433, Karaköy
VÇMD #5 www.VitrACagdasMimarlikDizisi.com facebook.com/VitrACagdasMimarlikDizisi
twitter.com/@VitrATurkiye #vcmd
Çin Halk Cumhuriyeti’nin sosyalizm ve yabancı sermaye arasında gidip gelen yaşam standartları, Xander Zhou’yu apolitik olmaya itiyor. Moda sektöründe böyle bir tavır takınmanın, nasıl bir sonuç doğuracağını merak ediyorsanız, sorularımıza Pekin’den cevap veren Xander’in söylediklerine kulak veriniz.
Röportaj:
Utku Palamutçu Fotoğraf:
Trunk Xu
092
XANDER ZHOU
Xander, iyi bir insan mısın? Kendimi aziz mertebesinde görmüyorum ama insanları incitmemek için elimden geleni yaparım. Yok yere iyilik yapacak kadar saf bir insan değilim.
1
Neden uzun bir süre boyunca kendini geliştirmeye devam eden, yükselişte bir isim olarak kalacağını söylüyorsun? Önümde katetmem gereken çok uzun bir yol var ve elde ettiğim başarıları arkama alıp, yaptığım işlerle ilgili böbürlenmek istemiyorum. Eğer ‘dünyaca ünlü moda tasarımcısı’ sıfatını ismimin önüne koyarsam, bir anda düşüşe geçmekten korkuyorum, bu yüzden her şeyin bir zamanı olduğuna inanıyorum.
Fotoğraflar:
2
Endüstriyel tasarım ve moda sektörü arasındaki münasebeti nasıl tanımlarsın? “Quod erat demonstrandum.” *
3
İşin bir matematiği olduğuna inanıyorsun yani. Kesinlikle. Endüstriyel tasarım, form ve fonksiyon arasındaki denge noktasını bulmaktan ibaret. Bu sektörde geçmişi olan bir insanın, moda sektörüne el atması sonucu, ortaya mükemmel ama kullanım alanı daha dar ürünler çıkabiliyor. Yani, az önce söylediğim gibi, ‘gösterilmek istenen şey tam da buydu’ diyebiliyorsunuz.
4
Thurstan Redding
Pekin’de yaşıyorsun, ancak Avrupa pazarına karşı daha büyük bir ilgi duyuyorsun. Oryantalizm ve modern formlar arasında gel git yaşadığın oluyor mu? İçinde bulunduğun atmosfer bazen öyle bunaltıcı bir hale geliyor ki, ilham kaynağını uzakta arıyorsun. Galiba bu yüzden, Avrupa’da yaşadığım dönemde oryantalizme, Pekin’e geri döndüğümde de Avrupa pazarına merak saldım. Son zamanlarda Avrupai bir duruş sergilememek için, daha doğrusu koleksiyonlarıma bir kimlik etiketi yapıştırmamak için, elimden geleni yapıyorum. Daha evrensel bir tasarım algısı oluşturmaya çalışıyorum ve aslında çağın gerektirdiği şey tam da bu.
Xander Zhou,
5
Evrensel bir algı oluşturmaya çalışıyorsun ama Londra’nın tasarımlarını sergilemek için ideal şehir olduğunu söylüyorsun. Londra’nın kültürel çeşitliliği beni çok etkiliyor. Bugün pek çok moda başkentinde bu çeşitliliğe rastlamak mümkün, ama Londra bu şehirlerin en sıradışı ve hatta en kurnaz olanı. İnsanların modaya bakış açısı çok farklı. Böyle bir ortamda tasarımlarımı sergilemek kendimi iyi hissettiriyor.
6
SS 2016
Malum, erkek modası her geçen gün biraz daha ön plana çıkıyor ve hazır konu Londra’dan açılmışken, LC:M rekabet ortamını giderek artırıyor. Bu minvalde, sence neden tasarımcılar erkek gardırobunun sınırlarını zorlama ihtiyacı duyuyorlar? Moda sektörü, son birkaç yıldır, hiç olmadığı kadar geçirgen bir yapıya büründü. Aslında her zaman geçirgendi, her zaman erkeklere elbise giydiren, makyaj yapan ve hatta iç çamaşırı giydirmeyen moda editörleri vardı. Sadece sektörün önde gelen isimlerinin bu akımı desteklemesi gerekiyordu. Rick Owens, Jonny Johansson gibi yaratıcı insanlar dünyada olup biten değişiklikleri moda sektörüne aktardıkları ve zamanın ruhunu yakaladıkları noktada, sınırlar zorlanmaya başlıyor. Zira moda sektörünün dünyayı değiştirdiğine inanmıyorum, aksine, dünya değiştikçe, moda sektörü bu değişime ayak uyduruyor.
7
* “Gösterilmek istenen şey de buydu.” 093
Bu sözde sınırların tamamen ortadan kalkacağı bir gün gelecek mi? Eğer günün birinde insanlar kıyafet giymeyi bırakırlarsa, dünya çok daha güzel bir yer haline gelebilir ve o zaman sınırlar ortadan kalkar.
8
Kendini apolitik bir insan olarak nitelendiriyorsun ama cinsiyete dayalı stereotipleri ortadan kaldırmak başlı başına politik bir hareket değil mi? Bence değil. Cinsiyete dayalı stereotiplerin, sosyal yapısalcılığın birer sonucu olduğunu düşünüyorum. Bunun bir saçmalıktan ibaret olduğu gerçeğini bir kenara bırakırsak, karakterimin bu yapıyı parçalarına ayırmak üzere kurulu olduğunu söylemeliyim. Bununla hem tasarımlarımı hem de kişisel hayatımı kastediyorum. Bu yüzden, işin politik kısmına değil sosyal ayağına odaklanıyorum.
9
Pek çok insan hazırladığın son koleksiyonu David Bowie’yle özdeşleştirdi, ama senin böyle bir niyetin yoktu. Ah evet, bu durum büyük bir tesadüften ibaret. Defileye birkaç saat kala David Bowie’nin ölüm haberini aldık ve bir anda herkes bunu konuşmaya başladı. Kendisine hayran olduğum için, defilenin kapanış müziğini Heroes ile değiştirdim ama yaptığım bu hareket, sanki koleksiyonun tamamı ona ithafen yapılmış gibi algılandı. İnsanların, sanki onun öleceğini önceden biliyormuşum gibi, Bowie’den ilham alarak bir koleksiyon hazırlayacağımı düşünmeleri gerçekten çok komik bir durum.
10
Aynı defilede, vücudunun yarısından fazlası yanmış bir model kullandın. Bunu, tasarımlarını ön plana çıkartmak için mi yoksa insan vücudu kavramının içini boşaltmak için mi yaptın? Bunlardan hiçbirini düşünmemiştim ama iki fikir de kulağa hoş geliyor. Defilenin ana teması çeşitlilikti ve çeşitliliğin kendine has bir güzelliği olduğunu ve bu güzellik kavramının mükemmeliyetle uzaktan yakından alakası olmadığını göstermek istiyordum. Mükemmeliyetçilik çok sıkıcı bir şey ve insanların bunu bir şekilde fark etmeleri lazım.
11
094
Çeşitlilik, eşitlik kavramının içini dolduran öğelerden bir tanesi ve her defilende eşitliğe atıfta bulunuyorsun. Bu öğelerden hangisi seni en çok etkiliyor? George Orwell bütün hayvanların birbirine eşit olduğunu ama bazılarının daha çok eşit olduğunu söyler. Benim için de aynı şey geçerli.
12
Geleceğe dair seni en çok korkutan şey ne? Yaşlanmanın kaçınılmaz olduğu gerçeği beni biraz ürkütüyor. Bu durum aklıma geldiği zamanlarda, bir kadeh içki içiyorum ve kafamı başka şeylerle meşgul ediyorum.
13
D E S I G N PO R T R A I T.
Charles, seat system designed by Antonio Citterio. www.bebitalia.com
B&B Italia Stores: Ortaköy Dereboyu Cad. No: 78 34347 İstanbul T. +90 212 327 05 95 - F. +90 212 327 05 97 Cinnah Cad. No: 66/1 Çankaya Ankara T. + 90 312 440 06 10 - F. +90 312 440 05 94 www.mozaikdesign.com - info@mozaikdesign.com
Jimenez Lai’nin mimari girişimler üssü, Los Angeles merkezli Bureau Spectacular, diğer dünyalara dair spekülatif ve çokça absürt hikayelerini oyunbaz temsil, teori ve eleştiri deneyleriyle anlatıyor. Çizgi romanları yerleştirmeler, maketler ya da binalar halinde mimariye büründürüyor, kah MoMA’nın koleksiyonunda, kah Venedik Bienali’nde karşımıza çıkarıyor.
Röportaj:
Yağmur Yıldırım Fotoğraf:
Man-Yam Lam
096
JIMENEZ LAI
“Olağanüstü büronuzla” başlayalım. Genellikle önce grafik işler olarak ortaya çıkan senaryolarınız, sonraları inşa edilmiş strüktürler halinde fiziksel çevrede var ediliyor. Çizgi roman projesi, alternatif gerçekliklere dair bir tahayyül mekanı olarak ortaya çıktı. Mimari hakkındaki çizgi romanlar ile çizgi romansı mimari arasında bir ayrım var. İlkinde, çizgi roman bir mecra olarak ele alınır ve önem taşıyan konu mimaridir. İkincisinde ise, mimari mecranın kendisidir ve hassasiyetlerini çizgi roman grafiklerinden ödünç alır. Bunların ikisi de, ilginç keşif yollarıdır ve şimdiye dek iki izin de üzerinde durduk.
1
İşlerinizde hikaye anlatımı/ teori ile inşa etme/uygulama arasındaki etkileşimler dikkat çekici -mimari pratiklerde genellikle bunların biri, ya da diğeri göz ardı edilir. Bizim için, mimarlık, kültürel bir çıktı. Hatta, kültürü belgeleyen, iletişimsel bir enstrüman. Bu yüzden de, mimarlığın retorik boyutunun özenli öğrencileri olarak kalmayı önemsiyoruz. Yalnızca inşa etmek yeterli değil; önemli olan, neden ve nasıl inşa ettiğimiz üzerinde düşünmek. Eğer ortada bir fikir olmazsa, mimarlık yalnızca ekonominin ve ergonominin en temel ihtiyaçları üzerinden şekillenir. Hem teoriyi, hem de pratiği birlikte ele almaya gayret ediyoruz; tasarladıklarımız hakkında anlamlı kararlar verebilmemizin yolu bu.
2
Fotoğraf: Jeff Frost The Tower of Twelve Stories, Coachella 2016
Proje, kamusal ve özel elementleriyle bir ‘toplum içinde yaşama çağdaş performansı’ idi. Kendi deyişinizle, mimarinin temel unsurlarından biri olarak domestisite üzerine araştırmanız, küratörü olduğunuz Township of Domestic Parts sergisiyle sürerek, 2014’teki Venedik Mimarlık Bienali Tayvan Pavyonu’nda karşımıza çıktı. Projenin sergilendiği mekanın da, “Esirler Sarayı” Palazzo delle Prigioni oluşu, ilginç bir tesadüf -ya da, öyle mi? Evet, bu tamamen bir tesadüftü. Tayvan Pavyonu, bir gelenek olarak bu mekanın içinde yer alıyor. Fakat, bu tesadüfün, dünyanın geri kalanı tarafından tanınamamış bir ülkeyi, süslü bir hapishanenin içinde kilitliyor oluşu, ilginç.
5
Politik aygıtlar olarak illüstrasyona ve çizgi romana nasıl yaklaşıyorsunuz? Gazetecilikte eleştirel ve oyunbaz olabilmenin tek yolu, politik karikatür segmentindeki çizgi romanlar. Tasarlanmış bir yanıtı üretirken, içinde yaşadığımız gerçekliği belgelemek için çizimleri kullanıyoruz.
3
Hefner/Beuys House projenizin, Londra’daki Architecture Foundation’da gerçekleştirilmesi için gerekli tüm kaynağı Kickstarter üzerinden toplamıştınız. Bir müştereklik denemesi miydi bu? Kickstarter kampanyası için, içtenlikle özür diliyorum; böyle bir şey bir daha asla olmayacak. Başlangıç tasarımımızın uygulanabilmesi için yeterli fona sahip olabilmemizi dilerdim; fakat aldığımız toplumsal desteğe rağmen, başlangıçta yapmayı dilediğimiz şeyi uygulayamadık. Bize bu projede yardım eden herkese, bir kez daha, teşekkür ediyorum.
4
097
İlham için kime, ya da neye bakarsınız? Şu sıralar David Hockney, Bruce Nauman, Ed Ruscha, Luis Barragan, SO-IL, Andres Jaque…
9
Şu sıralar ne üzerinde çalışıyorsunuz, gelecekte ne göreceğiz? Bina ölçeğindeki bir projeyi uygulama aşamasındayız. Çizimlerden, maketlerden ve yerleştirmelerden daha büyük kimi projeler geliştirmeye, önümüzdeki birkaç yıl da devam edeceğiz.
10
White Elephant (Privately Soft), 2011
Aynı projeyle, 2012 yılında Architectural League Prize for Young Architects ödülünü kazandınız. Mimarlık alanında genç olmak, size ne ifade ediyor? 25, jimnastikte emekli olma yaşı. Mimarlıkta ise, 50 iseniz hala acemisiniz. Genç olmaktan yoruldum, ve bir çıkış yolu arıyorum.
6
“Mimarlar siyah giyer”, ama kişisel stiliniz, en az Township of Domestic Parts’ın evleri kadar renkli. O projeyle uğraştığımız sıralarda rengin algısı üzerine bir kavrayış geliştirmeye uğraşıyorduk. Rengin uygulanışı, üzerinde birçok mimarın çalıştığı, başlı başına bir konuşma konusu; bir renk olarak altın da, beyaz ya da siyah da buna dahil. Biz, renklerin doğru karışımını kavramaya çalışıyorduk; doğru karışım ile bir iyimserlik algısına ulaşmak istiyorduk.
7
098
Fotoğraf: Iwan Baan Township of Domestic
Sizi, ilk defa 2011 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin “Teori, Teori İçindir” temalı ARCHTHEO konferansında izlemiştim. Şehir üzerine gözlemlerinizi duyabilir miyiz? İstanbul, katmanlara sahip bir şehir. Zaman, kültür, politika katmanlarını gerçekten de teker teker okuyabiliyorsunuz. İnsanlık tarihindeki en muhteşem anlardan bazılarıyla, değişim arayan genç şehirlilerin yeni zeminlerini karşı karşıya getiren, kompozit bir mozaik. Arkadaşım Ishtiaq Rafiuddin ile, Rex Architects’in tasarladığı Vakko binasını görme fırsatım olmuştu. Metropolün doğusuna giden vapura binince, bu katmanlar hissi daha da belirginleşmişti. İki dünya arasında seyahat etmenin farkını duyumsamıştım. İçine yeni teknoloji ve hassasiyet aktarılmış, bir fon olarak zaman kapsülünü anlamaya başladığımı hissetmiştim. Doğu ile batının, eski ile yeninin bu karışımının, başka şehirlerde de var olduğunu söyleyenler çıkacaktır. Fakat, İstanbul bu durumun çok geniş bir örneği; ve yeni deneyleri sürdürebileceği hacme sahip.
8
Parts: Taiwan Pavilion, 14th International Architecture Exhibition, 2014, Venice
SUMMER ATTITUDE Prodüksiyon:
an original idea by CO Fotoğraflar:
Mustafa Nurdoğdu Moda Editörleri:
Ayşecan İpek, Utku Palamutçu Saç:
Ayhan Akpınar/ Makas Makyaj:
Gülüm Erzincan M.A.C ürünleriyle Fotoğraf Asistanı:
Orkun Eray Moda Editörü Asistanı:
Yağmur Sefa Makyaj Asistanı:
Neslihan Erdem Model:
Elise/ Option MGMT
100
Bu bir müzik festivali güncesi de olabilir, güneşten kavrulan sıcak bir yaz gününde yaşanan, kendi halinde bir melankoli seansı da. M.A.C, Vibe Tribe koleksiyonunu fırsat bilip, uzak coğrafyalara uzanıyoruz. Ana renkler: Dore, mavi, koyu kahve ve kırmızı. Ten: Çıplak. Tavır: Sert ve cesur.
Kırmızı pigmentleri ağırlıkta olan True Red Powder Blush, ismine inat, pembeyle de flört ediyor. Bu karede onu, bir kahraman ürün olarak, gözlerde, yanaklarda ve dudaklarda görüyorsunuz. In Extreme Dimension Waterproof Lash’le vurgulanan kirpikler suyla buluşmaktan korkmuyor, gözlere kazandırdıkları boyutla bakışları belirginleştiriyor.
101
102
Blue Mesa’nın yoğun ve parlak mavisi, kaşlarda ve kirpik uçlarında kendini gösteriyor. Bronzlaştırıcı pudralar, özgür, ölçüsüz ve kaygısız. Matte Bronze, tüm yüze dağılıyor. Studio Sculpt Defining Bronzing Powder, Golden Rinse ve Delphic, iki farklı tonda şakaklar, elmacık kemikleri ve göz çevresinde konumlanarak abartılı, neredeyse güneşten kavrulmuş bir görünüm yaratıyor.
103
Wild Horses dörtlü far paleti, Brule, Charcoal Brown, Wild Horses ve Blue Mesa’dan oluşuyor. Kahverenginin üç farklı tonuyla maviyi kombinleyen bu zamansız palete, pırıltılı ve dramatik bir gözyaşı efekti eşlik ediyor. Gleamtones Powder Dunes At Dusk, elmacık kemiklerinin, dudakların ve burnun üzerinde gezinerek sağlıklı bir ışıltı yaratıyor. Technakohl Liner Eye-Liner Kajal Take The Plunge, petrol mavisini bakışlara yansıtıyor.
104
105
106
Koleksiyonun iddialı ruj renklerinden Arrowhead ve Painted Sunset, bu görünümün başrolünde. Ten renginin en gerçek hali Arrowhead’i dudaklarda, parlak kırmızı Painted Sunset’i ise göz çevresinde görüyorsunuz. Call Of The Canyon dörtlü far paletinden Fool’s Gold ve Summer Sun farlar ise göz altında dikkat çekici bir ışık oyunu yaratıyor.
107
DREW DROEGE Yıl 2014, Sonbahar. Chloë Sevigny,
Röportaj:
Olga Şerbetcioğlu Fotoğraflar:
Rainer Hosch Moda Editörü:
Megan Kelley Saç ve Makyaj:
Michael Goyette
108
Casey Spooner’ın karşısında, XOXO kapağına kendinden bir şeyler katıyor. Yıl 2016, İlkbahar. Drew Droege, Chloë’ye dönüştüğü günlerden birinde, Rainer Hosch’un karşısında kendinden vazgeçiyor.
Tiล รถrt:
Vintage/ What Goes Around Comes Around 109
Drew, Los Angeles’ta havalar nasıl? Fazlasıyla sıcak, kavurucu ve bir o kadar da hareketli. Uzun bir ilkbahardan sonra Ekim’in sonuna kadar böyle devam eder, tipik Los Angeles işte.
1
Coachella’ya gittin mi? Ah, tabii ki hayır. Tüylü küpeler ve kokarca kürkleri takan ve sıcağın altında kokuşan zengin insanların oluşturduğu kalabalık gruplar beni fazlasıyla ürkütüyor.
2
Gidecek olsaydın, Chloë gibi giyinip gitmeyi düşünür müydün? Eğer birisi bana yüklü miktarda para verse ve soğuk hava üfleyen bir klimanın altında özel bir alan tahsis etse gitmeyi düşünebilirim. Bir şişe votkaya da ihtiyacım olurdu tabii.
3
Chloë’nin yaptığın seriyi ilk defa izlediği videoyu gördün mü? İzlemeden önce epey gergin ve çekimser davranıyor… Videoyu çektikten sonra Casey görüntüleri benimle paylaştı. Chloë’nin vereceği tepkiden oldukça korkuyordum ve ancak karşılaşabileceğim her türlü negatif yoruma kendimi hazırlamıştım. Senin taklidini yapan ve bunu bir parodiye çeviren birini izlemek gerçekten yürek isteyen bir şey. Casey’nin attığı videoyu izlemek hayatımdaki en garip deneyimlerden birisiydi diyebilirim.
4
Drew, bu sefer, video çekimlerinden farklı olarak, 2012 yılında çektiğimiz kapaktan ilhamla, kapak kızı Chloë’yi olarak taklit ediyorsun. Basit bir taklit fikrinden yola çıktığımı düşündükçe, geldiğim noktaya inanamıyorum. Chloë’yi ilk defa sahneye çıkıp canlandırdığımda, karşımda sadece 55 kişi vardı, şimdi ise Chloë kılığına girip kapak kızı oluyorum, ve sayısını kestiremediğim bir kalabalığın karşısında arzı endam ediyorum. Yani kendimi epey iyi hissediyorum.
5
Orijinal kapak kızı ve senin aranda nasıl bir fark var? Benim kalçam, Chloë’ninkinden çok daha büyük.
6
110
Chloë bu kapağı tekrar çektiğimizi gördüğünde nasıl bir tepki verir? Ah, bunu düşünmek bile istemiyorum. Umarım beni bir baş belası olarak görmez ve XOXO’nun yeni Chloë’si olduğum için benimle gurur duyar.
7
En çok hangi pozda zorlandın? Lotus duruşuyla savaşçı ve uçan ejderha pozunu bir araya getirdiğim garip pozda biraz zorlandım.
8
Yakın zaman önce Transparent’tan birkaç oyuncuyla bir selfie paylaştın. Diziye dahil olma gibi bir durumun var mı? Ah, evet. Transparent son zamanlarda izlediğim en iyi dizi ve bu işin bir parçası olduğum için çok mutluyum. Şu anda rolüme ve dizinin gidişatına dair pek bir şey söyleyemiyorum ama dizinin ruhu ve senaryosu gereği, ekipteki herkes birer büyücü gibi. Her insan özel bir yetenekle donatılmış, kibar ve zeki.
9
Elbise:
Saint Laurent/ WGACA Çorap:
We Love Colors Kolye:
Sovilj 111
112
Tümü:
Black Lodge Vintage
113
Elbise:
Black Lodge Vintage 114
Hikayenin çıkış noktası olarak Chloë’nin bir röportajını dinliyorsun, söylediği kelimelerin ve kullandığı isimlerin neredeyse çoğunu anlamıyorsun. Nihayetinde, onu taklit ederken bu isimlerle o kadar içli dışlı oluyorsun ki, bugün, Chloë’nin o röportajda yüksek ihtimalle kullandığı isimlerden birisi olan Marc Jacobs’ın modellerinden birisin. Durumu ironi olarak özetleyebilir miyiz? Moda sektörüne yaptığım göndermeler, bana çok eğlenceli geliyor. Her ne kadar modaya dair hala çok az şey biliyor olsam da, bu sektörün gereğinden fazla ciddiye alınması durumu beni, dalga geçmeye ve eğlenmeye itiyor. Moda sektörünü derinden etkilemiş birini canlandırmak bir kenara, bu karaktere bürünürken fazlasıyla saçmalamak dikkat çekici bir şey olmuş olacak ki, bugün Marc Jacobs için kamera karşısına geçtiğimde kendimi garip hissetmiyorum. Buna ironi demek ne kadar doğru olur bilemiyorum ama işin içinde şans olduğu, su götürmez bir gerçek.
12
Chloë’ye ek olarak, Miranda Priestly kılığına da bürünüyorsun. Moda sektörü için iki önemli ismi, tek bir ağızdan canlandırıyor olmak tahmin ettiğinden zor mu? Miranda’yı canlandırdığım gösteriyi, yaptığım Chloë videoları sayesinde ayarladım. Sahneye çıktığım anda, bir şekilde bu iki karakter birbirine entegre oluyor. Miranda olarak gösteriye başladığımda Prada’yla ilgili saçma sapan şeyler mırıldanıyorum, laf kalabalığı yapıyorum ve buradaki davranışım garip bir şekilde Chloë’nin ‘Good morning America!’ derken takındığı tavırla benzeşiyor. Tabii Miranda oldukça soğuk, yaşlı ve sert bir kadın. Chloë ise daha naif; tatile gitmek ve kahvaltı hazırlamak gibi basit şeyleri keşfettiğinde mutlu olmayı biliyor. Miranda gibi herkesin kökünü kurutmuyor.
10
Hangi karakteri daha iyi canlandırdığını düşünüyorsun? Gösterilerimden birine gelip beni izlemeniz lazım, çünkü buna ancak siz karar verebilirsiniz.
11
Gömlek:
Prada Kimono:
WGACA
Sence Marc neden gerçek Chloë yerine seni seçti? Marc’ın çok garip bir espri anlayışı var. Malum, kendisi sektörün önemli demirbaşlarından biri ve yaptığı işlerde çıtayı yükseltmeyi çok seviyor. Chloë ile arkadaş olup olmadıklarını bilmiyorum ama yaratmak istediği alternatif dünyayı sınırları zorlamak olarak değerlendiği için beni seçtiğini düşünüyorum. Onunla çalışmak gerçekten çok zevkliydi.
13
Pantolon:
Gucci
Chloë ile tanışma fırsatınız oldu mu? Evet, birkaç yıl önce tanıştık. Çok tatlı birisi. Onunla bir araya geldiğimde söyleyecek hiçbir şey bulamadım, sadece kendisi olmayı başardığı için teşekkür edip durdum. Sonrasında o da bana teşekkür edip beni öptü, ama ben garip bir şekilde mesafemi korudum. Onun hareketlerini izleyip dersime çalıştığımı ya da sapıklık peşinde olduğumu düşünmesini istemedim.
14
115
Oyunculuk yaparken temsil etmen gerektiğine inandığın bir topluluk var mı? Yok, bunu belli bir topluluğu ön plana çıkartmak için yapmayı hiçbir zaman düşünmedim. Aynı şekilde, taklit ettiğim insanlara artı değer katmak gibi bir amacım da olmadı.
15
Chloë olarak, bu aralar en çok dikkatini çeken şey ne? Aşırı kırılgan olduğum. Bu sabah itibarıyla bir antrenör ile çalışmaya başladım ve neredeyse vücudum parçalarına ayrıldı. Bununla ilgili deneyimlerimi de en kısa sürede yeni bir videoyla anlatmalıyım.
16
XOXO’yla ilgili bir video çekecek olsan, hikayenin giriş cümlesi ne olurdu? Öncelikle XOXO’nun okunuşuyla ilgili ufak bir nutuk çekmem gerekirdi. Chloë’nin harika aksanıyla XOXO birleşirdi ve ortaya ‘EccsOhwZeckOOOh’ gibi yeni bir telaffuz çıkardı.
17
116
Drew, yaşlanmaktan korkuyor musun? Bu durumu hoş karşılamaya çalışıyorum. Yaşlanmak kaçınılmaz bir gerçek ve bununla yüzleşmek kendime olan güvenimi artırıyor. 20’li yaşlarım ortalamanın üstündeydi, 30’lar tahmin ettiğimden çok daha iyi geçti ve seneye 40 yaşında olacağım. Her türlü maceraya açığım, yaşımın kaç olduğunun bir önemi yok.
18
20’li yaşlarına geri döndüğünü ve başka bir kariyer planı yapman gerektiğini hayal et, tam olarak ne yapıyor olurdun; Instagram fenomeni olmak ister miydin mesela? Çağın kronik hastalığı maymun iştahlılık, ne yazık ki, 20’li yaşlardaki pek çok genci esir almış durumda. Ama işe pozitif bir açıdan bakacak olursak, bu durum onları daha özgür kılıyor. Kendi üzerlerine yapışıp kalan etiketlerden çok rahat kurtulabiliyorlar. Bu gençlerin para kazanmak ve hayatlarını idame ettirmek için nasıl bir yol izlediklerine dair gerçekten hiçbir fikrim yok. Bu yüzden Instagram fenomeni olmak ve köşeyi dönmek kulağa oldukça mantıklı bir çözüm gibi geliyor.
19
Taklit etmek istediğin başka bir isim var mı? Harris Glenn Milstead’i, namıdiğer Divine’ı, canlandırmayı çok isterdim. Canlandırdığım pek çok karakterde ondan ilham alıyorum, ama tamamıyla ona has bir karaktere bürünmek harika olurdu.
20
Kimi ölümüne kıskanıyorsun? Dyan Cannon. İstediği her şeye sahip, gençken çok güzeldi ve 79 yaşında olmasına rağmen hala çok güzel. Üstelik harika kahkaha atıyor.
21
Elbise:
Shareen Downtown Çorap:
We Love Colors
117
118
Bluz:
Black Lodge Vintage Kemer:
Corlette Bileklik:
Editรถre ait
119
Bitki örtüsü ve organik kozmetik, birbiriyle yakından ilintili. Türkiye ise, en kurak topraklarından yarı tropik ormanlarına, bir ham madde deposu niteliğinde. Doğallık, işlevsellik ve sürdürülebilirlik, kendini belki de daha önce tanışma fırsatı bulmadığınız bu ürünlerde ve bu markalarda gösteriyor. Keşif zamanı.
YERLİ, ORGANİK.
Fotoğraflar:
Haldun Kırkbir Moda Editörleri:
Ayşecan İpek, Utku Palamutçu Yazı/Röportaj:
Ayşecan İpek Fotoğraf Asistanı:
Aykun Yücecan Moda Editörü Asistanı:
Başak Ulubilgen Çiçekler:
Bamboo Flowers Hamm Design ve Plumon’a teşekkürler.
Kate Jackling’den ilhamla.
Kozmetik ürünleri:
Pina Olive Oil Liquid Soap Hand Made Olive Oil Soap 120
Dört kişilik genç bir ekibin yönetimindeki Pina, aslında zeytinyağı ve el yapımı sabundan çok daha fazlası. Merve Purde, markanın yaratım sürecini tetikleyen kaçışı şöyle özetliyor: “Pina’dan önce hepimiz kendi kariyerimiz doğrultusunda adımlarımızı atıyorduk. Fakat bunun yorucu, hızlı tükenen ve tatmin etmeyen bir yol olduğu konusunda hemfikirdik. Bugünlerde, yarattığımız projenin hayata geçişini görmek, kendi işimiz için uğraşıyor olma hissi bizi mutlu ediyor, henüz pişman olan yok.” Suat Gönülay, Özkan Purde ve Esin Özbek, ürün yelpazesinde naturel sızma zeytinyağı, nar ekşisi, katı ve sıvı sabun bulunduran Pina’nın ambalaj tasarımıı için işbirliği yapıyor. “İstedik ki Türkiye’de zeytinyağı markalarının alışılagelmiş ve geleneksek duruşlarından bir nebze olsun sıyrılalım, ekibin ruhunu yansıtan genç, dinamik ve samimi bir marka yaratalım. Bu noktada Suat Gönülay’ın sihirli kalemine başvurup beraber bir çalışma gerçekleştirdik. Renklerde ise Esin Özbek’le bir araya gelerek bu kültürün güneşinin turuncusunu, denizinin mavisini alarak rengarenk ve sıcacık bir renk çalışması yaptık. Logo ve etiket tasarımı da Özkan Purde’nin eseri.” Purde’ye göre yemek ve güzellik birbirinden ayrılması imkansız iki alan, zeytinyağı da bu anlamda temel bir ihtiyaç haline geliyor. Türkiye’de doğal kozmetikle uğraşmanın en zor yanıysa ürün çeşitliliğiyle yakından ilgili. “Piyasada fazla miktarda, farklı iddialarda bulunan kozmetik markası mevcut. Teknolojiyle birleşen bu çeşitlilik, yenilikçi ürünler yaratırken kafa karışıklığına da sebep oluyor. Bu noktada biz, zeytinyağı mucizesiyle birlikte sadece en doğal ve katkısız olacak şekilde üretimimizi yapmayı sürdürüyoruz. Aynı zamanda Hindistan ve Uzakdoğu bitkilerinin güzel aromalarını dahil ederek rahatlatıcı ve iyileştirici yeni bir katı sabun serisi üzerinde çalışıyoruz.”
PİNA:
DALAN: 1941 yılında İzmir’de Hamdi Dalan tarafından kurulan Dalan, bugün en son teknolojiyle sabun, kozmetik ve gliserin üretimi yapan, beş kıtada 100’ün üzerinde ülkeye ihracat gerçekleştiren, Türkiye’nin önde gelen kuruluşlarından biri. Tüm bu görkemli duruşuna rağmen, geçmişin saflığından ve sadeliğinden ödün vermeyen markanın pirinalı sabunları naif bir güzellik ürünü olarak banyolardaki yerini alıyor. Dalan d’Olive ile kozmetiği ciddi anlamda sahiplenerek, zeytinyağı bazlı şampuan, saç kremi, duş jeli, masaj sabunu, vücut kremi ve vücut yağını da menüye ekliyor. Dalan Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Aysu Dalan Benlioğlu’na göre bir kalıp sabunun ömrü yedi yıl, bu süre içinde performansını kaybetmiyor, cildin nem ihtiyacını karşılamak amacıyla üretilen diğer tüm ürünler şehir hayatının hızlı temposuna ayak uydurabiliyor, saatler süren seanslara ihtiyaç
Kozmetik ürünleri:
Dalan Antique Lavender Soap with Olive Oil Dalan d’Olive Olive Oil Shampoo Dalan Antique Pirina Soap
bırakmıyor. Dalan Kimya ofislerinde bir gün nasıl geçiyor? “Koşuşturma içerisinde büyük bir aile düşünün. Günlerimiz yoğun, bol araştırmalı ve toplantılı geçer.” Gülsha ürünleri, çok nadir ve değerli bir çiçeğin, Damask ya da Mayıs gülü olarak da adlandırılan Rosa Damascena’nın ekseninde dönüyor. Gülsuyu, güçlü antioksidan içeriğiyle, cildi besleyen, yatıştıran, gözenekleri sıkıştıran, çok değerli bir tonik. Gülşah Gürkan, gülsuyunu çantasından asla çıkarmıyor, ondan gün boyu faydalanıyor. “Makyaj bitiminde yüze püskürtülen bir miktar gülsuyu, makyajın çok daha taze görünmesini sağlıyor. Gülsuyu emmiş bir havlu, alın bölgesine uygulandığında, serinletici etkisiyle baş ağrılarına iyi geliyor. Sabahları yorgun ve şiş gözleri rahatlatmak için, gülsuyundan oluşturulacak buz küpleri göz çevresine ve yüze uygulanabilir. Alkol içermeyen ve ağır kokmayan Gülsha tam gülsuyu, erkekler için tıraş sonrasında ideal bir yatıştırıcı.”
GÜLSHA:
BIO BALANCE: Kaçımız sağlıklı cildin doğru tanımını yapabiliyoruz? Şule Alpay, bu konuda oldukça deneyimli, böyle zor sorular karşısında hazırlıklı. “Biyolojik yaşından daha genç gösteren cilde sağlıklı cilt diyoruz, yani cildimiz yaşımızı göstermemeli.” Peki beslenme düzenine bol miktarda fast food ekleyen biri dermokozmetik ürünleriyle durumu kurtarabilir mi? “Beslenme, doğru bakım ritüelinin ilk maddesi.
121
Kozmetik ürünleri:
Gülsha Ultimate Rosewater for Pure Radiant Skin Gülsha Purifying Rose Dust (Gentle Daily Cleanser and Exfoliant) Gülsha Rosa Damascena Face Oil
122
123
Kozmetik ĂźrĂźnleri:
Bio Balance Dermasoothe Soothing Facial Cleansing Gel Bio Balance Nutri Grow Mitogenix Anti Hair Loss & Faster Hair Growth Serum 1
124
Koruyucular, lezzet arttırıcılar, kıvam verici gibi kimyasallar, hücrelerimizde oksidatif hasar oluşturuyor. Sebze ve meyveler ise yüksek antioksidan özellikleriyle saati terse çeviriyor, hücreleri gençleştiriyor. Bu yüzden sebze ve meyve tüketimini tavsiye ediyorum.” Dermokozmetik dünyası, bir ürünü tasarlandığı alanın dışında kullanmaya karşı, hatta prospektüse harfi harfine uyulmasını şart koşuyor. Alpay da bu duruşu destekliyor. “Doğru formülasyonlar, uygulanacağı bölgenin özelliklerine göre tasarlanırlar. Emilme süreleri, aktif içerikleri, cildin farklı bölgelerinin farklı yağlanma süreleri göz önüne alınarak hazırlanan formülasyonları amaçlanan bölgelerin dışında kullanmamak gerekir.” Hassas cildin kendine özel ihtiyaçları olduğu doğru ancak Ecowell, bu konuda sınır tanımıyor. Ürünlerini her cilt tipi rahatlıkla kullanabiliyor. Günlük temel kullanım için iyi bir temizleyici ve iyi bir nemlendiriciyi tavsiye eden marka, sabun, tonik ve nemlendirici krem üçlüsüne güveniyor. Organik ürünlerden beklenti ise sadece insan sağlığına ve çevreye zarar vermeyen ham madde kullanımı olmamalı. Vildan Özyurt Akay’a göre organik, aslında çok geniş bir kapsam. “Ülkemizde, bahçede veya evde saksıda yetiştirilen her ürüne organik deniyor. Kozmetikte bu durum, daha da vahim. Markanın isminde organik kelimesi geçtiğinde ya da organik tek bir ham madde içeriğe eklendiğinde yeterli olduğunu düşünüyoruz.” Organik, son yıllarda hızla yükselen bir güzellik trendi olarak da karşımıza çıkıyor, Akay bu içi tam anlamıyla doldurulmayan manzara karşısında yine de optimist bir tavır sergiliyor. “Aslında bu moda, hızlıca bir yaşam stiline dönüşmeye başladı, daha bilinçli bir tüketici grubu hayatımıza giriyor. İnsanlar okuyor, araştırıyor, deneyimliyor ve kabul ediyor. Bu da bizim adımıza sevindirici bir durum.” ECOWELL:
IVA NATURA: Iva Natura’nın ambalajlarında daha önce hiç tanışmadığınız bitki isimlerine rastlayabilirsiniz. Modern güzellik alışkanlıklarına Anadolu coğrafyasının sahip olduğu özel ham maddeleri ekleyen marka, yaşlanma karşıtı molekülleri barındıran Imortella çiçeğini Aydın’dan topluyor. Ayak bakımında kullandığı sarı kantaronu, Toros Dağları’ndan, yaşamını ayakları üzerinde günlerce yürüyüşler yaparak geçiren yörüklerin yaşam alanından topluyor. Levent Kahrıman’a göre organik kozmetik sektöründe şu an en büyük rekabet, sürdürülebilirlik üzerine. Organik olmayan ürünlerin pazarından pay almaya yönelik bir işleyiş de mevcut. Organik lipozom teknolojisi, bizler için akılda tutması zor bir kelime oyunu. Iva Natura içinse başarının sırrı. “Kozmetik bir ürün için en az 20 bin ham madde arasından istediklerinizi kullanıp
Kozmetik ürünleri:
Ecowell Face Tonic Organic Camomile Ecowell Multi Level Revitalizing Eye Cream
formül hazırlayabiliyorken organik kozmetikte bu sayı 1000 ya da 2000’e kadar düşüyor. Doğal olarak formülde istediğiniz performansı verebilmeniz oldukça zor oluyor, biz bu bariyeri aşabilmek için ürünlerde yüksek oranlarda ve çok sayıda doğru molekülü içeren bitki kullandık. Daha da önemlisi “organik lipozom teknolojisi” olarak adlandırdığımız lipozomlar kullandık. Bunlar, kullandığımız bitki özlerini derinin altına taşıyarak formüllerin performansını arttırdı.” TABIA: Tabia ürünleri, hem cilde sürülen hem de beslenme düzenine dahil edilen yağlardan oluşuyor. Vildan Özyurt Akay’a göre ‘ne yersen osun’ sözü, bir inanç meselesi değil, fiziki bir gerçeklik. “Bizim mottomuz, ‘içemediğiniz hiçbir ürünü yüzünüze sürmeyin!’. Sürekli hücrelerimiz ölüyor ve yenileri oluşuyor, bu yenilenme süreci doğrudan yediklerimizden etkileniyor. Katkılı, kimyasal, koruyucu maddeler içeren besinler vücudu yoruyor ve bozup yaşlandırıyor. Bu nedenle vücudun dış bakımıyla iç bakımı birbiriyle çok yakından ilintili.” Buğday ruşeym yağı, çörek otu yağı, nar çekirdeği yağı, kayısı damlası ve vişne çekirdeği yağı, tam saflıkta, CO2 ekstraksiyon yöntemiyle elde edilen, bu sebeple yerel alışkanlıklardan biri olan aktar ziyaretini kilometrelerce ileri taşıyan ürünlerden sadece birkaçı. CO2 ekstraksiyon yöntemi nedir? “Yağları çözmek için, yüksek basınçlarda sıvı hale dönüştürülen karbondioksit (CO2) kullanılıyor, yağ elde edildikten sonra basınç düşürülerek yeniden gaz haline gelen CO2, üründe hiçbir kalıntı bırakmadan havaya karışıyor.”
125
Kozmetik ürünleri:
Iva Natura Moisturizing Body Lotion with Munzur Mount Milkvetch Iva Natura Massage Peeling with Petra Salis (Tuzluca Rock Salt) Iva Natura Black Face Mask with Diyarbakır Cleave
126
Kozmetik ürünleri:
Tabia Nar Çekirdeği Yağı Tabia Şeftali Damlası Tabia Sakız Kalağı Tohumu Yağı Tabia Çörek Otu Yağı
127
Çoğunluk; insana dair iyi ve güzel olan ne varsa üzerine çöreklenip, hepsini bir kara delik gibi yutmaya çalışan hegemonya üzerine yapılmış pırıl pırıl bir ilk filmdi. Festivallerden ödüllerle dönen filmin yönetmeni Seren Yüce ile, uzun süre merakla beklediğimiz yeni filmi Rüzgarda Salınan Nilüfer’i konuştuk.
Röportaj:
Murat Emir Eren Fotoğraf:
Gökhan Polat
128
SEREN YÜCE
Çoğunluk’un üstünden epey zaman geçti ve bu süreçte ülkemizde önemli kırılmalar yaşandı. Sizce filmde izlediğimiz çoğunluk bu kırılmadan etkilendi mi? Bence onlar adına pek bir şey değişmedi ve çoğunluk kendini tekrar etti. Daha doğrusu, bütün süreç daha da dallanıp budaklandığı, kendi içine gömüldüğü ve felakete doğru gittiği için, bizim Çoğunluk’ta anlatmaya çalıştığımız şeyin daha karmaşık bir halini yaşıyoruz. Misal, şu anda o filmi çekecek olsam, durumu nasıl anlatacağımı bilemem. Zaten kangren olmuş bir durum vardı, bu artık daha da önü alınamaz ve vahşileşmiş bir yere doğru evrildi. Çoğunluk’taki sade anlatım, bugün için zayıf kalırdı. Şu anda her şey daha da grotestkleşti.
1
O dönem, çoğunluğun rakamsal bir şey olmadığını söylemiştiniz. Rüzgarda Salınan Nilüfer’deki karakterler sayısal olarak azınlık ama kavramsal olarak çoğunluk mu yine? İlk filmim, toplumun geniş katmanlarına sirayet etmiş bir zihniyeti anlatıyordu. Çoğunluk’a kıyasla, bu filmde daha çok büyük şehrin kendini elit gören tabakasından karakterlerin kendilerini tanıyamama ve benlikleriyle gerçekçi ilişkiler kuramama hallerini anlatmak istedim.
2
Başarılı bir yönetmen bile ikinci filmi yaparken zorlanıyor yani. Kültüre ve sanata paha biçiliyor. Sanat kar etsin isteniyor. Bu şartmış gibi davranılıyor. Bu, devletin en üst tabakasından başlayıp sokağa kadar inen bir durum, iktidarın ekonomik anlayışıyla derinden ilgili. Elbette sanatın maddi bir karşılığı vardır ve sanatçının yaşaması için bu gereklidir. Ama sanatsal değere ticari bir meta olarak davranılıyor. Bu da üretimi güçleştiriyor. Bakanlık destekleri bile filmlerin ticari başarısı düşünülerek yapılıyor. Sinema salonları ‘bu filmler iş yapar mı, yapmaz mı?’ diye düşünüyor. Zaten sinema salonları iki tekel şirketin eline geçmiş durumda. Oysa ki sanat üreten birinin ticari bir kaygısı olmaması lazım ki üretmeye devam edebilsin.
4
Ödüller ve aldığınız iyi eleştiriler, ikinci filminizi yapmanızı ne ölçüde kolaylaştırdı ya da zorlaştırdı? İlk filmin başarısı önümüze denizler, deryalar sermedi. Kültür Bakanlığı’ndan ve Almanya’dan aldığımız destek haricinde bir desteğimiz yok. Kulağa yeterli gibi geliyor ama bu destek film için yapılan harcamaların yarısına denk geliyor. Ayrıca, 2010’dan bu zamana ülkenin her alanı değişti. Haliyle, film prodükisyonu da değişti. Mekanlar, prodüksiyon giderleri hepsi farklı bir hal aldı ve pahalandı. İnsanların oportünist tarafları yükseldi.
3
Rüzgarda Salınan Nilüfer, 2016
129
Filmde üst orta sınıfa mensup iki ailenin hikayesini izliyoruz, ama temelde bu sınıfta kendisini bir türlü konumlandıramayan bir kadın karaktere, Handan’a odaklanıyoruz. Handan kim; neden onu anlatmayı seçtiniz? Son dönemlerde, Handan gibi insanlarla çok karşılaştım. Sebebi galiba buydu. İnsanların, kadın erkek fark etmeksizin bir proje deliliğine tutulması dikkatimi çekti. “Proje” biraz da, mevcut iktidarın döneminde, son 10-15 senede daha sık karşımıza çıkan bir kelime oldu. O lafı çok seviyorlar, malum. Sinema filmine bile proje deniliyor olması beni çok sinirlendiriyor. Hayatın kendisi bir projeye dönüşmüş durumda, herkesin kendi küçük projeleri var, çünkü başka türlü varolunamayacakmış gibi bir algı söz konusu, bu projelerin çoğunun da altı boş. Bir türlü bu projeler somutlaşamıyorlar ve bir laf kalabalığı olarak ortada dönüp duruyorlar. Herkes bir şeyin üreticisi olmak derdinde ve bu dediğim gibi çok zeminsiz bir durum. Yolda karşılaşıp, muhakkak görüşelim deyip, aslında hiçbir zaman görüşmeyeceğimiz insanlarla sürekli gereksiz bir iletişim halinde olmamız gibi. Bir iletişim kalabalığı, anormal bir sosyalleşme hali içerisinde olmamız gibi. Bu zeminsizlik, suni ilişkiler üzerinden kurulan iletişimin toplamı. Bu durumun deşifre edilmesi gerektiğini düşündüm.
5
130
Songül Öden gibi tanınmış bir ismin kadroda yer alması yapım anlamında işlerinizi kolaylaştıran bir unsur oldu mu? İşimizi çok da kolaylaştırdığını, çok özel kapıları açtığını söyleyemem. Ama birtakım mekanlara girdiğimizde ona duyulan sempatinin bir yardımı olmuş olabilir. Filmdeki varlığı pek o denge içinde değerlendirilmedi.
7
Handan da Çoğunluk’un Mertkan’ı gibi kolay empati duyabileceğiniz türden bir karakter değil. Ben dert ettiğim meseleyi biraz dert ettiğim haliyle yansıtmayı seviyorum ve tercih ediyorum. Bir sinema filminden beklenen şey, umut vermesi ya da seyircinin olumlayabildiği bir karakter içermesi olabilir. Halbuki bunlar olmayınca daha büyük bir yüzleşme hali ortaya çıkıyor. Ben anlatmam gerektiğini düşündüğüm şeyin biraz daha orada olduğuna inanıyorum. Dert edindiğim mesele bir insanın kendi gerçekliği haline nasıl gelebilir, biraz buna kafa yoruyorum.
6
Çoğunluk ve Rüzgarda Salınan Nilüfer arasında bir film daha yapmak istiyordunuz. O projeden neden vazgeçtiniz? Aklımdaki, esasında, Rüzgarda Salınan Nilüfer’in ilk versiyonuydu. Elimizde, olmamış bir senaryo vardı ve o değişim geçirdi. Ayrıca o yıl Gezi’ye denk gelmiş oldu. Her şey değişti. Filmi erteledim. Birçok şey yapım sürecini etkiledi, ülkenin gidişatı, şu an yarı savaş halinde olmamız, hepsi bu sürece dahil.
8
XOXO The Mag’in katkılarıyla yayınlanmaktadır.
Niş, parfüm ve butik kelimelerini Türkiye’de ilk defa bir araya getiren iki kız kardeş, La Déesse ismini sahiplenmiş olsalar da, tanrıçalıkla pek alakadar değiller. Nişantaşı’ndaki butiklerinde, parfümü yaratılan ve pazarlanan bir arzu objesi olarak sunarken, bir yandan da koku ekseninde dönen iddialı projeler üretiyorlar.
BİRGÜL ULUCAN ÖZTÜRK ve iş kadınlığı da işte tam bu GAMZE ULUCAN noktada devreye giriyor. Girişimcilik
Röportaj:
Ayşecan İpek Fotoğraf:
Gökhan Polat
132
AYŞECAN İPEK: ‘Bu
koku satar’ cümlesini hangi parfümler için rahatlıkla söyleyebiliyorsunuz? GAMZE ULUCAN: Tanışıklık önemli bir nokta. Parfümün içindeki notalar ya herkesin aşina olduğu esanslar olmalı ya da tamamen yepyeni, daha önce hiç koklanmamış tarzda bir şeyler. Tabii bu arada ‘iyi satar’ dediğimiz her kokuyu şahsen beğendiğimizi söyleyemem. Aİ: Sizce Chanel N°5, formülünü bire bir koruyarak, ama markanın logosunu taşımadan, bugün piyasaya sürülseydi nasıl bir tepki alırdı? BİRGÜL ULUCAN ÖZTÜRK: N°5 piyasaya ilk çıktığında büyük bir devrim yarattı, çünkü kimsenin daha önce koklamadığı bir kokuydu. Coco Chanel, bu şok etkisinin yaratacağı dalgalanmayı iyi hesapladı ve farklı bir kokuyu piyasaya sürme cesareti gösterebildi. Oysa şimdi aldehit notasına burnumuz o kadar alıştı ki... Aİ: Hangisini daha çok seviyorsunuz; parfüm tasarlamayı mı yoksa niş parfüm evlerinin kokularını mekanınızda ağırlamayı mı? GU: Ben tasarlamayı seviyorum. Dört senedir müşterilerimizle parfüm tasarımı yapıyoruz. Kişilerin karakter analizlerini yarattıkları parfümlere bakarak yapabilirsiniz, kimisi sadece gösterişli notalar kullanmak istiyor, kimisi olfaktif açıdan bile görünmez olmak… BUÖ: Benim için ticari taraf daha cezbedici, bir markayı Türkiye pazarına sokup sıfırdan yükselişini izlemek bana epey keyif veriyor. Aİ: Peki, bugüne kadar tasarladığınız en ilginç mekan kokusu neydi? BUÖ: Paşabahçe’de ters köşeye yatmıştık, ağırlıklı olarak cam ürünleri satan bir mağazadan herkes aquatic, şeffaf bir mekan kokusu beklerken biz sıcak ve odunsu bir esans hayal ettik. Bu tezat etkisini hala kaybetmedi. Aİ: Sizce parfümü bu kadar para harcamaya değer kılan nedir? GU: Koku, bizim hafıza ve duygu merkezimizle en yakın çalışan duyumuz. Bir şeyleri hatırlamak ve hatırlatmak için kullanılacak en etkili aksesuar. Doğru parfüm, güzel bir elbiseden ya da iddialı bir saatten, paranın alabileceği lüks tüketim malzemelerinin hepsinden daha güçlü, daha sahici bir kimlik yaratıyor bence. Aİ: Peki ömrü boyunca sadece limon ya da lavanta kolonyası kullanmış birini küçümseme ihtimaliniz var mı? GU: Asla. Dedemiz de hala kolonya kullanıyor, kendisini yeni bir koku için hiçbir zaman zorlamadık, o da onun imzası. En basit formüllü kolonyanın bile bir parfümörün sanat eseri olarak piyasaya çıktığını hatırlamak lazım. Limonun kabuğundan mı esinlenmiş yoksa çekirdeğinden mi? Bu soru sorulabiliyorsa, ortada bir seçim, bir hikaye ve bir tasarım var demektir. La Déesse’i kurarken parfümöre ve yarattıklarına
saygı duyulması gerektiğini insanlarla paylaşmayı amaçlamıştık. Aİ: Lütfen bizler için markalarınızdan birini (kibarca) kötülemeye çalışın. BUÖ: Miller Harris’in parfümörü Lyn Harris’in üst notalarda kullandığı, narenciyelerin ağırlıkta olduğu, bir imza girişi var. Parfümleri hep aynı şekilde, aynı citrus etkisiyle tene değiyor. Onu ve esanslarını anlamak için sabretmek, zaman vermek gerekiyor. Sevgili Lyn, unutma ki zaman hepimiz için en değerli şey. Aİ: Türkiye’den iyi parfümör çıkmamasının sebebi ne olabilir? BUÖ: Türkiye’de parfüm piyasası yaratıcılığa açık değil ki çıksın, tamamen en çok satan parfümlerin taklitleri üzerinden dönüyor. İyi bir eğitim alınabilecek okul ya da kursların varlığından da bahsedemiyoruz ne yazık ki. Yurt dışından buraya gelen bir parfümörden beklenen, yepyeni ve çığır açacak bir çalışma değil. Sanıyorum daha uzun bir süre de olmayacak. Aİ: Bu işe girişirken ve bu markayı kurarken birbirinize hangi cümleyi kurdunuz? Nasıl bir şey hayal etmiştiniz nasıl bir şeyle karşılaştınız? BUÖ: Türkiye’de henüz olmayan, niş parfüm markalarını aynı çatı altında buluşturan bir butik açmak bizi çok heyecanlandırmıştı, sonuçta denenmemiş ama çok inandığımız bir fikirdi. Mağazayı açtığımız gün içeriye müşteri akını olacağını düşünecek kadar safmışız aslında, tabii ki öyle olmadı. GU: Biz sadece bir butik hayaliyle yola çıktık ama şimdi çalıştığımız birçok markanın distribütörlüğünü de yapıyoruz. Bu sayede daha fazla kişiye ulaşıyoruz. Markalara kimlik kokusu tasarlıyoruz, anahtar teslim projeler yapıyoruz, “The Nose Meets The Chef ” etkinliklerimizle parfüm ve fine dining’i bir araya getirdiğimiz akşam yemekleri yapıyoruz. Çok yakında Beyond Wine isimli, şarap sektöründe çalışan ya da ilgisi olan insanların burunlarını eğitecek bir set çıkaracağız, kozmetikle flört halindeyiz. Dolayısıyla beş sene içinde oldukça evrildik diyebilirim. Aİ: Tek gelişte bir parfümün tüm stoğunu satın alıp gidenler bir şehir efsanesi midir yoksa gerçekten etrafımızdalar mı? GU: Olmaz mı! Bahsettiğin bu insanlar gerçekten de aramızda. Ama itiraf etmem gerek, bu genelde Araplar’a has bir alışveriş stili. Aİ: Birgül, Gamze Francis Kurkdjian’la bir toplantıya girecek olsa ona asla ne yapmamasını tavsiye edersin? BUÖ: Francis’e hitap ederken parfümör kelimesini kullanmamasını söylerim. Çünkü o yaşayan 10-15 burundan bir tanesi. Bir dahi! Aİ: Gamze, Birgül’e işle ilgili bir öğüt verir misin lütfen? GU: Olumsuz ya da aksi giden bir şeyler olursa onların çok fazla canını sıkmasına kesinlikle izin verme. Zira tecrübelerimiz gösterdi ki yaşadığımız her türlü sıkıntı, bize daha iyisi için yeni yollar açıyor. 133
Akademisyen, tarihçi ve jeopolitikçi sıfatlarının yanı sıra, bir dönem İstanbul’da Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’nün direktörlüğünü yürüten Şeni, Paris’te yaşıyor. Kendisiyle, yoğun programının arasında yaptığımız kısa röportajı okurken muhtemelen biraz umut, biraz da umutsuzluk hissedeceksiniz. Çıkışı olmayan iniş yok malum.
Röportaj:
Nevşin Mengü Fotoğraflar:
Paloma Pineda
Paloma, XOXO için bu kez de Nora Şeni’nin evindeydi.
134
NORA ŞENİ
Sizinle öyle bir dönemde röportaj yapıyoruz ki, aslında kafamdaki her şeyi boca edip sormak istiyorum. Önce, Fransa’da şu anda hakim olan psikolojiyi sorayım, terör saldırıları sonrası nasıl bir durum söz konusu? Faillerin kimlikleri ortaya çıktıkça dehşet duygusu arttı... Zira onların Daesh’le, Selefi Islam’la yakın irtibat halinde olsalar da doğma büyüme Fransız ya da Belçikalı oldukları ortaya çıktı. ‘Nasıl oldu da böyle kin kusan cihatçılar bu topraklarda yetişebildi?’ sorusu hakim oldu. Bu içe dönük analizlere siyasetçilerin yanında üniversite ve akademisyenler de davet edildi. Tartışmalar iki ana görüş etrafında yapılandı. Bunlardan biri felsefeci Olivier Roy’nın tahlillerine dayanıyor. Roy, Avrupa’daki radikalleşmenin başarısız bir entegrasyonun sonucu ve islamın radikalleşmesi değil, tersine radikalizmin islamlaşması olduğunu savunuyor. Demek istediği şu: Gençler arasında mevcut nihilizme, isyan duygusuna cevap verebilecek ideolojiler pazarında radikal islamdan başka bir arz; Marksizm gibi, anarşizm gibi bir seçenek yok.
1
Diğer görüş ne diyor? Radikalizmi bu şekilde okumanın karşısında siyaset bilimcisi Gilles Kepel duruyor. Kepel’e göre, Fransa’da cihatçılık Suudi Arabistan’ın desteği ve finansmanlarıyla gelişen selefiliğin bir meyvesi. Devlet bu hareketin büyümesine karşı önlem almamaktan sorumlu. Bu görüşte, vurgu, islam ve devlet üzerinde. Ancak, devletin tavrını da soruşturmaya tabi tuttuğu için, bu görüş, konuyu siyasi tabanda ele alıyor ve radikalizme cevaben siyasi stratejiler üretebilme vaadini taşıyor. Olivier Roy ve Gilles Kepel’in temsil ettiği görüşler birbirini dışlamamasına rağmen, çok büyük bir tahlil farkı varmış gibi kutuplaşılıyor.
2
Bu kutuplaşmanın sebebi ne olabilir? Bir sebebi, Fransa’nın bu konularda sömürgecilik zamanlarından kalma duyguları tamamen silememiş olması. Bu suçluluğun izlerini de görmek mümkün.
3
Bir yandan da Türkiye ile Avrupa arasında göçmen takası sürecini izliyoruz. Avrupa bu krizde nasıl bir sınav verdi? Bir kere bu anlaşmayla mülteciler kendi iradeleri dışında neredeyse esirlermiş gibi, oradan oraya, kitle olarak taşınır oldular. İkincisi, Avrupa Birliği bu anlaşma yüzünden karşı tarafın hukuksuzluklarına lakayt olmayı, göz yummayı kabul etti, dahası ifade özgürlükleri konusunda günümüz Türkiye’sinin anlayışı Avrupa’ya sirayet etmeye başladı. Son olarak, bu anlaşma için Avrupa Birliği, az önce de bahsettiğim gibi, Türkiye’nin “güvenli” ülke olduğunu beyan etmek zorunda kaldı. Neticede, bir Türk vatandaşı için de, gerektiğinde Avrupa’ya iltica hakkı tehlikeye girdi.
4
Avrupa Birliği başarısız; ama iyi niyetli bir deney olarak mı tarihe geçecek, yoksa başka bir şeye mi evrilecek? Avrupa Birliği başarılı olmak zorunda... Başka çıkış yolu yok. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Avrupa’nın barış gibi bir takıntısı vardı. Ve barışı en sağlam şekilde garantileyecek düzen olarak demokrasiyi seçti. Kurumlarıyla, düşünce ve yaşam tarzında bu demokrasiyi hayatta tutmayı öncelik saydı. Her ne kadar Avrupa Birliği de bu çizgiden geliyor olsa da, ekonomik mantıklar üzerine oturmamış bir birliğin mümkün olmayacağı düşüncesi üzerinden yoluna devam etti, ve önceliği ekonomiye verdi. Günün ekonomik mantığı ise, demokrasi ve barışı sağlamak bir yana, şimdi neredeyse tehdit eder oldu. Yunanistan’ın ekonomik krizinde, mülteciler krizinde görüldüğü gibi... Ancak Avrupa ülkeleri sorunlarının çözümünü yine Avrupa’da arayıp bulmak zorunda. Avrupa halkları bunu anlama sürecindeler, her ne kadar Brexit gibi hareketler bunun tersi bir iradeyi de dile getiriyorsa da...
5
135
OKAY KAYA
Röportaj:
Alican Öyke Fotoğraflar:
Jovan Todorovic
Objektifin karşısına tamamen kendi halinde çıkmak isteyen Okay’e bakıyorsunuz. New York’taki evinde, Jovan’ı XOXO için ağırladığı çekimden karelere.
136
Okay Kaya’nın, yer çekimine inat, İskandinavya üzerinden ABD’nin doğusuna doğru, uzay boşluğunda süzülen müziğiyle henüz tanışma fırsatına erişmediyseniz, birazdan okuyacaklarınızı iyi bir tanışma bahanesi olarak değerlendirebilirsiniz.
137
Peki neden New York’a taşındın? Daha fazla maceraya atılmak ve fırsatları değerlendirmek için. 18 yaşımda Norveç’ten ayrıldım, hatta bu macerayı biraz daha perçinlemek için New York’a taşınmadan önce bir yıl kadar da Londra’da kaldım.
4
Yoldayken müzik yazabiliyor musun? Her yerde müzik yazabiliyorum desem yalan olmaz. Ancak uzun bir yoldaysam konuyu tamamen unutabiliyorum. Bazen eski not defterlerine ya da demolara göz atmak da güzel sonuçlar doğurabiliyor.
5
İsminin tesadüfen de olsa Türkçe bir anlamı olduğunu biliyor musun? Evet, durumdan haberdarım. Bir erkek ismi olduğunu da biliyorum, bence oldukça havalı.
1
Norveç seni ve müziğini nasıl etkiledi? Oslo’nun biraz dışında kalan bir yarımadada büyüdüm ve etrafım hep sessiz manzaralarla kaplıydı. Bu atmosfer bana ve müziğime sakinlik kattı.
2
138
Eskiden black metal’le ilgileniyormuşsun, ki bu durum Norveç’te büyüyen biri için pek şaşırtıcı olmasa gerek. Yıllar içinde müziğin bu sakin tavrı nasıl takındı? Erkek kardeşimin Asaru isimli epey sıkı bir black metal grubu vardı. Kendisi birçok metal grubunda uzun yıllar davul çaldı. Yani bu tip müzikle ilgilenen insanlar her zaman etrafımdaydı ancak hiçbir zaman tamamıyla onların bir parçası olmadım. Daha sonra, annem sayesinde cazla tanıştım ve yumuşak, zamansız müziklere olan ilgim ortaya çıkıverdi. Gerisini biliyorsunuz; arkadaşlarınızla müzik dinlersiniz ve kendi tınınızı keşfettiğiniz noktada her şey değişmeye başlar. İşte tam bu noktada, müziği türüne göre etiketlemeyi bıraktım ve gerçek olan her şeyin halihazırda bir adım ileride olduğunu deneyimledim.
3
Sence müzikle uğraşmak başlı başına bir yaratım süreci mi yoksa güzel vakit geçirmekten mi ibaret? Önceleri çok muğlak olsa da, şu an bu iki kavram arasında benim için oldukça net bir ayrım var. Müziğe tamamen keyif amaçlı başlamıştım ve tek umudum yaptığım şeye daha fazla vakit ayırabiliyor olmaktı. Şimdiyse bunun üzerinden hayatımı geçindiriyorum diyebilirim. Sanırım bu, müziğe karşı duruşumu yeterince açıklıyor.
6
139
140
141
142
Utangaç biri misin? Etrafımdaki insanlara göre değişiyor galiba. Yalnızken hiç de utangaç değilim.
10
Kendine dair değiştirmek istediğin bir şey var mı? Şu bahsettiğim gereksiz sıvılardan bende de var. En kısa sürede onlardan kurtulmanın bir yolunu bulmak için çalışıyorum.
11
Yaptığın müzik bir filmde yer alacak olsa, bunun hangi film olmasını isterdin? Öncelikle böyle bir şeyin gerçekleşmesini çok istediğimi belirtmem gerek. Sanırım bana en uygun isim Wes Anderson. Müziğimi onun yarattığı herhangi bir şeye çok kolay bir şekilde uyarlayabiliyorum. Bir diğer hayalim ise filmler ve özellikle durağan sahneler için bilinçli bir şekilde müzik bestelemek.
7
Salon’daki konserin için İstanbul’a geldin. Şehrin tadını çıkarabildin mi? İstanbul’u gerçekten seviyorum. Kedileri ve dar sokaklarıyla ünlü olduğunu duyduğum Cihangir’de vakit geçirdim, köprülerin üzerinde yürümek ve denize yakın olmak oldukça güzel bir histi. Umarım havanın daha sıcak olduğu bir zamanda tekrar gelebilirim.
12
Melankoli senin için ne ifade ediyor? Gereksiz sıvılarla dolup taşmış bir vücut. Bundan fazlasını söylememe gerek yok.
8
Kendini en son ne zaman çok mutlu hissettiğini hatırlıyor musun? Aslında çok geriye gitmeme gerek yok. Dün gece Iggy Pop’u izledim ve her şey harikaydı.
9
143
MUST BE BEAUTIFUL Fotoğraflar:
Zeynep Özkanca 101 Production Moda Editörü:
Deniz İrem Çek Saç:
Önder Tiryaki Makyaj:
Ömer Faruk Dinç M.A.C ürünleriyle Fotoğraf Asistanı:
Mert Abedan Moda Editörü Asistanları:
Bilgecan Koçana, Melike Barut Saç Asistanı:
Mete Yiğit Modeller:
Aeli, Alise, Elise, Estelle, Famke, Gabi, Mylene, Maria/ Option MGMT
144
Kavramların sözlük anlamlarına takılı kalmayın. Marina Abramović’in öngörüsünü kulağınıza küpe edin ve alt metni, görsel hafızanızın oluşturmasına izin verin, zira dayatılan güzellik o kadar da güzel değil.
YaÄ&#x;murluk:
Stutterheim Raincoats/ Shopi go 145
Sol Elbise:
Stella McCartney Kuşak:
Editöre ait Ayakkabı:
Sportmax Sağ Elbise:
Sportmax Küpe:
Lanvin 146
147
148
Sol Ceket:
Dior Ayakkabı:
Miu Miu Üst:
Dior Şort:
Dior Kemer:
Evgar&Eleni Vintage Ayakkabı:
Dior Sağ Yelek:
Dior
149
Sol Elbise:
Versace/ Beymen Sağ Tümü:
Editöre ait
150
151
152
Çizgili tulum:
Fouad Sarkis Piton derisi bot:
Miu Miu Volanlı tül gömlek:
Miu Miu İç çamaşırı:
Agent Provocateur Jean şort:
Filles à Papa/ Shopi go Diğerleri:
Evgar&Eleni Vintage 153
Trençkot:
Celiné Küpe:
Editöre ait 154
Ceket:
Moschino/ Beymen Etek:
Moschino/ Beymen Küpe:
Prada Ayakkabı:
Evgar&Eleni Vintage 155
Sol Tümü:
Each x Other Sağ Elbiseler:
Sportmax 156
157
158
Sol Yelek:
Dior Kolye:
Miu Miu Küpe:
Editöre ait Sağ Tümü:
Miu Miu
159
160
Sol Elbise:
Miu Miu Saฤ Gรถmlek:
Each x Other Elbise:
Each x Other 161
PIXIE
LOTT Az sonra, Pixie Lott’ı toz pembe
Röportaj:
Başak Ulubilgen Fotoğraflar:
Tommy Wharfe Moda Editörü:
Ellis Ranson Saç:
Sarrah Hamid Makyaj:
Polly Chisholm
Tommy, Pixie’yle Camden’da XOXO için buluştu. Siparişleri verip objektifin arkasına geçti.
162
dünyasından ve Breakfast at Tiffany’s’den çıkarıp, Camden’da The Breakfast Club’a yerleştireceksiniz.
163
Truman Capote bu performansın hakkında düşünürdü? Oyunculuğumu beğenmesini tabii ki çok isterdim. O bir dahiydi. Çoğumuzun hala bağlantı kurabildiği, zamanının ilerisinde bir hikaye yazmış. Bizim Tiffany’s oyunumuz ise film versiyonundan çok farklı. Film Capote’nin tam istediği gibi olmadığı için, bu oyunu belki sevebilirdi diye düşünüyorum. Zira prodüksiyonumuz da orijinal hikayeye sadık kaldık.
4
5 Pixie, neler yaptınız? Bütün günü, oradan oraya zıplayıp, çilekli milkshake içerek geçirdim. Britney’le Mariah’nın eski hallerinden esintiler de aklımın bir köşesindeydi.
1
Saçında denemediğin renk kaldı mı? Galiba hayır. Geçici boyaları seviyorum. Pembe, mavi, gümüş vs. hepsini denedim. Ama bu sıralar normal halimdeyim.
2
164
Breakfast at Tiffany’s ile yeni bir sahne deneyimi yaşıyorsun. Evet, her şey çok güzel gidiyor. Küçükken performans sanatları okumuştum. Orada daha çok müzikaller sergiliyorduk, fakat hiç tiyatro oyununda oynamamıştım. Tiffany’s benim ilk tiyatro oyunum oldu ve hayatımda hiç bu kadar ezber yapmak zorunda kalmamıştım. Ama oyunculuğu, kadrodaki arkadaşlarımı ve yönetmenimi çok seviyorum. Hem de sahnede şarkı söyleyebiliyorum.
3
Tiyatro oyununda oynamakla, konsere çıkmak arasındaki sahne deneyimi farkı neye
benziyor? Arada epey fark var, çünkü konserlerimde sahnede tamamen kendim olabiliyorum. Ama oyun için sahneye çıktığımda farklı bir kişiliğe bürünüyorum. Tiyatro yoğun bir iş ve biraz da karışık. Bu nedenle, bana konser vermekten çok daha farklı geliyor. Sahneye çıkan biri olarak, yeni şeyler öğrenmek hoşuma gitmiyor değil tabii...
165
166
167
168
Sahne öncesi ritüelin var mı? Telefonumda, sesimi açmak için kullandığım uygulamalar var. Sahneye çıkmadan önce onlarla çalışıyorum. Bazen bir günde iki oyun sergiliyoruz. Enerji depolamak için bol bol muz yiyorum.
6
Oyunda senden Moon River’ı akustik olarak dinliyoruz. Hiç akustik bir albüm kaydetmeyi düşündün mü? Arada sırada aklımdan geçirdiğim oluyor. Oyunda sadece gitarımı çalarak şarkı söylemek hoşuma gidiyor. Zaten YouTube’da bir sürü akustik cover parça da yayınlıyorum. Hayranlarımdan güzel yorumlar da geldiğine göre, neden olmasın.
7
Bir şarkıyı iyi yapan, hatta onu platine ulaştıran nedir? Bunu önceden bilmek zor. Bence yapabildiğinin en iyisini yapıp bununla mutlu olmalısın. Çünkü parçanın başarılı olması sadece sana bağlı değil. İşin içinde zamanlama, şans gibi diğer etkenler de var. Mesela etrafımızda hiçbir zaman dinleyemeyeceğimiz yetenekli müzisyenler var. Ve bir o kadar da onlar kadar yeteneği olmayan ünlüler... Bu yüzden, zamanlama çok önemli.
8
Her başarılı parça iyi midir? Hayır. Son zamanlarda dinlediğimiz parçaların bazıları moda olan neyse ona hitap ettikleri için başarılı oluyor. Bazen çok iyi bestelenmiş ve yazılmış şarkılar bunlar kadar dinlenmiyor.
9
Efsaneler listende kimler var? Mariah Carey, Christina Aguilera ve Britney Spears dinleyerek büyüdüm. Onların dışında Stevie Wonder, Otis Redding gibi efsaneleri de çok seviyorum. Ayrıca, bir gün, benim yaptığımdan farklı bir şeyler yapan sanatçılarla çalışmak isterim. Mesela Eminem’le düet yapmak hep hayallerim arasında.
10
Yeni albümün ne zaman çıkıyor? Geçen senenin büyük bir kısmını Los Angeles, New York ve Londra’da albümüm üzerinde çalışarak geçirdim. Yakın zamanda benden yeni parçalar duyabilirsiniz.
11
İstanbul’a hiç geldin mi? Seyahat etmek en büyük tutkularımdan biri. Gittiğim çoğu yer bana ilham veriyor. İstanbul’a hiç gitmedim. Orada konser vermeyi çok isterim. Zaten Türk mutfağını da çok seviyorum. Fırsat çıksın.
12
169
170
171
BERNARDAUD X KOONS. 2013’teki Banality serisiyle işbirliklerini başlatan Jeff Koons ve Bernardaud porselen evinin tasarımları halihazırda MoMA’nın hediyelik eşya bölümünde satış rekorları kırarken, ikili son beş senedir üzerinde çalıştıkları yeni projelerini duyuruyor. Bu kez porselen evinin odağında Koons’un alametifarikası balon köpeği var. Kutlama nosyonuna göndermede bulunan ve eş zamanlı Truva atının eklektiğini taşıyan Balon Köpek, üç metrelik devasa ölçeklerinden Bernardaud’nun ‘savoir faire’i eşliğinde tabak ölçeklerine sığıyor. Sınırlı sayıda üretilen tabaklar sarı ve pembe renklerinde, 9000 dolardan satışa sunuluyor. CAT-BAGS. Ulyana Sergeenko’nun İlkbahar couture koleksiyonuna kedigiller hükmediyor. Altı farklı clutch’tan oluşan seride, kediler farklı karakterlere bürünüyor. Marie Antoinette, kabare sanatçısı, Ziggy Stardust hayranı, Hintli bir prenses, siyah panter ve bir çingeneden oluşan grubun her bir üyesi el yapımı. Yarı değerli taşlarla süslenen clutch’lar, teatral estetiğini kedi kişiliği üzerinden yansıtmak isteyenlere gelsin. THE NIKELAB X RT. Nike + R.T. Air Force 1 koleksiyonunun önü alınamaz satışları üzerine yeninden güçlerini birleştiren NikeLab ve Riccardo Tisci ikilisi bu kez koleksiyonu genişletiyor. Hoodie, şort, tişört ve etekle başlayıp spor yaparken ihtiyacınız olabilecek bilumum aksesuarla devam eden koleksiyon, sporcuların günlük hayatından ilhamla tasarlanıyor. Hoşnut olmadığınız hatlarınızı kapatan tasarımlara da ev sahipliği yapan The NikeLab x RT’nin çiçekleri ise Tisci’nin İtalyan, Oregon ve Brezilya çiçeklerini hayalinde çarpıştırmasıyla ortaya çıkıyor. Yaz ortası satışa çıkacak koleksiyon için hazırda bekleyin. 172
LUXURIOUS BLUE. Arabanızın koltuğuna oturup kafanızı arkanıza yasladığınızda, gökyüzündeki yıldızlar gözünüze çarpacak. Kulağa oldukça garip gelse de, İngiliz menşeli Rolls-Royce, sırtını dayadığı mirasını, ilham kaynağını farklı bir rotaya çevirerek güçlendirmeye devam ediyor ve detaylarda kaybolmaktan çekinmiyor. Mavi ve beyazın oynadığı akıl oyunu bir kenara, tasarım dilindeki değişiklikle de çekim gücünü artıran marka, lüks yarış yatlarından aldığı ilhamı, diğer modellerine kıyasla oldukça sportif olarak değerlendirilebilecek yeni modeline aktarıyor. Wraith modelinin denizcilere atıfta bulunan yeni versiyonu, deri iç tasarımı, denizciliğe has motifleri araca taşıyan detaylarıyla yelkenleri suya indirmenize sebep olacak. HATERS GONNA HATE. The Life of Pablo’nun Tidal’dan sonra Spotify’dan da dinlenebileceği haberi, Kanye West’e karşı beslenen nefreti bir nebze olsun azaltacak diye düşünürken, moda sektörü duruma el atıyor ve Pablo’dan nefret eden şapkalarla tanışıyoruz. HNRS x IN4MATION’ın ‘Anti Kanye’ yazılı şapkaları, sizin yerinize konuşur cinsten, zira markanın dört tasarımcısı tek bir ağızdan konuşuyor ve moda sektörünün içinden çıkılmaz bir yola girdiğinden dem vuruyor. İçinizdeki nefreti dışa vurmak istiyorsanız, malum şapkalara internet üzerinden ulaşabilirsiniz, aksi halde Pablo’nun ‘I Love Kanye’ adındaki şarkısı aklınızın bir köşesinde çalmaya devam edebilir. PARIS IN ROME. Geçtiğimiz Aralık ayında, Roma’da gerçekleşen Métiers d’Art’da gösterilen kısa filmden mütevellit, Kristen Stewart ile Mademoiselle Coco Chanel arasındaki bağ giderek güçleniyor. Karl Lagerfeld’in Roma’yı ikinci kez fethedişi ise Chanel’in Pre-Fall 2016 kampanyasını işaret ediyor ve oluşturduğu paralel evrende, Coco Chanel, Stewart aracılığıyla bir kez daha arzı endam ediyor. Karl Lagerfeld’in objektifinden çıkan ve hatta zaman ve mekan kavramını geçici süreyle ulaşılamaz kılan fotoğraflar, Chanel’in mirasını günümüze taşıyor.
INK HUNTER. Hayatınızdaki pişmanlıkların sayısını azaltmak için tasarlanmış bir uygulama ile tanışmak üzeresiniz. Ne yazık ki unuttuğunuz bir toplantıyı ya da içtiğiniz son bardak içkiyi geri getirmiyor ama dövme yaptırmadan önce bir kere daha düşünmeniz için size bir şans veriyor. Ukrayna menşeli Ink Hunter, dövme yaptırmadan önce, üzerine kafa yorulması gerektiğine inanan bir ekipten ibaret ve bu ekip, oldukça basit bir yol ile dövmeyi üzerinizde deneme fırsatı sunuyor. Dövme yaptırmak istediğiniz yerin fotoğrafını çektikten sonra, dövmesini yaptırmak istediğiniz çizimi bu bölgede deneyin, pişman olmayacaksınız. KENZO JUNGLE BOOK. Jon Favreau’nun yönetmen koltuğunda oturduğu Disney’in The Jungle Book filmi bu kez Carol Lim ve Humberto Leon’un ilham tahtasına kuruluyor. Film için Kenzo çatısı altında kapsül bir koleksiyona imza atan ikili 1967 yapımı filmden desenleri ve Mowgli, Kaplan Bagheera, Orangutan Kral Louie, Fil Hathi, Ayı Baloo ve Kurt Akela gibi karakterleri markanın alametifarikası tasarımlarına entegre ediyor. POISON IVY. Beyoncé, Formation’ın klibinde 60’ların moda algısına atıfta bulunduktan hemen sonra, geleceğe hızlı bir dönüş yapıyor ve Ivy Park ile 90’lardan rol çalıyor. Haletiruhiyesi, günümüz moda sektörünün can alıcı noktalarından birine, yani aktif spor kıyafetlerinin en şık haline dayanan koleksiyonu, 200 parçadan oluşan bir oyun alanı olarak düşünebilirsiniz. Oversize sweatshirt’ler, transparan bomber ceketler ve taytlar, aktif giyimin akıl almaz evrimine bir çentik daha atıyor. Beyoncé’nin ordusuna dahil olmak istiyorsanız, sizi ivypark.com’a alalım.
OFFICINE GÉNÉRALE FOR MR. PORTER. Pierre Mahéo’nun realizm göndermeli markası SaintGermain-des-Prés, Mr. Porter ekibinin ilgisini çekeli dört sezon oluyor. 2014 Sonbahar-Kış sezonunda başlayan işbirliklerine durmaksızın devam eden ikilinin, 2016 İlkbahar-Yaz koleksiyonunda çivit mavisi tonları Japon teknikleriyle birleşiyor. 16 parçadan oluşan koleksiyonda pamuk tişörtler ve pantolonlar var. PLAY WITH ANDY. Kidrobot’un ve Paul Budnitz’in alternatif dünyasına dahil olmak için bir nedeniniz daha var. Konu sanatçılar tarafından üretilen oyuncaklar ve figürler olduğunda, Kidrobot, Andy Warhol’a saygı duruşunda bulunuyor ve Andy Warhol Foundation ile bir işbirliğine girişiyor. Warhol’un hatırı sayılır işlerinden ilhamla üretilen figürler, Velvet Underground’u bazıları için daha anlamlı kılan muza, beyaz saçlara ve dolar işaretlerine ev sahipliği yapıyor. Ağustos ayı itibarıyla satışa sunulacak figürler için elinizi çabuk tutmanız gerekiyor, zira Andy Warhol ürünleri sınırlı sayıda. BLOODY SPERRY. Slip-on modelleriyle İtalyan Rivierası’na, sıcak havalara ve hatta güzel bir yaz tatiline dair her şeyin altını çizen Sperry, denizcilik mirasını farklı bir rotaya çeviriyor. Az önceki birkaç cümleyi ve önceki modelleriyle markanın sağladığı yüksek dozda endorfini bir kenara bırakırsak, Sperry’nin karanlık tarafını ve Jaws’tan aldığı ilhamla hazırladığı modelleri görebilirsiniz. Blood Red, Tooth White ve Ocean Blue adındaki üç farklı model, adından mütevellit, hikayenin gidişatını anlatıyor. Filmden görüntülerin kullanıldığı desenler ve detaylarda kullanılan can simitleri, işin tuzu biberi. Mayıs ayı itibarıyla bir çift Sperry edinip Spielberg’e selam edebilirsiniz. 173
ADIDAS X IKKS. adidas alametifarikası modellerini IKKS’in tasarım kodlarıyla yeniden yorumluyor. 1970’lerdeki ikonik modelleri süet ve deriyle yeniden yorumlayan işbirliği, vintage bir ruhta tasarlanıyor. Stan Smith’lerin farklı versiyonlarının sonunun geldiğini düşünenlere yenilikçi cevaplar veren IKKS ve adidas odağına Gazelle’leri ve training modellerini alıyor. Beyaz rengin ağırlıkta olduğu koleksiyonu edinmek için tıklamaya başlayın. MEET VERUSCHKA, AGAIN. Mykita’nın nereye baktığı belli olmayan insanlarla dolu kampanya görseli, gizemini saklı tutmaya devam ederken, bu kez karşımıza Tony Ward çıkıyor ve taktığı yeni Mykita modeliyle doğrudan lafa giriyor. Adından mütevellit gözlük, 70’lerin ve tabii günümüzün süpermodeli Veruschka von Lehndorff ’tan ilham alıyor. 12 köşeli çerçeve, Mykita’nın yakın zamana kadar ürettiği en sıradışı model olarak yoruma tabi tutuluyor ve Veruschka dört farklı renk seçeneğiyle alışveriş listenize dahil oluyor. BOOT CAMP WEEKEND. Malumunuz, spor üyeliklerinin yenilendiği o hevesli dönemdeyiz. Sonradan pişman olunan uzun bağlılıklar yerine sağlıklı ve fit bir vücut için kısa süreli çözümlere başvurmak isterseniz Urban Health Pilates’in haftasonu önerisini ajandanıza ekleyebilirsiniz. 30 kişiyle sınırlı gruplarla Bodrum Bella Sombra Hotel’de, kalori hesaplı hazırlanmış özel öğünlerle üç gün boyunca, kesintisiz, sıkı antrenman önerisinde bulunan Urban Health Pilates, Perşembe’den Pazar’a fit bir görünüm vadediyor. Kamp disipliniyle çalışacağınız üç gün boyunca menünüzde TRX, Zumba, Pilates, Jogging, Crossfit, Kayaking, ABS Training, Body Weight Training, Cardio Kickboxing ve Functional Training var. 174
VICTORIA FOR ESTÉE LAUDER. Sezon trendlerini takip etmeye başladığınız noktada, makyaj önerilerine ve ürünlerine de kulak kabartınız. Zira gardırobunuzu ve haliyle stilinizi tamamlayacak bir işbirliğiyle tanışmak üzeresiniz. Victoria Beckham ve Estée Lauder, önümüzdeki sezon için bir araya geliyor. Estée Lauder’in tasvir ettiği kadını, yeni ilham kaynağı olarak kabul gören Beckham, aynı kadının gücüne güç katmak için, sınırlı sayıda üretilecek bir makyaj koleksiyonu hazırlıyor. 2016 yılının Eylül ayında satışa sunulacak koleksiyonu için biraz daha beklemeniz gerekiyor. PUMA X MCQ. Rihanna’nın direksiyona geçmesiyle birlikte, Puma’nın haletiruhiyesindeki değişim dalgası, etkisi altına McQ by Alexander McQueen’i de alıyor. Sıradışı spor dallarından, 90’lardan ve mimari detaylardan ilham alan kapsül koleksiyon, Puma ve McQ’nun eski ve yeniyi tek bir potada erittiği bir bakış açısıyla birlikte geliyor. Deri ve nubuğun sportif ve bir o kadar da lüks hali, teknolojiden rol çalmayı ihmal etmiyor ve moda sektörünün yükselen trendi üç boyutlu baskılar, ayakkabılarda beliriveriyor. Yakın zaman içinde , yeni ayakkabılarınızla tanışmak için alışveriş listenizi güncelleyiniz. LASER KITTEN. Los Angeles’ta Marisa Ravel’in 1980’ler ve 1990’lar göndermelerini rozetleri üzerinden paylaşan Laser Kitten, koleksiyonerlerin avuçlarını kaşındıracak cinsten. Troll bebekler, Clueless karakterleri, Nokia 3210 ve 1990’lar sonu pop kültürüne ait ne varsa küçük ölçeklerle yakaya iğnelenebilir formata getiren Laser Kitten, günümüz pop öğelerine değinmekten de geri kalmıyor. En sevdiğiniz emojiyi mi yoksa simli ojeleri mi göğsünüzde taşıyacağınız hakkında uzun uzadıya düşünmeyin.
COLORED LENS. Sırasıyla 1960’larda, 1970’lerde ve ardından da erken 2000’lerde trend listelerini yerle bir eden renkli camlı güneş gözlükleri 2016 yaz sezonu dahilinde geri dönüşlerini ilan etti. Gucci, Tommy Hilfiger, House of Holland, Marco de Vincenzo gibi markaların defilelerinden hatırlayacağınız gözlükler için kısa bir vintage alışveriş seansı düzenlemek serbest. Abartıdan uzak kalın ve tercihinizi unisex tasarımlardan yana kullanın. RAD FOR ALL. Eski kapak konuklarımızdan Rad Hourani, kullanmayı sevdiği detayları demirbaş olarak kabul edip, formları oyun alanı olarak ilan ediyor. Görmeye alışkın olduğumuz renkler, jarse ve yün, Rad’ın yeni yorumundan ve filtresinden geçip kadın ve erkeğin gardırobuna nüfuz ediyor. Geçmiş koleksiyonlarına kıyasla, daha giyilebilirMBFparçalar Hourani’nin tüm dünyaya ISTANBUL AD -vadeden Men’s Fitness: 21x27,5 ücretsiz gönderim yaptığı müjdesini verelim ve online alışverişin yolunu açmış olalım. MINDBODY FESTIVAL. Bu sene 3-4-5 Haziran’da düzenlenecek MindBody Festival, sağlıklı yaşamı günlük hayatın bir parçası haline getirmenin yollarını keşfetmeye ve keşfettiklerinizi paylaşmaya çağırıyor. Sağlıklı yaşamın sırlarını yoga, meditasyon, sağlıklı beslenme gibi manevi ve bedensel içeriklerde arayan ve bu içerikleri ulusal ve uluslararası eğitmenlerle sunan üç günlük festival, eskiye dayanan uygulamaları modern tekniklerle birleştirerek sunuyor. Santral İstanbul’da gerçekleşecek festival, mutluluğun sağlık üzerindeki etkilerini de araştırmanıza vesile oluyor.
ROMAN SORBET. Efsaneye göre, Roma İmparatoru Nero, kölelerini etraftaki dağlara yollar, tepelerindeki karları eritmeden getirmelerini salık verirdi. Ardından meyvelerle karıştırılan karlar İtalyan dondurmacılığının ilk örneği ve Nero’nun favori tatlısı sorbeye dönüşürdü. Yaza çeyrek kala, ‘dolce vita’ estetiğini koleksiyonları üzerinden yansıtan Bvlgari, Roma imparatorluğu dönemi sorbe ve tatlı geleneğine göndermede bulunuyor. Beyaz ve sarı altının ağırlıkta olduğu koleksiyon safir, ametis gibi renkli taşlara da ev sahipliği yapıyor. GOSHA RUBCHINSKIY. Alternatif akımın engellenemez yükselişinde, Demna kardeşleri, benzer estetiğiyle Rusya’dan Gosha takip ediyor. Saint Petersburg’un ilk bağımsız müzik kulübü TaMtAm’ı, punk ve kaykay alt kültürlerini koleksiyonunda birleştiren Gosha’nın ilk SonbaharKış 2017 koleksiyonunun odağında haliyle 1990’lar var. Beklenmedik bir şeyler yaratmak istediğini söyleyen tasarımcı, radarda tutulması gereken isimlerden. KITSUNÉ SHOES. Müziği, slogan tişörtleri ve bilumum aksesuarları en sevilesi miktarda birleştiren Fransız, Maison Kitsuné yaz ayları itibarıyla ayakkabı sektörüne de ilk adımını atıyor. İtalyan derisini kadınlar için Mary Jane, erkekler için bağcıklı loafer tasarımlarına entegre eden marka, tabii ki unisex tasarımları da koleksiyona ekliyor. İşbirliği tarafında Ren Hang ile aynı masaya oturan Gildas Loaëc ve Masaya Kuroki, Çinli fotoğrafçının nevi şahsına münhasır estetiğiyle her zamanki garip cool’luğunu koruyor. 175
Melisa’nın, yağlı boya tekniği kullanarak hayal gücünü gerçeğe dönüştürdüğü atölyesindeyiz, ve siz de bizimlesiniz. Zamanının çoğunu geçirdiği bu mekanda, gözümüze çarpan şeyler, sağ sayfada muntazam bir şekilde dizilmiş, renkli bir dünyaya ait nesneler olarak yer alıyor.
Hazırlayan:
Selin Ünüvar Fotoğraflar:
Gökhan Polat
176
MELİSA KİNG
soldan sağa: 1. Rembrandt yağlı boya 2. Davetiye 3. Rembrandt yağlı boya 4. Kartpostal 5. Rembrandt yağlı boya 6. Yapıştırıcı 7. Mussini yağlı boya 8. El yapımı tabaklar 9. Maket bıçakları 10. Marker 11. Basquiat Salutes Jazz CD’si 12. Mürekkep 13. Fırça temizleyici 14. Enerji temizleyici 15. Eskiz defteri 16. Davetiye 17. Yağlı boya 18. Maket bıçağı 19. Marker 20. Rembrandt yağlı boya 21. Kesim aleti 22. Marker 23. Zero saç tokası 24. Şekil verme aleti 25. Fırça 26. Edward Hopper kitabı 27. Fırça 28. Spatula 29. Eskiz defteri 30. Fırça 31. Sergi davetiyesi 32. Eskiz kalemi 33. Fırça 34. Makas 35. Mussini yağlı boya 36. Marker 37. Biçim verme aleti 38. Suluboya 39. Fırça 40. Hamur silgi 41. Kozalak 42. Hindistan cevizi kabuğu 43. Fırça 44. Çakı 45. Bez 46. Yağlı boya 47. Tütsü 48. Eskiz 49. Füzen 50. Silgi
177
XOXO’nun mekanınıza gönderimi için mail atın: 123@coistanbul.com Sadece standart teslimat ücreti ödeyerek abone olmak için aşağıdaki linke gidin: www.xoxothemag.net/uyelik
CHANEL . COM