XXI Nisan 2016

Page 1

Vin Varavarn Architects tasarımı Baan Huay Sarn Yaw Okulu

Doğayla Barışmak Nestortaköy

ODTÜ Lisansüstü Konukevi

KREATİF MİMARLIK

UYGUR MİMARLIK

AKIŞ+ÇAKIR+ERBİL+TANERİ

BEYZA DOĞAN

DEMİRDEN DESIGN

YAZILARIYLA

XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 148 < NİSAN 2016 < DEMİRDEN DESIGN < DOĞAN < ERDEM+İNCEOĞLU+OTAY+YÜREKLİ < KREATİF MİMARLIK < URASTUDIO < UYGUR < VIN VARAVARN ARCHITECTS

Yİ R M İ B İ R M İM A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 14 8 N İ SA N 2 0 16 13

İHSAN BİLGİN KORHAN GÜMÜŞ LEV ENT ŞENTÜRK OTTO VON BUSCH SİNAN LOGIE

ERDEM+İNCEOĞLU+OTAY+YÜREKLİ

URASTUDIO


Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Puna Yayın adına sahibi ve genel yayın yönetmeni yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş editörler Deniz Çınar Dirim Dinçer Ezgi Tezcan

FARKLI ÖLÇEKLER, FARKLI YAKLAŞIMLAR

reklam sorumlusu Tuğba Demirci tugba@xxi.com.tr dijital reklam Buğra Çelik bugra@xxi.com.tr italya reklam işbirliği Sandra A. Arizabalo, Studio Chopinet okuyucu ilişkileri Damla Yiğit damla@xxi.com.tr kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu kapak Baan Huay Sarn Yaw Okul, Chiang Rai © spaceshift studio sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin web tasarımı Turgay Tuğsuz basım yeri Uniprint Basım San. Tic. A.Ş Ömerli Mah. Hadımköy - İstanbul Cad. No: 159, Arnavutköy, İstanbul Sertifika No: 12196 yönetim yeri Puna Yayın Asmalımescit Mah., Oteller Sok. 6/4 Beyoğlu, İstanbul 34430 0212 227 1317 bilgi@xxi.com.tr genel dağıtım Dünya Süper Veb Ofset A.Ş. Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Puna Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz. www.xxi.com.tr

Bu ay XXI’de herbiri farklı işlevlere ve yaklaşımlara sahip dört adet eğitim projesine yer veriyoruz. Tonguç Akış, Onurcan Çakır, Batuhan Taneri ve Livanur Erbil tasarımı İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü şenlik alanı, üniversite öğrencilerinin katılımına açık bir süreç yürütülerek hayata geçirilmiş. Bir "tasarım yapma" hevesinden ziyade mekan yaratmaya odaklanan projede, yerin şenliklerdeki geçici kullanımının genel boşluk halini baskılamaması önemsenmiş. Kapağa da taşıdığımız Vin Varavarn Architects tasarımı Tayland’daki ortaokul ise 2014 depremi sonrasındaki iyileştirme programı kapsamında inşa edilmiş bir yapı. Okulun deprem ihtimaline verdiği yanıt ise zeminden çelik ayaklarla yükselmesi olmuş, bu aynı zamanda zeminin altında oluşan hava akımı sayesinde okulun iklimsel konforunun artmasını da sağlamış. Baan Huay Sarn Yaw Okulu’nda mekan üretiminin birincil hedefi, öğrencilerin neşelenebilecekleri bir ortamın yaratılmasıymış; bunun için de tamamen kapalı bir alandansa dış mekanla çok daha doğal bir biçimde iletişim kuran, hatta pencere önü saksılarıyla doğayı içeri taşıyan birtakım çözümler üretilmiş.

Uygur Mimarlık tasarımı ODTÜ Lisansüstü Öğrencileri Konukevi’nde ise ana çıkış noktası tek bir kişinin uyuma ve çalışma alanından oluşan birimin çoğaltılarak mekanın kurgulanması olmuş. Üç ana kütle ve onları birbirine bağlayan köprülerle biçimlenen proje, bir yandan da ODTÜ’nün kendine has mimarisine yönelik biçimsel referanslara da başvurmuş. Öte yandan İpek Yürekli, Arda İnceoğlu, Arzu Erdem, Suna Birsen Otay tasarımı İTÜ Beylerbeyi İlköğretim Okulu, okulların kimin olduğu sorusu üzerinden kendini gerçekleştiriyor. Öğrenciler, öğretmenler gibi yapının konvansiyonel olarak tanımlı kullanıcılarının haricinde mahallelilerin de dahiliyetinin sağlanıp sağlanamayacağı araştırılmış. Spor etkinlikleri ya da konferans salonu kullanımı gibi okulun dışa da sunabileceği bir programın üretilmesi hedeflenmiş ve yapının arsaya yerleşiminden yönelimine dek ana kararları bu hedef doğrultusunda alınmış.

XXI


GÜNCEL 8 GRAFIST 20 BAŞLIYOR

20. İstanbul Uluslararası Grafik Tasarım Günleri’nin atölye ve seminer çalışmaları 18 - 22 Nisan tarihleri arasında MSGSÜ’de gerçekleşecek.

24 RASTGELE DÜŞÜNCELER

Sinan Logie / Zincirleme Reaksiyonlar

26 YOKSULA ŞİİR...

2016 Pritzker Mimarlık Ödülü’nün sahibi Alejandro Aravena, küresel konut krizi ve kentsel iyileştirme projelerinde aradığı cevaplar ve üretimdeki sosyoekonomik farkındalığıyla dikkat çekiyor. Öte yandan konvansiyonel mimarlık pratiğini savunanları da bu yönüyle karşısına alıyor. İhsan Bilgin, mimarın rolü ve sosyal konumunu bu tartışma ekseninde yeniden yorumladı.

10 PETER ZUMTHOR VE MİNÖR MİMARLIK

Levent Şentürk / Dönme Dolap

12 ALÇAKGÖNÜLLÜLÜĞÜN BAŞKA TARİFİ

Cemal Emden / Fotoaltı

Aydan Volkan’ın Ersen Gürsel ile yaptığı söyleşiyle, mimarın 50 yıllık deneyimi üzerinden mimarlığın yakın geçmişine yeniden bakmaya devam ediyoruz. Ersen Gürsel’in üniversiteye attığı adımla başlayan tefrikanın bu ikinci bölümü, Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimarlık Bölümü’nde geçirdiği eğitim ve asistanlık yıllarından akademi kapısından çıkışına uzanıyor.

28 MÜHENDİSLİK, TASARIM VE İKTİDAR

18 BAHAR NE ZAMAN GELECEK?

Korhan Gümüş / Soru İşareti

20 "ALTERNATİF"İN TAHAYYÜLÜ VE KUİR PERFORMATİVİTESİ

Ece Yoltay

Otto von Busch

PROJE 30 ÇOKSESLİ SADELİK

NİSAN 2016 - XXI 2

İÇİNDEKİLER

14 AKADEMİNİN KAPISINDA

İYTE Kampüsü içerisinde yer alan şenlik alanı, katılımcı süreçle üretilerek kullanıcısının ihtiyaç ve talepleriyle şekillenmiş sade ve gerçek bir mekan tanımlıyor.



36 DOĞAYLA BARIŞMAK

54 HAFIZADAKİ APARTMAN

Tayland, depremin fiziksel ve psikolojik enkazını mimarlık aracılığıyla kaldırıyor. Baan Huay Sarn Yaw okulu da doğa ile insanın kaybedilen uyumunu yeniden inşa eden girişimin üretimlerinden biri.

Nestortaköy, günümüz konut üretiminde pek değer verilmeyen kültürel alışkanlıkları tasarımın odağına yerleştiriyor. Hafızalarımızın derinlerine ittiğimiz misafirlik, komşuluk ve bir arada yaşayabilme becerisini yeniden yüzeye çıkarmayı hedefliyor.

58 HAMLIKLA GELEN YALINLIK 42 TEKRARLA ÇOĞALAN

Konaklama birimlerinin yan yana gelerek çizgisel bir kurgu tanımladığı yapı, karşılaşma ve bir arada yaşama olanaklarını artıran ortak mekanları ve sade malzeme seçimiyle içinde bulunduğu kampüsle benzer bir dil kuruyor.

Eski bir matbaayı mekan edinen Lion Communications, çalışma alanına dönüştürdüğü endüstriyel yapının içine, var olan niteliklerine sadık kalarak eklemleniyor.

62 KUTU KUTU DENEYİMLER

Ürünlerin bulunduğu mekana göre farklılaşan kurgusuyla ürün yerleştirmesini bağlama oturtan tasarım, sergilemeye yeni bir yorum getiriyor.

66 SIFIRDAN BAŞLAMAK

Silverline markasının geçtiğimiz yıl ürettiği Designline ve Retroline davlumbaz serilerinin ürünleri IF Design, Red Dot, Design Turkey gibi pek çok ödül aldı. Markanın tasarımcısı Beyza Doğan ile mutfak mekanlarında değişen tasarım trendlerini ve ürün tasarımına yaklaşımını konuştuk.

İÇİNDEKİLER

SEKTÖR 70 SEKTÖR HABERLERİ

NİSAN 2016 - XXI 4

78 KRİSTALİ SARAN IŞIKLAR 48 ÖZEL İLE KAMUSALIN MÜZAKERESİ

Okulu tekil ve içe dönük bir yapı olmaktan öteye taşıyan Beylerbeyi İlköğretim Okulu, mekan içindeki dolaşım kurgusuyla özel ve kamusal katmanlarını çoğaltıyor.

Finansbank'ın yeni yönetim binası Kristal Kule'de Tepta'nın pek çok ürünü kullanıldı. Uygulamayı Tepta Aydınlatma'dan Aslı Kenanoğlu anlattı.

82 SÜZÜLEN AYNALAR

Synchron Stage Viyana'nın yenilenen salonlarında durlum'un tavan ürünleri tercih edildi.

84 REFERANS PROJE - YAPISAL SİSTEMLER

90 AJANDA

Alpolic Mitsubishi Plastics Euro Asia Çuhadaroğlu Saray Alüminyum





Grafist 20 Başlıyor 20. İSTANBUL ULUSLARARASI GRAFİK TASARIM GÜNLERİ’NİN ATÖLYE VE SEMİNER ÇALIŞMALARI 18 – 22 NİSAN TARİHLERİ ARASINDA MSGSÜ’DE GERÇEKLEŞECEK. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Grafik Tasarım Bölümü tarafından düzenlenen “Grafist 20: 20. İstanbul Grafik Tasarım Günleri”, 18 Nisan–18 Mayıs tarihleri arasında üniversitenin Fındıklı kampüsündeki mekanlarda ve Cihangir’deki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Grafik Tasarım Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde gerçekleşecek. Rusya’dan Maksim Arbuzov, Türkiye’den Vahit Tuna, Hollanda’dan Karin Langeveld ve Nikki Gonnissen ile Almanya’dan Ralph Burkhardt’ın konuk tasarımcı olarak katılacağı bu eğitim amaçlı uluslararası etkinliğin, grafik tasarım öğrencilerine, akademisyenlere ve profesyonellere yönelik seminer ve atölye çalışmaları 18-22 Nisan tarihleri arasında gerçekleşecek. Grafist 20 kapsamında açılacak sergiler 18 Mayıs tarihine kadar ziyaret edilebilir. GRAFİST 20 PROGRAMI

10:30 Atölye Çalışmaları Açılışı MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu 11:00 Atölye Çalışmalarının 1. Günü MSGSÜ Grafik Tasarım Bölümü Atölyeleri

NİSAN 2016 - XXI 8

GÜNCEL

18 NISAN 2016, PAZARTESI

üstte: Grafist 20 logosu, Geray Gencer sağda en üstte: Hexagone Bal markası için ambalaj tasarımı, Maksim Arbuzov ortada sağda: Hollanda Festivali’nin duyuru afişi, Nikki Gonnissen ortada en sağda: Mimarlık ya da Tasarım 2012 isimli etkinliğin duyuru afişi, Ralph Burkhardt sağda: Design It Yourself Projesi, Karin Langeveld

17:00 MSGSÜ Grafik Tasarım Bölümü Öğrenci Çalışmaları Sergisi Açılışı MSGSÜ Grafik Tasarım Bölümü Koridoru 19 NISAN 2016, SALI

Atölye Çalışmalarının 2. Günü 17:30 Grafist'in 20. Yılı Arşiv Sergisi Açılışı MSGSÜ, Grafik Tasarım Uygulama ve Araştırma Merkezi 20 NISAN 2016, ÇARŞAMBA

Atölye Çalışmalarının 3. Günü 21 NISAN 2016, PERŞEMBE

Atölye Çalışmalarının Son Günü 22 NISAN 2016, CUMA

09:30 Seminer Maksim Arbuzov, Ralph Burkhardt, Karin Langeveld, Vahit Tuna MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu 14:00 Atölye Çalışmaları Sunumu Maksim Arbuzov, Ralph Burkhardt, Nikki Gonnissen, Vahit Tuna MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu 17:30 "Sınırları Geçerken..." Sergi Açılışı MSGSÜ Osman Hamdi Bey Salonu



Peter Zumthor ve Minör Mimarlık

Bilgin’in derlemesinden yola çıkıp Zumthor’un kitaplarına doğru uzanmayı deneyeceğim. İhsan Bilgin’in kitabını bir tür “intro” kabul edelim; Zumthor’un üretimine ve düşünce dünyasına yönelik sistematik (yapıtlarındaki sorunsalları tarihselleştirerek tartışan) ve kapsamlı (tüm projelerine ve güncel üretimlerini değerlendirerek) bir bakış geliştiren eleştirel yapıtlar da peşinden gelebilir. Nitekim Mimarın Soluğu sistematik yahut kuşatıcı olmanın uzağında; güncel giriş bölümü (“Neden Zumthor?”) hariç (ki bu bölüm Zumthor’un güncellenmesi değil, İhsan Bilgin’in kendini güncellemesiyle sınırlı), yazılar sırasıyla şu tarihlerde ve dergilerde yayınlanmış: 2009 (Yeni Mimar), 2001 (Arredamento), 2009 (Betonart) ve 1999 (XXI ve Defter). Mimarın Soluğu, Zumthor’un tasarım felsefesini derinden kavrayan bir kitap adı; solukta yuvalanan metafizik ve maddi boyutların ikircimini ifade ediyor. Bir yandan tasarımcının malzemeyle ve problemiyle/ görevle dolaysızca bağ kurma girişimini, bir yandan da tasarımcının yapıyı deneyimleyen insan bedenine ve tenselliğe yer açan yakınlığını ima ediyor. Bilgin, tasarımcının kendine biçtiği bu misyonu “tine madde üzerinden varmayı benimsemek” (MS, s. 103) diye aktarır.

-lanet olası federallere-

DÖNME DOLAP

Algıladığımız nesnelerin bize verecek mesajı yoktur, basitçe oradadırlar. [...] İşaret ve sembollerin ötesine geçerler, açık ve boşturlar. Sanki bilincimizi üzerinde odaklayamayacağımız bir şeye bakıyor gibiyizdir. Burada, bu algısal boşlukta bir anı belirebilir, zamanın derinliklerinden çıkıp gelen bir anı. Şimdi, nesneye dair gözlemimiz, bütünlüğü içinde dünyanın öngörülmesini kucaklar çünkü anlaşılmayacak hiçbir şey yoktur. Peter Zumthor, MD, s. 17. John Cage, konferanslarından birinde, zihninde müziği duyup sonra da yazmaya girişen bir besteci olmadığını söylemiştir. Başka türlü çalışır. Kavramlar ve yapılar belirler ve sonra nasıl ses verdiklerini görmek için onları icra eder. Peter Zumthor, MD, s. 29.

NİSAN 2016 - XXI 10

Nasıl ki düşünce alanında yirmi birinci yüzyılın “Deleuze yüzyılı olacağı” kehanetinde bulunulduysa mimarlık ve tasarım alanında “Zumthor yüzyılı”nda mıyız ya da olacak mıyız? Dünyaca ünlü mimar Peter Zumthor üzerine Türkçede bir kitap yayınlandı (Şubat 2016, Metis). Kitabı bir solukta okudum, derslerine girdiğim mimarlık öğrencilerim de okudular, derslerde kitap üzerine konuştuk...

LEVENT ŞENTÜRK

İhsan Bilgin’in geniş bir “homage” listesine sahip kitabının, öğrencilerde hem yazarının lezzetli düşünsel metinlerine hem de Zumthor’un yapıtlarına ve kitaplarına yönelik bir ilgi uyandırmasını umuyorum. Akademik mimarlık yazını yavan metinlerle kaplıdır, onları sanki insanlar değil de heykeller okuyacaktır. Bundan olsa gerek, böyle yazıları okurken kendimizi mahkemede gibi hissederiz: Sanki metnin sonunda adalet ya tecelli edecek ya edemeyecektir. Bilgin’in metinleri, tersine, birer memba gibi. Bu yazıda,

Bilgin, Zumthor’un başlıca yapıtlarına değinir. (Mimarın stüdyosu, Brüder Klaus şapeli, St. Benedict Şapeli, Gugalun Evi, küçük ölçekli tasarımlardır. Bregenz Sergi Evi tekil kentsel binadır. Chur Arkeoloji Müzesi ve Kolumba Müzesi, orta ölçeklidir. Spittelhof konutları, küçük ölçekli bir toplu konut projesidir. Berlin Terörün Topoğrafyası Anıtı ve Expo İsviçre Pavyonu, majör kentsel enstalasyonlardır. Vals Kaplıcası bir ek binadır ve kuşkusuz bir Opus Magnum’dur.) Bununla beraber, Yakılan Cadılar Anıtı, İsviçre’deki Geçici Sergi Evi, California’da LACMA için Müze Projesi, Leiden’deki Un Fabrikası endüstriyel sit alanı ve çevresindeki parkların düzenlenmesi projesi, 2011 Serpentine Galerisi yapısı gibi son dönem üretimlerinin kitapta adının geçmemesi eksiklik. Tekrar basımında, kitabın sonunda Zumthor’un güncel biyografisine yer verilerek bu sorun çözülebilir. Bu yapılardan söz edilmemesi sadece fiziksel bir eksiklik olmanın ötesine uzanıp, mimarla ilgili imgeyi de, kitabın tasarımcıyla ilgili temel iddialarını da zayıflatıyor. Çünkü Leiden Un Fabrikası projesinde, Zumthor’un ekibini genişlettiği, güncel eğilimlere yabancı kalmadığı, oldukça konvansiyonel kentsel kararlarla vaziyet planını kurduğu; eleştirdiği Bilbao tarzı ikonculuğun hiç de uzağına düşmeyen bir biçimde davranmaya başladığı görülür. Gehry gibi yeni bir bina tasarlamaz belki; tabii mevcut binaları strüktür olarak bırakmak, cephelerini baştan tasarlayıp üstlerine kentin her yeniden görülebilecek şeffaf, ışıklı katlar eklemek yeni bina tasarlamak değilse. Bölgede kimi binaları yıkarak iki temiz bölge yaratır, yeni kanallar ve yaya köprüleri önerir, alanı dikine kesen iki büyük kentsel park alanının aksını endüstriyel sit alanıyla bütünleştirir ve bu parkları tasarlama işini de üstlenir. Büyük ölçekte, kale içindeki yeşil alanların dairesel sürekliliğine yönelik, başka bir inisiyatifin geliştirdiği gayet “sıradan” bir kentsel kararı benimseyip, kendi alanına yedirir. Kentsel programda ise dünyanın başka


ZUMTHOR İMGESI

Zumthor’un “yolu”, starlığı ve ikon mimarlığını gerçekten de reddetmek midir? Bu ödülleri her zaman starlar almaz, ama son tahlilde Riba’yı da Pritzker’i de reddetmemiştir. (Nobel ödülünü reddedenler vardır.) Bu durumda ne evliyadır ne aziz. “Başka türlü de star” olunabileceğini göstermiş de sayılabilir; bu yol, yeni olmasa da şatafatsız ve ağırbaşlı “author” mimar/sanatçı/yazar geleneğine kendini tevazuyla eklemleyişidir belki de. İhsan Bilgin’in Zumthor imgesi, mimarın loş binalarıyla uyum içinde. Bilgin, her ne kadar Zumthor’un dünya mimarlık pazarındaki ticari ve klişe imgesine uzak dursa da, kendi imgesini yaratmakta gecikmez: “Monad gibi kapalı dünyalar kuran”, “müdahale kabul etmez işler” üreten bir mimar olarak tanımlar 1943 Basel, İsviçre doğumlu Peter Zumthor’u (MS, s. 33). Kitap ilerlerken, Zumthor imgesi farklı boyutlar kazanıp, sarp bir karaktere dönüşür: Yerini terk etmeyen, kapasitesini büyütmeyen, yeniliklerden etkilenmeyen, değişmeyen bir mimardır; dünya gündemini izlemez, aktüaliteye yüz sürmez, dünyayı değiştirmeye çalışmaz. İç dünyasını kale gibi tahkim etmiştir (MS, ss. 36-7). Görünen o ki, bu imge aşınmaya başlamıştır bile. Bütün bu yakıştırmaları bertaraf etmek için, mimarın uğraşına “etkileri/aura” bağlamında değil de “çalışma biçimi/ars poetika” bağlamında bakmak daha mümbit, neşeli, oyuncul bir Zumthor imgesi yaratabilir. Nasıl ki bir romancıyı yarattığı karakterlerle

özdeşleştiremezsek, tasarımlarını da mimarın kendiyle eşleştirmek isabetli değildir. Alp kırlarının satiri Zumthor ya da başka bir imge... Bunun için Therme Vals [V] kitabı iyi bir kaynaktır. Bu kitapta, konferans metinlerinin izleyiciye hitap kaygısıyla yüzeyselleşmesinden farklı, bambaşka, ayrıntılı bir modus operandi söz konusudur. İmgeyle imalat, süreçle sonuç arasındaki gelgitler ve fay hatları, sakınımsızca serilmiştir kitapta, ruhani bir Zumthor imgesinin esamisi okunmaz; buraya döneceğim. Zumthor’un “farkı”, çalışma süresini yaratma, belirleme ve kullanma biçiminde, özgürlüğünde gibi görünüyor. Klasik bir iş yetiştirme ritmi içinde değil, çok daha geniş zaman dilimlerine yayılan, bu nedenle de hız manyaklığının ister istemez dışına düşen bir eyleme ritmine sahip görünüyor mimar. Bu zamansallık boyutunu Bilgin şöyle betimlemiştir: …[tasarımcı] dikkatini durumun kendisine yöneltirse, ilhamını durumun biricikliğinden alırsa, güneşin her doğuşuna, ağacın her kesitine, insanın her akşamki haline dikkat kesilmeyi bilirse, bakmaya, işitmeye, koklamaya, tatmaya, dokunmaya açıksa, bunları otomatiğe almamışsa, özgül durumların kendilerine bir kere açıldı mı tekrarlanan hiçbir şey, hiçbir an olmadığının farkındaysa, işte bu açıklık durumu içinde gerçekleştirme iddiasındadır üretimini. (MS, s. 43)

(Ama ben bu yazıda, Deleuze ve Guattari’nin minör edebiyat kavramsallaştırması yoluyla Zumthor’un yapıtlarını ele almayacağım; bu ne kadar çekici görünse de, başka bir yazının konusu olabilir.) Bir adım ötede şöyle der: “Mayalanmış, damıtılmış, her şeyi üzerine çekmiş, toplamış, sorumluluğunu üstlenmiş yoğunluklar olarak madde ve durum.” (MS, s. 48) İlerleyen sayfalarda: “Karşılaşma sonrasındaki muhakemeye değil, karşılaşmanın kendisine yapar yatırımını. Tekrarlanmaya, birikmeye, çoğalmaya yatkın değildir. Belirir, iz bırakır ve yiter. Her seferinde yeniden başlamak, yeniden deneyimlemek gerekecektir.” (MS, s.53.) Bregenz Sergi Evi’yle ilgili olarak: “Anlam olarak şeyler’den ‘dolaysız deneyim olarak şeyler’e kayma. Konvansiyonlar aracılığıyla deneyimlenen ‘anlam’ın kısa devre ile aradan çıkartılmaya çalışıldığı ‘semiyotik öncesi’ (anlam öncesi) deneyime çekilme arayışıdır bu.” (MS, s. 60.) Bu bir tür özcülük değilse, minör mimarlığa doğru bir adımdır. “Durumun, olgunun dolayımsız haliyle yüzleşmeye en hazırlıklı mimar” Zumthor, “fikirler sadece nesnelerin içindedir ve onların dışında hiç fikir bulunmaz” diyerek öznenin önceliğini askıya alır. (MS, ss.75-9) Bu son cümle, Mimarlığı Düşünmek’tendir. 333 Devam edecek... KISALTMALAR: MS: Mimarın Soluğu (Bilgin)

Bilgin, Zumthor’un karşı koyduğu akıntıyı “dizginlerinden kopmuş bir nominalleşme eğilimi” (MS, s. 38) diye tanımlar: Herkesin kendi adıyla anılmak istediği ikonlar çağında (seksen sonrası), adlar coğrafyasına dönüşen kentlerin neo-liberallikle gelen yeni-anonimleşmesini ve farktan/özgünlükten yola çıkanların, yolun sonunda farksızlığa saplandıkları küresel pazarı faş eder: “Seksen sonrasının ayırt edici özelliği bu durumu bir sanayiye, piyasa değerine dönüştürmesi; sonuç olmaktan çıkarıp, başlangıç haline getirmesiydi.”

MD: Mimarlığı Düşünmek (Zumthor) A: Atmosferler (Zumthor) V: Vals Kaplıcası (Zumthor, vd.) KAYNAKÇA İhsan Bilgin. 2016. Mimarın Soluğu. Peter Zumthor Mimarlığı Üzerine Denemeler. İstanbul: Metis Yayınları. [Makale derlemesi ] Peter Zumthor. 1999. Thinking Architecture. Çev. Maureen OberliTurner. Basel, Boston, Berlin: Birkäuser. [Konferans metinleri derlemesi: 1988-California; 1991-Slovenya; 1994-Finlandiya; 1996-Stokholm; 1996-İsviçre.] _. 2006. Athmospheres. Basel, Boston, Berlin: Birkäuser. [Konferans

Bilgin, Zumthor’un minör mimarlığının veçhelerini “Maddenin Yoğunluğu”nda adım adım bulgular: “Birine bakarak sonraki ya da önceki işini kestirmenin mümkün olmayışı” (MS, s. 47) bunlardan biridir: Deleuze ve Guattari’nin minör edebiyattan söz ederlerken “kendi diline yabancılaşmak” diye tanımladıkları benzersiz durumun mimari versiyonu.

metni-2003, Almanya.] _, Sigrid Hauser, vd.. 2008. Therme Vals. Çev. Sigrid Hauser, Catherine Schelbert. Zürih: Verlag Scheidegger Sr. Speiss AG. NOTLAR Bkz. www.youtube.com/watch?v=N4QsGTZJwuA. Erişim: 24. 3. 2016, 23:12

11 XXI - NİSAN 2016

yerlerinde gördüğümüz gentrifikasyon, müzeleştirme, ticarileştirme, elitleştirme gündeminin Un Fabrikası projesinde eksiksiz şekilde yerine getirilişi, hayal kırıklığının doruk noktasını temsil eder. Kafe, dükkan, restoran, öğrenci konutları, atölyeler, otel, müze, lüks konut… : Radikallik hariç ne ararsak vardır. Üstelik korumaya karar verdiği endüstri yapılarının cephelerini soyup, bunlara yeni cepheler tasarlamaya karar vermesi öncesinde strüktürlere otel, tasarım merkezi, rezidans gibi işlevler verişi, neo-liberal piyasa mantığının elit versiyonunu üretmenin eşiği değilse nedir? Vals Kaplıcası’nın radikal Zumthor’u buharlaşmış gibidir Leiden projesinde. Zumthor, projesini İngilizce sunduğu konferans videosunda profesyonel bir edayla konuşur.1 Ama Almanca söyleşilerinde eylemci ve keskin kimliği daha ağır basar, daha sahicidir...

DÖNME DOLAP

en solda: Zumthor tasarımı 2011 Serpentine Galeri Pavyonu; fotoğraf: John Offenbach solda: Peter Zumthor, kendi tasarımı Yakılan Cadılar Anıtı'nın önünde


NİSAN 2016 - XXI 12

FOTO-ALTI

Alçakgönüllülüğün Başka Tarifi

Rüzgar esiyor, burası şehirlerin kurulduğu, kralların doğup öldüğü topraklar. Yaşamın, üretimin, bereketin olduğu kadar yağmanın, yıkımın ve ölümün gerçekleştiği yer. Rüzgar esiyor, narin saçakların altında uzun hikayeler yatıyor. Bu hikayeler için tasarlanmış, onlarla ölçeklenen, kendisini gösterirken gizleyen saçaklar. Turgut Cansever’in Karatepe Açıkhava Müzesi, alçakgönüllülüğün başka bir tarifini yapıyor. Saçakların altına baktıkça görülen medeniyet kalıntılarının hayalleri, yaz günleri gibi uzuyor. Rüzgar esiyor. fotoğraf: Cemal Emden yazı: Hülya Ertaş



Akademinin Kapısında

NİSAN 2016 - XXI 14

GÜNCEL

fotoğraflar: Ersen Gürsel

AYDAN VOLKAN’IN ERSEN GÜRSEL ILE YAPTIĞI SÖYLEŞIYLE, MIMARIN 50 YILLIK DENEYIMI ÜZERINDEN MIMARLIĞIN YAKIN GEÇMIŞINE YENIDEN BAKMAYA DEVAM EDIYORUZ. ERSEN GÜRSEL’IN ÜNIVERSITEYE ATTIĞI ADIMLA BAŞLAYAN TEFRIKANIN BU IKINCI BÖLÜMÜ, GÜZEL SANATLAR AKADEMISI YÜKSEK MIMARLIK BÖLÜMÜ’NDE GEÇIRDIĞI EĞITIM VE ASISTANLIK YILLARINDAN AKADEMI KAPISINDAN ÇIKIŞINA UZANIYOR.

Aydan Volkan: Bu birikimlerle Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi'ne başladınız. Orada size verilen mimarlık eğitimi hakkında ne düşünüyorsunuz? Ersen Gürsel: Beş yıllık eğitim programı iki kademeliydi. İlk iki yılı temel dersler verilirdi, bu süreç baraj gibiydi. Başarılı olmayanlar ikinci kademe atölye eğitimini alamazlardı. Akademi, okul ortamı, ilk iki yıl bana çok yabancı geldi. Akademinin diğer bölüm öğrencileriyle, birlikte yaptığımız sanat tarihi derslerinde karşılaşırdık. Onların davranışları, kıyafetleri bizlerden çok farklıydı. Mimarlık öğrencisi olan bizlerse başımız eğik, uykusuz, durmadan çalışır, çizerdik. İlk yıllarda büyük bir şaşkınlık duyduğumu söyleyebilirim. "Nasıl bir yere geldim?", "Acaba bunun altından kalkabilecek miyim?" diye çok düşündüm. Dayıma danışıyordum; "Merak etme, ben sana yardımcı olacağım” derdi. O anlamda çok şanslıydım, ilk T cetvelimi de babam yapmıştı. Temel dersler içinde bina bilgisi, yapı ve ince yapı dersleri çok güçlüydü ve birbirini tamamlıyordu. Dönemin en iyi mimarları Sedad Hakkı Eldem, Arif Hikmet Holtay, Utarit İzgi, hocalarımızdı. Gece gündüz,

zanaatkarlığı, ustalığı öne çıkaran bir temel yapı eğitimi aldık. Barajı geçince bir rahatlama oldu. Akademi'de "Bu işi aşan mimar olur!" derlerdi. Paramız olmadığından çalışmak zorundaydık. Mimarlık büroları için aranılan desinatör tipi akademi öğrencileriydi. Atölye hocalarımızın rasyonelliği ve işlevselliği öne çıkaran “olması gereken” söylemi, mimari proje tasarımlarının temel ilkesiydi. Bu çok bağlayıcı bir tavırdı, nerede durması “gerektiğini” tarifleyen konservatif bir eğitim. İşlevin öne çıktığı, tasarım sürecinin mimari projelendirme aşamasının hocaların yöntemiyle yönlendirildiği bir süreç. Dik kafalı biri değildim; fakat asistanların, atölye hocalarının konuşmalarını onaylayan tavırları ve "evet efendim"lerinden hoşlanmazdım. Mimarlık dergilerini izlemeye başlamıştım: DBZ, Baumeister, Bauwelt gibi dergileri... Tüneldeki Alman kitapevi öğrencilere kredi veriyordu. Bu yayınları takip etmek modern Avrupa mimarisine olan ilgimi artırıyordu. Richard Neutra'nın modern tasarımları çok hoşuma giderdi. 1960 askeri darbesi hayatı olumsuz etkiledi. Para pul yok. Beyazıt’ta oturuyoruz. Okula yürüyerek gidiyorum. Kendime göre kestirme yollar keşfetmiştim. Akademi'de aldığım temel

yapı derslerinin, iş bulmamda ve sonrasında faydasını görmüştüm; iyi çizgi çiziyordum. Bir İngiliz şirketinde desinatör olarak çalışmaya başladım. Masada beton kalenderi eksik etmeyen Mr. Koliç baş desinatördü. Yanlışlarımızı düzeltirdi. Okulu bitirene kadar şirkette çalıştım. İlk maaşımı aldığımda ayaklarım yerden kesilmiş gibiydi. O kadar ki, Tünel’den İstiklal Caddesi, Taksim, Harbiye, Şişli, Mecidiyeköy... oturduğumuz eve çok kolay ulaşmıştım. Atölye projelerinde hocalarımın yönlendirici çizgilerinin dışına çıkmakta zorlandım. Olması gerekeni yapmak düşüncesinin dışına çıkmak epey zamanımı almıştır. Hocanın söylediğine göre pozisyon almak, son projeye kadar böyle devam etti. Mehmet Ali Handan'ın verdiği şehircilik dersleri ilgimi çekiyordu. Şehirciliğin sosyoekonomik yaşamla planlama üzerindeki söylemlerini dikkatle dinlerdik. Akademi'de hiçbir hocadan duymadığım konuşmalardı bunlar, ilgimi çekerdi. Fakat proje atölyesinde hocamla anlaşamıyordum. Bir gün dayanamayıp "Hocam, şehircilik derslerinizden çok şey öğrendim. Bugüne dek bu denli üst düzey bir konuşma duymamıştım.

Arkadaşlarımla da bunu paylaşmıştık, atölyenize de isteyerek geldim; fakat verdiğiniz şemaları çizemiyorum. Üstelik gerekli çalışmayı yapmadığımı söylüyorsunuz. Bu konuşmalara dayanamıyorum. Beni tersliyorsunuz.” Hiç bir şey söylemeden kalkıp gitti ve ben diploma öncesi son projede okulu bırakmayı düşündüm. Bir arayış içindeyim. Yurtdışına; İsveç'e, Finlandiya'ya gitmeyi düşünüyordum. Yazışmalar da yaptım. Sonra bir gün asistan arkadaşım Mustafa, "Ersen projeni çizmiyor musun? Hoca kin tutmaz, projeni çiz teslim et!” dedi. Bu uyarı benim eğitime devam etmemi sağladı. Akşam arkadaşlarımla buluştuğumda onlara, "şimdi sizler bana yardımcı olacaksınız, bir haftada toparlayacağız projeyi" dedim. Gerçekten öyle de oldu. O dönem atölyeden üç kişi başarılı oldu, biri de bendim. Hoca projeme iyi bir not vermişti. Okul bittiğinde Utarit İzgi'nin daveti üzerine sınava girdim ve şehircilik kürsüsünde asistan oldum. Hocam yine Mehmet Ali Handan'dı. Benimle bir ay konuşmadı, en sonunda "hocam bu kırgınlık bitsin, ben sizden çok şey öğreneceğimi sanıyorum" dedim ve nitekim öyle de oldu.


GÜNCEL 15 XXI - MART 2016

av: Daha sonra akademide asistanlık da yaptınız değil mi? O sürecin size katkıları ne oldu? eg: Evet ve öğrencilikten akademik kadroya geçmiş olmama rağmen, öğrencilere yakınlığım devam etti. Çalışma alanım olan şehircilikte, mimarlık olgusuna kent ölçeğinde bakmak ve bilgi alanımı geliştirmek gerekliydi. Bu anlamda, Mehmet Ali Handan'ın hocalığın ötesinde, çalışma hayatımın önünü açmakta da katkısı çok oldu, beni çokça teşvik etti. Sene 1966'ydı, kürsümüze misafir hoca olarak Tarık Carım geldi. Mimarlık eğitimi üstüne Paris’te "Kent Bölge Planlaması" üzerine eğitim yapmıştı, Doğu Marmara Bölgesi Planlama bürosunda uzman olarak çalışıyordu. Şehircilik uygulama proje yöneticisiydi. Öğrencilere karşı saygısı, alışık olmadığım konuşma dili, öğrencilerin derse olan ilgilerini artırmıştı. Şehir planlama konusundaki düşüncelerini, uygulama projeleri üzerinden anlatırdı. Örneğin; topluca Antalya'ya gitmiştik. Yerleşik alanda arazi kullanım planları, analizleri, kentin gelişme alanları ve ulaşım yerleşim alanları ilişkileri, gelecekte kentin olası sorunları üzerine

öneriler geliştirmek projelerin konusuydu. Karaköy, Perşembe Pazarı ya da İstiklal Caddesi ve yakın çevresi, kentsel yenileme süreci planlama analizi, dış dünyadan örnekler anlatılırdı. Şehirciliğin çok boyutlu karmaşık dinamik bir sistem olduğunun, şehir planlamasının fiziksel planlamayla sınırlı olmadığını insan, toplum ve yaşam üzerine, yani üretimin başlamasıyla oluştuğunun üzerinde ısrarla dururdu. “Fiziksel planlama, şehir planlama ilişkisinde siyasi irade yönlendirici değil, yöneltici olmalıdır” söylemini hiç unutmadım. Yeri geldiğinde bugün halen kullanmaktayım. Çevre ve toplum ilişkileri, şehrin analitik yapısal analizleri, pratik alanda yani arazi üzerinde ve öğrencilerle birlikte konuşulurdu. Mimarlık ve mimari tasarımın tekil yapı yapmakla sınırlı olmaması, fiziksel çevrenin planlamasından çevre düzeninin mekansal tasarımına değin boyutları olan kentsel tasarım konusunun mimarlığın sorumluluk alanı içinde olması, mimarlık öğrencilerini heyecanlandırırdı; eğitimi üst düzeye taşınması açısından da ilginçti.


GÜNCEL NİSAN 2016 - XXI 16

Bu süreçteki eğitimin kalitesi şehirciliğin sorunlarını da kapsayan mesleğin temel sorumluluk alanı çerçevesinde belirlenmişti.

öylesine sıkılmıştım ki Kabataş, Setüstü'ndeki ofisime arkama bakmadan gittim. Akademi benim için artık yabancı bir yer olmuştu.

1967 yılında İspanya devletinin verdiği kültür bursuyla İspanya, Madrid’e gittim. Orada bir yıl kaldım. Madrid Üniversitesi'nde ders veren bir mimar hocanın ofisinde çalışarak, kazandığım parayla Avrupa’nın kentlerine geziler yaptım. Aklıma estikçe Paris’e arkadaşlarımı görmeye de giderdim. Bu sayede İspanya'nın ve Avrupa'nın diğer kentlerini de görme fırsatım oldu. Bir gün yolda gördüğüm bir afişe dikkatli bakınca, bu resmi daha önce Zodiac Mimarlık dergisinin kapağında gördüğümü hatırladım. Bu köyü bulabilmenin yollarını aradım. Afiş üzerinde yazılı adresteki Enstitü'ye gittim. Kısa keseyim, dört ay boyunca buraya gidip kolonileştirme tarihini okudum, verilen bir belgeyle İspanya’nın değişik kırsal bölgelerinde yaptığım geziler arasında, beyaz modern İspanya köyleri içinde, resimdeki Badahoz Köyü de vardı. Örneğin, Madrid’te ilk kule binasını tasarlayan mimar bir köy projesi de tasarlamıştı. Bu çalışma süresince mimarların modern köy tasarımlarıyla karşılamak iyi bir deneyim oldu.

av: Böyle vazgeçtiğinize göre, eğitimci mimar olarak devam etme isteğinizin pek olmadığını anlıyorum. eg: Evet, çünkü bunların yanı sıra pratik alanda da çalışmaya başlamıştım. Uluslararası Side yarışmasını Nihat Güner ve Mehmet Çubuk ile hazırlamış ve birinci olmuştuk. Projenin de yürütülmesi lazımdı, daha fazla vakit ayırmam gerekiyordu, çünkü benim için çok önemliydi. Kentsel tasarım veya mekansal ölçekte girdiğimiz tüm yarışmalarda olumlu sonuç alıyorduk. Aktur projesini de bu sayede davet edildiğimiz bir yarışmayla almıştık. Proje ve uygulama birlikteliğinin mesleğin gelişimine olumlu katkısı olduğunu düşünüyorum.

av: Bir yılın ardından döndüğünüzde nasıl bir ortamla karşılaştınız? eg: Türkiye’ye döndüğümde, 1968 öğrenci hareketleri başlamıştı. Olaylar, tartışmalar, akademi içinde de vardı. Üniversite asistanlarının kurduğu sendikanın bir birimi de akademide oluşturuldu. Aktan Gürman başkan, ben de başkan yardımcısı olarak görev aldım. Aynı sürede Mimarlar Odası İstanbul Şubesi yönetim kurulu üyesiydim ve okulda da çok fazla görevim vardı. Hocam Mehmet Ali Handan'ın beni sosyal olaylarının dışında tutmak istemediğinin farkındaydım. 12 Mart döneminin siyasal içerikli uygulamaları, beni okuldan uzaklaştırmaya yetti. Akademik çalışma ortamı dışında, mimarlığı mesleki faaliyet alanında çalışmak daha gerçekçiydi. Okuldan ayrılmamın kırılma noktası, saat 5-6 olduğunda askerlerin okulu boşaltmak için çaldıkları düdüğün sesidir. Hocalarımın karşı çıkmasına rağmen eğitim kadrosundan ayrılıp öğretim kadrosuna geçmek için yaptığım başvuru dilekçesi bölüm kurulunda kabul görmedi. Hemen o gün çantamı alıp okuldan çıktım. Okuldan

İstifamı verdiğim gün nedense çok mutluydum. Üsküdar, Salacak'taki baba evine gittim. Babam "Şimdi ne yapacaksın?" dedi. "Bir mesleğim var, istersen dükkana da gelirim" dedim. "Olur" dedi. Yeni evlenmiştim, mimarlık ofisim vardı; fakat para yoktu. Babamın atölyesinde bütün üretime doğrudan katılıyor, bir yandan da büroya gidiyordum. Nereye kadar böyle devam edeceğini düşünürken babam, "Sunta atölyeye girdi, ahşap kokusu yok oldu. Meslek bitti. Rekabet etmemiz mümkün değil. Sunta kokusuna tahammül edemiyorum." dedi. Çok haklıydı. Atölyeyi ortağına devretti, ben de tamamen mimarlık alanına geçtim. av: Akademiye gitmeyi tamamen mi bıraktınız? eg: Evet, yirmi beş yıl akademiye hiç uğramadım. Akademik çalışmalarla mesleki faaliyetimi birlikte yürütmek için öğretim kadrosuna geçmek istemiştim. Ama dediğim gibi, talebimi bölüm kurulu kabul etmeyince istifamı vermiştim. Profesör olmuş bir arkadaşımın daveti üzerine, 25 yılın ardından, misafir atölye üyesi olarak okula gittiğimde beni çok iyi karşıladılar. Okul hiç değişmemiş gibiydi. Zaman zaman misafir olarak okula gidiyor, öğrencileri izliyorum. Yaptıkları eskizler üzerinden onların düşüncelerini okumanın, öğrencilere güven verme açısından çok önemli olduğunu fark ediyorum. 333 Devam edecek... Sonraki sayımızda Ersen Gürsel, mimarlık pratiğinin ve eğitiminin geçirdiği dönüşümü, siyasi ve ekonomik politikaların mimarlığın seyrini nasıl etkilediğini anlatacak.

giriş sayfasında solda: Mehmet Ali Handan’ın Erenköy evinin bahçesinde, Mehmet Ali Handan ile Sinan Seyrek sağda: Aynı yerde, Mehmet Ali Handan ve Mehmet Çubuk, 1970 önceki sayfada solda ortada: Mehmet Sönmez ile Kos-Rodos adalarına gidiş, 1986

üst ve sağ sırada: Gürsel’in enstitü çalışmaları sırasında yaptığı gezilerden, kolonizasyon köyü bu sayfada en üstte: Mehmet Ali Handan ve Kemal Ahmet Aru'nun, Akademi'de yaptıkları bir konuşma esnasında üstte: Ersen Gürsel'i etkileyen Akademi'nin kapısından Üsküdar'a uzayan bakış



Bahar Ne Zaman Gelecek? Öğrenciliğimde alternatif yerleşim pratiklerinden söz edince “O zaman projeni çiz getir, görelim” derlerdi, hocalarımız. Rolleri icabı “çarpık” dedikleri şehirleşmenin kendi yöntemleriyle düzeltileceğine inanırlardı. Ruh karartıcı, düşünce üretimini küçümseyen, seçkinci bir eğitim modeli vardı karşımızda. Ancak bazı öğrencilerin yaptığı gibi eğitim alanını terk edip görünen iktidarla uğraşmak yerine, bulunduğumuz iktidar alanını sorgulamayı amaçladık. Daha okuldaki birinci projeden başlayarak sanki mimarlığı bina çizmek, şehirciliği de bunları araziye serpiştirmek gibi gösteren, canlıları, cansızları nesneleştiren yeniden üretim sürecinin dışına çıkmaya çalıştık. Şehrin iktidar ve piyasa bağımlısı meslek odakları tarafından dışlanmış, bastırılmış yüzünü keşfe çıktık.

NİSAN 2016 - XXI 18

SORU İŞARETİ

Bugün de Türkiye gibi ülkelerde mesleki alanda bağımsız bir alan bulunmadığı ya da güç odakları tarafından bastırıldığı için hayatı yenileyecek fikirlerin üzeri örtülüyor, özgürlükler kısıtlanıyor. Yalan makineleri haline gelmiş tek yönlü kanallarla başka alternatiflerinin olmadığını söylüyorlar, ellerindeki sopalarla kafamıza vurarak. Zayıfladıkça meşruiyetleri, giderek daha çok şiddet üretiyor güç sahipleri. Diğer taraftan da yarattıkları krizlerle, şiddetle, yıkımlarla iyice kendi kendisini yok eden bir yapıya dönüşüyor, iktidar bağımlısı kurumlar. Asıl sorun beyin ölümü çoktan gerçekleşmiş bu yapıyı dönüştürecek alternatiflerin henüz belirgin olarak ortaya çıkmamış olması. Sorun; filizlenen gelişmeleri, deneyimleri sürekli imha eden kurumsal işleyişlerin kendisini şiddet yoluyla yeniden üretmesi. Toplulukları tasarlama idealleri üzerine kurulan bu disiplin devleti ve onu yeniden üreten kurumlar çöktükçe, meşruiyetlerini kaybettikçe daha fazla baskı ve şiddete başvuruyor. Tanıdığım aklı başında çoğu kişi umudunu kaybetmiş durumda. Ama ünlü bir şairin eski zamanlarda söylediği gibi "yaralar çeşmeye dönüşür." Çünkü insanı insan yapan şey; yaşanan sorunlar ne olursa olsun, hayatı yenileme kabiliyeti. Belki de Buzul Çağı’ndan sonra ağaçlardan yere inen, ama ne yırtıcı hayvanlar gibi dişleri ne de pençeleri olan ve gene de hayatta kalmayı başaran ilk atalarımız gibi. Ömer Madra Açık Radyo’daki Dinleyici Destek Programı’nda şöyle bir espri yaptı: “Bahar geliyor, bahar da yasaklanabilir mi? Hayır, bahar yasaklanamaz!” Artık bu kadarı yeter. Daha başka şeyler yapmak lazım. Sorun yalnızca iktidar ve piyasa bağımlısı güç odaklarının gerçekleştirdikleri yıkımlar, yağmalar, haksızlıklar değil.

KORHAN GÜMÜŞ

Bugüne kadar yaşadıklarımızdan, gördüklerimizden sonra sanki hiç bir şey olmamış gibi davranmamız mümkün değil. “Elimizden bir şey gelmiyor, bunlar

bizi aşan, siyasal konular” diyenler belki de “başka bir şey yapmaktan” farklı bir şeyler anlıyor olabilirler. Belki de asıl sorun iktidarla onu inşa eden sembolik dünya arasında kurulan bu ilişkide. İktidarı yalnızca bir tercih gibi gösteren, onun bağımlı yapılar içinde nasıl yeniden üretildiğini görmezden gelen meslek insanlarının kafa karışıklığında. Onların direnmekten, mücadeleden anladıkları da bu nedenle yalnızca kendi iktidarlarını hedeflemekten başka bir şey değil. Oysa her alanda yapılabilecekler olmalı. Tıpkı yüzyıl başında bir taraftan otoriterleşme, faşizm, piyasa diktatörlüğü baş edilemez bir güçle her tarafı sarmış durumdayken üniversitelerin, bireylerden kalkarak entelektüel üretimin mucizevi bir şekilde kendilerini yenilemesi, mimarlıkta, sanatta büyük bir dönüşüm hareketinin yaşanması gibi. Bu deprem, kamusal alanı disiplinci kurumlara bırakan kapitalist toplumları derinden sarstı ve hala sarsmaya devam ediyor. Türkiye’de bu sarsıntı biraz farklı bir şekilde yansıdı. Entelektüel üretim yapan kurumlar ve kişiler kamu alanı deyince kendilerini iktidar alanında buldular, genellikle. Bu yüzden bu büyük sarsıntı yüzeysel sonuçlar yarattı. Örneğin akademya, neo-klasik programını kendi dinamikleriyle sorgulamadı. 2. Dünya Savaşı’nda Avrupa’dan gelen hocalar ve evrensel bakışa sahip olan akademisyenler dışında, üniversitelere iktidarın başucundaki kurumlar olma görevi verildi. Üniversitelerdeki her türlü özgürlük kısıtlanmaya çalışıldı. Bu yüzden entelektüel üretim, güncel mimarlık, sanat gibi konular filantropik kurumların içine hapsedilen, kitleleri ilgilendirmeyen lüzumsuz işler gibi algılanıyor, hala. Meslek örgütleri içinde mimarlık politikasına dair konular genellikle iktidarların rant tercihi gibi araçsallaştırıcı bir mantıkla ele alındığı için mekanda iktidar ilişkilerinin nasıl yeniden üretildiğinin üzeri örtüldü. Sorun yalnızca iktidarların tercihleri, bireylerin basmakalıp planlama pratikleri karşısındaki hukuku tanımama eğilimleri, çıkar çevrelerinin niyetleri üzerinden okunmaya çalışıldı. Mesleki kurumlarda entelektüel bir yeniden yapılanma gerçekleşmeden onarılamayacak olan bu çelişkinin üzeri popülist iktidarlarla seçkinler arasındaki bir karşıtlığa, bir simetriye dönüştürülerek örtüldü. Böylece iktidarı ve muhalefetiyle baskıcı, ayrımcı, bağnazlıktan beslenen disiplinci bir devlet koalisyonu oluştu. Bu işleyişi kabul etmeyenler, direnenler de karşılarında “İtiraz ediyorsunuz da ne oluyor, geciktirmekten başka bir şey yapıyor musunuz” diyen iktidar ve piyasa bağımlısı arsız ve pişkin meslek insanlarından oluşan bir taraf buldular. Ellerinde güç ve imkan olduğu için bu meslek pratiklerinin asıl muhatapları olan ve donanımsız, sermayesiz topluluklar daha çok ezildiler. Onların mağduriyeti de bir şekilde politik alana yansıdı, ama nedenleri görünmeyen, anlaşılmayan, perdelenen tepkiler olarak. Bu nedenle kamu kararlarının içeriğini oluşturan ve güç odakları tarafından gerçekleştirilen plan ve projelerde hala topluluklar için neyin daha


SORU İŞARETİ

doğru olduğunu söyleyen, çok bilen özne tavrı hakim. İstanbul’da, bilim ve sanat kurumlarının hemen yanı başında, “bilim adına görev üstlenen” kişiler tarafından gerçekleştirilen Tarihi Yarımada projelerinin neredeyse tamamında bu mantık hakimdi. Tehcir, yani zor kullanarak yer değiştirme yakın tarihimizde devletin sık sık başvurduğu resmi politikalarından biri oldu. Ağır silahlarla delik deşik olan Diyarbekir’in tarihi merkezi Sur ilçesinde de bu nüfus değiştirme politikasının bir örneği olarak 9 bin 200 binanın, yani tümünün, acele kamulaştırma kararı verildi. Bölgenin Afet Riskli Alan ilan edilmesi ise 2012 yılına uzanıyor. Belediye Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile bu tarihte bir protokol imzalamış. Şimdi kapsamına bakınca bunu nasıl yaptı diye insan merak ediyor elbette. Ya sonuçlarının farkında olmadığı ya da çözüm sürecinde oyunbozanlık yapmamak için. İktidarın Diyarbekir projesi ise akademyada hakim olan neo-klasik otoriter şehircilik anlayışının tıpatıp aynısı. Ağır silahlarla delik deşik edilen, büyük hasar gören Diyarbekir’ın tarihi merkezindeki kentsel dönüşüm projesinin detayları belli olmuş: 9 bin 200 yapı tarihi dokuya uygun olarak yeniden inşa edilecekmiş. Yasaya uygun olarak önce riskli alan ilan edilmiş, sonra acele kamulaştırma kararı alınmış. İnşa edilecek yapılar Diyarbekir’in mimarisine uygun olacak, yükseklikleri 4 katı aşmayacakmış. Sahabe mezarlarının olduğu tarihi yerler, din ve kültür turizmine kazandırılacakmış. 1 milyon 870 bin metrekare alanda Toplu Konut İdaresi (TOKİ) tarafından gerçekleştirilecek dönüşümde konuttan çok ticaret öne çıkacakmış. Nasıl İstanbul’da Tarihi Yarımada için “Burada yaşayan insanlar göçle geldiler, geçmişte burada yaşamıyorlardı.” diyerek insanları, çalışanları yerinden ediyorlarsa, Sur’da da aynısı söyleniyor. Yakılan köylerden canlarını kurtarmak için gelen insanlar, bu defa

da şehirlerde aynı duruma düştüler. Kiracılardan, işyeri çalışanlarından söz eden yok. Mülk sahipleri de şehrin dışındaki TOKİ konutlarına sürülecekmiş. Bölgede yaşayan yoksul insanlar yerinden edilecek, görünmez kılınacak. Onların yerini bu dönüşümden istifade etmek isteyen, nemalanan kesimler alacak. Bu topluluk devlet gücünü arkasına alarak iş gören ayrıcalıklı kişilerden oluşacak: Devlet memurları, iktidara yakın esnaf, imkan sahibi olan kişiler… Şunu sorabilirsiniz, haklı olarak: Bir taraftan hayatlar söndürülürken nasıl bu hayaller kurulabiliyor, felaket bir dönüşüm fırsatı olarak görebiliyor? Oysa şaşıracak bir şey yok. Bu dönüşüm Süleymaniye’deki, Sulukule’deki ya da herhangi bir başka yerdeki işleyişten hiç farklı değil. İktidarların şehircilik deneyimleri, otoriterleşmenin nasıl gerçekleştiğini hem gizliyor hem gösteriyor. Başta da işaret ettiğim gibi, iktidarın yeniden üretimini yalnızca onun sembolik alanına izole etmek, mekan pratiklerinden ayrıştırmak bu örtme çabasının bir uzantısı. Her koşulda bilginin iktidar gücünü arkasına alarak din gibi itaat edilmesi gereken bir şey olmadığını, insanları nesne değil özne haline getirecek sürekli bir deneysellik, ilişki, sorgulama gerektirdiğini anlamadan bu ülkede insanlar rahat yüzü görmeyecek. Koşullar ne olursa olsun şehirlerle, yaşam çevreleriyle ilgili deneyimlerin özgürleştirilmesi için çaba göstermek gerekiyor. Hayatı yenileyecek kanalların açılması için muazzam bir deneyim birikimi var karşımızda. Öğrenilmesi, üzerinde çalışılması, ders çıkarılması gereken… Ancak o zaman hayatın barış içinde filizlendiğine tanık olabiliriz. Yoksa haram olacak bütün baharlar gibi bu bahar da bize...

19 XXI - NİSAN 2016

Diyarbekir Surları; fotoğrafçı: Mehmet Masum Suer, © Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi


NİSAN 2016 - XXI 20

EX LIBRIS

"Alternatif"in Tahayyülü ve Kuir Performativitesi YAZI: ECE YOLTAY Kapitalizmin 1970'ler New York'unda yarattığı ekonomik krizin akıbeti, terk edilmiş endüstriyel binaların ve mülkiyetleştirilmeyi bekleyen kent parçalarının belediye tarafından müzayedelerde satılığa çıkartılmasında okunur. Sermaye üretimini ve dolaşımını sağlayan yapıların atıllaşmasını giderecek çözümün, onların değişim değeri üzerinden kurulması mekan ve sermaye politikaları arasındaki ilişkinin tezahürüdür. David Harvey mimarın günlük hayattan türeyen koşullar ve bilinç şekilleriyle toplumsal olarak kurgulanmış bir rol üstlendiğini söyler. Bu yüzden mimar, kapitalist kentleşmenin hem ürünü hem de üreticisidir. Fakat mimar alternatifi tahayyül ederek, farklı olanı arzulayarak, düşleyerek ve düşünerek edimsel bir yolla "konumsallığını" (positionality) ve "mevkilenmişliğini" (situatedness) yeniden üretebilir. Böylesi bir edinimin ve tahayyülün travmatik olaylar ve toplumsal çöküşler içinde vuku bulma potansiyeli, radikal devrimci bir kopuşla değil uzun süreli bir devrim perspektifiyle gerçekleşebilir. Harvey, zihinsel ve bedensel üretimin bölünmüş / parçalı ilişkilerinin derinleşerek gündelik hayatın her alanına sirayet edişinin ancak parçalı yapılar arasında diyalektik bir bağlantı

kurularak giderilebileceğini söyler. Fakat alternatifin tahayyülü için "zihinsel cesarete" sahip olmak, kapitalistlerin dünyayı yeniden üretme cesareti ve enerjisi karşısında ne kadar mümkündür? Harvey, bunun için bir mimarı işçi arıdan ayıran "gerçek hareket"e ihtiyaç olduğunu söyler. Onun "beşinci kol" veya "yıkıcı fail" diye tanımladığı bu bozguncu performatiflik ancak kendi uzam ve zamanının tipik sınırlarının ötesinde, daha entegre tarihi-coğrafi değişim süreçlerinin yaratımıyla sağlanır. New York City'deki, bugün SoHo diye adlandırılan tarihi endüstri alanının, Gordon Matta-Clark'ın da içinde bulunduğu bir grup sanatçı tarafından işgali, 1970'ler New York'unda alternatifi tahayyül etmenin pratiğini sundu. Yaşanılan krizin boşalttığı yapı ve sokaklar, Michel Foucault'nun ifadesiyle "sözü kurutan, sözcükleri yol ortasında bırakan, gramerin olabilirliğini kaynağında sorgulayan, mitlerimizi dağıtan" birer heterotopik mekana dönüşmüştü. Clark'ın sanatının heteroklit boyutunu ayyuka çıkaran o "gerçek hareket" Phillip Johnson'ın yönettiği Institute for Architecture and Urban Resources, Ideal as Model başlıklı sergide gerçekleştirdiği performansta daha net okunur. "Mimarlığın geleneksel dilini reddeden" ve kuşaklarının "devrimci"

mimarları olarak anılan Richard Meier, Peter Eisenman, Charles Gwathmey ve Michael Graves gibi isimlerin ancak yüksek alım gücü gerektiren mimari ürünlerinin maketlerinin sergilendiği salonunun pencerelerinin arasına, kentin terk edilmiş, bakımsız yapılarının fotoğraflarını asması ve sonrasında pencere camlarını hedef alarak ateş etmesi, piyasa ekonomisine bağlı sanat ve mimarlık anlayışının, kapitalist düzenin "hayvani enerjiyle" kendini yeniden, durmadan üretmesine karşı saldırgan bir başkaldırıdır. Harvey toplumsal hayatın antikapitalist örgütlenmesi için kapalı ve korumalı bir alternatif olasılığın tahayyülü değil, evrensel failliğin şart olduğunu belirtir. Çünkü her mekansal ve zamansal sabitleme, anti-kapitalist bir ideolojinin ya da pratiğin ürünü olsa dahi kendi iktidar odağını ve hiyerarşisini yaratmakla karşı karşıya kalır. O, tikelden evrensele yönelimde analizlerini bir üst boyuta taşıyarak herhangi bir radikal alternatifin somutlandıkça başarılı olabilmesi için kapitalizmi örnek alması gerektiğini söyler. Kapitalizmin devrimci saiki karşısında oluşturulacak alternatif, ancak onun kadar köklü ve sürekli değişim ile mümkün kılınır. O alternatifin, toplumsal-uzamsal olanın güvenli sabitliği ve yenilikçi esnekliği

arasında diyalektik ilişki kurulmasıyla ve "sürekli devrim" yolu ile gerçekleşeceğini söyler. Bu devrimin aktörleri, Harvey'in kolektif kimlikler diye tanımladığı, Butler'ın ise anonim bedenler diye açıkladığını, "militan tikelcilik"e karşı kişisel ve siyasal olanı daha geniş insan eylemi alanına evirecek olanlardır. "Sürekli devrimi" sağlayacak o hareket, bir performanstan öte; ifade ettiği, dışa vurduğu, ortaya koyduğu şeyi aslında fiilen oluşturduğu için bir performatife dönüşür. Judith Butler bu dönüşümü, bedeni iktidara tabi kılan imleme pratiğini ve onun münferit asimetrik karşıtlıklar üzerine kurduğu cinsiyetlendirilmiş bedenini


karşı sayfada altta: Conical Intersect, Gordon Matta Clark, 1975

ontolojik ve epistemolojik temeline, hem de sermaye odaklı üretim politikalarına başkaldırıdır. O, yüzeyleri ve strüktürü üzerinde delme, kesme, yırtma, aralama, koparma işlemlerini uyguladığı binaları ve kentin yapılı çevresinde arta kalmış metaforik boşlukları (1 ft'lik kaldırım parçası, kaldırım taşı ya da oluk gibi mülk edinilmemiş yerler) bir tasarım nesnesi olarak yeniden üretir. Mekan üretimindeki edimleri ve nitelikleri, mimarın faillik sorununu yeniden formüle ederek tersyüz eden Clark, boşlukları sınırlarla tariflemek yerine; yüzeyler üzerinde yarattığı delik, aralık, yırtık tariflerinden boşluklar oluşturur. Onun binalar üzerindeki delme, kesme, aralama, koparma hareketlerinin stratejik birer faillik üretmesi, Butler'ın kimliksiz bedenlerinin kuir performativitesiyle aynı amaçları taşır. Bu yüzden mekanın ve yapısal bileşenlerinin ifşa sürecinin performanstan çok, yüzeyin ötesine geçerek mekanın

erişilebilirliğini ve görünürlüğünü sağlıyor oluşu aslında birer performativitedir. Clark'ın kentin atıl fakat mülkiyetleştirilmeyi bekleyen mekanlarını seçmesinin birer zorunluluk olmasının ötesinde, simbiyotik bir ilişki olarak tanımladığı kabul görme ve beğenilme alanına mesafeli duruşunu da sağlar. Onun yaratmak istediği şey kalıcı ve kataloglanmış bir tasarım nesnesinden öte mekansal sınırların değişkenliği ve geçiciliği üzerinden algıyla oynamaktır. Tahakküm ilişkileri içinde beden veya mekan üzerindeki tüm sabitlemelerin uysallaştırıcı ve uzlaştırmacı yöntemlerine karşı “dinamik hacimler” üretmenin yöntemlerini arar. Clark bunu, boşluk ve yüzey arasındaki ontolojik ilişkinin canlandırılmasıyla yarattığını söyler. Derdi, Butler'ın cinsiyetlendirilerek ayrıksallaşan bedenlerde yaptığı gibi sınırların otobiyografisini ifşa etmektir. Clark

beden mefhumunu münferit kılan sınırların zayıflığı gibi mekanı sınırlayan yüzeylerin de narin ve kırılgan olduğunu söyler. Dokunulmaması gerekene boylu boyunca açılan yırtık, yapının strüktürel otobiyografisini okuturken gözün bir mekandan ötekine aralıksız akan hareketinin yarattığı haz, mekanın fenomenolojisini yeniden üretir. Clark yarattığı yüzey yarıklarıyla mekansal sınırları sağa-sola, yukarı-aşağı esnetir. Münferit asimetrik karşıtlıklar üzerinden tanımlanan iç-dış, yukarıaşağı, bölücü-taşıyıcı sınırlar üzerinde böylesi bir müdahale, mekanın ontolojisini ve epistemolojisini yeniden üretecek kuir performatifliği üretir. Clark, Art Magazine dergisinde yayınlanan bir söyleşide, kendisine yöneltilen "Mesleğini icra eden bir mimara ve insanlığın sorunlarını çözmekle tüm uzmanlığa taban tabana zıt bir ideolojik konum almanın endişesini duyuyor musunuz?"

21 XXI - NİSAN 2016

sorunsallaştırarak ele alır. Butler performativiteye dair kalıcı kimlik denilen fantazmatik etkinin siyaseten zayıf bir inşa olduğunu söylerken, her türlü kimlik siyasetine dayalı tözel edimlerden uzak durulması gerektiğini söyler. Çünkü bedenin imlenerek sınırlandırılması onu neyin teşkil ettiğini tanımlayan tabuları ve kodlamaları normalleştirdiğinden, kimlik üzerine kurulan her siyasi edim, paradoksal bir biçimde iktidar olana tabi kılınır. Öte yandan Butler, evcilleştirilmiş eylem ve devinimlerin aporetik1 yapısı içinde beden mefhumunun, onu münferit kılan sınırlar için tehlike oluşturduğunu söylerken, tahakküm ilişkilerinin kuşatması altında olan bedenin daima parçalanmaya da tabi bir hacim olarak yorumlanması gerektiği tezini savunur. Clark'ın, anarşist ve mimar dahil olmak üzere her türlü kimliği reddeden bedeni ve sermaye politikalarına saplanıp kalmış New York binalarına yaptığı müdahaleleri hem mimarlığın

EX LIBRIS

bu sayfada solda: Office Baroque, Gordon Matta Clark, 1977 altta: Clark’ın işlerinde “performative” arka sayfada üstte solda ve ortada: Splitting, Gordon Matta Clark, 1974 üstte en sağda: Day’s End, 1975 altta: Datum Cut, 1973


EX LIBRIS

sorusuna cevaben, monolitik, idealist problem çözmenin, modernitenin uluslararası üslup ile hızla çoğalan meseleleri ve savaş sonrası Amerikan emperyalizminin yarattığı sorunların başarısız birer yöntemi olduğunu söyler.2 Sanatın etik ve estetik sınırlarını zorlayarak sıfırdan var etmek veya yoktan yaratmak yerine mevcut olanın heteroklit boyutunu yeniden üretmek gerektiğine inanır. Bu, hem Butler'ın hem de Harvey'in bir mücadelenin başarısı için gerekli gördüğü "sürekli devrim" hareketinin sabit ve durağan bir kimlik ve performatiflik içinde değil, kendini sürekli üreten altüst edici tekrarını içermelidir. Butler bunun için militan tikelciliğe mesafeli durarak yerel müdahale imkanlarını da olumlamak gerektiğini söyler:

Yapmamız gereken iş her imkanı bir imkan olması nedeniyle yüceltmek değil, halihazırda mevcut olan ama kültürel olarak idrak edilemez veya imkansız addedilen kültürel alanlarda mevcut olan imkanları yeniden betimlemektir. Artık kimlikleri siyasi kıyasın öncüleri olarak sabitlemekten ve siyaseti bir dizi hazıryapım öznenin çıkarlarından türeyen bir dizi pratik olarak kavramaktan vazgeçersek, siyasetin yeni bir biçimlenimi eskisinin enkazından mutlaka doğacaktır.3 Clark konjonktürün mümkün kıldığı altüst edici tasarım stratejisini, sorunsallaştırdığı alan üzerinden kurgularken elbette tasarladığı ürünün ömrünün uzun olmasını ve yıkılmadan kendi mekansal sabitliğini korumasını beklemiyordu. Fakat yaşanılan

ekonomik krizin kentin mekanları üzerinde kurduğu tahakküm karşısında, Clark'ın tasarımının nesnesi ya da mekanı kıldığı kentsel parçaları işgal ederek dönüştürmesi anlamlıdır. O, kentin mekansal boşluklarının veya atıl mekanlarının anarşist ve bir o kadar da saldırgan bir yaklaşımla geçirdiği başkalaşımın taşıdığı metaforik anlamı "uygulanabilirliği her zaman düşük düzeyde olan kişisellik, özel mülkiyet ve soyutlama durumuna bir tepki"4 olarak okunması gerektiğini söyler. O'nun "piyasa odaklı sanat dünyasınca marjinalleştirilen ve görmezden gelinen sanatı"5 durağan ve sabit olan kentin terk edilmiş mekanlarının kuir üretiminin karşılığıdır. Notlar: 1 Maduniyet (subordination) bedeni özneleştirirken aynı zamanda onun failliğini de üretir. Butler, maduniyete karşı koyacak herhangi bir çabanın da kaçınılmaz olarak bu maduniyeti

NİSAN 2016 - XXI 22

baştan varsayıp yeniden üreteceğini söyler. Dolayısıyla bedeni kimlikleştiren iktidar hem madun olmayı hem de direnmeyi içerebilir. Bu formülasyonda iktidar salt özne üzerinde faaliyette bulunan (act on) ve onun varlığı konusunda hüküm veren (enact) şey değil, öznenin etkisiyle ortaya çıkan şeydir. Özneyi üreten ve özneden ve onun failliğinden üreyen iktidar, bu ikirciklilik alanında Butler'a göre hem özneye dışsaldır, hem de tam anlamıyla öznenin mekanıdır. 2 Gordon Matta-Clark. İstanbul: Lemis Yayınları, 2012, s. 66. 3 Judith Butler. Cinsiyet Belası, İstanbul: Metis Yayınları, 2005, s. 241 4 a.g.e., s. 55. 5 a.g.e., s. 1. Kaynakça: - Matta-Clark, Gordon. (2012), İstanbul: Lemis Yayınları.

- Butler, Judith. (1997), The Psychic Life of Power: Theories in Subjection, Stanford University Press. - Butler, Judith. (2005), Cinsiyet Belası, İstanbul: Metis Yayınları. - Harvey, David. (2002), Spaces of Hope, Edinburgh University Press. - Foucault, Michel.(1973), The Order of Things: The Archaeology of the Human Sciences, New York. - Unger, Roberto Mangabeira. (1987), False Necessity: Anti-Necessitation Social Theory in the Service of Radical Democracy, Cambridge Press.



Rastgele Düşünceler "Bu, şunu öldürecek. Kitap, mabedi öldürecek." Victor Hugo Eray Çaylı’nın geçen ayki mimarın politik sorumluluğuna değinen Zincirleme Reaksiyonlar metninin devamı niyetine... Paris’teki 1830 Devrimi esnasında yazmaya başladığı Notre Dame’ın Kamburu romanında Victor Hugo, Başdiyakoz’un kişiliği üzerinden mimarlık ve onun ortadan kayboluşu üzerine birtakım fikirler geliştirir. Başdiyakoz’un 1482’de yaptığı monolog ilk bakışta kilisenin temelinde yatan dogmaların ve hegemonyanın aşınışının tanımı olarak okunabilir. Oysa Hugo’nun bunun altında yatan asıl fikri mimarlara yönelik bir uyarı olarak da görülebilir. Zira Hugo için fiilen romanın ana karakteri katedralin kendisiydi.

ZİNCİRLEME REAKSİYONLAR

Tıpkı Georg Wilhelm Friedrich Hegel gibi Hugo da mimarlığı sanatın zirvesine yerleştiriyordu. Mimarlığı, insanlığın tarihini barındıran bir kitap olarak tahayyül ediyordu. 6000 yılı aşkın bir süredir taşlar, kolonlar, alınlıklar düzeni ölümsüzleştirmek adına biçimlendiriliyordu. Anıtlar, kullanılan alfabeye, peyzaj içinde yerleştikleri konuma göre tarihi olayların kayıtları ve sosyal hiyerarşinin koruyucusuydular. Mimarlara atfedilmiş bu "ilahi" misyona rağmen unutmamalıyız ki atalarımız asaletin ve teokrasinin kulu kölesiydiler. Meslek, birtakım özel elitle sınırlıydı ve diğer elitler için çalışıyorlardı.

NİSAN 2016 - XXI 24

Bu bağlamda, matbaanın eleştirel düşüncenin yükselişine olanak tanıması, mimarlığın tekrar biçimlenmesinde de önemli bir rol oynadı. Merkezden kontrol edilen fikirlerin parçalanmasıyla mimarlık, asaletten ve teokrasiden alınıp yavaşça burjuvaziye doğru yöneldi. Bu iktidar değişimi yüzyıllar içinde daha yatay, herkes tarafından erişilebilir ve herkese hizmet etmeye hevesli bir mimarlık mesleğinin ortaya çıkışına neden oldu. En azından neoliberalizmin baskısı altında sosyal devlet nosyonunun buharlaşmasına dek, beyaz yakalılar tarafından "herkes" için üretilen, politik olarak angaje bir mimarlık.

SINAN LOGIE

Bugünlerin yeni hegemonik sistemi mimaride politik angajmana çok az alan bırakıyor. Mimarlar "beyaz yakalılar" ile "mavi yakalılar" arasında bir "gri yakalılar" statüsüne geçtiler. Bu yeni konum, çok da büyük bir sorun değil. Ama mimarlar kendilerini üretme ve tanımlamada yeni yollar keşfetmek zorundalar. "Başarı" ve "sonuca varma" mitleri hala daha, parlak kağıtlı dergilerde, süslü renderlerde ya da ödüllerde aranmamalı. Mimarlar kendileri için olası tek geleceği bağırlarına basmalılar, aşırı nitelikli "mavi yakalılar" olacaklar. Bu değişim, ‘’beyaz yakalı’’ ve rekabet dolu bir ortamdan ‘’mavi yakalı’’ ve dayanışmanın var olduğu bir alana kaymaları anlamına geliyor. Bu da yeni strüktürlerin hayal edilmesini gerektiriyor.

Mimaride strüktürler binaların yerçekimine karşı silahları ve aynı zamanda onun programatik stratejileridir. Daha genel bir çerçeveden bakıldığında strüktürler, soyut öğelerden oluşan bir yığın içinde karmaşık organizasyonlar üretir ve onlar arasındaki ilişkileri, yani kuralları tanımlar. Sistemler, sabitliğin ve dayanıklılığın var olmadığı ve hatta bu terimlerin içinde yer alamayacağı ya da hayatta kalamayacağı alanlarda bile onları sağlamak adına strüktürleri uygular ve çoklar. Strüktürler uyumun sağlanmasında esastır ki bu uyum bir grup öğe arasında sabitlik olması manasına gelmez. Doğada, isterse çağdaş dünyada bile olsa, öğeler kapalı mıntıkalar içinde yaşamaz, kendilerini durmaksızın tekrarlamazlar. Strüktürler elektronların çarpışma hızıyla ve iletişim ağlarıyla birbiriyle çarpışır ve birbirlerini dönüştürürler. İnsanlık her zaman doğal strüktürleri inceleme ve sınıflandırma, onları kararlı bir sisteme dahil etme arzusuna sahipti, bunu da ekosistem olarak adlandırdı. Doğa bir sistem değildir; çok hızlı bir şekilde kendi kendilerine ve birbirlerine uyum sağlayan, sonsuz oluş halindeki strüktürlerden, yani yaşamdan mürekkep bir yığındır. Sistemler, insanların strüktürleri mekan ve zaman içerisinde bir grubun kurallarını diğerine uygulamak adına ölümsüzleştirmek için uydurduğu soyut şeylerdir. Strüktürler gerçektir ve gerçek kavramlar yaratırlar. Sistemlerse soyuttur ve kişisel çıkarlara hizmet ederler. Akışkanlar genellikle ısıl ya da hijyenik konforun yapıların içine aktarımında kullanılır. Bir hissiyat ya da kavram olarak akışkanlık ise mimaride bedenleşebilir, tasarım sürecinde uygulanan "strüktürel numaralarla". Akışkanlar evrendeki en yaygın madde haline aittirler. Belirli bir formları yoktur ve kendilerini katı maddelerden çok daha hızlı bir şekilde etraflarındaki bilgiye göre uyarlarlar. Dinamik becerileri sayesinde akışkanlar her zaman iki nokta arasındaki en kısa yolu bulur, topoğrafyayla yerçekiminin müziği eşliğinde dans ederler; ebedi hareket ve dönüşümleri nedeniyle sistemler üretmezler. Farklı akışkanlar birbirleriyle karıştırılarak yeni nitelikler kazanabilir ve bu sayede daha etkili olabilirler. Strüktürler farklılık ve kategoriler, yani sınırlar yaratırken akışkanlar öğeler arası süreklilik izleğini takip ederek bilgi taşır, strüktürleri birbirine bağlarlar ki değişim olasılığı gündeme gelebilsin. Strüktürler mekanı inşa ediyorsa akışkanlar da zaman algımızı dönüştürüyor. Mimarlığın çağdaş dünyamızda zor bir konumu var; aynı anda hem anlık kullanımı destekleyebilecek kadar sabit hem de gelecekteki davranışlar ve çevredeki hızlı mutasyonları izleyebilecek kadar akışkan strüktürler oluşturmalı. Bunun sadece mimarlığa özgü bir meydan okuma olduğu


ZİNCİRLEME REAKSİYONLAR

yanılgısına düşülmesin; bu diğer tüm strüktür yaratan alanlar için de geçerli. Akışkan strüktürler yaratmak, sadece niceliksel olarak değil, verdiği hisle de konforlu hissedebilecek kadar cömert bir mekan kavrayışıyla uğraşmak demek. Alt-mekanlara, bina içinde bağlantılar ve bilgi yolları kurmaya, her bir yer değiştirmede algılarımızı değiştirerek bir akışkanlık hissi vermeye odaklanır. Akışkan bir strüktürün içinde gezinmek, adeta kendimizi sürekli değişime, kararsızlığa hazırlamak gibidir. Akışkan strüktürler bir sisteme dönüşemez çünkü kendi özlerinde gelecek dönüşümlerinin tohumlarını saklarlar, kendilerini mutasyona uğratmaksızın çoklanamazlar. Akışkan strüktürler, sonu gelmez bir dönüşüm süreci arzusuyla strüktürün kendisini değiştirmek için gerekli potansiyel gücü bir gruptaki her bir birime verir, bunu yaparken de diğer öğelere de saygılı davranır: bir bireyin topluluk içinde düşüncelerini ifade etme özgürlüğüne, demokrasinin ifadesine... Bu metin hayranı olduğum kişilere adanmıştır: Herkes için Mimarlık, Plankton Project ve Düzce Umut Atölyesi’nin tüm gönüllülerine... Dayanışma ve sevgiyle…

25 XXI - NİSAN 2016

Akışkan yapılar faz1 (1998)


Yoksula Şiir... 2016 PRITZKER MİMARLIK ÖDÜLÜ’NÜN SAHİBİ ALEJANDRO ARAVENA, KÜRESEL KONUT KRİZİ VE KENTSEL İYİLEŞTİRME PROJELERİNDE ARADIĞI CEVAPLAR VE ÜRETIMDEKI SOSYOEKONOMİK FARKINDALIĞIYLA DIKKAT ÇEKIYOR. AMA ÖTE YANDAN KONVANSIYONEL MIMARLIK PRATIĞINI SAVUNANLARI DA BU YÖNÜYLE KARŞISINA ALIYOR. İHSAN BİLGİN, MİMARIN ROLÜ VE SOSYAL KONUMUNU BU TARTIŞMA EKSENİNDE YENİDEN YORUMLADI.

NİSAN 2016 - XXI 26

GÜNCEL

ı. wallersteın’in kapitalistleşme/modernleşme kronojisiyle de örtüşen "dünya ekonomik sistemi" ve şeması

"Siyasi doğruculuğun mimarlığı ele geçirme süreci tamamlandı: Pritzker, beşeri çalışmalara verilen bir ödüle dönüştü...” Patrick Schumacher'in Alejandro Aravena'nın Pritzker Ödülü alması üzerine yaptığı sosyal medya paylaşımı. İhsan Bilgin Mimarlık, yaklaşık yüz yıldır dünya ekonomik/siyasal/sosyal krizlere girip güvensizleştikçe kendi sosyal konumunu ve rolünü sorgulayıp yeniden tanımlıyor. 20. yüzyıl başının avangart ütopyacı iklimi marksizmin Sovyet devrimiyle hayatiyet kazanmasından da beslenince mimarlık, egemen ekonomik, siyasal ve ideolojik odaklardan özerkleşip kendine mağdur emekçi sınıflarla ilişki içinde yeni bir tarihsel sosyal rol edinebileceğini sanmıştı. Ancak bunun gerçekçi bir beklenti olmadığını hatırlatan önce Sovyet devletinin revizyonizmi oldu; Lenin ertesinde sınıfsız toplum hayallerinden hızla vazgeçilip polisli/ordulu/bürokrasili bir devlet sosyalizmine alelacele razı olunmuştu. Bu biçimiyle resmi devlet sosyalizminin arayış içindeki mimarlara vaat edecek şeyi de kalmamıştı. Yeni soluk, yüzyılın ortalarındaki Çin devriminden geldi. Çin, devrimin ertesinde, meşruiyetini

kapitalizmle tutuştuğu ekonomik verimlilik yarışındaki performansa bağlamış bu resmiyetle bağını koparıp 3. Dünya adını verdiği, kürenin geç kapitalistleşme/modernleşme süreci içindeki coğrafyalarının liderliğine talip yeni bir siyasal misyon edindi. Çin’in liderliğindeki bu yeni blok, gecikmiş kapitalistleşmeden ibaret değildi; Küba, Kore, Vietnam, Güney ve Orta Amerika gibi kapitalizme meydan okuyan sosyal ve siyasal mücadeleleri de içererek kapitalizm karşıtlığını da barındırıyordu. 1. Dünya kapitalizminin arayış içindeki muhaliflerini de uyaran bu yeni enerji, Çin menşeli “Kültür Devrimi”nin o kültüre taşıyıcısı aydınlarla birlikte özerklik değil, baskı getireceğinin anlaşılmasıyla birlikte 1.Dünya’daki aydın müttefiklerini hızla yitirdi. İşte bu müttefiklerin bir kısmı da kapitalist (1.Dünya) ve devlet sosyalisti (2. Dünya) ülkelerin inşaat sektörü reformlarının aynı kapıya çıktığını fark etmiş, yenilenme arayışındaki mimarlar ve sosyal reformistlerdi. Sovyetik bloktan ekonomik determinizm, Çin’den de kültür devriminin hoyratlıkları nedeniyle beklentilerin çekildiği noktada,

kapitalistleşmekte olan güneyin yoksullarının Amerika’dan Asya’ya, Afrika ve Orta Doğu’ya kitleselleşen yeni barınma ihtiyaçlarına yanıt veremeyen formel kapitalist konut piyasalarına alternatif dayanışma pratikleriyle ürettikleri enformel gecekondu pratikleri de hayal kırıklığı içindeki mimarlık çevrelerinin gündemine girdi. Filipinler’in başkenti Manila için açılmış mimari yarışma, 1970’lerde mimarların bu dayanışma pratiklerine katabileceklerinin küresel ölçekte sınanması bakımından mihenk taşı olmuştu. Bu entelektüel kanalın beslendiği akademik kaynak sadece sosyal reform angajmanlı BM teknokratı John F. Turner vb. değil, aynı zamanda da günümüz dijital dünyasının oyuncağı şekil gramerlerinin potansiyelini o günlerden sezmiş matematikçi Christopher Alexander’dı. Alexander, yapılı çevreyi kuran popüler unsurlardan dil üretmenin yolunu arıyordu. Mehmet Adam, Erhan Acar, Yıldız Sey, Atilla Yücel gibi akademisyenlerin bu sosyal angajmanlı eğilime yönelimine rağmen Türkiye’nin gecekondu pratiği, küresel gündemlere hakkıyla yansımadı. Ama Türkiye’nin

gecekondu pratiği en özgün yazınsal ürününü akademik alanda değil, 1980’lerde edebiyatta Latife Tekin’le verecekti; Tekin’in söylemi beklenebileceği gibi köy romanı çıkışlı sosyal gerçekçi dilin değil, dünyanın Gabriel Garcia Marquez’le tanıyıp “büyülü gerçeklik” diye adlandıracağı masalsı dilin ürünüydü. Konumuz mimarlığa dönecek olursak; Zaha Hadid’in ortaklarından Patrick Schumacher’in sosyal angajmanmimari proje-inşaat dili karşıtlığı üzerinden açtığı tartışmayı, zamansızlığıyla boşa çıkaran sadece eninde sonunda 1960’larda yapısalcılık tarafından tarihe gömülmüş o çoktan köhnemiş biçim-içerik ikilemini canlandırması değil; sosyal sorunbiçim angajmanlarıyla motive olduktan sonra benzer yerlerde buluşan J.F. Turner-C. Alexander buluşmasının yakın tarih tortusuna kapalılığı da değil. Ötesi; daha bize gösterdiğini önce kendi dikkatinden kaçırıp görmesini engelleyen temel bir zaafı daha var. Kanımca tam da muhtemelen kendi biçim angajmanının perdelemesiyle, daha konuyu açarken çoktan ıskaladığı şey Pritzker ödüllü Alejandro Aravena’nın Şili İnquiquie’deki Quinta Monray


aldo rossı, chıetı öğrenci merkezi

GÜNCEL

aldo rossı, gallaratese

27 XXI - NİSAN 2016

alejandro aravena, quınta monray / fotoğraflar: elemental

projesiyle mimarlığa kayda değer katkısı. Anlatayım: 20. yüzyıl ortasındaki ilk postmodern dalganın beslendiği yegane enerji 3. Dünya’nın siyasalsosyal hareketliliği değildi. Kapitalist dünyanın ABD kaynaklı popülizmiyle Avrupa kökenli elitizmi de mimarlığı yenileyecek enerjiler üretiyordu. Dönemin en kayda değer mimarientelektüel çıkışı olan İtalya kökenli Yeni Rasyonalizm, tarihten süzülüp hafızaya yerleşmiş inşai-mimari biçimler dağarcığını aklın buyurgan kategorilerine teslim etmeyip şiirsel bir dile devşirip özgülleştirerek mimari dile de yeni bir soluk getirmişti. O zamanlar esasen 3. Dünya çıkışlı bu sosyal dayanışma kanalıyla Akdeniz kökenli bu mimari hafıza kanallarının yolları o zaman kesişmemişti. İşte Alejandro Aravena’nın kayda değer projesi Quinta Monray’ı özgün kılan da sadece aşikar sosyal angajmanı değil; o angajmana,

yalınlıkları kadar dramatik mübalağalarıyla da Rossiyen Akdenizli lirizmini bunca yaradan sonra yeniden üreten bir tutumun ifadesiyle tutunarak mahalleyi ortaya çıkarması olmuş. Böylece aydınca bir şiirselliğin yoksulluk gerçeğine, 1. Dünya duyarlılığının 3. Dünya’ya değemeyeceğine dair sağ ve sol ideolojileri tutucu vasatta buluşturan uzlaşmayı da boşa çıkarmış ki sırf aşılmaz sanılan böylesi ideolojik manialara meydan okuyan tarafıyla bile, mimarının taçlanmayı fazlasıyla hak ettiği kanısındayım. Bu kaynaşmaya kapalılığı pozisyon bellemiş sevgili Patrick’le taraftarlarına da konformist şekiller dünyalarında oyalanmak düşecek artık.

* Bu yazı XXI Mart sayısında yer almak üzere yazılmış, ancak takvim uyuşmazlığı nedeniyle bu sayıda yayınlanmıştır.

alejandro aravena, quınta monray


Mühendislik, Tasarım ve İktidar

kanalı gibi çalışıyor. Tasarımcı topluma angaje olan, yenilikçi düşünmeyi araç edinen bir birey olarak tasvir ediliyor. Mutlaka önce insanı düşünürler. Tasarım okullarımızdaki tartışmaları dinlerseniz; tüm kötü şeyler üretilmiş, ancak tüm iyi şeyler tasarlanmıştır. Tasarımla mühendislik arasındaki ikilik, uzmanlaşma niteliklerini belirginleştirmeye ve ayrıştırmaya yardım ederek tarihsel bir amaca da hizmet eder. Ama mühendisliğin yaptıkları zaman zaman felaketle sonuçlanmış olsa da en azından tarih onlara dönüp bakılabilecek önemli dersler verdi. Hataları o kadar ciddi ki okul kitaplarında “nasıl mühendis olunmaz” örneklemleri olarak yer alıyorlar. Ve biz de tasarımcılar olarak bu derslere dikkat kesilmeliyiz. Tasarımcılar mühendislerin hatalarından neler öğrenebilirler?

KÜÇÜK MÜDAHALELER

Mühendislerin işleri tasarımcılarda karmaşık duygular uyandırır. Mühendisler önemlidir, iktidara sahiptirler ama aynı zamanda kendilerine kötü bir şöhret de kazandırmışlardır. Hatta tasarım, kimi zaman mühendisliği kendinin anti-tezi olarak kurgular. Gerçi, tasarım mühendislik disiplini dışında geliştiğinden bu o kadar da garip olmayabilir. Tasarım mühendislikle arasına mesafe koyarak onu, kullandığı akılcılık sebebiyle dünyaya hitap etmenin kısıtlı bir biçimi olarak görür. Tasarımda “işlev” geleneksel olarak estetik bir nitelikken mühendisliğin işlevi sıkıcı derecede rasyoneldir.

NİSAN 2016 - XXI 28

Tasarımcılar mühendislerin gerçek güzelliği anlayamadığını ve alışılmışın dışında düşünemediğini söylerler. Günümüzün karmaşık sorunlarının yaratıcısı mühendislerken çözüm, tasarım odaklı düşünme becerisiyle tasarımcıdan gelir. Mühendislerle karşılaştırıldığında tasarımcılar daha havalı ve çağdaştırlar, oysa mühendisler geçmişten kalma bir türdür adeta. Tarihsel perspektifte de mühendislik kötü şanından kendi mesuldur, en azından tasarımla ilişkisinde bu böyledir. Totalitarizm, sanayileşmiş savaş hali, toplama kampları, atom bombası ve hatta bugünün iklim değişikliği gibi son yüzyılın radikal kötülüklerinin iplerini çözüp onları serbest bırakan da mühendisin modernlik, akılcılık, verimlilik üzerine kurulu teknokratik düşünme biçimi değil miydi? Peki ahlaki yaklaşıma ne demeli? Mühendisler yaptıklarının sorumluluklarını alamayacak kadar dar görüşlü sanki. Şeytani diktatörler tarafından kolayca kandırılıyorlar ve rasyonel düşünme biçimleri ürettikleri herhangi bir şeyin sonucunu etraflıca düşünmelerine olanak tanımıyor. Mühendisler silah, hava kirliliği, gözetim ve diğer kötülük nesnelerini mutlulukla üretiyorlar.

OTTO VON BUSCH TASARIMCI

Öte yandan tasarımcı her zaman iyi. Tasarım dergilerinin çoğu, dünyada tasarımın ne işe yaradığını eleştirmektense tasarım pratiğinin propaganda

Kabaca söyleyecek olursak, mühendisin bakış açısı aydınlanmanın mantık ve akılcılık ideallerinden biçimlenir, en uygun çözüme ulaştıran karar verme sürecini işaret eder. İşlev, mantık, ilerleme gibi temel kategorileri vardır. Ancak tarihin bize öğrettiği kadarıyla tüm bu kategoriler aynı zamanda kandırma, istismar ve iktidarın da potansiyel örtüleridir. Eğer bugünün “toplum mühendisliği” bir manipülasyon biçimi olarak görülüyorsa “toplumsal tasarım” neden öyle görünmüyor? Bugün, mühendislik idealleri tutku, karmaşıklık, yaratıcılık, inovasyon kategorileriyle yer değiştirdi. Ve sormamız gerek: Şimdi hangi yollarla kandırıyorlar bizi? Mantık ve akılcılığın zamanında mühendisler tarafından güçlendirilmiş yanlış kullanımına benzer şekilde, bugünün tutku ve yaratıcılık konseptleri, bu kez tasarımcıların yardımıyla güçlendirilen nasıl bir yanlış kullanımdalar? Gündelik yaşam seviyesinde tasarımcılar, iktidarın ve aracılığın el değiştirmesini arzu yaftası altında gizliyorlar. Sadece şehirlerde değil, tüm kültürlerde meşrulaştırma ve mutenalaştırmayı kolaylaştırıyoruz. Sistemsel ve politik sorunları, biraz daha girişimcilik, az miktar beyin fırtınasının yapışkanlı not kağıtları ve bir doz da simgesel güçlendirme sayesinde çözülebilen, bireysel bir aracılığın sorunları gibi gösteriyoruz. Tasarımcının kendini iktidara karşı konumlandırması için tarihten alınması gereken dersler önem arz ediyor. Mühendislerin “şey”lerin geliştirilmesinde belirli bir rolleri var. Tasarımcılarsa etrafta süzülüyor; yönetici, üretici ve kullanıcıyı bir araya getiriyor, onları gerçek kararların alındığı noktaya çekiyorlar. Ancak aynı zamanda bu, iktidarla birlikte gelen etik, sorumluluk ve gerçekçiliğin farkında olmayı gerektiriyor. İktidar sahibi olmayı isterken onunlar beraber gelecek dertleri de sipariş etmiş oluruz. Eğer tasarımcılar olarak daha fazla iktidara sahip olmak istiyorsak, bunun daha büyük bir iktidar dinamiğinin insafına kalmış olduğunu da anlamalıyız. Hem güçsüz olana hem de piyasaya hizmet etmek yeterince zordur. Ve emin olun ki iktidarı alana yozlaşma bedava.



PEYZAJ - ŞENLİK ALANI - İZMİR NİSAN 2016 - XXI 30

fotoğraflar: Onurcan Çakır, Evrim Yakut, Tonguç Akış

Çoksesli Sadelik İYTE KAMPÜSÜ IÇERISINDE YER ALAN ŞENLIK ALANI, KATILIMCI SÜREÇLE ÜRETILEREK KULLANICISININ IHTIYAÇ VE TALEPLERIYLE ŞEKILLENMIŞ SADE VE GERÇEK BIR MEKAN TANIMLIYOR. Tonguç Akış, Onurcan Çakır, Livanur Erbil, Batuhan Taneri

İYTE ŞENLIK ALANI

tonguç akış, onurcan çakır, livanur erbil, batuhan taneri

İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nün şenlik alanının tasarımı, 2013 yılının Haziran ayında katılımcı bir süreçle başladı, 2014 yılındaki 16. Bahar Şenliği’nde kullanıma açıldı. Proje kabaca etkinlik alanlarının düzenlenmesi ve mevcut alanların iyileştirilmesi olsa da, önceden tarifli katılımcı süreçle tasarlanması ve yerel ölçekte yapılan uygulamaları farklı bir mekansal üretim biçimini izliyor. Bu niteliğiyle, hem İYTE kampüsü içinde, hem de Türkiye’deki diğer kampüs alanlarına yapılan yeni projeler arasında ayrıcalıklı bir konumda. KATILIMCI SÜREÇ VE MEKANSAL ILKELERIN BELIRLENMESI İYTE Rektörlüğü’nün mevcut şenlik alanını iyileştirme kararı sonrasında, katılımcı süreç dahilinde bir internet sayfası hazırlandı ve kampüs kullanıcılarından

bizzat şenlik alanı tasarımının bir parçası olmaları ya da fikir paylaşmaları istendi (http://iytesenlikalani. wordpress.com). Şenlik alanının tasarım vizyonu, tasarım ekibi ve üniversite yönetimiyle birlikte şu şekilde belirlendi: “Üniversitemizdeki mevcut şenlik alanının katılımcı bir tasarım süreciyle yeniden ele alınması ve alan için iyileştirmelerin mümkün olduğunca mevcut duruma zarar vermeden düzenlenmesidir.” Bu çerçevede ilkeler şöyle şekillendi: “Alan, doğa ile dost ve sürdürülebilir tasarım anlayışıyla düzenlenmelidir. Alanda doğa ile kullanıcı ilişkileri hiçbir noktada koparılmamalıdır. Doğaya ve topoğrafyaya mümkün olduğunca az zarar verilerek alanın mevcut hali korunarak düzenlemeler yapılmalıdır. Kullanıcılar hem şenlik sırasında hem de tüm yıl boyunca her türlü iklim şartları altında rahat etmelidirler. Şenlik alanının kullanım biçiminde büyük değişiklikler yapılmamalı ve mevcut etkinlik ve kullanım alışkanlıkları sürdürülmelidir. Alanda bulunan mevcut doğal elemanlar korunmalı, bakıma


PEYZAJ - ŞENLİK ALANI - İZMİR 31 XXI - NİSAN 2016

alınmalı ve doğal elemanların sayısı artırılmalıdır. Yeni yapılacak düzenlemeler, alanın hem şenlik zamanı hem de yıl boyu kullanımını kolaylaştırıcı olmalıdır. Geçici elemanlar tüm yıl kullanımına katkı verecek şekilde tasarlanmalıdır. Şenlik alanının yoğun kullanımı için düşünülen etkinlikler, kalıcı elemanların yapılmasını belirlememelidir. Kalıcı elemanlar eğer yapılacak ise, az sayıda ve doğaya zarar vermeyen malzemelerden yapılmalı ve tüm yıl boyunca kullanılabilir olmalıdır. Tasarımın üretimi ve proje uygulaması ekonomik olmalı ve İYTE kaynaklarını zorlamamalıdır.” Bu çağrı üzerine, çeşitli fakülte çalışanlarından, idari personelden ve öğrencilerden rumuz ve isim aracılığıyla yorum ve öneriler geldi. Bunlardan bazıları şöyleydi: “Çim amfi ve minik gölet fikirlerini destekliyorum. Ayrıca, alanda mevcut ağaçların gölgesinden faydalanacak şekilde oturma ve yürüme yerleri yapılsa güzel olurdu.” – Yalın takma adlı kullanıcı.

“Kamelyalar ve ahşap piknik masaları olmalı, şenlik günlerinde sadece yeme içme alanı değil, sergiler, yabancı öğrencilerin yöresel kıyafetleri de sergilenmeli. Bu alan sadece şenlik alanı olarak değil, aynı zamanda biz mezunların ya da kampüste yaşayanların yaşam alanı, piknik alanı gibi olmalı...” - Yağız takma adlı kullanıcı. “Oraya yapılacak bir çim amfi, konserleri de rahatça karşılar, insanlara sohbet ortamı da sağlar, sosyallik de getirir. Bu öneri kesinlikle desteklenmeli. Ve daha çok ağaç dikilmeli.” - İytenian takma adlı kullanıcı. İYTE kaynaklarını zorlamama maddesi sebebiyle, tasarıma dahil edemediğimiz ancak ileriki dönemlerde değerlendirilecek şeyler oldu. Bunlardan biri, internetten gelen öneriler arasında da bulunan ve projeye dahil etmek istediğimiz gölet alanıydı. Voleybol sahası yakınlarında konumlanmasını planladığımız bu alan, rektörlüğün kararları doğrultusunda ileride yeniden ele alınabilecek. Bir diğeriyse, alanın doğal

eğimini kullanarak tüm okul tarafından yoğun olarak kullanılan yemekhane ile şenlik alanını birleştiren ve mevcut bitki örtüsünü zenginleştiren merdiven kısmıydı; bu da ileriki etaplarda değerlendirilecek. Çevre yapılarla; yüzme havuzu, spor salonu, Fen Fakültesi ve çevre Ar-Ge binalarıyla kurulabilecek ilişki de tasarımda önemli bir girdi oldu. Ayrıca alanın üniversite içindeki yaya dolaşımını da rahatlatmasını amaçladık. Kampüsteki kullanıcıların ihtiyacı olan doğa ile teması ve gece kullanımını arttırmayı da göz önünde bulundurduk. UYGULAMA VE KULLANIM Üzerinde ortak karara vardığımız bu maddeler doğrultusunda uygulamaya geçtik. İnşaat sırasında, kağıt üzerinde belirlenemeyecek ya da anlık olarak ortaya çıkabilecek tasarım kararlarını arazide verdik. Yaz aylarında ortaya çıkan gölge ve su ihtiyacı kampüs alanının bütününde etkisini gösteriyordu. Bu yüzden, şenlik alanında tasarladığımız, “İstasyon” adındaki bir


giriş sayfasında Kot farkı yardımıyla düzenlenmiş amfi alanı önceki sayfada üstte solda: Ağaçların gölgelerinden faydalanacak şekilde yerleştirilen çadır alanı altta solda: Korunan ağaçların gövdelerini çevreleyen oturma alanları altta sağda: Standlar

NİSAN 2016 - XXI 32

PEYZAJ - ŞENLİK ALANI - İZMİR

bu sayfada sağda: Kotu düzenlenmiş amfi alanının oturma ahşapları en sağda: İstasyon altta: Mevcut kafenin önünde masa ve sandalye konulması için düzenlenmiş sert zemin yüzey

duvar ve üst örtüden oluşan yapı, kullanıcıların yürüme molalarında dinlenebilecekleri, oturabilecekleri, yüzlerini yıkayabilecekleri bir musluğun olduğu, telefonlarını şarj edebilecekleri prizlerin olduğu bir yarı açık mekan tanımlıyor. Bu istasyonların, kampüsün diğer alanlarında da inşa edilmesi planlanıyor. Üniversite kurulmadan önce burada yer alan köyde yaşayanlar tarafından, mevcut arsalar üzerinde sınırları belirlemek üzere ekilen ağaçların kesilmemesi, arazinin tarihine ait olması sebebiyle bizim için oldukça önemliydi. Bu sebeple onları tasarımın yönlendirici elemanı olarak yürüyüş yollarının formunu yönlendirmek amacıyla projeye dahil ettik. Öğrencilerin güneşten korunmak için tercih ettikleri gölge alanları oluşturma ve kamp alanının yeri kararlarını da önceki senelerde öğrencilerin şenlik sırasında gözlemlediğimiz ihtiyaçları doğrultusunda verdik. Örneğin, yürüyüş yolunu oluşturan ağaç sırasının ayırdığı iki alanı, kot farkı yardımıyla ve bir taş duvarla

ayırarak ağaçların gölgesinden yararlanılabilecek ve çadırlardan oluşacak bir kamp alanı oluşturduk. Bir diğeri de büyük zeytin ağaçlarının gövdelerinde, dairesel oturma birimleriyle çevreleyerek oluşturduğumuz ahşap oturma yüzeyleriydi. Projektörler aracılığıyla gece aydınlatması yaptığımız bu anıtsal ve ikonik ağaçlar, gece kullanımının artırılmasının da bir parçası oldu. Şenlik alanının belli bölgelerinde bulunan eğimlerin konserler sırasında izleyiciyi engelleyeceğini ve rahatsız edeceğini düşünerek seyirci alanını tek bir kotta düzenledik. Uçurtma alanı, dans alanı ve top oynama alanına da evirilebilir şekilde kurguladığımız bu alan sadece bir sahne olarak hizmet etmeyip diğer kullanımlara da olanak sağlıyor. Bir duvarla yükselttiğimiz sahneyi, bahar şenliklerinde dışarıdan hazır olarak getirilecek sahnenin ayaklarının kurulacağı düzlem haricinde yeşil zemin olarak bıraktık.

Tüm yeşil zeminlerin altyapısını, drenaj boruları ile yağmur suyunun toplanmasını engelleyecek şekilde oluşturduk. Yine yeşil alanlar için otomatik sulama sistemini de yeraltından çıkacak şekilde kurduk. Yola paralel uzanan üç basamaklı amfiyse, farklı yerlerde ahşap kaplama ve yeşil şeritlerden oluşuyor. Halihazırda alanda bulunan kafenin önünde, üzerine masa ve sandalyelerin yerleştirilebilmesi için oluşturduğumuz dikdörtgen biçimindeki sert, beton zeminleri birbirine ince yollarla bağladık. Ayrıca bu alan içerisinde oluşturduğumuz, yurtlara veya köye doğru uzanan yeni yol; kafe, oturma alanı, servi ağaçlarıyla kurguladığımız kot ve voleybol sahasıyla da ilişki kuruyor. Geçmiş arazi kullanımlardan kalan ve mevcut şenlik alanının merkezinde yer alan kuyu da genel tasarımın bir elemanı oldu. Ayrıca istasyon biriminin çevresindeki geniş alanı, kayrak taşıyla kaplayarak oluşturduğumuz meydan, mevcut zeytin ağaçlarıyla birlikte oturulabilecek yeni bir alan ortaya çıkardı.



NİSAN 2016 - XXI 34

PEYZAJ - ŞENLİK ALANI - İZMİR

proje adı: İYTE Şenlik Alanı proje yeri: Gülbahçe Köyü, Urla, İZMİR tasarım ekibi: Tonguç Akış, Onurcan Çakır, Livanur Erbil, Batuhan Taneri işveren: İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü proje tarihi: 2013 - 2014

projenin gerçekleşmesinde katkıları bulunanlar: Rektör Prof. Dr. Mustafa Güden, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Serdar Kale, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Eroğlu, Genel Sekreter Ahmet Bahadır Yaldız, İnşaat Mühendisi Mete Kızılay, alanda çalışan işçiler,

yorumları ile katılan üniversite mensupları, İYTE öğrencileri, Doç. Dr. Erdem Erten, Öğr. Gör. Dr. Işın Can, Araş. Gör. Ebru Bingöl, Araş. Gör. Pınar Yüksel, Araş. Gör. Fatma Tuğba Canan, Araş. Gör. Pelin Özkan, Araş. Gör. Merve Turan

onurcan çakır İTÜ Mimarlık Bölümü'nde lisans eğitimini tamamlayan mimar, aynı okulda mimari akustik üzerine tez çalışması yaptı. Mimari proje yarışmalarında ödülleri, akustik üzerine makaleleri, tasarım ve ses ile ilgili atölye yürütücülükleri bulunan Çakır, doktora çalışmalarını sürdürdüğü İYTE’de araştırma görevliliği yapıyor.

batuhan taneri İYTE Mimarlık Bölümü’nde lisans ve “Mimarlık Öğrencilerinin Tasarıma Dair Algıları ve Bu Algıların Eğitim Süresince Dönüşümü” başlığıyla yüksek lisans eğitimini tamamladı. 2012’den beri aynı okulda araştırma görevlisi olarak çalışmaya devam eden Taneri, tasarım kavrama, tasarım süreci ve eğitimi konularında doktora çalışmalarına devam ediyor.

tonguç akış ODTÜ Mimarlık Bölümü’nde lisans, “Gündelik Hayat ve Kentsel Mekan: Yüksel Yaya Bölgesi’nde Yürümek” başlığıyla yüksek lisans eğitimini ve “Türkiye’de 1956–1982 yılları arasında Bilim Odaklı bir Mimarlığı Öğretme / Kurma / Çerçeveleme” konulu doktora çalışmalarını tamamladı. 2009’dan beri İYTE'de görev yapan Akış, kentsel mekan, kırsal yapılı çevre, tasarım eğitimi üzerine akademik çalışmalarını sürdürüyor.

livanur erbil 2009'da Girne Amerikan Üniversitesi Mimarlık Bölümü'nde lisans eğitimini, 2013'te İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü'nde "Mimari Tasarım Yarışmalarında İşbirliği" konulu teziyle yüksek lisansını tamamladı. Halen İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Mimarlık bölümünde araştırma görevlisi olarak akademik kadroda görev almaktadır.

kesit

Daha önceki şenliklerde geçici olarak kurulup sökülen standların yerine, kalıcı ve bakım gerektirmeyen standlar tasarladık. Brüt beton duvarlar ve çelik kirişlerden oluşan bu birimlerin, istasyon alanlarında olduğu gibi elektrik, aydınlatma ve su sağlama özellikleri var. Duvarların içindeki boşluklar ve oturma elemanları da standlar arasında kullanımı kolaylaştırırken özelleşmiş alanların oluşmasına olanak tanıyor. Mimarlık fakültesi ve bu fakülteye bağlı dört bölümü olan İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde tasarlanan bu şenlik alanında, mimari açıdan farklı malzemelerin yer almasına özen gösterdik ve Gülbahçe’de yerel olarak sık kullanılan taş duvarların yanında, brüt beton, çelik ve ahşap malzemeleri kullandık. Üniversitenin içinde bulunduğu köyün yerel taşını kullanımının, ekonomik ve lojistik anlamda projeye katkıları oldu. Alan, 16. İYTE Bahar Şenliği’nde kullanıma açıldı ve 13 Mayıs 2014 tarihindeki ilk gece şenlik konserinde yaklaşık 6000 kişilik bir kitleye hizmet etti.

vaziyet planı



YAPI - OKUL - CHIANG RAI NİSAN 2016 - XXI 36

fotoğraflar: spaceshift studio

Doğayla Barışmak TAYLAND, DEPREMIN FIZIKSEL VE PSIKOLOJIK ENKAZINI MIMARLIK ARACILIĞIYLA KALDIRIYOR. BAAN HUAY SARN YAW OKULU DA DOĞA ILE INSANIN KAYBEDILEN UYUMUNU YENIDEN INŞA EDEN GIRIŞIMIN ÜRETIMLERINDEN BIRI. Vin Varavarn Architects

BAAN HUAY SARN YAW OKULU

vın varavarn archıtects

5 Mayıs 2014'te, Tayland'ın kuzeyinde yer alan Chiang Rai bölgesinde Richter ölçeğine göre 6,3 şiddetinde bir deprem oldu. Bu felaketin ardından, kar amacı gütmeyen bir ağ olan "Afet için Tasarım" (Design for Disaster-D4D) girişimiyle deprem sonrası iyileştirme programı oluşturuldu. Bu program kapsamında, depremin etkisinin en çok görüldüğü alanlarda yer almak üzere dokuz adet depreme dayanıklı okulun projelendirilmesine başlandı. Her okul için Taylandlı bir mimar görevlendirildi. Süreç boyunca Tayland Mühendislik Enstitüsü ve Tayland Danışman Mühendisler Birliği mühendislik hizmetlerinde destek verirken Taylandlı Müteahhitler Birliği de inşaat şirketlerine bağlı bir ekip oluşturdu. Siyamlı Mimarlar Birliği, teknik destek vermelerinin

yanı sıra inşaat bütçesi ve malzemeleri için gerekli maddi kaynağın sağlanması için halktan sağlanan bağışları da organize etti. Biz de Vin Varavarn Architects olarak, Baan Huay Sarn Yaw Okulu için görevlendirildik. Okulun kabile ailelerinden gelen ortaokul öğrencileri için üç yeni standart sınıfa ihtiyacı vardı. Proje, depreme dayanıklı, yerel işçilerle kolay üretilebilir ve mümkün olduğunca düşük bütçeli olmak zorundaydı. Malzeme seçerken ise dikkat etmemiz gereken hafifliğiydi: Deprem esnasında binanın yükünden kaynaklanacak yatay momentuma dayanıklılığı sağlamalıydı. Tasarım prensibimiz sadece bilindik okul sınıfları üretmek değildi, bir doğal afetin mağdurları olmuş çocuklara yeniden neşelenebilecekleri bir ortam yaratmaktı. İhtiyaç duyulan üç sınıfın bir yapı içinde birleştiği ve böylece kapladıkları alanın en aza indiği bir şema çizdik. Her sınıf, öğrencilerin ayakkabılarını koyabileceği bir ara alanla başlıyor ve bu ara mekanlar aynı zamanda gürültünün etkisini de azaltıyor.


bu sayfada Doğayla yeniden ilişki kurmak amacı güden okulun arazi içine yerleşimi

sonraki sayfada en üstte: Yapıya giriş ve çıkışını sağlayan merdivenler ve cephe ilişkisi üstte: Topoğrafyanın eğimiyle oluşturulmuş yarı açık zemin altta solda: Yapının her iki tarafında da yer alan balkon altta ortada: Bambu raflara yerleştirilmiş, öğrenciler tarafından yetiştirilen bitkiler altta sağda: Strüktür ve zemin detayı

Arazinin eğimini de mimari bir öğeye dönüştürdük ve yapının altında çok işlevli bir yarı açık mekan olarak kurguladık. Mimarinin bağlamıyla ahenk içinde olmasını sağlamak ve yerel olanın pahalı ve modern malzemelerin yerine geçebileceğini gösterebilmek için doğal malzemeleri özellikle vurguladık. Tüm yapısal elemanları sağlam ve güvenli olduğu mesajını iletebilmek ve gereksiz uygulama harcamalarını da azaltmak için sistem ve birimler görünür olacak biçimde tasarladık. Projede özellikle dikkat çekmek istediğimiz tasarım öğesiyse bambu raflar: Tüm yapı boyunca devam eden raflar, bakımıyla öğrencilerin ilgilenecekleri bitkiler için alan yaratıyorlar. Bu bitkilik raflar, hem yapıyı estetik olarak değiştiriyor hem de çocukları düşmekten koruyan bir korkuluk görevi üstleniyor. Bu yatay saksılarla çocuklara vermek istediğimiz mesajsa şu: Doğa, tüm sertliği ve acımasızlığıyla felaketlere sebep olabilir; ancak aynı zamanda, her bir günümüze neşe ve güzellik de katabilir.

37 XXI - NİSAN 2016

arka sayfada üstte solda: Depreme dayanıklı olmak üzere inşa edilen yapının üzerinde yer aldığı metal ayaklar üstte sağda: Doğal ışık almak için kullanılan saydam reçine panel ve ısı izolasyonu için kullanılan bambu-metal levha katmanlarıyla oluşturulan cephe altta solda: Cephede açıklık yaratmaya imkan veren strüktür altta sağda: Kütledeki boşluklar ve sınıf mekanı

YAPI - OKUL - CHIANG RAI

giriş sayfasında Bambu raflar, yapısal elemanlar ve sınıf mekanı


YAPI - OKUL - CHIANG RAI NİSAN 2016 - XXI 38

Geleneksel Tayland yapıları, kuvvetli yağışlardan korunmak için saçak oluşturacak şekilde geniş açıklık geçer.

Önerimiz, yağmurun etkilerini en az mekan kaybıyla azaltmak için daha dik bir çatı tasarlamak oldu.

Bitkileri yerleştirdiğimiz renkli saksılar yapıya istediğimiz neşeyi vererek dost canlısı bir ortam yarattı.

Havalandırmayı sağlamak üzere yan açıklıkları maksimize ettik ve çatı dikliğini de hava akımını düzenlemek için kullandık.

Çatının saydam yüzeyleri sayesinde, odalar doğal ışıkla aydınlanırken bitkilerin ihtiyacı olan ışık sağlanıyor. Doğal ışığın etkin kullanımı sayesinde elektrik masrafları da en aza indirilebildi.

Yapının biçimini mimari bir tasarım ve temel bir strüktür konseptiyle oluşturduk.


YAPI - OKUL - CHIANG RAI 39 XXI - NÄ°SAN 2016


cephe görünüşleri proje adı: Baan Huay Sarn Yaw Okulu proje yeri: Chiang Rai, Tayland proje tarihi: 2015 mimar: Vin Varavarn Architects mühendislik: Next Innovation Engineering proje inisiyatifi organizasyon: Design for Disaster (D4D)

NİSAN 2016 - XXI 40

YAPI - OKUL - CHIANG RAI

plan

m.l. varudh varavarn 1973’te Tayland, Bangkok’ta doğan Varavarn eğitimini, Tayland KMITL’ın ardından Architectural Association School of Architecture (AA)’da tamamladı. Londra’da Gumuchdjian Architects ve Snell Associates ofislerinde sürdürdüğü çalışmalarına 2004’te Bangkok’a dönerek kurduğu Vin Varavarn Architects adlı ofisinde devam ediyor. Pek çok üniversitede ders veren Varavarn, aynı zamanda Tayland’ın mimari ve endüstriyel tasarım alanlarında eğitim, araştırma ve deneysel çalışmalar yapan Vodhayakara Vakfı’nın da üyesi. İşleri pek çok ödül alan mimar, 2016 Venedik Bienali’ndeki Tayland Pavyonu’nun da katılımcıları arasında yer alıyor.

tasarım süreci diyagramları



YAPI - KONUKEVİ - ANKARA NİSAN 2016 - XXI 42

fotoğraflar: Yerçekim / Ömer Kanıpak ve Orhan Kolukısa

Tekrarla Çoğalan KONAKLAMA BIRIMLERININ YAN YANA GELEREK ÇIZGISEL BIR KURGU TANIMLADIĞI YAPI, KARŞILAŞMA VE BIR ARADA YAŞAMA OLANAKLARINI ARTIRAN ORTAK MEKANLARI VE SADE MALZEME SEÇIMIYLE IÇINDE BULUNDUĞU KAMPÜSLE BENZER BIR DIL KURUYOR. Uygur Mimarlık

ODTÜ LİSANSÜSTÜ ÖĞRENCİLERİ KONUKEVİ

uygur mimarlık

Orta Doğu Teknik Üniversitesi kampüsü içindeki projeyi, lisansüstü öğrencilerinin çalışmaları boyunca uzun süreli konaklayabilecekleri yurt binası ve farklı yaş ve meslek gruplarında çalışan akademisyenler için bir yaşama ortamı olarak tasarladık. Açıları birbirinden farklı sokaklar gibi düşündüğümüz beş katlı yapıda çoğalarak bir sistem oluşturacak tek kişilik bir yatma ve çalışma birimi, projenin nüvesini oluşturuyor. Bu özün tek, iki ya da dört kişilik yaşama alanlarına imkan verecek şekilde organize edilmesi ve birimlerin yan yana eklenmesiyle yapının çizgisel kurgusu ortaya çıkıyor. Yaşam birimlerinin hiyerarşik ya da ardışık bir düzende olmaması ise farklı yaşantı biçimlerinin ve katmanlarının yapı içinde hissedilmesini sağlıyor.

Yaşam birimlerini içeren kolları, arazinin boyutuna, güneş ve rüzgarın konumuna göre ve birbirleriyle farklı açılar yapacak şekilde yerleştirdik. Bu kollar merkezi dolaşım alanında birbirine değerken yaşayanların birbirleriyle karşılaşabilecekleri ve kimi zaman vakit geçirebilecekleri ortak mekanları yaratmış oluyor. Düğümden uzaklaştıkçaysa kollar yeterli mahremiyete imkan verecek şekilde açılıyor. Zemin kat sade bir karşılama bankosuna, bekleme alanının hemen yanında yer alan ana dağıtım çekirdeğine, mekanik aksamı görünen panoramik bir asansöre ve kırmızı rengiyle davetkar ana merdivene ev sahipliği yapıyor. Yaşam birimlerinin dizildiği kolların ucunda ise farklı renklerde boyanmış merdivenler, yaşayanlar için alternatif dolaşım imkanı sunuyor. Otoparktan uzanan uzun yürüme aksına alçak bir havuz eşlik ediyor. Adeta Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi girişine zarif bir referans veren bu aksın sonunda yer alan saçağın altından lobiye girilirken, bina kütlelerin birbirleriyle


YAPI - KONUKEVİ - ANKARA 43 XXI - NİSAN 2016

olan açılarından doğan beklenmedik ve dinamik perspektifler kullanıcılara eşlik ediyor. İki ana kütleyi yukarıdan birbirine bağlayan farklı kotlardaki köprüler ve avludaki kırmızıya boyanmış yangın merdiven, güçlü plastik formlarıyla bu perspektifleri zenginleştiriyor. Düşük maliyetle üretilmesi, yapımı bittikten sonra da kolay yönetilebilir ve masrafsız olması istenen binada brüt beton ve oluklu metal malzeme gibi yalın ve güçlü dokuya sahip malzemeleri kendi renkleriyle kullandık. Sadece düşey dolaşım elemanlarında, yaşam birimlerinin koridorlarında, kapılarda ve bazı camlarda canlı renklerde boya ve film uygulamasına gittik. proje adı: ODTÜ Lisansüstü Öğrencileri Konukevi proje yeri: ODTÜ Yerleşkesi, Ankara tasarım: Semra Uygur, Özcan Uygur, Eser Köken İşleyici, Zümral Aygüler Kartal, Sevda Özkan İmamoğlu proje ekibi: Necati Seren, Güliz Erkan, Dicle Uzunyayla, Emine Kirman, İrem Erdinç işveren: Orta Doğu Teknik Üniversitesi Geliştirme Vakfı yarışma: 2011 - 1.Ödül proje tarihi: 2012 - 2015


YAPI - KONUKEVİ - ANKARA NİSAN 2016 - XXI 44

giriş sayfasında Yapıya genel bakış önceki sayfada üstte solda: Kütle yerleşimi üstte sağda: Farklı kütlelerin ilişkileri altta solda: Cephe kurgusunu oluşturan çıkmalar altta sağda: Kütleleri bağlayan köprü bu sayfada en üstte: Köprü ve giriş saçağı üstte solda: Dolaşım kurgusu üstte sağda: Konaklama mekan ilişkisi sağda: Konaklama birimi



1. kat planı

batı cephesi görünüşü

güneydoğu cephesi görünüşü

YAPI - KONUKEVİ - ANKARA

bodrum kat planı

NİSAN 2016 - XXI 46

kesitler

semra uygur ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nden 1980 yılında lisans, 1984 yılında lisansüstü diplomalarını aldı. 1983 yılından beri mimari tasarım ve proje çalışmalarını yürüten Uygur, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi ve ODTÜ’de yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak tasarım stüdyolarına da katıldı. 1986 yılında Özcan Uygur ile birlikte kurdukları Uygur Mimarlık olarak katıldıkları pek çok yarışmadan ödül alan Uygur, halen aynı ofiste mimari üretimlerine devam ediyor. özcan uygur ODTÜ Mimarlık Fakültesinden 1980 yılında lisans, 1983 yılında lisansüstü diplomalarını aldı. 1983 yılından beri mimari tasarım çalışmalarını sürdürüyor. Katıldığı pek çok yarışmadan ödül kazandı, ulusal mimari proje yarışmalarında asli jürilikler yaptı. Çalışmalarına 1986 yılında Semra Uygur ile birlikte kurduğu Uygur Mimarlık ile sürdürüyor.

vaziyet planı



YAPI - OKUL - İSTANBUL NİSAN 2016 - XXI 48

fotoğraflar: Yerçekim / Ömer Kanıpak ve Orhan Kolukısa

Özel ile Kamusalın Müzakeresi OKULU TEKIL VE IÇE DÖNÜK BIR YAPI OLMAKTAN ÖTEYE TAŞIYAN BEYLERBEYI ILKÖĞRETIM OKULU, MEKAN IÇINDEKI DOLAŞIM KURGUSUYLA ÖZEL VE KAMUSAL KATMANLARINI ÇOĞALTIYOR. İpek Yürekli

ITÜ BEYLERBEYI ILKÖĞRETIM OKULU

suna birsen otay, ipek yürekli, arda inceoğlu, arzu erdem

Okullar kimindir? Öncelikle öğrencilerin, öğretmenlerin, okulda çalışan herkesin ama bu geçici ve kalıcı kullanıcılar yanında, elbette ki bulundukları yerin, parçası oldukları topluluğun, kamunun malıdırlar. Son yıllarda mahalle içi okul binalarının büyük bir hızla yıkıldığını ya da başka işlevlere dönüştürüldüğünü görmekteyiz. Ne kadar üzücü… Oysa mahalle içindeki okul, sadece eğitim amacı taşımaz; aynı zamanda, bu mahalleye kamusal bir ortam hediye eder. Oyun bahçeleri, spor alanları, tiyatro salonları, kütüphaneleriyle ders saatleri

dışında mahallelinin kullanımı için de imkanlar sunar. İTÜ Beylerbeyi İlköğretim Okulu da Beylerbeyi’nde bir mahalle içinde yer alıyor. Özel okul olmasına rağmen istendiğinde mahalleye hizmet edebilecek bir mimariye sahip: Farklı kotlardaki açık alanları, konferans salonu, havuz, spor salonu ve bunun gibi kullanımlara, okulun işleyişini bozmadan dışarıdan kolaylıkla ulaşılabiliyor. Okul, öğrencinin hem birey olacağı hem de sosyalleşerek başkalarıyla birlikte çalışabileceği bir yer. Aile çevresi dışında okulda hem kendini ifade etmeyi hem de farklı insanlarla bir arada yaşayabilmeyi öğrenen çocuk için özel ile kamusalın müzakeresi burada başlar. Mahalle ile kurulan veya kurulamayan ilişki gibi, okul ya da kampüs içindeki


YAPI - OKUL - İSTANBUL 49 XXI - NİSAN 2016

giriş sayfasında Giriş kütlesi bu sayfada üstte: Sınıfların kullanımına göre ayrılan bahçeler ve cephe solda: Cephe formu ve malzeme kullanımı arka sayfada üstte: Kütle ve cephe ilişkileri altta: Farklı katlardaki sınıfların yaş gruplarına göre bir araya geldikleri ortak alanlar sonraki sayfada üstte solda: Küçük yaş gruplarına ait sınıf mekanı üstte sağda: Yemekhane ortada ve altta: Ortak alanlar; kütüphane, çok amaçlı salon ve spor alanları


YAPI - OKUL - İSTANBUL NİSAN 2016 - XXI 50

farklı grupların birbirleriyle ilişkileri de özel olma durumu ve ortaklıklar arasındaki gidiş gelişlerle kurulur. Bu yaklaşımla okulun sistemi ve mekansal nitelikleri bir araya getirdik. Batıya bakan bir yamaçta yer alan kampüsteki proje arazisi apartman bloklarıyla çevrili; arazinin en alçak noktası ile en üst noktası arasında 17 m kot farkı var. Yerleşim planı için öncelikli hedeflerimizin arasında bu eğimli araziden en verimli biçimde yararlanmak, farklı kotları ve bakış açılarını değerlendirmek vardı. Kampüsü kullanacak öğrencilerin 3 ile 14 yaş arasında geniş bir yaş aralığında oldukları düşünülerek, farklı yaş grupları için farklı girişler ve ders alanları yanında, farklı kotlarda yer alan bağımsız oyun alanları ve bahçeleri düzenledik.

Farklı ilgi alanları olan çocuklar için de gerek kapalı, gerekse açık alanlarda çeşitlilik sağlamaya çalıştık. 4+4 (+4) sistemine uygun olarak düzenlenen okulda, farklı katlardaki sınıfların yaş gruplarına göre bir araya gelmesiyle, her grubun kullanım alanları yatay bir süreklilik içinde yer alıyor. Böylece farklı kotlardaki bahçeler, farklı yaş grupları tarafından kullanılmalarıyla farklı karakterler tanımlayabildi. Büyük ve tekil bir bahçe yerine, farklı karakter ve kullanımlara sahip birbirinden ayrı küçük bahçeleri tercih ettik. Bu anlamda alan olarak kısıtlı olan ve büyük bir kot farkına sahip olan arazinin topoğrafyasını da etkili bir biçimde değerlendirmiş olduk. Bu yaklaşımla üretilmiş kampüs bünyesinde 48 derslikli, 960 öğrenci kapasiteli ilköğretim okulu ile 12 derslikli, 240 öğrenci kapasiteli anaokulu bulunuyor.

Kampüste bu dersliklerin yanı sıra, çağdaş eğitimin gerekliliği olan ve yine farklı yaş grupları için birbirlerinden ayrı olarak kurguladığımız mekanlar da yer alıyor: İngilizce, bilgisayar ve fen laboratuarları; müzik, oyun ve drama, satranç odaları; seramik, resim, gems atölyeleri; kapalı spor salonu, kütüphane, yemekhane. Bunlar dışında, okula ait kapalı yüzme havuzu ve 300 kişilik konferans salonu da kampüs alanında hizmet veriyor. Projenin diğer önemli kararlarından biri de, dolaşım alanlarını olabildiğince geniş tutarak bu mekanların oturma, hareket etme, koşturma, oynama alanlarına ve farklı faaliyetlere imkan sağlayacağı öngörüsüydü. Bu yaklaşımla, her kata yerleştirdiğimiz amfilerle, hem oturma eyleminin gerçekleştirilmesine hem de katlar


YAPI - OKUL - İSTANBUL 51 XXI - NİSAN 2016

arasında mekansal ilişki kurulmasına yardımcı olmayı amaçladık.

sosyalleşme ve oyun alanları olarak kullanılabilecek esneklikte tasarladık.

kadar verilen bütün kararları etkileyen en önemli unsurlardan biri oldu.

Böylece dolaşım alanları binanın omurgasını oluşturuyor ve idari bölümler de bu omurga üzerinde bütün binaya dağılmış olarak yer alıyor. Bina organizasyonunda güvenlik kriterlerine, rahat kullanılan net bir dolaşım sistemi kurulmasına ve derslikler ile yönetim birimlerinin birbirleriyle ilişkilendirilmelerine dikkat ettik. Kapalı alanlar ile açık alanların ilişkisini ve mekan sürekliliklerini önemsedik. Bahçelere hem ana dolaşım alanlarından, hem derslik birimlerinin hollerinden hem de zemin kat dersliklerinden ulaşılabiliyor. Bu şekilde birleştirici olarak kurgulanmış dolaşım alanları bütün katları, birimleri ve bahçeleri bağladığı gibi yönetim birimleri ve bölümlerini de içine alıyor. Bu alanları, ders dışı saatlerde

Açık ve kapalı spor mekanlarını, arazinin sunduğu imkanları en verimli şekilde kullanarak oluşturmaya gayret ettik. Kütüphaneleriyse kampüsün aydınlık ve merkezi yerlerine yerleştirdik. Bölünmüş bahçe sistemiyle doğal ışığı çoğalttığımız ortamları, kurumsal renklerin izin verdiği ölçüde renklendirerek de niteliğini arttırdık.

Beylerbeyi Kampüsü’nü, kapalı alanları ve açık alanlarıyla bir bütün olarak, çağdaş bir anaokulu ve ilköğretim okulunun gereksindiği çalışma, öğrenme, oynama, yemek yeme, sanatla uğraşma, spor yapma ve sosyalleşme alanlarını karşılamak amacıyla tasarladık.

Her okulda olması gereken güvenlik ölçütlerini, örneğin binanın kolay ve olabildiğince hızlı boşaltılabilir olmasını, tasarımın önemli bir girdisi olarak gördük. Bu anlamda güvenlik konusu, tasarım süreci ve malzeme seçiminden bütün okulun işleyiş sisteminin kurulmasına

Her tasarım farklı ikiliklerin, türlü çelişkilerin bir araya geldiği karmaşık bir yumak yaratır. Bu projenin tasarım süresince de, özgürlük ile güvenlik, kurumsallık ile yaratıcılık, tutuculuk ile açık uçluluk, eğitim ile öğrenme, esneklik ile kalıcılık, kalite ile para, birey ile toplum, özel ile kamusal arasındaki müzarekeler, tasarımı oluşturan ikilemlerin bütününün tartışma odakları oldu.


işveren: İTÜ Kültürel Sosyal Ve Sağlık Tesisleri Ve Kültürel AŞ mimari proje: Suna Birsen Otay / TRafomimarlar, İpek Yürekli, Arda İnceoğlu, Arzu Erdem proje ekibi: Sevda Ağcakale, Eylem Yılmaz, Fulya Eliyatkın, Mehmet Gören konferans salonu ve fuayesi iç mimari projesi: Sevince Bayrak, Oral Göktaş / SO? Mimarlık statik projesi: Hakan Çatalkaya, Tektaş Mühendislik mekanik projesi: Serper Giray, Giray Mühendislik elektrik projesi: Belgin Merey, Enkom Mühendislik inşaat alanı: 27.000 m2 yüklenici: Htc Emel İnşaat

±0.00 kot planı

suna birsen otay 1990'da İTÜ mimarlık bölümündeki lisans, 1994'te University of Florida’da yüksek lisans eğitimini tamamladı. 1990-2004 arasında Almanya, Amerika ve Türkiye'de farklı mimarlık ofislerde çalıştı. 2005 yılından itibaren kurucularından olduğu TRafoMimarlar bünyesinde mimarlık üretimine devam ediyor.

+3.65 kot planı

arda inceoğlu İTÜ Mimarlık Fakültesinde lisans, NCSU College of Design’da yüksek lisans eğitimlerini ve İTÜ’de doktora çalışmasını tamamladı. İTÜ ve NCSU’da mimari tasarım stüdyoları ve mimarlık kuramı dersleri verdi. 2014’den beri kurucu dekan olarak MEF Üniversitesi Sanat, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi’nde görev yapan mimar, mimarlık eğitimi ve araştırmalarının yanında meslek pratiğini de sürdürüyor. arzu erdem İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde lisan ve yüksek lisans düzeyinde ders ve mimari tasarım proje stüdyosu yürütücülüğü yapan Erdem, halen AGÜ Mimarlık Fakültesi’nde yönetici ve akademisyen olarak çalışmalarını sürdürüyor. Ulusal ve uluslararası düzeyde akademik ve mesleki araştırmaları, mimari proje ve uygulamaları, bilimsel makale ve bildirisi bulunan mimar, Uluslararası Venedik Mimarlık Bienali’nin Türkiye Bilim Komitesi’nde de yer alıyor.

NİSAN 2016 - XXI 52

YAPI - OKUL - İSTANBUL

ipek yürekli Mimarlık lisans ve yüksek lisans eğitimini İTÜ mimarlık bölümünde yaptı. Ödül aldığı çok sayıda mimari ve kentsel tasarım yarışması, uygulanmış projeleri olan Yürekli, 1992 yılından beri mimari proje dersi veriyor.

farklı kotlardaki bahçeler +10.95 kot planı

dolaşım şeması

kesit

+16.20 kot planı



YAPI - KONUT - İSTANBUL NİSAN 2016 - XXI 54

fotoğraflar: Cemal Emden

Hafızadaki Apartman NESTORTAKÖY, GÜNÜMÜZ KONUT ÜRETİMİNDE PEK DEĞER VERİLMEYEN KÜLTÜREL ALIŞKANLIKLARI TASARIMIN ODAĞINA YERLEŞTİRİYOR. HAFIZALARIMIZIN DERİNLERİNE İTTİĞİMİZ MİSAFİRLİK, KOMŞULUK VE BİR ARADA YAŞAYABİLME BECERİSİNİ YENİDEN YÜZEYE ÇIKARMAYI HEDEFLİYOR. Kreatif Mimarlık

NESTORTAKÖY

kreatif mimarlık

Nestortaköy konut projesini, İstanbul Ortaköy vadisindeki ince ve uzun bir parsel için tasarladık. İşverenin ihtiyaçları ve imar koşulları uzun, monoblok bir kütle yapmaya elverdiği halde, proje tasarımında parçalı blok tipolojisini benimsedik. Bu coğrafyada Galata, Pera sonrasında Beşiktaş, Teşvikiye, Kadıköy, Bakırköy gibi bölgelerde gelişmiş olan ve hafızamızda olumlu yer etmiş apartman tipolojisinin avantajlarını mevcut koşullarda güncel ihtiyaçlar için yeniden kullanmak tasarımın ilk kriterlerinden biriydi. Çünkü Agamben’in de dediği gibi “Hafıza, bitmiş gibi görünen şeyi tekrar mümkün kılabilir.” İzin verilen tüm yapılaşma hakkını, komşuluk ilişkilerini teşvik edecek, ancak kabul edilebilir ölçüde mahremiyeti de

sağlayacak şekilde altı ayrı bloğa dağıttık. Bu sayı optimum blok taban alanını, ideal blok yüksekliğini ve bloklar arasında da insan ölçeğinde mesafeyi sağlamış oldu. Aslında düz olan arazide, bloklar arasında yarım ila bir buçuk metre arasında kot farkları yaratarak, zemin kattaki dairelerin bahçelerini sınır teşkil edecek bir duvara ihtiyaç kalmadan birbirlerinden kopardık. Bu sayede insan ilişkilerinin sürdürülmesi için elverişli bir koşul yaratırken yeterli mahremiyet ve mülkiyet hakkını da korumuş olduk. Arsanın başında ve sonundaki büyük bloklarda bir katta dört, diğer bloklardaysa bir katta iki daire ve tüm projede 16 tanesi dubleks olmak üzere toplam 74 konut yer alıyor. Blokları ortadan ikiye bölen apartman hollerinde giriş kapısının hemen karşısında yer alan tek kollu merdiven, arkadaysa asansörün yanı sıra klima ve çöp odalarının bulunduğu servis hacimleri


YAPI - KONUT - İSTANBUL 55 XXI - NİSAN 2016

konumlanıyor. Dolaşım mekanlarındaki bu düzenlemeyle karşılaşma ve buluşmayı olanaklı kılan ortak alanlar tasarladık. Ortak yaşam kültüründe karşılaşmanın olmadığı yerde hoşgörü olmaz ve çatışma çıkar. Bu sebeple komşularla rastlaşma olasılığını azaltan asansör yerine öncelikli konumuyla merdiveni, bir karşılaşma mekanı olarak teşvik ettik. Apartman hollerinin ön cepheye gelen kısmındaysa konutlarda yaşayanların ortak kullanabileceği buluşma alanları yarattık. Yaşadığımız coğrafyada, evlerimizde misafir kabul etme kültürünün yaygın olmasını dikkate alarak oda sayısına göre salonların boyutlarının değiştirildiği güncel konut planlamasının tersine, Nestortaköy’de tüm salonları aynı büyüklükte tuttuk. Bu şekilde misafirlik kültürünün mekansal ihtiyaçlarını göz ardı etmemiş olduk. Tüm salonlar, arsanın güney yönünde yer alan yeşil banta ve yola bakıyor. Böylece bu yeşil doku, blokların arasına planlı bir şekilde sızabiliyor.

Blokları arazide konumlandırırken arazinin önünden geçen araç trafik yolundan mümkün olduğunca uzak durmamız, hem akustik hem de görsel bir mahremiyet yaratmaya olanak verdi. Arazinin kuzey cephesinde yer alan yüksek istinat duvarını da hızlı yayılan sarmaşık türü bitkilerle yeşillendirdik. Arazinin iki ucunaysa açık yüzme havuzunun yer aldığı sosyal tesisi ve spor sahalarını yerleştirdik. Arazi altından ortak otopark katıyla bağlanan dört kat yüksekliğindeki blokların dış cepheleri, bakım gerektirmeyen ve kendi kendini temizleyen seramik ve doğal toprak renklerinde renklendirilmiş alüminyum panel yüzeylerle kaplandı. Komşuluk ilişkilerini teşvik eden planlama kararlarının sağlanması yönündeki stratejiler sayesinde yoğunluğun en az şekilde hissedildiği, kent içinde küçük bir konut dokusu oluşturan Nestortaköy’ün en büyük iddiasıysa: “zamansız olması”.

bu sayfada Aralarında kot farkı yaratılarak yerleştirilmiş blokların arazideki konumlanışı arka sayfada üstte en solda ve ortada: Seramik ve renklendirilmiş alüminyum panellerden oluşturulan cephe sağda üstte ve altta: Blokları ikiye bölen apartman holü ve tek kollu merdiven


YAPI - KONUT - İSTANBUL NİSAN 2016 - XXI 56

blok ve arazi ilişki diyagramları

kesit eskizi


YAPI - KONUT - İSTANBUL

vaziyet planı

57 XXI - NİSAN 2016

kat planları

zemin kat planı

kreatif mimarlık Kreatif Mimarlık 1995 yılında, mimar Aydan Volkan, mimar Selim Cengiç ve inşaat mühendisi Mehmet Cengiç tarafından kuruldu. Şehir planlama, mimari, iç mimari ve mühendislik bilimlerini bir bütün olarak değerlendiren Kreatif Mimarlık’ın çalışmaları; tasarım, disiplinler arası koordinasyon, bütçe ve iş programı kontrolü, verimlilik ve mimari kalitenin sağlanması esaslarına dayanıyor. Uluslararası alanda da çokça çalışmaları olan ekip; ofis, sağlık, eğitim, turizm, ticari ve konut projeleri üretiyor. proje adı: Nestortaköy proje yeri: Ortaköy, İstanbul mimari ekip: Aydan Volkan, Selim Cengiç, Erhan Yıldız, Sinan Günay, Çiçek Tezer, Aysun Düzkan proje tarihi: 2011 - 2012 inşaat tarihi: 2012 - 2015 kapalı alan: 21.000 m2 işveren: BORR-GMG yapı türü: Konut


İÇ MEKAN - OFİS - İSTANBUL NİSAN 2016 - XXI 58

fotoğraflar: Ali Bekman, Olivier Moyse

Hamlıkla Gelen Yalınlık ESKİ BİR MATBAAYI MEKAN EDİNEN LION COMMUNICATIONS, ÇALIŞMA ALANINA DÖNÜŞTÜRDÜĞÜ ENDÜSTRİYEL YAPININ İÇİNE, VAR OLAN NİTELİKLERİNE SADIK KALARAK EKLEMLENİYOR.

URAStudio

LION COMMUNICATIONS REKLAM AJANSI OFİSİ

urastudıo

Lion Communications; Publicis Yorum, Saatchi & Saatchi, Publicis Healthcare ve Nurun olmak üzere dört ajansa ev sahipliği yapıyor. Reklam ajansının mekanını, Bomonti'de yer alan eski bir matbaa binasını restore ederek tasarladık. Her ajansı farklı katlarda konumlandırdık ve ortak kullanıma açık bodrum katını da rekreasyon alanı ve teknik alan olarak işlevlendirdik. Tasarımın temel fikri, yapının endüstriyel niteliğiyle uyum sağlayacak ham malzeme ve tekniklerin kullanmasıydı. Bu doğrultuda kontrplak, beton, galvaniz vb. malzemeler kullandık. Mevcut cepheyi tamamen soyarak yalın halde bıraktık ve ışık kontrolünü, cephe yüzeyinde perfore sac levhalardan oluşan bir strüktürle sağladık.

Yapı içindeki özel ve kamusal alanları temel alarak mekansal süreklilik oluşturmaya çalıştık. Bu doğrultuda, ofisler ve toplantı odalarını kapalı kabuklara, açık ofislerin olduğu çalışma istasyonlarını da her katın ortasındaki yükseltilmiş platformlara yerleştirdik. Böylelikle hem işlevleri ayrıştırdık hem de mekanlar arasında sürekli bir görsel iletişim sağladık. Zemin katını ise çok işlevli platform, kafeterya, spor ve eğlence mekanlarıyla bir toplanma noktası olarak kurguladık. Yapının içindeki ikincil dolaşımı tanımlayan avlu, aynı zamanda tüm katlara ışık kaynağı sağlıyor. Binanın arka cephesinde tasarladığımız teraslar da avluyla görsel iletişim kuruyorlar.

proje adı: Lion Communications mimari: URAStudio proje ekibi: Emir Uras, Handan Yalkı, Ayşenur Karaaslan, Esra Güray, PIN proje yeri: Bomonti, İstanbul proje alanı: 4.600 m2 proje tarihi: 2015 işveren: Lions Communications


İÇ MEKAN - OFİS - İSTANBUL

bu sayfada altta ve altta solda: Saatchi & Saatchi ofisleri en altta: Yönetim katı

59 XXI - NİSAN 2016

karşı sayfada Bodrum katta yer alan meydan


NİSAN 2016 - XXI 60

İÇ MEKAN - OFİS - İSTANBUL

urastudıo İlk olarak 1995’te Emir Uras tarafından Los Angeles’ta kuruldu. İstanbul merkezli multidisipliner bir mimarlık ve tasarım ofisi olarak çalışmalarını sürdürüyor. Biçimin dilini araştırarak bina, mekan, mobilya ve ürün tasarlayan ofis, biçimi kutsal ve evrensel bir dil olarak tanımlıyor.

plan



Kutu Kutu Deneyimler ÜRÜNLERİN BULUNDUĞU MEKANA GÖRE FARKLILAŞAN KURGUSUYLA ÜRÜN YERLEŞTİRMESİNİ BAĞLAMA OTURTAN TASARIM, SERGİLEMEYE YENİ BİR YORUM GETİRİYOR. Demirden Design

NİSAN 2016 - XXI 62

FUAR STANDI - FRANKFURT

fotoğraflar: Christof Herdt ve Demirden Design

DEMIRDEN DESIGN

paşabahçe fuar standı

Paşabahçe için geliştirdiğimiz yeni sergileme tasarımı, 12-16 Şubat 2016 tarihlerinde Frankfurt Ambiente fuarında 657 metrekare alanda ziyaretçilerle buluştu. Ürünleri mekan içinde sergileme olgusunu yenilikçi, sıradışı bir yalınlık ve her mekan bölümüne özel yerleştirmelerle yeni bir platforma taşımayı hedefledik. Tasarım, sanat ve sergilemeyi bir araya getirdiğimiz projede, ziyaretçilerin derin ve etkileyici duyguları tüm mekanlarda, ürünlerle birlikte keşfetmelerini amaçladık.

ayna kullanımı, sergileme tasarımına farklı bir boyut katmakla kalmadı, alanlarının derinlik etkilerini artırdı ve yansımalar sayesinde yeni keşiflere imkan verdi. BAHÇE Pano ve aynayla yarattığımız soyut gerçeklik, ziyaretçiyi başka bir habitata davet ediyordu. Büyük yapraklı bitkilerin yer aldığı panoların içerisindeki tropik çiçekler ve yüzen kırmızı balıklarıyla yansıyan bir göl yüzeyine dönüşen ayna, bu yaratılmış tropik dünyanın izlerini taşıyordu.

On farklı bölümden oluşan sergileme; patisserie, bira evi, kokteyl, mixology, parti alanı, yemek yapma sanatı, mutfak, bahçe ve iki farklı restoran olarak tanımlanan galerileri içeriyor. Birbirinden oldukça farklı işlevlere sahip bu galerilerin her birinde Paşabahçe'nin ürünleri kullanılıyor. Bu şekilde gerçek yaşam alanları somutlaşıyor.

AKDENIZ MUTFAĞI Canlı, doğal ve dingin Akdeniz coğrafyasına ait kültürel niteliklerden ilhamla tasarladığımız galeride, coğrafyanın büyük ve kalabalık sofralarını Paşabahçe'nin mutfak ürünleriyle bir araya getirdik. Akdeniz kültürünü mekana yansıtmak istediğimiz mutfağın merkezi pişirme ünitesi üzerindeki aynaya bakıldığındaysa coğrafyanın canlı ve dingin haliyle karşı karşıya oluyordu ziyaretçi: Kuşlarla dolu bir gökyüzünün altındaki sıcak iklim, ziyaretçilerin gözleri önüne seriliyordu.

Tasarımda etkileyici ve yalın bir anlatıma olanak vermek için devasa boyutlardaki asılı aynaları ve görsel yerleştirme panolarını kullandık. Bu aynı zamanda, ziyaretçilerin ürünler ile farklı bir boyutta iletişim içerisinde olmasını sağladı. Açılı olarak asılan büyük

COOKING IS AN ART Bu pop-art mutfak, yemeğe bir sanat vurgusu yaparken sanata da modern bir vurgu yapıyordu. Asılı panolar üzerinde silikon fırın eldivenleriyle yaratılan kelebek kompozisyonu ve büyük aynanın üzerindeki görseller,


FUAR STANDI - FRANKFURT 63 XXI - NİSAN 2016

ziyaretçiyi pop kültürünün içine bir yolculuğa çıkardı. Guzzini ve Zest ürünlerinin yan yana sergilendiği bu galeride Zest ürünleri bölümünü tamamen “ileri dönüşüm” temasına ayırdık. Ürünlerin tasarım fikrine gönderme yapan aydınlatma detayları ise Paşabahçe’nin cam damacanalarının kesilmesiyle ortaya çıktı. Meyve kasalarının sergilemeye dönüştürülmesiyse, Zest’in tasarım felsefesi olan “ürünlere yeniden hayat kazandırmak” ilkesiyle senkronize oldu. Bu eğlenceli tasarım, ürünlerle sergilemede kullandığımız malzemeleri uyumlu bir şekilde dışa vurarak, sergilemenin canlı ve renkli alanlarından birini oluşturdu. KIŞ Bu bölümde, beyaz yalınlığın içinde yarattığımız samimi atmosfer ziyaretçileri bir kış evine davet ediyodu. Renkli yün yumaklarının birleştirilmesiyle oluşturduğumuz tavandan asılı pano üzerindeki yaşam alanı mottosu "Let it Snow" ve ayna panonun üzerindeki ışıltılı kar tanesi grafikleri ziyaretçileri yılın son ayına götürdü. Mekanı yalınlık ve yumuşaklık nitelikleriyle vurgulamak istedik. PARTI Renkli variller ve çizgi roman görselleştirmesinden yapılmış posterin bulunduğu parti köşesi, konfetilerin büyük ayna üzerinden üzerimize

uçuştuğu, rengarenk, sıcak bir nokta oluşturdu. Ziyaretçileri, renkli varillerin sergileme birimi olarak kullanılmasıyla yüksek enerjiyle eğlenmeye davet eden bu köşe, ürünlerin önerdiği bir kutlama, bir eğlence alanı tanımlıyordu. KOKTEYL “Ne varsa eskilerde var!” dedirtecek kokteyl bölümü, geçmişin şık kokteyl ortamını yansıtıyordu. Bu galeri, 1930’ları anlatan görsel, “vintage” ilhamını yansıtan şık pirinç sergileme birimleri ve asil siyah rengin fon olarak kullanımıyla ziyaretçilerle buluştu. MIXOLOGY “Mixology” bölümü, sıradışı ve klasik kokteyllerin en uyumlu karışımlarının tadılabildiği ve Paşabahçe bardaklarının çeşitliliğinin ve şık duruşlarının gözlemlenebildiği bir alan. Bölüm, bar mekanını ve içindeki mega boyuttaki kokteyl süslerini içeriyordu. BIRA EVI Bira üstatlarının çıkmak istemeyeceği, eski bira imalathanelerinden esinlenerek tasarladığımız galerinin mottosu ‘‘Cheers with Paşabahçe’’. Bira varillerini soyutlayarak ve bira musluğunun farklı bir yorumuyla kullandığımız sergileme kaideleri, Paşabahçe’nin özel bira bardaklarının tadımcıların gözünden kaçmasını önlüyordu.

PATISSERIE Pastanelerin vazgeçilmez öğesi olan tentelerin çoklu sergilemesiyle oluşturulan üç boyutlu grafik yorum, ziyaretçilere Parizyen kafelerin ruhunu yaşattı. "Vintage" atmosferini destekleyen eskitilmiş ayna seçimiyle tamamladığımız tasarım, kahve makinesiyle ziyaretçileri sipariş verme arzusuna büründürüyordu. Bölüm, zihinlerde taze kahve kokusunu çağrıştıran ve hafızamızı makaronlarla süsleyen bir Paris hayalini yaşatıyordu. Keyiflenirken huzur bulabileceğiniz bu romantik patisserie, Paşabahçe’nin kafe ve pastanelerde kullanılmaya yönelik ürünlerinin yaşamla buluştuğu nokta. RESTORAN Bu galeride iki farklı restoran yer aldı. Çağdaş restoran örneğinde, güncel tasarım dokunuşlarına ve yüksek oturma birimleriyle bistro trendlerine yer verdik. Daha şık bir restoran temasının işlendiği ikinci alandaysa güncel bir klasik yorum gözlenebilir. Çağdaş restoran, samimi havası, insana yakınlığı ve arkadaşlarınızla sohbet edebileceğiniz bir yere dönüşmesiyle var olurken, içinde sergilenen ürünlerle paralellik kuruyordu. Şık restoran temasında ise bizote ayna ve beyaz masa örtüsünün yarattığı şık bir yemek ortamı, Paşabahçe’nin aynı konseptteki ürünlerini etkileyici bir dille sergileme olanağı sağladı.


FUAR STANDI - FRANKFURT NİSAN 2016 - XXI 64

demirden desıgn 1994’ten beri mekan tasarımı, grafik tasarım, ürün ve ambalaj tasarımı gibi farklı alanlarda uzmanlaşmış tasarımcıların oluşturduğu ekip ve disiplinlerarası yaklaşımlarıyla her projeye özel, bütüncül çözümler sunuyor. Bugüne kadar aralarında birçok Red Dot, 2 iF Gold ve Design Management Europe ödülleri de bulunan 19 uluslararası ödüle layık görülen Demirden Design aynı zamanda uluslararası tasarım dünyasında büyük ses getiren "ilio" masaüstü ürünler markasının da yaratıcısı.



ÜRÜN TASARIMI - DAVLUMBAZ NİSAN 2016 - XXI 66

fotoğraflar: Silverline

Sıfırdan Başlamak SILVERLINE MARKASININ GEÇTIĞIMIZ YIL ÜRETTIĞI DESIGNLINE VE RETROLINE DAVLUMBAZ SERILERININ ÜRÜNLERI IF DESIGN, RED DOT, DESIGN TURKEY GIBI PEK ÇOK ÖDÜL ALDI. MARKANIN TASARIMCISI BEYZA DOĞAN ILE MUTFAK MEKANLARINDA DEĞIŞEN TASARIM TRENDLERINI VE ÜRÜN TASARIMINA YAKLAŞIMINI KONUŞTUK. Dirim Dinçer

DESIGNLINE VE RETROLINE DAVLUMBAZ SERILERI

beyza doğan

dd: Mutfağın değişen mekan anlayışını bir tasarımcı olarak nasıl yorumluyorsunuz? Beyza Doğan: Genel olarak şöyle bir gidişat var: İhtiyacım olmayan hiçbir şeyi zaten ortamda görmek istemiyorum, ihtiyacım olanlarsa ihtiyaç duyduğum o anda, hemen belirsin istiyorum. Mutfakta ürünün etrafında ona hizmet eden insandan çok, gizli kahramanların artışını görüyoruz aslında. Artık mutfakta ürünler var ve onlar bize hizmet ediyor. Odak noktamız nesneler değil, kullanıcının yaşam alanını artırmak. dd: Kullanıcının yaşam biçimindeki değişimleri en çabuk ve doğrudan görebildiğimiz alan aslında mutfak bu anlamda. Yeme içme trendlerinin bile etkisi oluyor. bd: Aynen öyle, çünkü oturduğumuz, yaşadığımız alanların arasındaki sınırlar bulanıklaşıyor. Oturma

odası, yemek odası kayboluyor ama yok olmuyor, birbirinin içinde erimeye başlıyor. Hiçbir zaman hayatımızdan çıkmayacak ama evet, artık çok farklı ve gündelik yaşam alanımızın içinde. Sektör olarak çok şanslıyız o anlamda. Nerede ne değişiyorsa onu mutfakta görüyorsunuz. En işlevsel olanı en hızlı biçimde orada görüyorsunuz. dd: Geçen sene Retroline ve Designline serilerini çıkardınız, bunları seri yapan nedir? Ürün nitelikleriyle birlikte bahseder misiniz? bd: Trendlerin detaylı analizini yaptığımız ve bu analizleri ürüne dönüştürmeyi deneyimlediğimiz bir süreç oldu. Üzerine gittiğimiz trendlerden biri, eklediğimiz özelliği en basit şekilde eklemekti. Ürüne bir işlev ekliyorsanız kullanıcıyı yormadan eklemeniz lazım. Bu anlamda sorguladığımız şeyler oldu. Bir davlumbazın kontrol paneline ihtiyacı var mı gerçekten? Ya da hızın bir, iki, üç aşamaları ne ifade ediyor? Bunu acaba daha da sezgiselleştirebilir miyiz? Bu anlamda, sezgisel etkileşimi deneyimledik. Çünkü üründe sayıların ne anlama geldiğini algılamak


bu sayfada solda: Radial davlumbaz altta solda: Panelin alt kısımlarına doğru genişleyen hava delikleriyle Slide Down davlumbaz altta: Çekiş yapacağı ocağa odaklanarak kullanımın verimini artıran To the Point davlumbaz arka sayfada üstte solda ve sağda: Retroline serisi en sağda: Çekiş sırasında ocağa yaklaşan Lift-up davlumbaz

ÜRÜN TASARIMI - DAVLUMBAZ

giriş sayfasında Çekiş hızı davlumbazın renkli filtre kısmını ortaya çıkararak ayarlanan Pop-out davlumbaz

67 XXI - NİSAN 2016

içgüdüsel değil, ama konuşmak ya da basit jestler öyle. Ayrıca kullanıcı senaryolarının tasarım üzerindeki etkisine inanıyoruz. Bunun sonucunda da ürünlerin hepsi sezgisel etkileşim ve kullanıcı senaryosunun detaylı analizine odaklanılarak ortaya çıkan tasarımlar. Kullanıcıya müdahale edebileceği maksimum alan bırakmayı çok önemsiyoruz, çünkü bugünün kullanıcısı sadece kullanıcı değil, aynı zamanda tasarlayan da olmak istiyor. Sadece bir ürün ya da mutfağın nasıl farklı görünebileceğini değil, bu kullanıcı senaryosu içinde neyi farklılaştırabileceğimizi ve neleri bugüne uyarlayabileceğimizi de araştırdık. Tüm bunların toplamına da “simple+” dedik: Basit ama daha fazlası. Aynı tasarım stratejisine bağlı ikonografik ailede ocak, fırın gibi pek çok ürün var. Dolayısıyla size her birinde aynı bütünsel deneyimin bir uzantısını deneyimletecek bir yapı var. Size fazladan bir zihinsel yük oluşturmuyor. Bu anlayışı daha farklı bir alana da taşıyoruz; Türk pazarı için cesur bir hareket olacak. İki yeni kategoride, tavan ve tezgah altı davlumbazları üretmeye başlıyoruz. Şu ana kadar sadece fuarlarda

sunduk; önce “Bu davlumbaz mı?” sorusuyla başlayan diyaloglar oldu tabi. dd: Taleplerde ne gözlemleyerek oluşturdunuz kategorileri, nereden başladınız ve neden cesur? bd: Çıkış noktasını elektronik sektörde sıkça görüyoruz: Cebimize giren telefonlar küçülüyor ama bu küçülme bize yetmiyor, giyilebilir teknolojiye ihtiyaç duyuyor, gözlükten arama yapmak istiyoruz. Yani hiçbir şeyi ortada görmek istemiyoruz, çünkü artık 90’ları yaşamıyoruz. O zaman aldığımız çamaşır makinesini salonun ortasında sergilemeyi çok severdik, şimdiyse sevmiyoruz ve her şeyi saklamak, gizlemek istiyoruz. Nasıl telefonlar giyilebilir teknolojiye dönüşüyorsa mutfakta da mutfak aletleri kaybolmaya başlıyor. Bunu nasıl yapabilirsiniz? Mutfak aletlerini ya mimariyle ya birbirleriyle ya da mobilyayla bütünleştirirsiniz. Bu bağlamda biz de yeni kategoriler ortaya çıkardık. Örneğin, mimariyle bütünleşen, tavanmış gibi davranan davlumbazlar da var; gün ışığı aydınlatmalı paneller ve çok yoğun kullanılmış bir pencere metaforuyla gerçekleştirilmiş davlumbazlar da. Daralan yaşam alanlarında kaybettiğimiz pencereler, hem

havalandırma hem de aydınlatma işlevini yerine getirmek üzere kullanıldı. Manzara seçenekleriyle dış ortamın iç mekana yansımasını da görebiliyorsunuz, sanki ormandaymışsınız gibi görüntüler veren ya da gökdelenlerin ortasında bir tavan penceresi hissi veren aygıtlar. Mimariyle bütünleştiğindeyse tavan form değiştirerek davlumbazı oluşturup devam ediyor. Formda ve mimaride sürekliliği sağlamış oluyoruz. İndüksiyon ocakla davlumbazı birleştirip melez bir ürün ortaya çıkardık örneğin; hem ürün mobilyaya entegre oldu hem de tek kurulumla iki ürün elde edilebiliyor. Pişirme aktivitesinin tam ortasında olması gereken verimde çalışan bir davlumbaz var, dolayısıyla kullanım senaryonuza daha kolay uyum sağlayan bir ürün. Bu kategoriler cesur çünkü yaşam biçimi için yeni ama yarattığı esneklik ve özgürlüklerle şimdiden bir farkındalık yaratmaya başladı. dd: Aslında kullanıcıların çok iyi bildiğini düşündüğü ürünleri yorumluyorsunuz. Gündelik kullanımda oldukça yerleşik bu ürünleri yorumlamak nasıl bir süreç istiyor?


NİSAN 2016 - XXI 68

ÜRÜN TASARIMI - DAVLUMBAZ

beyza doğan ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümünde lisans, Domus Academy’de “ev aletlerinde geleceğin kullanıcı deneyimi” konusu üzerine yüksek lisans eğitimini tamamladı. Güncel trendlerin saptanması ve tasarım sürecinde kullanımı üzerine uzmanlaşan Doğan, San Francisco, Studio Backs’te Incase, Samsung, Mirasol gibi markalarla da çalıştı. Ardından katıldığı Silverline Ankastre ekibinde Ürün ve Etkileşim Tasarımı Yöneticisi olarak çalışmalarına devam ediyor. Red Dot Product Design Award, If Design Award, Design Turkey Good Design Award, German Design Award ve Plus X Design Award gibi pek çok ödülü bulunuyor.

bd: Aslında meselenin zor olan iki yönü var: Herkesin fikri var ve herkes ürün her şeyi yapsın istiyor. Bir ürün, her şeyi yapıyorsa bazı şeyleri tam olarak yapamıyordur ya da yaptıkça daha büyük sıkıntılar ortaya çıkacaktır. Herhangi bir şeye yeni nitelik eklesek de, ürün fazladan bir şey yapsa da kullanıcıya yük getirmediği sürece yaşayacak; dolayısıyla ne kadar rafine ederseniz o kadar başarılısınız. Kullanıcıya ne kadar alan bırakırsanız onun hayatında da o kadar yer bulabiliyorsunuz. Bir de markanın boyutu ne olursa olsun fark yaratmanın çok zor olduğu segmentlerde de çalışıyoruz. Sandalye tasarımını düşünün mesela, çok zordur çünkü hem herkes hakimdir hem de herkes çoktan bir şeyler tasarlamıştır. Ayrıca üretimin yapıldığı ortam da çok önemli çünkü her hafta kullanıcı analizi yayınlayamazsınız. Öyle bir ortam kurgulamanız lazım ki zaten geri dönüşler size akıyor olmalı ve siz de kullanan insanlarla iletişimde olmalısınız. Şanslıyız ki aşırı uç bir sektörde değiliz, herkesin fikrinin olmasının yararlı olduğu nokta da bu.

dd: Peki bir tasarımcı olarak yaklaşımınız nasıl oluyor, mesela bir davlumbazı nasıl yorumlayacağınıza nasıl karar veriyorsunuz? bd: Sıfırdan başlıyoruz. Sanki bir davlumbaz yokmuş gibi. Bu ürün “Hangi işlevi görecek ve neden?”, “Bunu kim, nasıl kullanacak?”, “Kullanırken sigara mı içecek, telefonla mı konuşacak?” gibi sorulara cevap arayarak kullanıcı senaryosu analizini yapıyoruz. Buradan çıkan mini fikirlerle birçok ürüne gidebiliyoruz. Diğer bir açı da trend analizleri. Trend analizi, çok yapılan, söylene söylene anlamını yitirmeye başlayan bir kavram ama iyi yapıldığında çok işlevsel olabiliyor. Her yıl Venedik Bienali, Tasarım Haftası gibi pek çok ortamdan belirli çıktılarımız oluyor. Bu da bize yaşam stillerinin nereye gittiğini gösteriyor. Örneğin, kinetik duvarlar ortaya çıkmış ya da iklime uyumlu yapılar artmış olabilir. Bu değişimleri, mutfağa ve daha mikro düzeyde değerlendirip insana yansıtabiliyoruz. Hem ürüne sıfırdan bakmak hem de geleceğin yaşam stilini mimari trendlerden yakalayabilmek, tasarımda çok farklı tipolojiler ortaya çıkarıyor.

Ürüne sıfırdan başlamak, ürün tipolojisini de temelden değiştirmekle sonuçlanıyor. Davlumbazın tek işlevi orada durup çekiş ya da havalandırma yapması değil, aydınlatma elemanı olması, orada duruşu ya da kayboluşu, estetiği vs. Baştan yorumlamak sadece tipolojide değil, markanın pazar içinde konumlanışında da fark yaratıyor. dd: Şunun altını çok çiziyorsunuz: Ne işlev ne de form baskın, baskın olan kullanıcının deneyimi ve ürünle iletişimin sürdürülebilirliği. Örneğin kolay temizlenmiyorsa iyi görünmesinin bir anlamı yok gibi. bd: Aynen öyle. Siz ona bir işlev ekleyip “Bunu da şu ikona atadım, onu öğren.” diyorsanız olmaz; kimsenin ona vakti yok ki. Mesaj yazarken telefonla konuşan bir kullanıcı var karşınızda. Bence hiçbir tasarımcı o kadar egoist olmamalı. Birilerinin hayatında o kadar alan kaplayacak bir ürün yapma şansımız yok. Kullanılabilirlik ve kolay öğrenilebilirlik alanında yanlış yapma lüksümüzün kalmadığı günlerdeyiz. O yüzden artık ürünler sezgisel, içgüdüsel kullanılmalı ve üzerine düşünmemelisiniz.



AKSESUAR DESIGN 100'E YAKIN MARKASIYLA FLORYA SHOWROOMUNDA 20 yıldır Azerbaycan ve Irak'ta hizmet veren Aksesuar Design'ın Mart ayında açılan ve 100'e yakın markaya ait ürünlerin sergilendiği Florya showroomu bugüne dek pek çok mimar, tasarımcı ve son kullanıcıyı ağırladı. Aksesuar Design, başta banyo ve mutfak olmak üzere dış ve iç mekanlarda yüzey kaplamaları ve tamamlayıcı dekoratif tasarımlardan oluşan geniş bir ürün gamına ve küresel bir marka grubuna sahip. Bakü ve Erbil'deki deneyimini İstanbul'a taşıyan

firmanın Azerbaycan, Irak ve Türkiye'de toplam 7000 metrekarelik alana sahip dört showroomu bulunuyor. Aksesuar Design, mağazalarda yer alan tematik mekan örnekleri ile başta mimarlar olmak üzere tüm müşterilerine görsellik, profesyonellik, teknik altyapı, lojistik destek ve zamanlama gibi özel avantajlar da sunuyor. www.aksesuardesign.com

LG ELECTRONICS, B2B KURUMSAL İNOVASYON MERKEZİ'Nİ AÇTI

NİSAN 2016 - XXI 70

SEKTÖR HABERLERİ

LG Electronics, Türkiye'de ilk kez ticari çözümlerini sergilediği özel B2B Kurumsal İnovasyon Merkezi'nin açılışını yaptı. LG Electronics Türkiye Genel Müdürü Calvin Cho, LG Electronics Orta Doğu ve Afrika Bölgesi B2B Direktörü ve aynı zamanda B2B Business Bölüm Başkanı David Kim ve LG Electronics Türkiye B2B Ürünleri Satış Bölüm Başkanı Rafet Polat'ın katılımıyla açılan inovasyon merkezinde, LG Electronics'in yenilikçi dijital ve webOS akıllı signage ürünleri sergileniyor. Turizm, sağlık, perakende, ulaşım ve kamu başta olmak üzere pek çok sektöre yönelik inovatif çözümler sunan LG dijital signage ürünleri Türkiye'de ilk defa bu

LOTUS Faruk Malhan tarafından 2016 Koleksiyon Ev Serisi için tasarımı yenilenerek hayat bulmuş ve değişebilen kullanımlara imkan sağlayan Lotus masa, kullanıcılarına evlerinde kendilerini ifade etme fırsatı sunuyor. Adını ve ilhamını mitolojide bereket anlamına gelen ve özel bir forma sahip olan lotus çiçeğinden alan tasarım, iki farklı şekle girerek kullanım alternatifleri sunuyor. Lotus masanın yüzeyindeki kare formu oluşturan üçgen kulakçıklar açılarak büyük bir kare oluşturuyor. Masa bu formu aldığında ortasındaki Corian malzemeden yapılmış özel alan

tasarıma dahil oluyor. Dönebilen bir yapıya sahip olan bu alan ahşap ile uyum sağlarken masanın etrafında oturanlara servis yapılmasını kolaylaştırıyor. Ahşap ayakların taşıdığı kare formundaki tablası katlandığında Lotus, 79 cm yükseklikten 74 cm'ye geliyor. Genişliği ise üçgen parçalar açılıp büyütüldüğünde 110 cm'den 155 cm'e ulaşıyor. Uzun ömürlü bir kullanım vadeden Lotus masanın tablasına smoked, meşe, ceviz ve bog kaplama uygulanabiliyor. www.koleksiyon.com.tr

alanda açılan özel bir mağazada şirketlerin beğenisine sunuluyor. Ürün gruplarına göre ayrılan özel bölümleriyle çözümlerin uygulanmış hallerinin de sergilendiği LG B2B Kurumsal İnovasyon Merkezi, webOS Monitor Çözümleri, Promotion Display, Demo Uygulama ve Hospitality Alanı ile toplantı odası gibi bölümlerden oluşuyor. Merkezde yer alan en dikkat çekici ürün grupları ise Ultra HD Signage, Videowall, webOS Smart Signage Platformları, Mirror (Ayna Tipi) Signage Ekranlar, Window Facing Ekran, Smart Pro: Centric Server ve Hotel TV olarak öne çıkıyor. www.lg.com/tr



NURUS'UN UNEO ÇALIŞMA KOLTUĞUNA YENİ ÖDÜL Martin Ballendat'ın Nurus için tasarladığı çalışma koltuğu Uneo, IF Product Design Award'ın sahibi oldu. Uneo, Dyna-Support Plus® mekanizması sayesinde kullanıcısıyla etkileşim kuruyor. 45-120 kg'a kadar vücut ağırlığına hızla uyum sağlamasının yanı sıra ayarlanabilir bel desteğine de sahip olan Uneo, böylece sağlıklı ve konforlu bir oturma sağlarken kişiye özel ayar yapabilme olanağı da sunuyor. İskeleti ile kolçakları tek parça

halinde üretilen Uneo çalışma koltuğunun kolçakları omuz genişliğine göre ayarlanabiliyor ve vücut ağırlığının dengeli bir şekilde dağılmasını sağlıyor. Böylece omuzlarda ve boyunda oluşan yorgunluğu azaltarak daha rahat bir çalışma ortamı yaratıyor. Farklı renk seçeneklerine sahip olan ürün, teknolojik kumaşıyla da uzun kullanım ömrü sunuyor. www.nurus.com.tr

SESA BUILD 2016 GERÇEKLEŞTİ

NİSAN 2016 - XXI 72

SEKTÖR HABERLERİ

2014 senesinde düzenlenmiş olan Seismic Safety Fuarının devamı niteliğindeki SeSa Build, Messe München GmbH iştiraklerinden MMI Eurasia tarafından düzenlendi. SeSa Build kalite, sürdürülebilirlik, tasarım, kalıcı çözümler, yeşil teknolojiler ve enerji verimliliği konularına odaklanmış, depreme dayanıklı binalar için planlama, tasarım ve IT çözümleri sunan çok yönlü bir fuar ve konferans programı. SeSa Talks konferans programında Türk inşaat sektörünün ihtiyaçları ve gelecek fırsatları "Sürdürülebilir ve Güvenli Şehirler İnşaa Etmek", "Akıllı Bina Tasarımı ve Modellemesi" ve "SeSa Perspektifinden

WOOD LINE Aspen'in sunduğu Lumuner LED Aydınlatma, armatürlerine yeni ve yenilikçi ürünler katmaya devam ediyor. Lumuner'in Sepia Ahşap Asma Tavan Sistemlerine entegre edilmiş, boyutları ihtiyaca göre belirlenebilen lineer LED aydınlatma çözümü Wood Line, uç uca eklenerek uzun koridorlarda ve büyük hacimlerde lineer uygulama imkanı sunuyor. Ar-Ge çalışmaları ile aydınlatma ürün tasarımında estetik ve görsel uyum arayışını kalite ve işlevsellik ihtiyacı ile birleştiren Lumuner, ürün tasarımında

olması gerekenleri belirlemenin yanında projelerde sunduğu aydınlatma danışmanlığı desteği ile doğru ürünün doğru kullanım alanında ve doğru şekilde uygulanmasına titizlikle devam ediyor. Lumuner LED aydınlatma ürünleri ofis projeleri, oteller, havalimanları, showroom, mağaza ve alışveriş merkezleri, hastaneler ve kamu binaları, endüstriyel tesisler alanlarında çözümler sunuyor. www.aspen.com.tr

Başarı Öyküleri" başlıklarıyla işlendi. Mimarlar, şehir plancıları ve proje geliştiricilerinin yanı sıra bilimsel kurum ve kuruluşlardan gelen ziyaretçilerle yaklaşık 800 dinleyici üç günlük programı takip etti. SeSa Talks konferansında aralarında Dirk van Peijpe, Profesör Thomas Auer, Prof Dr. Murat Güvenç ve Bo Jerlstörm'un yer aldığı mimari, araştırma, politika ve sektörden üst düzey konuşmacılar düşüncelerini, konseptlerini ve çözümlerini paylaştı. Bir sonraki SeSa Build, 2018 yılında İstanbul'da organize edilecek. www.mmi-eurasia.com


Otto von Busch'un 2008’den beri XXI için yazdığı sosyal tasarım, sürdürülebilirlik ve tüketimcilik üzerine odaklanan 30’a yakın makalesi “Tasarlanacak Ne Kaldı?” başlıklı kitapta toplandı.

KITAPEVLERI VE ONLINE MAĞAZALARDA


SILVERLINE FLOW-IN'E PLUS X'TEN DÖRT ÖDÜL Silverline Flow-in, Plus X tarafından kullanım kolaylığı, işlevsellik, yüksek kalite ve tasarım alanında dört ayrı ödüle layık görüldü. Tek gövdede buluşan ocak ve davlumbazın birleşimi ile yüksek performans gösteren Flow-in, ocak ve davlumbaz teknolojilerin başarılı entegrasyonu ile bütünsel bir pişirme deneyimi sunuyor. Silverline Ankastre Pazarlama Direktörü Mehmet Aygül, "Silverline olarak inovasyon, yüksek kalite, tasarım, kullanım kolaylığı, işlevsellik, ergonomi ve ekoloji alanında yaptığımız çalışmalar ile Ar-Ge konusundaki başarımızı da

kanıtlamaya devam ediyoruz. Avrupa'da satışa çıkardığımız ve Ekim ayında Türkiye'de tüketicisi ile buluşturacağımız Flow-in, ankastre teknolojisinde yenilikçi marka olduğumuzun ve sınırları ne kadar aşabildiğimizin göstergesidir. Ar-Ge ekibimiz önümüzdeki yıllarda da sektörün trendlerini yönlendirecek, kullanıcısının konforunu ve beklentisini bütünüyle karşılayan, tasarımı ile şaşırtan ürünler çıkarmaya devam edecek" diye konuştu. www.silverline.com

SUBWAY

NİSAN 2016 - XXI 74

SEKTÖR HABERLERİ

Zehnder Subway havlu radyatör mini modelleri ve 700 farklı renk seçeneği ile büyük küçük tüm mekanlara uyum sağlıyor. Subway havlu radyatörde korozyona dayanıklı paslanmaz çelik ve krom kaplama seçenekleri bulunuyor. Subway, geniş boru aralıkları ile havluların rahat asılmasına imkan tanıyor. Kare profile sahip dış çerçevesi ve yüksek kaliteli lazer kaynak teknolojisi ile oluşturulmuş birleşim

ELEGANZA noktalarına sahip yuvarlak yatay boruları ile ayırıcı olarak da kullanılabiliyor. Zehnder Subway, havlu asılma işlevini de yerine getiriyor. Su ile işletme seçeneğine ek olarak elektrikli işletme seçeneği de bulunan ürün, yerden ısıtmalı evlerde de hem son kullanıcılar hem de yapı profesyonelleri tarafından tercih ediliyor. www.zehnder.com.tr

ISVEA'nın Eleganza serisi geniş ürün yelpazesiyle birbirinden farklı alternatiflerden oluşuyor. İtalyan tasarımcı Simone Valsecchi tarafından tasarlanan Eleganza vitrifiyeler A'Design Award Winner 2013'te ödüle layık görülürken, Sevil Acar tasarımı Eleganza banyo mobilyası A'Design Award 2014 ödülünü kazandı. Serinin üç farklı boyuttaki lavabo uyumlu banyo mobilyaları, zarif ayakların

üzerinde yükselen masif ahşap tablası, boy dolabı seçenekleri, asma klozet ve bidesi ile her banyoya uyum sağlıyor. Seperatörlerle dolap için farklı biçimlerde düzenleme olanağı sunan Eleganza lavabo dolabı kulpsuz bir tasarıma sahip. Lavaboların yanlarında bulunan etajerler ise geniş kullanım alanı sunuyor. www.isveabagno.it



SUNTECH AEROLUX

NİSAN 2016 - XXI 76

SEKTÖR HABERLERİ

Suntech Aerolux, hareketli/katlanabilir alüminyum güneş kırıcı panelleriyle güneş, yağmur gibi hava koşullarına karşı açık alanların kullanımına olanak sağlayan modern bioklimatik pergola ve tavan sistemidir. Tüm dış mekanlara uyum sağlayacak şekilde tasarlanan ürün, kullanıldığı alanlarda termal konfor sağlıyor. Sistem, opsiyonel olarak içeriden entegreli Line LED şerit ve gizli Soft LED aydınlatma seçenekleriyle sunuluyor. Sistemin

FLOORPAN VE ARTFLOOR etrafını çevreleyen Line LED şeritler, güneş panelleri tam açık konumdayken de mekanı içeriden aydınlatarak konforlu bir atmosfer oluşturuyor ve akşam boyunca yeterli ortam ışığı sağlıyor. Gizli Soft LED aydınlatmadaki RGB özelliği ile yedi çeşit renk dönüşümü yapılabiliyor. Ayrıca dimmer seçeneği sayesinde ortama göre ışık yoğunluğu ayarlanabiliyor. www.albayrak.com

Kastamonu Entegre'nin ürünleri arasında laminat parke önemli bir konuma sahip. Şirket, Floorpan ve Artfloor ana marka ve alt kategorileriyle 60 milyon m2 üretim kapasitesine sahip. Şirketin Gebze, Kastamonu Organize Sanayi ve Adana olmak üzere üç ayrı tesisinde yeni ve son teknoloji makinelerle üretim yapılıyor. Her ürünü, üretim aşamasında 60 ayrı testten geçirerek parke haline getiren Kastamonu Entegre, Türkiye'de en çok

tercih edilen laminat parke markalarını bünyesinde barındırıyor. Kastamonu Entegre CEO'su Haluk Yıldız, "Dekoratif özelliği öne çıkan malzeme seçiminde neme, ısıya dayanıklı, uzun ömürlü yüzeyler tercih ediliyor. Daha fazla kullanım ve hareket serbestliği sağlayan tasarımlar da ön planda. Türkiye'de parke tasarımında en çok çam ve meşe dokusu tercih ediliyor." dedi. www.keas.com.tr

KAROART Artstone, 2016 yılı itibariyle genişlettiği ürün gamıyla mekanlarda yaşanmışlık ve doğal ortam hissini yaratıyor. Artstone doğal taş, beton, tuğla, ahşap, kaya ve oksit görünümündeki ürün koleksiyonlarına Karoart serisini de ekledi. Versailles, Epicure, Plafont, Vermont, Margaux, Grenier, Arietta, Broderie, Bois, Florenz, Daisy, Fontenay ve Victorian isimli ürün serisi çiçek işlemeli, geometrik, bezemeli ve ikonik motiflerden

oluşuyor. Oksitleme ve özel boyama tekniğiyle yarı antik görüntüye sahip olan seri restoranlar, galeriler, yönetim binaları ve tasarımseverlerin duvarlarında ve tavanlarında kullanılıyor. Limon yeşilleri, bakırlar, bronzlar, pirinçler, pastel pembeler, antrasitler, hardal renkleri, mavi-griler, gece mavileri bu serinin öne çıkan renkleri arasında yer alıyor. www.artstone.com

margaux bonamy

arıetta blue bronze

vermont fue vert dore



UYGULAMA - AYDINLATMA - İSTANBUL NİSAN 2016 - XXI 78

fotoğraflar: Studio Majo - Engin Gerçek

Kristali Saran Işıklar FİNANSBANK'IN YENİ YÖNETİM BİNASI KRİSTAL KULE'DE TEPTA'NIN PEK ÇOK ÜRÜNÜ KULLANILDI. UYGULAMAYI TEPTA AYDINLATMA'DAN ASLI KENANOĞLU ANLATTI. Aslı Kenanoğlu

1987’de faaliyete başlayan, Türkiye’nin genç ve dinamik bankası Finansbank, Levent’teki yeni genel müdürlük binasına taşındı. 647 şube ve 13 bin çalışanı ile faaliyet gösteren bankanın yeni yönetim binası, yanı başındaki diğer gökdelenler arasında farklı mimarisi ile göz dolduruyor ve ilgi çekiyor. Tepta’nın harikulade ürünleri binanın pek çok bölümünü aydınlatıyor. Bu mekanlar dış giriş meydan, otopark giriş-çıkış yolları, dış teras katı, dış dinlenme alanları ve en üst kattaki

VIP salon ve odalardan oluşuyor. Binanın ana cadde ile arasındaki geniş alan, tüm ihtişamı ile konuklarını karşılıyor. Giriş alanındaki bu algıyı sağlayanlar ise Tepta'nın heykelimsi aydınlatma direkleri. iGuzzini'nin ağaç ve dallarından esinlenerek tasarladığı Albero direkler elbette ki meydanın en dikkat çeken parçaları. Enzo Eusebi tarafından iGuzzini için tasarlanan Albero direkler 280 cm çap ve 550 cm yüksekliği ile meydanın cam ve taştan oluşan soğukluğunu ağaç silüeti ile kırıyor. 21 kollu bu ağaç direkte toplamda 133W LED bulunuyor. Albero’lar dışında yine meydanda bir sınır çizmek amacı ile iGuzzini’nin iki yönlü iTeka serisi direkleri kullanıldı. Binanın hem ön hem de arka araç

giriş ve çıkış bölgelerinde konumlanan bu direklere zeminde de yine iTeka bollardlar eşlik etmekte. Binanın sağ ve sol yanlarındaki otopark giriş-çıkış rampalarını aydınlatan iGuzzini’nin iTeka serisi de diğer aydınlatmalarda olduğu gibi LED ampuller ile donatıldı. Binanın içinden geçilerek ulaşılan iç bahçeler ve arka bölümde kalan büyük teras alanları binada çalışanların dinlenme ve mola alanları olarak kullanılıyor. Orta peyzajdaki çimenler üzerinde iGuzzini’nin Woody serisi kazıklı sistem armatürleri, duvar kenarlarında ise iGuzzini’nin Zyl serisi kısa bollardları kullanıldı. Binanın en üst katında ise, dört kat yüksekliğindeki açıklık alanı da içine



NİSAN 2016 - XXI 80

UYGULAMA - AYDINLATMA - İSTANBUL

proje: Finansbank Genel Müdürlük (Kristal Kule) aydınlatma tasarımı: JBB Lighting Design aydınlatma ürünleri tedariği: Tepta Aydınlatma - Efrayim Güneş yüklenici: Koray İnşaat mimar: Pei Cobb Freed & Partners

alan VIP salonlar, oturma alanları, toplantı odaları ve davet alanı bulunuyor. İstanbul’un muhteşem manzarasına eşlik eden bu VIP katında pencere önlerinde çepeçevre kısa iGuzzini Glim Cube bollardlar kullanıldı. Gerçek ağaçlar ile yapılan bölümlerde ise yine iGuzzini’nin ağaç diplerinde kullanılan Lun-up serisi dairesel LED ürünleri tercih edildi. Genel aydınlatmada ise, iGuzzini’nin ışık kaynağını gizleyen ve görenleri şaşırtan Laser Blade serisi kullanıldı. Ancak ürünün altına gelindiğinde algılanabilen ampulleri ile dikkat çeken Laser Blade serisi armatürler burada hem tavana gömme küçük modüller hem de metal profiller içinde lineer olarak kullanıldı.



UYGULAMA - TAVAN - VİYANA NİSAN 2016 - XXI 82

fotoğraflar: Andreas Buchberger

Süzülen Aynalar SYNCHRON STAGE VİYANA'NIN YENİLENEN SALONLARINDA DURLUM'UN TAVAN ÜRÜNLERİ TERCİH EDİLDİ. 1941 yılında Viyana'da inşa edilen Synchron Stage, uluslararası filmler için müzik üreten iki kayıt stüdyosuna ev sahipliği yapıyor. Yapının yenilenen odalarında mimarlar Schneider ve Schumacher, iç mekanda zamansız ve yüksek kaliteli tasarıma katkı sağlamak amacıyla fuaye ve koridorlarda durlum'un tavan ürünlerini kullandılar. Kayıt stüdyoları gibi fuaye de Synchron Stage binasının en önemli bölümlerinden biri. Provalar ve molalar için kullanılan salon, genişlik ve

büyük bir açıklık hissi veriyor. Salonun görünüşü ve verdiği his 72 adet ayna kullanılarak geliştirildi. Sadece 3 mm kalınlığındaki malzeme ile bu proje için özel olarak geliştirilen aynalar, ipler ve çubuklarla asıldığı siyah tavanın altında hafifçe yüzüyor gibi görünüyor. Ayna görünümlü yuvarlak paneller büyütülmüş pulları andırıyor ve bunlar odanın neredeyse sonsuz yüksekliğe sahip olduğu algısı oluşturuyor. Görsel çekiciliklerinin yanı sıra, ayna paneller tavanın sesi yutmasına yardımcı olarak fuayede akustiğin geliştirilmesini sağlıyor. Buna zıt olarak şeffaf çizgiler, Synchron Stage koridorlarının baskın

karakterini kazandırıyor. Lineer lamellerin özel uzunlukları tavan seviyesi ile tam bir uyum sağlıyor ve yolu işaret ederek kullanıcı hareketini yönlendiriyor. Geleneksel ve modernin, yuvarlak şekillerin ve düz çizgilerin bu etkileşimi, Viyana'daki Synchron Stage'in böyle sıra dışı bir yapı olmasını sağlıyor.

proje: Synchron Stage Viyana mimar: Schneider und Schumacher Architekten ZT GmbH, Viyana/Avusturya ürünler: Dairesel ayna elementler, çap 900 mm, 3 mm malzeme kalınlığında paslanmaz çelik; çelik halat veya tijler ile asılı (72 adet) Lineer aluminyum lamel STAR; cidar genişliği 4 mm, özel uzunlukta ve 20 mm aks aralığı ile (115,4 m2)


UYGULAMA - TAVAN - VİYANA 83 XXI - NİSAN 2016


ALPOLIC MITSUBISHI PLASTICS EURO ASIA Mitsubishi Plastics’in yüksek teknolojisi ile ürettiği, özel mineral dolgulu, zor alevlenici Alpolic/fr ve yüksek yangın dayanımlı, zor yanıcı Alpolic A2 alüminyum kompozit paneller, pürüzsüz yüzey, sağlamlık ve esneklik özelliklerini bir arada sunuyor.

NİSAN 2016 - XXI 84

REFERANS PROJE - YAPISAL SİSTEMLER

Alpolic A2 paneller son yıllarda, otel, rezidans, havalimanı, AVM, hastane ve yurt gibi yoğun sirkülasyonlu yapılarda mimar ve yatırımcıların ilk tercihleri arasında. Alpolic A2, tüm Alpolic serilerinde bulunan standart özellikleri taşırken Alpolic'in zengin kartelasının her serisinde üretiliyor.

eye fılm museum hollanda

Alpolic, projeye özel renk ve dokuları kusursuz eşleştirebiliyor. Endüstriyel boyama teknolojisinin öncüsü LUMIFLON bazlı florokarbon boya teknolojisi sayesinde, Alpolic ile kaplanan cephelerin renk ve parlaklığı 20 yıla kadar garanti altında. Alpolic ayrıca, esneme ve ince perforaj gerektiren sıradışı tasarımları mükemmel işlemeye olanak tanıyor.

raı hollanda

Zorlu dış koşullar için paslanmaz çelik; korozyona dayanım ve hafiflik sağlayan titanyum, Alpolic'in saf metal ile kaplanmış özgün seçenekleri. Alpolic paneller, gerek üretimindeki geri dönüşmüş içeriğin, gerekse dönüşebilme oranının artırılmasıyla pek çok rakibine kıyasla daha az çevresel etkiye sahipken, montaj sonrasında yıllarca bakım gerektirmemesiyle bakım giderlerini de azaltıyor.

greenpark otel

buyaka avm

www.alpolic.com • 42 Maslak, İstanbul • Acıbadem Üniversitesi, İstanbul • Adana Sheraton Otel, Adana • Akasya AVM, İstanbul • Buyaka AVM, İstanbul • Çiftçi Towers, İstanbul • Emaar Square, İstanbul • I-Tower, İstanbul • İstanbul Marriott Hotel Şişli, İstanbul • Next Level, Ankara • Nida Kule, İstanbul • Rönesans Biz Küçükyalı, İstanbul'a • Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı, İstanbul • Vadistanbul Bulvar, İstanbul

rönesans biz küçükyalı



ÇUHADAROĞLU

NİSAN 2016 - XXI 86

• REFERANS PROJE - YAPISAL SİSTEMLER

Yüksek mimar Ahmet Çuhadaroğlu tarafından 62 yıl önce temelleri atılan ve çelik yapı elemanları üretimiyle sektöre adım atan Çuhadaroğlu, 1965 yılından bu yana ağırlıklı olarak inşaat sektörüne, mimari uygulamalar için alüminyum kapı, pencere, doğrama üretimi ve uygulaması alanlarında faaliyet gösteriyor. Kuruluşundan bu yana Türkiye'de alüminyum ve metal sektöründe birçok ilke imza atan firma, sürekli gelişmek ve iyileşmek değerleri ile ilk silikon cephe, ısı bariyerli çift eksen doğrama, polikarbonat şeffaf örtülü çatı ışıklık, panel sistem imalatı ve uygulaması, cephe sileceği, çift cephe uygulaması gibi özel uygulamaları gerçekleştirmenin yanı sıra, Fransa’da kamu ihalesi kazanan ilk Türk firma, Almanya’da cephe işi alan ilk Türk firma, Türkiye’de ilk bomba, kurşun ve yangına dayanıklı alüminyum kapı pencere ve cephe üreten firma, ilk dikey eloksal yüzey kaplama tesisini kuran grup gibi pek çok ilklere de imza attı. 62 yıllık sektör tecrübesi ile Çuhadaroğlu sadece Türkiye’de değil, Azerbaycan, Fransa, Londra gibi pek çok farklı konumda, oteller, okullar, iş merkezleri, hastaneler, konut, kamu binaları, havaalanları gibi pek çok önemli projede yer alıyor. Zorlu Levent Ofis ve Ticaret Binası, Fransa’da en iyi ilk 10 proje arasına giren Tour D2 Ofis Binası, Adnan Menderes Havalimanı İlave Terminal Binası, Hachette Basım Evi, City Road Otel, Torun Center Ofis Bloğu ve Yatay Ofisleri, Zac Clichy Batignolles, Ağaoğlu Maslak 1453 Konut Projesi, İstanbul Swiss Otel Yenileme Projesi, Parksa Hilton Otel Dış Cephe işleri son yıllarda yapılan projeler arasında. Londra’nın en önemli dört projesinden biri olan Montcalm Hotel City Road binası da yine Çuhadaroğlu imzası taşıyor.

levent 199

tour D2 ofis binası

cıty road otel

www.cuhadaroglu.com.tr

adnan menderes havalimanı



SARAY ALÜMİNYUM Saray Alüminyum A.Ş. 30 seneyi aşkın deneyimiyle giydirme cephe ve kapı pencere sistemleri, alüminyum kompozit panel, kış bahçeleri, güneş kırıcılar ve solar sistemler gibi mimari uygulamalarla ilgili üretim yapan; boya, kaplama, eloksal, ekstrüzyon, biyet döküm, levha boyama ve kompoze levha üretim tesislerini de bünyesinde bulunduran tam entegre bir kuruluştur.

avrupa konutları kale​

vadi tepe kiptaş

NİSAN 2016 - XXI 88

• REFERANS PROJE - YAPISAL SİSTEMLER

Üretiminin %60'ını Avrupa, Afrika, Orta Doğu ve Asya'ya ihraç etmekte olan Saray; İstanbul Güneşli ve Tekirdağ Çerkezköy' de, toplam 89.000 m2 kapalı alanda üretim yapıyor. Ürünleri ISO 9001, TSE, QUALICOAT, QUOLANOAD, GOST-R, IFT ROSENHEIM kalite belgelerine sahip olan Saray Alüminyum A.Ş. proje ve Ar-Ge departmanlarıyla mimari ofislere ve yapı yatırımcılarına cephe tasarımından, uygulamasına kadar tüm aşamalarda teknik destek veriyor. Ayrıca çok katlı ve nitelikli yapılar için özel cephe çözümleri yapıyor. www.saray.com • One Tower Rezidans, Ankara • Pulman Otel, İstanbul • Rixos Göcek, Muğla • Sarphan Finans Merkezi, İstanbul • Sultanbeyli AVM, İstanbul • Tema İstanbul, İstanbul • Tem 2 Avrupa Konutları, İstanbul • Teras Tema, İstanbul • Usal Tower, Ankara • Vadi Tepe Kiptaş, İstanbul • Venezia Port, İstanbul

sarphan finans merkezi

rıxos göcek

​kayseri entegre sağlık kampüsü

teras tema



NİSAN 2016 AJANDASI ... - 8 Nisan

... - 9 Nisan

Galeri Işık, Teşvikiye, İstanbul

www.ismd.org.tr

Cer Modern Sanatlar Merkezi, Sıhhiye, Ankara

www.cermodern.org

Cer Modern Sanatlar Merkezi, Sıhhiye, Ankara

www.cermodern.org

üzerine ortaya koyduğu çalışmaları ve video işleri görülebilir. Türkiye'nin uzak şehirlerinden gençlerin katılımıyla gerçekleştirilen

Depo, Tophane, İstanbul

www.depoistanbul.net

Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi, Karaköy, İstanbul

www.mimarist.org

Bozlu Art Project, Şişli, İstanbul

www.bozluartproject.com

Akbank Sanat, Beyoğlu, İstanbul

www.akbanksanat.com

Pera Müzesi, Beyoğlu, İstanbul

www.peramuzesi.org.tr

Zorlu PSM, Zincirlikuyu, İstanbul

www.zorlucenterpsm.com

İstanbul Modern, Fındıklı, İstanbul

www.istanbulmodern.org

Sakıp Sabancı Müzesi, Emirgan, İstanbul

www.sakipsabancimuzesi.org

boyunca ortaya koyduğu işlerden bir seçki sunuyor. Küratörlüğünü Marianna Hovhannisyan'ın yaptığı sergi, doğa

Salt Galata, Karaköy, İstanbul

www.saltonline.org

Bilkent Üniversitesi, Ankara

www.dasbilkent.tumblr.com

Trabzon

www.ktu.edu.tr/mimarlik

Rotterdam, Hollanda

www.iabr.nl

Yapı Endüstri Merkezi, Fulya, İstanbul

www.yemetkinlik.com

Çapraz Yansımalar: Mimarlık, Fotoğraf ve Metin

Cemal Emden'in Le Corbusier portfolyosu, mimar üzerine

Modern Türkiye Mimarisi üzerine bir sergi: Arketipler

Melek Aksoy ve Sinan Logie'nin sergisi, Türkiye coğrafyasının

araştırmaları olan akademisyenlerin metinlerine yer veriliyor.

geleneksel ve modern mimarisini kubbe, saçak, Türk Evi, mahalle gibi 11 mimari unsur üzerinden eşleştirerek okuyor.

... - 10 Nisan

... - 10 Nisan

Abbas Kiarostami

Hatırlamak ve Anlatmak için Şehre Bak

Abbas Kiarostimi'nin sanatın temeli olarak gördüğü fotoğraf

sergi, gündelik yaşam, geçmiş ve hafıza, göç ve kültürel çeşitlilik hikayelerini fotoğraf ve video aracılığıyla paylaşıyor.

... - 20 Nisan

Derin Deliler: Bir Kent Meselesi

Oylum Öktem İşözen'in kentin içinde gecekondu ve gökdelen arasında sıkışıp kalmış bireyleri odağına aldığı sergi, 45 heykelden oluşuyor.

... - 22 Nisan

Düzülke

Fotoğrafın kendisinde değil algısında manipülasyon yapan sergi, görsel bellekte yer etmiş mekanları farklı boyutlarla sunuyor.

... - 28 Nisan

Akbank Sanat Mimarlık Seminerleri Dizisi

İpek Akpınar moderatörlüğünde gerçekleşecek seminerler dizisinin Nisan ayı konukları 9 Nisan'da Han Tümertekin, 12 Nisan'da Cem Sorguç ve 28 Nisan'da Nevzat Sayın.

... - 1 Mayıs

… - 12 Haziran

Giorgio de Chirico: Dünyanın Gizemi

Giorgio de Chirico'nun yaklaşık 70 resim, iki litografi serisi ve

Dijital Devrim

Sergi, film yapımcıları, mimarlar, tasarımcılar, müzisyenler ve

10 heykelinden oluşan işleri ilk kez Türkiye'de sergileniyor.

oyun geliştiricilerin de aralarında bulunduğu, dijital medya kullanarak sınırları zorlayan sanatçıları bir araya getiriyor.

… - 26 Haziran

Geç Olmadan Eve Dön

Vitra ve TSMD işbirliğiyle gerçekleştirilen Çağdaş Mimarlık

AJANDA

Dizisi'nin 5. sergisi Cem Sorguç küratörlüğünde barınma ve yaşam mekanlarına, evlere odaklanıyor.

... - 17 Temmuz

NİSAN 2016 - XXI 90

6 Nisan - 5 Haziran

Mack. Sadece Işık ve Renk

Boş Alanlar

Zero akımının kurucularından Heinz Mack'in üretken kariyeri

bilimleri koleksiyonuyla döneminin yegane örneklerinden Anadolu Koleji Müzesi koleksiyonunun izlerini sürüyor.

9 - 10 Nisan

Tasarım Bilkent'16

Tasarım Bilkent etkinliğinin altıncısı, "Sürdürülebilirlik & Mega Projeler, İyi Fikirler Nereden Gelir?" ve "Yaratım Süreci" panellerine ev sahipliği yapıyor.

20 - 24 Nisan

22 - 24 Nisan

Fikir Sanat Tasarım Haftası Etkinlikleri: Uluslararası "Eşik" Atölyesi

KTÜ Mimarlık Bölümü'nün düzenlediği Fikir Sanat Tasarım

Rotterdam Uluslararası Mimarlık Bienali

Maarten Hajer'in küratörlüğündeki bienal, "The Next

Haftası uluslararası atölye çalışmasının bu yılki teması "eşik".

Economy" temasıyla mekansal tasarım ve gelecek ekonomi arasındaki ilişkiye odaklanıyor.

26 Nisan

Eko Design Konferansı

Çevre, enerji ve su kaynaklarını gözeterek sürdürülebilir yapılaşma ve kentleşme konularına odaklanan EKODesign etkinliğinin 2016 teması "yeni nesil yeşil".


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.