CHLOE D A
S A N A T
M O
Z İ K
T A S A R I M
M Ü
X O X O THE MAG
Ü C R E T S İ Z D İ R
0 6 3 H A Z İ R A N 2 0 1 6
NØRGAARD X O X O T H E M A G . N E T
İmtiyaz Sahibi CO Prodüksiyon Yayıncılık adına Cihan Şerbetcioğlu cihan@coistanbul.com
Kapak:
Chloe Nørgaard
Genel Yayın Yönetmeni Olga Şerbetcioğlu olga@xoxothemag.net Sorumlu Müdür Ruşen İnceoğlu
Fotoğraf:
Jovan Todorovic
Yayınlar Direktörü Serap Gecü Editörler Seza Bali, Deniz İrem Çek, Melda Ennekavi, Ayşecan İpek, Aslin Kumdagezer, Alican Öyke, Utku Palamutçu, Gökhan Polat, Arzu Sak, Başak Ulubilgen İdari İşler Vadi Gengüç Grafik Tasarım Elif Sunar, Rüya Dilara Şen Katkıda Bulunanlar Aslı Arduman, Barış Çakmakçı, Rob Funcken, Umberto Gorra, Nevşin Mengü, Alina Negoita, Yasemin Özcan, Fatih Özgüven, Dilek Öztürk, Mar Peidro, Nando Salvà, Yağmur Sefa, Tanem Sivar, Isaac Sterling, Jovan Todorovic, Ali Tünay, Bahar Türkay, Eralp Uğur, Selin Ünüvar, Carrie Weidner, Steph Wilson, Cansu Yazıcı, Merve Yeşilçimen, Begüm Yetiş, Gökhan Yorgancı Reklam cihan@coistanbul.com merve@coistanbul.com busra@coistanbul.com İletişim 123@xoxothemag.net / +90 212 2590669 Yayın Türü Aylık, Yaygın, Süreli. Baskı ve Renk Ayrımı Mas Matbaacılık San. ve Tic. A.Ş. Hamidiye Mahallesi Soğuksu Caddesi No:3 34408 Kağıthane, İstanbul, Türkiye, Sertifika No: 12055 XOXO The Mag'de yayınlanan yazı ve fotoğraflar kaynak belirtilmeden kullanılamaz. Tasarım Konsepti ve Yayın Kimliği Bülent Erkmen Tasarım Uygulama ve Kimlik Standartları Barış Akkurt, BEK
SCHAFFHAUSEN AIR SHOW.
Join the conversation on #B_Original.
Pilot’s Watch Mark XVIII TOP GUN
in place even if the pressure drops. But if you
Miramar. Ref. 3247: Air show visitors want one thing above all: the thrill of spectacular airborne manoeuvres. The perfect companion on such occasions is the Pilot's Watch Mark XVIII TOP GUN Miramar. The timepiece possesses several
don't wish to wait for the next air show to experience all these things, you can get an impromptu performance right now at any IWC IWC. ENGINEERED FOR MEN. Boutique.
outstanding features, among them a unique material mix comprising high-tech materials zirconium oxide and titanium. No less noteworthy is the glass, which remains securely
Mechanical movement, Date display, Central hacking seconds, Soft-iron inner case for protection against magnetic fields, Screw-in crown, Sapphire glass, convex, antireflective coating on both sides, Secured against
displacement by drop in air pressure, Special back engraving (figure), Water-resistant 6 bar, Diameter 41 mm
IWC Schaffhausen Boutique İstanbul: Mim Kemal Öke Cad. Altın Sokak 4/A Nişantaşı Tel: (212) 224 4604 İstanbul: Arte Gioia, İstinye Park Tel: (212) 345 6506 - Greenwich, Zorlu Center Tel: (212) 353 6347 - Unifree Duty Free, Ataturk International Airport Tel: (212) 465 4327 Ankara: Greenwich, Armada Tel: (312) 219 1289 - Next Level Tel: (312) 219 9315 I Bursa: Permun Saat, Korupark AVM Tel: (224) 241 3131 İzmir: Günkut Saat, Alsancak Tel: (232) 463 6111 I Muğla: Quadran, D-Hotel Maris, Marmaris Tel: (252) 436 9191
IWC.COM
Antonio Cosentino Yazı Fatih Özgüven 32
Chloe Nørgaard Röportaj Olga Şerbetcioğlu 96
Ed Templeton Röportaj Seza Bali 74
Esmeralda Kosmatopoulos Röportaj Seza Bali 42
Özge Yılmaz Röportaj Ali Tünay 110
Kerim Polat Röportaj Tanem Sivar 52
Some Women of Golf Hazırlayan Merve Yeşilçimen 90
Hera Büyüktaşçıyan & Mari Spirito Röportaj Yasemin Özcan 34
Grace Neutral Röportaj Ayşecan İpek 136
Robin Bevers Röportaj Dilek Öztürk 24
Luca Guadagnino Röportaj Nando Salvà 56
Mustafa Karataş Röportaj Ayşecan İpek 78
Ibeyi Röportaj Alican Öyke 112
Ippolito Pestellini Laparelli Röportaj Bahar Türkay 46
Lauren Wasser Röportaj Başak Ulubilgen 116
Şirin Payzın Röportaj Bahar Türkay 16
Sanem Oktar Röportaj Nevşin Mengü 38
Bobby Abley Röportaj Utku Palamutçu 60
Diego Della Valle Röportaj Aslin Kumdagezer 28
Gallant Röportaj Alican Öyke 50
M. Terzioğlu & V. Aslan & L. Pekin Moderasyon Seza Bali 83
Miksolojik Hazırlayan Arzu Sak 130
Berkay Tuncay Röportaj Barış Çakmakçı 114
Yiğit Turhan Röportaj Cansu Yazıcı 128
E
D
İ
T
Ö
R
D
E
N
OLGA ŞERBETCİOĞLU
Evil Eye Removal Kit (detay) Michael Bühler-Rose, 2013 Courtesy of the artist and Nature Morte Berlin
HERMÈS TA B I AT I
HERMÈS TA B I AT I
Onda ekranda görünenden çok daha fazlası var. Dik duruşu, sahadaki bir habercilik işinden bahsederken gözlerinin dolmasına engel değil. Saniyelerin peşinde koşan bir kadın, ama konuşurken, o an gerçekten karşınızda oluyor ve gözünüzün içine bakıyor. Gerçekçiliğin en net halini yaşıyor, diğer yandan hayata karşı olan neşesi ve heyecanı konuşmasının hızına yansıyor. Şirin Payzın
I WC
O R IGINA LS
ile ekranın ötesini ve orijinalliği konuştuk.
Röportaj:
Bahar Türkay Fotoğraflar:
Gökhan Polat
Şirin Payzın, IWC Pilot’s Watch Mark XVIII Edition Le Petit Prince
BU BİR İLANDIR
takıyor.
018
ŞİRİN PAYZIN
Orijinal olmak insanın kendisiyle mi ilgili yoksa yaptığı işle mi? Ne yapmak istediğini ve yaptığın işi ne şekilde yaptığını kendi duruşun belirliyor. Dolayısıyla, orijinal olmak insanın hayata nasıl baktığıyla ilgili.
1
Kadın olmak bu denklemin neresinde duruyor? Güçlü tarafında duruyor. Bana hep ‘kadın gazeteci olmak daha mı farklı, bu sektörde kadın olarak size ayrımcılık uygulandı mı?’ gibi sorular sorulur. Bu sektörü erkek dünyası gibi görmek bizim kafamızın içinde uydurduğumuz bir şey. Aslında, çok kadın gazeteci var ve çok iyi gazeteciler arasında en iyilerin kadınlar olduğunu düşünüyorum. Kadın olmayı seviyorum. Bu, olaylara farklı bakabilmeyi sağlıyor. Duyguları ve mantığı işin içine birlikte katabilme, güçlü tarafları ön plana çıkarabilme, dayanma, sabır, hırs, bunların hepsini içinde barındırıyor. Benim mesleğimde insanın yaratıcılığını da körüklüyor. Kadınların maraton koşucusu olduğunu düşünüyorum. Daha yavaş, sindirerek ve uzun mesafe koşarak hedeflere ulaşma amacındayız.
2
Alternatif bir gelecek senaryosu çizmenizi istesek... Kendi kendime çok çiziyorum. Geçtiğimiz günlerde New York’ta yürürken, acaba şöyle bir şey yapabilir miyim hayatta diye düşünürken, sanki sıfırdan başlıyormuşum gibi, kendimi yapabileceğim farklı işler ve amaçlar ararken buldum. Oysa hayat beni bambaşka birikimlerle doldurdu ve her şeye sıfırdan başlayacak değilim. Farklı bir gelecek senaryosunda, belki biraz daha sanat, özellikle tiyatro ağırlıklı ilerlemek isteyebilirim. İşin içine yemeiçmeyi de katabilirim. Yemek yapmaya çok meraklıyım ve sahneyi, performansı seviyorum. Bazen her şeyi bırakıp, sahne oyunlarında kendime mütevazı ve son derece iddiasız, küçük küçük yer mi edinsem diyorum.
4
Hayatınızda şu anda olduğunuz yer size kendinizi nasıl hissettiriyor? Hem memnun, hem memnuniyetsiz... Memnunum, çünkü geriye dönüp baktığımda gazeteci olarak hiç düşünmediğim bir yerdeyim. Hiçbir zaman ‘çıkış noktam burası, varış noktam da bu’ demedim. Televizyonda yaptığım işi bulana kadar çok savruldum. Farklı alanlardaki zevklerimi ve yapmak istediklerimi bir potada harmanladım ve aslında şu anda yaptığım işin temelini bu oluşturdu. Dolayısıyla, geriye dönüp baktığımda çok keyifli zamanlarım olduğunu düşünüyorum. Hiç tahmin etmediğim olaylara şahit oldum. Yapmayı hayal ettiğim ama yapamayacağımı sandığım şeyleri başardım. Ama bugün geldiğim noktada, ülkenin içinde bulunduğu durum, siyasi konjonktür ve zorunluluklarla birlikte kendimi yaptığı işin karşılığı olmayan biri gibi hissettiğim zamanlar oluyor. Diğer taraftan, bazı sabahlar kalkıp kendimi çimdikliyorum ve ‘biz bunlardan çok gördük, yola devam’ diyorum.
3
Zaten üniversite eğitiminizde Sanat Tarihi var, değil mi? Kazandım ama daha sonra vazgeçtim. Aslında çok istedim ama o zamanki şartlar beni daha başka kararlar almaya yöneltti, keşke okusaydım.
5
019
Zamanla ilişkinizi de konuşalım. Bu kadar temposu ve gerilimi yüksek bir iş yaparken zamanın durduğu anlar oluyor mu? Zamanla bir yarışım olduğu kesin. Öncelikle, Başak burcuyum ve çok dakik bir insanım. Saniyeler benim için önemli, onları hesaplayarak iş yaparım. Mesleğim de bunu gerektiriyor. Bir dakika başkaları için çok önemli olmayabilir, ama yayıncı olarak o bir dakikaya, iki konuğa iki kere daha söz hakkı gibi pek çok şey sığdırabilirim. Saniyeleri sayarak yaşamak benim hayatımın bir parçası. Ama bazen de ‘salla gitsin’ dediğim zamanlar oluyor. Bunu daha çok yıllarla ve aylarla hissedebiliyorum. Hep çok telaşım var ve bir yere yetişmek zorundayım. Bir yandan da hiçbir şeyin önemi olmadığı, günlerce aynı şekilde durabileceğim bir zaman dilimini hayal ediyorum. Bu ikisinin çelişkisini yaşıyorum, evet, ama daha çok zamanın, saniyelerin peşinde koşan bir insanım.
6
020
Neden? Çünkü gerçek anlamda o insanların içine giremiyorsun ve insani röportajlar yapamıyorsun. Keşke yapılabilse ama hep siyaset bağlamında kalıyorsun. O nedenle, röportajlardan ziyade olaylar insanı daha fazla çarpıyor. Soma’daki maden işçilerinin giyinme odasındaki şikayet ve dilek kutusu ve oraya bıraktıkları çok basit istekler ve küçük dilekler beni derinden etkilemişti. Bunun dışında, kadın politikacılarla yaptığım röportajlar aklıma geliyor. Hillary Clinton ile röportaja başlamadan önce üzerimizdeki ipek gömleklerin muhabbetini yapmak mesela... Kadın her yerde kadın. Bunlar da güzel anılar. Bir de şahane işler yapan kadınlar tanıyorum, onlardan çok etkileniyorum.
9
7
Ekranda gördüğümüz Şirin’le, gerçek hayattaki haliniz arasında nasıl bir
fark var? Ekranda politikayla uğraştığım için daha sert görünüyorum. Fiziksel özelliklerim de farklı görünüyor. Dışarıda görenler bana hep daha ince ve güler yüzlü olduğumu söylüyorlar. Ekran biraz çatık kaşlı yapıyor insanı ama artık bunu kırmak için özellikle biraz daha gülümsemeye çalışıyorum. Siyaset o kadar asık suratlı ki... Halbuki arkadaşlarımın gördüğü başka bir Şirin Payzın var. Misafir ağırlayan, eğlenmeyi seven, bazen içine kapanık, bazen fazla dışarı dönük... Ekranda duygularımı belli etmeden işi götürmeye çalışıyorum. Özel hayatımda daha duygusal tepkiler veren ve değişken ruh halleri olan biriyim. Meslek hayatınızda karşılaştığınız, duyduğunuz en çarpıcı şey neydi? O kadar çok şey var ki... Soma, yakın zamanda beni çok ağlatan ve üzen meselelerden biriydi ve habercilik hayatımdaki çok önemli dönüm noktalarından oldu. Yaşanmadan bilinmez. Röportajlar garip bir şekilde bu kadar etkilemiyor, bir süre sonra alışıyorsunuz. Bana ait değil ama Oriana Fallaci’nin bir sözünden çok etkilenmişimdir; diyor ki, “Bana kiminle röportaj yapmak istiyorsun diye sorsalar, Tanrı’yla derdim ve ona tek bir soru sorardım: Neden?”. Bu benim gazeteciliğe başlamamın sebeplerinden biridir. Gençlik hayatımı Fallaci’ye hayran olarak geçirdim ve hep onun yaptığı gibi röportajlar yapmak, onun konuştuğu büyük isimlerle ve anti kahramanlarla konuşmak istedim. Ama aslında bu o kadar etkileyici değil.
8
Otobiyografinizi yazmaya karar verseniz ilk cümlesi ne olur? “Her şey hayal etmekle başladı”... Küçükken anneme ve babama hafta sonu dergisi hazırlayıp, Pazar günleri onlara satardım. Defter ortasını çıkarıp, Tipitip’in içinde çıkan karikatürleri, dergilerden çıkan fotoğrafları yapıştırırdım. Kendim hikayeler uydururdum, şiirler yazardım ve o hafta sonu Pazar kahvaltısında okunurdu. Bir de hep egzotik ülkelere seyahatler yapıp, orada gazetecilik yapan ya da yardım kuruluşlarında çalışan kadınlara çok özenirdim. İkisi de bir şekilde gerçekleşmiş oldu.
10
Kolunuzdaki saat sizi nerelere götürüyor? Pilot saati olduğu için martılara götürüyor. Martı çok severim, dövmemde de var. Onlar gibi uçmak isterim. Uçakla uçmaya çok özenmem ama martılara çok özeniyorum. İstanbul’un üzerinde sürekli uçabilen, denizle iç içe, damlara konan bir kuş... Özgürlük simgesi...
11
FLY YOUR DREAMS.
JOIN THE CONVERSATION: # B_ORIGINAL
Orijinal olmanın ne demek olduğu konusunda, uzay boşluğunda süzülen düşünceler arasından, kendinize yakın hissettiğiniz anlamları seçip, basit bir kurgu hazırlayın. İsmin önüne gelen sıfat tamlamalarını geride bırakıp, size ve dolayısıyla bize bir şeyler ifade eden ve artı değer katan isimleri, benzerlerinden
ayıran özelliklere odaklandığınızda, orijinal kavramının içini doldurmaya başlayacaksınız. IWC Schaffhausen ve XOXO The Mag’in işbirliği, bu sebepten ötürü Originals başlığı altında şekilleniyor ve orijinal konukları vasıtasıyla boşlukları doldurmanızı sağlıyor.
www.iwc.com
IWC Schaffhausen Boutique İstanbul: Mim Kemal Öke Cad. Altın Sokak 4/A Nişantaşı Tel: (212) 224 4604 İstanbul: Arte Gioia, İstinye Park Tel: (212) 345 6506 - Greenwich, Zorlu Center Tel: (212) 353 6347 - Unifree Duty Free, Ataturk International Airport Tel: (212) 465 4327 Ankara: Greenwich, Armada Tel: (312) 219 1289 - Next Level Tel: (312) 219 9315 I Bursa: Permun Saat, Korupark AVM Tel: (224) 241 3131 İzmir: Günkut Saat, Alsancak Tel: (232) 463 6111 I Muğla: Quadran, D-Hotel Maris, Marmaris Tel: (252) 436 9191
SA ÖZ YI EL DA
BA SI H N A IR RA LI
Moooi, başına buyruk rotasıyla harmoni yakalayan bir tasarım anlayışı benimseyerek, beklenmedik karşılaşmalar yaratmaya devam ediyor. Markanın yeni CEO’su Robin Bevers ile Milano’da buluştuk. Bevers, bize marka ile etkileşimini, Marcel Wanders ile geliştirdikleri kaos-düzen modelini ve öngörülerini anlattı.
Röportaj:
Dilek Öztürk Fotoğraf:
Rob Funcken
Robin, Milano hengamesini atlattıktan hemen sonra Amsterdam’da XOXO için Rob’un karşısına geçti.
026
ROBIN BEVERS
Moooi’nin yeni CEO’su olarak bu ilk Milano Tasarım Haftası etkinliğiniz. Bir firmanın gelişiminin, CEO’sunun öngörüleri ve farkındalığına bağlı olarak değiştiğini gözlemleyebiliyoruz. Bu doğrultuda Moooi’ye ne gibi değerler katmayı planlıyorsunuz? Moooi şu an 15. yılında ve başarı hikayesi inanılmaz. Moooi’nin kurucularından olan ve 14 yıl boyunca markanın CEO’luğunu üstlenen Casper Vissers, yine markanın kurucularından biri olan sanat yönetmenimiz Marcel Wanders ve bu süreçte katkısı bulunan herkesin mimarlığı ile bu noktaya gelindi. Ben de, bu doğrultuda, sahip olduğumuz değerleri bütünüyle korumak istiyorum. Bu değerler söz konusu insanlarla var oldu. Yani aslında konu ben değilim, esas mevzu insanlar. Bu başarı bana bir hediye olarak geldi. Şu an Moooi için oluşturduğum yeni stratejiler; çeşitlilik ve tasarım yönetimine biraz daha önem vermek üzerine, çünkü büyüyoruz. Ben daha çok yönetmek konusunda deneyimliyim, Casper ise çok zeki bir girişimci. Moooi ailesinde yer alan herkes daha çok yetkilendirilebilir diye düşünüyorum. Birlikte çalıştığımız insanların kalitelerini ortaya çıkarmak için çabalayabiliriz.
1
Ortak zeminin güçlü olmasına özen gösteriyorsunuz. Evet, ve bu sayede çok iyi bir markamız ve sanat yönetmenimiz var. Şu an koleksiyonumuz bir öncekilere kıyasla daha güçlü. Hem sınırlarda gezinen, hem de kendi içinde dengeyi bulan bir koleksiyon... Bununla birlikte, mimar ve tasarımcılarla olan bağımız, markanın gelişmesi için çok sağlam bir zemin hazırlıyor.
2
Unexpected Welcome, Salone del Mobile Milano, 2016, Andrew Meredith for Moooi
Tasarımı sanatla birlikte sunmak geleneğiniz haline geldi. Her yıl olduğu gibi, Milano’daki sergimiz için bu yıl da bir fotoğraf sanatçısıyla çalıştık. Rebecca Bathory insanların artık gidemediği, terk edilmiş alanlarda inanılmaz çalışmalar yapan bir sanatçı. Gitmemesi gereken bir yer için hayatını riske atıyor. Bu çevrelerin doğa ve kaos arasında nasıl karmaşık bir gerçeklik sunduğunu bize gösteriyor. Belki bu mekanlar birkaç yıl sonra var olmayacaklar. Rebecca ile yaptığımız işbirliği bu seneki temamız için çok uyumluydu.
4
2016 koleksiyonundan ne beklemeliyiz? Temamız: “Asi Harmoni”. Bu tema markanın temel inançlarıyla oldukça uyumlu. Çünkü biz yaratıcılık ve iş dünyası arasındaki bağa inanıyoruz. Bu, düzen ve kaos arasındaki bağ olarak da değişebiliyor. Bu fikir, yaptıklarımızı nasıl bir araya getirdiğimizi, şeyleri nasıl birleştirdiğimizi yansıtıyor. Yeni koleksiyonda yer alan parçalar daha kişisel ve bir çoğu da el üretimi. Ayrıca, artık biraz daha büyümüş, ilerlemiş bir Moooi görebilirsiniz. Eskisinden daha olgun, daha ayakları yere basan, belki biraz daha lüks, daha üst segmente hitap eden... Ama hala asi ve bir harmoniye sahip.
3
Neyi neyin yanında gösterdiğiniz önemli. Bu sene kendinizden de birkaç adım ötede misiniz? Öyle olduğumuzu söyleyebilirim. Sanat direktörlerimiz ortaya olağanüstü bir iş çıkardılar. Bu insanlarla çalıştığım için kendimi şanslı hissediyorum.
5
027
Makine çağını mı, elle üretimi mi takdir ediyorsunuz? Eşsiz olan her şey, usta ellerden çıkar. Bu, satın alabileceğiniz bir makineden çıkan işle kıyaslanamaz.
6
Marcel Wanders ile 10 yıl birlikte çalıştınız. Markayı yönetirken bu deneyimin nasıl bir etkisi oldu? Marcel ile çalışmış olmak kesinlikle bana çok yardımcı oldu. Eğer onu iyi tanıyorsanız zaten şu anda içinde bulunduğum pozisyona faydası olduğunu anlayabilirsiniz. Dışarıdan bir kişi gelmiş olsaydı, bu kişinin öncelikle Marcel’i tanıması gerekecekti ve bu elbette ki zaman alacaktı. Casper ve Marcel CEO pozisyonunu teklif ettiklerinde, bundan onur duymuştum. Her şeyden önce bu markanın kurulumuna ön ayak olan bu kişilerin fikirlerini ve akıllarını takip edebiliyorum. Karşılıklı bir güven ortamı oluşturduk. Bu, bana göre birlikte çalışmak için olması gereken en mükemmel zemin.
7
Salone del Mobile 2016, Andrew Meredith for Moooi
Fotoğraf:
Rob Funcken
Cesur bir marka olarak, geçtiğimiz seneden itibaren Moooi Carpets markasını oluşturdunuz. İki marka arasındaki dengeyi nasıl sağlıyorsunuz? Mobilya ve aydınlatma dışında bir halı serisi geliştirmek cesaret istiyor. Bence iki marka da birbirine bağlı. Halı işinde fazlasıyla ‘know-how’ var, bu sebeple elbette bu konuda uzman bir firma ile işbirliği yapıyoruz. Moooi’den çıkan her şey gibi, halı koleksiyonunun da eşsiz olmasını sağlıyoruz. Bunu sağlamamızın temelinde de sanatı, kişisel ifadeyi yaptığımız şeylerin temeline koymak yatıyor.
8
“Evinde gibi hisset” sizin için ne ifade ediyor? Her zaman insanları evlerinde hissettirecek şeyler yaptık. Moooi olarak son yıllarda oteller için geliştirdiğimiz kozmetik serisinde de yine bu hissi yaratmak istedik. Halı da insanı evinde hissettiren bir obje, mekanı ve hatta şu an içinde bulunduğumuz sergi alanını halılar olmadan düşünürsek, burada yaratmaya çalıştığımız hissi tamamen yok etmiş oluruz. Burada yer alan mobilya, aydınlatma, halı, obje ve aksesuarların hepsi bir bütün.
9
028
Kaos ve düzen arasındaki dengeyi gerçekliğe aktarırken nasıl bir yol izliyorsunuz? Bu aslında Marcel ve benim işbirliğim ile açıklanabilir, çünkü bizim için kaos hiç bitmiyor. Yaratıcılık için bu kaosa ihtiyacımız var. Ben de bir yandan düzen yaratmaya çalışıyorum. Marcel’i kendi kaosunda sınırlamamaya çalışıyorum. Her zaman gelişmeye açık bir çalışma modelimiz var. Böyle bir modelde, düzeninizi bozacak olan o diğer kişiye her zaman izin vermek zorundasınız. Biz bunu her gün yapıyoruz.
10
Milano’da yer alan bu sergi alanı dışında açılmak istediğiniz yeni alanlar, mekanlar var mı? Milano bizim ana platformumuz. Amsterdam, New York mağazalarımız dışında, Londra ve Tokyo’da yeni mağazalar açtık. Dünyayla aramızda bu arayüzler var, kendi dünyamızı bu mecralardan gösteriyoruz. Elbette ki şeyler değişiyor ve gelişiyor, belki zaman içerisinde başka şeyler yapmaya başlayacağız.
11
Onun hikayesi, Amerikan Rüyası’nın İtalyanca dublajlı versiyonuna tekabül ediyor. Büyükbabasının küçük ayakkabı atölyesini İtalyan lüks pazarının en çok arzu edilen markalarından birine dönüştüren Della Valle, haliyle mütevazı bir tavır takınmıyor. Ekstravagant harcamalarıyla, İtalyan mirasını kalkındırma çabalarıyla ve konuşurken tam kıvamında kullandığı jestleriyle ‘Made in Italy’ damgasının altını çiziyor.
Röportaj:
Aslin Kumdagezer
030
DIEGO DELLA VALLE
4 Bay Della Valle, gelecekle ilgili sizi en çok heyecanlandıran şey ne? Moda sektöründe her ne kadar gelecek zaman için çalışsak da aslında ben geleceği düşünmekten haz etmiyorum. Benim için en heyecan verici zamanların sadece anı yaşabildiklerim olduğunu söyleyebilirim.
1
Şimdiki zamanın tadını nasıl çıkarıyorsunuz? Kendimi her zaman şanslı bir adam olarak tanımlarım, çünkü açık konuşmak gerekirse, canım ne isterse onu yapabilme lüksüne sahibim. Gelecek için kafa yormadığım zamanlarda da canım ne isterse onu yapıyorum.
2
Geleceğe geri dönelim; Tod’s’un yakın dönem planlarında neler var? Yeni açılımlar yapmadan önce Tod’s’un halihazırda var olduğu ülkelerde bir reforma gidiyoruz. Londra Bond Street’teki mağazamızı iki katı büyütüp Eylül ayında yeniden açıyoruz. Miami Art Basel sırasında, Art District’te nevi şahsına münhasır bir konsept mağaza açmayı planlıyoruz. İtalya içinde ise daha heyecan verici aktiviteler içerisindeyiz. Bu ay Roma mağazamızı yeniden açtık. Restorasyonun sponsoru olduğumuz Coliseum ise Mayıs sonunda tamamlandı ve bu harika yapıtı önce İtalyanlara sonra da tüm dünyaya geri kazandırdık. Biraz daha ileriye dönük planlarımızdaysa şirketin altyapısını güçlendirmek var.
3
Nereden başlayacaksınız? Müşteri Hizmetleri departmanından.
Tod’s İtalyan kimliğini her daim elinde taşıyan bir marka. Modanın kimlik algısının bu derece flulaştığı bir dönemde bu stratejinin geri dönüşlerini nasıl alıyorsunuz? Yeni çıkan birçok niş marka coğrafyaya vurgu yapma ihtiyacı duymuyor, ve güncel moda sahnesine yeni atılan isimler için bu strateji işe yarıyor olabilir. Fakat Tod’s başlangıcından itibaren İtalyan lüks algısından, İtalyan kültüründen ve hayat anlayışından beslenen bir marka oldu, tabii ben de böyle olmasında ısrarcı oldum. Kurulduğumuz günden bu yana ‘Made in Italy’ damgasını asla kar amaçlı stratejilere kurban etmedik. İtalyan zanaatını her zaman her stratejinin önünde tuttuk ve uzun vadede dünyada da böyle tanınır olduk. Benim naçizane fikrimi soracak olursanız, Tod’s’un bu kadar başarılı olmasının sebebi kimliğini elinden asla düşürmemesi diyebilirim.
5
İtalyan zanaatı Tod’s çatısı altında tercümesini nasıl buluyor? Her tasarım el yapımı olmasının yanında titiz üretim süreçlerinden geçiyor. Mükemmel bir ayakkabıya giden 100 farklı adım var ve biz bu adımların hepsini her tasarım için tek tek uyguluyoruz. Tasarımdan ayakkabı kalıbı geliştirmeye, 3D kalıp çıkarmadan deri seçimi ve kalite kontrolüne, her süreç işinin ehli İtalyan ustalar tarafından yapılıyor. Sürecin devamında ise seçilen deri kalıba göre elde kesiliyor, deliniyor, sıcak damga uygulamasından geçiyor. Ardından meşhur taban tasarıma ekleniyor ve elde dikiliyor.
6
031
7
Peki bu geleneksel süreç ve miras algısı günün trendleriyle hangi yolda
kesişiyor? Tod’s’un miras algısı markanın yaşama sebebi. Hiçbir zaman hip olmak peşinde koşmadık, aksine biz, sürekli değişen dünyada aynı kalmayı tercih eden klasik bir anlayışa sahibiz. Tabii bu, günün getirdiklerine kapalı kaldığımız anlamına gelmiyor. Kendi anlayışımız içerisinde zaman zaman punk, zaman zaman rock ya da pop olabiliyoruz.
Neden deri kullanımında bir hayli ısrarcısınız? Bu durumun Freudyen bir açıklaması var. Küçükken babamın yanında sürekli farklı deri kokularına maruz kalırdım. Deri kullanımının marka kimliğine dönüşmesinin başlıca sebebi o geleneği, o anı devam ettirme dürtüsünden geliyor. Benim için ürün bazında deri üretiminin bir dengi ya da başka bir alternatifi asla yok.
8
Zamanda geri gitmişken soralım; ilk çanta koleksiyonunuzu D Bag’le başlatmak doğru bir karar mıydı? Galiba öyleydi. Tod’s Gommino tasarımıyla klasikleşti fakat takvimler 1997’yi gösterdiğinde marka çatısı altında biraz farklılaşmamız gerektiğinin farkındaydık. D Bag o gün için iyi bir başlangıçtı ve tasarıma gösterilen talep bugün için de iyi bir klasik olarak hayatına devam ettiğini gösteriyor. Moda eleştirileri ya da ürün analizleri yaparken tarih eleştirmenleri gibi davranmak, günün şartlarını göz önünde bulundurmak gerekiyor. Biz her daim doğru zamanda doğru ürünü pazara sürmeye çalışıyoruz ve günün koşullarına cevap verirken geleceğin klasiklerini yaratmak için tasarlıyoruz. Az önce de söylediğim gibi, dünya sürekli değişiyor ve kült bir ürün üretmek bu düzende kalıcı bir duruş yakalamayı mümkün kılıyor.
9
032
Gommino’yu giyen stereotip bir tüketici kitlesi var mı? Gommino’nun ikonikleşmesinin yegane sebebi herkesin gardırobuna ayak uydurabilen bir tasarım olması. Ama gözlemlerimden bir stereotip çıkarmamı isterseniz; aksesuarlarında kaliteyi ve dayanıklılığı ön planda tutan, trendlerden ziyade kendi zevkine güvenen, sık sık seyahat eden ve sürekli değişen moda akımları yerine zamansız parçaları tercih eden bir kitleden bahsediyoruz.
10
Şu aralar sizin favori ayakkabı tasarımınız hangisi? Kahverengi süet ankle botlarım. Tabii ki Tod’s.
11
Yazı:
Fatih Özgüven
ANTONIO COSENTINO
Şehri sevmek, bazılarımız için çöpünü de sevmek demektir. Hatta asıl onu. Çöp derken şunu kastediyoruz; şehrin attıkları, vitrine koymaya değer görmedikleri, vitrine koyduklarından arta kalanlar… Malzeme; teneke, kağıt, bit pazarında bulunan şey, mermer basamağın mermer duvarla birleştiği köşe, apartman içi, iskele-merdiven, beton filizi, lekenin hatırası… Antonio Cosentino, şehirle alışverişini tam bu atıklar-artıklar üzerinden kurmuş İstanbullu bir sanatçı. İsveçliler kentsel atıktan ısı elde ediyorlarmış. Antonio da atıktan bir çeşit ısı elde eder. Ama bu ısı, yalancı bir alevle içimizi ısıtan nostalji değildir. Antonio’nın tuvalleri ya da üç boyutlu nesneleri, geçmişe değil, daima ‘geçmekte olan’a işaret ederler. Şehir, onun için eşyaları, insanları ve bellek kayıtları ile birlikte daima geçmekte-geçmekte-geçmekte olan ile ilgilidir. Bu bakımdan, hareket eden şeylere özel ilgi duyması, selülozik tiner tenekelerinden gemi ya da araba maketleri yapması, el arabası tekerleklerini Ferrari’yle birleştirmesi hiç garip değildir. Tıpkı Sevim Burak’ın ‘Mach 1’le büyülenip onun hakkında bir kitap yazması gibi bir şeydir bu. Şehirden geçip giden birkaç efsane Ferrari varsa da, görsel zihnimizde asıl yer eden arabanın ardında bıraktığı izdir elbette. Şehir ve artıklarını seven biri için, kuyruklu yıldız gibi kayıp giden ‘lüks’ hatıranın izine daha alçakgönüllü bir izi, el arabalarını ya da çöp toplayan çocukların dev çöp torbalarını hareket ettiren tekerleklerin görsel hatırasını iliştirmekten daha uygun ne olabilir ? Bazı hatıralar onda inatla formdur. Yıllardır, -başka bir kelime bulamadığımız için- ‘modernist’ diyebileceğimiz hibrid-yerli formlarıyla hayatımızda olan kamusal bina, kübik otel, beton iskele, kutu kutu binalarıyla anonim şehirler kurmak/resmetmek onda
034
Köşecik, 2016 Tuval üzerine yağlı boya, 150x210 cm Ferâre, 2016 Teneke ve araba lastikleri, 230x70 x90 cm
süregelen bir temadır. Alışkın Antonio Cosentino seyircisi, Galeri Zilberman’da açılan ve 2 Temmuz’a kadar devam edecek son sergisi ‘…cigara viski kolileri denizlerde, ferare sevgilim…’de onun, belediye otobüslerinin orta ve arka kapılarının iki yanında yükselen, galiba tam ortada dirsek yapan sarı uzun tutamakları resmettiğini görünce hayret edecek ama şaşırmayacaktır, sanıyorum. ‘Hayret etmek ama şaşırmamak’; Antonio Cosentino’nun bakış stratejisinin özeti belki de budur. An ile değil süreç ile, mucize ile değil birikme ile ilgileniyorsanız, baktığınız şeyler bakışınızın bulup çıkardığı rastlantısal tuhaflıklardan ibaret değildir. Daima hareket halinde bir bütünün parçalarıdır. Bazı hatıralar da onda inatla yüzeydir. Afişin cazibesi, posterin geçiciliği, logo, marka yazısının verdiği acele, olayı uzatmayan bilgi, ev yapımı çizgi roman kahramanının delip geçen bakışı, bazen fırça izinin hızla geçip gidişi. Ama bakış, aniden şu havalı, retro-modern defter kapağının üzerindeki yazıya da takılabilir: ‘Lise’ Ya da nesnenin dokusu. Zihnimizde uyur-duran ev içi, kalorifer üstü, kentsoyluluk arzusu, kış, ‘2001 Uzay Yolu Macerası’ (ve sonuçta geçicilik) izlerine ani bir resmi geçit yaptıran mermer kütle ve damarları. Ya da, mermerin mermerle kavuştuğu nokta; bakışın, üç boyutlu manzarayı bir optik ayarlamayla iki boyutlu yüzeye çevirebilecek olması. Antonio, yanılsama ile maketlerinde nasıl oynuyorsa, farklı biçimde tuvallerinde de oynar. Bu bakımdan onun bu sergideki irili ufaklı renk lekelerinden oluşan, yan yana asılı küçük tuvallerini en katışıksız biçimde, lekeye ve yüzeye yollanmış aşk mektupları olarak da seyretmek mümkün dersem kim ne karışır?
Üretken ve parıldayan iki kadın... Şimdilerde ikinci sergilerine ev sahipliği yapan Alt sanat mekanının direktörü ve küratör Mari Spirito ve Galeri Manâ’da zihinlere kazınan kişisel sergisi ardından ürettiği güçlü işlerle haklı ve sahici bir ilgiye mazhar olan, sanatçı Hera Büyüktaşçıyan... Sayfaların elverdiği oranda onlarla, tecrübeleri
HERA BÜYÜKTAŞÇIYAN biçimleri üzerine muhabbet ettik. MARI SPIRITO ve düşünme
Röportaj:
Yasemin Özcan Fotoğraf:
Gökhan Polat
036
YASEMİN ÖZCAN: Pek
çok potansiyeli içinde barındıran küratör-sanatçı işbirliğine yönelik neler söylemek istersiniz; tecrübeleriniz ardından ne tür öncelikler geliştirdiniz? HERA BÜYÜKTAŞÇIYAN: Küratör-sanatçı ilişkisi benim için önemli bir paylaşım alanı. Sanatçının beraber çalıştığı küratör, onun hikayesiyle ne kadar bağ kurabiliyor ve de onun düşünme ve üretiminden heyecan duyabiliyorsa yaratılan bu paylaşım alanı da bir o kadar derinleşebiliyor. Bu açıdan, kendi adıma en değerli bulduğum nokta, çalıştığım kişiyle kurduğum bağ ve bunun sonucu ortaya çıkan verimli paylaşım anları. Beraber çalışma pratiğinin ötesinde, iki kişi arasında akıp giden düşünce ve bilgi akışı en çok keyif duyduğum anlar. Sanatçı, pratiğinde bir nevi kendi kendisinin de küratörü aslında... Neleri elemesi, nelere daha çok ağırlık vermesi gerektiğinin farkında. Küratörle işbirliği bir yandan yaratımın sınırlarını belirlerken ve dengelerken, eserin daha geniş bir çerçeveden okunabilmesi için zemin oluşturabilir. Bu noktada sanatçının ve küratörün kendi sınırlarını iyi belirlemesi oldukça önemli. MARI SPIRITO: En temel işlevi bakımından, sanat bir iletişim biçimi ve herkesin bildiği gibi iletişimin en az iki tarafı vardır. Bir tarafın beyni ve/veya kalbi, bir şeyleri ifade etme dürtüsüne sahip, bu dürtü bir imge, nesne, ses veya video şeklinde ortaya çıkıyor; sonra bu ortaya çıkan şey karşı taraf tarafından izleniyor ve onun duyularıyla alımlanıyor. Dolayısıyla ilk dürtü, karşı tarafın beyni ve/veya kalbine aktarılıyor. Sanatçının gözünde küratör, birçok “öteki taraf ” olasılıklarından sadece bir tanesi, tek bir farkla: Küratör aynı zamanda, yaratıcı ifadesi, sanatçıyı nasıl desteklediğine bağlı olarak ortaya çıkan biri, temel olarak sergi yapma süreçlerinde. Her insanın farklı olduğu gerçeğinden gelen sonsuz sayıda potansiyel var. İki insanı yan yana koyun, her birine ait biricik duyumsallıklar, ötekinde farklı bir şeyleri açığa çıkarır, bu da farklı sonuçlar doğurur. Tecrübelerime dayanarak geliştirdiğim pek çok öncelik var: Listemin en başında, çalışmalarımı sanata ve sanatçılara odaklamak var. Başka bir önceliğim, bunun iki ucu olan bir sokak olduğunu anlayan sanatçılarla çalışmak. Biz birbirimizin işlerine ilgi ve merak gösteririz; birbirimizi destekleriz; birbirimize saygı duyarız. Küratörün görevinin sanatçının “bakımını üstlenmek” olduğunu düşünen mit doğru değil. Hepimiz, karşılıklı alışverişe dayalı diyaloglara giren yetişkinleriz. YÖ: Mari, atölyemi ziyaret ettiğinde, her şeyi, sanatçının düşünme biçimini anlamaya yönelik veri olarak değerlendirdiğini tecrübe ettim. Üstelik bunu gündelik hayattaki hızına paralel olmayan bir zaman algısı ve sükunetle gerçekleştirmesi de çok etkileyiciydi. Atölye ziyaretleri size nasıl hissettiriyor? MS: Evet doğru, zaman plastiktir, benim de son
derece soyut bir zaman kavrayışım var. Stüdyo ziyaretleri önemli, çünkü orası sanatçıyla küratörün, sanat hakkında, fikirler hakkında rahatça konuşabilecekleri, sözünü ettiğim karşılıklı alışverişi gerçekleştirebilecekleri mahrem, güvenli bir ortam. Kocaman, dağınık bir tavan arasında saatlerce konuşan iki kişi, stüdyo ziyaretlerine dair tipik bir imajdır. Son on beş yılda, aşırı hızlanan hayatlarımızla, her şey değişti; stüdyo ziyaretleri de bunun dışında kalmadı. Olayın stüdyo ziyaretinden lap-top ziyaretine, oradan Skype ziyaretine evrildiğini gördüm, hatta şimdilerde iPhone’da yapılıyor bu işler. Ancak hiç ama hiçbir şey, bir insanla veya bir sanat eseriyle aynı odada bulunma tecrübesini değiştirmeyecek, bu nedenle yüz yüze
Bir şeyler çatlağını bulduğunda..., Hera Büyüktaşçıyan, 2016
ziyaretler hala hayati önem taşıyor, bana göre. Bunun yanına şunu da ekliyorum: Bu meşhur stüdyo ziyaretinden daha önemli bir şey var, o da sürekli devam eden diyalog. Sergileri, sanatçıları, Skype, telefon vs üzerinden değil mümkün olduğunca yüz yüze ziyaret etmek, zamana yayılan sohbetler yapmak son derece önemli. Burada ‘speed dating’ yapmıyoruz, değil mi? Sahici bir diyalogdan söz ediyoruz, o da ancak zamanla gelişebilen bir şey. HB: Sanırım atölye ziyareti kısmı, sanatçının en özel alanıyla olan ilk karşılaşma ve tanıklık anı olduğundan, son derece 037
Building an Electronic Ruin, Andreas Angelidakis, Soft Ruin, 2015 Küratör: Mari Spirito
önemli. Bir nevi bir mabede girmekle aynı şey, bana kalırsa. Atölye aslında, sürekli bir üretim enerjisinin aktığı, aynı zamanda sanatçının dünyasına, yaşayışına dair de en çok şeyi söyleyebilecek olan yer. Dediğin gibi bu açıdan her bir küratörün bakış açısı birbirinden farklı . Kimileri daha çok üretim pratiğine dair paylaştığım düşünce ve hikayeleri dinleyerek düşünürken, kimileri de atölyede gördükleri bir işi gördükten sonra bunun üzerine konuşup eğer varsa zihnindeki kavramsal çerçeveye oturtmaya çalışıyor. Bu karşılaşma anlarını ilginç kılan da her buluşulan kişiyle geçen zamanın farklı biçimde akması . YÖ: Harçtan ve tuğladan muaf diye tanımladığın Protocinema’dan şimdi tuğlaların hafızasına dokunduğumuz çağdaş sanat mekanı Alt’a... Her yerin, serginin adresi olabileceği bir mekan ilişkisinde bugün kök salmak ve mobilite kavramları ile nasıl ilişkilendiğinizi konuşalım. Evren, mekanımız olabilir mi? MS: Evet, herhangi bir mekan, bir sanat mekanı olabilir, bunun tam tersi de doğrudur -sanat her türlü mekanda var olur. Örneğin Cevdet Erek’in bir otoparktaki işi ya da Protocinema’nın 2013’te sergilediği Trevor Paglen’in Prototype for a Nonfunctional Satellite’ı gibi... Alt sanat mekanıyla ilgili en muhteşem şeylerden biri, dev bir metropoldeki bir topluluğun içindeki bir topluluğun parçası oluşu, üstelik son derece özgün ve güzel bir grup mekandan oluşuyor, başka bir deyişle, Protocinema’yı hem muazzam bir şekilde dengeliyor, hem de ona karşı bir denge oluşturuyor. Bomontiada’nın 038
tarihi de önümüze birçok olasılık açıyor. Burada hem ileriye bakabiliyoruz, hem geçmişi düşünebiliyoruz. Alt, pek çok disiplini ve kültürü harmanlayan görsel sanatları, performans ve halka açık programları bünyesinde barındıran, gözenekli, esnek bir yer. Hem küresel meselelere hem sahadaki değişen koşullara karşılık gelen yeni sanatsal ifade biçimlerini paylaşmakla ilgileniyor, ayrıca bunların gelecek dinamiklerine gönül veren ve onları şekillendirmek isteyen birçok yaratıcıya olanak tanımak istiyor. Bu katılımcılık pratiği bize göre çok gerçek bir şey; süreçte her gün bir şeyler öğreniyoruz. Ve evren kesinlikle bizim mekanımızdır. HB: Çevremizdeki her şeyin ve en başta mekanların hızla değiştiği ve dönüştüğü bir dönemde yaşadığımızı düşünürsek, mobilite kaçınılmaz. Fiziksel olarak mekanlara uzun soluklu kök salamasak da, yaşanan mekan akışı ve hareketinin arasında yaratılan kimlikle kök salıyoruz. Yani ortaya çıkan her tür paylaşım alanının çatısı günümüz şartlarına bağlı olarak değişmek durumunda kalsa da ortaya çıkan bu alanın kimliği zihinlerimizde kök salabiliyor. Bu anlamda üretim ve paylaşım mobiliteye rağmen bir sürekliliği olduğu sürece kendini var etmeye devam ediyor. YÖ: Sanatçı ve küratör olarak, pratiklerinizde otobiyografik olanla nasıl ilişkileniyorsunuz? HB: Sanırım en zor şeylerden biri, kişinin kendi yaşamının derinliklerinde yatanları pratiğinde gözlemlemesi ve dengeli bir biçimde ilişkilendirmesi süreci. Her ne kadar üretimimin özünde hep kendi hikayemden yola çıksam da bunun sınırını iyi belirlemeye çabalıyorum. Aksi halde bir monoloğa dönüşme riski de var. Bu anlamda üretim kısmında otobiyografik olandan yola çıkıp genel ve evrensel olana açılabilecek bir çerçeve çizmeye çalışıyorum. Bu sadece üretilen işin kendi öznel hikayesi ile sınırlanmasını önlüyor hem de daha geniş bir alanda var olup daha farklı kitlelere ulaşabilmesini, farklı zihinlerde hayatını sürdürebilmesini sağlıyor. MS: Otobiyografi kaçınılmaz. Neden ondan kaçmak isteyelim ki? İşlerimizi sahici yapan o değil mi? Sanat, insanlarda bir şeylere dokunmakla ilgili. Kendimiz olma mecburiyetimizle ilgili. İstanbul’un sanat ortamı bana göre, burada olan büyük dönüşümlerden dolayı inanılmaz ilginç. Hayatımın ilk yıllarında yaşadığım bazı olaylar beni davranışların değişimiyle ilgili meselelerle ilgilenmeye, reform üzerine düşünmeye yöneltti. Ben, hem zihnime hem duygularıma bir şeyler söyleyen sanat eserleriyle ilgileniyorum; geçmişe dair bir kavrayışı olup içinde bulunduğumuz zamana dokunan; ancak ve ancak tek bir birey tarafından üretilebilecek olan, aynı zamanda evrensel bir etkisi olan işlerle... Kişisel ilgilerimin çoğu bilişsel düşünme süreçlerinin, algının ve inanç sistemlerinin etrafında döndüğünden, bir sonraki adım doğal olarak, ben sanatla ve sanatçıyla nasıl ilişki kurarım sorusu oluyor.
Türkiye’nin ekonomisi deyince bir yığın rakamdan bahsediyoruz ve elbette dışarıdan gelecek sıcak parayı kuş gibi izliyoruz. Ekonomi sadece dolar altın fiyatlarının iniş çıkışı değil aslında. Büyüme oranı da tek başına fazla bir şey ifade etmiyor. Anahtar büyümek değil kalkınmak. Kagider başkanı Sanem Oktar, Türkiye’nin, kalkınma yolunda neden kadınlara ihtiyacı olduğunu anlattı.
Röportaj:
Nevşin Mengü Fotoğraflar:
Gökhan Polat
040
SANEM OKTAR
Merkez Bankası’nın yeni başkanını, yeni ekonomi yönetimini nasıl buldunuz? Bu konuya birkaç perspektiften bakmak istiyorum. Bir tanesi, siz de rakamları biliyorsunuz, %4 büyümeyle iştah kabartan bir ülke durumundayız. İş kadını olarak baktığımda, bu hem bizim hem de üyelerimiz için önemli bir avantaj. Çünkü yatırımlar hala “devam” diyor. Bir de tabii kamu disiplini çok önemli. Mehmet Şimşek’in altını çok çizdiği bir durum bu. Avrupa ülkelerindeki rakamlara baktığınızda, Türkiye bu anlamda da çok iyi durumda. Hatta ona bakarsanız, enflasyon da kontrol altında. Dolayısıyla, makro düzeyde rakamlar yerlerine oturuyor. Ancak, bu iyimserliği piyasada hissedemiyoruz.
1
İşte bu çok enteresan, değil mi? Ciddi bir nakit sıkışıklığı var. Üyelerimizden işlerini küçültenler var. Şöyle bir rakam vereyim size, kadın girişimci sayısı altı ay önce 108 bindi. Şu an bakıyorum, 97 bin. Bunlar kapanan işyerleri gibi değil de, kendi başına işini kotarmaya başlayanlar olarak düşünülebilir. Diyelim ki ben mimarım, iki-üç kişiyi istihdam ediyorum, ama bakıyorum işler daralıyor, yürümüyor; eve kapanıyorum. İşimi evden yürütüyorum. Yani kapatmıyorum ama küçülüyorum. Böylece istihdam düşüyor. Rakamları takip edin: İş arayan kadınları da dahil ettiğimizde, işsiz kadın sayısı 1.1 milyona ulaşıyor. Toplam çalışan içerisinde kadın istihdam oranı yüzde 27.5 iken, kadınlar arasında işsizlik oranı ise yüzde 12.6. Bunların yanı sıra kadınların iş gücüne katılım oranı ise yüzde 31.5. Tabii turizme de değinmem lazım. Rusya ile yaşadıklarımız nedeniyle, Akdeniz ve Ege’de tarımla uğraşan üyelerimizden çok şikayet duyuyoruz. Sarsıldılar.
2
Madem konu oraya geldi, tabiri caizse bu işin kurtarır tarafı yok mu? Çok enteresan başka bir sohbette, turizmciler bu işin artık böyle gitme şansı olmadığını söylüyorlardı. ‘Her şey dahil’ oteller için her geçen sene giderek daha düşük fiyatlarla anlaşmalar yapılageldiği için ayda 30-35 bin yatak kapasitesi artırmak zorunda kaldıklarını söylüyorlardı. Belki bu durum, sektörün kendini yenilemesine, kendini gözden geçirmesine yol açacak.
3
“Makro veriler iyi ama siyaset yatırımcıyı korkutuyor,” diyorsunuz. Kadın ve erkek yatırımcı arasında fark oluyor mu, kadın daha cesur davranabiliyor mu? Tam tersi, kadın yapı itibarıyla daha kontrollü, daha güvenli ilerlemeyi seviyor. Kadın, girişimci olmadan önce, mutlaka bir yerde çalışıyor, sermayesini biriktiriyor, öğreniyor, ondan sonra tamam diyor. Evet, dünya erkek dünyası ama kadınlar için büyük şanslar var. Birazcık desteklemek gerekiyor. Bu yüzden kota diyoruz, bu yüzden kadın istihdamı diyoruz.
4
Sanem Oktar, sürdürülebilir bir gelecek için Gelecek Günü konferansında konuşurken
041
Geleneksel işletmeler bu kota meselesine nasıl bakıyor? Reddediyorlar. ‘Kadınlar zaten güçlü, ne gerek var kotaya’ gibi bir bakış açıları var. Biliyor musunuz, dünyada sadece 24 tane kadın devlet başkanı var. Yönetim kurullarında kadın sayısı az. Parlamentolarda da öyle. Oysa dünya nüfusunun yarısı kadınlar. E hani neredeler?
5
Kadın girişimciler bazı insanlar tarafından hala evinde yaptığı üç beş şeyi satan birileri gibi algılanabiliyor. Önyargı işte. Altını çizeyim, ben kadın girişimci derken istihdam sağlayan kadından bahsediyorum. Bu çok önemli. Kadın iş sahibi, kadına iş veriyor. Kadın kadını işe alıyor, ve bu, kadın istihdamına da destek oluyor. Kagider’in kuruluş amacı o. Girişim yoluyla kadını iş hayatında güçlendirmek. Üyelerimizin en az üç yıldır iş sahibi olmaları, en az beş çalışanlarının olması gerekiyor. Kadın parayı kazandığı zaman, eğitime, sağlığa, tekstile harcıyor ve para dağılıyor. Bir erkek üniversite mezunuysa çocuğunun üniversite mezunu olma olasılığı yüzde 50, bir kadın üniversite mezunuysa çocuğunun üniversite mezunu olma oranı yüzde 100. Kadınla sadece ekonomik olarak büyümüyorsunuz, kalkınıyorsunuz.
6
042
Kagider bu konuda ne yapıyor? Dünya Bankası’yla beraber yürüttüğümüz bir proje var. Fırsat Eşitliği Sertifikası veriyoruz. Şirketlere gidiyoruz, bakıyoruz, kadınları işe alırken nasıl alıyorlar, prezentabl “bayan” diye mi alıyorlar yoksa gerçekten ihtiyaç olduğu için mi? Kadınlar nasıl yükseliyorlar, mobbing olduğu zaman ne yapılıyor, şirket içerisinde kullanılan dil nasıl, hamilelik süreçlerinde ne yapılıyor, kreş var mı; bunları inceliyoruz. Dünya Bankası’nın belirlediği 21 kriter var, ne kadarı yerine getirilmiş, geri kalanlar nasıl yerine getirilebilir... İki-altı ay arasında değişebilen bir süreç söz konusu. Sonuçta, şirket içerisinde insan kaynaklarının yapısını değiştiriyoruz, toplumsal eşitlik eğitimi veriyoruz. Karşılığında da toplumsal fırsat eşitliği sertifikası sunuyoruz. Yani kadın dostu şirketsiniz diyoruz.
8
Kadın patronlar da kadın profesyonellere karşı önyargılı mı sizce? Bence öyle. Malum, bizde kadın patron çok, ama çoğu, babadan miras olarak şirket devralanlar. İyi ki babadan, eşten iş devralmış kadın yöneticilerimiz var. Bence onlar da çok değerliler. Ne olursa olsun, kadının farkını iş hayatına getiriyorlar. Ama kadın profesyonel olarak yükselmek çok daha zor. Ben Allbright’ın şu sözünü çok seviyorum: “Cehennemde özel bir yer var; yanındaki kadınları yükseltmeyen kadınlar için.” Benim inancım, bunu kişisel değer yargılarına değil, kurallara bağlamak. Kadın erkek eşitliği programlarının yaygınlaşmasının daha doğru olduğunu düşünüyorum.
7
Bu, şirkete nasıl bir avantaj sağlıyor? Bir, aslında CEO’nun buna inanması lazım. İki, bu karlılık meselesi. Şirket bir şeyleri ölçmeye başlıyor ve ölçmeye başlayınca, farkına varıyor. Kadın, özellikle çocuk bakımı ve doğum sırasında eğer şirketten destek görürse, geri dönüş oranı daha fazla, hem de sadakati çok yüksek oluyor. Doğru koşulları sağlayabilirseniz kadın aslında çok verimli bir çalışan.
9
jetset.com.tr | 444 5 387
Esmeralda Kosmatopoulos, teknoloji ve insan ilişkilerini enstalasyondan heykele kadar farklı disiplinlerle araştıran bir sanatçı. Şimdi telefonunuzu yavaşça kenara koyun, emojilerinizi bir süreliğine rafa kaldırın ve Esmeralda’nın insanlığın sanal
ESMERALDA KOSMATOPOULOS
dünyadaki dönüşümünü nasıl araştırdığına göz atın.
Röportaj:
Seza Bali
Lettres Croisées, 2015 Neon, wire, pegboard, transformer 216x122x10 cm
044
Esmeralda, ‘alter EGO’dan bahseder misin? Yeni teknolojilerin dili ve anlamı nasıl etkilediği ve duygularımızın teknolojik cihazlar aracılığıyla sanal alemde nasıl bir iletişim yarattığı her zaman ilgimi çekmiştir. Gerçek dünyada, sesinin tonu, beden hareketlerin ve en önemlisi yüz ifaden kelimelerine bir konteks katıyor, ama telefonda mesajlaşırken bütün duygular ve anlamlar aynı olsa da, dudakların kapalı, yüzün ifadesiz ve ellerin telefonuna sımsıkı sarılı... İfadenin fiziksel ipuçları yerlerini emojiler ve GIF’lere bıraktı. ‘alter EGO’da, yüzümü emojilerle yan yana koyarak, duyguların fiziksel ve sanal ifadesi arasındaki bağlantıları araştırıyorum. Aynı madalyonun iki yüzü durumu söz konusu.
1
En çok kullandığın emoji hangisi? Dönem dönem değişiyor. Genelde emojileri arka arkaya kullanıyorum, mesela bu aralar , veya kombinasyonları favorim. Arada sırada bir sohbetin ortasına alakasız bir ekliyorum. Emojiler bir sohbete edebi bir değer katmıyor ama kelimelere tatlı bir doku ekliyor. Bence onlar yeni “tekno-dil”in anahtar öğeleri ve her dilde olduğu gibi, onların da şekli ve kullanımı zamanla evrimden geçecek ve yer aldıkları döneme adapte olacak.
2
Kendinle ilgili ironik bir şey söyler misin? Paradokslarla doluyum. En bariz olanı, eğitimim ve yetiştirilme tarzım beni süper bir iş kadını olmaya doğru yöneltiyordu, ama sonunda kavramsal bir sanatçı oldum ve soyut düşünceleri deli işi enstalasyonlara çevirmeye başladım.
3
Fotoğraf: Jonathan Pozniak alter EGO - Winking Face, 2014 C-print on acrylic diptych, 40 x 40 cm
Hayatın daha yavaş aktığı Yunanistan’da doğdun. Şu anda orada yaşıyor olmak ister miydin? Yunanistan’da doğup Fransa’da büyüdüm. Çocukken hiperaktiftim, anne-babama beni sürekli aktivitelere götürmeleri için baskı yaparak, etrafımda hep insan olmasını isterdim. Kişiliğimin bu tarafları bugüne kadar beni etkilediği için tahmin edersin ki kendimi New York gibi hızlı akan bir dünyada daha rahat hissediyorum.
4
Rolünün sanatçı olarak ne olduğunu düşünüyorsun? Bağlantılar kurmak: Geçmiş ile gelecek, fiziksel ile sanal arasındaki bağlantılardan bahsediyorum. İnsanların kolaylıkla ilişki kurabildikleri, içinde kültürel semboller ve davranışlar taşıyan nesneleri kontekstlerinden ayırıp, onları sanal dünyaya özgün olan kodlar ve pratiklerle eşleştirerek, izleyiciyi kendilerini sorgulamaya davet ediyorum.
5
Çalışmalarında modern teknoloji ve onun yarattığı etkileri ele alıyorsun, bu tür konularla çalışırken, telefonda harcadığın zaman hakkında farkındalığın arttı mı? Ben de yakın zamanda bunun üzerine düşünüyordum ve Moment adında bir uygulama kullanarak günde kaç saatimi telefonda geçirdiğimi takip etmeye karar verdim. Ortalama dört saat harcıyormuşum. Bu vakit bana oldukça az gelmişti ama uygulamaya göre olması gerekenin çok üzerinde. Teknolojiyi nasıl ve ne kadar kullanmamız gerektiği konusundaki değerlendirmelerin ne kadar göreceli olduğunu da görmüş oluyoruz. Açıkçası, dijital diyalogların daha az gerçekçi olduğunu düşünmüyorum. Hayatımın büyük bir kısmının dijital iletişim ile geçtiğini düşünürsem, bu düşünce gerçek olsaydı benim hayatım da bir yalan olurdu.
6
045
Bu aralar Los Angeles’taki Sanat ve Koku Enstitüsü ile çalıştığın projeden de bahsedelim. Ziyaretçileri rengin kavramını araştırmaya teşvik eden ‘Dessine moi un arc-en-ciel’ projesinde görme engelli kişiler ve birkaç parfümörle birlikte çalışarak gökkuşağının her rengi için bir koku yarattık. Her katılımcı bir renge odaklanarak parfümörün yardımıyla birlikte o rengin dokusu, derecesi, tadı ve kokusu ile ilgili fikirler üretti. Parfümörler bu anahtar kelimeler ve kişisel hikayelerden yola çıkarak kelimeleri kokuya çevirdiler. Önümüzdeki aylarda bu projeyi Los Angeles’ta yedi ayrı yerde sergileyeceğiz. Ziyaretçi her mekandaki tek bir renk ile “kokusal olarak boyanmış” boş bir alana girecek ve o renkle ilişkilendirdiğimiz duyusal dünyaları keşfedecek. Amaç, koku dolu bir dünya yaratmaktan ziyade, içsel bir zaman ve mekan yolculuğuna çıkarak kokuyla alakalı hatıraları ortaya çıkarmak.
10
Fifteen pairs of mouths, 2016, Plaster, steel, wood 30 x 152 x 30 cm (each)
‘Fifteen Pairs of Mouths’ serisinde ellerimizin birer uzantısı haline gelen cep telefonlarından yola çıkıyorsun. Farklı geçmişleri ve hikayeleri olan 15 kişiyi atölyeme davet edip, mesaj kullanırken -buna parmaklarıyla konuşurken de diyebiliriz- en çok yaptıkları el hareketlerinin alçısını aldım. Her bir elin kendine özgün şeklini ve o hareketi yaparken büründüğü hali görmek çok entersandı. 30 el heykelini sergilediğim enstalasyonda Bruce Nauman’ın insanların sadece elleriyle iletişim kurduğu yolları irdeleyen ‘Fifteen Pairs of Hands’ projesine referans veriyorum, ancak ben, konuşurken dudaklarımızın ve hareketlerimizin parmaklarımızla değiştiği iletişim yollarını sorguluyorum. Telefonları eklemediğim bu enstalasyonda, bu eller aşina olduğumuz hareketlere bürünerek soyut heykellere dönüşüyor.
7
046
İnsanların duygularını ifade etme becerilerini kaybettiğini söylüyorsun. Duygu kaybına uğradığımızı düşünmüyorum ama yeni beceriler kazanarak alışık olduğumuz duygu ifadelerini kaybediyoruz. İnsanı insan yapan şey hissedebilmemiz, duygularımızı ifade etmemiz ve onları paylaşabilmemizden geçiyor. Teknolojinin insanlığın temel davranışlarının ve ihtiyaçlarının önüne geçebileceğine inanmıyorum.
8
Sanatın, insanların aynı anda birden farklı yüzeyde var olduğunu vurguluyor. Teknoloji bizi birden çok iş yapma konusunda geliştirdi mi yoksa tek bir şeye bile odaklanmakta zorlanıyor muyuz? İnternet ve sosyal medya ile, kişiliğimiz kendi bedenimizden dışarıya çıkmaya başladı, artık aynı anda hem analog dünyada hem de sanal dünyada var olabiliyoruz. Telefonlarımızdaki uygulamaları hafızamızın hard diskleri gibi kullanıyoruz. Ama bunun da bir dezavantajı var; bilgi fazlalığı içinde boğuluyoruz ve bir şeyleri kaçırma endişesiyle yaşamaya başlıyoruz. Ayrıca, yeni teknoloji hastalıklarından da bahsetmeliyiz, nomofobi, cyberchondria -internette hastalık semptomları hakkında araştırma yapıp endişelenmek-, bilgi fazlalığı sendromu...
9
Koku, telefonlarımızla deneyimleyemeyeceğimiz bir duyu. Bunun da zamanla değişeceğini düşünüyor musun? Kokusal hatıra çok kuvvetlidir, ve teknoloji firmaları uzun süredir kokuyu telefonlarımıza eklemeye çalışıyor ama ben buna ihtiyacımız olduğunu düşünmüyorum.
11
12
Bu aralar baş ucunda ne var? Telefonum...
Dünyanın en önemli mimarlarından birinin, Rem Koolhaas’ın ortağı olarak, çok önemli işlere imza atıyor. Ama o mimarlığın insani tarafında... Ve hala tutkuyla bağlı olduğu projeleri, peşine düştüğü hayalleri var. Ippolito Pestellini, bu
IPPOLITO PESTELLINI geçmişi ve hayalleriyle bizi şaşırtmayı başarıyor. LAPARELLI röportaj vesilesiyle,
Röportaj:
Bahar Türkay Fotoğraflar:
Rob Funcken
Rob, Ippolito’yu Rotterdam’da, yeni taşındığı evinde, XOXO için fotoğrafladı.
048
1
Nihai hayalin nedir? Bir sinema filmi yönetmek.
Mimarlık dünyayı değiştirebilir mi ya da değiştirmeli mi? Mimarlık sosyal bir uygulama. Dolayısıyla insana ve toplumlara hizmet etmesi gerektiği varsayılıyor. Böyle bakınca dünya üzerinde her daim bir etkisi var. Bunu başarıyla yerine getirip getirmediğiyse başka bir soru.
2
Uzun süredir OMA’dasın, 2014 yılından itibaren de ortaklardan biri oldun. Bu herhangi bir fark yarattı mı? Artık ofisin stratejik planlama sürecine daha fazla dahil oluyorum. İşim, sanat direktörlüğü ile benzer bir hal aldı. Projelerle ilgili günlük işlerden ziyade, kavramsal ilkeleri belirlemek, içeriğe odaklanmak, müşteri ilişkileri gibi şeylerle daha fazla ilgileniyorum. Yine de, yakından takip etmekten keyif aldığım bazı özel projelerde istisnalar söz konusu. Böyle durumlarda işin en güzel tarafı, yaratıcı kaos ve heyecan, ekiple birlikte geçirilen uzun geceler ve modelleme...
3
Rem Koolhaas ile birlikte çalışmaya nasıl başladın? Eğitimim sırasında çalışmalarımın bir bölümünü ABD’de ve Hollanda’da Delft University of Technology’de yaptım. Politecnico’dan mezun olduktan sonra, bir multimedia ofisinde çalışıyorken, şansımı denedim ve OMA’ya özgeçmişimi ve portfolyomu gönderdim. Ofisin disiplinlerarası DNA’sı benim ilgi alanlarıma çok uygun görünmüştü. Şansım varmış ki, o esnada işe alım yapıyorlardı ve bana da Rotterdam’da staj teklif ettiler.
4
Fotoğraf:
OMA/AMO’da odaklandığın alan koruma, perspektif sanatı (scenograpy) ve küratörlük. Bir tarafta dönüşüm ve yenileme projelerini yürütüyorsun, diğer tarafta ise sorumlulukların arasında AMO bünyesinde Prada ile birlikte gerçekleştirilen, moda gösterilerinin sahne tasarımı, özel etkinlikler ve videoların sanat yönetimi gibi işler var. Bu iki uçtaki işlerin yaratıcı süreçleri nasıl bir zihinsel değişim gerektiriyor? Kendimi mimar veya küratör olarak tanımlamıyorum. Benim için önemli nokta şu ki; mimarlık bir vakumdan ibaret değil, daha ziyade, pek çok farklı disiplin ve unsurun kesiştiği noktada yer alıyor. Dolayısıyla bir projeyle diğeri arasında bir zihinsel değişim söz konusu değil. Aslında perspektifle ilgili bir deneyimi bir koruma projesine uyarlamak veya bir video senaryosu benzeri yeni bir tasarım yaklaşımı geliştirmek işe canlılık katıyor.zevk tarafından yönetildiğine inanan, ıslah olmaz bir Freudyenim. Bence arzular hayatımızdaki en büyük itici güç. Bu konuyu farklı şekillerde işleyebilir ve ortaya farklı hikayeler çıkarabilirsiniz, fakat sonuçta hepimizin özünde yatan ve bizi hassas ve kusurlu yapan budur. Ve etkileyici olan da kusurlu olandır. Ya da belki de ben bir röntgenci ve sapığım.
Alberto Moncada, Courtesy of OMA
5
2016 SS Prada Men’s and Women’s Show
6
Modayla aran nasıl? Süreç ve endüstri açısından ilgileniyorum. Modanın yaratıcılık konusundaki çevikliği, kültürel değerlere yeniden şekil verme konusundaki becerisi, adeta askeri düzendeki organizasyon yapısı ve hızı beni ortaya çıkan ürünlerden daha fazla büyülüyor. Küratörlük son zamanlarda fazlaca eleştirilen bir pratik. Diğer taraftan, yaratıcı endüstrilerde çalışan pek çok kişinin ulaşmak istediği son nokta. Küratörlüğü bu kadar çekici kılan nedir? Kendimi küratör olarak adlandırmıyorum. Ben ara sıra sergi küratörlüğü ve tasarımcılığı yapan bir mimarım. Tabii küratörlüğün, mimarlığın bir tür formu olduğunu söyleyebilirsin. Güncel eleştirilere katılıyorum; tanım fazla belirsiz ve doğaçlamaya çok müsait. En başarılı küratörlerin diğer disiplinlerden geldiğini düşünüyorum. Film yapımcıları, bilim insanları, gazeteciler ve hatta hacker’lar daha ilgi çekici ve belirgin bakış açıları getirebiliyorlar. Küratörlük, sağlam ve güvenilir bir hikaye üzerinden bir argüman geliştirmekle ilgili.
7
049
Nisan ayında Politecnico di Milano’da ‘Did Anyone Say Public?/Biri Kamusal mı Dedi?’ başlıklı bir sunum gerçekleştirdin. Sunum, kamusal alanın dönüşümüne ve OMA’nın işlerinin bu süreçteki rolüne odaklanıyordu. Toplumsal dönüşümde ve karar süreçlerinde toplumsal etkinin güçlenmesinde mimarlık nerede duruyor? Pazar ekonomisinin yükselmesiyle birlikte kamusal alanın değeri radikal şekilde değişti. Özelleştirmenin ilerlemesiyle, her yana yayılan konfor ve güvenlik ihtiyacı ve aşırı düzeyde kuralların konulmasıyla birlikte kamusal alanın rolü indirgenmiş oldu. Bir zamanların kolektif değer üreten, politik temsiliyete sahip ve kent yaşamının bir parçası olan kamusal alanı, günümüzde yerini ticarileşmeye ve tasarıma bırakıyor. Bu süreç kaçınılmaz bir kamu direncini beraberinde getiriyor. Gezi Parkı protestoları ve Taksim Meydanı böyle bir mücadelenin ve değişimin örneği. Mimarlık buna uygun kamusal alanlar geliştirmeye elbette yardımcı olabilir, en özelleştirilmiş durumlarda bile... Aynı zamanda, kolektifliğin planlamada gerçek anlamda sesini duyurabildiği katılımcı süreçleri başlatma ve bir kalıba oturtma konusunda yardımcı olur. Ancak tartışma en nihayetinde politik zeminde devam eder.bulandırıcı bir biçimde abartılan bir durum. Güzellik bence kapitalist bir konsept olmasının yanı sıra, her şeyi cilalı yüzeylere indirgeyen jenerik bir estetik anlayışına neden oluyor.
8
050
Fotoğraf:
Andrea Sarti, Courtesy of OMA Monditalia, Venice Biennale 2014
Mimarlık olmasa ne olurdu? Sinema. Oyunculuk, yönetmenlik veya senaryo yazarlığı... Geçmişte oyunculuk yaptım ve bir noktada bu kariyerimi devam ettirmeyi düşündüm.
9
Çalışırken kendi karakterin nerede duruyor? Mümkün olduğunca uzakta... En azından niyetim bu yönde. Ancak bazen bu niyeti gerçekleştirmek zor olabiliyor. Sonuçta her proje bir şekilde kişisel.
10
OMA’da üzerine çalıştığın en iddialı proje neydi? 2014’teki Venedik Mimarlık Bienali’nde yer alan Monditalia sergisi, küratöryel zorluklardan dolayı iddialıydı. Sergi Venedik Bienali tarihinde ilk kez mimarlık ve sinema, dans, tiyatro ve müzik gibi bölümleri bir araya getirdi. Venedik’teki tarihi Fondaco dei Tedeschi binası ise, güncel mimariye doğal olarak muhalif oluşuyla ve tarihi bir kentte tarihi bir bina üzerine çalışmanın karmaşıklığı nedeniyle iddialıydı.
11
Kendi tasarladığın veya süreçlerinde yer aldığın binaları normal izleyici gibi gezebiliyor musun? Milano’daki Fondaziona Prada mesela... Tasarımına dahil olduğunu unutmak biraz zaman alıyor. İlk zamanlar korkunç; aşırı derecede eleştirel oluyorsun ve sürekli beğenmediğin veya hatalı bulduğun şeylere işaret etmekle vakit geçiriyorsun. Zamanla doğal bir mesafe alma ve tarafsızlaşma başlıyor ve mekanın amacına ve sunduklarına uygun olarak keyif almaya başlıyorsun. Sonrasında normal bir ziyaretçi haline gelebiliyorsun.
12
Fotoğraf:
Venedik Mimarlık Bienali yeni açıldı. 2010 yılındaki bienalde OMA’nın sergisinin eş küratörlüğünü üstlenmiştin. Kendi Venedik deneyimin üzerinden, bu yılki bienalle ilgili ne düşünüyorsun? Venedik güzel ve aynı zamanda çok karmaşık bir kent. Ulaşılacak ve anlaşılması gereken birkaç katman var. En vurucu ve sürprizli tarafı saklı vahşiliği. Kentin tarihi yüzeyinin altında pek çokları için görünmez olan ancak kentin işlemesi için çok önemli, keşfedilesi bir modernite var. Bu yılki Mimarlık Bienali ile ilgiliyse ne bekleyeceğimi bilemiyorum. Görmem gerekiyor.
Delfino Sisto Legnani and Marco Cappelletti, Courtesy of OMA
13
Il Fondaco dei Tedeschi, 2009-2016
Bir sonraki büyük iş ne? Berlin’deki ikonik mağaza KaDeWe’nin (Kaufhaus des Westens) dönüşümü. Mağaza Avrupa’nın en büyüklerinden biri ve ilginç bir geçmişi var. Soğuk Savaş sırasında Batı Almanya’nın yaşam tarzını Doğu tarafına göstererek bir tür propaganda makinesi işlevi görmüş.
14
Ailenin yeni üyesiyle birlikte hayat nasıl gidiyor? Yorucu, korkutucu, güzel, enerji dolu, şaşırtıcı ve beklenmedik... Sürekli bir laboratuar gibi ve devamlı bir keşif hali var. Kulağa klişe gibi gelebilir ama her şey daha ilgi çekici bir hal aldı.
15
051
Gallant, yeni albümü Ology ile kaydadeğer çıkışını sürdürürken, evrene soru işaretleri yollayarak kendi dünyasını büyütmeye devam ediyor. Biz de bu sırada araya girip ona sorularımızı yöneltiyoruz. Karşılaştığımız cevap tonu oldukça samimi, doğal ve açık.
Röportaj:
Alican Öyke Fotoğraf:
Hayden Belluomini
052
GALLANT
Ology’nin kapağında, sahne dekorunda ve kıyafetlerinde hep bir üzgün surata rastlıyoruz. Hikayesi ne? Çocukluğumdan beri gözümün önüne gelen ve oraya buraya karaladığım bir çizim. Bilinçaltım onu sürekli bana hatırlatmaya çalışıyor ve ben de onu işlerimde kullanmaya devam ediyorum.
5
Gallant, denge nedir? Birçok gerekliliğin kendi uyumu içinde hiç zorunluluk oluşturmadan gerçekleşmesi, kocaman bir yapacaklar listenizin oluşu ve aynı zamanda tüm bunları oluruna bırakmanız. Endişenin samimiyetle bir araya gelişi.
1
Bir şarkıyı güçlü yapan nedir? Söylemeye çekindiğiniz, kimseye anlatamadığınız ve duymak istemeyeceğiniz şeyleri size söyletiyorsa o parçada bir şeyler vardır. İyi bir şarkının yoğun bir etki bırakması gerekir. Bu etkiyi bende yaratan şarkılarım olmasaydı nasıl biri olurdum hayal bile edemiyorum.
7
‘Weight In Gold’ parçanda evrene seslendiğini duyuyoruz. Aynı zamanda Ology albümünde de ‘Oh, Universe’ isimli bir parçan var. Evrenle sık sık konuşuyor musun? Kesinlikle. Bir şekilde, kendimi sürekli bunu yaparken buluyorum. Bu kendimle konuşmamla hemen hemen aynı şey, ancak evreni bir özne olarak karşıma almak hoşuma gidiyor.
2
Müziğinden, çoğu zaman alternatif R&B olarak bahsediliyor. Bu etiket hakkında ne düşünüyorsun? Bu galiba birçok farklı şeyin birleşimini ifade ediyor. Malum, R&B kökleri geçmişe dayanan bir müzik, günümüzden etkiler barındırdığında da hemen başına ‘alternatif ’ yakıştırması geliyor. Tabii ki insanların müziğimi dinlemeleri ve takip etmeleri tüm tanımlardan önemli. Ardından, ona istedikleri ismi verebilirler.
3
Dik çıkışların, sivri ve melodik falsetto’ların müziğinin belki de en belirgin tarafı. Bunun için çok çalıştın mı? Özel bir eğitim almamış olsam da kendi başıma kaldığım zamanlarda sesimin üzerine gittim. Sesim dik noktalara ulaşmaya her zaman yatkındı ve ben de sınırlarımı zorlamayı denedim.
4
Fotoğraf:
Jack McKain Gallant, Seal’la Weight In Gold
Seal, Jhene Aiko ve Sufjan Stevens gibi isimlerle birlikte çalıştın. Onları senin de içinde bulunduğun bu ortak kümede tutan şey ne olabilir? Bu isimlerin tümüne ayrı ayrı hayranlık besliyorum ve onlarla müziği paylaşmak benim için çok büyük bir onur kaynağı. Söz konusu ortaklığı ise; estetik benzerlikler, ortak etkileşimler ve müziğe karşı duyulan tutku besliyor olabilir.
düeti için stüdyodayken
6
‘Ology’ ya da ‘Gallant-ology’ senin için ne ifade ediyor? Albüm benim için yoğun bir bireysel iletişim sürecinin sonucu. Kendimi, duygularımı ve yaşadıklarımı farklı bakış açılarıyla değerlendirdiğim ve samimi olduğum bir çalışma oldu. Kendim üzerinde çalıştığım bir dönemin bulguları adeta.
8
053
İş dünyasında olduğu kadar arkadaş çevresi tarafından da çok sevilen bir isim Kerim Polat. Ön planda olmayı çok sevmeyen, iş ve sosyal hayatını çok güzel dengeleyen ve oldukça eğlenceli biri. Polat Holding’in üçüncü kuşak temsilcisi olarak sessiz ama emin adımlarla ilerleyen yakın arkadaşıma sizler için merak ettiklerimi sordum.
Röportaj:
Tanem Sivar Fotoğraflar:
Gökhan Yorgancı
054
KERİM POLAT
Futbolla aran hala iyi mi? Futbol çocukluğumdan beri sahip olduğum en büyük tutkularımdan biri. Ama maalesef son yıllarda sporun birleştirici unsurlarından biraz uzaklaştık, hatta aşırı fanatizm bizi ötekileştirmeye başladı. Bunun yanında futbol bütün dünyada olması gerektiğinden daha fazla endüstriyelleşti ve doğasını, ruhunu kaybetti. Bu sebeplerden dolayı eskisi kadar ilgili değilim. Futbol dışında basketbolu ve kayak kaymayı çok seviyorum.
7
1
Kerim, cesaret nedir? Korktuğunu kabul edebilmektir.
Başarılı bir dede ve tanınmış bir babanın ardından gözler sana çevrili. İnsanların seni yeterince tanıdığını düşünüyor musun? Hayır, pek tanındığımı düşünmüyorum. Ama tanıyanların da benim hakkımda yanlış bir şey bildiğini sanmıyorum. Beni bir gündür de senelerdir de tanıyan insanlar aynı şeyi düşünüyordur.
2
Babanla aranızdaki iş dengeleri nasıl? Bizim her zaman çok yakın ve samimi bir ilişkimiz olduğu için, iş hayatımın ilk aylarında baba-patron dengesini bulmakta zorlandım. Ama biraz zaman ve sabırla dengemizi bulduk.
3
Hangi sektörde daha yoğun çalışıyorsun? Yeni nesil olarak, ablamla ve kuzenlerimle grubumuzun içinde farklı sektörlere yoğunlaştık. Tabii ki her iş koluyla ilgileniyoruz ama bu iş bölümü bize bir konu üzerinde derinlemesine yoğunlaşma şansı veriyor. Bana da en çok keyif veren gayrimenkul geliştirme olduğu için inşaat sektöründe daha yoğun çalışıyorum.
4
Üstündeki sorumluluk bazen sana yük oluyor mu? İlk başlarda öyle olduğunu hissediyordum, elbette. Ancak edindiğim tecrübe sayesinde hedeflerim ve hayallerim şekillendi. Dolayısıyla artık bu dengeye ayak uydurmakta zorlanmıyorum, aksine bundan keyif alıyorum.
5
İstanbul senin için ne ifade ediyor? Huzur ve kaosun birleştiği nokta. Gün içinde ikisini de dolu dolu yaşıyorum. Bazen saatlerce iltifat ediyorum, bazen ‘İstanbul, yordun beni’ diyorum. Galiba şehri sevgilim gibi görüyorum.
8
Okul yıllarında aile şirketine devam etme hevesiyle mi büyüdün yoksa başka hayallerin var mıydı? Aslında bunu çok istemiyordum. Ben neredeyse lise yıllarıma kadar Galatasaraylı futbolcuların arasında büyüdüm. Gerçekten çok da iyi futbol oynuyordum, haliyle futbolcu olmak istiyordum. Hatta Beşiktaş’ın o zamanki efsane altyapı antrenörü Serpil Hamdi Tüzün beni takım istemişti. Ama maalesef Türkiye’de spor ve akademik hayatınızı aynı anda yürütmeniz çok zor, buna dayalı bir sistem yok.
6
055
Piyalepaşa projesinden beklentiniz ne? Grubumuzun bugüne kadar geliştirdiği en büyük ve değerli proje. 15 senedir devam eden bir emek var. Birçok farklı yönünden bahsedebilirim ama benim için en hassas nokta grubumuzun kimseyi mağdur etmeden çözüme ulaşma kararı. Bu kararın arkasında durabilmek için çok emek sarfedip çok büyük fedakarlıklar yapıyoruz. Şunu biliyorum ki, proje bittiğinde, projenin hayatına dokunduğu herkes iyi dileklerini bizden eksik etmeyecek. Ayrıca Piyalepaşa İstanbul’un kentsel dönüşümün nasıl yapılması gerektiğine dair bir emsal teşkil edeceğini düşünüyorum.
9
Polat Holding’in sanata yaklaşımı nasıl? Bugüne kadar sanata destek verdiğimiz projeler oldu ancak yeterli düzeyde olduğunu söylersem bu işi çok iyi yapanlara haksızlık etmiş olurum. Şu an için Piyalepaşa İstanbul’da odağında sanatın olduğu güzel projelerimiz var. Bir şeyler anlatmak için erken, daha çok başındayız. Ben bu konuyu proje tamamlandıktan sonra da devam ettirip grubumuzun sanata olan katkısını artırmak istiyorum.
10
056
Şirket için hayallerin arasında en başta neler var ? Şehirlerin veya semtlerin tarihi dokularını bozmadan, mimari tasarımıyla öne çıkan projeler gerçekleştirmek istiyorum. Piyalepaşa İstanbul ile buna başladığımıza da inanıyorum. Maalesef Türkiye’de mimarlara özgürce çalışma alanları verilmiyor. Çok yetenekli ve bilgili mimarlarımız var ama bu insanlardan yetenekleri doğrultusunda yararlanabildiğimizi düşünmüyorum. Hayallerime yeşil binaları da ekleyebiliriz. Kendi enerjisini üreten binaları yapmak artık zor değil, sadece maliyetli, ama talep az ise iş maliyetli olur. Dolayısıyla, bu konuda insanları daha da bilinçlendirmemiz gerektiğini ve bunun artık bir lüksten çok ihtiyaç olduğunu anlatabilmemiz gerektiğini düşünüyorum.
12
Baban 90’larda İstanbul Büyükşehir Belediye adayı olmuştu. Sen siyasete girmeyi hiç düşündün mü? O dönemde babamı çok destekledim ve hep yanında oldum ama doğruyu söylemek gerekirse içten içe kazanmamasına sevindim, çünkü benim için ailemin huzuru ve benim iç huzurum her şeyden daha önemli. Belki bu biraz bencilce bir yaklaşım çünkü biliyorum ki kazansaydı çok başarılı olacaktı. Benimse siyasete hiçbir zaman ilgim olmadı, bundan sonra da olacağını sanmıyorum. Her şeyden önce senin de bildiğin gibi benim beynimle dilimin arasındaki mesafe biraz kısa. Genelde düşündüğüm ağzımdan çıkıyor, bu yüzden başarılı olamazdım, bir de tabi devamlı göz önünde olmak, istediğim bir hayat tarzı değil.
11
Derya Atıcı
Frame Clock
Luca Guadagnino, Moschino ve Ferragamo gibi markalar için yaptığı işlerle ve tabii, 2009 tarihli, çökmekte olan bir İtalyan hanedanını resmederken aynı zamanda da arzuların temellerine inen I Am Love adlı filmiyle uluslararası üne kavuştu. Yönetmenle, benzer bir temanın hakim olduğu son psikoseksüel dramı A Bigger Splash’ten konuya girip, ortak noktalar üzerinden sinema dilini konuştuk.
Röportaj:
Nando Salvà
058
LUCA GUADAGNINO
Neden başka bir filmi, hatta pek de ilgi çekici bulmadığınızı söylediğiniz 1969 tarihli La Piscine’i temel alan bir film yaptığınızı merak ediyoruz. La Piscine’den aldıklarım yalnızca dört kişi, yazlık bir ev ve bir çatışma. Sonrasındaysa pek çok farklı kaynaktan esinlendim. David Hockney’nin ‘A Bigger Splash’ isimli tablosu bunlardan biri; onun yarattığı gizem duygusuna hayranım. Ve tabii Rossellini, Hitchcock ve Godard gibi yönetmenlerden de bir şeyler arakladım. Geçmişe dair kuvvetli bir bilgi birikiminiz yoksa geleceğe de bir katkıda bulunamayacağınıza inanıyorum. Başka bir deyişle orijinallik şişirilmiş bir konsept. Günümüzde orijinal hiçbir şey kalmadı; mühim olan bakış açısı ve kontrol derecesi. Ve açıkçası ben tam bir kontrol hastasıyım.
1
A Bigger Splash, bir önceki filminiz I Am Love’a eşlik eden bir yapım özelliği taşıyor mu? Bana kalırsa hiçbir yönetmen filmlerini büyük bir planın parçası olarak düşünmez. Fakat şu anda baktığımda iki filmin arasındaki benzerlikleri görebiliyorum: İşledikleri sosyal yapı, zengin insanları ve insanların başkalarının hayatlarından beklentilerini anlatış biçimleri... Ve her iki film de benim güç ilişkilerine olan ilgimi gözler önüne seriyor. Şu da var ki I Am Love’da kasti bir dışlama söz konusuyken, A Bigger Splash sahip olma hissiyle ilgili; karakterler birbirlerine sahip olmak ya da hakimiyetten kurtulmak için birbirleriyle çatışma halindeler.
2
A Bigger Splash, 2015
Bu, aslında, oyuncularınızın detaylı bir biçimde vücut ve tenlerine odaklanmanızı açıklıyor gibi… Eğer benliğimizin özünde yatan arzularsa, o zaman kim olduğumuz, ne olduğumuz üzerine düşünmeliyiz. Biz bedenimiziz, bedenimiz varlığımıza işaret ediyor ve kendimizi bedenimizle ifade ediyoruz. İnsan vücuduna karşı büyük bir empati besliyorum; kırılgan, kusurlu ama aynı zamanda da olağanüstü bir tenselliğe sahip. Gerçekten sevdiğim filmlerin hepsi son derece tensel. Ve ben de karakterlerimin konuşmaktan ziyade hareketlerle kendilerini ifade etmelerini tercih ediyorum. Günümüzde sinemanın konuşan insanlar topluluğundan oluşur hale gelmesini ise trajik buluyorum. Son 25 yılda çekilmiş filmlerin çoğu salt diyalogdan ibaret, halbuki film daha ziyade görsel olmalı.
4
3
Her iki filminiz de arzunun dinamiklerinden bahsediyor. Bu konu neden ilginizi
çekiyor? Her şeyin arzu ve zevk tarafından yönetildiğine inanan, ıslah olmaz bir Freudyenim. Bence arzular hayatımızdaki en büyük itici güç. Bu konuyu farklı şekillerde işleyip, ortaya farklı hikayeler çıkarabilirsiniz, fakat sonuçta hepimizin özünde yatan ve bizi hassas ve kusurlu yapan budur. Ve etkileyici olan da kusurlu olandır. Ya da belki de ben bir röntgenci ve sapığım.
059
A Bigger Splash güçlü bir estetik duygusuna sahip. Filmlerinizde bilinçli bir şekilde güzelliği yakalama çabasında mısınız? Sinemada güzellik arayışı mide bulandırıcı bir biçimde abartılan bir durum. Güzellik bence kapitalist bir konsept olmasının yanı sıra, her şeyi cilalı yüzeylere indirgeyen jenerik bir estetik anlayışına neden oluyor.
5
Karakterleriniz arasındaki ilişkilerde neden rock’n’ roll endüstrisini merkeze koyduğunuzu da merak ediyoruz. Rock’n’ roll’u filmin önemli temalarından birini vurgulamak için kullandım: Geçmişte kalmış, onarılması mümkün olmayan bir aşka duyulan özlem. Bir hayat tarzı olarak düşünecek olursak, rock and roll, bir tür ütopyanın yitirilişini kabullenmek istemeyen insanların nostaljik bakış açısıyla bağlantılı. Rock verdiği sözleri tutamayan bir devrimdi: Hızlı yaşayıp genç ölmemiz gerekiyordu, oysa ki halen buradayız.
6
Tilda Swinton ile işbirliğinizi de konuşalım. Birlikte üç uzun metrajlı film, bir kısa film ve bir de belgesel çektiniz. Onu ilham periniz olarak mı görüyorsunuz? Bu tanımı sevdiğimi söyleyemem, zira Tilda ilham perisi olmanın çok daha ötesinde. İlham perisinin tek işlevi bir adama ilham vermek. Kısacası, yaratıcı olan kişi adam ve ilham perisi de güzelliği ve zarafetiyle ona ilham vermekten başka bir şey yapmıyor. Bir başka deyişle, ilham perisi bir objeden ibaret ve Tilda için bunu söyleyemeyiz: Yaptığımız işlerde onun yazarlığı da en az benimki kadar mevcut. Benim aradığım ilham perisi değil; partnerlerim olmasını tercih ediyorum, çünkü işbirliği mücadeleye, mücadele de yaratıcılığa yol açıyor.
7
060
I Am Love, 2009
La Piscine Fransız Rivierası’nda geçiyordu. A Bigger Splash’i neden Pantelleria Adası’na taşıdınız? Karakterleri çevreleyen ortamın, onları ve davranışlarını etkileyen, sessiz bir karakter görevini üstlenmesini istedim; bir yandan gerçeği ortaya çıkaran, diğer taraftan da çatışmaları yansıtan bir ayna gibi olmasını istedim. Pantelleria son derece hiddetli bir yer; sakin fakat sürekli aktif olan bir volkanın üzerinde oturuyor, ayrıca müthiş rüzgarlı ve sıcak, aynı zamanda da geceleri beklenmedik şekilde soğuk. Bu özellikler hoşuma gidiyor.
8
Filmde havuzun da önemli bir yeri var. Önceki filmleriniz Melissa P. ve I Am Love’da da havuzlara yer vermiştiniz. Havuzlara olan ilginiz nereden geliyor? Bilinçsizce bir biçimde beni korkutan yerlere geri dönüyor olmalıyım. Yüzemiyorum. Eğer beni yeterince derin bir havuza atarsanız boğularak ölebilirim. Filmlerimi korkularımla yüzleşmek için kullanıyorum galiba.
9
Göçmen krizi konusuna neden yer verdiniz? Filmin dört karakteri de yalnızca kendi dünyalarında yaşayan ve çevrelerinde olup biten önemli problemlerle pek de alakalı olmayan tipler. Benim de vurgulamak istediğim, kendimizle haşır neşirken diğerlerini ihmal edişimiz. Ayrıca Pantelleria’da geçen bir film yapıp orada olan günlük olaylardan bahsetmemek son derece ikiyüzlüce olurdu. Fakat birçok kişinin bu görüşe katılmayacağının farkındayım.
10
Film İtalyan basını tarafından bu nedenle mi yuhalandı dersiniz? Pek çok önemli film Venedik Film Festivali’nde yuhalanmıştır, örneğin Godard’ın Prénom Carmen’i. Ne diyebilirim ki? Bir İtalyan özdeyişine göre aptal insanların annesi her daim gebedir. Katılıyorum. İtalyan sineması son derece dar görüşlü; kariyerine asi ve düzen karşıtı bir yönetmen olarak başlayıp, sistemi destekleyen birisi olan Nanni Moretti gibi son bulursun. Bense İtalyan film endüstrisinin yüz karası olarak görüldüm hep. Eşcinselim ve film okulundan mezun değilim. Ülkeme özgü konulara yer vermiyorum, yani kozmopolit olmaktan korkmuyorum. Yurttaşlarım beni sevmiyor, fakat bu hakikaten umurumda değil.
11
Disney Channel sayesinde hayatımıza giren ve akabinde kaşla göz arasında, nasıl olduğunu anlamadığımız bir şekilde peluş ayıları seks oyuncağı haline getiren Miley Cyrus’un moda sektörüne uyarlanmış bir versiyonu olarak Bobby Abley’le tanışın. Kendisi Mickey Mouse’u karanlık tarafa çekme konusunda ısrarcı.
Röportaj:
Utku Palamutçu Fotoğraf:
Thomas McCaughan
062
BOBBY ABLEY
Peki tasarımların yoruma açık mı? Elbette. Hazırladığım koleksiyonlar üzerine olumlu ve olumsuz pek çok geri dönüş alıyorum ve olumsuz yorumlar kendimi sorgulamama sebep olmuyor, aksine insanların benimle ilgili bir şeyler düşündüğünü hissetmemi sağlıyor ve bu hissi seviyorum. Bu olumsuz yorumları tartışmaya her zaman açığım, zira her zaman biraz antagonist olmanın zararı yok. Sonuçta müşterilerimi tatmin etmek en büyük hedeflerimden birisi ama kimse kusura bakmasın, herkesten önce kendimi tatmin etmek için uğraşıyorum.
6
Bobby, bir süper gücün var mı? İnsanları manipüle etme konusunda oldukça iyiyim, tabii bu bir süper güç olarak sayılabilirse.
1
Çocukluğunda Care Bears’ı izliyor muydun? Tabii ki. Çizgi filmde yer alan bütün karakterlerin peluş oyuncaklarını biriktirmiştim, yatak çarşaflarımda bile bu ayıcıklar vardı. O zamana geri dönmeyi çok isterim.
2
Bugün peluş ayılarla aran nasıl? Oldukça iyi. Kendime ait bir peluş ayım var, daha doğrusu zamanında annemin oynadığı ve ben doğduktan sonra oynamam için bana verdiği ayıyı, Londra’ya taşındığım günden beri saklıyorum. O oyuncağa ne kadar değer verdiğini bildiğim için, ayıcığı bana hediye etmesi beni çok etkilemişti ve ben de ona teşekkür etmek için, markamın logosunu bu ayıcıktan ilham alarak tasarladım.
3
McQueen ve Jeremy Scott gibi isimlerin himayesi altında moda sektörüne adım atmış olmasaydın, markanın kimliği daha farklı olur muydu? Kendimi bildim bileli toz pembe şeyleri karanlık tarafa çekmeye meyilliydim. Tabii ki etrafımdaki insanlardan, şeylerden, olaylardan etkileniyorum ve onları kendi algı süzgecimden geçirip, kendi yorumuma tabi tutuyorum ama Jeremy Scott’la çalışmıyor olsaydım da onun tasarımlarını beğenecektim.
7
İlk defileni yaptığında, izleyiciler Disney karakterlerinin karanlık yüzlerini görmeyi beklemiyordu. Risk alıp insanların tepkilerini mi ölçmek istedin yoksa özgüvenini mi ortaya koymak peşindeydin? İkisini de başarmak istedim. Disney karakterlerine olan düşkünlüğümü sıradan bir bakış açısıyla göstermek yerine, onların da herkes gibi karanlık tarafları olabileceğini anlatmak istedim. Bunu yaparken risk almak kaçınılmazdı çünkü karşımda Disney gibi büyük ve köklü bir şirket vardı. Ya onların ilgisini çekecektim ya da insanlar benimle dalga geçecekti. Günün sonunda Disney’in benimle iletişime geçmesini sağladığım için mutluyum.
8
Fotoğraf:
Thurstan Redding Bobby Abley, AW 2016
Eğer bir Disney karakteri olsaydın, kim olurdun? En ikonik karakter olduğu için muhtemelen Mickey Mouse olurdum. Tabii aklım Ariel’e de kaymıyor değil. Hem çok havalı, hem güzel hem de kendisi aslında bir deniz kızı. Bu soru kafamı tahmin ettiğimden çok daha fazla karıştırdı.
4
5
Kusurluluk nedir? Yorum yapabilme yetisi.
063
Aynı defilede, erkek arkadaşın Alan Crocetti ile birlikte çalıştınız. Tekrar işbirliği içine girmeyi düşünüyor musunuz? Asla. Alan’ı çok seviyorum ama birlikte çalışmak gerçekten çok zor. Sanıyorum o da benim için aynı şeyleri düşünüyordur.
11
Nasıl bir yorumda bulundular? Oldukça saldırgan ve çirkin yorumlarda bulundular. Az önce de söylediğim gibi, yorum yapabilme yetisine sahip insanlardı, ama ne yazık ki alt metni algılayabilecek kadar zeki değillerdi. Provokatör olduğumu düşünüyorlardı ve nasıl böyle bir şeye cüret ettiğimi sorguluyorlardı. Nihayetinde onlara verecek bir cevabım olmadığını söyledim ama beni fütursuzca eleştirmelerinden büyük keyif aldım.
9
Bir sonraki sezonda, Agi & Sam, Astrid Andersen ve J.W. Anderson gibi isimlerle birlikte LC:M’in en büyük markaları arasında adından söz ediliyordu. Bu, tahmin ettiğinden daha erken gelen bir başarı mıydı? Kesinlikle. Bu insanlarla anılmayı gerçekten çok istiyordum ama bunun yıllar sonra gerçekleşeceğini düşünüyordum. Çıkış defilemden hemen sonraki sezonda böyle bir deneyim yaşamak, asla aklımın ucundan dahi geçmiyordu. Daha öğrenmem gereken binlerce şey vardı ve hazır böyle bir fırsat yakalamışken insanları hayal kırıklığına uğratmamam gerekiyordu, yani uzun lafın kısası bu şekilde anılmış olmak üzerime daha çok iş yığdı diyebilirim.
10
064
İngiltere çıkartmasından sonra New York’tan bir davet aldın ve koleksiyonunu Milk’te sergileme şansı yakaladın, üstelik Jeremy Scott’la aynı podyumu paylaştınız. Sence hangi şehir Mickey Mouse’a daha iyi tepki verdi? Ah, buna karar vermek gerçekten çok zor. New York’taki izleyiciler ve basın, koleksiyona tahmin ettiğimden çok daha fazla ilgi gösterdi. Buna rağmen çok gergindim çünkü New York’ta kendimi evimdeymişim gibi hissetmiyordum. Sanırım bu yüzden Londra her zaman bir adım önde olacak.
12
Buna rağmen New York’tan ilham alarak bir koleksiyon hazırladın. Concrete Jungle, şehrin karanlık tarafını mı anlatıyor? Konu New York olduğunda, pek çok insanın bu terimi kullandığını fark ettim. Ben de Disney’in Jungle Book’unu ve şehri bir araya getirmeye karar verdim. New York’taki her şey, benim için büyük bir ilham kaynağı olabilecek cinsten. Şehirdeki kronik kaos ise, benim en çok ilgimi çeken şey.
13
Tasarımlarını giydiğine inandığın stereotipik bir erkek figürü var mı? Yok. Tasarım sürecine geçmeden önce, böyle bir kıyafeti acaba ben giyer miydim diye düşünüyorum ve sanki kendi gardırobum için tasarlıyormuşçasına hareket ediyorum.
14
Bobby Abley, AW 2016
O halde, Rio Karnavalı’ndan ilham aldığın bir kıyafeti günlük hayatta nasıl giyebildiğini anlatır mısın? İnsanların ne düşündüğünü umursamadan, canım ne isterse onu giyiyorum, hepsi bu. Tasarladığım kıyafetlerin gerçekten giyilebilir olduğuna inanıyorum, siz de bana inanın.
15
Günün birinde Mickey Mouse’tan sıkılıp, kendine yeni bir ilham kaynağı bulacak mısın? Kim bilir, belki bir sabah uyanacağım, odamda duran Mickey oyuncağının suratına tüküreceğim ve hayatıma devam edeceğim.
16
SANAT İÇİN ALAN İstiklal Caddesi No: 211, İstanbul arter.org.tr Salı-Perşembe 11:00-19:00 Cuma-Pazar 12:00-20:00 Giriş ücretsiz
FATHERS AND SONS
Fotoğraflar:
Murat Süyür Hazırlayanlar:
BU BİR İLANDIR
Deniz İrem Çek, Eralp Uğur
066
Babadan oğula aktarılan tüm şeyleri gözünüzün önüne getirin... Çıkarım basit; değerli şeylere -aslında- sahip olmayız, sadece, devam eden nesiller için onlara göz kulak oluruz. Bu düsturla, üç nesli ve aktarılması değerli olanları, IWC Schaffhausen ve Gaggenau için bir araya getiriyoruz...
IWC Big Pilot’s Watch Edition Le Petit Prince ve Le Petit Prince serisinin en yeni üyesi IWC Pilot’s Watch Mark XVIII Edition Le Petit Prince, Gaggenau Vario 400 serisi soğutucuyla birlikte.
067
Form ve fonksiyonun birbirini tamamladığı paralel evrendesiniz. Dokunmatik ekranların, mekanik küçük dişlilere eşlik ettiği ve konforun alt metinde saklı olduğu, ideal yerde... Hal böyle olunca, 250 adet olmak üzere sınırlı sayıda üretilen IWC Big Pilot’s Watch Edition Boutique Rodeo Drive ve Gaggenau 400 serisi fırın ile birliktesiniz. 068
069
Gaggenau’nun toplam 1648 farklı kombinasyon seçeneğiyle sunduğu Vario 400 serisinden su ve buz pınarlı dondurucu, pilot saatleri yılında ön plana çıkan ve yenilenen, adından mütevellit, Top Gun efsanesinden ilhamla üretilen IWC Pilot’s Watch Mark XVIII Top Gun Miramar ve IWC Pilot’s Watch Chronograph Top Gun Miramar ile birlikte.
070
Gaggenau’nun Vario 400 serisinden şarap iklimlendirme ve servise sunma dolabı, şarabınızın tadına daima en uygun ısıda varabileceğinizin altını çiziyor. Alt metinde yatan zaman kavramını ise, senelik takvimi barındıran ilk pilot saati olan IWC Big Pilot’s Watch Annual Calendar Edition Le Petit Prince güçlendiriyor.
071
Estetiği ve işlevselliği, üzerine konan ürünün çapını algılayarak tek bir potada eriten sınırsız yüzeyli indüksiyonlu ocak, form ve fonksiyonu bir araya getiren, diğer modellerine kıyasla nispeten daha küçük kadranlı IWC Pilot’s Watch Automatic 36 ve IWC Pilot’s Watch Double Chronograph Edition Antoine de Saint Exupéry ile birlikte.
072
073
074
Gaggenau Vario 400 serisi barbekü ızgara, değiştirilebilir yüzeyleriyle eski ve yeniyi bir araya getiriyor. Tıpkı IWC’nin pilot saatleri üretmeye başladığı ilk Big Pilot’s Watch’tan ilham alarak, yeniden ürettiği Pilot’s Watch Chronograph ve gündelik kullanım için biçilmiş kaftan olan IWC Big Pilot’s Watch Spitfire’ın yaptığı gibi.
075
Ed Templeton, kurgusunu kendisinin tasarladığı, kaykay ve sanat ikilisinin birbirini beslediğibir dünyada yaşıyor. 90’lardan beri yaşadığı ve artık neredeyse oranın yerel bir kahramanı olarak kabul edildiği Huntington Beach sahil şehri, onun için sonsuz ilham kaynağı. Fotoğraflarıyla kaykaycıların hayat stilinin, resimleriyle ise Amerikan gündelik hayatının paradokslarını ortaya çıkaran Ed’e atölyesinden bağlanıyoruz.
Röportaj:
Seza Bali Fotoğraf:
Deanna Templeton
076
ED TEMPLETON
Ed, yapamadığın bir şey var mı? Hiçbir zaman gitar veya başka bir müzik enstrümanı öğrenmeye sabrım olmadı.
1
Üzerindeki kıyafete bağlı olarak, ya bir kaykaycı, ya sanatçı ya da iş adamı olduğunu söylüyorsun. Şu anda ne giyiyorsun? Aynen öyle. Her zaman kaykaycı gibi giyiniyorum ama son yıllarda takım elbise gibi kıyafetlerin daha fazla gerekli olduğu ortamlar içinde yer almaya başladım. Günlük olarak tişörtleri ve rahat ayakkabıları tercih ediyorum. Bu aralar sanatçı kıyafetlerimi daha çok giyiyorum ama bir kaykaycı ile sanatçının arasındaki farkı görebilmek zor olabilir.
2
Yaptığın farklı işler arasında gidip geliyor musun, yoksa tek bir şeye odaklanma konusunda iyi misin? Evet, genel olarak aynı anda üç şeyi birden düşünüyorum ve bunun kötü bir alışkanlık olduğundan eminim. Tek bir projeye baştan sona odaklanıp onu bitirmenin ve sonrasında başka bir şeye geçmenin daha iyi olduğunu düşünüyorum ama bunun aksine sürekli farklı projelere başlayıp, bir şeyleri yarıda bırakıyorum, ve evimde hep bitirilmeyi bekleyen şeylerle karşı karşıya kalıyorum. Bu kötü alışkanlıktan bir an önce kurtulmam lazım.
3
No regrets, 2012, Painting on canvas,
Bugünlerde bitirilmeyi bekleyen neler var? Üç tane projeyle uğraşıyorum; biri Huntington Beach hakkında bir resim serisi, diğeri şirketim Toy Machine için kaykay grafikleri ve reklam tasarımları, sonuncusu da Wires Crossed adında, profesyonel kaykay yaptığım dönemi anlatan bir belgesel fotoğraf sergisi.
121.9 x 152.4 cm
4
1994’ten beri kaykay kültürünü fotoğraflıyorsun, ama kendini bu hayata yabancı gibi hissediyorsun. Peki fotoğraf çekerken objektif kalabiliyor musun? Evet, bunu başarabildiğime inanıyorum. Kaykayı enteresan ve gerçekçi kılan şeylere, yani aradaki bekleme ve sıkılma anlarına bakıyorum. Kaykay yaparak dünyayı gezen ve para kazanan bir grup yarı ünlü kadın ve erkeğin hayatlarının gerçek taraflarına bakıyorum. İyisi ve kötüsüyle. Bu hayat tarzını yücelten bir bakış açısından ziyade, ona karşı donuk bir bakışa sahip olmaya çalışıyorum.
5
Courtesy Tim Van Laere Gallery, Antwerp
Sadece film kullanan ve bu tekniğe sımsıkı bağlı olan bir fotoğrafçı olarak, filmin yok olacağı günle yüzleşmekten korkuyor musun? Hayır, o gün geldiği zaman hepimiz bununla baş etmek zorunda kalacağız ve fotoğraf sanatı da değişecek. Ama bunun ben hayattayken olacağına inanmıyorum. Tarantino gibi yönetmenler hala Kodak ile film çekmeye devam ediyor. Korkacak bir şey yok.
6
077
Çalışmaların ‘beyaz küp’ galeri dünyasında yer almayan bir kitleye hitap ediyor. İşlerinin, büyük koleksiyonerler veya müzeler tarafından satın alınmasıyla ilgilenmiyor musun? İlgilenmiyor değilim, ama bunun üzerine çok da düşünmüyorum. Sanatçı olarak kontrol edebileceğin tek şey ne kadar iş ürettiğin. İşin satın alınmaya değip değmeyeceğine sadece tarih karar verebilir. Ben de iş sattım ve satıyorum, hatta müzelere bile; ama kendi şirketimden geçinebiliyor olmam avantajım; sergi açmak veya resimlerimi satmak için kimseye yalakalık yapmam gerekmiyor. İnsanlar işlerimi beğeniyorlarsa ne güzel, beğenmiyorlarsa da onları atölyemde saklayıp, bir depremde üstüme yığılana kadar saklarım.
11
Punk Girl,
Çok merak edip de cevabını bulamadığın bir şey var mı? Gençlik çok merak ettiğim ve ilgilendiğim bir şey. Gençliğimi yaşadım, şu anda ortalamaya göre daha olgun bir kaykaycıyım ve etrafım hep gençlerle çevrili. Buna rağmen, onları tam olarak anlayamıyorum ve gençlik fikrini deneyimlemenin milyonlarca farklı yolu olduğunu düşünüyorum. Hayatımızda geçtiğimiz garip dönemler ve ergenliğe doğru ilerlerken yaptığımız davranışları çok ilginç buluyorum. Ama yaşım ilerledikçe, gençlere yaklaşıp onların fotoğrafını çekmem de zorlaşıyor, sonuçta garip karşılanıyorum.
Huntington
7
Portre çalışmalarında profil çalışmayı seçmenin bir sebebi var mı? Bu, çocukken Mısır sanatına duyduğum ilgiden ve kağıt paraların üzerindeki çizimlerin hafızamda yer etmiş olmasından kaynaklanıyor olabilir. Eğer çocukken müzeye gitmediysen, para, gravür baskı tekniğini görebildiğin tek şey oluyor. Neyse, profil çizmekten gerçekten hiç sıkılmıyorum, ama sebebini çözebilmiş değilim.
8
078
Beach, 2014
Portrelerindeki insanların mutsuz veya ruhsuz halleri hakkında ne diyebilirsin? Bilmem, belki de gülümsemeyi nasıl çizeceğimi bilmiyorum. Gözleri ağır göz kapaklarıyla çizmeyi seviyorum, bu yüzden üzgün veya depresif gözüküyorlar. İnsanların televizyon izlerkenki düz surat ifadelerinin, aslında onların normal hayatta nasıl göründüklerini temsil ettiğini düşünüyorum. Belki de daha mutlu resimler çizmeye başlamalıyım.
9
Amerikan banliyö hayat tarzının nesi bu kadar enteresan peki? Yapmacıklığı. Banliyönün, ailenle birlikte beyaz çitlerle çevrili evinde yaşayabileceğin mükemmel bir yer olduğu fikri çok enteresan. Herkes evinin dış yüzeyini ve bahçesini tertemiz ve mükemmel halde korumaya çalışıyor, ama her evin duvarlarının arkasında karısını döven kocalar ve anne babasından gizlice içki içen çocuklar var. Ben de çitlerin arasındaki bu çatlakları bulmaya çalışıp, insanların kirli taraflarını öne çıkarmaya çalışıyorum.
10
Untitled (Girl with bangs), 2015
Ameliyatsız cilt gençleştirme, kapısını çoktan araladığımız ve hatta ‘güzellik alışkanlığı’ tanımını rahatlıkla kullanabildiğimiz bir konu. Medikal Estetik Uzmanı Dr. Mustafa Karataş ise alanındaki tüm yenilikleri takip eden, tekniği ve tecrübesiyle rakiplerinden sıyrılmayı başaran bir isim. Hırsını, mizah duygusunu ve mesleki iştahını saklama gereği duymadığını da ekleyelim.
Röportaj:
Ayşecan İpek Fotoğraflar:
Gökhan Polat
080
MUSTAFA KARATAŞ
Türkiye’de kadınlar güzelliğe nasıl bir yerden bakıyorlar ya da onunla nasıl bir ilişki kuruyorlar? Londra’da yakın zamanda bir toplantıya katıldım. Diğer doktorlarla, merkezi Hollanda olan bir araştırma şirketinin bulgularını tartıştık. Türk kadını güzellik konusunda Avrupalı ya da Amerikalı kadınlar gibi düşünmüyor. Bizim güzellik tanımımız ve alışkanlıklarımız daha ziyade Brezilya’ya benziyor. Yapılan bir araştırmada şöyle bir gerçek ortaya çıkmış: “Türk kadınının sosyalleşebilmesi için kendini güzel hissetmesi gerekiyor.” Kendi güzelliğiyle sosyalleşme ihtimalini ya da becerisini bire bir bağdaştırıyor. Avrupalı bunu kendisi için, Amerikalı ise rakiplerinden sıyrılmak için yapıyor.
1
Kliniğiniz Nişantaşı’nda ve uyguladığınız tedavileri karşılayabilmek için belli bir ekonomik güce sahip olmak gerekiyor. Bu araştırmayı bir kenara bırakıp, klinikte karşılaştığınız vakaları değerlendirdiğinizde nasıl bir sonuç çıkıyor ortaya? İstanbul ve Nişantaşı kadını dediğimizde Türk kadınını özetliyor olmuyoruz tabii ki, buranın segmenti A ve A+’dır. Oysa ki bizim için B grubu daha da önemlidir. C’den de hastalarım var benim. Bir temizlik personeli hastam var, bakıyor ki patronu gün geçtikçe güzelleşiyor, gençleşiyor. Fark ediyor tabii. Gizli gizli gelmeye başlıyor bana, hala da gelir. “Ben size gelmek için bir otobüse binmiyorum,” diyor. Estetik ve güzellik artık başka bir yere taşınıyor, herkes ona dahil olmayı arzuluyor.
2
Mustafa Karataş’ın muayenehanesinden
Sahi, bir hastanın size her yıl gelebilmesi için ekonomik olarak nasıl bir bütçe yapması gerekir? Bir kadın her yıl bir tane ‘güzel çanta’ almak ister. Üç dört tane alıyordur zaten ama bir tanesinin daha özel, daha iyi bir parça olmasını ister. O bir objedir ve onu taşımak da bir şeyin göstergesidir. O marka çantaya ayırdığının iki katı kadar da yüzüne ayırmalıdır.
3
Estetik ve güzellik açısından en önemli kelime nedir? Hacim. Bugün sıvılarla doğru yerlere doğru şeyler koyulduğunda bir yüzün nasıl değiştiğini ve gençleştiğini görüyoruz, artık bu konu bizi şaşırtmıyor. Bundan sekiz sene önce altı farklı dolgu malzemesi kullandığımı söylediğimde meslektaşlarım beni boğazlama kıvamına geliyordu, şimdi bu sayı tartışmaya bile değmiyor. Hacim, doğru kullanıldığında çok şey demek. 1.60 boyunda, 55 kilo bir kadın, 30’larından 40’larına geçtiğinde baş ve yüz bölgesinden, buna çene ve kafa arkası da dahil, 30 ml’lik hacim kaybına uğruyor. Bu da demek oluyor ki hacimle bir şeyleri yerine koymak, bir şeyler yaratmak mümkün.
4
35’ini aşmış, estetikle yakından ilgilenen kadınlarla ilgili ne söyleyebilirsiniz? Bu kadınların %95’i kendisiyle uğraşan insanlar. Bu tür insanların ortak bir özelliği vardır, başkalarıyla uğraşmazlar. Dolayısıyla çok estetik yaptıran kadınlardan korkmayın, onlar zararsız tiplerdir.
5
‘Çabasız güzellik’ söylemi bugün hala geçerliliğini koruyor mu? Benim hep kullandığım bir 40’lı yaşlar tarifim vardır. 36 beden jean’ini giymiş, üstünde beyaz bir gömlek, saçını arkadan toplamış sade bir kadının ne kadar özverili olduğunu anlamanız gerekir. 36 beden jean giyecek zayıflıkta bir kadının yüzü çökmemişse bu işin arkasında müthiş bir çaba olduğunu bilmelisiniz, doktoru da kendisi de başarılıdır.
6
081
Bu sektör gücünü tam olarak nereden alıyor? Güzellik, estetik, beğenilme ve seks birbirinden ayrılmaz şeyler. Kendini beğendiği, başkaları tarafından da beğenildiğini, arzulandığını bildiği için bu işlemlerden geçiyor insanlar. Daha büyük göğüsler, daha kalın dudaklar, daha çıkık elmacık kemikleri… Mesela ‘o kadar işlem yaptırdım, eşim anlamadı, dudağımı bile anlamadı’ diyor bir hasta… Şimdi burada bir insanın eşinin dudağında dolgu olup olmadığını anlamaması için bir ay boyunca öpüşmemiş olması lazım. Bunu tabii ki hastaya söylemiyorsunuz ama estetiğin neden koca bir sektöre dönüştüğü sorusunun cevabı yine burada gizli.
9
Estetik müdahaleler saklanmalı mı yoksa söylenmeli mi? Bence saklanmalı, ben bundan yanayım. Hastalarıma da söylüyorum, bunu saklayın lütfen diyorum. Bunun enflasyonunu yaratmayın, sizinle ilgili bu konuşulmasın. Bir kısım kadın var ki bu konuda konuşmaya, hatta konunun uzmanı olmaya bayılıyor. Artık yemek masalarında doktorların gücü çarpıştırılıyor. Senin doktorunda bu var, benim doktorumda bu var… Biz hastalarımızın hem doktoru, hem sırdaşı, hem de danışmanı oluyoruz. Yine de ben bu sırrı benimle birlikte korumalarından yanayım, çünkü yargılanmaya bir kere izin verdiniz mi artık en yakın arkadaşınızı bile durduramazsınız.
7
Teknolojiyi yakından takip ediyorsunuz, mesleğinizle ilgili sürekli araştırma içinde olduğunuzu da biliyoruz. Bizleri bundan 20 sene sonra neyin beklediğini sormanın tam zamanı. Maddi gücü olanlar görüntü olarak 35 ile 40 arası bir yerde kalacaklar. Teknoloji oraya doğru gidiyor. Tabii bu ne kadar etik ne kadar değil tartışılır, insan psikolojisi üzerindeki etkileri de ayrı bir tartışma konusu olabilir. Artık işin DNA’sıyla da uğraşıyoruz, silikonla uğraşırken birden farklı yönlere girdik, DNA’yı onarıyoruz. Bu işle hiç alakası olmayanlar için özetlemem gerekirse yaşlanmayı sağlayan bir aktivatör var ve biz onu kesmeyi keşfettiğimiz bir çağdayız. Dolayısıyla, gelecekte insanlar yaşlanmayacak ve bir hücre 160 yıl yaşama şansına kavuşacak. Dengelerin nasıl değiştiğini yaşayıp göreceğiz. 35 ile 70 yaşlarındaki iki insan yan yana durduğunda aradaki farkı anlamayacaksınız. Bu, bir hayal gibi gelmesin çünkü gerçek olacak.
8
082
Sizin yaşlanmakla ilgili bir derdiniz var mı? Yok. Yüzüme ben de Ulthera yaptırırım arada, Thermage yaptırırım. Burada kızlar zorlar, ‘hadi yapalım bir şeyler’ diye. Saçlarımın arasındaki tek tük beyazları sevmiyorum, hepsi aynı anda gri olsa sanki daha mutlu olurdum… Bir an önce o seviyeye geleyim de rahat edeyim. 41 yaşındayım, genetik mirasım iyi ve tabii ki göbeğimdeki yağlardan yüzümde de var! Dolayısıyla telaşlanacak bir şey yok.
10
Sosyal medya insanların herhangi bir konuda araştırma yaparken en çok danıştığı alan haline geldi, bu gerçeği estetiğe uyguladığımızda neyle karşılaşıyoruz? Instagram’a ya da Facebook’a bakarak doktor seçemezsiniz. Bundan 15 sene önce estetiğin halay başları vardı, onlar nereye giderse kitleler takip ederdi. Artık böyle bir şey kalmadı, insanlar akıllı, internet var. Yine de araştırmasını doğru yapması gerek herkesin, bugün sosyal medyadan halkla ilişkiler yürüten birçok doktorun önümüzdeki yıllarda yok olup gideceğini düşünüyorum. Bir celebrity’nin sayfasına girip bakıyorsunuz, ‘gül suyuyla temizliyorum yüzümü, cildim pırıl pırıl oldu’. E sen dolgun yapılırken fotoğrafını çekip koysana, insanlar o morluğu görsünler. Botox yapılırken nasıl acı çektiğini izlesinler. Acıtıyor bunlar. Ne kadar para ödediğini yaz oraya. Bu bir kandırmaca ve tüm dünyada devam ediyor.
11
Bu ayın denklemi, İstanbul sanat ortamında aktif rolleri olan kişilerden oluşuyor; üreten bir sanatçı, destekleyen bir koleksiyoner ve sanatçının koleksiyonere
MELİS TERZİOĞLU zenginlik yaratacağı düşüncesiyle, VOLKAN ASLAN parçası oldukları sanat çevresi hakkında, hem LEYLA PEKİN bugünü hem de geleceği kapsayan ulaşmasına aracı olan bir sanat danışmanı... Çok sesliliğin
fikirlerini dinledik.
Moderasyon:
Seza Bali Fotoğraflar:
Gökhan Polat
084
SEZA BALİ: Sanat
ortamına bir çark olarak bakarsak, oyuncuların, sanatçılar, onları destekleyen galeriler, koleksiyonerler, sanat tacirleri ve sanat danışmanları olduklarını söyleyebiliriz. Bu noktadan çıkarak, siz kendi pozisyonunuzu ele alınca, İstanbul’daki sanat ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz? LEYLA PEKİN: Benin gözlemlediğim kadarıyla, son birkaç senedir insanların ilgisi daha fazla, ayrıca daha fazla galerimiz ve sanatçımız var. Henüz sanatçılarımızın sesini yurtdışına gümbür gümbür duyuramıyor olabiliriz ama uluslararası perspektiften bakarsak ufak adımlarla da olsa gelişiyoruz. Bence pozitif bir yoldayız. Melis benden çok daha uzun zamandır bu ortamın içinde, kendisi daha iyi bir analiz yapabilir. MELİS TERZİOĞLU: Ben profesyonel olarak 2001’den beri bu sektördeyim. Bana göre, 2004 senesinde hem İstanbul Modern’in hem Pera Müzesi’nin açılması ciddi bir ivme sağladı. Bu durum, içeriden bir ilgi oluşmasını sağladığı gibi, dışardan bakanın ilgisini de artırmaya başladı. 2004, en büyük kırılma noktalarından bir tanesiydi. VOLKAN ASLAN: Sanatın en güçlü olduğu zamanlar toplumsal kriz zamanlarıdır. Ben kriz zamanlarında yapılan üretimlerin daha zor olduğunu, ama daha iyi elenmiş ve ileriye kalacak mektuplar olduğunu düşünüyorum. Ortada her zaman bir grup var; küratörü, sanatçısı, koleksiyoneri, yazarı... Sürekliliği devam ettiren bir grup bu, dolayısıyla biraz onlarla yola devam ediyoruz. SB: Sürekli bir dalgalanma var, ki bu ortamı heyecanlı kılıyor. MT: Birileri geliyor, birileri çıkıyor... Bence ümidi de korumak namına, bunu mümkün mertebe uzun vadeye yaymak ve bunun sürdürülebilir bir şey olmasını sağlamak gerekiyor. Benim sanat danışmanı olarak hedeflerimden biri bu. Bir kişinin bir sefer alıcı olarak gelmesi tabii ki hiç gelmemesinden daha iyi ama mümkünse bunu hayat boyu götürsün. Her daim almasa da, bu ortama bir şekilde dahil olması önemli. Dışarıdan ne kadar çok insanı katabilirsek, bu bahsettiğimiz dalgalar daha yumuşak olacak. VA: O dalgalanma bir yandan devam ederken, aslında orada hiç dalgalanmadan da yaşayan bir yapı var. Çok az kişiyiz ve kendi kendimize paslaşıyoruz ama ilerliyoruz. Bazen daha yavaş, bazen daha hızlı. SB: Peki sürdürülebilirlik nasıl yerine oturtulabilir? MT: Ben sanat desteğinin bir yaşam biçimi olduğunu düşünüyorum. Bunun için illa çok para harcayıp bütün sergilere, fuarlara, bienallere gidilmesi gerekmiyor. Ama ortama bağlı olmak, buradaki galerileri takip etmek, etrafındaki sanatçılarla iletişim halinde olmak vs., bunların hepsi bu sürdürülebilirlik için elzem. LP: Ben SAHA gibi, kar amacı gütmeden sanata destek veren organizasyonların artacağını düşünüyorum. Çünkü, zaten toplum olarak gittikçe bir köşeye sıkıştığımız için, sıkışanlar artık birbirinin elini tutup birlikte olmaya ve hareket etmeye
yöneliyorlar. Genç jenerasyon daha donanımlı, daha bilgili olduğu için bizi ileriye götürecek. Burada beni en fazla düşündüren ve rahatsız eden şey, dünyanın aslında sanat açısından tuhaf bir yola girmiş olması. Para odaklı bir mekanizmanın gerçekten her şeyi kontrol altına almış olması. Bunu yurtdışında çok sık görüyorsunuz; herkesin bahsettiği belli isimlerin, belli müzelerde retrospektifleri var, o sene içinde bienallere falan katılıyorlar ve bunun tek nedeni satışı artırmak. MT: O sanatçıları çok yakından takip etmiyorsak, daha sonra onlara ne olduğunu da bilemeyebiliyoruz. Özellikle “blue chip” galerilerin nasıl işlediği hakkında hiçbir fikriniz olmuyor. Mesela o galerilerin hiçbir zaman bir sanatçıyı bıraktıklarını duymuyorsun, kendi barındırdığı sanatçılarla ilgili değişiklikler hiçbir zaman ortalığa
yansıtılmıyor. Melis, sanat danışmanısın ama bunun bir tacirlik olmadığından bahsettin. Yine de bir alışverişin ortasındaki kişisin. Görevini nasıl tanımlıyorsun? MT: Sanat danışmanı ve sanat taciri benim anladığım anlamlarıyla şöyle ayrışıyor; sanat taciri bu işin ticaretini yapıyor, ticaretinden para kazanıyor ve en basit anlamıyla al-sat yapıyor. Benim yaptığım ise bu konuyla ilgili bilgimi ve ekspertizimi satmak, yönlendirme yapmak. Kısacası, donanımımı satıyorum. Buna bir nevi servis de diyebiliriz. SB: Leyla Hanım, siz bir sanat danışmanıyla çalışıyor musunuz? LP: Alım için hiç çalışmadım. Benim sanat danışmanım genelde güvendiğim, sohbet ettiğim insanlar oldu. Alırken hep daha kendi gözüme, bilgime ve zevkime güvendim. Ama SB:
085
Shadi Ghadirian Like Everyday series 2002, 50x50 cm C-print, Edition of 10 (Sanat Danışmanı: Melis Terzioğlu)
şu anda, özellikle koleksiyonumda geldiğim noktada, aldıklarıma benden daha bağımsız olarak bakabilecek bir çift gözün bakıp, ‘Leyla Hanım şu noktaya doğru ilerleyelim, bunu böyle ayıralım.’ gibi önerilerde bulunmasına ihtiyacım var. Koleksiyonumda böyle bir dönüm noktasında olduğumu hissediyorum. Kendim noktalayamadığım bir yerdeyim. Bu konuda, bağımsız olduğuna güvendiğim, bana sadece kendi portföyündekileri vermeye çalışmayacak, iç rahatlığıyla danışabileceğim insanlara ihtiyacım var. SB: Sizce bir koleksiyonerin görevi ne olmalı? MT: Öncelikle, alıcı mı koleksiyoner mi diye aradaki farka bakmalıyız. Herkes alıcı olabilir, bu yanlış bir şey de değil. Ama benim anladığım anlamda 086
koleksiyon oluşturmak, cümle kurmak gibi. Alım yaparken sen daha alfabeyi çözüyorsun, ama bütün harfleri söktükten sonra cümleler kurup onları okuyabiliyorsun. Dolayısıyla, koleksiyon yapmaya başladığın zaman, söyleyeceğin bir şey oluyor. Senin dikkat çekmek istediğin neyse o konuyla ilgili bir diyalog yaratmaya başlıyorsun. Sen koleksiyondaki bir işe bakıp onunla bir bağ kuruyorsun, daha sonra o, yanındakiyle arasında bir bağ oluşturuyor, ve o ilmik ilmik birbirine örülüyor. Dışarıdan biri geldiğinde de oradaki cümleyi iyi kötü okuyabiliyor. VA: Bana, hem alıcının hem de koleksiyonerin varlığı değerli geliyor. Ben de bu alana, sanatçı olarak, bunları hesaplayarak başlamadım, her şey kendi içinde organik olarak gelişti. Hepimize kabaca sanatsever dersek, koleksiyonerin ayrıştığı nokta, onun için artık bunun bir tutku meselesi haline gelmesidir. LP: Çok açık ve dürüst olmak gerekirse, bu görevin ne olduğunu ben bilmiyorum, ve buna çok kafa yoruyorum. Kimi zaman bir yerlere gidiyorsun, bir insanın seçkilerinden etkileniyorsun. Hiç bilmediğin bir sanatçıyla tanışıyorsun, veya çok iyi bildiğin bir sanatçının hiç bilmediğin işlerini görüyorsun, nefesin kesiliyor. Pek çok zaman bir sürü koleksiyon çok spesifik oluyor. Sonuçta, arkada bırakmak istediğin şey, ağızda gözde bir tat bırakmak. O yapılan seçkinin ya tarihi bir değeri olmalı ya da senin sanat bakışını yansıtmalı. Bunun da iyisini yapmak gerçekten çok zor. Nedeni güç istemek mi, kabul edilmek mi, bundan ben de emin değilim. MT: Koleksiyon yapmanın statü sembolü olan bir yanı da var. Bir grup insan için bu geçerli, dolayısıyla moda olan bir tarafı da var. İster istemez, moda isimler üzerinden dönen bir ekonomi oluşuyor. Sanat hep değişiyor, deviniyor, hep kendini yenileyen bir yönü var. O noktada insan kendini trendlere mi kaptıracak, yoksa üretiminde belli bir omurga oluşturmuş isimlere doğru mu gidecek buna karar vermeli. VA: Bence kimisi prestij ve güç için yapıyor olabilir, kimisi hoşuna gittiği için... MT: Güzel olan da bu, eğer sanat çok sesli bir ortamsa, yapma sesleri ne kadar çeşitliyse o kadar zengin olur. Çok net doğruları veya yanlışları olmayan bir alandan söz ediyoruz. SB: Volkan, sen ticari bir galeriyle çalışan bir sanatçısın. 5533’ün çıkış sebebini anlatır mısın? VA: Biz 5533’ü 10 sene önce Nancy Atakan ile kurduk. Başladığın zaman bir sürü şeyi ön göremiyorsun tabii, bugüne bakınca kendi başına ilerleyeceğini ön görememiştik. 2007’de tam da bu sanat piyasasının patladığı dönemde, bütün ticarileşmenin içerisinde bir nefes alma yeriydi, tıpkı şehir hayatının içinde, bir parka girip durmak gibi. 5533 sakin, sessiz, yoğunluktan uzak, çay içip sadece sanat konuştuğun bir yer. O zamanlar 16-17 sanat inisiyatifi vardı, şimdi bir elin parmağı kadarız. Tabii arada birçoğu biçim değiştirdi, dernek olan var, galeriye dönüşen var. Bizim avantajımız Nancy’nin mülk sahibi
olması ve sürdürebilirliğimizin olması. Şöyle bir lüksümüz var; hiçbir zaman bir şey satmıyoruz, para almıyoruz, para da vermiyoruz. En kaba tasviriyle bir mekan yaratıyoruz. MT: Çok ihtiyaç duyulan bir yer. Üretim bazında bakınca orada sadece çay içip toplanıp konuşmak, fikirsel anlamda bir üretime destek olan bir şey. Ayrıca, gerçek anlamda orada yer alan sergiler ve projeler de üretime katkıda bulunuyor. SB: Leyla Hanım, SAHA’nın denetim kurulundasınız. SAHA sanata karşılıksız bir destek amacıyla kuruldu. Bugüne kadarki projelere olan desteklerle İstanbul sanat ortamında nelerin değiştiğini görüyorsunuz? LP: SAHA’nın en temel prensibi hiçbir zaman tek bir sanatçıya destek olmaması. İşin bağımsızlığını korumak için biz hep bir kuruma destek veriyoruz. Dolayısıyla o kurum, Türkiye’den hangi sanatçıyı seçerse biz o sanatçıya katkıda bulunuyoruz. Böyle bağımsız bir duruşumuz var. Mesela yurtdışında işleri sergilenebilecek ama buradan işlerini oraya yollayacak imkanı olmayan sanatçılarımız var, böyle bir fon olması hakikaten iyi bir destek, çünkü bu, sanatçıyı serbest bırakarak, üretimini pozitif şekilde etkiliyor. VA: SAHA’nın sürdürülebilirlik desteği de var. Biz 5533 olarak Merkez Radyosu adında yeni bir radyo programına başladık ve bu SAHA’nın desteğiyle mümkün oluyor. Sosyal medya gibi Leyla Gediz, ‘Toy’ 120x120 cm, Volkan Aslan, Dear Istanbul,
oil on canvas, 2011
350 x 30 x 55 cm, dry cargo ship
(Leyla Pekin’in
model,wood, plexiglas, soil,
koleksiyonundan)
2015, installation view from ‘Istanbul. Passion, Joy, Fury’ curated by Hou Hanru, Ceren Erdem, Elena Motisi, Donatella Saroli, Maxxi Museum, Rome
bir iletişim kanalına ihtiyacımız vardı, ama dertlerimizi daha spesifik olarak anlatmak istiyorduk. Radyo en uygun format gibi geldi. Bu kanalda hem podcast’ler hem de canlı yayın yapacağız. SB: Satın almak, aracı olmak, desteklemek, üretmek dışında, sanatın hayatınızda nasıl bir yeri var? LP: Benim için sanat her yerde. Ben artık seyahatlerimi bile sadece sanat odaklı ayarlıyorum. Bu, bir yaşam biçimine evriliyor. Çok sevdiğim sanatçılar var; onlarla sohbet etmeyi seviyorum, neler yaptıklarını takip ediyorum. MT: Yaptığım iş gereği 7/24 çalışıyorum, çok sevdiğim bir iş yaptığım için de çalışırken eğleniyorum. Hayatım tamamen bundan ibaret değil ama okuduğum makalelerin de sanatla ilgili olmasını tercih ediyorum. Çevremin çoğunluğu da bu camiadan. VA: Ben sanatla uğralmaktan başka bir şey yapamayacağımı düşünüyorum. Bu nedenle hiç B planım olmadı. İlk 2000’de başladım, o sene birisi bana gelip 5533’ü kuracağımı, uluslararası sergilere katılacağımı söyleseydi, herhalde onunla dalga geçerdim. Hayatımda her şey çok dağınık gelişiyor, beni toparlayan tek şey sanat. 087
Yaz aylarının rahatlatıcı etkisine kapılmadan hemen önce, kişisel bakımınıza dikkat etmenizi salık veriyoruz. Bu yüzden, Toni&Guy’ın özne olarak yer aldığı ve sizin gizli özne olduğunuz, Bir Yaz Gecesi Rüyası’nın alternatif ve postmodern versiyonuna dahil oluyorsunuz.
PRECIOUS MOMENTS Prodüksiyon:
an original idea by CO Fotoğraflar:
Begüm Yetiş Hazırlayanlar:
Deniz İrem Çek, Utku Palamutçu Yazı:
Aslin Kumdagezer
Kızgın kumlardan serin sulara doğru seyir ettiğiniz, sıradan bir yaz gününü tahayyül edin. Küçük kum tanecikleri kadar hafif, çabasız bir ruh hali içindesiniz. Eğer yaz tatiline henüz çıkmadıysanız, gözlerinizi açın, şehir hayatına geri dönün ve hayalinizde canlandırdığınız bu vahayı, üzerinizde hissetmek için, deniz suyunun doğal etkisini saçlarınıza taşıyın. Toni&Guy Sea Salt Texturising Spray’i ıslak saça uygulayın ve saçlarınıza elinizle şekil verdikten sonra, ürünün saçlarınıza verdiği doğal dalgalarla tanışacaksınız. Saç ürünü:
Toni&Guy Sea Salt Texturising Spray 088
Yaz aylarının, sonbahara doğru yol aldığı noktada günler kısalacak ve siz güneşin yüzünü gösterdiği bu günlerde, sıcak havadan bir dakika dahi feragat etmek istemeyeceksiniz. Haliyle, zamanı verimli kullanmak en iyi özelliğiniz olacak ve bu yüzden Toni&Guy Dry Shampoo hayatınızı kurtarır cinsten bir ürün olarak çantanızda yerini alacak. Uzun bir gecenin ardından, yeni güne daha hızlı başlamak için, dipten uca doğru, ürünü saçınıza uygulayın ve tarak yardımıyla dağıtın. Voilà, yeni güne hazırsınız ve saçlarınız tahmin ettiğinizden çok daha hacimli. Saç ürünü:
BU BİR İLANDIR
Toni&Guy Matt Texture Dry Shampoo
089
Kendinizi doğal olanın çekiciliğine bırakmak ve yenilenmek istediğiniz anda, minik bir gardırop detoksu, sağlıklı yiyecekler, temiz hava, pürüzsüz bir cilt ve doğal saçlar, ihtiyaç listenizde mutlaka yer alıyor. Toni&Guy Flexible Hold Hairspray, tam bu noktada devreye giriyor ve korumak istediğiniz saç modelini, en doğal haliyle sabitlemek için harekete geçiyor. Saç ürünü:
Toni&Guy Flexible Hold Hairspray
090
Saçlarınızın zorlu şehir hayatına ayak uydurmasını sağlamak için, aslında yapabileceğiniz pek çok şey var: Basit bir topuz, kolay bir at kuyruğu ya da kısa saçlar sizin kurtarıcınız olabilir. İşe farklı bir açıdan bakarsanız, Toni&Guy Sculpting Powder şişesinin, küçük boyutu itibarıyla, sizi yanıltmayacağını göreceksiniz. Ürünü saç diplerinize uyguladıktan sonra, ellerinizle saçlarınıza şekil verin. Elde ettiğiniz hacim ve güçlü duruş, tahmin ettiğinizden de kalıcı olacak. Saç ürünü:
Toni&Guy Sculpting Powder
091
SOME WOMEN OF GOLF
CANAN KUHN
Hazırlayan:
Merve Yeşilçimen Fotoğraflar:
Gökhan Polat
Golf kulübüne ne sıklıkta gidiyorsun? Spor benim için hobi değil, yaşam tarzı. Bu sebeple, hava koşullarına bağlı olarak, haftada en az üç gün Kemer Golf & Country Club’a gidiyorum. Bu sıklık turnuvalar öncesi daha da artıyor.
1
Sahada, profesyonel ve amatör birbirinden nasıl ayrılır? Vuruşa hazırlık süreci ve vuruş tekniğiyle profesyonel bir golfçüyü ayırt edebilirsiniz. Ama elbette en büyük fark, oynarken istikrarlı bir şekilde iyi vuruş yapabilmesi ve yüksek skor çıkarabilmesi olur. Diğer taraftan, hırslı, yetenekli ve düzenli antrenman yapan bir amatör golfçü de sizi yanıltabilir.
2
092
Vuruş hazırlığın ne kadar sürer? Topa vurmadan önce ortalama 15 saniye hazırlık yaparım. Bu sürede, topun konumunu, hedefe olan uzaklığını, rüzgarın yönünü ve şiddetini, hangi golf sopası ile hangi atışı yapacağımı düşünüp, bir ya da iki kez yapacağım atışın alıştırmasını yaparım. Bu kararları hızlıca aldıktan sonra artık geri dönüş yoktur. Konsantrasyonunuz iyi bir skor için en önemli faktörlerden biridir.
4
Lydia Ko henüz 19 yaşında olmasına rağmen, kadınlar liginde iki büyük şampiyonada birinci oldu. Az önce bahsettiğine güzel bir örnek. Her sporda olduğu gibi golfte de yetenek önemli ama yeterli değil. Başarılı olabilmek için doğru teknik, yüksek konsantrasyon, bol antrenman, dikkat ve kararlılık gerekiyor. Tüm bunları eşzamanlı yapabilmek kolay değil, Lydia Ko azınlıktan biri.
3
En iyi skorun ne? Geçen sene dereceye girdiğim bir turnuvada 44 puan yapmıştım, şu ana kadar en iyi skorum bu. Bir de 2015 Pegasus Turnuvası’nda da ‘hole in one’ yapmıştım, çok heyecan verici bir andı.
5
Golfe başlarken seni cesaretlendiren bir mentorun oldu mu? Babam beni çok cesaretlendirdi, ancak mentorumdu diyemem elbette, zira kendisi golf oynamıyordu. Antalya’da bir Pro-Am Turnuvası’nda tanıştığım, Raymond Russell bana bu sporu gerçekten sevdiren ve özellikle zihinsel açıdan kendimi geliştirmemi sağlayan kişi oldu.
1
Golfte hızlı yol katedebilmenin altın kuralı ne? Sizden daha tecrübeli insanlarla oynayarak, sık sık antrenman yapmak.
2
SOME WOMEN OF GOLF
FERİDE İDİL MİMAROĞLU
Çantanda kaç golf sopası taşırsın? 12 sopam var, ama yanıma aldıklarımın sayısı değişebiliyor, antrenmanlara daha küçük bir çantayla çıkıp, daha az sopayla oynayabiliyorum. Bazen de arkadaşlarla oynarken, sopa sayısını azaltıp, oyunu daha zor hale getiriyoruz.
4
Bob Rotella’nın golf üzerine yazdığı kitapları faydalı buluyor musun? Evet, neredeyse bütün kitaplarını okudum. Putting Out of Your Mind favorim. Pata vuruşunun teknikten çok zihinsel hazırlık gerektirdiğini öğreten bir kitap. Rotella dışında Harvey Penick’in Little Red Book’unun yeri bende ayrı, o her golfçünün başucu kitabı olabilecek nitelikte bir eser.
3
Türkiye’de en çok nerede oynamaktan keyif alıyorsun? Zor bir alan olmasına rağmen, Antalya’da National Golf Club en keyif aldığım saha. Darlığından dolayı, kısa oyununuzun çok kuvvetli olması gerekiyor. The Pasha ve PGA Sultan sahalarında oynamaktan da zevk alıyorum. İstanbul’da ise doğal ortamıyla Klassis Golf Kulübü favorim.
5
093
SOME WOMEN OF GOLF
DİDEM ARAS
Kusursuz vuruşu yapmanın bir püf noktası var mıdır? Keşke bilsem. Bir keresinde ‘hole in one’ yaptım ancak turnuvada değildi. Golf teknik, konsantrasyon ve düzenli antrenman gerektiren bir spor. Bir püf noktası olsaydı, istikrarlı bir şekilde her profesyonel oyuncu kolaylıkla kusursuz vuruş yapabilirdi ancak maalesef bu o kadar basit değil. Kusursuz vuruş hedefi yerine her oyunu bir öncekinden daha az topla bitirmek için mücadele etmeyi bırakmamanız gerekiyor.
2
Sahada konsantrasyonunu nasıl korursun? Çevremdeki sesler ya da rakibimin yakın durması beni pek etkilemez. Ancak bir oyun yaklaşık beş saat sürüyor, her an konsantrasyonunu koruyabilmek de mümkün değil. İşin püf noktası o an vuruşa konsantre olabilmekte. Bir keresinde golf oynarken, arkadaki oyuncu benim ilerlememi beklemeden ve elbette topunun bana geleceğini düşünmeden ilk atışını yapınca, top köprücük kemiğimin yan tarafına çarptı. Sahada yaşadığım en talihsiz andı, yere yıkıldım ve arkadaşlarımın yardımıyla hastaneye gittim. Altı hafta spora ara verip, istirahat etmem gerekmişti.
1
094
Kendini rekabeti seven, hırslı bir golfçü olarak tanımlayabilir misin? Öncelikle kendimle rekabet ederim. İlgi duyduğum bir konuda uzmanlaşmaya hep istekli olmuşumdur. Hırstan ziyade azimli demek daha doğru olur galiba. Bu şekilde yaşamanın hep daha iyi sonuçlar doğuracağına inanıyorum.
3
Golf dışında zaman yönetimi ve olasılıklarla aran nasıl? Uzun yıllar çok yoğun tempoda çalıştığım için her ikisi de uzmanlık alanım diyebilirim. Kolay organize olurum, özellikle zaman yönetiminde gayet iyiyimdir.
4
Bugüne kadar oynadığın sahalar arasında seni en çok etkileyen hangisiydi? Golfün en güzel taraflarından biri seyahat etmek, çok güzel sahalarda oynama şansım oldu. Yurtiçinde Antalya’daki sahaları, yurtdışında ise en çok Dubai’deki Creek Golf Kulübü’nü beğenirim.
5
Henüz golfe yeni başladığın zamana gidelim, sahadasın, kendini nasıl hissediyorsun? Heyecanlı ve biraz da stresli. Okul yıllarımda voleybol oynamıştım ama o takım sporuydu. Bireysel bir sporla daha önce hiç uğraşmamıştım, bu yüzden özellikle turnuvalarda stresli oluyordum, ancak artık stresimi kontrol edebiliyorum.
SOME WOMEN OF GOLF
ZEYNEP ÇELİKOĞLU
1
Sahadaki sporcu kimliğin günlük hayatından ne kadar farklı? Çok farklı değil, zira golfte pes etmemek, savaşçı olmak önemli. Hatalarınızı kabul etmeniz, düzenli antrenman yapmanız ve sahada olduğunuz süre boyunca konsantrasyonunuzu koruyabilmeniz gerekiyor. Başarılı olmak istediğiniz, hayatın herhangi bir alanında olduğu gibi...
2
Tarzını en çok beğendiğin golfçü kim? Tabii ki Tiger Woods. Sahaya en yakışan, seyretmesi en keyif veren oyuncu. Antalya’da onu izleme fırsatı bulduğum için şanslıyım.
4
Golf sayesinde kurulan arkadaşlıkların daha kalıcı olduğunu düşünüyor musun? Golf, gözüktüğünden çok daha derin bir spor. 18 delikli bir sahada, duygu değişimlerini çok sık yaşıyorsunuz. İyi bir vuruşla mutlu olurken, kötü bir vuruşla modunuz düşebiliyor. Bir de elbette emek isteyen bir spor, sürekli devam eden bir gelişim sürecine dahil oluyorsunuz, bu süreci birlikte geçirdiğiniz insanlarla çok daha değerli ve anlamlı dostluklar kurabiliyorsunuz.
3
Dünyanın en iyi kadın golfçüleri ağırlıklı olarak Güney Kore’li, tesadüften daha fazlası olduğu aşikar. Evet, trendlere kolay adapte olan, hırslı ve disiplinli bir toplum. Ms. Pak’ın başarı öyküsüne baktığınızda, kötü oynadığı turnuvalar sonrasında babasıyla saatlerce zorunlu antrenman yapması, asansör kullanmadan 15 katı merdivenlerle çıkması gibi bize garip gelen ve belki de kabul edemeyeceğimiz türde yaptırımlarla yetiştirilmiş. Bu şekilde başarı zaten kaçınılmaz oluyor.
5
095
SOME WOMEN OF GOLF
GÜLAY DORA
Türkiye’de hangi golf kulüplerinde antrenman yapmayı tercih ediyorsun? Daha doğal sahaları sevdiğim için Antalya’da National ve İstanbul’da Klassis Golf Kulübü sahaları.
1
Hatırladığında gururlandığın bir anını paylaşır mısın? Kadın hakları konusunda hassas ve duyarlı bir insan olduğum için bana en anlamlı gelen, en çok gurur duyduğum ödüllerim art arda üç yıl Dünya Kadınlar Günü turnuvalarında kaldırdığım kupalar oldu.
2
Bireysel mücadeleler mi yoksa takım oyunları mı? Takım oyunlarında başarılı olmak ve kulübümü en iyi şekilde temsil etmek, bireysel oyunlara kıyasla daha çok önemsediğim şeyler.
3
096
Zaman isteyen, efor gerektiren ve elbette sabır isteyen bir spordan bahsediyoruz. Yaşadığımız dönemde ise bu kavramların önemi silikleşmeye başladı. Bu sporun geleceğine dair öngörülerin neler? Başka spor dallarıyla da uğraştım, ancak golf, inanılmaz emek ve sabır gerektiren, öğrenme süreci zorlayıcı, sınırı olmayan bir spor. Ne yazık ki, ülkemizde çok az sayıda genç bu sporu tercih ediyor. Golfün yaygınlaşması için daha çok saha yatırımı yapılması, zevk alma safhasına gelene kadar o sabrı, isteği gösterebilecek daha çok çocuk ve gencin golfün içine çekilmesi gerekiyor.
4
Golf dışında tutkuyla yaptığın başka neler var? 24 yıldır işimi de tutkuyla ve prensiplerimle yapıyorum. İki-altı yaş aralığındaki çocuklara eğitim verdiğimiz bir okul öncesi kurum işletiyorum. Bildiğim, öğrendiğim her şeyi her yaştan insana verebilmek bana büyük bir haz veriyor. Bir de, çocuğu olan her kadın gibi, anneliği de tutkuyla yaptım ve yapmaya devam ediyorum. 25 ve 29 yaşlarında iki kızım var ve onlara verdiğim değerin, sevginin tarifini yapmam zor.
5
D E S I G N PO R T R A I T.
Charles, seat system designed by Antonio Citterio. www.bebitalia.com
B&B Italia Stores: Ortaköy Dereboyu Cad. No: 78 34347 İstanbul T. +90 212 327 05 95 - F. +90 212 327 05 97 Cinnah Cad. No: 66/1 Çankaya Ankara T. + 90 312 440 06 10 - F. +90 312 440 05 94 www.mozaikdesign.com - info@mozaikdesign.com
CHLOE NØRGAARD Onu neden tanıdığınızı
Fotoğraflar:
Jovan Todorovic Röportaj:
Olga Şerbetcioğlu Moda Editörü:
Carrie Weidner Saç:
Sirsa Ponciano Makyaj:
Allie Smith
098
bilmiyorsunuz. Onun da bunu açıklamakla ilgili bir gayreti yok. Chloe’yi, New York’ta Jovan ile buluşturuyoruz. Yazın ilk sayısında, omuzlarımızı silkip, renklerden dem vuruyoruz.
Ăœst:
adidas Originals Ceket:
Chanel Kolye:
We Who Prey
099
Chloe, kolay mı sıkılırsın? Duruma göre değişir. Beynimin içinde hep bir sürü şey olduğundan bazen işime konsantre olmakta bile zorlanıyorum. Belki bu kafa yoğunluğu, bir şeylerden sıkılmamı engelliyor olabilir. Ya da sıkıldığım için bu kadar fazla şeyle aynı anda uğraşıyorumdur.
1
Saç rengini neden durmadan değiştiriyorsun? Çünkü bu bana eğlenceli geliyor. Adeta saçım için bir ‘mood ring’ takıyormuşum gibi... Kıyafet ya da oje rengi değiştirir gibi ben de saç rengimi değiştiriyorum işte. Bir nevi, saçlarımın üzerinde resim yapıyorum. Aklıma bundan daha iyi bir tuval gelmiyor.
2
İlgi çekmek ve aradan sıyrılmak için işe yaramışa benziyor. Bilmiyorum. Amacım, daha ziyade, topluma orta parmak çekmek ve beni görenlere gökkuşağı patlamasına benzer bir şey yaşatmak...
3
Neyi güzel bulursun? Doğa başta olmak üzere güzel bulduğum çok şey var. Bazı şeyler sırf seni iyi hissettirdiği, yüzünü güldürdüğü için bile güzel olabilir. Bu, neye nasıl baktığınla ilgili.
4
Seni tanınır yapan şey hayata bakış açın mı, sosyal medyadaki duruşun mu? Bakış açım demek isterim, ama tabii bu konuda yanılıyor olabilirim. Sosyal medyadaki takipçilerim bazen benim bakış açıma göre hiç de ilginç gelmeyen fotoğraflarımı fazlasıyla beğenip, havalı buluyorlar. Ama buna çok da şaşırmamak lazım, estetik algısı insanların fikirlerine göre değişir.
5
100
İşinle alakalı olarak pişmanlık duyduğun herhangi bir şey var mı? Pek sayılmaz. Bir keresinde, ajansımdaki menajerlerden birinin, kariyerimin doruk noktasında ortalıkta olmadığım ve kendimi göstermediğim için bana çok sinirlendiğini söylemişlerdi. Ama ben tam da o sıralarda aslında dünyayı geziyordum ve bu tecrübeyi hiçbir dergi kapağına ya da billboarda elbette değişmem.
6
Seni yüksek sesle güldüren en son Snap neydi? Kardeşlerimin Snap’i. Beni her seferinde çok güldürüyorlar ve onlara bayılıyorum.
7
Tümü:
Sacai
101
102
Elbise:
Proenza Schouler Ayakkabı:
Dr. Martens Çorap:
Falke 103
104
Podyumda yürüyen Chloe gerçek hayattaki Chloe’den ne kadar farklı? Podyumdaki Chloe inanılmaz ciddidir, kendinden emin adımlarla, konsantre olmuş bir şekilde yürür ve bol eşofmanlar giyen normal Chloe’den en büyük farkı budur.
8
Bir defileyi kapadığını düşün: Hangi marka için yürüyorsun ve ön sırada kimler var? Gucci’de yürüsem süper olurdu, ama podyumda yer almaktan ziyade bir kampanyasında poz vermeyi tercih ederim. Markanın son işleri gerçekten de çok etkileyici. Chanel de havalı olurdu, çünkü her defileleri için ayrı bir hikaye anlatan kocaman sahneler yaratmaları çok ilgimi çekiyor. Onun bir parçası olmak güzel olabilirdi. Ön sırada oturacaklara gelince, Jimi Hendrix’i hayata geri döndürebilir miyiz? Peki ya Gil Scott-Heron, Hunter S. Thompson, Amy Winehouse? Tabii, bu insanlarla, gelip beni izlemeleri yerine birlikte yemek yemeyi tercih ederdim.
13
9
En büyük korkun... Yılanlar.
Politikayla ilgilenir misin? Eh, biraz. Her konuyu delice takip etmiyorum, ama neyi desteklediğimi biliyorum. Yeşil enerjiyi, herkes için eşitlikçi eğitimi, zenginle yoksul arasındaki o büyük boşluğa bir köprü kurmayı, savaşa hayır demeyi ve insan hakları konusunda eşitliği destekliyorum...
14
Tokyo’da yaşamak seni başka biri yaptı mı? Kesinlikle. Tokyo tek başıma gittiğim ve yaşadığım ilk şehirdi. İlk üç ay şehri keşfetmek, diğer gezginlerle tanışmak ve hayatımı yaşamakla geçti. İnanılmaz bir tecrübeydi. İşte oradan sonra seyahat etmeye bağımlı oldum. Bu tecrübe için şükrediyorum.
10
11
Kendi jenerasyonunla ilgili neyin fazla abartılmış olduğunu düşünüyorsun? Sosyal medyaya ve ünlülere olan takıntının.
15
En sevdiğin Japonca kelime ne? Lezzetli anlamına gelen
“oishi”. Rekabetçi moda endüstrisinin bir parçası olmanın en zor yanı ne? Model olmak aslında insanın özgüveni için pek de iyi bir şey değil. Ayrıca modada gündem sürekli değişiyor ve neyin trend olduğunu asla takip edemiyorsun.
12
105
Elbise:
Baja East YaÄ&#x;murluklar:
Lacoste
106
Tümü:
Sacai
107
108
Üst:
Giulietta Pantolon:
Giulietta Jean:
Roberto Cavalli Kemer:
Editöre ait Çizme:
MM6/ Maison Margiela
109
Tulum:
Adam Selman Ceket:
Sonia by Sonia Rykiel AyakkabÄą:
adidas Originals
110
111
Röportaj:
Ali Tünay
ÖZGE YILMAZ
Fotoğraf:
Gökhan Yorgancı
Ciddi bir gönüllü desteği de var... Gönüllü sinerjisi olmadan aynı tadı ve ruhu yakalayabileceğimize inanmıyorum. Bir ailenin bireyi olmakla gönüllü olmak bizim için aynı değerde. Bu sene, yapılan yaklaşık 600 başvuruyu farklı açılardan değerlendirdik. Bu değerlendirmeler sonucunda 100 kişilik bir ekiple yeni etkinliğimize hazırız. Gönüllülerimiz arasında öğrenciler de var, üst düzey yöneticiler de... Ancak biz işyerlerimizden ve ünvanlarımızdan bağımsız olarak, hiyerarşiden uzak bir şekilde çalışıyoruz.
4
Elif Şafak’tan sonra TED’de konuşan ikinci Türk kadını olarak, iyi bir TED konuşmasını nasıl tarif edersiniz? Bir kere, 18 dakikayı geçmemesi gerekiyor. Bu, bir konuyu anlatabilmek için yeterince uzun ve dinleyicilerin odağının dağılmaması için yeterince kısa bir süre. Konuşmadan konuşmaya farklılık gösterebileceği gibi, sert duygu dalgalanmaları yaratan konuşmalar genelde başarılı sonuçlar alır. İyi bir konuşmacı olmak adına sayısız teknik ve taktik mevcut ama en önemlisi samimi olmanız ve sahneye çıkmadan önce bol prova yapmanız. Son zamanlarda TED’deki konuşmalar gibi etkileyici sunumlar yapabilmek adına çok fazla eğitim talebi aldık. Biz de bu eğitimleri profesyonel bir ekiple Artisan Grup çatısı altında vermek üzere çalışmalara başladık. Şimdiden birçok seminer vermiş bulunuyoruz, ancak asıl eğitimlerimiz 2016 Eylül başlıyor.
1
2
TEDx etkinliklerinin bildiğimiz TED organizasyonlarından farkı
nedir? TEDx, yakından bildiğimiz ‘ideas worth spreading’ sloganının ruhuyla, benzer bir deneyimi yerel ve bağımsız olarak gerçekleştirmek amacıyla düzenlenen bir etkinlik. Küçük topluluklara, TED Talks videolarını ve canlı konuşmaları bir arada izleme ve tartışma imkanı veriyor. Bu konferanslar bizim için birer rehber olmakla birlikte TEDx etkinlikleri bağımsız birer organizasyon. Küresel organizasyondan hangi noktalarda ayrışıyorsunuz? Derdimiz, fikirlerimiz, çözümlerimiz, temamız ve konuşmacılarımız bizden, bu topraklardan. Tabii bir de katılımcı sayımız son dönemde 4.500 kişi bandına ulaştı. Bu sayı TED’in neredeyse üç katı.
3
112
Bu yılki tema neden önemli? Yıllar boyunca, TEDxIstanbul olarak, insanları aksiyona geçirecek mesajlar seçtik. İvme kazan, kuralları yık, harekete geç... Çünkü biz, Gandhi gibi, bir insanın eylemlerinin toplamı olduğuna inandık. Yapmış oldukları ve yapabilecekleri... Harekete geçtiğimizde, eleştirmeyi bırakıp artık yapmaya başladığımızda, bu hareketlerin etkileri sınırsız oluyor. Aksiyonlarımızın toplum ve dünya üzerinde nasıl etkileri var? Ya kendinden sonra sayısız etkileşim yaratan aksiyonlar? Bunları sorgulamayı seviyoruz. Bu yılki Hareketini Başlat teması ile, tek bir insanın sahip olduğu potansiyele, insanoğlunun başarabileceklerine odaklanacağız ve toplumda anlamlı bir fark/değişim yaratabilmenin yollarını arayacağız. Sanatçılar, bilim adamları, düşünürler ve yapanlar ise bu yolculukta bize rehberlik edecekler.
5
11 HAZİRAN 2016
ANA SPONSOR BİLETLER İÇİN
Köklerini Yoruba, Küba ve Fransa’dan alan bir modern pop karışımı düşünün. Bu karışıma ‘ruh eşi’ kriterini de kattığınızda Ibeyi ikilisi ortaya çıkıyor. Daha yakından bakıldığında ise grubun adıyla müstesna müziği zaten yeteri kadar açıklayıcı oluyor.
Röportaj:
Alican Öyke Fotoğraflar:
Flavien Prioreau
Garanti Bankası’nın sponsorluğunda düzenlenen 23. İstanbul Caz Festivali kapsamında, Temmuz’da izleyeceğimiz Ibeyi’ye bakıyorsunuz.
114
IBEYI
Müziğinizde Küba ve Nijerya kökleri de yer alıyor. Müzik teknolojisinin gelişmesiyle birlikte, prodüksiyon, pazarlama ve dijital araçların böyle narin köklere zarar verebileceğini düşünüyor musunuz? LISA KAINDÉ DIAZ: Pek sanmıyoruz. Dijital fotoğraf nasıl fotoğraf sanatını öldürmüyorsa, dijital çağın da türler üzerinde öldürücü bir etki bırakacağını düşünmüyoruz. Teknoloji, müziği sunmak için var, eğer bir parçanın ruhu kuvvetli değilse bunun sebebini teknolojiye bağlamamak gerekiyor.
1
Hayallerinize ne kadar yakınsınız? LKD: Hayalimiz kendi hayatımızı istediğimiz gibi inşa edebilmek. Bu yüzden hem yeteri kadar yakın, hem de bir o kadar uzağız.
6
Babanız Miguel ‘Anga’ Diaz’dan, müziği bir kenara bırakırsak, en iyi neyi öğrendiniz? NAOMI DIAZ: Özgürlüğü; bir araya getirmenin, denemenin ve kendin olmanın özgürlüğünü...
2
Kendinizi birer Parizyen olarak görüyor musunuz? ND: Evet, ama Kübalıyız da... İki kültürün de tam ortasında büyüdük. Annemiz tipik bir Fransız, babamız ise Kübalı. İkisinin de köklerine oldukça bağlıyız.
3
Beyoncé’nin Lemonade için çekilen filminde rol aldınız. Ufukta onunla birlikte yapacağınız başka işler de var mı? LKD: Bu soruya ancak Beyoncé cevap verebilir. Bizi Lemonade’de yer almak için davet ettiğinde gerçekten çok heyecanlanmıştık. Bundan sonra neler olur bilinmez.
4
Havana’da gerçekleştirilen Chanel Cruise 2017’de de sahnedeydiniz. Modayla ilişkinizi nasıl tanımlıyorsunuz? ND: Küçüklüğümden beri ihtişamlı kıyafetlere, tasarımcılara ve kumaşlara ilgi duyuyorum. Ibeyi olmasaydı kıyafet tasarlıyor olabilirdim. LKD: Ben fotoğrafa ve sinemaya biraz daha yakınım.
5
Tekrar yorumlamak için rock külliyatından bir parça seçin lütfen. ND: Rock tarihi konusunda yeteri kadar iddialı olamayabiliriz. Ancak, belki biraz geç kaldık ama, son zamanlarda, James Blake’in cover’ladığı Feist ve Chilly Gonzalez parçası ‘The Limit to Your Love’a kafayı takmış durumdayız. Cover yapmakla ilgili en önemli şeyin, seçtiğiniz parçanın artık sizin olduğu fikrine ulaşmanız olduğunu düşünüyoruz. Orijinalini unutmalı ve unutturmalısınız. Chet Baker’ı ele alalım; o duyduğumuz muhteşem kayıtların caz standartları olduğunu her defasında unutuyoruz, hatta bu çoğu zaman aklımızdan bile geçmiyor.
7
ABD’deki dinleyiciyi Avrupa’dakiyle karşılaştırdığınızda hangisiyle kurduğunuz iletişimi daha derin ya da yoğun buluyorsunuz? ND: Avrupa dinleyicisi çok çeşitli profilleri kapsayan bir küme ve daha farklı bir enerjisi var. Şanslıyız ki dünya çapında oldukça sıcak bir takipçi kitlemiz var. Avrupa, Avustralya, ABD ve Güney Amerika. Hepsi farklı değerlere sahip. Japonya’da da çaldık ve harika bir katılıma şahit olduk.
8
Birlikte son dinlediğiniz albüm neydi? LKD: Aslında birlikte pek vakit geçirmiyoruz. Eğer turnede değilsek ayrı ayrı takılıyoruz.
9
115
Berkay Tuncay’ın İstanbul’daki ilk solo sergisi Hayat, Sen Sevimli Kedi Videoları İzlerken Başından Geçenlerdir’i izlerken, sanal hayatın bizi de içine alan absürtlüklerine başka bir perspektiften bakıyoruz. Berkay ile, internet kültürünün yarattığı boşlukları dolduran, online imgeleri ve metinleri dönüştüren bu sergi vesilesiyle konuştuk.
Röportaj:
Barış Çakmakçı Fotoğraf:
Gökhan Polat
116
BERKAY TUNCAY
Sanatını nasıl tarif ediyorsun? İnternet sonrası döneme ve internetin yaşamlarımız üzerindeki psikolojik etkilerine işaret eden, kültürel kodları kopyalayıp, birleştirip dönüştüren, gündelik yaşam pratiklerini konu edinen, kendi saçmalığını ciddiye alan, Dada-FluxusKavramsal Sanat-Post Internet gibi kanallardan beslenmiş, alt ve üst kültür üzerine düşünen, bolca taklit eden, sıradan, banal ve mizahi unsurlar barındıran bir sanat.
1
İnternet ne peki? Bireyin ve toplumun aynası. İnsanlık tarihi kaydı. Kaygı, coşku ve kültür fabrikası. Bastırılmış irrasyonel davranışlar sergi salonu. Anksiyete bozuklukları ve ego patlamaları gözlemevi. Bilgiye erişim. Anlık iletişim. Kusursuz bir arşiv. Dev bir çöplük. İçerik bulantısı. Sevimli bir kedi.
2
Sanal dünyayla gerçek olan arasında nasıl bir bağ kuruyorsun? Son yıllarda artık bu ayrımın flulaştığını hatta gitgide ortadan kalktığını hissediyorum. Anlam yüklediğimiz şey anlamlı olduğu gibi, gerçek saydığımız şey de o denli gerçek. Sanal dünya birçoğumuz için ‘gerçek’ten daha gerçek. Akşam kafanı yastığa koyduğunda, göbeğinin üzerinde laptop’ın, elinde iPhone’un ve etrafında seni saran çeşitli şarj kablolarıyla uykuya dalıyorsan, farklar tükeniyor, durumlar birleşiyor demektir. Yakında, internetle ilgili bir sanat yaptığımı söylemeye gerek kalmayacağını düşünüyorum. Onunla ilişkimiz ve çevrimiçi olma halimiz, portakal soymaktan farksız. Bir başka görüş olarak, bu bağı benden daha güzel kurabilecek bir duvar yazısı hatırlıyorum: “Gerçek fotoşopla düzeltilemeyecek kadar çirkin” diyordu, Taksim İlk Yardım’ın yan duvarında. Acaba tek fark bu mu ?
3
Webcam Kızları Klavyelerine Dokunurken, 2012-2015, 100 adet, 14.8 x 21 cm (her biri) Forex üzerine pigment baskı
Bundan önce çeşitli sergilerde yer aldın, ama Gaia Gallery’deki son sergi, İstanbul’daki ilk solo çalışman. Nasıl hissediyorsun? Çok heyecanlı ve mutluyum. Uzun süreli bir üretim sürecinin sonunda, çoğunlukla yurtdışındaki sergiler ve sanat etkinliklerinde gösterdiğim işlerden bir seçkiyi yeni üretimlerimle birlikte, yaşadığım şehirde bir araya getirme fırsatı buldum. Bu sergide hem önceki çalışmalarımı, hem de takip ettiğim sanatçıların düşünce biçimlerini remiksledim. Bu melez yapı, serginin iskeletini oluşturdu. Red Hot Chili Peppers ve Radiohead’in yeni şarkılarını sergiyi kurmaya başladığım hafta yayınladıklarını düşünürsek, ergenliği Roll Dergisi tarafından şekillenmiş bir insan evrenden daha ne ister bilemiyorum. Hayatta doğru zaman ve doğru yerde olduğunuzu hissettiğiniz anlar vardır. Benim için sergi süreci tam anlamıyla böyle işledi.
4
Hayat, Sen Sevimli Kedi Videoları İzlerken Başından Geçenlerdir... Neden? Serginin adı, Lennon’ın ‘Beautiful Boy’ adlı şarkısında geçen malum sözün, değiştirilerek, yaşadığımız çağa uyarlanmış hali. Serginin içeriğiyle eş düşecek biçimde, zaman ve popüler kültür ile ilişki kuruyor. Biz bir şeylerle meşgulken diğer tarafta olup bitenlerin altını çiziyor. Basit bir Google araması ile bu sözün çeşitli biçimlerinin Lennon’a gelene kadar birçok kişi tarafından kullanıldığına ulaştım. Dolayısıyla, ortada bir kendine mal etme durumu da söz konusu. Sergideki işler de bu durumun etrafında şekilleniyor. İnternet üzerinde durmaksızın akan veri, benim bu verileri süreç içerisinde biriktirme, sınıflandırma ve dönüştürme biçimlerim. Hepimizin bir başkasından görerek, taklit etme yoluyla oluşturduğu dil. Ekran karşısında geçirdiğimiz zamana ithafen her gün gözümüzün takıldığı sevimli kedi videoları. Bağlantıdan bağlantıya atlarken, hangi sayfayı neden açtığımızı unutmamız. Seçtiklerimiz ve maruz kaldıklarımız. Bu sırada hayat...
5
117
LAUREN WASSER
Fotoğraflar:
Isaac Sterling Röportaj:
Başak Ulubilgen Moda Editörü:
Mar Peidro Saç:
Bekah Lesser Makyaj:
Jenna Kristina
118
O, imkansızlığın reddi kadar iddialı bir motivasyonla, hayatının ikinci dönemini yaşıyor. Hikayesi yeni değil, ama podyumlara tekrar dönmesi vesilesiyle, Lauren, Isaac’in objektifinin karşısına geçiyor. Ve ardından sorularımızı cevaplıyor.
119
Lauren, bugün kendini nasıl hissediyorsun? İyiyim. Yüzüm gülüyor. Los Angeles’ta güzel bir gün, güneş tepede, kuşlar cıvıldıyor ve ben bir yandan dört shot’lı espressomu yudumluyorum. Daha ne olsun.
1
Şansa inanır mısın? Evet. Mesela ben şanslı bir insanım. Anneme, onu sevdiğimi söylemek için ikinci bir şansım oldu, erkek kardeşimin liseden mezun olduğunu görebildim. Bunlar için minettarım.
2
Modellik seni tatmin ediyor mu, yoksa başka bir işle uğraşmayı mı tercih ederdin? Evet, bugünkü şartlarda, %100 tatmin ediyor. Zira şu anda hayatımdaki ikinci şansımı yaşıyorum, buna erişmiş olmak müthiş bir his. Tabii sadece model olmakla yetinmiyorum Toksik Şok Sendromu’ndan kurtulmuş ve daha da önemlisi hayatta bir misyonu olan biriyim. İnsanların güzellikle ilgili fikirlerini değiştirebilme ve kadın hakları için mücadele edebilme şansım var. Modellik bunları bana sağlayabildiği sürece, benim için yeterli.
3
Kendini öyle tanımladığın için soralım; gerçekten de moda endüstrisi için imkansız bir ilham kaynağı mısın? Bu konuya bir açıklık getireyim. “Impossible Muse” ismini bana kız arkadaşım verdi, çünkü fotoğrafımın çekilmesine hazır hissetmediğimde durmadan onu sabote ediyordum, makinesinin karşısına geçip gözlerimi deviriyordum. Ama sonra düşündük ki, Impossible’ı I’m Possible diye okumak mümkün. Ve böylesi bana daha çok uyuyor.
4
En yakın arkadaşın kim? Tanışır tanışmaz arkadaş olduğum Morgan Ellias. New York’ta The Vintage Twin adında bir dükkanı var. Onunla, bir elmanın iki yarısı gibiyiz. Birlikteyken çok eğleniyoruz.
5
120
Güçlü bir kadın olduğun ortada. Sen bu gücü nasıl tanımlarsın? Bu tamamen Tanrı’yla aramdaki bağın bir tezahürü, onun hayatıma kattığı güçlü insanlar sayesinde ben de güçlüyüm. Hayatta kalabilmem için her şeyini ortaya koyan onca insan... Başından bu yana bu denli güçlü bir desteği arkamda hissettiğim için kesinlikle çok şanslıyım. Bu insanlar benim içimdeki savaşçıyı harekete geçiriyorlar. Onlar olmasa burada olamazdım.
6
Moda dünyasının benimsediği güzellik standartlarının değişebileceği fikrini samimi buluyor musun? Zorla da olsa, endüstri bir şekilde bizi dinlemeyi kabullendi. Sosyal medyanın gücü sayesinde her şey tamamen değişmeye başladı. Herkes teker teker ayağa kalkıyor ve ‘bir saniye, ben gelecekteki insan ırkı kadar harikayım ve bana yer açsanız iyi olur’ demeye başladı.
7
121
122
123
124
Toksik Şok Sendromu’yla ilgili farkındalık yaratma konusunda kendini bir lider olarak görüyor musun? Kesinlikle. Kız arkadaşım ve ben bu konuya dikkat çekmek için çok uğraştık. Hikayem internete ilk düştüğünde altı milyon kişiye ulaştı, öyle ki Vice’ın o yıl yayınladığı en büyük haber oldu. İnsanlar bu tehlikeden önceden haberdar olmuş olsalardı bu haberle bu kadar ilgilenmezlerdi ve haber viral olmazdı, demek ki insanların bilinçlenmesini sağlamış olduk. Bunun bir şaka olmadığını herkes anladı. Bana bir şey olmaz diye düşünmek çok yanlış. Bu arada, bu sendrom aslında 80’lerden beri pek çok insanın başına gelmiş. Youare-loved.org sitesini gördüğümüzde savaşma isteğimiz daha da arttı.
10
New York Fashion Week’te tekrar podyumdaydın. Nasıl bir histi? Efsanevi bir andı. Ondan önce Los Angeles’ta, CFDA’de Becca için yürümüştüm. New York’ta ise Chromat’ın ne kadar muhteşem bir marka olduğunu tekrar fark ettim. Podyuma çıkmadan önce, karnımda kelebekler uçuşuyordu. Bu kadar pozitif ve sosyal sorumluluk sahibi bir marka için yürüyecek olmanın gururu içindeydim. O anı her hatırladığımda böyle gülümseyeceğim. Ve hastanede yattığım aylar boyunca, podyuma bir daha asla kabul edilmeyeceğimi düşündüğümü hatırlayacağım.
8
Tekrar modellik yapabileceğine nasıl ikna oldun? Her şey Jennifer’ın çektiği fotoğraflar sayesinde oldu. Onun gibi harika bir fotoğrafçıya aşık olmak hayatımı değiştirdi. Az önce de biraz değindiğim gibi, birlikte olmaya ilk başladığımızda, sürekli fotoğraflarımı çekmek istiyordu ama ona asla izin vermiyordum. Buna hazır değildim. Ama hayır diyerek onu kırdığımı da hissediyordum. Çekmesine izin verirsem, bunun benim için de bir terapi olabileceğini söyleyerek beni ikna etti. Fotoğraflarıma baktığımda kendimle ilgili bilmediğim bir yönümü keşfedeceğimi düşünüyordu. Bense, hoodie’lerin arkasına saklanıp ter döküyordum, çünkü çok utanıyordum. Fotoğraf makinesinden nefret ediyordum. Sonra ona direnmeyi bıraktım ve gerçekten fotoğraflarımı gördüğümde, onun bende ne gördüğünü anlamaya başladım. Hikayemi paylaşmaya karar verdiğimizde ise bunu tüm gerçekliğiyle yapmamız gerektiğini düşündük. Emin adımlarla ilerledik.
9
Karakterinle ilgili asla değişmeyeceğini düşündüğün ne var? Mücadele gücüm. Bir kere, her şeyden önce, ben bir atletim, rekabetçiyim, ve asla pes etmem. Bu sayede, bugün buradayım. Hayattayım.
11
12
Şu anda nerede olmak isterdin? New York’ta. Arkadaşlarımla
takılırdık.
125
126
127
128
EVENT MANAGEMENT
PUBLISHING
CONCEPT DESIGN
BRAND PLATFORMS
AND ANYTHING COOL
FOR MORE FACEBOOK.COM/COISTANBUL 123@COISTANBUL.COM +90 212 2590669
Genç yaşına rağmen bambaşka sıfatları isminin önüne eklemeyi başarmış, yaratıcılığı merkeze yerleştirerek dur durak bilmeden meziyet biriktiren, ismiyle müsemma bir adam... Korku kitabı yazarı, mühendis, Milanolu, Ankaralı Yiğit Turhan ya da internette ünlü olmanın kitabını yazmış Massimiliano Trudi, çelişkilerinden yarattığı şaşırtıcı harmanıyla karşınızda...
Röportaj:
Cansu Yazıcı Fotoğraflar:
Umberto Gorra
Umberto, Yiğit’le Milano’da buluştu. Nabokov’un kelebekleri de oradaydı.
130
YİĞİT TURHAN
Bir korku romanı yazma fikri nasıl gelişti? Annem bana hamileyken durmadan korku filmi izlemiş, nedeni belirsiz. Anneannem de çok sever. Sürekli zombili video kasetler kiralar, beraber onları izlerdik. Kendi isteğimle alıp okumaya başladığım ilk yazar ise Stephen King. Lisede yazdığım korku hikayeleri de ödüller almıştı. Sonra bir gün ne olduysa aklıma Kadük’teki o sahne geldi: Kızılay’ın arka sokaklarında evcil hayvan hastanesi diye yutturulan ama aslında sokak çocukları satan binaya giren Leman. İkinci ve üçüncü de yolda... Cem Mumcu’nun desteği ve inanılmaz editörüm Sera Aktüre sayesinde daha neler anlatacağım, bekleyin.
4
Yiğit, bu yaşında kendini nasıl hissediyorsun? Piyango bileti gibi... Aklımdaki yeni fikirlere bazen amorti, bazense büyük ikramiye çıkıyor. Farklı alanlarda kendimi kanıtlama isteği içerisindeyim. Vizyonuma ait değerler ve estetik kavramlar çerçevesinde merakımın gitgide arttığı bir yaştayım.
1
Çok fazla şapkan var; mühendis, yazar, sosyal medya stratejisti, pazarlama uzmanı... Sen kendini nasıl ifade etmeyi tercih ediyorsun? Yurtdışında yaşamanın kendimi kolay ifade edebilmemi sağlayan bir avantajı var; ismim. Tüm ilgi alanlarım ve yaptıklarım, arkadaşlarımın gözünde ilk defa duydukları bu isimle bağdaşıyor ve ‘bu çok Yiğit’ gibi betimlemelerde bulanabiliyorlar. Türkiye-İtalya uçuşu esnasında bir yerlerde düşürdüğüm Ğ’nin üstündeki şapkanın yerine sürekli yeni meziyetler kazanmaya çalışıyorum. Aslında yaptığım işlerin hepsi yaratıcılığı bünyesinde buluşturan işler. Kaldı ki, ortalama insan ömrünü 80 yıl diye hayal edersek neden tek bir şapkaya takılı kalalım?
2
Gelecekte adının önüne hangi sıfatı eklemiş olmak istersin? Asıl amacım, iyi-kötü biriktirdiğim tüm sıfatlardan arınıp, gelecekte adımın kendi kendini betimlemesini sağlamak. adımın, varlığımı bir başlık altında toparlama görevinden sıyrılıp, yaptığım işlerin ve aldığım risklerin cesurluğunu betimlemesini isterim.
3
Korku romanı yazarı Yiğit Turhan bir iletişim/pazarlama kitabı da yazamaz mıydı; İnternette Ünlü Olma El Kitabı’nda neden mahlas kullanmayı seçtin? Yazabilirdi ama kendi adımın korku kitaplarıyla anılmasını tercih ederim. Kaldı ki mahlasın arkasında kitapta da anlattığım çok eğlenceli bir hikaye var. Açıkçası, çalıştığım şirket nedeniyle ismimin kitabın içeriğinin önüne geçmesini de istemedim.
5
Bu iki kitabın yazım süreçlerinde ne gibi farklar vardı? Bu soruya mühendis şapkamı takıp analitik bir cevap vermek istiyorum. Kadük’ün fikir süreci bir sene, yazım süreci iki sene, basım süreciyse yaklaşık üç-dört sene sürdü. Çalmadığım kapı, yazmadığım e-mail kalmadı sanırım. İnternet ünlüleriyle ilgili yazdığım kitabın fikir süreci üç gün, yazım süreci bir hafta, basıma kabulüyse bir gündü. Kurguda sıfırdan yeni bir dünya yaratıyorum, kurgu dışındaysa bire bir yaşadıklarımı anlatıyorum. İlki hem daha zor, hem daha eğlenceli.
6
Bizi şaşırtır mısın? Hindistan’da öğrendiğim, yasemin çiçeklerinden örgü yapabilmem yeterli mi? Şaka bir yana, dört-beş ay önce Nabokov’un Vera’ya yazdığı mektuplara kafayı takmışken onun kelebek sevdasını öğrendim. Kelebekler nasıl avlanır, nasıl kurutulur, nasıl hazırlanıp cam küplere iğnelenir diye araştırırken, Viyana’da Mount Olympus performansını izlediğim Jan Fabre’nin de ölü böceklerle birçok esere imza attığını gördüm. Uzun araştırmalar sonucunda, Güney Fransa’daki bir kasabada ölü kelebekler satan bir adama ulaştım ve kendisinden kutularca börtü böcek toplayıp, evimin mutfağını bu işe adadım. Yaptıklarım Milano’da ünlü isimlerle çalışmış bir galericinin ilgisini çekti ve şu anda bu alanda bir fikir üzerine çalışıyoruz.
7
131
Dünyadaki gidişatla eş zamanlı olarak İstanbul gece hayatının da bir süredir anahtar sözcüğü miksoloji. Başka bir deyişle, kokteylleriniz artık sadece barmenlere değil miksologlara da emanet. Miksolojinin sözlük anlamı burada üzerine düşeni yapıp, konunun ehemmiyetini açıklıyor. Ardından, bir kokteyli kokteyl yapan özelliklerden bu yaz öne çıkacak lezzetlere, tarihin sararmış sayfalarına gömülecek trendlerden kokteyl kültürünün demirbaşlarına, miksolojinin yeni nesil kahramanları kokteyl-miksolog eksenindeki sorularımıza imza eliksirleri eşliğinde cevap veriyorlar.
MİKSOLOJİK
132
Hazırlayan:
Arzu Sak Fotoğraflar:
Gökhan Polat
COOKTAIL Bir kokteyli dumanlamalı mı dumanlamamalı mı? Bir likit karışımın dumanlı servis edilmesinin belirli nedenleri vardır, nitekim benim hazırladığım menülerde de bazı karışımlar dumanlı servis ediliyor. Bu nedenlerin ilki, karışımın istenilen soğukluğa getirilirken buz yerine likit nitrojen kullanılması. Bir diğer kullanım alanı da kokteylin içerisindeki malzemelerle duyusal bir uyum oluşturduğu için füme etkisi vermek. Örneğin, bir reçetemde, karamelize olmuş mango, greyfurt gibi meyve suyu içeriklerini fümeleyerek yani dumanlayarak destekliyorum. Dumanla servis edilen bir kokteylin diğerlerine nazaran daha fazla ilgi çektiğini de görüyoruz.
1
Miksolojideki en çılgın trend, şu an, ne? Şu sıralar bu işi yapan insanların mutfağa daha yakın hale gelmeleri bizim işimizin gitgide daha gastronomik bir boyut kazandığını gösteriyor, gün geçmiyor ki yeni bir teknik keşfedilmesin. Bunlardan en çılgını bana göre aromatize edilmiş, yani aromatik sularda bekletilip servis esnasında çıkarılıp kullanılan bardaklar. Kişiye özel karışımların sipariş anında doğaçlama yapılması da bir başka yeni ve farklı trend olarak karşımıza çıkıyor.
2
Bir miksolog her zaman neyi aklında bulundurmalı? Suyu… Yani buzu ve onun etkilerini matematiksel olarak hesap edebilmeli.
3
Göksel Güleç’in ‘Subzero’ kokteyli
Nasıl tip kokteyller yemeğin en doğal eşlikçileridir? Kokteyl ve yemek eşleşmesi uzun yıllardır üzerinde çalıştığım bir konu olduğu için rahatlıkla söyleyebilirim ki bu konu dipsiz bir kuyu gibi, nitekim çok farklı eşleştirmelere tanık oluyoruz. Fakat genelleme yapmak gerekirse; çiğ tatların bulunduğu tabaklarla bitter tatların ön plana çıktığı karışımlar uyum sağlarken, ızgara et gibi tabaklarla daha güçlü, ve alkol seviyesinin biraz yukarıda olduğu karışımlar uyum sağlıyor.
4
Hangi kokteyl sana İstanbul’u çağrıştırır? İstanbul’a dair bir kokteyl düşündüğümde, içerisinde rakı olmazsa olmaz gibi geliyor. Şehrin kozmopolit yapısını yansıtabilecek ve Çamur adını verdiğim kokteylim; karabiberde demlenmiş viski, dereotu ve yenibaharda demlenmiş rakı, fırınlanmış elma suyu, baharatlı tatlandırıcı ve lavanta bitterinden oluşuyor ve testi içerisinde servis ediliyor.
5
Dünya üzerindeki hangi kokteyl barı seni senden alır? Broken shaker; çünkü kokteylleri inanılmaz dengeli ve belli bir tat standardını her zaman yakalayabiliyorlar.
6
133
5 COCKTAILS & MORE
Bir kokteylin olmazsa olmazları nelerdir? ÖM: Her zaman bir sonraki adımı düşünmek gerekir. Kokteyl hazırlanırken en ufak bir eksik bile çok şey değiştirir. Bir bartender, kokteylleri her zaman standardına uygun; eksiksiz ve her seferinde aynı lezzette hazırlamalıdır.
3
Bir miksolog hangi beş kokteyli bilmeden kendine miksolog diyemez? Sİ: Öncelikle bir miksolog, miksolojinin tarihini bilmeden kendine bu ünvanı layık görmemeli. Çünkü 1800’lerden günümüze kadar evrilen kokteyl kültürü kendine has bir diyalektiğe sahip. Örneğin viski, şeker, bitter üçlemesi viski, vermut, bitter üçlemesine evrilmiş; vermut cinle birleşmiş; üçüncüye ihtiyaç duyanlar aperitivo’larla desteklemişler ve kokteyl tarihine yön vermişlerdir. Benim için The Old Fashioned, Manhattan, Martini, Negroni ve Sourlar bu beş kokteyli kapatıyor.
4
Serhat İleri ve Özlem Mut’un ‘Dark Paradise’ kokteyli
Kokteyl denildiğinde biz ne anlamalıyız? ÖZLEM MUT: Kokteyl bir tat, renk ve koku uyumudur. Eğer tüm bu dokulara hayat verebilirseniz, işte o zaman tebrikler, elinizde gerçek bir kokteyl var demektir. SERHAT İLERİ: Gerçek kokteyl yapımı doğru hazırlık seremonisiyle, doğru harmoniyi yakalamaktır. Tüm duyulara hitap etmeli; aynı zamanda da karakteri olan bir karışım ortaya çıkmalı.
1
134
Üretiminizi en havalı gösteren bardak/kadeh formu hangisi? Sİ: Benim favori bardağım kesinlikle ‘tumbler’. Oval ve kristal bardaklar, bence ele çok yakışıyor. İnsanları zorlama kibarlık ve abartı cengaverlik arasında çok güzel bir dengede tutuyor, aynı zamanda da hareketlerinizi kısıtlamıyor. Anlattıklarımın tam tersi olmasına rağmen ‘coupe’ kadehlere de bayılıyorum.
2
Bu yaz hangi lezzetlerin öne çıkacağını öngörüyorsunuz? Sİ: Şu sıralar ‘skinny’ kokteyllere ilgi oldukça artmış durumda. Biz de mümkün olduğunca kalorisi düşük ve ferahlatıcı kokteyller hazırlayacağız gibi duruyor.
5
KÜLHANBEYİ Bir miksoloğu barmenden ayıran şey nedir? Bana göre ikisi de aynı; yalnızca nasıl bir barda çalıştığınıza göre farklı şekilde adlandırılıyorsunuz. Her barın farklı bir amacı var ve hepsi bu amaca yönelik ürünler sunuyor; fakat bazı barlarda daha yaratıcı ve tecrübeli olmak gerekiyor. Ayrıca miksolog ünvanı yalnızca barda çalışan biri için kullanılmıyor. Ben kendime, her akşam barın arkasında içki yaptığım, ve bir test mutfağında kokteyl deneyleri yapmadığım için barmen demeyi tercih ediyorum.
1
Miksolojinin en mütevazı fakat önemli malzemesi nedir? Her daim jigger kullanması gerektiğini savunurum. Bazı barmenler free-pour yani şişeden direkt olarak dökerek kokteyl yapabildikleri için hava atarlar, ama gerçek bir kokteyl ölçü kullanarak yapılmalıdır. Böylece tekrar tekrar ve tutarlı bir şekilde kokteyl üretebilirsiniz.
2
Önümüzdeki günlerde miksolojide hangi tat profilleri öne çıkacak? Baharatlı kokteyller şu sıralar çok popüler olmaya başladı. Taze acı kırmızı biber ve zencefil gibi sebzeler tatlı/ ekşi profilini desteklerken kokteyl deneyimini de yükseltiyorlar. Aynı zamanda tuzun da kokteyllerde çok daha fazla kullanıldığını görüyorum. Sadece bardağın kenarında da değil; tuzlanmış greyfurt parçaları veya deniz tuzuyla yapılan karışımları acı kokteyllerde kullanmak, lezzetlerini dengelemek ve tatlarını yumuşatmak için ideal bir yöntem oldu.
3
Kevin Patnode Jr.’ın ‘Ayranı Yok İçmeye, Tahtırevanla Gider Sıçmaya’ kokteyli
İstanbul nasıl bir kokteyl olurdu? Bir bardakta punch’a benzer bir şey olurdu. Punch beş farklı malzemeden oluşur; içki (şehrin enerjisi), şeker (İstanbul’un tatlılara olan sevgisi), baharat (çay takıntısı), citrus (her tabağa ve çorbaya limon sıkma alışkanlığı) ve su (İstanbul Boğazı). Bütün bu garip malzemeler bir araya gelip lezzetli ve büyük ölçüde bir şey oluşturuyor. Tıpkı ev kabul ettiğimiz bu mega-şehir gibi...
5
Ya kokteyl isimlerine nasıl karar veriyorsun? Barımızda, alametifarikamız olarak, kokteyllerimizi eski Türk deyimleriyle adlandırıyoruz. Bu isimleri de kokteylin ne olduğuna karar verdikten sonra koyuyoruz. Bazen de konuşurken birimiz ortaya bir deyim atıyor ve onun üzerine kokteylimizi yaratıyoruz. Mesela şu andaki imza kokteyllerimizden ‘Armut Piş, Ağzıma Düş’ bu şekilde ortaya çıktı.
4
135
ALEXANDRA Bir kokteyli en havalı gösteren bardak/kadeh formu hangisi? Sİ: Benim favori bardağım kesinlikle ‘tumbler’. Oval ve kristal bardaklar, bence ele çok yakışıyorlar. İnsanları zorlama kibarlık ve abartı cengaverlik arasında çok güzel bir dengede tutuyor, aynı zamanda da hareketlerinizi kısıtlamıyorlar. Anlattıklarımın tam tersi olmasına rağmen ‘coupe’ kadehlere de hastayım.
3
Miksolojide nasıl bir döneme giriyoruz? Bilgiye bu kadar kolay ve hızlı erişim sağlanabilmesi biz barmenlerin de yolunu açtı. Artık barmenler daha bilinçli şekilde üretim yapmaya başladılar. Aynı kolaylık bilinçli tüketimi de beraberinde getirdi, artık misafirler de hangi kokteylin nasıl yapıldığını ya da yapılması gerektiğini biliyorlar. Doğal ürün kullanımı da bir yandan eski yıllara nazaran gittikçe artıyor. Bizler de daha sade, daha doğal ve daha lezzetli ürünler ve malzemeler üzerine yoğunlaştık.
1
Hangi kokteyller miksologlar tarafından her daim el üstünde tutulacak? Bu her barmene göre değişkenlik gösterebilir fakat benim ağırlıklı olarak sevdiğim klasik kokteyller hep Latin Amerika kökenli içkilerden yapılanlar oluyor. Ancak Vodka Martini , Negroni ve Old Fashioned her barmenin parmak izleri gibidirler. Ne kadar ölçek kullanırsanız kullanın; iki farklı barmen tarafından yapıldıkları takdirde her zaman birbirinden farklı tatlara sahip olacaklardır.
Osman Fethi Baycan’ın ‘Amor Duro’su
2
136
Her kokteylin kendine has bir içiliş yeri ve zamanı var mıdır? Kokteyllerin kendi sınıfları vardır, yemek öncesi, yemek sonrası, akşamüzeri ve tüm gün olarak dört sınıfa ayrılır; bu durum da bazı içkilerin içiliş zamanını belirleyebilir. Fakat kokteyl her daim en az iki kişilik bir içecektir.
3
Yeme-içme sektöründe son zamanlarda gördüğün en önemli değişim hangi konuda yaşanıyor? Son iki senedir kokteyl barlar çok revaçta. Barmenler tıpkı aşçılarda da olduğu gibi profesyonelleşmeye ve uzmanlaşmaya başladılar. Miksolog diye bir terim hayatımıza giriş yaptı. Sektöre önderlik eden kokteyl barlara bakarsanız, ekiplerin barda geçirdiklerinden daha fazla süreyi mutfakta, aktarda ve meyve sebze hallerinde geçirdiklerine tanık olursunuz. Bu da sektörün evrilmesine sebep oluyor.
4
Hangi kokteylin İstanbul’u çağrıştırıyor? Menüdeki ‘Amor Duro’ yani Zor Aşk adlı kokteylim... İstanbul sabır ister, emek ister, canını sıkar, fakat yine de dik dur ister; ve tüm bunları yapabilirsen de seni bu şehrin en mutlu insanı yapar.
5
KILIMANJARO Elinden çıkan kokteylleri genel hatlarıyla nasıl tanımlarsın? Her miksoloğun kendine has bir sallama stili olduğu için ben daha çok shaken tarafındayım. Ekşi bazlı kokteylleri de kişisel olarak daha çok sevdiğimi söyleyebilirim. Kokteyllerimde ayrıca her daim mevsiminde meyve ve malzeme kullanmaya da gayret ediyorum.
1
Bir miksoloğun tezgahında mutlaka neler bulunur? Karıştırma bardağı, bar kaşığı, japon tuzu, özel pipet, lime sıkacağı, kereviz sapı, kurutulmuş portakal, tarçın çubuğu, taze biberiye... Taze nane, yeşil zeytin, ve mevsimsel taze sebze ve meyveler de mutlaka bulunur.
2
Karpuzu, çileği, narı gördük; bu yaz hangi meyvenin öne çıkmasını bekliyoruz? Ve onu neyle nasıl eşleştiriyoruz? Çarkıfelek sanki beni kokteyl yapın diye seslenip duruyor. Önümüzdeki birkaç yıl onun yılı olacak. Rom, cin ve votkayla uyumlu olduğunu düşünüyorum. Özellikle baharatlarla mojito gibi ezip tarçın, karabiber, karanfil ve yıldız anason ile uzun bardakta ya da punch gibi içilebilir.
Tuğsan Kılıçarslan’ın ‘Bloody Mary’ kokteyli
Kokteyller yemeğe de eşlik etse mi? Mutlaka etmeli. Nitekim kokteyller de yemekler gibi kendi arasında sınıflara ayrılır. Her öğünün de kendine göre eşlik edecek kokteyl seçenekleri olabilir. Mesela biz bu kış Wasabi Martini yaptık. Etli ana yemeklerle eşleştirdiğimizde ise çok pozitif geri dönüşler aldık.
6
3
Şehirdeki bu kokteyl trendini neye bağlıyorsun? Başarılı Türk barmenlerine... İşini iyi yapan ve yaratıcı bir nesil geliyor.
4
Peki bir Bloody Mary’nin iyi olup olmadığı nereden anlaşılır? Öncelikle mutlaka ve mutlaka taze kereviz kullanılmış olmalı; bir de domates suyunun kalitesi önemli. Benim kullandığım marka AOÇ (Atatürk Orman Çiftliği) gerçek domateslerden üretiliyor, ve içerisinde katkı maddesi yok.
5
137
GRACE NEUTRAL Siz mavi mürekkep enjekte edilmiş
Röportaj:
Ayşecan İpek Fotoğraflar:
Steph Wilson
Steph, enerjisine insanların önyargılarını bulaştırmayan Grace Neutral’ı; XOXO için Londra’da fotoğrafladı.
138
gözlerine, ameliyatla sivrileştirilmiş kulaklarına ya da vücudundaki sayısız dövmeye bakıp neyin hayal neyin gerçek olduğunu sorgularken Grace Neutral, yaşadığı ana sımsıkı tutunuyor. Aldırdıktan hemen sonra reçineyle kaplatıp kendisi için özel birine hediye ettiği göbek deliği ise gizemini koruyor.
139
Vücudundaki artistik değişimlere ilk olarak dilinle başladın. Bir kişi dilini parmaklarıyla tutarken ve bir diğeri de onu keserken tam olarak neler hissettin? Dürüst olmam gerekirse, hayatımdaki en heyecan verici anlardan biriydi, tabii ki korkuyordum, ne de olsa bir bistüriyle dilinizi yarısına kadar kestirmek sert bir hareket ama heyecanım saniyeler içinde korkumun önüne geçti. Dilimi kesen kişi de benim o koltukta oturan en sakin insanlardan biri olduğumu söylüyordu, bu yorumu sıradaki kalıcı değişiklikler için bir cesaret cümlesi olarak kabul ettim.
1
Zaman ve kalıcılık konusunda neler düşünüyorsun? Zaman bir yanılsama ve hiçbir şey kalıcı değil.
2
Büyürken en sevdiğin masal hangisiydi? Pamuk Prenses. O masalla ilgili bir şey içimde dolanıyor, aynı reçine gibi. Pamuk Prenses’in sesi bugüne kadar duyduğum en tatlı şey.
3
Mor mürekkep enjekte edilmiş gözlere, elf kulaklarına ve kertenkele diline sahipsin. Sıradan bir insanın yaptığı şeyleri yaptığında, örneğin bankaya gittiğinde neler oluyor? Hiçbir şey olmuyor, tüm günlerim son derece sıradan geçiyor aslında. Belki de Londra’da yaşadığım için öyle hissediyorum, burası farklı türlere açık. Tabii ki tuhaf tuhaf bakanlar oluyor ama onları artık pek fark etmiyorum.
4
Eğer tüm bu değişimlerden geçmeseydin ve vücudunda tek bir dövmen olmasaydı benliğini sahiplenmek ve özgürleşmek konusunda eksik mi hissedecektin? Nasıl hissederdim bilemiyorum, bundan farklı olduğumu hayal bile edemiyorum. Eğer dövmelerim ya da geçirdiğim değişimler olmasaydı yaratıcılığımı gösterebileceğim başka yollar keşfedecektim. Sanatımı ve yaratıcılığımı ifade edemeyeceğim bir dünya bana göre yaşamaya değer bir yer değil.
5
140
6
İlk dövmen neydi? Bacağımın üzerinde, avuç içi büyüklüğünde, basit bir kalp.
Tüm bu gerçek dışı stiline rağmen işini yaparken son derece detaycı, hijyenik ve net bir duruşun var. Bu kontrasta nasıl bakıyorsun? Dövme yaparken geometri ve simetrinin beni zorlaması hoşuma gidiyor. Hayatımın başka hiçbir alanında böylesine bir disiplin uygulamıyorum, her dakikamı nasıl geçirmek istiyorsam, içimden nasıl geliyorsa öyle yaşıyorum. Dolayısıyla işimde uygulamam gereken bu disiplin ve odaklanma zorunluluğu, duygusal hayatımdaki sınır tanımazlığı dengeliyor.
7
141
142
Güzelliği nasıl tanımlıyorsun? Güzelliğin estetik bir duruş değil yine bir enerji meselesi olduğunu düşünüyorum. Gerçekten mutlu insanlar yanardöner bir enerjiyle parlar. Güzellik dediğimiz şey de bu parıltı bence.
9
Günlük hayatında fondöten ve allık gibi şeylerden faydalanıyor musun? Her gün değil ama makyaj malzemeleriyle arada sırada oynamak hoşuma gidiyor. Bana göre yeni şeyler deneyimlemek her zaman eğlencelidir.
10
Londra Moda Haftası’nda podyumda yürümek senin için nasıl bir deneyim oldu? Tıpkı dilimi kestirmek gibi o da hem çok korkutucu hem de çok heyecan vericiydi. Ve tabii ki çok eğlenceliydi. Ashley için podyumda geçirdiğim her dakika beni çok mutlu etti.
11
Peki işindeki titizliğin ve başarın seni önyargılardan koruyor mu? Onlardan korunmak gibi bir kaygı taşımıyorum. Enerjime insanların önyargılarını bulaştırmıyorum. Yaptığım her şey kendi hayatımla ilgili, kimseyi incitmiyorum. Aksine, bulunduğum her yere sevgi ve neşe katmaya çalışıyorum. Bunu yaparken diğer insanların beni etkilemesine izin vermiyorum, tüm enerjimi mutlu olmak ve diğer insanları mutlu etmek için harcıyorum.
8
12
Kendini gerçek ya da gerçekçi buluyor musun? %100 gerçeğim.
13
Hayat felsefeni birkaç cümleyle özetlemeni istesek ortaya nasıl bir paragraf
çıkar? Sana nasıl davranılmasını istiyorsan insanlara öyle davran. Kendini sev ve hayata önyargılardan uzak gözlerle bak. Tüm bunlar kulağa basit felsefeler gibi geliyor ama bazen en basit şeyler en etkili olandır.
143
WHATEVER YOU BELIEVE NEUTRAL Fotoğraflar:
Alina Negoita Saç:
Sophie Harris/ R+Co Makyaj:
Libby James/ M.A.C ürünleriyle Model:
Monica Tomas/ Wilhelmina
144
Aslında sınırlar yok. Aslında ihtiyaç yok. Saklandığın yerden çıkıp, inandıklarını gözden geçirdiğinde bütün alt metinleri boşa çıkaran bir hafifleme hissediyorsun. Belki de aidiyete hiç gerek yok.
145
146
147
148
149
150
151
152
153
154
155
MILEY X MARC. Miley Cyrus’un dil çıkarttığı fotoğraflar, vakti zamanında sinirinizi bozduysa, birazdan okuyacaklarınıza ön yargılarınızı bir kenara bırakarak yaklaşın, zira Miley bu sefer daha mantıklı hareket ediyor. Marc Jacobs ile yürüttüğü işbirliği için, Miley Cyrus, Marilyn Minter’a poz veriyor, Minter’ın alametifarikası buğulu camın arkasından, Planned Parenthood NYC adına konuşuyor ve haliyle, cinsel eşitliğin ve özgürlüğün altını çiziyor. Sizin yerinize konuşan, mesaj içerikli tişörtlerin yeni bir versiyonuyla tanışmak için, 50 dolarınızı bir kenara ayırın ve Marc Jacobs’ı alışveriş listenize ekleyin. PERFECT COUPLE. Clarks ve Supreme arasındaki uzatmalı ilişki, 2016 İlkbaharYaz sezonunda da karşımıza çıkıyor ve iki farklı ayakkabı modeli radarımıza takılıyor. Wallabee ve Wallabee Boot adındaki modeller, renk skalasını geniş tutuyor, süet örgü dokuyla, klasik lastik ayakkabıyı bir araya getiriyor ve iki markanın da mirasına saygı duruşunda bulunuyor. Klasik çöl ayakkabılarını sokak stiline uyarlamak niyetindeyseniz, bu kapsül koleksiyondan kendine pay çıkartınız. KIEHL’S NIGHTLY REFINING MICRO-PEEL CONCENTRATE. Adı ansiklopedi sekmesi uzunluğunda olan Kiehl’s’in mikro peeling’i tuvalet dolabınıza yeni bir favori olarak ekleniyor. ‘Super food’ sıfatını uzun zamandır adının önünde taşıyan kinoayı masaya yatıran marka, tahılın farklı kullanım şekillerini araştırıyor. Sürdürülebilir tarımı destekleyerek elde ettiği kinoaların hücre üretimi üzerindeki etkilerinden faydalanan Kiehl’s, gece siz uyurken çalışan bir mikro peeling ürünü yaratıyor. Sabah uyandığınızda, aynada uyku kalitenizden bağımsız daha parlak ve taze bir cilt vadeden Kiehl’s Nightly Refining Micro-Peel Concentrate, aynı zamanda küçük akne problemleri üzerinde de etkili bir şekilde çalışıyor. 156
DANIEL LIBESKIND + ALESSI. Mimari dehasını Berlin’in Jewish Museum’u, New York’un World Trade Center’ı ve daha nice yapı için kullanan Daniel Libeskind bu kez Alessi için masa başına oturuyor. Zaman kavramının peşinde küçük ölçekte tasarlayan mimar, günün sonunda Time Maze’i tasarım literatürünüze ekliyor. Time Maze’in yaratımı sırasında mimari süreçlerin her birinden geçtiğini söyleyen Libeskind, bahsi geçen saat için bilindik suların dışına çıkıyor ve yuvarlak kadranı oyun dışı bırakıyor. Zamanı bir labirentin içerisine konumlandıran mimar bilumum alt göndermelere de eş zamanlı dokunuyor. DESSU. Paris’te bir trend forecasting ajansında çalışırken tanışan Lisa Douet ve Alexa Waxmann kısa bir süre sonra iç çamaşırlarına olan ortak tutkularını ve birçok lüks iç çamaşırı markasının pazarı domine etmesine rağmen istediklerini bulamadıklarını keşfediyorlar. Günün farklı saatlerinde farklı durumlar için iç çamaşırı üretme fikirleri Fransa’nın Kickstarter’ı KissKissBankBank’ten yeterli sponsoru buluyor. 30 yaşının altındaki kadınların iç çamaşırı çekmecelerine olabildiğince çeşit ve mümkün mertebe Parizyen bir hava getirmeyi amaçlayan marka, moda dünyasına hip skalasından girişini yapıyor. PABLO IS HERE. Geçtiğimiz aylarda, The Life of Pablo’dan hareketle, Pablo yazılı denim ceketler ve sweatshirt’ler ürettikten sonra, Kanye West, genelden özele doğru ilerliyor ve albümdeki şarkılardan ilham almaya devam ediyor. Kendrick Lamar’ın da işin içinde olduğu “No More Parties in LA” sweatshirt’lere hücum ediyor. Vetements’ın alametifarikası ve Kanye West’in yeni ilgi alanı font, bu üründe de karşınıza çıkıyor. 90 dolardan satışa çıkan sweatshirt, 5 Haziran itibarıyla gardırobunuzda yerini alabilir. Pablo’nun yaşam tarzı ilginizi çekmiyorsa, geçtiğimiz ay bahsettiğimiz AntiKanye temalı şapkaların hala üretildiğini hatırlatalım.
OLDER, WISER. Sokak modası fotoğrafçılığına (beklenmedik bir şekilde) farklı bir çerçeveden bakmayı başaran Ari Seth Cohen, uzun bir zamandır odağına yaşlı moda ikonlarını alıyordu. Birçok markanın daha yaşlı modellere yönelmesine ilham kaynağı olan fotoğrafçı tecrübeyle sabit stilin en iyi stil olduğunun altını yeni kitabıyla bir kez daha çiziyor. Advanced Style bloğunun sahibi, ikinci kitabı Older and Wiser’da da farklı coğrafyalardaki yaşlı stil ikonlarını paylaşmaya devam ediyor. Haziran’da satışa çıkacak kitaptan neler bekleyeceğinizi görmek için Cohen’in adresine yönelebilirsiniz. FENTY CREEPERS. Riri’nin Kreatif Direktör koltuğuna oturmasıyla satışlarında, şaşırtmayan doğru orantılı bir artış gösteren Puma, Creeper serisinin ‘en çok satan’ sıfatından yararlanmaya devam ediyor. Rihanna’nın marka için tasarladığı ilk seri olan Fenty Creeper’lar içerisinde bulunduğumuz zaman dilimi itibarıyla üç yeni renge kavuşuyor. Tabii yeni renklerin Riri’nin fanlarının sosyal medya üzerinden yaptığı ısrarla doğru orantılı olduğunun altını çizmeye mahal yok. “Basket Creeper Glo”, “Green Bordeaux” ve “Black Satin” renklerinin yanında 90’lar ilhamlı kalın tabanlar da seri dahilinde raflarda yerini alacak. TERRACOTTA SUMMER. Yazın gelişini duyuran kozmetik alametlerden biri son on yıldır Guerlain’in Terracotta serisine emanet. Bu yıl da modaevi, tam zamanında bronz ten göndermelerini tamamlıyor. Yeni Terracotta, citrus ve çiçeksi notaları karışımına ekliyor ve seriye iki yeni ruj katılıyor. Kiss Blossom ve Fancy Kiss, bronz tende en iyi renk kombinasyonunu vadederken mat ruj akımına ara vermenizi salık veriyor. UV ışınlarını fütursuzca almanızı provoke eden seri, Terracotta Sun Protect formülüyle kullanıcılarını koruma altına almayı da ihmal etmiyor.
GUCCI CHAIR. Malumunuz, Alessandro Michele’nin tasarımları ve görsel dehası kısa sürede başarılı bir işgalin altından anlının akıyla çıktı. Her kampanya fotoğrafında dekorasyona da göndermede bulunan Michele an itibarıyla gardıroplardan oturma odasına teşrif ediyor. Mondadori Sartogo’nun altı adet Cabana/Gucci edisyonu sandalye teklifine birkaç hafta içerisinde geri dönen tasarımcının başrolünde yine hayvanlar alemi var. BASIC RIGHTS. Freddie Cowan (evet, The Vaccines’in gitaristinden bahsediyoruz), Brianna Lance ve Dennis Karlsson’ın ortak projesi olan Basic Rights, erkek giyiminin sade parçalarına odaklanıyor. Zaman ve mekan farkı tanımaksızın giyilebilecek ve hatta pijama olarak kullanılması yadırganmayan tasarımlara odaklanan marka, David Bowie ve David Hockney gibi ikonları da ilham tahtasına iğneliyor ve David’lerin zamansız minimalist taraflarına odaklanıyor. Haliyle bolca 1950’ler ve 60’lar erkeklerinin siluetlerini de tasarımlarına ekleyen marka her tasarımı sonsuza dek giyilebilir sıfatıyla üretiyor. LLADRO X HISAKAZU SHIMIZU. Porselen ustası Lladro, İspanyol estetiğini S&O Design’in kurucusu Hisakazu Shimizu’nun Uzak Doğu estetiğine emanet ediyor. Tasarımcının işlerinin odağına aldığı, ikonik Japon karakterlerinin saç şekilleri bu kez Lladro çatısı altında monokrom tonlarda lamba tasarımlarına dönüşürken, Murano camı ve el yapımı etiketi de tasarımlara ekleniyor. Orta çağdaki Japon kadınların şapkaları Sandogasa’lara da odaklanan tasarımlar, İspanyol markanın hikaye anlatıcılığını da destekliyor ve tasarım, Lladro’nın alametifarikası çiçek damgasıyla mühürleniyor. 157
TO THE BEACH. Lomography’nin Marakeş’ten Honolulu’ya, Kyoto’dan Boston’a, birçok şehirden esinlenerek farklı versiyonlarını çıkardığı Lomo’Instant için bu sefer tam da yaz mevsimine uygun olarak İspanya sahillerine ışınlanıyoruz. Yeni Lomo’Instant San Sebastián Fuji Instax Mini Film ile çalışıyor ve bir Lomo klasiği olarak Fisheye, yakın çekim ve portre lensleriyle çekim yapabiliyor. Ayrıca dört farklı renkte flaş jeli, çoklu poz çekme özelliği ve geceleri fotoğraf çekebilmeniz için B ayarı bulunuyor. Lomo’Instant’ın San Sebastián modelinden hareketle küçük bir dünya turuna çıkmak için markanın web sitesine bekleniyorsunuz. GAME OF THRONES CLUE. Game of Thrones, entrika dozunu eksik etmeden, altıncı sezonuyla izleyicileri ekrana (hangi ülkede yer aldığınıza göre bu ekran ne yazık ki değişiklik gösterebilir) toplayadursun, board game’in usta ismi Clue devreye giriyor ve Game of Thrones temalı bir oyun tasarlıyor. Altı kişiye kadar çıkabilen oyunculardan birisi olma şansına erişirseniz, şunlara sahip olabiliyorsunuz: 12 adet şüpheliden biri olma şansı, altı farklı silah, 21 tane entrika kartı ve çok daha fazlası. Jon Snow ya da Lannister’lardan birisi olmak hayallerinizi süslüyorsa, 50 dolar karşılığında bu hayalinizi gerçeğe dönüştürebilirsiniz. BÜNDCHEN BOOK. Koleksiyoner kitaplarına bir yenisini ekleyen Taschen bu kez sayfalarına Gisele Bündchen’i taşıyor. Modelin, 18 yaşındaki keşfinden ve Alexander McQueen defilesiyle moda dünyasıyla tanıştığı günlerden bu yana moda literatürüne eklenen görsellerini 1000 adet üretilen kitapta toplayan yayınevi, Juergen Teller imzalı başka bir versiyonu ise 100 adet basacak. Gisele, içerisinde 300 fotoğrafının bulunduğu kitaptan gelen tüm kazancı bir hayır kurumuna bağışlayacağını da satış öncesinde müstakbel alıcılarına duyuruyor. 158
5. KEZ NO.5. Chanel parfümlerinden dem vurulduğunda kuşkusuz ilk sırada adı geçen No.5, modaevinin kozmetik ekibi tarafından 5. kez masaya yatırılıyor. Karışımın Olivier Polge versiyonu yazın sıcaklarına ayak uyduruyor ve daha hafif bir formülle karşımıza çıkıyor. No.5 L’Eau, Coco Chanel’in mirasını milenyum çağına ve genç kitleye uyarlamanın yanında miras algısını da çantasında taşıyor. Ana notaları arasında, sadece Fransa ve Yunanistan’da iki haftalığına açan mayıs gülünü bulunduran No.5 L’Eau lüks algısını da az bulunur hammaddesiyle perçinliyor. Üst notalarında limon, mandalina, portakal ve neroliyi karıştıran, orta notalarında ylang-ylang ve yasemini ağırlayan parfüm, alt notalarındaysa kadınsı bir siluete bürünüyor ve sedir ağacıyla beyaz miskotuna ev sahipliği yapıyor. Şimdi 5. kez derin bir nefes alın. LIFEOBJECT. Venedik Bienali’nin İsrail’de gerçekleşecek bölümünün teması açıklandı. Dev ölçüde enstalasyonlardan ve İsrail’le ilgili yedi kurgusal mimari senaryodan oluşacak olan sergiler topluluğu LifeObject: Merging Architecture and Biology başlığı altında gerçekleşecek ve mimari ve biyoloji arasındaki ilişki üzerinde yoğunlaşacak. Sergilerin konsept olarak temeli direnç temasına dayanıyor. İsrail’in kendisiyle ve jeopolitik durumuyla bağdaştırdığı dirençlilik aynı zamanda biyolojik anlamda şok ya da travmalarda kesinlikle gereken bir elementi temsil ediyor. VETEMENTS Á LA COUTURE. Vetements furyası devam ediyor. Bu sefer kıyafetlerini Temmuz ayında gerçekleşecek olan Paris Haute Couture Moda Haftası’nda gösterecek olan marka böylece bir kademe daha atlamış oluyor. Geleneksel “haute couture” koleksiyonlarından farklı olarak hem erkek hem kadınlar için parçaların bulunduğu kıyafetlere
bir kapsül koleksiyon da eşlik edecek. Vetements’ın defilesine Paris Moda Haftası kapsamında 3-7 Temmuz arası J. Mendel, Yuima Nakazato, Francesco Scognamiglio ve Iris van Herpen’a eşlik ederken rastlayabilirsiniz.
şeklinde kapaklarıyla karşımıza çıkan üç yeni renk, Louboutin kırmızısının farklı tonlarda yorumlarından oluşuyor. Edgypopi, sedefli kırmızı Jazzy Doll ve bir oje koleksiyonunun olmazsa olmazı koyu ve derin Lady Deep koleksiyonun yeni üyeleri.
WHAT MAKES YOU BLUSH? NARS dendiğinde akla ilk gelen ürünlerinden biri olan Orgasm, yeniden yorumlanarak, en çok satanlar listesindeki yerini biraz daha güçlendiriyor. Şeftali ve pembe tonlarının karışımından oluşan ve 17 yıldır kült statüsüne sahip ürün, Fabien Baron’un tasarladığı daha büyük ve daha gösterişli ambalajıyla sınırlı sayıda olmak şartıyla satışa sunuluyor. Yeni Orgasm, kapağını açtığınızda size sorduğu soruyla da küçük sürprizler peşinde koşuyor.
LEVI’S X HARVEY MILK. Levi’s üçüncü kez çıkaracağı Pride koleksiyonu için bu sefer LGBTİ toplumundaki en önemli kurumlardan biri sayılan Harvey Milk Foundation’la işbirliği yapıyor. Koleksiyonda, Harvey Milk’in seçim kampanyasında kullandığı “Hope will never be silent” mottosuna, geride bıraktığı kültürel mirasa ve tabii ki gökkuşağı renklerinde bandana, tişört ve Levi’s logosuna rastlayabilirsiniz. Renkli ve anlamlı koleksiyon levis. com’da lanse edildikten sonra 1 Haziran’dan itibaren Avrupa’ya hücum ediyor olacak.
HAYAL DEĞİL, GERÇEK. Yolunuz Las Vegas’a düşer de, şehrin o meşhur ışıklarına ulaşmadan önce çölün ortasında rengarenk taşlardan oluşan bir heykel topluluğuna rastlarsanız şimdiden uyaralım: gördüklerinize inanınız. Ugo Rondinone’un yeni eseri ‘Seven Magic Mountains’ gerçekten de şehri çevreleyen sonsuz çölün ortasında bulunuyor. Rondinone’un Art Production Fund ve Nevada Museum of Art işbirliği çerçevesinde oluşturduğu dengede duran her taş bloğu, birbirinden eşit uzaklıkta olacak şekilde yerleştirilmiş. Enstalasyon iki yıl boyunca Nevada çölünde kalacak. YENİ KIRMIZILAR. İyi bir yatırım olarak değerlendirebileceğiniz ve bittikten sonra ikonik ambalajını evinizde sanat eseri gibi saklayabileceğiniz malum ojelere yeni kırmızılar eklendi. Christian Louboutin Beauté, oje koleksiyonunu ilk kez çıkardığı tarih olan Temmuz 2014’ten beri ilk defa daimi koleksiyonuna eklediği yeni üyeleriyle karşımıza çıkıyor. Her ojesinde olduğu gibi klasikleşmiş diken
YVES İLE ZOË. Yves Saint Laurent Beauty, güzel ve cesur marka elçileri seçme konusunda ısrarcı olmaya devam ediyor. İnternet ve sosyal medya aracılığıyla ipuçlarını topladığımız işbirliği resmiyete döküldü ve Zoë Kravitz markanın yeni güzellik ilhamı olarak seçildi. Heyecanla beklenen reklam filmine ek, önümüzdeki aylarda Kravitz’i sosyal medyada YSL ürünleriyle görmeye hazır olun. BLESS YOU. Initio’nun gizemli ve niş parfümleri Türkiye’ye geliyor. Hatırı sayılır burunlardan Alberto Morillas’ın, ekibiyle birlikte üzerinde yıllarca araştırma yaparak hazırladığı parfümler The Absolutes ve The Magnetic Blend olarak ikiye ayrılıyor. The Absolutes serisinden Blessed Baraka, güneşli günlere ithaf edilmiş misk, sandal ağacı, vanilya ve beyaz çiçekler gibi saf notalarıyla sizi etkisi altına almaya hazırlanıyor. Blessed Baraka ve Initio’nun diğer parfümlerine La Déesse, Beymen ve Harvey Nichols’da denk gelebilirsiniz. 159
O, çikolatayı el üstünde tutan ve farklı malzemelerle alışılagelmiş tatların dışına çıkan Giano’nun kurucusu. Çikolata üretim teknolojisine ve aroma kombinasyonlarına duyduğu ilginin peşinden giden Mehmet Yücel’le mutfağında buluştuk. Wasabi, rokfor ve tulum peynirli çikolatalar aklımızın bir köşesindeydi.
Hazırlayan:
Selin Ünüvar Fotoğraflar:
Gökhan Polat
160
MEHMET YÜCEL
soldan sağa: 1. Sıkma torbası 2. Giano tanıtım kartları 3. Küçük duy takımı 4. Ölçek 5. Büyük whisker 6. Ampelman magnet 7. Yemek çubuğu 8. Kazıyıcı 9. Profesör Turnusol (Ten Ten) 10. Büyük duy takımı 11. Pos rulosu 12. Küçük whisker 13. Giano Sao Thome 70% 14. Giano 100% Cocoa 15. Giano Dominican Republic 70% 16. Eğik palet 17. 60% Bitter kuvertür 18. Balık fosili 19. Düz palet 20. Kartela 21. Kitap 22. Ölçek 23. Whisky praline 24. Rubbermaid büyük 25. Kakao tozu 26. Badem 27. Chocolate Production and Use 28. Spatula 29. The Best of Depeche Mode Plak 30. Madalya 31. Ajanda 32. Kürdan 33. Bıçak 34. Spatula 35. Çatal 36. Rubbermaid 37. Çikolata kazıyıcı 38. Kulaklık 39. Silikon spatula 40. Seperatör 41. Üçgen spatula 42. Espresso fincanı 43. Parfüm 44. Kaşık 45. Spatula
161
180 COFFEE BAKERY 360 3DÖRTGEN 400DERECE 44A 48A LOUNGE 7GR
FERAHFEZA FOTİNİ CAFÉ TAPS TASARIMBOOKSHOP THE HOUSE APART THE HOUSE CAFE THE HOUSE HOTEL TOST BİLDİKLERİM TOUCHDOWN TRIBECA
YASEMİN ÖZERİ YER CAFE YILDIRIM ÖZDEMİR
W İSTANBUL WALTON HOTELS WE WHITE MILL WON
GALATA KAHVEHANESİ GALATA NO:5 GALERİ NON GALERİ ZILBERMAN GALERIST GATETATTOO GEYİK GEZİ İSTANBUL GRAMPERA GRANDMA GRAVITÉ COFFEE
NAAN BAKESHOP NAİF KARAKÖY NAR PERA NARA GALATA HOTEL NESPRESSO BOUTIQUE NOODLE TOWN NORM COFFEE
KABİNE NADİRE KAFİKA KAHVE 6 KAKTÜS KAHVESİ KANTİN KARABATAK KARE SANAT GALERİSİ KARGA KASABIM KİKİ KIRINTI KRONOTROP KULİNATA KULP LE PAIN QUOTIDIEN LEB-İ DERYA LES BENJAMINS LIMONCELLO LOKANTA MAYA LOMOGRAPHY LUCCA LUSH HOTEL LUZIA
ÖKTEM & AYKUT OPS CAFE
ALL SPORTS CAFÉ ANTI CAFE ARKA ODA ART NEXT İSTANBUL AŞŞK KAHVE AYI
JAMIE’S ITALIAN JUNO
ZENCEFİL ZEPLIN PUB & DELICATESSEN
CAFE FİRUZ CAFFÈ NERO CAFE SETUP CAHİDE CASITA ÇEKİRDEK CHERRYBEAN COFFEES ÇOK ÇOK THAI RESTAURANT CORVUS WINE & BITE COS COUPE LUNCH PUB CREMERIA MILANO ESMOD
İSTANBUL MODA AKADEMİSİ
BABYLON BACKHAUS BALKON BALTAZAR BANT MAG. MEKAN BEBEK KAHVE BEBEK KORU KAHVESİ BEJ BEN COFFEE ROASTERS BEYMEN BRASSERIE BIG CHEFS BISANFA BREAD&BUTTER BUTİK BUKA
HAMM HAPPILY EVER AFTER HARDAL HARVARD CAFE HELVETIA HERA HEZARFEN LOKANTASI HILLSIDE CITY CLUB HOMEROOM HÜNKAR
RAFİNERİ RAVOUNA 1906 ROBINSON CRUSOE
MAGNOLIA CULTURE MAHALLE MAKAS MAMA SHELTER RESTAURANT MAMBOCINO COFFEE MANGERIE MANO BURGER MANUEL DELI & COFFEE MAVRA MAYA MENTHA NİŞANTAŞI MIDNIGHT EXPRESS MIDPOINT MİLLİ REASÜRANS SANAT GALERİSİ MINOA MISS PIZZA MIXER MOC İSTANBUL MOMO MONO CAFE & BRASSERIE MONOCHROM MSA MUAF MUHİT MUM’S CAFE MUNCHIES CRÈPES & PANCAKES MÜNFERİT MUSE İSTANBUL
SALOMANJE SALT BEYOĞLU BISTRO SHOPI GO ŞİMDİ CAFE SİMURG KİTABEVİ SMYRNA SNTRL DÜKKAN SODA SOSA SUNDAY COFFEE BAR SUSAM SUSHI EXPRESS SUSHICO SWEDISH COFFEE POINT
DA MARIO RISTORANTE & PIZZERIA DAI PERA DELICATESSEN DELIRIUM DEM DEN CAFE DERIN DESIGN DIVINE VOGUE
OKAFE OPUS3A OTTO
UGLY ULUS 29 UNTER URBAN
QUE TAL
XOXO’nun mekanınıza gönderimi için mail atın: 123@coistanbul.com Sadece standart teslimat ücreti ödeyerek abone olmak için aşağıdaki linke gidin: www.xoxothemag.net/uyelik
PANDORA KİTABEVİ PAPPA CAFE PARISTEXAS PAROLE PATİKA KİTABEVİ PETRA ROASTING CO. PI ARTWORKS PICANTE PIOLA PLUMON POINT HOTEL POP-UP