Architektonická Kancelár Radko Kvet tasarımı Arkeopark Pavlov Müzesi
Topraktan Fışkıran
Tevfikbey Kent Meydanı
Intertech Ar-Ge Binası
ADEAS ARCHITECTS
ERA MİMARLIK
ECE YALIM DESIGN STUDIO
LAB
RIJKSMUSEUM
YAZILARIYLA
XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 154 < KASIM 2016 < ADEAS ARCHITECTS < ECE YALIM DESIGN STUDIO < ERA < LANDSCAPE ARCHITECTS OF BANGKOK < RADKO KVET < ULRIKE BRANDI
Yİ R M İ B İ R M İM A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 154 KAS I M 2 0 16 13
AVŞAR GÜRP INAR KORHAN GÜMÜŞ LEV ENT ŞENTÜRK OTTO VON BUSCH SİNAN LOGIE
TASARLA VE YAP
ULRIKE BRANDI
Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Puna Yayın adına sahibi ve genel yayın yönetmeni yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş
ÇOK MU ILERI GITTIK?
editörler Deniz Çınar Dirim Dinçer Ezgi Tezcan reklam sorumlusu Tuğba Demirci Bilgin tugba@xxi.com.tr dijital reklam Buğra Çelik bugra@xxi.com.tr italya reklam işbirliği Sandra A. Arizabalo, Studio Chopinet okuyucu ilişkileri Damla Yiğit damla@xxi.com.tr kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu kapak Arkeopark Pavlov, Pavlov © Gabriel Dvorá sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin web tasarımı Turgay Tuğsuz basım yeri Uniprint Basım San. Tic. A.Ş Ömerli Mah. Hadımköy - İstanbul Cad. No: 159, Arnavutköy, İstanbul Sertifika No: 12196 yönetim yeri Puna Yayın Asmalımescit Mah., Oteller Sok. 6/4 Beyoğlu, İstanbul 34430 0212 227 1317 bilgi@xxi.com.tr www.xxi.com.tr genel dağıtım Dünya Süper Veb Ofset A.Ş. Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Puna Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz.
Bu ay XXI’de yer verdiğimiz Bangkok’taki Metro Forest Ormanlaştırma projesi, kentin atık alanını üç yılda endemik bitkilerle dönüştürmeyi başarmış. İnsan müdahalesinin bu kez doğanın geri kazanımı için kullanıldığı proje, tam da Sinan Logie’nin köşesinde sözünü ettiği yeryüzü anaya saygı göstermekle hayat bulmuş. Bir süredir gündemde olan “İnsan Çağı”na girmiş olmamız, gezegenin kaderini belirlemede ana etken olduğumuzu gururla kutlamamızı değil de sorumluluklarımızın bilincine varmamızı tetiklerse, bu tarz doğanın geri kazanımı projelerini daha çok göreceğiz. Metro Forest’a benzer bir diğer proje ise Çek Cumhuriyeti’nden. Pavlov’daki arkeolojik kazı alanındaki bulguları sergilemek için Architektonická Kancelár Radko Kvet tarafından tasarlanan yapı, görünmekle gizlenmek arasında
kalmışlığını topraktan fışkıran formlarıyla görünür kılıyor ve yeraltından çıkanları o dünyanın gerçekliği içinde sergiliyor. Tüm bu yaklaşımlar, insanların kendi bağlamlarını üretme ve gezegene müdahalede bulunma biçimlerini yeniden sorgulamak için hala çok geç olmadığını düşündürüyor. Belki de bu bağlamda insanın ne olduğu, hatta belki de bir adım ileri giderek geçenlerde açılan İstanbul Tasarım Bienali’nin sorusu olan “Biz insan mıyız?”ı gündeme getiriyor. Bir tür olarak ne pahasına olursa olsun ilerlemeyi kendimize motto edindik yüzyıllardır, bu ilerlemeci bakışla kaç yüzyıl daha yaşayabileceğimiz ve göz ardı ettiğimiz “pahası”ların bize nasıl geri döneceği az çok öngörülebilir artık. XXI
GÜNCEL 8 MOBİLYA MESELESİ V.2
Avşar Gürpınar / Hafıza Kaybı
12 IŞIKLA ŞEKİLLENEN
Tepta Aydınlatma’nın 25. yılı için gerçekleştirilen Gündüz, Işık, Gece sergisinin küratörü aydınlatma tasarımcısı Ulrike Brandi ile sergiyi ve ışıkla şekillenen temasını konuştuk. Sergi, 22 Ocak’a kadar İstanbul Modern’de ziyaret edilebilir.
34 SOSYAL TASARIM: ÇIKARLAR İLE DEĞERLER ARASINDA
Otto von Busch / Küçük Müdahaleler
36 NEYE NİYET?
Cemal Emden / Fotoaltı
38 RASTGELE DÜŞÜNCELER 3 YA DA MİMARLIĞIN (YENİ) DOĞASI
Sinan Logie / Zincirleme Reaksiyonlar
PROJE 42 YEŞİLİN DÖNÜŞÜ
Atık alanını üç yılda ormana dönüştüren proje, hem yere ve iklime özgü bitkileri yeniden görünür kılıyor hem de kent içi yeşil alanın çarpıcı bir örneğini sunuyor.
14 TASARIM YAPABİLİR OLMAK "İNSAN" OLMAYA YETER Mİ?
Korhan Gümüş / Soru İşareti
16 TASARLA VE YAP! STÜDYOSU: GERÇEKLEŞEN HAYALLER
Geçtiğimiz aylarda Hayallere Köprü projesine yer verdiğimiz MEF Üniversitesi Sanat, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Tasarla ve Yap! Stüdyosu 2016 yaz stajı kapsamında, yine birinci sınıf öğrencileriyle yeni projeler üretildi. Stüdyo, öğrencilere tasarım ve üretim sorunlarını, kullanıcı ve yerel yönetimlerle iletişimi doğrudan deneyimleme fırsatı veriyor.
KASIM 2016 - XXI 2
İÇİNDEKİLER
22 CODEX SERAPHINIANUS’A GİRİŞ
Levent Şentürk / Dönme Dolap
30 DENEYİMİ ALGILAMA BİÇİMLERİ
Müzeler, çoğunlukla devşirme mekanlara yerleştiriliyor, koleksiyonları ve kullanımı göz ardı ediliyor. Müzeleri ziyaret ederek sanat eserleri, mekan tasarımı ve düşündürdüklerine odaklanan Çiğdem Aslantaş, bu bağlamda Hollanda’nın ulusal müzelerinden Rijksmuseum’u yazdı.
46 TOPRAKTAN FIŞKIRAN
Kazı çalışmalarının halen devam ettiği paleolitik bir yerleşimin öğrettiklerini paylaşıma açan proje, alanı çevreleyen peyzajın içinden beklenmedik formlarıyla fışkırıyor.
50 MASİF ÇERÇEVELER
Opak dış cephesi, masif kütlesi ve mekanlar arası kurduğu hareketli ilişkilerle çeşitlilik yaratan yapı, hızla şehirleşen çevresi içinde bir boşluğu tanımlıyor.
SEKTÖR 62 SEKTÖR HABERLERİ 68 UYUMLU YÜZEYLER
IMS Health ofis projesinde Unigen yapı tarafından üretilen Onto yükseltilmiş döşeme sistemleri ve ithal edilen Decoria alternatif görünümlü PVC zemin kaplamaları tercih edildi.
54 DÖNÜŞTÜRÜCÜ BOŞLUK
Yapı ölçeğinde alışkın olduğumuz karma kullanımı kent meydanında kullanan proje pazaryeri, çocuk parkı ve otopark ile yerleştiği boşluğun çevresindeki mahalle dokusuna eklemlenmeyi hedefliyor.
70 REFERANS DOSYASI - ÇATI CEPHE
İÇİNDEKİLER
ACO Alpolic / Mitsubishi Plastics Euro Asia Baumit Cosentino Çuhadaroğlu Dalsan Alçı Kalebodur Kasso Mühendislik Kibrid Material Vmzinc
90 AJANDA
KASIM 2016 - XXI 4
58 OFİSTE GEÇİT TÖRENİ
Ersa mobilya için tasarlanan Carnival serisi, çalışma ve gündelik yaşam alışkanlıklarının değişimiyle dönüşen ofisleri tamamlayıcı nesnelerle yeni bir çehreye büründürüyor.
Mobilya Meselesi v.2 “Ev davası gibi, bir de mobilya meselesi bütün memleketleri ilgilendiriyor. Her memlekette, küçüğünden kalabalığına, fakirinden zenginine kadar, bütün aileler fırsat buldukça daha iyi mobilya temin etmek için gayret sarf ediyorlar. İyi mobilya temini, bilhassa bizim memleketimizde hemen hemen imkansızdır. Çünkü mesken davası gibi mobilya meselesi de bizde, tamamen bakir bir haldedir.” Zeki Sayar, 1950 “Memlekette yapılan inşaatın ekserisinde olduğu gibi hala basmakalıp, üzerinde fikir yorulmamış, bizi tatmin etmeyen mobilyaları kullanıyoruz. İhtiyaçlarımız mütemadiyen değişip yenileştiği ve başka memleketlerde günün şekilleri ve günün konforu arandığı bir devirde, biz yine işçinin ve tüccarın bize münasip gördüğü eşyalarla iktifa ediyoruz. Mobilyaya vereceğimiz paranın zevkimize ve ihtiyacımıza uygun, aynı zamanda da sade ve iktisadi olması için şekillerini mimar tespit etmelidir.” Sedad Hakkı Eldem, 1931
HAFIZA KAYBI
Zeki Sayar mobilya meselesini tanımlarken “memleketimizde, ne için ucuz ve iyi mobilya yapılmadığının sebeplerini şu noktalarda” aramamız gerektiğini söylüyordu: Malzemesizlik, teknik ve sanat bilgisizliği, sermaye ve kredi noksanı. Bugün bu üç noktada da ciddi bir sorun olmadığı düşünüldüğünde mobilya meselesinin çözülmüş olduğunu düşünebilir miyiz? Bu sorunun cevabını okura bırakarak meseleyi ev içerisindeki farklı mekan ve haller üzerinden tartışmakta ve bazı düşünsel boşluklara dikkat çekmekte fayda var. SALON // OTURMAK 1
KASIM 2016 - XXI 8
Eski formlar Avrupa odaklı paradigmada mobilya, ismiyle uyumlu bir şekilde mobil, yani evin içinde hareket edebilen bir eşyadır. Türkiye’de ise mobilya, yüzyıllar boyunca hep konut mekanına entegre olarak tasarlanan ve üretilen, duvara gömülü üniteler ya da ondan çıkan uzantılar2 olarak var olagelir.3 Bu kendine özgü hal, çağdaş mobilya tasarımı dünyasında görmezden geliniyor gibi görünmekte. Odalara bölünmüş bir ev hayatından tekrar -neredeyse sofalı- çok işlevli, tek merkezli olana doğru kaymaktayız. Bütün ailenin paylaştığı ortak yaşam alanı olan salon/sofa bağlamında divan sabit bir oturma, uzanma, yatma mobilyası olarak bugüne uyarlanabilecek olasılıklar barındırır. MISAFIRLIK
AVŞAR GÜRPINAR
Tek tip bir yaşam biçimine işaret edecek şekilde tasarlanmış konutlarda misafirlik kavramı ve halleri, mekan ve ürün bağlamında hak ettiği tasarım ilgisini yakalayamamakta. Yatıya kalan misafirler için dönüşen mobilyalarda kütüphaneli divan4 ile başlayan, çekyat5 ile devam eden işlevselci bir yaklaşım var olsa da misafirin ve misafir ağırlayan ev sahibinin mahremiyetine cevap
verebilecek bir mobilya az gidilmiş bir yol olarak varlığını sürdürmekte. Mobilya tarihinde az sayıda gördüğümüz örnekteki zarafet ve pratiklik ile bu soruya/ soruna akıllıca bir cevaplar aramamız gerek. Bunun yanı sıra, eski evlerin koltukları beyaz nevresim örtülü, kapıları kapalı kutsal mekanı salonlar, ismiyle müsemma “misafir kabul odaları”, artık zamansal ve mekansal olarak sadece misafirlikte ve misafirlikle işlevlenen mekanlar olmaktan çıkarak, bireyin hemen tüm evcil etkinliklerini gerçekleştirdiği çalışma ve eğlence alanları, yaşam odası, haline dönüşüyor. Önceleri gün içerisinde çok tanımlı zaman ve mekanlara ayrılmış etkinlikler (dinlenme, eğlence, iş, yemek) artık konut içerisinde eş zamanlı ve eş mekanlı olarak gerçekleşiyor. Bu durum da yapılan eyleme göre yardıma gelebilecek mobilyanın, ortamı bozmayacak bir özenle tasarlanmasını gerektiriyor. Salonun bu çok işlevli kullanımı özellikle misafirlik hallerinde kendini göstermekte. Yeni evcilin yaşamı değiştikçe misafirliğin doğası da buna bağlı olarak değişiyor. Artık çok daha ani ve gündelik bir misafirlik/ yatıya kalma durumundan bahsedebiliriz. Ev sahibine çok fazla bağımlı olmadan ya da onu rahatsız etmeden, misafirin konfor seviyesini artıracak, içerisinde bir misafirin ihtiyacı olan hemen her şeyi barındıracak, bu anlamda hem kendine hem misafire yetebilecek, misafire hizmet ederek psikolojik konforu artıracak, hareketli ünitelere ihtiyacımız var. YERE OTURMAK
Yere oturmak bu coğrafyada önemli bir evcil hal. Yere yakın olmak; yer sofrası, yer minderi, yer döşeği gibi mobilya ve aksesuarlarla desteklenerek uzun süre varlığını sürdürmüş olsa da, kimi coğrafyalarda farklı
kültürel dinamikler etkisinde önemini ve saygınlığını yitirerek hakir görülen/görülmesi gerektiği düşünülen bir kavrama dönüşür. Halbuki yere yakın olmak bir mütevazılık ve yüce gönüllülük göstergesi olarak daha sade bir konut hayatının belirleyicisi olabilir. Dolayısıyla yeniden yere yaklaşmanın zamanı gelmiş olabilir. MUĞLAK HALLER Antipazar6 belirsizliği ve tanımsızlığı sevmez. Her
Mobilya tabi ki her zaman takım olarak üretile ve satılagelmedi. Söz gelimi, tekil bir oturma elemanı olarak berjer, belki de Paris salonlarında ilk belirdiği 18. yüzyıldan beri mobilyaların en soylu ve ağırbaşlı eşyalarından biri olageldi. Benzer şekilde sallanan sandalyelerin ya da aile fertlerine ait mobilyaların salonlarda var olduğu günler çok da geçmişte değil. Günümüzde tekil mobilya, toplu halde satın alınan oturma odası takımlarının, değeri üzerine oturacak kişi sayısı ile belirlenen bir yan elemanı haline dönüşmüş olsa da esasında tasarımcı için sahip olduğu önemi korumaya devam ediyor. Dolayısıyla üzerlerine yapışan bu yan eleman olma rolünden sıyrılıp bir argüman olarak salonun/oturma odasının ortasına yerleşebilirler. YAN ÜNİTELER
Servis Koltuk, masa, kütüphane, kanepe gibi mobilyalara ev hayatında kuşkusuz diğerlerine göre fiziksel ve kavramsal olarak çok daha fazla önem addediliyor. Fakat esasında, konut içerisinde konforu tanımlayan,
MUTUAL YAŞAM
Evcil hayvanlarla yaşam, onlarla konut içerisinde aynı mekanı ve hatta mobilyaları paylaşmak, yeni evcillik hallerinin başat kavramlarından biri haline geldi. Fakat Türkiye mobilya sektörü henüz bu dönüşüme tam anlamı ile ve kabul edilebilir bir zarafet seviyesinde cevap verebilmiş değil. Evcil hayvanlar için üretilmiş halat sarılı sütun, pelüş yüzeyli petek askısı gibi birtakım aksesuarlar dışında, gerçekten insan-hayvan birlikteliğini, ortak yaşamını araştıran ve bu birlikteliği fiziksel hale dönüştürürken sakil durmamayı başaran mobilyaların sayısı ve kalitesi yok denecek kadar az. ÇALIŞMA ODASI
Çalışmak // Depolamak // Biriktirmek // İstiflemek İş, ev, çalışma, dinlenme aralıkları tam bir bulamaç haline gelmiş bireyin, zihnini boşaltmak, odaklanmak ve nihayetinde çalışmak için ihtiyaç duyduğu aslında sadece fazlalıklarından arınmış, temiz bir yüzey. Kendisi yüksek teknoloji olmayan ancak onunla hemhal olup ona kolaylaştırıcı bir altlık oluşturan mütevazı bir çalışma masası. Bunun için form bağlamında rahat bir tavır sergilemek, baskın olarak form yerine detaylar üzerinden kendini gösteren bir çalışma
Çalışmanın yanı sıra, göstermek ve gizlemek, sunmak ve depolamak, ev içerisindeki muhtelif eşya, araç ve ekipman için ciddi bir eşiğe işaret ediyor. Bazı eşyayı plastik ya da karton kutuları silme doldurarak göz önünden kaldırırken bazısının her an -depolanırken bilegörülebilir ve erişilebilir olmasını istiyoruz. Salonda ya da oturma odasında neredeyse atıl bir biçimde yer işgal eden mobilyalar yerine, ev hayatında daha etkin rol alan, daha modüler ve mobil üniteler yeni bir tür depolama ve sunma haline hitap edebilir. Daha belirli bir açıdan bakarsak, kitaplar ve diğer basılı kaynaklar, alındıktan/okunduktan bir süre sonra konut içerisinde verimlilik üzerinden tasarlanmış, duvara dayalı prizmatik kütüphanelerimizde yerini alır ve ekseriyetle unutulup gider. Bu mobilyalar, yapıları ve konut içerisindeki konumları itibariyle mevzubahis yazılı/basılı kaynaklara yeniden erişimi pek de teşvik etmez. O halde duvara paralel, salt depolama amaçlı bir kütüphane yerine duvardan konutun içerisine doğru uzanan, okuma, çalışma, araştırma eylemlerine daha net cevaplar verebilecek bir ünite nasıl tasarlanmalı? Son ama aynı derecede önemli olarak, arşivlemek ve biriktirmek, zamanın bölünerek paramparça olduğu, katı olan her şeyin buharlaştığı, analog olan her şeyin dijitalleştiği, büyümeci, ilerlemeci ve uçucu bir maddi kültür ortamında geçmişle kurduğumuz bağın son kalesi olabilir. Bugün, eski teknolojiler birer birer canlanır, yeniden fiziksel hale gelirken, sadece yeni teknolojilerin ürünlerini (DVD vb.) değil, ölmüş ya da zombi haline gelmiş eski medyanın ürün ve dokümanlarını (analog fotoğraf, plak, kaset vb.) da arşivleme ihtiyacı duyuyoruz. Belirli bir yaşam alanı içerisinde ev hayatını yeniden düşünerek bu hayata karşılık gelecek mobilyayı ürünler değil kavramlar üzerinden, en geniş anlamıyla değerlendirmemiz ve tasarlamamız gerekir. Mobilya; konvansiyonel arketipler yerine, en genel anlamı karşı sayfada Day-Night çevirilebilir çek-yat, Enzo Mari bu sayfada en solda: Deri kaplama zigon solda: Kedi direği
9 XXI - KASIM 2016
TEKİL MOBİLYA
Benzer biçimde, hafif, uçucu ve parçalı bir mobilya pratiğinde eski yer ve önemini kaybetmiş görünen büfe7 yeniden ev hayatı içerisine entegre edilebilir. Büyük ve ağır bir mobilyayı hafifletir ve biçimsel olarak -malzemesi ve detaylarıyla da- arketiplerin mirasını korumaya çalışırken içerik açısından yeni evcillik hallerinin ihtiyaçlarını göz önünde bulunduran, söz gelimi 66 parça yemek takımı yerine Avrupa tatilinden dönerken aldığı hediyelikleri depolama ve/veya sergileme olanağı sunan yeni bir büfe bugünle daha sıkı bir ilişki kurabilir.
alanı tasarlamak gerek. Bunu yaparken de söz gelimi Opendesk ve benzeri açık kaynak tasarım oluşumlarının kapılarını neredeyse sonuna kadar açtığı, dijital üretim yöntemlerinin mobilyadaki karşılığını bulma yönünde bir arayış içerisinde olmak faydalı olabilir.
HAFIZA KAYBI
zaman tanımlı ve kategorize edilebilen arketipler ister. Masa masa, sandalye sandalye olmalıdır. Bu yapıda ara tiplere yer yoktur. Acaba arketiplerden, onların malzeme ve üretim yöntemlerini kullanarak kurtulmak; ölçü, ölçek ve standartları yeniden düşünmek olası mıdır? Ürünün kullanım biçimlerini dikte ettiği bir yapıdan, kullanıcı merkezli ve esnek bir yapıya geçilebilir. Bunu yaparken de formu değil olasılıkları tasarlamak ve bu olasılıkların ortaya saçtığı formlar içerisinden birini gözüne kestirmek mobilya tasarımında alternatif bir tasarlama metodu olarak değerlidir. Yoğun ve aşırı rekabetçi mobilya sektöründe kategorik olanı tekrarlayan yerine, kendi kategorisini yaratan mobilya kendisine daha sağlam bir yer edinebilir.
daha küçük ve aynı oranda hareketli olabilen yan eşyalar. Zigon bu açıdan, özellikle Türkiye’deki konut yaşamı bağlamında kritik bir öneme haiz. Fakat belki de tam olarak bu görünmez kahraman rolü dolayısıyla tasarımcılar tarafından hak ettiği ehemmiyeti görememiş bir mobilya. Artık harc-ı alem bir biçime bürünen metal çerçeveli ya da ahşap kaplamalı MDF zigon setleri bu anlamda yeniden biçimlendirilmeyi bekleyen tasarım nişleri olarak görülebilir.
ile “işlev sunucu” (fr. fourniture) ya da “hareket ettirilebilen barınma mekanı nesnesi” (lat. mobile) olarak ele alındığında, forma ve işleve dair gerçek olasılıklarını ortaya çıkarır. Salt faydacı bir bakış üzerinden tanımlanmayan tasarım ihtiyaçları, tasarımcının kategorik/paradigmatik sıkışmalardan kurtularak, profesyonelliğin alışılagelmiş ritüellerinden ve kolay formüllerinden kaçabilmesine olanak sağlar. Bu da daha özgür ve özgün bir tasarlama etkinliğinin fiziksel ve düşünsel alanının oluşmasını sağlar.
Osmanlı ülkesinde Avrupa tarzı mobilya kullanımı ivme kazanmıştır.”
Mobilya tasarımında amaç ister konvansiyonlara boyun eğmek, ister onlara muhalefet etmek olsun, farklı coğrafya, tarihsel süreç, sosyal-ekonomik koşullar altında/içerisinde tasarlanmış ve/veya üretilmiş örneklere bakmak8, tasarlanacak mobilyanın bağlamının belirginleşmesi açısından ufuk açıcıdır.
bugünkü möble anlamını kazanmıştır. Mutfak masasıyla mutfak
Tasarımın önemli bileşenlerinden biri kuşkusuz eşyanın insanla ve mekanla olan ilişkisi. Bir ölçek körlüğünden muzdarip olmamak adına norm ve standartlardan evvel konuta ve onun içerisindeki hayata, mekan düzenlemelerinden9 mobilyanın enformel kullanımlarına, sosyalleşme hallerinden birbirine karışan iş/eğlenme/dinlenme pratiklerine kadar kritik bir gözle bakmak gerekir.
(1954’de Kerimol kardeşlerin İstanbul Kartal’da kurduğu fabrikada,
(Emiroğlu, 2001:152). 4 Koltuk, yatak, kütüphane ve dolap işlevlerini birarada barındıran bir mobilya. 5 Gerektiğinde açılarak geçici olarak yatak haline getirilebilen koltuk. Yatak kısmının altı aynı zamanda depolama alanıdır. 6 De Landa’nın kapitalizm-kapitalist pazar kavramını daha iyi karşıladığını düşündüğü, ve orta çağ pazarının anti tezi olarak ortaya koyduğu kavram. De Landa, M. (1997). A Thousand Years of Nonlinear History. 7 “Büfe: Fransızca buffet 12. yüzyılda masa anlamındadır, 1268’de dolabının bileşiminden gelişen büfe, hali vakti yerinde olanlarca günlük kullanım dışında tutulan değerli mutfak eşyasının, kap kacak, bardak ve şişelerin konulduğu, evin ‘ikinci büfesi’ olarak mutfaktan çıkarılıp salonlara alınmış, mobilya anlayışı ve zevki gelişince evin en itibarlı eşyası haline gelmiştir.” (Emiroğlu, 2001:154-5). 8 “Mobilyada seri üretim yapan şirketlerin kurulması ve çam, sunta orman artıklarının sıkıştırılmasıyla üretildi; adını suni ve tahta sözcüklerinin birleştirilmesinden alır; ilk renkli sunta da aynı fabrikada 1972’de üretilip satışa çıkarıldı), formika (fenol formol reçinesine bastırılmış, yüzeyi yapay reçine ile kaplanmış kağıt tabakanın İngiltere’deki ticari adı Formica’dan) gibi dönem dönem moda olan yeni malzemelerin kullanımı ve ‘modül’ uygulamasının başlamasıyla, evin en değerli işli yatak takımları, yastık ve şilteler, seccade ve havlularla döşenmiş misafir odasının yerini salona bırakması çakışınca,
Üretim safhasında ise hem analog ve dijital üretim olasılıklarından, hem de kentin farklı noktalarında faaliyet gösteren marangoz, döşemeci, metal bükücü vb. atölye ve ustalardan destek almak tasarlananın vücut bulmasına yardımcı olur.
ev hanımları radyo, televizyonun, sehpa ve masaların üstünü el işleriyle donatsalar da, yeni tarz teşrifat kendini kabul ettirdi.” (Emiroğlu, 2001:153-4). 9 “Eşyaların yerleştirilme biçimi belli bir dönemin aile ve toplum yapılarını neredeyse olduğu gibi yansıtabilir. Bir burjuva evindeki
HAFIZA KAYBI
eşyaların yerleştirilme biçimi ataerkil bir aile tipine özgü olup salon
Bir son söz olarak Zeki Sayar’ın sebeplerini güncellemem gerekirse, fikrim şudur ki memleketimizde niçin ucuz ve iyi mobilya yapılmadığının sebeplerini şu noktalarda aramalıyız: 1. Bağlamsızlık 2. Kültürel ve sosyal bilgi noksanlığı 3. Tasarım ve üretim süreçlerine hakimiyetsizlik Kaynakça: - Baudrillard, J. (2008). Nesneler Sistemi, İşlevsel Bir Sistem ya da
KASIM 2016 - XXI 10
Nesnel Bir Söylev. İstanbul: Bütek. 21-79 - Eldem, S. H. (2013). Mobilya, Erken Cumhuriyet Döneminde Mobilya, der. Umut Şumnu, Ankara: TMMOB İç Mimarlar Odası. 27-28 - Emiroğlu, K. (2001). Gündelik Hayatımızın Tarihi, Ankara: Dost Sayar, Z. (2013). Mobilya, Erken Cumhuriyet Döneminde Mobilya, der. Umut Şumnu, Ankara: TMMOB İç Mimarlar Odası. 31-34 Notlar: 1 “Ortamla kurulan ilişkiyi en güzel şekilde ortaya koyanlar bu karmaşanın yaratılmasını sağlayan nesneler, yani çağdaş ev mobilyaları sisteminde hiç durmadan başka elemanlarla yer değiştiren oturma elemanlarıdır. Birbirleriyle zıtlaşan bu iki terimin dekorasyon ve ortam gibi iki önemli kavramı birbirlerinin karşıtına dönüştürdükleri (ancak bu konuda ayrıcalıklı bir konuma sahip olmadıkları) görülmektedir” (Baudrillard, 2010). 2 “Köylerde son yıllara kadar varlığını devam ettiren duvarların ahşap bölmelerine yapılan oyma ve çıkma rafların dolaplara (Anadolu ağızlarında en yaygın adlarıyla terek ve sergen) dönüşmesi mobilyanın da başlangıcını oluşturur.” (Emiroğlu, 2001:154). 3 ”Kırım Savaşı sırasında İstanbul’a gelen İngiliz ve Fransızlar, 1853-55 yıllarında yapımı tamamlanan Dolmabahçe Sarayı’nın etkileriyle,
ve yatak odasının birlikte değerlendirilmesi gerekir. Değişik işlevlere sahip olmakla birlikte böyle bir eve yakışan mobilyalar genellikle büfe ya da yatağın çevresine yerleştirilmektedirler. Genelde bu evin hemen her yeri eşyayla doldurulmakta, işgal edilmekte, kısaca eşyalardan oluşan bir duvar örülmektedir. Yerlerinden kımıldamayan bu eşyaların sahip oldukları tek işlev ev sahibinin toplumdaki hiyerarşik konumunu sergilemektir” (Baudrillard, 2010).
Işıkla Şekillenen
KASIM 2016 - XXI 12
GÜNCEL
fotoğraflar: Ali Bekman
TEPTA AYDINLATMA’NIN 25. YILI İÇİN GERÇEKLEŞTİRİLEN GÜNDÜZ, IŞIK, GECE SERGİSİNİN KÜRATÖRÜ AYDINLATMA TASARIMCISI ULRIKE BRANDI İLE SERGİYİ VE IŞIKLA ŞEKİLLENEN TEMASINI KONUŞTUK. SERGİ, 22 OCAK’A KADAR İSTANBUL MODERN’DE ZİYARET EDİLEBİLİR.
istinbat, emre arolat
Hülya Ertaş: “Gündüz, Işık, Gece” ismi, sergiyle ilgili genel bir fikir veriyor ama ana tema nedir? Mimarlar ve tasarımcılara nasıl bilgi verildi temayla ilgili? Ulrıke Brandı: Gündüz, Işık, Gece ismi serginin ışığa, özellikle doğal ışığa adandığını ifade ediyor. Doğal ışığın güzelliği, yaşamlarımızın esas besini olarak rakipsiz oluşudur. Işığın sağlığımızda çok fazla etkisi var. Fiziksel, psikolojik ve zihinsel etkileri hayatımızı yönetiyor. Işık bize ritim veriyor, bu yüzden ben kimi zaman ışığı müzik gibi görüyorum. Hatta daha da ileri gideceğim; ışık bize kimlik veriyor. Işık, mekanların da kimliğini kuruyor. Özellikle İstanbul gibi su yansımalarıyla, olağanüstü bir biçimde
thru, melkan gürsel-murat tabanlıoğlu
demir küpte gün batımı, bilgehan şenel
değişken gökyüzüyle ve gölge-ışık biçimlendirmeleriyle mutlu bir şekilde oynayan bir şehirde bunu daha açık yapıyor. he: Sergi katılımcılarını seçerken ölçütleriniz nelerdi? ub: Mimarlar, tasarımcılar ve sanatçılar ışık konusunda uzman. Bu ışık nesneleri yaptıkları anlamına gelmiyor, ben daha geniş bir çerçeveden bakıyorum. Malzemelerin yüzey ve renklerini biliyorlar ve ışık, mekan ve hacim arasındaki etkileşimi anlıyorlar. he: Aynı zamanda aydınlatma tasarımcısısınız. Bu süreçte küratör olarak çalışmak nasıldı? Tasarımcıların projeleri üzerine çalışırken tasarımcı kimliğinizi geri planda tutmanız zor oldu mu?
anemon, tanju özelgin
küp, refik anadol
istanbul blues, wıllıam brand
gizli görünen batın zahir, önder kaya
gölge, enzo catellanı
ub: Benim aydınlatma tasarımcısının mesleki rolünden anladığım, bir ekip içinde uzman olmak. En verimli tasarım süreçleri mimarların, tasarımcıların, sanatçıların ve işverenlerin projenin amacıyla ilgili bir diyalog geliştirebildikleri ve her birinin diğerinden bir şey öğrendikleridir. Serginin tasarım süreci de olması gerektiği gibiydi; heyecan veren tartışmalar yaptık, birbirimizin katkısıyla ilgili meraklıydık. Şahsen ben, Türkiye’nin mimarisi, tarihi ve birlikte yaşama biçimleriyle ilgili çok şey öğrendim. Parlak gün ışığında ya da romantik bir akşamüstü ışığında Boğaz’da olmaktan da keyif aldım.
he: Işığın geometrisini nasıl tanımlarsınız? Güçlü geometrik ifadelerle üretilmiş parçalara çokça rastlıyoruz sergide. Bana göre ışık biraz öngörülemez ve geometriye indirgenemez bir şey. ub: Bu oldukça iyi bir soru. Evet, bir tarafta fiziksel optik geometrisi var ki çocukluğumdan beri beni çok büyülemiştir. Işık, kendisini yansıtan, dağıtan ya da yönlendiren bir yüzey tarafından durdurulmadığı sürece yalnızca doğrusal hareket eder. Yansıma anında ışık hacmi biçimlendirir ve her yöne dağılır. Böylece yumuşak gölgeleriyle, ışık geçişleriyle, gökkuşağıyla ve titreyen ışıkla karşılaşırız. Işık fenomenini salt fiziksel bir modele indirebiliriz ancak şairler, binyıllardır güçlü ışığın ruhumuza nasıl dokunduğunu anlatıyorlar.
Serginin sonucundan da gurur duyuyorum, ışıkta önemsediğimizin ne olduğunu insanlara anlatabildiğimiz için.
Tasarım Yapabilir Olmak "İnsan" Olmaya Yeter Mi? İnsan dünyayı tasarlayabileceğini, ona biçim verebileceğini zanneden bir hayvan. Ancak bu yeteneğe sahip olmak, tasarım yapabilir olmak, insanın “insan” olmasına yeter mi? “İnsan” olması anlamına gelir mi? “Biz insan mıyız?” Kapılarını 22 Ekim'de açan 3. İstanbul Tasarım Bienali'nin eş küratörleri Beatriz Colomina ile Mark Wigley'in sordukları soru bu. Bazen bu tür basit sorular, cevaplandırılması en zor olanlardır. İnsanların hayvanlardan farklı olduğu varsayılır. O zaman bu varsayımın kendimize atfettiğimiz bir şey olmadığını nasıl anlayabiliriz? Başka bir deyişle “insan olma” halimizin “gerçekleşebilir” bir şey olduğunu gösterecek elimizde ne var? İnsan denen hayvanı “insan” yapan şey nedir? “Biz insan mıyız?” sorusu bir paradoks olarak “Biz hayvan mıyız?” sorusunu da içeriyor. Zira insan zihninin işleyiş yapısı “Biz hayvan mıyız?” sorusunun cevaplarının arandığı mekan ve tarih-ötesi bir bağlam. ÖYLEYSE BİZ DE BİRİNCİ SORUDAN BAŞLAYALIM:
KASIM 2016 - XXI 14
SORU İŞARETİ
“BİZ HAYVAN MIYIZ?”
KORHAN GÜMÜŞ
İnsanın, gözleriyle dünya arasında elleri bulunuyor. Gözleri ve elleriyle karşısındaki nesneleri taklit edebiliyor. Onları kafasında canlandırabiliyor. Diğer canlılarla, daha doğrusu hayvanlarla birçok benzerliği bulunsa da, bir farklılığı var: Kurgulamak, tasarlamak insanlara ait olduğu varsayılan bir yetenek. Zayıf bir bünyeye sahip olsa da, insanın var olmasını, çoğalmasını sağlayan, güçlü kılan da bu. İnsanın hayatta kalmak için yırtıcı hayvanlar gibi ne sağlam dişleri, ne de güçlü pençeleri var. Yalnızca zeka dediğimiz bir yeteneği var. Ancak zeka denen şey de her zaman fazla bir işe yaramıyor. Nasıl başka hayvanların şaşırtıcı kabiliyetleri farklı ortamlarda hiçbir işe yaramıyorsa. Örneğin iktidar konusu. İnsan denen hayvan çok kolay avlanabiliyor. Bir takım insanlar başkalarının çevreleri, hatta hayatları, hakları üzerinde söz sahibi olabilirken diğerleri, bundan mahrum bırakılanlar, kendi hayatları, çevreleri hakkında karar verme yetisinden mahrum kalıyorlar. Tarihteki medeniyet adı verilen kalıntıların çoğunun köle emeği üzerine kurulduğunu ya da savaşlarda insanların nasıl birbirini boğazlamak üzere karşı karşıya getirildiğini düşünürsek, zekanın birbirini yiyerek, yok ederek hayatta kalma güdüsünün bir devamı olduğunu varsayabiliriz. Zeka denilen şey temsil edileni temsil edenin bir uzantısı haline getiriyorsa, insanın hayvanlardan nasıl bir farkı olabilir? Binlerce yıl boyunca, din ve felsefe bu temel sorunu, yani insanı “insan” yapma sorununu ele aldılar. İnsan olmak için
“tasarımı yeniden tasarlamak zorundayız.” Evet, insan tasarlayan bir hayvandır. Ama insanın tasarım yapabilir olması, “insan” olmasına yetmez. Hayvanların da bir sembolik düzen içinde yaşadıklarını, öteki imgesine sahip olduklarını var sayarız. Örneğin kurtların beyaz köpeklerle beyaz kuzuları karıştırmadıklarını biliriz. Ötekileri sevebilirler, yiyebilirler. Ancak ötekilerin ne hissettiğini, ne istediğini düşünmediklerini varsayarız. GELELİM İKİNCİ SORUYA: "BİZ CANAVAR MIYIZ?"
“Canavar”, insanın hayvan kılığına girmiş imgesidir. Bu varsayımı ifade etmek için insanbiçimci perspektiften tanımlanmış bir kavramdır, “canavar”. İmgenin özne olma halini eksik bıraktığımızda, kendimize sormamız gereken soru şudur: “Biz canavar mıyız?” Hayvanların kurgulama, hayal etme, tasarım yeteneklerinin bulunmadığını varsayarsak, merhametli olmaları da gerekmez. Yalnızca tasarım yapma yeteneği olduğu varsayılan insan “canavar” olabilir. “Canavar” öteki imgesini oyuna dahil eder. Tıpkı şantiye alanına gönderilen, birbirinden farkı olmayan inşaat malzemeleri gibi, cepheye sürülen askerleri örneğin nasıl görürüz? Temsil edenlerin oluşturduğu ilişkiler, zihinsel imgelerdir. Onlar hiçbir zaman gerçeğe birebir tekabül etmez. İmgelerle istediğimiz gibi oynarız. Hayaller kurarız. Tiyatro oyunu imgelerin geçici olarak ödünç alınmasına dayanır. Peki ya tasarım oyunu? Onun da yalnızca “oyun” olduğunu düşünebilir miyiz? Ama üzerinde oynadığımız, çalıştığımız, hayal kurduğumuz şeyler, imgeler başkalarına tekabül edince, yani gerçeğe dokunmaya başlayınca ne olur? Bu kurgu diyelim ki yoksul insanların yaşadığı Sulukule, Tarlabaşı, Ayazma gibi bir semtle ilgiliyse ne olur? Görüldüğü gibi bir tiyatro oyunundan farklı olarak, “tasarım oyunu” bir gerçeklik hissi yaratmak zorunda. Bunun için epey bir uğraş verilir. Ancak oyunun değişmeyen kuralı imgelerin ötekileşmesidir. Bu yüzden Sulukule'de yaşayan bir kişinin başına ne geldiği, nasıl bir sorunla karşı karşıya olduğu bizi pek ilgilendirmez. Sıradan sembolik faaliyetleri tekabüliyet rejimine dönüştürme, şeyleştirme yetkisine ve donanımına sahip uzmanlıklar, temsil edilenleri temsil edene dahil eden askeri modernleşmenin temsil tekniklerinden devşirilmiştir. Özellikleri ise temsil edilenin boş bırakılmış, temsil edene dahil edilmiş olmasıdır. Örneğin ekranda izlediğimiz ve insanların tepesine bombaların yağdırıldığı gerçek bir savaşın bir kurgu olduğuna inandığımız için koltuğumuzda oturabilir ve sakin bir şekilde sohbet edebilir, bir şeyler atıştırabiliriz. Peki o bombaların bir gün, hatta bir kaç saniye sonra üzerimizde patlayacağını bilsek, acaba gene aynı şekilde yaşayabilir miyiz? Demek ki gerçeğin bir kurgu, gördüğümüz şeyin bir felaket olduğunu hissetmekten uzakta kalırız. Ekranın bir arayüz olarak bizi felaketlerden, gerçeklerden koruduğunu biliriz. Bombalar daima başkalarının tepesinde patlar. Kolları bacakları kopanlar, parçalananlar her zaman
SORU İŞARETİ
ötekilerdir. Bundan emin olduğumuz için ekranın öteki tarafında, tıpkı bir tiyatro oyunu seyreder gibi huzur içinde yaşarız. Celâleddin-i Rûmî “Merhamet, insanlığın; hiddet ve şehvet de hayvanların sıfatlarıdır.” diyor. Merhamet kavramı günümüzde acımak gibi anlaşılıyor. Aynı zamanda acıma sözcüğü ile dile getirilen şey, kimi zaman küçümsemeyi, yukarıdan bakmayı ifade eden bir tarz. Merhamet kudretlinin (merhamet edenin, rahmanın) bir vasfı gibi gözükse de aynı zamanda güç sahibinin, kendisini ötekinin yerine koyması, anlamaya çalışması olarak da tanımlanıyor. Binlerce yıl geniş coğrafyaları haraca bağlayan şehir imparatorlukları güçlü ordulara sahip seçkinler tarafından kuruldu. Modern zamanlarda da gene sömürgeci güçler insanların bu zaafından yararlandılar ve onların tarihlerini, coğrafyalarını temsil edilene dönüştürdüler. Avrupa merkezli insanlık teorileri medeniyet, eğitim, tarih, kültür adına insanlara bu sembolik düzeni dayattı. Ulus devletlerde ise bu asimetri, halkların şiddet yoluyla ayrıştırılmasını sağladı. Çeşitlilik içinde birbirine benzer pratiklere sahip topluluklar köleleştirildiler. Görüldüğü gibi insanın taklit yeteneği bir taraftan ona büyük bir üstünlük sağlıyormuş gibi gözükürken onun aynı zamanda en büyük zaafını oluşturdu. Kendi arzusuyla kolayca kontrol altına alınmasını, yönlendirilmesini sağladı. SORULMASI GEREKEN SORU: "BİZ TANRI MIYIZ?"
Küratörler tasarımı insanlık tarihi içinde değerlendirme imkanlarını araştırıyor. Sordukları soru ise şu: “Tasarımı tasarlamak nasıl mümkün olur?” Tarih meselesi devreye girince çoğu zaman iki anakronik durum gözlemleniyor: Birincisi insanlık
tarihi boyunca üretilmiş her şeyi sanki tasarımcıların elinden çıkmış gibi düşünmek. İkincisi ise farklılıkları birbirinden tamamen ayrı, birbiriyle ilişkisiz olarak ele almak. Tarih boyunca insan yerleşimlerinin neredeyse tamamı mimarların olmadığı bir düzen içinde biçimlendi. Eşyalar, müzikler, yemekler, giysiler, danslar, bunların hiçbiri bir temsilin içeriği olarak üretilmedi. Diğer taraftan bugün şehirleri, insanları, canlıları, cansızları tasarlanacak eşyalar gibi gösteren şiddet teknikleri köleleştirici devlet deneyimlerinin günümüzdeki komplike hale gelmiş uzantıları. Dengesiz (asimetrik) bir işleyişin yarattığı çelişkiler, karşıtlıklar ile örtbas edildiği ölçüde insanlıktan uzaklaşılıyor. İnsanın şiddet üretmesinin, diğerlerini dışlamasının ve ötekileştirmesinin yetenekle, zekayla bir ilgisi yok, bunu da herkes biliyor ve bildiği için de görmezden geliyor. Otoriter toplumlarda çoğu
zaman birbirini dengeleyen bürokrasinin taklit yeteneği ile siyasetin temsil yeteneği örtüşüyor. Böylece yöneticiler toplulukların, kolektif alanların tıpkı eşyalar gibi tasarlanabileceğine inanıyorlar. Çünkü kurmaca bir dünyayı, masallar, hikayeler anlatabiliyor. Toplulukları, şehirleri tanrı gibi düzenleme gücüne sahip olduklarını düşünüyorlar. Modern uzmanlıklar, bürokratik temsil teknikleri askeri kurumlardan türetiliyor. Zihnimizdeki imgeleri nesneleştirdiğimiz, hiçleştirdiğimiz ötekiler olarak nasıl görürüz? Tasarım imgeler ile oynama yetkisi midir? Buradaki oyun, mutlak tasarım, “Biz hayvan mıyız?” sorusunun cevabı ise kapitalizmdir. “Biz insan mıyız?” sorusu ise dünyayı değiştirmeyi değil, kapitalizmi değiştirmeyi içeriyor. Ne zaman ki bu sorunun kendisinin içinde bir paradoks olduğunu fark ederiz, o zaman belki bu soruyu, “Biz insan mıyız?” sorusunu cevaplandırma imkanımız olur.
15 XXI - KASIM 2016
solda ve altta: 3. Tasarım Bienali basın açılışı, Galata Özel Rum İlköğretim Okulu. Fotoğraflar: Mahmut Ceylan
Tasarla ve Yap! Stüdyosu: Gerçekleşen Hayaller GEÇTİĞİMİZ AYLARDA HAYALLERE KÖPRÜ PROJESİNE YER VERDİĞİMİZ MEF ÜNİVERSİTESİ SANAT, TASARIM VE MİMARLIK FAKÜLTESİ TASARLA VE YAP! STÜDYOSU 2016 YAZ STAJI KAPSAMINDA, YİNE BİRİNCİ SINIF ÖĞRENCİLERİYLE YENİ PROJELER ÜRETİLDİ. STÜDYO, ÖĞRENCİLERE TASARIM VE ÜRETİM SORUNLARINI, KULLANICI VE YEREL YÖNETİMLERLE İLETİŞİMİ DOĞRUDAN DENEYİMLEME FIRSATI VERİYOR.
KASIM 2016 - XXI 16
GÜNCEL
Derya Uzal - Ahmet Sezgin MEF Üniversitesi Sanat, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi’nin (FADA) düzenlediği Tasarla ve Yap! 2016 yılı yaz stajı kapsamında, fakülte öğrencileri sosyal fayda sağlayacak projeler tasarlayıp inşa etmeye devam etti. 2015 projesi sırasında belediyeyle kurulan işbirliği, Tasarla ve Yap! 2016 konularının ortaya çıkmasına yardımcı oldu. Yerel yönetimler ve yerel kalkınmayı destekleyen kurumların desteğiyle dördü MEF Üniversitesi’nin içinde bulunduğu Sarıyer ilçesinde bir diğeri Aydın’ın Kasaplar köyünde toplam beş proje, ilkokul öğrencilerinin zihinsel ve bedensel gelişimleri için mekanlar yaratmayı amaçladı. Ayazağa’daki
Ayazağa İlkokulu’nda İngilizce odası ve okul bahçesinde oyun alanı, Rumeli Kavağı’nda Güney Kıldıran İlkokulu’nda oyun alanı ve çok amaçlı oda, Azdın Kasaplar Köyü İlkokulu’nda oyun alanı farklı beş öğrenci grubu tarafından aynı anda gerçekleştirildi. Tasarla ve Yap! 2016’ya katılan mimarlık öğrencileri projelerinde gerçek sorunlara ve kullanıcıların taleplerine yönelik tasarım önerileri geliştirme şansını buldular. Değişken yaş grupları için tasarlanan açık ve kapalı alanlarda kullanıcı özelinde ne gibi gereklilik ve önlemlere ihtiyaç duyulduğunu tartıştılar. Tasarım ve üretim sürecinin her aşamasında, sürece dahil olan tüm
m3 (Ayazağa İlkokulu Bahçesi) m3, oyun alanları ve açık
alan düzenlemesi projesi Mayıs-Temmuz 2016 tarihlerinde Ayazağa İlk ve Ortaokulu’nda gerçekleştirildi. MEF Sanat, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi 1. sınıf öğrencileri ve hocalarıyla Herkes İçin Mimarlık Derneği’nin beraber çalıştığı projede, geçen sene yapılan “Hayallere Köprü” projesiyle kullanıma kazandırılan bahçede çeşitli oyun ve oturma birimleriyle sahne tasarım ve uygulamaları yapıldı. Okul hocaları ve velilerinin isteği doğrultusunda ağırlıklı olarak beton elemanların tasarlandığı çalışmada, ahşap ve metal malzemelerin betonla birleşim denemeleri üstüne yoğunlaşıldı. Mayıs ayında MEF Üniversitesi stüdyolarında yapılan tasarım çalışmaları sonucunda geliştirilen tasarımlar, Haziran ayında sahada öğrenciler, hocalar ve Herkes İçin Mimarlık Derneği üyeleri tarafından uygulandı. Bahçede belirlenen iki platform üzerinde yükselen prizmatik beton elemanlar kimi yerde birleşip kimi yerde ayrılarak bir oyun parkuru oluşturdu. Ahşap ve metal malzemeden üretilen barfiks küpü ve denge tahtaları da prizmalar ve kademeli sahnelerle birleşti. Sahnelerin önünde üretilen oturma birimlerinde ve parkur prizmalarının bazılarına betonla aynı bitiş seviyesinde birleşen ahşap parçalar yerleştirildi. Uygulamaların sonunda gerçekleştirilen zemin ve yüzey boyamaları ile parkurun görsel bağlantısı güçlendirilmiş oldu. tasarım ekibi: MEF Üniversitesi Mimarlık Bölümü 1. sınıf öğrencileri öğrenciler: Aleyna Vardar, Begüm Acar, Berin Erikçi, Beste Karaduman, Buğçenur Fıstaçoğlu, Buse Çiftlik, Çağatay Çelik, Ece Nakışçı, Efe Palas, Ege Manzak, Emir Hacısaffet, Eren Hatice Gedik, Eyüp Arıkboğa, Gamze Sunar, Gülçin Apaydın, Hüseyin Furkan Şenoğlu, İremsu Sarıoğlu, Jülide Gökçe Ağu, Kübra Aksoy, Merve Akdoğan, Naz Balekoğlu, Ramazan Ersin, Rümeysa Aksoy, Selin Tüysüz, Serpil Kardaş, Süleyman Aras, Tanya Davutoğlu, Zeynep Akyol proje yürütücüleri: Bengi Güldoğan, Emre Gündoğdu, Merve Gül Özokcu uygulama: MEF Üniversitesi Mimarlık Bölümü 1. sınıf öğrencileri, Bengi Güldoğan, Herkes İçin Mimarlık Derneği (Anıl Tunahioğlu, Ekin Güneş, Emre Gündoğdu, Mert Can Ildız, Merve Gül Özokcu, Özge Öcal, Sercan Koçak, Serkan Kurt, Yağmur Kutlar, Yasemin Sünbül) uygulama desteği: Oyak Beton, Pattu Mimarlık, Sarıyer Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü, Sarıyer Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü, TAV
aktörlerin aktif katılımı da sağlanmaya çalışıldı. İlkokul öğrencileri, eğitimciler ve yerel kullanıcılar ile tasarımın farklı aşamalarında iletişim kuruldu ve tasarım kararlarına katılmaları teşvik edildi. Tasarla ve Yap! projeleri sınırlı bütçeyle gerçekleştirildiği için mimarlık öğrencileri az sayıda malzeme ve ekipmandan yola çıkarak gelişmiş tasarımlar üretmeyi hedeflediler. Kullanılmış malzemenin projelerinde yeniden kullanıma kazandırılması konusunda fikir sahibi oldular. Yapılan tasarımların tümden detaya, detaydan uygulamaya giden sürecini yaşadılar ve ahşap ve beton gibi temel yapı malzemelerinin hangi alet ve teknikle işlenebileceğini öğrendiler. Mimarlık
öğrencileri, stüdyoda maket ölçeğinde performansı tartışılan projelerin, bu inşa süreci boyunca ve gerçek hayatta ne gibi sorunlarla karşılaştığını ve sorunların karşısında tasarımı iyileştirme yöntemlerini şantiyede deneyimleme şansı yakaladılar. Tasarla ve Yap! stajları, öğrenciler için mimarlığı yapma biçimleriyle erken yaşta ve yoğun bir şekilde tanışma fırsatı yakaladı. Projelerde yer alan öğrenciler ve eğitimciler açısından yeni bir iletişim ve yapma yöntemi oluşurken, yerel yönetim ve destekçilerle kalıcı ilişkiler kurulmasını da sağladı. Bu birikim, Tasarla ve Yap! stajlarının farklı konu ve ölçekleriyle süreklilik kazanıyor.
BROCA (Ayazağa İlkokulu İngilizce Odası)
OMNIBÜS (Güney Kıldıran İlkokulu Çok Amaçlı Oda)
Broca, iç mekanda bütüncül tasarım bilgisini geliştirme hedefiyle yapıldı. 15 günlük tasarım süreci, okulda ders veren ingilizce öğretmenleri ve okul yönetimiyle iş birliği içinde yürüdü. Öğrencilerin ihtiyaçları doğrultusunda yeni öğrenme biçimlerini destekleyecek esnek mekanlar oluşturmak tasarımın temel hedefiydi. İngilizce sınıfında yapılan farklı aktivitelere (kukla oynatma, drama, kelime öğrenme…) göre sınıf dönüşebilmeli, bu aktivitelere uygun mekanları sağlayabilmeliydi. Tüm duvar yüzeylerinin öğrenme, görme, depolama amacıyla kullanılabilmesi için bütüncül bir duvar fikri ortaya çıktı. Bu yüzeyler okul sıralarının yönlendirmesiyle farklı amaçlarda kullanılabilecek, farklı oturma biçimlerine olanak sağlayacaktı. Var olan bir sınıfı yeniden ele alıp dönüştürürken malzeme seçimleri de bu doğrultuda yapılarak re-use osb ve su kontrası kullanıldı. Formun sürekliliği ve tasarlanan üç boyutlu desenin okunması için ahşap elemanların yanı sıra duvar yüzeylerine farklı renk boyalar uygulandı. Hem tasarım sürecini hem de tasarımın uygulamada nasıl değiştiğini görmek, malzemenin imkanlarını tanımak ve yerinde, stüdyoda öngörülmeyen çözümler üretmek Tasarla ve Yap! stüdyosunun amaçları arasındaydı.
Omnibüs, tasarım ve üretimin bütün olarak deneyimlendiği bir süreçle Güney Kıldıran İlkokulu’na çok amaçlı oda kazandırmak amacıyla gerçekleştirildi. Çok amaçlı odanın okulda gerçekleşecek farklı etkinlikler için versatil ve mevcut dersliklerinden ayrışacak bir tasarım amaçlandı. Okul müdiresi ve öğretmenleri ile görüşmelerle okulun ihtiyaçlarının ve taleplerinin belirlenmesinin ardından geliştirilen tasarım, odanın dış cephesini hobi bahçesine açtı, oturaklar yerine öğrencilerin serbest biçimde oturabileceği basamaklar yapıldı ve içinde bir sahne oluşturuldu. Basamak formunu belirleyen hareketli çizgi zemin döşemesi, aydınlatma armatürleri ve odanın bölünmesinde sürdürüldü ve tasarımın tümüne yansıdı. Eski kazan dairesi olan odanın dönüşümü, sıhhi tesisat, sabit oturma basamakları, pencere doğraması, sıva ve boya, yer döşemesi, elektrik armatürleri gibi çok sayıda ve farklı iş kalemi içerdi. Yoğun deneyim ve ekipman gerektiren iş kalemlerinin yapılması Sarıyer Belediyesi ekiplerinin desteğiyle mümkün oldu. Öğrencilerin yoğun bir çalışmayla tasarım, imalat ve koordinasyon deneyimine sahip olduğu bu proje, okula tasarım ürünü çok amaçlı oda kazandırdı.
KASIM 2016 - XXI 18
GÜNCEL
tasarım ekibi: MEF Üniversitesi Mimarlık Bölümü 1. sınıf öğrencileri öğrenciler: Hayrünisa Bilgin, İsra Nur Aydın, Ömer Göksal, Sena Ünal, Selin Tüysüz, Berrak Oğrak, Özgürcan Aydın, proje yürütücüleri: Eda Yeyman, Egemen Nardereli uygulama: MEF Üniversitesi Mimarlık Bölümü 1. Sınıf öğrencileri uygulama desteği: DS Mimarlık, Pattu Mimarlık, Sarıyer Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü, TAV
tasarım ekibi: MEF Üniversitesi Mimarlık Bölümü 1. sınıf öğrencileri öğrenciler: Elif Lahor, Miray Akbulut, Mehmet, Eroğlu, İlayda Baydemir, Berfin Salebcioğlu, Gülfem Bayraktar, Öykü Beşer, Sami Yücel, Betül Çakmak, Aybike Şenkaya, Nagehan Taviloğlu proje yürütücüleri: Ahmet Sezgin, Hazal Seval uygulama: MEF Üniversitesi Mimarlık Bölümü 1. Sınıf Öğrencileri uygulama desteği: DS Mimarlık, Sarıyer Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü, TAV
KÜPKÜP (Güney Kıldıran Anaokulu Oyun Alanı)
DOLAMBAÇ (Kasaplar Köyü İlkokulu Oyun Alanı)
Küpküp’ün tasarımının amacı çocukların sahiplenip tanımlayacağı ve yaratıcılıklarını tetikleyeceği mekanlar yaratmaktı. Çocuk boyundan yola çıkılarak belirlenen 140 cm kenar uzunluğuna sahip ahşap küpler tasarımın temelini oluşturdu. Farklı işlev ve boyutlarda çoğaltılan bu küpler bir dil birliği içinde çocukların gelişimleri için gerekli fiziksel ortamı sağlıyor. Ağaç ev, müzik küpü, bulmaca, masal köşesi, denge ipi, yazı ve çizim küpleri, içinde çocukların zihin, beden ve duygu gelişimini sağlamak için kurgulandılar. Küpler içinde yer alan oyun temaları, öğrencilerin gözlemleri ve anaokulu öğretmenleri ile görüşmeleri sonucunda ortaya çıktı. Bu süreç, çocuklara ait bir mekan ortaya çıkartırken çocuklarla öğretmenler arasındaki yakın ve gözetici ilişkiyi engellememek gerektiğini de gösterdi. Küplerin yüksekliği çocukları oyun alanının içine girerek mekanları sahiplenmesine davet ederken yetişkinleri, görüşlerini engellemeden sınırlandırıyor. Öğrencilerin az sayıda malzeme çeşitliliğiyle (ahşap kereste, OSB, su kontrası, halat) gelişkin bir tasarım ortaya çıkardığı bu proje, okula kimlikli bir oyun alanı kazandırdı.
Dolambaç oyun parkı projesi yerine ait, bütüncül tasarım bilgisini geliştirme hedefiyle bir araya gelen Yapı Biyolojisi & Ekolojisi Enstitüsü (YBE) ve MEF Sanat, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi 1. sınıf öğrencileri tarafından 6-19 Haziran tarihlerinde Aydın'ın Kasaplar Köyü’nde gerçekleştirildi. Stüdyo ortamında öğrenciler tarafından tasarlanan proje devamında, 15 gün boyunca aralıksız, yerinde uygulandı. Projenin uygulama ayağına, bölgede yerel kalkınmayı destekleyen TABİDER ev sahipliği yaptı. Tasarımda öncelikli hedef, köy okulu öğrencilerine ve köy çocuklarına ait bir mekan yaratmak, alanın çocuklar tarafından keşfedilmesi ve onların istekleri doğrultusunda dönüşebilmesini sağlamaktı. İstanbul’daki çalışma, yoğun bir iş programıyla, 10 gün içinde tamamlandı. Aydın’da ise marangozhanede parçaların üretilmesi, alanın hazırlanması, parçaların montajı süreçleri ile devam etti. Okul bahçesinin bir parçası haline gelecek, başlangıcını ve döngülerini çocukların belirleyeceği bir oyun parkuru yaratıldı.
KASIM 2016 - XXI 20
GÜNCEL
tasarım ekibi: MEF Üniversitesi Mimarlık Bölümü 1. sınıf öğrencileri öğrenciler: Uğur Güler, Osman Faruk Akkum, Kürşat Apaydın, Kübra Erguvan, Yağmur Yıldırım, Melike Özden, Ayberk Özdemir, Alpaslan Turan, Emre Yurttaşer, Ubeydullah Yaşar, Hürcan Bayram, Azad Onur Demir, Tunahan Çelen, Dilşad Turna, Melike Tarakçı, Ahmet Sezai Aygül proje yürütücüleri: Ahmet Sezgin, Hazal Seval uygulama: MEF Üniversitesi Mimarlık Bölümü 1. Sınıf Öğrencileri uygulama desteği: Rönesans Holding, Sarıyer Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü, Sarıyer Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü
tasarım ekibi: MEF Üniversitesi Mimarlık Bölümü 1. Sınıf Öğrencileri öğrenciler: Ali Güzel, Ayşegül Şeker, Betül Çevik, Ceren İlayda Kaya, Eda Şimşek, Halit Özten, İlayda Kalender, Melike Kavalalı, Mustafa Mert Korkmaz, Nazlıcan Apaydın, Nimet Değertaş, Selin Alara Bilgin, Yusuf Aras Kalkan proje yürütücüleri: And Akman, Derya Uzal, Merve Gül Özokcu, Merve Titiz, Nilgül Özgür uygulama: MEF Üniversitesi Mimarlık Bölümü 1. Sınıf Öğrencileri, YBE - Yapı Biyoloji Ensititüsü uygulama desteği: TABİT
Codex Seraphinianus’a Giriş -tüm baltayı taşa vuranlaraCodex’in başlangıcı önceden planlanmış değildi. Sanat ve(ya) iletişim alanlarındaki araştırmaların bir sonucu değildi. Öylece geldi, aniden ve kendiliğinden. Buna rağmen tesadüf değildi -bir olay, ona sebep olan, arkasında yatan nedeni saklar. Bu nedenin ne olduğunu bilmiyorum, sonradan kimi hipotezler geliştirmiş olsam da. Anımsadığım kadarıyla, bir noktada Codex belirdi... 1976’nın Eylül ayıydı. Bir ay öncesinden bile bunu hayal edemezdim. Luigi Serafini, 20141 Serafini, Codex’in doğumu hakkında “o günü ve olayı hatırlıyorum” der Pino Corrias’a. “Bir arkadaşım beni aradı ve beni sinemaya götürmek için alacağını söyledi. Ben de, sebebini bilmeden, şöyle dedim: Hayır, evde kalacağım, bir ansiklopedi yapmam lazım. Telefonu kapattığımda, gerçekten çizmeye başladım. Bir adamla başladı, sonra bir tornavida, bir yaprak, bir alet. Sonra satırlar boyunca hayali başlıklar yazdım, otomatik bir biçimde: Dans eden işaretler ve beyaz duraklar... Levhadan levhaya geçtim, tek bir gün ara vermeden, haftalar, aylar boyunca.” Decodex, Alessandro Riva.
flora
DÖNME DOLAP
“Codex Seraphinianus”, Plinius’un “Naturalis Historia”sının, Lucretius’un “De Rerum Natura”sının, Vicenzo di Beauvias’nin “Speculum Maius”unun ve Diderot ve d’Alembert’in “Encyclopédie”lerinin ya da dostlarım Giulio Einado’nun ve Livio Garzanti’nin yakın zamanlardaki değerli çabalarının mensup olduğu, dostluk ve fantazmalar ailesine aittir. Franco Maria Ricci, 1981. Codex Seraphinianus’un ilk baskısının sunuş yazısından. Serafini, dünyada yazılmaya değer tek kitabı yazdı ve yaptı: Codex Seraphinianus’u.
KASIM 2016 - XXI 22
Asri zamanların kıyametinden (elektromanyetik yahut elektronik çöküşten) veya çağcıl büyük bir yangından tek bir kitabın kurtulabileceği söylense, çekinmeden Codex Seraphinianus’u, o muhteşem Ansiklopedi’yi önerirdim. (Neden böyle düşündüğümü bu yazıda aktaramayacağım açık; bunu bir kitap ölçeğinde açıklamam gerekeceğini biliyorum.)
LEVENT ŞENTÜRK
1949 doğumlu Luigi Serafini, Roma’da küçük bir apartman dairesine 1976-78 yılları arasında, iki yıldan uzun süreliğine (Riva’nın ifadesiyle otuz ay boyunca yaşadığı binanın çatı katına) kapanarak, beyaz bir kedinin çıkagelip kitabın yapımına eşlik etmesiyle başyapıtını yazmaya ve yapmaya koyulduğunda genç bir mimardı. Codex Seraphinianus adını verdiği ansiklopedisine başladığında daha yirmi yedisindeydi; yapıtını tamamladığında otuzuna bile basmamıştı. “Dahi” kelimesini tarihyazımsal doğruculuk adına akademik jargondan defetmiş olanların bile, bir kereliğine de olsa, Serafini’nin Codex’i için kullanmaktan başka çıkar yolu yok gibi görünüyor maalesef. (Ama
fauna
dilersek, kitabın yakıcı dünyasını ıskalamış birçoklarının izinden de gidebiliriz.) Serafini’ye o günden bugüne ne değiştiği sorulduğunda, “sadece saçımın rengi” demiştir: İflah olmaz bir Romalıdır, evi yıllardır Pantheon’un hemen yakınındadır. Codex’in fiziki çerçevesi, neden iki cilt halinde yayınlandığını da ortaya koyar. İlk cilt doğa bilimlerine ayrılmıştır: Sırasıyla botanik, zooloji, yerbilimleri, kimya, fizik, mekaniğe ayrılmış bölümlerden oluşur. İkinci cilt insan bilimlerine ayrılmıştır: Anatomi, etnoloji, antropoloji, mitoloji, dilbilim, gastronomi, oyunlar, moda, mimarlık ve şehircilik ele alınır.2 Her ayrıksı yapıtı bekleyen sessizlik ve kara kamunun ketum gölgesi, Codex’in dur durak bilmez, şenlikli
bilimini de kuşatıp karartmaya meyletmiş olmalı uzun süreliğine; kanımca bu sis gitgide dağılıyor ve gelecek kuşaklar için tümden dağılmış olacak, yazarının da müjdelediği gibi. Öyle ki, o zaman yirmi birinci yüzyıl, kaçınılmaz şekilde, Codex Serafinianus yüzyılı olacak...
Kapsamlı incelemeler pek yoktur o dönemde. 1985’te Douglas Hofstadter daha kısa değinir Codex’e; o çetrefil evrene dalmak ve oradan yeni kavramlarla geri dönmek yerine, kimi yüzeysel gözlemlerle ve birkaç sıfat kullanmakla yetinir; Codex’e ancak bir sayfa lütfedebildiği, sekiz yüz elli sayfayı bulan eserinde.4
Kalın görmezden gelme katmanı, “hafifseme+ garipseme=dışlama”dan oluşan gepgeniş bir “ıskalamalar tarihi” yaratmışa benzer. Bu ıskalamayı, ayrıksı İtalyan yayıncı Franco Maria Ricci’nin 1981 tarihinde Codex’i dört yüz sayfaya yaklaşan iki ciltlik pahalı bir edisyon biçiminde yayınlamış olması bile engelleyebilmiş değildir. Aradan geçen otuz beş yılın sonunda, kitap çeşitli dillere “çevrilmiş” ve efsaneleşmiş durumdadır; hatta internetten pdf’sine saniyeler içinde erişmek de mümkündür; bununla beraber, hakkındaki düşünsel üretimin hala cılızlığı ibret vericidir. Klasiklerle ilgili söylenegelen, “herkesin bildiği, kimsenin okumadığı” biçimindeki kalıp, “okunmak” bağlamında Codex Seraphinianus için bir şey ifade etmese de, kitap için uygun deyiş “herkesin bildiği, kimsenin bilmediği” diye yeniden formüle edilebilir.
Codex Seraphinianus’un ilk baskısı Ricci tarafından adresine postalanan Alberto Manguel, Okumanın Tarihi’nde, vaktiyle gerçekleşmiş bu olaydan ve kitaptan yine bir sayfa boyunca ancak söz eder; kitaptan birkaç görselin küçük kopyalarına da yer vererek. Ancak Manguel’in Serafini’yi köken olarak bağladığı yer tuhafın tuhafı, handiyse abuktur: Dördüncü yüzyılın sonlarında yaşamış Aziz Nilos’u, Serafini’nin Ankyra’lı (evet aynen: Ankaralı!) atası sayarak uzun uzadıya din adamının hayatını anlatmaya girişir. Manguel’e göre Aziz Nilos, Serafini’nin gelişini istemeden de olsa, hem de bin yedi yüz yıl önceden haber veren bir atadır!5 Görsel bakımdan, Brügel’i bir tür öncel saymak belki mümkün. Yirminci yüzyıldan, keza Escher’in yapıtını da. Ama bunlar sadece varsayımdan ibaret.
İşte bu “armut-piş-ağzıma-düş”çülüğün Codex’te işe yaramaması harika gelişmedir: Nitekim Serafini, Codex’ten otuz yıl kadar sonra, 2009’da Oxford’da kitapseverler için yaptığı bir konuşmada Codex’in “asemik” olduğunu, açık ya da gizli hiçbir dile denk gelmediğini, tümden uydurma olduğunu beyan edene kadar, kriptoloji uzmanlarının ve matematikçilerin, okültizmden ufoculuğa her türden gizemciliğe yaslanmaya çalışanların ilgi alanına beyhude girmiştir.6 Onlar da, tıpkı Mesaj filminin kana susamış gizem çözücüleri gibi sonuca varmak ve Codex’i çöpe göndermek için can atmışlardı mutlaka.
23 XXI - KASIM 2016
Yazarın kayıt altına alınmamış ve küçük bir gruba seslenen bu açıklaması gizin bozulması gibi mi yorumlanmalı? Kuşkusuz, ama ondan da fazla, yılgınlık ifadesi olmalı. Gösteriye odaklanmış hayranlık kültürü, kitabı dilinden dolayı değil, görsellerinden ötürü kült mertebesine yükseltmiştir. Eğri oturup doğru konuşalım: Serafini ansiklopediyi görselsiz, salt otomatik yazıdan ibaret birkaç ciltle başlatmış olsaydı, Codex asla yayınlanmayabilirdi. Yayıncıyı cezbeden de büyük oranda görselleri değil midir? Salt uydurma bir dilin kaligrafı, şairi olmak, Serafini’ye bugünkü ününün yüzde birini bile kazandırmayabilirdi. Oysa tüm “kavram”larının kökeninde bu dil fikri yatmaktadır. Kitaba bu yanıyla da otuz beş yıldır tersinden bakıldığı gerçeğini göz ardı edemeyiz. görseller: Codex Seraphinianus kitabı
Codex’in ıskalanma nedenleri muhtelif elbette. Carl Sagan’ın romanından uyarlanan, Robert Zemecekis’in 1997 yapımı Contact (Mesaj) adlı filmi herkesin malumudur: Jodie Foster, Dr. Elanour Ann rolünde, uzaylıların gizem içre gizem, sır üstüne sır, yolladıkları mesajı aşama aşama söker. Bir kuasardan gelen seslerin ritmi çözülür, bu seslerin şifreli bir mesaj olduğu anlaşılır; Hitler’in göründüğü bir video çıkar ortaya; bu videonun elektronik kesitinden başka mesajlar çıkar; bu mesajlar şeffaf levhalara dökülür... Bununla beraber, konvansiyonel sayfa düzeni mantığı içinde bu mesajların ne tür bir teknolojinin yapım kılavuzu olduğu anlaşılamaz; Dr. Ann üçlü sayfa düzeninde, x-y-z koordinat takımını tanımlayan levhaları bitiştirmeyi akıl edene kadar. Gerisi çorap söküğüdür; aygıt yapılır, uzaylıların dünyasına adım atılır, hatta bir değil iki tane birden imal edilir dev aygıttan, vs... Yine
Bu türden gizem anlatılarında “subliminal mesaj”, örtülü hakikat, tüm materyali önceler; pür bir işlevselciliktir gizi kuşatan. Ortada karanlık yoktur, sadece henüz aydınlanmamış bir antroposantrizm vardır. Bu nedenle de kriptografi çözülene dek, estetik bir ilginin nesnesidir, işi bitince çöpü boylayacaktır. Örtmece, çözüm vaadinin labirentlerinden ibarettir ve Büyük Bilgi, orada öylece, beklemektedir.
DÖNME DOLAP
Birkaç ünlü örnek: Calvino, Hofstadter, Manguel... “Görünmez Kentler” gibi akla durgunluk veren bir kitabı yazmasının üzerinden neredeyse on yıl geçmişken, kitabın farklı bir baskısına önsöz yazan Italo Calvino bile, dilimize “Bir Hayalperestin Ansiklopedisi” adıyla çevrilen ve Kum Koleksiyonu’nda yer alan metninde, deyiş abartılı kaçmayacaksa “lay lay lom” denebilecek bir yaklaşımla tanıtır kitabı.3 Yazı başlangıçta kitabın kavramsal evrenine yakınlaşmaya başlar ama hızla görsel dünyasından birkaç fragmanı betimlemeye doğru tembelce savrulup sonlanır. O kadarını okur yapamayacakmış gibi. (Kitaba yeniden dönmüş müdür Calvino, başka yapıtlarında buna dair emareler var mıdır, bilmiyorum, araştıracağım. Benzer şekilde, Barthes’ın Metnin Hazzı’ndaki yaklaşımını da henüz bilmiyorum.)
de uzaylılarla temasın Dr. Ann’in halüsinasyonu olup olmadığı aydınlanmaz.
memento mori
fizik
kimya
KASIM 2016 - XXI 24
DÖNME DOLAP
“Bu dünyanın” gerçeküstü yanına dikkat çeken epeyce üretim var: Claude Nuridsany ve Marie Pérennou’nun yönetmenliğini yaptıkları, 1996 yapımı Mikrokozmos, Çayırın Sakinleri (Micrcosmos, Le peuple de L’Herbe) adını taşıyan devrimsel belgesel filmi, böceklerin dünyasına patafizik denebilecek bir giriş yapar sözgelimi. Yönetmenler böcekleri yakından “göstermekle” yetinmez; zaten oradan, “içeriden” konuşurlar adeta. (Serafini’nin Codex’inin de “içeriden” konuştuğu söylenmiştir.) Çek gerçeküstücülüğünün büyük ustası Jan Svankmajer’in doğa tarihine yaklaşımı da benzer bir yabancılığın ve bilinmezliğin kıyılarında konumlanır erken filminde (Historia Naturae, 1967). Rose-Lynn Fisher’ın elektron mikroskobuyla yaptığı arı çekimlerine dayalı gerçeküstücü böcekbilim albümü Bee (Arı, Princeton Architectral Press, 2010), birkaç yüzyıldır mimarların çekiminden kurtulamadıkları bu “sosyal” varlığın akla durgunluk veren strüktürel gövde evrenine güncel, coğrafi bir seyahat vadetmektedir: Dün, arı kovanı sosyo-ekonomik bir modeldi; bugün morfogenetik, queer bir heterotopyadır. Serafini’nin birkaç eseri daha var: Jules Renard’ın 1930’larda kaleme aldığı doğabilimi eseri Storia Naturali’yi (Doğa Tarihi) resimlemiş ve yakınlarda yayınlamıştır. Codex’ten iki yıl sonra daha minör bir albüm yayınlamıştır; bu kez yanına bir yazarı daha takmış görünür ama sadece bir mahlastır bu; kitabının kahramanını ortak yazar yapar, Pulcinellopedia (Piccola)’da. Pulcinellopedia’daki “def-i hâcet eden efendi” kadar günümüze dimdik bakan az imge vardır. Tekleşmenin, totolojiler evreninin bir ifadesi olarak bu karakalem, hiyerarşinin çevrimselliğini yakıt yapan totaliterliğin ironi yüklü diyagramıdır. Sanki Svankmajer’in Diyaloğun Boyutları’nın (1982) ilk bölümünün bıraktığı yerden
çiftleşme
başlamıştır Pulcinellopedia. (Codex’in 2013 Rizzoli baskısının başına en az bir formalık daha materyal eklediği görülmekte. 2015’te ise yepyeni bir yapıt daha yayınlamıştır Serafini.) Codex’in arka planında Henry Darger’ın patolojik işlerinin, La Planéte Sauvage (Vahşi Gezegen) adlı 1972 yapımı animasyon filminin veya Fosco Maraini’nin adları geçer; kuşkusuz başka koşutluklar da bulunacaktır, hakkındaki yazın genişledikçe. Aziz Nilos’u bilemem elbet; ama Serafini’nin evreninin gerçeküstücü jeneratörüyle aynı galakside düşünebildiğim birkaç isim söyleyebilirim. Bu ilgi salt bir “name dropping” sayılmayacaksa, Yüksel Arslan’ın Arture’leri ve defterlerindeki çizimler, Erinç Seymen’in cehennemsi, kalabalık sahneleri ve bir yanıyla Zafer Aracagök’ün desenleri, Serafini’nin Codex’iyle birlikte düşünülebilecek ayrıksı görsel evren parçaları gibi geliyor bana. Iskalamalar tarihinin en beylik bağıntılarından biri, Codex’in Voynich Yazması ile benzerliği etrafında geliştirilen argümandır. Benzetmelere ve kıyaslamalara teşne eçhel popüler alan, sapla samanı karıştırmanın erdemine bel bağlayadursun, bu “benzerlik” ciddiye alınacak gibi değildir. İkisinin de asemik ve dünyadışı bir anti-epistemolojinin ürünü olması, nasıl bir ortak payda yaratıyor olabilir ki? Keza başka uydurma botanikler geliştiren çizerlerin çıkmış olması, Codex’i ya da Serafini’yi anlamaya ne kadar yaklaştırabilir ki bizi? Codex’in gizli nehri, günümüzün çizgi filmlerinin imgelemini de beslemektedir: Yetişkinlerin ayrıksılığa yer açamayan sefil epistemik çölüne denecek bir şey yok. Onların hayal gücü, kendilerine verilenlere sımsıkı yapışma sofuluğundan ibaret. Ama çocukların dünyası gitgide daha fazla Serafinik hale gelmekte: Gumball’daki karakterlerin beklenmedikliği,
Uncle Grandpa’nın yaratıkları ve mekanları; ama en çok da Adventure Time’ın olağanüstü evreni, çokbiçimliliği ve rasyonellikten bir çırpıda sıyrılıveren geçişkenliği, fantazmı ve halüsinojen karakteri, Codex Seraphinianus’un açtığı kapıdan bakmaktadır. Codex’ten “yararlandıkları”nı değil, yaratıcı dünyanın azımsanmayacak bölümünün Codex’leşmekte olduğunu gösteriyor bu örnekler. Codex’in yayınlanmasının yirmi beşinci yıldönümünde kaleme aldığı Decodex’te Alessandro Riva, Serafini’nin biyografisinin yanı sıra, hakkındaki yazını da geniş ve yetkin şekilde kuşatır. Calvino ve Hofstadter’den başka, Giorgio Manganelli’nin, Giovanni Mariotti’nin, Federico Zeri’nin, Pino Corrias’ın, Sgarbi’nin, Peter Schwenger’in ve Achille Bonito Oliva’nın yazdıklarından alıntılara yer vererek yazısını örer.7 İşlevselcilik karşıtı anarşizan makinalar tasarlayan Finli mimar Alvar Gullichsen’in yapıtlarına ve benzer çizgideki Bruno Munari’ye de değinmemezlik etmemiştir. Serafini, yeni bir queer grafoloji ve sürreel bir anti-epistemoloji alanı açtı; alabildiğinde okunaklı, handiyse billur bir asemik dilsizlik getirdi. Sürrealizmle sistematik bir ansiklopedi kadar karşıt hiçbir şey yoktur herhalde; “sürrealist ansiklopedi”nin oksimoron olduğunu düşünebiliriz. Oysa Codex bunu icat ederek epistemik ses duvarını ortadan kaldırır. Codex’in başına adını koymamayı ve yapıtın içinde yitip gitmeyi ciddi ciddi düşünmüştür Serafini, Decodex’in yazarı Riva’ya göre. Serafini’nin anonim kalma arzusunun gelecekte kazanabileceği anlam bahsine gelince: Bu “otomatik yazı”nın dijital evrendeki yeni ve sonsuz yankılarının gelmesi için belki bir çeyrek asır daha bekleyeceğiz; Serafini’nin index cildini ortaya koyduğu ansiklopedinin diğer
DÖNME DOLAP KASIM 2016 - XXI 26
şenlik
gastronomi
ciltlerinin başkalarınca yazılmasını, yapıtın tamamen ortaya çıkmasını... Böylece yazarın anonimlik hayali de anlamını bulabilecektir; ayrıca kitabın sonundaki Memento Mori’nin, “vaziyet”in tasviri olmaktan çıkarak “vasiyetname”ye doğru evrilmesi de mümkün olacaktır.
henüz Codex’le bağı kurulmuşa benziyor. Bu bağlantılar henüz kurulmadıysa da kurulmak üzeredir. Yıllardır Deleuze ve Guattari ikilisinin Kapitalizm ve Şizofreni başlıklı iki ciltlik dev eseri didik didik okundu, kavramlar doğuran evreni üzerine ciltler dolusu coşkulu kuramsallaştırmalar yapıldı. Ya Codex? O da böylesine kavramlarla dolu değil mi?
Codex Seraphinianus. Raleigh: North Caroline State University,
Kaynakça - Carl Abrahamsson. The Uncommon Sense of Nonsense. www.
Patron. http://www.patronmagazine.me/2014/10/code-breaking/ 2 Grapefruitopia.com’daki “A Study of the Codex Seraphinianus.
carlabrahamsson.com.
Introduction” başlıklı yazıya göre bölümler: Birinci cilt: 1) Flora, 2)
- İtalo Calvino. 2008. “Bir Hayalperestin Ansiklopedisi.” Kum
Fauna, 3) Peda, 4) Fizik, 5) Makineler/Mekanik; 2. cilt: 6) Anatomi, 7)
Koleksiyonu. Çev. Kemal Atakay. İstanbul: Yky, ss. 147-51.
Mitoloji, 8) Yazı, 9) Yemek ve Giyim Kuşam, 10) Oyunlar ve Eğlence,
- John Coulthard. Another Green World. The Codex Seraphinianus.
11) Mimarlık 3 Bkz. İtalo Calvino. 2008. “Bir Hayalperestin Ansiklopedisi”. Kum
Bu meşhur son sayfa üzerine kalem oynatmakta niceleri atak davranmıştır. Serafini, Codex’in otomatik yazısını animik bir vurguyla, büyülteç altına alarak gösterdiğinde salt mizaha sığınmıyordu, kan donduran bir keskinlikle kehanetinin yeğinliğini bildiriyordu okura. Borges’in bir öyküsüne ek evren olarak mı tasarlandı Codex? Bu durumda, Codex’in ek evrenleri, ansiklopedinin (başkaları tarafından gelecekte yazılacak olan) bizzat kendi olacaktır.
www.johncoulthard.com. - Ivan A. Derzhanksi. 2004. Codex Seraphinianus: Some Observations. www.math.bas.bg.
Minecraft’ın evrenini düşünelim; o sonsuz gerçeküstücü evrenin Serafiniyen versiyonunun belirmesine daha çok mu var? Gelecekteki Seraphinianusçu yazılımları, oyunları düşünelim: Serafinik evrenin mantığını içselleştirmiş yazılımların ortaya çıkmasına daha ne kadar kalmış olabilir ki? Codex Seraphinianus’un kahkaha ve ince alay dolu illüstrasyonlarına otuz beş yıldır bakıp büyülenmekle yetinilmiş olması tam bir katatonikleşmedir. Bu ne zaman son bulacak? Codex’i yapmakla, Serafini’nin kitabı/ansiklopediyi tamamladığı düşünüldü, yukarıda değindiğim üzere. Oysa Serafini, sadece bir index cildi, bir öncü cilt yapmıştır: Ansiklopedinin, A’dan Z’ye, yahut Serafinice’ye uygun düşen yeterli sayıdaki cildi boyunca, henüz ortaya konmadığını anlamış olmalıydı herkes. Serafini bir mimari proje başlattı; gelecek kuşaklar, yazılmaya değer bu tek bilimsel eserin yeni, anonim yazarçizerleri olmak için yola koyulacaklardır.
- Grapefruitopia.com: “A Study of the Codex Seraphinianus. Introduction”.
yayınlanmamış yüksek lisans tezi, s. 17. - Justin Taylor. 2007. The Codex Seraphinianus. How Mysterious is a Text if the Author is Still Alive (and Emailing)? May 2007. The Believer. www.believermag.com. Notlar: 1 Robert Louis Fenech. 2014. Luigi Serafini ile Söyleşi. 3 Ekim 2014.
Koleksiyonu. Çev. Kemal Atakay. İstanbul: Yky, ss. 147-51 4 Douglas Hofstadter. 1985. Metamagical Themes. Questing for the Essence of Mind an Pattern. ABD: Basic Books, ss. 228-9 5 Alberto Manguel. 2001. “Resimleri Okumak”. Okumanın Tarihi. Çev.
Essence of Mind an Pattern. ABD: Basic Books, ss. 228-9.
Füsun Elioğlu. İstanbul: YKY. ss. 118-21 6 Jeffrey Christopher Stanley. 2010. To Read Images Not
- Jordan Hurder. The Worlds of Luigi Serafini: The Codex
Words: Computer-Aided Analysis of the Handwriting in the
Seraphinianus and Pulcinellopedia (Piccola). www.chancepress.
Codex Seraphinianus. Raleigh: North Carolina State University.
wordpress.com
Yayınlanmamış yüksek lisans tezi, s. 17. Geniş bir yazı için ise,
- Alberto Manguel. 2001. Okumanın Tarihi. Çev. Füsun Elioğlu.
Alessansdro Riva’nın Codex’in yirmi beşinci yılı baskısı için kaleme
İstanbul: YKY. ss. 118-21.
aldığı Decodex’e bakılabilir. (www.5cense.com adresinde İtalyanca
- Esen Gökçe Özdamar. 2014. The Codex Seraphinianus as an
metnin İngilizce çevirisi mevcut.) 7 Alessandro Riva. 2006. Decodex
- Douglas Hofstadter. 1985. Metamagical Themes. Questing for the
Artwork. İçinde: Architecture and Writing. Archtheo 2014, Theory of Architecture Conference. MSGSÜ, İstanbul: Dakam, ss. 32738. (*Yazara, sunumunu içeren pdf sayfalarını paylaştığı için teşekkürlerimle...) - Alessandro Riva. 2006. Decodex. İçinde: www. 5cense.com. Decoding the Decodex: Demystifying Luigi Serafini’s Codex Seraphinianus. - Luigi Serafini. 1981. Codex Seraphinianus. Milano: Franco Maria Ricci. - __. 1983. Pulcinellopedia (Piccola). Milano: Longanesi.
Ne Wigley’nin protez kuramı, ne Haraway’in cyborg’u, ne de Deleuze ve Guattari’nin makinesel yaklaşımının
kent
- Jeffrey Christopher Stanley. 2010. To Read Images Not Words: Computer-Aided Analysis of the Handwriting in the
Deneyimi Algılama Biçimleri
KASIM 2016 - XXI 30
GÜNCEL
MÜZELER, ÇOĞUNLUKLA DEVŞİRME MEKANLARA YERLEŞTİRİLİYOR, KOLEKSİYONLARI VE KULLANIMI GÖZ ARDI EDİLİYOR. MÜZELERI ZIYARET EDEREK SANAT ESERLERI, MEKAN TASARIMI VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERINE ODAKLANAN ÇİĞDEM ASLANTAŞ, BU BAĞLAMDA HOLLANDA’NIN ULUSAL MÜZELERİNDEN RİJKSMUSEUM’U YAZDI.
Çiğdem Aslantaş Müzelerde, mekana dair üretmiş olduğum davranış biçimleri, mekanın iletişim tarzına bağlı olarak değişiklik gösteriyor. Mekan, otoriter bir dil kullanıyorsa bu beni bir süre bocalatıyor. Bu bocalatma durumu, zihnimin mekanla girdiği karşılıklı iktidar savaşından kaynaklanıyor. Müze kurgusunun dayatmacı tavrı, benim onu değiştirme çabalarımla çarpışıp duruyor. Eğer bu süreç benim yenilgimle sonuçlanırsa, yani kendi alanımı var edemezsem, mekanı bırakıyor ve ardından daha tanıdık olan alanlara yöneliyorum. Var olamadığım, mekanda “an”lar yaratamadığım durumlardan sonra, ancak aynı mekanı yeniden ziyaret ettiğimde detayları fark etmeye, gözlemlemeye başlayabiliyorum. Bu durum bir nevi ilk karşılaşmada oluşturduğum, olumsuz da olsa, zihinsel izlerin var olması ile ilişkili. Çünkü en azından mekan için zihnimde üretmiş olduğum bir önceki iz, daha
bilindiklik hissi yaratıyor ki bu da benim mekandaki edilgenliğimi azaltıyor. Mekan kurgusunun ve müze senaryosunun tam tersine çevrilmiş olduğu durumlarda ise farklı tutumlar sergiliyorum. Eğer tasarım kurgusu, alan ile bedenim arasındaki iletişimi dengede tutabiliyorsa bu durum kendiliğinden değişiyor. Yani beni pasif bir izleyiciden, bilgiyi alan konumundan aktif etkileşim içerisinde olan, hiyerarşik olmayan karşılıklı bir diyalog konumuna taşıyorsa orada var olabiliyorum. Rijksmuseum da bu iletişimi hiyerarşik bir çizgide tutmayı tercih eden müzelerden. Ziyaretçiye yukarıdan bakan bir tavrı var. Bünyesinde sergilediği eserleri benimle paylaşmak için değil de kendi üstünlüğünü hissettirmek için oradaymış gibi. Müze, bir tanrıça edasıyla durup seyredilmeyi bekliyor. Zamanın heykeltıraşlığına rağmen tüm ihtişamı ile dimdik duruyor. Heybetiyle
benden önce var olduğunu ve benden sonra da orada olmaya devam edeceğini fısıldıyor. Aslında bana, onu seyretmek için çaba harcamış binlerce kişiden biri olduğumu hissettiriyor. Bu bakış açısı sadece mimarinin kendisine ait olmakla kalmıyor, aynı zamanda eserlerin sergileme kurgusunda da kendini gösteriyor. Rijksmuseum’un ziyaretçi ile kurduğu diyalog seyredilmenin ötesine geçmiyor, bireyle hemzemin olmama gayreti tekrar tekrar deneyimleniyor. Binanın rönesans ve gotik öğelerini bir arada barındıran cephesi ile ilk karşılaşmam görkemli bir selamlama niteliğinde. Aslında bu bir selamdan ziyade bir seremoni havası taşıyor. Kemerli yapının akustiği sayesinde, etrafa yayılan müzik eşliğinde, ara alandan geçerek giriş kapısına ulaşıyorum. Bu ara mekan, birazdan inceleyeceğim eserlerin önemini artırıyor sanki. Kemerlerin tekrarlı kullanımı derinlik etkisini güçlendirdiği
için perspektif etkisi daha da artıyor. Böylece bu derin boşluk etkisinin üzerimdeki psikolojik ağırlığı da fazlalaşıyor. Giriş kapısından geçtikten sonra, kırmızı tuğla ile örülü duvarlarının dışında, neredeyse tamamı mermerle kaplanmış bir alanla karşılaşıyorum. Yüksek tavan, mekan içerisinde kaybolmuşluk/yok olmuşluk hissini yaratıyor. Tavandan sarkan iç içe geçmiş devasa strüktürlerin altına gömülmüş, görece oldukça küçük aydınlatmaların bir aradalığı ilginç bir tezatlık oluşturuyor. Bu ilginçlik yalnızca boyutsal farklılıktan değil, aynı zamanda ışık miktarından da kaynaklanıyor: geniş cam çatıdan gelen gün ışığının cömertliğine karşı yapay aydınlatmanın cılız ışığı. Müze kafeteryası ve dükkanı, yapının içerisindeki zaman farklılıkları arasındaki geçiş alanları gibi. Müze
girişinde bu alanlarla karşılaşmak, içerideki zamansal farklılığa sert bir girişi önlemek gibiyken, çıkışta tekrar buradan geçmek de, içinde yaşadığım gerçekliğe daha yumuşak bir geri dönüş yapmak gibi. 800 yıl öncesinin tarihini deneyimlemenin ardından, dışarıdaki zamana yeniden adapte olmadan önce ara zaman alanları görevi görüyor bir nevi. Tarihin durağanlığı ve değişmezliği ile güncelin yani sürekli değişken olanın arasında bulunuyor. Banko dahil her yerin aynı mermer ile kaplanmış olması, yatayda uzanan kesintisiz bir çizgi oluşturuyor, sessiz ama güçlü bir his uyandırıyor. Çok fazla şey anlatma çabasında olmayan tüm yapıların yarattığı his gibi. Müzenin birinci katında, Hollanda’nın altın çağına ait sanat eserlerinin yanı sıra, dönemin aristokrat yaşam tarzına dair gündelik nesneler de sergileniyor. Ancak birçok müzedekine benzer iletişim biçimiyle burada da
karşılaşıyorum. Ziyaretçinin hareket eden bir göz olarak farz edilip, müze senaryosunun bu doğrultuda kurgulanması durumu… Bu beni bütünsel olarak müzeyi deneyimleme şansından yoksun bırakıyor. Bir süre sonra eserleri incelemeye olan konsantrasyonumu kaybediyorum. Halbuki kurgulanacak daha etkili bir eylemsel yaklaşım ile müze deneyimi çok daha etkin hale gelebilir. Bu yaklaşım müzeye dair kalıcı bir bellek oluşturmama da engel oluyor. Çünkü mekana dair güçlü anılar yaratmak için gerekli veriler zihnime ulaşmamış oluyor. Böylece aynı anda ateşlenecek nöronların arasında farklı birliktelikler de yakalanamıyor. Sonucunda da mekan ile kendim arasında etkili bir duygu yaratamamam nedeniyle kalıcı bir bağ kurulamıyor. Müzenin en çok ziyaretçi çeken ve belki de herkes gibi görmeyi en çok beklediğim alanı Rembrandt’ın “Gece
giriş sayfasında Rijksmuseum cephesi, fotoğraf: John Lewis Marshall önceki sayfada Aydınlatma ile karşıtlık yaratan geniş cam çatı, fotoğraflar: Erik Smits
KASIM 2016 - XXI 32
GÜNCEL
bu sayfada altta ve sağda: Yapının içerisindeki zaman farklılıkları - müze kafeteryası, fotoğraflar: Erik Smits altta sağda: Yapı içindeki aydınlatma elemanları ve müze kafeteryası, fotoğraf: Vincent Mentzel en altta sağda: Mermer kaplama ve salon, fotoğraf: Erik Smits
Devriyesi” bölümü. Bu alanda mimarinin göz alıcı dekoratif öğelerini tuhaf bir şekilde geride bırakıyorum. Bu durumun eserlerin güçlü etkisinden mi, yoksa iyi düşünülmüş bir kurgu nedeniyle mi gerçekleştiğine karar veremiyorum. Alan yatayda uzayan geniş sadeliği ile müzenin diğer alanlarından sonra ulaşılan bir vaha niteliğinde. Üzerinde Rembrandt eserlerinin sergilendiği mavi geniş üniteler, mimariden gelen tüm sesleri susturacak kadar güçlü bir etkiye sahip. İlginç bir şekilde mekan içerisinde açılan bir solucan deliğinden sanki başka bir mekan ve zamana geçmiş olduğum hissine kapılıyorum. Tüm dekoratif işlemeleri görmeme ve aynı mimari çatının altında olduğumu bilmeme rağmen mekanın yaşattığı his birden dinginlikle birleşiyor. Bu durumun en önemli kahramanı elbette ki Rembrandt tabloları. Eserlerdeki dinamik figürlerin dramatik ışık ve gölgelerle birlikteliği, beni bir anda
bulunduğum mekandan koparıp kendi zaman-mekan girdabına sokuyor. Böylece mekan, birden geri planda kalıyor. Bir nevi iki boyutlu dinamizm ile üç boyutlu hareketliliğin çarpışması gibi. Her müze ziyaretimin, zihnimi yeni bir konu ile meşgul ederek sonlanmasını umarım. Rijksmuseum’un sorgulattığı en önemli nokta ise “deneyimlemenin” algılanış biçimi ve onun üzerinden üretilmiş çözümlemeler oldu. Bu doğrultuda baktığımda Rijks’in müze kurgusunun tek yönlü bir bakış açısı çerçevesinde tasarlanmış olduğunu düşünüyorum. Temel olarak insan deneyimi, bütüncül bir yaklaşımdan soyutlanarak, görme duyusu çerçevesine indirgenmiş. Bu nedenle müze senaryosunun, zihinsel süreç aşamalarının da dahil edilerek oluşturulmasının “mekan deneyimini” daha etkili hale gelebileceğine inanıyorum.
Sosyal Tasarım: Çıkarlar ile Değerler Arasında
KÜÇÜK MÜDAHALELER
Siyasette, tıpkı tasarımda da olduğu gibi, değerler ve çıkarlar genellikle bir sır perdesinin ardında birbiri içine geçer. Tasarım, çoğunlukla birbiriyle çelişen bu ikisi arasında bir uzlaşıya varma üzerine kurulu zor bir süreç. Olayların gündelik akışı içinde tasarımcılar çıkarlara, onlara verilen proje tanımı üzerinden yaklaşır, bu da çoğunlukla tasarımcıdan yapılması istenen şeyin taslağıdır. İşveren yeni bir ürün ya da servis yapmak, para kazanmak ve pazar payı elde etmek ister. Denklem oldukça basit: Çıkar para üzerine kuruludur ve kılık değiştirerek kendini kullanıcı için “iyi” olarak tanıtır. Önce çıkarlar, sonra değerler.
KASIM 2016 - XXI 34
Tasarım sosyal bir rol üstlendiğindeyse çıkarlar öne geçer. “Sosyal” genellikle tasarımın “iyiliği” ile doğrudan ilişkili, kendi içinde bir değer haline gelir. Tasarımcılar proaktif olmaya ve çözülmesi gereken sosyal sorunlar ile altüst edilmesi gereken olanakların peşine düşmeye başladıklarında, değerler ana ilkeler haline gelir ve siyasetle doğrudan ilişkili olan sosyal çıkarlar genellikle örtbas edilir.
OTTO VON BUSCH TASARIMCI
Geçmişe bakacak olursak değerlerin öncelikle adetler ve dinle tanımlandığını görürüz ki bu ikisi sonraları da yasa, kural ve ahlakın temelini oluşturur. Sıklıkla “kültür” olarak adlandırdığımız değerler yığını, bir şekilde bencilliğe ve birbirine karşıt güçlerin dengesine indirgenmiştir. Oysa modernizmin yükselişi ve onunla birlikte gelen siyasi liberalizm ve parlamenter demokrasi ile birlikte kamunun siyasete bakışı değişti. Değerler din ve kültürden siyaset gerçekliğine kaydı. İktidar ve çıkar, kamu erdeminin peşindelermiş gibi gösterdiler kendilerini. Bazılarının çıkarları sanki hepimizin yararıymış gibi gösterildi. Bencil süreçler, ortak idealler görüntüsü altındaki iktidar taleplerini
gizledi. Bu modernleşme sürecinde tasarım, çıkarları maddileştirmeye başlayarak onları erdem kılıfına soktu. Tasarım şimdilerde gittikçe daha fazla “sosyal” bir hal alırken eğitimli elit bir kez daha değerleri formüle etmeye başlıyor. Bunu da iktidarda olanlarla mutabakat içinde, genellikle kendi çıkarlarını koruyacak şekilde kendi taraflılıklarını yeniden üreterek yapıyorlar. “Sosyal” bir kez daha çıkarlar ile iktidar gerçekliği üzerinden değil de müphem değerler üzerinden ele alınıyor. “Sosyal” çoğunlukla genel katılım, eşit tanınma ve baskılanmışların kurtuluşu, kamu sağlığı, pasifizm, adalet ve daha geniş erişilebilirlik anlamına gelir: Kamu yararı ile “sosyal” aynı safta olmak zorundadır. En beter haliyle tasarım, susturulmuş ya da muhalif gruplarla bağıntılı belirtik çıkarlara hizmet ederken çok tartışmalı ve “asosyal” bir hal alır. Haşere kontrolü, hapishane nüfusu, polislik faaliyetleri ya da savaş için tasarım yapmak böylesi idealleri suya düşürür; öte yandan da liberal idealler şemsiyesi altında gerçek ve kirli çıkarların ne kadar iyi gizlenebildiğinin altını çizer. Hiçbir kent (en azından içindeki insanlar) haşere kontrolü olmaksızın orada yaşamak istemez, sınırların birçoğu zor kullanarak tutulur ve hemen hemen tüm sosyal ilişkiler bir nevi polis faaliyeti biçimiyle başa çıkmak zorundadır, örtük ya da belirtik. Yine de böylesi kuvvetler genellikle “sosyal”in meziyetleri arasına dahil edilmez. Zaten çıkarlar genellikle “asosyal”dir. Gerçektirler, kıt kaynaklara dair talebi artırırlar ve kimin kimin üzerinde iktidara sahip olduğu sorusuyla doğrudan ilintilidirler. Çıkarlar, sahip olanlar ile olmayanlar arasındaki yarışı ilgilendirir. Refahın paylaşımına dair bir mülk, meşakkat ve etki savaşıdır. Sonlu sınırlar ve gittikçe azalan refah seviyesi ortamında bu daha da endişe verici bir hal alabilir, zira gerçek çıkarlar, değerler cilasını eritmeye başlar. Mademki sağlık, barış ve adalet saf idealler değil de çıkarlarca belirlenmiş değerler, biz de kendimize şunları sormalıyız: Adalet anlayışımız kimin çıkarına işliyor? Hangi kuvvetler ve baskılama mekanizmaları barış illüzyonunu idame ettiriyor? Bizim sağlık idealimiz kimin çıkarına ya da kim bir kişi ya da kullanıcı ve kim değil, kim böylesi ayrımlarımızdan fayda sağlıyor? “Sosyal” görünümünün altında kimlerin çıkarına hangi haşereler yok ediliyor? Değerleri ve çıkarları ayrıştırmanın ikircikli kısmı, genellikle liberal değerleri eğitim ve erdem meseleleri olarak ele aldığımızdan böylesi değerlerin eleştirisinin sıklıkla eğitimsiz, aşındırıcı, denge bozucu ve hatta nefret içerikli görülmesi. Aşırı kirliliği ya da vergi kaçakçılığını eleştirmekte sorun yoktur zira bu gibi çıkar istismarları herkesi etkiler. Ama bu yeni “sosyal” süreç ya da servisin kimin çıkarlarına olacağını eleştirmek zorludur, hangi çıkarların kamu yararı maskesi altında gerçekleştirildiğini de. Sosyal değerlerle sosyal çıkarları birbirinden ayırın. Ve kendinize şunları sorun: Kimin yararına? Kimin zararına? Kimin gündemi bir başkasınınki pahasına öne çıkıyor? Hangi çıkarlar sosyal erdem maskesi altında ortalıkta dolaşıyor?
KASIM 2016 - XXI 36
FOTO-ALTI
Neye Niyet?
O zamanlarki adıyla Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nde Florian Yuryev adlı bir mimar, açtığı soyut resim sergisi nedeniyle Mimarlar Odası’ndan atılma tehlikesi atlatmış ve 1960’lardaki genel ruh haline uygun vizyoner bir bakış açısı geliştirmişti. “Sanatların sentezi” vizyonu için ihtiyacı olan “rengin müziği”nin gösteriminin yapılabileceği bir mekandı. Fotoğrafta UFO’ya benzer kütle, ses ve ışığın mükemmel bir şekilde iletilebileceği form arayışının sonucu. Ancak Yuryev de, tasarımında birlikte çalıştığı Novikov da projelerinin sonunu öngörememiş olsa gerek. Zira yapı, içinden çıktığı tüm vizyoner fikirlerin bir kenara bırakılmasına ve kendisinin Soğuk Savaş gerginliği içinde Bilimsel ve Teknik İstihbarat Merkezi’ne dönüştürülmesine sahne oldu. fotoğraf: Cemal Emden yazı: Hülya Ertaş
Rastgele Düşünceler 3 ya da Mimarlığın (Yeni) Doğası
Andropozlu mimarlığa anıtlar
ZİNCİRLEME REAKSİYONLAR
Zincirleme Reaksiyonlar köşemizdeki yeni seride Eray ve ben kamusal mekanın doğasını ve bu neoliberal çağda bizim doğayla ilişkimizi sorguladık. İnsan Çağı’na (Anthropocene Age) hoş geldiniz! Bu yeni çağ, son yıllarda popüler kültürden bilime dek birçok alanda popülerlik kazandı. İnsan çağı, katmanbilgisi (stratigrafi) uzmanlarının Holosen çağının ardından yeni bir jeolojik çağ olarak kayıtlara geçirmek istedikleri bir çağ. İnsan müdahalelerinin litosferin değişmesini etkileyecek kapasiteye eriştiği, bizim türümüzün yerkürede daha önceleri emsali olmayan izler ve imzalar bıraktığı bir çağ… Bu çerçeveden bakarak bilim insanları İnsan Çağı’nın Sanayi Devrimi ile başladığı gerçeğinde hemfikirler.
Bu keşfin ışığında biraz tarihi perspektiften bakacak olursak görürüz ki yeni bir çağa girdiğimizi fark edebiliriz. Bu kez jeolojik bir çağdan değil de belki de “Andropozlu Mimari Çağ”dan söz ediyoruz. Bu bir devrim! Fiilen mimarlık okullarındaki yeni geometriyi ve bu eğitimi alan yoğun kadın varlığını göz önünde bulundurunca insanoğlu (en azından yerkürenin belirli kısımlarında) önümüzdeki yıllarda kadınlar tarafından tasarlanmış yapılı çevreleri hayata geçirecek. Bu, tarihte daha evvel hiç yaşanmamıştı. Belki de bu geleceğin mimarları erkek meslektaşlarıma nazaran Çatalhöyük tanrıçasının bize ulaştırdığı mesaja yönelik daha hassas olacaklar, zira mimarlığın gerçekten de yeryüzü ana ile olan ilişkisini değiştirmesi şart. Bu umudu güçlendirmek için bu kısa metni (kusura bakma Eray, bu ay biraz tembellik yaptım) bir açık çağrıyla sonlandırmak istiyorum. Mimarlığın yeni doğasını ve XXI dergisinin neredeyse tamamı kadınlardan oluşan bir ekipçe yürütülüyor olmasını göz önünde bulundurarak derginin katkıcılarının neredeyse %80’inin erkek olduğunu gördüğümde şaşırdım. Kendimizi mimarinin gelecek cinsiyet geometrisine uyumlu hale getirmek için Eray ve ben Zincirleme Reaksiyonlar’ı mimarlık söylemine katkıda bulunmak isteyen herhangi bir kadın meslektaş ile paylaşmaktan memnuniyet duyarız. Eğer Çatalhöyük tanrıçasını anlayabiliyor, Hasan Fethi’nin Charlotte Perriand’ın ruhani kızı olduğunuzu düşünüyorsanız bizimle iletişime geçin! XXI’den not: Derginin özellikle dosya konularında ve projelerinde kadınların katılımına dair bir politika izliyor olsak da ne yazık ki köşe yazarlarımızın hepsi erkek. Bunu değiştirmeye yönelik girişimlerimizde başarısız olduk ama itiraf etmeliyiz ki daha fazla çabalamalıyız. Sinan’ın davetine bir küçük ek: Kadın köşe yazarı adayları kendilerini bu köşeyi paylaşmak durumunda lütfen hissetmesinler, onları bekleyen bir sürü XXI sayfası var. Asıl bizimle
KASIM 2016 - XXI 38
Hemen hemen Sanayi Devrimi’nden 200 yıl sonra bugünlerde İstanbul’da yürümek bu megapolisin İnsan Çağı’nın dünya başkenti olduğunu fark etmenizi sağlayabilir. Her yerde, yeryüzü anaya tecavüzün izleri görülmekte, ya hafriyat biçiminde ya da beton “penislerin” “kaldırılmasında.” Şüphesiz ki çevre, oldukça eril ellerle ve oldukça eril mimarlarla biçimlendirilmekte. Bu vahşi kentleşme faaliyeti, sık sık bilgisayar ekranlarımıza yansıyarak bu yeni sanal doğa ile ilişkimizi normalleştiriyor.
SINAN LOGIE
Yine de yakınlarda bir başka bilgi haber akışımızda beliriverdi: Bizlere 10.000 yıl evvel bırakılmış bir mesaj. Bu mesaj 1 kilo ağırlığında ve 17 cm uzunluğunda. Eğrileri bize Zaha Hadid’in Issey Miyake elbiseleri içindeki siluetini hatırlatsa da hayır, o değil. Bu mesaj yeryüzü anaya adanmış bir tanrıçanın heykeliydi ve Çatalhöyük’teki yeni arkeolojik kazılarda bulunmuştu. Çok nadir rastlanılan bir güzelliğe sahip bu artifakt, belki de doğa ile ilişkimizde daha az testosterona ihtiyacımız olduğunu bizlere hatırlatmak için bırakılmıştır.
iletişime geçin! Hem bu yolla Sinan’ın iki ayda birden, üç ya da dört ayda bir yazmaya çalışmasını da önleriz.
ADVERTORYAL KASIM 2016 - XXI 40
Açık ve Ferah İç Mekanlar BODRUM'DAKI ELYSIUM MIRAMAR VILLALARI, CAM UYGULAMALARIYLA AÇIK VE FERAH IÇ MEKAN KURGUSUNA SAHIP. PROJENIN IÇ MIMARI MELIKE BATTAL ILE CAM VE FLOTAL AYNA UYGULAMASINI GERÇEKLEŞTIREN ŞEN CAM'DAN EMRE ŞEN SORULARIMIZI YANITLADI. Elysium Miramar Villaları’nda tasarımı nasıl bir konsept etrafında kurguladınız? Melike Battal: Elysium Miramar, Bodrum’da konumu itibariyle çok şehirli bir proje. Kıyı yerleşimlerinde karşılaştığımız etnik detaylar içeren bir proje olmaktan ziyade, şehir insanının ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir kurguya sahip. Bodrum, büyümekte olan bir bölge ve bu büyüme agresif bir şekilde gerçekleşiyor. Dolayısıyla Bodrum, büyük bir şehir gibi çalışıp aksiyon alıyor. Nüfus, trafik ve ihtiyaçlar hep bu şekilde. Tıpkı İstanbul’un bundan otuz sene önceki hali gibi. Biz de projeyi, kullanıcıların aynı zamanda şehri kullanan insanlar olduğu fikriyle kurguladık. Hem turistik bir bölgede konumlanması, merkezi olması ve arazinin Bodrum Kalesi manzarasına tümüyle açık olması projenin temel avantajları oldu. Arazideki kot farkı, her bir dairenin bu manzaraya açılmasını sağlıyor.
Konutlar her mevsim yaşamaya uygun olacak şekilde tasarlandı. Uluslararası teknik şartnamelere uygun nitelikte, en iyi malzemeler ve detaylarla çözüldü. Açık ve kapalı mekan arasında dengeyi de gözeterek her bir konutta geniş bir teras oluşturuldu. Yapıların denizle ilişkisini kuvvetlendirmek için sonsuz havuzlar bulunuyor. Konutların terasları bu havuzların gölgeliği olarak da çalışıyor. Kaç farklı konut tipolojisi var peki? Konutlarda farklılaşan ve ortaklaşan öğeler neler? Melike Battal: Projede 3+1 ve 4+1 olmak üzere iki farklı konut tipolojisi mevcut. İlk başta zemin ve üzerinde iki kat olarak kurgulamıştık fakat, üst kotlarda yer alan daireleri ayrı olarak kullanmadığımızda her bir dairenin manzaraya çok daha net bir şekilde hakim olduğunu fark ettik. Bu doğrultuda da bir değişikliğe gittik ve daireleri ikiz dubleks villalara dönüştürdük. Tüm konutların kendilerine ait havuzu ve otoparkı var. Teknik olarak da her biri akıllı ev olarak kurgulandı. Otomasyona bağlı ısıtma ve soğutma sistemleri var; elektrik tesisatı da aynı şekilde otomasyona bağlı olarak çalışıyor.
ADVERTORYAL 41 XXI - KASIM 2016
İç mekan tasarımında nasıl bir yaklaşım izlediniz? Melike Battal: Açık ve ferah bir mekan kurgusu tercih ediyorum. Bu doğrultuda Miramar’da da ortak mahalleri geniş tutup, onlara bağlı alanlarda da mümkün olduğunca serbest mekanlar oluşturduk. Konutlarda doğrudan salona giriliyor ve içeri girdiğiniz anda hem terası hem açık mutfağı algılıyorsunuz. Mekan bütün olarak okunsun istedik. Manzaranın avantajını da kullandık. Tek bir oda dışında bütün odalar deniz manzarasına açılıyor. Sadece tek bir odanın yan cephede balkonu var; manzarayı balkondan görüyor. Mutfaklarda ise Ofton markasını okutacak detaylar tercih ettik. Gün geçtikçe daha küçük alanlarda yaşamaya başladığımız bir gerçek. Mekan algısını genişletmek ve boşluk duygusunu kuvvetlendirmek için aynalar tercih ediyoruz. Bu projede de merdiven kovalarında 3,2 metre yüksekliğinde aynalar kullandık. Birçok ayna tipini barındıran bir kurgusu var. Farklı ayna tipleri bir araya geldiği için bir yandan alana derinlik katıyor bir yandan da ritim oluşturuyor.
Bu anlamda sanatsal bir etkisi var. Aynanın ışığın şiddetini artırmak için mekanlarda kullanılması iyi oluyor. Merdiven kovalarında çok daha koyu tonlar kullandık, apliklerden gelen ışıkla birlikte etkileyici bir kompozisyon kurduk. Camlarda nasıl bir uygulama gerçekleştirdiniz, projeye uygun özel çözülmüş detaylar var mıydı? Uygulamada nelere dikkat ettiniz? Emre Şen: Her villa tipinde üç çeşit aynamız bulunuyor: CNC kesimli ayna, kumlamalı ayna ve zemini 4 milimetre siyah boyalı cam olan ayna. Bu aynalar banyolara uygulandı ve kalınlıkları 4 ila 6 milimetre arasında değişiyor. Islak hacimlerdeki cam uygulamalarında en çok güvenliğe dikkat ederiz. Banyolar nemli ortamlar olduğu için camları uygularken mümkün olduğu kadar uygulama yapılacak zeminden ayrı tutmak gerekiyor. Aynalarımızın arkasına MDF kasa sistemi yaparak aynanın zemin temasını kesecek şekilde monte ediyoruz.
Şen Cam firması olarak bizim en çok önem verdiğimiz konu, uzun süreli kullanım ve sağlamlık. Bu nedenle aynaları monte ederken askı sisteminde duvara atılan vidalara ek olarak epoksi yalıtım malzemesi kullanıldı. Bu uygulamayla kullanıcılara uzun süreli kullanım imkanı sağlıyoruz. İç mekanda kullandığınız Flotal aynalardan söz eder misiniz? Uygulama alanı nereler ve nasıl mekansal etkileri oldu konutlarda? Emre Şen: İç mekanda kullanılan aynaların hepsi 4 - 6 milimetre olup, Şişecam’ın çevre dostu Flotal E ekolojik aynalarıdır. Uygulama alanı ise ıslak hacimler. Alt katta bir, üst katta ise iki adet olmak üzere her konut tipinde toplam üç farklı çeşit ayna bulunuyor. Farklı aynaların da her bir mekanlarda farklı etkileri oldu. CNC kesimli ayna, kenarlarında banyoyu tamamlayan 3 santimetre bizote ve oval hatlı kesim ile uygulanarak banyoya bütünlük sağlıyor. Diğer aynalar ise modernize edilmiş çizgileri ile kumlama ve arkası siyah boyalı 4 milimetre cam ile birleştirilerek banyolara derinlik kazandırıyor.
PEYZAJ TASARIMI - BANGKOK KASIM 2016 - XXI 42
fotoğraflar: Rungkit Charoenwat
Yeşilin Dönüşü ATIK ALANINI ÜÇ YILDA ORMANA DÖNÜŞTÜREN PROJE, HEM YERE VE İKLİME ÖZGÜ BİTKİLERİ YENİDEN GÖRÜNÜR KILIYOR HEM DE KENT İÇİ YEŞİL ALANIN ÇARPICI BİR ÖRNEĞİNİ SUNUYOR. Landscape Architects of Bangkok
METRO FOREST ORMANLAŞTIRMA PROJESI
landscape archıtects of bangkok (lab)
Bangkok'taki Metro Forest Ormanlaştırma projesi, Tayland’a özgü ve bölgede büyüyüp gelişebilecek bitki çeşitlerini vurgulayan orman ekosistemlerine benzeyen bir çevre tasarımı. Bitkilendirme yeterli toprak nemi bulunan, mevsimsel sulak alanlara sahip ve fideler olgunlaşana kadar onları besleyebilecek su depolarının yer aldığı alanda yapıldı. Proje kentlilere de, sel tehlikesi olan ova ve yaylalarda hayatta kalabilen, Bangkok’a özgü bitki çeşitliliğini görme ve onlara dokunma fırsatı veriyor. Bu nedenle bitkiler, zeminde sucul ve sulak alanlarda yetişenlerden yaprak dökenlere, ovalardaki dipterocarp (bölgeye özgü tropik ağaçlardan oluşan bir bitki örtüsü) ormanı ağaçlarına ve yeşil çatıda da çayıra kadar oldukça geniş bir çeşitliliğe sahip. Bu kapsamda projede; 1-4 metre arasında değişen yüksekliklerde 12 adet orman sekisi (berm), sergi alanının girişi, yeşil çatı, tiyatro çimenliği, köprü, orman yürüme yolu, proje alanı içerisinde deveran eden şelale, su bendi ve dere, giriş kapısı, nizamiye, çevre çit ve çevre servi yolu, bisiklet
park alanı tasarlandı; doğal gölet ve nehir kıyısı bitkilendirildi. Yeniden ormanlandırma teknikleri, Dr. Akira Miyawaki’nin teori ve yöntemlerinden alındı. Miyawaki, sekilere oldukça verimli, gözenekli, gevşek toprak kullanarak yerleştirdiği fidelerle, konvansiyonel yöntemlere oranla yüksek büyüme başarısı elde etmişti. Bu sekilerin biçimi ve strüktürü, yüksekliğe bağlı olarak değişen seviyelerde farklı koşullar yaratmaya yardımcı oluyor. Eğer seçilen bitki, kademenin kendisinin yetişmesi elverişli seviyesindeyse, türlü bitki ekolojileri gelişiyor. İşlenmiş toprak ormanın hızla büyümesini sağlar ve çeşitlenen bir ekoloji oluşturmaya fırsat verirken sekiler aynı zamanda, çevredeki kentin kaosundan geri çekilme imkanı da sunuyor alana. Kişi, proje alanına girer girmez gerçek, doğal bir ormandaymış gibi huzur ve sükunete sahip oluyor. Bu yaratılmış ormanın çevre yol ve olgunlaşmış bitkiler boyunca devam eden alanı ve su elemanları, kenti terk etmeden, çevre mahallelerden uzaklaşarak bir orman deneyimi yaşanabilecek fiziksel ve psikolojik bir tampon bölge sunuyor.
43 XXI - KASIM 2016
bu sayfada solda: Çatı bahçeleri ve yaya dolaşımı sağlayan yüksek duvarları altta solda: Orman yürüme yolu altta: Sergi binası en altta en solda: Vaziyet planında devingenliği sağlayan su elemanlarından dere en altta ortada: Orman içinden gök-geçide bakış en altta: Su, bitkiler ve gök-geçit
PEYZAJ TASARIMI - BANGKOK
karşı sayfada Gök-geçidin üstten görünüşü
tawatchaı kobkaıkıt 1993’te Chulalongkorn Üniversitesi’nde lisans, 1996’ta Illinois Urbana-Champaign Üniversitesi’nde yüksek lisans eğitimini tamamladı. 1996-2000 yılları arasında Chulalongkorn Üniversitesi’nde dersler verdi, ardından Ohio, Colombus’ta NBBJ ve Dallas’ta SWA Group bünyesinde çalıştı. Bu deneyimlerin ardından Bangkok’a dönen Kobkaikit, LAB’ın kurucularından.
KASIM 2016 - XXI 44
PEYZAJ TASARIMI - BANGKOK
vaziyet planı
boontarıka wannapın 1997’de Chulalongkorn Üniversitesi’nden mezun olan Wannapin, Bangkok ve Hong Kong’ta peyzaj, gayrimenkul ve kentsel tasarım alanlarında çalıştı, uygulama ve yönetim alanında deneyim kazandı ve proje yöneticiliği yaptı. 2006’da kendi peyzaj tasarım ofisini kuran Wannapin, halen 2010’da Kobkaikit ile kurduğu LAB’ta üretime devam ediyor. Tropikal ormanlar, peyzaj üzerinde kültürel etkiler, bahçecilik ve doğal estetik alanlarına yoğunlaşıyor.
proje adı: Metro Forest Ormanlaştırma Projesi proje yeri: Bangkok, Tayland peyzaj tasarım: Landscape Architects of Bangkok (LAB) peyzaj tasarım danışmanı: Dr. Angsana Boonyobhas proje alanı: 19.200 m2 proje tarihi: 2015 ekolojik danışman: Dr. Sirin Kaewlaierd mimari ve iç mekan tasarımı: Spacetime Architects mini tiyatro iç mekan tasarımı: designLAB NLSS enerji ve yeşil bina danışmanı: Architects 49 sergi tasarımı: Pico (Thailand) Public Company aydınlatma danışmanı: 49 Lighting Design Consultants inşaat mühendisliği: H. Engineer mekanik, elektrik ve tesisat mühendisliği: MITR Technical Consultant ana yüklenici: Ritta işveren: PTT Reforestation Institute, PTT Public Company
bitki örtüsü dağılım diyagramı
dıpterocarp ormanının zaman içindeki gelişimi
YAPI - MÜZE - PAVLOV KASIM 2016 - XXI 46
fotoğraflar: Gabriel Dvorá
Topraktan Fışkıran KAZI ÇALIŞMALARININ HALEN DEVAM ETTİĞİ PALEOLİTİK BİR YERLEŞİMİN ÖĞRETTİKLERİNİ PAYLAŞIMA AÇAN PROJE, ALANI ÇEVRELEYEN PEYZAJIN IÇINDEN BEKLENMEDIK FORMLARIYLA FIŞKIRIYOR. Architektonická Kancelár Radko Kvet
ARKEOPARK PAVLOV
archıtektonıcká kancelár radko kvet
Pavlov ve Dolni Vestonice’de uzun yıllardır devam eden paleolitik yerleşim alanı kazıları, çok sayıda taş ve kemikten yapılmış araç gereç ve sanat eserlerini, modern anatomide insan iskeleti kalıntılarını ortaya çıkardı. Bu buluntular, Pavlov ve Dolni Vestonice’yi dünyanın önde gelen arkeolojik alanları arasına soktu. Bize geçmiş çağları hatırlatan bu arkeolojik alan, evrensel kültür mirasının ve yerel kültürün ayrılmaz bir parçası olarak yerli halk ve bölge arasında temel bir ilişki kuruyor. Halkın övünç duyduğu ve ülkeleriyle ilişki kurmalarını sağlayan kültürel değerleri somutlaştırıyor. Bu olağanüstü ve ilgi çekici mimari ve sergi, 500 metrekarelik bir alanı kaplıyor ve geleneksel müze sergilemesiyle modern görsel-işitsel teknolojiyi birleştiriyor. Arkeopark, halkın bilimsel çalışmaların
burada ortaya çıkardığı önemli bulgulardan haberdar olmasına da mekan oluyor. Alanda yapılan çeşitli kazıların tarihiyle ilgili detaylı bilgiler veren fotoğraf ve belgelerin yanı sıra müze, burada yaşamış eski insanların manevi dünyalarını açıklayan gerçekleri de gösterecek. Avlanmaya, avcıların gündelik yaşamları, sanatları, ölü gömme gelenekleri ve dünyalarına ait diğer yönlere odaklanılacak. Arkeopark, daha geniş kentsel bağlam düşünüldüğünde oldukça hassas bir konuma sahip. Köyün çeperinde, açık kırsal alanla arasındaki sınırda yer alıyor ve Palava tepelerinin etkileyici manzarasının bir kısmını oluşturuyor. İnşaatın büyük bir bölümü yer altında bulunuyor ve zeminin üstüne sadece beton kulelerle taşıyor. Arkitektonik çözümler, yerin durumlarından temelleniyor ve üç prensip etrafında biçimleniyor: - Ulusal kültür anıtının bir parçası olan ve halen arkeolojik kazı ve çalışmaların devam ettiği alanda, “in situ” sergileme haricinde inşaatı sınırlamak.
YAPI - MÜZE - PAVLOV 47 XXI - KASIM 2016
- Arkeolojik kazıların mevcut arazinin 4-5 metre altında yer aldığı kabulü - İnşaat alanının, peyzaj koruma alanı (protected landscape area - PLA) içinde yer alması Bu özelliklerden yola çıkarak yeraltına inşa etme konsepti, “yeşil çayır ve üzüm bağları arasından göze çarpan kireçtaşları”yla birlikte ortaya çıktı. Yönetim, teknik ve sosyal alanlarla birlikte ana sergi alanı yamacın içinde saklı duruyor. Buradaki niyet, yapının bir mağara şeklini anımsatması. Malzemelere gelince ise, güncel araçlar beton, meşe kerestesi ve cam ile yekpare kabartmaları ifade etmek için kullanıldı. Arkeoparkın giriş alanı, gabion duvarlarla tarifleniyor. Bu bölge çok işlevli: Sahne sanatları gibi açık hava etkinliklerinde de kullanılabilir, arkeolojik çalışmalar için daha fazla mekan da tanımlayabilir. Bu açık hava peyzaj projesi, alanın mekansal ve işlevsel kullanımını içerirken bir yandan da Devin Tepesi’nin manzarasına incelikle dahil oluyor.
KASIM 2016 - XXI 48
YAPI - MÜZE - PAVLOV
radko kvet 1954 Trebíe doğumlu Kvet, Çek Cumhuriyeti’nde, Brno Teknoloji Üniversitesi’nde lisans eğitimini tamamladı, 1991 yılında mimarlık atölyesini kurdu.
YAPI - MÜZE - PAVLOV
plan
pavel pijácek 1973 Brno doğumlu Pijácek, Brno Teknoloji Üniversitesi’nden 1999 yılında mezun oldu ve 2000 yılından bu yana Radko Kvet ile birlikte çalışıyor.
49 XXI - KASIM 2016
kesit
vaziyet planı giriş sayfasında İçinde bulunduğu peyzaja ilişen yapının topoğrafya üzerindeki duvar izleri önceki sayfada en üstte: Gabion duvarlarla tariflenen girişe yönlendiren eğim ortada: Üzerinde kabartmalar oluşturulan betondan yapılmış giriş duvarı altta: Hacmi, yüksekliği ve geometrisi çeşitlenen kütleler karşı sayfada Hem bulunduğu alan hem de içeriği geçmişle karşılaşmanın aracı olan projenin sergi mekanları; ışık, mekan, malzeme ve sergileme ilişkileri bu sayfada üstte: Proje ve onun geleneksel olmayan mimarisinin tasarımcılara ve kullanıcılara anımsattığı Pavlov tepelerindeki kalker kayaları
maket
proje adı: Arkeopark Pavlov proje yeri: Pavlov, Çek Cumhuriyeti sorumlu mimarlar: Radko Kvet, Pavel Pijáeek işbirliği: Barbora Fiserová, Jirí Zrzavy, Lukás Gergela, Verena Dickmann, Jirí Markevic, Klára Michálková, Radek Sládecek, Lucie Surá, Richard Mátl, Renata Kostálová proje tarihi: 2016 proje alanı: 1134 m2
YAPI - AR-GE - İSTANBUL KASIM 2016 - XXI 50
fotoğraflar: Yerçekim Mimari Fotoğraf
Masif Çerçeveler OPAK DIŞ CEPHESİ, MASİF KÜTLESİ VE MEKANLAR ARASI KURDUĞU HAREKETLİ İLİŞKİLERLE ÇEŞİTLİLİK YARATAN YAPI, HIZLA ŞEHİRLEŞEN ÇEVRESİ İÇİNDE BİR BOŞLUĞU TANIMLIYOR. Era Mimarlık
Intertech firması için tasarladığımız yapı, Sabiha Gökçen Havalimanı yakınında bulunan İstanbul Teknopark yerleşkesi içerisinde yer alıyor. Ar-Ge yapısı, yer ve gök arasında mekik dokuyan uçakların oluşturduğu hareket ve dinamizme paralel şekilde hızla şehirleşen yerleşkede, çevresine biraz da sırtını dönercesine konumlanmış olan arazi üzerinde yükseliyor.
INTERTECH TEKNOPARK AR-GE BINASI
era mimarlık
Binanın kullanıcıları, bilgi teknolojileri alanında çalışan genç ve yenilikçi bir ekip. Zamanlarının büyük
bölümünü bilgisayar ekranları başında geçirecek olan bu ekibe, hem ihtiyaç duyacağı konfor koşullarını oluşturmak hem de boşluğu ve çevredeki doğayı kucaklayabilme fırsatı yaratmak tasarımın temel hedeflerinden oldu. İşverenin rasyonel bir iç mekan ve dolaşım kullanım talebi de bütçesel anlamda önemli verilerden biriydi. Buna ek olarak sosyal yaşantının, yapının iç kurgusunu etkilemesini ve onu şekillendirmesini başından itibaren önemsiyorduk. Dışarıdan oldukça düzenli ve sakin algılanmasını istediğimiz yapının gerek zeminle kurduğu hareketli ilişkisi, gerek katlardaki sosyalleşme imkanı tanıyan alanların mekansal çeşitliliği sayesinde dış ve iç mekan arasında bir gerilim yaratmayı hedefledik.
YAPI - AR-GE - İSTANBUL 51 XXI - KASIM 2016
Masif ve opak beyaz kütle, çevredeki boşluğa doğru iki kola ayrılarak kullanıcıları içeriye davet ediyor, bu iki kolu birbiriyle ilişkilendiren köprü ise boşlukta bir avlu tanımı yaratıyor. Köprü bir sosyal alan olarak öngörülürken, proje sürecinde işverenin talebi doğrultusunda spor merkezine dönüştürüldü. Yapı altı katı yer üstünde olmak üzere on katlı. Yapının yer üstünde kalan alanları orta çekirdek etrafına konumlanan, çoğunlukla açık çalışma alanlarından oluşuyor. Orta çekirdek alanı çaykahve istasyonları, fotokopi, tuvalet gibi servis işlevli hacimlerle açık ve kapalı toplantı mekanlarını, yangın merdivenlerini ve tesisat şaftlarını barındırıyor. Bunlara ek olarak her katta kullanıcıların hava alabileceği açık teraslar bulunuyor.
Ana yemekhane ve farklı yeme-içme alanları bodrum katta yer alıyor; alt kot ile dış arazi kotunu yakalayan kademeli teraslar sayesinde hem doğal ışığın bu mekanlara ulaşmasına imkan tanınıyor hem de arazi sınırıyla yumuşak bir ilişki kuruluyor. Yapının enerji anlamında performansını artırırken gökyüzü ile bir diyalog kurmasını da arzu ettik. Beyaz opak cam kaplamalar, günün farklı saatlerinde gökyüzünün yerdeki bağına dönüşerek tüm cephede adeta hareketli bir tablo görevi üstleniyor. Cephedeki panellerden bazıları otomasyona bağlı olarak günün belli saatlerinde içeriye temiz hava almak üzere aralanıyor. LEED Gold sertifikasına sahip Intertech binasının tüm tasarımı, yukarıda sayılanlara ek olarak bu sertifikanın ölçütlerini de karşılayacak şekilde geliştirildi.
giriş sayfasında Çevreye doğru iki kola ayrılarak açılan kütle bu sayfada üstte en solda: İki kol arası boşlukta avlu tanımı yaratan köprü üstte ortada: Bodrum katta yer alan yeme-içme alanlarına doğal ışık sağlayan ve araziyle ilişki kuran kademeli teraslar üstte en sağda: Köprünün cepheden görünüşü altta: Açık çalışma alanları, ayırıcılar ve dolaşım
YAPI - AR-GE - İSTANBUL KASIM 2016 - XXI 52
en üstte solda: Köprüyle avlulaşan boşluktan cam yüzeyleri ve strüktürü ile köprüye bakış en üstte sağda: Kütle içinden masif opak cephesiyle diğer kol üstte: Kapalı toplantı salonları ve çay-kahve istasyonları sağda: Açık çalışma alanları
vaziyet planı
bodrum kat planı
zemin kat planı
1. kat planı
kesit
53 XXI - KASIM 2016
proje adı: Intertech Teknopark Ar-Ge Binası proje tarihi: 2014 - 2016 tasarım: Ali Hızıroğlu; ERA Mimarlık tasarım ekibi: Çiğdem Duman, Müge İnci Özpolat, Uğur Yavuz, Melis Uysal, Deniz Akkoca, Burcu Özgür, Zuhal Özen arsa alanı: 5.000 m2 toplam inşaat alanı: 19.000 m2 işveren: Intertech
YAPI - AR-GE - İSTANBUL
era mimarlık 1972 yılında kurulan ERA Mimarlık, 2000’den beri Paris ve 2011’den beri de Pekin’de yer alan ofisleri ve 100 çalışanıyla yenilikçi mimari çözümler üretme hedefiyle mimari çalışmalarına devam ediyor. Kültür merkezlerinden ofislere, konutlardan alışveriş merkezlerine dek çok çeşitli işlevlerde ve büyük ölçekte yapılar, kuvvetli bir konsept etrafında şekillendirilen yeni yaşam alanları oluşturan ERA Mimarlık, master plandan uygulama projesi ölçeğine tasarım, danışmanlık, proje yönetimi ve kalite kontrolü hizmetleri sunuyor; mimarlığın çok boyutlu ve çok aktörlü yapısının farklı aşamalarında rol alıyor.
PROJE - KENT MEYDANI - İSTANBUL KASIM 2016 - XXI 54
Dönüştürücü Boşluk YAPI ÖLÇEĞİNDE ALIŞKIN OLDUĞUMUZ KARMA KULLANIMI KENT MEYDANINDA KULLANAN PROJE PAZARYERİ, ÇOCUK PARKI VE OTOPARK İLE YERLEŞTİĞİ BOŞLUĞUN ÇEVRESİNDEKİ MAHALLE DOKUSUNA EKLEMLENMEYİ HEDEFLİYOR. Adeas Architects
TEVFIKBEY MAHALLESI KENT MEYDANI VE EKOLOJIK PAZAR ALANI
adeas archıtects
Küçükçekmece Belediyesi tarafından yapımı öngörülen karma kullanımlı kent meydanı, otopark ve pazar yeri projesi, yoğun konut dokusunun merkezinde Tevfikbey Mahallesi'nde yer alıyor. Proje alanı büyük oranda hızlı yapılaşmış, yoğun ve düşük nitelikli konut yapılarıyla çevrelenmiş olduğundan, yaratacağı boşluk ile çevresi açısından dönüştürücü bir potansiyel barındırıyor. Mahalle ölçeğindeki bu değerli kent boşluğunun, karma kullanımlarla zenginleştirilerek, kullanıcılarının farklı ihtiyaçlarına maksimum düzeyde cevap verebilmesi projenin ana hedefi. Öncelikli olarak bir kent meydanı olarak ele alınan proje alanının, pazaryeri, çocuk parkı, dinlenme alanları ve kapalı otopark işlevleriyle kullanıcı çeşitliliğinin artırılması hedeflendi.
Yapının eğimli bir arazide konumlanıyor olması, farklı işlevlerin birlikteliği ve gerektiğinde ayrımı açısından olumlu bir unsur olarak ele alındı. Eğimli arazinin meydanlaşabilmesi için, yapının üst kotu bir platform olarak ele alındı ve ağırlıklı sert zeminlerden oluşan bir peyzaj tasarımı öngörüldü. Meydan platformundan lineer bir merdiven ile otopark alanlarına yaya dolaşımı sağlanıyor. Meydan aynı zamanda haftanın belirli günleri pazar alanı olarak işlev görecek. Pazar işlevinin gerektirdiği iklimsel gereksinimlerden ötürü öngörülen örtü tasarımı, içerdiği ekolojik yaklaşımla geleneksel çözümlerden farklılaşıyor. Fotovoltaik güneş panellerinin kullanıldığı ekolojik örtü ile yapının enerji gereksiniminin büyük bir bölümünün sağlanması hedefleniyor. Güneş paneli kullanımı aynı zamanda bir mimari unsur olarak da ele alındı; meydan üzerinde dolulu boşluklu bir çatı dokusuyla gölgeli ve yarı gölgeli alanlar oluşması sağlandı. Cam ve güneş panellerinden oluşan çatı örtüsü altında oluşabilecek sera etkisi önlemek için de, bölgesel grid boşluklarla hava dolaşımı sağlandı.
araç yaya dolaşımı
1. bodrum kat otopark yerleşimi
kent meydanı pazaryeri
çelik strüktür
ekolojik çatıdaki güneş panelleri
55 XXI - KASIM 2016
arazi verileri
PROJE - KENT MEYDANI - İSTANBUL
proje adı: Tevfikbey Mahallesi Kent Meydanı ve Ekolojik Pazar Alanı konumu: Küçükçekmece, İstanbul mimari proje: ADEAS Architects proje ekibi: Baran Yardımcı, Recep Semizoğlu, Kübra Nur Baş, Uğur Korkmaz inşaat mühendisliği: Koçdağ Mühendislik mekanik mühendisliği: Avrasya Dizayn Proje Danışmanlık elektrik mühendisliği: DS Proje peyzaj mimarlığı: TYLA otopark kapasitesi: 152 araç işveren: Küçükçekmece Belediyesi proje tarihi: 2016 proje alanı: 9.500 m2 arsa alanı: 3.055 m2
KASIM 2016 - XXI 56
PROJE - KENT MEYDANI - İSTANBUL
-3. bodrum kat planı
-1. bodrum kat planı
kesitler recep semizoğlu 2004’te İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden mezun olan Semizoğlu, aynı üniversitede Mimari Tasarım’da yüksek lisansını tamamladı ve bu dönemde sürdürülebilirlik üzerine çalışmalar yaptı. 2004’ten beri farklı mimarlık ofislerinde deneyim kazanan mimarın çeşitli ulusal ve uluslararası mimari proje yarışmalarından ödülleri bulunuyor. Çalışmalarını kurucusu olduğu Adeas bünyesinde devam ediyor ve Gebze Teknik Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olarak proje dersleri veriyor. baran yardımcı 2004’te İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden mezun olan Yardımcı, aynı üniversitede mimari tasarımda diyagramın kullanım yöntemleri üzerine yüksek lisansını tamamladı. 2004’ten beri farklı mimarlık ofislerinde deneyim kazanan mimarın çeşitli ulusal ve uluslararası mimari proje yarışmalarından ödülleri bulunuyor. Çalışmalarını kurucusu olduğu Adeas bünyesinde sürdürüyor ve İTÜ Mimari Tasarımda Bilişim programında doktora çalışmasına devam ediyor.
vaziyet planı
ÜRÜN TASARIMI - OFİS MOBİLYASI KASIM 2016 - XXI 58
fotoğraflar: Kreamark
Ofiste Geçit Töreni ERSA MOBILYA IÇIN TASARLANAN CARNIVAL SERISI, ÇALIŞMA VE GÜNDELİK YAŞAM ALIŞKANLIKLARININ DEĞIŞIMIYLE DÖNÜŞEN OFİSLERI TAMAMLAYICI NESNELERIYLE YENI BİR ÇEHREYE BÜRÜNDÜRÜYOR. Ece Yalım Design Studio
Carnival serisi, eğlenceli dilleri sayesinde ciddi ofis hayatlarına bir karnaval havası getirmeyi teklif ediyor. Tasarım ekibi olarak şöyle bir saptama yaptık: Ofis ortamlarında tüm gün gerçeklerle, kural, sorumluluk ve emirlerle, zamana karşı yarışla dolu; çoğunlukla yorucu, yıpratıcı, stresli, sıkıcı ve ciddiyetin fazlasıyla hakim olduğu yetişkinlerin hayatında farklı bir dokunuşa ihtiyaç var. Kendi eğlencemizi, geçit törenimizi yaratmak için bir dizi tamamlayıcı nesneyle ofis mekanlarında hayal gücünün sınırlarını zorlamaya karar verdik.
CARNIVAL
ece yalım desıgn studıo
Dinamik çizgiler, güldürücü, eğlendirici formlar ve çeşit vaat eden, gösterişli, güçlü karşıtlık yaratan renkler ile bir ofis atmosferi için beklenmeyeni sunmak istedik. Mobil yapılarıyla “hareket etmeye her an hazır ürünler” olmaları, mekanı anında bir geçit törenine çevirmeyi hedefliyor. Birimlerin,
çeşitlilik yaratabilme özellikleriyle ortak kullanım alanlarında yer alabilmelerini ve kontrast yaratan duruşlarıyla genel mekanlara tek tek dağıtılarak modern ofis takımlarıyla beraber kullanılmalarını yani, girdikleri her mekana dinamik bir dokunuş getirmelerini hedefledik. İç mimarlara demek istedik ki biz ezber bozan bir yol tuttuk, şimdi sizin sıranız. Çocukluk anılarınızı, yetişkin hayallerinizi ve yaratıcılığınızı birleştirin, önerdiğimiz basit ürünlerle, ciddi çalışma alanlarının sınırlarını zorlayın.
feride toprak 2005'te ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü'nden mezun oldu. Ardından Artful İç Mimarlık bünyesinde Ece Yalım Design Studio ekibine katıldı. Ürün tasarımcısı olarak ofis mobilyası aydınlatma ve aksesuar gibi ürün tasarımlarının yanında, grafik tasarımı ve ürün sunumları için bilgisayar destekli çizim ve modellemeleri yapıyor.
acrobat serisi
trapeze serisi
2016 desıgn turkey tasarım ödüllerinde “iyi tasarım” ödülü alan tambour serisi
59 XXI - KASIM 2016
m. oğuz yalım 1993’te Bilkent Üniversitesi Güzel Sanatlar İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü’nden mezun oldu. 1993-1995 yılları arasında iç mimar olarak çalıştı, 1996’da Ece Yalım ile kurdukları Artful İç Mimarlık ve Tasarım’da iç mimar ve ürün tasarımcısı olarak çalışmalarına devam ediyor ve kurumsal firmalara, kurum kimliği gelişimi ve tasarım yönetimi konularında danışmanlık hizmeti veriyor.
ÜRÜN TASARIMI - OFİS MOBİLYASI
ece yalım ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü'nden mezun olduktan sonra, New York Pratt Institute of Technology'de iç mimaride yüksek lisansını tamamladı. 1990-94 yılları arasında çalışmalarına New York'ta devam etti. 1996’da Oğuz Yalım ile Artful İç Mimarlık ofisini, 2005’te Ece Yalım Design Studio'yu kurdular. ODTÜ Endüstriyel Tasarım Bölümü'nde yarı zamanlı eğitmen olarak ders veriyor.
DURACERAM® Geleneksel seramiğin yapım aşamasında, fırınlandıktan sonra gerekli mukavemete sahip olabilmesi için 12 ila 14 mm kalınlığında olması gerekiyor. Duravit bu aşamalara ek olarak hassas ve ayrıntılı bir çalışma sonrası ince görünüme sahip ve dayanıklı, Duraceram® adını verdiği yeni bir malzeme geliştirdi. Malzemenin avantajlarından biri, hem çok hafif hem de üretimi sırasında daha az enerji tüketerek ve karbondioksit emisyonunu azaltarak üretiliyor olması. Philippe Starck tasarımı Cape Cod lavabo, ince kenarlı bir tasarıma sahip. Yuvarlak ve
kare modellerinde bataryalar, lavaboya entegre bir seramik platform üzerine monte ediliyor. Duraceram teknolojisi sayesinde hassas batarya uyumu ve montajı sağlanıyor. Yenilikçi malzeme anlayışı aynı zamanda c-bonded teknolojisinde de kullanılıyor. Bu sayede banyo mobilyaları ile tam uyum sağlayarak görünmez bir şekilde birbirini tamamlıyor. Net ve kesintisiz biçimde birbirine oturan bağlantı teknolojisi ile seramik ve mobilya birleşimi tek parça halinde gözüküyor. www.duravit.com.tr
KALE KİLİT YURTDIŞI FUARLARDA YENİLİKLERİNİ SERGİLİYOR
KASIM 2016 - XXI 62
SEKTÖR HABERLERİ
Güvenlikle ilgili her alanda entegre ürünler ve hizmetler sunan, sadece Türkiye’nin değil dünyanın en önemli küresel markalarından biri olan Kale Kilit; inovatif, nitelikli, katma değer ve yüksek verim sağlayan ürünleriyle yurtdışı fuarlarında yerini aldı. “Tam Kapsam Güvenlik” anlayışıyla, kilitten çelik kapı ve kasaya, sigortadan pencere sistemlerine kadar bütünsel güvenlik hizmetleri sunan Kale Kilit, Eylül ayında dünyanın dört bir yanında düzenlenen uluslararası fuarlarda yer aldı. Aralarında Fransa, Çin, Güney Afrika ve Kolombiya gibi birbirinden farklı
FITNICE DOKUMA ZEMİN KAPLAMASI Yaktaş tarafından sunulan Fitnice dokuma vinil zemin kaplamaları, ofisler, restoranlar, spa merkezleri, spor salonları ve otellerde sıklıkla tercih ediliyor. İpliğin yaratıcılığın DNA'sı olduğunu vurgulayan Fitnice, çift renkli dokumasıyla tasarımlarda üç boyutlu etki yaratıyor. Geri dönüştürülmüş dokuma vinil malzemeden üretilen Fitnice ürünleri, vinil destek ve fileli yapısıyla dayanıklılık ve ses yalıtımı sağlıyor. Yangına dayanıklı (Bfl, S1) ve aynı zamanda antibakteriyel malzemesi sayesinde ev ve ofis akarlarını barındırmıyor. Hava koşullarına dayanıklılığıyla hem açık hem de kapalı
mekanlar için tercih edilen ürünler kolayca ve kısa sürede temizlenerek kalabalık alanlarda kullanım kolaylığı sunuyor. Tüm mekanlara uygulanabilen Fitnice ürünleri, sağlam iplik yapısı, CE sertifikası, Oeko-Tex güvenilir tekstil standardı, fatalatsız ve antimonsuz dokusu, Eco-Codice geri dönüşümlü hammadde özelliği, iç mekanlara uyumlu FloorScore sertifikasyonu, LEED kriterlerine uyumluluğu ve ISO 14001 belgesinin yanı sıra 10 yıllık garanti süresiyle de tüketiciler tarafından güvenle tercih ediliyor. www.yaktas.com.tr
coğrafya ve kültürlerdeki yüzden fazla ülkeyle ticaret yapan, geniş bir ihracat ağına sahip olan Kale Kilit; yurtdışında yüzlerce ülkeden firmanın görücüye çıktığı fuarlarda kendi sektöründe Türkiye’yi temsil etti. Meksika Ferretara 2016 Fuarı, Brezilya Fesqua 2016, Kolombiya Feria de Bogota Fuarı ve Almanya Essen’de Essen Security’ye katıldı. Kale Kilit, 15-18 Kasım’da Paris Equibbbae 2016 Fuarı’na ve 21-24 Kasım tarihleri arasında da Kale, Dubai The Big 5 Show Fuarları’nda yer alacak. www.kalekilit.com.tr
BUKA SOFA İLK MAĞAZASINI AÇTI İsmini bukalemunun renk değiştirme özelliğinden alan, istenilen tasarımda ve istenilen ölçüde hazırlanabilen mobilya markası Buka Sofa, kendi tasarımlarını yaratmak isteyenlere 500'den fazla kılıf ile birbirinden farklı renk ve desen seçenekleri sunuyor. Farklı tasarımlarla yaşam alanlarını değiştirmeyi hedefleyen Buka Sofa ilk mağazasını Avcılar'da açtı. Model, renk ve ölçü seçimini kullanıcıya bırakan mobilya markasının ürün yelpazesinde; kanepe, koltuk takımı, sehpa, masa, sandalye, dekoratif yastıklar, halı, kilim ve ev aksesuarları bulunuyor. Değişebilen mobilya
parçaları ve model seçenekleriyle sınırsız kombinasyon imkanı sunan markanın kanepe kılıfları kolaylıkla değiştirilebiliyor. Buka Sofa'nın konsepti iki ana temele dayanıyor; koltuklarınızı giydirin ve kendi tasarımcınız olun. Kumaş çeşitliliği mevsimlere göre mobilyalarda kışın sıcak, yazın serin dokuyu yakalama fırsatı sunuyor. Marka, oturma minderlerinde uluslararası standartlarda en yüksek kalite kabul edilen HR Density süngerini kullanıyor. www.bukasofa.com
KASIM 2016 - XXI 64
SEKTÖR HABERLERİ
VITODENS 200-W SERİSİ Yeni Viessmann Vitodens 200-W serisi yoğuşmalı cihazlar 5'' renkli dokunmatik ekranıyla kolay kullanım olanağı sunuyor. Genişletilmiş modülasyon aralığı, korozyona dayanıklı Inox-Radial paslanmaz çelik ısıtma yüzeyi, MatriX-silindirik brülör ve yenilenen Lambda Pro Control Plus yanma kalitesi kontrol sistemi sayesinde enerji tasarruflu, çevreci ve uzun ömürlü işletme imkanı sağlıyor. Vitodens 200-W gaz yakıtlı yoğuşmalı kombi, küçük boyutları sayesinde mutfaklarda tezgah üstü dolapları hizasına ya da çamaşır yıkama veya kurutma makinesi üzerindeki boşluklara yerleştirilebiliyor. 150 kW’a kadar ısıtma kapasitesine sahip duvar
tipi yoğuşmalı kazanlar ve kaskad sistemler ise merkezi sistem uygulamaları için tasarlandı. Vitodens 200-W, paslanmaz çelik Inox-Radial ısıtma yüzeyi sayesinde gerekli işletme emniyetini güvence altına alıyor ve cihaz ömrü boyunca sürekli olarak yoğuşmadan en üst seviyede faydalanılmasını sağlıyor. Viessmann tarafından geliştirilen ve üretilen MatriX-silindirik brülör, paslanmaz çelik MatriX-yüzey sayesinde uzun kullanım ömrüne sahip. Vitodens 200-W, duman gazlarının içerisindeki su buharının gizli ısısından da faydalandığı için daha az enerji tüketiyor. www.viessmann.com.tr
SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM FİLM FESTİVALİ DOKUZUNCU YILINDA Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi öncülüğünde, Surdurulebiliryasam.tv ve Sürdürülebilir Yaşam İçin Kelebek Etkisi Derneği işbirliğinde hayata geçen Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali (SYFF), bu sene 18-20 Kasım tarihleri arasında 20 şehirde eş zamanlı olarak gerçekleşiyor. Dokuzuncu yılında da birbirinden farklı hikayeleri konu alan belgesellerden oluşan SYFF 2016 seçkisi, ücretsiz olarak izleyicisiyle buluşuyor. Sürdürülebilir bir yaşamın ancak çeşitlilikle mümkün olacağı bilinciyle toplumun her kesiminden katılımcıları bir araya getirmeyi hedefleyen SYFF çiftçileri, iş sahiplerini, şirket çalışanlarını, kamu ve
yerel yönetim çalışanlarını, öğrencileri ve öğretmenleri, ebeveynleri, akademisyenleri ve aktivistleri bu belgeselleri birlikte izlemeye davet ediyor. 2016 film seçkisi, atığın ne kadar değerli bir kaynak olduğunu, dünyanın karşı karşıya olduğu sorunlara çözüm üretmek için işbirliğinin potansiyelini, ekonomik demokrasinin ve kooperatif iş modellerinin gücünü, gerçek gıdanın nasıl mümkün olduğunu, yerelin değerini ve birçok yaratıcı çözümü aktarırken herkesi harekete geçmeye çağırıyor. www.surdurulebiliryasam.org
CEO Addo Furniture, işlevselliği ile dikkat çeken Ceo grubu ile modern ofislerin tüm ihtiyaçlarına cevap veriyor. Güncel ofis trendlerini işlevsellik ve tasarım felsefesi ile buluşturan genç ve dinamik marka Addo Furniture, yönetici ofislerinin alışılagelmiş klasik görüntüsüne modern bir yorum getiriyor. Zarif, şık ve kullanışlı formuyla dikkat çeken CEO, çalışırken ihtiyaç duyulabilecek bütün modülleri bir arada toplayarak kullanım kolaylığı sunuyor. Addo Design Team tasarımı olan CEO, kahverengi ve gri ile ahşabı bir araya getiriyor. Yönetici ofislerine yeni bir alternatif getiren tasarım, asil formuyla kurumsal ifadeyi güçlendiriyor. Klasik ahşapla metal birlikteliğinde kendi tasarımını oluşturmak isteyenler için ayak, tabla ve çekmeceler istenilen renklerde tasarlanabiliyor. www.addofurniture.com
Aspen, EPD (Çevresel Ürün Deklarasyonu) belgeleri ile çevreci çalışmalarına bir yenisini daha ekledi. Targa Yükseltilmiş Döşeme Sistemleri ve Sepia Ahşap Asma Tavan ve Duvar Giydirme Sistemleri ile iki yeni EPD belgesi alan Aspen, yetkili kuruluş IBU (Institut Bauen und Umwelt e.V.- Alman İnşaat ve Çevre Birliği) tarafından bu kategoride Türkiye'de belgeye layık
görülen ilk kuruluş oldu. Daha önce de bölme duvar sistemleri grubuna ait MBD, Sinova, Diversa, Vetrona, Sepera ve asma tavan sistemleri grubuna ait Integra Metal Asma Tavan Sistemleri ürünleriyle EPD belgesi almaya hak kazanan Aspen, bu kategorilerde de Türkiye'de belge alan ilk kuruluş olmuştu. www.aspen.com.tr
KASIM 2016 - XXI 66
SEKTÖR HABERLERİ
ASPEN'E İKİ YENİ EPD BELGESİ
sepıa
AGT 2017 YENİLİKLERİ İLE İNTERMOB'DAYDI AGT, yenilikçi ürünlerini 22-26 Ekim tarihleri arasında düzenlenen İntermob 19. Uluslararası Mobilya Yan Sanayi, Aksesuarları, Orman Ürünleri ve Ahşap Teknolojileri fuarında sergiledi. AGT, kullanıcıyla buluşturduğu yeni ürünü AGT Parke'nin yanı sıra, UV lak kaplı üstün çizilmezlik dayanımı yüksek parlaklığa sahip ürünü Power Gloss'u tüm
renkleri ile ziyaretçilerin beğenisine sundu. Soft Touch Duvar Paneli serisinin yanı sıra AGT panel koleksiyonuna yeni eklenen 20 farklı renk ve desenle dikkat çekti. AGT montana, keten gri, keten vizon, ozigo bej ve ozigo kahve renklerini yeni sezon lam renkleri olarak tanıttı. www.agt.com.tr
UYGULAMA – YÜKSELTİLMİŞ DÖŞEME – İSTANBUL KASIM 2016 - XXI 68
fotoğraflar: Egemen Karakaya
Uyumlu Yüzeyler IMS HEALTH OFİS PROJESİNDE UNIGEN YAPI TARAFINDAN ÜRETİLEN ONTO YÜKSELTİLMİŞ DÖŞEME SİSTEMLERİ VE İTHAL EDİLEN DECORIA ALTERNATİF GÖRÜNÜMLÜ PVC ZEMİN KAPLAMALARI TERCİH EDİLDİ. Mimari tasarımı Cem Terün Mimarlık tarafından gerçekleştirilen IMS Health Ofis projesinin tamamında Onto enkapsül panel yükseltilmiş döşeme sistemi kullanılarak, üzerine Decoria Loose Lay 5 mm ahşap görünümlü PVC zemin kaplaması uygulandı. Yükseltilmiş döşeme sistemlerinde çıplak panel alternatiflerinin üzerinde karo veya şerit PVC zemin kaplaması kullanımı daha estetik çözümler sunmasının yanında, mekanın akustik değerlerine katkı sağlıyor. Decoria 5 mm Loose Lay PVC zemin
kaplamaları yükseltilmiş döşeme panelinin üzerine post-it özellikli yapıştırıcı ile uygulanarak defalarca sökülüp takılabiliyor ve yükseltilmiş döşeme sistemine müdahale imkanı sağlıyor. Decoria alternatif görünümlü PVC zemin kaplamaları kolay temizlenebilir olmasının yanında, nano silver teknolojisine sahip. Nano silver teknolojisi yüzeydeki bakterileri %99 oranında yok ederek, ticari mekanlarda istenilen hijyeni sağlıyor. LEED değerlerini destekleyen Floor Scoore ve U.S Green Building sertifikalarına sahip olan Decoria alternatif görünümlü PVC zemin kaplamaları, kullanıldığı projenin LEED ve BREEAM sertifikalarını almasına katkı sağlıyor.
ONTO yükseltilmiş döşeme sistemleri, Unigen Yapı’nın Düzce'de üretimini gerçekleştirdiği lokomotif ürün gruplarından biridir. Üretimi gerçekleştirilen sunta özlü, kalsiyum sülfat özlü panel alternatiflerinin yanında, ithal edilen beton özlü ve Onto&Maru üç katmanlı galvaniz çelik panel çeşitleri bulunuyor. %100 geri dönüştürülebilen ve dünyanın en hafif yükseltilmiş döşeme paneli olan Onto&Maru üç katmanlı galvanize çelik panel, benzersiz tasarımı ve sunduğu avantajlar ile yükseltilmiş döşeme sistemlerine yenilik kazandırıyor. Yükseltilmiş döşeme sistemleri ile birlikte, Decoria Looselay PVC zemin kaplamalarının yanı sıra Unigen Yapı portföyünde bulunan modulyss® karo halı ve Dickson örgü vinil zemin kaplamaları da öneriliyor.
UYGULAMA – YÜKSELTİLMİŞ DÖŞEME – İSTANBUL 69 XXI - KASIM 2016
ACO Etkin su yönetimine odaklanan ürünleri ile cephe drenajında farklı çözümler sunan ACO, Profiline Drenaj Sistemi ile teraslarda biriken ve cephelerden gelen yağmur suyunun hızlı ve güvenli drenajını sağlıyor. Profiline Drenaj Sistemi, yüksek deşarj kapasitesi sayesinde ani yağışlarda su birikmesi ve bina içine su baskını riskini ortadan kaldırıyor. Özellikle yüksek katlı binaların cephelerinden gelen yağmur suyu hesaba katılarak tasarlanmış olan ACO Profiline çakıl, çim ve taş dahil bütün döşeme tipleri ile kullanılabiliyor. Paslanmaz çelik veya galvaniz malzemeden imal edilebilen ürün, farklı ızgara seçenekleri ile görsel bütünlük ve estetiğe katkı sağlıyor. Mahallerin teraslara çıkışlarındaki kot farkını azaltarak hem kolay kullanım sağlıyor, hem de cephelerden gelen yağmur sularının bina içine girmesini engelliyor. Bu sayede engelli kullanıcıların da teraslara erişimi kolaylaşmış oluyor.
KASIM 2016 - XXI 70
ÇATI VE CEPHE
www.aco.com.tr • Columbia Hotel, Wilhemshaven/ Almanya • DC Towers, Viyana/Avusturya • Ergo Insurance Group, Hamburg/ Almanya • Silo4, Rostock/Almanya
ALPOLIC / MITSUBISHI PLASTICS EURO ASIA Mitsubishi Plastics’in yüksek teknolojisi ile ürettiği, özel mineral dolgulu, zor alevlenici Alpolic/fr ve yüksek yangın dayanımlı, zor yanıcı Alpolic A2 alüminyum kompozit paneller, pürüzsüz yüzey, sağlamlık ve esneklik özelliklerini bir arada sunuyor. Alpolic A2, yoğun sirkülasyonlu özel ve kamusal yapılarda mimar ve yatırımcıların ilk tercihleri arasında yer alıyor. Son yıllarda Türkiye'de ve dünyada pek çok otel, rezidans, havalimanı, AVM, hastane ve yurt binasının cephesini sarıyor. Tüm Alpolic serilerinin standart özelliklerine sahip olan A2 serisi, Alpolic'in zengin kartelasının her serisinde üretiliyor.
baku kongre merkezi
KASIM 2016 - XXI 72
• ÇATI VE CEPHE
Alpolic, projeye özel renk ve dokuları kusursuz eşleştirebildiği gibi, %15-%80 arasında istenilen parlaklıkta üretilebiliyor. Endüstriyel boyama teknolojisinin öncüsü LUMIFLON bazlı florokarbon boya teknolojisiyle, cephenin renk ve parlaklığı 20 yıla kadar garanti altında. Alpolic ayrıca, esneklik ve perfore gerektiren sıra dışı detayların kusursuz şekilde işlenmesine olanak tanıyor. Zorlu dış koşullar için paslanmaz çelik; korozyona dayanım ve hafiflik sağlayan titanyum, Alpolic'in saf metal ile kaplanmış özgün seçenekleri arasında.
oselart ınflats
awaza kongre merkezi
buyaka avm
ersa hotel conventıon center
raı hollanda
lapis han
hyatt regency
Alpolic, gerek üretimindeki geri dönüşmüş içeriği, gerekse dönüşebilme oranı ile benzerlerinden daha az çevresel etkiye sahip olup, montaj sonrasında yıllarca bakım gerektirmiyor. www.alpolic.com • 5. Levent, İstanbul • Acıbadem Üniversitesi, İstanbul • Akasya AVM, İstanbul • Asghabat Havalimanı, Türkmenistan • Çiftçi Towers, İstanbul • Emaar Square, İstanbul • Garanti Koza, İstanbul • İçdaş Yönetim Binası, İstanbul • İst Marina, İstanbul • Marriott Hotel Şişli, İstanbul • Mistral Tower, İzmir • Next Level, Ankara • Oryapark, İstanbul • Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı, İstanbul • Skyland, İstanbul • Vadistanbul Bulvar, İstanbul
BAUMIT Baumit, daha uzun ömürlü ve sağlıklı cepheler yaratılması için geliştirdiği ısı yalıtım sistemleri ile farklı ihtiyaç ve iklim koşullarına göre çeşitlilik sunuyor. Nefes alan ısı yalıtım sistemi open® özellikle mantolama üstü mantolama tadilatları için en ideal çözümü sunarken, Star Sistem hem yeni yapılarda hem de ısı yalıtım tadilatları için öneriliyor. Özellikle gayrimenkul projeleri için geliştirilmiş olan Baumit Pro Sistem ise en ekonomik koruma ve maliyet bilincini bir arada sunuyor.
KASIM 2016 - XXI 74
• ÇATI VE CEPHE
Baumit'in son olarak geliştirdiği ve piyasaya sunduğu Power Sistem ise küresel ısınmanın etkisi ile değişen iklim koşullarına yanıt vermeyi hedefliyor. Avrupa'da birçok ülkede dolu tehlikesi haritaları çıkarılarak yapılan çalışmalarda dış cephe ısı yalıtım sistemlerinin de artık yüksek darbe dayanımlı olmasının zorunluluğunu gösteriyor. Baumit'in bu verilerden yola çıkarak geliştirdiği Power Sistem, kötü hava koşullarına yüksek dayanıklılık gösteren cepheler üretilmesini amaçlıyor. Avrupa Teknik Onay Belgesi (ETAG 004) kalite ve standartlarına göre test edilip sertifikalandırılmış olan Baumit ısı yalıtım sistemleri 15 yıldan 30 yıla kadar kullanım ömrünü garanti ediyor. www.baumit.com.tr • Ağaoğlu My Europe • Ağaoğlu My Home Maslak • Blue Lake Küçükçekmece • Saruhan Apartmanı • TOKİ Kayabaşı • Yıldız Residence
COSENTINO DEKTON®, Silestone’un üreticisi Cosentino tarafından cam, porselen ve kuvars taş üretim teknolojilerinin harmanlanması ile geliştirilen benzersiz ve sıra dışı bir üründür. Her türlü hava koşulunda iç ve dış mekanda, zemin ve duvar kaplamaları, dış cephe giydirme uygulamaları, iç ve dış mekan merdivenleri, havuz içi ve çevresi ve mutfak-banyo tezgahları gibi farklı yüzeyler için idealdir. Çizilme ve aşınma problemi yaşatmayan, gözeneksiz yapısı sayesinde leke ve boya tutmayan, sıvı emmeyen, güneş ışıklarıyla solmayan, yüksek ısılarda çatlamayan, alev almayan, donmaya ve çözülmeye dirençli olan DEKTON® büyük ebatlı plakaları sayesinde çok daha az derz ile uygulama imkanı verir.
spanısh casa
beyond the wall - danıel lıbeskınd
KASIM 2016 - XXI 76
• ÇATI VE CEPHE
DEKTON® yüzeyler geniş formatta 3200 mm x 1440 mm olarak ve farklı kalınlıklarda 8 mm, 12 mm ve 20 mm olarak üretiliyor. DEKTON®’un dikkat çeken sıra dışı özellikleri, tasarımcıların bir malzemeden beklentilerinin tümünü karşılar.
Sahip olduğu yüksek bükülme direnci dış cephe giydirme işlerinde daha seyrek taşıyıcı profil döşenmesine izin verir. Ayrıca 8 mm kalınlıktaki plakalar sayesinde binaya daha az yük bindirir. Islak hacimlerde yüksek kaydırmazlık sağlayan Dekton, çok çeşitli renk ve yüzey seçenekleriyle tasarımcıların hayallerini yüksek kalite ve dayanım standartları ile hayata geçirir.
group cajamar hq
www.dekton.com
skallan house
porsche desıgn showroom
ÇUHADAROĞLU Mikro kondens kanallı özelliği ile yapı içerisinde hiçbir durumda su girişine izin vermeyen MN 50 Giydirme Cephe Sistemi, farklı derinliklerdeki griyaj seçenekleri sayesinde geniş açıklık uygulamalarına olanak sağlayan stick sistemidir. 18 farklı kayıt birleşim yöntemi olan bu sistem, projelere özel ekonomik çözümler sunar. Yüksek su yalıtımı (1950 Pa) ve ısı yalıtımı ( Uw: 1,53 W/m² K) sağlayan MN 50 Giydirme Cephe Sistemi, düşük alüminyum tüketimine sahip. Binili montaj ve düz montaj seçeneklerinin yanı sıra gizli kilitleme seçeneği de sunan sistem, 20 mm'den 50 mm'ye kadar camlama imkanı sağlıyor. MN 50, su tahliye tüplü sistem ya da doğrudan tahliye sistem opsiyonu, 50 mm gövde genişliği, EPDM hava, su ve toz sızdırmazlık fitillerine sahip. Performans testlerini başarı ile tamamlayan sistemin, tüm RAL renklerinde ve eloksal seçeneklerinde Qualanod ve Qualicoat belgeli profil üretimi yapılıyor.
KASIM 2016 - XXI 78
• ÇATI VE CEPHE
www.cuhadaroglu.com • Aşkın Kanatları Müzesi, Konya • Elite World, İstanbul • Kozapark, İstanbul • Promesa, İstanbul • Trendist, İstanbul
DALSAN ALÇI Ar-Ge çalışmaları uzun yıllar süren cam elyaf şilte kaplı ilk dış cephe kaplama levhası BoardeX, 2011 yılından bu yana Türkiye pazarında yer alıyor. BoardeX, su ve neme karşı güçlendirilmiş çekirdeği ve özel turuncu renkli cam elyaf şilte kaplaması ile dış duvar imalatında kullanılan dış cephe kaplama levhasıdır. BoardeX; dış cephe duvar sistemlerinde, her türlü kaplama altında (metal, ahşap, dekoratif tuğla kaplama, yalı baskı gibi), havalandırmalı cephe sistemlerinde, ıslak hacimlerde, şaft duvarı imalatlarında, saçak altı uygulamalarında, seramik altı kaplamalarda ve teras çatı kaplamalarında kullanılabilir.
KASIM 2016 - XXI 80
• ÇATI VE CEPHE
BoardeX, sağlıklı yaşam alanları sağlar. Geliştirilmiş özel çekirdeği sayesinde küf oluşumuna engel olur. Bu özelliği bağımsız laboratuvarlarda yapılan testlerle belgelenmiştir. Yaşam alanlarını yangından koruyan, A1 sınıfı yanmaz malzeme olan ürünün bu özelliği de bağımsız bir laboratuvar tarafından test edilerek onaylanmıştır. Özel çekirdek bileşeni ve kaplaması sayesinde nemli ortamlarda çok düşük sehim değerlerine sahiptir. Uygulandığı tüm yüzeylerde üzerine gelecek kaplama malzemesi için düzgün zemin hazırlar. www.dalsan.com.tr • 35. Sokak, İzmir • Acıbadem Hastanesi, Ankara • Bahçeşehir Koleji, İzmir • Batışehir, İstanbul • Batumi Hilton, Gürcistan • Bayraklı Tower, İzmir • Bornova Point, İzmir • Çeşme Ayasandra, İzmir • Çevre Şehircilik Bakanlığı, Ankara • Ege Perla, İzmir • Eskişehir Hilton, Eskişehir • Expo 2016, Antalya • Folkart Towers, İzmir • Ilıca Hotel, İzmir • İzmir Bayraklı Hilton, İzmir • Next Level, Ankara • Rönesans Yalıkavak Hotel, Bodrum • Tarabya Hotel, İstanbul • The Sense Hotel, Antalya • Via Green, Ankara
Otto von Busch'un 2008’den beri XXI için yazdığı sosyal tasarım, sürdürülebilirlik ve tüketimcilik üzerine odaklanan 30’a yakın makalesi “Tasarlanacak Ne Kaldı?” başlıklı kitapta toplandı.
KITAPEVLERI VE ONLINE MAĞAZALARDA
KALEBODUR NSMH tarafından tasarlanan Balparmak Fabrikası Üretim ve Yönetim Tesisi'nde Kalebodur'un Kalesinterflex ürünü tercih edilmiş. İstanbul Çekmeköy'de konumlanan yapıda, form ve malzeme arazinin gerekliliklerine uygun olarak kurgulanmış.
KASIM 2016 - XXI 82
• ÇATI VE CEPHE
On metreyi bulan kot farkının içine yerleşen yapı, yol tarafından bakıldığında iki katlı görünmekle birlikte gerçekte altı kata sahip. Alt dört kat üretim ve depolamalar için, üst iki kat ise ofisler için kullanılıyor. Depolama ağırlıklı olarak toprak altındaki katta üretim katların orta kısmında çepere yakın bölümlerde destek birimleri var. Ofislerde ise yerleşme dış duvara yakın ve orta kısımda ortak alan olarak atrium bulunuyor. Renklerin ve boşlukların rastlantısallık ve tasarlanmışlık arasında durarak tanımladığı bu büyük kütlenin taşıyıcı sisteminden cephesine kadar aynı malzeme ile çalışılmış ve aynı malzemenin farklı kullanımlarıyla zenginleştirilmiş bir deneyim sunulmuş. Malzeme tercihinde, öne çıkan bütüncül anlayış ıslak hacimlerde derzsiz şekilde kullanılan ve homojen görünüm sağlayan Kalesinterflex Oxido serisiyle devam ettirilmiş. Serinin büyük ebatları, yerleşim düzeninde de esneklik sağlamış.
balparmak fabrikası yönetim ve üretim tesisi - fotoğraflar: engin gerçek - studio majo
Çırakoğlu Mimarlık tarafından tasarlanan Greyder Ayakkabı Fabrikası’nda ise, ana yol ile kurulan ilişkiyi kuvvetlendirmeye yönelik, kamusal kullanıma ayrılmış alanlar tasarlanmış. Otoyoldan geçenlerin duraklayıp zaman geçirebilecekleri mağaza, kafeterya, tasarımcıların eğitimler düzenleyebileceği altmış kişilik konferans salonu gibi daha kamusal işlevler zemin katta konumlandırılırken, fabrika genel yönetimi, Ar-Ge birimleri ve şehir dışından gelen konukların konaklama ihtiyacını karşılayacak stüdyo daireler üst katlarda bulunuyor. İdari birimlerin ortak alanlarında zemin malzemesi olarak hem boyut avantajı hem de yakalanmak istenen mekansal etkiye ulaşma potansiyeli nedeniyle Kalebodur markasının ürünü Kalesinterflex tercih edilmiş. www.kale.com.tr
greyder ayakkabı fabrikası - fotoğraflar: cemal emden
KASSO MÜHENDİSLİK
KASIM 2016 - XXI 84
• ÇATI VE CEPHE
Sektördeki 35. yılında Kasso Mühendislik, tamamı Türkiye’de üretilen metal işleme ve çelik konstrüksiyon konusunda en geniş ürün gamı ile, mimari ve tasarıma özgünlük kazandıran genişletilmiş, perfore ve özel desen kesimli metal paneller ile projelerde ikincil cephe, güneş kontrol panelleri, asma tavan, korkuluk, klima muhafazası gibi birçok uygulama alanı bulmaya devam ediyor. İşlevselliğin yanında estetik görünümü ile ikincil cephe uygulamalarında enerji kayıplarını en aza indiren bir kabuk oluşturuyor. Büyük ebatlarda uygulama imkanı ile metal işleme tekniklerinin avantajını bir araya getiren sistem, bütüncül bir görüntü sağlıyor. TSE ve ISO belgelerinin güvencesiyle üretilen Kasso paneller, cephe kaplama ve tavan ürünlerinin birlikte uygulanması ile kombinasyon sağlıyor. Kasso paneller, asma tavan uygulamasını akustik bir ürün olmasının yanı sıra görsel esnekliği ile klasik bir uygulamadan çok mimari bir kabuk formuna getiriyor. Akustik genmesh asma tavanları cephede perfore A2 sınıfı alüminyum kompozit plakalar tamamlıyor. Metal kabuk sistemleri, genişletilmiş ve delikli alüminyum malzemelerden oluşan soğuk cephelerde, yalıtım-ısı izolasyonu sağlayarak maliyet avantajı ile bir araya geliyor. Metal kabuk sistemleri giriş kanopilerinde multiperfore panel olarak, medya cephe kaplamasında ise genmesh olarak iyi bir tercih oluşturuyor. Uzaktan kumanda kontrollü hareketli ve sabit olarak üretilebilen alüminyum güneş kırıcı panelleri ile yürüme yolları ile birlikte uygulanıyor. Kasso Mühendislik, üretim tesisine Qualicoat sertifikalı boya tesisini ekledi. Qualicoat kalite gereklerine uygun altyapıda kurduğu ve devreye aldığı elektrostatik toz boya kaplama tesisinin Qualicoat Kalite Belgesi’ni 2017 yılı ilk çeyreğinde almayı hedefliyor.
bilkent statıon-cephe mesh
bakü kongre merkezi-alüminyum mesh tavan
itü derslik binası-elektrik kontrollü perfore güneş kırıcı sistemleri
robert koleji-serbest formlu çatı mesh panel
BREEAM ve LEED sertifikalarına uygun üretim yapan Kasso, düzenli olarak yapılan Ar-Ge çalışmalarıyla ürün gamına her hafta yeni bir tasarım ekliyor, proje bazlı üretim ve çözüm yaklaşımıyla mimariye özgürlük sağlıyor. Metal kabuklar, getirdigi tüm bu avantajlar ile birçok önemli ödüllü yurtiçi ve uluslararası projelerde tercih edilen bir ürün olarak öne çıkıyor. Kasso Mühendislik, 21-24 Kasım tarihlerinde Dubai Fuarı ve BAU Münih 2017 Fuarı'na katılacak. instagram.com/kassoengineering
greyder ayakkabı fabrikası-eloksal alüminyum delikli panel
KIBRID MATERIAL
KASIM 2016 - XXI 86
• ÇATI VE CEPHE
kibrID MATERIAL, görsel ve teknik özellikleri ile uluslararası alanda dikkat çekmiş ve kendini kabul ettirmiş birçok markayı temsil ediyor. Vitrinini; araştırmacı, seçici, yenilikçi ve çevreci bir anlayışla güncelleyen kibrID MATERIAL, tasarımcılara başta zemin, duvar ve tavan kaplama ürünleri olmak üzere çok amaçlı dekoratif panel, banyo/mutfak armatürleri ve aksesuarları ile aydınlatma elemanları gibi birçok farklı alanda çözümler sunabiliyor. kibrID MATERIAL temsil ettiği markalardaki çağdaş, modern, canlı ve minimalist çizgiler, geniş renk ve yüzey opsiyonlarıyla cephede de maksimum düzeyde kalite ve işlevsel çözümler sunuyor. Yüksek kaliteli porselen karosu markaları Apavisa ve Mosa Tiles ile cephe, duvar ve zeminlerde estetik algısı yüksek tasarımlar yaratırken, kolay uygulanırlığı, dayanıklılığı, yüksek kırılma mukavemeti ve kimyasallara karşı dirençli olmasıyla teknik açıdan uzun ömürlü ve pratik bir kullanım sağlıyor. Adonize edilmiş alüminyum zincir markası KriskaDECOR ile de cephede farklı perspektifler oluşturulabiliyor. Dekoratif metal perdelere, projelere özel olarak isteğe göre görsel, desen veya logo gibi farklı tasarımların uygulanabiliyor olması her tarza hitap edebilen esnek bir tasarım özgürlüğü sunuyor.
vıvaı
www.kibrid.com • Allianz Genel Müdürlük, İstanbul • Armaggan – Nurosmaniye, İstanbul • Bursa Gaz Genel Müdürlük, Bursa • Cafe Swiss – Swiss Hotel Maçka, İstanbul • Conrad Hotel, İstanbul • Erdemir Genel Müdürlük, İstanbul • Eureko Genel Müdürlük, İstanbul • Fantasia Hotel Kemer, Antalya • Faruk Medical Centre, Süleymaniye/Irak • Google Ofis, İstanbul • Haydar Aliyev Müzesi, Gence/ Azerbaycan • İstinye Park AVM, İstanbul • Kent Hotel, İstanbul • Mama Shelter Hotel, İstanbul • One Tower, Ankara • Plot4 Hotel, Moskova/Rusya • Radisson Blu Ataköy Hotel, İstanbul • Ramada Plaza İstanbul Asia Airport, İzmit • Setur Duty Free – SAW, İstanbul • Vodafone Maslak Social Floor, İstanbul
ecuador pavıllıon
eureko genel müdürlük
tegelgroep
VMZINC® Mimari malzeme VMZINC ile çatı ve cephelerde arzu ettiğiniz kalıcı estetiği yakalayabilirsiniz. VMZINC, 1837’deki kuruluşundan ve 180 yılı aşkın devamında tarihteki ilk entegre çinko tesisini kurarak, çatı kaplama malzemesi olarak çinkoyu geliştirdi. Bugün VMZINC'in, uluslararası bir marka olarak birçok ülkede üretim tesisleri bulunmaktadır. Türkiye’de olduğu gibi tüm gelişmiş ülkelerde mimarlara ve yerel uygulayıcılara teknik destek amaçlı irtibat büroları mevcuttur.
• ÇATI VE CEPHE
VMZINC malzeme ile uygulanan binalar, belirtilen standartlarda ve teknik destek alınarak yapıldığı takdirde 80-100 yıl gibi ömre sahip olacaktır. Malzeme “doğal” olduğu için boya, tamirat, değişim gibi ekstra maliyetler söz konusu değildir. VMZINC korozyona uğramaz, paslanmaz, yanmaz ve yüzeyi solmaz. Mimari özelliği yüksek mat renkleri ve esnek sistemleri içerir. Hem geleneksel hem de modern binalarda kullanılabilir. Kubbe, tonoz ve pul kaplama gibi esnek kaplamalarda estetik ön plandadır. Tarihi doku, doğal çevre ve cephelerde kullanılan tüm doğal malzemeler ile uyumludur. Natürel parlak (patinasız metalik), QUARTZ-ZINC® füme gri, ANTHRAZINC® antrasit siyah, PIGMENTO® ağaç kabuğu, liken yeşil, kül mavi, toprak kırmızı ve yeni aydınlık estampe yüzey AZENGAR® seçenekleri bulunuyor.
KASIM 2016 - XXI 88
www.vmzinc.com.tr • Abdullah Gül Üniversitesi • Balance Güneşli Residence • Bilkent Üniversitesi Lojmanı • Emaar Square AVM • İzmir AKM • Next Level Söğütözü • Nurol Park Güneşli • Orman Genel Müdürlüğü • Rönesans Küçükyalı AVM • Shake Shack Restoranları • Soho Hotel Beyoğlu • Şehrizar Konakları • Tarlabaşı 360 Beyoğlu • Türk Alman Üniversitesi • Üsküdar Belediyesi
KASIM 2016 AJANDASI … - 13 Kasım
Tek ve Çok
Türkiye'nin 1955-95 dönemini, toplumun erişimine açık maddi
Salt Galata, Karaköy, İstanbul
www.saltonline.org
Çeşitli Mekanlar, İstanbul
www.bizinsanmiyiz.iksv.org
İtalyan Kültür Merkezi, Beyoğlu, İstanbul Salt Galata, Karaköy, İstanbul
www.bizinsanmiyiz.iksv.org
Oslo, Norveç
www.oslotriennale.no
İstanbul Fuar Merkezi, Bakırköy, İstanbul
www.turkey.architectatwork.eu
ODTÜ, Ankara
www.spo.org.tr
Arena Berlin, Berlin
www.worldarchitecturefestival.com
İstanbul Kültür Üniversitesi, Bakırköy, İstanbul
www.architectureinemergency.com
Akbank Sanat, Beyoğlu, İstanbul
www.urbanista.com.tr
Sedat Hakkı Eldem Oditoryumu, MSGSÜ, İstanbul
www.msgsuplanlama.com
Borusan Contemporary, Sarıyer, İstanbul
www.borusancontemporary.com
kültürün izinde araştıran sergi, endüstri nesnelerini ve hikayelerini konu alıyor.
... - 20 Kasım
3. İstanbul Tasarım Bienali: Biz İnsan Mıyız?
Bedeni, gezegeni, yaşamı ve zamanı tasarlamak olmak üzere dört farklı proje kümesinden oluşan bienalin küratörleri Beatriz Colomina ve Mark Vigley.
… - 21 Kasım
İtalyan Mimarların Öyküsü
3. İstanbul Tasarım Bienali kapsamında Moira Valeri küratörlüğünde düzenlenen panel serisinde 2 Kasım'da Aldo Rossi, 10 Kasım'da Giancarlo De Carlo, 16 Kasım'da Superstudio üzerine konuşmalar gerçekleştirilecek.
… - 27 Kasım
Oslo Mimarlık Trienali
Oslo Mimarlık Trienali küresel hareket, mesken, mekansal kalıcılık, mülkiyet ve kimlik üzerinden aidiyet krizini ele alıyor.
4 - 5 Kasım
Architect@work
Mimarlık ve Su teması altında seminerlerin düzenleneceği etkinlik, inovatif ürün ve malzemeleri mimar ve tasarımcılarla buluşturmayı hedefliyor.
7 - 9 Kasım
8. Türkiye Şehircilik Kongresi
Ana teması Şehircilik ve Eğitimi olarak belirlenen kongrede, Şehir ve Bölge Planlanma bölümü öğrencilerinin katılacağı bir kurultay da yapılacak.
16 - 18 Kasım
World Architecture Festival
Konferanslar, sergi, uluslararası proje ödülleri ve kent gezilerinden oluşan festivalin bu sene ikincisi düzenleniyor.
17 - 19 Kasım
18 Kasım
Acil Durumda Mimarlık: Sığınmacı/Mülteci Krizini Yeniden Düşünmek
İKÜ Mimarlık Fakültesi tarafından düzenlenecek olan
Hayatın İçinde Mimarlık: Psikiyatri
Urbanista ekibinin Kasım-Haziran ayları arasında
sempozyumda sığınmacı/mülteci krizinin farklı boyutlarıyla ele alınması amaçlanıyor.
gerçekleştireceği seminer dizisinin ilki psikiyatri temasıyla Hasan
KASIM 2016 - XXI 90
AJANDA
Cenk Dereli moderatörlüğünde olacak.
24 - 25 Kasım
25. Uluslararası Kentsel Tasarım ve Uygulamalar Sempozyumu
Kentsel Tasarım Eğitimi: Yeni Yöntem ve Arayışlar temasıyla düzenlenecek etkinliğin son bölümünde akademisyen, profesyonel ve öğrencilerin katılacağı bir forum da gerçekleştirilecek.
27 Kasım
Bir Başka Tasarım: Yapay Zeka ve Sanat
Ebru Yetişkin'in küratör ve moderatörlüğünü yaptığı Günümüz Sanatı / Bir Başka adlı etkinlik serisi, günümüz sanatının değişimini farklı yönleriyle öğrenmeye ve tartışmaya açıyor.