C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekân Depo Yayıncılık adına sahibi ve yayın yönetmeni Kuyaş Örs yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş Ürer endüstriyel tasarım editörü Elif Esmez peyzaj ve blog yuvası editörü Enise B. Karaçizmeli yardımcı editör Bihter Çelik
DÜŞÜNCE İLE EYLEM ARASINDA KENTLER
reklam müdürü Eda Ünsalan reklam sorumlusu Burcu Hinginar Akıncı okuyucu ilişkileri sorumlusu Biriçim Kalender grafik tasarım Aslıhan Özgen sayfa tasarım ve uygulama Sibel Gündoğdu grafik asistanı Doğukan Bilgin kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu, BEK web tasarımı Ufuk Demirgüç Anıl Dönmez Turgay Tuğsuz kapak fotoğrafı The Seed, İstanbul, 2009 © Cemal Emden basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mahallesi Şair Sokak No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Depo Yayıncılık Hacı İzzet Paşa Sokak Rota 1 Apartmanı 12/2 34427 Gümüşsuyu İstanbul 0212 251 1811 xxi@depo.com.tr genel dağıtım DPP Yerel süreli yayın Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Depo Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz.
Bu ayki XXI, gündemi son dönemlerde sıkça meşgul eden kentler ve sorunlarına odaklanıyor. 4 - 6 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirilen Urban Age Ödülü ve Konferansı, dünya çapındaki metropollerin sosyal durumlara bağlı mekansal ayrışma, ulaştırma, yönetilememe gibi güncel sorunlarına odaklandı. Büyüklükleri ve yaşadıkları sorunlar benzer olan bu metropollerden bir ağ kurmayı hedefleyen Urban Age'in İstanbul ayağı kapsamında verdiği ödülü ise Edirnekapı'da farklı etnik gruplardan gelen ilköğretim çocuklarının çok sesli müzik eğitimi almaları için çevredeki üç okulun bodrum katlarının müzik sınıflarına dönüştürüldüğü Barış için Müzik projesi kazandı. Projenin tek bir kişinin -Mehmet Selim Baki- kişisel çabalarıyla hayata geçirildiği ve sürdürüldüğü ve o bölgedeki 250 çocuğun ve ailelerinin hayatlarına nüfuz ettiği düşünüldüğünde bunun çok “büyük” bir proje olduğu hemen fark ediliyor. Jüri üyelerinden biri olan ve iki gün boyunca konferansları izleyen Behiç Ak ile yaptığımız söyleşi de böylesi küçük müdahalelerle gerçekleştirilen büyük projelerin kentlerdeki gecekondulaşma ve sınıf ayrımına bir çözüm üretebileceği fikrine odaklanıyordu. Ana odağına İstanbul'dan ziyade kentleri oturtan konferanstaki konuşmacıların bir kısmı kent yönetimlerinde aktif olarak çalışmış, yani pratikten gelenlerken diğer kısmı kent konusuna teori çerçevesinden bakanlardı. Bu iki grubun kente bakışındaki farklılığın net bir şekilde okunuyor olması, teori ile pratik arasındaki sınırları bir kez daha hatırlattı.
Richad Rogers ile yaptığımız söyleşi de bu sınırda gezindi. Yedi yıl boyunca Londra Valisi Ken Livingstone'a mimarlık danışmanlığı yapmış olan Rogers, politik olmanın bir mimar hatta bir kentli için kaçınılmaz olduğunu söyleyerek kamusal alanın düzenlenişinde mimarların sorumluluğunun yüksek olduğunu belirtti. Kamusal alanı, tıpkı su gibi bir insan hakkı olarak gören Rogers, kamusal sorumluluk ile özel sektörün hırslarının dengelenmesi gerektiğini vurguladı, bunun için de asıl sorumluluğu mimarlara yükleyen Rogers, mimarların görmezden geldikleri kentsel problemlerin büyük sonuçlara yol açabileceğini anlattı. Tam da bu noktada Hashim Sarkis'in genellikle görmezden gelinen bir kesim için yaklaşık 10 yıllık bir çabayla tasarladığı Sur'daki Balıkçılar için Konutlar projesine yer veriyor olmak, bu konuların eylem üzerinden konuşulabilmesine olanak tanıyabilir. Balıkçılara iç mekanda sunduğunun yarısı kadar dış mekan kullanımı sunan proje, böylelikle hem proje maliyetlerini düşürüyor hem de balıkçılar ve ailelerine canlı bir ortak yaşam alanı sunuyor. Kimin için tasarlandığını hep aklında tutan ve kurguladığı yaşantıyla kullanıcılarını mutlu etmeyi hedefleyen konutlar, barındırdığı pasif enerji özellikleri ve yüklendiği sosyal misyonla, gerçek anlamda sürdürülebilir.
XXI
köşe yazarları Otto von Busch Delegasyon ve tasarım sürecini moda sistemi içerisinde yeniden tartışan bir moda firarisi ve marangozluk laf ebesidir. 2008 yılında Gothenburg Üniversitesi Uygulamalı Güzel Sanatlar ve Sahne Sanatları Fakültesi'nde doktorasını tamamladı.
katkıda bulunanlar
ARALIK 2009 - XXI 2
katkıcılar
Burcu Yançatarol İTÜ’de Endüstri Ürünleri Tasarımı okudu. Philadelphia’da yüksek lisans eğitimini tamamladı. New York’ta serbest tasarımcı olarak çalıştı. Halen Kadir Has Üniversitesi’nde okutmanlık yapıyor.
Ece Canlı İstanbul Teknik Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü son sınıf öğrencisi. 2007 yılından beri İTÜ Tasarım Kulübü’nde başkanlık görevini sürdürmekte ve çeşitli etkinliklerin organizasyonunu üstleniyor.
Elvin Karana ODTÜ, Endüstri ürünleri tasarımı Bölümü'nden 2002 yılında birincilikle mezun oldu. 2002-2004 yılları arasında, aynı bölümden yüksek lisans derecesini aldı. 2005 yılında Hollanda'nın Delft Teknoloji Üniversitesi'nde başladığı Malzemelerin Anlamları başlıklı doktora çalışmasını, 2009 yılı Mayıs ayında tamamladı. Halen aynı üniversitede yardımcı doçent olarak görev yapıyor.
güncel 8 ÜRETKEN ŞİŞHANE
22 KRİZE EĞİTİM GÖZÜNDEN BAKMAK Son üç yıldır Şişhane bölgesindeki üreticilerle tasarımcıları buluşturarak var olan üretim ağını desteklemek için çalışmalar gerçekleştiren Made in Şişhane projesi, bu yıl da bölgedeki atölyelerle yabancı tasarımcıları bir araya getirdi. Bu işbirliğini proje koordinatörü Aslı Kıyak İngin'den dinledik.
12 KÜÇÜK MÜDAHALELER / otto von busch
Yolları Çatallanan Bahçe
14 Kamusal mekan bİr İnsan hakkıdır
Yedi yıl Londra Valisi’ne mimari danışmanlık yapmış olan ve uzun yıllardır yürütüyor olduğu ofisle birçok önemli projeye imza atmış olan Richard Rogers ile kentler, politika ve ofisinin vardığı konum üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
4. Ulusal Tasarım Kongresi ile eş zamanlı olarak gerçekleştirilen 3. Ulusal Tasarım Öğrencileri Forumu’nda, yedi üniversitenin endüstri tasarımı bölümü öğrencileri, karşılaştıkları yedi önemli sorunu ele aldı.
26 SEZGİSEL OLANA YÖNELİN
Ekim ayında Ariston için tasarladığı Blackline serisi için İstanbul’a gelen Makio Hasuike ile tasarıma bakışı ve beyaz eşya kavramı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
28 KAPLARINA SIĞMAYAN KENTLERE ÇÖZÜMLER
4 Kasım’da verilen Urban Age Ödülü’nü takip eden iki günde kentlerin yoğun olarak tartışıldığı konferanslar izledik. Ödül jürisinde yer alan Behiç Ak ile ödüllerin verildiği projeler ve konferansların genel karakteri üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
ARALIK 2009 - XXI 4
İçİndekİler
32 KAĞITTAN MÜCEVHERLER 16 ÜRÜNÜN YAPI TAŞI: MALZEME
Gelişen bilim ve teknoloji sayesinde, yeni malzemeler, yeni formlar ve yeni tasarımlar kullanıcılarla buluşuyor. Peki ya malzeme ürün tasarımını nasıl etkiliyor?
18 Bedenİn Tabularına Karşı
6-15 Kasım tarihleri arasında gerçekleşen, bu yılki teması “Siborglaştıramadıklarımızdan mısınız?” olan amber’09 Sanat ve Teknoloji Festivali’nin davetlilerinden biri de performans sanatçısı Stelarc’tı. İnsan bedeninin sınırlarını keşfetmeyi amaçlarken teknolojiyi ve tıpı kullanan sanatçıyla Burcu Yançatarol söyleşti.
16 Eylül - 25 Ekim tarihleri arasında Milano Triennale Tasarım Müzesi’nde gerçekleştirilen Gioielli di Carta (Kağıttan Takılar) sergisi hakkında küratörleri Alba Cappellieri ve Bianca Cappello ile sergi, sergide işleri bulunan iki tasarımcı Devran Mursaloğlu ve Ela Cindoruk ile de sergiye dahil olma süreçleri hakkında görüştük.
proje 34 İÇİNDEKİNİN İÇİNDEKİ
50 İÇİNDEN YATAK ÇIKAN kutu
Sakıp Sabancı Müzesi içindeki Nevzat Sayın tasarımı konser salonu The Seed, içindeki sarı çekirdeğiyle geri çekilen ve gizlenen bir yapı. Nevzat Sayın ile bu saklanmışlığı, çekirdeğin biçimini ve yapımını konuştuk.
Orhan Irmak Tasarım tarafından tasarlanan ve ambalaj tasarımı alanında verilen Pentawards Ödülleri’nde bronz ödüle layık görülen Linens’in Arzu Kaprol Home serisi ambalajlarını Orhan Irmak ile görüştük.
ürün 40 ORTAK MEKANLARDA YAŞAM Sur’daki balıkçıların kurduğu kooperatif için Hashim Sarkis’in geliştirdiği konutlar, Lübnan’ın ılıman iklim koşullarının da elvermesi sayesinde sahip olduğu metrekarenin yarısı kadar dış mekan kullanımı önererek canlı bir ortak yaşam tarifliyor.
60 YARATICI İŞYERİ
Philips’in genel müdürlük binasının tasarımında Koleksiyon’un mobilyaları kullanıldı. Ofisteki mobilyalar ve aydınlatma şeması hakkındaki sorularımızı Koleksiyon’dan Contract&Office Pazarlama Müdürü Ayşegül Temel ile Philips Pazarlama İletişimi Müdürü Melda Meram yanıtladı.
İçİndekİler
52 ürün haberlerİ
ARALIK 2009 - XXI 6
46 KARBONSUZLAŞAN MİMARİ
Finlandiya’da Low2No bölgesi için açılan konut yarışması, mimari üretimdeki aktörlerin iklim değişikliklerine karşı bilinçlerini teşvik etmeyi amaçlıyor. Birincilik ödülünü kazanan Sauerbruch Hutton’un projesi bu anlamda karbonsuzlaşma girişimleriyle dikkat çekiyor.
62 BİLGİSAYAR YAZILIMLARI VE DONANIMLARI dosyası
66 ajanda
Adeko Autodesk Xerox Dassault Epson FGA Mimarlık Medyasoft Sayısal Grafik Sistem 24 Canon
SERGİ - ÜRÜN TASARIMI - İSTANBUL ARALIK 2009 - XXI 8
fotoğraflar: Made in Şişhane Arşivi
ÜRETKEN ŞİŞHANE Son üç yıldır Şişhane bölgesindeki üreticilerle tasarımcıları buluşturarak var olan üretim ağını desteklemek için çalışmalar gerçekleştiren Made in Şişhane projesi, bu yıl da bölgedeki atölyelerle yabancı tasarımcıları bir araya getirdi. Bu işbirliğini proje koordinatörü Aslı Kıyak İngin'den dinledik. Elif Esmez
ee: 2006'da başlayan ve bu yıl ikincisi düzenlenen Made in Şişhane projesinin amaçlarından bahsedebilir misiniz? Aslı Kıyak İngin: Made in Şişhane projesi tek seferlik bir projeden çok adım adım geliştirdiğimiz, Şişhane bölgesinin sürdürülebilir gelişimini ve bölgedeki dönüşümün daha yaratıcı bir şekilde olmasını hedeflediğimiz bir proje. 2006 yılında İstanbul Design Week kapsamında ilkini gerçekleştirdiğimiz etkinliklerde bölgedeki mevcut ağı zaten kullanan tasarımcı, sanatçı ve mimarlarla çalışarak bu ağın görünürlüğünü hedeflemiştik. Sergide ürünler arkalarındaki haritalarla ve
kentte izledikleri rotalarla birlikte aktarılmıştı. Buradaki amaç bölgedeki görünmeyen üretim ağını ve yaratıcı potansiyeli ortaya çıkarmak ve sadece ürünlere odaklanmak yerine onları var eden kentteki üretim süreçlerine, ürünlerin ardındaki hikaye ve rotalara dikkat çekmekti. Projenin ilk adımında bu ağı kullanan tasarımcılarla çalışırken ikincisinde bu ağı hiç bilmeyen ve kullanmamış, hatta başka ülkelerden gelen tasarımcılarla bu çalışmayı gerçekleştirerek bu ağın kullanılabilirliğini test etmek istedik. ee: Şişhane bölgesi nasıl bir potansiyele sahip? aki: Şişhane uzun süre fason ve kopya üretim yapan bir bölge olarak negatif bir imaja sahip oldu. Bölgedeki ağı kullanan hatırı sayılır tasarımcı, mimar ve sanatçı olmasına rağmen bölgeden yaratıcı işlerin çıktığı, çıkabileceği pek bilinmiyordu. Biz de bölgenin saklı kalmış bu potansiyelini
ortaya çıkarmak istedik. Son yıllarda Şişhane’deki üretim Uzakdoğu malları nedeniyle tehdit altına girdi. Aynı zamanda belediye de buradaki küçük üreticileri kent dışına atarak bölgenin turizm odaklı dönüşümünü hedefliyor. Buradaki üretim mirası ve yaratıcılık potansiyeli her yerde görebileceğiniz kafe ve otellerin yapımıyla yok edilecek. Var olan zenginliği ve dinamizmi yok edecek olan bu durum, bölgede büyük bir yoksunluk yaratacak. Bölge, aynı zamanda bir tasarımcı için bir firmaya bağlı kalmadan kendi ürününü üretebileceği ve kendi markasını yaratabileceği bir ortam da sunuyor. Bölgede az sayıda, farklı ve nitelikli ürünün üretimi olanaklı. Bölgedeki küçük üreticinin kent dışına çıkarak ayakta kalması mümkün değil, çünkü var olan bu ağa bağlı yaşıyor ve var olan pazar dinamiklerinden faydalanıyorlar. Bu nedenlerle Made in Şişhane projesi son üç yıldır tasarımcı ve üreticiyi buluşturan etkinlikler
karşı sayfada Dutch Chapel'deki sergiden görünüm
arka sayfada solda üstte ve altta: Hollanda Dış Ticaret Bakanı Frank Heemskerk bölgedeki atölyeleri ziyaret ederken sağda: Proje kapsamında aydınlatma atölyelerinin yanı sıra metal ve ahşap atölyeleriyle de çalışıldı.
SERGİ - ÜRÜN TASARIMI - İSTANBUL
bu sayfada solda: Projede atölyelerle çalışan, Frank Willems, Gerrie Starrenveld, Lara de Greef, Anita Bacic ve Bas van Beek'in tasarımları solda altta: Gerrie Starrenveld tasarımı aydınlatma elemanı altta: Frank Willems tasarımı aydınlatma elemanı
9 XXI - ARALIK 2009
gerçekleştiriyor ve bölgedeki ağı desteklemeye çalışıyor. ee: 2006 yılından bugüne kadarki süreçte Made in Şişhane projesi kapsamında neler gerçekleşti? aki: Bugüne kadar geçen sürede çeşitli etkinlikler gerçekleştirdik. 2008’de Gerrit Rietveld Akademi Tasarım Bölümü ikinci sınıf öğrencileriyle bölgede “Gift to Şişhane” adında hem ürün hem de deneyime dayalı çalışmalar gerçekleştirdik. İTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü, Tasarım Yönetimi Yüksek Lisans öğrencileri ile beraber iki dönem çalıştık. Bölgedeki üretim ağı ve aktörlerinin analizleri yapıldı. Bunun yanı sıra bölgeye gelen Hollandalı genç iş adamları ile çalışmalarımız oldu. Birlikte bölgedeki üretimin alternatifi olarak görülen turizmin aslında bölgedeki üretime rakip değil, destek olabileceği ve birlikte ele alınabileceği vizyonunu geliştirdik. Bu çalışmalar bize bölgenin yerel üretim kapasitesine
ters düşmeyecek alternatif bir turizm anlayışının da olabileceğini gösterdi. Bu anlamda bölgeyi, yaratıcılığa teşvik eden bir deneyim alanı olarak görmek mümkün. Bu yıl yabancı tasarımcıları çağırarak bu vizyonu test etmek istedik. Böylece bölgede hem kısa zamanda ürün üretilebileceğine dikkat çekme hem de bölgeyi hiç tanımayan kişilerin bölgeyle kurabileceği ilişkiyi gözlemleme şansımız oldu. Bizde tasarım - üretim ilişkisi, üniversiteler de dahil, sadece büyük ölçekli sanayi ve KOBİ’lerle olan tasarım ilişkisi olarak görülmekte; Şişhane gibi küçük üretim bölgelerinin tasarım ile kurduğu, kuracağı farklı ve özgün ilişki biçimleri çok fazla dikkate alınmamakta. Bu sebeple, üniversitelerle yapılan işbirlikleri önemli; bu anlamda projenin öğrencilere farklı olasılıkları gösterebilecek bir çalışma olduğunu düşünüyorum.
ee: Projede ağırlıklı olarak Hollandalı tasarımcılar yer alıyor. Bu işbirliği nasıl başladı? aki: 2006 yılında ilk etkinliği yaptığımda Galata Perform, Görünürlük Projesi kapsamında beni davet etmişti. O projede yer alan ve o sıralarda Büyük Hendek Caddesi'ndeki aydınlatma firmalarıyla projeler yapan Hollandalı sanatçı Teike T. Asselbergs ile tanıştım. O da Made in Şişhane projesinde olduğu gibi tasarımın sosyal ve ekonomik yönüyle ilgileniyordu ve böylece birlikte çalışmaya başladık. Proje, bu yıl yabancı tasarımcılarla çalışmayı hedeflemişti; çoğunluğun Hollandalı tasarımcı olmasında Teike’nin etkisi çoktur. Aynı zamanda proje bu yıl Hollanda Başkonsolosluğu tarafından da desteklendi. Projenin hem ticareti hem de kültürü kapsayan arakesitte yer alması nedeniyle, ilk defa konsolosluğun kültür ve ticaret bölümleri birleşerek bir projeye destekte bulundu. Projenin en ilginç
yanı ise Hollanda Dış Ticaret Bakanı Frank Heemskerk’in Şişhane'deki atölyeleri gezmesi ve serginin açılışını gerçekleştirmesiydi. Böylece bölgenin yaratıcı potansiyeline uluslararası ölçekte ışık tutuldu. Hollanda ve Avrupa’nın diğer kentleri üretimlerin ülke dışına, Uzakdoğu'ya kaymasıyla İstanbul’daki gibi kent içi küçük üretimi ve bunun yaratıcı disiplinlere sağlayacağı fırsatları da yitirmiş oldular. Bu kentler tekrar bu tür atölyelerin açılmasını desteklemeye başladı. Var olan atölyelerin de sayıları az ve aralarında büyük mesafeler var. Şişhane’deki gibi çok çeşitli, çok sayıda ve birbirine yakın mesafede bu tür atölyeler ve üretim ağları yok. İstanbul’daki bu tür küçük üretim bölgeleri yabancı tasarımcılar, sanatçılar için bir çekim noktası oluşturuyor. Avrupa'ya hem coğrafi olarak hem de anlayış olarak yakın olmamız da bu çekimi güçlendiriyor. Ayrıca Uzakdoğu firmalarıyla az sayıda
SERGİ - ÜRÜN TASARIMI - İSTANBUL ARALIK 2009 - XXI 10
üretim yapmak olanaklı değilken, bizde az sayıda nitelikli ve farklı üretimi gerçekleştirebilecek atölyeler mevcut. Bu da tasarımcılara cazip geliyor. Hollanda Bakanı da bölgenin bu özelliklerine dikkat çekerek işbirliğine devam etmek istediklerini söyledi. ee: Tasarımcı - atölye dağılımı neye göre gerçekleştirildi? aki: Gelen tasarımcılara ilk olarak Şişhane'den, geçmişinden, mevcut ağdan ve bu projenin amaçlarından bahsettik. Zaten bu konularla ilgilenen ve bu alanlarda üretim yapmak isteyen kişilerdi. Tasarımcılara atölyeleri gezdirdikten sonra oturup konuştuk; bölgedeki çeşitlilik ve dinamizm karşısında şaşırmış ve heyecanlanmışlardı. Bir hafta gibi kısa süreleri vardı. Önce çalışacakları ana atölyeyi belirlediler ve oradan yola çıkarak başka atölyelerle de bağlantıları oldu. Ustalarla diyalogda tasarımcılara çevirmenlik yaparak destek olduk. Fakat tasarım ve üretimin ortak bir dile
sahip olması onların kendi aralarında anlaşmalarını da sağladı. Üretilen ürünler yurtdışında da satılmaya devam edecek, biz de onlardan Made in Şişhane logosunu kullanmalarını istiyoruz. Bu, bölgenin uluslararası ölçekte bilinirliğini ve bir anlamda marka olmasını sağlayacak. ee: Sergiyi gezerken o atölyelerden bir ustayla karşılaştım. Çocuklarıyla birlikte sergiyi görmeye gelmişti. Hem videoda hem de sergide ortaya çıkan işleri gösterip anlatıyordu. Bu aslında ustalar açısından da yeni ve farklı bir çalışma olsa gerek. aki: Bu ustaların hepsi çok değerli ve tabi ki taşıdıkları bilgiler de çok önemli; desteklenmedikleri sürece, sahip oldukları bilginin de aktarılması olanaklı değil. Çünkü bu işin bir okulu yok ve iş o bilgi aktarıldığı sürece var olacak. Bu tür bölgeler için politika geliştirilmediği sürece bu bilgi ne yazık ki sürdürülebilir olamayacak ve üretim
mirası da yok olacak. Bizim yapmaya çalıştığımız ise bu değerli bilgiyi nasıl geliştirebileceğimizi ve geleceğe taşıyabileceğimizi bunu düşünmek. Böyle kalsın ya da yok olsun demek yerine bu tür bölgeler için geliştirilecek tasarım, üretim ve deneyimin bileşkesinden oluşan sürdürülebilir bir model elde etmek de mümkün. Tasarım ve yeni fikirlerle geldiğimiz sürece o ustalar da kendilerini geliştirecektir. Böylece ustalar da yeni bir pazar elde ettikleri gibi, kendilerini üretim anlamında geliştirebilecekler. ee: Proje sonunda ortaya çıkan tasarımlar nerede sergilendi? Sergi mekanından bahsedebilir misiniz? aki: Sergi Hollanda Konsolosluğu'nun içerisinde yer alan Dutch Chapel'de yapıldı. Bildiğim kadarıyla İstanbul’da kilisede yapılan ilk tasarım sergisiydi ve bu açıdan ilginçti. Tabi kilisenin böyle bir etkinliğe açık olması da önemliydi. Oradaki bütün sıraları kaldırarak mekanı boşalttık, sadece dört tanesini bıraktık
ve ters çevirip sergilemenin bir parçası olarak kullandık. Ürünlerin bu mekanda sergilenmesi de çok etkili oldu. Sergi, konsolosluğun vize bölümü için gelen ziyaretçiler tarafından da gezildi. ee: İlerleyen dönemlerde projeyle ilgili hedeflerinizden bahsedebilir misiniz? aki: Tasarımcılarla ve üniversitelerle işbirliklerine devam etmeyi düşünüyoruz ancak buradaki asıl amacımız Şişhane ile yarışan değil, onu destekleyen bir merkez oluşturabilmek ve bölgedeki ağı desteklemek. Made in Şişhane sadece bir tasarım etkinliği değil içerisinde üretim, turizm, tasarım, kentsel canlandırma ve bölgenin kalkınması gibi birçok farklı bileşeni de kapsıyor. Bölgedeki farklı bir olasılığa işaret ederek yeni bir kapı açıyor. Tabi ki bu proje tek başına tüm bölgenin yaratıcı ve sürdürülebilir gelişimini sağlayamaz; bölgedeki atölyelerin acilen örgütlenmesine ve yeni politikaların hayata geçirilmesine ihtiyaç var.
Yolları Çatallanan Bahçe Birkaç ay önce, Londra'da ekoloji okuması (ecoliteracy - dünya üzerinde yaşamı mümkün kılan doğal sistemleri anlamaya çalışan bir dal) hakkında bir oturuma katıldım. Oturumun çıkış noktası, tasarım okullarının ekoloji okumasını müfredatlarının her seviyesinde ve projesinde temel ilke olarak ele almalarını davet etmekti. Bu etkileyici girişim, konu hakkında bilgi sahibi konuşmacıları, yeşil vakıflardan, üniversitelerden, tasarım ofislerinden ve sivil toplum kuruluşlarından katılımcıları bir araya getirdi. Tartışmaları dinledikçe basit yeşil buyrukların gittikçe daha karmaşıklaşan ve dallanan yollara yayıldığını hissettim, yalnızca farklı yollara açılan değil, aynı zamanda çok farklı geleceklere de giden yollar. Gün boyunca Jorge Luis Borges'in Yolları Çatallanan Bahçe adlı öyküsünü düşündüm.
KÜÇÜK MÜDAHALELER
Deneme, klasik Borges tarzında: Bir casusluk öyküsü, aynı zamanda da kayıp bir antik kitap ve bir labirent hakkında bir masal ki sonunda kitabın kendisinin labirent olduğu açığa çıkıyor. Borges çoğu öyküsünde yaptığı gibi metaforlara başvurmuş; bu öyküde kitabı, bütün olaylar dizisinin, geniş ve çakışan bir ağ örgüsüne dağıldığı sonsuz bir labirent için metafor olarak kullanmış. Borges, antik çağlardaki yazarın “bir keresinde 'bir kitap yazmaktan feragat ediyorum.' başka bir sefer de 'bir labirent inşa etmekten feragat ediyorum.' demiş olduğunu” bildiriyor. Bu iki beyan da aynı anlama geliyor: Doğrusal olmayan anlatıların dallanan yollarında aynı kişi bir patikada düşman olurken, bir diğerinde dost olabilir.
ARALIK 2009 - XXI 12
Bugün, başka bahçelerde aynı tarzda kafa karıştırıcı çelişkiler görebiliyoruz, özellikle de sürdürülebilir ve ekolojik tasarımın yeşil bahçelerinde. Bu noktada "yeşil" felsefe, eyleme geçerken karmaşık ve çoğunlukla çelişkili, biraz bilimsel, biraz ütopik, bazen bir hayli mistik yollara ayrılıyor- bunlar öyle yollar ki biz tasarımcıların bir şekilde üstesinden gelmesi gerekiyor. Aslında, yeşil tasarım daha iyi ve daha çevre dostu bir dünyaya giden tek doğrusal yoldan çok, kafa karışıklığı ve karşıt stratejiler barındıran bir labirent. Bir kişinin bir an dost, bir diğerinde düşman olduğu birkaç örneğe ve bunların eylemlerine temel oluşturan ideolojik tabanlara bakalım.
OTTO VON BUSCH TASARIMCI
“Açık yeşil” yaklaşım, tüketici gücü ve hayat tarzlarındaki tercihlere dayalı bir bakış açısı. Umudu; vatandaşlar ve tüketiciler bireysel olarak sorumluluklarını yerine getirirlerse dünyanın değişeceği, hangi ürünün üretilmesi gerektiğini kolektif bir şekilde belirleyen tüketicilerin hiçbir fedakarlıkta bulunmadan dünyayı daha yeşil bir yere dönüştürebilecekleri yönünde. Bu “açık yeşil” görüşe göre, tasarımın görevi “dünyayı stil yaratarak korumak” tıpkı “yeşilin yeni moda renk” olması gibi;
bunun anlamı tüketicileri daha yeşil estetik ürünler ve daha sürdürülebilir tüketimcilikle etkilemek. “Parlak yeşil” yaklaşım, tasarım için bir sistem düşüncesi rolü biçiyor çünkü toplumun daha derin düzeyde yeniden tasarlanması gerektiğine inanıyor. Burada yeni teknolojiler, sosyal ilişkiler ve politik reformun birbiri içinde eriyerek daha parlak bir gelecek için tasarım düşüncesini başrole yerleştirdiğini görüyoruz. Bu bakış açısına göre, petrolsüz bir gelecekle ya da şiddetli iklim değişikliğiyle karşılaşsak dahi tasarım hayatlarımızı yeniden daha iyi bir şekilde düzenleyecek. Politikacıların ve protestocuların umutsuz kaldığı noktada, tasarımcılar, toplumu her kademesinde ütopik bir yere dönüştürecek daha iyi tasarımlarla gelip günü kurtaracak. “Koyu Yeşil” yaklaşım ise daha az iyimser. Burada, vahim bir çöküş kaçınılmaz ve bunun suçlusu kapitalizm, sanayicilik ve hatta tasarım. Petrol fiyatının ve iklim değişikliğinin tavan yapması; seller, salgın hastalıklar, mülteciler, iç savaşlar ve milyonlarca ölüyle dolu korkunç geleceklere yol açacak ve bu sadece bir başlangıç olacak. Ne politika ne de tasarım bizi kurtarabilir, eğer illa bir şey tasarlayacaksanız; bu, felaket sonrası için bir alet çantası, bir filika ya da uzaklarda bir çiftlik olabilir. Bu yaklaşıma göre, ekolojik tasarım, felaket sonrası hayata eğilecek, basit ve öyle ya da böyle ilkel bir ütopyanın alaycı bir yolla yeniden inşasıyla ilgilenecek. Bu yollarla kesişerek, Geçiş Dönemi Girişimi ve Permakültür gibi akımlar, çıkış noktaları olarak, sosyal ilişkilerle ve yerel çiftçilikle geleceğe dair yeni eylem planları yaratmaya çalışıyor. Burada küçük girişimciler büyük değişimlerin temelini atıyorlar. Bir pazar, yerel bir tohum bankası, bir gübre ve budama kursu kendi içinde bir değişim olabilir. Yine de bazı eleştirmenler böylesi küçük ölçekli girişimlerin genel olarak sürdürülebilir olmayan durumun uygun bir şekilde dönüştürülmesinde etken olamayacağını, dahası resmi politik kanallarda harcanması daha iyi olacak politik enerjiyi harcadığını belirtiyorlar. Permakültür ve diğer yeşil tasarım yollarını daha yakından incelersek, çok klasik bir tasarım yaklaşımı üzerinde temellendiklerini görürüz. Bir yiyecek ormanı ya da iyi yalıtılmış pasif bir ev ya da yeni bir çeşit akıllı gübre yaratmak, yeni şeyler inşa ettiğimiz ve dünyayı sıfırdan yeniden inşa ettiğimiz bir yaklaşımın yansımaları. Bu, genellikle kalabalık şehirlerdense doğaya yakın yerlerde olur. Peki içinde bulunduğumuz dünyayla ilgili ne yapmalıyız? Kentsel merkezlerimiz ve buralarda yaşayan milyonlarca insan için ne yapmalıyız? Yeni nesil yeşil ürünler ya da yeni felaket sonrası filikalar yaratmak kesinlikle dünyayı olumsuz yönde etkileyecektir. Bazı tasarımcılar evlerimize enerji korunumlu alüminyum çerçeveli, üç camlı doğramalar taktırmamızı istiyor; peki ama bu senaryoda gerçekten enerji tasarrufu sağlayabilmemiz için kaç yıl geçmesi
KÜÇÜK MÜDAHALELER 13 XXI - ARALIK 2009
gerekli? Ya üretim süresince tek başına yarım ton atık maddeye sebep olan birkaç yeni yeşil cep telefonu ya da diğer cihazlar için? Yeni bir elektrikli arabanın üretimi ne kadar atık maddeye neden olur? Peki ya yeni eko-eviniz? Ya da felaket sonrası hayatta kalma ekipmanınız? Sonuçta, yeşil tasarımlarımızın çoğunun önerdiği “yeni” bir eşya ve bu düşman olduğu her an anlaşılabilecek bir dost. Peki ya baştan yenisini inşa etmek yerine uyarlama ve güncelleme yöntemi? Eski araçlarımıza uyacak yeşil hibrid motorları ne zaman tasarlayacağız? Ya da evlerimiz için basit yalıtım eklentilerini? Herhangi bir spor salonundaki kondisyon bisikletlerinin çamaşır makinelerini, egzersiz aletlerinin kurutucuları çalıştırarak spor salonunu insan gücüyle işleyen yıkama işletmelerine dönüştürdüğünü görmeyi çok isterim. Yeni yıkanmış çamaşırlarınız için sağlıklı bir antreman. Bütün bu küçük eklentiler yenisini üretmeyecek, eskisini daha yeşil bir biçimde bağlayacak ve harekete geçirecek. Büyük ihtimalle tasarım dergilerinde ya da parıltılı yeşil tasarım kitaplarında çok güzel görünmeyecekler ama iyiye doğru değişim için elimizdeki altyapı ve ekipmanla yapılan gerçekçi bir adım sunabilirler. Çok basit bir tasarım, belki ilkel bir çözüm olmayacak ama günümüzün karmaşık toplumlarını farklı bir biçimde çekip çevirecek.
Yeşil labirenti, kesinlikle çatallanan yollardan oluşan bir bahçe, içinde izlenebilecek bir sürü paralel patika bulunan. Bunların bazıları kinik ve araçsız, bazılarıysa daha etik ve yapıcı. Labirentin içinde bir yere ulaşmak için yapmamız gereken, bir ayağınızı çimlerin köklerinde tutarken diğeriyle ilerlemek, bir yandan da kolektif ve politik eylemleri planlayabilmek için daha yukarıdan bakmak. Bu iki bakış açısı arasında bir bağlantıya ihtiyacımız olduğu kesin ve tasarım bize bu konuda yardımcı olabilir. Ama tasarım yalnızca yeni parıltılı nesneler, marifetli küçük aletler ya da evler üretmeye dayalı olmamalı; tasarımcıları sıkıcı güncellemeler yapmaları için de teşvik etmeliyiz. Eğer biz düşmanlarımızı dosta çevirmek istiyorsak, tasarımlarımız da aynı zamanda hem kitaplar hem de labirentler olmalı.
Los Angeles'taki Getty Enstitüsü'nün labirent bahçesi; fotoğraf: TiffyALee
SÖYLEŞİ - MİMARLIK ARALIK 2009 - XXI 14
Kamusal mekan bİr İnsan hakkıdır Yedi yıl Londra Valisi'ne mimari danışmanlık yapmış olan ve uzun yıllardır yürütüyor olduğu ofisle birçok önemli projeye imza atmış olan Richard Rogers ile kentler, politika ve ofisinin vardığı konum üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Hülya Ertaş
he: 2001 ile 2008 yılları arasında Londra Valisi Ken Livingston'ın mimari danışmanlığı görevini yürüttünüz. Politika ve mimarlık arasındaki ilişki hakkında ne düşünüyorsunuz? Rıchard Rogers: Eğer mimarsanız politikadan kaçamazsınız. Öncelikle bir bina yaparken uymanız gereken yasalar ve yönetmelikler var ki onlar politik kararlarla alınıyor. İkincisi bir kentli olarak politik söylem açısından topluma karşı sorumluluklarınız var. Bu politikacı olmanız gerektiği anlamına gelmiyor ama fikirlerinizi savunmanız ve politikaya katılmanız anlamına geliyor. Bir sürü insan politikada söz hakkına sahip olmak için öldü, bence bu hakkı kullanmamak yazık olur. Oy kullanmak zorunda olduğunuzu
söylemiyorum, oy kullanmamak da bir amaca hizmet edebilir. Kamusal alan politik bir argüman. Kamusal sorumluluk ile özel yatırımın hırsının dengelenmesi gerek. Eğer kamusal bir yatırım yapılacaksa en az maliyetle işi tamamlamak istiyorlar, diğer yandan özel yatırımlarsa yalnızca binaların içinde çalışan ya da yaşayan kişiler göz önünde bulundurularak yapılıyor. Oysa bir mimarın o binanın yanından geçenleri de düşünme sorumluluğu var. Kamusal mekan bir insan hakkıdır, tıpkı su gibi. Herkesin iyi bir meydana, pencerelerinden ağaçları görmeye, kapısının önündeki bankta oturmaya, üç dakikalık bir yürüyüş mesafesinde küçük de olsa bir yeşil alana ulaşmaya hakkı var. Bunlar ayrıntılarıyla planlanabilir. Bunların yalnızca mimari kararlar olduğunu düşünmüyorum, bunlar aynı zamanda
politik kararlar. Yerel yöneticilerin bu konularını gündeme getirmeleri ve mimarların bu konuyu tartışmaları lazım. Pratikte mimarların yaptıkları her şey politik. Örneğin gecekondulara bakıldığında onların çok kötü koşullarda olduğunu görürsünüz. Mimarlar olarak "Bizler gecekondular üzerine çalışmayız, dolayısıyla onları görmezden geliriz." demenin hiçbir faydası yok. En nihayetinde o gecekondularda yaşayanlar kötü koşullardan ötürü öfkelenebilir ve o mimarların tasarladıkları binaları yakıp yıkabilir. İster vali, ister planlama departmanında çalışan bir mimar olun her durumda politik bir konumda olursunuz. Bir dergi de politik bir söylemdir, sadece içindeki güzel resimlerden ibaret değildir. Dergi yapmak, onu okuyan insanları fikirlerin doğrultusunda yönlendirmek ya da onlara fikirlerini aktarmaktır.
bu sayfada solda ve solda altta: Oxley Park Konutları, fotoğraflar: Katsuhisa Kida, © Katsuhisa Kida altta: Maggie's Centre, fotoğraf: Richard Bryant, © Richard Bryant/arcaid.co.uk
SÖYLEŞİ - MİMARLIK
karşı sayfada solda üstte: One Hyde Park, imaj: John MacLean, © Hayes Davidson solda altta ve sağda: 300 New Jersey, fotoğraf: Katsuhisa Kida, © Katsuhisa Kida
15 XXI - ARALIK 2009
Yazdıklarınız her ne kadar nesnel olsa da, yazmayı seçtikleriniz dergiyi politik kılar. he: Sizin de bir konuşma yapmak üzere İstanbul'da bulunduğunuz Urban Age konferanslarının politika ve kent arasındaki ilişki üzerine süren tartışmaya ne gibi katkıları olduğunu düşünüyorsunuz? rr: Bence kentlerin önemli olduğunu vurgulayan önemli adımlardan biri. İnsanların yarısından fazlası kentlerde yaşıyor. Kentler krizlerin olduğu yerler. Dünyayı en çok kirleten yerler kentler ama aynı zamanda en sürdürülebilir olan yerler de onlar. Amerika'da yapılmış olan bir çalışmaya göre kent içindeki eski bir ev, kent dışındaki ileri teknolojili bir evden daha sürdürülebilir. Çünkü ulaşım önemli bir konu. Ulaşım dediğiniz zaman arabalar, yol yapımı ve zaman kaybı işin içine giriyor. Bu çalışma banliyöde yaşamanın daha sürdürülebilir
olmadığını göz önüne serdi. Asla kent dışında yaşanmasın demiyorum, o kadar katı olmak istemem, ama çok özel nedenler olmadıkça kent sınırları dışında bina yapılmamalı. he: Kentlerde güç kimin elinde? rr: Kentlerdeki sorun bir güç sorunu değil, gücün eksikliği sorunu. Güce sahip olan ama kötü bilgilendirilmiş birçok insan var. Yine de gelinen şu noktada, kentlerle ilgili bazı şeyler bildiğimizi düşünüyorum. Çözümler bulmamıza az kaldı, çünkü soruların yanıtlarını biliyoruz, ne yapılması gerektiğini de. he: Siz “high-tech” binalarınızla tanındınız. Zaman içinde ofisinizin gelişimi hakkında ne düşünüyorsunuz? rr: Bunu "high tech"ten ziyade uygun teknolojiyle yapılmış olarak düşünmeyi tercih ediyorum. Tabi ki herkesin geliştirdiği bir stili oldu. Üzerinde çalıştığım binaların yapım dillerini
ifade etmeyi seviyorum. Bunu da çelik gibi hem hoş görünen hem de sağlam malzemelerle yapmak daha kolay. Bir araya gelen hafif malzemelerle, parçalarını ve birleşimlerini net olarak görebildiğiniz ve ölçek veren elemanlar kullanarak bir mimari dil oluşturdum. Oluşturduk demeliyim, çünkü bir takım olarak çalışıyoruz. Örneğin Barajas Havaalanı projesinde ahşabı strüktürel olarak kullanmayı öğrendik, hiçbir zaman çok geç değil. Mimari kısmen nesnel bir iş ve insanlar neden renk kullandığımı soruyorlar. Öncelikle renkleri seviyorum, dahası renkler mutluluk, hüzün gibi duyguları ifade etmenin yollarından biri. Örneğin Pompidou Center bir kültür merkezi, dolayısıyla bir eğlence sarayı, bir renk cümbüşü olmalıydı. Llyods Sigorta binası ise örneğin aslen bir İngiliz iş kulübü gibi; renk kullanımı pek de uygun olmayacağından çelik kullandık. Yeni tamamlanan Maggie's Center
kanser rehabilitasyon merkeziyse çok çirkin bir sokakta konumlanıyor ve oraya gelenlerin %90'ı kanser hastası. Bunları göz önünde bulundurarak hem sokağın renklenmesi hem de hastaların neşelenmesi için kırmızı bir bina yaptık. he: Mimarlık eğitimi hakkında ne düşünüyorsunuz? rr: Vali danışmanlığı görevimin çok zaman alması nedeniyle okulu bırakmak zorunda kaldım. Ama bence bir mimar olarak eğitim almışsanız ve politika ya da ticaretle uğraşmayı seçmiş olsanız da her halükarda mimarlık bir zihin egzersizi olarak faydalıdır. Çok geniş bir eğitim mimarlık eğitimi ve bence bu iyi bir şey. Mimarlık eğitimi almış olup da sizin gibi dergilerde çalışıp yazı yazanlar, tamir yapmakta usta olanlar, politikacılarla aynı masaya oturup planları tartışanlar ya da küresel veya çevresel konularda fikir üreten başarılı insanlar var.
ARALIK 2009 - XXI 16
Anlam Yaratan Malzemeler
sağda: Dokunsal deneyime yönelik tasarlanan oturma elemanlarından Campana Brothers tasarımı Vermelha en sağda: Foersom & Hiort-Lorenzen tasarımı Blow Lounge Chair altta: çaydanlık örnekleri en alt sırada solda: i-Pod ve Joshua Driggs tasarımı ahşap i-Pod en alt sırada ortada: Dominic Bromley'in
Scabetti firması için tasarladığı Cibola Pendant: Shallot tasarımı en alt sırada sağda: Elvin Karana'nın “Meanings of Materials” adlı kitabı (Yazıda kullanılan görseller ve değinilen konular, Elvin Karana'nın “Meanings of Materials” adlı kitabından alınmıştır. Kitabı edinmek isteyenler, yazarın elektronik posta adresinden yazara ulaşabilirler.)
ÜRÜNÜN YAPI TAŞI: MALZEME Gelişen bilim ve teknoloji sayesinde, yeni malzemeler, yeni formlar ve yeni tasarımlar kullanıcılarla buluşuyor. Peki ya malzeme ürün tasarımını nasıl etkiliyor? Elvin Karana
Ürünlerin talep ettiği pek çok “fiziksel” özellik malzemeler tarafından karşılanabilir; örneğin bir çaydanlık tasarımında, çaydanlık sapı için ısıyı iletmeyen bir malzemenin kullanımı talep edilir ki bu malzemenin “teknik” ya da “fiziksel” özelliğiyle ilgilidir. Ancak, ürün tasarımında malzemenin etkisi, malzemenin fiziksel özellikleri ile sınırlı değil. Malzeme bir ürünün ait olduğu dönemi ya da tasarım akımını, kullanıcı grubunu ya da bir kültürü yansıtabilir. Gelişen bilim ve teknoloji, ürün tasarımında kullanılan malzemelerin ve üretim tekniklerinin çeşitliliğini ve doğasını olumlu yönde etkiledi. Yeni malzemeler, yeni formlar ve yeni tasarımlarla kullanıcıyla buluştu. “Malzeme” ürün tasarımını nasıl etkiler? Malzemenin ürün-kullanıcı ilişkisindeki rolü nedir?
Malzeme “duyuları” uyarır/tatmin eder
Günümüz tasarımında, tasarımcıların kullandığı önemli stratejilerden biri de “duyulara yönelik” ya da “duyuları tatmin eden” ürünler yaratmak. Malzeme, ürünün yapı maddesi, içeriği, dokunduğumuz, hissettiğimiz ve birebir etkileştiğimiz ürünün yapı taşıdır. Örneğin, yarı saydam seramik bir aydınlatma elemanından yayılan ışık, bizi bakmaya, yaratılan görsel oyunu keşfetmeye; ya da bir cep telefonunun pürüzsüz yüzeyi, bizi dokunmaya, ürünün sıcaklığını, soğukluğunu ve pürüzsüz yapısını hissetmeye teşvik eder. Tasarım tarihinde, duyulara yönelik tasarımın en önemli örneklerine, kullanıcının tüm bedeniyle temas eden sandalyelerin ve diğer oturma elemanlarının tasarımında rastlanır. Günümüzde halen bu konuda zengin örnekler verilmeye devam ediliyor.
“plastik”, toplumları “ağır” ürünlerden “hafif” ürünlere yönlendirmiş ve kaynaklarda “kullan-at toplumu” (Dormer, 1990) olarak adlandırılan bir olguyu günlük yaşama getirmiştir. Şüphesiz her malzemenin bir yaşam süreci var ve bizler de bu süreçte malzemelere değişik anlamlar yükledik, yüklemeye de devam etmekteyiz. Hatta bazı ürünlerde, “anlam” bilgisi, fiziksel işlevin önüne geçerek, tasarımcının malzeme seçimini etkileyen en önemli unsurlardan biri olabilmekte. Ahşap i-Pod, bu konuyu açıklamak için verilebilecek iyi örneklerden biri. Tasarımcısı Joshua Driggs, kendisiyle yapılan bir söyleşide, malzeme seçiminin kesinlikle fiziksel fonksiyonu destekleyici yönde olmadığını belirtti. Peki “Neden ahşap i-Pod?” sorusunun cevabını ise sizlere bırakıyorum... Bu dizi, sizlerle malzemenin ürün ve kullanıcı
Malzeme “anlam” yaratır
ilişkisindeki önemini, yeni malzemeleri,
Yine tasarım tarihine bakıldığında görülür ki, yeni malzemeler yeni ürünleri, yeni ürünler yeni yaşam şekillerini, yeni ritüelleri ve yeni deneyimleri doğurmuştur. Örneğin,
günümüzde önemle üzerinde durulan “malzeme ile ilgili konuları”, malzemenin yarattığı anlamları ve duyguları paylaşacağım bir dizi olacak. Yorumlarınız, önerileriniz ve sorularınız için: e.karana@tudelft.nl
SÖYLEŞİ - PERFORMANS SANATLARI
görseller: Stelarc arşivi
Bedenİn Tabularına Karşı 6-15 Kasım tarihleri arasında gerçekleşen, bu yılki teması “Siborglaştıramadıklarımızdan mısınız?” olan amber'09 Sanat ve Teknoloji Festivali’nin davetlilerinden biri de performans sanatçısı Stelarc'tı. İnsan bedeninin sınırlarını keşfetmeyi amaçlarken teknolojiyi ve tıpı kullanan sanatçıyla Burcu Yançatarol söyleşti.
ARALIK 2009 - XXI 18
Burcu Yançatarol
Geçtiğimiz aylarda Kurye Uluslararası Video Festivali’nin onur konuğu olarak İstanbul’a gelen Güney KıbrısAvustralyalı performans sanatçısı Stelarc, amber'09 festivaline “Kadavra, Komatoz ve Chimera: Avatarların Organları Yoktur” başlıklı konuşması ve festival mekanlarından biri olan Yerebatan Sarnıcı’nda sergilenen Protez Kafa (The Prosthetic Head) adlı etkileşimli yerleştirmesiyle katıldı. İnsan vücudunun yetersiz donanımlı ve sonlu olduğu eleştirisinden yola çıkarak bedenin çoğalma, farklı düzlemlerde var olma ve işlevselleşebilme olasılıklarını sorgulayan Stelarc, bedeni değiştirilebilir, modifiye edilebilir, paylaşılabilir, bölünebilir ve en önemlisi yeniden tasarlanabilir bir yapı olarak ele alıyor. Stelarc’ın işlerinde benlik ve beden arasındaki metafizik bağlar, kültürel şartlanmalar, dini tabular
teknolojinin yarattığı tarafsız bölgede kopuyor. Çoğunlukla kendi bedeni üzerinde deneyler yapan Stelarc, bedenin protez, teknoloji, elektronik medya, robotik, medikal uygulamalar ve genetik bilimi yardımıyla derinin sınırladığı iç boşluğunun dışına nasıl çıkabileceğini tartışan bir siborg aslında. Gündeminde insan ırkının ıslah edilmesi gibi ütopik bir proje değil, olasılıkların ve potansiyellerin tartışılması var. by: Konuşmanızda, “alternatif anatomik mimari”den bahsettiniz. Alternatif bir anatomik mimariye neden ihtiyaç duyalım? Protezin bu mimarideki rolü nedir? Stelarc: Alternatif bir anatomik mimari önermek vücudu sorunsallaştırmanın ve kendi biyolojik evriminin ötesine giden bir vücut fikrinin parçası. Bu kavramın gündeminde ne insan ırkının iyileştirilmesi ne de sadece bedenin performansının arttırılması var. Alternatif anatomik mimari, bedeni fizyolojik, mekanik ve sanal olarak farklı ve beklenmedik şekillerde düşünmeyi ve kurgulamayı amaçlar: Üçüncü El
(The Third Hand), Uzayan Kol (The Extended Arm), Sanal Kol (Virtual Arm), altı ayaklı yürüyen Dış İskelet (The Exeskeleton) ve Protez Kafa (The Prosthetic Head) gibi işlerimin hepsi insan vücudunun alternatif operasyon ve uzama biçimlerine yol veren protez çoğalmalardır. Bu eklemeler kaybın belirtileri değil, aşırılığın göstergeleri. Teknoloji yayıldıkça mikro düzeyde minyatürleşiyor; cismen ve ölçek olarak biyo-uyumlu hale gelerek insan vücuduna yerleştirilebiliyor. Bu anlamda protez, mekanik olmak zorunda değil. Yumuşak protez hatta sanal protez bile olabilir. Bence bugün insan vücudu, korsan olarak değiştirilmeye, çoğaltılmaya ve umuyorum ki tekrar tasarlanmaya açık. Vücudun mevcut biyolojik durumunu kabul etmemeliyiz. İnsan-sonrası varlık, karışık gerçekliklerle bir arada sorunsuzca yaşayan biyolojik, sanal ve mekanik sistemlerin bir hibridi olacaktır. Kalp atışı olan, nefes alan, hareket eden ve tüketen insan vücudu zamanla geriler ve sonunda ölür. Vücudu daha sağlam ve güvenilir hale getirmek ve
giriş sayfasında Skin for Prosthetic Head (Protez Kafa için Deri); San Francisco, Melbourne 2002, görsel: Barrett Fox
bu sayfada altta: Ear on Arm (Koldaki Kulak); Londra, Los Angeles, Melbourne 2006, fotoğraf: Nina Sellars solda: Exoskeleton (Dış İskelet); Cankarjev Dom, Lubyana 2003, fotoğraf: Igor Skafar solda altta: Prosthetic Head (Protez Kafa); San Francisco, Melbourne 2002, görsel: Barrett Fox
SÖYLEŞİ - PERFORMANS SANATLARI 19 XXI - ARALIK 2009
içine nakledilen unsurları daha iyi bir barındırabilir hale getirmek için ve onu boşaltmalı, sağlamlaştırmalı ve suyunu azaltmalıyız. Vücudun teknolojileriyle daha uyumlu hale gelebilmesi için tekrar tasarlanması, metalle etin birbiriyle uyuşması gerekir. by: Anlattığınız yeni beden mimarisine doğru, vücudun parçaları insan-sonrası terminolojisinin metaforları haline geldi. Fraktal beden, hayalet beden ve sıvı-benlik kavramları nedir? s: Kadavra, komatoz (bilinçsiz, komadaki varlık) ve kimera (chimerakendi vücudunda başka bir canlıya ait maddeler barındıran varlık) çağında, bedenin dolaşımda olduğu bir çağda yaşıyoruz. Bugün benim bedenimde dolaşan kan, yarın sizin bedeninizde dolaşabiliyor. Organlar değiş-tokuş edilebiliyor. Bir kadavradan alınan uzuvlar bir canlının bedenine bağlanıp tekrar hareketlenebiliyor. Kimeralar tüpler içerisinde inşa ediliyor. Bir kadavra, plastinasyon* yöntemiyle süresiz korunabilirken, komatoz bir beden teknolojik yaşam destek ünitesinde süresiz olarak yaşatılabiliyor.
Kriyojenik olarak (dondurularak) korunan bedenler gelecekte bir gün tekrar canlanabilmek için bekliyorlar. Ölü, ölüye-yakın, henüz doğmamış ve kısmen yaşayan, eş zamanlı olarak varlığını sürdürüyor. İçinde yaşadığımız çağ aynı zamanda fraktal bedenin ve hayalet bedenin çağıdır. Fraktal bedenden kastım, mekansal olarak ayrılan beden ve beden parçalarının elektronik olarak birbirine yeniden bağlanması ve farklı ölçeklerde yinelenen örüntülerle etkileşmesidir. Hayalet bedenle kastettiğim ise dokunma duyusunun internette gittikçe yaygınlaşmasıyla, uzak vücutlar arasında daha fiziksel buradalıklar yaratabilecek olmamızdır. Benliğe gelince, bedenin teknolojinin yardımıyla genişleyen bir işleyiş sistemi haline gelmesi, benliğin uzamasına neden olur. Varlık derinin belirlediği sınırların ve yerel mekanın ötesinde deneyimlenir. Asıl önemli olan bedenin hareketliliği değil bağlanabilirliği; kimliği değil etkileşimliliğidir.
s: İnsan-sonrası olmak yabancı, öteki haline gelmektir. İnsan-sonrası, alternatif anatomileri ve olasılıkları barındıran bir kimeradır. Genetik yapısı nakil yoluyla değişmiş varlıklar ve hibrid sistemler beklenmedik eşleşmeler ve işbirlikleri yaratabilir.
by: İnsan-sonrası varlıktan sıkça bahsediyorsunuz.
by: Her biyolojik varlık teknolojinin istilasına aynı biçimde mi tepki
by: Avatarlar da insan-sonrası varlıklar mıdır? Organları olmadığına göre avatarlar ne şekilde bilinci ve bedenin performansını genişletiyorlar? s: İnsan-sonrasının ikamet alanı insan bedeni ya da makine değil, elektronik mecralar ve internette varlığını sürdürülen akıllı ve eylemsel oluşumlar olabilir. Bedenler ve makineler yer çekimsel alanda ağırlık ve sürtünmeyle işlev gördükleri için hantallar. Avatarları ise biz kendimiz inşa edebiliriz. Second Life, örneğin, telematik etkileşimin gerçekleştiği ikinci bir deri olabilir. Avatarlar elektronik mecralarda bedene göre daha hızlı ve kolay hareket ederler, çünkü organları yoktur.
verir? İnsan-sonrası ilerlemede standartlaşmadan bahsedebilir miyiz? s: Aslında, teknolojik unsurlar madde ve ölçek bazında giderek biyo uyumlu hale geliyor. Bu da teknolojinin sadece beden üzerinde değil bedenin içerisinde de kabul edilebileceği anlamına geliyor. Diğer bir deyişle, vücudun teknolojiye (eğer küçük ve sterilse) karşı herhangi bir bağışıklık tepkisi gösterdiği ya da yerleştirilen bileşenleri reddettiği söylenemez. Nano ölçekte, sensörler ve robotlar hücreler arası ve hücre içi boşlukları gözleyip araştırabiliyor. Asıl konu standardizasyondan ziyade daha iyi bir dahili gözetleme sistemine duyulan ihtiyaç. Şimdiki haliyle insan vücudu, patolojik bir durumun varlığını haber verecek dahili bir uyarı ve alarm sisteminden yoksun, yetersiz bir tasarımdır. by: Performanslarınız internet ve teknolojiyi kullanarak bağlanabilirlik yoluyla yeni varoluş biçimlerine işaret ediyor. ‘’Vücudun kendisi olma” kavramını nasıl açıklıyorsunuz? s: Vücut fiziksel, görüngüsel, işlemsel ve etkileşen bir varlıktır. “Vücudun
ARALIK 2009 - XXI 20
SÖYLEŞİ - PERFORMANS SANATLARI
bu sayfada üstte solda: Stomach Sculpture (Mide Heykeli); 5. Avustralya Heykel Trienali, NGV Melbourne 1993, diyagram: Stelarc üstte sağda: Spin Suspension (Askıda Dönme); Artspace, Nishinomiya 1987, fotoğraf: Helmut Steinhausser altta solda: Stomach Sculpture (Mide Heykeli); 5. Avustralya Heykel Trienali, NGV Melbourne 1993, fotoğraf: Anthony Figallo altta sağda: Handswriting (El Yazısı - üç elle eşzamanlı sözcük yazımı), Maki Gallery, Tokyo 1982, fotoğraf: Keisuke Oki
kendisi olmak” diğer vücutlarla iletişime geçmek ve işbirliği yapmak demek. Asıl önemli olan bu ya da şu vücudun içerisinde ne olduğu değil, iletişim kurduğumuz dilde, varlığımızı sürdürdüğümüz sosyal kurumlarda ve şartlandığımız kültürlerde -bu anlamda insanlık tarihinin bir bölümünde- vücutlar arasında ne olup bittiği. Vücut teknolojik bir ortamda farklı yerlerdeki insanlar için bir internet portalı haline gelebilir. Vücut ve parçaları kamuya açık hale gelebilir, ele geçirilebilir. Fraktal Beden, farklı yerlerdeki insanların vücuda ulaşabildiği ve onu kareografik olarak hareket ettirebildiği bir performanstı. Paris’teki Pompidou Center’da, Helsinki’deki Media Lab’da ve Amsterdam’daki konferansta bulunan insanlar, Lüksemburg’da konumlanan bir vücudu istemsiz olarak hareket ettirmeye programlı bir dokunmatik ekran vasıtasıyla kumanda edebiliyorlardı. Bu gibi performansların gerçekleşmesinde internet bir çeşit harici sinir sistemi olarak çalışıyor ve mekansal olarak ayrılmış vücutları elektronik olarak bağlıyor. by: Mide Heykeli adlı işiniz sizin bedeni bir ev sahibi olarak tanımladığınız
performanslarınızdan biriydi. Mide Heykeli derinin kapsadığı dahili mekanı nasıl sorunsallaştırıyor? s: Mide heykeli, 5. Avustralya Heykel Trienali’nin “alana-özel iş” temasına bir yanıttı. Kamusal alan için bir heykel yapmak yerine, özel ve fizyolojik bir alan için heykel tasarladım. Vücudun içine bir heykel yerleştirmek, onun iç boşluğunu göz önüne serdi. Vücut, benliğin yerleşim yeri olmaktan çıkıp bir heykele ev sahipliği yapıyordu. Açılıp kapanan, uzayan, kasılarak ışık yayan ve ses çıkaran bu basit makineyi normalde karanlık, ıslak ve hassas olan bu dahili mekanda hayal etmelisiniz.15 dakikalık bu performansı belgeleyebilmek için iki gün ve altı deneme gerekti. Deri artık ne benliği saran bir yüzey ne de dünyayla aramızdaki arayüz. Vücut artık sorgulanabilir ve dahili mekanları açığa çıkarılabilir. by: İşleriniz bedenle ilgili her türlü algıyı sorusallaştırarak kültürel sınırların ötesinde işliyor gibi gözüküyor. Farklı kültürel ortamlarda işlerinizle ilgili olumsuz tepkiler
aldığınız oldu mu? Teknoloji bu tip deneyler için tarafsız bir bölge mi teşkil ediyor? s: Teknoloji sosyal, cinsiyete bağlı ve kültürel tepkileri bir şekilde standartlaştırıyor, onları çürütüyor. İnsanları politik ve dini anlamda iknaya çabalamak deneyi sınırlıyor. Aslında söz konusu olan, ütopik bir ırk ıslahı programı yaratmak değil, tartışılabilir/ şüpheli gelecekleri incelemek, irdelemek, uygunlaştırmak ya da bertaraf etmek. İşlerimde etik ve politik meselelerle oynamıyorum. İnsanların daha formel yollarla tepki vermesini tercih ederim. by: Mide Heykeli ya da Üçüncü Kulak gibi işleriniz tıbbi yardım ve sanatçı olmayan profesyonellerle işbirliğini gerektiriyor. Deneylerinizi gerçekleştirmek için insanları sizinle çalışmaya nasıl ikna ediyorsunuz? s: Çok zor oluyor. Programlamacılar, mühendisler ve tıbbi pratisyenler çoğunlukla yeni fikirlere açık olmuyorlar. Onlardan yaptığım şeyi tam olarak anlamalarını ya da sanat olarak değerlendirmelerini bekleyemem. Size
yardım eden insanların beceri ve deneyimine saygı duymak çok önemli. Mide Heykeli'ni yapabilmek için bir mücevher ustasıyla bir mikro cerrahi alet tasarımcısının yardımına ihtiyacım vardı. Hem mücevher ustası hem de mikro cerrahi uzmanı ne yapmak istediğimi anladılar fakat fiziksel olarak bunu gerçekleştirmem konusunda hemfikir değillerdi. Yine de projenin gerçekleşmesine yardım ettiler. Üçüncü kulağı kolumun iç kısmına yerleştirmek için on yıl boyunca cerrahi yardım ve prodüksiyon şirketlerinden maddi destek aradım. Operasyonu gerçekleştiren üç plastik cerraha çekici gelen, harici bir kulağı kol üzerine yerleştirme fikrinin mesleki meydan okuyuşuydu. Operasyon sırasında birinin diğerine şöyle dediğini duydum: Bu yaptığımız belki de sanattır. Eğer sanatsa sanatçı olan bizleriz, onun vücudu ise bir tuval. * Kadavraları hem iyi şekilde muhafaza etmek hem de istenilen şekle sokabilmek amacıyla damarlara silikon, kauçuk ya da polyester enjekte edilmesi.
fORUM - TASARIM - İSTANBUL ARALIK 2009 - XXI 22
fotoğraflar: İTÜ Tasarım Kulübü Arşivi
KRİZE EĞİTİM GÖZÜNDEN BAKMAK 4. Ulusal Tasarım Kongresi ile eş zamanlı olarak gerçekleştirilen 3. Ulusal Tasarım Öğrencileri Forumu'nda, yedi üniversitenin endüstri tasarımı bölümü öğrencileri, karşılaştıkları yedi önemli sorunu ele aldı. Ece Canlı
8 - 9 Ekim tarihlerinde İTÜ Taşkışla’da gerçekleşen 4. Ulusal Tasarım Kongresi bu yıl oturumunu “Tasarım veya Kriz” başlığı ile açtı. Küçük - büyük birçok işletmenin hızını kesen, endüstrinin çeşitli sektörlerine ket vuran, kurumları olduğu kadar kişileri, dolayısıyla tasarımcıları da maddi-manevi olumsuz etkileyen krizi ve tasarımın krize getirebileceği olası çözüm önerileri de profesyoneller tarafından tartışıldı. Türkiye’de sayıları ve gelecek kaygıları hızla artan, dolayısıyla kafalarında krizle ilgili bir çok soru işareti oluşan endüstriyel tasarım öğrencileri ise: “Peki, biz 'tasarımcı adayları’ olarak krizin neresindeyiz? Endüstriye henüz dahil olmamış; firma stratejilerinden, çalışma ücretlerinden, üretim ve pazarlama maliyetlerinden nasibini almamış olan biz tasarım öğrencileri krize ve tasarımın krize getireceği çözümlere ne kadar
dahil olabiliriz? En önemlisi, Türkiye’de tasarımın eğitim safhasında bile birçok kriz sebebi mevcutken biz öğrencilerin ekonomik krize ne kadar etkili bir çözümü olabilir?” sorularının yanıtlarını İTÜ Tasarım Kulübü (İTÜTASK) tarafından kongre kapsamında gerçekleştirilen 3. Ulusal Tasarım Öğrencileri Forumu’nda (UTÖF) aradı. Forum, tasarım nosyonuna sahip öğrencilerin, krize ekonomi değil eğitim gözlüğünden bakmalarına ve başta eğitim olmak üzere birçok alanda karşılaştıkları krizleri özgür bir platformda dile getirmelerine olanak sağladı. İstanbul Teknik Üniversitesi, Eskişehir Anadolu Üniversitesi, İzmir Ekonomi Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Yeditepe Üniversitesi, Kadir Has Üniversitesi ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi endüstriyel tasarım bölümlerinden beşer temsilcinin ve farklı okullardan birçok izleyicinin katıldığı forumda yedi farklı üniversite, endüstriyel tasarım öğrencilerinin karşılaştığı yedi farklı ve önemli sorun hakkında
görüşlerini paylaştı. Bu konular; yurtdışında lisans, yüksek lisans ve staj gibi imkanlara duyulan ilginin nedenleri, sonuçları ve bunun tasarım piyasasına ve eğitimine etkileri; okul projelerinde, stajlarda ve yarışmalarda tasarım öğrencilerinin tasarım haklarının korunması ve tasarım tescili konusunda öğrencilerin karşılaştığı problemler; okullarda KOBİ'lerle ya da profesyonel tasarımcılarla yapılan projelerin verimliliği; her yönüyle tasarım yarışmaları; tüketim eylemine en çok hizmet eden meslek grubuna dahil olacak biz tasarımcı adaylarının tüketime bakış açısı ve okulların eğitimde bu konuya yaklaşımları; piyasadaki iş imkanları azalmasına rağmen üniversitelerde yeni endüstriyel tasarımı bölümlerinin açılmasının etkileri ve Türkiye’de tasarım öğrencilerinin örgütlenmesiydi. Bunlar yedi okul tarafından ayrı ayrı tartışmaya açılıp kongreyle eş zamanlı olarak iki gün boyunca irdelendi. İki günün sonunda öğrencilerin ortak aldıkları kararlar ve çıkardıkları sonuçlar ise çözüm önerileri halinde bir manifesto ile kongrede sunuldu. Özellikle akademisyenlerin
ARALIK 2009 - XXI 24
fORUM - TASARIM - İSTANBUL
giriş sayfasında İki gün boyunca devam eden forumdan görüntüler Bu sayfada sağda: Forum, yedi üniversiteden beşer temsilci ve birçok katılımcıyla gerçekleşti.
altta: Forumda görüşülen sorunlar, öneriler ve istekler ertesi gün gerçekleştirilen Endüstriyel Tasarım Akademisyenleri Kurulu'nda sunuldu. en altta: Forum manifestosu ikinci günün sonunda kongrede forum öğrencileri tarafından sunuldu.
dikkatini çeken forum sonrasında yedi üniversitenin temsilcileri 10 Ekim’de gerçekleşen Endüstriyel Tasarım Akademisyenleri Kurulu’na (ETAK) davet edildiler ve burada bir kez daha akademisyenlerle sorunlarını, önerilerini, isteklerini ve beklentilerini yüz yüze konuşma imkanı yakaladılar.
elle tutulur bir adım atılmamış olması konuya problemin öznesi olan tasarımcı adaylarının, yani öğrencilerin müdahale etmesini gerektirdi. Forum da bu müdahaleler için öğrencilerin ortak hareket etmeleri ve sistemde kendilerinin de yer aldıklarını sesli bir şekilde dile getirmeleri açısından oldukça değerliydi.
Bugün Türkiye’de henüz emekleme aşamasında olan endüstriyel tasarım piyasası, yıllardır gerek Türkiye’deki tasarım kavramı yaklaşımından gerekse tasarım eğitimindeki aksaklıklardan dolayı yürüme aşamasına geçmekte zorlanıyor. Tasarımcıların profesyonel hayatta proje ücretlendirmelerinden tasarım tescili haklarına, KOBİ’lerin tutumlarından piyasanın kalifiye eleman algısına kadar birçok konuda karşılaştıkları sorunların çözümleri ise genel geçer piyasalaşma olgusu altında değerlendiriliyor. Oysa gözden kaçan bir şey var: Bu aşamada tasarımcı adaylarına eğitim süreçlerinde yapılacak yatırım gelecekte karşılaşılacak benzer problemlerin çözümü için kökten bir müdahale olacaktır. Bu konu net olarak algılansa bile şimdiye kadar
Bildiride yer alan konuların hemen hepsinin temeli bahsettiğimiz genel geçer problemlere dayansa da, birçoğu eğitime yapılacak anında müdahalelerle kolaylıkla çözüme ulaştırılabilir. Örneğin Türkiye’de özellikle staj ve yüksek lisans arayışlarında yurtdışına duyulan sempatinin nedenleri sorgulandığında en önemli sorunlardan birinin Türkiye’de birçok okulda yeni endüstriyel tasarım bölümlerinin açılmasına rağmen henüz bir branşlaşma sisteminin gelişmemesi olduğu görülüyor. Bu durum genç tasarımcıların yeni arayışlara girmeleri ve maddi-manevi tatminlerini yurtdışında giderebileceklerini düşünmeleriyle birleşip beyin göçlerine neden oluyor. Bu nedenle Türk tasarım dilinin oluşturulması ve Batılılık kavramından sıyrılıp özgün bir değer yaratılması
açısından daha özelleşmiş bir tasarım eğitimi ile branşlaşmanın ve aynı zamanda akademisyenliğin desteklenmesi şart. Bunun yanında tasarım yarışmalarında ve okullarda yapılan projelerde öğrencilerin tasarım haklarının korunması konusunda neredeyse hiçbir tedbir alınmaması, firmaların eline geçen yüzlerce tasarım ve ürün fikrine karşılık yapılan ücretlendirmelerin komik rakamlarda olması ve dolayısıyla pek çok öğrencinin mağdur edilmesi tasarımcı adayının daha yolun başında piyasaya güveninin azalmasına neden oluyor. Bu konuda firmalarla işbirliği içindeki okulların ve yarışma düzenleyen kuruluşların tutumları ile KOBİ-öğrenci ilişkisi, Türkiye’deki tasarımın değerinin birlikte olgunlaştırılması açısından oldukça önemli. Tabi ki sistemdeki çarklar yerinden oynamayacak ve yarın herkesin benimseyeceği “ideal” bir eğitim sistemi ya da bütün piyasanın anlayacağı bir “tasarım değeri” kavramı olmayacak -konuşulanlardan çıkan sonuç, belki olmaması da gerektiği yönünde.
Ancak en azından durumu iyileştirme yolunda adımlar atılabilmesi endüstriyel tasarımcısının “mağdur”luğunu bir nebze olsun azaltacak, böylece okullarda veya piyasada nitelik açısından da denge sağlanabilecektir. 3. Ulusal Tasarım Öğrencileri Forumu’ndan alınan kararlar sonucunda Türkiye’de endüstriyel tasarım öğrencilerinin bir çatı altında toplanması konusunda atılan adımların daha da güçlenmesi gerektiği bir kez daha ortaya çıktı. ETAK’ta öğrencilerin akademisyenlerden bir ricası da bundan sonra mesleki kararların en azından bir kısmında tasarım öğrencileri topluluğuna da danışılması ve birlikte hareket edilmesi yönündeydi. Bundan sonraki süreçte, bir topluluk haline gelme tohumlarını şimdiden atmış olan Türkiye endüstriyel tasarım bölümü öğrencileri Türkiye’deki bütün endüstriyel tasarım bölümü öğrencilerinin, özellikle akademisyenlerin ve profesyonellerin desteklerini bekliyor. Forum bildirisi için itutask.blogspot.com
SÖYLEŞİ - ÜRÜN TASARIMI ARALIK 2009 - XXI 26
fotoğraflar: Makio Hasuike Arşivi
SEZGİSEL OLANA YÖNELİm Ekim ayında Ariston için tasarladığı Blackline serisi için İstanbul'a gelen Makio Hasuike ile tasarıma bakışı ve beyaz eşya kavramı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Elif Esmez
ee: Tokyo'da okudunuz ve bir dönem Japonya'da çalıştıktan sonra Milano'ya gelip bir tasarım ofisi açtınız. Bu süreçten ve Milano'da geçirdiğiniz kırk yılda edindiğiniz deneyimlerden bahseder misiniz? mh: İtalya'yı pek tanımıyordum ancak takip ettiğim kadarıyla İtalyan tasarımcılarının yaptığı bazı işler beni etkiliyordu. Çünkü o dönemde İtalya'da ve özellikle Milano'da yapılan işler Alman ve Amerikan tasarımlarından farklıydı. Japonya'da aldığım Alman tarzı, demokratik, bir takım ekonomik göndermeleri olan ve sosyal etkenleri göze alan bir eğitimden farklı olarak
buradaki tasarım, çok daha aristokrat, sınıfsal ve lüks bir anlayıştaydı. Aslında ilk başta kafamdaki fikir, daha doğru, basit, duyarlı ve demokratik işler yapmaktı. Bütün bunlar bir bakıma doğru olabilir ama o dönemde tasarım, dünyayı daha konforlu ve daha rahat bir hale getirmek adına bir yandan bir devrim yaratıyordu. Bu durumda biraz garip hissediyordum. Tasarım sadece birtakım olanak ve rahatlıklar sunan bir durum değil arzuyu da kapsayan bir durum olmaya başlamıştı. Anladım ki nerede hayal etmek için daha fazla alan varsa orada daha arzu edilen, hayal edilen şeyler yapabilir. Bu durum her ne kadar demokratik olmasa bile, arzu edilen ürünlerle bağdaştırılabilirdi. Ben de bir gün kafamdaki bu düşünceleri gerçekleştirmek istiyordum.
Başlangıçta İtalya’da kalmak gibi bir amacım yoktu; iki-üç yıllık bir yurtdışı deneyiminden ve biraz dolaştıktan sonra Japonya’ya dönmeyi düşünüyordum. 1964 yılında İtalya’ya geldim. Daha sonrasında dört yıl boyunca Rodolfo Bonetto ile çalışırken, tasarım yaptığımız birçok firmanın sahibiyle karşılaştım. Onlar sık sık gelip ürünlerle ilgileniyorlardı. Gördüm ki bu insanlar kişisel girişime oldukça önem veriyorlar, daha duyarlı ve daha deneysel işler arıyorlardı. Kolayca birbiriyle uyum sağlayan, moda olan ürünlerden heyecanlanıyorlardı. Ancak diğer yandan daha özgün tasarımlar arıyorlardı. İtalya'da başarılı tasarımcılar varken neden böyle olduğunu düşündüm. 1968'de de bütün şüphelerime rağmen kendi stüdyomu açtım ve 40 yıldır devam
bu sayfada en solda ve ortada: Del Tongo firması için tasarlanan Monos mutfak solda: Auerhan firması için tasarlanan Arte serisi altta solda: Ariston için tasarlanan Blackline serisi, fotoğraf: Hotpoint-Ariston altta sağda: Ifi firması için tasarlanan Delta Zero dondurma satış ünitesi
SÖYLEŞİ - ÜRÜN TASARIMI
karşı sayfada Makio Hasuike'nin MH Way markası için tasarladığı Buccia Çanta Serisi
27 XXI - ARALIK 2009
ediyorum. Bugün ofisimde farklı disiplinlerde işler yapan on beş kişiyle beraber çalışıyoruz. ee: Tasarıma bakış açınızdan bahsedecek olursak sizce iyi bir tasarım ürünü hangi niteliklere sahip olmalı? mh: Tasarım, fazlasıyla rahatsız edici bir şekilde, aranılan aşırı duyarlılık yüzünden son yıllarda bir dönüşüme uğradı. Tasarımı göz önünde tutmak için görünürlük, en önemli koşul olmalı. Nesnelerin hayatımıza nasıl eşlik ettiklerini düşünüyorum ve tasarımın da kalıcı bir etki olarak, duygusal açıdan sevilen ve ilgi duyulan bir nesne yaratmaya katkıda bulunması gerektiğini düşünüyorum. Tasarım, biçimsel kaliteden başka mümkün olduğunca diğer anlamlara da sahip olmalı, bunlar arasında
hemen ve açıkça görülmeyen, ürünün mekanla olan ilişkisi, yerleşikliği ve kullanılmışlığı gibi birçok bakış açısı daha var. Eğer tasarım sadece biçimsel bir oyun olsaydı çok kolay olurdu. Ben tasarımın bu görünmeyen bakış açılarına da bakmaya çalışıyorum. Bugün tasarım yaparken daha öncesine oranla ekonomi, çevre, etik ve daha başka birçok sorun yüzünden çok daha şüpheciyiz. İlerleyen yıllarda basit bir duygusal etki ve yüzeysellik yeterli olmayacak bunun için tasarımın anlamını, derinleştirmek zorundayız. Tasarımcılar olarak bizim, bir yanımız çok rasyonelken diğer yanımız genel anlamda duyarlı, sezgisel ve duygusal. Geleceği hedefleyen firmaların da sezgisel olana önem vermeleri gerekiyor.
ee: Ariston'a 36 yıldır tasarım yapıyorsunuz. Bunun dışında farklı sektörlerden yeni firmalara tasarım gerçekleştiriyorsunuz. Yıllardır tanıdık bir firmaya tasarım yapmakla yeni bir firmaya tasarım yapmak arasında ne gibi farklılıkar var? mh: Yeni bir firmayla çalışmaya başlamak her zaman fazlasıyla dikkat gerektiren bir durum. Çünkü firmanın hikayesini tanımıyorsunuz. Indesit'e tasarım yapmak ise farklı bir durum. Çünkü Indesit, çok büyük bir üretim kalitesine sahip ve bir ürün üretebilmek için çok fazla para harcayabilen bir firma. Buna rağmen büyük endüstriyle çalışmak daha olanaklı ancak tabi ki küçük işletmelerle çalışırken daha kişisel ürünler tasarlayabiliyorsunuz.
ee: Sizce var olan beyaz eşya kavramı giderek değişiyor mu? mh: Beyaz eşya ev için önemli bir eleman. Ancak kolaylıkla saklanamayacak kadar da büyük bir ürün. O yüzden bir kişiliğe ve yaşama alanı içerisinde kaliteli bir duruşa sahip olmalı. Bu durum teknolojinin de gelişmesiyle birlikte hem kullanıcı hem de tasarımcıya sonsuz seçenek sunuyor. Beyaz eşya daha basit, daha kendinden emin ve daha ekolojik bir nesneye dönüşüyor. Beyaz eşyanın nitelikli bir ev nesnesi olması için yalnızca ev içinde ihtiyaçları gideren bir araç olması yetmez. Aynı zamanda onun kendi içinde bazı geçişler de yapması gerekir. Blackline serisini de bu amaca doğru yönelmiş bir adım olarak görebiliriz.
ÖDÜL VE KONFERANS - KENT - İSTANBUL ARALIK 2009 - XXI 28
fotoğraflar ve grafikler: Urban Age, London School of Economics, www.urban-age.net
KAPLARINA SIĞMAYAN KENTLERE ÇÖZÜMLER 4 Kasım'da verilen Urban Age Ödülü'nü takip eden iki günde kentlerin yoğun olarak tartışıldığı konferanslar izledik. Ödül jürisinde yer alan Behiç Ak ile ödüllerin verildiği projeler ve konferansların genel karakteri üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Hülya Ertaş
he: Siz Urban Age Ödülü jürisinde yer alıyordunuz. Jürinin değerlendirme süreci nasıl geçti? ba: Ödüle 87 proje başvurdu. Sosyal bir projenin kent mekanına yansıması ve kent içinde pozitif anlamda bir birleştirici ve dönüştürücülüğe yol açması isteniyordu. Katılan projeler arasında ödülü tam olarak anlamamış olanlar da vardı. Mimarinin çok daha ağır olduğu projelerle katılanlar da oldu. Projelerin hemen hemen hepsi değerlendirildi, yarışmanın konseptine uygun olmayan projeler elendi ve sonuçta birtakım sosyal projeler kaldı. Onların içinde de bugünün problemlerine daha çok parmak basanlar öne çıkmaya başladı ve giderek daha sahici projelere yöneldik. Finale kalan projeler tek tek yerlerinde incelendi. Birincilik ödülü ve diğer iki mansiyon ödülü hakkında jüri arasında hiç tartışma olmadı, kararlar oy birliğiyle alındı. Ben doğru bir sonuca
ulaşıldığını düşünüyorum. Hem çok yaratıcı hem de Türkiye'de şimdiye kadar yapılmamış bir proje seçildi. he: Jürinin seçim kriterleri nelerdi? ba: Öncelikle projenin kağıt üzerinde kalmamış olma zorunluluğu vardı. Genellikle Türkiye'de “Benim bir projem var, sponsor olur musunuz?” yaklaşımı varken burada gerçekleştirilmeye başlanmış bir proje aranıyordu. Fakat tamamen bitmiş bir çalışmaya ödül vermek de değildi amaç, süregelen bir proje olması, verilen para ödülünün projenin sürdürülmesini kolaylaştıracak olması önemliydi. Birçok proje gerçekleşse dahi, konstrüksiyonu çok zayıf olduğu için sürdürülemez niteliği taşıyor biliyorsunuz; dolayısıyla başka bir önemli kriter, projenin sürdürülebilir olmasıydı. Ayrıca, devletin geçmiş dönemdeki kamusal yaklaşımı ya da özelin “sahte kamusallık” dediğimiz kamusalmış gibi yapan ama aslında hiç kamusal olmayan yaklaşımları gibi değil, kamusallığa, yaratıcı katkı niteliği taşıyabilecek bir proje arandı. Tabii aranan proje sonuçta bir mimari proje değildi ama mekanda yansımaları olması, istenen kriterlerden biriydi. Bir
diğer kriter, gerçekleştirildiği bölgede yaşayan insanlar arasında yatay ilişkileri geliştirici ve dönüştürücü bir işlev üstlenmesi, o bölgeye olumlu bir katkı sağlamasıydı. Bölgenin yalnızca üst sosyal sınıflarının ihtiyaçlarını karşılayacak, bölgenin soylulaşmasına neden olacak projelerden kaçındık. Bölge halkını bir veri olarak kabul edip onların sınır dışına itilmesini değil o bölge içinde kalmasını ve daha kaliteli bir hayat sürmesini amaçlayacak bir yaklaşım olmalıydı. Tüm bunlar dışında etnik bir proje olmaması, dinsel bir ideolojiye dayanmayan, politik ayrımcılık yapmayan, ideolojik kutuplaşmalara yol açmayan bir çalışma olmasına özen gösterdik. Farklılıkları bütünleştirmeyi amaçlayan, sadece kimlik açısından değil, sınıflar açısından da demokratik bir yaklaşıma sahip bir proje olması önemliydi. Şehirde yaşanan en büyük sorun sınıfsal entegrasyon meselesi, müthiş bir şekilde alt sınıf oluşuyor. Yoğunlaşmanın, yığılmanın özellikle kentlerde artmış olması ve kent merkezi etrafında kalınca bir gecekondu kuşağının oluşmuş olması kentlerdeki yoksullaşmayı inanılmaz derecede arttırdı. Bu projenin bu
karşı sayfada sağda: Deutsche Bank Urban Age Ödülü'nü kazanan proje, Barış için Müzik solda üstte: Deutsche Bank Urban Age Ödülü'nde mansiyon kazanan proje, Umut Çocukları Derneği
solda altta: Deutsche Bank Urban Age Ödülü'nde mansiyon kazanan proje, Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı
ÖDÜL VE KONFERANS - KENT - İSTANBUL
yüksek yoğunluklu kent dokusu: nenehatun, esenler
orta yoğunluklu kent dokusu: çukurcuma, beyoğlu
29 XXI - ARALIK 2009
düşük yoğunluklu kent dokusu: acarkent, beykoz
oluşumlara çözüm bulması mümkün değil ama bu durumu önemseyen, buna işaret eden, bir şekilde çözüm getirecek önerilere dikkat çekecek olması önemliydi. Çünkü kentlerin ana meselesi bu. he: Birinci seçilen projeleri bu bağlamda biraz anlatabilir misiniz? ba: Birinci seçilen Barış için Müzik projesi, kriterlerin hemen hemen hepsini kapsıyordu. Birincisi çok özgün, ikincisi gerçekten çok yaratıcı bir proje. Üç tane resmi okulun altı, bir girişimcinin kendi imkanlarıyla müzik okuluna dönüştürülüyor ve çocuklar vakit buldukça alt kata inip müzik yapmaya başlıyorlar. Çocuklara çok sesli müzik eğitimi vermeyi hedeflediklerinden enstrüman olarak akordeon seçilmişti Çocuklara bu müzik aletini temin ediyorlar, çocuklar akerdonları evlerine de götürebiliyorlar. Projeyi gerçekleştiren Mehmet Selim Baki’nin kendisi de bu projede çalışıyor: Hem projenin fikir babası, kurucusu hem maddi kaynağını sağladığı gibi hem de her gün sekiz-dokuz saat orada çalışıyor. Bu projenin sürdürülebilirliği açısından çok önemli. Daha da önemlisi, proje bölge halkını işin içine
katarak ona sosyal boyut kazandırıyor. Okulun alt katında çocuklarının yaptığı müzik sayesinde bölge halkı bir araya gelerek bir dayanışma içine giriyor. Bu bölge çok farklı etnik gruplardan gelen, Karadeniz’den, Güneydoğu’dan gelmiş insanlardan ve Roman’lardan oluşan bir mozaik; bu proje onların bir arada dayanışma içine girmesine olanak tanıyor. Dahası, okullara yakın bir arsa alınmış ve tarihi ölçülere uygun tasarlanmış iki binanın yapımı sürüyor, bitmek üzere. Bu binalar projenin merkezi olacak, içlerinde küçük salonlar, kütüphaneler ve çeşitli müzik odaları enstrüman depoları olması planlanıyor. Böylelikle çocuklar yavaş yavaş farklı enstrümanlara da geçebilecekler. Sanırım şu anda üç-dört öğretmen ders veriyor, biri müzikoloji eğitimi veriyor, temel olarak da akordeon dersi veriliyor. Çocukların müziğe yatkınlığından yola çıkarak değil de, alt sınıftaki çocukların müzik eğitimi alma hakkından yola çıkılarak yapılmış bir proje. Buradaki amaç, otantik, folklorik bir müzik eğitimi vermek değil, çok sesli bir müzik eğitimi vermek, çocukların klasik müzik de pop da caz
da çalmaları. İşaret ettiği nokta aslında, sanatın alt sınıflara “yasaklanmış” olması, yalnızca orta ya da üst sınıftan insanların sanat yapabiliyor olması. Diğer insanlar sanata karşı yeteneksizmiş gibi görülüyor. Oysa bu proje gösteriyor ki hiç de öyle değil; klasik müzik gibi icrası çok zor bir sanat dalında bu çocuklar başarı gösterebiliyor; çok büyük orkestralarla birlikte konserler verebiliyorlar. Ve de bu müzik kültürünü, sanatı ailelerine yayabiliyorlar. he: Mansiyon alan projeleri de anlatabilir misiniz? ba: Mansiyon alan projelerden biri Yusuf Ahmet Kulca'nın yıllardır yürüttüğü Umut Çocukları Derneği’nin. En zor proje onunki aslında. Barış için Müzik projesi, bir çocuk sokağa düşmeden üç dört adım öncesini hesap ederek, onu belli yeteneklerle, ahlaki değerlerle donatarak, belli sosyal ilişkiler içine sokarak onun sokağa düşmesini engelleyen bir projeyken Umut Çocukları Derneği’nin asıl uğraş alanı sokaklarda yaşayan gençler. Bu kesim en kırılgan kesim, toplumsal meşruiyeti neredeyse yok. Çocuk olduğu zaman ona acınabiliyor ya da
sokakta bir genç kız görüldüğünde korunması gerektiği düşünülebiliyor, ama sokakta yaşayan genç bir erkeğin korunmasına ihtiyaç olmadığını düşünüyorlar. Tabii bu bir derneğin, vakfın çabalarıyla çözülebilecek bir sorun değil; bu, çok geniş bir devlet bakış açısı ve belediyelerin katılımıyla büyük bir kamusal inisiyatif sayesinde çözülebilir ancak. Derneğin Bakırköy'de birkaç binası ve Tarlabaşı'nda bir merkez var şu anda. Diğer mansiyonsa yaklaşık 20 yıldır çok başarılı ve istikrarlı bir şekilde süren Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı’na verildi. Özellikle kentin varoşlarında mahalle halkının katılımını, aralarında bir organizasyon kurmalarını sağlayan proje, kadınların kendi çocuklarının ve aynı zamanda mahalledeki çocukların eğitimi için anaokulu ve kreş kurarak böyle bir alternatif yaratmalarını hedefliyor. Eğitim sağlıyor, kurs veriyorlar, yayınlar yapıyor. Batıda devletin belediyenin her adım başı yaptığı, bizdeyse hiç olmayan bir şeyi, belli bir inisiyatif geliştirerek yapmaya çalışıyorlar ve çok da başarılılar, çok organizeler. Sürdürülebilirliği yüksek bir girişim.
mumbaı
istanbul
şanghay
sao paulo
londra
ARALIK 2009 - XXI 30
ÖDÜL VE KONFERANS - KENT - İSTANBUL
johannesburg
mexıco cıty
he: Urban Age Ödülü, aslında her yıl dünyanın farklı kentlerinde verilen uluslararası bir ödül. Bu ödülün İstanbul’a uygunluğu hakkında ne düşünüyorsunuz? ba: Megakentlerde verilen bir ödül aslında. Bundan önce Sao Paulo ve Mumbai’de verilmiş. İstatistiki verilere bakıldığında İstanbul bu kentlerle aynı kuşak içinde yer alıyor, onlardan farklı özellikleri olsa da. Urban Age’in de amacı sanırım bu “kent çağı”nda megakentlerdeki problemlere işaret etmek, onları gündeme getirmek. İnsanların %50'den fazlası kentlerde yaşıyor artık, Türkiye’de bile köylerde yaşayan nüfus %25’e düştü. Çocukluğumda 1.5 milyonken şimdi nüfusu 15milyona kadar çıkmış bir kent İstanbul. Bu kent çağında, İstanbul’u da bu megakentler arasında saymak yanlış bir fikir olarak gelmiyor bana. he: Aslında bu kentlerin ortak noktası sorunlarının benzer olması. ba: Tabi, özellikle de gecekondulaşma. İstanbul'daki gecekondulaşma belki kıyaslandığında içlerinde en iyi durumda olanı; İstanbul diğer kentlere göre çok daha güvenli. Yurtdışından
gelen konuklar koruma kullanıp kullanılmadığını soruyorlar, çünkü Sao Paulo'da bazı yerlere giderken koruma kullanmak zorunda kalmışlar, bunlar İstanbul için çok yabancı. Ama İstanbul'daki sınıf farklılaşması bu kadar keskin bir şekilde artmaya devam ederse, merkezdeki yoksul insanlar kentin çeperlerine atılıp, kent merkezleri çevresinde bir “yoksullar kuşağı” oluşturulması devam ederse İstanbul'da da sonuçta olacağı budur. he: Konferanslarla ilgili izlenimim; birincisi ana eksenine İstanbul’u değil de genel olarak kentleri almış olması; ikincisiyse ana eksenin kentler olmasından da kaynaklanarak konuşmaların bir kısmının çok teorik ve soyut kalmasıydı. ba: Buna bir ölçüde katılıyorum. Benim de izlediğim konuşmalar arasında, pratikten gelen insanların konuşmalarıyla, konferansa bir şekilde eklemlenmiş insanların konuşmaları arasında büyük bir fark vardı. Örneğin, New York Belediyesi Ulaştırma Departmanı’ndan Janette Sadik-Khan’ın konuşması son derece yakıcı ve önemli bir içerik taşıyordu. Kentteki büyük geniş kaldırımları nasıl
new york
bisiklet yoluna dönüştürdüklerini, sekiz saat içinde karar alarak nasıl birtakım yerleri yayaya açtıklarını, açılır açılmaz insanların nasıl hemen gelip o mekanları doldurduklarını fotoğraflarla çok güzel anlattı. Ya da eski Bogota Belediye Başkanı Enrique Penalaso'nın yaptığı konuşmadaki devrimci ruh gerçekti. “Park etme hakkı kamusal bir hak değildir.” dediği, insanlara 24 km’lik yaya yolları yaptığını belirttiği konuşmasından İstanbul'un öğreneceği çok şey var. Öylesi bir konuşmayı yapabilecek bir anlayış, Türkiye’de herhangi bir partide henüz oluşamadı. Bizim gibi kent politikasıyla ilgilenen ama resmi politikanın dışında kalan insanlar böyle bir söylemi yıllardır oluşturdu ama bu resmi politikaya sirayet etmedi. Bir belediye başkanının bunları gerçekleştirmiş olması beni çok sevindirdi, diğer yandan da bu, Türkiye'de olmadığı için üzüldüm. Bu konuşmalar çok hakikiydi. Belli kültürel düzeyde yapılmış, soyut gelen konuşmalarda da çok sahici yanlar vardı. Mesela Richard Sennet'nin yaptığı konuşmada odaklandığı kültürel boyuttaki farklı
paradigmalar ilginçti, bir tür birikimi yansıtıyordu. Yapılan konuşmalar arasında dikkatimi çeken bir diğeri de eski Washington Valisi Anthony Williams'ınkiydi. Pratiğin içinden gelen biri olarak yoksul mahallelerin entegrasyonu için yapılan çalışmaları anlattı; çok sade ve somut önerilerdi. Ricky Burdett’ın entelektüel olarak bütün kentler arasındaki ilişkilere hakim olması ve yaptığı konuşmalar etkileyiciydi. Türkiye'den de yapılmış konuşmalarda etkileyici olanlar vardı. Fakat çok yukarıdan bakıyormuş gibi görünen, pek suya sabuna dokunmayan, çok soyut kalan konuşmalar da oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden gelen insanların konuşmaları çok yetersizdi, bazıları da doğru değildi. Bir kısmı politikacı anlayışıyla yapılan, bir kısmı da icraatlarını sıralayan konuşmalardı. Oysa daha entelektüel bir tavır içine girip, kendi propagandalarını yapmaktansa böylesi uluslararası bir ortamla problemlerini paylaşabilirlerdi, hem daha somut konuşmalar olurdu hem de genel olarak tartışmaya bir katkıları olurdu.
bu sayfada sağda: Lydia Hirte tasarımı en sağda: Nagano Kazumi tasarımı karşı sayfada üstte: Sandra di Giacinto tasarımı ortada: Fiona Wright tasarımı altta solda: Andrej Szdakowsky tasarımı bileklik altta sağda: Daniele Papuli tasarımı kolye en alt sırada solda: Devran Mursaloğlu tasarımı, fotoğraf: Devran Mursaloğlu arşivi en alt sırada ortada: Ela Cindoruk tasarımı Leave Me Alone, fotoğraf: Ela Cindoruk en alt sırada sağda: Ivana Riggi tasarımı broş
ARALIK 2009 - XXI 32
SERGİ - TAKI TASARIMI - MİLANO
fotoğraflar: Triennale Tasarım Müzesi
KAĞITTAN MÜCEVHERLER 16 Eylül - 25 Ekim tarihleri arasında Milano Triennale Tasarım Müzesi’nde gerçekleştirilen Gioielli di Carta (Kağıttan Takılar) sergisi hakkında küratörleri Alba Cappellieri ve Bianca Cappello ile sergi, sergide işleri bulunan iki tasarımcı Devran Mursaloğlu ve Ela Cindoruk ile de sergiye dahil olma süreçleri hakkında görüştük. Elif Esmez
Kağıttan mücevherler üzerine bir sergi yapma fikri nasıl doğdu? Kağıttan yapılan takı tasarımları için tekniğin ve malzemenin ekonomik açıdan önemini göstermek amacıyla en iyi yol bir sergi yapma fikriydi. Kağıt takı 60'lı yıllarda doğdu ve bundan sonra da bütün dünyadan tasarımcılar ve sanatçılar farklı teknik ve bakış açılarıyla kağıt üzerine çalışmaya başladı. Önemine ve yaygın kullanımına karşın daha önceden bu şekilde seçilmiş ve sayıca bu kadar fazla ürünle yapılmış kapsamlı bir sergi gerçekleştirilmemişti. Serginin teması neydi? Sergiyle ne amaçlandı? Geleneksel malzemelerle yapılan takıların aksine daha güncel malzeme ve tekniklerle yapılan takı tasarımı, yeni oluşmuş bir sektör ve gelişmeye de devam ediyor. Sergi de bu sektörü geniş kitlelere duyurmak ve herkesi bu konuda eğitmek, bilinçlendirmek ve takıda klasik anlayıştan başka bakış açılarının da olduğunu göstermek amacıyla yapıldı.
Sergide farklı ülkelerden 60 tasarımcının işleri yer alıyor. Bu tasarımcılara nasıl ulaştınız? Sergide yer alan bütün işlerin araştırması tam bir yıl sürdü. Bütün dünyada kağıt ile çalışan tasarımcılar ve sanatçılar araştırıldı ve incelendi. Bu durumda 60'lı yıllarda malzemeyi deneyimleme fırsatı bulan öncü ustalarla ve bu sektörün önde gelenleri ile iletişime geçmeyi başardık. Sonuçta tasarımcıları ve sanatçıları bu sergiye davet ettik. Serginin yanı sıra bir de yarışma düzenledik, yarışmaya İtalya'daki bazı sanat ve tasarım okulları, Politecnico di Milano'dan, Milano l’Accademia di Brera'dan ve Floransa Güzel Sanatlar Akademisi'nden bazı öğrenciler katıldı. Sergide yer alan işler neye göre belirlendi? Öncelikle yapılan bütün araştırma sadece kağıttan yapılmış takıları kapsıyordu. Bu öncelikli kriterimizdi ardından gelen seçim kriterimiz ise tasarımın estetik ve biçimsel, tarihsel bir bakış açısına sahip, etik ve kavramsal değerler taşımasıydı. Takıdan bahsettiğimizde aklımıza altın ve gümüş gibi geleneksel malzemeler geliyor. Sizce takı tasarımında kağıt kullanmanın ne gibi avantajları var? Kağıttan yapılan tasarımlarda, malzemenin ekonomik olması; tasarım,
vermek istenilen mesaj ve teknik araştırması gibi ürüne başka yönlerden destek olmaya olanak tanıyor. Kağıt, çok iyi bir ekolojik malzeme olduğunu ortaya koyuyor ve aslında uymamız gereken çevresel koşullardan fedakarlık yapmadan çağdaş ve farklı bir şekilde estetiğiyle öne çıkıyor. Çağdaş takı tasarımı son zamanlarda yeni oluşmuş bir sektör. Bu konuyla ilgili olarak Politecnico di Milano Takı Tasarımı Bölümü, akademik ve profesyonel ustalarla birlikte yaratılan ortak çalışmalarla bu konunun anlaşılması ve devam ettirilmesi üzerine çalışılıyor. Bu sergi Triennale’den sonra uluslararası bir yolculuğa çıkacak ve ardından 2010 yılında tekrar İtalya’da bulunan Fabriano Kağıt Müzesi’nde yer alacak. Sergi çok ilginç bulundu. Kağıttan Takılar sergisinin gezici olması için diğer müzelerden de onay almak için şu an çalışıyoruz. Sanatçılar ve tasarımcılarla işbirliğinin bizim için önemi büyük. Çünkü hepsi bu serginin oluşmasında destek sağladılar. Serginin açılış gününde ve ayrıca devam eden günlerinde dünyanın her yerinden bu sergiyi görmek için bir araya geldiler.
SERGİYE KATILAN İKİ TÜRK TASARIMCI
geleneksel malzeme ile takı tasarımı yapmadığım için kağıdı, hem çok kolay hem de çalışılması çok
ee: Gioiello di Carta sergisinde yer alan 60
zevkli bir malzeme olarak görüyorum. Kağıdı çok
tasarımcıdan biriydiniz. Bu teklif, kim tarafından ve
iyi tanıyorum ve bu malzemeyi takı da dahil olmak üzere birçok tasarımımda kullanıyorum. Hatta bu
Devran Mursaloğlu: Sergiye yaklaşık bir sene
sergiden yaklaşık bir ay önce Kore'de Paper Wearable
önce sergi küratörleri tarafından davet edildim.
Art (Kağıttan Giyilebilir Sanat) adında bir sergiye de
Geçen sene yine başka bir sergi için Avusturya'dan
kağıttan yaptığım bir kıyafet tasarımımla katıldım.
böyle bir teklif gelmişti, o kağıt takı sergisi de daha sonra Viyana Kağıt Müzesi’ne gitti. Yine Ela Cindoruk
ec: Elbette her malzemenin kendine göre bir tadı var.
ve ben davet edilmiştik.
Altın, gümüş ve taşlar gibi alıştığımız malzemeler dışında günümüz takılarında kullanılan malzeme ve
Ela Cindoruk: Küratörlerden Bianca Cappello
işçilik değeri, yerini yeni fikirlere ve o malzemeleri
tarafından sergi daveti aldım. Sanırım daha önce
nasıl kullandığına, kafandaki fikri nasıl ifade ettiğine
Viyana'da bulunan Papierwespe Kağıt Müzesi’nde
ve yeniliğe bıraktı. Kağıt o kadar olanaklı bir malzeme
düzenlenen Papierschmuck adlı kağıt mücevher
ki, kes, yapıştır, katla, boya, yumuşat, sertleştir,
sergisi sayesinde tasarımlarımdan haberdar oldular.
buruştur, del, hamur yap, tekrar tekrar kullanmak gibi birçok tekniğe olanak tanıyan ayrıca suya karşı da korunabilen bir malzeme. Bu da çok heyecan
Sergiye özel olarak mi tasarlandı yoksa sizden var
verici. Kağıtta, metal gibi geleneksel malzemelerin
olan bir tasarımınız mı istenildi?
kalıcılığı yok diye düşünsek de aslında bizimle
dm: Ben yaptığım işlerde sadece kağıt ile
beraber aşınıyor, değişiyor ve yaşanmışlığıyla zamana
çalışıyorum. Bu sergi için herhangi bir konu ya da
direnme gücüyle aslında içinde başka bir güzellik
sınırlama yoktu. Daha önceden beni ve tasarımlarımı
barındırıyor.
bilen sergi küratörleri sadece 15 parça tasarım
ee: Sergi Triennale'de sergilendikten sonra
yollamamı istedi. Ben de bu sergiye özel olarak yeni
uluslararası bir yolculuğa çıkıyor, ardından da 2010
takı tasarımları gerçekleştirdim.
yılında İtalya Fabrizio Kağıt Müzesi'nde sergilenecek. Tasarımlarınızın bu şekilde, bir sergi kapsamında
ec: Sergiye var olan tasarımlarımla katıldım. Önce
farklı ülkelerden farklı insanlara ulaşması hakkında
kağıt işlerimin hepsini görmek istediler, ben de
ne düşünüyorsunuz?
fotoğraflarını yolladım. Küratörler bir ön eleme
dm: Yurtdışında kağıt üzerine gerçekleştirilen birçok
yaptıktan sonra üç tasarımımın seçildiğini ve
sergiye katılma fırsatı yakaladım. Bu serginin de
onları sergilemek istediklerini bildirdiler. Var olan,
bu şekilde bir yolculuğa çıkması ulaşacağı insan
üretmekte olduğum kağıda farklı malzemeler
sayısını düşününce gerçekten çok sevindirici ve
ekleyerek ve farklı dönemlerde yaptığım işleri
gurur verici. Hem bir sanatçı olarak sergiyi kişisel
seçmişlerdi. Seçilen tasarımların hepsi dantelli
bir keyif ve başarı olarak görüyor hem de sergide iki
kağıtlardan yaptığım tasarımlardı.
Türk tasarımcısının da işlerinin yer almasını önemli buluyorum.
ee: Genel olarak takı tasarımından bahsedecek olursak, aklımıza hemen altın ve gümüş gibi
ec: Sergi Milano'dan sonra Seul Tasarım Müzesi’ne,
geleneksel malzemeler geliyor. Kağıt kullanmanın
oradan da Sidney Culture Institute'e gidecek.
takı tasarımı yaparken kullanılan diğer malzemelere
Serginin son durağı yine İtalya’da Fabriano Kağıt
oranla yaşattığı deneyimden ve yine sizce diğer
Müzesi olacak. Biz bir taraftan serginin İstanbul’a da
malzemelere oranla malzeme olarak kağıt
gelmesi için çalışıyoruz. Doğrusu serginin ve yapılan
kullanmanın avantajlarından ve dezavantajlarından
tasarımların bu şekilde dünyayı geziyor olması çok
bahsedebilir misiniz?
güzel bir şey. Sergi, kağıt malzemesinin takıda da ana
dm: Sadece kağıt üzerine çalışan bir tasarımcı olarak
malzeme olarak ne kadar farklı ifade biçimlerinde ve
bu soruya belki tersten cevap verebilirim; aslında ben
tekniklerde kullanılabileceğinin gösterilmesi adına
takı tasarımcı değilim o yüzden de daha önceden
büyük önem taşıyor.
33 XXI - ARALIK 2009
ee: Sergide yer alan tasarımlarınız nasıl belirlendi?
SERGİ - TAKI TASARIMI - MİLANO
ne şekilde size ulaştı?
YAPI - KONSER SALONU - İSTANBUL ARALIK 2009 - XXI 34
fotoğraflar: Cemal Emden
İÇİNDEKİNİN İÇİNDEKİ Sakıp Sabancı Müzesi içindeki Nevzat Sayın tasarımı konser salonu The Seed, içindeki sarı çekirdeğiyle geri çekilen ve gizlenen bir yapı. Nevzat Sayın ile bu saklanmışlığı, çekirdeğin biçimini ve yapımını konuştuk. Hülya Ertaş
The seed
nevzat sayın / nsmh
he: Proje üzerinde çalışmaya başladığınızda ona koyduğunuz isim neydi? Nevzat Sayın: “Fihi ma-fih”: İçindeki içindedir. Mesneviden Erol Akyavaş'ın yaptığı bir alıntı ve kendi resimlerinden birinin adıdır. Erol Akyavaş ile o sağken kapalılık, açıklık, görünmek ve kaybolmak üzerine epeyce konuşmuştuk, bu yapı bana bir şekilde hep Erol Akyavaş'ı, saklılığı, kapalılığı, bir çırpıda bulunamayanı hatırlattığı için projenin ofisteki dosya adı Fihi ma-fih'ti.
he: Bu aslında kaybolmayı tercih eden bir yapı. Ortada bir çekirdek var ve o çekirdek önce biraz da dışına taştığı bir iç duvarla, sonrasında da dış kabukla gizleniyor, tıpkı çok kıymetli bir şeyin gizlenmesi gibi. ns: Doğru, zaten bu yapı o çekirdek için yapılıyor; onun etrafında olup biten her şey onu nasıl daha iyi kullanabileceğimize dair. Fuayesi, girişi, altı, üstü, tesisat katlarıyla bütün odaklandığımız yer o çekirdek. Dolayısıyla çekirdeğin hem işlevlerine ilişkin bir kıymeti var hem de orada yapılmış bir yapının içinde saklanmışlığına bağlı olarak bir kıymeti var. Boğaz çevresinde bir yapı yaparken bağırıp çağıran ve göze batan bir şey yapmayı tercih etmediğimden geriye çekiliyorum. Geriye çekilmişliğin içinde çekirdeği bir kere daha geriye çekiyorum ve küçük bir ipucu
YAPI - KONSER SALONU - İSTANBUL 35 XXI - ARALIK 2009
Renkli oturma elemanları ve siyah yüzeyleriyle The Seed'in salonu, salon ışıkları kapatıldığında boşluk içinde müzik dinleniyormuş hissi yaratıyor.
veriyorum kapıdan giren birisi için: Çekirdeğin yaklaşık sekizde birini gösteriyorum. Nasıl bir şeyle karşılaşacağına dair yaklaşık bir fikri oluşuyor, yukarı çıktığında başka bir parçasını daha görebiliyor ve çok çabuk yukarıya ulaştığı için o görüntüyü zihninde bağlayabiliyor ama içeri girene dek onların neyin parçası olduğuna dair bir fikri olmuyor. Ancak içeriye girdiğinde dışarıda gördüklerinin ne olduğunu ya da dışarıda ip ucunu gördüğü şeyin artık içinde olduğunu anlıyor. Bu saklılık, ipucunu görmek ve sonra kendisini görmek bir kurgu, bir senaryo. he: Salona ilk girdiğimizde ufak bir kare hole giriliyor. O çekirdekten taşarak biçimlenen salon kapısı ve girişindeki kurgudan söz eder misiniz?
ns: Salonun kapısının nerede olduğu konusunda insanı kuşkuya düşürmemek için kapı biraz dışarıya taşıyor. Dahası bu, çok büyük bir salon olmadığı, salona girişte sandalyelere çok çabuk ulaşıldığı için gelenlere biraz nefes aldırmak ve bir-iki adım atacak kadar yer bırakmak istedik. Ayrıca, konser sırasında içeri girilip çıkıldığında o aradaki boşluğun ses yalıtımı için önemli olduğunu düşündüğümüz için çekirdeği şişirerek sahanlıklı bir kapı oluşturduk. he: O sarı kütle kendisi öyle olduğu için öyle, yuvarlatılmamış, nasıl imal edildiyse öyle. Dışarıdaki gabion duvarlar da aynı şekilde. Her şey gerçek. Tasarım sürecinde bu gerçeklik durumu nasıl ele alındı?
ns: Gerçek olan şey ne taraftan bakıldığına bağlı olarak gerçek olmayana da dönüşüyor. İnşa edilme biçimine ilişkin bu biçime sahip bir yapının tercih edilmesinin bir nedeni var. Arsanın bir köşesinde bir ev ve onun temelleri var, diğer köşesinde de kıymetli ağaçlar ve onların kök yapıları var.Bir konser salonu olacağı için binayı bir ayakkabı kutusu gibi çizerek başladık, planı yerleştirdik. Fakat daha sonra ağaçların köklerini araştırdığımızda onların belli bir yere kadar geldiğini fark ettik, dolayısıyla binayı dikdörtgen planlı olarak yapamayacağımıza, onu köşesinden kırpmamız gerektiğine karar verdik. Sonra da statikçinin uyarısıyla mevcut ev nedeniyle o köşenin hemen karşısındaki köşeyi de kullanamayacağımızı fark ettik. Yeni haliyle var olan duvarlar -hem ön taraftaki hem de
bu sayfada altta: Üst kotttaki bahçeden salonun terasına iniş sağda: Salonun dışarıdan görünüşü sağda altta: Terastan salonun fuayesine bakış karşı sayfada Fuaye-teras-Boğaz ilişkisi
ARALIK 2009 - XXI 36
YAPI - KONSER SALONU - İSTANBUL
sonraki sayfada İnşaat aşamasından fotoğraflar
arkadaki- eski duvarların izi. Duvarların konumlarını değiştirmek istemediğimiz için diğer iki köşeyi de kırpıp fuayeye alan tanımaya karar verdik. Böylelikle hiç olmazsa ilk girişte bir geniş alan yaratıp ikram masası koyabilecek, diğer tarafta da tesisat birimlerine geçiş için yer bırakabilecektik. Salon üzerinde yer alan terasın kotunu değiştiremiyorduk, daha aşağıya inemiyorduk; diğer yandan da salonun kullanım amacına uygun olarak yüksekliği daha fazla basılamıyordu. Biçim bu halini almışken onu en sağlam, rijit biçimlerden biri olan yumurtaya dönüştürdük. Salonu bir yumurta kabuğu gibi sac levhalardan yapsak, kendini taşıyan bir yapı olur mu diye araştırdık. Bu, iki metrelik kaburgaların etrafına sarılan sekiz mm kalınlığındaki saclardan oluşan bir kabuk, toprak altında çelik bir yapı. Tersane benzeri bir demir atölyesinde yapıldı, atölyede sekizde biri kuruldu; bu işlem sekiz kez tekrarlanınca biçimin tümüne ulaştık. Parçalar yerine taşındı ve şantiye bir montaj şantiyesine dönüştürüldü. Tonlarla ağırlığı o taşıyor ve hiçbir şey onu taşımıyor.
Biçim kendini kurdu diyebiliz; ağaçlardan, evden sakınıp, fuayenin yeterince insanın bir araya geleceği bir yer olarak düzenlenmesi çabamıza statik nedenlerle biçimin rijitliği, yukarıdaki terasın çekirdeğin üzerine basacak olması, salon içindeki optimum yüksekliklerin içeride korunması da dahil olunca önümüzde eliptik bir biçimle kaldık. Bu anlamda çok gerçek. Buna karşın dışarıdaki gabion duvarlarda kullanılan taşlar buradaki kazıdan çıkan taşlar. Bu da bana çok önemli ve iyi geliyor, kısmen de olsa hermetik bir yapıya dönüşüyor. Gabion duvarların yerinde eskiden bir duvar vardı, onu aldık ve onun içerisine bu yapıyı yerleştirdik, sonra o duvarı tekrar yerine yerleştirmek istedik. Fakat eskiden olduğu gibi onu gerçekten moloz taş duvar teknolojisiyle yapmak çok akıllıca değildi çünkü duvarın içinde üst fuayenin geniş açıklıklı doğramaları olacaktı. Gabion duvarı asarak yapabileceğimizi düşündük, bu iki avantaj getirdi. Öncelikle, arkasındaki tesisat mahallerinin harçsız taşların arasından havalandırılmasını, tesisat ağızlarının dışarı çıkışlarını sağladı. İkincisi, duvarın önüne takılmış taş sepetler nedeniyle arkasındaki duvarla pek fazla
uğraşmamamıza ve hızlı bir şekilde duvarı bitirmemize olanak tanıdı. Dolayısıyla olma biçimi çok gerçek ama "gerçek bir taş duvar" değil sonuçta. Tam gerçek dediğin yerde ama diyerek başka bir cümle daha kurman gerekiyor. Doğrusu arada bir yerde kalması ya da ikisini birden içeriyor olması da bir duvara çok yakışıyor, genel anlamda duvarın kendisi de içeriyle dışarı arasında bir yerdedir. Bu da gerçek olanla olmayan arasında bir yerde duruyor ve kendisinden önce orada duran duvarı temsil ediyor. Aşağıdan, yoldan bakan birinin eskiden olduğu gibi orada bir yapı olduğu hissine değil de sadece bir duvar olduğu hissine kapılmasını istediğimizden üst kattaki doğramaları 205 cm'ye kadar bastık. Tam burada yine yapının gerçeklikle gerçek olmayan arasındaki salınımı devam ediyor. Üst katın basık olmasının bir diğer nedeni fuayenin içinden Boğaz'a doğru bakıldığında gökyüzünün etkisini çok az, Boğaz'ın etkisinin çok abartılı bir şekilde hissedilmesini sağlamaktı. O bilgi de Turgut Cansever'den öğrendiğim bir şey; Üsküdar'daki
YAPI - KONSER SALONU - İSTANBUL 37 XXI - ARALIK 2009
Mihrimah Sultan Camisi'nin saçaklarının neden o kadar basık olduğunu anlatırken Boğaz Marmara'ya açılırken saçakların basılarak Boğaz hissini biraz daha devam ettirmek için kasten öyle yapıldığını söylemişti. he: İnşaat esnasından fotoğraflara baktığımızda bir tersaneyi andırıyor. İnşaat sürecini anlatabilir misiniz? ns: Burası aslında dolu bir yerdi, bu ev ve ağaçlara zarar vermeksizin sondajlar yapılarak yapının izinin nerede olduğu anlaşıldı ve buraya mini kazıklar çakıldı. Kazıkların tuttuğu tepenin içinden bir bölüm tamamen boşaltılarak alındı ve onun içerisine yapının radye temelinin betonu dökülerek bütün imalat onun üzerine kurulmaya başlandı. Kuruluş biçimi yapıdan çok gemiye benziyor; şantiyesi de tersaneye benziyordu. Biraz önce konuştuklarımızı; biçimin kendini kurduğunu düşünürsek eğer bu biçim kendi yapım teknolojisini de getirmiş oldu. Çünkü yerinde yapılması çok da akıllıca bir iş olmayacaktı, çok uzun sürebilirdi, bir atölyede yapıp buraya taşımak çok daha doğruydu. he: Özellikle Türkiye'de çalışan yabancı mimarlardan sıklıkla buradaki işçiliğin çok iyi olduğunu ve
neredeyse istenilen her şeyin üretilebildiğini duyuyorum. Siz ne düşünüyorsunuz işçilik konusunda? ns: İyi bir yapımcıyla karşılaştığınızda bu fikre katılıyorum ama iyi bir yapımcıyla karşılaşmak da çok kolay değil. Burada bütün iş 10 ayda bitti, bu çok hızlı bir süreç. Zamanın sıkışık olmasına rağmen ister salonun gövdesi için çelik imalatları, ister gabion duvarları düşünelim burada klasik anlamıyla el becerisine, zihinle el arasındaki ilişkiye bağlı olan zanaatkarlık biraz abartılarak kullanıldı. Orada kolaylaştırıcı tedbir olarak ölçü tekrarları, standardizasyon gibi araçlara başvurulmuş olsa da sonunda becerikli ustaların basit el aletleriyle bunu yapmasının yolu bulunmaya çalışıldı. Unutulan zanaatkarlığı bir kez daha hatırlatması açısından ilginç bir proje oldu. he: Bence bu zanaatkarlık vurgusu, Seed’in önceki işlerinizin devamlılığını sağlaması açısından da önemli. ns: Zanaatkarlık olmadan hiçbir şey olamayacağını düşünüyorum. Bu yüzden de Türkiye'de “high-tech”
bir yapı yapmanın ham bir hayal olduğunu düşünüyorum. Sizin dışınızdaki hayat öyle örgütlenmemişse, öyle kurulmamışsa, öyle gelişmemişse öyle bir yapı da üretemiyorsunuz. İngiltere'de yapılmış bir yapıyı burada üretmeye kalkmak çok zorlama bir tutum. "Zanaatkarlık" ise çok iyi yapabileceğimiz bir şey. Çünkü çok uzun süreler yapılmış, biraz unutulmuş ama bir zamanlar varmış. Şimdi yine zorunlu olarak iyi yapılması gereken büyük programlı yapılar yüzünden yeniden iyi işçilikler görülebiliyor. Bu durum kullanışlı bir veri olabilir. Bence bir iyileşme var Türkiye'deki inşaatlarda. Bana da doğru geliyor zanaatkarlık meselesini bu anlamıyla gündeme getirmek ve tartışmak. he: Salonun kendisinden söz etmek istiyorum. Elips plan, akustik açıdan işliyor mu? ns: Bu plan akustik açıdan sorunlu ama sonuçta tabi ki bununla başa çıkabiliyorsunuz. Akustik açıdan yaptığımız bir-iki denemenin çok başarılı olduğunu biliyoruz. Ama elips olması salonun bir oda orkestrası salonu olmasıyla doğrudan ilintili değil. Salon, az önce sıraladığım başka nedenlerden ötürü, başka türlü
YAPI - KONSER SALONU - İSTANBUL ARALIK 2009 - XXI 38
olamayacağı için elips biçiminde. Sonrasında da bu biçimin çözümü için uğraşıldı ve abartısız bir biçimde de çözülebildi. Salonun ilginç bir teknolojik donanımı var. Bu da Aykut Köksal'ın önerisiyle oldu. Bu konvansiyonel bir salon;, izleyici girişi, aşağıya doğru inen oturma düzeni ve kuralında bir yükseklikte bir sahnesi ve diğer taraftan da sanatçı girişi var. Ama eğer istenirse tüm salon, sahnenin yüksekliğine erişip aynı kotta olabiliyor ya da sahne ve giriş kotlarının her ikisinden aşağı doğru kademelenme yapılarak sahnesi ortada olan bir salona dönüştürülebiliyor. Ya da sahne elipsin uzun kenarına dayandırılarak konumlandırılabiliyor ve yeni bir oturum düzeni uyarlanabiliyor. Açıkçası bu, benim başlangıçta düşündüğüm bir şey değildi. Aykut Köksal 300-350 kişilik bir salonun çağdaş müzik icracıları için bulunmaz bir ölçek olduğunu buranın da akustik olmayan müzikler için de imkan sunması gerektiğini önerdi. Bunun çözümü de sonradan üretildi, başlangıçta bizim tasarım problemlerimizden biri değildi, sonradan girdi ve iyi çözüldü. he: Sahne farklı konumlarda olduğu zaman aynı akustik performansı gösterebiliyor mu?
ns: Gösteremez, salonun akustiği konvansiyonel duruma göre düzenlendi. Konvansiyonel düzenin dışına çıkıldığında zaten akustik bir salon talebi de kalmıyor. Onun için de salon içinde bağımsız bir truss var, bütün elektronik ekipmanın performansa göre dilendiği gibi takılıp çıkarılabileceği bir platform . he: Salondaki sandalyeler renkli ve hareketli, bunun nedenlerini anlatabilir misiniz? ns: Salonun değişebilirliğine karar verince sandalyelerin hareketli olmaları kaçınılmazdı. Renkli olmaları konusuna gelince onun hikayesi şöyle: Ben bir ara son prova fotoğrafları çekerdim. Konserden daha çok son provayı severim, müzisyenler günlük kıyafetleriyle gelirler, müzik artık oturmuştur. Ve hep yönetmenlerden boş salona çalmanın moral bozucu olduğunu, koskoca bir salonda izleyicisiz, sandalyelere çalmanın sevimsiz olduğunu duymuştum. İnsanların tümü koyu renk giymiş olsa bile kendilerine göre yüzleri, saçları, görünüşleri farklı olur. O doluluk benim her zaman salonda en çok hoşuma giden şeydir, boş salonu hiç sevmem. Boşken de doluymuş gibi bir salon olabilir mi diye yola çıktık. Bu rengarenk olma durumu,
herkesin bir koltuk tarafından temsil ediliyor olmasına dayalı. Bir iki firmayla hiçbiri bir diğeriyle aynı olmayan 350 sandalyenin üretilip üretilemeyeceğini konuştuk. Sonunda Lammhults'un Türkiye temsilcisi olan Diyalog Ofis ile konuştuk, başlangıçta şaka yapıyor olduğumuzu düşünmüş olsalar bile sonrasında istediğimiz şekilde yaptılar. Ben çok memnunum, dahası orada müzik yapan insanların da bundan çok memnun olduğunu duydum. he: Salonun siyahlığı biçimiyle birleşince sınırlarını belirsizleştiriyor, ancak sandalyelerden sınırı kestirebiliyorsunuz. ns: Evet, konser başlayana kadar ışıklar açık olduğu için tavan çok daha renkli, sandalyelerin yansımalarından ötürü. Konser başladığında sadece belirli bir yere kadar algılanabiliyor, ondan sonra kayıplık hissi daha da güçleniyor. Boşlukta durup müziği dinleme kten daha iyi ne olabilir? "Ses" ve sizden başka bir şey yok neredeyse. he: Gözünüzü kapatıp müzik dinler gibi. ns: Evet, doğru.
proje adı: The Seed mimar: NSMH / Nevzat Sayın proje ekibi: Umut Durmuş, Nesli Kayalı, Fatma Olgaç, Ahmet Korfalı, Sinem Cerrah statik: ARÇE / Necati Çeltikçi elektrik: ENKOM / Belgin Merey mekanik: Okutan Mühendislik akustik: Team Fores / Türker Talayman işveren: Sakıp Sabancı Müzesi yapımcı: Önder İnşaat inşaat alanı: 2.000 m2 ana işlev: Konser salonu ana strüktür: Betonarme+çelik projelendirme tarihi: 2007 inşaat süresi: 10 ay
zemin kat planı kesit
kesit
kesit
39 XXI - ARALIK 2009
1. kat planı
YAPI - KONSER SALONU - İSTANBUL
nevzat sayın 1954’de Hatay, Dörtyol’da doğdu. 1978 yılında Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Mimarlık Bölümü'nü bitirdi. 1980-1984 yılları arasında okul sonrası eğitim için Cengiz Bektaş ile çalıştı. 1985’ten beri kendi mimarlık atölyesinde çalışmalarını sürdürüyor. Bursa Uludağ Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi'nde proje stüdyosu yürütücülüğü yaptı.Bilgi Üniversitesi mimarlık yüksek lisans programının kurucu üyesi olan Sayın, Türkiye’deki mimarlık okullarında yaz okulu ve jüri çalışmalarına katıldı. Mimalık yazıları ve röpörtajları yayınlandı; çeşitli mimarlık ve fotoğraf sergileri hazırladı.Ulusal Mimarlık Ödülleri kazandı ve Ağa Han Mimarlık Ödülü'ne dört kez aday gösterildi. 2004 yılında ‘’Nevzat Sayın Düşler Düşünceler İşler’’ adıyla bir kitabı yayınlandı.
ORTAK MEKANLARDA YAŞAM Sur'daki balıkçıların kurduğu kooperatif için Hashim Sarkis'in geliştirdiği konutlar, Lübnan'ın ılıman iklim koşullarının da elvermesi sayesinde sahip olduğu metrekarenin yarısı kadar dış mekan kullanımı önererek canlı bir ortak yaşam tarifliyor. Hülya Ertaş
ARALIK 2009 - XXI 40
YAPI - KONUT - SUR
fotoğraflar: Joumana Jamhouriv
sur'dakİ balikçilar İçİn konut
hashım sarkıs
he: Öncelikle bu projeye nasıl başladığınızı sormak istiyorum. Proje size nasıl geldi? Hashım Sarkıs: Güney Lübnan'da kırsal kalkınma üzerine çalışan bir sivil toplum kuruluşunun yöneticisi olan bir arkadaşım vasıtasıyla geldi. Arazi mülkiyeti yüzünden projeyi başlatmakta sorun yaşıyorlardı. Önceki tasarım mevcut duruma uygunluk göstermiyordu. Ben de projeyi kabul ettim; bu uzun zaman önceydi, 1998 yılında. Projeyi tasarladık, orada yaşayacak balıkçı topluluğu ve işveren de beğendi. Ancak arazi kullanımı ve zonlamayla ilgili değişiklerden kaynaklanan bazı problemler vardı. Biz tasarımı yaparken onaylanan yeni bir master plan vardı ve biz de projeyi ona adapte etmek zorundaydık. Projenin inşaatına ancak 2001'e gelindiğinde başlanabildi; balıkçılarsa evlerine 2008'den sonra taşınmaya başladılar. he: 10 yıl bir proje için oldukça uzun bir süre. hs: Evet, uzun bir süre ve farklı sorunlar yaşadık. Bunlar ilk başta master planın ve zonlamanın değişimi, sonrasında ölçeğinin büyüklüğünden dolayı projeyi Lübnan'ın yüksek mercilerinden geçirmek zorunda olmamızdan kaynaklandı.
Sonrasında da inşaat malzemelerinin fiyatlarının Çin'den gelen hareket yüzünden yükselmesi sorun oldu. Ayrıca Lübnan'da 2006-2008 yılları arasında süregiden savaşlar da söz konusuydu. Bunların dışında bir de kaynak problemi vardı çünkü kaynak tükendikçe, kaynak sağlayan farklı uluslararası organizasyonlardan yeni para gelmesini beklemek için durmak ve gelince tekrar başlamak gerekiyordu. he: Tasarım sürecinde Sur'daki balıkçılarla birlikte çalıştınız mı? Onların projeye katılımı nasıl gerçekleşti? hs: Bana verilen proje tanımında sosyologların ve okulların balıkçılarla söyleşileri ve koşullarının detaylı analizleri vardı. Balıkçılardan alınan bu geri bildirimlere dayanan çalışmalara başladı. Dahası projeyi iki kere topluluğa sundum. En başta projeyi beğendiler ve devam dediler. Ama ikinci sunumda birimlerin planları netleşmişti, ben de karşılarına çıkıp gururla “Bakın, hiçbir birimin bir diğerinin aynısı olmadığı bir proje tasarladım.” dedim. Baktılar ve “ Hayır, topluluk ve kooperatif her zaman farklı insanlar arasında eşitlikten yana oldu, bu nedenle bize farklı birimler sunmayın, biz tümünün aynı olmasını istiyoruz, kimin hangi birimde oturacağını da kurayla seçeceğiz zaten.”dediler. Tüm birimleri birbirinden ayrı yapmamın nedeni, her birinin arsadaki konumuna ve binanın kesitindeki yerine yanıt vererek birbirlerini dengeleyebilmeleri için bir farklılaşma yaratmak ve de her birine mümkün olduğunca çok kamusal alan
YAPI - KONUT - SUR 41 XXI - ARALIK 2009
karşı sayfada Avluya doğru bakış bu sayfada en üst sırada: Farklı cephe düzenlemeleri ve canlı renkleriyle konutlar, içlerinde yaşayanların yaratıcı müdahalelerine açık. üst sırada: Farklı seviyelerdeki mahremiyetler sunan geçiş mekanları, canlı bir ortam yaratılmasına katkıda bulunuyor. solda: Konut gelişimine açılmış bir tarım bölgesinde konumlanan konutlar, kendi arsa sınırını net bir şekilde tarifleyerek alandaki gelecek gelişimlerde büyük parsellerin korunmasını teşvik ediyor. arka sayfada Çeşitli cephe düzenleri ve renkler konutlara hareketlilik katıyor. sonraki sayfada solda üstte: Konutlardan birinin balkonundan iç avluya doğru görüntü solda altta: İç mekanlardaki merdivenlerdeki kafesten avluya doğru bakış solda: Konutlar, yoğun dış mekan kurguları sayesinde birbirleriyle iletişim halinde.
YAPI - KONUT - SUR ARALIK 2009 - XXI 42
vermek istememdi. Çünkü birimler oldukça küçük, yaklaşık 78-80 metrekare ve her birimin %42-50'si kadar açık mekanı var. Böylesi ılıman bir iklimde dış mekan kullanımı çok önemli. Birimlerin eşitliği konusunu uzun süre tartıştık, farklılığın eşitliği getirebileceği, birimlerin konumlarına göre farklı tasarlanmalarının eşitlik sağlayacağı konusunda sonunda onları ikna edebildim. he: Bu, aslında düşük gelirliler için yapılmış bir konut projesi. Proje maliyetlerini düşürmek için ne gibi yöntemler izlediniz? hs: Öncelikle, temeli çakıl zemin üzerine inşa ettik, bu sayede çok az temel kazısı yapılması yetti, böylelikle zemin döşemesinin daha üst kotta kalması sayesinde alt katlardaki birimlere mahremiyet kazandırdık. İkincisi, merdivenler ve koridorlar gibi kapalı ortak mekanları en azda tutmamızdı. Projede hiçbir koridor yok, ortak merdivenler de bakım giderlerinin azaltılması için üzeri kapalı olsa da yanları açık olarak tasarlandı ve hava koşullarına dayanıklı olacak şekilde boyandı. Maliyetleri düşürmek için başvurduğumuz üçüncü yöntem ise, bitirme işlerini yapmamamız ve onları daha sonra balıkçıların tamamlamalarını önermek oldu. Örneğin mutfak dolaplarının bir kısmının ve yatak odalarındaki dolaplarının yapımını onlara bıraktık, bu onlarla ortaklaşa aldığımız bir karardı, ya onlar yapacaktı ya da kaynak gelmesi için projeyi
bekletecektik. Bina dış cephelerinde de bir tasarrufa gitmemiz gerekti, ilk projede biz binaların cephelerindeki bazı hataların kapatılması ve yüzey örüntüleriyle bir grup etkisi yaratarak projeye hareket kazandırılması için Arap alfabesinden harflerin üzerine şablonla boyandığı pürüzlü bir boya önermiştik ama bütçe yetmedi. Müteahhit sadece dış cephe boyası için bütçemiz olduğunu söyleyince projeye renkler dahil oldu. he: Binaları boyamaya karar verdikten sonra renkleri nasıl seçtiniz? hs: İç avluda güneşin yarattığı gölgeye karşıt bir şekilde, güneşe doğru bakıldığında daha açık, güneşe sırtınızı döndüğünüzde daha koyu renkler seçildi, böylelikle güneşe doğru bakmıyorken daha açık renkler gün ışığını çoğaltarak yaydı. Binaların dışa bakan cephelerindeyse daha doğal renkler kullandık, griler, maviler. Ama dışarıdan bakıldığında içerideki davetkar renkleri de görebiliyorsunuz, içeri doğru ilerledikçe renkler daha çok parlaklaşıyor; dışarı doğru yürüdükçe ise tam tersi. he: Konutların konumlandığı alan henüz gelişmiş bir kentsel alan değil ama öyle olması için planlar mevcut. Gelecekteki oluşumlara proje nasıl yanıt verecek? hs: Arsa sınırlarına dayanan bir tipolojiyi benimseyerek konut gelişimine açılmış olan çevredeki
tarım arazilerinin ölçeğini korumayı hedefledik, dışarıya karşı bütüncül bir blok görünümü veren bir bina yaparak çevredeki arsaların gelecekte parçalanıp ufak arsalar halinde ayrı ayrı satılmasını önlemeye çalıştık. Bu hattı koruyarak kamusal alanı da korumuş olduk, projedeki ortak alan, belli bir dereceye kadar orada oturanlar dışındaki insanlara da açık. Doğrudan balıkçıların evlerinin önü olan alanların o bölgedeki kimse tarafından kullanılacağını sanmıyorum. Buna karşın iki ana caddenin kesiştiği noktada küçük bir kamusal alan yarattık, bu dışarıdan kullanıcılara daha açık. he: Sarmal plan şemasının tasarım sürecinde nasıl geliştiğini anlatabilir misiniz? hs: Ortak bir alan tanımlamak istiyordum, bu nedenle de ortasında avlusu bulunan bir tasarım yaptım ama bu dışarısıyla içerisi arasında çok keskin bir geçiş öngörüyordu ve yapılması gereken tüm birimleri içinde barındıramıyordu. Onu çoğaltmam gerektiği ortaya çıktı, ilk başta dış kısmına bir şerit yerleştirdim ama bu kez de bloklar bütünleşmiyormuş gibi geldi. Sarmal olarak düzenlendiğindeyse hem ön hem de arka taraftaki arsa sınırından geri çekmeler, avludaki alanın genişliğine denk geliyor ve herkesin aynı oranda dış mekan kullanımına ve sınırlardaki bloklarda oturanların bölgenin gelecekteki gelişimine rağmen sıkışıp kalmamalarına olanak tanıyordu.
YAPI - KONUT - SUR 43 XXI - ARALIK 2009
he: Bu proje bildiğimiz anlamda bir düşük gelirliler için konut projesi değil, çok daha insancıl bir görünümü var. Bunu nasıl başardınız? hs: Açık mekanların dağılımı ve hiyerarşisi konusunda gösterdiğimiz çaba, bunun nedenlerinden biri. Genellikle düşük gelirli konutlarında gördüğümüz, bir modülün tekrarı olur ve yapıların zeminle bağlantısı göz ardı edilmiştir. Bu projedeyse başlangıcından beri kolektif fikri ve tekrardan oluşmaması kararı çok önemliydi. Ve zemin düzlemini devreye soktuk; büyük avludan çıkmaz sokağa, pasajlardan küçük köşe avlularına dek farklı ölçeklerde ortak alanlar yarattık. Cephe tasarımıyla da farklılaşıyor diğer düşük gelirli konut projelerinden. Genelde onlarda sonsuza dek tekrarlanan çok küçük pencereler ve bir kütle yığını olduğu görülür; bizse yerine uygun bir pencere düzeni ve çok büyük ölçekli olmayan bir kütle geliştirdik. Balıkçılara sadece yatacak yer vermekten daha fazlasını yapmak, onların yaşam kalitelerini artırmak isteyen bir STK ile birlikte çalışmış olmamızın da çok büyük katkıları oldu. Zaten bu aslında çok-çok-çok düşük gelirliler için bir konut projesi de değil, böylesi bir yerde yapılabilecek en ucuz inşaatı yapmış olduğumuzu söyleyemem. he: Projede kamusal ile özel alan arasında kalmış bazı ara mekanlar var. Bunların daha canlı bir ortam yaratmakta bir etkisi olacağını düşünüyor musunuz? hs: Evet, umduğumuz bu. İnsanlar, yaratılışları gereği bir yeri nasıl kullanacakları ya da nasıl değiştirecekleri
konusunda ilginç yaratıcılıklar sergileyebiliyorlar. Örneğin oradaki iki yol henüz yapılmamış olduğu için onlara ayrılan minibüs durağının olduğu alanı şimdi basketbol oynamak için kullanıyorlar. Kamusal ve özel alanlar arasındaki kesişimler için balkonlar, ortak merdivenlere yukarıdan bakan köprüler gibi öğeler kullandık, böylelikle kimin girip çıktığından komşuların haberi olmasını, bu yolla birbirleriyle ilişkilenmelerini sağlamayı hedefledik. Mahremiyetin sağlanması için dışarıdan içeri doğru eğimli şekilde zemini düzenledik, böylelikle dışarıdan evlerin içine doğru bakıldığında görülmemesini sağladık, bu sistem aynı zamanda drenaj için de uygun oldu. Avlunun içine doğru gidildikçe artan bir mahremiyet var, farklı görünebilirlik, şeffaflik, geçirgenlik ve açıklık dereceleri sunuyor; diğer yandan da her bir birimin mahremiyeti sağlanmış durumda. Yani farklı seviyelerde mahremiyet var. he: İklim koşulları projeyi nasıl etkiledi, ne gibi kararlar almanıza yol açtı? hs: Ilıman bir iklim olduğu için kesinlikle havalandırma çok önemliydi. Birimlerin birçoğunun yaşama katları, bir cepheden diğerine çapraz hava akımı sağlanacak şekilde düzenlendi. Avludaki bitkilerin büyümesi sayesinde orada oluşacak sıcaklık farklılaşması sayesinde birimlerdeki bu hava akımı daha da etkili
olacak. Pasif enerji yöntemlerini devreye sokmaya çalıştık. Yılda en çok sekiz gün yağmurun yağdığı bu iklimde birimlerin kompaktın tutulması ve dış mekan kullanımının olabildiğince teşvik edilmesiyle yaşamı hem içeride hem de dışarıda olacak şekilde kurguladık. Bu bölgede gün ışığı oldukça kuvvetli olduğundan proje maliyetleri nedeniyle görece küçük tutmak zorunda kaldığımız pencere açıklıklarından doğal ışığın alınması konusunda bir sorun yaşanmadı. Ayrıca projedeki sulama alanları için suyun toplanmasını sağlayan bir sistem kurduk. he: Peyzaj tasarımından söz edebilir misiniz? hs: O yöredeki bitkiler seçilerek daha bereketli bir peyzaj oluşturmak hedeflendi. Kavak, palmiye ve diğer dayanıklı ağaçlar dikildi. Müteahhit de projeyi teslim ederken balıkçıların her birine birer limon fidesi hediye etti. Zaman içinde nasıl gelişeceğini göreceğiz. Tabi ki her zaman olduğu gibi peyzaja kaynak ayırmak istemediler ama fotoğraflara bakıldığında az da olsa bir bitkilendirme etkisi hissediliyor. he: Binaların bakımının nasıl yapılması planlanıyor? hs: Biz proje üzerinde çalışırken bakım maliyetlerini olabildiğince kısmaya çalışmıştık. Kooperatif, bakım için oturanlardan para topluyor; küçük tamirat işleri ve bahçeyle ilgilenen birini tuttular. Herkes kendi kapısının önünü, merdivenini temizliyor. Şimdiye dek bu yöntemleri işledi.
zemin katı planı konut tipleri diyagramı
3. kat planı
ARALIK 2009 - XXI 44
YAPI - KONUT - SUR
avlu içinden cephe görünüşleri
dışarı bakan cephe görünüşleri 5. kat planı proje adı: Sur'daki Balıkçılar için Konut proje konumu: Abbassiyeh, Sur, Lübnan işveren: Güney Lübnan Kırsal Alanları Geliştirme Birliği ve Beka Konut Kooperatifi program: 80 konut ve dört dükkanın tasarımı tasarım ekibi: Hashim Sarkis, Anu Shah, Erkin Özay, Ziad Jamaleddine, Paul Kaloustian, Brian Mulder, David Hill, Mete Sönmez, Ryan Bollom, Cynthia Gunadi strüktür mühendisliği: Mohamed Chahine ve Mounir Mabsout elektrik ve mekanik mühendislik: AURORA müteahhit: EBCO-BITAR alan: 8.400 m2 maliyet: 2,4 milyon dolar
yan cephe görünüşleri
vaziyet planı gelişim diyagramı
hashım sarkıs Rhode Island School of Design 'dan 1987'de mimar olarak mezun oldu, Harvard Üniversitesi'nde 1989'da mimarlık yüksek lisansını, 1995'te de doktorasını tamamladı. 1996-1999 yılları arasında Rafael Moneo ile Lübnan'daki bir proje üzerine çalıştı. Kendi ofisi olan Hashim Sarkis, Architecture, Landscape, and Urban Design 'da çalışmalarını sürdürmekte ve 2002 yılından beri Harvard Tasarım Okulu'nda Ağa Han Peyzaj Mimarlığı profesörü olarak görev yapmakta.
YARIŞMA - MİMARLIK - HELSINKI ARALIK 2009 - XXI 46
KARBONSUZLAŞAN MİMARİ Finlandiya'da Low2No bölgesi için açılan konut yarışması, mimari üretimdeki aktörlerin iklim değişikliklerine karşı bilinçlerini teşvik etmeyi amaçlıyor. Birincilik ödülünü kazanan Sauerbruch Hutton'un projesi bu anlamda karbonsuzlaşma girişimleriyle dikkat çekiyor. Sauerbruch Hutton
Helsinki'nin Jätkäsaari Yarımadası'na inşa edilecek ilk karbonsuzlaştırılmış bölgeye prototip bir blok tasarımı için yapılan uluslararası yarışmayı Arup, Experientia ve Galley Eco Capital ile birlikte giren Sauerbruch Hutton kazandı. Yarışmayı yürüten Finlandiya Gelişim Fonu SITRA, yapılan 74 başvuru arasından seçtiği beş uluslararası takımı görevlendirdi. Amaçları müteahhitleri, tasarımcıları, geliştiricileri ve karar vericileri, iklim değişikliklerinin etkilerini ciddi bir şekilde göz önüne almaya teşvik etmek. Amacı tasarımların yenilikçi stratejilerinin tüm gelişim genelinde tekrarlanması olan SITRA'nın genel merkezini de Low2No bölgesine taşıyacağı tahmin ediliyor.
low2no
sauerbruch hutton
Yarışmayı kazanan Sauerbruch Hutton'un önerisi "c_ life - City as Living Factory of Ecology" (Yaşayan
Ekoloji Fabrikası Olarak Kent) Low2No bloğunun ihtiyaçlarını karşılamanın yanı sıra, çevresinin ve bir bütün olarak Helsinki'nin gelecekteki girişimlerini de kapsıyor. Grubun bütünsel ve disiplinlerarası yaklaşımının önemli bir özelliği de pasif ve aktif stratejilerle binanın çevresel etkisini, aynı zamanda insanların çevreye bıraktıkları izleri azaltan mimarileri. Yenilenebilir düşük karbonlu malzemelerin kullanılması, strüktürün gelecekteki değişimlere uygun esneklikte olması, doğal havalandırmadan ve gün ışığından en yüksek düzeyde faydalanılması, iş ve yaşam tipolojilerinin karşılanmasıyla; küçük seralar ve çekici kamusal bahçeler, farklı kullanımlar kentsel düzenlemeye entegre oldular. Tüm gelişim programının ilk aşamasını oluşturan bazı kısımlarla birlikte Low2No bölgesinin yapımı 2012'ye kadar tamamlanacak. Tüm Jätkäsaari bölgesinin geri kalan yaklaşık 100 hektarlık bölümünün inşasının da 2023'te bitirilecek olmasının yanı sıra karbonsuzlaşmanın 2021 yılı itibariyle sağlanmış olması ümit ediliyor.
YARIŞMA - MİMARLIK - HELSINKI
bu sayfada yanda: Çevre yollarla yapı ilişkisi altta: Karbonsuzlaştırma grafiği en altta solda: Yapı çevresinde gelişecek yaşantı en altta sağda: Parktan gece görünüşü
47 XXI - ARALIK 2009
karşı sayfada Kış bahçeleri ve terasları ile c-life'ın kuşbakışı görünüşü
YARIŞMA - MİMARLIK - HELSINKI ARALIK 2009 - XXI 48
sauerbruch hutton 1989'dan beri mimarlık, şehircilik ve tasarım üzerine çalışan uluslararası bir firma. Berlin'deki ofislerinde yirmi farklı ülkeden yaklaşık yüze yakın mimar, tasarımcı, mühendis ve işletmeci ile çalışan ekibin başında Matthias Sauerbruch, Louisa Hutton, Juan Lucas Young, Jürgen Bartenschlag ve Andrew Kiel bulunmakta. Birçok yerel ve ulusal ödüle layık görmüş olan ofisin, Almanya ve Avrupa'nın bir çok kentinde özgün ve sürdürülebilir çalışmaları bulunmakta.
en üstte solda: Vaziyet planında yeni Jätsäkaari mahallesinin, 18. ve 19. yüzyıl Avrupa şehirleri ve Helsinki'nin merkezine çok benzer bir şekilde, ana kamusal alanın merkezi bir park olduğu bloklar sistemi ile bölümlendirilmesi. en üstte sağda: Avluların sokakların uzantıları gibi davranıp kullanıcıların ve bölge sakinlerinin tanışıp etkileştikleri yarı kamusal "karışma" alanları oluşturması. üstte: Fonksiyon grafiği üstte sağda: Hacimlerin düzenlenişi sağda: Avlularda gelişecek yaşantıdan bir görünüş
ÜRÜN TASARIMI - AMBALAJ ARALIK 2009 - XXI 50
fotoğraflar: Orhan Irmak Tasarım
İÇİNDEN YATAK ÇIKAN kutu Orhan Irmak Tasarım tarafından tasarlanan ve ambalaj tasarımı alanında verilen Pentawards Ödülleri'nde bronz ödüle layık görülen Linens'in Arzu Kaprol Home serisi ambalajlarını Orhan Irmak ile görüştük. Elif Esmez
arzu kaprol home serİsİ
orhan ırmak tasarım
ee: Proje tanımı size kim tarafından ulaştı ve sizden istenilen tam olarak neydi? Orhan Irmak: Bu projede Orhan Irmak Tasarım olarak ambalaj tasarımı sürecini üstlenmemiz Arzu Kaprol'un fikriydi. Bu doğrultuda Arzu Hanım ve Linens yöneticileri ile bir araya geldik. Beraber proje üzerine oldukça detaylı görüşmelerimiz oldu. Bizden tam olarak istenilen, bir tasarımcı serisi olan Arzu Kaprol Home ürünleri için yaratıcı ve iddialı ambalajlar tasarlamamızdı. Arzu Kaprol’un nevresimlere yansıttığı tasarım dilini biz de ambalaja yansıtmaya çalıştık. ee: Hangi fikirden yola çıktınız? oı: Arzu Kaprol’un tasarımlarında detaylara verdiği önem, çıkış noktamız oldu. Dolayısıyla ambalajımızın içinde gizli ve kullanıcıya sürpriz olacak bir detay
olsun dedik. Bu noktada eski masal kitaplarından esinlendik. Hatırlarsanız eskiden açılınca içinden ağaçlar, şatolar çıkan özel katlamalı kitaplar vardı. Biz de böyle bir espri katalım istedik ve her bir desen için özel bıçaklar hazırladık. Böylelikle Arzu Kaprol Home serisinin ambalajlarının kapaklarını açtığınızda, üç boyutlu bir yatak görseli karşınıza çıkıyor. ee: Var olan klasik nevresim takımı ambalajları hangi yönleriyle bu ürünlerin ihtiyaçlarını karşılamıyordu? oı: Klasik nevresim ambalajları genel olarak bir alt kutu ve bir üst kapaktan oluşuyor. Kapak içinde de nevresim desenini gösteren bir fotoğraf yer alıyor. Daha ucuz segmentlerde PVC poşetli ambalajlar da var. Ama genel olarak sanki katalog inceliyor gibi ambalaj üzerindeki fotoğraflardan nevresim takımınızı seçmeniz bekleniyor. Bu da tahmin edildiği üzere süreci oldukça sıkıcı bir hale getiriyor. Oysaki biz, ambalajın ürün deneyiminin bir parçası olduğuna inanıyoruz. Yani ürününüzün arkasında bir hikaye varsa, bu mutlaka o ürünün ambalajına da yansımalı.
ürün tanımı: Linens - Arzu Kaprol Home Ambalaj Tasarımları ürün tasarımı: Orhan Irmak Tasarım İş veren: Linens üretici firma: ARS Ambalaj kullanılan malzemeler: Mukavva Sıvama ve Özel Bıçaklı Ofset Baskı proje başlangıç ve bitiş tarihi: Ocak - Haziran 2008
karşı sayfada Farklı boyutlardan oluşan Arzu Kaprol Home serisi ambalajları bu sayfada solda: Seri içinde yer alan mum kutuları sağda: Her bir desene özel olarak tasarlanan bıçak kesim yerleri alt sırada: Nevresim kutuları açıldığında ortaya üç boyutlu bir yatak görseli çıkıyor
ÜRÜN TASARIMI - AMBALAJ
ee: Tasarım sürecinden biraz bahsedebilir misiniz? Fikir ortaya çıktıktan sonraki süreçte Arzu Kaprol ile nasıl bir işbirliğiniz oldu? oı: Tüm süreci Arzu Kaprol ve Linens ekibi ile beraber götürdük. İlk etapta birkaç farklı strüktürel ve grafik çözüm oluşturduk. İlk toplantımızda hazırladığımız bu alternatiflerden biri öne çıktı. Daha sonra seçilen çözümü uygulamaya geçirmek için üreticilerle beraber çalışmaya başladık. Alışılmışın dışında bir tasarım ortaya koyduğunuzda, her zaman üretimin hazırlık süreci daha uzun oluyor. Burada da böyle oldu ama bizler için bu da keyifli bir süreçti. Son olarak da nevresim desenlerinin fotoğraflanması sırasında kullanılacak fotoğraf açısını belirledik. Dolayısıyla bu projede fotoğraf ekibinden üretici firmaya kadar geniş bir ekiple beraber çalıştık. ee: Bu koleksiyonun beş ürünün her birinde nevresim takımı koleksiyonunun yanı sıra her bir koleksiyona ait nevresim takımı dışında ürünler de bulunuyor. Bu seriyi oluşturan birbirinden farklı ürünlerin ambalajları için nasıl bir çalışma gerçekleştirdiniz?
oı: Seriyi oluşturan ürünlerin boyut olarak birbirinden çok farklı olması, ürünleri rafta birleştirmek adına büyük bir sorun oluşturdu. Örneğin; mum kutuları nevresim kutularına göre boyut olarak çok daha küçük ya da yatak örtüsü gibi ürünlerin yer aldığı kutular ise oldukça büyüktü. Bu kadar geniş bir ölçü aralığında ortak bir Linens - Arzu Kaprol Home kimliği oluşturmaya çalıştık. Ambalajın ana unsurlarını ise değişik geometri, grafik öğe olarak kullanılan Arzu Kaprol’un el yazısı, siyah ve gümüş renkler oluşturdu. ee: Kutunun üretimi nasıl gerçekleştirildi? Örneğin masal kitaplarında da yer alan üç boyutlu görselleştirme kısımları için özel bir üretim süreci gerekiyor muydu? oı: Özel bir üretim sürecinden çok oldukça detaylı bir hazırlık süreci gerekti. Yatakların tamamı aynı açıdan fotoğraflandı ve daha sonra bu fotoğraflar üzerinde kapak açılınca yatağın kendiliğinden ayağa kalkmasını sağlayacak şekilde kırım yerleri belirlendi. Oluşturulan bıçak iziyle de yatak görsellerini taşıyan iç parçalar oluşturuldu. Hem kutunun genel
strüktüründe hem de bu iç parçaların montajında el işçiliği de devreye girdi. Ee: Linens ilk defa bir moda tasarımcısı ile işbirliği gerçekleştirirken bununla birlikte ilk defa da sizinle çalışıyor. oı: Gerçekten her açıdan farklı bir proje oldu. Değişik ve yenilikçi bir şeyler ortaya koymak istiyorsanız, o noktada tasarım devreye giriyor. Bugünün pazarlama anlayışında tasarımın ürüne kattığı değer herkes tarafından kabul ediliyor. Eskiden tasarım, ürüne sonradan eklenen bir fayda olarak görülürdü; şimdi ise her projenin olmazsa olmazı haline geldi. Bu proje ile ambalaj tasarımı alanında verilen Pentawards Ödülleri'nde Bronz ödülü kazandık. Gıda ve kozmetik alanı, ambalaj tasarımı açısından en çok bilinen ve göz önünde olan alanlar olsa bile ambalajın yer aldığı bütün alanlarda doğru tasarıma ihtiyaç var. Dolayısıyla ev tekstili gibi ambalajın nispeten daha az ele alındığı bir alanda böyle ödül kazanan bir projeyi yapmış olmaktan gurur duyuyoruz.
51 XXI - ARALIK 2009
orhan ırmak tasarım ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü'nden birincilikle mezun olan Orhan Irmak, Bilkent Üniversitesi'nde yüksek lisans derecesini aldı ve “Değişen Tasarım Anlayışları ve Tasarımda Geleceğe Yönelmeler” başlıklı tezini yazdı. 2004 yılında Gökhan Irmak ile beraber kurdukları Orhan Irmak Tasarım'da Tasarım Direktörü görevini sürdüren Orhan Irmak, aynı zamanda Endüstriyel Tasarımcılar Meslek Kuruluşu (ETMK) İstanbul Şubesi genel sekreteridir.
TECNİCA Çanakkale Seramik&Kalebodur üretim tesisleri, laboratuarlar, yemekhaneler gibi hijyen gerektiren ve ağır yüklere maruz kalan alanlar için Tecnica ürün grubunu geliştirdi. Zorlu koşullara ve ağır yüklere dayanım amacıyla üretilen, 14 mm kalınlığında, aside dayanıklı bir seramik zemin kaplama malzemesi olan Tecnica, tüm olası zorlu koşullarda yatırımınızı güvence altına
ARALIK 2009 - XXI 52
YENİ - ÜRÜN
PIGIO Hafele’nin ürün portföyünde yer alan Pigio topuz kapı kolu, hastane ve ofis gibi genel kullanıma açık mekanlarda, bakteri ve virüslerin yayılma riskini azaltıyor. Virüsle bulaşan hastalıklarda el hijyeni büyük önem taşısa da genel kullanıma açık kalabalık mekanlarda, özellikle kapı kolları gibi mikrop tutan yüzeylerle teması önlemek neredeyse imkansız. Hafele bünyesinde yer alan
alıyor. Lekelenmeye karşı dayanıklı, kolay temizleniyor. Özel parçaları sayesinde köşelerde kir birikmesini ve bakteri oluşmasını engelliyor. Su ve her türlü temizlik maddesiyle rahatlıkla temizlenebiliyor. Tecnica, konvansiyonel seramik kaplama yöntemleri ile uygulanabildiği gibi, vibrasyonlu sistem ve epoksili seçenekleriyle de uygulanabiliyor. www.kale.com.tr
markalardan Meroni’nin hijyenin önem kazandığı hastane, poliklinik ve laboratuar gibi mekanlar için geliştirdiği Pigio topuz kapı kolu ve kilit seti, elleri kullanmadan omuzla ya da kalça hareketiyle açılmasını sağlayan mekanizmasıyla, acil çıkışlarda kullanıma uygunluğunu belirten CE EN 179 sertifikasına sahip ilk Avrupalı kilit sistemi. www.hafele.com.tr
ONDUBAND Onduline Avrasya, çatılarda, yağmur, rüzgar, don gibi birçok olumsuz şartın meydana getirdiği tahribatları tamir etmek ve bunların oluşmasını önlemek için üretilen yalıtım bandı Onduband’ı Türkiye’de hizmete sundu. Onduline Grup bünyesinde, Fransa'nın Yainville fabrikasında ileri teknoloji ve kaliteli bitümden üretilen Onduband kendinden yapışan, bitüm esaslı, takviyeli alüminyum film kaplı ve su geçirmez özellikleriyle çatılarda tam koruma sağlıyor. Çatı pencerelerinde, baca diplerinde, olukların ve tahliye borularının tamirinde kullanılan Onduband beş yıl renk, 10 yıl hava
şartlarına dayanım garantisiyle satışa sunuluyor. Yüzeylere kolayca ve kuvvetle yapışmasını sağlayan yüksek adhezyon ile Onduline grubu ürünlerine gösterdiği adaptasyon, ürünün kullanım kolaylığını ortaya koyuyor. Yüksek fiziksel dayanım, kolay bükülme özelliği ve renkleriyle, tamirat ile doğal şartlara karşı koruma özelliklerini birbirinden zor testleri geçerek ispatlayan Onduband, dere ve mahyaların montajında oluk ve boruların yenilenmesinde, kayrak ve benzeri malzemeler ile tahliye borularının tamirinde kolaylıkla kullanılabiliyor. www.onduline.com.tr
VITODENS 242-F Viessmann’ın güneş enerjisi destekli, gaz yakıtlı kompakt yoğuşmalı kazanı Vitodens 242-F, güneş enerjisinden faydalanarak kullanma suyu ısıtmasına destek veriyor, gerekli durumlarda mahal ya da kullanma suyu ısıtması için gaz yakıtlı yoğuşmalı kazanını devreye sokarak son derece tasarruflu bir işletme sağlıyor. Güneş enerjisi destekli 170 litre hacminde emaye kaplı depo boylere, solar pompa, solar kontrol modülü ve güneş enerjisi devresi doldurma grubu cihaza entegre edilip, Vitodens 242-F için özel olarak oluşturulmuş, gerekli tüm sistem
ARALIK 2009 - XXI 54
YENİ - ÜRÜN
SEDNA Schneider Electric Sedna ile anahtarpriz serilerini işlevsel bir ayrıntı olmaktan öteye taşıyor. Zarif yapısı ile şık mekanların stilini tamamlayan Sedna, sağladığı enerji tasarrufu ile çevreye duyarlı bireylerin ilk tercihi oluyor. Sedna serisindeki uzaktan kumandalı dimmer sistemi, bulunduğunuz yerden ışığın şiddetini kontrol etme imkanı sunarken hareket detektörü, gerektiği anda yürüdüğünüz mekanı aydınlatarak elektrikten
tekniği bileşenlerini içeren solar paketler ile cihaza 2,3 ya da 4,6 m2 Vitosol 100-F düzlemsel güneş kollektörü bağlanabiliyor. Yeni dijital Vitotronic kontrol paneli ile dış hava kompanzasyonlu işletme yapılabiliyor ve güneş enerjisi fonksiyonlarına erişim sağlanabiliyor. Yeni grafik ekran, çok satırlı açık metinlerin, grafiklerin, yardım metinlerinin ve güneş enerjisi kazancının gösterimine imkan veriyor. Kullanma suyu ısıtması için, entegre edilmiş booster fonksiyonu ile ısıtma gücü ihtiyaca uygun olarak ayarlanabiliyor. Anma ısı gücü mahal ısıtmasında 5,9 - 26 kW aralığında. Kullanma suyu ısıtmasında, booster
tasarruf etmenizi sağlıyor. Çocukların güvenliğinin de düşünülerek çocuk koruma özelliğinin standart olarak uygulandığı seride, paralel bağlantı uçları ve otomatik bağlantı özelliği hızlı ve güvenli bir kablolama olanağı sunuyor. Tüm bu özelliklerinin yanı sıra, çerçeve yüksekliği sadece 0,8 cm olan SEDNA, dokuz renk alternatifi ve beyaz-krem, renkli ve metalik modelleriyle de mekanlara uyum sağlıyor. www.schneider-electric.com.tr
BEO 5
AD HOC
Bang & Olufsen’nin yeni ve kişiselleştirilebilir uzaktan kumandası Beo5, ses ve görüntü sistemlerinin kontrolünü ışık, camlar, klima ve güvenlik gibi diğer sistemlere de entegre ederek koltuğunuzdan rahat bir şekilde kontrol edebilmenizi sağlıyor. Bu uzaktan kumanda, insanların teknolojiye değil teknolojinin insanlara hizmet etmesi gerektiğini düşünenlerin tercihi.
Bakara Collection tarafından Türkiye'de satışa sunulan, Fabbian firmasının ürettiği Ad Hoc'un ürünün tasarımcısı Alessandra Baldereschi. Aydınlatmanın tamamının pleksiglastan yapılmış olması onu ayrıcalıklı kılıyor. Ayarlanabilir ve oynar başlıklı olması ise diğer bir özelliği.
www.bang-olufsen.com
www.bakara.com.tr
fonksiyonu sayesinde anma ısı gücü 29,3 kW’a çıkıyor. Vitodens 24 2-F’de bulunan plakalı eşanjör ve 170 litre hacmindeki depo boyler kombinasyonu, yüksek sıcak su konforunun garantisi. EN 13203 Standardı’na göre en yüksek derece olan üç yıldızlı sıcak su konforu ile derecelendirildi. Paslanmaz çelik eşanjörün kendi kendine temizlenen düz yüzeyleri sayesinde eşanjör yüzeyleri tıkanmamakta ve bu nedenle sadece yeni cihazda değil, cihazın tüm kullanım ömrü boyunca yoğuşmadan ve yüksek verimden faydalanmak mümkün olmakta. www.viessmann.com.tr
GALA Lineadecor’un Gala modelinde kusursuz ve güçlü bir kompozisyon dikkat çekiyor. Temel işlevlerin ayrıştırılması, boşluk ve doluluk oranının dengeli biçimde kullanılması ile Gala, mutfağı ferahlatan, göz alıcı bir etkiye sahip. Köşeli formdaki kulpları, parlak lakenin ışıltısını ve çarpıcı görüntüsünü tamamlayarak
kapak yüzeyine entegre oluyor. Beyaz, krem, sarı, portakal, kırmızı, fıstık yeşili, lacivert, tortora, gri, siyah, kahve ve bej gibi çok beğenilen renklerine eklenen mor, füme, koyu ve açık kaşmir, zeytin yeşili, kiremit, buz mavisi, limon sarısı, gece ve gök mavisi gibi tonlarla Gala, 22 farklı renk seçeneğine sahip. www.lineadecor.com.tr
ECOSTAR Siemens Ev Aletleri, sadece yedi litre suyla bulaşık yıkayan makinesini piyasaya sürdü. 13 kişilik bulaşık için sadece yedi litre su harcayan Siemens SN25M232EU ecoStar bulaşık makinesi, jetMatic teknolojisi sayesinde her litreden daha fazla performans elde ediyor ve suyun her damlasını kullanarak mükemmel temizlik sağlıyor. Yeni ecoStar, aynı zamanda yıkama ve kurutmada AAA enerji verimliliği performansı sergiliyor. ecoStar’ın program sürelerini yüzde 50 oranında azaltan
ARALIK 2009 - XXI 56
YENİ - ÜRÜN
SIMPLY U Türkiye’deki pazarlama faaliyetleri Ece Banyo tarafından yürütülen Ideal Standard International’ın Red Dot ve iF ödüllerine sahip Simply U serisi Türkiye’ye geldi. Alman tasarım ofisi Artefakt tarafından yaratılan Simply U, farklı zevklere hitap eden Clear, Natural, Dynamic ve Intensive kategorilerinde toplam 25 adet seramik
lavabo, banyo dolapları, 14 tip armatür, dijital saati ve günü gösteren dört farklı ayna ve isteğe bağlı olarak aksesuar çözümleri bulunuyor. Artefakt tarafından “kimliğine uygun yarat” felsefesiyle tasarlanan Simply U serisi, tüketicilerin bireysel seçim ve tasarım önceliklerine göre banyolarını yaratmalarına olanak sağlıyor. www.idealstandardturkey.com
varioSpeed fonksiyonu, ekonomi programında 13 kişilik bulaşık yıkama süresini 70 dakikaya indiriyor. Diğer bulaşık makinelerinin aksine, bir fısıltı sessizliğinde çalışan yeni ecoStar, böylece geceleri bile kimseyi rahatsız etmeden çalışabiliyor. Yıkama süresince yalnızca 0,97 KWs enerji harcayan ecoStar, sessizliği sayesinde geceleri de kullanılabildiği için indirimli elektrik ücretlerinden faydalanabilme olanağı sunuyor ve aile ekonomisine katkıda bulunuyor. www.siemens-home.com
Tarkett ve Aspen ortak yeni bir şirket kurdu
Tarkett ve 1995’den beri Tarkett’in Türkiye pazarındaki öncü distribütörü, Aspen Yapı ve Zemin Sistemleri, Türkiye’de Tarkett zemin döşeme ürünlerinin satış ve dağıtımını gerçekleştirmek üzere güçlerini birleştirdi. Tarkett’in CEO’su Michel Giannuzzi bu gelişme ile ilgili yaptığı açıklamada şunları söyledi: ‘‘Aspen ile gerçekleştirdiğimiz ortak girişim, uzun süreli ve başarılı bir iş ilişkisinin
sonucudur. Bu ortaklık, Tarkett’in zemin pazarını uzun vadede büyütmek için yatırım yaparak yerel ortaklarla iş birliği yapma stratejisini yansıtmaktadır.’’ Yeni kurulan Tarkett Aspen ortak girişimin Genel Müdürü Cumhur Dinçer ise Tarkett’in Aspen için ideal bir ortak olduğunu belirterek şunları söyledi: “Tarkett’in ürün serileri ve bilgi birikimi Türkiye zemin pazarında satış ve lojistik alanındaki gücümüzü daha da arttırmamızı sağlayacaktır.’’ www.aspen.com.tr
ARALIK 2009 - XXI 58
FİRMA HABERLERİ
E.C.A PRIMEMIX'E IF DESIGN'DAN ÖDÜL
E.C.A Primemix armatürü, İtalya’nın Verona kentinde yapılan M Technology Award 2009, IF Design tarafından düzenlenen Uluslararası Tasarım Yarışması’nda “Elements and Systems” kategorisinde ödül kazandı. Elginkan Topluluğu’nun Manisa’daki Valfsel Armatür fabrikasında üretilen yenilikçi ürün E.C.A Primemix, kullanıcısına sunduğu konforun yanı sıra, su ve enerji
tasarruflu teknolojisiyle ödüle layık görüldü. Ödül töreninde, E.C.A adına ödülü, Valfsel Armatür Sanayi A.Ş. ARGE Müdürü Ahmet Coşan aldı. Altmış firmanın katıldığı yarışmada ikisi altın, ikisi gümüş olmak üzere toplam yirmi firma ödüle layık görüldü. Ödül kazanan tüm ürünler, aynı zamanda mimarların gözdesi olan Uluslararası Mobilya Endüstrisi, İç Tasarım, Aksesuar ve Ekipmanları Fuarı’nda (ZOW) sergilendi. www.eca.com.tr
“Les Thermes” 'de DuPont™ Tyvek®
Lüksemburg Strassen’de bulunan spor ve eğlence merkezi “Les Thermes”’in yapımında kullanılan gelişmiş su buharı geçişine açık, nem yalıtımı sağlayan buhar dengeleyici DuPont™ Tyvek®, yapıyı zararlı yoğuşmaya karşı korurken, dış hava koşullarına karşı da rüzgâr ve yağmur geçirmez bir bariyer oluşturuyor. Tüm çatı, dış yüzey ve iç alanının inşaatı Almanya Kirchberg’deki Ochs
GmbH ahşap mühendisleri, tarafından yapılan eğlence merkezinde kullanılan DuPont™ Tyvek®, nefes alma özelliğine sahip membran, doğal olarak buhara açık olmasına rağmen, su geçirmezlik özelliğine de sahip. DuPont™ Tyvek®, su geçirmeyen ama yapısındaki doğal gözeneklerden su buharının geçmesine izin veren bir “labirent” oluşturmak için birbirine bağlanmış milyonlarca mikro liften oluşuyor. www.tyvek.com.tr
VitrA, MOD ile “Dünya Mimarlık Festivali”ndeydi VitrA, Barselona’da 04 - 06 Kasım 2009 tarihlerinde düzenlenen Dünya Mimarlık Festivali’nin (World Architecture Festival) sponsorlarından biri oldu. Mimarlık dünyasının büyük ilgi gösterdiği festival, farklı kategorilerde verilen ödüllerin ve seminerlerin yanı sıra “Less Does More” (Daha
Azla Daha Çok) temalı bir sergiyi de içeriyordu. VitrA; yeni dünya düzeninde, zaman, enerji ve finans kaynaklarının daha az kullanımıyla daha çok değer üretilmesine odaklanan sergide, Ross Lovegrove’un “Less Is More” (Az Daha Çoktur) felsefesiyle tasarladığı MOD koleksiyonuyla yer aldı. www.vitra.com.tr
BİRLEŞMEDEN BU YANA 750 GÜN GEÇTİ
Vaillant Group Türkiye CEO’su ve DemirDöküm Yönetim Kurulu Başkanı Christoph M. Grosser, Vaillant Group’la DemirDöküm’ün 2007 yılı Ekim ayında birleşmesinden bu yana, DemirDöküm’ün modernleştirilmesine yatırım yaptıklarını açıkladı. Grosser, birleşmeden bu yana 750 gün geçtiğine dikkat çekti. Vaillant Group’un, DemirDöküm’ün toplam yüzde
96,18’lik hissesini 281 milyon 325 bin 227 Euro’ya satın aldığını hatırlatan Grosser, Vaillant’la DemirDöküm’ün birleşmesinden sonra 23 Ekim 2007’deki basın toplantısında verdiği vaadleri hatırlatarak şunları söyledi: “Vaillant Group ve DemirDöküm arasında entegrasyonun sağlanmasını, somut ve ölçülebilir sinerjilerin yaratılmasını ve yatırımların devam etmesini vaad etmiştik. Bu vaadleri tuttuk.” www.demirdokum.com.tr
İSTİKBAL'E “EN BEĞENİLEN PERAKENDE KURULUŞU” ÖDÜLÜ İstikbal, perakende sektöründe her yıl büyük ilgi uyandıran Perakende Güneşi Ödülleri’nde bu yıl “En Beğenilen Perakende Kuruluşu” ödülünün sahibi oldu. Perakende sektörünün önde gelen isimlerinden oluşan 16 kişilik özel jürinin değerlendirmesi sonucunda mobilya sektörünün lider markası İstikbal, “En Beğenilen Perakende Kuruluşu Ödülü”ne layık görüldü. İstikbal markası adına ödülü Boydak Holding Yönetim
Kurulu Üyesi Bekir Boydak aldı. Boydak ödül töreninde yaptığı konuşmasında şunları söyledi: “Öncelikle İstikbal olarak 'En Beğenilen Perakende Kuruluşu Ödülü'ne layık görülmemiz bizim için çok büyük gurur kaynağıdır. 52 yıllık birikimimiz ve emeğimizin karşılığında bugün 9 bin çalışanımız 1.000’i aşkın mağazamız, yurtdışında her geçen gün artan gücümüz ile bu güveninize layık olmaya devam edeceğiz.” www.istikbal.com.tr
İstanbul Mimarlar Odası Kalekim' i tercih etti
İstanbul Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi, Karaköy Hizmet Binası’nda kullanılmak üzere Kalekim ürünlerini tercih etti. Projede Kalekim’in teknik ürünlerinin yanı sıra yüzey hazırlık malzemeleri, Blanke seramik uygulama profilleri ve yüzey temizlik ve bakım malzemeleri de kullanıldı. Temelden dış cepheye kadar komple bir yenilemeye tabi tutulacak
ve aslına uygun olarak restore edilecek binada daima en iyi çözümler sunan Kalekim ürünlerinden; Seramik yapıştırma harcında GraniTech, derz dolgusu olarak FugaFlex’in kullanıldığı binada, yüzey hazırlığında Mastar 10, Hizmet Binası’nda TechnoFull kolay yayılan yapıştırma harcı, Blanke Seramik Profilleri, SeraCare Yüzey Koruyucu ve Kalekim Astar tercih edildi. www.kalekim.com.tr
JUPITER SHOWROOM AÇILDI
Aydınlatma alanındaki ihtiyaçlara sunduğu farklı çözümlerle öne çıkan JUPITER markası, 400’ü aşkın ürününü sergilediği showroomu ziyarete açtı. Ürün çeşitliliği ile dış ve iç mekan aydınlatmasında gereksinimlere uygun çözümler sunan Gül Elektrik markası
JUPITER, ziyarete açtığı showroomda, genel ev aydınlatmasından özelleştirilmiş banyo aydınlatmasına, spotlardan, led ürünlere, bahçe armatürlerinden, ofis aydınlatmasına, mağaza aydınlatmasından endüstriyel aydınlatmaya kadar her seriyi temsil eden ürünlere yer verdi. www.gulelektrik.com
yenimimar.com yenİden
Yeni Mimar, yorumlara ve yorumculara odaklanan yeni içeriğinin internet yansımasını ziyaretçilere açtı. “Çetrefil sorulara, gözü pek yanıtlar” mottosuyla yola çıkan internet sitesi, her gün bir soru soruyor ve uzmanlardan cevap alıyor. Ziyaretçilerin katılımına açık olan ve katılımla nitelikli bir tartışma platformu oluşturmayı hedefleyen Yeni Mimar’ın sitesi yenimimar.com yayında.
UYGULAMA - OFİS - İSTANBUL ARALIK 2009 - XXI 60
fotoğraflar: Cemal Emden
YARATICI İŞYERİ Philips'in genel müdürlük binasının tasarımında Koleksiyon'un mobilyaları kullanıldı. Ofisteki mobilyalar ve aydınlatma şeması hakkındaki sorularımızı Koleksiyon'dan Contract&Office Pazarlama Müdürü Ayşegül Temel ile Philips Pazarlama İletişimi Müdürü Melda Meram yanıtladı. Hülya Ertaş
he: Koleksiyon'un 2009'da başlattığı Atelier konsepti, bir yıllık pazarlama stratejisinden çok öte firmanın bugüne kadar yaklaşımını somutlaştırarak sunduğu ve bundan sonraki yol haritasını daha net olarak ortaya koyduğu bir yaklaşımı tarifliyor aslında. Koleksiyon Atelier'in çalışma mekanlarına yaklaşımını ve bu yaklaşımın Philips projesine nasıl yansıdığını anlatabilir misiniz? Ayşegül Temel: Atelier 2009 temasında mobilyalardan çok, iş kültüründe yer alan değişimleri ele aldık. Bu konudaki düşünce ve tasarımlarımızı bütünlüğü ile ele alan, tematik bir yaklaşım olan Atölye,
yaratıcı insana ait çalışma mekanını temsil ediyor. Atelier, farklı çalışma ortamlarının değişen ihtiyaçlarına göre önerilerde çeşitlilik barındırıyor, yani herkese tek bir model sunmuyor. Atelier temasının en kritik noktası ürünlerin net sınırlarının tarifli olmaması. “Biz herkes için en doğrusunu biliyoruz.” diyerek onlara hazır menüler sunmuyoruz. Bu tema altında sunulan ürünler, kullanıcı ve mimarlarla yapılan toplantılar sonucunda son şeklini alıyor. Aynı tasarım bile olsa her projede, o markaya özel değerler ve ihtiyaçlardan yola çıkıldığı için ciddi farklılıklar barındırıyor. he: Philips'in ofisi için gerekli olan mobilyaların seçiminde ne gibi ölçütler göz önünde bulunduruldu? Firmanın kurumsal kimliği mobilya seçimine nasıl yansıdı? at: Philips’in ekip çalışmasını ön plana çıkaran, çalışanların arasında ast üst
ilişkilisinin en aza indirildiği kurum kültürü, açık ofis düzenini destekler nitelikteydi. Philips’in genel müdürlük binasının mimari tasarımında, verimliliği artırmak ve çalışanların birbiriyle ilişkilerini sağlamak amacıyla tüm çalışma ve toplantı alanları açık ofis kurgusuna göre yerleştirildi. Contract&Office’in Atelier teması da iş çıktısını en üst düzeye çıkarmak için alanı en verimli şekilde kullanmak, iş akışlarını sistemli hale getirmek ve hiyerarşik alanlardan insanları azat etmek için tasarlandı. Biz de ofis tasarımlarımızda çalışmalara yön vermesi için “insan”a ve onun “iş” ilişkisine bakıyor ve bu düşünceyle çalışma ortamlarını özgürleştirmek için yaratıcı çözümler sunuyoruz. Zaten bu anlayışla tasarlanan ürün gamımızdan en uygun seçkiyi oluşturduk. Açık plan yerleşim düzenlerinde farklı açılımlara izin veren, Lego parçalarına benzer şekilde
UYGULAMA - OFİS - İSTANBUL 61 XXI - ARALIK 2009
eklenip çıkarılabilir yapıda tasarlanan Barbari ofis sistemiyle, farklı şekillerde panel ve dolapların alan düzenlemesi yapıldı. Toplantı odalarının ihtiyaçları ise konsantrasyonu ve takım ruhunu destekleyen Khan masa sistemleriyle karşılandı; depolamada ise farklı boyut ve seçenekler sunan Space depolama sistemleri kullanıldı. Dolayısıyla tam da Atelier temasıyla bire bir örtüşen bu projede rol almak bizim için çok keyifli oldu. he: Philips'in ofisi için nasıl bir mekan kurgulamak istediniz, bu bağlamda Koleksiyon ile çalışmak bu kurguyu nasıl etkiledi? Melda Meram: Philips Türkiye ofisi yeşil olmasının yanı sıra Yenilikçi İşyeri (Work Place Innovation) konseptine göre tasarlandı. Bu konsepte göre tasarlanan Philips ofisi, çalışanlarına gelişmiş teknolojiyle donatılan, ihtiyaca
göre seçim yapabilecekleri, açık, kapalı ofis koşulları ile dinamik iş hayatında zamanlarını daha verimli kullanabilecekleri, esnek ve mobil bir çalışma imkanı sağlıyor. Philips ofisinin mimari tasarımında, açık ofis çalışma düzeni kurgulanarak, çalışanlar arasındaki iletişimin artırılması ve sonucunda iş veriminin artırılması hedeflendi. Açık ofis alanlarının yanı sıra, kapalı ofisler ve çeşitli kapasitelerde toplantı odaları oluşturuldu. Açık ofiste çalışanların gerektiğinde sessiz bir ortamda konsantre olabilmeleri için bir ya da iki kişilik çalışma odaları tasarlandı. Bu odaların aynı zamanda telefon görüşmeleri için de kullanılması amacıyla gerekli altyapı sağlandı. Ayrıca, dinlenme alanlarının istendiğinde çalışma alanlarına dönüştürülebilmesi ve rahat bir ortamda çalışabilme olanağı sağlandı.
Bu farklı mekan tiplerinden oluşan mimari tasarım yaklaşımı doğrultusunda, Koleksiyon Mobilya'nın ürünleri, değişik işlevlere uygunluk, ergonomik özellikler, konfor, biçim ve renk gibi yönlerden gereksinimi tam olarak karşıladı. Seçilen mobilya tipleriyle, kurgulanan mimari tasarım desteklendi. he: Aydınlatma şeması için aldığınız ana kararlardan ve mobilyalar ile aydınlatma ilişkisinden söz edebilir misiniz? mm: Binanın aydınlatma sistemi tasarlanırken görsel konfordan ödün vermeden, enerji tasarrufu sağlanmasına önem verildi. Bu bağlamda, öncelikle doğru, yani enerji tasarrufu sağlayan verimli lamba ve armatürler seçildi. Genel ofis ve koridor aydınlatmalarında, enerji tasarruflu floresan lambalı armatürler, dinlenme alanlarında ise
LED aydınlatma sistemli dekoratif armatürler kullanıldı. Aydınlatma ürünlerinin seçimi gibi, mobilyaların seçimi de genel olarak kurgulanan mekan tiplerine uygun olarak yapıldı. he: Proje sonucunda ofis çalışanlarının ne gibi geri bildirimleri oldu? Çalışanların verimliliği ile ilgili ne gibi gözlemler yapabildiniz? mm: Yeni ve konforlu bir çalışma ortamı ve binada kullanılan modern teknoloji sayesinde, kapalı çalışma düzeninden açık ofis düzenine geçerek sadece ofis masalarında değil, farklı biçimlerde tasarlanmış toplantı alanları ile oturma ve dinlenme alanlarında da çalışabilme özgürlüğü, kişileri olumlu etkileyerek motivasyonlarını artırdı. Yeşil ofislerin diğer ofislere göre fiziksel ve psikolojik sağlık, üretkenlik ve performans noktalarında bilimsel olarak da kanıtlanmış bir üstünlüğü bulunuyor.
ADEKO
ARALIK 2009 - XXI 62
DOSYA - BİLGİSAYAR YAZILIMLARI VE DONANIMLARI
İç mimari, dekorasyon ve mobilya ise ve objeleri kütüphaneden alıp mekana yerleştirmekten öte ihtiyaçlara yönelik çözümler sunan Adeko yazılımı, bir ofis ya da evin tüm birimlerine (mutfak, banyo, yatak odası, çalışma odası) özgü çözümler sunuyor. Kolayca anlaşılan Türkçe arayüzüyle Türkiye'ye özel kolon-kiriş kertme,
Autodesk Güçlü araçlarıyla 3B modelleme, karakter canlandırma, görsel efekt üretimi ve kaplama yapılabilen ve sinema-reklam sektöründe yoğun olarak kullanılan bir yazılım olan Maya, açık yazılım mimarisiyle her işe yönelik kodlamalar yapabilir ya da bütünleşik programlayıcı kullanarak ihtiyaç duyulan eklentilerin geliştirilmesine olanak sağlayabiliyor. Maya teknolojisi video ve film üretimi yapan profesyonellerin tüm ihtiyaçlarını karşılıyor. Dünya çapında oyun geliştiricileri ve fotoğraf gerçekliğinde dijital resimler yaratan profesyoneller, tasarım görselleştirme, gerçekçi canlandırma ve sıra dışı
görsel efektler oluşturma gibi konularda yaygın şekilde kullanılıyor. Yeni seçim araçları, yumuşak seçim işlemleri yapılabilmesi, seçimden önce seçilecek bileşenin belirginleştirilmesi, seçilen nesnelerin sürüklenebilmesi, kamera tabanlı seçim ve modelleme çalışmalarını oldukça hızlandıran yazılım sayesinde, simetrik modelleme fonksiyonu, vertex’lerin ön görüntüleme seçeneğiyle kolayca kaynaklanabilmesi, etkileşimli Unfold ve Relax UV araçları ve UV haritalamaların korunması gibi yeni UV ara yüzü seçenekleriyle doku kaplama işlemleri de esnek hale geliyor. turkey.autodesk.com
XEROX İç ve dış mekan uygulamaları için, yüksek hızda baskı ve görüntü kalitesi sunan Xerox 8390 geniş format renkli baskı sistemi, solvent bazlı mürekkep kullanımıyla ürün gamındaki diğer Xerox ürünlerinden ayrılıyor. Suya, aşınmaya ve UV ışınlarına karşı oldukça dirençli olan eko solvent mürekkep, özellikle kokusuz, sağlığa ve çevreye dost olma özelliğiyle dikkat çekiyor. Geniş renk seçeneğine sahip ürün, dış mekanda, iç mekan kalitesinde grafiklerin üretilmesine olanak sağlıyor. Xerox 8.390’da baskı çözünürlüğü 1400 dpi kadar ulaşıyor. Bu geniş format renkli yazıcı, kuşe kağıdı, PVC, scrim vinil, yapışkan film ve afiş malzemesi gibi pek çok değişik tipte ve düşük maliyetli baskı malzemesine doğrudan baskı yapabiliyor. Satış noktası tabelaları, afişler, fuar grafikleri, arkadan aydınlatmalı görseller, araç ve duvar
gönyesi bozuk köşe problemlerine çözümler sunuyor ve Türkiye'de satışı olan ürünlerin (mdf, sunta, kapak, seramik, cihaz, aksesuar) kataloglarını dijital ortamda kullanıcıya sunuyor. 3d Vision teknolojisi ile müşterileri evlerinin içindeymiş gibi görmelerini sağlayabilen üç boyutlu gözlüklerle sunuş yapılabiliyor. www.adeko.com.tr
grafikleri, taksi ve otobüs kaplamaları, sahne grafikleri, bayraklar ve kurumsal grafikler gibi birçok farklı uygulama gerçekleştirebiliyor. Ürün, yazıcıyı mevcut iş akışına rahat bir şekilde entegre edilmesine olanak sağlayan Caldere RIP yazılımı ile birlikte sunuluyor. Caldera yazılımı sayesinde kullanıcılar, en yüksek performans elde edebiliyor. Ürün, saatte 19,974 m2'ye varan tipik yüksek kaliteli üretim baskı hızı ile laminasyon olmadan dört yıla varan uzun baskı ömrü sunuyor. Gözetimsiz baskı sayesinde, yazdırma işlemi devam ederken değiştirilebilen yüksek kapasiteli mürekkep kartuşları ve uzun baskı işlemleri sırasında çıktıları koruyan medya besleme çözümleri sunarak 90 inç genişliğine kadar ortamlara yazdırabiliyor. www.xerox.com
Sanal ürün tasarımı için kullanılan bir bilgisayar yazılımı olan CATIA, kllanıcılara başlangıç fikrinden analizine ve montajına kadar tüm endüstriyel tasarım süreçlerini simüle etme olanağı tanıyor. Geçtiğimiz günlerde Türkiye
hatta geri dönüştürülmesine kadar tüm yaşam döngüsüne ilişkin üçboyutlu bir vizyon sağlıyor. Müşteriler için Dassault Systèmes ve PLM, ürünlerinin sanal olarak tasarlanabilmesi, detaylandırılabilmesi ve bunları üreten fabrika süreçlerinin simüle edilebilmesi anlamına geliyor. Fiziksel ve yüksek
turuncu ve yeşil kartuşları da içeren 11 renkli UltraChrome HDR pigmentli mürekkep kullanan bu 24 ve 44 inç yazıcı modelleri, eskisinden çok daha geniş renk seçeneği sayesinde, özellikle ten renginin gerçek rengine uygun basılmasına olanak sağlıyor.
üretim çözümü ve çok sayıda ticari uygulama imkanı sunuyor. 950 ml’lik kartuşlarda sunulan eko-solvent tipi UltraChrome GS mürekkep sekiz renk seçeneği ile sürdürülebilir ve yüksek kaliteli baskı gerçekleştirebiliyor. Özellikle markalı baskı uygulamalarında kullanımı önerilen Stylus Pro GS6000 çok geniş bir renk seçeneği sunmasının yanında mürekkebinde çevreye zararlı nikel gibi maddeler de içermiyor.
maliyetli numuneler hazırlamasına ve bunları test etmesine gereksinim duymaması ise kaynak tasarrufu sağlıyor. Dassault Systèmes'in diğer PLM yazılımları ise DELMIA, SIMULIA, ENOVIA, 3DVIA. www.3ds.com
63 XXI - ARALIK 2009
ofisini açan ve 1981 yılından bu yana üçboyutlu yazılım pazarında liderliğini sürdüren, Fransız firması Dassault Systèmes, endüstriyel süreçleri destekleyen PLM (Ürün Yaşam Döngüsü Yönetimi) uygulama yazılımları geliştirerek pazarlıyor ve ürünlerin tasarlanmasından bakımına,
DOSYA - BİLGİSAYAR YAZILIMLARI VE DONANIMLARI
DASSAULT
EPSON Mimarlar, iç mimarlar, fotoğraf sanatçıları, reklamcılar, matbaacılar ve mükemmel baskı kalitesine ihtiyaç duyan tüm profesyonellere yönelik üretilen Epson Stylus Pro 7900 ile 9900 modelleri, UltraChrome HDR pigmentli mürekkep ve gelişmiş teknolojisi sayesinde geniş renk seçeneği, baskı gücü ve stabil çalışma yapısı sunuyor. Epson’un profesyonel baskı alan geniş boyutlu yazıcılar kategorisinde yer alan ve içerisinde
Epson'un bir diğer ürünü olan yeni eko-solvent mürekkep UltraChrome GS kullanan 162 cm’lik geniş format yazıcısı Stylus Pro GS6000 ise hem iç mekan hem de dış mekanlarda baskı seçeneği ile kullanıcısı için esnek bir
pro 9900
www.epson.com.tr
pro 7900
pro gs6000
FGA MİMARLIK Obje tabanlı planlama, 3B tasarım ve BIM (Yapı Bilgi Modellemesi) yazılımı Allplan Mimari, 2B teknik çizimden metraj aşaması dahil olacak şekilde parametrik 3B objelerle modellemeye kadar tüm tasarım süreçlerini kapsayan bir yazılım. Kullanıcıların nasıl çalışmak istediklerini kendilerinin belirlediği bu yazılımda, 2B ve 3B arasında istenildiği an geçiş yapılabilmesini ve eş zamanlı çalışılabilmesini sağlıyor. Böylece kullanıcılar, üzerinde çalıştıkları projenin yapısına göre en uygun metodu kendileri belirleyerek kullanabiliyorlar
www.fga.com.tr
ARALIK 2009 - XXI 64
DOSYA - BİLGİSAYAR YAZILIMLARI VE DONANIMLARI
Allplan Mimari paketleri, ilk eskizlerden uygulama çizimlerine, detaylandırmadan yapı maliyeti planlamasına kadar etkin kullanım ve sunumda kullanıcıyı destekliyor.
Uygulamanın alanları tasarım, mimari, iç mimari, arazi planlama, şehir planlama ve diğer tüm yapı ve bölge planlama disiplinlerini kapsıyor. Bir yapı modelinin oluşturulması, görselleştirilmesi, uygulama çizimleri ve üzerinden elde edilebilecek metrajlara ek olarak, Allplan Mimari ile obje-bazlı CAD çizimi, proje sürecinde maliyet şeffaflığı da sağlıyor. Entegre metraj ve maliyetler içeren bir mimari modelin yanı sıra yazılım bir yapısal model de oluşturuyor. Bu model, donatı tasarımlarının otomatik olarak oluşturulması, 2B ve/veya 3B çizilmesi ve metrajının alınması için bir baz oluşturuyor. Diğer CAD yazılımlarının aksine, Allplan, mimari, iç mimari, şehir bölge planlama, arazi planlama, inşaat mühendisliği, prekast yapılar ve bina servisleri için ortak bir platform oluşturuyor.
MEDYASOFT Autocad 2010, Freeform tasarım araçları sayesinde hayal edilmesi mümkün olan hemen her türlü şekle hayat veriyor. Tasarımlardaki revizyon zamanını minimuma indirirken, parametrik özellikleri sayesinde proje verilerinin birbirine bağlı kalmasını sağlıyor. Fikirlerin PDF olarak paylaşılmasına olanak sağlarken 3D çıktı alma özelliği ile bu fikirleri destekliyor. Dokümantasyon özellikleri ile tasarımın konsept aşamasından bitirme aşamasına kadar çok hızlı ulaşılıyor. Otomatik komutlar, yönetim ve düzenleme özellikleri ile tekrar gerektiren işlemleri ve tasarımın toplam süresini en aza indiriyor. Güçlü iletişim özellikleri ile kritik
tasarımlarda proje ekipleri arasında AutoCAD ve DWG formatıyla güvenli ve etkin olarak paylaşılıyor; sunuma hazır grafikler, rendering araçları, iki ve üç boyutlu çıkış alabilme özellikleri sayesinde de projelerin genel sürecini hızlandırıyor. AutoCAD’in özellikleri sayesinde iki ve üç boyutlu her türlü tasarım fikri kolayca denenebiliyor. AutoCAD 2010’un kullanıcı ara biriminin kullanıcıların ihtiyaç ve tercihlerine göre şekillendirilebilmesi ve kişiselleştirmeye olanak sağlıyor. Özel iş akışları yaratılıp, kişisel tercihler doğrultusunda program ayarları yapılarak özel uygulamalar geliştirilebileceği gibi, mevcut uygulamalar da kullanılabiliyor. www.medyasoft.com.tr
Yazılım, betonarme, çelik, ahşap ve prefabrike sistemlerin strüktürel tasarım ve projelendirmesi için geliştirilen Revit Structure ve ısıtma, soğutma, havalandırma, pis ve temiz su tesisatı, yangın sistemi, elektrik, telefon, kablo TV, mekanik ve elektrik tesisat tasarımı, analiz ve projelendirmesi için geliştirilen Revit MEP ile birlikte kullanılabiliyor. 3ds MAX, Maya, AutoCAD gibi yazılımlarını geliştiren Autodesk’in bir ürünü olduğu için de herhangi bir uyum sorunu yaşanmıyor. www.sayisalgrafik.com.tr
SİSTEM 24 GStarCAD, eski alışkanlıkları değiştirmeden ve en önemlisi dosyaları dönüşüme tabi tutmadan eski projelere devam edebilmeye; yeni projelere daha çabuk ve daha kolay erişebilmeye olanak tanıyor. Doğal dosya formatı DWG olan yazılımda, hiçbir dönüşüme gerek kalmaksızın dosyalar üzerinde çalışmaya başlanabiliyor. Ayrıca CAD dosyalarının paylaşımı için endüstri standartlarını geliştiren Open Design Alliance'ın da üyesi olan yazılım, hatasız çalışması ve kilitlenmemesi, sistem kaynaklarını az kullanması ve sistemde zaman kaybına yol açmaması, kurulum kolaylığı ve maliyet avantajı gibi kullanıcıya birçok özellik sunuyor. www.sistem24.com.tr
CANON Canon iPF750'nin yüksek baskı hızlarında bile baskı kalitesi düşmüyor. Aynı zamanda yazıcıda bulunan L-COA işlemci ile baskı işlerini gönderilen anda çok yüksek hızlarda işlem gücü sağlanabiliyor. Yüksek baskı kapasitesi gerektiren CAD çıktılar alan mimarlık ve mühendislik ofislerinde yazıcılar verimli ve hızlı bir şekilde kullanılabiliyor.Yazıcının kolay kullanımı aynı zamanda yazılım tarafında da büyük kolaylık sağlıyor. Canon yazıcılarında mevcut işletim sistemlerinden gönderilen işlerde GARO
ve HPGL destekli yazılımlar büyük kolaylık sağlıyor. Büyük LCD ekran ile yazıcınızın kullanımını inanılmaz derecede basit hale getiren üründe, bir de basit kullanım için “Kolay Mod” özelliği bulunuyor. Yüksek doğruluk ve hassasiyet gerektiren işlerde kullanılan iPF750, üç renk siyah (2 x Mat Siyah-1 x Siyah) ve dört renk (CMYK) renkli mürekkebi ve 2.54 cm genişliğe sahip baskı kafası ile binde bir hata payı ile 0,02 mm kalınlıkta çizimler yapabiliyor. www.canon.com.tr
65 XXI - ARALIK 2009
Yapı tasarımı ve projelendirmesine yönelik bir BIM yazılımı olan Autodesk Revit Architecture, arazi ve kütle çalışmasından detaylı uygulama çizimlerine ve metraja kadar tüm aşamalarda üretkenliği ve koordinasyonu artıran araçlar sayesinde, veritabanı temelli ve parametrik çalışan bir yazılım. Parametrik yapısı ve oluşturduğu Yapı bilgi sistemi sayesinde, dokümantasyon işlerine harcanan süreyi en aza indirerek, tasarıma daha fazla zaman ayrılabilmesini sağlıyor. Her pafta, iki ya da üçboyutlu her görünüş ve metraj listeleri, aynı bina veritabanının farklı yansımaları olan yazılımda, kullanıcı alışık olduğu görünüşlerde çalışırken, bina için gerekli olan tüm veriyi toplayıp yapı bilgi sistemi içerisinde saklar ve
yapılan her değişikliği (görünüş, kesit, metraj listesi, pafta), tüm dokümanlara iletiyor. Tasarım süreci içerisinde eklenen her veri, sadece bir kere eklenip, tüm süreç boyunca kullanılıyor.
DOSYA - BİLGİSAYAR YAZILIMLARI VE DONANIMLARI
SAYISAL GRAFİK
ARALIK ajandasI ... - 10 Aralık
Aura
Murat Germen’in işleri, sanat eserinin içsel ruhuna ve şartlara bağımlı bir
C.A.M Galeri, Nişantaşı, İstanbul
www.camgaleri.com
Milli Reasürans Sanat Galerisi, Teşvikiye, İstanbul
www.millireasuranssanatgalerisi.com
Santralistanbul, Eyüp, İstanbul
info@santralistanbul.org
Harbiye Askeri Müzesi, Harbiye, İstanbul
www.iicistanbul.esteri.it
Alan İstanbul, Tünel, Beyoğlu, İstanbul
www.alanistanbul.com
Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı, Harbiye, İstanbul
www.iceistanbul.com
İTÜ Mimarlık Fakültesi, Taşkışla, Beyoğlu, İstanbul
www.mimarist.org
Lütfi Kırdar Kongre Merkezi, Harbiye, İstanbul
www.contemporaryistanbul.com
Lütfi Kırdar Kongre Merkezi, Harbiye, İstanbul
www.ecocity2009.com
Yapı Endüstri Merkezi, Fulya, İstanbul
www.yapi.com.tr
Swiss Otel The Bosphorus, Maçka, İstanbul
www.yesiltesislerkonferansi.com
Türk Yapısal Çelik Derneği ve Borusan Mannesmann Boru, İstanbul
www.prosteel.org
şekilde gelişen algısındaki olası farkları konu ediniyor.
... - 19 Aralık
Saklamak ve Paylaşmak Modern Fin Mimarlığında Müzeler ve Kütüphaneler
Fin Mimarlık Müzesi tarafından hazırlanan sergi, Finlandiya Büyükelçiliği ve Koç Holding’in sponsorluğunda ziyaretçilerle buluşuyor.
... - 20 Aralık
Building the Future
Sergi, von Gerkan, Marg and Partners ofisinin şehircilik ve mimarlık projelerine yer veriyor.
2 - 17 Aralık
İtalya'nın Logoları Mükemmellik Sanatının Öyküleri
İtalyan iş dünyasıyla entelektüel dünya arasında doğrulanan ve uygulanan bağlantıları ve ilişkileri ortaya çıkaran İtalyan logoları sergileniyor.
2 - 30 Aralık
Kayıt-Dışı-1
Serginin amacı “bellek oluşturma, ‘görülmeyene’ bugünün konjonktüründen yeniden bakma, var olanı gösterme ve yeniden bir araya getirme” olarak tarifleniyor.
3 Aralık
Şehir, Müze ve Mimari Aydınlatmada İtalyan Teknolojileri Semineri
Seminerin ardından İtalyan aydınlatma firmaları tarafından tasarlanan İstanbul Moda Akademisi'nin aydınlatması devreye girecek.
3 - 4 Aralık
Konut Sempozyumu
Mimarlar Odası'nın düzenlediği sempozyum iki gün boyunca oturumlarla
ARALIK 2009 - XXI 66
ajanda
devam ediyor.
3 - 6 Aralık
Contemporary İstanbul 2009
Dördüncü kez düzenlenen etkinlik, ulusal ve uluslararası galerileri, tüm dünyadan gelen sanatçıları, koleksiyonerleri, müze müdürlerini, küratörleri, sanat eleştirmenlerini bir araya getiriyor.
13 - 15 Aralık
Ecocity World Summit 2009
Kongrenin ana teması "Küresel Çevre Dengelerinin Sağlanması" olarak belirlendi.
17 Aralık
Az Çoktur; Sürdürülebilir Yapı Tasarımında BIM'ın Gücü
Tüm gün süren etkinlikte BIM (Yapı Bilgi Sistemi) teknolojisi ve bu teknolojiyle üretilmiş projelerden örnekler sunuluyor.
19 Aralık
Yeşil Tesisler Konferansı
Geleceği ve yeşil bir dünyayı önemseyen fikirleri, uygulamaları, projeleri olan tüm taraflar ve uzmanlar tek bir platformda buluşuyor.
15 Şubat 2010(son başvuru)
PROSteel 2010 Çelik Yapı Tasarımı Öğrenci Yarışması
Amacı çelikle yaratıcı çözümler geliştirmek olan yarışmaya katılan ekiplerde en az bir mimarlık ve bir inşaat mühendisliği öğrencisi olması gerekiyor.