X O X O T H E M A G . N E T
D A
Z İ K
T A S A R I M
M Ü
THE MAG
Ü C R E T S İ Z D İ R
0 6 4 T E M . / A Ğ U . 2 0 1 6
S A N A T
M O
X O X O
İmtiyaz Sahibi CO Prodüksiyon Yayıncılık adına Cihan Şerbetcioğlu cihan@coistanbul.com
Kapak:
Berrak Tüzünataç
Genel Yayın Yönetmeni Olga Şerbetcioğlu olga@xoxothemag.net Sorumlu Müdür Ruşen İnceoğlu
Fotoğraf:
Serkan Şedele
Yayınlar Direktörü Serap Gecü Editörler Seza Bali, Deniz İrem Çek, Melda Ennekavi, Ayşecan İpek, Aslin Kumdagezer, Alican Öyke, Utku Palamutçu, Gökhan Polat, Arzu Sak, Başak Ulubilgen İdari İşler Vadi Gengüç Grafik Tasarım Elif Sunar, Rüya Dilara Şen Katkıda Bulunanlar Refik Akyüz, Aslı Arduman, Mahizer Aytaş, Anne-Catherine Frey, Burak İşseven, Besray Köker, Nevşin Mengü, Fatih Özgüven, Dilek Öztürk, Nando Salvà, Tanem Sivar, Yoko Takahashi, Bahar Türkay, Selin Ünüvar, Mathieu Vilasco, Stephanie Wilson, Ela Yeliz, Merve Yeşilçimen, Begüm Yetiş, Yağmur Yıldırım Reklam cihan@coistanbul.com merve@coistanbul.com busra@coistanbul.com İletişim 123@xoxothemag.net / +90 212 2590669 Yayın Türü Aylık, Yaygın, Süreli. Baskı ve Renk Ayrımı Mas Matbaacılık San. ve Tic. A.Ş. Hamidiye Mahallesi Soğuksu Caddesi No:3 34408 Kağıthane, İstanbul, Türkiye, Sertifika No: 12055 XOXO The Mag'de yayınlanan yazı ve fotoğraflar kaynak belirtilmeden kullanılamaz. Tasarım Konsepti ve Yayın Kimliği Bülent Erkmen Tasarım Uygulama ve Kimlik Standartları Barış Akkurt, BEK
Michael Anastassiades Röportaj Dilek Öztürk 54
Berrak Tüzünataç Röportaj Olga Şerbetcioğlu 90
Isay Weinfeld Röportaj Yağmur Yıldırım 62
Örjan Andersson Röportaj Aslin Kumdagezer 28
Expect Poison 130
Maya Portakal Bitargil Röportaj Tanem Sivar 88
Cem Garih Röportaj Bahar Türkay 8
Robert Longo Röportaj Utku Palamutçu 16
Le ‘Mouvement’ Chanel Yazı Aslin Kumdagezer 58
Ennio Morricone Röportaj Nando Salvà 22
Kerim Müderrisoğlu Röportaj Ayşecan İpek 40
Alan Crocetti Röportaj Utku Palamutçu 74
Some Women of Theater Hazırlayan Merve Yeşilçimen 78
Jasper Morrison Röportaj Bahar Türkay 126
Clare Rojas & Barry McGee Röportaj Ela Yeliz 48
David Cerný Röportaj Seza Bali 114
Serkan Taycan Röportaj Refik Akyüz 64
Deran Taşkıran Röportaj Nevşin Mengü 44
Sunflower Bean Röportaj Alican Öyke 52
B. Colomina & M. Wigley Röportaj Besray Köker 122
Beral Madra Röportaj Seza Bali 32
Esben Holmboe Bang Röportaj Arzu Sak 36
İnsan İnsanı Çekermiş Yazı Fatih Özgüven 26
E
D
İ
T
Ö
R
OLGA ŞERBETCİOĞLU
D
E
N
BMW Cabrio Günleri
www.bmw.com.tr
Sheer Driving Pleasure
Cem Garih, köklü bir ailenin yeni jenerasyon temsilcisi ve Yenibirlider Derneği’nin iki kurucusundan biri... Kendisinin zamanla bir meselesi olduğu kesin. Zira onu sınırlarından koparıp, eğip bükmekle meşgul. IWC Originals serimizin bu ayki konuğuyla, hem liderliğin derinliklerine indik hem de onun
I WC
OR I G I NA LS
zamanı nasıl algıladığına değindik.
Röportaj:
Bahar Türkay Fotoğraflar:
Gökhan Polat
Cem Garih, IWC Pilot’s Watch Chronograph Edition Le Petit
BU BİR İLANDIR
Prince takıyor.
010
CEM GARİH
Lider kimdir? Yaptığı iş sorulduğunda kimse “ben liderim” demez. Lider olmak için takipçi olmak gerekir. Birilerini takip etmek anlamında değil ama bir lideri lider yapan çalıştığı insan grubudur. O, çalıştığı kişilerde, belki onların da farkında olmadığı iyi özellikleri açığa çıkarmak koşuluyla, daha önce var olmayan bir ortam yaratarak sonuca gitmelidir.
1
Bir lider ne kadar orijinal olabilir? Soruyu yeniden sorabilir miyim; bir lider orijinal olmamayı ne kadar göze alabilir ve lider kalabilir?
2
Ülkeler, meslekler, yaşam stilleri ve kültürler arasındaki sınırlar ve kategoriler gittikçe bulanıklaşıyor, her şey iç içe geçmiş durumda ve hiçbir ayrım artık çok keskin değil. Böyle bir senaryoda liderliğin hala bir inandırıcılığı var mı? Bu, liderliği nasıl tanımladığınızla ilgili. Bahsettiğiniz, birbirinin içine geçme durumu aslında bir fırsat da doğuruyor. Ülke sınırlarının öneminin azaldığı, iletişimin hızının arttığı ve bilgiye erişim imkanının çoğaldığı bu dönemde, geniş anlamda liderlik, insan gruplarının farklılıklarına değil, benzerliğine odaklanmalı. İnsan ile, insana en yakın biyolojik akrabamız olan maymunun DNA’sı %99 oranında aynı, %1 oranında bir farklılık mevcut. Sizin ve Kenya’daki veya ABD’deki herhangi birinin arasındaki biyolojik farklılıklar bu %1’de yatıyor. Tüm diğer farklılıklar ise insanın eğitimi, kültürü ve tecrübeleri sayesinde oluşuyor. Bizse, %99’u unutup, o %1’deki farklılıklara odaklanıyoruz. Bu durumun değişmesi lazım. Hepimiz biriz.
3
2008 yılında gerçekleşen American Mathematics Competition’da, 22.000 kişi arasından birinci oldunuz. Bildiğiniz tüm matematiksel kuramları düşündüğünüzde, matematiğin en zor sorusu ne? Matematiği sayılarla, toplamaçıkarmayla, mantıkla ilişkilendiren insanlar var. Aslında matematik bir dil. Doğada örünümler var ve doğanın bu dokusunu anlamak için kullandığımız bir araç matematik. Mesela doğada bir, üç, beş, artı veya eksi yok. Ama biz üç elma gördüğümüz zaman bu temadan faydalanmak için, bunu temsilen üç sayısını kullanıyoruz. Matematik etrafımızı anlamak ve anlatmak için kullandığımız bir basitleştirme aracı. Bu aracın en önemli özelliği, kendi doğasından ötürü kendi içinde tutarlı olması. Ancak, matematiksel olarak kanıtlayabildiğimiz ama doğada eşdeğerini göremediğimiz bazı soru işaretleri var. Mesela, matematiksel olarak sonsuzluk kavramından bahsedebiliriz. Hatta sonsuzluğun farklı boyutları var. Doğada sonsuzluk nasıl gözlemlenebilir? Bir zaman birimi olarak saniyeyi ele alalım ve bu zaman dilimini kırdığımızı düşünelim. Zamanı sonsuz parçaya böldük diyelim. En küçük zaman birimi, diğerlerinden ayrıysa, yine sonsuz parçaya bölünebilir. Peki bu nerede biter, en küçük zaman birimi nedir, en küçük zaman biriminden diğerine ne değişir?
4
Geçmişi iyice anlamanın peşinde misiniz, yoksa geleceği yakalamanın mı? Bir nehir düşünün, güçlü bir akıntı var ve bir yaprak o akıntının üzerinde nehirle beraber akıyor. Zaman kavramını, o güçlü akıntıya sahip nehir gibi görüyorum, kendimi de o yaprak gibi... Yaprak akıntıya karşı geri geri gidemez. İleriyi de göremez. Ancak nehirle akarken, o an, o dakika etrafta olanları görme hakkına sahip olur. Bu onun kontrolü dışında olan bir durum. Zamanın fiziksel boyutta göreceli olduğu bilimsel olarak kanıtlandı. Bireyler boyutunda ise zamanın göreceliği fiziksel değil, psikolojik farklılıklardan ötürü oluşur. Zaman 13 milyar 700 milyon yıl önce, Büyük Patlama ile başlamış kabul edilse de, zamanın ölçümü insan yapımı bir meseledir. Dünyanın kendi etrafından bir gün dönüp, güneşin iki doğuşu arasındaki dilime bir gün adının verilmesi, 24 parçaya bölünmesi, onun da 60 parçaya çevrilmesi insan yapımı. Bu sayede sizinle şu anda aynı sayfadayız ama bu, evrenin her zaman aynı sayfada olduğu anlamına gelmez. Geçmiş mi gelecek mi derseniz, geçmişe bakıp ders almak, geleceği planlamak derim. Bütün bunları yaparken de sahip olduğumuz yegane zamanın şu an olduğunu bilmek önemli olan.
5
011
Ortağınızla kesinlikle aynı fikirde olmadığınız bir senaryo üzerine düşünelim. Sonuç ne olur? Böyle durumlarda, karar almakta acele etmiyoruz. Kararı nadasa bırakıyoruz. Duygulardan arınmaya çalışıyoruz. O zaman çatışma azalıyor ve algılardan kurtulmuş oluyoruz. Ardından, birbirimize şu soruyu soruyoruz: ‘Sen bu aktardığın görüşten yüzde kaç eminsin?’ Tabii ki, önemli olan bu rakamları dürüstlükle ifade edebilmek. Bir taraf yüzde yüz eminse, karşıdaki kişi de buna inanıyorsa, bir fikir tartışması olur ama bu kavgaya dönüşmez. Bütün bunlar sorunu çözmezse danışmanlara başvururuz. Onlar bize yeni yollar, görmediğimiz açılar gösterebilirler. Ve nadasa bıraktığımız bu kararı içimize sindiği noktada ortak bir şekilde hayata geçiririz.
7
Yaratıcı endüstrilerin ekonomide bir hayli kayda değer bir yere sahip olduğu Londra gibi bir kentte yaşıyorsunuz. Türkiye’deki durumla ilgili ne söylersiniz? Daha önce ABD’de de yaşadım. ABD’deki sistem daha çok felsefe ve fikir üzerine kurulu, İngiltere ise tarih ve gelenek üzerine. İngiltere ve ABD kırılımı yapmadan, Batı ülkeleriyle Türkiye’yi kıyasladığım zaman, burada önemli bir potansiyel görüyorum. İnsanlığın son 200 yılında ekonomideki ve hayat şartlarındaki gelişmede en önemli etken üretkenlik. Ve bu, kişi başı birim zamanda ortaya konulan işin değeri olarak tanımlanabilir. Batı ülkeleriyle kıyasladığımız zaman Türkiye’de üretkenlik çok düşük. Bunu görüp, ‘eyvah’ da diyebiliriz, bunu bir fırsat olarak da görebiliriz. Bence burada bir fırsat var. Eğitim şartlarını geliştirebilirsek, bilime yatırım yapabilirsek ve daha yüksek uzmanlık gerektiren konulara yönelebilirsek bir zıplama yapma imkanı var. Bizim hedeflerimizin temelinde de bu var zaten.
6
012
Bu süreci anlatırken duygularınızdan arındığınız bir andan bahsettiniz. Bunun için yaptığınız özel bir şey var mı? Daha derin anlamda yaptığım şey, içime bakmak, ne düşündüğümü anlamak ve o düşünceye olumlu/olumsuz katkı sağlayan etkenleri ayrıştırmak... ‘Ben niye şu anki gibi hissediyorum?’ sorusu, öncelikle hissettiğiniz şeyi kabul etmenizi doğuruyor. Bu aşamaya geldiğiniz zaman temele inmeniz gerekiyor. Buna yardımcı olacak şeyler var elbet. Ben yürüyüş yapmayı, sık sık spor yapmayı ve doğayla baş başa olmayı seviyorum. Bunlar insanın iç huzuru için önemli uğraşlar.
8
Kolunuzdaki saatle bir hikaye yazsanız nereden başlarsınız? Benim ilk okuduğum kitap Exupéry’nin Küçük Prens’i. Madem kolumda IWC Pilot’s Watch Chronograph Edition Le Petit Prince serisinden bir saat var, o zaman oradan başlardım.
9
FLY YOUR DREAMS.
!
LI
SA ÖZ YI EL DA
BA SI H N A IR RA
Farklı noktalar arasına çizgiler çizerek sonuca ulaşmanızı salık veren bir yapboz hayal edin ve dans etmek, ölüm ve öfke gibi birbirinden alakasız noktaların da işin içine dahil olduğunu aklınızın bir köşesinde tutun. Zira Robert Longo, 1979 yılında, Men in the Cities serisini yayınladığında aklından bu ve benzeri noktaları geçiriyordu.
Röportaj:
Utku Palamutçu
Untitled (Jules), from the series Men in the Cities, 1979-1983, Charcoal and graphite on paper, 96x60 inches, courtesy of the artist and Metro Pictures, New York
018
ROBERT LONGO
1
Bay Longo, kaç yaşındasınız? 63.
Hayatınızın gidişatını bir cümleyle özetleyebilir misiniz? Her zaman, doğru olduğuna inandığın şeyi yap.
2
Neden siyah beyaz görsellerin gerçeği en doğru şekilde yansıttığına inanıyorsunuz? Bir kere her şeyden önce, siyah beyaz çekilen fotoğrafların temeli gazetecilik kültürüne dayanıyor ve bu yüzden, bu ikilinin, baktığın şeyin en basit ve aynı zamanda en çarpıcı halini yansıttığına inanıyorum. Siyah beyaz renklerde bir fotoğraf ya da bir tablo, bakmak ve görmek arasındaki farkı size çok daha iyi anlatıyor ve normal şartlar altında görmekte zorlanacağınız soyutlamaları ön plana çıkartıyor.
3
O halde gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan bir şey söyleyebilir misiniz? Yeşil banknotlar.
4
Sanatçı sıfatı altında hayatınızı idame ettirmeden önceki dönemi, sizi kişisel ve toplumsal değerlerin tam ortasına yerleştirecek ve aynı zamanda bu iki kutba ait özellikler de taşıyacak olan şeyi aradığınız zaman olarak değerlendiriyorsunuz. Bugün kendinizi hangi kutba daha yakın görüyorsunuz? Dün ve bugün arasında benim için neredeyse hiçbir fark yok. Çizim yapmaya başladığım zamanlarda da kişisel ve toplumsal değerler arasında bir denge tutturmaya çalışıyordum, şimdi de aynı şekilde ilerliyorum. Sanat, radyoda doğru kanalı bulmak gibi bir şey, bunu her zaman söylüyorum. Biraz ileri ya da biraz geri gidersen, istediğin frekansı yakalamakta zorlanırsın.
5
Robert Longo Fotoğraf: Courtesy of Robert Longo Studio
Bu minvalde, vakti zamanında görsel hafızanızın oluşmasını sağlayan dergi, televizyon gibi iletişim araçlarına yaklaşımınız nasıl? Olabildiğince uzak, soğuk ve mesafeli. Karakalem çizimin, diğer pek çok yöntemin yaptığı gibi, gerçeği trendlere göre biçimlendirdiğine inanmıyorum. Bu yüzden, gözlem ve yorumlama için, en kadim çizim yöntemine sadık kalıyorum.
6
Peki izlediğiniz Fassbinder filminde, vurulduktan sonra can çekişen bir adama farklı bir anlam yüklemeye ve onu yorumlamaya nasıl karar verdiniz? O zamanlar psikotik dürtüler ilgimi çekiyordu. Daha doğrusunu söylemek gerekirse, farklı psikotik dürtüler arasında geçen zaman üzerine düşünüp duruyordum. İnsanların, baktıklarında her seferinde farklı bir dürtü hissedecekleri bir görsel yaratmak istiyordum ve tesadüfün böylesi, bu düşünceler kafamda süzülürken The American Soldier’ı izledim.
7
Men in The Cities’deki insanlar ölüyorlar mı yoksa dans mı ediyorlar? Bence bir sanat eseri, bir mesaj vermekten ziyade, insanları soru sormaya itmeli. Bu yüzden, serinin alt metninde yatan soru işareti tam da bundan ibaret: Bu insanlar bir kurşun darbesiyle sarsılıyorlar mı, dans mı ediyorlar, yoksa büyük bir kavganın içindeler mi?
8
019
Şehir hayatının, insanları birbirleriyle çatışma içine sürüklediğine inanıyor musunuz? Aslına bakarsan, çatışmanın bununla hiçbir alakası olmadığını düşünüyorum. İnsanlar kendi içlerinde birden çok çatışmayla mücadele ediyorlar, haliyle bu durum ilişkileri de etkiliyor. Hepimiz aynı şeyi yaşıyoruz.
9
10
Bu durum için bir çözüm öneriniz var mı? Saygı.
11
Güç kelimesinin sözlük anlamı sizce ne olmalı? Sorumluluk.
Untitled (Bruce), 2013, charcoal on mounted paper, 70x116 inches, courtesy of the artist
Untitled (Spanish Blood/Lion’s Gate), 2005, charcoal on mounted paper, 86 1/2x72 inches, courtesy of the artist and Metro Pictures, New York
Monsters serisinde doğa olaylarını en sade halleriyle çizerken, doğanın gücünü mü ortaya koymak istediniz yoksa doğaya karşı sorumluluk almayı mı? Her ikisini de istedim çünkü doğanın karşı konulamaz gücü karşısında, Monsters serisindeki çalışmaların esamesi dahi okunmaz. Bu yüzden, doğaya saygı duruşunda bulunmak, bu serinin bir parçası. Hazırladığınız seriler arasında ilham kaynaklarınızın farklı uçlara kaydığı ortada. Öyle ki, köpekbalıkları çizdiğiniz bir seriden sonra, Mekke’yi tavaf eden insanları konu olarak ele alıyorsunuz. Bu ikisinin ortak bir noktası var mı? İkisi de günlük hayatımda asla karşı karşıya gelmeyeceğim, ve nasıl bir haletiruhiyesi olduğunu bilemeyeceğim şeyler. İkisinin ortak noktası, benim hayalimde yaşıyor olmaları.
13
020
and Metro Pictures,
12
New York
ABD’nin sahip olduğu güce yürekten inanıyorsunuz. Salt güçlü olmanın, bir kimsenin başarıya ulaşması için yeterli olmadığını varsayarsak, seçim sürecini nasıl değerlendirirsiniz? ABD, sahip olduğu temel düşünceler sayesinde, dünya üzerindeki diğer devletlerin en çok bel bağladığı ülke. Ancak, para ve güç tek bir elde toplandığında, yozlaşma kaçınılmaz bir gerçek olarak ortaya çıkıyor.
14
S O R G U N B E L E K T O R B A T Ü R K B Ü K Ü B O D R U M
Mükemmeliyetin ardında geçen koca bir hayat ve neticesinde efsanevi bir usta olarak anılmak... Ennio Morricone’nin kendini ciddiye almaya epeyce hakkı var. Kendisine ‘Maestro’ diye hitap edilmesini istiyor ve sohbetimiz sırasında, Leone ile işbirliğine belki de biraz fazla değinmemizin pek de hoşuna gitmediğini açıkça belli ediyor.
Röportaj:
Nando Salvà Fotoğraf:
oscars.org
024
ENNIO MORRICONE
Maestro, öncelikle Oscar’ınız için tebrikler. Teşekkür ederim. Beş defa aday olmanın ardından sonunda kazanmak güzel bir duygu. Aslına bakarsanız önceki seferlerde Oscar kazanmaya pek de istekli değildim, hatta eşime “Umarım ismimi anons etmezler.” dediğimi hatırlıyorum. Gereğinden fazla duygulanmaktan korkuyordum. Fakat bu kez eşime hiçbir şey söylemedim ve ‘umarım kazanırım’ diye düşündüm ve kazandım. Gerçekten çok dokunaklıydı. Sahnede bir yandan heykelciği tutarken bir yandan da bacaklarım titriyordu.
1
Bu ödüle kavuşmak gereğinden uzun sürmedi mi sanki? Aslında bunu anlayabiliyorum. 60’lı ve 70’li yıllarda western ve gangster filmleri uluslararası başarıya sahip olmasına rağmen film eleştirmenlerine göre pek de itibarlı sayılmıyordu ve ödüllere layık görülmüyordu. Fakat 1986’da The Mission ile ödül kazanmamış olmam Akademi’nin yapmış olduğu büyük bir hataydı. Ve herkes bu konuda hemfikir. Kazanan açıklandığında ve onun ben olmadığımı duyduğumda gerçekten çok üzüldüğümü hatırlıyorum. Anında orayı terk etmiştim.
The Hateful Eight, 2015
2
Tarantino ile işbirliğinizden bahseder misiniz? Tarantino son derece insancıl birisi. Evet, filmleri fazlasıyla şiddet içeriyor, ama işin sırrı, bu sahneleri izlerken dikkati saldırgana değil de kurbana vermekte. Öyle ki kurbanın gözlerinde Tarantino’nun duygusallığını bulabilirsiniz. Beni aradığı ve The Hateful Eight için benden müzik bestelememi istediği günü hatırlıyorum. Genellikle bu tür tekliflere ilk tepkim olumsuzdur, zira yeniliklerden korkarım. Fakat onun teklifini kabul ettikten sonra Tarantino ile çalışmak inanılmaz keyifliydi; bana içimden geleni yapma özgürlüğünü tanıdı ve ben de Leone ile yaptığımdan oldukça farklı bir şeyler yaratmaya karar verdim. Eğer ona geçmiştekilere benzer bir şey verseydim kendimi değersiz bir solucan gibi hissedecektim.
3
Django Unchained’de müziğinizi kullanış biçiminden ötürü yaşadığınız hayal kırıklığından sonra Tarantino’yla çalışmış olmanız insanlara başta biraz şaşırtıcı geldi. Şöyle ki, o sırada sözlerimin kontekst dışı değerlendirildiğini düşünüyorum. Müziğin hikayeye uygun bir şekilde kullanılmamış olmasının üzücü olduğunu söylemiştim ve bana kalırsa Quentin demek istediğimi anladı. Filmde öyle anlar olur ki, müziğin rolü büyüktür ve diyaloglardan daha çok şey anlatır; buna ulaşmak içinse yönetmenin müziğin nefes almasına olanak tanıması gerekir. İzleyicinin beyni ve kulakları, diyalog, müzik ve ses efektlerinden oluşan bir karmaşada boğulmamalıdır. Kısacası müziğe ihtiyacı olan zamanı tanımak gerekir.
4
İlk soundtrack’inizi 1961’de bestelediniz ve kariyerinizin bir noktasında yılda ortalama 20 soundtrack besteliyordunuz. Bu derece üretken olmayı nasıl başardınız? Bunun cevabı basit. Bütün İtalyan yönetmenler benimle çalışmak istiyordu: Pasolini, Bertolucci, Monicelli, Argento, Bellocchio, Tornatore… Her türden yönetmen için her türden müzik yazdım. Çoğu kişi benim western bestecisi olduğumu sanır, fakat bu epey cahilce bir tanım; benim müziğimin tamamını bilmemelerinden kaynaklanıyor. Halbuki bestelerimin yalnızca yüzde sekizi western filmler için.
5
025
Bu kadar uzun bir evlilik yürütmeyi nasıl başardınız? Bu başarı tamamen eşime ait; bana dayanmak konusunda çok iyi ve bu her zaman kolay olmuyor. Bir besteciyle yaşamak zor bir şey. İşim müthiş bir disiplin ve dikkat gerektiriyor, kimseyi görmeden geçirdiğim günler oluyor. Hem kendime hem de çevremdekilere karşı zor bir insanım. Fakat başarılı olmak istiyorsanız bunun başka bir yolu yok.
11
Fotoğraf:
Dziurek
Fakat The Hateful Eight’in western olduğunu söyleyebiliriz, değil mi? Hayır, macera filmi demek daha doğru. Tarantino bana filmi anlatırken asla ‘western’ kelimesini kullanmadı.
6
7
Leone’nin filmi için bestelediğiniz müzik neden bir pop fenomenine dönüştü
sizce? Öncelikle filmler zaten çok başarılıydı. Sergio’nun ise çok iyi olduğu noktalardan biri doğru sahne için her zaman doğru müziği yakalayabilmesi ve seyircinin müziği sindirmesine olanak tanımasıydı; tüm bir parçayı filme dahil edip, oldukça sesli bir biçimde çalardı. Dolayısıyla müziklerimi duyurabilmek için onun filmleri mükemmel birer vitrin gibiydi. Ve tabii müzik de oldukça iyiydi. Peki Leone ile ilişkiniz hakkında neler hatırlıyorsunuz? Çok fazla tartışırdık, ki birbirimizin en iyi taraflarını ortaya çıkarabilmek için bu gerekliydi. Fakat Sergio hakkında daha fazla konuşmayalım. Dediğim gibi o filmler kariyerimin yalnızca küçük bir kısmını oluşturuyor.
8
026
9
Çocukluğunuzda “Müzisyen olacağım” diye karar verdiğiniz spesifik bir an
oldu mu? Böyle bir an olduğunu söyleyemem. Babam trompetçi olduğu için ben de trompetçi oldum. Roma sokaklarında yemek karşılığında trompet çalardı, ben de genç yaşta ona eşlik etmeye başladım. Savaş süresinde ve sonrasında Roma’da hayat oldukça zordu. Amerikalı askerlerin dans edip sarhoş olduğu, hakikaten çok berbat yerlerde çaldık. Buna karşın iyi para kazandık. Film müziği bestecisi olmak aklımın ucundan bile geçmedi; planladığım bir şey değildi, öylece oluverdi. Film müzikleri haricinde, klasik müzik, caz ve hatta pop besteleri de yaptınız. Filmlerden vazgeçmeyi hiç düşündünüz mü? Defalarca. Gençken en büyük isteğim konser salonları için müzik bestelemekti. Soundtrack bestelemenin başka bir sanat türüne hizmet etmek olduğunu düşünüyordum. Her 10 yılda bir film müziği yapmaktan vazgeçmeye karar verip bunu asla başaramadım. Film müzikleri eşim Maria gibi; 70 senedir birlikteyiz ve sonsuza dek birlikte kalacağız.
10
Birlikte çalışmayı çok istediğiniz fakat bunu bir türlü gerçekleştiremediğiniz bir yönetmen var mı? Stanley Kubrick. 70’lerin başlarında beni aradı ve A Clockwork Orange için müzik yapmamı istedi; uçmaktan korktuğu için Roma’ya gelemedi ve telefonda anlaştık. Fakat o sırada Leone’nin bestecisiydim ve Kubrick de müsait olup olmadığımı ona sordu, Leone de olmadığımı söyledi, ki aslında o sırada birlikte bir şey yapmıyorduk. Kubrick de başkasını buldu. Bu durum beni epey hüsrana uğratmıştı.
12
Çağdaş film müzikleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Bugünlerde sinemada bir dolu besteci türedi ve bazıları hakikaten müzik yapmayı bilmiyor. Bu meslek endişe verici bir biçimde amatörleşmeye başladı. Besteciler her şeyi bilgisayarlara ve synthesizer’lara bırakıyorlar ve buna bağlı olarak kalite gittikçe düşüyor. Standartlar eskiye kıyasla oldukça düşük ve bu da yapımcıların işine geliyor, zira daha ucuza iş çıkarmış oluyorlar. Fakat ben bu yaşımda, hoşuma gitmeyen şartlarda iş yapmaya niyetli değilim.
13
Kahve sizi uyanık tutar. Bu ise rüyalara dalmanızı sağlar.
Farkı yaşamak için Gaggenau. Aslında kahve uyanık kalmanızı sağlar ama biz sizi, hazırladığı nefis kahveler ile tatlı hayallere sürükleyecek yeni bir kahve makinesi ile tanıştırmak istiyoruz. Çünkü, Gaggenau tam otomatik espresso makinesi CM 450 ile kahve keyfi bambaşka. Her fincanda, her yudumda yeni keşifler arıyorsanız, Gaggenau CM 450 tam otomatik espresso makinesi bu arzunuz için gerçek bir ustadır. Sadece bir düğmeye basarak, size özel lezzetin keyfine varabilirsiniz. Gaggenau CM 450, kahvenin ölçüsünü, sıcaklığını ve sertliğini her damak zevkine özel olarak hazırlar, size, rüyalarınızdakinden bile zengin aromaya ve lezzete sahip bir fincan kahve olarak sunar. Daha fazla bilgi için lütfen www.gaggenau.com’u ziyaret edin.
Yazı:
Fatih Özgüven
İNSAN İNSANI ÇEKERMİŞ
İstanbul Modern’in Merih Akoğul küratörlüğündeki fotoğraf sergisi İnsan İnsanı Çekermiş, fotoğraf sanatımızın 80 yıllık geçmişinden 80 örnek sunuyor. Fotoğrafçılığımızda gözle görülür bir hümanist damar vardır. Belki memleketimizde fotoğrafın belgeleme yanı ağır bastığından; toplumsal sarsıntıların sık yaşandığı bir ülkede, bu bir tesadüf sayılmayabilir. Serginin başlığı İnsan İnsanı Çekermiş’teki kelime oyunu bile buna gönderme yapıyor gibi... Bu fotoğraflar içinde en etkileyici olanlar, deneysel ya da yenilikçi arayışlardan çok, seyirci açısından da ‘insanın insanı çektiği’ örnekler; gözünü gözümüze dikip bakan ya da gözümüzü dikip bakmamızı isteyen portreler, insan anları, insan hikayeleri... Sabit Kalfagil’in Samatya’da sisli bir havada birbirine sarılmış genç kadınla erkeği. Harran’da çarşı berberi. Kendilerini lodosa bırakmış yeniyetmeler. Adana’daki taşra otelinin soyutlamaya varacak kadar kutu-kutu tanımlanmış iç ve dış mekanları. Yıldız Moran’ın belli bir mesafeden bize bakan Anadoluluları. Tahir Ün’ün 2014 tarihli, fotoğrafın belgeleme yanının Türkiye için hep aktüel olacağını düşündüren ‘Vardiya Sonu’. Taşra, elbette, bu fotoğraflarda önemli. ‘Taşra’ ya da şehrin kıyıları, ‘varoşlar’, Türkiyeli sanatçıların elindeki belli başlı sahiciliği sınama ölçütlerinden biridir. Bu bakımdan sergideki birçok işin bize Orhan Kemal, Sait Faik, Yaşar Kemal gibi yazarları hatırlatması boşuna değil. Türkiye toplumsal tarihinin keskin gözlemcileri olan bu yazarlar görsel karşıtlıklarını bu fotoğraflarda buluyorlar. Hatta kimi zaman, tek bir görsel bile bir hikayenin ya da vurucu bir cümlenin ağırlığını taşıyor. Sergiden insan yüzüne odaklanan, onun tekil hikayesini gerçekten merak eden bir fotoğraf sanatı izlenimiyle çıkıyoruz diyemeyeceğim. Ama akılda
028
The Call of the Youth, Othmar Pferschy, Ankara, 1936 Vardiya Sonu, Tahir Ön, Soma, 2014
kalan müthiş bir Aslı Erdoğan portresi (Gündüz Kayra), fotoğraf sanatımızın insanın iç hallerini de saptayabildiğini, söz konusu hümanist damar içinde lirik bir alt akıntı da yakalanabileceğini düşündürüyor. Fotoğrafçılarımız insan yüzüne toplumsal belge ya da ‘fiziksel coğrafya’ olmanın ötesinde, daha da yakından baksalar ortaya nasıl örnekler çıkardı kimbilir. Diğer sanatlarımızda bol bol var olan mizah ise 80 yıllık fotoğrafımızda da mevcut. En eskilerden, büyük şehir fotoğrafçımız Selahattin Giz, İstanbul’un hem buruk hem neşeli, hem belge niteliğinde hem benzersiz anlarına hakkını vermiştir. Buradaki ‘Asılmak Tehlikeli ve Memnudur’ fotoğrafı bir Cemal Nadir karikatürü havasında, çekildiği yılların çapkın mizahına iyi bir örnek. Öte yandan Ozan Sağdıç’ın ‘Diplomatlar’ı da daima kendi meselelerimizle ilgilenen bakışımızı etrafa çevirdiğimiz ve mizah konusu olacak şeyler bulduğumuz ender örneklerden biri. (Son yıllarda Ahmet Polat’ın sergi açılışı fotoğrafları belki buna yeni bir örnek.) Arada şaşırtıcı ‘amatör’ sanatçılar da var. Ressam Zeki Faik İzer’in fotoğrafla ilgilendiğini kim bilebilirdi? Eşiyle çocuğunu Boğaz kıyısında bir bankta otururken gösteren nefis fotoğraf Türkiye’de önemsenmeyen bir hattı da kurcalıyor; farklı disiplinlerden sanatçıların kendi disiplinlerine zıt ya da akraba sanatlarla ilişkileri nedir, neydi? İnsan İnsanı Çekermiş seçkisinde, fotoğrafçıyla konusu arasında büyük bir çekişme-didişme yok, onun yerine bir çekim, dayanışma, aynı kaderi paylaşma halinin belgelenmesi var. Bu da serginin tümüne zarif, nostaljik bir fotoğraf albümü havası veriyor. Sayfalarını karıştırmanın seyirciye de buruk zevkler vadettiği bir albüm.
Tutkulu şefler için sınırlar yoktur. En azından bu ocakta.
Farkı yaşamak için Gaggenau. Gaggenau tüm yüzeyi, kocaman bir pişirme alanına dönüştüren eşsiz bir ocak sunuyor. Dahası cam seramik yüzeyinin altında bulunan 48 mikro indüktör, pişirme kaplarınızı istediğiniz şekilde düzenlemenize olanak tanıyor. Siz tencerelerinizin ve tavalarınızın yerlerini değiştirirken sezgisel TFT dokunmatik ekran optimum kolaylık sunarak, ısı seviyesi ve pişirme süresi gibi ayarlarınızı koruyor. Bu gerçekten sıra dışı bir şey yaratabilmeleri için tutkulu şeflere sunduğumuz sınırsız olanaklara yalnızca bir örnek. Ayrıca ev mutfağını sürekli olarak yenilikçi fikirlerle yeniden tanımlama sözümüze sadık kaldığımızın da bir göstergesi. Daha fazla bilgi için lütfen www.gaggenau.com’u ziyaret edin.
Denim dünyasının yap, işlet, devret gurusu Örjan Andersson kurucusu olduğu birçok markaya rağmen kendi adını popüler kültür çemberinin bir adım dışında tutuyor. Cheap Monday ve Weekday’i yeni yolculuğuna uğurladıktan sonra Fran Ö till A ile denim dünyasına geri dönüyor. Bay Andersson’un planı, bu kez underground kalmak.
Röportaj:
Aslin Kumdagezer
030
ÖRJAN ANDERSSON
Unisex jean tasarımların da var. Kesim ve kalıpları orta yolda nasıl buluşturdun? Moda dünyası cinsiyetsizliğe gittiğini söylüyor, ama boyfriend jeans, mom jeans, dad jeans etiketleri hala popüler. Ben unisex gamında cinsiyeti tamamen kapı dışında bıraktım. Oradaki tasarımları ne kadınlar ne de erkekler için yapıyorum.
5
Cheap Monday ve Weekday satıldıktan sonra da markalarla ilişkin devam ediyor mu? Hayır, 2012’den beri iki marka da benden bağımsız devam ediyor.
1
Büyük grupların yeni markaları cüzi fiyata bünyelerine katmaları endüstri klişelerinden. Senin için de klişe tekrarlandı mı? Bilakis, layığıyla bir ödeme aldık.
2
Yeni kurduğun markan, Fran Ö till A öncekilerden nasıl farklı? Yine jean odaklı bir marka kurduğum ve tabii ki İsveç’in tasarım eklektiğine sadık kaldığım için farkı görmek zaman zaman zor oluyor. Ama söz konusu denim olduğunda oyun alanınınız o kadar geniş ki aynı başlık altında birçok farklı yola sapabiliyorsunuz. Fran Ö till A, bir önceki markalar kadar ucuz değil ve stretch genel olarak daha az kullanılıyor. Marka dahilinde, daha ziyade, beş cepli geleneksel modellere odaklanıyoruz ve koleksiyonda genel olarak siyah ve mavi kullanıyoruz.
3
4
Neden sadece siyah ve mavi? Çünkü çok seviyorum.
Örjan Andersson AW 2016
Fran Ö till A için de Cheap Monday ve Weekday’deki gibi bir büyüme planı öngörüyor musun? Hayır, hatta bu kez özellikle markanın underground ve bağımsız kalmasına uğraşıyorum.
6
Denim son 100 yılın en çok tüketilen ürünü. Moda dünyası bu talebe doğru cevap verebiliyor mu? Sadece denim odaklı çok marka görmesek de bence büyük modaevleri ve küçük tasarımcılar arasında dengeli bir denim kullanımı var. An itibarıyla sağlıklı bir denim pazarına sahip olduğumuzu düşünüyorum.
7
031
Neden denimin modası geçmiyor? Kim giyinirse giyinsin iyi görünüyor, hatta giyineni olduğundan daha cool gösteriyor. Asi geçmişi ve kaliteli bir denimin uzun süre dayanabilmesi de bence her sene yeniden denim tasarımlar görmemize sebep oluyor.
8
Peki ya skinny jeans? Sex sells. Skinny jean’ler günlük hayata dahil olan en seksi tasarımlardan. Daha seksisi gelene kadar onları etrafta görmeye devam edeceğiz.
9
Denim üretimi tekstil sektörünün en ucuz üretimlerinden biri. Bu minvalde tasarımcı jean’leri için fiyat skalasını ne belirliyor? Birkaç dolara üretilen jean’lerin raflarda yüzlerce dolara satılması son zamanlarda epey gündeme geliyor. Benim için doğru fiyat etiketi tüketicinin harcamaya hazır olduğu kadardır. Tasarımın üzerinizde nasıl göründüğü, kullanılan detaylar ve teknolojiler, kumaşı ve jean’in geleneksel özelliklerine ne kadar uyum sağladığı da fiyata yansıyor tabii.
10
11
Fiyat etiketinde ne yazdığını düşünmeden hangi markalardan alışveriş
yaparsın? Marques Almeida, Acne, Each x Other ve Ann-Sofie Back ilk aklıma gelenler. Aynı zamanda, yolunuz Stockholm’e düştüğünde, bu markaları kendi markalarımdan biri olan Örjan Andersson ile beraber mağazamda bulabilirsiniz.
032
Jean alırken yapılan en büyük hata ne? Kendini dinlememek ve stilini göz ardı etmek.
12
13
Jeanlerinde kullandığın denimlerde özellikle takip ettiğin yeni teknolojiler
var mı? Açıkçası, teknolojiyle ne kişisel ne de profesyonel hayatımda derin bir bağım var. Söz konusu denim olduğunda da oldukça geleneksel bir yaklaşımım var ve hem üretim sürecinde hem de estetik anlamda geleneksel tarafa daha yakın duruyorum. Ama şu sıralar özellikle %100 pamuktan denim üretimine odaklanıyorum. Ve non-denim kumaşları araştırıyorum.
Çanakkale Bienali, beşinci yılında, anavatan kavramını ele alıyor. Hazırlıklar sürerken, bu yılki bienalin Genel Sanat Yönetmeni ve Küratörü Beral Madra ile, programın kavramsal çerçevesini, Seyhan Boztepe ve Deniz Erbaş ile oluşturdukları küratöryel ekibin anavatan konusuna yaklaşımlarını konuştuk.
Röportaj:
Seza Bali Fotoğraf:
Gökhan Polat
034
BERAL MADRA
Beral Hanım, geçirdiğiniz 40 yıla yakın süreyi göz önünde bulundurunca, kendinizi mesleki açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’nin siyasal ortamında, eğitimli bir kişi olarak iyi ki bu mesleği 1980’de seçmişim diyorum çünkü bir birey olarak özgür yaşadım. Bu özgürlüğü de sanatçılarla birlikte yaşadım ve bir üretim ortaya koyabildim. Edindiğim birikimi bir veya iki kuşak insana aktarabildim. Yaptığım işi kişisel çıkarlar ve kişisel yükselme ile bağlantılandırmadım. Bu konuda içim çok rahat. Ayrıca, hep bağımsız çalıştım. Hep kendi yatırımlarımla veya benimle aynı ideolojide olan insanlarla birlikte yol aldım, hiçbir kurumda sürekli çalışmadım.
1
1. İstanbul Bienali’nin küratörüydünüz. 1987’den bugüne baktığınızda, Türk sanat dünyasını nasıl ele alıyorsunuz? 1. İstanbul Bienali, Türkiye’nin bir şekilde modernist sanat anlayışından çıkıp eleştirel estetik dediğimiz, daha disiplinlerarası ve uluslararası kanala girmesini sağladı ve olumlu bir kırılma noktası yarattı. 70’lerin sonundan itibaren Türkiye’de yetişen yeni kuşağın ürettiği kavramsal sanat çalışmaları bienal aracılığıyla görünür olmaya başladı. Ama küreselleşmeye doğru gidişte daha enerjik ve etkileşimli karşılaşmalar 90’lı yılların ortasından itibaren günümüze kadar devam eden süreci oluşturuyor. Bir başka kırılma noktası da, özel sektörün sanat yatırımına yönlendirilmesi oldu. Bienalde görünen yapıtlar koleksiyonerlerin ilgisini çekti, sanata yatırım yapmaya meyilli bir grubu bu yatırıma yöneltti. Bu süreçte özellikle bağımsız kişiler, dernekler ve vakıflar için önemli olan, Avrupa Birliği’nden gelen fonlardı. İstanbul’da özel sektör yatırımlarından dolayı hem galeriler açıldı hem de koleksiyonerler koleksiyonlarını görünür kılmaya başladılar.
2
Kalliopi Lemos,
Neden Çanakkale? Türkiye büyük ülke, İstanbul’un ardından üç tane bienal daha çıkarmayı başardı; Mardin, Sinop ve Çanakkale. Bunlar yurtdışından gelen sanatçı ve sanat uzmanlarını İstanbul gerçekliğinden çıkarıp Türkiye gerçekliğine yönlendirme işlevlerine de sahip. Bienal kent seçimleri, söz konusu kentlerdeki toplumsal potansiyele bakıyor, yani sosyolojik bir durum. Mardin zaten geleneksel kültürüyle ortaya çıkmış bir kent; Orta Doğu’nun en ilginç noktası. Sinop’un kendi öyküsü var, 40 yıl boyunca Amerikan üssüydü. Orada 1960’lar, 70’ler ABD’sinin kültürel birikintisi var. Çanakkale’ye gelince, Ege Bölgesi’nin en stratejik kenti. Çok büyük bir üniversitesi olduğu için geniş bir genç kitlesi ve yerleşmiş bir turistik altyapısı var. Ayrıca, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılış, Türkiye Cumhuriyeti’nin de kuruluş savaşının yapıldığı yer. Orada bir ikilem var. Bir taraftan modernizmin kuruluşu, emperyalizme karşı kazanılmış bir savaş, diğer taraftan da bütün bu tarihsel miti besleyen bir finansal yapı var. Dolayısıyla, kültürel geçmişi önemli.
Pledges for a Safe
3
Passage, 2012
Çanakkale’nin bir metropol olmaması, bienal düzenleme sürecini nasıl etkiledi? İstanbul’da bienal yapmakla Çanakkale’de bienal yapmak arasında tabii ki bir fark var. Kentlerin ölçeğinin insancıl olması, toplumun işin içinde olmasını sağlıyor. İnsan, komşusu olan müzede bir sergi varsa oraya gidebiliyor. Çanakkale gibi kentlerde yatırımlar da daha görünür oluyor, yani burada tarihsel yapılar varsa bunların restorasyonu öncelik kazanıyor.
4
Eski Ermeni Kilisesi, Mekor Hayim Sinagogu, Çanakkale Seramik Müzesi gibi mekanların tarihleri orada sergilenecek işlerin seçiminde ne kadar etkili oluyor? Biz sanatçıları davet ettiğimizde, onlara, isterlerse önceden kenti görüp yerlerini seçme fırsatı sunuyoruz. Mesela, Reysi Kamhi sinagogun içinde bir iş üretecek, çünkü orada kendi geleneğine ilişkin bir ortam buldu. Dğer taraftan, performans sanatçılarına Ermeni Kilisesi’ni gösteriyoruz çünkü performansa çok uygun bir mekan.
5
035
Kavramsal çerçeve Vilém Flusser’in göçmenlik ve mültecilik üzerine düşüncelerinden ilhamını alıyor. Özellikle bahsedilen bir konu anavatan meselesi. Şu anda Türkiye’deki durum sizde ne hisler uyandırıyor? Burada kitlesel bir göçten söz ediyoruz, yani nüfus açısından da büyük bir değişim söz konusu olacak. Ancak, Türkiye’deki sorun, insanların kendi tarihlerine doğru bakamıyor olmaları. Burada üretilmiş bir tarih var, Türkiye kendini bu tarihle kimliklendiriyor, ama baktığınız zaman 18. yüzyıldan günümüze Türkiye toprakları zaten göç toprakları. Her yönden göç almış veya insanları göndermiş. Homojenlik Türkiye’de gerçek olmayan bir düşünce. Suriye’den gelen üç milyon insan burada kendilerine bir vatan edinecekler. Vilém Flusser, Mülteci Özgürlüğü kitabında mülteciliğin dünyada var olabilecek en özgür durum olduğunu ve bu durumdan bir yaratıcılık çıkabileceğini söylüyor. Olumlu düşünürsek, bu insanlar hayatlarını yeniden kurmak zorunda olduklarından dolayı tembel değiller, bir şeyler üretmek ve yeni bir hayat kurmak isteyecekler.
6
Anavatan sizin için yeni bir konu değil, daha önce de bu tema üzerine eğildiğiniz çalışmalarınız oldu. Evet, bu konu şu anda moda gibi görünüyor olsa da, benim küratör olarak 2006’dan beri üzerinde çalıştığım bir konu. Biz de eğer önemli bir sanat kanalında çalışıyorsak, küresel toplumsal sorumluluk ve insani değerler taşımak zorundayız. Anavatan konusu siyasal ve ideolojik sorunları da kapsıyor. Flusser’in dediği gibi, bunu tam tersine çevirip, anavatanından çekip alınan insana bunun bir cerrahi müdahale kadar acı vereceğinden bahsediyoruz.
7
036
Biker Ekberzade, Crossings, The Refugee Project, 2015
Küratör, sanat eleştirmeni, yazar, galerici... Bunlar, aralarında çelişkiler barındıran meslekler... Evet, müthiş çatışmalar söz konusu. Türkiye’de proje parası çok zor bulunan veya bulunamayan bir şey, esas zorluk burada. Her zaman kendi paranızı bulup bir şekilde üretmeye devam etmek zorundasınız. ‘Kendi paranı bul’ meselesi bambaşka bir işletmecilik. Mecburen o kimliğe de giriyorsunuz, çünkü o kaynağı bulmak zorundasınız. Şimdi bu, benim yazılarıma ve sergilerime karşı bir şey. Bu yüzden, zaman zaman şizofren bir ortama girebiliyorsunuz. Burada önemli olan, ‘ödün vermek’, işin sınırı orada oluşuyor. Neyin ödününü veriyorsunuz? O noktada ya kurtulursunuz ya da bütün neokapitalist düzenin sizden beklediklerini yerine getirirsiniz.
9
Türkiye’ye küratör kavramını ve mesleğini tanıtan isim olduğunuz söylenir. Bunu çok fazla abartmayalım, ben bu mesleğe başlarken bu sistem zaten yeni kurulmuştu, benim şansım tesadüfen başında olanlardan biri olmamdı. Zaten benim küratörlüğüm Türkiye’de tescil edilmedi. Bari’de Akdeniz Ülkeleri Çağdaş Sanat Sergisi’ne dokuz sanatçı götürdüm, orada bana küratör dediler.
8
Esben Holmboe Bang’in şefliğinde Oslo’nun fine dining sahnesinde dimdik duran Maaemo’nun adını 50 Best listelerinde görmeye alışmıştık. Fakat bu sene gelen üçüncü yıldızla gözler İskandinav mutfağının demirbaşları Kopenhag ve Stockholm’e değil, Oslo’ya çevrildi. Sürdürülebilirlik ve biyodinamik tarımın kişisel yaratıcı dehayla nasıl birleştiğini şef Bang’in tabaklarında izleye ve tadaduruyoruz.
Röportaj:
Arzu Sak Fotoğraf:
Tuukka Koski
038
ESBEN HOLMBOE BANG
Yemeğin geleceğine dair en büyük korkunuz nedir? Korkudan ziyade, bana kalırsa herkesin sürdürülebilirlik konusuna odaklanması ve naifliği bir kenara bırakması gerekiyor.
1
Üçüncü Michelin yıldızınızı aldınız… Evet, gerçekten onur duydum, ama doğruyu söylemek gerekirse, henüz durumun tam bilincine varamadım. Bu tür mükafatların kararlarımızı etkilememesine gayret ediyoruz; zira bizim için önemli olan, restoranda herkesin aynı çabayla çalışmaya devam etmesi ve kendimizi her geçen gün daha da geliştirmemiz.
2
Fotoğraf:
Jimmy Linus Oysters from Bømlo
Yemeklerinizi tanımlamak için bir kategorizasyon yapıyor musunuz? Maaemo’da yapılan yemekler mevsimlere göre değiştiğinden, hangi zaman diliminde ve dünyanın neresinde bulunduğumuza dair bir kategorizasyondan bahsedilebilir. Tam da bu nedenle, tatların temiz kalması ve kendinden ödün vermemeleri bizim için çok önemli; çünkü içinde bulunduğumuz anın mükemmel bir resmini ancak bu şekilde ortaya çıkarabiliriz.
3
Yeni Nordik Mutfağı ve Maaemo arasında herhangi bir ortak noktadan söz etmek mümkün mü? ‘Yeni Nordik’ kavramı, Kuzey mutfağında doğan yeni bir akımı tarif etmek için ortaya çıktı ve akabinde bu akım bölgedeki tüm restoranları ister istemez etkiledi. Buna rağmen bizim Maaemo’da yemek yapma şeklimiz tamamen kişisel; hazırladığımız tabaklar benim kişiliğimi ve hayatta nerelerden geçtiğimi yansıtıyor.
4
Bu kişisel deneyimlerin içerisinde Norveç’in tabiatı da var mı? Tabii ki. Bahsettiğim gibi, yemeklerim büyük ölçüde benim hayat hikayemi yansıtıyor; bu yüzden Norveç’ten manzaralara rastlamak kaçınılmaz. Biz, restoranımızın adından da anlaşılacağı gibi, toprak ananın bu doğa ve iklim koşullarında bize sunduklarını yorumluyoruz.
5
O halde bu yemeklerin sadece tatma duyusuna hitap ettiğini söylemek yanlış olur. Evet, işte bu nedenle bir hikaye yaratmak bizim için çok önemli, çünkü konuklarımız ancak bu şekilde kendilerini bu yolculuğun parçası gibi hissedebilirler.
6
039
Geleneksel ile yeniden icat arasında, tam olarak nerede duruyorsunuz? İkisinin arasında bir yerdeyiz. 20 kalemlik tadım menüsünde Norveç’in değişken mevsimselliğiyle bozulmamış doğasını yansıtan geleneksel reçeteleri kendi süzgecimizden geçirerek yorumluyoruz.
7
Fotoğraf:
Bandar Abdul Jauwad
Neden biyodinamik ürünleri tercih ediyorsunuz? Sebze ve meyveleri ayın evrelerine göre hasat etmek, dışkıyla doldurulmuş boynuzları toprağa gömmek, ya da fermante olmuş idrarı gübre olarak kullanmak topraktan elde edilen ürünü gerçekten ne kadar etkiliyor emin değilim. Fakat bildiğim bir şey var; o da şu ki, biyodinamik tarım yapan üreticiler işlerini gerçekten çok severek yapıyorlar.
9
Yerel üreticilerle aranızda nasıl bir münasebet var? Ekibimizin her bir üyesi kadar önem taşıyorlar diyebilirim. Onlar ürettikleri ürün için canla başla çalışıyorlar ve bu hem bize hem de tariflerimize ilham veriyor.
10
Fotoğraf:
Tuukka Koski Langoustine
Malzemelerinizi neye göre seçiyorsunuz? Kaliteli ve aynı zamanda sürdürülebilir tarım ilkelerine dayalı olmalarına dikkat ediyoruz. Biyodinamik yöntemlerle üretilmiş ürünler de malzemelerimizin başında geliyor.
8
040
Vazgeçmeyeceğiniz bir yemek pişirme tekniği var mı? Besin koruma tekniklerine göre pişirilen yemekler restoranın olmazsa olmazı.
11
Norveç mutfağını en iyi şekilde özetleyen malzeme nedir? Malum, Norveç’te elde edilen deniz mahsulleri benzersiz kalitede oluyorlar. Bu yüzden Norveç ıstakozu ya da deniz tarağı bu sorunun cevabı olabilir.
12
Kendinizi beş sene sonra ne pişirirken hayal ediyorsunuz? Bunu tahmin etmek güç, fakat umuyorum ki gelişmeye ve kimliğimize yeni tatlar eklemeye devam edeceğiz.
13
Kahramanlarınız kimler? Kuzey Mutfağı’na kattıklarından dolayı René Redzepi ve tabii ki her gün sarf ettiği müthiş çabadan ötürü mutfak ekibim.
14
Hırslı, çalışkan ve kararlı olmak, söz konusu Türk eczacılığında saygın etikete sahip bir aile markası olduğunda formülleri baştan yazma cesaretini göstermenin haklı sebebi kabul edilebilir. Kendi kuşağının demokratik güzellik anlayışını Atelier Rebul’e taşıyan Kerim Müderrisoğlu’nun çocukluk yıllarından itibaren fişte okuduğu “Ali topu at” cümlesine yorumu, “Ali topu sat” olmuş.
Röportaj:
Ayşecan İpek Fotoğraflar:
Gökhan Polat
042
KERİM MÜDERRİSOĞLU
Bizim için kendinize bir soru sorun ve cevabını verin lütfen. Daha iyisini nasıl yaparım? Daha çok çalışarak. Maraton koşan bir Rebul hayal ediyorum, ben de onunla koşmaya hazırım.
1
“Üçüncü kuşak torundan Rebul’e yeni yüz.” Bu klişenin ardındaki mesleki gerçek nedir? Çok çalışmak ve iş risklerini dağıtarak büyüme modeli... Şu anda tek bir modelde hizmet vermiyoruz: Perakendecilik var, toplu dağıtım var, özel markalara yaptığımız üretimlerimiz var… Bir toplu volüm, anlam ifade edecek büyüklüğe gelmeden siz de büyüdüğünüzü kabul edemezsiniz. Dışarıdan baktığınızda en önde görünen Atelier Rebul var. Yıllık olarak 12-13 milyon parça üründen bahsediyoruz, bu sayede birileri Rebul’le her gün karşılaşıyor, buna kolonyalı mendilleri de eklersek bu rakam tam ikiye katlanıyor. Benim görevim Rebul’ün üzerindeki tozu almak, daha doğru noktaları parlatmaya gayret etmek ve çok çalışmak oldu.
2
İşin özünde gerçekten de bu mu yatıyor? Çok çalışmak… Evet, fiziksel anlamda da kendini adıyorsun. Her şey hayatının ön planına neyi koyacağının kendi kendine muhasebesini yapmaktan geçiyor. Geçenlerde yurtdışında bir konuşma yaparken paylaştım, hem çok iyi koca olacaksın, hem çok iyi baba, hem de çok iyi iş adamı... Üçünü bir arada yapabilme ihtimalin yok, üçte ikisini iyi yapabiliyorsan, etrafın da seni bu halinle kabul edip seni değerli addediyorsa şanslısın. Ben konuya böyle bakıyorum. Cumartesi, akşama kadar burada olmak zorundaydım ve buradaydım. Keza dün koltukta yatarken bile kafamda, işimle ilgili ne yapacağım vardı.
3
Çocukken çizgi romanlarınız, gazetelerdeki iş dünyası haberleriymiş. İş adamlığı okulda öğrenilebilen bir şey mi? Evet, gazetede o haberler dışında bir şey okumazdım. Altı yaşında ağaçtan fıstık toplayıp kavanozlara doldurup satan, bisikletiyle kargo servisi veren bir çocuktum. 11 yaşından itibaren yaz aylarında babamın yanında çalışır, okullar açılırken de kırtasiyede staj yapardım. Çalışmayı seviyorum, işe yaramanın insana değer kattığını düşünüyorum. Okul hayatım çok iyi geçmedi, zar zor okuyan bir çocuk oldum. Okumayı sevmeye başladığımda mezun olacağım zaman gelmişti zaten. Genelde öyle olur ya, başından geçenleri sonradan anlarsın, keşke daha iyi yapsaydım dersin. Liseden mezun olunca yurtdışına eczacılık okumaya gittim, iki sene sonra babamın, işlerinde yardıma ihtiyacı olduğunu hissettiğim için Türkiye’ye transfer oldum, Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ne girdim ve kendimi aktif bir şekilde iş dünyasının içinde buldum. Üniversiteyi dokuz senede bitirdim, ama o dokuz senenin bir gününde bile tatil yapmamışımdır.
5
Rebul neden Santa Maria Novella ya da Officine Universelle Buly gibi bir yol izleyip, İstiklal Caddesi’ndeki tarihi mekanına sahip çıkarak niş nostalji duygusunu ayakta tutmadı ve alışveriş merkezlerini tercih etti? İkonik eczanemizin bulunduğu adres, Rumeli Han, çok hisseli bir handı ve el değiştirdi. Dünyanın neresinde olursa olsun devlet, böyle tarihi bir değeri koruma altına alıyor, ancak bizde böyle bir kanun yok. Kaldı ki çıktığımız tarihte orası, vermeyi arzu ettiğimiz lezzetten uzaktı. Tek bir noktada kalmak, niş marka olmak, bugünün yapısını ve kadrosunu besleyecek bir ticari gündemi yaratamazdı. Ticaretin nerede büyüdüğüne baktığınız vakit belli AVM’ler ön plana çıkıyor. Bu değişime ayak uydurmasaydık global olamazdık. Gönlümden geçen, İstiklal Caddesi’ne bir gün mutlaka müze kıvamında bir mekanla dönmek. Ata mesleğimizi yaşatabileceğimiz bir eczaneyle belki de...
4
043
Bugün Rebul’ün demokratik bir güzellik anlayışına sahip olduğunu söyleyebilir miyiz? Daha demokratik bir marka olmasını özellikle istedik. Amacımız bir paket sigaranın 11 TL olduğu bir ülkede herkesin erişebileceği ürün grupları çıkarmaktı. Bugünün kozmetiğine baktığınız vakit, hane başına düşen harcama %10 artıyorsa içeri giren ürün adedi %20 artıyor. Bu ne demek? İnsanlar daha uygun fiyatlara daha farklı ürünlere erişmek istiyorlar. Rebul bunu 2004’te keşfetti, daha ziyade 35 yaş üzeri pozisyon alan bir markayken gençlere yönelik ürün grupları yaratarak kullanım alışkanlıkları değişen genç bir topluma hitap etmeye başladı.
8
Nasıl kolonya yapıldığını biliyor musunuz? Ezbere. Fabrikadaki her makineyi gözüm kapalı söküp takabilirim. Şu an girmeyi planladığımız yeni sahalar var, onları iyice teneffüs etmeden, hazırlığımı iyice yapmadan asla girmem. Karakterim gereği duruma hakim olmam gerek. Dersimi iyi çalışırım, bundan da keyif alırım.
6
Bugünün kozmetik dünyasında markalaşma ve ürünü karşı karşıya getirdiğimizde ortaya nasıl bir sonuç çıkıyor? Markalaşma bugüne kadar önemliydi, evet. Bugün, markasız ama yüksek kalitede ürünlerin de pazara sunulduğu bir dönemdeyiz. Dolayısıyla marka bir adım geride kalıyor, ürün öne çıkıyor. Tüketici neden sizi tercih etsin? Cevap hep aynı: Ürün ürün ürün! Ambalajın içinde yatan ürünün çok iyi olması, gerçekten işe yaraması lazım. Moleküler teknoloji ve akıllı ürünlerin çağındayız, geleceğimiz, daha doğrusu şimdimiz onlar. Bu yüzden yeni ofisimizde bir Ar-Ge laboratuarı kuruyoruz, kadromuzu da özenle seçiyoruz.
7
044
Şu sıralar öğrenmekle mi daha çok ilgileniyorsunuz yoksa öğretmekle mi? Öğrenmekle, hem de her daim... Öğrenimim biterse, ertesi gün işe gelemem.
9
10
İmza ürününüz hala lavanta kolonyası mı? Hayır, bence İstanbul serisi.
Rebul’ün bu şehirle kurduğu bağı siz de paylaşıyor musunuz? Muhakkak. Biz Beyoğlu çocuğuyuz. Beyoğlu çocuğu her zaman efendidir, bir o kadar da serseri ve fırlamadır. Bazen kibar numarası yapar ama kolay dayak yemez. Mağazasına bir gün bir diplomat girer, bir gün bir dilenci girer. Bence İstanbul’un, içinde yaşarken göremediğimiz bir değeri var. Herkesin bilinçaltında bu değere dair bir saygı ve özlem var. ‘Keşke gitsem ama nereye gidebilirim? Burası gibi bir şehir nasıl bulabilirim?’ tadında bir özlem bu. Ben bir gün bile burayı terk etmeyi düşünmedim. Her şey bir yana, burada Boğaz var...
11
YENİ RANGE ROVER EVOQUE CONVERTIBLE
AÇIK HAVA GÖSTERİSİ. www.landrover.com.tr / 0850 252 30 30
EvoqueConvertibleQRCode.pdf
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
CO2
1
06/06/16
12:22
Moda, değişen iletişim sistemine en çabuk adapte olan sektörlerden. İletişim stillerinin değişmesiyle birlikte yaşam stilleri de değişiyor. Ve piyasa o kadar acımasız ki evrimin ortasında değişime ayak uyduran yerini koruyor, uyduramayan saf dışı kalıyor. Değişimi, Boyner’in CEO’su Deran Taşkıran’la konuştuk.
Röportaj:
Nevşin Mengü Fotoğraflar:
Gökhan Polat
046
DERAN TAŞKIRAN
Sizin gibi yoğun çalışan birinin hobisi olabiliyor mu? Enerjimi yükselten filmleri izlemeyi seviyorum. En büyük hobilerim, sinema, seyahat ve müzikaller. Eşimin yazdığı ve benim bir gün yapımcılığını yapmak istediğim bir müzikal bile var.
1
Boyner’de iki yılı geride bıraktınız. Nasıl gidiyor? Boyner, kendini yenilemeyi DNA’sına yerleştirmiş bir şirket, benim de göreve başlamamla birlikte yoğun ve tempolu çalıştığımız yeni bir değişim ve yenilenme süreci için kritik adımları atmaya başladık. Çok başarılı ve iyi bir ekiple birlikte, canla başla markayı daha ileriye taşıyacak konular üzerinde çalışıyoruz. Şu anda hayalim Boyner’i her anlamda dünyada örnek gösterilir bir ‘çok katlı mağaza’ noktasına taşımak. Bunun için de çok somut adımlar atıp, değişime aynı hızla devam ediyoruz. Bu konuda her geçen gün daha da iddialı olacağız.
2
Boyner-YKM entegrasyonunun başındaydınız. Bu birleşmenin ne tür olumlu dönüşleri oldu? Büyük bir sinerji yakaladığımızı söyleyebilirim. Artık kendimizi ‘Türkiye’nin departman store’u ya da ‘Türkiye’nin çok katlı mağazası’ olarak görüyoruz. Boyner’in olmadığı illerde YKM ile var olduk. İki markanın da öne çıkan iyi uygulamalarını anlayıp yaygınlaştırdık. Örneğin Boyner’in kozmetik tarafı çok güçlüydü, bunu YKM’ye taşıdık. YKM’de daha gelişmiş bir aksesuar kategorisi vardı, bunu Boyner’e taşıdık. Öte yandan, dünyadaki ve Türkiye’deki toplumsal değişime ayak uydurmak için yapmamız gereken değişiklikleri de bu birleşme süreciyle birlikte planlayıp hayata geçirmemiz, beklediğimizin ötesinde katma değer sağladı. Hatta, özetle, beklentilerimize çarpan etkisiyle yanıt aldık diyebilirim.
3
Sektörde genel eğilim nedir, tekstil de iş gücünün ucuz olduğu başka ülkelere kaçıyor mu? Türkiye’nin 2023 tekstil ihracatı hedefi 60 milyar dolar ve her yıl artan hacimle bu hedefe yaklaşılıyor. 2016 yılında ise 20 milyar dolar hedefleniyor. İhracat, üretimi desteklerken yerli markalar da alımlarının % 80-90’ını Türkiye’ye kaydırmış durumda. Yerli markaların 2010 yılından sonra Türkiye’ye olan talepleri artış gösteriyor. Bunun nedenleri arasında ithal ürünlere uygulanan vergilerin yanı sıra, üretimde yalınlaşma ile maliyetlerini aşağıya çekmeyi başarabilmiş tekstil üreticilerinin de payı büyük.
6
Ekrandaki bütün habercileri sizin grup giydiriyor maşallah. Hepimizde bir örnek aynı ceketler. Bu planlı bir strateji mi, yoksa ilişkilerden mi kaynaklanıyor? Hani Doğan grubuna verdik, Şahenk’lere ayıp olmasın; Ciner’i de küstürmeyelim gibi... Aslında Boyner markası ile yolları ve tarzları kesişen tüm dizilere ve TV programlarına ürün sponsorluğu sunuyoruz. Bu yüzden çok fazla mecrada görünmemiz çok normal. Sosyal medyada influencer isimlerin de ürünlerimizi deneyimliyor ve paylaşıyor olduğunu görmek büyuk mutluluk veriyor.
4
Tekstilde reklam mecrası da değişiyor tabii. Sosyal medya galiba sizin için daha önemli. Aslında artık her şey her gün değişiyor ve bu değişime ayak uydurmak gerekiyor. Yeri gelmişken sosyal medyaya ilişkin en son gerçekleştirdiğimiz projemizden bahsetmek isterim. Türkiye’de Instagram ünlüleriyle gerçekleştirilmiş ilk reklam projesi olma özelliği taşıyan kampanya kapsamında dijital dünyanın ünlülerini ilk kez televizyona taşıdık, online ve offline dünyaları birleştirdik. Bunun gibi projelerimiz devam edecek. Boyner, alışveriş dünyasındaki yeniliklere öncülük eden bir şirket olarak, sosyal medyada ve dijital dünyada da birçok teknoloji ve uygulamayı ilk uygulayan marka ünvanına sahip. Facebook, Instagram gibi popüler sosyal medya platformlarını etkin şekilde kullanıyoruz.
5
Deran Taşkıran’ın ofisinden
047
Bir profesyonel büyük bir grupta CEO’luk görevini kaç yıl sağlıklı yürütebilir? Bunun için bir zaman dilimi vermek oldukça güç… Bu, çalıştığınız şirket ve işinize bağınız, yaptığınız işlere attığınız imzalarla ilgili. Her meslekte olduğu gibi bizimkinde de zor kararlar almamız gereken ve bizi yoran süreçler oluyor ama genel anlamda sevdiğiniz işi yapıyorsanız uzun yıllar işinize aşkla devam edebilirsiniz.
9
Rusya ile gerilim sizi nasıl etkiledi? Sektörde olumlu ya da olumsuz pek çok süreç yaşanabilir. Rusya ile yaşanan gerilim daha çok politik ve turizme çok yansıyan bir tarafta oldu. Perakendede, özellikle turistik bölgelerde yer alan mağazalarımıza gelen Rus turist sayısında, farklılaşma az da olsa var. Ama Boyner tüm Türkiye’ye hizmet veren bir marka dolayısıyla genel bir etkilenmeden söz etmemiz zor. Biz sadece işimize odaklanıyoruz.
8
Türk tekstiline ciddi Orta Doğu’lu ilgisi var. Acaba Türk üretici bölgenin ruhuna daha mı hakim? Orta Doğu’nun bize sadece tekstilde değil aslında pek çok farklı sektörde ilgisi oldukça fazla. Tekstildeki ilgiyi, bizdeki sürekli yenilenen ve çeşitliliğini kaybetmeyen kaliteli ürün gamına bağlıyorum. Özellikle perakende sektöründe modayı, kaliteyi ve alternatifi sunabilen bir ülkeyiz, ilgi görmemiz çok normal. Öte yandan, Orta Doğu’da yayınlanan dizilerimiz ve bölgeden gelenlerin tatil için Türkiye’yi seçmeleri diğer etkenler arasında yer alıyor.
7
048
Yaz aylarındayız, nasıl tatil yaparsınız, kontağı tamamen kapatma şansınız oluyor mu? Yaz tatili benim için tamamen aile odaklı. 2,5 yaşında bir oğlum var, onunla olabildiğince vakit geçirmeye çalışıyorum. En azından bir hafta ailemle deniz tatili yapıp, sonra da haftasonları bir yerlere gidip gelmeye çalışıyorum. Perakendede kontağı tamamen kapatmanız mümkün değil. Ama zaten perakendeyi gerçekten seviyorsanız kontağı kapatmak istemeyenlerdensiniz demektir çünkü perakende hiç durmaz. Bu dinamik dünyada, ailemle geçirdiğim zamanlarda enerji depolayıp, bu sayede işe daha güçlü sarıldığımı düşünüyorum.
10
0 216 999 24 99
Bazı insanlar ve şehirler bir arada anılıp birbirlerini eşit derecede etkilerler. Bu kategoriye Barry McGee ve Clare Rojas, San Francisco ile dahil oluyor. Barry şehirden ilham toplarken, Clare onu çevreleyen her şeyden etkileniyor. Sanat kariyerleri kadar
CLARE ROJAS BARRY MCGEE
ebeveynlik rollerine önem veren sanatçı çift sorularımıza cevap veriyor.
Röportaj:
Ela Yeliz Fotoğraflar:
Yoko Takahashi
Yoko, Clare ve Barry ikilisini San Francisco’da XOXO için fotoğrafladı.
050
ELA YELİZ: İkiniz de Mission School ekolü sanatçılarısınız. Bu akımın ve San Francisco’da yaşamanın çalışmalarınızı nasıl etkilediğinden bahseder misiniz? CLARE ROJAS: San Francisco’da yaşamak, öncelikle burada yaşamaya devam edebilmek için ürettiğim iş sayısını etkiledi. Burası yaşamak ve bir de bunun üstüne atölye sahibi olmak için inanılmaz pahalı bir şehir, dolayısıyla daha çok iş üretmeniz gerekiyor. Mission School ekolü çıktığı dönemde Philadelphia, New York, Chicago gibi şehirlerde de farklı sanat hareketleri oluşmaya başlıyordu ve San Francisco’daki özetle, fazla para sahibi olmadan, etrafındaki malzemeleri kullanarak sanat üretmek ve kendi platformlarını kurmak üzerineydi çünkü var olan platformlar sana sunulmuyordu. Bu enerji genç olmakla da alakalı, dolayısıyla Mission School hareketinin her nesilde ve her yerde devam ettiğini düşünüyorum. Barry’nin işleri bu şehrin bütün karmaşıklığını, renklerini, dokularını yansıtıyor. Bense bulunduğum çevreden çok etkileniyorum, şöyle bir örnek vereyim; bir gün evde otururken salonumuzdaki renklerin, camın dışındaki manzarayla aynı olduğunu fark ettim. Karşı kaldırımdaki ev zeytin rengiydi, aynı oturduğum koltuk gibi, onun yanındaki ev ise koltuğumuzdaki yastıklarla aynı kahverengi tonundaydı. Bu tür rastlantılar garip olsa da hayatın içindeki ve dışındaki şeylerden etkilenmek çok doğal. BARRY MCGEE: Ben Mission School ekolü hakkında ne hissettiğimden çok emin değilim ama San Francisco’da yaşamak beni çok etkiliyor. Şehri ufak pencerelerden gözlemlemeyi seviyorum. Evsiz topluluğu, derme çatma evler, sokaklarda biriken çöpler, graffiti ve bu graffitilerin silinme çabaları... Bütün bu çarpıklıklar sanat pratiğimin temelini oluşturuyor. İşlerimin bu görüntülerden etkilenmesini istiyorum. EY: San Francisco’nun, ABD’nin kalbi olan New York sanat dünyasından ne tür bir farkı olduğunu düşünüyorsunuz? CR: Galiba iki yaka arasındaki en büyük fark hava durumu. Havanın soğuk veya sıcak olması yaşadığın şehirle ve mahalle ile ilişkini yönlendirebilir. Yılın %99’unu yağmur, kar yağışı, sel veya ekstrem soğuk veya sıcaklar olmayan bir havada yürüyerek veya bisikletle geçiriyoruz, bu da dolayısıyla ruh halimizi ve yaptığımız her şeyi etkiliyor. BM: Bence tavır olarak çok farklılar. İki yakanın da çok heyecan verici ve enerji dolu bir ruhu var, ama ben uzun süre Doğu Yakası’nda vakit harcamama rağmen, çalışma sürecimin Batı’ya daha uygun olduğunu düşünüyorum. EY: Birbirinizin işlerini etkiliyor musunuz, yoksa birbirinizden uzak mı durmaya çalışıyorsunuz? CR: Eskiden atölye paylaşmayı denedik ve bu tahminimizden çok daha zor oldu. Benim sessiz ve temiz bir ortama ihtiyacım var, Barry ise bir
anda 50 farklı çizime başlayıp bunları senelerce biriktirdikten sonra bir tanesine geri dönüyor. Ben başladığım bir resmi bitirmezsem gerçekten panik atak geçirebilirim. İlham ve etki arasında çok ince bir çizgi var, ve bunun yıkıcı olma ihtimali de söz konusu. Eğer sanatçı bir çift olarak sadece birbiriniz için resim yapıyorsanız, bu tabii bir sorun değil, ama yaptıklarınızı ortaya çıkardığınızda eleştirmenler erkeğe kredi vermeye daha meyilliler. Bu da Barry’nin suçu değil ve çok haksız bir durum ama kadın bir sanatçı olarak bunu göz ardı etme lüksüne de sahip değilim. Her ne olursa olsun eşini desteklemek istiyorsun ama sürekli karşılaştırılmak da her ilişkiyi kötü etkiler. Sonuçta etki iki yönlü bir şey, ama nedense benim Barry üzerinde olan etkim hiçbir zaman yazılmıyor. Biz çok farklı kişileriz, ve her akşam yemek masasına oturduğumuzda farklı dünyalarımızın algılarıyla bir araya geliyoruz. BM: Bunu telaffuz etmesek bile, bence birbirimizi etkiliyoruz. En azından ben hep Clare’in renk ve çizgi konusundaki uzmanlığını çalmaya çalışıyorum. EY: Bu durumda benzer işler üretmekten korkuyor olmalısınız? CR: Kesinlikle. BM: Gerçekçi olmak gerekirse, benzer işler üretmememiz mümkün değil. EY: Birbirinize karşı açık sözlü müsünüz? CR: Evet, dürüst olma yollarımız var. Birbirimizi deşifre edebiliyoruz, bu sadece beden diliyle bile belli olabiliyor. Birbirimizin sürekli olarak ne kadar çok çalıştığını görüyoruz, ve bu sırada karşındaki kişinin yaptığı işi beğenmesen de ileride iyi bir şeye döneceğini biliyorsun. İşte bu sırada eleştirel olmak zor olabiliyor. BM: Fazlasıyla açık sözlüyüz, ama en iyi şekilde. EY: 10 yıldan fazla süredir birliktesiniz. Hem ebeveyn 051
hem de başarılı kariyerleri olan sanatçılar olarak ilişkiniz nasıl gelişti? CR: Aynı önceliklere sahibiz, ki bu da kızımız. İki sanatçı için en önemli şey aynı temeli paylaşmak, bunu paylaşmayan sanatçı çiftler duyuyorum, birinin kariyeri diğerinin önüne geçebiliyor, ya da biri diğeri daha başarılı olsun diye elini ayağını sanattan çekiyor. Ama bu tür hikayeler her zaman pişmanlık ve dargınlıkla sona eriyor. Barry ve ben, başarıdan önce dolu ve tatmin edici bir kariyer sahibi olmak istiyoruz. Ancak çok önem verdiğimiz bir kuralımız var; eğer aynı dönemde sergilerimiz oluyorsa hep birlikte kızımızı da yanımıza alarak gitmeye çalışıyoruz. Diğer bir kural ise 10 günden fazla ayrı seyahat etmiyoruz. BM: 10 sene olmuş mu ya? Gerçekten çok iyi gidiyoruz. Çocuk büyüten herkes işine sadece bir saat odaklanmak için ne kadar çabalaman gerektiğini bilir. Sanatta başarılı bir kariyer bence göreceli, düzenli para geliri için başka birçok şeyin de yerli yerinde olması gerekiyor. EY: Kendinizi sanatçı olarak istediğiniz şekilde ifade edebildiğiniz ilk sergiyi hatırlıyor musunuz? CR: Ben kendimi hala o eşiği aşmanın tam ucunda gibi hissediyorum. Sanki bir haftam daha olsa o resim tam istediğim yere gelecek ama vaktim yetmedi gibi. Müziğim için de aynı şey geçerli; bir gün daha pratik yapabilsem kafamdaki müziği gerçekten hissedebilirim. Sanırım bu döngünün bir sonu yok. BM: Benim için bu, ergen yaşlarımda graffitiye başladığım dönemdi. İnanılmaz derecede özgür ve canlı hissetmiştim. Umarım bu hisleri tekrar hissedebileceğim bir sergi yapabilirim. EY: Barry, birçok işini bir arada sergilediğin kalabalık enstalasyonlar yaratıyorsun ve çok fazla canlı renk 052
ve desen kullanıyorsun. Clare sen de birkaç senedir basit soyut geometri ile çalışıyorsun. Tuvalin içinde ve dışında olan mekanla kurduğunuz ilişkiden bahseder misiniz? CR: Resim veya müzik yaparken en çok dikkat ettiğim şey mekan ve perspektif. Çoğu zaman işimin indirgeyici olduğunu düşünüyorum, resimlerim bana sanki ihtiyacım olan şeye ulaşana kadar parça parça yonttuğum bir heykeli hatırlatıyor. Aynı şey müziğim için söz yazarken de geçerli. Oradan buradan topladığım kelimeler ve cümlelerle dolu defterlerle başlıyorum, ve sonra dört sayfalık bir eskizi 15 satır uzunluğunda 2,5 dakikalık bir şarkıya indiriyorum. Yani haftalarca bir resim üzerine çalışsam da, eğer ihtiyacım olan şey o değilse, üzerine baştan yeni bir şey çizebilirim. BM: Enstalasyonlarım için özür dilerim, o zamanlar öyle bir dönemden geçiyordum ama Clare’den bir galerideki beyaz alanın ne kadar önemli olduğunu öğrendim. EY: Barry o halde işlerinin birbirleriyle bir diyalog içinde olmaları gerektiğini düşünüyor musun? BM: Bu, aslında üzerine konuştuğumuz işin ne olduğuna bağlı, ama son dönemlerde kalabalık atölyemi terk edip bir diyalog içine girmeleri gerektiğini düşünmeye başladım. EY: San Francisco sokak sanatı ve graffiti dünyasında bir ilham kaynağı olarak görülüyorsun. Peki sen genç bir sanatçıyken kimlerden etkilendin? BM: Ben gerçekten bir ilham kaynağı olduğumu düşünmüyorum. Gençken sevdiğim her şey bir galeri ortamının dışındaydı; kural dinlemeyen skateboard’cuların her yere imzalarını bırakması, politik aktivistlerin kurumsal şirketlerin binalarına sprey boya ile uygunsuz yorumlar bırakması... Bütün bunlar beni etkiledi.
Üst: Untitled, Barry McGee, 81”x112,5”, acrylic on panel, 27 elements, 2015, courtesy of the artist and Ratio 3, San Francisco Sol: Untitled, Clare Rojas, oil on linen, 50”x40”, 2015, courtesy of the artist Sağ: Untitled, Barry McGee, 104”x75”x40” acrylic on surfboards, 8 elements, 2015, courtesy of the artist and Ratio 3, San Francisco 053
Eğer Sunflower Bean’in müzik grubu olmadığı bir paralel evrende yaşıyor olsaydık, onlar aynı enerjiyi herhangi bir formda taşıyor olabilirlerdi. Zira söz konusu enerji geçmişten ya da gelecekten değil, zamandan bağımsız olma çabasından geliyor. Özgürlüğü punk rock kisvesine büründüren gruptan Julia Cumming ile konuştuk.
Röportaj:
Alican Öyke Fotoğraf:
Crista Simiriglia
054
SUNFLOWER BEAN
Neden popüler olduğunu anlayamadığınız bir müzisyen vardır elbette. Taylor Swift.
1
2
Özgürlük nedir? Punk rock.
Müziğiniz için yaptığınız tanımdan yola çıkarsak; ‘dijital çağ için yeni saykodelik’ ne anlama geliyor? Geçmişin saykodelik müziği, yaşadığımız çağ ile bağ kurmakta zorluk çekiyor. Bizse şimdiki zamanın müziğine geçmişin elementlerini de katmak istiyoruz ve bunu yaparken zamandan bağımsız olmak istiyoruz.
Müziğinizi üretirken en çok dikkat ettiğiniz şey ne? Ruh hali. Bu tüm kompozisyonlar için en önemli etkendir, evrenseldir.
8
3
Gelecekteki Sunflower Bean şimdiki size neler söyleyebilirdi? Gerçekten bilemiyorum. Henüz onlarla tanışmadık, bol bol albüm kaydetmeleri ve konser vermeleri gerektiğini söyleyebilirdi. Gelecekteki halimizde de ona göre bir yansıma oluşurdu.
4
Sizin için ev neresi? Long Island’da büyüdük. Uzun bir yolculuk sonrası eve dönmek gibisi yok ve New York’a dönüş hissi tarifsiz. Aylar sonra o uzun gökdelenleri görmek ilginç bir huzur ve güven duygusu yaratıyor. Burası ABD’nin en güzel şehri.
5
Günümüzün rock’n roll kahramanı kim? Sheer Mag! Kesinlikle inanılmaz bir grup. Harika bir enerjiye ve daha birçok grupta bulamayacağınız özelliklere sahipler.
9
İlk albümünüz Human Ceremony’yi geçtiğimiz Şubat’ta yayınladınız. Albümden ilk beklentileriniz nelerdi? Neyi beklememiz gerektiği konusunda bile bilgimiz yoktu. Ama giderek büyüyen ilgiyi görmek oldukça heyecan verici olmaya başladı. Her müzisyenin yaptığı gibi biz de ilk albümümüzü kaydedebilmek için hayatlarımıza ara verdik. Albüm yapmak oldukça zor, ama albümü tamamladığınızda bir sonrakini yapacak ilhamı çoktan edinmiş oluyorsunuz.
6
Albümün aydınlık ve karanlık taraflarını temsil eden parçalar hangileri? Karanlık taraf; ‘2013’, ‘This Kind of Feeling’. Aydınlık taraf; ‘I Want You To Give Me Enough Time’. Albümün birbirinden farklı dinamiklere sahip olması için çaba harcadık. Bazen bir parçanın akustik, sert, yumuşak ya da hızlı olmasından daha çok, yaşattığı histeki karanlık ya da aydınlık daha çok ön planda oluyor.
7
Tame Impala bir parçasına Led Zeppelin ismini verdi, siz de bir parçanıza Tame Impala ismini verdiniz. Sıradaki parçasına Sunflower Bean ismini verecek biri var mı? New York gruplarından birkaçı çoktan Sunflower Bean ismini kullanmaya başladılar. Bu çok eğlenceli.
10
Gizli gizli keyif aldığınız bir parça? MGMT’nin Oractacular Spectacular albümüne geri döndük. O bir klasik.
11
055
Az yapmak, az ile anlatmak belirli bir irtifa gerektirir. Bilgiyi elemek, gereksiz bilgiden arınmak da, yaptığınız şeye defalarca dışarıdan bakmayı… Tasarımlarının amacını neredeyse anonimlikle
MICHAEL ANASTASSIADES
açıklayan Anastassiades’in çalışmalarının özeti: Minimum dokunuşla maksimum iletişim.
Röportaj:
Dilek Öztürk Fotoğraf:
Ben Anders
Michael’a ve Herman Miller işbirliğiyle ürettiği, Salone del Mobile’deki enstalasyonu The Double Dream of Spring’e bakıyorsunuz.
056
Bu sene Herman Miller ile Salone del Mobile için yaptığınız işbirliğinde mobilya ve ışıklandırmalardan oluşan bir enstalasyon bulunuyor. Bu kadar derin bir mekanı nasıl nötralize ettiniz? Oldukça zordu. Bana bu alanı teklif ettiklerinde ilk yapmak istediğim şey, showroom ile mağaza bölümünü birbirinden ayrı tutmak oldu. Böylece ışık enstalasyonuna kendine ait bir yer ayırdık. Mekanın boyutları ve yüksek tavanları da böyle bir şey yapmak için çok uygundu. Arka planı nötr hale getirmek için beton bir zemin kullandım ve satranç oyunundaki gibi bu zemini büyük karelere bölüp üzerine tasarımlarımı yerleştirdim. Çok da belli etmeden bir satranç oyununa gönderme yapmış oldum. Ayrıca, bu sergiye özel tasarladığım aydınlatmaları daha da belli etmek için tabure boyutlarıyla oynadım ve onları olması gerekenden daha küçük tasarladım.
3
Tasarladığınız objeler ilk bakışta Calder’ın estetiğini çağrıştırıyor. Double Dream of Spring çalışmanız da adını De Chirico’nun bir resminden alıyor. Sanat ve tasarım arasında kendinizi nerede görüyorsunuz? Kendimi en çok tasarımcı kimliğiyle bağdaştırıyorum. Bunu, size verilen isminiz gibi düşünebilirsiniz. Adınızı başka biri koyuyor ve bunu siz seçemiyorsunuz. Royal College of Art’ta aldığım tasarım eğitimi üzerine kendimi tasarıma daha yakın görüyorum. Sonuç olarak kendim için en uygun terimin ‘kreatif ’ olduğunu düşünüyorum. Bu, kulağıma tasarımcı sıfatından daha uygun geliyor. Çünkü yaratıcılık, sanat formunda tasarım kelimesinden daha fazla şey ifade ediyor. İkisinin arasında hep çok ince bir çizgi olduğunu düşünmüşümdür. Bu yüzden, aralarında pek ayrım yapmam. Calder’ın estetiğinden bahsedecek olursak, bazı ışık fikstürlerimi tasarlarken bana oldukça ilham verdi.
1
Tabure ve masalar için nasıl bir brief aldınız? Bunlar da aydınlatma tasarımlarınızla aynı dili konuşuyor. Herman Miller’ın istediği basit ve netti. Yalnızca tabureleri üç farklı boyutta yapmam isteniliyordu. Bunun dışında, tasarımlarımı yaparken gayet özgürdüm. Asıl yapmak istediğim şey bir objeyi nasıl zamansız hale getirebileceğimdi. Benim de ilgimi en çok bu çekiyordu.
4
Fotoğraf:
Rene Habermacher Stilleben, Danks Mobelkunst, 2016
Fonksiyon kavramının en temel ve en minimal biçimini nasıl tanımlarsınız? Tasarıma olan yaklaşımımda ve felsefemde elimden geldiğince bilgiyi elemeye gayret ederim. Yani o objede gerekmeyen bir bilgi ya da özellik varsa onu çıkarırım. Saklamaya çalıştığım şeyler ise o obje için vazgeçilmez olanlar; yani fonksiyonel ana öğeler. Burada en önemli noktalardan biri estetik açıdan bir objenin gücünü ortaya çıkarmak. Tasarımlarımda kendinize yakın hissettiğiniz bu minimal dilin aslında objenin gücüyle alakası var.
2
057
5
Bir objenin ritmi olduğunu düşünüyor musunuz; mesela koleksiyonunuzun bir ritmi
var mı? Ritimden çok felsefesine olan yaklaşıma inanıyorum. Benim için önemli olan bir objenin zamansızlığı. İnsanların bazen tasarımlarımda anlamadığı da bu. Objelerin sadeliğini görüyorlar ama asıl niyetini anlamıyorlar. Bu tasarımların amacı neredeyse anonim olmak. Benim için anonimlik ve zamansızlık kesinlikle vazgeçilmez.
Fotoğraf:
Helene Binetr One Well-Known Sequence, 2015
Bir arzu nesnesi çok basit bir şekilde fonksiyonel ve kolay erişilebilir olabilir. Arzu nesneleri ve insan odaklı tasarım felsefesi arasındaki kontrastı nasıl yorumluyorsunuz? Doğal olarak herkesin tasarımlarla ilgili kendine has bir fikri vardır. O yüzden belli bir şey söyleyemem. Ne yazık ki bu günlerde insanlar daha çok ‘prop’lara ve fotoğrafta iyi çıkan eşyalara ilgi duyuyorlar. Yani onlar için bu özellikler bir eşyanın kalitesi ve diğer özelliklerinden daha önemli. Bu da eşyaların ya da mobilyaların sofistikeliğini azaltıyor. Bu tabii ki genel bir bakış açısı, ama böyle düşünmeyen insanlar da var. Arzu edilen objeler tasarlamak benim için insanların yıllarca saklayabileceği ve hemen atmayacakları şeyler üretmek demek.
6
Dünyanın sosyal, ekonomik ve politik durumunu göz önüne alırsak, hayatta kalmak için kendimize deneysel bir dönem yaratıyoruz diyebilir miyiz? Hayatta kalmak herkes için önemlidir. Tasarıma politik veya ekonomik bir çerçeveyle bakarsak, toplumun küçük bir kısmını kaplamış oluruz. Ve tabii bu, sürdürülebilir ürünler alan bilinçli tüketicileri de kapsamış olur. Mesela benim sürdürülebilirliğe yaklaşımım geri dönüşümlü ürünler kullanmaktan daha farklı. Ben hiçbir zaman atılmayacak objeler tasarlama taraftarıyım.
7
Genç tasarımcıları takip ediyor musunuz? Tabii ki. Birçok sanatçıyı takip ediyorum ve onlara saygı duyuyorum. Ben ilhamımı aslında diğer sanatçıların eserlerinden alıyorum. Çünkü sanat ve tasarıma gelince özgürlükte farklı bir kademe olduğunu düşünüyorum.
8
Seneye Milano’da sizi nasıl göreceğiz? Euroluce’de sergilenecek yeni bir koleksiyonum olacak. Kendi markam için yeni tasarımlar sergileyeceğim. Ayrıca birkaç yeni kuruluşla yapacağım işbirliklerim de bulunuyor.
9
Bugünlerde programınızda neler var? Bazı planlar için uzun uzun çalışmanız gerekiyor. Bu yüzden, önümüzdeki sene Milano’da sergilenecek tasarımlarım üzerinde şimdiden çalışmaya başladım bile.
10
058
060
Moda takvimleri Sonbahar-Kış 2017’yi gösterdiğinde Karl Lagerfeld ve ekibi yeniden 1910 yılına geri dönüyorlar. Rue Cambon’daki, Mademoiselle’in aynalı merdivenlerinden yönettiği ilk defileyi, günün beklentileri dahilinde güncelleyen Lagerfeld, Chanel çatısı altında LE ‘MOUVEMENT’ bu kez CHANEL kadının hareket özgürlüğünün manifestosunu elden geçiriyor. Kurallar, pembe tüvit, bolca inci ve atçılık çizmelerini aynı sezon içerisinde derliyor. Akımın erken savunucusu olarak Mariacarla Boscono’yu seçen Lagerfeld, objektifin ardına geçtiğinde modele tek bir direktif veriyor; özgürce hareket et. Yazı:
Aslin Kumdagezer
061
Tar(hte b(l(nd(k b(r yere ger( dönüyoruz: İk( savaş arası Avrupa’sında özgürlüğünü (lan etmekle korseler(n(n arasında b(r yere sıkışmış kadının günlük hayatına. İlk savaş patlak verd(ğ(nde el(n(n hamuruyla erkek (ş(ne bulaşmak mecbur(yet(nde kalan, savaş sonrasında yen(den el(n( eteğ(n( günlük hayatın vesveses(nden çeken kadının pantolon g(ymes(ne kısa b(r zaman kaldı. Z(ra tasarımın XY kromozomundan XX kromozomuna geç(ş(n( tamamlaması (ç(n malum Fransız’ın tasarım dehasının kıvamına ermes(n( ve kadının, hareket özgürlüğünü b(raz daha (stekl( b(r tonda savunmasını bekl(yoruz. Bu noktada, fem(n(zm(n erken dönem savunucularından, New York T(mes’ın varoluşçuluğun en güzel yüzü addett(ğ( De Beauvo(r’ın neden h(ç pantolonlu b(r fotoğrafının bulunmadığını b(rkaç dak(kalığına sorgulayab(l(rs(n(z. Ger( dönüşünüzde takv(mler tam da olmak (sted(ğ(m(z zamanı gösterecek. Vak(t tamam, n(hayet sıkı sıkıya bağlanan korseler sandıklara ve ardından müzelere taşınıyor. Rue Cambon’da altın varaklı sandalyeler(nde oturan kadınların Mademo(selle Coco’nun (lk pantolon tasarımlarıyla şok geç(r-
062
meler(n(n üzer(nden 80 yıl geçmes(ne rağmen, adını verd(ğ( modaev( şaşırtmak konusunda h(çb(r sezon ger( kalmıyor. Şok faktörü (se her da(m Mademo(selle’(n tasarım eklekt(ğ(yle Ka(ser’(n günün ötes(ndek( tasarım dehasının süpernova anında vuku buluyor. Güne da(r tüm alt met(nler(, set tasarımında, kostüm takılarında ve makyaj detaylarında koleks(yonuna serp(şt(ren Lagerfeld, Chanel Sonbahar-Kış 2017 koleks(yonunda ‘wow’ faktörünü kuşkusuz yen(den tasarımlarının b(rkaç adım ötes(ne taşımak (ç(n düşünmeye başlıyor. Zen bahçes(nden, Roma’da b(r f(lm set(nden, tüm ünlüler(n hunharca kumar oynadığı b(r cas(no’dan ve (zley(c(ler(n set tasarımını eve götürdükler( süpermarketten daha extravaganza f(k(rler peş(nde koşarken Lagerfeld, zamanda yen(den ger(ye, özgürleşen kadının (lk yıllarına g(d(yor. F(k(r apaçık ortada, bu sezon modeller, Rue Cambon’dak( mağazanın m(lenyum vers(yonunda yürüyecekler. Yürümek f((l(n(n cümlede teşb(hten z(yade gerçek anlamında kullanıldığını ve 8 Mart’ta Grand Pala(s’de gerçekleşen, açılışını M(ca Arganaraz’ın yaptığı def(lede modeller(n hemen hemen 1 km boyunca yürüdüğünü hatırlayınız. Tüm kurgunun erken dönem kıyafet sunumlarına göndermede bulunduğu, Pharrell W(ll(ams, Inès de la Fressange, Carol(ne de Ma(gret, Jada P(nkett, W(llow Sm(th, Isabelle Huppert ve Audrey Marnay dah(l tüm konukların ‘front row’da oturduğu ve hal(yle her katılımcının Instagram hesapla-
Mariacarla Boscono’nun, Lagerfeld’in objektifinin karşısına geçtiği çekimden kareler Chanel SAS’ın izniyle, Türkiye’de XOXO’ya özel.
rının koleks(yonun en (nce detaylarıyla dolduğu şovda Lagerfeld, günün egosunu tatm(n etmey( y(ne kurnazca başarıyor. Def(le oturum h(yerarş(s(n( yok eden ve tüm (zley(c(ler(ne (lk sıradan ‘savo(r fa(re’(n( gösteren Lagerfeld’(n def(le çıkışında yüzler normalden b(raz daha fazlaca gülümsüyor; herkes(n bekled(ğ( VIP muameles(n( eks(zs(z karşılayan Herr Karl, moda dünyasındak( b(r kl(şey( daha yok ed(yor ve tüm katılımcılarını memnun etmey( başarıyor. Bu kesk(n manevrasının tasarım man(festosunu kadının geç de olsa ben(msed(ğ( hareket özgürlüğü olarak bell(yor ve koleks(yonunu olab(lecek en bas(t olguya, günlük hayata adıyor. Z(ra söz konusu podyumda hareket olduğunda Ka(ser, genç modeller(n hareket kab(l(yet(n(n kısıtlı olduğundan dem vuruyor, aksesuarları layıkıyla taşıyamadıklarından ş(kayet ed(yor ve uzun zamandır podyumda gördüğümüz tecrübel( modeller(n (s(mler(n(n önüne ‘podyum atları’ sıfatını yerleşt(rmekten çek(nm(yor. Evet, d(kkatl(ce baktığınızda Chanel podyumlarında d(kkat( üzer(ne çekmek (steyen çantalar genelde görece daha yaşlı modellerle beraber yürüyor. Tam bu noktada modaev(n(n, kadının hareket özgürlüğüne övgüde bulunan tasarımlar (ç(n kampanya yüzü olarak Mar(acarla Boscono’nun kapısını çalması beklenen b(r adım oluyor. 2001’den ber( Chanel podyumunda salınan, 2002’de markanın İlkbahar-Yaz koleks(yonun yüzü olan, hemen ardından Karl’ın (lham
Kadının hareket özgürlüğüne övgüde bulunan Chanel SS 2017 koleksiyonundan.
per(ler( a(les(ne katılan ve hal(yle tasarımcının yakın arkadaşlarından b(r( mertebes(ne yükselen model, t(yatro geçm(ş( (le Karl’ın aradığı hareket(n en doğru görsel tercümes( oluyor. Chanel’(n alamet(far(kası (nc(ler(n( ve tüv(t döp(yesler(n( m(llenn(al’lar (ç(n güncelleyen, pemben(n her tonunu (ht(va eden koleks(yona azam( m(ktarda den(m ekleyen, şapka alışkanlığını yen(den ed(nmey( tet(kleyen, Choupette’( bu kez b(lez(k tasarımlarına entegre eden, rahat hareket (ç(n yüksek ökçelerden uzak duran tasarımcı, tüm markaların m(ras kel(mes(nden korkmaya başladıkları b(r zamanda, doğru orandak( karışımın formülünü yen( sezona not düşüyor. Söz konusu Mademo(selle Coco’nun m(rası olduğunda hal(yle, kamelya olab(lecek her yerde bu kez atçılık alt göndermeler(yle karşımıza çıkıyor. D(k(ş ustalığı da alt metne eklen(yor, ve muhtemel yen( ‘(t bag’ bu kez makara formunda karşımıza çıkıyor. Modaev(n(n ‘Double C’ çantalarının d(k(şler( (se yen( sezonda beklenmed(k b(r yerden vuruyor; Tom Pecheux (le beraber çalışan tasarımcı tam bu noktada, sezonlardır üzer(nde durduğu graf(k makyaj tanımını da b(rkaç adım (ler(ye taşıyor. Kampanya görseller( (ç(n kurgu b(ld(ğ(n(z şek(lde devam ed(yor, Karl Lagerfeld kamera arkasına geç(yor, Mar(acarla objekt(f önünde ustalaştığı hareketler(n( tekrarlıyor. Deklanşöre yeter(nce basılıyor. Görseller seç(ld(, (lk defa bu sayfalarda göreb(l(rs(n(z.
063
Güncel Brezilya mimarlık sahnesinin en bilindik isimlerinden Isay Weinfeld, yakınlarda, yıldız mimarların lüks konutları furyası yaşanan New York’taki yeni toplu konut projesiyle büyük yankı uyandırdı. En büyük üç tutkusundan birini sinema addeden Weinfeld’in çok farklı işlev ve ölçeklerdeki projelerini, Bernstein’ın dediği üzere, “Woody Allen’dan ziyade, James Bond” olarak nitelemek mümkün.
Röportaj:
Yağmur Yıldırım Fotoğraf:
Eliseu Cavalcante
064
ISAY WEINFELD
Hayatınızdaki en büyük tutkuların sırasıyla müzik, mimarlık ve sinema olduğunu söylüyorsunuz. Projelerinizle ilgili atmosferik kısa filmleriniz de var, bir kısmı geçtiğimiz yıl Viyana’da sergilenmişti. Sinema ve mimarlık disiplinleri, siz üretirken birbirini nasıl etkiliyor? Bir bina tasarlarken, bir film çekerkenden farklı hissetmiyorum. İki durumda da, verilmiş bir projenin üstesinden gelmeye çalışan büyük, multidisipliner takımlarınız oluyor -bir bina da çıkabiliyor, bir film de.
4
São Paulo’da yaşıyor ve çalışıyorsunuz. Bir yazınızda şehirden şöyle bahsediyorsunuz: “En çirkini olmasının yanı sıra, São Paulo tanıdığım şehirler arasında en eğlenceli olanı. En büyük şakası ise, mimarisi. Artık korkutmayan, fakat inandırıcı bir biçimde hala iletişime geçen bir mimari: Bu o kadar gülünç ki kahkahalarınızı tutamıyorsunuz”. São Paulo’nun güncel mimarlık sahnesini nasıl görüyorsunuz? O yazıyı yazdığım sıralarda, São Paulo’daki yatırımcılar geçmiş mimari üsluplara kafayı takmış durumdaydı -Akdeniz, Neoklasik gibi. Daha yakın zamanda çağdaş mimariyle de deneyler yapmaya başladılar. Fakat şehrin çirkinliği ise değişmedi.
1
Yakınlarda, ismi Portekizce “bahçe” anlamına gelen Jardim’in tasarımını yayımladınız; bu sizin New York’taki ilk toplu konut projeniz. Projeye nasıl başladınız ve son zamanlarda New York’taki lüks konut patlamasını nasıl görüyorsunuz? New Yorklu iki yatırımcı, bize ulaşıp bir teklif sundular ve bu işe başlamanın heyecan verici olduğunu düşündük. New York’ta, High Line boyunca yaşanan şeyleri çok ilginç buluyorum.
Henüz açılan Venedik Mimarlık Bienali’ni görme fırsatınız oldu mu, Küratör Alejandro Aravena’nın temasına dair ne düşünüyorsunuz? Henüz görme şansım olmadı, fakat şüphesiz ki yaşam kalitesini yükseltme konusunun yalnızca düşünülüp taşınılması değil, aynı zamanda deneylere tabi tutulması ve yeni şeyler açığa çıkarabilmesi çok önemli.
7
2
Fotoğraf:
Leonardo Finotti
Konutlarınızın yerinin ayrı olduğunu söylemeliyiz. Bir “ev”i nasıl tanımlarsınız, domestik mekanlar size ne ifade ediyor? Bence anahtar kelime “konfor”. Nerede olursa olsun ve boyutları ne olursa olsun, bir ev, ev gibi hissettirmeli.
3
Müzik demişken, bugünlerde kimi dinliyorsunuz? Radiohead, João Gilberto, Beyoncé, Gavin Bryars, Anohni, Kanye West...
5
Casa Piracicaba, Brezilya, 2009
Güncel olarak, mimarlık ortamından kimi takdir ediyorsunuz? Herzog & de Meuron ve SANAA.
6
065
Serkan Taycan, fotoğrafçılıkla özdeşleştirilen kariyeri, son yıllarda farklı boyutlara da taşınan bir görsel sanatçı. Taycan ile; ‘Tumulus’ üçlemesi ve izleyicinin temsilden değil işin kendisinden deneyim yaşayabildiği ‘İki Deniz Arasında’ işlerinin ardından yeni değişimlerin arifesindeyken konuştuk.
Röportaj:
Refik Akyüz Fotoğraf:
Gökhan Polat
066
SERKAN TAYCAN
Senin de dahil olduğun kuşaktaki fotoğrafçıların uluslararası alanda daha aktif olduklarını ve hem üretimde hem de ürettiklerini paylaşmakta farklı kanallar yaratabildiklerini görüyoruz. Buna katılır mısın? Soruna soruyla karşılık verirsem: O kadar da çok mu acaba? Bunların büyük bir kısmı bizim tanıdığımız insanlar olduğu için bize sayıca fazla geliyor. Türkiye gibi kültürel anlamda dünyada yer edinebilecek bir ülkenin ‘fotoğrafçılarının’ görünürlüğü o kadar da fazla değil. Hangisi dünyada saygın bir müzede sergi açmış mesela? Aslında bu anlamda sınırlı bir görünürlük var. Ülkedeki kültür kurumları da bir miktar içlerine kapanık sayılır. Burada üretilen hangi sergi dünyayı dolaşıyor? Tekil örnekleri bunun dışında tutarak söylüyorum. İsmini anmak gereken güzel işler de yapılıyor, örneğin SAHA verdiği destekle bu görünürlüğün artmasına destek oluyor. Bir de dünyadaki politik atmosferle bağlantılı olarak Türkiye’den gelecek sanata dünyada ne kadar ilgi var, o da tartışılır. Bence bugün 2000’li yılların başındaki gibi bir durumdan söz etmek mümkün değil. O zamanlar Türkiye’ye yönelik bir merak, pozitif bir ilgi mevcuttu.
1
Habitat, 2008
Aslında en başında bir üçleme var mıydı bilmiyorum ama sonradan birbirini tamamlayan ve çoğaltan bir seri işin oldu: ‘Habitat’, ‘Shell’ ve ‘Agora’ adlı işlerin Tumulus başlığı altında birleşti. Arada bunlardan beslenen ve bunları da tamamlayan ‘İki Deniz Arası’ geldi ve aslında seri bir anlamda devam etti. Bu bütünleyici işlerden sonra yeni ne gelecek, şu anda bir araştırma safhasında mısın? Fotografik malzeme çok zengin ama bazı güçsüz olduğu noktalar da var. O da bir deneyim alanı ve ben şimdi o alana kafa yoruyorum. Yine bunu kullanarak, mühendisliği nasıl sanat bağlamı içinde kullanabilirim sorusuna yanıt aradığımda -bu sefer daha evrensel bir konuya bakma ihtiyacı nedeniyle de- su olgusuna yöneldim. Aklımda, kavramları bütünleştirebileceğim fiziksel modellemelerle insanların suyla ilgili deneyim yaşayacakları bir hidrolik laboratuar kurma fikri var.
3
Kişisel tarihinde klasik belgesel bir fotoğrafçıdan lens bazlı görsel sanatçılığa doğru değişen bir süreci gözlemliyoruz. Bu, ürettiğin işlere kronolojik olarak baktığımızda da göze çarpıyor. Ben bu işe çok ampirik yöntemlerle başladım. Belgesel fotoğrafın sosyal mevzularla olan yakın ilişkisi ve elimdeki makine sayesinde -romantik de sayılabilecek şekilde- dünyaya anlamlı bir söz söyleme ihtimali beni heyecanlandırıyordu. Zamanla bu işi başka medyumlara havale etmenin daha mantıklı olduğunu düşünmeye başladım. Örneğin akan görüntü çok daha etkili, dolayısıyla aynen resim tarihinde yaşanan mevzu gibi fotoğrafın ifade alanı değişiyor.
2
067
‘İki Deniz Arası’, ilk ortaya çıkışının ardından üç yıla yakın bir zaman geçmesine karşın hala güncelliğini koruyor ve çoğunlukla senin içinde olduğun gruplar bu rotada yürümeye devam ediyor. Bu işi İstanbul Bienali için araştırmaya/yapmaya başladığında böyle bir şey hayal ediyor muydun? İlginç bir iş olacağına dair bir önsezim vardı ama bu kadar büyüyeceğine ve devam edeceğine dair bir öngörüm yoktu. Ondan sonra bunu sistematize etmek, bir yapının içerisine oturtmak ve o oluşturulan yapıyı sürdürülebilir kılmaya dair işbirlikleri oluşturmak gerekiyor. Gönül isterdi ki ‘İki Deniz Arası’, ekiple yürüyen, benden sıyrılmış bir hale bürünsün. Bu şekilde olmadığı için de yürüyüşlerin hepsinde ben oluyorum.
6
Nasıl bir laboratuar olacak? Farklı disiplinlerden insanları -sanatçılar, mimarlar, şehir planlamacıları, mühendisler gibi- davet ederek onların araştırma yapmalarına, sanatsal bağlamda ürün ortaya koymalarına ve bunları sergilemelerine imkan verecek bir yer hayal ediyorum. Bu biraz daha kurumsal bir yapı da gerektiriyor. Finansal ve fiziksel olarak var edilmesi kolay olmayan bir proje. Dolayısıyla, ben bunu burada veya yurtdışında bir üniversitede, onların disiplinlerarası alanını -sanat, mimarlık, mühendislik, ekoloji alanlarını- kullanıp dışarıdan bir sanat kurumuyla ilişkilendirerek kurmayı amaçlıyorum. Ölçeği büyütünce ifade gücünün de büyüme ihtimali var, beni heyecanlandıran kısmı o.
4
Yıllar geçtikçe fotoğrafının içindeki insanların giderek azaldığı veya ‘Agora’ işindeki gibi çok görünseler de, bireysel özelliklerinin silindiği gözleniyor. Bunu neye bağlıyorsun? Bu, kendimi nerede konumlandırdığımla ilgili yine. Üçlemenin ilk kısmı olan ‘Habitat’ta taşrada bir birey olarak var olup olmadığımı sorguluyorum. ‘Kabuk’ta perifere geldiğimiz zaman, insandan bir miktar ırak bir coğrafya var. Şehrin içerisine geldiğimiz zamansa o kalabalığın içine karışıyorum, uyum içerisinde var olabilir miyim burada diye düşünüyorum. Bu bir bakıma kendimi nerede konumlandırdığımı anlama çabası. Kamusal alanda nerede durduğum da önemli. Orada nasıl bir ifade şansım var, nasıl ilişkiler kuruyoruz, nasıl birliktelikler yaşıyoruz gibi sorulara yanıt arıyorum. Aslında ben dışarıdan bakıp analiz ediyorum ‘Agora’daki fotoğraflarda insanların da o analiz şansına sahip olmasını sağlamak vardı.
5
068
Shell, 2012
Kent mevzusunu bundan sonraki üretiminde nasıl konumlandırmayı planlıyorsun? Sanatsal üretimimiz yaşadığımız tarihsel süreçlerden ayrı düşünülemez. Benim yaşadığım süreç, bu kentte yaşadığımız dinamiklerin bir uzantısı. Daha ivedilikle tartışılması gereken büyük olgular devreye girdi ki artık şehirleşme mevzusu bile ikincil plana kaymaya başladı. Ülkedeki çatışma ortamı daha büyük boyutlara ulaştı, dünya ölçeğinde de problemler büyüdü. Ben kent mevzusunu hala çok önemsemekle beraber bundan başka mevzulara nasıl evrilebileceğimizi düşünmeye başladım.
7
BACKSTAGE
Prodüksiyon:
an original idea by CO Fotoğraflar:
Begüm Yetiş Moda Editörleri:
Deniz İrem Çek, Utku Palamutçu Yazı:
Aslin Kumdagezer Saç:
Suat Aktaş Makyaj:
Ömer Faruk Dinç Model:
BU BİR İLANDIR
Alicja/New Models
070
Sonbahar-Kış sezonunun eli kulağında... Defilelerden sokağa nüfuz edecek trendler, yapılacaklar listenizde yerlerini aldı bile. Ancak yeni sezona ayak uydurmak sadece kıyafetlerle bitmiyor ve haliyle, saçlarınız bu hazırlık sürecine Toni&Guy saç ürünleriyle dahil oluyor.
Twist and Shout 90’ların at kuyruğunu yeni sezona ışınlamak için saçlarınızı sıkı bir şekilde geriye doğru tarayın ve toplayın. At kuyruğunu iki eşit parçaya ayırın, her bir parçaya Toni&Guy Glamour serisinden Firm Hold Hairspray sıkın. Bu iki parçayı birbiri etrafından geçirerek basit bir burgu oluşturun. Saçınızı ufak bir toka yardımıyla topladıktan sonra, Toni&Guy Glamour serisinden Firm Hold Hairspray’i tekrar saçınıza uygulayın. Elbise:
Saint Laurent/Beymen 071
Marc Did It First 1920’li yılların en popüler saç trendinin, 2016’ya nasıl uyarlanabileceği konusunda endişeleriniz var ise, önce Marc Jacobs’ın Lady GaGa’yı podyumda ağırladığı defilesine bakın, ardından aynanın karşısına geçin. Nemli saçlarınızı ortadan ayırın ve Toni&Guy Glamour serisinden Serum Drops yardımıyla saçlarınızın elektriklenmesini önleyin ve ona parlaklık verin. Ardından, Toni&Guy Prep serisinden Volume Plumping Mousse sürün ve sık uçlu bir tarak yardımıyla ihtiyacınız olan sıradışı dalgaları oluşturun. Üst:
Balenciaga/Beymen
072
Wrap It Up Birkaç pratik hareket ve bir kurşun kalemin nelere kadir olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu sefer, işi biraz daha profesyonel ve kreatif bir tarafa doğru kaydırmak için adımları takip ediniz: Nemli ya da kuru saçlarınızı, yandan ayırın ve bu çizgiyi belli etmek için Toni&Guy Creative serisinden Texturising Glue’yu avuç içinizde ovuşturduktan sonra saçınıza uygulayın. Arkaya taradığınız saçları, rulo haline getirin ve firkete yardımıyla tutturun. Bu şekli korumak için Toni&Guy Creative serisinden Extreme Hold Hairspray’i saçınıza uygulayın. Üst:
Academia/Beymen
073
Two Is Better Than One Defilelerden sokağa nüfuz eden, Marni’nin yeni sezondaki alametifarikalarından birisi olarak kabul gören çift taraflı at kuyruklarına sahip olmak için işe saçlarınızı düzleştirerek başlayın. Keskin bir çizgi oluşacak şekilde saçlarınızı ortadan ikiye ayırın, ve ayırdığınız parçaları kendi ekseninde çevirerek doğal at kuyruklarına dönüştürün. Bu modern görüntüyü hafızalara kazımak için son dokunuşu Toni&Guy Casual serisinden Flexible Hold Hairspray’i, at kuyruğunun başlangıç noktasına, ve saçlarınızın ucuna uygulayın. Üst:
Ermanno Scervino/Beymen
074
EVENT MANAGEMENT
PUBLISHING
CONCEPT DESIGN
BRAND PLATFORMS
AND ANYTHING COOL
FOR MORE FACEBOOK.COM/COISTANBUL 123@COISTANBUL.COM +90 212 2590669
Man Ray ve Salvador Dalí’nin, Paris’te geçirdiği sıradan bir güne, Fight Club’ın sert duruşunu ekleyin ve bu karışıma eser miktarda endişe katın. Zira bu karışım, Alan Crocetti’nin haletiruhiyesini ve ilham kaynaklarını yansıtıyor ve onu aksesuar tasarlamaya itiyor.
Röportaj:
Utku Palamutçu Fotoğraflar:
Stephanie Wilson
Stephanie, XOXO için, Londra’da, Alan’ın evinde.
076
ALAN CROCETTI
Sokakta yürürken senin tasarımlarını kullanan birisini gördüğünde nasıl hissediyorsun? İyi bir iş başardığımı düşünüyorum ve kendimi daha iyisini yapmak için gaza getiriyorum.
1
Alan, bu sabah uyandığında ilk düşündüğün şey ne oldu? Amsterdam’dan Londra’ya giden uçağı kaçırmak üzere olduğumu fark ettim, buna rağmen sert bir kahveye ihtiyacım olduğunu düşündüm.
2
Sabahları huysuz mu oluyorsun? Genelde, evet. Bu yüzden tam bir akşam insanıyım.
3
Alan Crocetti, FW 2016
Senin için manevi değeri çok büyük olan, sembolik bir şey var mı? Aslında sembolik şeylerden olabildiğince uzak durmaya çalışıyorum ama yakın zaman önce sırtıma yaptırdığım akrep kuyruğu dövmesi benim için farklı bir anlam taşıyor. Tek bir çizimin gücü, kırılganlığı ve kararlılığı temsil etmesi hoşuma gidiyor.
4
Maneviyat ve işlevsellik arasında nasıl bir matematik var? Basit... İkisi arasında denge tutturmak bir hayli kolay. Salt fonksiyona odaklanmak çok sıkıcı, öte yandan minimal ve fonksiyon odaklı bir şey üretmek bir hayli zor. Bu zorlu süreci tamamlarken üretilen şeye bir değer atfetmek ise kaçınılmaz son.
5
Central Saint Martins’de kadın kıyafetleri tasarladığın süreçte, bu bölümden mezun olamayacağını fark edip, aksesuar tasarımına geçmeye karar verdin. Okuldan kurtulmak için en kısa yolu mu tercih ettin yoksa tasarıma bakış açını mı değiştirdin? Okuldaki son senemde, hazırladığım koleksiyona aksesuar tasarımını da eklemek istiyordum ama bu konuda hiçbir deneyimim yoktu. Bu alana dair ne bir tecrübem vardı, ne bir staj yapmıştım, kendim aksesuar dahi kullanmıyordum. Aksesuar tasarlamak için harekete geçtiğimde, bu sürecin tahmin ettiğimden çok daha komplike olduğunu ve materyallerle oynayabilme kabiliyetimi fark ettim ve işi kendi kendime, herhangi bir profesyonelden yardım almadan öğrenmeyi kafama koydum ve bunu bir kısa yol olarak görmedim. Bu kadar apar topar girdiğim bir yolun, mesleğim haline gelmiş olması hem çok komik, hem de gurur verici.
7
Peki bu eşitliğe estetik kaygıları eklediğinde denklem bozuluyor mu? Yok. Estetiğin öyle ya da böyle, bu denkleme bir şekilde dahil olduğuna inanıyorum. Estetik kaygıları tasarım sürecinden, üretimden ve hatta maneviyattan ayırmak neredeyse imkansız.
6
077
8
Tasarladığın ilk aksesuar neydi? İnci detaylı küpe.
9
Erkeklerin inci detaylı bir küpeyi kıyafetlerine uyarlaması epey zor bir şey
değil mi? Kesinlikle değil. Neden zor olsun ki?
Alan Crocetti, FW 2016
Çünkü cinsiyete dayalı kalıpların henüz birkaç sezondur ortadan kalkmaya başladığını düşünürsek, erkeklerin aksesuar kullanmaya fazla yanaşmadığı fikri, moda sektörüne hakim diyebiliriz. Aksesuar kavramı da cinsiyet gibi bir kalıp, bu yüzden moda sektöründe erkeklerin aksesuar kullanmaya yanaşmadığı gibi bir düşünce hakim, daha doğrusu hakimdi. Erkekleri kategorize edip, aksesuar kullananlar ve kullanmayanlar olarak ayırt etmek yerine, tüketiciyi homojen bir yapı olarak görüyorum. İşin ilginç tarafı, bu homojen yapının çoğunluğunu erkekler oluşturuyor ve bu aksesuarlar, mücevherler, pek çok erkeğin ilgisini çekiyor.
10
Bazı eleştirmenler tasarımlarını BDSM oyuncaklarına benzetiyor ve fazla sıradışı buluyor. Bununla ilgili ne düşünüyorsun? Bu yorumu Edvard Munch’ın The Scream eserinden ilham alarak hazırladığım ağızlıktan sonra pek çok kez duydum. Ama işin ilginç tarafı, ben cinsel bir alt metinden ziyade, korku ve dehşeti yansıtacak bir surat ifadesi elde etmek istiyordum. İnsanların fikri neyse zikri de odur, sadist ve mazoşist duygular benim koleksiyonumda yer almıyor ama sanırım insanların aklının bir köşesinde duruyor.
11
En çok hangi materyali kullanmayı seviyorsun? Altın ve gümüş. Koleksiyondaki her parça bu ikisinden ibaret.
12
078
Bir önceki sayıda Bobby ile konuşurken, kendisi seninle çalışmanın ne kadar zor olduğundan bahsetti ve tekrar aynı yola girecek olsa birkaç kez düşüneceğini söyledi. Aynı hissiyat senin için de geçerli mi? Bobby ile çok farklı tarzlara sahibiz. Aslında kim olursa olsun, farklı birisiyle işbirliği yapmak oldukça zor bir şey. Bir yandan kendini işin hakkını vermek için zorluyorsun, bir yandan karşındaki insanın tarzıyla örtüşecek bir şeyler üretmeye çalışıyorsun. Ama ne yalan söyleyeyim, benim için çok zor bir işbirliği olmadı çünkü günün sonunda istediğimi yapabilme özgürlüğüne sahiptim ve işin keyfini çıkardım.
13
Alan Crocetti, SS 2017
Alan Crocetti, FW 2016
Kısa bir süre önce Londra’da yeni koleksiyonunu tanıttın. Nasıl geri dönüşler aldın? Tahmin ettiğimden çok farklı bir geri dönüş olmadı. Hazırladığım her koleksiyonda olduğu gibi, bu sefer de dikkat çekici parçalar tasarladım ve haliyle bunun, moda sektöründe bana biraz daha fazla tanınırlık sağlamasını umuyorum ve daha geniş bir kitleye hitap etmek istiyorum. Malum, ne satın almak istediğini bilmeden, kitabı ambalajına göre değerlendiren insanların dünyasındayız, bu yüzden kaleyi içerden fethetmem lazım.
15
Bobby’den sonra Fashion East ile yaptığın işbirliği ve ortaya çıkan koleksiyon, farklı markaların kimliğiyle örtüşebilme konusunda ne kadar başarılı olduğunun altını çizer cinsten. Sanıyorum öyle. Tarzımı değiştirmemek şartıyla, başka bir dünyaya adapte oluyorum ve onların bakış açısını kendiminkiyle bir araya getirmeye çalışıyorum. Fashion East’le çalışmak inanılmaz keyif vericiydi. Özellikle bu işbirliğinden sonra, kreatif anlamda bir üst seviyeye çıktığıma inanmıştım.
14
079
SOME WOMEN OF THEATER
SEZİN AKBAŞOĞULLARI
Hazırlayan:
Merve Yeşilçimen Fotoğraflar:
Gökhan Polat
İzlemek ve gözlem yapmak dışında seni ne besler? Okumak ve seyahat etmenin dışında en temel besin kaynağım merak. O, bizi harekete geçirir ve diğer her şeye sebep olur. Oyunculuk dinamik bir meslek. Gelişen teknolojiyle, yetişen yeni nesille beraber şekil değiştiriyor. Oyuncunun işini yapabilmesini sağlayan üç malzemesi var; bedeni, sesi ve düş dünyası. Basitçe, bu üç saksıyı da ihmal etmemeye çalışıyorum.
1
Oyunculuğa yeni başladığın zamanlara dönebilsen, kendine ne tavsiye ederdin? Tabii ki sakin ve sabırlı olmayı. Ama daha önemlisi hiçbir şeyi şahsi algılamamayı. Ne kadar işe yarardı bilemiyorum. Çünkü nasihat değil musibet çocuğuydum. Hatta hala öyleyim galiba.
2
080
Akıllı telefonlar ile belgesel fotoğrafçılığı yapan ve hatta kısa filmler çeken bir nesil yetişiyor. Film endüstrisinin geleceğini nasıl görüyorsun? Her şeyin muhteşem olacağını düşünüyorum. Film çekmek çok pahalı bir iş, finans kaynaklarına ulaşmak zor. Diyelim ki filmi çektin, bu sefer seyirciye nasıl ulaşacağını düşünmeye başlıyorsun. Bir de özellikle bizim gibi toplumlar genç insanları pek adam yerine koymaz, pişsin diye bekler, çürütür. Teknoloji bu tip engelleri ortadan kaldırıyor.
4
Manik depresif duygu dalgalanmalarına yakın mesafede duran oyuncu psikolojisi üzerine ne söylemek istersin? Kilometrelerce koşup çok yorulduğunu varsayalım; vücudun için kötü bir şey mi yapmış oldun? Her mesleğin delileri vardır ama bu, o mesleğin delirtici olduğu sonucunu çıkartmaz. Oyunculuk yapmayı tercih eden insan en baştan biraz norm dışıdır zaten. Çünkü bunu yapmaya cesaret etmiştir, kendini bu şekilde ifade etmek istemiştir. Ünlü olmak için veya dünyadaki acıları dindirmek için, hangi sebeple olursa olsun fark etmez... Açıkçası, oyunculuk yapmasaydım, şu ankinden daha sağlıklı bir ruh haline sahip olabileceğimi zannetmiyorum.
3
Provalardan arta kalan vaktinde ne yapıyorsun? Normalde spor ve yemek yapmakla uğraşırım ama son zamanlarda bitki büyütmeye de merak saldım.
5
D E S I G N PO R T R A I T.
Charles, seat system designed by Antonio Citterio. www.bebitalia.com
B&B Italia Stores: OrtakÜy Dereboyu Cad. No: 78 34347 stanbul T. +90 212 327 05 95 - F. +90 212 327 05 97 Cinnah Cad. No: 66/1 Çankaya Ankara T. + 90 312 440 06 10 - F. +90 312 440 05 94 www.mozaikdesign.com - info@mozaikdesign.com
SOME WOMEN OF THEATER
BESTE BEREKET
Kendini nasıl tanımlıyorsun? Kocaman bir bütünün küçücük bir noktasıyım. Bilinç ya da bilinçsizlik noktasında en azından yaptığım seylerden pişman olmama gayretindeyim. Bazen dünyayı kurtarmıyor olduğumun kompleksinde, bazen bir canlıya bir kap su verdiğimde hayat kurtarmanın kibrinde, sonra da bunlara dışarıdan bakıp gülme noktasında, yani aslında sıradan bir hikayenin içindeyim.
1
Türev’de canlandırdığın karakter sana iki ödül kazandırdı. Performansını değerlendirdiğinde, bu rolün ödülü hakettiğini düşünüyor musun? Bu gibi değerlendirmelerin subjektif olduğunu biliyorum. Haliyle, ‘Bu en iyi performanstı ama diğerleri iyi değildi’ gibi bir şey söylemek zor. Bu yüzden ödülleri, bir şans, güzellik ve motivasyon kaynağı olarak değerlendiriyorum.
2
082
Başarısızlık senin için ne ifade ediyor? Başarısızlık ve başarı iç içe geçmiş kavramlar. Süreçlerin daha öğretici ve önemli olduğunu düşünüyorum. Başarısızlık ile gelen farkındalık, başarı sarhoşluğunda yaşanan süreçten daha etkili olup, kısa vadede sizi başarıya götürebilir. Bu, mevcut durumu değiştirme isteğinize bağlı.
5
Rolüne konsantre olmak ile kendini kaptırmak arasındaki dengeyi tutturamadığın zamanlar oluyor mu? Oyunculuğa dair en önemli şeylerden biri, gerçek kimliğiniz ile canlandırdığınız rol arasındaki mesafeyi koruyabilmeniz ve sahneden indiğinizde kendi gerçekliğinize kolayca dönebilmeniz. Ama, bir keresinde sahne bittikten sonra kendimi durduramayıp ağlamaya devam ettiğim olmuştu.
3
Peki, hiç zamanlama sorunu yaşadığın oldu mu? Evet, bir oyunda sayfalarca uzayıp giden repliğime makas vurup beş cümleye indirmiştim ve kahrolmuştum. Onun dışında ufak ama kurtarılması mümkün hatalar her zaman olur.
4
Aynı sahneyi paylaşmayı hayal ettiğin oyuncular vardır. Bülent Emin Yarar, hem Mimar Sinan Üniversitesi’nden hocam, hem de bir sinema filminde onunla beraber çalıştık, onunla tekrar çalışmayı çok isterim. Keza Taner Birsel ve Esra Bezen Bilgin de aynı sahnede olmak istediğim diğer oyuncular.
6
SOME WOMEN OF THEATER Geçtiğimiz yıl hem Milano Uluslararası Film Festivali’nde hem de Adana Altın Koza Film Festivali’nde, Deniz Seviyesi ile en iyi kadın oyuncu seçildin. Karakterle nasıl bir ilişki kurdun? Canlandırdığım karakter, kendi içinde kapatamadığı yaraları olan bir kadın ve aslında hassas yönlerini güçlü bir kadın maskesi altında saklıyor. Böyle katmanlı rolleri oynamak her zaman çok heyecan verici. Ben bir karaktere, onun en çok hangi yönünü anlayabiliyorum, kabullenebiliyorum diye bakıyorum, zira anlayabildiğiniz ölçüde anlatabilirsiniz. Tanıdık bir yön bulduktan sonra, karakter kendi kendini oluşturmaya başlar.
DAMLA SÖNMEZ
1
084
Ödül sonrası başarısız olma korkusu yaşadın mı? ‘İnsanlar yaptığım şeyi anladı, sevdi, şimdi oynayacağım karakterleri, hikayeleri daha dikkatli seçmeliyim’ diye düşündüğüm zamanlar oldu. Ama bu enerji tüketen, endişe tuzağından kurtulmanın yolunu biliyorum. Kendime bu işi eğlendiğim için yaptığımı hatırlattıkça, oyuna dönmek kolaylaşıyor. Oyuna dön, oyun dışında hiçbir şeyin önemi yok diyorum.
2
Kendine has bir oyunculuk stilin olduğunu düşünüyor musun? Belli bir ekolüm yok. Zaman içinde, aldığınız eğitimle, yaşadığınız tecrübelerle kendi tekniğinizi oluşturuyorsunuz. Öyle ki, karşınıza çıkan her metin için farklı bir yöntem izleyebilirsiniz.
3
Bugüne kadar izlediğin en etkileyici oyun hangisiydi? 2005’te, Paris’te Theatre Odeon’un Viol isimli oyununu izlemiştim. Shakespeare’in Titus Andronicus’unun bir uyarlamasıydı. Oyun zaten çok çarpıcı; üstüne bir de hikaye günümüze taşınıp çok gerçekçi bir prodüksiyon ve cast ile sahnelenince çok etkilenmiştim.
4
Tiyatro dışındaki en büyük tutkun ne? Yemek yapmak; benim için terapi gibi bir şey... Büyük ve kalabalık masaları çok severim. Hatta yıllardır hayalini kurduğum o büyük masayı bu sene satın aldım . Evimde, akşamları keyifli yemek buluşmaları yapıyoruz.
5
PARİS / 2-6 EYLÜL 2016 PA R I S N O R D V I L L E P I N T E
WWW.MAISON-OBJET.COM
TASARIM GROUP RASIT TIBET TEL : +902164495575 RASITTIBET@TASARIMGROUP.COM.TR SAFI ORGANISATION, A SUBSIDIARY OF ATELIERS D’ART DE FRANCE AND REED EXPOSITIONS FRANCE / PROFESYONELLERE YÖNELIK / DESIGN © BE-POLES - IMAGE © DR - ZIMINDMITRY
XOXO The Mag’in katkılarıyla yayınlanmaktadır.
PARİS, EVRENSEL İLHAM KAYNAĞI
SOME WOMEN OF THEATER
EBRU AYTÜRK
Utangaç bir insan mısın? Oldukça. Çocukken ailenin ve hatta yaşadığım küçük ilçenin en utangacıydım. İçimdeki o çekingen kız hala aynı.
1
Farklı roller aracılığıyla keşfettiğin başka hayatlar sana ne tür bakış açıları kazandırdı? İnsanları ve durumları anlayabilme gücümü artırdı. Farklı bakış açılarıyla hayata bakmak içinizi sakin ve huzurlu kılıyor. Aşkı bile farklı hissetmenizi sağlıyor, ki bu da paha biçilemez.
2
086
İlk oyunun hangisiydi? Diş Hekimliği öğrencisiyken üniversiteden arkadaşlarımın kurduğu TİDE’de, bahar şenliklerinde Gogol’un Bir Evlenme oyununu oynadım. Ama profesyonel olarak ilk oyunum, 2005 yılında Van Devlet Tiyatrosu’nda oynadığım Yaşar Seyman’ın Hüznün Coşkusu.
4
Bir projede yer almaya nasıl karar veriyorsun? Yer aldığım projelerin hissettirdiği duygu benim için önemli. Televizyonda yer aldığım işlerden biri kız çocuklarının okumasını destekleyen bir işti. Diğeri de örnek bir valiyi anlatıyordu. İşe yaradığımı hissetmek en sevdiğim duygulardan biri. Van Devlet Tiyatrosu’nda 10 yıl boyunca tiyatro oyunları sergiledik. Hayatında tiyatro oyunu görmemiş birçok çocuğa ve yetişkine tiyatroyu tanıttık. Ayrıca, şu an İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda oynadığım Sessizliğin İçinden oyunu, %80 işaret diliyle oynanan, işitme engelli ve konuşamayan insanların da kolaylıkla izleyebileceği ve onları anlamamıza yarayan bir farkındalık projesi.
3
Senaryo yazmayı denedin mi? Hayır, ama yazabilmek isterdim. Tiyatro yazarlığı başka bir birikim ve yetenek gerektiren bir konu.
5
Oyuncu olmasaydın… Oyunculuğa başlamadan önce diş hekimliğini denedim, yapamadım. Başka bir şey olamadım.
6
XOXO The Mag’in katkılarıyla yayınlanmaktadır.
SOME WOMEN OF THEATER
PINAR ÇAĞLAR GENÇTÜRK
Sıradanlığı nasıl tanımlarsın? Sadelikle arasında ince bir çizgi var. Sıradanlık, tahmin edilebilir olmaya daha yakın; onu bir rutin olarak düşününce güvenli alanı seçersin ve bu durum kurallı bir rahatlık getirir.
1
Oyunculuk seni ne ölçüde değiştirdi? Oyunlar ve karakterler aracılığıyla bilmediğiniz ve tanımadığınız yönleriniz açığa çıkıyor, bir tür uyanış yaşıyorsunuz. Algılarınız açık olduğu sürece, sürekli bir değişim içindesiniz. Merak duygunuz pekişiyor, sorguladığınız konular ve kavramlar artıyor ve bir de tepki ölçme yetiniz gelişiyor.
2
088
Yönetmen, senaryo ve diğer oyunculara bağlı kaldığın bir alanda, kendini ne kadar özgür hissediyorsun? Oldukça. Bu his, ekibiniz de iyi olursa, daha da artıyor. Bir karakteri canlandırıyorsanız ve o karakterin sizde var olmasına izin veriyorsanız, rolü belli bir yere getirdikten sonra o karakter olarak istediğinizi yapabiliyorsunuz, onun içinde yaşadığınız özgürlüğün verdiği haz çok farklı. Prova aşamasında her şeyi yapma hakkına sahipsiniz, hatalar ve eksik kalan noktalar olduğunda yönetmeniniz size yol gösteriyorsa, bu sizi kısıtlamaz, aksine bir kapı aralamış olur. Ben çok şanslıyım, hep iyi senaryolar ve iyi yönetmenlerle çalıştım.
4
Bu sezon Kar Küresinde Bir Tavşan, Aşk Delisi ve Hepimizin Öyküsü Aynı oyunlarında birbirinden farklı karakterleri canlandırdın. Roller arası geçişlerde zorlandın mı? Zor değildi, ancak yorucuydu. Zira her rolün kendi vücut formu, istekleri, tepkileri farklı. Geçişlerden ziyade, bazı roller için daha kapsamlı araştırmalar yapmanız gerekebiliyor. Mesela ilk oyunum Disosya için çalışırken biraz zorlanmıştım. Hem ilk oyunum olması hem de disosyatif bozukluğu olan birini oynamak biraz ağır gelmişti. Hazırlık sürecinde hastalığın belirtileri, aşamaları, hastayken verilen tepkiler üzerine çok çalışmıştım.
3
XOXO The Mag’ın katkılarıyla yayımlanmıştır.
23. İSTANBUL CAZ FESTİVALİ 27 HAZİRAN 25 TEMMUZ 2016
Yeni albümü ve ezbere bildiğiniz hitleriyle İngiltere’nin en güçlü seslerinden Joss Stone, festivalde!
JOSS STONE / VINTAGE TROUBLE / GRUP SES BEATS 23 Temmuz Cumartesi, 19.00 KüçükÇiftlik Park
Açık Hava’da yıldızlarla dolu bir caz gecesi!
ALLAN HARRIS, ROY HARGROVE, ROBERTA GAMBARINI VE
25 Temmuz Pazartesi, 21.00 Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi
iksv öncü sponsor
iletişim iksv resmi sponsorlar
taşıyıcı
konaklama
Maya, Paris’te aldığı sanat tarihi eğitiminden sonra Türkiye’ye döndüğünden beri, babası Raffi Portakal ile beraber, 100 yıllık Portakal Sanat ve Kültür Evi’nde harikalar yaratıyor. Son yıllarda hazırlayıp yönettiği başarılı müzayedeler ile dikkat çeken
MAYA PORTAKAL ailesinin genç temsilcisi ile konuştuk. BİTARGİL ve daha yeni anne olan, Portakal
Röportaj:
Tanem Sivar Fotoğraf:
Gökhan Polat
090
Portakal ailesinin sanata katkıları herkes tarafından biliniyor. Ailenin üç kuşaktır devam ettirdiği bir mesleğin dördüncü kuşak temsilcisi olarak, yüzyıllık kıymetli bir mirası devraldın. Planların hep bu doğrultuda mıydı yoksa başka hayallerin var mıydı? Daha üç-dört yaşlarındayken, babamın yönettiği bir müzayedede olduğumu hatırlıyorum. Yıl 1987-88, yer Yıldız Sarayı; Çiğdem Simavi ve Raffi Portakal, Küsav Müzayedeleri yapıyor. Sarayın asma balkonlarından insanlar sarkıyor; bağrış çağrış müzayedeye katılıyor. İzdiham var, babam kürsüde... Adeta bir orkestra şefi... Büyüleniyorum. Galiba her şey ilk defa o gün başladı. Tabii yıllar geçtikçe, mesleğimizin dünyadaki konumunu gördükçe, bu işin içinde doğmuş olmanın şansını çok daha iyi anladım. Paris’te 3-4 yıl yaşamış olmamın da bu farkındalıkta etkisi büyük.
1
Babanın galeri yönetimini artık sana bıraktığını biliyoruz. Peki kontrolü tamamen sana bıraktı diyebilir miyiz, yoksa işleri hala beraber mi devam ettiriyorsunuz? Yüzde yüz kurumsalız diyemem, ancak öyle olma yolunda ilerliyoruz. Galeri yönetiminde, başta, babamla 29 senedir kol kola çalışan Genel Koordinatörümüz Fatoş Türkmen ve Portakal ekolünde yetişmiş sağlam bir ekibimiz var. Türkiye’den ve yurtdışından çok kuvvetli bir eksper kadrosuyla faaliyet gösteriyoruz. Üç formda çalışıyoruz; Özel Satışlar, Satışlı Sergiler ve Müzayedeler.
2
Portakal Koleksiyonu’ndan Yves Klein Table (Bleu), 1963, international Klein Blue pigment,
Seni müzayedede izledim, hakimiyetin, diksiyonun ve bilgin gerçekten etkileyiciydi. Bu işin ne kadar heyecanlı olduğunu, tecrübe etmeyen, gelip katılmayan herhalde anlayamaz. Türkiye’nin ilk çanta müzayedesiydi, karşımda en ön sırada oturuyordun, iyi hatırlıyorum. Müzayede elbette bir şov. İki-üç saatlik bir performans. Tabii o saatler aslında zor bir maratonun final saatleri. Detay, titizlik, disiplin ve konsantrasyon müzayedenin ana prensipleri. Sattığınız eseri öyle iyi bilmelisiniz, öyle içselleştirmiş olmalısınız ki... Eserlerle çok gece geçirmiş, çok konuşmuş, çok sevişmiş olmalısınız. Birkaç dakikada, bazen sadece üç-dört kelimeyle, bazen sadece bir ifadeyle onları anlatabilmelisiniz. Ancak bu şekilde heyecanınızı ve daha önemlisi güven hissini salondaki sanatseverlere ya da sanatla yeni tanışanlara yayabilirsiniz. Eserlerin seçimi ve sırası, ritmi her şey demek.
glass, plexiglass, wood and steel,
3
Büyük büyük baban Yervant Portakal bu mesleğe 1883’te başlayıp, kendi döneminde Saray Müzayedeleri yönetmiş. Saray Müzayedeleri dönemin sultanlarının konaklarında gerçekleşen müzayedelere verilen isim. Babamın Enis Batur ile yaptığı Portakal’ın Yüzyılı kitabında saray müzayedeleri ile ilgili hoş hikayeler var.
4
36x125x100 cm
Ailenizin mesleki geleneğinin Kapalıçarşı’da başladığı o yıllar elbette çarşının en özel zamanlarıydı. Bugün Kapalıçarşı senin için ne ifade ediyor? Kapalıçarşı dönemin kalbi ve tek okuluymuş. Ben o okula gitmedim, ama dedemin, babamın orada iyi dostları var; hepsini tanırım, sayarım. Hatta en son yedi-sekiz ay önce, kol kola o dostları ziyarete gittik, bir-iki saatte çıkarız diye düşünürken dükkanlarını beraber kapadık.
5
Deden ve baban müzayedeleri birlikte yapsalar bile dükkanları ayrıymış, siz ise babanla bir aradasınız. Birlikte çalışmak nasıl? İkimiz de çok mükemmeliyetçiyiz, detaycıyız ve sabırsızız. Babam beni çok iyi yetiştirmeyi ilk günden hedeflemiş. Bugün bunun ne demek olduğunu daha iyi anlıyorum. Sancılı günlerimiz elbette oldu, inşallah daha çok da olur. Zira bu şekilde güçleniyoruz. Kuşak çatışması sağlıklıdır. Portakal’da iki tokmak var. Biz baba-kız bir ekibiz; dükkanda, galeride, müzayedede biriz.
6
091
BERRAK TÜZÜNATAC
Prodüksiyon:
CO & 101 Production Röportaj:
Olga Şerbetcioğlu Fotoğraflar:
Serkan Şedele Moda Editörü:
Mahizer Aytaş Grafik Danışman:
Pınar Aytaş Video:
Soner Ataş Saç:
Mehmet Menteş Makyaj:
Ömer Faruk Dinç/ M.A.C ürünleriyle Fotoğraf Asistanı:
Utku Atalay Moda Editörü Asistanı:
Havva Yeşilyurt
092
Bu bir yol hikayesi değil. Nereye varacağımızın da bir önemi yok. Yola çıkıyoruz ve arkamızdaki her şey küçülerek kayboluyor. Berrak, bize her şeyin algılardan ibaret olduğunu söylüyor. Ve tüm olan biteni, Mahizer ve Serkan sonsuzlaştırıyorlar.
Tümü:
Hakaan Yıldırım
093
Büstiyer:
Beymen Collection Bluz:
Editöre ait Pantolon:
Rag & Bone Kemer:
Academia/ Beymen Bot:
Hakaan Yıldırım
094
095
Üst:
Vetements Elbise:
Hakaan Yıldırım Pantolon:
Hakaan Yıldırım Ayakkabı:
Hakaan Yıldırım
096
Berrak, bu aralar hayatından memnun musun? Şükürler olsun, evet. İyi hissediyorum. Hayatımın güzel bir dönemindeyim.
1
Olgunluk çağı diye bir şeye inanıyor musun? Büyümek harika ya. Çok güzel bir şeymiş. 30 yaşın getirdiği değişiklikler mükemmel, bana çok iyi geldi. Ne istediğini ve istemediğini biliyorsun, kendini kabulleniyorsun. Tecrübeden mi, yaştan mı, yoksa zamanı şimdi mi geldi, sonra değişir mi, bunların hiçbirini bilmiyorum. Sadece tahmin yürütebilirim.
2
Kafanda 30 yaş mitin var mıydı, önceden bir eşik miydi senin için? Hiç yoktu. Mesela şu anda da sanki hiç 40 olmayacakmışım gibi geliyor ama tabii ki oluyor. Sadece, yaşarken bunu düşünmüyorum. Yani ‘30 da şöyle olacak, şunları yaparım’ gibi bir programım olmadı. Her şey kendiliğinden, organik gelişti. Güzel de gelişti, gelişiyor...
3
Göz önünde olmak, seni kendine yabancılaştırıyor mu? Bir şeylere bakmamaya başladığım için bu hisse artık kapılmıyorum. İnsansınız, her şeyden etkilenebiliyorsunuz. İyisine çok sevinirseniz kötüsüne çok üzülmek durumunda olduğunuz bir paket bu, size ikisi bir arada geliyor. Bu yüzden, bakmamak ve takip etmemek, benim yapım için daha iyi çalışan bir sistem oldu. Çünkü takip ettiğin zaman, hakikaten kalbini kıran, seni üzen, moralini bozan, psikolojini etkileyen konularla karşılaşabiliyorsun. Ve kendini sürekli ‘ya öyle değil ama’ deyip, açıklama yapma ihtiyacı içinde hissediyorsun.
4
İşle ilgili pişmanlık duyduğun zamanlar oluyordur. Bunları nasıl aşıyorsun? Eskiden işi hayatımın merkezine koyuyordum. Ama o sadece bir iş, bense işimden ibaret değilim. Ben benim, o da benim işim. Onu gerektiğinden başka bir yere koyarsam, biraz önce haberlerle ilgili söylediğim gibi, onunla beraber kibirlenip onunla beraber inmek zorunda kalırım. Her zaman dilerim ki çok iyi şeyler yapabileyim, kendimi doğru ifade edebileyim, tatmin olduğum ve tatmin ettiğim işler yapayım. Önceliğim ve isteğim tabii ki bu. Ama hayat insanı bir sürü yollardan geçiriyor. Bu yüzden, işi çok da hayatın merkezine koymamak lazım, sonuçta kimse mesleğinden ibaret değil.
7
Daha objektif, daha dışarıdan baktığında ne düşünüyorsun? Aslında bu bir sistem ve herkese karşı böyle; hep bu şekilde çalışıyor. Ama konunun öznesi olduğunda konuya dışarıdan bakma kabiliyetini yitirebiliyorsun. Kişisel algılayabiliyorsun, kalbin kırılabiliyor. Veya çok poh pohlandığında da egon şişebiliyor. Belki kibirlenebiliyorsun. Yani iki ucu da insan için biraz tuzaklı. Belli bir süredir bu işi yapan, bir eşiği aşmış herkes zaten bununla ilgili kendi duruşunu belirlemiştir, kendini kollayacak bir çözüm bulmuştur.
5
Sana en çok ne güç verir? Beni seven, sevgisine sorgulamadan inandığım insanların varlığı, kendime olan inancım, tecrübelerim... Bazen zor bir dönemden geçtiğimde, her şeyin bir şekilde bittiğinin, biteceğinin bilinci bana güç verir. Hayatın içinde olan insanlar çiziklerle de dolabiliyor. Yaşamak biraz böyle bir şey. Ödüllerinin yanında izleri de oluyor. İşte o izlerin ve ödüllerin hepsi aslında bana güç veriyor. Çünkü her olayı neye dönüştürebileceğimin tamamen benimle ilgili olduğunu öğrenmiş durumdayım. Başlı başına bunu hatırlamak da bana iyi geliyor. Dışarıdan negatif algılanabilecek bir şeyi kendi karıma çevirebileceğimi, bundan bir çıkarım yapabileceğimi, bir şey kazanabileceğimi biliyorum. Bu bakış açısına sahip olmak herhangi bir insanı çok güçlü kılmaya zaten yeter.
6
097
Sweatshirt:
Vetements Elbise:
Hakaan Yıldırım Bot:
Balenciaga Küpe:
Hakaan Yıldırım 098
099
Nasıl hatırlanmak istersin? Bu pek opsiyonel değil tabii ki ama yapabildiğim kadar beni mutlu eden film yapmak istiyorum. Bugüne kadar yer aldığım yaklaşık dokuz tane film oldu. Daha da olsun isterim. Filmde yer almanın antolojik bir tarafı da var. Geçen sene, yurtdışıyla bağlantılı filmler yapabildim. Böyle projelerin devam etmesini, limitlerimin olmamasını çok istiyorum. Bir dünya vatandaşı olabilmeyi, başka ülkelerde de işimi yapabilmeyi diliyorum. Bununla ilgili de belli bir süredir çabalıyorum. Umarım böyle iyi devam eder, daha iyi şeyler de olur. Ama bunların dışında, nasıl hatırlanacağımla pek ilgilenmiyorum. Daha çok, benim ne hatırladığımla ilgiliyim.
8
O zaman sen neleri iyi hatırlıyorsun? Elveda Rumeli geliyor öncelikle, bu proje benim için bir konservatuar gibiydi. Çok güzel bir tecrübeydi. İki yıl sürdü. Aslında bütün işlerim benim için değerli, mesela Muhteşem Yüzyıl’ın da yeri ayrı, onun da ekibi çok güzeldi, hala çok yakın arkadaşlarım, sürekli görüşüyorum. Ama Elveda Rumeli’nin ilk dizi projem olması açısından özel bir tarafı var. İlk defa ‘yapabildim’ hissini yaşadığım işti. Mesleğin, performansın tadını alabilmek başkaydı. Ama geriye baktığımda, yer aldığım her projeye motive olarak ve isteyerek girdiğimi söyleyebilirim. Hepsini ayrı ayrı hatırlıyorum, seviyorum.
9
Kamera arkasında da bir şeyler yapacak mısın? Evet, o taraflara da geçeceğim, onun da zamanının geleceğine inanıyorum. Hem bir şeyler yazıyorum, hem de Prag’da bir sinema okuluna gittim, orada birkaç tane kısa filmcik çektim. Tabii ki ‘artık yönetmenim’ anlamında demiyorum ama sinema belli bir süredir zaten çok yakından ilgilendiğim bir alan.
10
Sette nasıl birisindir? Biraz disiplinli bir tipimdir. Hazır gitmeyi ve hazır olunmasını isterim. İşine adapte olmayanlarla karşılaştığımda mutsuz olurum. Mutsuz olduğumda içime kapanırım. Ama herkes sorumluluk sahibiyse, işini severek yapıyorsa ve karşılıklı saygı varsa sette olmaktan çok keyif alan biriyim. Sete zevkle giderim. Yüzüm güler, mutlu olurum.
11
Sinema geçmişinden devam edersek, Kıskanmak’ta oynamak, Zeki Demirkubuz’la çalışmak senin kendinle ilgili beklentilerini artırmış mıydı? Öyle bir film için teklif almak bir oyuncu için tabii ki gurur verici. Beklentileri yükseltmek değil ama iyi bir projede yer almanın, oyuncu olarak senin daha çok ciddiye alınmanı sağlayan, başkalarının sana bakışlarını değiştiren bir tarafı oluyor.
12
İdeal yönetmen kimdir? Oyuncuya bir şeyler katabilen, onun sınırlarını zorlayabilen ve oyunculuk deneyimini geliştirmesini sağlayabilen yönetmendir. Oyuncu olmak aslında bir tür kişisel gelişim gibi.
13
100
Nasıl? Oyunculuk performansını düşüren şeyler aslında seni kişisel olarak da geriye çeken şeyler. Bu nedenle, oyunculuk workshop’larına katıldıkça kişisel olarak da gelişiyorsun. Ben de oyunculuk eğitiminde bu anlamda çok fazla şey biriktirdim. Dünya çapında, işinde çok iyi olan oyuncu koçlarıyla çalışma fırsatı buldum. İşlerinde o kadar iyiler ve kendilerine karşı o kadar samimiler ki -zaten başka türlü işlerinde iyi olamazlar- karşılarındaki insanı da çırılçıplak görebiliyorlar. Yani kendini saklamak gibi bir imkanın olmuyor. Senin kim olduğunu, saklamaya çalıştığın şeyleri hemen fark ediyorlar ve seni onun üstüne çalıştırıyorlar. Başta bu şeffaf olma halinden rahatsız oluyorsun, ama zamanla, keşfettiklerinle beraber her şey çok keyifli bir hal alıyor. Hepimiz algılarımızdan ibaretiz. Ve artık kendini nasıl yansıttığın değil, gerçekte kim olduğun ve bunu nasıl kabullendiğin, bu kabullenişten kendi payına ne çıkardığın, insanlarla bunu nasıl paylaştığın önemli. Evrendeki enerjiyi ne kadar hissedebiliyorsun, doğal dengeni ne kadar bulabiliyorsun, esas mesele bu. Hepimiz duygularımızla var oluyoruz. Duygu bağımlılıklarımız var. Mesela kaygıya, endişeye bağımlıyız. Sürekli içimizi yiyen bir şeyler var. Halbuki onlardan kurtulmayı ne kadar başarabilirsek, hayata o kadar rahat bakabiliyoruz. İşte o zaman, kötü enerjilerden etkilenmemeye başlıyoruz.
14
Bornoz:
Editรถre ait 101
Ăœst:
5th Position Elbise:
Salih Balta Pantolon:
Balenciaga/Beymen 102
Yelek:
Comme des Garรงons/Beymen Pantolon:
Givenchy/Beymen 103
104
Elbise:
Hakaan Yıldırım Pantolon:
Salih Balta 105
Tişört:
American Apparel Elbise:
Hakaan Yıldırım Kol aksesuarı:
Hakaan Yıldırım Kolye:
Editöre ait 106
107
108
Mükemmellik takıntın var mıdır, yoksa ‘yaptım, bu kadar oldu’ diyebilir misin? Hep var. Çok kötü bir bağımlılık, kötü bir bahane, hiç sevmiyorum. Birçok şeyi yapmana engel olan ciddi bir tuzak. Ama onu da halletmeye çalışıyorum, yönetmeyi öğrenmeye çalışıyorum. Yönetebildiğim kadar yönetiyorum gerçi, yine de ara ara içimde patlıyor. Hayatta sahip olduğumuz ve bizi kötü etkileyen hiçbir düşünceyi tamamen yok etmiyoruz, yok edemeyiz, sadece onu fark edip kabulleniyoruz ve onun enstrümanı olmaktan kurtulup, onu kendi enstrümanımız haline getiriyoruz. Onu yönetmeyi, onunla iletişim kurmayı, faydalı olduğu alanlarda onu kullanmayı öğrenmemiz lazım. Ama fiziksel ya da psikolojik olarak zayıf düştüğünde, kontrol edebildiğini sandığın şeyler tekrar yüzeye çıkabiliyor. Mükemmellik takıntısı da benim için bu tuzaklardan biri. Gardım düştüğünde kendime karşı çok katı, eleştirel olabiliyorum. Çok tatsız bir şey, bir sürü iş yapıyorsun, o kadar sene uğraşıyorsun, birden en sert kendini eleştirir hale gelebiliyorsun. Bundan rahatsızım.
18
Tersten gidersek, biraz da kendini keşfetmek istediğin için oyunculuğu seçmiş olabilir misin? Bu biraz yazgısal bir şey bana göre, olması gerekiyormuş ki olmuş. Tabii ki mesleğimin bu yolculukta katkısı oldu ama bu bilinçle bir tercih yapmış değilim. Çalışmaya başladığımda daha 18 yaşındaydım, henüz böyle bir bilincim yoktu.
15
Eleştirilmeye açık mısın? Açık olmak zorundasın ve onu da idare etmek zorundasın. Bu da oyuncunun bir görevi ve bu da paketle birlikte geliyor. Futbol gibi, siyaset gibi, herkesin az çok fikrinin olduğu bir iş yapıyoruz.
16
Oyuncu olmanın psikolojik altmetniyle ilgili ne söyleyebilirsin? Oyunculuk özne olmayı göğüsleyebilmek demek. Bu bir cesaret ve sorumluluk işi. Şu an sahnede, ekranda olan herkes cesur. Yapabilirim diyor, inanıyor ve yapıyor. Temelde bu.
17
Bunu nasıl durduruyorsun? Önce kabul etmen, fark etmen, dikkat etmen ve dinlemen gerekiyor. Bir süre sonra da teşekkür edip vedalaşıyorsun. Bu rutin bir egzersiz. Ben başka bir yöntem bilmiyorum, bunu hayat boyu bu disiplinde yaşamak gerekiyor, yoksa mutsuz ya da şikayetçi oluyorum.
19
Artık bir komedi filminde oynamak istiyormuşsun galiba. Evet, çünkü komik bir insan olduğumu düşünüyorum. Komedide kendimi çok iyi ifade edebilirim, enerjimi orada iyi kullanabilirim gibi geliyor.
20
Yeni denediğin spor var mı? Son film için kickbox, dövüş, kılıç falan denedim. Dans ettim. Zaman zaman yeni bir şeyler öğrenmeyi seviyorum. Oyunculuğun bir tarafı da, hepimiz yarım yarım her şeyi biliyoruz. Bir projede dersini alıyorsun, kılıç da kullanırım diyorsun. Uzmanlaşmasan bile ufak ufak bir sürü şey öğreniyorsun. Bu da bir avantaj.
21
Kısa vadede seni heyecanlandıran ne var? Tatil var. Çok umutluyum, mutluyum. Ayrıca, yeni bir film ihtimali var, onunla ilgili motivasyonum yüksek. Genel olarak, her şey yolunda, her şey iyi.
22
109
Üst:
Dsquared2/ Beymen Elbise:
Salih Balta Eşofman:
adidas Originals Ayakkabı:
adidas Originals Şapka:
Editöre ait 110
111
Tiล รถrt:
Editรถre ait Pantolon:
Iro Terlik:
adidas Originals
112
Üst:
Oye Yağmurluk:
Junya Watanabe Pantolon:
Alexander Wang/ Beymen Saat:
Casio
113
Ãœst:
5th Position Tulum:
By Retro
114
115
‘Enfant terrible’ olarak tanınan David Cerný’nin heykelleri, politikaya karşı duyduğu öfkeyi anlatıyor olsa da, kendisi, sanatında şok edici bir şey olduğunu düşünmüyor. Üstelik, Sovyet tankını pembeye boyadığı için bir süreliğine yasal takibe alınmasına rağmen... Telefonla bağlandığımız David’e asilik durumunu sorarken, asıl derdinin uçağına atlayıp tropikal bir yerlere gitmek olduğunu öğreniyoruz.
Röportaj:
Seza Bali Fotoğraflar:
Burak İşseven
XOXO için, Burak İşseven’in Prag’da fotoğrafladığı David Cerný’ye bakıyorsunuz.
116
DAVID CERNÝ
David, seninle yapılan röportajları veya hakkındaki yazıları okuyunca karşımıza hep aykırı ve isyankar kelimeleri çıkıyor. Bunlara katılıyor musun? Kesinlikle hayır. Ben bu yakıştırmaları reddediyorum, zaten hep başkaları tarafından kullanılan laflar. Ben, kendimi, sanat yapan ticari bir pilot olarak görüyorum. Hakkımda yazılan şeyleri elimden geldiği kadar okumamaya çalışıyorum. Ama tabii, söylenenlere de zamanla alışıyorsun.
1
İşlerinin büyük bir kısmı Çek Cumhuriyeti politikalarını eleştirici bir dille ele alıyor. Kendini politik bir sanatçı olarak görüyor musun? Hayır, umarım dışarıya da öyle yansımıyordur. Sonuçta, hayatta bazı şeyler oluyor ve sizin de onlara tepki vermeniz gerekiyor. Ülkenizde olan bitenlere seyirci kalamazsınız.
Çalışmalarına dönersek, birçok işin ilk bakışta şok etkisi yaratıyor, ‘BrownNosing’ işinde, izleyicinin öne eğilmiş bir insan heykelinin poposundan içeriye bakması gerekiyor. Şok etmek ile ilgili ne düşünüyorsun? İnsanların neden benim işlerim karşısında hayrete düştüklerini hiç anlamıyorum. Ben çok daha garip şeylere şaşırıyorum. Mesela Donald Trump’ın ABD’de bu kadar fazla destek alıyor olması, yeni Rus emperyalizmine tepki veremememiz, veya Rusya’nın Avrupa’daki işgali... Bu tür şeyler beni şaşırtıyor ama sanat beni hiçbir zaman şoka uğratmadı. Yani, bir sanat eserinin güzelliğinden çok keyif alabileceğimi veya aynı şekilde bir eserin aptallığından tiksinebileceğimi düşünüyorum ama herhangi bir iş beni dehşete düşüremez. Bazı sanat eserlerinin devlet tarafından desteklenmesine de şaşırabilirim. Ama bunun o eserle bir alakası olmaz, bu tamamen siyasetle ilgili.
5
2
New York’ta sanat programlarına katıldıktan sonra Prag’a geri döndün. Bu karardan memnun musun? Emin değilim. Benim asıl hayalim her şeyi bırakıp, “bush pilotu” olmak, yani karadan ulaşmanın imkansız olduğu yerlere uçmak. Mesela Doctors Without Borders ile çalışabilirim. Ama Alaska’ya gitmem. Daha sıcak, tropikal bir yerlere gitmek istiyorum. Belki bir deniz uçağı kullanırım, taksi şoförü gibi deniz uçağım ile çalışırım. Güzel hava ve eğlence yeterli.
3
Pilotluk nereden çıktı peki? Uçmayı hep sevdim, çocukken de planör ile uçuyordum. Uçmak benim için hayatımın bir parçası. Düzenli olarak uçuyorum, Avrupa’da çok uçtum. Daha Atlantik Okyanusu’nu geçmedim ama o da bir gün olabilir.
4
117
Bu heykellere telefonla mesaj atıp, mesajlarını havuza yazdırabiliyormuşsun. Bu nerden çıktı? Erkeklerin kara işeyerek isimlerini yazabildiklerini düşünüp kadınların nasıl yazamayacağını düşünüyorum ve kadınlara da bu fırsatı vermek istedim. Saçma sapan mesajlar geldiği de oluyor tabii.
9
Fotoğraf:
Sergej Razvodovskij Piss, Franz Kafka Museum, Prag, 2004
Kamusal alandaki heykellerin kime ait o zaman? Özel şirketlere ait iki eser dışında hepsi bana ait. Ben galiba bu ülkedeki en pahalı sanatçıyım, Prag’da ticari bir galeriyle çalışıyorum, daha ufak eserlerimi onlar satıyor ama büyük kamusal eserlerimle hep ben ilgileniyorum.
7
Devlet desteğinden dem vurmuşken, Çek Cumhuriyeti sanatçıların üretimine gerektiği kadar destek oluyor mu? Ben işlerimin %95’ini sadece kendim için üretiyorum, devlet için değil. Ve bunların çoğunu şehrin etrafında görebilirsiniz.
6
8
‘Piss’ isimli işinde iki çıplak erkek Çek Cumhuriyeti şeklindeki bir havuza
işiyorlar. Malum, Brüksel’deki Manneken Pis heykeli, yani o küçük bronz erkek çocuğu, şehrin ortasında bir havuza çişini yapar. Ondan ilham aldım ama karşılıklı işeyen iki adam heykeli yaptım.
118
Birlikte çalıştığın bir ekip var mı? Bütün projelerimde aşağı yukarı aynı kişilerle çalışıyorum, bazı şeyler için sadece o işi yapabilecek birilerini bulmam gerekebiliyor tabii. İşlerin yerleştirilmesine ve prodüksiyonuna da gelince, son 10-15 seneye kadar işlerin fiziksel olarak yapılışına çok dahil olmuyordum, ama bu da projeyle değişmeye başladı. Atölyede benimle birlikte çalışan birkaç asistanım var ve farklı heykel işleri için de farklı şirketlerle çalışmam gerekiyor.
10
119
120
121
122
MeetFactory’den de bahsetsen? 90’larda PS1 ve Whitney Museum’da sanatçı programlarına katılmıştım ve bunlara benzer programları Prag’a getirmek istiyordum. Bugün MeetFactory, Çek Cumhuriyeti’nin en büyük sanatçı programı. Burayı 2001’de kurdum, ancak 2002’de bütün Avrupa’yı kasıp kavuran sellerden dolayı bulunduğumuz yerden taşındık. Yeni mekanın toparlanması birkaç sene sürdü ve 2007’de kapıları açtık. Ticari olmayan bir alanız. Uluslararası bir misafir sanatçı programı, on beş atölye, tam donanımlı bir müzik stüdyosu, üç galeri alanı, konser salonu, tiyatro salonu ve sanatçılar için konaklama yeri var. Programda her sene 100’e yakın konser oluyor, görsel sanatlar kadar müzik de önemli.
11
Kamusal sanat eserlerinde, eserin bulunduğu yer o işin okunmasında oldukça önemli. İşlerinden birkaç örnekle mekan seçimlerini anlatır mısın? Pek çok işime özellikle mekan ile başlıyorum, o yerin etkisi oluyor ama bazı zamanlarda da mekanın önemi yok. Bir örnek verirsem, ‘K’ heykeli, Kafka’nın zamanında Prag’da çalıştığı ofisin hemen önünde yer alıyor. Heykelin bulunduğu sokağın adı National Street, Çek Cumhuriyeti’nden olmayan bir yazar ‘Ulusal Sokak’ta yer alıyor, kendi içinde bir ironi var.
12
Bu eseri 2014’te yerleştirdin ama son dönemlerde internette patladı. Nedenini biliyor musun? İnternetin gücü bu işte. Birisi videosunu yükledi, sonra defalarca paylaşıldı.
13
Fotoğraf:
Marben Kinetic Head of Franz Kafka, 2014
Sovyet tankını pembeye boyamanın sebebi, bir kızın ilgisini çekmekmiş. Bugün bir kızın ilgisini çekmek için ne yaparsın? Porsche Cabriolet’mde otururum. İşin şakası bir yana, onu benimle bir yere uçmaya davet ederdim. Belki MeetFactory’de bir konsere çağırırdım.
14
123
3. İstanbul Tasarım Bienali, temasından mekanlarına, zamanın çizdiğimiz sınırlarını esnetiyor. Biz de, türümüzün tasarımına zaman merceğiyle odaklanan bienale birkaç ay kaldı bahanesiyle, eş küratörleri karşımıza alıyoruz ve bir konsept olarak tasarımı konuşuyoruz.
Röportaj:
Besray Köker Fotoğraf:
Gökhan Polat
124
BEATRIZ COLOMINA MARK WIGLEY
Alt başlık 0 ve 1’lerle alakalı olmasa da sanki ikili sistemi çağrıştırıyor. Ayrıca bienallerin iki yıllık periyotlara sahip olmaları, iki küratör olması, İstanbul’un iki yakası, iki kıta... Alt başlığın çıkış noktası nedir? Bugüne kadar iki küratör olduğumuzla ilgili hiç düşünmemiştik. Her şey bienallerin iki yıllık döngüsü ve bu zaman çerçevesinin verimli olmadığına yönelik düşüncelerimizle başladı. Yeni hiçbir şey olmadığı halde yapay bir yenilik hissi inşa etmek... Tasarımın konvansiyonel bakış açısında 200 yıllık, insani açıdan ise 200 bin yıllık bir tarihi var. Bir şekilde kendimize özgü bir ‘ikinin üssü’ algısı geliştirdik ve bienali bu 2’ler yönünde genişlettik: 200 bin yıllık derin tarih ve sosyal medyanın mümkün kıldığı 2 saniyelik tasarım alanı. Elbette Charles ve Ray Eames’in Powers of Ten filminden de ilham aldık, onların uzayın ölçekleri ile yaptıklarını biz burada zaman ile yapıyoruz.
4
Žižek, “İnsanlar artık, doğanın güçleri karşısında eli kolu bağlı varlıklar değil. Nasıl olup bittiği hakkında açık bir fikrimiz olmasa da neredeyse her şeye kadir varlıklar olduk. Ama ne yaparsanız yapın sonuçlarını öngöremiyorsunuz.” diyerek insanlığın yeni bir döneme girdiğini kabullenmemiz gerekliliğinden dem vuruyor. Sizce gidişatımız ne olacak; içinde olduğumuz varsayılan antroposen çağında insan yine insan için mi tasarlamalı? Žižek’e kesinlikle katılıyoruz, türümüz sonuçları görmekten aciz. Fakat bu olgu, en başından beri tasarımın bir parçası. Tasarım her daim tasarımcısını şaşırtır. İnsanlar kendilerini yeniden tasarlamaya devam ederken bu sürprizlerin avantajlarından yararlandılar ama bu sürprizler bitmiyor, bitmeyecek. Antibiyotikler yanlışlıkla keşfedildikten sonra milyarlarca hayat kurtardı ama şimdi hepimizin sağlığını tehdit eder durumda.
1
Bizi kuşatan her şey tasarımsa ve şayet kendi ürettiğimiz bir tasarım ağının içinde yaşıyorsak, ‘tasarım’ kelimesinin içine çok anlam yükleyerek onu anlamsızlaştırmış olmuyor muyuz? Kapasitesinin büyüdüğünü de düşünebiliriz, değil mi? Aslında tasarım bir tema olarak viral oldu. Bu sadece tüm dünyanın yapay bir olgu haline gelişi, insan eliyle üretilmiş olması ile ilgili bir düşünce; kıyafetlerimiz, mobilyalarımız ve telefonlarımızla aramızdaki karmaşık ilişki -kendi yaptıklarımızın içinde yaşıyoruz ve kendimizle ilgili düşüncelerimiz bu yapılmış nesnelerden bağımsız değil- aynı zamanda okyanuslara, ormanlara ve uzaya kadar da genişliyor.
3
Human Treasure, Tacita
“İnsan, tasarım yapan hayvandır.” Ne olduğumuzla ilgili iyi bir tanım ama pekala karanlık, distopik bir kıyamet sonrası hikayesinin giriş cümlesi de olabilir. Bu bienal kapsamında tasarımın içindeki şeytanı tartışma şansımız olacak mı? Kesinlikle. Kendi soyunun tükenişini sistematik olarak hazırlayan tek türüz ve göründüğü kadarıyla bunu başarmaya da oldukça yakınız.
2
Dean, 16mm color film with optical sound, 15:00 min.
125
Tasarım tarihi dediğimiz zaman, çoğunlukla çok kısa bir zaman diliminden bahsediyor oluyoruz. 200 bin yıl geriye bakmak daha derin bir perspektife sahip bir tasarım tanımı yapmamıza yardımcı olabilir mi? Tasarım tarihinin şaşırtıcı derecede kısa bir tarihe sahip olduğu doğru. Yetmişlerde Adrian Forty’nin Objects of Desire kitabı ile başlıyor diyebiliriz. Tasarım tarihiyle ilgili ilk oluşumların ve makalelerin de zaten o tarihten sonra başladığını görüyoruz. Tasarım tarihi, iyi tasarımın sorgusuz sualsiz kabul göremeyeceğinin bir göstergesi gibi. Modern tasarım, parçalara ayrılmış ve meydan okunmuş. Tam bu noktada Victor Papanek ve İtalyan radikal dönemini düşünelim; tasarım normlarına dair muazzam yüksek enerjili eleştiriler... Fakat görüldüğü gibi, tasarım ufkumuz hala 19. yüzyılın ilk birkaç on yılında, sanayileşme ve küreselleşmeyle birlikte temelleri atılan tasarım konseptinden öteye gidemiyor. Halbuki tüm gezegenin jeolojik bir katman olarak tasarım ile çevrelendiği gerçeği ile yüzleşmeliyiz. Biz bu ufku, 200 bin yıl öncesine taşımak istiyoruz. Bir konsept olarak tasarımın, kapalı düzenlenmiş olmasından ziyade gerçekten açık olmasına odaklanmalıyız. Hava durumunu ve geleceğin çocuklarını tasarladığımız bu zamanlarda, tasarımla ilgili tüm konuşmaların yeniden başlatılması gerekliliğini savunuyoruz.
5
126
The Immortal, Revital Cohen & Tuur van Balen, The ImmortalLife support machines, stainless steel, acrylic, maple wood, vinyl tubing, 160x300x350 cm
Bienal katılımcılarından Tacita Dean’in Human Treasure projesi ilerlerken, bizde kaybettiklerimizle ilgili düşünceler uyandırıyor. Tasarım ve teknoloji insan vücudunun kullanımını ve yeteneklerimizi şekillendiriyor. Yazı yazmak, yontmak gibi tasarımın temeline dair ellerimizin hünerlerini kaybediyoruz. Tasarım kendi köklerine sırtını mı dönüyor? Tasarım her zaman insan vücudunu değiştirmiştir. Ellerimizin kapasitesini kullanmamızı sağlayan ilk aletlerden, ayaklarımızın şeklini değiştiren ayakkabılara, geniş alanlarda sosyal ağlar kurmamızı sağlayan ticari değeri olan ilk eşyalara... Yazmanın ve oymacılığın birer buluş olduğunu unutmayalım; zihinlerimizi ve vücutlarımızı değiştiren, radikal ve etkisi çok büyük buluşlar.
6
Lesley Lokko ve Cradle of Humankind, Territorial Agency’nin Petrol Museum’u, Lucy McRea’nin bilim kurgu videosu... Geçmiş, şu an ve gelecek... “2 Saniye, 2 Gün, 2 Yıl, 200 Yıl, 200.000 Yıl” sadece geçmişe değil geleceğe de bakıyor. Zaman boyunca bu yolu görmek yeni bir tasarım tanımı için bize yardımcı olabilir mi? Evet. Yeni gelecekle ilgili düşünceler ancak, zamanda geriye ve derine dalarak, 2 saniyelik ölçeklere kadar birbirini takip eden tüm katmanları hissederek özgürleştirilebilir. Arkeoloji de bu nedenle heyecan verici. İnsanlığın geleceği ile ilgili yeni düşünceler ortaya çıkarıyor.
7
Dünyada yeni kavranmaya başlanan tasarım bienalleri, büyük sorular ve güçlü söylemlerle kendine sağlam kültürel ve felsefi bir yer edinmeyi başarıyor. Fuar sistemiyle atıllaşan kitlenin bienale bakış açısını ve katılımını nasıl değerlendiriyorsunuz? İnsanın kendini tasarlaması ile ilgili bir bienalin sergilediği en sofistike tasarım aslında ziyaretçinin kendisi. Bu şov, ziyaretçiye kendi kapasitesini ve günlük hayatı içerisinde etkileşime girdiği sayısız tasarım katmanını hissetmesini sağlayacak bir ayna olmaya çalışıyor. Onların katılımı bienalin kendi tasarımının bir parçası. Asıl amaç tasarımı farklı bir şekilde görebilecek bir yol açmak ve başka tipte bir diyaloğu tetiklemek olmalı.
9
“Bu bienal sadece alanla değil zamanla da ilgili olacak. Tasarımın zamanı çok önemli.” Bu söyleminizi bienalin tasarımına odaklanarak açabilir misiniz? Bizim sergileme stratejimiz zamanın farklı ölçekleriyle ilgilenen ve birbirinin üstünde gezinen enstalasyon bulutlarına sahip olmak. Neolitik aletlerin yanında, iki dakikalık videolar ve sosyal medya üzerinde ilerleyen gerçek zamanlı tasarımlar... Ayrıca, bienaller 10’dan 18’e etkinliklerdir, ziyaretçinin de çalışması gereken; yani bir iş günü gibi. Bizim bienalimiz geceyi de işgal edecek; gece ile gündüz, iş ile zevk, sergi ile performans arsındaki alışılagelmiş ayrışmaları ihlal edecek. Bomonti’deki alan bizim için tam da bu nedenle önemli. Oraya yemeğe veya kulübe giden farklı bir kitleyi çekecek ve onlar kendilerini bir anda serginin içinde bulacaklar.
8
Physician Thomas Klotzkowski cleans Florian Steiner, Reuters/Thomas Peter
Küratör ikilisi olarak çalışmak nasıl bir süreç? Birlikte çalışmak heyecan verici, bir o kadar da zor çünkü sürekli birbirimizin varsayımlarına meydan okuyoruz, her fikri tekrar tekrar test ediyoruz.
10
Tema ile İstanbul arasındaki ilişkiyi nasıl kurmalıyız? “Biz İnsan Mıyız?” dünya için öncelikli bir soru ama bu kurduğumuz bölgenin önceliği biraz daha aşikar. Tasarım üzerine tamamen yeni bir diyaloğu İstanbul’da başlatabileceğimiz şekilde tasarım çevrelerinin kendinden çok emin oldukları New York, Londra, Paris veya Milano gibi bir yerde başlatamayacağımızı hissediyoruz. İstanbul’da nerede bir çukur kazsanız yeni bir medeniyet keşfediyorsunuz. İnsanlığın sayısız tasarım katmanı arasında askıda kalmış olması hissi ve tasarımın hiçbir boyutunun yerinin garanti olmaması, tüm çatışmaları ile günlük hayatın bir gerçeği. Boğaz’da, Türkiye’nin dört bir yanında ve çevre bölgelerde gerçekleşen arkeolojik kazıların ortaya çıkardığı insanlıkla ilgili sorular, bizim tasarımla ilgili uluslararası yeni bir diyalog başlatma yolumuz. İstanbul, insanın 200 bin yıllık, olağanüstü kendini yeniden tasarlama sürecini, bunun kapasitemiz üzerinde yarattığı dramatik artış ile aynı ölçüde inşa ettiği eşitsizliği ve kendi türünü, gezegen üzerindeki tüm canlı türlerini ve gezegenin kendisini yok sayması üzerine düşünebileceğimiz eşsiz bir yer.
11
127
Yaklaşık on yıl önce ortaya koyduğu Super Normal yaklaşımıyla zihninin nasıl çalıştığına dair ipuçlarını apaçık vermişti. Sohbetimiz de, tam bunu kanıtlar nitelikte seyrediyordu ki, karşımıza İsviçre tasarımı bir patates soyacağı çıktı. Jasper Morrison, kendi prensiplerine yakışır bir normalliğe sahip olsa da, biz onun parladığını görüyoruz. Ve o bir yandan, satır aralarındaki sürprizleriyle, sorularımızı cevaplıyor.
Röportaj:
Bahar Türkay Fotoğraf:
Elena Mahugo
128
JASPER MORRISON
Obje fetişizmi diye bir şeye inanıyor musunuz? Objelerin çekiciliği çok fazla olabilir ve biz de onlara bağımlı hale gelebiliriz. Mesela benim vazgeçilmezim, İsviçre’de tasarlanmış ve üretilmiş olan, elimin altında bulamadığımda üzüldüğüm patates soyacağım, Rex.
4
Tasarımcı olmak seksi bir durum mu? Evet demek isterdim ama galiba seksilik, içinde bulunduğumuz durumu tam olarak ifade etmiyor. Hayli zevk veren bir meslek diyelim.
1
Naoto Fukasawa ile birlikte ortaya koyduğunuz Super Normal yaklaşımı tasarım sahnesine yeni bir bakış açısı sunmuştu. Bugünden baktığınızda, oradaki temel derdinizi nasıl açıklıyorsunuz? Super Normal, anonim tasarımların, biz profesyoneller tarafından yapılanlardan daha başarılı olduğunu fark etmemizle başladı. Bu objeleri daha iyi yapan şeyin ne olduğunu anlamak üzere bununla ilgili bir sergi yaptık ve sonuçta gördük ki, özel veya çok farklı olmaya çalışan objelerin neredeyse hepsi günlük hayatta başarısız oluyor. Super Normal, birlikte yaşamaya uygun objeler üretmeyi hedefleyen bir yaklaşım sunuyor.
2
“A world without words/ Kelimeler olmayan bir dünya” başlıklı konuşmanız 1990’larda kitap olarak basıldı. Peki ya objelerin olmadığı bir dünya nasıl olurdu? Öyle bir dünyada bir işim olmazdı.
5
Geçtiğimiz yıl Punkt., akıllı telefonlara alternatif olarak, “özgürleştirici” yeni bir modeli piyasaya sundu. Sizin tasarladığınız bu telefon yalnızca en basit işlevleri yerine getiriyor, daha ötesi yok. Evet, bu projede Punkt.’ın CEO’su Petter Neby’nin arkasında durduğu bir fikirden yola çıkıldı. Zaten bütün Punkt. ürünleri benzer bir felsefeye sahip, işleri daha karmaşık hale getirmeden, hepsinin iyi olduğu tek bir şeye odaklanılıyor.
6
Minimalizme bakışınız nedir? Minimalist tasarımla özellikle ilgili olduğum söylenemez. Minimalist sanat ilgimi çekiyor tabii, ancak tasarım, objelerden olabildiğince çok şey elde etmek üzerine bir denkleme sahip ve minimalizm bu hedefe engel olabilecek bir felsefe.
3
Fotoğraf:
Miro Zagnoli Lepic kitchen, Schiffini, 2016
129
Tasarım bugün ne demek ve gelecekte neye dönüşecek? Benim bakış açıma göre, bunun çok basit bir açıklaması var; tasarım, bir şeylerin, yalnızca basit işlevler anlamında değil, atmosfer, ergonomi, dayanıklılık, uzun ömürlülük gibi yönlerden de daha iyi işlemesini sağlamakla ilgili. Gelecekte de tasarımın bunu hedeflemeye devam etmesi gerekiyor. Bunun dışındaki her şey ilgiyi dağıtıyor.
10
vitra. için yeni bir mobilya koleksiyonu sundunuz. Super Normal yaklaşımı ile fazlasıyla örtüşen bu parçaların tasarımlarına dair nasıl detaylar paylaşabilirsiniz? Yeni koleksiyonun iki ana parçasından birisi, APC (All Plastic Chair). Kalıplanmış üç parça plastikten oluşuyor ve ahşap sandalyeye benzer şekilde yapılıyor. Ancak, bizim durumumuzda konforu artırmak için plastik teknolojisinin hassasiyetinden yararlandık. Oturma ünitesine ekstra şekil vermek için kalıp işlemi yapıldı, böylece daha rahat bir sandalye elde edildi. Ünitenin yaslanma kısmıyla farklı oturma pozisyonlarına uygun şekilde hareketli olarak tasarlandı. Hiçbir zaman hareketsiz şekilde oturmuyoruz. Bir şeyler yerken, çalışırken ya da keyif yaparak oturduğumuzda hep dinamik sandalyeye ihtiyacımız oluyor, o nedenle yeni bir oturma performansı elde etmeyi planladık. Diğer oturma grubu ise modüler, basit ve iyi ölçeklere sahip, hem yüksek kalitede hem de erişilebilir ürünler.
8
Fotoğraf:
Jasper Morrison Studio MP01 Mobile Phone, Punkt., 2015
Bu yılki Milano Tasarım Haftası’nda öne çıkan eğilimlerden biri çocuklar için tasarım oldu. Siz bu konuyla ilgileniyor musunuz? Çocuklar için tasarladığım birkaç şey olmuştu ama bu özellikle ilgimi çeken bir konu değil. Onlar çok çabuk büyüyorlar ve dolayısıyla ürünler kısa zamanda kullanım dışı oluyor. Ayrıca, çocukların mutlu ve oyunbaz olmak için pek fazla şeye ihtiyacı da yok.
7
Masanızda bekleyen bir sonraki büyük proje ne? Özellikle büyük proje diye bahsedebileceğim pek bir şey yok. Gözlük, ayakkabı ve oturma ünitesi gibi olağan projeler üzerine çalışıyorum. Eğer Super Normal tasarım anlayışıyla bilinen bir tasarımcıysanız, muhteşem projeler için çağrılan bir isim olmazsınız.
11
Geleceğin yaşantısıyla ilgili tahminlerinizi de konuşalım; gittikçe daha kendi kendimize yaşar hale mi geliyoruz, yoksa komün yaşam tarzları yeniden bir eğilim haline mi geldi? Muhtemelen her ikisi de diyebiliriz. Evlerimiz daha özel, kişisel mekanlar haline geliyor ancak diğer yandan artık seyahatlerde, restoranlarda, kafelerde ve kamusal alanlarda daha çok zaman geçiriyoruz.
9
Fotoğraf:
Jasper Morrison Studio Superloon, Flos, 2015 130
ÜYE OLUN, LÜTFEN. XOXO The Mag, Some Men ve Feed ÜCRETSİZ yayınlardır, sadece bölgelere göre belirlenmiş kargo ücreti karşılığında dergileriniz adresinize gönderilecektir.
xoxothemag.net/uyelik
EXPECT POISON Aslında anlatmak istediğimiz
Fotoğraflar:
Mathieu Vilasco Moda Editörü:
AnneCatherine Frey Saç & Makyaj:
Clélia Cazals Model:
Ariel Winn/ WM Models
132
şey oldukça basit: Az ve çok arasında bir yerdesiniz ve neyin az ya da neyin çok olduğuna karar vermek için, çok olanı göz ardı etmemelisiniz. Özetle, birazdan karşınıza çıkacak sayfaları, William Blake’in sözlerini kulağınıza küpe ederek çevirin.
Kaban:
MM6/ Maison Margiela Kolye:
Zana Bayne 133
TĂźmĂź:
MM6/ Maison Margiela
134
135
Tümü:
Léa Peckre
136
137
Tümü:
Miu Miu
138
139
140
Ceket:
Dsquared2 Çorap:
Customized Falke Bot:
Alexander Wang 141
142
Üst:
Acne Studios Jean:
Vetements Çizme:
Barbara Bui Kolye:
Editöre ait Küpe:
Viktor + Rolf 143
144
Ceket:
Barbara Bui Etek:
Barbara Bui Çorap:
Falke 145
146
Elbise:
Faith Connexion Bot:
Balenciaga Eldiven:
Editรถre ait
147
DRUNK ELEPHANT. Doğal güzellik ürünleri arasında adıyla ters köşeden vuran Drunk Elephant, aslında bu başlığı doğal bir süreçten alıyor. Markanın kurucusu Tiffany Masterson, fillerin favori yemeği Marula ağacının midede fermente olduğunu ve günün sonunda onların bildiğimiz anlamıyla sarhoş olduğunu keşfediyor. Doğaya dair hikayeleri ve eğlenceli bakış açısını markasına entegre eden Masterson, büyük bir adımla kozmetik dünyasının yeni indie’leri listesine, çevre dostu kolonu altında adını yazdırıyor. pH değeri 9 olan sabununuzu 6.34 pH’ıyla peeling de yapan Drunk Elephant ürünüyle değiştirmek ve güneş kreminizdeki kimyasalları doğanın en iyi koruyucusu ahududu yağıyla değiş tokuş etmek için fazladan nedene ihtiyacınız olursa markanın minimal tasarımı ikna kabiliyetini konuşturuyor. ERES X VÉRONIQUE LEROY. Azzedine Alaïa’da stylist asistanı olarak kariyerine başlayan ve 1991’de Paris’te ilk koleksiyonunu sunan Véronique Leroy, bu yaz için Eres’le güçlerini birleştiriyor ve lüks mayo sektörüne yedi yeni tasarım bahşediyor. Eres’in alametifarikası grafik desenleri ve çift renk kullanımlarını tasarımlarına ekleyen Leroy’un menüsünde turuncu, pembe, bej ve lacivert var. Renk paletini plaj aksesuarlarına da uyarlayan Eres, hayranları için 360 derece bir koleksiyon sunuyor. V FOR VOYAGER. Louis Vuitton’un V’si Voyager GMT’nin yeni saat serisinde tekrar karşımıza çıkıyor. Gaston-Louis Vuitton’un alametifarikası ikonik tasarımı, saatin kadranını kontrol altına alıyor. Markanın geçmişine saygı duruşunda bulunmak bir kenara, tarihi gösteren, gece ve gündüzü ayırt eden V harfi, paslanmaz çelikten ya da pembe altından üretiliyor. Bu iki renge ek, deri ve metal kayış seçeneği de sizin elinizde, ve hatta belki de bileğinizde. 148
TO THE NEXT 100 YEARS. Bu sene yüzüncü yaşını kutlayan BMW Group, şimdiden ilerideki yüzyılı düşünerek ve kardeş markalarını da geleceğe yolculuk etmeye ikna ederek konsept arabalardan oluşan bir seri tasarladı. Mart ayında üretimine başlanan seriye yeni eklenen Rolls Royce ve MINI’nin gelecekteki halleri BMW’nin konsept arabasıyla birlikte Londra’daki Roundhouse’ta sergileniyor. Hayal gücünüzün sınırlarını zorlayan bu üç araba daha sonra Los Angeles’ ve ardından Pekin’e doğru yol alıyor olacak. Türkiye’nin kaçıncı durak olacağı ise merak konusu. BEOPLAY A1. Bang & Olufsen, Beoplay serisine bir yenisini ekliyor ve ölçeklerini biraz daha küçültüyor. Serinin en küçüğü A2’nin yarı büyüklüğünde olan, avucunuza sığan ve sadece 600 gr. gelen yeni model, boyutlarına göre azımsanamayacak bir ses kalitesi sunuyor. Kaliteden ödün vermeden olabildiğince yüksek tonlara çıkabilen hoparlörün pili ise 24 saate kadar dayanıyor ve 2.5 saatte yeniden şarj oluyor. A1’i açık havada kullanmak istediğinizde ise suya dayanıklı tasarımı havuz başındaki stresinizi azaltıyor. CHANEL BOY. 2013’te koltuğunu babası Jacques Polge’dan devralan Olivier Polge, Chanel için ikinci parfümünü tasarlıyor. Les Exclusifs serisinin 17. parfümü olan BOY, bildiğiniz yere, Mademoiselle Coco’nun sevgilisi Arthur Boy Capel’e göndermede bulunuyor. Chanel’in ilk butiğini finanse eden isim bu kez modaevine bahşettiği etkisiyle markanın ilk unisex parfümüne de adını bağışlıyor. Polge karışımın gizli feminenliğinin ancak bir kadının teninde ortaya çıktığını iddia ediyor. Üst notalarında lavanta ve sardunya çiçeğine ev sahipliği yapan yeni formül, limon ve greyfurtla cinsiyetsiz sulara geçiyor. Kapanışını ise sandal ağacı, kumarin, vanilya ve miskle yapan BOY, Les Exclusifs serisinin şişeleriyle raflara taşınıyor.
AMY STRIKES BACK. Trainwreck’in elde ettiği beklenmeyen başarıdan sonra Amy Schumer, yeni kitabını satışa çıkarmaya hazırlanıyor. Bu arada, Anna Wintour’un yerine geçtiği videoyu izleyenlerin kafasında oluşan soru işaretini gidermeyi bir borç bilerek belirtelim, komedi sektöründen kazandığı tecrübeyi, başından geçen komik, mutlu, üzücü, melankolik ve utanç verici hikayeleri anlattığı The Girl with the Lower Back Tattoo, Schumer’ın komedi skeçlerinden bir parça gibi. Ağustos ayında yayınlanacak kitap için beklemede kalın. RODIN COLORS. Bir zamanların stylist’i, şimdiki zamanın güzellik gurusu Linda Rodin, alametifarikası yağlarıyla konuk olduğu tuvalet dolabınıza bu kez rujlarıyla konuk oluyor. Renkli kozmetik dünyasına ilk adımında, Rodin 5 ruja ev sahipliği yapıyor. Ödüllü yağlarını ruj formüllerine entegre eden, karışıma azami miktarda C ve E vitamini ekleyen seri Hollywood yıllarının güzellik idealini odağına alıyor. VACCARELLO’NUN SAINT LAURENT’İ. Hikayenin, Anthony Vaccarello ve Saint Laurent arasındaki münasebet resmiyete dökülmeden önceki kısmını biliyorsunuz; önce Yves sonra Hedi markaya veda etti. Beyaz bir sayfa gibi açılan ve Hedi Slimane dönemine ait tüm paylaşımları silen Instagram hesabı, bu kez Vaccarello’nun Saint Laurent için tasarladığı dünyaya dair ilginç ipuçları veriyor. Zira, Collier Schorr tarafından fotoğraflanan koleksiyon, koleksiyona ait herhangi bir parça içermiyor. Slimane’ın karanlık tarafına inat, Vaccarello’nun yalın duruşu, Ekim ayında gerçekleşecek Paris Moda Haftası’nı heyecanla beklemek için bahane yaratır cinsten.
MILKY DOTS. Dior’un oje trendleriyle olan denemeleri kaldığı yerden devam ediyor. Geçtiğimiz sene satışa sunulan Tie Dye serisinden sonra Dior, bu yaz Milky Dots ismini verdiği koleksiyonla oje tekniklerini biraz daha kurcalamanızı sağlıyor. Adından mütevellit, tırnaklarınıza puantiyeler ekleyebilmeniz için Dotting Tool ile gelen ojeler, bu Retro havayı (puantiyeleri tırnaklarınızda bırakmak şartıyla) farklı renk skalasıyla, dudaklarınıza, gözlerinize ve hatta cildinize de uygulamanızı istiyor. Dudakları hafif ıslak bırakan Dior Addict Milky Tint ve Lipstick, Nude Air ve Summer Glow pudraları, iki çeşit beşli göz farı paleti ve likit göz farı, yeni aile üyeleri olarak karşımıza çıkıyor. YOUR OWN GUCCI. Gucci’nin Milano’daki ana mağazası, markanın akıl almaz tasarım diline bir yenilik daha getiriyor. Gucci DIY, ikinci kez hayata geçiriliyor ve bu sayede Michele’nin hayal dünyasına dahil olmak isteyen tüketiciler deri, jean, bomber ya da ipek fark etmeksizin her türlü ceketi, kendi zevklerine göre özelleştirebiliyor. İsimlerinin baş harflerinden, elle çizilen desenlere kadar pek çok seçeneği mümkün kılan DIY servisi, kullanıcılara kısa bir süreliğine de olsa tasarımcı olma zevkini verir cinsten. MCQUEEN’LE SEYAHAT. Zıt kutupların birbirini çektiği gerçeği, fizik kanunlarının dışına taşıyor ve moda sektörü bu iki zıt kutba ev sahipliği yapıyor. Alexander McQueen ve Globe-Trotter’ın işbirliği sayesinde McQueen’in karanlık yüzü, GlobeTrotter’ın klasik duruşunu ele geçiriyor. McQueen’in alametifarikası kurukafa deseni valizlere transfer oluyor, deri ve gümüş bu işbirliğinin kesişim kümesinde buluşuyor. On üç ve yirmi bir inç büyüklüğünde iki farklı valizden oluşan seriye GlobeTrotter’ın web sitesinde göz atabilirsiniz. 149
MR. LEIGHT. 1986’da kurulduğu yıldan itibaren Hollywood yıldızlarının arkasında saklandığı gözlükler Oliver Peoples adını taşıyor. Elton John, Christy Turlington, Spike Lee ve Claudia Schiffer’ın favorisi, American Psycho ile sinema tarihine de dahil oluyor. Tarih dersini geride bırakırsak, Larry Leight’in hanedanı geçtiğimiz yıl ikinci jenerasyonunun yönetimine dahil oluyor ve oğul, Garett Leight, markayı sadece devralmakla kalmayacağını ay içerisinde duyuruyor. GLCO’dan sonra Oliver Peoples’a kardeş bir marka daha getirme kararı alan Leight, babasıyla yeniden işbirliğine girişiyor ve 2017’de satışa sunulacak yeni markası Mr. Leight için daha olgun bir tüketici kitlesini hedefe alıyor. Beklemede kalın.
İtalyan-Sovyet paralelinde Gosha’nın bu sezonki tasarımları İtalyan spor giyimine eğiliyor ve siyah beyaz fotoğraflar, faşizm dönemi İtalyan sinemasına göndermede bulunuyor.
OUAI. Jen Atkin, namıdiğer Kardashian klanının saçlarından sorumlu memur, New York Times tarafından dünyadaki en etkili saç tasarımcısı listesine girmesiyle ismini yaratıcı taraftan, ticari tarafa taşıdı. Telaffuzu ‘vey’ olan yeni markası (Fransızca gündelik dildeki ‘evet’ telaffuzu) ‘photo-perfect’ saçlar için bir güzellik ekibine ihtiyacınız olmadığı fikriyle ortaya çıkıyor. Instagram’da gördüğünüz paketi mükemmel ürünlerin gerçek hayattaki başarısızlığından ders çıkaran marka, fotoğraflarda olduğu kadar gerçek hayatta da hayran bırakan ürünlere imza atıyor. Ve hayalini kurduğunuz Parizyenin saçlarını vadediyor.
UMBRIAN CLAY PURIFYING BAR. Kilin güzellik ürünleri konusundaki ününü tartışmaya hacet yok. Hammaddenin favori markanızla birleşen formülünü yenisiyle değiştirmek niyetinde de değiliz. Zira Fresh’in, İtalya’nın Nocera Umbra kasabasından ithal ettiği Umbrian Kili’nden ürettiği sabununun, yeni denenecekler listenizde yer alması gerektiği kanısındayız. Cildinizin yağ durumu fark etmeksizin detox yapan, eksik minerallerini temin eden, sağlıklı hücrelerin yenilenmesini sağlayan ve haliyle daha yumuşak bir cilt vadeden sabunu hem yüzünüzde hem de vücudunuzda kullanabilirsiniz.
THE DAY OF MY DEATH. Moda dünyasındaki devrimi Parisli Vetements’dan devralan Gosha Rubchinskiy, geçtiğimiz ay Pitti Uomo’da sunduğu koleksiyonunu The Day of My Death adıyla bir kitap ve filme entegre ediyor. IDEA Books’un kanatları altında çıkan kitap, Floransa’nın Manifattura Tabacchi’sinde fotoğraflanıyor. 1930’ların faşist rejiminde inşa edilen terk edilmiş fabrika Sovyet mimarisine ve tabii ki Rubchinskiy’nin Sovyet ilhamlarına bire bir oturuyor. 150
TWO IN ONE. Jaeger-LeCoultre yeni saati Reverso One High Jewelry için ilhamını, adından mütevellit, 30’lu yılların kült modeli ilk Reverso saatlerinden alıyor. Sedef kadranın üzerindeki el yazısıyla yazılan rakamları ve saatin etrafını pırlantalar çevreliyor. Duetto konseptiyle tasarlanan yeni Reverso, adının hakkını veriyor ve arka tarafındaki ikinci kadranıyla, istediğiniz zaman saatinizin yüzünü değiştirebilmenizi sağlıyor. Haliyle, kolunuzda taşıdığınız saatiniz, sizi daha iyi yansıtır hale geliyor.
WOVEN CHUCKS. Converse, yaz aylarının kavurucu sıcağını fırsat biliyor ve yeni koleksiyonuna serinletici modeller ekliyor. Yeni Chuck Taylor’ların arkasındaki tasarım ekibi, işe ayakkabının dokusunu değiştirerek başlıyor ve bununla da yetinmiyor. Klasik modelin karakteristiğini bozmadan, çadır bezini ve el yapımı örgü motiflerini ayağınıza getiren Converse, ferah bir başlangıç yapmış oluyor.
KEIRA CRUSH. Chanel, Keira Knightley’le beş yılı aşkın süredir devam eden birlikteliğini, vakti zamanında satışa çıktıktan sonra dakikalar içinde tükenen ve bu yaz yeniden karşımıza çıkan Coco Crush mücevher koleksiyonuyla kutluyor. Coco Mademoiselle ve Rouge Coco Lipstick gibi kült ürünlere hayat verdikten sonra, Mario Testino’nun çektiği kampanya fotoğraflarında Knightley, Coco Crush serisinden parçalarla arzıendam ediyor. Zamana karşı yarışmak ve gardırobunuza yatırım yapmak için sıraya girmeye hazırlanın. BFF. Brian Donnelly, namıdiğer KAWS’ın tasarladığı son heykel en yakın arkadaşınız olabilir. BFF adında, sekiz metre boyunda, lacivert bir yaratığı arkadaş listenize eklemek için, BFF’in sergilendiği Bangkok’a kadar gitmenize lüzum yok. Zira KAWS, AllRightsReserved’le işbirliği yaparak, BFF’in oyuncak ve aksesuar versiyonlarının yanı sıra, havlu, tişört, şemsiye, bez çanta ve minyatür heykeller de tasarladı. Sınırlı sayıda üretilen seriye Siwilai Store ve DING DONG Takuhaibin’in web sitesinden göz atabilirsiniz. SANTAL 26. Grassse’ın parfüm ustalığını New York’un hip tasarım eklektiğiyle sunan, yeni Instagram hesabı @overheardlelabo ile müşterilerinin garip konuşmalarını pazarlama oyununa ekleyen Le Labo yeni mumu Santal 26’yı çıkardı. Yeni Santal karışımı bir öncekileri kadar gürültülü değil. Odadaki varlığını kolayca fark edilmeyecek bir ustalıkla yayan Santal 26, tasarımıyla da bir önceki versiyonlarından farklılaşıyor. Maine’deki bir beton fabrikasında geri dönüştürülmüş taş tozundan elde edilen kabı, Mississippi’ye transfer ediliyor. Elde doldurulan karışım, küçük ölçekte servis ediliyor.
ENTER LOUBILAQUE. Christian Louboutin’in makyaj koleksiyonuna yaptığı son dokunuş, aslında tasarımcının markayı kurduğundan beri etkisinde kaldığı bir detaydan ilham alıyor. Çok uzağa gitmenize gerek yok, zira bu ilham kaynağı, ayakkabıların tabanlarına da nüfuz eden kırmızı ojeyi işaret ediyor ve bu rengi dudaklara taşıyor. Loubilaque adındaki seri, kırmızının en parlak ve canlı versiyonunu temel alıyor ve sunduğu ürün gamı kadar iddalı bir ambalajla birlikte geliyor. Loubilaque koleksiyonunda klasik Rouge Louboutin de dahil olmak üzere sekiz farklı renk bulunuyor. LE MIX. Moda dünyasının ekolojik tarafı birkaç adım geriden de olsa sezonu takip ederken Frame, modanın yeşil tarafına geçiyor. Eski stoklarındaki denim kumaşları karıştırıp yeni bir jean modeline imza atan marka, formu bozuk tasarımlarına bir yenisini ekliyor. Elisa Sednaoui’nin geri dönüşümün yüzü olduğu, kapsül koleksiyonda bir de denim etek grunge akımına destek çıkıyor. Gardıropların mix and match arzusunu tatmin eden tasarımlar, Los Angeles’ta yeni dönem Paris estetiğine ev sahipliği yapıyor. GÜNDE İKİ DEFA. Nordik bir süpernovanın sonucunda ortaya çıkan Hay diş fırçası serisi, Norveçli tasarımcı Andreas Engesvik’in tasarım estetiğini Danimarkalı tasarım evinin kurallarıyla buluşturuyor. Curaprox’un çifte renk kullanımını farklı bir boyuta taşıyan tasarım, pembe, lacivert, yeşil, sarı ve beyaz renk seçenekleriyle geliyor ve renk paleti pastel tonlarda seyrediyor. Üretimini Norveçli dış bakım markası Jordan’ın üstlendiği tasarımlar, sabah ritüelinizi canlandırmak için hazırda bekliyor. 151
Begüm Cemiloğlu ve Ekin Varon, Rhode Island School of Design’da kesişen yollarında ilişkilerini pekiştirerek kendi tasarım ofislerini kuruyorlar. Farklı doğal malzeme türlerini barındıran 15West tasarımlarının kendine özgü dokusu, el yapımı olmasından kaynaklı. Bunun yanında fonksiyonelliğe de atıfta bulunmayı ihmal etmiyorlar.
Hazırlayan:
Selin Ünüvar Fotoğraflar:
Gökhan Polat
152
15WEST
soldan sağa: 1. Cila numunesi 2. Kitap 3. İskarpela 4. Matkap uçları 5. Ampul 6. Tokmak 7. Damga 8. Cetvel 9. Bronz tekerlek 10. Pirinç tekerlek 11. Harf damga 12. Damga süngeri 13. Boya numuneleri 14. Boya kalemleri 15. Deri kartelası 16. Boya numuneleri 17. Kazıyıcı 18. Havşa baş vida 19. Aydınger rulo 20. Cila numunesi 21. Bakır ve pirinç numuneleri 22. Cetvel 23. Metre 24. El testeresi 25. Japon el testeresi 26. İşkence aleti 27. Boya numunesi 28. Elektrik bandı 29. Boya numunesi 30. Metal örgü 31. Kartpostal 32. Anahtarlık 33. Cila numunesi 34. Tükenmez kalem 35. Kurşun kalem 36. Kerpeten 37. Ral renk kartelası 38. Matkap uçları 39. Doku numunesi 40. Mermer numunesi 41. Kartvizit 42. Taş numunesi 43. Pirinç boru numunesi 44. Kanca dübeli 45. Vida 46. Boru numunesi 47. Kartpostal 48. Cila numunesi 49. Pergel 50. Freze bıçağı 51. Testere bıçağı 52. Eskiz defteri 53. Polaroid baskıları 54. Çizim eskizleri 55. Çekiç 56. İşkence aleti 57. Raptiye 58. Ceviz 59. Renkli kalemler 153
180 COFFEE BAKERY 360 3DÖRTGEN 400DERECE 44A 48A LOUNGE 7GR
FERAHFEZA FOTİNİ CAFÉ TAPS TASARIMBOOKSHOP THE HOUSE APART THE HOUSE CAFE THE HOUSE HOTEL TOST BİLDİKLERİM TOUCHDOWN TRIBECA
YASEMİN ÖZERİ YER CAFE YILDIRIM ÖZDEMİR
ALL SPORTS CAFÉ ANTI CAFE ARKA ODA ART NEXT İSTANBUL AŞŞK KAHVE AYI
W İSTANBUL WE WHITE MILL WON
GALATA KAHVEHANESİ GALATA NO:5 GALERİ NON GALERİ ZILBERMAN GALERIST GATETATTOO GEYİK GEZİ İSTANBUL GRAMPERA GRANDMA GRAVITÉ COFFEE
NAAN BAKESHOP NAİF KARAKÖY NAR PERA NARA GALATA HOTEL NESPRESSO BOUTIQUE NOODLE TOWN NORM COFFEE
KABİNE NADİRE KAFİKA KAHVE 6 KAKTÜS KAHVESİ KANTİN KARABATAK KARE SANAT GALERİSİ KARGA KASABIM KİKİ KIRINTI KRONOTROP KULİNATA KULP LE PAIN QUOTIDIEN LEB-İ DERYA LES BENJAMINS LIMONCELLO LOKANTA MAYA LOMOGRAPHY LUCCA LUSH HOTEL LUZIA
ÖKTEM & AYKUT OPS CAFE
JAMIE’S ITALIAN JUNO
ZENCEFİL ZEPLIN PUB & DELICATESSEN
CAFE FİRUZ CAFFÈ NERO CAFE SETUP CAHİDE CASITA ÇEKİRDEK CHERRYBEAN COFFEES ÇOK ÇOK THAI RESTAURANT CORVUS WINE & BITE COS COUPE LUNCH PUB CREMERIA MILANO ESMOD
İSTANBUL MODA AKADEMİSİ
BABYLON BACKHAUS BALKON BALTAZAR BANT MAG. MEKAN BEBEK KAHVE BEBEK KORU KAHVESİ BEJ BEN COFFEE ROASTERS BEYMEN BRASSERIE BIG CHEFS BISANFA BREAD&BUTTER BUTİK BUKA
HAMM HAPPILY EVER AFTER HARDAL HARVARD CAFE HELVETIA HERA HEZARFEN LOKANTASI HILLSIDE CITY CLUB HOMEROOM HÜNKAR
RAFİNERİ RAVOUNA 1906 ROBINSON CRUSOE
MAGNOLIA CULTURE MAHALLE MAKAS MAMA SHELTER RESTAURANT MAMBOCINO COFFEE MANGERIE MANO BURGER MANUEL DELI & COFFEE MAVRA MAYA MENTHA NİŞANTAŞI MIDNIGHT EXPRESS MIDPOINT MİLLİ REASÜRANS SANAT GALERİSİ MINOA MISS PIZZA MIXER MOC İSTANBUL MOMO MONO CAFE & BRASSERIE MONOCHROM MSA MUAF MUHİT MUM’S CAFE MUNCHIES CRÈPES & PANCAKES MÜNFERİT MUSE İSTANBUL
SALOMANJE SALT BEYOĞLU BISTRO SHOPI GO ŞİMDİ CAFE SİMURG KİTABEVİ SMYRNA SNTRL DÜKKAN SODA SOSA SUNDAY COFFEE BAR SUSAM SUSHI EXPRESS SUSHICO SWEDISH COFFEE POINT
DA MARIO RISTORANTE & PIZZERIA DAI PERA DELICATESSEN DELIRIUM DEM DEN CAFE DERIN DESIGN DIVINE VOGUE
OKAFE OPUS3A OTTO
UGLY ULUS 29 UNTER URBAN
QUE TAL
XOXO’nun mekanınıza gönderimi için mail atın: 123@coistanbul.com Sadece standart teslimat ücreti ödeyerek abone olmak için aşağıdaki linke gidin: www.xoxothemag.net/uyelik
PANDORA KİTABEVİ PAPPA CAFE PARISTEXAS PAROLE PATİKA KİTABEVİ PETRA ROASTING CO. PI ARTWORKS PICANTE PIOLA PLUMON POINT HOTEL POP-UP